85. Zıhâr Keffaretinin Vücûb Şartları
86. Zıhâr'm Geçerli Olduğu Kadınlar
87. Zıhâr Yapana Uygulanan Yasaklar
88. Keffaret Ödemeden BoşayıpYeniden Evlenmenin Zıhâr'a
Etkisi
6. Keffaretten Önce Karıyla Temas
Zıhâr; kişinin karısını kendisine haram kılmak isteyerek
ona, «Sen benim için annemin sırtı gibisin» demesidir. Zıhâr
hakkında hem Kur'an'da âyet, hem de hadis vardır. Kur'an "Karılarına 'Sen benim için annemin sırtı gibi
haramsın' dedikten sonra sözlerinden dönenler, kanlarıyla temas etmeden bir
köle azadlamaları gerekir" âyeti kerimesidir.
Hadis de Ebû Davud'un Mâlik
b. Sa'lebe kızı Havle'den
getirdiği, «Kocam Üveys bana 'Sen benim için annemin
sırtı gibisin' diyerek beni boşadı. Ben de onu şikâyet etmek üzere Peygamber
(s.a.s) Efendimiz'in yanına gittiğimde Peygamber
(s.a.s) Efendimiz benimle tartışıp,
'Allah'tan kork. Zira
o, senin amcan oğludur' diyordu. Fakat benyakınmaya
devam edip çıkmadım. Ta ki 'Ey Muhammed, Allah, kocası hakkında seninle
tartışan ve derdini Allah'a yakınan kadının sözünü dinledi. Esasen Allah
konuşmanızı işitir. Şüphe yoktur ki Allah her şeyi işiten ve görendir' âyet-i
kerimesiyle ondan sonraki iki âyet nazil oldu. Bunun üzerine Peygamber (s.a.s)
Efendimiz bana,
'Kocan bir köle azad etsin dedi. 'Gücü yetmez' dedim.
'Öyle ise iki ay birbiri peşinden oruç tuta-
çaktır' dedi. - 'Ya Rasûlallah,
çok yaşlıdır, oruç tutamaz' dedim.
'Oyle
ise altmış düşkünü doyursun' dedi. 'Verecek hiçbir şeyi yoktur' dedim.
'Öyle ise ben, bir
sepet hurma ile ona yardım
edeceğim' dedi. 'Ben
de ona bir sepet hurma ile yardım edeceğim' dedim.
'İyi ediyorsun. Git
onun yerine altmı§ düşkünü doyur' dedi» [1] hadisi
ile, Seleme b. Sahr el-Beyâdfnin
Peygamber (s.a.s) Efendimiz'den naklettiği hadistir [2].
Zıhâr'ın ana kaideleri hakkındaki konuşmamız yedi fasılda
toplanmaktadır:
1- Zıhânn deyimleri nelerdir?
2- Zıhârda keffaret lazım gelmesi
için şart nedir? .
3- Kimin zıhan sahihtir, kimin sahih değildir?
4- Zıhân sahih olan kimseye ne lâzım gelir?
5- Nikâhın
yenilenmesiyle zıhâr da yenilenir mi?
6- Zıhârdan sonra ilâ da olur mu?
7- Zıhârda keffaret
olarak ne lazım gelir? [3]
Ulema, kişinin karısına
«Sen benim için annemin sırtı gibi haramsın» dediği zaman, bunun zıhâr olduğunda müttefik iseler de, annesinin sırtından
başka bir organı veyahut -annesi gibi- kendisiyle evlenmesi ebediyyen
caiz olmayan bir diğer kadının sırtını söylediği zaman, yine zıhâr olur mu diye ihtilâf etmişlerdir. İmam Mâlik «Bu da zıhârdır» demiştir. Ulemadan bir cemaat «Sırt kelimesiyle
anne kelimesinden başka deyimler zıhâr olamaz» demişlerdir.
İmam Ebû Hanife de «Kişiye,
bakması haram olan her organ ile zıhâr olur» demiştir.
Bu ihtilâfın sebebi,
şeriatın zahiri ile mânânın birbirleriyle çelişmeleridir. Zira şeriatın
zahirine bakılırsa, bu iki kelimeden başka deyimlerle zıhâr
olamaz. Mânâya bakılırsa, kişiye annesinin sırtı nasıl haram ise, diğer
organları da kendisine haramdır veyahut annesi nasıl kendisine haram ise -kızkardeşi, teyzesi ve halası gibi- kendileriyle evlenmesi ebediyyen caiz olmayan diğer yalanlan da kendisine
haramdırlar. Şu halde annesinin sırtım söylediği zaman nasıl zıhâr oluyorsa, annesinin diğer bir organını veyahut annesi
gibi kendisine ebediyyen haram olan bir diğer
yakınını da söylediği zaman, yine zıhâr olması
gerekir. Kişinin sırt kelimesini atarak sadece «Sen benim için annem gibisin»
dediği zaman ise, İmam Ebû Hanife
ile İmam Şafii, «Niyetine bakılır. Zira bu deyimler 'Benim için annem nasıl
hürmete layık ise, sen de öylesin' demek isteyebilir» demişlerdir.İmam Mâlik
ise «Kişinin niyeti ne olursa olsun, bu da zıhârdır»
demiştir.
Kişinin, karısını
kendisiyle evlenmesi ebediyyen haram olmayan bir
yabancı kadına benzetmesi ise, İmam Mâlik'e göre zıhârdır.
İbn Mâcişûn'a göre zıhâr değildir.
Bu
ihtilâfın sebebi, kişinin, karısını kendisine ebediyyen
haram olmayan bir yabancı kadına benzetmesi, kendisine ebediyyen
haram olan bir kadına benzetmesi gibi midir, değil midir diye ihtilâf
etmeleridir. [4]
Cumhur, zıhâr eden kimseye zıhârından
dönmedikçe keffaret lazım gelmediği görüşündedir. Mücâhid ile Tavus ise «Zıhânndan
dönmese bile kendisine keffaret lazım gelir»
demişlerdir. Cumhurun delili "Sen benim için annemin sırtı gibisin,
dedikten sonra sözlerinden dönenler, kanlarıyla temas etmeden bir köle azad etmeleri lazım gelir" âyet-i kerimesi-dir. Zira bu âyet, zıhânndan
dönmeyen kimseye keffaret lazım gelmediğinde nass'tır. Kaldı ki kıyas da bunu gerektirmektedir. Çünkü zıhâr da yemin gibidir. Yeminde kişi nasıl yeminini
bozmadan veyahut bozmaya niyet etmeden keffaret lazım
gelmiyorsa, zıhârda da zıhârdan
dönmedikçe keffaret lazım gelmemesi gerekir. Mücâhid ile Tavus da, «Zıhâr'ın keffareti de -yanlışlıkla adam öldürme ve Ramazan orucunu
bozma keffareti gibi- ağır bir keffarettir.
Şu halde bu ağır keffaret adam öldürme ve oruç
bozmada nasıl bizzat adam öldürme ve oruç bozmayla lazım geliyorsa, zıhârda da, zıhârdan dönmekle
değil, bizzat zihârla lazım gelmesi gerekir. Aynca zıhâr, cahiliyye
devrinde bir boşanma deyimi idi. İslâmiyetle nesholunup yerine keffaret
konulmuştur. Âyet de 'Cahiliyyetten kalma bu deyimi İslâmiyette de kullananlar, kan-lanyla
temas etmeden bir köle azad etmeleri gerekir' mânâsmdadrr» demişlerdir.
«Keffaret
zıhârdan dönmekle lazım gelir» diyenler de ihtilâf
etmişlerdir ki, İmam Mâlik'ten bu hususta üç rivayet gelmiştir. Bir rivayete
göre İmam Mâlik, «Zıhârdan dönmek, hem kadını nikâhı
altında tutmak, hem ona yaklaşmaya karar vermektir», bir rivayete göre de «Ona
yaklaşmaya karar vermektir» demiştir. İmam Mâlik'in tabilerine göre sahih olan
rivayet budur ve İmam Ebû Hanife
ile İmam Ahmed de buna katılır. Üçüncü rivayete göre
ise İmam Mâlik, «Zıhârdan dönmek, kadını nikâhı
altında tutmaktır» demiştir. İmam Şâfü, «Bir kimse,
kansına 'Sen benim için annemin sırtı gibisin' dedikten sonra ona 'Sen boşsun'
diyebilecek kadar bir zaman geçtiği halde onu
boşamazsa, bu kimse zıhânndan geri dönmüş sayılır ve
ona keffaret lazım gelir. Çünkü onun, kamını
boşayabilecek kadar bir zaman aradan geçtiği halde
onu boşamaması onu nikâhı altında tutması yerine geçer veyahut nikâhı altında
tuttuğunu gösterir» demiştir. İmam Dâvüd ile
Zahirîler de
âyetteki "Ger»
dönme "yi zıhârdan geri dönmek değil, zıhâra geri dönmek mânâsında anlayarak, «Keffaret,
zıhâr lafzını bir daha tekrarlamakla lazım gelir.
Kişi eğer zıhâr lafzını sadece bir defa söyleyip bir
daha tekrarlamazsa ona keffaret lazım gelmez»
demişlerdir.
İmam Mâlik'ten gelen
meşhur rivayetin delili şudur: Çünkü keffaret | zıhâr yapan kimseye, zıhâr ile
kendine haram kıldığı şeye geri döndüğü için I lazım gelir ki o şey de, ya bilfiil kadına yaklaşmaktır ya
da ona yaklaşmaya karar vermektir. Bilfiil ona yaklaşmak olması mümkün
değildir. Çünkü âyette "Birbirleriyle temas etmeden bir köle azad etmesi gerekir" denilmiştir. Bunun içindir ki
adamın, keffaret vermeden karısına yaklaşması haramdır.
Şu halde zıhârdan geri dönmek, kadma.yaklaşmaya
karar vermektir. Mâlikîler derler ki: Eğer zıhârdan
geri dönmek, sadece kadını nikâhı altında tutmak olursa, zıhânn,
kadım nikâhı altında tutmayı haram kılması lazım gelir ki o zaman, zıhâr talâk olur. Kısacası Mâlikîler bu mes'elede
fukahanın «Deneme ve ölçme yolu» diye tanıdıkları bir
yola başvurmuşlardır. Zira geri dönmenin mânâsı, ya
-imam Davud'un dediği gibi- zıhâr
lafzının tekrarıdır, ya bizzat kadına yaklaşmaktır, ya kadını nikâhı altında tutmaktır, ya
da kadına yaklaşmaya karar vermektir. Lafzın tekrarı olamaz. Çünkü lafzın
tekrarı te'kidden başka bir şey değildir. Te'kid ise keffareti gerektirmez.
Bilfiil kadına yaklaşmak da olamaz. Çünkü âyetteki "Birbirleriyle temas
etmeden" kaydı buna manidir. Kadım nikâhı altında tutmak da olamaz. Çünkü
o zaman zıhâr talâk olur. Öyle ise elde, yalnız
kadına yaklaşmaya karar vermek kaldı.
Kadım nikâhı altında
tutmayı veyahut tutmak istemeyi, ona yaklaşmaya karar vermenin yerine koyan
Şâfiiler, «Çünkü kişi nikâhı altında tutmayıp boşadığı kadına yaklaşamaz. Şu
halde kadını nikâhı altında tutmak ona yaklaşmanın sebebidir» demişlerdir.
Şâfiiler burada mecaz yoluyla sebebi, se-beb olduğu şeyin yerine koyarak ikisine aynı hükmü
vermişlerdir ki bu görüş, imam Mâlik'ten gelen ikinci rivayete yakın bir
şeydir. «Keffareti gerektiren, kişinin kadını nikâhı
altında tutmak istemesidir» diyen Şâfiiler ayrıca, «Çünkü eğer zıhârdan hemen sonra kadım boşasa ona keffaret
lazım gelmez» demişlerdir. Bunun içindir ki, imam Mâlik birinci rivayette
ihtiyatlı davranarak, «Zıhârdan dönmek, hem kadım
nikâhı altında tutmaya ve hem de ona yaklaşmaya karar vermektir» demiştir. Zıhârdan dönmenin bilfiil kadına yaklaşmak olduğu görüşü
ise, hem zayıf, hem nass'a aylandır. Bu görüşün de
dayanağı, zıhânn yemine kıyas edilmesidir. Yani
yeminin keffareti nasıl yemini bozmakla lazım
geliyorsa, zıhârda da Öyledir ki, bu nass ile çelişen bir kıyas-ı şebehtir.
«Keffareti
gerektiren, zıhâr lafzını tekrarlamaktır» diyen İmam Davud'a gelince: Çünkü âyetteki zahir bunu ifade
etmektedir. İmam Ebû Ha-nife'ye
göre ise bu söz, «Cahiliyye devrinin bir adeti olan zıhâra, Müslüman olduktan sonra tekrar dönenlere keffaret lazım gelir» demektir. İmam Mâlik ile İmam Şâfıi ise, «LAM, fî mânâsmdadır.
Yani zıhâr ile kendilerine haram kıldıkları şeyin
içine tekrar girenlere keffaret lazım gelir»
demişlerdir.
Kısacası bu ihtilâfın
sebebi, âyetin zahiri ile anlamı arasındaki çelişmedir. Ayetin anlamını
tutanlar, LAM'ın fî mânâsında olduğunu söyleyerek,
«Dönmekten murad, zıhâr
eden kimsenin kadına yaklaşmak veyahut onu nikâhı altında tutmak istemesidir»
demişlerdir. «Dönmek, zıhânn lafzını tekrarlamaktır»
veyahut «Cahiliyet'te yaptıklan
zıhârı İslâmiyet'te de yapmaktır» diyenler ise,
âyetin zahirine dayanmışlardır. Fakat âyeti bu iki şekilden biri ile tefsir
edenlerin de -Mücâhid ile Tâvus'un dedikleri gibi-, «Keffaret bizzat zıhâr ile lazım
gelir» demeli idiler. Meğer «Âyette 'Eğer kadını nikâhları altında tutmak
isterlerse' kaydı mahzuftur» deseler...
Buna göre bu mes'ele hakkında üç görüş bulunmuş olur: Dönmek ya kişinin zıhâr lafzını
tekrarlamasıdır ya kadını nikâhı altında tutmak
istemesidir ya da cahiliyye
devrinde yaptığı zıhân müslümanlıkta
da yapmasıdır. Birinci ve üçüncü görüş sahipleri de iki kısma aynlmış olurlar. Ya «Ayette bir kayd mahzuftur» derler ki,
bunlara göre keffaretin lazım gelmesi için, kişinin
kadını nikâhı altında tutmak istemesi, şart olur, ya
da böyle bir kaydı takdir etmezler de, keffaretin
bizzat zıhâr ile lazım geldiğini benimserler.
Bu babtan
olmak üzere bir mes'elede daha ihtilâf etmişlerdir ki
o da şudur: Kişi zıhâr ettikten sonra kadını nikâhı
altında tutmak istemeden boşar veyahut kadın ölürse, ona keffaret
lazım gelir mi, gelmez mi?
Cumhur,
«Eğer kişi zıhâr ettikten sonra kadını nikâhı altında
tutmaya karar vermeden veyahut -İmam Şafii'nin görüşüne göre- onu boşayabilecek
kadar bir zaman beklemeden boşarsa, ona keffaret
lazım gelmez» demiştir. Osman el-Bettî'den ise, bu
adama dahi keffaret lazım geldiği ve eğer kadını
nikâhı altında tutmaya karar vermeden kadın ölürse, keffaret
vermeden kadından miras alamayacağı görüşü rivayet olunmuştur ki, bu görüş
-Allah bilir- hem şâzz, hem nass'a
aykırıdır. [5]
Cumhur, nikâhlı
kadının zıhânmn sahih olduğunda, müttefik ise de, cariyenin
de zıhân sahih midir, değil midir, kadın da kocasını zıhâr edebilir mi, edemez mi diye ihtilâf etmişlerdir.
İmam Mâlik ile Süfyan Sevrî ve bir cemaat:
«Nikâhlı kadının zıhân nasıl sahih ise, cariyenin de zıhân sahihtir» demişlerdir. Bunlara göre, efendisinden
çocuk doğuran cariye ile efendisi tarafından kendisine, «Ben öldükten sonra
sen hürsün» denilen cariye de aynı hükmü taşırlar. Evzâî
de «Eğer cariyeyi zıhâr eden kimse, cariye ile cinsi
münasebette bulunuyorduy-sa,
sahihtir, yoksa, yemin olup ona sadece bir yemin keffareti
lazım gelir» demiştir. İmam Ebû Hanife,
İmam Şafii, İmam Ahmed ve Ebû
Sevr ise, «Cariyenin zıhân yoktur» demişlerdir. Ata
da «Cariye zıhâr edilebilir. Fakat onu zıhâr eden adama yanm keffaret lazım gelir» demiştir.
«Sahihtir» diyenlerin
delili, "Kadınlarına 'Sen benîm için annemin sırtı gibisin'
diyenler..." âyet-i kelimesindeki umumdur. Zira cariye de bu âyette geçen
"Kadınlar" deyiminin kapsamına girmektedir. Cariyenin zıhâ-rmı zıhâr saymayanların delili de
"Kadınlarına yaklaşmamaya yemin edenler ancak dört ay
bekleyebilirler" âyet-i kerimesinde geçen "Kadınlar" deyiminden
nikâhlı kadınların kas dolu nduğunda icma' bulunmasıdır. Zira orada nasıl.nikâhlı kadınlar murad ise, burada da nikâhlı kadmlann
mu-rad olması lazım gelir. Çünkü ilâ da zıhâr gibi bir şeydir; Şu halde ihtilâfın sebebi, kıyas-ı şebeh ile "Kadınlar" deyiminin umumu arasındaki
çelişmedir. Zira cariyenin de "Kadınlar" deyimi kapsamına ginnesi, cariyenin zıha-rınm
sahih olmasını, zıhân ilâya kıyas etmek ise, ilâda
cariye nasıl "Kadınların şümulünde değilse, burda
da aynı deyimin şümulünde olmamasını gerektirmektedir. Zıhâr'ın
sıhhati için, zıhâr edilen kadının zıhâr edenin nikâhı altında olmasının şart olup olmadığına
gelince: îmanı Mâlik «Şart değildir. Kişi nikâhı altında olmayan yabancı
kadınları da -ister 'Falanca kadınla evlenirsem, benim için annemin sırtı gibi
olsun' misalinde olduğu gibi belli bir kadını ister 'Hangi kadınla evlenirsem,
benim için annemin sırtı gibi olsun' misalinde olduğu gibi bütün kadınlan zıhâr etsin- zıhâr edebilir» demiştir. Halbuki İmam Mâlik boşanma
bahsinde -hatırlanacağı üzere-, «Kişi, nikâhı altında olmayan kadınları -eğer
belli bir kadını veyahut belli bir vakti, zikretmezse- boşayamaz» demişti.
îmam Ebû Hanife, Süfyan Sevrî ve Evzâî de îmam Mâlik gibi görüş belirtmişlerdir. Kimisi de
«Kişinin, nikâhı altında olmayan kadım zıhâr
etmesiyle zıhânn hükmü lazım gelmez» demiştir. îmam
Şafii de buna katılır. Bir cemaat da «Eğer 'Hangi kadınla evlenirsem, benim
için annemin sırtı gibi olsun' misalindeki gibi, mutlak söylerse lazım gelmez.
Fakat eğer 'Falanca kadınla evlenirsem, benim için annemin sırtı gibi olsun'
misalinde olduğu, gibi, belli bir kadını tayin ederse, lazım gelir» demiştir.
Bunu da diyen, Ibn Ebî
Leylâ ile Hasan b. Huyey'dir.
Birinci cemaatin
delili, "Akidleri yerine getirin" âyet-i
kerimesidir. Zira bu adam «Eğer falan kadınla» veyahut «Herhangi bir kadınla
evlenirsem benim için annemin sıra gibi olsun» dediği için, nikâhı altında
bulunan bir kadını zıhâr eden kimsenin hükmündedir.
Çünkü müslüman kişi şartını yerine getirmek
zorundadır. Hz. Ömer de bu görüşe sahiptir, imam
Şafii'nin delili ise, Amr b. Şuayb'ın
babasından, babasının dedesinden, dedesinin de Peygamber (s.a.s) Efendimiz'den rivayet ettiği ve Ebû
Dâvûd ile Tirmizî'nin
kaydettikleri
«Kişinin, nikâhı
altında olmayan bir kadını boşamasıyla kadın boşanmaz, maliki olmadığı bir
köleyi azad etmesiyle köle azad
olmaz, sahibi olmadığı bir malı satmasıyla mal satılmış olmaz ve malı olmadığı
bir şeyi adamasıyla o şey adak olmaz» [6]hadisidir.
Çünkü zıhâr da talâk gibidir. Bu da îbn Abbas'ın görüşüdür. Bütün
kadınları söyleyen kimse ile bir kadını tayin eden kimsenin zıhârlan
arasında ayırım yapanlar ise, «Çünkü bütün kadınları söyleyen kimsenin zıhân eğer sahih olursa, adam çok zor bir duruma girmiş
olur. Halbuki Cenâb-ı Hak 'Allah dinde size bir
zorluk yaratmamıştır' buyurmuştur» demişlerdir.
Bu babtan
olmak üzere ihtilâf ettikleri bir mes'ele daha
vardır: Erkek kadını zıhar edebildiği gibi kadın da
erkeği zıhar ettiği zaman ona bir şey lazım gelir mi,
gelmez mi? Ulemadan bu hususta üç görüş rivayet olunmuştur. En meşhur olan
görüşe göre, kadına bir şey lazım gelmez. İmam Mâlik ile İmam Şafii bu
görüştedirler. İkinci görüşe göre kadına yemin keffareti
üçüncü görüşe göre de zıhâr keffareti
lazım gelir. Cumhur zıhân da talâka kıyas ederek,
«Kadının, kocasını boşaması nasıl boş bir şey ise, onu zıhâr
etmesi de boştur» demiştir. «Kadına zıhâr keffareti lazım gelir» diyenler de, zıhân
yemine kıyas etmişlerdir. «Yemin keffareti lazım
gelir» diyenler ise, «Çünkü yemin keffaretinden daha
az bir keffaret yoktur» demişlerdir ki bu, zayıf bir
görüştür.
Bu
ihtilâfın sebebi de kıyaslar arasındaki çelişmedir. [7]
Ulema, zıhâr eden kimsenin, keffaret
vermeden karısıyla cinsi münasebette bulunmasının haram olduğunda müttefik
iseler de, cinsi münasebet dışında -kadını öpmek,- onunla yatmak, el ve yüzünden
başka vücudunun diğer yerlerine şehvetle bakmak gibi- evliliğin diğer münasebetlerinde
bulunması da haram mıdır, değil midir diye^ihtilâf etmişlerdir.
İmam Mâlik «Cinsi
münasebette bulunması haram olduğu gibi, diğer münasebetlerin hepsi de
haramdır» demiştir ki, İmam Ebû Hanife
de bu görüştedir. Ancak İmam Ebû Hanife,
kadının fercine bakmasını mekruh saymıştır, îmam Şafii ise «Zıhâr
ancak cinsi münasebeti haram kılar. Cinsi münasebet dışında kalan her şey
helaldir» demiştir. Süfyan Sevrî,
îmam Ahmed ve bir cemaat de bu görüştedirler.
îmam Mâlik'in delili
âyet-i kerimede geçen "Birbirleriyle temas etmeden" kaydıdır. Çünkü
temas lafzı hem cinsi münasebete, hem diğer münasebetlere şamildir. îmam Şafii
ise, «Cinsi münasebetin haram olduğunda icma1 bulunduğu için, buradaki temas
lafzı cinsi münasebetten kinayedir ve ondan kinaye olunca yalnız onu gösterir.
Zira -her ne kadar bu delâlet mecazî bir delâlet ise de- bir lafız bir
kullanışta -biri hakikat, diğeri mecaz olmak üzere- iki mânâyı göstermez»
demiştir.
Ben
de diyorum ki: Biri hakiki, diğeri mecazî olan iki mânâ arasında müşterek olan
kelimeleri âmm görenlere göre, bu kabil kelimelerin
her iki mânâyı da ihtiva etmesi -her ne kadar Arap dilinde adet değilse de-
uzak da değildir. Bunun içindir ki bunu benimsemiş olmak, gayet zayıf bir
görüştür. Eğer şeriatın bu kelimede tasarruf ederek onu her iki mânâda
kullandığı bi-linseydi caiz
olurdu. îmam Şafii ayrıca, «Zıhâr da -ulemaya göre-
ilâ gibidir. Şu halde zıhâr ile yalnız cinsi
münasebetin haram olması lazım gelir» demiştir. [8]
Ulema, kişi.zıhâr ettikten sonra keffaret
vermeden karısını boşayıp onu tekrar nikâhı altına alırsa, ettiği zıhâr-da geri gelir mi, yani keffaret
vermeden karısına yaklaşmak yine de kendisine haram mıdır diye ihtilâf
etmişlerdir.
İmam Mâlik «Bu adam
-ister kadın daha iddette iken onu nikâhı altına geri
döndürmüş olsun, ister iddeti bitlikten sonra onu bir
yeni nikâhla almış olsun- keffaret vermeden kadına
yaklaşamaz» demiştir. İmam Şafii ise «Eğer kadın henüz iddette
iken onu nikâhı altına geri döndürürse ona keffaret
lazım gelir. Fakat eğer iddet bittikten sonra onu
yeni bir nikâh ile alırsa, ona keffaret lazım gelmez»
demiştir. İmam Şafii'den, İmam Mâlik gibi söylediği de rivayet olunmuştur.
İmam Muhammed b. Hasan da «Onu, ister üç talâktan sonra bir yeni nikâh ile,
ister bir veya iki talâktan sonra onu nikâhı altına geri döndürmek suretiyle
veyahut yeni nikâh ile alsın, zıhâr tekrar rucu' eder» demiştir .[9] Bu mes'elede «Kansının talâkı ile yemin ettikten sonra onu
boşayıp tekrar nikâhı altına döndüren kimsenin yemini de döner mi, dönmez mi?» mes'elesine benzer.
Bu
ihtilâfın sebebi, boşanma zevciyetin bütün
hükümlerini yıkıp ortadan kaldırır mı, kaldırmaz mı diye ihtilâf etmeleridir.
Kimisi «Üç talâk ile olan kesin boşanmalar zevciyetin
bütün hükümlerini yıkıp ortadan kaldırır. Fakat bir veya iki talâk ile olan boşanmalar,
kaldırmaz» demiştir. Kimisi «İster üç, ister bir veya iki talâk ile olsun,
boşanma vuku' buldu mu, zevciyetin bütün hükümleri
ortadan kalkar» demiştir. Zannedersem Zâhirîler'den
kimisi de «Boşanmanın her çeşidi ile zevciyetin
bütün hükümleri ortadan kalkar» demiştir. [10]
Karısını zıhâr eden bir kimse, zıhâr keffaretini vermeden ilâ da edebilir mi, edemez mi? Ulema
bunda da ihtilâf etmişlerdir. İmam Ebû Hanife ile İmam Şâfıi «îster zıhâr keffaretini vermiş olsun,
ister olmasın, her iki hüküm birarada toplanamaz.
Çünkü ilânın hükmü zıhânn hükmünden ayrı bir şeydir»
demişlerdir ki îmam Ahmed, Evzâî
ve bir cemaat de buna katılır. îmam Mâlik ise, «Zıhâr
keffaretini vermemiş olmak şartı ile ilâsı
muteberdir» demiştir. Süfyan Sevrî
de «Zıhâr'dan sonra ilâ mutlaka muteberdir ve dört
ayın bitimiyle kadın, kesin olarak ondan boşanmış olur» demiştir. Şu halde mes'elede üç görüş bulunmaktadır. Birine göre mutlaka
muteberdir, birine göre mutlaka muteber değildir, birine göre de, eğer keffaret vermemişse muteberdir, vermiş ise muteber
değildir.
Bu
ihtilâfın sebebi, mânâ ile zahir arasında bulunan çelişmedir. Zahire bakanlar,
«İki hüküm birbirinden ayrı olduğu için birleşmezler», kadının mütezarrır (zarara uğrayan) olduğunu nazara alanlar ise,
«Birleşirler» demişlerdir. [11]
Zıhâr keffareti hakkındaki konuşmamız -"Zıhâr
keffareti kaç çeşittir? Bu çeşitlerden, önce hangisi
lazım gelir? Her bir çeşidin sıhhat şartlan nelerdir? Ne zaman bir keffaret, ne zaman birden çok keffaret
lazım gelir?" diye-birkaç bahse ayrılmaktadır: [12]
Ulema, hürün zıhâr keffareti -ya bir köleyi azad etmek ya altmış gün üst üste oruç tutmak, ya
da altmış düşkünü doyurmak şeklinde- üç çeşit olup bu üç çeşitten önce birincisinin,
o yoksa ikincisinin, ikincisine de imkân yoksa üçüncüsünün lazım geldiğinde ve
kölenin; zıhâr keffaretinde,
önce oruç tutmanın şart olduğu hususunda müttefik iseler de, oruç tutamayan
köleye, önce köle azadlamak mı, yoksa altmış düşkünü
doyurmak mı lazım gelir diye ihtilâf etmişlerdir.
Ebû Sevr ile İmam Dâvûd, «Eğer
kölenin efendisi ona izin verirse, bir köle azadlayacaktır»
demişlerdir. İmam Mâlik de «Eğer efendisi izin verirse ancak altmış düşkünü
doyurabilir» demiştir. îmam Ebû Hanife
ile îmam Şafii ise, buna da cevap vermemişlerdir.
Bu
ihtilâfın sebebi, köle mülkiyet hakkına sahip midir, değil midir diye ihtilâf
etmeleridir. [13]
Zıhâr keffareti çeşitlerinden her
birinin sıhhat şartlarına gelince: îmam Mâlik ile îmam Ebû
Hanife «Kişi, keffaret
olarak iki ay üst üste tuttuğu oruç esnasında eğer karısı ile temasta bulunursa
orucunu yeni baştan tutması gerekir» demişlerdir. Ancak İmam Ebû Hanife, «Eğer bilerek bunu
yaparsa, orucunu yenilemesi lazım gelir. Unutarak veyahut yanılarak yaparsa bir
şey lazım gelmez» demiştir. Fakat îmam Mâlik ayırım yapmadan, «Her iki halde de
orucu bozulur, yeni baştan oruç tutması gerekir» demiştir. İmam Şafii ise, «Her
iki halde de orucu bozulmaz ve yeni baştan tutması gerekmez» demiştir.
Bu
ihtilâfın sebebi, zıhâr keffareti
de yemin keffareti gibi olduğu halde zıhâr edilen kadınla temas etmeden bu keffareti
vermenin şart olmasıdır. Halbuki yemin keffareti,
yemin bozulduktan sonra lazım gelir. Bunun için, zıhâr
keffaretini yemin keffaretine
kıyas edenler, «Yeni baştan tutması gerekmez. Çünkü yemin keffareti
yemin bozulduktan sonra verilir» demişlerdir. Şarta bakanlar ise, «Tutulan
orucun bir kısmı, temastan sonraya kaldığı için yeni baştan tutması gerekir»
demişlerdir. [14]
Keffaret olarak azadlanması
emredilen kölenin müslüman olması şart mıdır, değil
midir?
İmam Mâlik ile İmam
Şafii, «Müslüman olmayan kölenin azadlanması kâfi
gelmez» demişlerdir. İmam Ebû Hanife
ise «Putperest veyahut mürted olmamak şartıyla müslüman olmayan bir köleyi de anadlamak
kâfidir» demiştir.
Birinci grup, «Çünkü
köle azadlamak bir ibadettir. Öyle ise azadlanan kölenin müslüman olması
gerekir. Nitekim katil keffaretinde kölenin müslüman olması şarttır» demişlerdir. Tahmin ederim ki, «Bu
kıyas^ kıyastan ziyade, mutlakı mukayyede
hamletmek babındandir. Çünkü katil keffaretinde 'Müslüman bir köle' denilmiş, burada ise
sadece 'Bir köle' denilmiştir. Şu halde buradaki mutlakı
oradaki mukayyede hamletmek lazımdır» demişlerdir.
Halbuki mutlakı mukayyede
hamletmenin bu çeşidinde ihtilâf vardır. Hanefiler caiz görmemişlerdir. Zira
her iki mes'elecle sebebler
ayrıdır.
İmam Ebû Hanife'nin delili ise «Köle»
lafzındaki umumdur. İmam Ebû Hanife'ye
göre mutlak ile mukayyed arasında çelişme yoktur. O
halde ona göre mutlak ile mukayyedden her birinin,
zahirine hamledilmesi gerekir.
Bu bahislerden biri
de, "Kölede eksiklik bulunmaması şarttır?" diye ihtilâf etmeleridir.
Cumhura göre şarttır. Kimisi de «Şart değildir» demiştir. Cumhur, köleyi de
kurban ve hediyelere kıyas etmiştir. Çünkü kurban kesmekle köle azadlamamn ikisi de birer ibadettir. İki grubun delili de
âyette 'Köle' lafzının mutlak olarak geçmesidir.
O halde ihtilâfın
sebebi, köle lafzının zahiri ile kıyas-ı şebeh
arasında bulunan taaruzdur.
«Kölede eksiklik
bulunmaması şarttır» diyenler de, «Kölede hangi eksikliklerin bulunmaması
şarttır?» diye ihtilâf etmişlerdir. Kölenin her iki gözden kör veyahut her iki
eli veya ayağı kesik olduğu zaman, kâfi gelmediğinde ihtilâf yoktur. Fakat bir
eli veyahut bir ayağı kesik olursa kâfi gelir mi, gelmez mi diye ihtilâf
etmişlerdir. İmam Ebû Hanife
«Kâfi gelir» demişse de, İmam Mâlik ile İmam Şafii, bir eli veyahut bir ayağı
kesik olan köleyi de kâfi görmemişlerdir. Bir gözü kör olan köle için de, İmam
Mâlik «Kâfi gel-mez», Abdülmelik
«Kâfi» gelir» demiştir. Her iki kulağı kesik olan köleye gelince, İmam Mâlik
«Kâfi değil», İmam Şafii'nin tabileri «Kâfidir» demişlerdir. Sağır olan köle
hakkında da Mâlikiler ihtilâf ederek kimisi «Kâfidir», kimisi «Değildir»
demiştir. Dilsiz olan köle de -İmam Mâlik'e göre- kâfi değildir. İmam
Şafii'den ise, iki kavil rivayet olunmuştur. Deli olan kölenin kâfi
gelmediğinde ise ihtilâf yoktur. Fakat hadım olan köle hakkında ihtilâf
etmişlerdir. İbnü'l-Kasım «Hadım olan köle hoşuma
gitmez», diğerleri «Kâfi gelmez», İmam Şafii «Kâfi gelir» demiştir. Çocuk olan
köleyi azadlamak da, fukahanın
büyük çoğunluğuna göre kâfi ise de, eski fukahanın
kimisinden, kâfi gelmediği nakledilmiştir. İmam Mâlik'in mezhebinde az aksayan
kölenin azadlanması kâfidir, fakat topallığı açık
olan köleyi azadlamak kâfi değildir.
Bu ihtilâfın sebebi,
kölede bulunan eksiklik ne kadar olursa, azad-lanmasmın ibadet vasfını zedelemiş olur diye ihtilâf
etmeleridir. Zira bunun hakkında, kurbanların sağlam olması şartından başka bir
delil yoktur.
İmam Mâlik'in
mezhebinde -yarısı veyahut üçte biri gibi- bir kısmı hür olan veyahut
-efendisinin, kendisiyle kitabet (bedelini ödeme) akdini yaptığı veyahut ona,
«Ben öldükten sonra sen hürsün» dediği köle gibi- hürriyete aday olan kölenin
de azadlanması kâfi gelmez. Çünkü Cenâb-ı
Hak «Bir köleyi hürriyete kavuşturmak lazım gelir» buyurmuştur. Hürriyete
kavuşturmak ise, kendisinde hiç hürriyet vasfı bulunmayan köleyi azadlamak demektir. Hürriyete aday olan köleyi azadlamak ise, azadlamak değil,
hürriyetini çabuklaştırmaktır. Bir kısmı hür olan köleye de «Tam köle»
denemez. İmam Ebû Hanife
ise, «Eğer efendisiyle kitabet akdini yapan köle, borç taksitlerinden bir
kısmını ödemiş ise, kâfi gelmez, yoksa gelir» demiştir.
Ulema, kişi kendisine
«Ben öldükten sonra hürsün» dediği kendi kölesini de keffaret
olarak azad edebilir mi, edemez mi diye ihtilâf
etmişlerdir. İmam Mâlik «Azad edemez. Çünkü kitabet
akdi nasıl bozulamayan bir akid ise, kişinin,
kölesine 'Ben öldükten sonra sen hürsün' demesi de, bozulması caiz olmayan bir akiddir» demiştir. İmam Şâfıi
ise, «Azad edebilir» demiştir. İmam Mâlik'e göre,
kişinin kendisinden çocuk doğuran cariyesini azadlama-sı
da kâfi gelmediği gibi, belli bir süre sonra hürriyete kavuşacak köleyi de azadlamak kâfi gelmez. Çünkü, efendisinden çocuk doğuran
cariyenin akdi, kitabet akdiyle, azadlanması ölüme
bağlanan kölenin akdinden daha sağlamdır. Zira bu her iki akidde
de bazan fesih söz konusu olduğu halde, cariyenin
akdinde hiç fesih söz konusu olmaz. Nitekim efendisiyle kitabet akdini yapan
köle, borç taksitlerini zamanında ödeyemediği taktirde bu akid
bozulabilir. Kendisine «Ben öldükten sonra sen hürsün» demlen köle de, şayet
değeri terekenin üçte birinden fazla ise, varisler bu akdi bozabilirler. Fakat
efendisinden çocuk doğuran cariyenin, efendisinin ölümü ile azadlanması
kesindir. Kendisine «Sen önümüzdeki ay başından sonra hürsün» denilen köle
gibi, azadlanması belli bir vakte bırakılan kölenin
akdi de bozulamaz.
îmam Mâlik ile İmam
Şafii «Kişinin -babası gibi- satın aldığı zaman azadlanan
bir yakınım da azadlaması kâfi gelmez» demişlerdir.
îmam Ebû Hanife ise «Onu
satın alırken eğer keffaret olarak azadlamak için satın almış ise, kâfi gelir» demiştir. İmam Ebû Hanife «Kişi, nasıl azadlanması vacib olmayan köleyi
satın almak zorunda değilse, bunu da satın almak zorunda değildir. Bunun için
bu da onun hükmündedir» demiştir. Mâlikilerle Şâfiiler ise, bu kölenin -kendisi
azadlamasa bile- satın alınmasıyla azadlandığını nazara alarak «Kâfi gelmez» demişlerdir.
İmam Ebû Hanife, adamın bu
köleyi satın alıp almamakta seçenekli olan kimsenin hükmünde görmüştür. Diğerleri
ise «Bizzat azadlamanın, onun tercihiyle olması
gerekir» demişlerdir. Şu halde İmam Ebû Hanife'ye göre, kendisine yabancı olan bir köleyi azadlayan kimse, onu nasıl azadlayıp
azadlamamakta serbest ise -babası gibi- satın almasıyla
azadlanan bir köleyi de azadlayan
kimse, onu azadlayıp azadlamamakta
serbesttir. Ancak birincisi bizzat azadlamada,
ikincisi ise, satın almada serbest olduğu için azadlamada
da serbest sayılır.
îmam Mâlik ile îmam
Şafii, keffaret olarak iki köleden her birinin yansını
azadlayan kimse hakkında ihtilâf etmişlerdir. îmam
Mâlik âyette geçen «Bir köle» lafzının zahirine bakarak «Caiz değildir», îmam
Şafii «Caizdir. Çünkü iki yarım köle bir tam köledir» demişlerdir.
İşte
zıhâr keffareti olarak azadlanması gereken kölenin şartlarına dair ihtilâflar
bunlardır. [15]
Zıhâr keffaretinin üçüncü çeşidi
olan altmış düşkünü doyurmanın sıhhat şartına gelince: Ulema bunda da, yani
her bir düşküne ne kadar yiyecek vermek gerekir diye ihtilâf etmişlerdir.
îmam Mâlik'ten gelen
iki rivayetten en meşhuruna göre, her bir düşküne Hişâm'ın
avucuyla bir avuç verilir ki, Peygamber (s.a.s) Efendimiz'in
iki avucudur. Kimisi «Bundan daha azdır» kimisi de «Bir avuçla bir avucun üçte
biridir» demiştir. İkinci rivayete göre de, her bir düşküne Peygamber (s.a.s) Efendimiz'in avucu ile bir avuç verilir ki, İmam Şafii bu
görüştedir [16]. Birinci rivayet, kişinin
-sabah ve akşam olmak üzere- günde iki defa yediği taktirde ancak bu kadarla
doyabileceği düşüncesine dayanır. İkinci rivayette ise,
îmam Mâlik bunu da
yemin keffaretine kıyas etmiştir. Çünkü yemin keffare-tinde her bir düşküne bir avuç verildiğinde icma' vardır.
Zıhârda
lazım gelen keffaret çeşitlerinin sıhhat şartları
hakkındaki ihtilâfları işte bunlardır. [17]
Hangi durumda bir keffaret ve hangi durumda birden çok keffaretler
lazım geldiği konusundaki ihtilâfa gelince: İmam Mâlik «Kişi bir yerde ve bir
sözle birden çok kanlarım zıhâr ettiği zaman ona
sadece bir keffaret lazım gelir» demiştir. İmam Şafii
ile îmam Ebû Hanife ise «Zıhâr edilen kadınlar kaç tane ise ona göre, yani iki tane
iseler iki keffaret, üç tane iseler üç keffaret, dört tane iseler dört keffaret
lazım gelir» demişlerdir. Zıhân talâka kıyas edenler,
«Bir yerde ve bir sözle birden çok kadın nasıl boşanıyorsa, bir yerde ve bir
sözle birden çok kadın zıhâr edildikleri zaman da, kadınlann sayısına göre keffaret
lazım gelir» demişlerdir. Zıhân ilâya kıyas edenler
ise -ki ilâya daha yakındır-, «İlâda kişi yemininden döndüğü zaman -kadınlar
birden çok olduğu taktirde- ona nasıl bir keffaret
lazım geliyorsa, burada da Öyledir» demişlerdir.
îmam Mâlik «Kişi, tek
karısını çeşitli yerlerde zıhâr ettiği zaman da -eğer
önceki zıhârın keffaretini
vermeden bir daha zıhâr etmiş ise- yine ona bir keffaret lazım gelir» demiştir ki Evzâî,
İmam Ahmed ve İshak da buna
katılır, îmam Ebû Hanife
ile İmam Şâfıi ise, «Her bir zıhân
için bir keffaret lazım gelir» demişlerdir.
îmam Mâlik'e göre,
kişi bir yerde ve fakat defalarca karısını zıhâr
ettiği zaman, yine ona bir keffaret lazım gelir.
Fakat îmam Ebû Hanife'ye
göre adamın niyetine bakılır. Eğer niyeti te'kid
ise, ona bir keffaret lazım gelir, niyeti her bir
kere ile yeni bir zıhâr yapmak ise -kaç kere yapmış
ise- ona göre keffaret lazım gelir. Yahya b. Said de
«İster bir yerde ister çeşitli yerlerde zıhâr yapmış
olsun, kaç kere yapmış ise, ona göre keffaret lazım
gelir» demiştir.
Bu
ihtilâfın sebebi, hakikatte tek bir zıhâr, bir kadın,
biryerde ve bir kere edilen zıhâr
mıdır, yoksa bu üç husustan biri eksik de olsa, yine zıhâr
mıdır diye ihtilâf etmeleridir-, Çünkü kadınlar birden çok olduğu ve zıhâr da defalarca ve birden çok yerde yapıldığı zaman,
bir tek zıhâr olmadığında ihtilâf yoktur. Fakat bu üç
husustan bir tanesi eksik olduğu zaman bir tek zıhâr
mıdır, değil midir diye ihtilâf etmişlerdir. Zira bu üç husustan bir tanesi
eksik olduğu zaman, bir taraftan bir tek zıhâra, bir
taraftan da birden çok zıhâra benzer. Bunun için
ulemadan hangisi, hangi tarafı daha kuvvetli görmüş ise» ona kuvvetli gördüğü
tarafın hükmünü vermiştir. [18]
Ulema, bu konudan
olmak üzere, kişi zıhâr ettikten sonra keffaretini yermeden kansıyla temas ederse ona bir keffaret mi, iki.keffaret mi
lazım gelir mes'elesinde de ihtilâf etmişlerdir.
İmam Mâlik, İmam
Şafii, İmam Ebû Hanife, Süfyan Sevrî, Evzâî,
İmam Ahmed, İshak, Ebû Sevr, İmam Dâvûd, Taberî ve Ebû Ubeyd
gibi fukahamn çoğu, «Ona bir keffaret
lazım gelir» demişlerdir. Delilleri de «Seleme b. Sahr
eı-Beyâdî zıhâr ettikten sonra keffaretini
vermeden karısı ile temas etmişti. Bunun üzerine Peygamber (s.a.s) Efendimize
gelip durumu sordu. Peygamber Efendimiz ona bir keffaret
vermesini emretti» mealindeki hadistir .[19]
Kimisi de «Bu adama
-biri zıhâr için, biri de keffaret
vermeden karısıyla temas ettiği için- iki keffaret
lazım gelir» demiştir. Bu görüş; aynı zamanda Amr b.
As, Kabîsa b. Züeyb, Said
b. Cübeyr ve İbn Şihâb'dan da rivayet olunmuştur.
Kimisi de «Ona. bir keffaret dahi lazım gelmez. Çünkü keffaretin
sıhhati için, temastan önce verilmesi şarttır. Bu adam ise, temas ettiği için keffaret verme vaktini kaçırmıştır. Şu halde bir daha zıhâr etmedikçe ona keffaret lazım
gelmez, ki bizim bu mes'elemizde böyle bir şey
yoktur» demiştir. Fakat bu görüş şâzzdır.
Ebû
Muhammed b. Hazm da «Kendisine, altmış düşkünü
doyurma kef-fareti lazım
gelen kimseye, temas etmeden keffaret vermesi vacib değildir. Keffaret vermeden
temas, ancak, köle azadlamak veyahut oruç tutmak zorunda
olan kimseye haramdır» demiştir. [20]
[1] Şbû pâvûdfrfl/4t.
7/17. no: 2214
[2] Tırmızî, Talâk, 19, no: 1213
[3] İbn Rüşd
Kadı Ebu'l-Velid Muhammed
b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd
El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları:
3/103-104.
[4] İbn Rüşd
Kadı Ebu'l-Velid Muhammed
b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd
El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları:
3/105.
[5] İbn Rüşd
Kadı Ebu'l-Velid Muhammed
b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd
El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları:
3/107-109.
[6] Ebû Dâvûd,
Talâk, 7/7, no: 2190.
[7] İbn Rüşd
Kadı Ebu'l-Velid Muhammed
b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd
El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları:
3/111-112.
[8] İbn Rüşd
Kadı Ebu'l-Velid Muhammed
b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd
El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları:
3/113.
[9] Ebû Hanife'ye
göre, haram bir iş yaptığı için af diler, bir tek keffaret
öder.
[10] İbn Rüşd
Kadı Ebu'l-Velid Muhammed
b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd
El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları:
3/115.
[11] İbn Rüşd
Kadı Ebu'l-Velid Muhammed
b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd
El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları:
3/117.
[12] İbn Rüşd
Kadı Ebu'l-Velid Muhammed
b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd
El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları:
3/119.
[13] İbn Rüşd
Kadı Ebu'l-Velid Muhammed
b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd
El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları:
3/119.
[14] İbn Rüşd
Kadı Ebu'l-Velid Muhammed
b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd
El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları:
3/119-120.
[15] İbn Rüşd
Kadı Ebu'l-Velid Muhammed
b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd
El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları:
3/120-122.
[16] Ebû Hanife'ye
göre, fitre miktarıdır.
[17] İbn Rüşd
Kadı Ebu'l-Velid Muhammed
b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd
El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları:
3/122-123.
[18] İbn Rüşd
Kadı Ebu'l-Velid Muhammed
b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd
El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları:
3/123.
[19] Tirmizt Talâk, 19, no: 1213.
[20] İbn Rüşd
Kadı Ebu'l-Velid Muhammed
b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd
El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları:
3/124.