Halife'nin
Beyt'ul-Mal'dan Vakfetmesi
b. Belli
Olmayan Şey Üzerine Vakıf Yapmanın Şartları
Ölüm
Döşeğindeki Kişinin Vakfetmesi
Fakirlik
ile Zenginliğin Sınırı
Hayır İçin veya
Allah Yolunda Vakfetmek
Mescidlerin
Süslenmesi ve Kabirlerin
Tamiri İçin Vakıf Yapmak
Kâfirlerin
Kendi Mabedleri İçin
Vakıf Yapması
Vakit
Şartından îstisna Edilenler
Kendisine
Vakfedilen Muayyen Kişinin
Vakfı Kabul Etmesi
Vakfedenin
Vakfından İstifade Etmesi
Vakfın Gerekli Olması ve Üzerine Terettüb Eden
Hükümler
Vakfedilen
Malın Mülkiyeti Meselesi
Vakfedilen
Malın Aslında Tasarruf Etmek
Vakfedilen
Şeyin Ziyan Olmasıyla İlgili Hükümler
Kendisine Vakıf Yapılan Kişinin
Ölmesi
Vakfın
Başlangıç ve Devamlılık Halindeki
Hükümleri
Üzerine
Vakıf Yapılan Kişiyle
Yönetici Arasında İhtilaf Çıkması
Vakıf
Yöneticisinin Azledilmesi
Vakıf
Müslümanların Medar-ı İftiharlarından ve
Güzel Eserlerindendir
Vakfın lügat mânâsı,
birşeyi hapsetmek, durdurmaktır. Vakfın ıstılahı mânâsı ise bir malın
menfaatinin halka tahsis edilerek mülkiyetinin ferdî olmaktan çıkarılması ve
Allah'ın mülkü haline getirilmesidir.
Kur'an ve Sünnet,
vakfın meşruiyetine delâlet etmektedir. Hatta vakıf şer'an teşvik edilen,
Allah'a yaklaştıran bir iştir. Vakfın Kur'an'dan delili şu ayetlerdir:
Sevdiğiniz şeylerden
(Allah yolunda) infak etmedikçe asla iyiliğe (=birr'e) ermiş olmazsınız. İnfak
ettiğiniz herşeyi Allah kesinlikle bilendir.
(Âlu İmran/92)
Enes b. Mâlik şöyle
rivayet ediyor: 'Siz sevdiğiniz şeylerden (Allah yolunda) infak etmedikçe
iyiliğe (=birr'e) ermiş olmazsınız' ayeti inince (üvey babam) Ebu Talha,
Rasûlullah'a gelerek dedi ki:
- Ey Allah'ın Rasûlü! Allah Tebareke ve Teâlâ
kendi kitabında 'Siz sevdiğiniz şeylerden
infak etmedikçe iyiliğe (=birr'e) ermiş ol- . mazsınız' buyuruyor.
Mallarımın bana en sevgili olanı da Bîruhâ'dır. [Ravi Enes b. Mâlik şöyle
diyor: 'Bîruhâ,- mescidin karşısında bir bahçe idi. Rasûlullah, bu Bîruhâ
denilen bahçeye girer, orada gölgelenir ve onun içindeki güzel sudan içerdi'].
İşte bu Bîruhâ bahçesi aziz ve celil olan Aîlah ve O'nun Rasûlü yoluna
sadakadır. Ben bu sadakamın hayrını ve ahiret azığı olmasını
ümit ediyorum. Ey Allah'ın
rasûlü! Sen bu bahçemi, Allah'ın sana gösterdiği yere sarfet.
Güzel, ey Ebu Talha!
Bu, sahibine kazanç getiren bir maldır. Biz bu malı senden kabul ettik ve onu
tekrar sana verdik. Sen onu en yakın akrabalarına sarfet.
Ebu Talhada onu
akrabaları üzerine sadaka yaptı. Akrabaları arasında Ubey b.'Ka'b ve Hasan b.
Sabit de vardı.[1]
Vakfın meşruiyetine
delâlet eden ayetlerden biri de şudur:
Ne iyilik yaparlarsa
asla karşılığı kaybolmayacaktır. Allah sakınanları bilendir.
(Âliİmran/115)
Ayetin metninde geçen
hayr geneldir ve tüm hayırları kapsar. Vakıf da o hayırlardan birisidir. Vakfın
meşruiyetine delâlet eden hadîslere gelince, bu hususta birçok hadîs vardır.
Biz onlardan bazılarını nakledeceğiz.
- İnsan ölünce,
kendisinden bütün amelleri kesilir. Ancak üç şeyden (ötürü) amel kesilmeyip
(lehine sevap) devam eder: Devam eden sadakadan, faydandan
bir ilimden, kendisine
dua eden iyi
bir
evlattan.[2]
Hadîste belirtilen
'devam eden sadaka', âlimler tarafından vakfa hamledilmiştir. 'İyi bir evlat',
Allah'ın ve insanların hukukuna riayet eden evlat demektir,
İbn Ömer şöyle rivayet
etmektedir: "Ömer b. Hattab, Hayber'de bir araziye nail olmuştu. Birgün bu
arazi hususunda kendisiyle istişare etmek için-Peygamber'e geldi ve 'Ey
Allah'ın Rasûlü! Ben Hayber'de bir araziye sahip oldum ki kendi nazarımda ondan
daha kıymetli bir mala asla nail olmamışımdır. Bu mal hususunda bana ne
emredersin?' diye sordu. Rasûlullah 'Eğer istersen aslını hapsedersin
(vakfedersin), mahsûlünü de sadaka yaparsın' buyurdu. Ömer onun aslını (kökünü)
alınıp satılmamak, miras olmamak ve hibe edilmemek üzere tasadduk etti.
Gelirinden de fakirlere, hısımlara, mükâteb (kendi hürriyetini satın alma
mukavelesi yapmış olan) kölelerin hürriyete kavuşturulmasına, Allah yolundaki
işlere, yolculara, konuklara tasadciukta bulundu. Onun idaresini üzerine alan
kimseye, mal toplamamak şartıyla örf çerçevesinde
ondan yemesinde ve bir
arkadaşına yedirmesinde üzerine bir günah yoktur".[3]
İbn Şirin, vakfedilen
mal hakkında 'Onu kendine mal edinmeksizin başka yerlere sarfedebilir'
demiştir.
Hayber fethedilip de
araziler taksim edilirken Hz. Ömer'e de bu arazi düşmüştü. Meşhur olan görüşe
göre Hz. Ömer'in bu vakfı, İslâm'da yapılan ilk vakıftır.
Vakıf, sahabîler
arasında yaygındır. Hatta Cabir 'Sahabîlerden servet sahibi ölüp da vakıf
yapmayan hiç kimse yoktur' demiştir.
İmam Şafii de
'Kulağıma geldiğine göre Ensar'dan seksen sahabî, haram olan sadakalarla
tasadduk etmişlerdir' demiş ve arkasından 'Haram olan sadakalardan maksat
vakıftır' diye ilave etmiştir.
Vakfın meşru olduğunu,
hatta Allah'a yaklaştırıcı ve sevap olan bir ibadet olduğunu söylemiştik. Şimdi
vakfın hikmet ve faydalarını beyan edelim:
1. Malını Allah
yolunda vakfettiğinden
ötürü, mü'mini Allah'a yaklaştırır.
Mü'min bundan dolayı
bol sevaba nail olur ve onun gözünde hayırlı amellerden daha sevimli hiçbirşey
olmaz,
2. Mü'minin Allah'a kul olduğunun, Allah'ı sevdiğinin
alâmeti olur.
Allah Teâlâ'nın
muhabbetine ancak hayırlı ameller sayesinde nail olunabilir.
Sevdiğiniz şeylerden
(Allah, yolunda) infak etmedikçe asla iyiliğe (=birr'e) erişmiş olmazsınız.
(ÂIu İmran/92)
3. Vakfı sayesinde vefat eden mü'minin amelleri
kesilmeden devam eder.
Mü'min ölüp de
amelleri kesildiğinde, vakıf sayesinde ameli devam ederek sevabı ruhuna gider.
Ölen mü'minin ameli, vakıftan başka salih bir evlat veya faydalanılan bir ilim
bırakmakla da devam eder.
4. Vakıf sayesinde müslümanların ihtiyaçları
karşılanır, îslâmî maslahatlar yerine getirilir.
Meselâ camiler,
medreseler bina edilir. Âlimlerin ihtiyaçları karşılanır, imamlar ve müezzinler
gözetilir. İlimlerin ihya edilmesi için zemin hazırlanır. Fakir, miskin, yetim
ve yolda kalmışların ihtiyaçları yerine getirilir. Allah hakikati daha iyi
bilir.
.
Vakfın dört rüknü
vardır:
1. Vakfeden kişi
2. Vakfedilen mal (mevkuf) . '
3. Kendisi için vakfedilen (mevkiifun-aleyh)
4. Vakıf sigası
Bu rükûnlann da
şartlan vardır. Şartlar tahakkuk ettiğinde vakıf kur rulmuş olur. Şimdi her
rüknün şartlarını zikredelim:
. .
Vakfın şer'an sahih
olması için vakfeden kişide şu şartların bulunması gerekir: ,
A. Vakfeden kişinin sözü muteber olmalıdır.
Vakfeden kişi hür,
baliğ ve akıllı olmalıdır. Bu bakımdan kölenin vakfetmesi sahih olmaz. Çünkü
kölenin mülkü yoktur veya efendisine aittir. Çocuğun ve delinin de vakfı sahih
olmaz, hatta velileri onların yerine vakfetseler de hüküm değişmez. Zira çocuk
ile delinin sözü şer'an muteber değildir. Ayrıca çocuk ve delinin velilerinin,
onlar adına vakfetmesi caiz değildir.
B. Vakfeden kişide teberru yetkisi olmalıdır.
Sefihlikten ötürü hacr
altına alınan bir kişinin vakfı sahih olmaz. İflas eden bir kimsenin de vakfı
sahih olmaz. Çünkü bunların, mallarında tasarruf etme yetkileri yoktur. Bu
bakımdan onların teberru etmesi sahih olmadığı gibi, mallarını kendilerine
teslim etmek de caiz değildir. Bunda sefihin ve müflisin alacaklılarının
maslahatı vardır.
Sefihlere, Allah'ın
sizin için geçim kaynağı olarak kıldığı mallarını sakın vermeyin!
(Nisa/5)
İmam Şafii sefih
kelimesini 'Malını haram yollarda sarfeden israfçı bir kişi' şeklinde tefsir
etmiştir.
Allah Teâlâ'nın
'Allah'ın sizin için geçim kaynağı olarak kıldığı mallarınızı sefihlere
vermeyin1 sözünden maksat, o malların müslümanlarm tasarrufunda, onların geçim
kaynağı olduğudur.
Allah Teâlâ bu ayette
malı -mal sefihlerin olduğu halde- sefihlerin velisine nisbet etmiştir. Çünkü
mal velilerin tasarrufundadır. Veliler, o mallan çalıştınr, muhafaza eder ve
sefihlerin ihtiyaçlarını karşılarlar.
Ka'b b. Mâlik şöyle
rivayet ediyor: "Hz. Peygamber, Muaz b. Cebel üzerine hacr koydu ve onun
malını borçlarından ötürü sattı, alacaklılara dağıttı. Satılan mal, borcun
5/7'ine tekabül etti. Hz. Peygamber, alacaklılara 'Artık sizin için bundan
fazlası yoktur1 buyurdu".[4]
C. Vakfeden
kişi, kendi irade ve gönlüyle vakfetmiş olmalıdır. Vakıf yapmaya zorlanan
kişinin yaptığı vakıf sahih olmaz.
Sa'd b. Ebî Vakkas'tan
şöyie rivayet edilmektedir: Veda Haccında ölüme yaklaştığım bir hastalıktan
dolayı Rasûlullah beni ziyarete geldi. Ben dedim ki:
- Ey Allah'ın Rasûlü! Görmekte olduğunuz şu
hastalık, bende bu dereceye varmıştır. Ben servet sahibiyim. Bir tek kızımdan
başka .da vâris olacak kimsem yoktur. Bu bakımdan malımın 2/3'sinİ tasadduk
edeyim mi?
- Hayır, tasadduk etme!
- Yarısını edeyim mi?
- Hayır! 1/3'ini tasadduk et, hatta 1/3 de
çoktur. Ey Sa'd! Senin, vârislerini zengin bırakman, onları muhtaç ve halka
(sadaka için) ellerini açar bir halde bırakmandan daha hayırlıdır.[5]
Şafii mezhebi uleması
şöyle demiştir: 'Kâfirin vakfı -cami için de olsa, vakfın Allah katında bir
hayır olduğuna inanmasa da- sahihtir. Çünkü kâfir, teberru etmeye yetkilidir.
Kâfir, verdiği sadaka ve nafakadan ötürü dünyada mükâfat görür, fakat ahirette
hiçbir mükâfatı yoktur'.
Hz. Peygamber şöyle
buyurmuştur:
Şüphesiz Allah mü'mine
hiçbir haseneyi eksik mükâfatlandırmaz. Mü'mine, hasenesinin karşılığı hem
dünyada verilir, hem de ahirette onunla mükâfatlandırılır. Kâfire gelince, o,
dünyada iken Allah için (Allah'ın çalışma kanununa uygun olarak) yapmış olduğu
amellerin, güzel olmaları (başarılan ve kazançları) sebebiyle doyurulur.
Nihayet ahirete gittiği zaman kendi lehine mükâfatlanabileceği hiçbir hasenesi
kalmaz.[6]
Vakfedilen malda
bulunması gereken şartlar şunlardır:
A. Malın,
bizzat kendisi vakfedilmelidir.
Malın bizzat kendisi
değil de kârı vakfedilirse, sahih olmaz. Bu kârın sürekli veya geçici olması
hükmü değiştirmez. Meselâ bir evin kirası, bir yıllığına veya ebedî olarak
vakfedilse, bu vakıf sahih kabul edilmez. Bunun nedeni, malın asıl, kârının
(menfaatinin) fer olup fer'in daima asl'a (köke) tabi olmasıdır. Malın aslı,
vakfedenin mülkü olarak kaldıkça, menfaati de onun mülkünde sayılır. Malın
menfaati, malın aslından ayrılmaz.
Vakfedilen mal, belli
değilse, vakıf sahih olmaz. Meselâ iki evinden veya iki arabasından birini
tayin etmeden (hangisini vakfettiğini belirtmeden) vakfeden kişinin vakfı
sahih kabul edilmez. Çünkü vakfedilen mal belli değildir. Böyle bir vakıf
ciddiyetten uzak bir şaka mahiyetindedir.
B.
Vakfedilen mal, vakfedenin sahip olup devredeceği bir mal olmalıdır.
Buna binaen insanın
elinde olmayan bir malı vakfetmesi sahih olmaz. Çünkü kişinin vakfettiği mal
onun mülkünden çıkar. Kişinin sahip olmadığı bir malın elinden çıkması mümkün
olmadığına göre, böyle bir vakıf boş ve bâtıldır. Hür bir insanın kendisini
vakfetmesi de bu türdendir. Çünkü kişinin nefsi, kendisinin mülkü değildir.
Kişinin mülkiyeti Allah'a aittir.
Annenin, karnındaki
çocuğu vakfetmesi de sahih olmaz, ancak annesi vakfedilirse, çocuk da onunla
beraber vakfedilmiş olur. Çünkü anne karnında bulunan çocuğun, kimseye faydası
olmaz. Anne vakfedilirse, karnındaki çocuğu da onunla beraber vakfedilmiş olur
ve bu vakıf sahihtir. Böyle bir vakfın faydası olur.
Bina yapmaya elverişli
olmayan bir arsayı, giyilmeyecek yırtık bir elbiseyi vakfetmek de sahih olmaz.
Çünkü vakfedilen malın bir faydası olmalıdır.
C. Vakfedilen malın, gelir sağlayan bir mal
olması gerekir.
Vakfedilen şeyin,
yemek ve benzerleri' gibi bizzat asıllarının yendiği mallardan olması halinde
vakıf sahih olmaz. Çünkü vakfedilen şeyin, hiç olmazsa bir müddet kiraya
verilip gelir getirmesi lâzımdır. Bir anda yenilip tüketilen yiyecekler ve
benzerlerini vakfetmek caiz değildir. Bunlar ancak sadaka olarak verilir.
Bir araba veya bir
hayvanı vakfetmek sahihtir. Her ne kadar bunlardan sürekli gelir sağlanamasa
da bunlar kiraya verilerek bir müddet gelir sağlanabilir. Vakfın sahih olması
için ebedî gelir getirmesi şart değildir. Zira araba trafik kazasında heder
olabilir, hayvan da hastalanabilir veya ölebilir. Vakfın sahih olması için,
malın bir müddet gelir getirmesi yeterlidir.
Vakfın sahih olması
için vakfedilen maldan hemen gelir sağlamak şart değildir. O maldan ileride
faydalanmak mümkünse vakıf sahih olur. Bir hayvan yavrusu vakfedilirse, vakıf
sahih olur. Çünkü ileride o hayvandan faydalanılabilir.
D. Vakfedilen malın masiyete vesile olacak bir
mal olmaması gerekir.
Çalgı aletleri ve
benzerleri gibi masiyete vesile olacak malların vakfe-dilmesi sahih olmaz.
Çünkü vakıf insanı Allah'a yaklaştıran bir hayır işidir. Masiyet (günah) ise
ona ters düşer.
Şafii mezhebi ulaması,
halifenin beyt'ul-mal'dan (devlet arazisinden) vakfetmesini caiz görmüşlerdir.
'Vakfedilen mal vakfedenin mülkünde olmalıdır' şartı burada aranmamış, halife
için istisna yapılmıştır. Halİfe'nin -beyl'ul-mal'daki malların sahibi
olmamasına rağmen- vakfetmesini caiz görmüşler ve buna delil olarak da Hz.
Ömer'in Irak arazisini vakfetmesini göstermişlerdir.
İmam Nevevî er-Ravza
isimli eserinde şöyle demiştir: 'Eğer halife -Hz. Ömer'in yaptığı gibi- ganimet
arazisini vakfetmeyi münasip görürse, ganimet sahipleri de buna -para karşılığı
veya parasız- razı olurlarsa vakfedebilir'.
Akarların vakfedilmesi
caizdir. Bunlar ister arazi, ister ev, ister ticarethaneler, ister kuyular,
ister çeşmeler olsun, gelir getiriyorlarsa veya ileride getirmeleri mümkünse
vakfedilebilirler. Hem Kur'an, hem Sünnet, hem de ashabın fiilleri bunun caiz
olduğuna delâlet etmektedir.
Cabİr'in 'Sahabîlerden
servet sahibi olup da vakıf yapmayan hiç kimse yoktur' dediğini nakletmiştik.
İmam Şafii'nin de
'İşittiğime göre Ensar'dan seksen kişi vakıf yapmıştır' dediğini zikretmiştik.
Müslümanların vakfettikleri
şeylerin çoğunun araziler, evler, kuyular ve mallar olduğu malumdur.
Hayvan, araba, savaş
aletleri, elbise, hah, kilim, mutfak eşyaları ve kitaplar gibi menkul mallan
vakfetmek caizdir. Menkul malların vakfedil-mesinin caiz olduğunun delili şu
hadîslerdir:
Kim Allah'a iman
ederek, vaadini tasdik ederek bir atı Allah yolunda vakfederse, atın yemesi,
içmesi, dışkısı, kıyamet günü onu vakfedenin mizanında hasenat olur.[7]
Halid'e gelince, siz
ona zulmediyorsunuz. Halid zırhlarını, bütün savaş aletlerini ve hazırlıklarını
Allah yolunda vakfetmiştir.[8]
Ortak mal ister
menkul, ister gayr-i menkul olsun, ister ortaklardan biri,! ister hepsi
vakfetmiş olsun, mallar birbirinden ayrılamayacak şekilde kanşıksa vakıf caiz
olur.
İbn Ömer şöyle rivayet
etmektedir: Ömer (b. el-Hattab), Rasûlullah'a gelerek dedi ki:
- Hayber (gazası sonunda, ganimet taksimin)de
bana isabet eden 100 hisse, şimdiye kadar hiç sahip olmadığım derecede güzel.
Ben onu tasadduk etmek istiyorum.
- Aslını vakfet,
mahsulünü de Allah yolunda tasadduk et![9]
Enes b. Mâlik söyler
rivayet ediyor: "Rasûlullah Medine'ye geldiği zaman mescid yapılmasını
emretti ve 'Ey Neccar oğulları! Şu arsanızın bedelini bana söyleyiniz' dedi.
Onlar da 'Olmaz vallahi, biz onun bedelini ancak Allah'tan isteriz'
dediler".[10]
Hatib Şirbinî, İmam
Nevevî'nin el-Minhac isimli eserine yazdığı şerhte şöyle diyor: 'Ümmet-i
Muhammed, hasır ve kandilleri camilere vakfetmek hususunda
ittifak etmişler,, hiç
kimse de buniann vakfedilmeyeceğini söylememiştir1.
.
Kendilerine vakıf
yapılanlar iki kısma ayrılır: üa a.
Belirli bir kişi veya kişiler
, .
b. Belirli
olmayan kişiler; (meselâ fakirler)
a. Kendisine
Vakıf Yapılan Belirli
Kişide Bulunması Gereken Şartlar
Üzerine vakıf yapılan
belirli ise, ister kişi, ister birçok kişi olsun, şu şartlara sahip olması
gerekir:
Vakıf yapılan kişi,
ona sahip olacak durumda olmalıdır; yani kendisine vakıf yapılan kişi,
hâlihazırda mevcut olmalıdır. Meselâ kişinin doğacak çocuğuna vakıf yapması
caiz olmaz. 'Falan adamın evladından gelen fakirlere vakfedilmiştir'
dendiğinde, eğer o adamın vakıf yapılırken fakir evlatları yoksa, yapılan vakıf
sahih olmaz. Cenin, ölü, hayvan ve ev üzerine vakfetmek de sahih olmaz. Çünkü
üzerlerine vakıf yapılanların, vakfa sahip olacak durumda olmaları şarttır.
Buna binaen mushafîan ve kitapları müsfüman olmayan bir kişiye vakfetmek sahih
olmaz. Çünkü müslüman olmayan kişinin bunları mülk edinmesi caiz değildir.
Kişinin kendi nefsine asaleten vakıf yapması da sahih olmaz. Çünkü bunun bir
anlamı yoktur. Bu tahsil-i hasil'dir (olan bir işi ikinci defa oldurmak
kabı-ündendir). Zira vakfettiği mal zaten kendisinin mülkündedir, onu kendisine
vakfetmekle yeni birşey yapmış olmaz. Bu yüzden böyle bir vakıf caiz değildir.
Şafii mezhebi uleması, kâfir belirli
bir zımmî olursa, vakıf da
mâsiyete vesile olmazsa, kâfir üzerine vakıf yapmanın caiz olduğunu kabul
etmişlerdir. Çünkü zımmî'ye sadaka vermek caizdir. Öyleyse zımmî üzerine vakıf
yapmak da caiz olur. Ancak zimmî'ye vakıf yapılırken onun kiliseye hizmet
etmesine binaen yapılırsa, bu vakıf kilise'ye vakıf yapmak gibidir ve caiz
değildir. Çünkü bu, vakfın meşruiyetine ters düşer. Muahid (anlaşmalı) ve
müstemm (canını kurtarmak şartıyla teslim olan) kimse üzerine vakıf yapmak da
tıpkı zımmî'ye olduğu gibi caizdir. Ancak bu vakfın sahih olması, onların İslâm
diyarında kalmalanyla kayıtlıdır. Onlar İslâm diyarında kaldıkları sürece
vaadleri geçerlidir. Harbî kâfir ile mürted bir kişi üzerine vakıf yapmak caiz
değildir. Zira harbî kâfir ile mürted böyle kaldıkları sürece, yakalandıkları yerde
Öldürülürler. Oysa vakıf câri bir sadakadır. Bu nedenle sürekli olmaya.ı bir
vakıf sahih olmadığı gibi, sürekli aynı durumda bırakılmayacakların üzerine de
vakıf yapmak sahih olmaz. Çünkü şeriat harbî kâfirin ve rnürted'in
yakalandıkları yerde öldürülmelerini emretmiştir.
Hz. Peygamber (s.a)
şöyle buyurmuştur;
Allah'tan başka hak
ilah olmadığına ve Muhammed'in Allah'ın Rasûlü olduğuna şehadet, namazı ikame
ve zekâtı da eda edinceye kadar insanlarla muharebe etmekle emrolundum. Onlar
bunları yapınca kanlarını ve
mallarını benden korumuş olurlar. Ancak
İslâm'ın hakkı
mukabili olmak müstesna! İnsanların (gizli işlerinden doiayı olan) hesaplan da
Allah'a aittir.[11]
Dinini değiştiren
kimseyi öldürün.[12]
Fakirler, mescidler,
medreseler ve benzerleri gibi belli olmayan şeyler için yapılan vakfın sahih
olması bir şarta bağlıdır, o da yapılan vakfın mâsiyete vesile olmamasıdır.
Oysa vakıf Allah'a yaklaşmak amacıyla meşru kılınmıştır, vakıf ile rnasiyet
birbirine zıddır. Buna binaen vakfın geliri, kâfirlerin mabedlerine,
kiliselerine, havralarına ve onların bakıcılarına hiçbir şekilde sarfedilemez.
Fitnecilere, yol
kesicilere silah vakfetmek de caiz değildir. Zira burada mâsiyete yardım
sözkonusudur.
Bütün bunlardan
anlaşılıyor ki fakirler, âlimler, kurralar, mücahidler, Kabe, mescidler,
medreseler, hastahaneler, ölülerin kefenlenmesi, İslâm ülkesinin sınırlarının
korunması için vakıf yapmak şer'an caizdir, hatta müstehabdır. Bunların delili,
vakfın meşruiyetine delâlet eden umumi delillerdir. Bunları Vakfı Teşvik Eden
Deliller bölümünde zikretmiştik.
Ölüm döşeğinde olan
bir kişinin, malının üçte birinden fazlasını vakfetmesi caiz değildir. Zira
mirasçıların haklarının da gözetilmesi gerekir. Malının 1/3'ni veya daha azını
vakfetmesi ise, kendisinin maslahatı (vakıf sayesinde ölümünden sonra da
ecrinin devam etmesi) gözetilerek caiz kabul edilmiştir.
Zenginlere sadaka
vermek caiz olduğuna göre, zenginler için vakıf yapmak da caizdir. Zenginlere
^yapılan vakıfta masiyet olmadığı gibi, onlar mülk edinmeye de ehildir.
Bir kişi, bir evi
vakfederek 'Bu evin geliri fakir ve zenginlere vakfe-dilmiştir' dese, bu caizdir.
Şimdi fakirlik ve zenginliğin sınırını izah edelim.
Vakıfın gelirinden
faydalanacak fakir şöyle tarif edilmiştir: 'Kendisine zekât düşen kişi
fakirdir'. Fakirin zekât alması caiz olduğu gibi, vakfın gelirinden faydalanması
da caizdir. Kendisine zekât düşmeyen
kişi, fakirlere vakfedilen vakfın gelirinden faydalanamaz. Fakat vakfın
geliri miskinlere sarfedilebilir. Çünkü
miskinler, fakirlere göre
daha iyi durumda olmalarına
rağmen zekât alabilirler. Geçimi, kocası tarafından karşılanan kadına,
nafakaları babalan tarafından karşılanan çocuklara zekât düşmediği gibi, onlara
vakfın gelirinden sarfetmek de caiz olmaz.
Zenginlik şöyle tarif
edilmiştir: 'Kendisine malından, azığından, çalışmasından veya nafakasını
başkasının vermesinden dolayı zekât düşmeyen kişi zengindir'.
Bir kişi 'Şu arazimin
gelirini hayır İçin (veya hayır ve hasenat için veya sevap olan hususlarda)
sârfedilmek üzere vakfediyorum' derse, arazinin gelirinden kimler istifade
eder ?
Böyle bir vakfın
gelirinden, vakıf yapanın akrabaları yararlanır. Vakıf yapanın akrabaları yoksa
mtiellefet'uMailub ve zekât memurları hariç kendilerine zekât düşen altı sınıf
yararlanır. . . .
Eğer vakıf yapan kişi
'Allah yolunda vakfediyorum' derse, bu vakfın gelirinden ancak savaşan ve zekât
ehli olan gaziler istifade edebilirler. Fakat vakıf yapan kişi 'Allah yolunda,
hayır için ve sevap için vakfediyorum1 derse, bu vakfın gelirinin 1/3'i gazilere,
1/3'i vakıf yapanın akrabalarına, 1/3'î de müellefet'ul-kulub ve zekât
memurları hariç, zekât ehli olan diğer altı sınıfa sarfedilir.
Fakihler, mescidlere
nakışlar yapıp onları süslemek için vakıf yapmanın caiz olmadığını
söylemişlerdir. Yine onlara göre kabirlerin tamiri için vakıf yapmak da caiz
değildir. Kabirlerdeki ölüler çürüyüp gittikleri için, mal faydasız bir yere
sarfedilerek telef edilmiş olur. Fakihlerin bu sözleriyle günümüz
müslümanlarının avamının yaptıkları arasında hiçbir münasebet yoktur. Günümüzde
avam halkın yaptıklarına, bugünkü âlimler neredeyse 'çok güzel' diyecek kadar
hoş görüp seslerini çıkarmamaktadırlar. Bugün halk, zengin ve fakirlerden
topladıkları mallarla, vakıfların gelirleriyle camileri süslüyor, nakışlar
yapıyor, minberi veya mihrabı boyuyorlar. Fakat bunun Allah katında buğzedilen
bir israf olduğunu, namaz kılanların kafa ve kalplerini karıştırdığını, mal
zayi etmek olduğunu bilmiyorlar. Sanki onlar şu ayeti hiç duymamışlardır:
Mü'minler felaha
ermişlerdir; onlar namazlarında huşu (Allah korkusu ve heybeti ile tevazu)
içindedirler. (Mü'minûn/1-2)
Camileri süslemek
israf olduğu gibi, kabirleri tamir etmek, onların üzerine türbe ve zaviye gibi
şeyler yapmak da israftır. Kabirlerin üzerine yapılan türbe ve zaviyelere
bakan, bunların kabir değil köşk olduğunu zanneder. Sanki kabirdekiler hayatta
imiş de bu binalardan istifade ediyorlarmış
gibi, insanların bazıları mallarını kabirlerin üzerine bina yapmak için sarfediyorlar. Bununla da
yetinmiyorlar, öldüklerinde kabirlerinin büyük ve güzel yapılmasını vasiyet,
ediyorlar. Bu tür vasiyetler bâtıldır, bu tür şeyler için vakıf yapmak da
bâtıldır.
İmam Nevevî el-Minhac
adlı eserinde şöyle diyor: 'Kabirleri kireçlemek, kabir üzerine bina yapmak ve
yazı yazmak mekruhtur. Allah için vakfedilen bir kabristanda böyle şeyler
yapılırsa, bunların kadı tarafından yıktırılması gerekir1.
Hatib Şirbinî de
Muğni'I-Muhtaç isimli eserinde şöyle demektedir: 'Kabir üzerine yapılan binanın
yıkılması gerekir. Çünkü bunlar halkın mezarlığını daraltır. Bu binaların kubbe
şeklinde veya ev şeklinde olması veya mescid olması arasında bir fark yoktur.
Müslümanların umumi kabristanında yapılan bu tür binaların yıkılması gerekir1.
Bir müslümamn, kilise
ve benzeri mabedler için vakıf yapmasının caiz olmadığını, çünkü mâsiyet
olduğunu söylemiştik. Bir zımmînin de kilise ve benzeri mabedler için vakıf
yapmasını caiz görmüyoruz. Ancak bunu kendi şeriatımızla amel etme açısından,
kendi itikadımıza göre söylüyoruz; yani bir zımmî, bize böyle bir dava getirir
de hükmünü sorarsa, kilise veya havra için vakıf yapmasının caiz olmadığını
söyleriz. Fakat bize böyle bir dava getirip fetva istemezlerse, onların
yaptıkları vakfa karışmayız, onları dinleriyle başbaşa bırakırız. Hz.
Peygamber'in bi'setin-den önceki kiliselerin
yaptıkları vakıflara hiçbir
şekilde müdahale etmeyiz, onları iptal
etmeyiz, oldukları gibi bırakırız.
Siga kişinin maksadını
başkalarına bildiren söz (ibare) veya dilsizin İşareti ve yazısı gibi aynı
amaca yönelik şeylerdir. Siga, mutlaka gereklidir, çünkü sigasız vakıf
gerçekleşmez.
Uüyük Şafii Fıkhı
Sığanın Kısımları
Siga sarih ve kinayî
olmak üzere iki kısma ayrılır. A. Sarih (açık) siga
Sarih siga, kasdedilen
mânâdan başka bir mânâya gelme ihtimali olmayan sigadır. Meselâ 'Evimi
fakirler için vakfettim' veya 'Evim fakirler için vakfedil m iştir' veya 'Evimi
fakirler için başkasının istifadesinden alıkoydum' veya 'Evimi fisebilillah
kıldım' gibi ibareler sarih sigadır. Böyle sarih sığalar kullanan kişinin,
vakfın sahih olması için ayrıca niyet etmesine gerek yoktur. Akidlerde, siganın
sarih şekilde söylenmesi yeterlidir,
B. Kinayî
lafızlar
Kinayî lafızlar,
kasdedilen mânâya da, başka bir mânâya da gelebilecek lafızlardır. Meselâ
'Benim malım fakirler üzerine sadakadır' veya 'Malımı fakirler için başkasına
haram kıldım' veya 'Malımı fakirler için ebedî kıldım1 gibi ibareler, kinayî
lafızlardır. Konuşabilen bir kişinin yazması da kinayî lafızlardan sayılır.
Akidlerde olduğu gibi kinayî lafızla beraber niyet şarttır.
İster sarih, ister
kinayî lafızla olsun, vakıf sığasının birtakım şartları vardır:
a. Kişinin maksadını insanlara bildiren bir
lafız olmalıdır.
Eğer kişi dilsiz ise
maksadını bildiren bir işaret veya yazı olmalıdır.
b. Siga mutlak olmalıdır (belli bir süre ile
sınırlandmlmamahdır).
Meselâ kişi 'Arazimi
ilim öğrenenler için bir yıllığına vakfettim' derse, bu vakıf bâtıldır. Zira
sigada vakit belirtilmiştir. Oysa vakfın gereği, sürekli olmasıdır, vakfı belli
bir süre ile sınırlamak buna aykırıdır.
Âlimler mescidleri,
ribatlan, kabirleri, kölelerin âzad edilmesini ve aynı mânâda olan hususları
istisna etmişlerdir. Bu da siganın mümkün olduğu kadar tashihine rağbet
göstermelerinden ileri geliyor. Zeyd 'Şu arazimi mescid olarak vakfettim' veya
'Makber veya ribat olarak bir yıllığına vakfettim' dese, vakfı sahih olur ve
ebedî kabul edilir, bir yıllık şart ise ilga olur.
c. Vakfın gelirinin nereye sarfedileceği
belirtilmelidir.
Kişi 'Ben vakfettim'
veya 'Fisebilillah kıldım' dese, gelirinin nereye sarfedileceğini belirtmese,
vakıf akdi sahih olmaz. Çünkü sarfedilecek yön belli değildir.
d. Vakıf herhangibir şarta bağlanmamalıdır.
Vakıf yapmak, bir akid
olduğundan derhal mülk olmayı gerektirir. Vakfı herhangibir şarta bağlamak
sahih olmaz. Kişi 'Evimi, Zeyd geldiği zaman fakirlere vakfedeceğim' veya 'Eğer
hanımım razı olursa arabamı fisebilillah kılacağım' dese, vakıf bâtıl olur.
Çünkü bu şartlar, vakfın amacına ters düşmektedir. Nitekim bunu daha önce
zikretmiştik. Ancak şartlı olarak köleleri âzad etmek ve benzeri şeyler bundan
istisna edilmiştir. Meselâ kişi 'Ramazan ayı geldiğinde evimi mescid olarak vakfettim'
derse, vakfı sahih kabul edilir.
e. Vakıf
derhal gerçekleşmeli ve mutlak olmalıdır.
Kişinin, kendisi veya
bir başkasının faydalanması şartıyla vakıf sahih olmaz. Meselâ kişi 'Şu
hayvanımı fakirlere vakfettim, fakat üç gün içinde caymak şartıyla' veya
'Hayvanımı, fakirlere, istediğim zaman satabilmek şartıyla vakfettim' dese,
vakıf bâtıl olur. Çünkü vakfın gereği olan mutlak vakfetme burada yoktur.
Muayyen bir kişi
üzerine yapılan vakfın sahih olması için, o kişinin vakfı kabul etmesi gerekir.
Burada icab ve kabul peşpeşe olmalıdır. Meselâ kişi 'Evimi Halid'in üzerine
vakfettim1 dediğinde, Halid'in de hemen [Bu vakfı kabul ettim' demesi gerekir.
Kendisi üzerine yapılan vakfı kabul etmezse, vakıf sahih olmaz. Fakat muayyen
olmayan kişilere, meselâ fakirlere vakfedilirse veya mescide vakfedilirse,
kabul şartı aranmaz. Zira burada kabul mümkün değildir.
Vakfeden kişinin,
vakfın gelirinden istifade edemeyeceğini, kişinin kendisine vakfetme yetkisinin
olmadığını daha önce ifade etmiştik. Çünkü vakfedilen mal, vakfeden kişinin
mülkiyetinden çıkmıştır. Fakat âlimler, arazisini mescid, kabristan ve kuyu
için vakfeden kişinin, diğer müslümanlar gibi vakfından yararlanabileceğini
söylemişlerdir. Kişi vakfettiği mescidde namaz kılabilir, vakfettiği kuyudan su
içebilir, vakfettiği kabristana Öldüğü zaman gömülebilir.
Bunun delili, Hz.
Osman'ın şu sözleridir: "Rasûlullah Medine'ye geldiğinde, Rûme kuyusundan
başka tatlı suyu olan yer yoktu. Rasûlullah 'Kim kovasını müsfumanların
kovaları ile beraber Rûme kuyusuna koyar? Kim cenneti Rûme kuyusuna karşılık
satın alır?' buyurdu. Ben de onu öz malımla satın aldım ve kovamı rhü si
umanların kovalanyla beraber kıldım (tasadduk ettim)".[13]
Rüme kuyusu,
Medine'den oturan bir yahudiye aitti. Bir kırba suyu müslümanlara bir dirheme
satıyordu. Hz. Osman onu satın alarak müslümanlara vakfetti, kendisi de o
kuyudan içti.
Vakıf, gerekli
akidlerdendir. Sahih olan akdin üzerine terettüb eden hükümler, vakfın üzerine
de terettüb eder. Vakıf, vasiyet gibi değildir. Zira vasiyet caiz bir akiddir.
Vakıf akdi üzerine şu hükümler terettüb eder;
A. Vakıf akdinde pişman olup geri dönmek sözkonusu
değildir.
Kişi sahih bir şekiide
vakıf yaptıktan sonra 'pişman olabilirim' veya 'İki üç gün sonra
vazgeçebilirim' şeklinde şart koyamaz. (Vakıf akdi yapıldıktan sonra geri
dönmek sö^konusu olamaz. Pişman olup vazgeç1 menin hiçbir yararı olmaz). ı
B. Vakfedilen malın mülkiydi Allah Teâlâ'ya
intikal etmiş sayılır.
Vakfeden kişi
vakfettiği malda hiçbir şekilde tasarruf edemez; satamaz, hibe edemez, mülk
edinemez.
C. Vakfedilen maldan istifade etme hakkı,
vakfedildiği yöne -bu yön ister özel olsun, ister genel-.intikal eder.
Vakfedilen arazi,
akar,, araba, silah ve benzeri şeyler, vakfeden kişinin mülkü olmaktan çıktığı
gibi, kendilerine vakfedilenlerin de mülkü olmaz. O, artık Allah'ın
mülküdür.
.
Vakfedilen malın
geliri, kime veya nereye vakfedilmişse ona/oraya aittir. Kişi, kendisine
vakfedilen malı kiraya verebilir, meyvelerini toplayabilir, vakfedilen
hayvanın sütünden ve yününden faydalanabilir, isterse satabilir. Fakat
kendilerine vakfedilenler muayyen değilse, onlar vakfedilen mâlın .gelirinin
rriâliki değildirler, onlar sadece intifa (istifade etme) hakkına:mâliktirler..
.,
Vakfedilen malin
aslını (bizzat kendisini) satmak, almak, hibe etmek, miras bırakmak -ne
vakfeden için, ne de kendilerine vakfedilenler için-caiz değildir. Kendilerine
vakfedilen kişilerin muayyen veya gayr-ı muayyen olmaları veya vakfedilenin
mescid ve benzeri yerler olması hükmü değiştirmez. Vakfedilen malın aslı/esası
Allah'a, istifade hakkı ise vakfedi-lenlere aittir. Vakfın geliri, mümkün
olduğu kadar vakfeden kişinin belirttiği yerlere sarfedilir. Hz. Ömer'in
yaptığı vakıf buna delâlet etmektedir. Çünkü
Hz. Ömer, Hayber'deki
arazisinin aslını (kökünü),
alınıp satılmamak, miras bırakılmamak ve hibe edilmemek üzere vakfetmiştir.
. Vakfedilen şeyin
-meselâ hayvanın yemi, binanın ve aletlerin tamiri gibi- masrafı olursa, vakıf
da bunların masrafının vakıftan karşılanacağı müsaadesini vermişse veya bu
hususta hiçbîrşey söylememişse, bunların masrafı vakfın gelirinden karşılanır.
Vakfın geliri yoksa onların masrafı beyt'ul-mal'dan karşılanır. Çünkü
beyt'ul-mal müslümanların maslahatı için vardır, gerektiğinde vakıf mallarının
masrafını karşılamak da müslümanların maslahatinadır.
Vakfedilen şey ziyan
olduğunda, ziyan olma şekline göre hükümleri değişir:
a. Vakfedilen
ve eti yenmeyen bir hayvan öldüğünde onun derisi kime vakfedilmişse ona
verilir. Çünkü kendisine vakfedilen kişi o deriyi kullanmakta başkasından daha
fazla hak sahibidir. Deri tabaklanırsa yine onun üzerine vakfedilir, o kişi
tabaklanan deriden yararlanabilir, fakat onu satamaz. Zira vakfın amacına
mümkün olduğu kadar uyulması gerekir.
b. Vakfedilen
hayvan eti yenen bir hayvan olur da kendisine vakfedilen kişi onun
öleceği kanaatine varırsa, onu kesip etini satmalı, onun parasıyla aynı cinsten
bir hayvan alıp onun yerine vakfetmelidir.
Bazıları 'Kesilen,
hayvanın etinin değerlendirilmesi hâkimin yetkisindedir; o onu uygun gördüğü
şekilde değerlendirir' demişlerdir.
' c.
Vakfedilen malı bir kişi telef eder ve malın bedelini öderse, malın kendisine
vakfedildiği kişi o parayı mülk edinemez.
Telef edilen hayvanın
parasıyla telef edilen hayvanın bir benzeri alınarak onun yerine vakfedümesi
gerekir. Bu vakıf yapan kişinin amacına daha uygundur, çünkü onun amacı sürekli
sevap kazanmaktır.
Telef edilen hayvanın
parasıyla benzeri bir hayvan almak mümkün olmazsa, daha küçük bir hayvan alınıp
vakfedümesi gerekir; zira bu, vakfedenin amacına daha uygundur. Fakat telef
edilen hayvanın parasıyla küçük bir hayvan almak da mümkün olmazsa, telef olan
hayvanın parası vakfedenkişinin en yakınma verilir..
Vakfedilen hayvan
telef edilir de, tazminat gerektirmezse veya kendiliğinden telef olursa,
vakfedilen malın bizzat kendisi yok olduğundan vakıf da ortadan kalkar.
d. Vakfedilen malın geliri/faydası muattal
olduğu zaman ve bu muattaliyet de tazminatı gerektirmeyen bir şekilde
olduğunda, meselâ vakfedilen ağaçlar kuruduğunda veya rüzgar onları
devirdiğinde veya sel götürdüğünde, onların iadesi aynıyla rriümkün değilse
vakıf ortadan kalkmaz, o ağaçlar vakıf olarak kalır, kiraya vermek veya benzer
yerlerde kullanmak suretiyle onlardan istifade edilir. Bu da vakfın aynıyla
devam etmesi için yapılır. Onlar satılmaz, hibe edilmez. Onlardan istifade
etmek mümkün değilse, yakmak veya benzeri şekilde istihlak etmek sözkonusu ise,
kendisine vakfedilen kişi veya cihet onları yakar, çünkü onları satmak, hibe
etmek caiz değildir.
e. Vakfedilen hasır ve benzeri şeyler çürürse
veya vakfedilen kalas kırıtırsa, onlar yakılmaktan başka bir işe uygun
olmadıklarından zayi olmamaları için satılmaları caiz olur veya ücretle
kullanılmak üzere bir kenara bırakılarak vakfın devam etmesi sağlanır. Kalan
mal az da olsa vakfı devam ettirmek daha evladır. Onların geliri mescidin
masraflarına sarfedi-lir. Ziyan olan malın bir benzeri o para ile satın
alınabilirse, almak gerekir. Fakat yakılmaktan başka bir işe yaradığı sürece
onu satmak caiz olmaz. Çünkü o malın
kendisini muhafaza etmek, vakfeden
kişinin amacına daha uygundur.
f. Vakfedilen bir mescid yıkılsa, onu hemen
yapmak da mümkün olmasa bile onu satmak caiz olmaz. Zira ileride onu yapma
imkânı olabilir.
g. Mescidin bir geliri varsa, o gelir mescidin
masraflarına sarfedilir. Mescidin ileride tekrar yapılması mümkünse onun geliri
muhafaza edilir. Böyle bir ümit yoksa, onun gelirini diğer mescidlerin
masraflarına sarfet-mek caiz olur.
h.
Vakfedilen bir mescidin yıkılma tehlikesi varsa, hâkim onun yıkılıp taşlarıyla
yeniden yapılmasını emretmelidir.
Yıkılan mescidin taş
ve toprağıyla başka birşey yapmak caiz değildir. Çünkü vakfeden kişinin amacına
uygun olan budur. Tekrar yapılan mescid, eski yerine yapılamıyorsa, onun
yakınına yapılması daha evladır.
i. Bir kişi malını
belli bir nehir üzerine köprü yapılmak üzere vakfeder de sonra nehirin yatağı
değişir veya değiştirilir ve köprü muattal kalırsa, halk da başka bir köprüye
muhtaçsa, o köprüyü ihtiyaç yerine nakletmek caizdir. Zira burada vakfeden
kişinin amacına uygun olan budur.
1. Kendisine vakıf yapılan kişi öldüğünde, vakıf
sahibi ondan başka birini tayin etmişse, vakfedilen mal ölen kişiden, tayin
edilen diğer kişiye intikal eder.
Meselâ vakıf yapan
kişi 'Şu evi' veya 'Şu arabayı önce çocuğuma, sonra da fakirlere vakfettim'
dese ve vakfın kendisine intikal edeceği başka bir kişi de tayin etmese, mal
kendisine vakıf yapılana kahr ve kendisine ilk vakıf yapılan şahsın öldüğü gün
mal onu vakfedenin en yakın akrabasına sarfedilir.
2. Kişi 'Arazimi Zeyd ve Amr üzerine, sonra da
fakirlere vakfettim' dese, Zeyd ve Amr'dan biri öldüğünde, ölenin hakkı
diğerine geçer. Çünkü vakıf yapan kişi, vakfın fakirlere intikal etmesini Zeyd
ve Amr'ın ölümüne bağlamıştır,, onların her ikisi de ölmeden vakıf fakirlere
intikal etmez.
3- Kişi 'Şu
iki şahıstan herbiiine evimin yarısını vakfediyorum, sonra da onu fakirlere
vakfediyorum' dese, bu iki ayrı vakıf sayılır. Bu nedenle de o iki şahıstan
biri öldüğünde onun hakkı diğerine geçmez, ölenin hakkı fakirlere intikal eder.
Vakfın başlangıç ve
devamlılık halindeki hükümlerinin en önemlilerini şöyle sıralayabiliriz:
a. Meselâ
kişi 'Şu kütüphanemi çocuklarıma, sonra Zeyd'e, sonra da Zeyd'in nesline
vakfettim' dese vakıf sahih olur.
Zira vakıf yapmanın
amacı, sürekli olması ve Allah'a yaklaştırmasıdır. Vakfedilen malın nereye
sarfedileceği başlangıçta belirtilirse, devam ettirilmesi daha kolay olur.
Kendisine vakıf yapılan kişi öldüğünde, vakfın geliri vakıf yapan kişinin en
yakınına devredilir. Zira sadakanın en üstünü, en yakın akrabaya verilendir. Bu
hem sadaka, hem de şıla-yı ra him'dir. Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
1
Yoksul kişiye verilen
sadaka bir sadakadır, akrabaya verilen sadaka ise iki sadakadır: Biri sadaka,
diğeri de sılayı, rahim'dir.[14]
Evet, vakıf miras
durumuna göre değil, sıla-yı rahim durumuna göre ölenin en yakınma devredilir.
Meselâ sıla-yı rahim açısından kızının oğlu önce gelir, mirasta ise kızının
oğluna pay yoktur.
b. Kişi 'Evimi doğacak çocuğuma, sonra da
fakirlere vakfettim1 dese, bu vakıf başlangıçta bâtıl olur. Çünkü henüz çocuk
ortada olmadığından temlik imkânı yoktur. Bunu daha önce beyan etmiştik. Bu
vakfın fakirler için devamlılığı da sözkonusu değildir, zira vakfın başlangıcı,
olmayan bir kişiye bağlanmıştır.
c, Kişi 'Şu ticarethanemi önce Hâlid'in
çocuklarına, sonra bir kişiye, sonra da fakirlere vakfettim' dese, vakıf sahih
olur.
Çünkü halihazırda
vakfın gelirinin nereye verileceği belli olduğu gibi, sonra da nereye verileceği
bellidir. Başlangıçta Hâlid'in çocuklarına, ondan sonra da fakirlere verilir,
vakfedenin en yakınına ise verilmez.. Zira kesinti müddetinin ne zaman geleceği
bilinmemektedir.
.
-;
Vakfa, vakfın
maslahatlarını gözetip onu koruyacak, vakfın gelirini gereken yere verecek bir
yönetici tayin edilmelidir. En evla olan yönetici, vakıf sahibi tarafından
tayin edilen yöneticidir. Ancak tayin edilen yöneticinin de bunu kabul etmesi
gerekir. Vakıf sahibinin tayin ettiği yönetici. ister bir kişi, ister iki kişi
olsun, ister geçici, ister sürekii olsun, en'evla olan onun tayin ettiği
kişileri kabul etmektir. Zira vakıf sahibinin amacı, vakıf sayesinde Allah'a
yaklaşmaktır; tıpkı vakfın sahibi 'Vakfın gelirini şu yöne sarfedin' dediğinde,
onun dediği yere sarfedilmesi gerektiği gibi. Vakıf sahibi 'Vakfın yöneticisi
falan kişidir, o ölürse de filan kişidir' diyebilir ve bu onun hakkıdır.
- Hz. Ömer kendi
vakfını bizzat idare ediyordu. Sonra kızı Hafsa'nın bakmasını vasiyet
ederek'şöyle dedi: 'Sağ kaldığı sürece (kızım) Hafsa mütevelli olur, ondan
sonra onun ehlinden rey sahibi bir mütevelli olur'.[15]
Vakıf sahibi, vakıf
için idareci tayin etmemişse, kadı bir yönetici tayin eder. Zira kadı'nın genel
bir velayeti vardır. Bu yüzden vakfa yönetici tayin etme hususunda herkesten
daha fazla o hak sahibidir.
Vakfı İdare
Edecek Kişide Bulunması
Gereken Şartlar Vakfı idare
edecek kişide bulunması gereken şartlar şunlardır:
a. Adil olmak.
,
Adaletten maksat, dinî
emirleri yerine getirmektir. Vakıf idarecisinde adalet şartının aranmasının
nedeni, idarecinin veli olmasıdır, zira adil olmayan kişinin velayeti sahih olmaz.
b. Ehil olmak.
Ehil olmaktan maksat,
güçlü kuvvetli olup vakfın idaresini yürütmektir. Vakıf yöneticisinde bu
şartlardan biri eksik olursa, hâkim onu yöneticilikten azlederek kendisi veya
yönetici tayin ettiği bir kişi vakfı idare eder. Eski yönetici tekrar
yöneticilik şartlarına sahip olursa, vakfın idaresi ona veriimelidir. Eğer
vakıf sahibi onu özellikle tayin etmişse hüküm böyledir. Çünkü vakıf yöneticisi
de tıpkı yetimin velisi gibi başkasının malını gözetmek üzere seçilmiştir.
.
Vakıf yöneticisinin
görevlerini şöyle hülasa edebiliriz:
1. Vakfın işlerini yürütmek.
Vakfın her türlü
gelirini hak sahiplerine taksim etmelidir. Vakıf mallarının hem asıllarını,
hem de gelirini fiyat bakımından muhafaza etmelidir.
2. Vakıf
sahibi iki idareci tayin etmişse, onlardan biri tek başına tasarruf yetkisine
sahip değildir.
Ancak hangi hususlarda
tasarruf edebileceği önceden belirtilmişse, o hususlarda, tasarruf edebilir.
Vakıf
Yöneticisinin Ücreti Vakıf Üzerinedir
Vakıf sahibi, yönetici
için vakfın gelirinden belli birşey tayin etmişse, yönetici onu alır. Vakıf
sahibi bu hususta birşey söylememişse ve idareci de ücret isterse hâkim ona
belli bir ücret tayin etmelidir. Bu hüküm, vakfı ücretsiz idare eden olmadığı
durumda geçerlidir. Yönetici vakfın ürününden yiyebilir. Nitekim Hz. Ömer,
kendi vakfı için şöyle demiştir:
'Bu vakfa idareci olan
kişi, vakfın ürününden normal bir şekilde yiyebilir'.
Vakıf yöneticisi 'Ben
vakfın gelirini hak sahiplerine verdim' dese, hak sahipleri de 'Hayır vermedi'
deseler, duruma bakılır; hak sahipleri muayyen iseler söz onlarındır ve hesab
talebi onlara aittir, muayyen olmadıkları takdirde bu hesab hâkime düşer.
Vakıf yöneticisinin yaptığı harcamaların ihtimal dahilinde olan miktarını kabul
eder, şüpheli görünen hususlar için hâkim yöneticiyi yemine davet eder.
Vakfın yöneticisi
ehliyetten yoksun olduğunda azledilir. Nitekim bunu daha önce beyan etmiştik.
Ayrıca vakıf sahibi, yöneticiyi azledip yerine başkasını tayin edebilir. Çünkü
idareci bir vekildir ve müvekkil istediği zaman vekili azletme yetkisine
sahiptir. Ancak vakıf sahibi, o kişinin idareci olmasını şart koşmuşsa,
maslahat gereği de olsa onu azle-demez, çünkü akid halindeki şart bozulmaz. Bu
tıpkı fakirlerin çocuklarına vakfettikten sonra bilahere onlardan alıp
zenginlere vakfetmek gibidir ki bu caiz değildir. Daha önce de söylediğimiz
gibi vakıf sahibi vakıf akdinde şart koştuklarını bozmaya yetkili değildir.
A. Vakıf
sahibi 'Ben şu
evi çocuklarıma ve
çocuklarımın çocuklarına vakfettim' derse, vakfın geliri onlar arasında
eşit bir şekilde paylaştırılır. Burada erkek ile kız, evlat ile torun arasında
fark yoktur. Çünkü vakıf "sahibinin ibaresindeki vav kelimesi, tertib
değil, cem ifade eder. Nitekim vav'in, mutlak olarak cem ifade etmesi sulh
halinde daha sahihtir.
B. Kişi 'Evimi çocuklarıma vakfettim' dese,
çocuklarının çocukları vakfın gelirinden istifade edemezler. Çünkü çocuklarıma
vakfettim ibaresi, sadece öz çocuklara tahsis edilir. Eğer çocukları
yoksa, torunları bu ibareye dahil olurlar ve vakfın gelirinden istifade etme hakkı kazanırlar. Çünkü bunda
hem karine, hem de mükellef kişinin sözünü mânâsız olmaktan koruma vardır.
C. Kişi 'Şu bahçe neslime vakıftır' veya
'Zürriyetime vakıftır' veya 'Beni takip edenlere vakıftır' dese, o kişinin
erkek ve kız çocukları ile onların çocukları vakfın gelirinden istifade
ederler. Çünkü lafız hepsini kapsamaktadır.
D. Kişi 'Mallarımı akrabalarımın fakirlerine
vakfettim' dese, uzak ve yakın, varis olan ve olmayan, erkek ve kadın
akrabalarının tüm fakirleri vakfın gelirinden istifade ederler.
E. İbarede zikredilen bir vasıf, ibarenin
kapsadığı kişilerin tümünde aranır.
Meselâ kişi 'Şu
araziyi evladımdan muhtaç olanlara, torunlarıma ve kardeşlerime vakfettim'
dese, zikredilenlerin hepsinde muhtaç olma. sıfatı aranır. Zira ibare muhtaç
evlatlara atfedilir; torunlarının ve kardeşlerinin muhtaç olanları vakıftan
istifade edebilirler.
Meselâ kişi 'Şu evi
çocuklarıma, torunlarıma ve kardeşlerimin fakirlerine vakfettim' dese,
çocuklarda ve torunlarda fakirlik vasfı aranır, fakir olmayan çocuklar ve
torunlar vakıftan yararlanamaz.
F. Akrabalar, evlatlar, torunlar ve zürriyet
üzerine yapılan vakıflar zürriyet vakfı veya aile vakfı olarak tanınır. Mescidler, medreseler, âlimler, fakirler üzerine
yapılan vakıflar ise hayır vakıfları olarak bilinir.
Vakıf, Allah'a yaklaştıran ibadetlerden biridir. Vakıf, vakfedenin
imanının doğruluğuna, hayırdaki rağbetine, müslümanların maslahatına önem
verdiğine, onları ve zürriyetlerini sevdiğine, toplumun menfaatini gözettiğine
delâlet eder.
Müslümanlar, Hz.
Peygamber zamanından bugüne kadar vakıf sahasında çok büyük örnekler ortaya
koymuşlardır. Öyleki kurdukları vakıflar
sayılamayacak kadar çoktur. Hayatın her cephesinde görülen medreseler,
mescidler, hastaneler, araziler, binalar, kuyular, okullar gibi vakıflar bunu
göstermektedir. Bu vakıflar zürriyetfer üzerine, fakirler üzerine, mücahidler üzerine, âlimler ve
benzerleri üzerine yapılmıştır.
Müslümanlar, hayatın her cephesinde, toplumun ihtiyaç duyduğu her alanda
vakıflar kurmuşlardır. İslâm âleminin çeşitli beldelerinde kurdukları vakıflar
bu hususta yeterli bir fikir verebilir. İdarecilerin, kumandanların, askerlerin,
tüccarların, sanatkârların, kadınların bir çoğu vakıf kurmuştur. Müslüman
ülkelerde bulunan vakıfların gelirleri yüzmilyonlara baliğ olmaktadır.
Bu vakıfların idare edilmesi için özel bakanlıklar kurulmuştur. İslâm
alemindeki binlerce aile bu vakıfların gelirinden istifade etmektedir. Yine
İslâm âleminde umumi hizmet yapan birçok kuruluş bu vakıflar sayesinde
yaşayabilmektedir. Allah Teâlâ atalarımıza ve o salih insanlara bol bol
mükâfatlar ihsan etsin. Fakat esef verici bir husustur ki günümüzde birçok
müslümanm vakıf konusunda çok gevşek davrandığını görüyoruz. Eskiden vakfa
gösterilen rağbet ortadan kalkmış, müslümanîann çoğu cimri!esmiştir. Artık
müslümaniarın vakıf kurmamaları, sevap kazanmaya yönelmemeleri gayet üzücü bir
durumdur. Bu durum, müslümanîann ecir ve sevaba olan rağbetlerinin azaldığına,
imanlarının zayıfladığına, dünyanın ve dünya zevklerinin aşın şekilde
sevildiğine, dünya nimet ve zevklerinin ahiret nimetlerine tercih edildiğine
delâlet eder. Şu ayet-i kerime bizim hâlimizi ne güze! ifade etmektedir:
Hayırİ Siz dünya
hayatim (ahiret hayatına) tercih ediyorsunuz (A'lâ/16)
Sanki biz şu ayeti hiç
duymamış gibiyiz:
Oysa ahiret (hayatı,
dünya hayatına göre) daha hayırlı ve daha süreklidir.
(A'lâ/17)
Ve/a havle velâ kuvvete
illâ biIIah'H-aliyyi'I-azîm
[1] Buharî/607
[2] Müslim/1631 (Ebu Hüreyre'den)
[3] Buharî/2586, Müslim/l632
[4] Hâkim, 11/58, Dârekutnî
[5] Buharî/1233, Müslim/1628
[6] Müslim/2808, (Enes b. Mâlik'ten)
[7] Buharî/2698,
Neseî, VI255, (Ebu Hüreyre'den)
[8] Buharî/1399, Müslim/987, (Ebu Hüreyre'den)
[9] Neseî, VI/230-231
[10] Buhâri/2619
[11] Buharî/25, Müslim/22, (Abdullah b. Ömer'den)
[12] Buharî/2795, Tİrrtıizî/1458, (İkrimc'den)
[13] Neseî, Vl/235, Tirmİ7.î/37(M, Buharî/2626
[14] Tirmizî/658, İbn Mâce/1844, Neseî, V/92, (Selman b.
Âmir'den)
[15] Ebu Dâvud/2879