Karz'ın
(Borç Verip-Almanın) Meşruiyeti
Karz'ın
(Borç Verip-Almanın) Teşrî
Kılınmasının Hikmeti
Borç
Alıp-Vermenin Şer'î Hükmü
3. Kendisi
İçin Akid Yapılan Mal
Borç
Verilen Malda Bulunması
Gereken Şartlar
Pişmiş Ekmeği Borç Olarak Vermek
Borç
Üzerine Terettüb Eden
Eser Bakımından Borcun Hükmü
Alınan
Borcun Ödenme Keyfiyeti
Borç
Veren Kişi Alacağını
Ne Zaman İsteyebilir?
Karz, lugatta kesmek
anlamına gelir. Borç vermeye karz denmesi, mal sahibinin elini malından kesmesi
nedeniyledir. Karz, fakihlerin ıstılahında malî birşeyi, bedelinden fazla
olmamak şartıyla ileride geri almak üzere başkasına vermektir. Buna karz
denilmesinin sebebi, borç veren kişinin malının bir parçasını kesip başkasına
vermesidir. Bu bakımdan karz'ın lügat mânsâsı burada bulunmaktadır. Hicaz ehli
buna selef der. Bu yüzden selef verdim şeklinde kullanılması sahihtir. '
Borç vermek ve almak
meşrudur. Hatta borç isteyen bir kimseye borç vermek mendubdur. Karz'ın
meşruiyeti Kur'an, Sünnet ve İcma ile sabittir.
Kimdir Allah'a güzel
bir borç takdim eden? Allah da buna karşılık ona kat kat artırsın!
(Bakara/245)
Allah'a verilen borç,
kullara verilen borcu kapsadığı gibi, sadakaları da kapsar; yani kullara sadaka
ve borç vermek, Allah'a borç vermek gibidir.
Ebu Said el-Hudrî
şöyle anlatıyor: Bir bedevi Hz. Peygamber'e gelerek Peygamber'de bulunan
alacağını istedi. Hatta Peygamber'i haddinden fazla sıkıştırdı ve 'Ben
alacağımı alıncaya kadar sana sıkıntı veririm' dedi. Bunun üzerine sahabîler
adama çıkışarak 'Azap olasıca, sen kiminle konuştuğunu biliyor musun?' dediler.
Adam 'Ben hakkımı istiyorum' dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber, ashaba 'Siz neden
hak sahibiyle beraber olmadınız?' dedikten sonra Havle bintu Kays'a şöyle haber
gönderdi: 'Eğer yanında hurma varsa, bize borç ver. Bize hurma geldiğinde senin
alacağını veririm'. Havle 'Anam-babam sana feda olsun ey Allah'ın Rasûlü,
yanımda hurma var' dedi. Ravi şöyle diyor:
Ben giderek hurmaları Peygamber'in hesabına aldım. Hz. Peygamber,
bedeviye hakkını verdi, ona yemek yedirdi. Bedevi, Hz. Peygamber'e hitaben 'Sen
hakkımı ödedin, Allah da senin için ödesin' dedi. Rasûlullah da şöyle buyurdu:
'Hak sahiplerine hakkını verenler insanların en hayırlısıdırlar. Zayıflardan,
hakkını eziyet etmeksizin almayan bir ümmet mukaddes olamaz'.[1]
Hz. Peygamber şöyle
buyurmuştur:
Müslüman bir kardeşine
iki defa borç veren kişi, onun birini sadaka vermiş sayılır.[2]
Ödemek niyetiyle
insanlardan borç alan kişinin borcunu Allah onun yerine Öder. Ödememek
niyetiyle insanlardan borç olan kişinin ise malını Allah telef eder.[3]
Karz hususundaki
icma'ya gelince, ümmet Uz. Peygamber zamanından bugüne kadar borç
alıp-vermişlerdir. Âlimler de buna hiçbir itiraz da bulunmamıştır.
Borç verip-almanın
meşru kılınmasının hikmeti açıktır. Borç vermek, birr ve takvaya erişmenin
vasıtasıdır, müslümanlar arasındaki kardeşlik bağlarını güçlendirir, fakirleri
darlık ve sıkıntıdan kurtarır. İnsanlar genellikle hibe veya sadaka yoluyla
mal vermekten kaçınırlar. Bu durumda fakirlerin sıkıntıdan kurtulması,
yardımlaşmanın gerçekleşmesi İçin borç vermeden başka yol kalmaz.
Ey iman edenler! Rükû
edin, secde edin. Rabbinize ibadet edin ve hayır işleyin. Umulur ki kurtuluşa
erersiniz. (Hac/77) ,
Ayette geçen hayadan
maksat, borç vermek ve böylece yardım elini müslüman kardeşine uzatmaktır. Hz.
Peygamber şöyle buyurmuştur:
Müslüman müslümanın
kardeşidir; ona zulmetmez, onu düşmanıyla başbaşa bırakmaz. Kim müslüman
kardeşinin bir ihtiyacını giderirse, Allah da onun ihtiyacını giderir...[4]
Kişi, müsiüman
kardeşine yardım ettikçe, Allah da ona yardım eder.[5]
Borç vermenin
meşruiyetinin en önemli hikmeti, muhtaçların ihtiyacını istismar etmeye mani
olmasıdır. Çünkü insan ancak ihtiyaç içinde olduğunda borç ister. Eğer borç
verip-alma meşru olmasaydı, insanların muhtaç olması istismar edilir, faizcilik
yaygınlaşırdı. Nitekim günümüzde borç verip-almayanlar bu şekilde hareket.
etmektedir. Borç verme hususunda Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Borç vermenin ecri,
sadaka vermenin ecrinden daha üstündür.
Ben İsra'ya
gittiğim gece cennetin
kapısında şöyle yazıldığını gördüm: 'Sadaka, on misli ile
karşılık görür, borç verme ise onsekiz misli ile karşılık görür'. 'Ey Cebrail!
Neden borç verme, sadaka vermeden daha üstündür?' diye sordum. Cebrail şöye cevap verdi:
Çünkü sadaka isteyen
kişi malı bulunduğu halde istemekte, borç isteyen kişi ise malı bulunmadığından
ötürü istemektedir'.[6]
Borç verip-almanın
meşruiyeti konusunda, borç vermenin mendub, borç istemenin mubah olduğu
anlaşılmıştı. Ancak bu hüküm borç verip-almanın normal olması halinde geçerlidir.
Bazı durumlarda borç verip-almanın hükmü değişir:
1. Meselâ içki içmek, kumar oynamak gibi haram
yerlere sarfetmek için borç isteyen kişiye borç vermek haram olur. Haramlara
sarfetmek için borç istemek de haramdır.
2. Borç vermenin mekruh olduğu durumlar.
Borç alan kişinin
aldığı parayı yararsız şeylere sarfedeceği bilinirse, borç vermek mekruh olur.
3. Borç vermenin vacib olduğu durumlar.
Borç isteyen kişi
ihtiyaç içindeyse, aldığı parayı kendisinin ve ailesinin ihtiyacına
sarfedecekse ve borcunu ödemekten de aciz değilse, o kişiye borç vermek vacib
olur.
Borç ahp-vermenin üç
rüknü vardır:
1. Siga
2. Akid yapan kişiler
3. Kendisi için akid yapılan para
Siga icab ve kabul
demektir. Meselâ birinin 'Sana borç verdim' demesi, diğerinin de 'Senden borç
aldım' demesi yeterlidir. Burada karz (borç) lafzını kullanmak şart değildir.
Borç alıp-vermeye delâlet eden her lafız kullanılabilir. Meselâ borç veren kişi
'Sana selef verdim' veya 'Sana mülk ettim' veya 'Al onu' derse, borç alan kişi
de 'Ben bunu selef ettim, mülk edindim' derse, akid sahih olur. Burada halk
için kolaylık gösterilmiştir. Lafızları değişik olmakla beraber siga şarttır.
Çünkü siga, razı olmaya delâlet eder. Siga olmadan borç alıp-vermek sahih
olmaz. Meselâ borç isteyen kişi 'Bana borç ver' dese, diğer kişi de parayı
çıkarıp verse, akid sahih olmaz.
Akid yapan kişilerden
maksat, borç alan ve borç veren kişidir. Borç inin sahih
olması için bu
kişilerde bulunması gereken
şartlar
akdinin sahih
olması için şunlardır:
A. Reşid
olmak.
Reşid olmak,
âkil-bâliğ olup malında tasarruf etmeye yetkili olmak anlamına gelir. Zira borç
alıp-verme bir akiddir. Bedeli olan akidlerde ise rüşd sıfatının bulunması
şarttır. Bu bakımdan çocuğun, delinin, hacr altında olanın borç vermesi ve
alması sahih olmaz. Çünkü bunlar mallarında tasarruf etme yetkisine sahip
değildirler.
B. Borç veren kişi, istek ve iradesiyle
vermelidir.
Tehdit edilen bir
kimsenin verdiği borç, sahih değildir, çünkü tehdit rızayı yok eder.
C. Borç veren kişi, borç verdiği malda teberru
yapma ehliyetine sahip olmalıdır.
■ Borç veren kişinin borç verdiği malı teberru
etme ehliyetine sahip olması şarttır, çünkü verilen borçtan vazgeçme, yani
teberru etme ihtimali vardır. Bu bakımdan velayeti altında bulunan kişilerin
malından borç vermek sahih olmaz.
Bu mal, borç veren
kişinin verdiği maldır. Borç verilen malın, misli olan mallardan olması şart
değildir. Ayrılması mümkün olan, kendisiyle alışveriş yapılan her mal borç
olarak verilebilir. Ayrıca bunda selem de yapılabilir. Buna binaen dirhem,
dinar, buğday, arpa, yumurta, et ve benzeri şeyleri misillerle borç vermek
sahihtir. Hayvanların tümü, zabt u rabt'ı mümkün olan şeyler ve kıymetli
eşyalar borç verilebilir. Ancak vasıfla zaptedilmeyen, kişinin zimmetinde
isbatı mümkün olmayan kıymetli şeylerden borç verme hususunda iki görüş vardır:
En sıhhatli görüşe göre caiz değildir, çünkü vasıfla zabt u rabt altına alınamayan
birşeyin benzerini bulmak mümkün değildir veya çok zordur.
Hz. Peygamber'in
azatlısı Ebu Râfi şöyle rivayet ediyor: "Rasûluliah (s.a) bir kişiden
ödünç olarak genç bir deve almıştı. Sonra Peygamber'e zekât develerinden bir
grup deve geldi. Peygamber hemen Ebu Râfi'ye o kimsenin alacağı olan genç
deveyi kendisine ödemesini emretti. Ebu Râfi gidip tekrar Peygamber'in yanına
dönerek 'Develerin içinde altı yaşını bitirip yedi yaşma girmiş vaziyette olan
ve onun devesinden daha iyi rabâî develerden başkasını bulamadım' dedi. Bunun
üzerine Rasûlullah 'O şahsa bu iyi deveyi ver. Çünkü insanların en hayırlısı,
borcunu en güzel surette ödeyenidir' buyurdu".[7]
Görüldüğü gibi verilen
deve borç alınan devenin misli değildir. Bu hadîs, borç verilen malın, mislinin
bulunmasının şart olmadığına delâlet eder.
Vasıflandırılmak
suretiyle zapdedilmesi mümkün olan mal da misli olan mal ile değiş-tokuş
yapılabilir, çünkü biri diğerine benzemektedir.
A. Verilen borcun muayyen olması gerekir.
Verilen borcun
miktarı; tartısı, ölçüsü, sayısı belli olmalıdır ki ödenme imkânı olsun.
Sayısı bilinmeyen dirhemleri borç vermek veya ölçüsü, tartısı belli olmayan bir
malı borç vermek sahih olmaz. Ateşte pişen bir-şeyin de borç verilmesi sahih
değildir, zira ateşte ne kadar piştiği, ne kadar azaldığı belli değildir,
dolayısıyla onun miktarı meçhuldür. Birşeyin Ölçülen veya tartılan mallardan
olup-olmadığım şeriat belirler; Eğer bu hususta şeriatta birşey yoksa örfe
başvurulur. Nitekim bunu Riba bahsinde belirtmiştik.
B. Borç verilen mal katışıksız tek cins
olmalıdır.
Borç verilen mala,
başka cins bir mal katıldığı zaman onu ödemek imkansızlaşır. Bu bakımdan arpa
ile karıştırılmış buğdayı, su ile karıştırılmış sütü borç vermek caiz
değildir.
Âlimler, pişmiş
ekmeğin tartı ile veya sayı ile borç verilmesini caiz görmüşlerdir. Zira örf bu
şekildedir, hiç kimse de buna karşı çıkmamıştır. Ancak ekmek dışında birbirine
karıştırılmış ve zapt u rapt altına alınacak sıfatlara sahip olmayan bir malın
borç verilmesini caiz görmemişlerdir.
Verilip-alınan borç
sahih olduğunda malın mülkiyeti borç verenden, borç alana geçer. Bu mülkiyetin
malı teslim aldığı andan itibaren mi, yoksa malda tasarruf ettiği andan
itibaren mi başladığına gelince, en sahih görüşe göre borç alan kişi malı
aldığı andan itibaren onun sahibidir, zira malı aldığında onda tasarruf etme
yetkisine sahiptir. Bu hususta ittifak
edilmiştir. Bu da malın mülkiyetinin, tasarruftan önce borç alan kişiye
geçtiğine delâlet eder. Çünkü malı aldıktan sonra, o mal kişinin mülkiyetine
geçmediği takdirde, o kişinin o malda tasarruf etmesi de caiz olmazdı.
Dolayısıyla borç işlemi tamamlandığında, borç alan kişi borç verilen
eşyanın kendisini alır. Bu
kavle göre, borç veren kişi
mal üzerinde ancak yeni sahibinin İzniyle tasarrufta bulunabilir ve
bedelini de öder; zira bu, borç işleminin gereğidir.
En sahih görüşe göre
borç verilen mal olduğu gibi duruyorsa, borç alan kişi onda tasarruf
yapmamışsa, borç veren kişi onu geri alabilir. Çünkü, başkalarının hakkı ona
karışmamıştır. 'Borç alan kişi malı aldığı andan itibaren onun sahibidir'
hükmü, buna mâni olmaz. Çünkü borç veren kişi, verdiği malı yoksa onun bedelini
isteme hakkına sahiptir. Bu bakımdan borç verilen mal olduğu gibi duruyorsa,
bedeii yerine, verilen malı istemek daha evladır. Çünkü bu daha kolaydır. Borç
veren kişi onu istiyorsa, borçlu onu vermelidir. Ancak borç alınan malın bizzat
kendisi kalmamışsa, meselâ borç aldığı koyunu kesmişse veya borç aldığı buğdayı öğütmüşse veya borç
aldığı malı rehin vermişse, alacaklının verdiği malı isteme yetkisi yoktur.
Ancak borç aian kişi aldığı malı kiraya ver- " misse, alacaklı onu
isteyebilir. Burada yapılan muamele dikkate alınmaz, fakat rehin muamelesi
böyle değildir. Çünkü rehin alan kişinin bir hakkı vardır, kiraya vermede ise
kiracının böyle bir hakkı yoktur. Bu durumda mal, bitişik veya ayrı bir
fazlalık kaydetse bile alacaklı onu alabilir, çünkü bitişik olan artış maia
tâbidir, bitişik olmayan artış ise malın aslının istir-datına mâni olmaz. Çünkü
bu fazlalık onun mülkü üzerinde meydana gelmiştir. Borç alan kişi aldığı malı
alacaklıya aynen vererek borcunu ödeyebilir, alacaklının onu, verdiği malın
mislini veya bedelini ödemek üzere zorlama yetkisi yoktur.
Borç alan kişi aldığı
malın sahibi olmaz, ancak mülkü ortadan kaldıran tasarruf ile -tıpkı satış,
hibe, helak ve istihlak gibi- ona sahip olur. Çünkü müik ancak tasarruf etmekle
ortaya çıkar. Borç veren kişi, tasarruftan önce borç olarak verdiği malı geri
alabilir, borç aîan kişi de borç aldığı malı geri iade edebilir. Çünkü borç
alan kişi bu malı mülkiyetine almış olsaydı, iki taraf da bu mülkiyeti
feshedemez, dolayı-sıyia ikisi için de iade veya tasarruf hakkı olmazdı.
Bu görüşe binaen borç
veren kişi, borç verdiği, mal borç alanın elinde bulunuyorsa onu geri
alabilir. Bu hususta ittifak edilmiştir, zira o mal hâlâ borç verenin mülkünde
sayılır. Bu İki görüş arasındaki fark, borç alman malın masrafı veya kazancı
sözkonusu olduğunda açıkça ortaya çıkar. 'Mülk kabzetmekle olur' diyene göre
malın masrafı ve kazancı, malı teslim aldığı andan itibaren borç alan kişiye
aittir. İsterse borç alan kişi aldığı malda tasarruf etmemiş olsun. 'Borç alan
kişi, ancak aldığı malda tasarruf etmekle mülk edinmiş olur' diyene göre,
borçlunun malı aldığı andan tasarruf ettiği zamana kadarki masrafı ve kazancı
borç veren kişiye aittir.
Alınan borcun misli
olan veya vasıflarıyla zaptolunması mümkün olan mallardan olması gerektiği
anlaşılmıştır. Buna binaen borç alınan malın, mislinin verilmesi vacibdir. Eğer
misli yoksa, borç alınan malın bizzat kendisi de yoksa, onun bedelini ödemek
vacib olur. Eğer alman borç kıymetlendirilen bir mal ise, şeklen onun benzerini
vermek gerekir. Meselâ ödünç olarak bir koyun alan kişi, aynı vasıflara sahip
olan bir koyun vermelidir. Yukarıda
Ebu Râfi'den rivayet
edilen hadîste Hz. Peygamber, borç olarak aldığı genç bir
deve yerine, genç bir deve verilmesini emretmişti; aynı vasıflarda bir deve bulunamayınca da daha üstün
vasıflara sahip bir genç deve verilmesini emretmiştir.
Belli bir değeri olan
mallarda, o değerin borç veren kişiye ödenmesinin vacib olduğu söylenmiştir.
Ayrıca borç alman malın misliyle, misli yoksa bedeliyle ödenmesi de vacibdir.
Borç alınan malın
kıymetinin Ödenmesi gerektiği görüşüne göre, kabz günündeki kıymeti ne ise o
ödenir. Çünkü borç alınan mal, kab-zedildiği andan itibaren borç alan kişinin
mülkü olur ki bu en sahih görüştür.
'Borç alan kişi aldığı
malda tasarruf ettikten sonra o. malın sahibi olur1 görüşüne göre, borcun
alındığı andan ödenme zamanına kadarki en yüksek bedeli ne ise, onun verilmesi
vacibdir.
Borç verenle borç alan
kişi malın değeri veya misli hususunda ihtilaf ederlerse, yemin ettiği takdirde
bozanın sözüne itibar edilir. Çünkü davalı odur, ceremeyi çekecek (malın kıymet
veya mislini ödeyecek) olan da odur.
Borç veren kişi,
alacağını dilediği zaman isteme yetkisine sahiptir. Ancak borç alan kişinin
malı kabzetmiş olması gerekir. Zira daha önce de belirttiğimiz gibi borcun
hükmü, talep halinde alacaklıya ödemektir. Ayrıca borç verip-alma bir akiddir
ve bunda fazlalık yasaktır; yani borç veren kişi kâr etmek için vermemiştir. Bu
bakımdan burada belli bir zaman sözkonusu değildir. Hatta borç veren kişi
ödeme zamanını tayin etse veya bu hususta bir örf olsa bile, borç veren
istediği zaman alacağını isteyebilir. Bazen borç akdi birtakım şartlarla
beraber olur; bu şartların bir kısmı akdi bozar, bir kısmı akdi mânâsız kılar,
bir kısmı borç üzerinde herhangibir etki yapmaz, bir kısmının ise yerine
getirilme mecburiyeti vardır ki bu şartları şöyle sıralayabiliriz:
1. Akdi
bozan şartlar. .
Bunlar akidle
münasebeti olmayan ve borç verenin menfaatine olan şartlardır. Meselâ borç
veren kişi 'Sana bu malı, şu kadar fazlasıyla ödemen şartıyla borç veriyorum'
veya 'Bu parayı evini bana satman şartıyla borç veriyorum' derse, akid bozulur.
Çünkü Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Sahibine (borç veren
kişiye) bir menfaat sağlayan her borç ribadır.[8]
Muğni' Muhtâç müellifi
şöyle diyor: 'Bu hadîs her ne kadar zayıfsa da Beyhakî, birçok sahabîden bunun
mânâsını nakletmiştir'.
Ubey b. Ka'b, Abdullah
b. Mes'ud ve Abdullah b. Abbas'tan rivayet edildiğine göre, onlar, borç verene
herhangibir menfaat sağlayan borçtan nehyetmişlerdir.[9]
Bu sözün, mânâsı
şudur: Borç, borç isteyene yardım olarak verilir ve verilen miktar üzerinde
kaimdir. Bu bakımdan verilen borç, borç verene herhangibir menfaat sağlamak
şartıyla verilirse, akdin amacı ve mânâsından uzaklaşılmış olur. Bu nedenle de
akid sahih olmaz. Hz. Peygamber
şöyle buyurmuştur:
Selef ile alışveriş
bir arada olmaz.[10] . .
Yani bir taraftan borç
verip diğer taraftan kendine menfaat sağlayan herhangibir şart koşmak sahih
olmaz.
Daha önce borcu tarif
ederken Hicaz lehçesinde borca selef dendiğini söylemiştik. Akdin fâsid
olması, onun tamamen bâtıl olması demektir. Bu durumdaki borç akdinin üzerine
herhangibir eser terettüb etmez.
Şart Koşulmayan Fazlalık ve Menfaat
Borç alan kişi borcunu
öderken kendiliğinden fazla olarak öderse veya borç veren kişiye bir hediye
verirse, o memlekette de böyle bir âdet yoksa, bunun ödemeden önce mi sonra mı
olduğuna bakılır. Eğer ödemeden önce ise ondan kaçınmak gerekir. Ancak o
kişiler arasında. borçtan önce hediyeleşmek âdeti varsa, alınabilir.
Enes'ten şöyle rivayet
ediliyor: Bir kişi Hz. Peygamber'e şöyle sordu:
- Bazılarımız bir
müslüman kardeşine borç veriyor. O da ona bir hediye getiriyor. Bu duruma ne
dersiniz?
Hz Peygamber efendimiz
şöyle buyurdular:
Herhangi biriniz borç
verir de borç alan kişi ona bir hediye getirirse veya bineğine bindirmek
isterse, ne o hediyeyi kabul etsin, ne de bineğine binsin. Ancak aralarında
eskiden beri hediyeleşme ve ikramda bulunma varsa, durum değişir.[11]
Eğer borçlu borcunu
ödedikten sonra borç aldığı kişiye bir hediye götürürse veya başka bir ikranida
bulunursa, o hediyeyi veya ikramı kabul etmekte" sakınca yoktur. Çünkü
borcun hükmü, ödenmek suretiyle ortadan kalkmıştır. Hatta şart olmaksızın,
borçlunun alacaklıya bir hediye vermesi, ikramda bulunması veya borcunu
fazlasıyla ödemesi müstehab-dır; Hz. Peygamber'in fiiline ittiba etmektir. Zira
Hz. Peygamber, borcun güzel bir şekilde ödenmesini emretmiştir. Bu da güzel bir
şekilde ödeme kapsamına girer. -
Cabir b. Abdullah
şöyle rivayet ediyor: 'Benim Hz. Peygamber'de bir alacağım vardı. Bana
alacağımı verdiği gibi fazlasını da verdi'.[12]
Daha önce de Hz.
Peygamber'in kendisinden alacaklı olan kişiye, devesinden daha güzel bir deve
verdiğini ve 'İnsanların en hayırlısı, borcunu en güzel şekilde ödeyenidir'
buyurduğunu nakletmiştik.
Fakat borç veren kişi,
borç verdiği kişiden bir menfaat almakla şöhret bulmuşsa veya o borçlu borcunu
fazlasıyla ödemekle meşhur olmuşsa, en güzel görüşe göre borçtan fazlasını
kabul etmek mekruhtur. Çünkü bunların bilinmesi, şart koşulması gibidir.
2. Akdi ifsad etmeyen, fakat mânâsız kılan
şartlar.
Bunlar akidle ilgili
bulunmayan ve akid yapanlara menfaat sağlamayan veya borç alana menfaat
sağlayan şartlardır. Meselâ kişi sıhhaüi mal yerine ayıplı mal vermeyi veya güzel
yerine çirkini vermeyi şart koşarsa veya 'Ben sana başkasına borç vermen
şartıyla bu borcu veriyorum' gibi şartlar koşarsa, bu şartlar mülgadır; yerine
getirilmesi gerekmez. En sahih görüşe göre bu tür şartlar akdi bozmaz, çünkü
burada menfaat sağlamak sözkonusu değil, akdin konusu olan şefkati, yardımı
tehir etme sözkonu-sudur. Burada borç verenin değil, borç alanın menfaati
vardır. Bu ise borç verenin, borç isteyen kişiye daha fazla şefkat göstermesi
ve yardım etmesidir.
Borç veren kişinin,
dilediği zaman alacağını isteme hakkına sahip olduğunu söylemiştik. Borcun ne
zaman ödeneceği tayin ediimiş olsa bile, ona uyulması gerekmez; zaman şartı
mülga, kabul edilir. Eğer zaman şartı koşmakta borç verenin bir amacı (ard
niyeti) varsa, meselâ tayin edilen o zamanda mallar talan ediliyorsa, akid
fasiddir. Çünkü bu, şart koşmak gibidir. Eğer zaman tayin etmede borç verenin
bir amacı yoksa, akid fâsid olmaz. Mecburiyet olmamakla beraber tayin edilen
zamana kadar alacağını istememek mendubdur. Çünkü bu, ihsan etmeyi va'detmek
anlamına gelir.
3. Yerine getirilmesi gereken şartlar.
Bunlar akdi
kuvvetlendiren, hakları garanti altına alan şartlardır. Meselâ borç veren
kişinin, verdiği mal karşılığında rehin istemesi veya akdin yazılmasını
istemesi caizdir. Bunlar borç veren kişinin hakkıdır. Bu şartlarda bir menfaat
sağlama sözkonusu değildir, çünkü bu tür şartlar, akdi vesikalandırmakür.
Enes'ten şöyle rivayet
edilmiştir: 'Hz. Peygamber, Medine'de kaftanını bir yahudiye rehin bırakarak ondan
ailesi için arpa aldı'.1
[1] İbn Mâce/2426
[2] İbn Mâce/2430, İbn Hibban/1115
[3] Buhari/2257
[4] Buharî/2310, Müslim/2580
[5] Müslim/2699
[6] İbn Mâce/2431
[7] Müslim/1600, Buharî/2183
[8] Taberanî, Mucem'il-Kebir. (Bkz. Suyûtî,
el-Câmi'us-Sagîr)
[9] el-Mühezzeb
[10] Hâkim, Müstedrek, 11/17; Ibn Hibban, Zcvaid, (Abdullah
b. Amr'dan)
[11] İbn Mâce/2342
[12] Buharî/2264, Müslim