343-
MARUFUEMREDENVEMÜNKERDEN
NEHYEDENKİŞİLERDEBULUNMASI
GEREKENŞARTLAR:
Yukarda, fıkıh
bilginlerinin çoğunluğunca benimsenen görüş uyarınca, “marufu emir ve münkerden
nehiy” görevinin belirli bir topluluğa değil, İslam ümmetinin bütün fertlerine
vacib olduğunu gördük. Böyle olmakla beraber, İslam hukukçuları, “marufu
emredip münkerden nehyeden” kimselerde bulunması gereken şartlar tesbit etmişlerdir.
Şartlardan bir kısmı, bu vazifenin tabiatını ve İslam Hukuku’nun genel
prensiplerini ilgilendirir. Bu şartlardan bir kısmı ittifakla
BİRİNCİŞART:
TEKLİF
Marufu emr ve münkerden
nehyedecek kişinin “mükellef” olması şarttır. İdraki tam olup, seçebilme
yetenekleri haiz olması gerekir. Emir ve nehyin “vacib” oluşundaki esasa dikkat
edildiğinde, bu şartın gerekliliği kendiliğinden ortaya çıkar, Zira bir “vacib”
i yerine getirmemek, onu yapmayana mesuliyet yükler. Kaldı ki, İslam Hukuku’nun
genel prensipleri uyarınca, “mükelef” olmayan kimseye sorumluluk yüklenemez.
Şu halde, marufu emir ve
münkerden nehiy vecibesi, vucub bakımından yalnız mükeleflere ait bir
vazifedir.
Marufu emir ve münkerden
nehiy vazifesini vacib olarak
(8)
İhya’u ulum’ud-din C:2, S: 14
(9)
İhya’u ulum’ud-din C: 2, S: 15.
İKİNCİŞART:İMAN
Marufu emredip münkerden nehyedecek
kişinin islam dinine inanmış bir mü’min olması gerekir. Çünkü, marufu emir ve
münkerden nehiy vecibesi yalnız ve yalnız müslüman kişinin borcudur. Müslüman
olmayan kimselere gelince, onlar böyle bir sorumluluk yüklenemezler, bu
vecibeden sorumlu tutulamazlar.
Bu şartın ortaya konulmasıyla,
müslüman olmayanların, diledikleri inancı seçmek konusunda, tam bir hürriyet
içinde bulunmaları dikkate alınmış olabilir. Veya, inançlarına muhalif bir
dini, zorla
Bakara suresinde Yüce Allah
“dinde zorlama yoktur” buyurmaktadır.
Şu halde inanç hürriyetinin
teminat altına alınması gayesiyle, İslam hukuku, marufu emr ve münkerden nehy
görevini sadece müslümanlara yüklemiş, müslüman olmayanları ise muaf tutmuştur.
ÜÇÜNCÜŞART:İKTİDAR(GÜÇLÜOLMA)
Marufu emr ve münkerden
nehyedecek kişinin, emr ve nehy gücüne sahip ve kötülükleri değiştirecek
kudrette olması gerekir.
Yani kötülüklerden nefret
edip bunları kalben reddetmesi ve kötülük işleyenlerle ilişkilerini kesmesi
gerekir.
Vacibin sakıt olması için
aczin sadece “hissi” olması yeterli değildir. Acz hissiyle beraber, bir
kötüüğün veya fenalığın kendisine ilişmesinden korkması veya nehyetme halinde,
muhataptan kendisine dokunması muhtemel kötülüklerden de endişe duyması
gerektir. Bu gibi hallerde “vacib” mükellefiyeti ortadan kalkar. Bir kimse,
emir ve yasaklamasının hiçbir fayda getirmeyeceğini ve bunları söylemesi
halinde “döğülmek” ihtimali bulunduğunu sezerse “marufu emir ve münkeri nehy” vecibesi düşer. Ancak o kişinin, işlenen
fiilden “nefret” etmesi ve kalben ona “karşı” olması, suçlu ile alakasını
keserek kötü yerlerde bulunmaması gerekir. Bir görevde bulunan kişinin kötülüğe
karşı çıkması halinde bu davranışı makamının elinden gitmesine veya yerinden
alınıp daha kötü birisinin oraya getirilmesine sebeb olması halinde de
sorumluluk sakıt olmaz. Bir kötülükten nehyetmenin aynı derecede bir başka
kötülüğü doğurma ihtimali varsa, kişi, bu takdirde muhayyerdir. İsterse söz
konusu kötülüğü meneder, isterse hiç karışmaz. Bu, kişinin kendi içtihadına,
yapacağı değerlendirmeye göre tayin edilir. Ancak bir kötülüğün izalesi, ondan
çok daha büyük bir kötlüğün ortaya çıkmasına sebeb olacaksa, bu durumda vacib
sakıt olur. Hatta böyle hallerde, “münkerde nehy” vazifesini yapmamak değil,
yapmak haram olur.
Bir örnek verelim: Aslında
helal olan ancak bir haram iliştiği için harama dönüşen içki dolu bir şişe
bulunan birinin, elindeki içki şişesini kırma halinde o kişinin daha fazla içki
içmesini muhtemel gören kimsenin içki dolu şişeyi dökmesi daha kötü bir
harekete vesile olması nedeniyle manasız bir hareket olur.
Buna benzer bir hadise İbn
Teymiye’nin başından geçmiştir: İbn Teymiye zamanında, Tatar istilası, İslam
dünyasının her tarafına yayılır. İbn Teymiye ve arkadaşları kalabalık bir
grubun topluca içki içtiğini görürler. İbn Teymiye’nin yanında bulunanlar, bu
kalabalığı dağıtmak ve içki içmelerine engel olmak isterlerse de, İbn Teymiye,
arkadaşlarına engel olur ve der ki:
“Allah, içkiyi, insanı zikrullahtan menettiği veya ibadetten
alakoyduğu için haram kılmıştır. Bu adamlar ise ancak içki içtikleri zaman
insanları öldürmüyor ve milletin malını yağma etmiyorlar. Binanaleyh halkı
öldürüp mallarını yağma etmelerindense içki içmeleri daha iyidir. Onları
içkileriyle başbaşa bırakınız.”10
Marufu emr ve münkeri nehiy
vazifesi ifa edildiği zaman hiçbir fayda sağlanamayacağı düşünülerek korkudan
değil de nefretten dolayı emir ve nehye yeltenilmezse, bu takdirde, kişiye,
emir ve nehiy görevi terettüb etmez.11 Çünkü bu gibi hallerde, emir
ve nehiy vecibesi, fayda sağlamaz. Sadece İslami duyguların izhar edilmesi ve
dinin emirlerini insanlara hatırlatmanın bir görev olduğunun gösterilmesi için
bu vazifeyi yerine getirmek, iyi bir davranış olur.12
Bir kimse, bir kötülüğü
ortadan kaldıracağına, buna gücünün yeteceğine, ama bu takdirde yeni bir
kötülükle yüzyüze geleceğine inanırsa, ona, “kötülüğü ortadan kaldırma” görevi
terettüb etmez. Ancak bunu, “görev” olarak değil, “iyi bir davranış” olarak
yapması gerekir.13 Mesela bir oyun aletini kırmaya veya içki kabını
boşaltmaya gücü yeten birisi, bunları yaptığı takdirde dövüleceğine inanırsa,
bu tür kötülüklere engel olması kendisine vacib değildir. Ancak böyle bir
hareket “Allah’a yaklaştıran faydalı bir davranış” olma yönüyle, mustehabdır.
(10)
İlam’ul-Muvakkir C:3, S: 28. İhya C: 2, S: 26 ve devamı Mecmuat’ur-Resaıl İbn-i
Teymiye S: 67-68.
(11)İhya
C:2, S: 26.
(12)
Bir kısmı bu durumda vacibin sakıt olmayacağı görüşündedirler. Bakınız
Esna’el-İbn-i Temiye C:4, S: 180.
(13)
İhya C:2, S: 26.
İlmi acizlik de, hissi
acizliğe bağlıdır. Binaenaleyh bilgisiz birisine, çok açık hükümler dışında,
“marufu emir ve münkerden nehy” vecibesi terettüp etmez. İçki, zina hırsızlık
ve namazı terk gibi konularda bu görevi yerine getirmesi normaldir. Bunun
dışındaki hallerde ise, onların hakikat ve derinliği bilmekten aciz olduğundan,
kendisine emri ve nehiy vecibesi terettüb etmez. Eğer ona, bu konuda, bir
“sorumluluk” yüklenecek olursa, meydana gelecek “kötülük” ler, “iyilik” lerden
daha fazla olacaktır.”14
“Emri maruf ve nehyi
münker” vazifesinin ortadan kalkması için acizlik ve benzer durumların kesin
bir bilgi şeklinde belirmesi şart değildir. Kuvvetli tahmin veya “zann-i galib”
de, aynı derecede, yeterlidir. Çünkü bu gibi hallerde “kuvvetli tahmin ve
“zann-ı galib”, ilim ve bilgi manasına gelir. Bir kimse, “münkerden nehiy”
görevini ifa etmenin hiçbir fayda sağlamayacağını, kesin olarak, tahmin veya
zannederse, bu görev kendisine vacib omaz. Bir kötülüğe duçar olacağını zanneden
kimseye de vacib değildir. Ama böyle bir “zann” yoksa, vacibtir. Kötülüğün
gelip gelmiyeceğini, kesin olarak anlayamaz ve kestiremezse, bu durumda, “şüphe”
söz konusudur. Şüphe ise “vacib” i iskat etmez.15
(14)
İhya C: 2, S: 28 Kefsir’ul-Menar C:4, S: 34.
(15)
İhya C: 5, S: 28-29.
DÖRDÜNCÜŞART:ADALET:
Bazı İslam Hukuku
bilginleri, “marufu emir ve münkerden nahy”
“Siz
insanlara iyiliği emreder de kendinizi unutur musunuz?” (Bakara: 2/44)
“Ey
iman edenler!Niçin yapmayacağnız şeyleri söylüyorsunuz?Yapmayacağınız şeyleri
söylemeniz, Allah katında, çok büyük bir günahtır.” (Saf: 61/4)
Onlara göre, başkalarını
hidayete getirmek, kişinin kendisini doğru yola sevketmesinin bir bölümüdür. Başkalarının
düzeltmek, kişinin doğru yolda olmasının neticesidir. Nefsini islahtan aciz
olan kişinin, başkalarını islah konusunda, çok daha aciz oması normaldir.
Şu kadar var ki, İslam
hukukunda kuvvetli görüş, uyarınca “fasık” bile olsa, herkesin, marufu emredip
münkeri yasaklaması gerekir. Yani marufi emir ve münkerden
nehyeden kişinin her türlü
günahtan arınmış olması şart değildir. Zira böyle bir şartın öne sürülmesi, marufi emir ve
munkerden nehiy görevinin ifası konusunda, bütün açık kapıları
kapamak demek olacaktır. Bunun için
Said İbn Zubeyr der ki:
Aslında fasık, günah işlemekle
fasık olur. Yani yasakları ihlal ve vacibeleri terketmekle...
Birinci gruptaki fukaha
tarafından delil olarak gösterilen her
iki ayette, fasığın, “marufu emir ve münkerden nehiy’ vazifesinden
alıkonulacağını belirten bir nokta yoktur. Söz konusu ayet, başkalarına marufu
emrettiği halde onu yapmayan ve yasakladığı şeyleri işleyen kişileri kınamak
için gelmiştir. Bu ayetle insanın, söz ve davranışlarını kontrol etmesi
gerektiği, ancak böylece sözünün etkili olup beklenen neticeyi verebileceği
anlatılmaktadır.16
(16)
İhya C: 2. S: 15-17 Keşşaf C: 1, S: 319. Ahkam’ul-Kur’na, Cessas C:2, S: 33.
BEŞİNCİŞART:İZİN
Bazı hukukçular, marufu
emir ve münkerden nehyedecek kişi Devlet Resi veya imam tarafından, bu hususta
izin verilmesini şart koşmaktadırlar. Çünkü imam veya devlet reisi, mezkur görevi
yerine geticek kişiyi seçebilecek mevkide bulunmaktadır.
Söz konsu ayetlere göre,
bir kötülükle karşılaşan onu görmezlikten gelen veya susan kimse “asi” olur. Bu
ayeti celileler, her ferdin, nerede ve nasıl olursa olsun, bütün kötülüklere
karşı koymasını emreder. “Devlet yöneticileri tarafında bir kişinin bu
vazifeyle mükelef kılınması ve bunun dışında kalanların onu yerine
getirmemeleri gerektiği” konusundaki görüşler asılsızdır. Kaldı ki, imam ve
yöneticilere karşı da, marufu emir ve münkerden nehiy vazifesi yapılması
gerekenlerde bu görevi yapacak olanları seçmesi şartı veya izni aranabilir?
Bu son görüş, pratikte her
zaman yürürlükte olandır. Hatta halife ve valilerce “marufu emir ve münkerden
nehiy” için belli kişilerin tahsis edildiği zamanlarda bile, tatbikat, bu son
görüş doğrultusundadır. Zira yöneticilerin bu hususta bazı kimselere yetki
vermesi, islam ümmetinden herhangi bir kişinin mezkur vecibeyi yerine
getirmesini önlemez. Hatta geçmiş asırlarda öyle dönemler olmuştur ki; bazı
fertler, vali ve halifelerin karşısına dikilerek onlara marufu emredip münkeri
yasaklamışlardır. O zatlar, kötülükleri kendi elleriye ortadan kaldırmak için
çırpınıyorlardı. Ve hiçbir vali veya halife, davranışlarından onarı
suçlayamıyor, hatalı olduklarını söylemek cesaretini gösteremiyordu.17
(17)
Tefsir’ul Mişinar C: 4. S: 33 ve devamı İhya C: 2, S: 19 ve devamı
Ahkam’ul-Kur’an Cessas C: 2, S: 22 El-Bahrür-Raik C: 5, S: 45 Esna’el-Metalib
C: 4, S: 179 ve devamı Mevahib’ul Celil C: 3, S: 349. El-Keşşaf C:1. S: 319.