IV
YAŞ KÜÇÜKLÜĞÜ
429-GİRİŞ
Küçüklerle
büyükler arasında, cezai sorumluluk bakımından tam bir ayırım gözetmiş olan yegane hukuk nizamı İslam hukuku’dur. Hukuk sistemleri içerisinde,
kurulduğu günden bugüne kadar asla değişmeyen
genel prensipler koyan ve bu prenspileri ilk defa çocuklar için sorumluluk
konusu yapan da yine İslam hukukudur. Üzerinden onüç şu
kadar asır geçmiş olmasına rağmen, çocukların sorumluluğu konusunda
getirdiği genel prensiler çağdaş sistemler içerisinde “en yeni
ilkeler” şeklinde değerlendirilmektedir.
Beşeri hukuk ancak Fransız İhtilali’nden sonra İslam hukukunun çocuklar için
koyduğu sorumluluk prensiplerini benimsemeye başlamıştır. Daha sonra tıp ve psikoloji ilimlerinin gelişmesiyle
etkilenerek bu prensipler daha da ilerlemiş ve
gelişmiştir. Beşeri hukuk bunca gelişmeler kaydetmiş olmasına rağmen İslam hukukunun başlangıç
noktasına henüz gelebilmiş değildir.
Biz
İslam hukukunun getirdiği hükümlerin önemini ancak bu hukukun indiği dönemde
yürürlükte olan klasik hukuk sistemlerinin çocuklarla ilgili hükümlerini
öğrendiğimiz zaman kavrayabiliriz. İslam hukukunun geldiği dönemlerde geçerli
olan en önemli hukuk sistemi Roma hukukuydu. Ki Roma hukuku modern Avrupa
hukukunun temelidir. Aslında Roma hukuku; beşeri
hukukun en gelişmiş ve ileri sistemine sahip
olmalıydı. Ne var ki, çocuklar ve büyükler arasındaki ayırım açısından Roma
hukuku da diğer hukuk istemlerinden farklı değildir. Roma hukuku yedi yaşındaki çocuklarla daha ileri yaştakileri birbirinden
ayırmaktadır. Yedi yaşını aşmış çocukları cezai sorumluluk yüklemez. Ancak başkasına
zarar vermek niyetiyle suç işleme durumu bu ilkenin dışındadır. Bu durumda, çocuk, işlediği fiil sebebiyle cezai
yönen sorumlu olur. Nerede Roma hukukunun bütünüyle kabul ettiği şu birkaç maddelik görüş, nerede İslam hukukunun
getirdiği hükümler sistemi...
430-
KÜÇÜKLÜK VE CEZAİ SORUMLULUK
Daha önce de
belirttiğimiz gibi İslam hukukunun cezai sorumluluk ilkeleri iki temele dayanır;
idrak ve ihtiyar... O halde, insanın doğuşundan,
idrak ve ihtiyar melekelerinin olgunlaşmasına
kadar geçen zaman içinde katettiği aşamalara
göre, cezai sorumluluk açısından, çocuğun uyması gereken hükümler de değişir.
Yeni doğan çocuk, tabii olarak idrak ve ihtiyar gücünden yoksundur. Daha sonra,
organik gelişmeyle
birlikte bu yetenekler de olgunlaşmaya
başlar.
Aradan zaman geçince, idrak gücü henüz zayıf olmakla beraber,belirli noktalar
dahilinde anlayış
gücü oluşmaya
baylar. İnsanın akli gelişmesine
paralel olarak melekelerinin gelişmesi
de sürüp gider. İşte
cezai sorumluluk prensipleri insan idrakinin oluşması
konusunda katedilen bu merhalelere göre konulur. İdrakin bulunmadığı dönemlerde
cezai sorumluluk yoktur. İdrakin zayıf oduğu dönemlerde bu sorumluluk cezai
olmaktan çok uslandırıcı niteliktedir. Olgunluk devresinde ise insan cezai
sorumluluğa muhatabtır.
Burada da
anlaşılıyor
ki, insanın doğumundan büluğ çağına, yani erginlik dönemine erişinceye
kadar geçmek zorunda olduğu merhaleler üçtür:
a) İdrakin
bulunmadığı dönemler. Bu merhalede insan “gayri mümeyyiz çocuk” adını alır.
b) İdrakin
zayıf olduğu dönemler: İnsanın “mümeyyiz çocuk” olduğu devir.
c) Tam idrake
erdiği dönem... Erginlik çağı.
431-
BİRİNCİ MERHALE:
İDRAKİN
BULUNMADIĞI DÖNEM
Çocuğun
doğumundan başlayarak
yedi yaşına
gelinceye kadar süren dönemdir. Hududu konusunda ittifak vardır. İdrak
faktörünün bulunmadığı bu dönemde, çocuk, “gayri mümeyyiz” dir. Aslında “temyiz
kabiliyeti” için belirli bir yaş
yoktur. Çünkü temyiz kabiliyeti çocukta bazan yedi yaşından
önce geliştiği
halde, bazan daha ileri yaşlarda
bile gelişme
imkanı bulamaz. Tabiatı itibarıyle bu kişilere
ve toplumlara göre değişir.
Sıhhi ve akli kabiliyetlerine göre farklılık gösterir. Ancak İslam hukukçuları
tamyiz merhalelerini yani idrak dönemini yıllarla sınırlandırmışlar,
çocuklarda genellikle geçerli olan hal dikkate alınarak hepsi için ortalama bir
hüküm elde etmişlerdir.
Hükümler arasında değişiklik
ve çelişki
olmaması için de böyle bir sınırlandırma zorunludur. Temyiz kabiliyeti belirli
yaşla
kayıtlı olduğuna göre, hakim,
şartın
gerçekleşip
gerçekleşmediğini
kolaylıkla anlayabilir. Çünkü yaş
şartı
anlaşılabilen
ve bilinmesi kolay olan bir
şarttır.
Çocuk; yedi
yaşına
basmadığı sürece temyiz kabiliyeti açısından yedi yaşında
olanlardan daha “mümeyyiz” olsa da yine “gayri mümeyyiz” sayılır. Çünkü hüküm
çoğunluğa göre verilir. Çoğunluğun hükmü ise yedi yaşına
girmeden önce temyiz kabiliyetinin bulunmayacağı
şeklindedir
ve bu konuda oybirliği vardır.
Şu
halde, çocuk, yedi yaşına
girmeden önce herhangi bir suç işlerse;
ne ceza, ne de uslandırma yönünden bir soruşturma
muhatab olur. Haddi gerektiren fiillerde had uygulanmaz. Başkasını
öldürür veya yaralarsa kısas veya tazir cezası verilemez.
Ancak,
çocuğun cezai sorumluluktan muaf tutulması işlediği
her suçtan dolayı medeni yönden de muaf tutulmasını gerektirmez. Başkasının
malına muaf tutulmasını geretirmez. Başkasının
malına veya hayatına verdiği zararı kendi malından tazmin etmek zorundadır.
Ayrıca temyiz yeteneğinin bulumaması cezai sorumlulğu ortaan kaldırsa da medeni
hukuk açısından sorumluluk devam eder. Çünkü İslam hukukunun temel kaidesi
şudur:
Kan vemal
masundur (dokunulmazlığı vardır), bunlar hiçbir zaman mubah olamaz. Ve meşru
mazeretler bu masuniyeti ortadan kaldırmaz. Yani mazeretlerin meşruluğu
cezayı ortadan kaldırabilir ama “tazminat prensibini etkilemez.
432-
İKİNCİ MERHALE:
İDRAKİN
ZAYIF OLDUĞU DÖNEM
Bu dönem
çocuğun yedi yaşına
ayak basmasıyla başlar
ve büluğa ermesiyle son bulur. İslam hukukçuları “büluğ yaşı”
olarak genellikle 15 yaş
üzerinde dururlar.
Onbeşine
basan çocuk, fiilen olmasa bile “hükmen baliğ” sayılır.
İmam Azam Ebu
Hanife büluğ yaşını
şahsen
18 olarak kabul eder. Bir başka
habere göre ise bu yaş
erkekler için 19, kadınlar için 17’dir. Maliki mezhebinin meşhur
görüşü
Ebu Hanife’nin yukardaki düşüncesine
uymaktadır. Onlar da büluğ yaşını
genillikle 18 bazıları 19 olarak kabul eder.
Bu dönemde
“mümeyyiz” adını alan çocuk, eşlediği
suçlardan dolayı cezai sorumluluğa muhatab olmaz. Mesela hırsızlık yaparsa “had”
vurulmaz. Zina ederse ceza verilmez. Öldürme ve yaralama olaylarında “kısas”
uygulamaz. Fakat “te’dib sorumluluğu” adı verilen mesuliyete muhatabtır. Yani işlediği
suçlardan dolayı kendisine “te’dib cezası” verilir. Te’dib her ne kadar bir
“ceza” anlamı taşıyorsa
da hukuki anlamda bir ceza olmayıp “uslandırıcı ceza” niteliğindedir. Bir
cezanın “te’dib cezası” olarak kabul edilebilmesi için, te’dib sürekli olarak
tekrarlansa da, çocuğun bahis konusu suça alışkın
olmaması gerekir. Ve ona “tevbih” ve “dövme” gibi “te’dib” ten başka
“tazir” cezacı verilemez.
Mümeyyiz
çocuk yukarda sözünü ettiğimiz nedenlerden dolayı işlediği
fiiller vesilesiyle her ne kadar cezai sorumluluğa muhatab değlise de medeni
hukuk açısından mesuldur.
433-
ÜÇÜNCÜ MERHALE:
TAM İDRAK
DÖNEMİ
Tam idrak
dönemi, çocuğun erginlik çağına girdiği andır. Yani bütün fakihlerce erginlik yaşı
olarak kabul edilen 15 yaşına
veya Ebu Hanife ile Maliki mezhebinin meşhur
imamlarına göre 18 yaşına
erdiğinde başlar.
Bu merhalede insan, ne türden olursa olsun işlediği
suçtan dolayı cezai sorumluluğa muhatabtır.
Şu
halde zina eder veya hırsızlık yaparsa kendisine had uygulanır. Öldürme ve
yaralama olaylarında kısas tatbik edilir, her nevi tazir cezası uygulanır.
434- BÜLUĞ
YAŞININ
SINIRLANDIRILMASI
KONUSUDA
İSLAM HUKUKÇULARININ
DEĞİŞİK
FİKİRLERİ BENİMSEMELERİNİN
NEDENİ
Aslında İslam
hukukçularının “büluğ yaşı”
nı tahdid konusundaki görüşleri
Rasulullah (s.a.v.) ın
şu
hadis-i
şeriflerine
dayanır:
Üç
şeyden
kalem kalkmıştır:
İtham oluncaya kadar çocuktan, uykudan uyanıncaya kadar kişiden,
aklı başına
gelinceye kadar deliden.
“ihtilam
oluncaya kadar çocuktan kalemin kalkması ilahi hitaba erişebilmek
için “ihtilam”
şartının
konulmuş
olduğunu gösterir. Aslında “ilahi hitab” a, insan, “büluğ” la erişir.
“Büluğ” ise, hadise göre “ihtilam” la gerçekleşir.
Çünkü “büluğ” ve “idrak” kişinin
olgunlaşmasına
işarettir.
Bu ise “güç” ve “kudret” in gelişmesi,
insanın kendi organlarını normal
şekilde
kullanabilecek bir düzeye erişmesi
demektir ki, ihtilam görmekle kesinleşir.
Madem ki,
“büluğ” a ermek “ihtilam” görmektir, o halde çocuğun “baliğ” olup olmadığı “gece
rüya görmek” le “inzal” la anlaşılabilir.
Kızların buluğu da “hayız” ve “ihtilam” la bilinir. Ve bu işaretler,
yaş
açısıdan bazan erken, bazan da daha geç belirir.
İslam
hukukçuları büluğ işaretlerini
inceleyerek erkek ve kız çocuklarında onbeş
yaşı
-ortalama- büluğ yaşı
için ölçü almışlardır.
İnsan varlığı için en büyük faktörün “akıl” luşunu
esas kabul etmişlerdir.
Sorumluluğun dayanağı, hükümlerin temeli akıl’dır. İslam yasasına göre büluğ
şartının
“ihtilam” la sanırlandırılması, aklın kemaline ihtilamın delil olması
yönündendir. İhtilam olayı genellikle onbeş
yaşını
geçmez. Bu yaşa
kadar ihtilam olmayan insan, yaratılışındaki
bir eksiklik veya fazlalık nedeniyle “hasta” sayılır. Organik yönden mevcut olan
bir eksiklik “akli eksikliği” gerektirmez. Çünkü insan vücudu her an için dış
etkenlerden zarar görebilir. Fakat akıl böyle değildir. Demek oluyor ki, kişinin
“yükümlü” sayılmasına başlangıç
olarak aklın gelişme
dönemi olan “büluğ çağı” alınmıştır.
“Büluğ çağı”
için 18 veya 19 yaşını
ölçü alanlara göre İslam
şeriatı,
“hüküm” ve “hitab” “ihtilam” a bağlamıştır.
Demek ki, hüküm ihtilam’a dayanmaktadır. İhtilamın henüz mevcut olmadığı
konusunda kesin bilgi bulunmadıkça veya varlığından tamamen ümit kesilmedikçe
“hüküm” ortadan kalkmaz. İhtilam’dan ancak 18 ve 19 yaşlarında
ümit kesilebilir. Çünkü bu yaşlar,
herkesin ihtilam olduğu dönemlerdir.
Şu
halde, onsekiz veya ondokuzuna basmış
bir gencin, her türlü ihtimale birlikte, ihtilam olmayışına
bakarak kesin bir hükmün ortadan kaldırılması söz konusu değildir. Yani bir
gencin onsekiz ve ondokuzuna kadar ihtilam olma “ihtimal” i bulunduğundan hüküm
konusuda bu yaşı
beklemek gerekir. Onbeşinde
ihtilam olmayan bir çocuktan onsekiz veya ondokuz yaşına
kadar ümit kesmek doğru olmaz.
Şu
halde, onbeşine
kadar kesin olarak ihtilam görmeyen çocuktan, (her ihtilam olma ümidi devam
ettiği için) yükümlülük” kalkmaz. Onsekiz veya ondokuzundan sonrası için durum
farklıdır. Yani bu yaşlardan
sonra “ihtilam olma” ihtimali azalır ve artık “ümit”ten bahsedilemez.160
(160)
Bedai’üs-Sanai C: 7, S: 171-172.
Yukarda
açıkladığmız hususlardan anlaşılıyor
ki, birinci görüşü
benimseyenler, “erginlik” işaretlerinin
genellikle onbeş
yaşında
belirdiğini ileri sürerek bu yaşı
herkes için bir “ölçü” “had” saymaktadır. İkinci gurup ise erginlik işaretlerinin
onbeşinden
sonraya kalabileceğini, hatta onsekiz ve ondokuzuncu yaşlarda
da meydana çıkarabileceğini ileri sürerek son erginlik işaretlerinin
belirdiği döneme kadar “büluğ çağı” nı uzatmayı uygun görmüştür.
Ebu Hanife’ye göre,
Şer’i
kurallar bu doğrultuda cereyan eder.
Şöyle
ki:Yaşlı
kadınlar için “hayız” hükmü uygulanır. İsterse hayızdan kesilmiş
olsun... Hayız görme ihtimalini bir süre daha dikkate almak gerekir. Keza
“iktidarsız” erkekle karısı konusunda, senenin çeşitli
dönemlernide onunla birleşmesi
“ihtimal” i olduğu sürece “boşama”
kararı verilemez. İktidarsızlık bir yıl devam ederse bu takdirde ümit kesilir ve
“ayrılma” kararı verilir. Allah’ın, kafirleri İslama davet konusundaki emirleri
de böyledir. Kafirler İslamı kabule çağırılacak, bundan ümit kesilinceye kadar
çalışılacaktır.
“Ümit” olduğu sürece onların öldürülmesi uygun değildir.
435-
MÜMEYYİZ OLMAYAN ÇOCUĞUN CEZASI
Yukarda
belirttiğimiz gibi “gayri mümeyyiz” çocukların cezası, bütünüyle “uslandırıcı”
nitelikte cezalardır. Yani bildiğimiz cezalardan değilir. Çünkü çocuk
cezalandırılamaz. Fakat İslam hukuku çocukların uslandırılması konusuda
uygulanabilecek cezaların tümünü belirtmemiş,
bunları yöneticilere bırakmıştır.
Yöneticiler uygun gördükleri uslandırma biçimlerinden birisini seçebilirler.
İslam hukukçuları sadece “ihtar” ve “dövme” nin karşılığında
“te’dib” cezası verileceği kanısındadırlar.
Uslandırıcı
cezaların yöneticilerin “takdir” ine bırakılması ile her zaman ve mekana göre
çocukların
şartlarına
uygun cezanın seçilmesi imkanı doğmaktadır.
Şu
halde, iktidarda bulunanlar “tedib” cezası olarak “ihtar”, “dövme” veya
“herhangi birisine teslim etmek” gibi cezalar verebilirler. Çocuğu “ıslahevi” ne
veya benzeri uslandırıcı ve eğitici nitelikteki cezaları uygulayabilir;
böylelikle içinde yaşadıkları
ortamdan uzaklaştırmaya
sağlayabilirler.
Bu tür
cezaların “uslandırıcı” yönüne ağırlık verilerek “cezai” nitelikte sayılmaması,
büluğa erdikten sonra çocuğun o suçtan dolayı cezalandırılmamasını gerektirir.
Bu tedbir, daha önce, bilmeyerek işlediği
herhangi bir suç nedeniyle cezalandırılarak normal hayat yolunu çizmesinin
önlenmesine engel olur. Ve geçmişi
unutma imkanı sağlar.
436- BEŞERİ
HUKUK VE ÇOCUKLAR
Genellikle beşeri
hukuk, çocukların sorumluluğu meselesinin yaşa
göre değişmesini
benimseyerek islam hukukunu izlemektedir. Beşeri
hukukta geçerli olan kural, olayları çocukların yaşına
göre türlere ayırmaktır. Bu durumda her dönemi kesin ve ince çizgileriyle ayırma
imkanı yoksa da birbirinden farklı özelliklerine bakarak üç ayrı dönem halinde
incelediği söylenebilir.
Birinci
dönemde çocuk henüz küçük bir yavrudur. Cezayı gerektirici eylemlerin içyüzünü
ve sonuçlarını anlamak gücünden yoksundur. Bu yüzden kendisine hiçbir
şekilde
sorumluluk yüklenmez. Mısır Ceza Kanunu bu dönemi yedi yaş
olarak sınırlandırmıştır.
İngiliz ve Hind yasaları da bu sınırlandırmayı benimsemiştir.
İtalya’da yeni yetişen
çocuk, dokuz yaşına
basıncaya kadar sorumluluğa muhatab değildir. Birçok ülkeler belirli yaşa
gelinceye dek çocuğu fiillerinden dolayı sorumlu tutmazlar. İkinci dönemde çocuk,
işlediği
fiilin sakıncalı olduğunu bilir. Fakat yaptığı hareketlerle kanun karşısındaki
durumunu anlayabilecek ve eyleminin sonuçlarını bütün incelikleriyle takdir
edebilecek bilgi ve tecrübeye sahib değildir. Bu yüzden, beşeri
hukuk bu çağdaki çocuklar için durumlarıyla uyuşan
bazı cezalar koymayı uygun görmüştür.
Bunlar ya olaylara uygun veya adi suçlara verilen “hafif” cezalardır. İkinci
dönemin son hududu, Mısır Ceza Kanununa göre 15 yaştır.
Hindistan ve Sudan yasaları 12, İngiliz ve İtalyan yasaları 15, Fransız yasaları
ise son hudud olarak 16 yaşını
kabul eder. Üçüncü dönemden çocuk “delikanlı” lık çağına ermiştir.
Kanun karşısındaki
durumunu anlayacak kapasitededir. Bu yüzden işlediği
fiillerden ötürü tamamen sorumludur ve kendisine normal cezalar uygulanır.
Sadece Mısır Ceza Kanunu gibi bazı hukuk sistemleri bu dönemde de idam ve
benzeri ağır cezalar verilmemesini prensip olarak kabul derler. Bu ayrıcalık
onyedi yaşına
ayak basmamış
olanlar için geçerlidir. Bu yaşa
girenler ise normal cezaların hepsi uygulanır161.
(161)
Bakınız: Mısır Ceza kanunu yorumları ve ayrıca ceza hukuku Ansiklopedisi C: 1,
S: 272 ve devamı Ceza kanunu
şerhi
Ahmed Saffet S: 282 ve devamı.
Çocukluk
döneminin ikinci devresini Mısır yasaları iki bölüme ayırır:
Yedi yaşına
gün almış
olup ta henüz 12 yaşını
tamamlamamış
olan çocuklara adi cezalar uygulanmaz. Bu yaştaki
çocuklara verilecek cezalarda özel amaçlar güdülür. “Ceza ermek” ten çok çocuğun
“ıslah”ı, “uslandırılması” ve “yetiştirilmesi”
gözönüne alınır. “İhtar” cezasıyla beraber islah evlerine veya bakıcılara teslim
cezası geçmemiş
olan çocuklara gelince... Burada yargıcın seçme hakkı vardır. İsterse bu
dönemdeki çocuklar için islah ve uslandırma metotlarına başvurur,
isterse normalden daha hafif cezalarla yetinir.
Beşeri
hukuk normal cezalardan ayrı hükümler uygulamyı kabul etmemekle beraber, yetişmekte
olan çocuğu, işlediği
fiillerden dolayı, cezai sorumlulukla birlikte medeni yönden de sorumlu tutar.
Yaş
ve benzeri nedenlerden dolayı cezai yönden olmasa da medeni bakımdan sorumludur.
Çünkü belli bir yaşa
erişmediğinden
cezasının bağışlanmasıyla
kendi hatalarından dolayı sebeb olduğu zararı tazmin etmesi arasında hiçbir çelişki
yoktur162.
Yukarda
açıklananlardan anlaşılıyor
ki; İslam hukukunun yetişmekte
olan nesiller için onüç yüzyıl evvel koymuş
olduğu temel prensipler modern hukukça benimsenen ve sorumluluk ilkesinin dayanağı
sayılan kuralların aynıdır. Ayrıcı, İslam Hukuku, beşeri
hukuktan çok daha üstün ve elastikidir. Bunların yanısıra, diyebiliriz ki, ilmin
buluşu
olan “ıslah ve eğitim” metotlarının hepsini destekleyici nitelikte prensipler
getirmiş,
hem kişilerin
hem de toplumun iyi yetişmesini
sağlayacak kuralları koymuştur163.
(162)
Ceza Hukuku Ansiklopedisi C: 3, S: 630.
(163) Aynı
eser.