İSLAM
HUKUKUNDAKİ CEZAİ HÜKÜMER NE
DERECE
UYGULANMAYA ELVERİŞLİDİR?
494-
İSLAM HUKUKUNUN CEZAİ HÜKÜMLERİ
VE
İSTATİKLERİ
İslam hukukundaki cezai
hükümlerin çeşitlerini ve herbirinin diğerlerinden farklı olan taraflarını ve
özeliklerini yukarda açıkladık. Ve dedik ki:İslam hukuku haddi ve kısası
gerektiren suçların cezalandırılmasında her suç için birtek mahdud ceza ve
cezalar koymak hususunda fazlasıyla hassasiyet göstermiştir ve bu cezaların
tatbikinde suçludan çok suçu nazarı itibara alır. Bu cezaların verilmesinde
hakimin yetkisini son derece daraltarak, hakimin bu konuda serbest değil bağlı
olduğunu kabul etmektedir. Binaenaleyh hakim bu cezaları istediği gibi artırıp
eksiltemez. Cezayı ağırlaştırıp hafifleştiremez. Çünkü bu cezalar önceden
takdir olunmuş cezalardır. İslam hukuku had ve kısası gerektiren suçlarda
hakimin yetkisini sınırladığı gibi, kanun koyucunun yetkisini de
sınırlandırmıştır. Kanun koyucunun bu cezaların yerine herhangi bir ceza verme
yetkisi veya cezanın tatbikatını durdurma veya af hakkı yoktur. Sadece kanun
koyucu, tazir cezalarıyla bu ağır cezaları daha da ağırlaştırabilir.
Mesela kanun koyucu, iftira suçuna elli
sopa cezası koyamaz, ama iftira suçu için konulmuş bulunan sopa cezasına ek
olarak tazminat ve hapis cezası verebilir. Vurulması gereken seksen sopanın
üzer ine daha fazla miktar ekleyerek bunu tazir cezası sayabilir. Kanun koyucu
kısas cezasının bir başka cezaya çeviremez veya diyeti azaltamaz. Anak sısas
veya diyet cezasına ek olarak sopa ve hapis yahut da diğer tazir cezaları
verebilir.
İslam hukukunun suçluyu
dikkate almayıp suça önem veriği suçlar, had kısas ve diyet cezalarını
gerektiren suçlarıdır ki bunları şöylece sıralayabiliriz:
1- Zina
2- İftira
3- İki içme
4- Hırsızlık
5- Harabe
6- İsyan
7- İrtıdat
8- Kasıtlı öldürme
9- Kasta benzer öldürme
10- Hatalı öldürme
11- Kasıtlı yaralama
12- Hatalı yaralama
Şu halde İslam hukununun
suçlunun durumunu asla dikkate almayıp suçu nazarı itibara aldığı ve ona önem
verdiği cezaların sayısı onikidir. Bunun dışındaki suçlarda hem suçlunun, hem de
suçun durumunu nazarı itibare alır.
İnsan başlangıçta İslam
hukukunun bu on iki başlık altında toplanan suçlarda şiddet gösterip, sayısı
yüzleri bulan diğer suçlarda musamahakar davranmasında ve kolaylık
göstermesindeki hikmeti anlamayabilir. Belki de bu anlayamama durumu suçların
sayısıyla ilgilidir. On iki çeşit suç var ki bunda şeriat hiçbir şeyi nazarı
itibara almıyor sadece suçu gözönünde tutuyor. Öte yandan yüzlerce suç var ki
bunları daha kolay bir yolla cezalandırıyor. Vakıa had, kısas ve diyeti gerektiren
suçların sayısı ile diğer suçların sayısı arasındaki nisbet çok azdır. Biz bu
nisbeti yaklaşık olarak had, kısas ve diyeti gerektiren suçlar için ceza
kanunlarındaki maddeleri sayıp diğer suçlar için konulan maddelerle
karşılaştırdığımız zaman farkedebiliriz.
Mısır ceza kanunu
maddelerini inceleyenler görürler ki; had, kısas ve diyet suçlarından bahseden
maddelerin sayısı elliye varmaz. diğer suçlardan bahseden maddelerin sayısı ise
üçyüz civarındadır. Birçok suçları cezalandıran başka maddeler de
bulunmaktadır. Ancak biz bu maddelerin yekününün 300 maddeyi aşmadığını kabul
edelim. Vakıa bu biraz daha fazladır. Çünkü suçlar ve cinayetlerle ilgili
maddelerin sayısı 600’ü geçmez. Bu 600 maddeden had, kısas ve diyet suçlarını
ilgilendirenlerin sayısı ile diğer suçların arasındaki nisbet yüzde 8 dir. Bu
nisbet şüphesiz ki, nazari bakımdan çok önemsizdir.
Ama insan bütün suçların
aynı nisbette vukubulmadığını ve daha çok tekrarlanan suçların; haddi, kısas ve
diyeti gerektiren suçlar olduğnu, geriye kalan suçların çoğunun ise ender
vukubulduğunu ve vukubulsa bile aynı kişiler tarafından tekerrürünün pek az
olduğunu görünce İslam hukununun neden diyet,
kısas ve haddi gerektiren suçlarda bu derece şiddet gösterdiğini
rahatlıkla ve kolaylıkla anlayabilir.
Suç istatistiklerine
başvurduğumuzda, İslam hukukunun bu noktadaki titizliğinin sebebini
kavrayabiliriz. İstatistikler kesin olarak gösteriyor ki had, kısas ve diyeti
gerektiren suçlar günlük hayatta en çok işlenen suçlardır. Eğer şu oniki suçu
ortadan kaldırabilme imkanı olsaydı insanlar suç işlemenin ne demek olduğunu
bilmiyecekler ve suç diye bir şey kalmayacaktı. Buna örnek olarak biz Mısır
ceza istatistiklerini gözden geçirelim. Mısır’da cinayetlerin sayısı 1942-1943
yılında 8175 tir. Bunlardan 1752 si kasıtlı ölümle sonuçlanan cinayettir. 1119
ölüme başlangıç suçudur, 989 zorla hırsılık ve hırsızlığa başlangıç suçudur.
243 ırza tecavüz ve ahlaksızlık suçudur, 366 sı ölüme sebeb olan vurma suçudur,
1196 sı sürekli malul bırakan dövme ve vurma suçudur, 643 ü çalma ve hırsızlık
suçudur.
Görüldüğü gibi bütün bu
suçlar; haddi, kısas ve diyeti gerektiren suçlardır ki yekünü 6270 dir. Bu
demektir ki, bütün suçlara oranla haddi kısas ve diyeti gerektiren suçların
ceza istatistiklerindeki nisbeti yüzde 76,6 dır.
1942-1943 yılında işlenen
suçlardan ağır suçların miktarı297557 dir. Bu miktarda 97320 suç hırsızlık
suçudur. 14828 i hatalı yaralama suçudur. 1182 si hatali öldürme suçudur. 60223
ü dövme ve vurma suçudur. 405 i ırza tecavüz, 1959 u hakaret ve iftira, 4999 u
karşı gelme suçlarıdır ki, bütün bu suçlarda haddi kısas ve diyeti gerektiren
suçların yekünü 181762 dir. Bu demektir ki had ve kısası gerektiren suçlar
yaklaşık olarak suç oranının % 61 ini teşkil etmektedir.s
On yıl öncesine başvuralım
isterseniz. 1932-33 yılı istatistiklarına göre; ağır cezayı gerektiren cinayet
suçlarının sayısı 6957 dir. Bundan 5496 sı haddi kısas ve diyeti gerektiren
suçlardır. Bu suçların diğer suçlar topluluğuna göre oranı % 79 dur. Cinai
suçların adedi ise 155752 dir. Bundan 92252 si haddi, kısas ve diyeti
gerektiren suçlardır. Şu halde haddi, kısası ve diyeti gerektiren suçların
nisbeti diğer suçlara göre % 54 dür.Daha aşağılara inelim. 1922-23 yılında
işlenen ağır cezayı gerektiren suçların sayısı 7831 dir. Bundan 4782 si haddi,
kısas ve diyeti gerektiren suçlardır. Şu halde ağır cezayı gerektiren suçların
hepsine nisbetle haddi kısas ve diyeti gerektiren suçların oranı % 61 dir.
Diğer cezayı gerektiren suçların miktarı ise bu yılda 132611 dir. Bundan 93990
ı haddi kısas ve diyeti gerektiren suçlardır. Ve bu nisbet % 70,8 dir
İşte suç istatistiklerinin
mantığı. Açıkca ve hiç yalana mahal bırakmadan gösteriyor ki haddi, kısas ve
diyeti gerektiren suçların 20 yıllık ortalaması yüzde 72,2 dir. Yüzde 72,2 ağır
cezalar içindir. Diğer cezalar ise% 63,3 tür.
İstatistikleri kesin olarak
gösteriyor ki İslam hukuku haddi kısas ve diyeti gerektiren suçlar için
sayılarının azlığına rağmen fazlasıyla dikkat göstermiş olmakla en çok
tekrarlanan ve daha ağır neticelere muncer olan suçları kökten yok etmeyi
kastetmiştir. Veya daha açık bir ifade ile suçluluğu; tamamen ve açıkça ortadan
kaldırma maksadını gütmüştür. Realitede eğer biz istatistiklerden haddi kısas
ve diyeti gerektiren suçları çıkaracak olursak, ancak geriye basit ve önemsiz
cezai veya cinai suçlar kalır ki, bunlar ne güvenliği sarsabilir, ne nizamı
yıkabilir ne de amme ahlakını rencide edebilir. Ve onları işleyenleri
dizginleyip korkutmak için muhtelif tazir cezaları kafi gelir.
Bundan sonra diyebiliriz ki
bizim daha önce kesinlikle söylediğimiz gerçekleri; istatistikleri bütün
kuvvetiyle ortaya koymaktadır. Buna göre İslam hukuku had, kısas ve diyeti
gerektiren suçlar için vazetmiş olduğu cezaları üç gayeye dayandırmıştır.
a) Emniyeti korumak
b) Düzeni sağlamak
c) Ahlakı muhafaza
Şüphesiz ki bir milletin
emniyeti sağlanır, düzeni korunur, ahlakı muhafaza edilirse o millet her türlü
badireden emin olur. İlerlemesi, gelişmesi ve yükselmesi için hiçbir engel
kalmaz.
495-
İSLAM HUKUKUNUN KOYDUĞU CEZALAR
VE
TECRÜBELER
İslam
hukuku, koymuş olduğu cezaları; suç veya suçlulukla savaşmak için vazeder. İslam
hukukunun beşeri hukuktan üstünlüğünü ve tatbike elverişli olduğunu ispat için
bunların suçluluğu bütünüyle ortadan kaldırmaya kafi cezalar olduğunu ispat
etmek gerekecektir. Zira bu noktada muteber olan husus vasıta ve hedef değil
vasıtaların hedefe ulaşmak için yeterli olup olmadığıdır. Beşeri hukuk suç ve
suçluluk konusuyla savaşmak maksadı gütmüş ve bunun için belirli cezalar
vazetmiş ise de cezalar suçluluk oranını düşürmeyi başaramamış ve suç işlemeye
kökten engel olamamıştır.
Ceza
sistemlerinin değerini ortaya çıkaran biricik ölçü tecrübedir. Kimi zaman isabet
eden kimi zaman kaybeden mantık oyunlarına burada itibar yoktur. Ben bunu
söylerken yeni bir şey söylemiyorum. Sadece devletlerası hukukçular kongresinde
yapılan konuşmaları ve hukuk bilginlerinin söylediklerini tekrar ediyorum.
Devletlerarası hukuk kongresinde en ideal ceza sisteminin; suçlarla savaşta en
sağlam neticeleri gerçekleştiren sistem olduğu kararlaştırılmış ve bunun biricik
ölçüsünün tecrübeler oluduğu ifade edilmiştir.
Son
zamanlardaki tecrübeler yeryüzündeki en güzel ceza sisteminin hangisi olduğunu
ortaya koymuştur. Evet, bugün özlenen en ideal ceza sistemi İslam hukukunun
koymuş olduğu ceza sistemidir. İslam hukukunun başarısı umumi ve hususi olmak
üzere iki alandadır.
Umumi
manada tecrübeyi, İslam hukuku; yirmi yıldan beri tatbike başlanan Hicazda
göstermiştir. Suçları kökten yoketme, amme düzenini ve emniyetini koruma
bakımından eşi bulunmaz bir başarıya ulaşmıştır. Bugün bile yerliler hala
Hicaz’da düzenin ne kadar bozuk olduğunu hatırlarlar. İslam hukuku uygulanmazdan
önceki suçların fenalığını suç nisbetinin çokluğunu Hicazlılar unutmuş
değildirler. Gerek yolcu, gerekse yerli hiçbir kimse orada malından canından
emin olamazdı. Ne köyde ne şehirde ne gece ne de gündüz böyle bir şey mümkündü.
Devletler hacca gönderdikleri vatandaşlarıyla birlikte onların selametini
sağlamak ve tecavüze uğramalarını önlemek için kendi özel kolluk kuvveterini de
yollarlardı. Ne bu özel kuvvetler ne de Hicaz orduları güvenliği sağlamaya
muktedir olabilmiş ve halka saldıran eşkiyanın azgınlığını dindirebilmişlerdir.
Onlar hacıları veya Hicazlı vatandaşları durdukları yerde soyuyor, mallarını,
eşyalarını talan ediyorlardı. Hicazdaki emniyet kuvvetleri İslam hukuku tatbik
olunana kadarhalkı bu eşkiyelerin elinden korumaktan aciz idiler ama İslam
hukukunun tatbike konmasıyla durum kısa zamanda değişti, Hicaz ölkesinde emniyet
hakim oldu. Gerek yerli halk, gerekse gelip geçen yolcular güvenle yollarına
devam etmeye başladılar. Böylelikle vurgun, talan ve eşkiyalık ortadan kalktı.
Artık eski maceralar geçmişten nakledilen bir rivayet halinde dolaşmaya başladı.
Hicazlılar, en ağır suç haberlerinin yanısıra, emniyet ve düzenin sağlanmasıyla
ilgili ve suçları öneleyen hayret verici ceza haberlerini de duymaya başladılar.
Bugün herhangi bir vatandaş Hicaz’da altın kesesini herkesin gelip geçtiği yolda
düşürebiliyor, kaybettiği eşyasını bulmak için polise gider gitmez tanıyabilmesi
için kesesi önüne seriliyor. Öteki bir vatandaş yolda değneğini bırakıyor
kimsecikler onu bıraktığı yerden kaldırmıyor, ta ki polis gelsin ve değneği
bırakılan yerden kaldırsın. Bir diğeri eşyasını yitiriyor tekrar bulacağından
ümidini kesiyor ama bir de bakıyor ki polisler kaybetmiş olduğu eşyayı yeniden
kendisine iade etmek üzere sahibini araştırmaya koyulmuşlar. Eskiden dahili
kuvvetlerden muteşekkil büyük bir askeri güç ve dışardan getirttiği büyük bir
zabıta teşkilatıyla emniyeti koruyamayan Hicaz devleti bugün bir avuç mahalli
zabıta teşkilatıyla güvenliği rahatlıkla koruyabiliyor.
İşte bu
büyük bir tecrübedir. Ve işte bu İslam ceza hukukunun suçu kökten ortadan
kaldırdığını gösteren ve devletlerarası hukuk kurallarının araştırıp da
bulamadıkları en üstün cezalandırma sistemi olduğunun yeterli delilidir.
Özel
olarak tecrübe edildiği alan ise, önce İngiltere, Amerika, Mısır ve öteki bazı
memleketlerin tecrübe etmesiyle bilahere bütün dünya milletlerinin uygulamaya
başladıkları ve bu cuzi tecrübede başarıya ulaştıkları sopa ile dövme cezasıdır.
Biz buna cüzi bir tecrübe adını veriyoruz. Çünkü dövme cezası Şeriatın koyduğu
cezalardan sadece bir tanesidir. Ve dünya milletleri şeriatın koyduğu diğer tüm
cezalar arasından sadece bunu tatbik etmiştir. İngiltere askeri ve sivil ceza
yasalarında dövmeyi esaslı bir cezalandırma kaidesi olarak kabul eder. Mısır da
bu hükmü bazı askeri yasalarında benimsemiştir. Amerika ile diğer bazı devletler
sopa cezasını mahkumların işledikleri suçlarda esas bir ceza olarak kabul
etmektedirler. Nihayet ikinci cihan harbinin gelip basırdığı günlerde, tüm dünya
devleteri hemen hemen toplum nizamı ve amme emniyetini alakadar eden fiyat
yükseltilmesi ve spekulasyon gibi belirli suçlara sopa cezası uygulamayı kabul
etmiştir. Bu da gösteriyor ki bütün dünya milletleri sopa cezasının diğer
cezalardan daha etkili olduğunu ve kitlelerin kanuna itaat ettirlmesinde düzenin
sağlanmasında yegane garantili metot olduğunu itiraf etmektedirler. Kaldı ki
beşeri hukukun bütün cezalandırma metodunda sopa cezası yer almıştır. İşte
devletlerarası hukuk otoritelerinin kabul ettikleri bu gerçek aslında suça karşı
koyma konusunda İslam hukukunun başarısının itirafından başka bir şey değildir.
Çünkü sopa cezası aslında İslam hukukunun koyduğu temel ceza usullerinden
birisidir.
496-
İSLAM HUKUKUNUN UYGULADIĞI
CEZALAR VE İNSAN TABİATI
Bütün
tecrübeler gösteriyor ki; İslam hukukunun koymuş olduğu cezalar suçla mücadelede
son derece ciddi ve başarılı neticeler elde etmiştir. Ve İslam ceza hukukunun
ulaşmış olduğu sonuçların bir kısmına beşeri ceza hukuku sistemlerinin ulaşması
mümkün olmamıştır. Öylese sanıyoruz ki İslam hukukunun başarısının sırrı;
cezalandırma usülünü insan tabiatının esası üzerine kurmuş olmasındadır. Zira
insan tabiatında korku ve ümit denilen duygular vardır. İnsan herhangi bir işe
ondan beklediği menfaat nisbetinde koyulur. Keza herhangi bir işten de onun
neticesinde doğacak zarardan endişe ettiği ve korktuğu nisbette vazgeçer.
Mesela hareket halinde olan trenden ölüm korkusu olduğu sürece -menfaati
bahis mevzuu olsa bile- hiçbir kimse atlayamaz. Ama menfatı söz konusu olduğu
zaman atının sırtından veya tramvaydan kedini yere atmaktan imtina eden kimse
bulunmaz. Çünkü o bu durumda menfaatini elde etmek istemekte, aynı zamanda
işlediği fiilin neticesinde ağır bir zarar doğacağından endişe etmemektedir.
İnsan uçağa binmekten korkabilir ama otomobile binmekten korkmaz. Sarp
kayalıklarla dolu yüksek dağlara çıkmaktan endişe eder, ama yaygan tepeleri
tırmanmaktan çekinmez. Dik başlı azgın bir ata binmekten kaçınır, ama yumuşak
başlı hayvana binmek için koşar. Görülüyor ki bütün bu fiillerinden insan menfat
ve zararını ölçüyor ve ikisi arasında müvazene kuruyor. Menfaatinin yer aldığı
kefe ağır basarsa, o bu işe koşuyor ve atılıyor. Ama zararının yer aldığı tefe
ağır basarsa bu takdirde de vazgeçiyor. İnsanın bu tabiatı mubah ile haram
fiilleriyle, hayır ve şer işlerde kendisine eşlik eder. İnsan suçu ancak ondan
beklediği bir menfaat mukabilinde irtikab eder. Keza suçtan imtina ederken de
başına gelecek mazarrattan korkar. Binaenaleyh ceza ne kadar ağır olursa,
insanların suçtan uzaklaşması da o kadar kolay olur. Ceza ne kadar hafif olursa
insanların suç ilemeye temayülü de o kadar çoğalır. Biz, suça; suçludan ayrı
olarak gözattığımızda, suçlu merhamet edilmekten ümidini keser ve suç işlemeye
teevessül etmez. Binaenaheyh suçtan vazgeçerek doğru yolda yürümeye çalışır.
İşte İslam hukuku insanın bu tabiatını kullanarak onu üzerine dayamıştır genel
suçlarla ilgi cezalarını. Özel suçlarla ilgili olarak da had ve kısıs
hükümlerini.
Öteki
suçlara gelince... Bunlarda suçluya değil suça baklır. Çünkü bu suçlar toplumun
bünyesini ve düzenin alakadar eden suçlardır. Ve onlarda bir yavaş davranma çok
kötü sonuçlara yol açabilir. Ağır davranma ise suçun vukuunu azaltabilir.
Elimizde
Mısır yasalarının uygulanmasından doğan bir tecrübe bilançosu vardır. Bu bilanço
gösteriyor ki suçlunun kişiliğinin tehlikeli suçlarda ihmali çok iyi neticeler
vremektedir. Mesela Mısır kanun koyucusu son olarak bir sınıra kadar uyuşturucu
madde kulanılması kuçunda suçlunun kişiliğini nazari itibare almamıştır. Ve bu
vesile ile 1928 yılında 21 nolu kanunnu çıkarmıştır. Bu kanun uyuşturucu made
bulundurmayı şidetle cezalandırmakta, cezanın en alt sınırın vaz ederek tekrarı
halinde verilecek cezanı en alt sınırdan daha az olmaması gerektiğini
emretmektedir. Bu kanunun çıkışından sonra uyuşturucu madde suçları büyük çapta
azalmşı ve her yıl daha da azalmaya devam suçlarınnı sayısı 21131 adettir.
1928-1929 yılında ise uyuşturucu madde suçlarının sayısı 11404 e düşmüştür.
1929-1930 yılında uyuşturcu madde suçlarının sayısı 8499a inmiştir. 1926-1937
yıllarında 1922 ye kadar düştüğü olmuştur. 1942-1943 yılında ise bu sayı 1628e
inmiştir. Elimizde bulunan bu istatistikler açıkça gösteriyor ki, önemli
suçlarda, suçlunun kişiliğini gözönünde bulundurmayıp doğrudan doğruya suçu
nazarı itbara almak suçla savaşta birinci faktördür. Ve İslam hukukunun ceza
sistemi konusundaki teorisi en ideal teoridir. Kaldı ki bu istatistikler
kesinkes İslam hukukunun ceza konusundaki başarılarının tecrübe olarak
göstermektedir.
MISIR
CEZA KANUNUNDA CEZALAR VE
YETERLİLİK DURUMU
497-
CEZANIN ÇEŞİTLERİ
Mısır
ceza kanunundan cezaların çeşidi suçların çeşidine göre değişir. Msır ceza
kanunu suçları üç bölüme ayırır. Bu ayrımda suçların önemini ve büyüklüğünü esas
alır. Mısır ceza literatüründe birinci kısma giren suçlar en büyük ve en ağır
suçlardır ki bunlar cinayetler adı verilir. Büyüklük bakımından bundan bir
derece az olana (cünha) adı verilir. Üçüncü derecde önem ifade eden ve pek
ehemmiyeti haiz olmayan suçlara da kanuna karşı muhalefet adı verilir. Mısır
ceza kanunu bu üç tür suçlardan herbiri için özel cezalar koymuştur. Cinayet
suçlarının cezası idam ve ağır, muebbet veya muvakkat hapis cezasıdır. Suç
olarak nitelendirlen ikinci tür fillerin cezaları ise, hapis göz altına alınma,
tazminat ve benzeri cezalardır. Kanuna karşı muhalefet suçlarının cezası ise
hapis ve tazminattır. Suç olarak nitelendirilen fiilerle karşı gelme olarak
değerlendirilen fiiller arasındaki fark şuradan gelmektedir: Kanuna karşı gelme
suçlarında mahkumiyet yedi günü aşmazkan, suç olan fiillerde üç yıla kadar
ulaşır. Bu iki ceza arasındaki tazminat farkı ise birincide yüz kuruş geçmezken
ikincide verilecek ceza bunu fevkine varır.
İdam
cezası, hakkında hüküm verilen suçlunun yokedilmesidir. İdam cezası, medeni
denilen ülkelerin kanunlarında çeşitli tarzda uygulanmaktadır. Bazı ülkelerde -ki
Mısır bunlara dahildir- mahkum sehpada idam edilerek öldürülür. Diğer bir kısım
ülkelerde ise- Fransa’da olduğu gibi- kesin bir aletle mahkumun boynu uçurulur.
(giyotin).
Öteki
bir kısım ülkelerde ise -Amerika Birleşik Devletlerinde olduğu gibi- mahkum
elektrikli sandalye veya gaz odasına konarak boğulur, öldürülür.
Ağır
çalıştırma cezası, ister muebbet olsun ister muvakkat olsun mahkumun; hükümetin
tay’n edeceği en ağır işlerde çalıştırılmasını amir olan cezadır. (Ceza
kanununun 14. maddesi.) Hakkında hüküm verilen kadın veya altmış ayşını geçmiş
erkek ise bu ceza umumi hapishanelerden birisinde ifa olunur. (Ceza kanunun 15.
maddesi) Umumi hapishane vilayetlerde bulunan hapishanelere verilen genel addır.
Hapis
cezası; mahkumun umumi hapishanelerden birisine konulmasıdır. Ayrıca
hahpishanenin içinde veya dışında hükümetin tayin edeceği işlerde
çalıştırılmasıdır. (Ceza kanunu madde 16)
Ağır
muvakkat çalışma cezaları veya hapis cezaları 3 yıldan az olamaz. Ayrıca 15 yılı
da aşmaz. Anak ceza kanunun 14. ve 16 maddelerinin hükmü bunu dışındadır.
Hahpis
cezası; mahkumun umumi veya merkezi hapishanelerden birisine konulmasıdır. Hapis
cezası 24 saatten az üç günden çok olamaz Hapis; ya çalışma cezasıyla birlikte
uygulanır veya sade ceza olarak tatbik olunur. Eğer hapis cezasıyla birlikte
çalışma cezası da verilirse mahkum hapishanede veya hapishanenin dışında
hükümetin tayin edeceği bir işte çalıştırılır.
Denilebilr ki, ister muebbet ister muvakat olsun ağır hapis cezası; bütünüyle
ayrı türden olmamakla beraber müddet bakımından birbirinden farklı cezalardır.
Mahkumun çalışmak mecburiyetinde olduğu işlerin durumu ve ağırlığı hahpisin
mahiyetini değiştirmez. Şu halde Mısır ceza kanununun kabul ettiği ağır ceza
hükümleri, idam, hapis, gözüatına alma ve tazminattır.
1937
yılında kadar Mısır ceza kanunu sopa cezasını da kabul edilyor ve belirli
olaylara uyguluyordu. 1937 yılında bu konun değiştirilince sopa cezasının erine
ihtar cezası kabul edildi.
Keza
Mısır yasaları konulduğu sırada muebbet ve muvakkat sürgün cezasını da kabul
ediyordu. 1094 yılında tadil edilen yasa; bu hükmün ulaşım vasıtalarının hız
kazanıp yayılmasıyla sürgün cezasının etkisinin ortadan kalktığını öne sürerek
lağverildi. Ancak, sonradan bu görüşten vazgeçilerek sürgün cezasının
uygulanması görüşü ağırlık kazandı. Ancak 1940 yılında son dünya harbinin
başlangıcındaki karışık günlerde Mısır hükümeti idari sürgün cezasını koymak
zorunda kaldı. Askeri konulara ve spekuletif davranışlara uygulanmak üzere sopa
cezasının tatbikini öngördü. Harp sonuna kadar bu yasa yürürlükte kaldı.
Mısır
ceza kanunundaki temel cezalardan biri de suçlunun ıslah evlerine
gönderilmesidir. Olay çıkarmayı ve suç işlemeyi adet haline getirenler buralara
yollanır. Bu ceza da islah evleriyle hapishanelerin nizamnemeleri farklı da olsa
özü itibarıyla hapis cezasıdır.
498-
BU CEZALARIN TATBİKİNDE
HAKİMİN YETKİSİ
Ceza
kanunu, her suçu ve işlenen suçlara verilecek cezayı tayin etmelidir. Her suç
için konulan cezanın suçun durumuna uygun olması dikkate alınır. İdam ve ihtar
cezalarını dışında yasa koyucusu her cezaya iki sınır çizmiştir. Birincisi
cezayı en üst derecesine (marksimum) ikincisi de cezayı en alt dercesine
(minimum) indirmekte ve çıkarmaktadır. Genellikle yasa koyucu her suç için biri
diğerinden daha hafif iki ceza koymuş olmaktadır.
Kanun
suçlar için kararlaştırılan cezaları tabik konusunda hakime geniş yetki
tanımıştır. Ortada birden fazla ceza sözkonusu ise hakim; suçlunun durumuna
uygun gelen cezayı seçer, suçlunun uslanmasına yeterli olacak miktarı tayin eder.
Ayrı
kanun bunların dışıda hakime suç için kararlaştırılmış bulunan bir veya iki
cezayı daha hafif cezalarla değşitirme yetkisini tanımıştır. Suçun bağışlanmayı
ve acımayı gerektiren durumu varsa bunu tercih hakkını hakime bırakmıştır. Ancak
bu hak cinayet suçlarında başkasına kulanılamaz. Mesela hakim; idam cezasını
müebbed veya ağır çalışmaya veya hapis cezasna tebdil edebilir. Muvakkat ağır
çalışma cezasını da ağır hapis veya normal hapis cezasına çevirebilir. Ağır
hapis cezasını da normal hapis cezasına değiştirebilir. (Mısır ceza kanunu madde
17)
Nihayet
kanun hakime bazı cinayetsuçlarında mahkemeyi sulh ceza mahkemelerine devretme
hakkı tanımıştır. Böylece suçlu, ağır cezayı gerektiren hükümlere değil hafif
cezayı gerektiren hükümlere çarptırılır. Ancak hakimin ağır ceza suçlarını sulh
ceza mahkemelerine sevkini -belirli kanuni mazeretlerin veya sulh ceza
hükümlerini uygulamayı gerektiren hafifletici şartların bulunması halinde ve
fiilin asli cezasının idam yahut da ağır muebbet çalışma cezası olmaması halinde-
hiçbir kayda bağlamaksızın kabul etmiştir. Hakime ağır ceza mahkemelerine gelen
davayı sulh ceza mahkemelerine sevketme yetkisinin pratik neticesi, sulh ceza
mahkemelerine getirilince işenen suçlarda muvakkat ağır ceza veya hapis
cezasının diğer cezalarla değiştirilmesi neticesidir ki bu tamamen yukarda
sözünü ettiğimiz ceza kanununun 17. maddesine de uygun düşer.
Bütün
bunlardan sonra hapis, süresi bir yılı aşmayan mahkumların ahlaki durumların ve
sicillerini gözönünde tutarak ve suçun işlenmesine saik olan şartları dikkate
alarak -suçlunun bir daha aynı suçu işlemeyeceği kanaatine vardıran nedenlerin
bulunması halinde- hakime cezayı durdurma yetkisi tanınmıştır. (Mısır ceza
kanununun 55. maddesi)
499-
HAKİME BU YEKİNİN VERİLMESİNİN
NEDİNİ
Kanun
koyucular hakime bu yetkiyi vermek zorunda kalmışlardır. Çünkü bilginler cezalar
için ilmi bir nazariye koymakta aciz kaldıklarını ve bir nazariyenin üzerine
dayandığı değişik prensiplerin arasını uyuşturmayı başaramadaklarını görmüşler
ve bu girift probleme pratik bir çözüm getirmek istemişlerdir. Böylece bu
prensibi kabul ettkiten, kanunun hükümlerini vazettikten sonra hakime çelişik
pensipler arasında bir uyum sağlama yetkisini tanımışlar ve hakmin muhtelif
değerlendirmeleri gözönünde tutarak suçun önemini, topluma etkisini, sanığın
suçu işlediği andaki şahsi durum ve şartlarını dikkate almasını öngörmüşlerdir.
Hakim suçun ve toplumun şartlarını, suçlunun kişiliğini nazari itibara almamayı
gerektirdiğini kabul ederse suçlunun şahsiyetini ihmal ederek cezayı
ağırlaştırır. Ama suçlunun şartlarının suçluya acımayı icab ettiren bir urum
arzettiğini görürüse suçluya acıyarak hahfif ceza ile cezalandırır.
Yeter ki
bu acıma, topluma zarar verici mahiyette olmasın.
Tasarlanan şey, hukuk bilginlerinin başarısız kaldıkları konuda hakimlerin
muvaffak olmalarıdır. Çünkü hakimin bu yetkiye sahib olmasıyla onun hiçbir tesir
altında kalmaksızın tek tek ferdi durumları nazarı itibara alarak tedavi etmeye
çalışması kastolunuyor. Halbuki hukukçular bu maddeleri korlarken bütün olaylara
uygulanabilir bir genel kaide koymak istiyorlardı. Tasarlanan ve arzulanan buydu.
Ancak bu tasarı gerçekmeşebilmiş ve başarıya ulaşabilmiş midir? Yoksa daha önce
hukukçuların başarısızlıkla neticelenen çabaları gibi mi olmuştur: Bu konuda
başarının ölçüsü cezanın suçu önleme ve suçluların hızını kesme bakımından
etkisidir. Ancak birbiri ardınca gelen yıllarda işlenen suç istatistiklerine
dikkatle bakıldığında kesinkes görülüyor ki; bu konuda hakimler de aynı teoriyi
ortaya atan hukuk bilginlerinin uğradıkları başarısızlığa denk bir
başarısızlıkla karşılaşmışlardır.
500-
HAKİMLER CEZA SİSTEMLERİNİ
TATBİKTE
NEDEN BAŞARISIZ
OLMUŞLARDIR?
Vakıa
hakimlerin başaracaklarını tahmin edenler sağlıklı bir ölçü yapamamışlardır.
Eğer durmu biraz daha iyi değerlendirip ölçebilselerdi bu hataya düşmezlerdi.
Gerçi onlar huku bilginlerinin ceza konusunda sağlıklı bir teori oluşturmaktan
aciz kaldıklarını biliyorlardı. Çünkü hukuk bilginleri çelişik prensipleri
gözetlemek ve tüm cezlarda bunu ortaya koymak istiyorlardı. Bunu bildiklerine
göre aynı yola gitmek zorunda bıraktıkları ve istisnasız her suçta bu
prenpsiplere riayet etmesini öngördükleri hakimlerin başarılı olmalarını nasıl
bekleylebilirlerdi? Herhangi birsuçta hakmin suçun ağırlığıyla suçlunun
haafifletici şartları arasında suçlunu aleyhine bir ahenk kurması mümkün müdür?
Yapacağı sadece, suçun öneminin gerektirdiği cezayı, imkan nisbetinde suçlunu
şartlarna uyacak bir seviyeye indirerek, suçtan feolan bu hüküm ise, toplumun
güvenliğini ve nizamın fedakarlık etmektir. Suçluyu ağır cezalardan kurtaracak
etmeyi fedef alacaktır ki neticede suçluların cezayı önemsemeyip azımsamalarna
ve böylece suçların aşırı derecede artarak emniyetin zedelenmesine vesile
olacaktır. Toplumun ıslahı ve faydası için konulmuş olan ceza bu takdirde
toplumun bozulmasına neden olackatır. Binaenalyh hakimin belirttiğimiz şekilde
bu hükmü suistimal etmesi ve beşeri hukukun kendisini mecbur ettiği ezici
şartlara göre hüküm vermesi gerekecektir.
Kanun;
suçlunun durumuna göre cezanın hafifletilmesini öngörmektedir. Acaba ne kadar
önemli olursa olsun herhangi bir suçta hafifletici mazaretlerin bulunması mümkün
müdür? Jüri her zaman için hafifletici bir unsur bulabilir. Bazen genç ve
yetişmekte olduğunu, bazan yaşlı olduğunu öne sürebilir. Bazan suça ırz ve namus
duyğusunun saik olduğunu, bazan da suçu işlemek mecburiyetinde kaldığını kabul
edebilir. Kimi zaman suçlunun kuvvetli müessirlerin etkisi altında suçu
işlediğini, kimi zaman da siyasi ve milli duyguları dolayısıyla suçu irtikab
ettiğini kabul edebilir. Ki suçların ve avukatların cebinde buna benzer
mazeretlerin listesi hiç de az değildir. Bu durumda hakim kulağını müdafaaya
tıkanık ve kapalı tutabilir mi? Kafasını durdurup, suçlunun şartlarını
düşünmezlikten gelebilir mi? Hele bir debu mazaretler güzel bir düzen ve
muntazam bir uslüp içerisinde takdim olunursa, hakim kendisini bunlardan nasıl
kurtarabilir? Gerçi kanun; hakimin hafifletici şartları dikkate alıp acımasını
normal karşılama hakim bakımından bütünüyle zorlama manasına gelir ve buna
denktir. Çünkü hafifletici şartların kabul edilmesi ve buna göre kanuni
düzenleme içerisine girilmesi, suçlunun hakim tarafından hafifletici şartları
esas olarak ceza mevzuu yapılması demektir. Binaenaleyh hangi hakim suçlunun bu
hakkını kabul etmekten imtina edebilir veya tesirli bir savunma yapabilmişse
vereceği cezayı bu savunmaya dayandırmaktan kaçınabilir?
Kanun
koyucuları hernekadar hakime bu yetkiyi tanımakla tek tek olayları ele alacağı
için hakimin başarıya ulaşacağını sanmışlarsa da, bu zannın hiçbir değeri
olmamıştır. Bilindiği gibi zan; gerçeği ortadan kaldırmaz. Vakıa hakim; olayları
teker teker ele almaktadır. Burası doğrudur. Ama o da ele alırken ceza hukuku
bilginlerinin ortaya koydukları cezalandırma sistemine dayalı esaslara göre ele
almaktadır. Bu sistemlere göre hukuk bilginleri suça ve suçluya birlikte
gözatmaktadırlar. Hakim de aynı şekilde suça ve suçluya birlikte göz atmaktadır.
Hukuk bilginleri çoğu kerre bu iki unsurdan birisini diğerinin hakkını korumak
kastıyla feda etmek istemektedirler. Hakim de aynı şekilde davranmaktadır ve
suçla, suçluyu birini diğerine feda edici bir davranışa tevessül etmemektedir.
Çoğunlukla bu davranış hakimi her ikisini toplumun menfaatlarıyla karşı karşıya
getirip birini diğerine feda etmesi neticesiyle yüz yüze bırakmaktadır.
Kaldı ki
hakime bu geniş yetkiyi tanıyanlar onların birer insan olduklarını unutmuşlardır.
İnsan tabiatında sorumluluktan kaçınmanın bir gerçek olduğunu hatırlarına
getirmemişlerdir. İnsan tabiatı itibarıyle iki sorumluluk altında kalınca, ağır
sorumluluktan kaçınr ve hafifini tercih eder. Ağır sorumluluğa kendi isteğiyle
veya mecbur kalmadan katlanmaz. Sorumluluğu yüklenmekten veya bırakmaktanbaşka
çıkar yolu olmadığını anlamadığı sürece, ağır sorumluluğu değil hafifini tercih
eder. Hakim de normal olarak bir insan olduğu için idam hükmünü vermeyi tercih
eder. Mahkuma ağır hapis veya normal hapis cezası verme imkanı varsa ağır
çalışma cezası vermekten kaçınır. Hakim herhangi bir şahsa hapis cezası vererek
hemen bunun infazını emretmekten sıkıntı duyar, ama hapis cezası verip bunu
tecil etmekten bir sıkıntı ve endişe duymaz. Keza hakim, işlenen suçun cezası ne
olursa olsun onu değşitirme veya daha hafifini verme imkanı bulunmadığı takdirde
o cezayı vermekte sakınca görmez ve tereddüt etmez. Hakimin bu konuda kınanacak
bir yanı yoktur. İnsan tabiatının gereği budur. İnsan tabiatını değşitirmek
mümkün olmadığına göre, bu gerçeği de gözden uzak tutmak doğru olmaz. Bir
kişiden tabiatı dışında birşey istemek demek, neticesi başarısızlık ve hüsran
olan birşeyi istemek demektir.