244- İSLAM HUKUKUNUN ÖZELİKLERİ:

 

İslam hukukunun; müslümanlarla zımmiler arasında ayırım gözetmesinin neticesi olarak suçlar ikiye ayrılır.

a) Bir takım suçları işleyenler, (ister müslüman ister gayrımüslim olsunlar) dar’ül-islamda bulunurlarsa cezalandırılır.

b) Bir takım suçlar da vardır ki dar’ül-islmada o suçu işleyen müslümanlar cezalandırılır, gayrımüslimler cezalandırılmaz. Bu taksimin temeli dini inançlara dayanır.

Benim bildiğim kadarıyla beşeri hukukda, bazı suçların bütün vatandaşlara, bazılarının ise belirli yurddaşlara geçerli olduğunu  kabul etmeyen hiçbir sistem yoktur. Sadece beşeri hukuk bu ayrımı dini esaslara göre değil, diğer başka mülahazalara göre yapmaktadır.

İslam hukuku böyle bir ayırıma gitmekle adeleti gerçekleştirmek inanç hürriyetini sağlamak; düzeni  korumak istemiştir. İslam hukukuna göre cari olan düzenin esası islamdır. Beşeri hukukda ise  kanun koyucuları böyle bir yola sevekedecek hiçbir neden yoktur. Zira beşeri hukukda geleneksel olarak inanç, ahlak ve genel anlamda dini konuları alakadar eden hiçbir husus yoktur. Beşeri hukuk fertlerin maddi durumlarını, emniyet ve hukukunu ilgilendiren konularda hükümler koymakla yetinmiştir.

Beşeri hukukun böyle bir yol tutmasının neticesinde ahlaki dejenerasyon genişlemiş, anarşi yaygınlaşmış, kayıt tanımama duygusu ortaya çıkmış ve toplumlar arasında isyan ruh arekete geçmiştir. Kanunları çiğnemek ve küçümsemek alışkanlık haline gelmiştir. Bu yüzden de sayısız isyanlar ve devrimler olmaya başlamıştır. Her gün ülkelerin düzenleri değişmiş, nizamları sarısılmış ve her gelen yeni düzen neticede bir önceki düzenin akibetine düşmekle karşı karşıya gelmiştir.

Beşeri hukukun yasa koyucuları anlamsız bir eşitlik ilkesi gerçekleştirmek için bu fahiş hataya düşmüşlerdir. İnanç hürriyetini tahakkuk etirmek ve eşitliliği sağlamak için hukuku inanç, ahlak ve dinle ilgili her değerden uzaklaştırmak gerektiğini zannetmişlerdir. Bu kötü uygulama ise onları neticede rahatsız edici sonuçlara ulaştırmıştır. Halbuki beşeri hukukun yasa koyucuları islam hukukunun tuttuğu yolu tutmuş olsalardı, istedikleri neticeleri gerçekleştirirler ve bugün karşı karşıya bulundukları felaketlere duçar olmazlardı.

Beşeri hukukun yasa koyucularını böyle yanlış bir yola sevkeden sebeblerden birisi de Fransız devriminden önce beşeri hukukun cari olduğu ülkelerde dini esasaların hakim olması düşünülebilir. O günkü mahkemelerde hakim zümrenin inanç ve mezhebi dikkate alınıyor, mahkeme olunanların inança ve mezhebleri dikkate alınmıyordu. Öyle ki, karşı inançda olanlar zorla hakim zümrenin mezhebini veya inancını kabullenmek mecburiyetinde bırakılıyorlardı. Bu ise neticede fertler arasında ki ve intikam duygularının doğmasına sebep oluyordu. İşte bu son derece kötü duruma karşı çıkan kanun koyucular koydukları modern hükümlerde, ahlak ve inançları alakadar eden her hususdan dini uzaklaştırmayı düşünmüşler ve böylece derde deva bulacaklarını sanmışlardır. Ama dertlerine deva olarak kabul ettikleri ilaç yukarda belirttiğimiz gibi eskisinden hiç de geri kalmayan kötü sonuçlar doğurmuştu. Öyle sanıyorum ki, islam hukukunun getirdiği tedavi çaresinden başka geçerli ve etkin hiçbir çare yoktur. İslam hukukunun getirdiği hüküm hem eşitlik ve inanç hürriyetini gerçekleştirmekte, hem de ahlaki ve ruhi değerlerin korunmasını sağlamaktadır. Ahlaki ve ruhi değerlerin korunması ise kanun ve hukuka saygının ilk temelidir.

Beşeri hukukla islam hukuku arasında eşitlik konusunda  bir karşılaştırma yaparken islam hukukunun islam adını taşıyan en son dini esasalara dayalı bir hukuk sistemi olduğunu unutmamamız gerekir. İslam hukukunun islam dininin gözettği hedefin dışına çıkması elbette ki mümkün olamaz. İslam dini ise, orucuyla, namazıyla, zekatıyla, haccıyla ve tevhid akidesiyle dini esaslar ihtiva ettiği gibi, koyduğu hükümlerle devlet nizamının gerekli kıldığı esasları da ihtiva eder. İslam, koyduğu hükümlerin tümüyle parçalanma kabul etmez bir bütündür. Onun hükümlerinden bir kısmını alıp bir kısmını bırakmak mümkün değildir. Zira islamın hükümlerinden bir kısmını benimseyip bir  kısmını atmak islamı kökten yıkmak demektir. Nitekim Allah Resulunun ashabı bu durumu çok iyi anlamışlar ve Allahın Resulunun vefatından sonra zekat vermekten kaçınanları mürted kabul ederek  onlarla savaşmışlardır. Halbuki o zorlu günde müslümanlar savaştan çok barışa muhtaçtırlar. Arab yarımadasının büyük bir kısmı müslümanlara karşı savaşa girebilirdi.

Şu halde islam hukuku dini veya ahlaki suçlarla diğer suçları hiçbir şekilde ayırd etmez. Çünkü islam hukuku islam nizamına dayanır ve bu nizamı koruyup muhafaza etmek için konulmuş bir hukuk sistemidir. Binaenalayh islamın koyduğu her hükmü tatbik edip karşı koyanları cezalandırmak ana hedefidir.

Bunu islam hukuku için bir eksiklik kabul etmek doğru değildir. Zira bu husus her düzenin ve yeryüzünde geçerli olan her nizamın beraberinde getirdiği vazgeçilmez bir prensiptir. Şöyle ki her düzenin dayandığı bazı esaslar vardır. O esaslar olmadan düzenin sağlanması mümkün değildir. Temel prensipleri ihmal edilip dayandığı noktalar anlaşılmadan ister insanlar tarafından yapılmış olsun, ister Allah tarafından gelmiş olsun hiçbir nizamın ayakta kalma imkanı yoktur. Mesela demokrasinin kendisine göre belirli  esasaları ve özel prensipleri ve özellikleri vardır. Konmünizm de aynı şekilde belirli esaslara ve özelliklere sahip bir sistemdir. Bu nizamlardan herbirisi temel prensipleri ve özellikleri itibarıyla diğer nizamlardan tamamen ayrılırlar. Ve bu sistemlerden herhangi birisinin dayandığı temel prensipler uygulanmazsa veya bazı özellikleri bilinmezse bu sistmelerin yaşama imkanı kalmaz. Çünkü bu sistmeler ancak belirtilen özellikler ile varlığını sürdürebilir ve yaşayabilirler. Biliyoruz ki demokratik sistemler, nazizm ve komünizm sisteminin kendi temel esaslarını yıkmayı hedef edinen her türlü davranışlarına çok ağır cezalar koymuşlardır. Şu halde islam nizamının dayandığı esasları alakadar eden her davranışın cezalandırılması onun için bir eksiklik ve ayıp değildir. Çünkü islam hukukunun yaptığı şeyler, geçerliliğini devam ettirmek, yaşamak ve hakim olmak isteyen her sistemin yapması gereken şeylerdir. Şayet islam hukuk beşeri hukukun cezalandırmadığı hususlada cezalar koymuşsa bu, onun için hiç de eksiklik saylımaz. Çünkü temel itibariyle sistmelerin ayrılığı ve yapılanlarının değişikliği esasına dayanır. Madem ki sistemlerin hedefleri değişiktir, yapıları farklıdır, koydukları emir ve yasakların da aynı olması imkanı yoktur. Bu durum beşeri sistemlerde de açıkça göze çarmaktadır. Mesela komünizm; kendi egemenliği altında bulunan bölgelerde faşizm veya demokrasi propagandasını yasaklamış ve buna ceza koymuştur. Nazizm de aynı şekilde, demokrasi ve komünizm propagandasını yasaklamış ve cezalandırmıştır. Demokratik ülkelerde ferdi mülkiyet hakkı sonuna kadar serbesttir. Ama aynı husus komünist memleketlerde suçdur. Sistmelerin koydukları yasaklar ellbette ki dayandıkları esaslara göre ayrı ayrı olacaktır. O halde bir sistemin belirli fiilleri suç sayması ve yasaklaması onun eksikliğine ve noksanlığına delil olamaz. Çünkü bir düzenin değeri koyduğu yaksaklar ve emirlerle ölçülemez. Sadece koyduğu hükümlerin toplumun mutluluğunu sağlayıp sağlamladığı, cemiyetin gelişip ilerlemesine vesile olup olmadığı, fertleri arasında şefkat, sevgi, eşitlik ve adaletin yayılıp yayılmaması ile ölçülür.

Bu konuyu, hiçbir eksiği olmayan islam hukukunun koyduğu bir gerçeği açıklamadan bitirmek istmiyorum. Şöyle ki: İslam hukuku bazı fiilleri suç olarak kabul etmiş ve onları cezalandırmıştır. Had ve kısas gibi bazı suçların gerek suçları gerekse cezaları affetme yetkisini idari mercilere vermemiştir. Bazı suç ve cezaları affetme yetkisini ise idari mercilere vermiştir. (Tazir cezalarında olduğu gibi) Keza islam hukuku idarecilerin toplum menfaatını ve amme nizamını ilglilendiren her fiili yasaklamalarını kabul etmiştir. Yasakladığı fiillerden en önemlileri ise islam hukukunun ruhuna ve genel prensiplerine aykırı olan fiillerdir. Eğer idareciler muayyen bir fiilin yasaklanmasında menfaat olduğunu kabul ederlese o fiili yasaklayabilir ve işleyen hakkında tazir cezası verebilirler. Amme nizamı (yani islam nizamı) ve amme menfatını rencide edici olmamak kaydıyla tazir cezasını da, suçunu da affetme yetkileri vardır. Şu halde denilebilir ki doğrudan doğruya dini temellere dayalı olan şuçların cezalandırılmasında idacilerin seçme yetkileri yoktur. Çünkü suç eğer haddi gerektiriyorsa suçun veya cezanın bağışlanması veya normalleştirilmesi islam toplumunun menfaatlarını haleldar etmemek kaydıyla mümkündür. Şüphesiz ki birçok hallerde suçu affetmek islam nizamının menfaatlarıyla uyuşmaz. Keza, idareciler islam ruhuna ve genel prensiplerine aykırı olan her fiili yasaklamak veya yasaklamamak, bağışlamak veya bağışlamamak konusundaki yetkileri islam nizamının menfaatıyla alakalıdır. İdarecilerin menfaatlarının veya başka menfaatların bu durumda önemi yoktur. Dini suçlar için konulmuş bulunan cezalar sadece islam nizamının menfaatı için konulmuş, başka değil. Henrhangi bir nizamın faydasına uygun olarak konmuş hükümlerin o nizamın hakim kılmak isteyenler tarafından tartışılması elbette ki doğru olmaz. Keza o nizamı yerleştirmek isteyenlerin de bu hükümlere aldırış etmemeleri mümkün değildir.

İslam hukukunun dini suçları cezalandırma konusunda beşeri hukukdan farklı hareket etmesi sistemlerin tabiatının farklılığına dayanır. Bu ayrılık müslümanları islam nizamının diğer sistemlerden üstün olduğu düşüncesinde uzaklaştıracak değildir. Komünistlerin, komünist düzenin diğer sistemlerden ayrılan noktalarından dolayı komünizmi diğer sistemlerden üstün görmeleri imkanı olmadığı gibi, kaldı ki komünizm bugüne kadar yeryüzünde görülen bütün dünya görüşlerine aykırı ve eşyanın tabiatıyla uyuşmayan bir düzendir.

Demiştik ki islam hukuku suçları, bütün vatandaşların işleyebelileceği suçlar ve sadece müslümanları işleyebileceği suçlar olarak ikiye ayırmaktadır. Sadece müslümanlara has olup diğer vatandaşları ilgilendirmeyen suçların temeli de dinle ilgili suçlardır. Ve yine demiştik ki bu metod modern hukukun takip ettiği prensiplere yabancı bir metod değildir. Sadece modern hukuk bu ayrımı dini esaslara dayandırmaz. Bu hususu biraz daha açıklamamız gerekir. Bugün uygulanmakta olan beşeri hukukda sadece bazı kişilere veya  kurullara intibak eden hükümler bulunmaktadır. Mesala bazı hükümler vardır ki sadece hakimleri alakadar eder, başkalarına uygulanmaz. Bazı hükümler vardır ki avukatları veya doktorları ilgilendirir. Ve bu hükümler sözünü ettiğimiz kişilerin veya kurulların belirli davranışlarının suç sayılması ve cezalandırılması islam hukukunun bazı hükümleri vatandaşlarından sadece müslüman olanlara uygulayıp diğerlerine uygulanmamasının aynıdır. Bu demektir ki; günümüzdeki beşeri hukuk ferdin ve umumun menfaatını korumak için islam hukukunun onüç yüzyıldan beri takib etmiş olduğu ve görüşü takib etmek mecburiyetinde kalmıştır.