III

 

SUÇUN EDEBİ DAYANA⁄I

 

273- BÖLÜMÜN KONUSU:

 

a) Cezai sorumluluk.

b) Cezai sorumluluğun kalkması.

 

Her bir konu için başlıbaşına bir bahis tahsis etmeye çalışacağız.

 

A) CEZAİ SORUMLULUK

 

274- BAHSİN KONUSU:

 

Bu bahiste cezi sorumluluğun esasi, mahalli, sebeb ve dereceleri üzerinde duracağız. Sonra isyan veya cinayet maksadı, ilgisizlik, yanılma, unutma ve memnuniyetin sorumluluğa tesiri, suçla ilgili fiiller ve bunların sorumlulukla alakasını açıklayacağız. Bu hususlardan herbirine özel bir bölüm tahsis etmeye çalışacağız.

 

BİRİNCİ BAHİS

 

CEZAİ SORUMLULU⁄UN

 

275- CEZAİ SORUMLULU⁄UN TARİHİ:

 

a)  Beşeri hukukda:

 

Beşeri hukuk ortaçağlar boyunca ve Fransız devrimi öncesine kadar insanı, hayvanı, hatta katı maddeleri cezai sorumluluk mevzuu olarak kabul ediyordu. Katı maddeler bile hayvnalar gibi onlara atfedilen zararlı fiillerden dolayı cezalandırılıyordu. İnsanlar da kendilerine atfedilen yasak davranşılardan dolayı takibat konusu oluyorlardı. Ayrıca beşeri hukuk dirileri cezalandırdığı gibi ölüleri de cezalandırıyordu. Ölüm, ölenin muhahekem edilmesini ve cezalandırılmasını önleyen bir sebeb değildi. Hem insan sadece hareketlerinde dolayı sorumlu tutulmuyor, başkasının hareketlerinden dolayı da sorumlu tutuluyordu. Başkasının hareketlerinnden haberdar olmasa da başkasının işlediği fiillerde kendisinin herhangi bir etkisi olmasa da ceza sadece suçluya uygulanmakla kalmıyor, suçlunu yakınlarına ve dostlarına da uygulanıyordu. Suçdan uzak olmalarına rağmen, suçlunun yakınları da ceza görüyorlardı.

İnsan ister erkek olsun, ister çocuk, ister mümeyyiz olsun, ister almlasın, ister irade sahibi olsun, ester almasın, ister idraki yerinde olsun, ister olmasın cezai davranışlarından dolayı sorumlu kabul ediliyordu.

Yasaklanan davranışlar yasaklanmazdan önce belirlemiyordu. İnsanlar mahkeme huzuruna çıkmadan, hangi şeylerin yasak hangi şeylerin normal olduğunu bilmiyorlardı. Ve genellikle hakim dilediği cezayı seçip takdir yetkisini haizdir. Kişi önceden yasaklanmış olmayan bir fiil işliyor ve bu yüzde yönetimi elinde buluduranlar o fiilin cezalandırılmasını istedikleri takdirde daha önce o fiiliden hiçbir kimse cezalandırılmamış da olsa ve o fiilin suç olduğu önceden açıklanmamış da olsa ceza görüyordu. Bir fiile verilen cezalar çok kerre birbirinden farklı oluyordu. Çünkü cezanı çeşidi ve miktarının tayini tamamen hakime bırakılmıştı. Hakim istediği cezayı uyguluyor, istediği cezayı uygulamıyordu. Onun için hiçbir kayıt ve şart yoktu.

İşte beşeri hukukun dayandığı çürük prensiplerinden bir kısmı bunlardı. Aslında bakılacak olursa bu prensipler beşeri hukukun hakim olduğu maddi mesuliyet teorisine racidir. Hukuk sisteminin suçluya suç arasındaki kesin ve maddi alakaya bakışından doğmaktaydı. Sistem suçluyla, onun yakınlarına ve ilişkisi bulunanlara aynı şekilde bakıyordu. Suçlunun zihni kabiliyetlerini, düşünce kudretini, temyiz ve ihtiyat yetkisini, bir fiili işlemekte iradesini kullanma kapasitesini ve bütün bunların yasaklanan fiil ile ilişkisini ve fiile ne derecede tesir ettiğini asla hesaba katmıyordu. Uzun asırlar beşeri hukukda bu prensipler yürürlükte oldu. Nihayet Fransız devrimi geldi. Devrim bu azgın durumu temelinden sarstı ve yerine yeni prensipler getirdi. Bu prensipler adalet esasın dayanıyordu. İdrak ve ihtiyat yetkisini sorumluluğun esası olarak kabul ediyordu. Cezai mesuliyetin mercii olarak sadece canlı insanı kabul ediyordu. Cezanın şahsiliği prensibini gerektirerek ancak suç işleyene ceza veriyordu, başkalarına değil. Temyiz gücüne sahip bulunmayan çocuklardan mesuliyeti kaldırıyordu. Bunun yerine mümeyyiz çocuklar için basiz cezalar koyuyordu. idrakini yitirmemiş ve zorla bir fiili işlemiş olanlara ceza vermiyordu. Kanuni hüküm bulunmadan suç ve ceza olmayacağı prensibini temel esas olarak kabu ediyordu. Kanunların kabul edilip açıklanmasından sonra işlenmiş olan fiilleri suç kabul ediyordu. Cezanın tercihinde ve takdirinde hakimin yetkisini sınırlıyordu.

b) İslam hukukunda:

İslam hukuk hakkında az da olsa birşey bilenler onun her türlü hatalardan uzak olduğunu gayet rahat bir şekilde söyleyebilirler. Çünkü beşeri hukukun ancak 19. ve 20. yüzyıllarda tanıdığı ve benimsediği modern prensiplerden hepsini islam hukuku daha ilk günden getirmiş ve onu dayandığı temel esallardan biri olarak koymuştu.

Mesela islam hukuku ancak mükellef olan bir insanı sorumluluk mercii olarak kabul eder. Ölen kişiyi ise sorumululuktan uzak kabul eder, mükelefiyet yüklemez.

İslam hukuku erginlik çağına ermemiş olan çocukları erginlik çağını geçmiş olan erkeklerden ayrı görür ve onlarda affettiği cezaları öbürlerinden affetmez. Nitekim bu hususda Kur’anı Kerimde şöyle buyurulmaktadır:

“Çocuklarınız erginlik çağına geldikleri zaman kendilerinden öncekilerin izin istedikleri gibi izin istesinler.” (Nur: 24/59)

Allahın Resulü ise şöyle buyurmaktadır: ”Üç şeyden kalem kalkmıştır; ihtilam oluncaya kadar çocuktan, uyanıncaya kadar uykuludan, aklı başına gelinceye kadar deliden.”

İslam hukuku bir fiile zorlananlarla, idrakini yitirenleri muaheze etmez. Çünkü bu konuda yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

“İnandıktan sonra inkar eden, kalbi imanla yatışmış olduğu halde inkara zorlanan değil.” (Nahl: 16/106)

Bir diğer ayeti celilede ise şöyle buyumaktadır:

“Allah size, leş, kan, domuz eti ve Allahdan başakası adına kesileni haram kıldı. Ama kim mecbur kalırsa saldırmadan ve sınırı aşmadan yemesinde bir günah yoktur.” (Bakara: 2/173)

Allahın yüce Resulü ise buyurmaktadır ki: “Benim ümmetimden hata, isyan ve zorlandıkları şeyler kaldırılmıştır.”

İslam hukukunda: “Hiçbir günahkar başkasının yükünü yüklenmez. İnsana çalışmasından başka bir şey yoktur.” (Bakara: 2/173)

Hükmü temel bir kaidedir. İnsan ancak kendi işlediğinden sorumlu olur, alakası ne derecede olursa olsun başkasının işlediklerinden sorumlu olamaz.

İslam hukukunda “Yasaklanmayan herşey mübahtır ve onları işleyene ceza verilmez” hükmü temel bir kaidedir. Bir şey yasaklanırsa yasaklandığı açıklandığıandan itibaren cezalandırılır. Ondan önce ise ceza yoktur. Çünkü yüce Allah:

“Allah geçmiş olanı affetmiştir.” (Necm: 53/38-39)

Buyurmaktadır.

İslam hukukunda hakimlerin cezayı (had ve kısası gerektiren suçlarda) seçme veya takdir yetkileri yoktur. Tazir cezasını gerektiren suçlarda ise hürriyetleri sınırlıdır. Ancak belirli cezalara aralarından bir cezayı seçme yetkisine haizdirler. Söz konusu cezanın miktarı az veya çok olmak üzere tayin edilmemişse, bu tayin edilen miktarı takdir edebilirler. Onu da suçun ve suçlunun durumunu gözönünde bulundurarak ayarlarlar. Yöneticilerin koymadıkları bir cezayı verme yetkileri yoktur. Allah veya mü’min olan ululemrin koyduğu hükümlerden hiçbirisini affetme hakları mevcut değildir.

İşte bu temel prensipleri beşeri hukuk ancak geçen yüzyılda tanımaya başlamıştır. Halbuki islam hukuku beşeri hukukdan tam 12 asır evvel bu prensipleri kabul etmiş ve uygulamıştır. Ne yazık ki islam ülkelerindeki hukukçulardan birçokları bile bu temel gerçekleri bilmemekte veya farketmemektedirler. Ve ne kadar üzülecek bir konudur ki, onlar islam hukukunun beşeri hukukdan bu derece üstün olduğunu bilmedikleri gibi, beşeri hukukun bu prensipleri ilk ortaya koyan hukuk sistemi olduğunu zannetmektedirler.