295- ÜÇÜNCÜ GÖRÜŞ:

 

Bu İmam Şafii’nin görüşüdür, Hanbeli mezhebinden bazı fakihler de bu görüşü tercih ederler. Bu görüşe taraftarları da kasıtlı suçlarla kasıtsız suçlar arasında ayırım yapmaktadırlar ve her iki halde de suçluyu fiilinin sonuçlarında sorumlu tutmaktadırlar. Ayırım yaparken suçlunun maksadını esas olarak almaktadırlar. Suçlu bir fiili suuç (günah) kastıyla yaparsa kasıtlıdır. Eğer suç kastı olmadan yaparsa kasıtsızdır.

Bu görüş taraftarları; cana tecavüz suçlarında kasıtlı öldürmeyle kasta benzer öldürme arasında fark gözetmektedirler. Suçlu öldürücü fiilin kastettiği ve tecavüz ettiği kişinin canını çıkarmayı planladığı takdirde onu kasıtlı öldürme suçunda sorumlu tutmaktadırlar. Katil öldürücü fiili kasteder, fakat tecavüz ettiği kişinin canını çıkarmayı kastetmezse, fiil çoğunlukla ölümle neticelenmese bile kasta benzer öldürme suçundan sorumludur. Binaenaleyh kasıtlı öldürmenin muhtevasında muhtemel kasta mahal kalmamaktadır. Bu ise bir önceki görüş taraftarlarıyla uyuşmaktadır. Candan aşağıya tecavüz suçlarında ise bu görüş taraftarları suçlunun kastettiği fiilin bütün neticelerinden kasıtlı olarak sorumlu tululmasını kabul etmektedirler. Suçlunun işlediği fiilin umumiyetle bu neticeyi doğurmaması halinde suçlu onu kastetmese ve ihtimal vermese bile doğan neticelerden sorumlu kılmaktadır. Çünkü işlenen fiilin umumiyetle bu neticeleri doğurması bu fiilin kastolunan neticler hükmünde sayılmasına sebeb olur. Ama suçlunun fili, kastetmiş olduğu neticeleri doğuracak olursa ve bu fiili genellikle ortaya çıkan neticeye vesile olmazsa suçlu kasıtlı olarak bu neticelerden sorumlu tutulmaz. Çünkü bu neticleeri kastetmiş değildir ve işlemiş olduğu fiil de her zaman bu neticler doğurmaz. Aynı zamanda suçlu bu neticelerden hatalı olarak da sorumlu tutulamaz. Çünkü o sadece fiili kastetmiş, neticelerini kastetmemiştir. Sadece suçun sorumluluğundan hafif ama hatalı suçun sorumlu-suçlu bu fiillerin neticelerinden kasta benzer şekilde sorumlu tutulur. Kasta benzer suçun sorumluluğu kasıtlı suçun sorumluluğundan hafif ama hatalı suçun sorumluluğundan ağırdır. Aslında kasta benzer suç kasıt ve hatadan meydana gelmektedir. Çünkü suçlu fiili kastetmemkte ama neticelerini kastetmemektedir. Kasta benzer suçda işlenmiş fiilin neticeleri genelikle o fiilin neticeden doğurduğu sonuçlar değildir. Binaenaleyh suçlu fiili kasteder ama neticesinde yanılır. Bu yüzden onun kasıtlı hata arasında bir cezaya çarptırılması gerekir. Mesela bir kimse bir şahsa avucunun içiyle vursa bunun neticsinde o şahsın gözünü şaşı veya kör etse, bu fiilinden dolayı kasıtlı olarak suçlanamaz. Çünkü bu neticeyi kastetmiş değildir. Suçlu her ne kadar avuç içiyle vurmak fiilini kastetmiştir. Hem avuç içiyle vurma çoğunlukla gözü şaşı veya kör etmez. Suçlu hatalı olarak sorumlu tutulamaz. Çünkü fiili kasıtlı olarak yapmıştır. Suçlunun durumu burada ne kasıt ne hatadır, kasta benzer bir durumdur. Binaenaleyh cezanın kasıtlı suçların cezasından daha hafif, ama hataen işlene suçların cezasından daha ağır olması gerekir. Bir kimse parmağını bir insanın gözüne sokup, gözünü şaşı veya kör etse kasıtlı suç işlemiş olarak kabul edilip işlemiş olduğu fiilin neticesinden sorumlu tutulur. Çünkü o bu hareketiyle hem fiili kastetmiştir, hem de neticesini. Kastettiği fiili; genellikle meydana çıkan neticeyi doğurur.

Keza bir insan fırlattığı taşla başka bir insanı başını veya yüzünü yaralarsa322. İşlediği fiilin neticesinden kasıtlı olarak sorumlu tutulur. Çünkü o fiili kastetmiştir ve kastettiği fiil genellikle bu neticeyi doğurur. Ama bir kimse başkasının yüzüne çakıl taşları fırlatsa ve çakıl taşları adamın yüzünü yaralarsa atan kişi bu sonuçtan -eğer kasıt gütmemişse- kasıtlı olarak suçlu kabul edilemez. Çünkü genellikle işlediği fiil bu neticeyi doğurmaz. Ortaya çıkan neticeden kasta benzer bir şekilde suçlu olarak mesul olur323.

(322) Burada arapça olarak ifade edilen “Şecc ve İzah” kelimeleri başa ve yüze isabet eden iki yaralama şeklidir.

(323) Nihayet’ül-muhtaç, C: 7, S: 267. el-Ümm, C: 6, S: 45. El-ikna, C: 4, S: 186. el-Muğni, C: 9, S: 410. Şerh’ül-kebir, C: 9, S: 428.