NAMAZ Mİ'RAC GECESİ FARZ KILINMIŞTIR :
B) Günde Beş Vakit Namaz Farz Kılınmıştır :
E) Akşam Namazı Vakti Girince Yemek De Hazır Olursa :
GELELİM GÜNEŞİN BATMASIYLA DOĞMASI BİR OLAN, YANİ
AYNI ANDA MEYDANA GELEN ÜLKELERE :
A) Öğle Namazının Faziletli Vakti :
B) İkindi Namazının Müstehab Vakti :
C) Akşam Namazının Müsehab Vakti :
D) Yatsı Namazının Müstehab Vakti :
E) Hava Kapalı (Bulutlu) Olduğu Günlerde :
F) İki Vakit Namazını Bir Vakitte Kılmak :
V. NAMAZ KILINMASI CAİZ OLMAYAN VE BİR DE MEKRÛH OLAN
VAKİTLER :
A) Üç Vakitte Hiç Bir Namaz Kılınmaz :
B) Kerahet Vaktinde Namaz Kılmayı Adayan Kimse :
VI. NAFİLE VE BENZERİ NAMAZLARIN MEKRUH OLDUĞU
VAKİTLER :
a) Namaz'm
dindeki yeri, omurganın bedendeki yerine benzer. Bunun için Âdem (A.S.Vden Resûlüüah (A.S.) Efendimize kadar gönderilen bütün
peygamberler bu ibâdetle emrolunmuşiardır.
Allah (C.C.) tarafından namaz ibâdetini içermiyen bir din gönderilmemiştir
diyebiliriz.
Resûlüllah (A.S.)
Efendimize henüz peygamberlik görevi verilmeden önce kendisinden önceki şeriat
(İbrahim Peygamberin Hanif Şeriâtiyîle amel ederdi. İbn Abidîn bu konuya
temasla diyor ki :
«Peygamber (A.S.)
Efendimiz, kendisine peygamberlik verilmeden, daha önceki şeriate göre günlük
ibâdetini yapıyordu. Çünkü îlâ-hi teklif, Adem Peygamber'in gönderilmesinden bu
yana kesilmemiş ve kesintiye uğramamış, insanlar da başıboş bırakılmamıştır.
Hem ta-at ibâdet - Allah'a kulluk) şeriatsız olmaz. Çünkü taat emre uymaktır.
Bi'setten sonra da -namaz ve diğer ibâdetler farz kılınmcaya kadar- Efendimiz
kendinden önceki Hanif şeriâtiyle amel etmiştir.»[1]
b) Kur'ân-ı
Kerim'de Nuh, İbrahim, Musa, îsa ve diğer bazı peygamberlerden örnekler verilip
bazı önemli kıssalara kapı açılınca onlara namaz ve zekât ile emredildiğinden
söz edilir.
Birkaç örnek :
Zekeriyya Peygamberin
mihrapta durup namaz kıldığı anlatılırken şöyle buyuruluyor :
Mâbedde namaz kılarken
melekler ona seslendiler...»[2]
«îsâ (A.SÎ'ın beşikte
iken kavmine verdiği cevâp anlatılırken
duyuruluyor ki :
Çocuk Cîsâ) Ben
şüphesiz Allah'ın kuluyum Bana Kitap verdi pe beni peygamber yaptı; nerede
olursam olayım beni mübarek kil. Yaşadığım müddetçe namaz kılmamı, zekât
vermemi ve anneme iyi davranmamı emretti...» [3]
îsmail Peygamberin
kendi kavmine ne ile emrettiği hususu açıklanırken buyuruluyor ki :
«(İsmail) çevresinde
bulunanlara namaz kılmalarını, zekât vermelerini emrederdi.»[4]
İbrahim Peygamber ve
diğer oğullarından söz edilirken buyuruluyor ki :
«İbrahim'e, buna
ilâveten İshâk ve Yakub'u da verdik, her birini iyi kimseler kıldık. Onlar,
bizim emrimizle insanları doğru yola götüren önderler yaptık; onlara hayırlı
işler yapmayı, namaz kılmayı, zekât vermeyi vahyettik. Zaten onlar bize kulluk
eden kimselerdi.»[5]
Lukmân'm oğluna
tavsiyeleri anlatılırken buyuruluyor ki :
«Oğulcağızım Namaz
kıl, (dine, akle ve örfe) uygun olanı emret, (bunlara uymayan) kötülüğü
men'et.»[6]
Kitab ehli (olan
Yahudi ve Hıristiyanların) ne ile emrolunduk-lan açıklanırken buyuruluyor ki :
«Halbuki onlar, doğruya
yönelerek dini yalnız Allah'a has kılmak, O'na kulluk etmek, namazı kılmak ve
zekâtı vermekle emrolun-muşlardi.»[7]
c) Bu konuda
bilmediğimiz bir husus var :
Diğer dinlerde namaz
nasıl kılınırdı? Hangi vakitlerde ve nasıl edâ edilirdi? Rek'at sayıları,
kazandırıldığı resmiyet yani şekil ne idi? Neler okunurdu? Bütün bu sorular
cevapsız kalmıştır. Çünkü Kitap ve Sünnette bir açıklama bulamıyoruz. Ama
mutlaka namaz emredilmiş ve her peygamberle onlara inananlar namaz kılmışlardır.
Önemli olan da budur. Kur'ânLı Kerim teferruat üzerinde durmaz, olayların
tarihini vermez, şekil üzerinde durmaz. Ama temayı ve ibret alınacak bölümleri
sergilemekle yetinir.
Hadîs yönünden namazın
önemi ve lüzumu üzerinde yüzün üstünde rivayet vardır. Biz birkaç örnek
sunmakla yetineceğiz :
«İşin başı İslâm'dır?
onu ayakta tutan namazdır; doruğu Allah yolunda cihad (kutsal savaş) tır.»[8]
Namaz imândan sonra
Allah'ın inanmış kullarına emrettiği ilk ibâdet olma bakımından da çok
önemlidir. Hem çok mübarek bir vakit sayılan Mi'rac gecesinde farz kılınıp
ümmete ilâhi hediye olarak sunulması apayrı bir anlam taşımaktadır. Nitekim
Enes b. Mâlik (R.A.) diyor ki : [9]
«Namaz, Resûlüllah
(A.S.) Efendimiz gece yolculuğuna çıkarılıp Mi'rac kerametine eriştirildiği
gece elli vakit olarak farz kılınmıştı. Sonra noksanlaştınlarak beş vakte
indirildikten sonra Peygamberimize şöyle hitab edilmişti : «Ya Muhammedi
Doğrusu şu ki benim katımda söz ve hüküm değişmez; şu beş vakit namazla sana
elli vakit (sevabı) vardır.[10]
Bu nedenlerle kıyamet
gününde kulun ilk sorulacağı teklif namaz olacaktır. Çünkü bir bakıma namaz
imânla küfür arasında alâmet-i farikadır.
Resûlüllah (A.S.)
Efendimiz bu hususa değinerek şöyle buyurmuştur :
«Kulun kıyamet günü
hesaba çekileceği ilk şey namazdır; eğer namaz [arızasız kılınıp) yerine
getirilmişse, diğer ameller de arızasız yerine getirilmiş sayılır. Yok namaz
fesada uğramış (yerine getirilmemiş) se, diğer ameller de fesada uğramış
sayılır.[11]
Ayrıca Resûlüllah
(A.S.) Efendimizin ümmetine en son tavsiye ettiği iki şeyden biri namazdır :
«Namaza, namaza gerekli olun, bir de elinizin altındaki (köle, câriye, işçi ve
hizmetçi) lere...»
Evet Fıkhü's-Sünne ve
diğer hadisle ilgili kitaplarda bu sözleri Resûlüllah (A.S.) Efendimiz son
nefeslerini verirken söylediği belirtilmiştir. Bu da namazın ne kadar önemli
ve yararlı bir ibâdet olduğunu gösterme bakımından kâfi delildir.
Dinde de ilk yitirilen
ibâdet yine namazdır; din bu ibâdetle ölçü ve anlamını ortaya koymuştur ve yine
bu ibâdetin terkedilmesiyle din bir bakıma ölçüsünü kaybetmiş olacaktır.
a) Allah
Resulü (A.S.) bu hususa işaretle buyuruyor ki : «Andolsun ki îslâm (direği) İn
kulpları birbir bozulacaktır : Ne kadar "bir kulpu kazaya uğrayıp
bozulursa, insanlar hemen ondan sonraki kulpu iıozmaya teşebbüs edeceklerdir;
bu kulpların ilki h ü-k ü m sonu ise
namaz' dır.» [12]
Böyle bir kulpu bozmak
ve koparmaktan Allah'a sığınırız. Namaz, Hicretten birbuçuk yıl önce Mi'rac
gecesi farz kılınmış ve Allah'ın büyük bir hediyesi olarak bu ümmete
sunulmuştur. Far-ziyeti Kitab, Sünnet ve îcmâ' sabit olmuştur.
Bu nedenle kirn
namazın farziyetini inkâr ederse küfre düşer, İslâm miletinin dışına çıkar.
Farziyetini kabul edip inandığı halde tembellik gösterip kılmayan kimse büyük
günah işlemiş olur. Çünkü Resûlüllah (A.S.) Efendimiz «Adamla küfür arasında NAMAZ vardır.»
buyurmuştur.[13]
Diğer bir hadîslerinde
ise şöyle buyurmuşlardır :
«Kim namazı vaktinde
kılıp muhafaza ederse, namaz onun için kıyamet günü bir nûr, delil ve kurtuluşu
olur. Kim de namazı kılma-yıp terkeder, onu muhafaza etmezse, namaz da onun
için ne bir nûr, ne delil ve burhan, ne de kurtuluş olur. Böylesi kıyamet günü
Karun, Fir'avn Haman ve Ubey bin Haleflerle beraber olur.[14]
Resûlüllah (A.S.)
Efendimiz bu konuda şöyle buyurmuşlardır :
«Beş (vakit) namazı
Allah kullarına farz kılmıştır; kim bu beş namazı yerine getirir de, hakkım
küçümsemez ve ondan bir şey zay-etmezse, onu Cennete koymak için Allah'ın
verdiği bir söz vardır. Kim de bu beş namazı yerine getirmezse, onun için
Allah'ın vermiş olduğu bir söz yoktur;
dilerse azâb eder, dilerse onu bağışlar.»[15]
îslâm Fukahası bu ve
konuyla ilgili diğer hadislere dayanarak ictihadda bulunmuş, farklı bazı
tesbitler yapmışlardır. Hanefî imamlarına göre : Namaz Fariza-i Muhkeme'dir,
onu terketmek doğru değildir.. Bilerek inkâr eden kâfir olur. Namazı kasden
terkeden öldürülmez, tevbe edinceye kadar hapsedilir.[16]
Namazın farziyeti
vaktin sonuyla bağlantılıdır; Tahrime miktarı bunun nihaî sınırıdır. O kadar ki
bu kadar bir zaman vakit varken kâfir müslüman olur, çocuk ergenlik çağma
girer, deli kendine gelip normalleşir, aybaşı halindeki kadın temizlenirse o
vaktin namazı kendilerine vâcib olur. Tahrime (îftitah Tekbiri getirecek) kadar
vakitten daha az bir süre kalırsa o takdirde o vaktin farzı düşer. Bunda
icrnâ1 vardır.[17]
Namaz için günün belli
ve belirli saatlerinde vakitler konulmuştur. Her namazın kendine has vakitte
edâ edilmesi farzdır. Belirli vakti çıktıktan sonra o namaz kazaya kalır.
Kur'ân-ı Kerîm'de
namazın belli vakitler içinde yerine getirilmesi farz kılman bir ibâdet olduğu
şu âyetle açıklanmıştır :
«Şüphesiz ki namaz
mü'minlere belirli vakitlerde farz inimtmg-tır.»[18]
Kur'ân'da üç ayrı
yerde namazla ilgili beş vakte değinilerek dikkatler bu konuya çekilmiştir :
«Gündüzün iki ucunda
(sabah ve ikindi vakitleri) ve gecenin gündüze yakın zamanlarında (akşam ve
yatsı vakitleri) namaz kıl, Şüphesiz ki iyilikler kötülükleri alıp götürür..[19]
«Güneşin batıya
yönelmesinden gecenin kararmasına kadar namaz kıl; sabah vakti de namaz kıl,
zira sabah namazına melekler şâ-hid olur.»[20]
«O halde onlar ne
derlerse sabret. Güneşin doğmasından önce de, batmasından önce de (sabah, öğle,
ikindi vakitleri) Habbini hamd ile teşbih et (namaz kıl). Gecenin bir kısım
saatlerinde (akşam ve yatsı) ve gündüzün etrafında da teşbih et ki hoşnudluğa
eresin.»[21]
Sabah namazının ilk
vakti «Fecr-i sadık»m doğması, yani doğu ufkunda meydana gelen beyazlık
(aydınhğ)m yatay olarak belirme-sidir. Bundan evvel yine aynı ufukta dikey
olarak beliren beyazlık (aydınlık), İslâm Fıkhına göre Fecr-i Kâzib»dir, hakiki
fecir değildir. Bu bakımdan o beyazlık itibar edilmez. Şöyleki oruç tutmak is^
teyen bu dikey ojarak beliren beyazlık vaktinde bir şeyler yiyebilir. Sabah
namazını kılmak isteyen ise kılamaz, çünkü henüz sabah namazının vakti
girmemiştir.[22]
Fıtkıhta söz sahipleri
sabah namazının vaktinin girmesinde «Fecr-i Sadıksın hemen doğma anı mı, yoksa
doğup etrafa yayılma zamanına mı itibar edilir. Hususunda farklı görüşler
ortaya koymuşlardır, îkinci anlamdaki görüşte bir genişlik ve rahatlık vardır,
insanı tamamen şüpheden kurtarmaktadır. Fıkıh bilginlerinin çoğu da bunu uygun
bulmuşlardır. Ancak ne var ki, oruç ve yatsı vakti konularında ihtiyata daha
uygun olanı birinci anlamdaki görüştür. Fecir konusunda ise ikinci anlamdaki
görüş ihtiyata daha uygundur.[23]
Açkılama :
Oruç tutan kimse,
«Fecr-i Sadık»m dogmasiyle imsak etmesi, yani yemek, içmek, cinsel yaklaşma
gibi orucu bo2an şeylerden kendini alıkoyması gerekir. Aksi halde orucu
bozulmuş sayılır. Yatsı namazını o ana kadar kılmayan kimse ise, Fecir
doğduğunu itibar ederek namazı kazaya bırakmış olur.
O halde sabah
namazının vakti, *Fecr Sadk doğduktan itibaren başlar, güneş doğuncayakadar
devam eder. Bu süre içinde «Sabah Namazı» niyetiyle kılman namaz edâ edilmiş
anlammadır. Ancak belirtilen sürenin hangi bölümünde kılmak daha faziletli ve
daha se-vâphdır? Hanefi İmamları bu konuda şu hadise dayanarak sözü edilen
başlangıç ve bitim arasındaki zamanı göstermişlerdir :
«Cibrü-i Emîn birinci
Fecir doğunca Resûlüllah (A.S.) Efendimize imamlık ederek sabah namazını
kıldırmış, ikinci gün ise, ortalık sararıp güneşin doğmasına pek az bir zaman
kala kıldırmış ve sonra şöyle demiştir «Bu iki vakit arası, seninle ümmetine
has bir vakittir.»[24]
Öğle namazının vakti
zevalden başlayıp, -fey-i zeval- Jıariç her şeyin gölgesi iki mislini buluncaya
kadar devam eder.
-Fey-i zeval ; Güneş
gökkubbenin tam ortasına gelip dikey cisimlerin gölgesi kısılmakta son bularak
titreşip yerinde kaldığı andaki gölge demektir.
Açıklama :
Güneş gökkubbenin
ortasından batıya doğru meyledip dikey cisimlerin mevcut gölgesi doğu
cihetinde belirlenince öğlenin başlangıcı gerçekleşmiş, yani ilk vakti
girmiştir. «Fey'-i zeval» gölgesi hariç batı cihetinde meydana gelen göige iki
mislini buluncaya kadar vakit devam eder. Yani bu süre içinde öğle namazı
kıhnabüir.[25]
Bu, İmam Ebû Hanife'nin
içtihadına göre bir belirlemedir. îcti-hadda tutulan bu yolun sahih olduğu
belirtilmiştir.[26] İmam Ebû Yusuf ile İmam Muhanvmed'e göre,
öğle vaktinin sonu, «fey-i zeval" hariç, her şeyin gölgesi bir mislini
buluncaya kadar devam eder.
O halde bu iki farklı
ictihad karşısında ihtiyatlı bulunmak gerekir. Bunun için fıkıh bilginleri
diyorlar ki : «Bu konuda ihtiyat şudur : Cisimlerin gölgesi bir mislini
bulmadan önce öğle namazını kılmak; iki mislini buluncaya kadar bekleyip
ikindi namazını kılmak.. Tâki her iki namaz da şüpheden uzak bir anlamla kendi
vaktinde kılınmış olsun. [27]
Cisimlerin gölgesi
«Fey-i zeval» hariç iki mislini bulunca başlar güneş batmcaya kadar devam eder.
Burada da Hanefi
imamları arasındaki farklı ictihad aynen câridir. Yani İmameyne göre,
ikindinin evveli, her şeyin gölgesi bir mislini bulunca başlar, güneş batmcaya
kadar devam eder. Ama biz fıkıh bilginlerinin bu konudaki ihtiyat ölçülerini az
yukarıda nakletmiştik, onu tekrar hatırlatırız,
Sahih rivayette
Resûlüllah (A.S.)'m şöyle buyurdu tesbit edilmiştir :
«Güneş henüz batmadan
önce kim ikindinin bir rek'atine ulaşırsa, o ikindiye ulaşmış sayılır.[28]
«Kim henüz güneş
batmadan ikindinin bir rek'atini kılar, sonra da geri kalan rek'atleri güneş battıktan
sonra kılarsa ikindiyi kaçır-mamış olur.»
İleride bu konuya
geniş yer verip müctehid imamların ictihad ve görüşlerini açıklayacağız. Hadîsi
sadece konumuzla ilgili bulunduğu için buraya aktarmış bulunuyoruz. [29]
Güneş battıktan sonra
başlar, İmameyn (Ebû Yusuf ile Muham-med)'e göre, şafak-ı ahmer (Batı ufkunda
güneş battıktan sonra beliren kızıllık) kayboluncaya kadar; İmam Ebû Hanîfe'ye
göre, şafak-ı ahmer'den sonra beliren beyazlık kayboluncaya kadar devam eder.
Burada daha çok îmamey'nin görüş ve içtihadıyla fetva verilmiştir. [30]
îmameyn'in bu
içtihadında mü'minlere bir rahatlık ve genişlik vardır. Ama İmam Ebû Hanife'nin
görüş ve içtihadı ihtiyata daha uygundur. Çünkü namaz babında aslolan şudur ki,
her rükün ve şartın onda yakın (şüpheden uzak kesin bilgi ve inanç) ölçüsünde
sabit olmasıdır.
îmameyn bu konuda şu
hadise dayanmışlardır :
«Akşam namazının
vakti, güneş batıp şafak (kızıllık) kaybol-maymcaya kadardır.»[31]
Ebû Musa (R.A.J'm
yaptığı rivayete göre : Bir adam, Resûlüllah (A.S.) Efendimizden namaz
vakitlerinden sordu. O da vakitleri birbir anlattı ve akşam namazı vakti
girince ona namaz kılması için emretti ki güneş henüz yeni batmıştı. İkinci gün
olunca Şafak-ı Art-mer (kızıllık) kaybolacak kadar geciktirdikten sonra akşam
namazını kılmasını emretti. Sonra da şöyle buyurdu : *Akşam vakti işte bu iki
vaktin arasındadır.[32]
Bu konuda Cibril'in
iki akşam üstüste akşam namazını Resûlüllah (A.S.) Efendimize imam olarak ayni
vakitte (güneş hemen battıktan sonra) kıldırdığı hakkındaki hadise gelince,
İmam Nevevî (R. A.) bunu açıklayarak diyor ki : Bu hadis, akşam namazını vakit
olunca hemen kılmanın müstehab kabul edildiğine delâlet etmektedır. Nitekim
belirtilen hususu hakkında birkaç hadîs daha vârid olmuştur; onlardan ikisini
nakletmekle yetiniyoruz :
«Ümmetim akşam
namazını yıldızlar doğmadan önce kıldığı müddetçe fıtrat üzere bulunacaktır.»[33]
«Akşam namazını,
oruçlunun iftar vaktinde kılın, yıldızlar doğmadan davranın..»[34]
Akşam namazı
girdiğinde sofra konulup yemek hazır olunca, önce yemeği yemek, sonra akşam
namazını kılmak müstehabdır. Çünkü namaz kalb huzuru istemektedir. Sofradaki
yemek nefsi harekete geçirip kalbin huzurunu kaçırabilir. Nitekim Resûlüllah
(A.S.) Efendimiz bu hususa temasla şöyle buyurmuştur :
«Akşam yemeği konulup
hazır oîunca, önce yemeğe başlayın,
akşam namazını
kılmadan bu ihtiyacı yerine getirin.»
Diğer bir rivayette
buna yakın bir anlatımla buyuruluyor ki : «Akşam yemeği takdim edilince (sofra
hazır olunca), akşam namazını kılmadan önce yemeğe başlayın..»[35]
Namaz vakitleri
hakkında geniş bilgi edinmek isteyenler Zeyleî'-nin Nasbu'r-Eaye adlı kıymetli
eserinin birinci cildine Namaz Vakitleri bölümüne baksınlar. [36]
Müctehid İmamların
farklı ictihad ve görüşlerine göre : «Şafak-ı Ahmer'in veya Şefak-ı Ahmer'den
sonra beliren beyazlığın kaybol-masiyle başlar, fecr-i sadık doğuncaya kadar
devam eder, Bu vakit hem yatsı, hem vitir namazının belirlenmiş süresidir. Ne
var ki Vîtir namazı yatsı namazından sonra kılınır. Bu ikisi arasındaki tertibe
riâyet vâcibdir.
Ancak İmam A'zam Ebû
Hanîfeye göre, unutarak vitri yatsı namazından önce kılar veya Önce vitri
sonra yatsıyı kıldıktan sonra yatsı namazının iadesi gerekirse, bu takdirde
birinci surette ikisi de sahih olduğu gibi, ikinci surette ise yalnız yatsı
namazını iade etmesi gerekir. Çünkü vitir sahih sayılır bu durumda. Vâcib olan
tertip bu gibi özürlerle düşer. [37] .
Günümüzde her geçen gün
biraz daha önem kazanan bu konuya geçmeden önce namaz vakitleri hakkında genel
bir bilgi vermeyi uygun bulduk :
Namaz vakitleri daha
çok beş şeyle bilinir :
1. Rasathane
saatiyle.. Yani mahalli saat ayarıyla bilinir.
Eskiden vaktin belirlenme
işi, «muvakkıthane»lerde yapılırdı. Büyük imaretlerin birer muvakkıti olur,
bunlar çeşitli âletlerden yararlanarak vakti ta'yin ederlerdi. Bugün ise saat
ayarını daha çok radyo ve benzeri yayın araçlarından alıyoruz. Daha önceleri bu
işi muvakkıthaneler yapar, bulundukları şehrin saat ayarını tesbit ve ilân
ederlerdi. Birçok şehir ve kasabalardaki saat kuleleri muvakkıt-hanenin verdiği
araya göre ayarlanırdı.
Ancak, özellikle
Amerika'da trenler işlemeye başlayınca mahalli saatlerin kullanılması hemen
hemen imkânsız hale geldi. Çünkü bu durura bütün tarifleri aksattı. Tabii
dünyanın diğer ülkeleri için de ayni şey söz konusuydu.
Bugün dünyanın her
yerinde Greemcich «ortalama saat»ı kullanılır. Bu saat başka ayarlarla
karıştırılmaması için milletlerarası «G.M.T.* işaretiyle gösterilir. Ne var ki,
her değişik saat meridyeni içinde kalan memleketler Gremcich'e göre kendi
saatlerini ayarlarlar. Meselâ Türkiye saati Greenıcich'e göre ayarlanırsa,
ondan 2 saat (yaz saatiyle3 saat) ileridir. Buna karşılık, yurdumuzda saat birliği
olması için bütün Türkiye'de ayni saat ayarı kullanılır İşte» namaz vakitleri
de bu saat ayarına göre mahalli olarak düzenlenir. Nitekim Evkat-i Şer'iyye
Cetvelleri her bölge ve vilâyetin mahalli saatma göre hazırlanır,
2. Güneşin
Batı'ya meyletmesiyle bilinir.
Güneşin batı'ya
meyletmeye başlamasıyla dikey bulunan cisimlerde gölge meydana gelir; gölgenin
uzaması Ölçülmek suretiyle vakitler belirlenir. Buna güneş saati de denir ki
birçok.çeşitleri vardır. Meselâ :
Yerin çevresinde
aralarında 15 derecelik uzaklık olan ve biri gözlem yerinden geçen 24 yan
meridyen çizilsin. Güneş soldan sağa doğru yaptığı günlük hareketinde, bu
meridyen düzlemlerini biıbiri ardınca geçer. Güneş gözlem yerinin yarı
meridyenindeyken burada gerçek öğle zamanıdır; gözlem yerinden geçen
meridyenin sağındaki ilk yarı meridyene geçtiği zaman, gözlem yerinde saat
13'tür. Ve böylece güneşin her meridyen atlayışında bir saatlik bir süre geçer.
Dünyanın ekseni
doğrultusunda mil denilen düz bir çubuk geçirilir ve bu mile dik bir düzlem
üzerinde 24 meridyen çizilirse, bu çizgiler, üzerine değişik saatlerde milin
gölgesi düşen saat çizgleri olur. Çok çeşitli örnekleri yapılabilen güneş
saatinin temel ilkesi budur.
Bir de Ekvator güneş
saati vardır. Güneşin yıl boyunca yaptığı yükselimdeki görünür hareketine bağlı
olarak, milin gölgesi sıra ile altı ay düzlemin bir yüzüne, altı ay da öbür
yüzüne düşer.
Yatay güneş saati...
Saat bölmeleri gözlem yerinin ufkuna paralel bir düzlem üzerine çizilmiş ve
iyice hesaplanmış bir prespektife göre düzenlenmiştir MU daima yer eksenin
doğrultusuna göre eğik yapılır.
Bundan başka meridyene
dik düşey güneş saati ile eğik kadranlı güneş saatleri de vardır.
Böylece düzlem üzerine
tesbit edilen milin gölgesi kısalmada son bulup titreştiği zaman kerahat vakti
başlar, milin gölgesi doğuya doğru kendini göstermeye başlayınca da öğle vakti
(yani öğle namazının vakti) girmiş olur.
3. Güneşin
batı ufkunda batmasıyla bilinir.
Güneşin batı ufkunda
tamamen batmasıyla akşam namazının vakti girmiş olur.
4. Güneş
battıktan sonra batı ufkunda görünen
«şafak-ı ah-mer = kızıllık» yada bundan sonra meydana gelen beyazuk kaybolunca
yatsı vakti girmiş olur. sabahleyin «fecr-i sadıksın doğmasına kadar devam
eder. nitekim buhususa ve müctehid imamların bu konudaki ictihad ve görüşlerine
az yukarıda dokunmuştuk.
5. Doğu
ufkunda görünen beyazlık ile bilinir.
Sabaha doğru doğu
ufkunda önce dikey olarak bir beyazlık (aydınlık) görünür ki buna -Fecr-i
Kâzib = Yalancı fecir» denilir. Bu durumda henüz sabah namazının vakti girmiş
sayılmaz. Bunu müteakip yatay olarak ufukta bir beyazlık (aydınlık) belirir ki
buna «Fecr-i Sadık = doğru fecir» denilir. Bu durumda artık sabah namazının
vakti girmiş sayılır. Namaz vakitlerini belirtirken bu hususlara yer
verilmiştir.
Namaz vakitleriyle
ilgili hadîslerden bir kısmım vakitler bölümünde nakletmiştik. Burada
Cibril'in işaretiyle ilgili hadîsin tamamını nakletmekte yarar görüyoruz :
Câbir bin Abdullah
(R.A.) rivayet ediyor, Resûlüllah (.A.S.) Efendimiz buyurdu ki :
«Cibril (A.S.) güneş
batıya doğru meylettiğinde bana gelerek : «Kalk, Ya Muhammedi Öğle namazını
kıl» dedi. Bir müddet bekledikten sonra herşeyin gölgesi bir mislini bulunca
ikindi namazı için geldi ve : «Kalk, Ya Muhammedi İkindi namazını kü» dedi. Bir
süre bekledikten sonra güneş batı ufkunda kaybolunca yine geldi ve t «Kalk
ak.şam namazını kıl* dedi. Kalkıp akşam namazım kıldım. Bir müddet daha
bekledim, tâ ki batı ufkundaki şafak (kızıllık ya da beyazlık) kayboldu.
Cibril (A.S.) yine geldi ve : «Kalk, yatsı namazını kıl» dedi. Ben de kalkıp
yatsı namazını kıldım. Sonra sabahleyin fecir yükselince geldi ve «Kalk Ya
Muhammedi Sabah namazını kıl» dedi...»
Hadîs-i şerifin buraya
kadar olan kısmıyla, her namazın ilk vakti açıklanıyor. Geriye kalan kısmı ise
her vaktin sonunu belirtiyor. Kısaca çevrisi şöyledir ;
«İkinci gün Cibril
(A.S.) yine Resûlüllah (A.S.) Efendimize geliyor, her şeyin gölgesi bir
mislini bulunca öğle namazım kılmasını söylüyor. Her şeyin gölgesi iki mislini
bulunca da ikindi namazıyla emrediyor. Akşam namazını ise yine ilk vaktinde
kılınmasını bildiriyor. Yatsı namazını da gecenin ilk üçte biri geçince kılmasını
söylüyor. Sabah namazını ise, ortalık iyice ağarıp aydınlanınca kılmasını
tavsiye ediyor ve fecrin doğmasiyie güneşin doğmasına az kalan süreyi
kasdederek : «Bu iki vaktin ortası (senin ve ümmetin için namaz) vaktidir*
diyor..»
Böylece hadîs-i
şerifin tamamı, takvim esasını bildiren tabii belirtileri esas tutarak namaz
vakitlerini açıklamış oluyor. [38]
Kutuplara doğru
gidildikçe gece ve gündüzde anormal değişiklikler olur. Özellikle 66° 33"
kuzey ve güney kutup dairelerinin ötesinde yazın gündüzleri, kışın geceler
aylarca devam eder. Belirtilen kutup dairelerine yakın ülkelerde ise yılda iki
kez muayyen günlerde güneşin batmasıyla doğması bir olur; arada abdest alıp
namaz kılacak kadar ya bir vakit kalır, ya da kalmaz. Güneş battıktan abdest
alıp akşam ve yatsı namazlarının farzım kılacak kadar bir zaman kalırsa, o
takdirde bu iki vaktin farzını kılmak gerekir. Sadece akşam vaktinin farzını
kılacak kadar bir zaman kalıyorsa, o takdirde onu eda etmek gerekir.
Edasına zaman
bakımından imkân kalmayan yatsı namazı veya hem akşam hem yatsı namazı
mükellefin üzerinden tamamen düşer mi, yoksa kazası mı gerekir?
a) Fetâvâ-yî
Htndiyye'de bu hususa dokunularak deniliyor ki :
«Yatsı ve vitir namazım
kılacak kadar vakit bulamıyan, şöyleki güneşin battığı gibi doğması kısa bir
zamanda meydana gelen bir Ülkede bulunuyor, Şafak-ı Ahmer'in kaybolmasıyla
güneş doğmuş oluyorsa, bu durumda yatsı ve vitir namazı ona vâcib değildir.»[39]
İbn-i Abidin'de bu
konuya biraz daha geniş yer verilecek deniliyor ki :
«Yatsı ve vitir
vaktini bulamıyan, örneğin Bulgar [40]ülkelerinde
bulunanları gösterebiliriz; buralarda henüz Şafak (batı ufkunda güneş
battıktan sonra meydana gelen kızıllık ya da beyazlık) kaybolmadan -kışın ve
daha doğrusu yazın arbaîninde- güneş doğmaktadır. [41]Bu
konuda El-Bahr kitabındaki ibarede ise «Yılın en kısa geceleri» tabiri
kullanılmıştır. En-Nehr kitabında «Yılın en kısa günleri» denilmiştir.
Bu durumda yatsı ile
vitir namazı mükellefin üzerinden düşer
mi, yoksa saatlere göre takdir yapılıp kılınması mı gerekir?
Dürrü'l-Muhtar
metninde : «Bu iki namaz için saatlere göre zaman takdir edilip kılınır.»
deniliyor. İbn-i Abidin, bu cümle üzerinde durarak şu açıklamayı yapıyor :
Bu ibare sadece şerh
ve haşiyelerden mücerred olan metinde mevcuttur; El-Mineh'te bu ibare yoktur.
El-Feyz sahibinden başkasının buna sabkat ettiğini görmedim. Adı geçen zat
diyor ki : «Mü'-minler, şafak henüz kaytbolmadan güneşin doğduğu bir ülkede bulunuyorlarsa,
yatsı namazı onlara vâcib değildir-, çünkü sebep mef-kuddür (ortadan
kalkmıştır).»
Bazısına göre ise,
yatsı namazı onlara vâcibdir, bu nedenle
saat hesabıyla vakit takdir edilerek yerine getirilir.»
îbn-i Abidin «takdir
edilir» ile çevrisini yaptığımız «Yukadderu» veya «Yukderu» fiili üzerinde
durarak devamla diyor ki :
«Burada söz, takdir
manası üzerinde (düğümlenip) kaldı. El-Feyz kitabının ibaresinden açıkça
anlaşılan şudur : Bundan maksad, yatsı namazını kaza etmek vâcibdir, demektir.
Şöyleki : Vakit takdir edilir, yani vücubun sebebi mevcut sayılır, Deccal
günlerinde takdir yapıldığı gibi. Çünkü namaz sebepsiz vâcib olmaz. Ama bize
göre, sebebin vücudu hakikaten gerekli değildir, bunu takdir etmek yeterlidir.
Nitekim Deccal günlerinde böyle bir takdirin yapılması belirtilmiştir.»
«Diğer bir ihtimalle,
buradaki- takdirden maksad -şafîüerin dediği gibi- o yerin halkı hakkında
yatsı vakti, onlara en yakın ülkede Şafak'm koybolma süresidir.»
Birinci görüş daha
belirgin ve açıktır,[42]
b) Konuyu
biraz daha genişletelim :
Kutup dairelerinin
ötesinde kutup bölgeleri başlar. Buralarda yazın gündüzler, kışın geceler
aylarca devam eder. Hattâ kutup noktasında yılın atlı ayı devamlı gecQ, altı
ayı devamlı gündüzdür. Bir ân kabul edelim ki buralarda da insanlar yaşıyor ve bu
insanlar da Hazreti Muhammed'e (A.S.) inanmış, O'nun davetini duyup kabul
etmiştir. Altı ay gündüz, ya da altı ay gecQ devam ettiğine göre, ibâdetlerini
nasıl yerine getirirler?
Şunu hemen söyliyelim
ki, îslâm Fıkhında sadece meydana gelmiş olaylar ve meseleler çözülmemiş,
meydana gelmesi muhtemel plan olay ve meselelere de yer verilerek «Fıkh-î
Farazi» geliştirilmiştir. Resûlüllah (A.S.) Efendimizin hadîsleri ve müctehid
imamların ictihad ve görüşleri iyice araştırıldığında, kutuplarda yaşayanların ne
yolda ibâdet etmesi rahatlıkla anlaşılır. Çünkü İslâm, bütün bir insanlığın
dini, Hazreti Muhammed (S.A.V.) de cihan peygamberi-Idir.
İşte Sevgili
Peygamberimiz CA.S.)'in hadislerini araştırmıyanlar ve ibâdetten gaye ve amacın
ne olduğunu idrâk etnıiyenler derler ki : «îslâm Dini en son ve en mükemmel bir
din olsaydı, aynı zamanda iddia edildiği gibi Allah (C.C.) tarafından
gönderilmiş bulunsaydı elbette dünyanın dört bucağından, kutuplardan, kuzey ve
güney yarım kürede yaşayan insanların sosyal, ekonomik, psikolojik, kültürel
yapılarından, gece ve gündüz bakımından farklı durumlar içinde
bulunduklarından haber verirdi. 66° 33' güney ve kuzey paralellerinde ve bu
paralelden itibaren başlayan kutup bölgelerinde yaşayan insanların nasıl
hareket etmeleri, yani ibâdet konusunda zaman bakımından nasıl bir ölçü
kullanmaları gerekir? İslâm bu soruya cevap getirmiş midir?»
Cihan Peygamberine
yıllarca hizmet eden ve O'nun mübarek hadislerini nakleden Enes bin Mâlik
(R.A.) 'den, Ahmed bin Hanbel, Tirmizi ve Ebû Nuaym'ın rivayet yoluyla yapmış
oldukları tesbite göre bu konu şöyle açıklanmıştır :
«Zaman birbirine
yaklaşmadıkça, öyle ki, sene bir ay, ay hafta, hafta bir gün, bir gün de bir
saat ve bir saat te kuru bir ot ya da ağaç parçasının ucunun yanması kadar bir
zaman olmadıkça kıyamet kopmaz.[43]
c) Deccal
fitnesinin ortalığı kasıp-kavuracağı, herc-ü-merc edeceği, itikadları bozuk
insanlan, yuzlaştıracağı, kendini üâhlaştı-np Allah'ı inkâr edenlere dünya
cenneti ve cehennemi sunacağı ve böylece Mekke ve Medine hariç dünyanın dört
bucağına kol atacağı meş'um devirde bir günü bir sene gibi, bir günü bir ay
gibi, bir günü de bir hafta gibi, sair
günleri de normal
günlerimiz gibi olacak;
Kırk günlük bir süresi olacaktır.[44]
Eshab-ı Kiram,
Deccal'nı kırk günlük (yada senelik) devresinde bir günün bir sene kadar uzun
süreceğini duyunca soruyorlar :[45]
— Ey Allah'ın Peygamberi! Bir yıl kadar uzun
sürecek bir günde, normal bir günde kılman beş vakit namaz kâfi gelecek mi
bize?
Hazreti Peygamber
(A.S.) Efendimiz :
— «Hayır, siz normal bir günün (saatini) takdir
edip beş vakit namazınızı o Ölçüye göre kılarsınız.»
Diye cevap verdiler.
Ashab bu kez çok kısa
günlerden sorarak dediler ki :
— Ya Resûlellah! O çok kısa günlerde nasıl
namaz kılacağız?
Resûlüllah (A.S.) Efendimiz
onlara :
__ «Çok uzun günlerde
nasıl takdir edip namaz kılarsanız, çok
kısa günlerde de ona
göre takdir edip (beş vakit) namazınızı kılarsınız.»
Diye cevap verdiler.[46]
Görülüyor ki, Cihan
Peygamberi Hazreti Muhammed (A.S.) bir sene kadar uzun sürecek bir günde namaz
ve diğer ibâdetler için normal bir günün saatinin takdir edilmesini
emretmiştir. Çünkü namazdan maksad, vakit değildir. Vakit ibâdete resmiyet
vermek onu bir düzen içinde yürütmek içindir. Hem bir şey hakkındaki şartlardan
birinin kalkması ya da yok olmasıyla diğer şartlar kalkmaz. Meselâ : Abdestin
farzı dörttür. Ayakları kesik bir adam hakkında bu şartlar üçe düşmüştür. Bir
şartın ortadan kalkması, diğer şartların terkedümesini gerektirmiyor. Geriye
kalan üç şart yerine getirilmek suretiyle abdest alınır ve bu abdestle namaz
kılınır.
îbn-i Abidîn'de tekrar
bu konuya dönülerek deniliyor ki :
«Bu mesele hakkında
Hanefî meşayihinden El-Bakalî, El-Helvanî ve El-Burhan-i Kebîr arasındaki
farklı görüşleri nakletmişlerdir : El-Bakalî, yatsı namazı kılacak kadar vakit
kalmayan ülkelerde bu namazın vâcib olmadığına; El-Helvanî ise kazasının
vücubuna fetva vermiştir.
Ancak El-Helvanî,
EI-Bakaliy'e bu konuda bir mektup yazarak : *Beş vakit namazdan birini düşüren
kimse küfre girer mi?» meselesini soruyor. El-Bakalî ona şu cevabı veriyor :
dJ «Soruluyor : İki
eli, ya da iki ayağı kesilen kimse hakkında abdestin farzı kaçtır? Sorulan
diyor ki : Bir farzın tatbik yeri kalmadığı için üçtür.» îşte namaz da
böyledir. (Yani bir farzın tatbik vakti yok olunca vucub kalkar).
El-Helvanî bu cevabı
uygun bularak El-Bakalfnin görüşüne dönüyor. Yani bu durumda olan kimseye
yatsı namazı vâcib değildir, sonucuna varıyor,
İbn-i Abidîn bu mesele
üzerinde fukahanm farklı görüşlerine nedenleriyle birlikte yer verip bir takım
nakiller yapıyor. Kitabında buna bir sahife tahsis etmiştir. Biz bunların
hepsini kitabımıza ak-' tarmaya gerek görmedik. Çünkü hemen hepsi sözü edilen
farklı iki görüş etrafında dönüp dolaşmaktadır. Ekserin görüşü ise, hadîs-i
şerifin ışığı altında namaz vakitlerini en yakın ülkenin normal vakit ve
saatlerine göre takdir etmek hususunda birleşmektedir. Özellikle son devrin
ilim adamları... Ezcümle :
ElBurhan-i Kebîr bu durumda
da namazın vâcib olduğu görüşündedir. Züheyriye ise, «Sahih kavle göre, kazaya
niyet etmez. (Yani kılınması vâcibdir, kazaya da niyet edilmez). Çünkü eda
vakti ortada yoktur.» diyor.
Zeylâî ise, «Sebepsiz
vücub düşünülemez. Hem kazaya niyet etmezse, İster istemez edâ olur, eda ise
vaktin farzıdır. Vakit olmayınca nasıl edâ olur? Hiç kimse buna böyle
hükmetmemiştir.» diyor.[47]
e) Bu konuda
Prof. M. Hamitiullah «-İslâm'a Giriş» adlı eserin^ de diyor ki :
«Bir de saat meselesi
vardır. Biliyoruz ki normal mıntıkalar (ekvator ve sıcak memleketler) le
kutuplara yakın mıntıkalar arasında güneşin doğuş ve batışı saatlerinde farklar
vardır. El-Bîrûnî kutuplarda güneşin devamlı olarak altı ay müddetle batmış ve
sonra (gece ile gündüzün eşit olduğu iki gün hariç) devamlı olarak altı ay doğmuş
vaziyette kaldığım hesap etmiştir. İslâm din-hukuk âlimleri umumiyetle 45 arz
dairesindeki saatlerin (vakitlerin) 90 derecede yani kutuplarda muteber
olduğunu açıklarlar. 45 derece ile 90 derece arasındaki bölgelerde güneşe göre
değil, saate göre hareket edilir. Namaz için böyle olduğu gibi, oruç vs. için
de böyledir.»[48]
f ) Konuyu
özetliyecek olursak :
a) Güneşin
batıp batı ufkundaki şafak henüz kaybolmadan fecrin doğduğu ülkelerde,
o ülkeye en yakın olup yatsı vakti bulunan ülkenin saati tatbik edilir ve
böylece yatsı namazı terkedilme-yip kılınır.
b) Böyle bir
takdire gidilmeyip sonra kaza edilir. Bu görüş pek sıhhatli kabul edilmemiştir.
c) Gündüzleri
24 saate yakın bir müddet devam
edeceğinden ' ağır bir teklif, taşınması zor bir meşakkat arzedeceğinden
yine oraya en yakın fakat normal gündüz ve gecesi olan ülkenin saatlerine göre
oruç tutulur.
d) Bazısına
göre ise, oruç konusunda takdir yapılmayıp 24 saat oruç tutulur. Bu görüş te
pek sıhhatli değildir. Birinci görüş ibâdetin maksad ve amacına, ruh ve
mânasına daha uygun düşmektedir.
e) Altı ay
gece, altı ay gündüzün devam ettiği ülkelerde oraya normal vakitleri, ya,ni
gece ve gündüzü bulunan en yakın -45. enlemdeki- ülkelerin saatleri
uygulanarak namaz ve oruç ibâdeti yerine getirilir,
Hadîs-i şeriften da
açık bir biçimde anlaşılan hüküm budur. îs-lâm kolaylık getiren bir dindir.
Meşakkate kapı açmaz. Kur'ân~ı Ke-rim'de bilhassa dinin bu özelliğine
dokunularak buyuruluyor ki :
«Allah her kişiyi
ancak gücünün yeteceğiyle yükümlü tutan herkesin kazandığı (iyilik ve hayır)
kendi yararınadır; yüklendiği (kötülük vebal) ise kendi zararınadır.[49]
Hadîs-i şeriflerde de
bu hususa geniş yer verilmiş ve Kur'ân'm bu âyeti açıklanmıştır :
«Allah katında dinin
en sevimlisi .Hakka yönelmiş koskolay olanıdır.»[50]
Diğer iki âyette de
şöyle buyuruluyor :
«Allah size kolaylık
ister, zorluk istemez.»[51]
«Allah dinde sizin
için bir zorluk kılmamıştir.»[52]
Sabah namazını ortalık
ağarmcaya kadar geciktirmek müste-habdır. Bunun ölçüsü : Kılman namazın iadesi
gerektiğinde bunu edâ edecek kadar bir zamanın kalmasıdır [53]Bu
ölçü, Hac mena-sikini yapanların Müzdelife'de Bayramın birinci günü sabah namazı
müstesna yılın her mevsiminde muteberdir. Ancak Müzdelife'de bulunan mü'minler
sabah namazım fecir doğunca kılar ve öylece Mina'ya hareket ederler.[54]
Resûlüllah (A.S.)
Efendimizden bu konuda şu hadis rivayet edilmiş ve sahih kabul edilmiştir :
«Sabah namazını
ortalık ağarıncaya kadar geciktirin! çünkü bunun sevabı daha büyüktür.[55]
Ayrıca Davud bin Yezîd
El-Evdî'nin babasından yaptığı rivayete göre, El-Evdî'nin babası diyor ki :
Hazretİ Ali (R.A.) bize sabah namazım kıldırıyordu, namaz bitmeden güneşin
doğacağını endişe ediyorduk.»
Abdurrahman bin Yezîd
ise şöyle nakletmiştir :
«Biz, ortalık ağarınca
sabah namazını İbn Mes'ud ile birlikte kılardık.»[56]
Öğle namazı vakit
girince, diğer namazlar gibi kıhnabilir. Ancak yazın sıcak aylarında onu biraz
geciktirmek, kışın kısa ve soğuk günlerinde vakit olunca kılmak nıüstehabdır.[57]
Öğle namazının yazın
çok sıcak aylarında geciktirilmesinin müs-tehab oluşu, sıkıntıya düşmeden
havanın serinlemesini bekleyerek öylece rahat kılınmasına matuftur. Bu ve
benzeri nedenleri dışında namazı vaktinde kılmak ve fazla geciktirmemek daha
iyidir. Nitekim Resûlüllah (A.S.) Efendimize soruldu :
— Ya Resûlellah! Amellerin hangisi daha iyidir?
— «Namazı ilk vaktinde kılmak» diye cevap
vermişlerdir.[58]
Yazın sıcak günlerinde
ise ortalığın biraz serinlemeye başlamasına kadar geciktirilmesi hususu şu
hadise dayatılmaktadır :
«Ebû Zerr-i Gıffarî
(R.A.) diyor ki : Resûlüllah (A.S.) Efendimizle birlikte biı seferde
bulunuyorduk. Müezzin vakit girince ezan okumak istediğinde, Resûlüllah (A.S.)
ona : «Havanın biraz serinlemesine kadar bekle!» buyurdu. Bir süre sonra o
yine ezan okumak istediyse de Resûlüllah (A.S.Î yine aynı şekilde onu uyardı.
Bu ya iki-ya da üç defa tekrarlandı; o kadar ki çevremizdeki tepeciklerin gölgesini
görmeye başladık. Sonra Resûlüllah (A.S.) Efendimiz şöyle buyurdu : «Doğrusu
sıcaklığın şiddetli, cehennemin kaynayıp hararetinin yükselmesindendir.
Sıcaklık, şiddetlenince, öğle namazını havanın serinlemesine kadar
geciktirin.»[59]
Öğle namazını sözü
edilen mevsimde yalnız başına kılan da, cemaatle edâ eden de aynı müstehab
vakte geciktirebilirler.[60]
İkindi namazını,
güneşin parlaklığının değişmediği vakte kadar geciktirmek müstehabdır. Bu da
daha çok, her şeyin gölgesi -fey'i zeval-hariç iki mislini bulup aştığı vakte
rastlar. Buradaki değişiklikten maksad,
çoğu fakihlere göre, ışınların parlaklığı değil, güneş cirmi-[nin gözle
rahalıkla bakümıyacak kadar parlak bulunmasıdır.[61]
Bu konuda Rafi1 bin
Hadîc veya Hudaye (R.A.Î'den şu rivayet 'yapılmıştır :
— Biz, Resûlüllah
(A.S.) Efendimizle birlikte ikindi namazını kıldıktan sonra deve boğazlayıp onu
kısımlara ayırır ve henüz güneş batmadan pişirilen etinden yenilirdi.[62]
Bu konuda Rafi' bin
Hadîs veya Hudaye (R.A.)'den şu rivayet Nitekim müctehid imamların yukarıda
naklettiğimiz görüş ve tes-bitleri de bu ölçüdedir.
Güneşin cirmi henüz
parlaklığım sürdürürken namaza başlanır da namazın bitmesine doğru bu
parlaklığım kaybederse, namaz kerahetle kılınmış sayılmaz.[63]
Genellikle akşam
namazını vaktin evvelinde kılmak müstehab sayılmıştır. Çünkü bu konudaki
tavsiye anlamındaki hadisler çeşitli rivayet yollarıyla nakledilmiş ve çoğu
sahih kabul edilmiştir.
«Ümmetim, akşam
namazını (vakit girdiğinde) acele ettiği, yatsı namazını da geciktirdiği
sürece hayr üzere olacaktır.»[64]
«Ümmetim, akşam
namazını, yıldızlar belirgin duruma gelinceye kadar geciktirmediği sürece
fıtrat üzere olacaktır.»[65]
Yatsı namazım -yorgun
ve uykusuz olmayanların- gecenin üçte birine geciktirmeleri müstehabdır.
Bu konuda yapılan
sahih rivayette şöyle buyuruhnuştur.
«Ümmetime meşakkat
vermemiş olsaydım, her namazda misvak kullanmalarım emreder ve yatsı namazını
da gecenin üçte birine geciktirirdim.»[66]
Vitir namazım da -uyanacağına
güveni olan kimse için- gecenin sonuna geciktirmek müstehabdır. Kendine güveni
olmayanın uyumadan önce kılması müstehabdır.[67]
Sabah namazını fecrin
iyice aydmlanmasıyla kılma öğle namazını biraz geciktirerek eda etmek, ikindi
namazım va\it girinca hemen kılmak ve akşam namazını da biraz geciktirerek
Kijnak; daha uygun olur. Ne var ki, bu yanlarında dakik saatleri ohn\yanlar
için böyledir. Vakitleri güneşe göre ayarlayanlar için yukarıca belirttiğimiz
husus müstehab sayılmıştır. Çünkü öğleyi zevalden önce, ikindiyi kerahet
vaktinde, akşamı güneş batmadan kılma ihtim olabilir. Günümüzde ise hergün
verilen saat ayarı ile vakitleri takv vimlere göre belirlemek mümkündür.
Yağmurlu ve karlı
havalarda ise yatsı namazını vakit girince hemen kılmak müstehabdır. Çünkü bu
durumda cemaate gitmek -geciktiği takdirde- biraz zorlaşır.[68]
Hanefî imamlarına
göre, ne evde, ne yolculuk halinde, ne de korku anlarında iki vaktin namazını
bir vakit içinde kılmak caiz değildir. Ancak hacc mevsiminde öğle ile ikindi
namazını öğle vaktinde Arafat'ta cemaatle; akşam ile yatsı namazını yatsı
vaktinde Müz delife'de münferiden ya da cemaatle kılmak müstesna.. Şafiî imam
larına göre, yolculuk halinde vaktin elverişli olmasına veya ikind namazını
öğle vaktine takdim edip ikisini öğle vaktinde kılmak câ izdir. Buna fıkıhta
«Cem'u Takdim ve Cem'u Te'hîr» denilir.[69]
Namaz ibâdetinin belli
ve belirli vakitlerde kılınması ve bazı vi kitlerde ise kılmmamasu İslam'ın
kendine has bir yolu olmakla b raber, diğer bütün -hak olsun bâtıl olsun-
dinlerden farklı bir anla ölçü ortaya Hoyrnak hikmetini de taşımaktadır. Ayrıca
her vaktin ndine göre bii)sır ve hikmeti, her duada geçen kelimelerin kendi-i
göre bir anj/m ve esrarı vardır ki insanların çoğu bunu bilmezler.
nlük hayatımızda geçen
olaylardan biriyle misallendirmek doktorun verdiği reçeteyi örnek gösterebiliriz. Gü-[in belir/
saatlerinde verilen ilaçlardan
belirlenmiş miktarda al-vardır. Niçin sabahleyin şu kadar hap, öğle şu
kadar kullanılır? diye bir soru hatırımıza pek gelmez. Çünkü hastalığı teşhis
edip ona göre reçetesini hazırlamıştır. îşte de böyledir; Allah (C.C.) insanların, özellikle mü'minlerin una şifâ
olacak ölçüde, ona gıda olacak anlamda bir takım ibâ-fctleri farz kılmış ve
bunları belli vakitlere bağlayarak şifâ ve gıda-n en yetkili yönünü seçmiştir. [70]
Günün üç vakti var ki,
bunlarda ne farz, ne cenaze namazı, ne ? ve ne de nafile namaz kılınır.
1. Güneş
doğup bir mızrak boyu yükselince
(ortalama 30 dak .geçince) ye kadar,
2. Güneş
gökkubbanin ortasına gelip her şeyin gölgesi titreşip
grinde kaldığı zaman,
3. Akşama
doğru güneşin sararıp gözlerin ferini almıyacak du-m;î. geldiğinde, (Ancak o günün kılmmıyan ikindi namazı bu
vakitte keharetle kılınır.
Ne var ki kerahet
vaktinde vâcib olan Tilâvet secdesî geciktir mek, yani vaktin çıkmasını
bekledikten sonra yerine getmek daha faziletlidir. Cenaze namazını ise -kerahet vaktinde geciktirmek
mekruhtur.[71]
Sözü edilen kerahat
vakitlerinde farz ve vâcib namazlar etmek de caiz değildir. Nafile namazları da
bu vakitlerde kılmak rahetle caizdir. Kılınmaması daha uygun olur. [72]
Bu nedenle fukahamn
verdiği güzel bir misali aynen naklediyorum : Güneş doğduğunda ya da batarken
nafile namaza başladıktan sonra kahkaha ile gülen kimseye yeniden abdest almak
gerekir. Çünkü bu vakitte farz namaz kılmak caiz değildir.[73]
Bu durumda başladığ nafile
namaztı kesip mekruh olmayan bir vakite kılması vâcibdir. Ama kesmeyip
tamamhyacak olursa kendisine gerekeni yerine getirmiş sayılır.[74]
Üzerinde kazaya kalmış
nafile namazı, yani başladıktan sonra bir sebepten bozulan ve bu nedenle vâcib
olan nafile namazı kerahet vaktinde kjhmrsa, isaet (uygunsuz bir anlam) la
caiz sayılır.
O halde belirtilen
kerahet vakitlerinden birinde farz, vâcib, nafile namazlar kılınmaz. Ancak o
günün kılınmayan ikindi farzı güneş batı ufkunda parlaklığını kaybedip kerahat
vakti girdiği halde kılınır. Bir de nafile namazlar isaetle caiz olur. Bu nedenle kerahet
vakitlerinde nafile namaz kılmamak maksad ve gayeye daha uygun düşer.[75] Kerahet vaktinde meydana gelen cenaze
namazını kılmaya da cevaz verilmiştir. Yukarıda bu husus açıklandı.[76]
Kerahet vaktinde namaz
kılacağını adayan kimse adağını yerine getirir, yani belirtilen vakitte namaz
kılarsa, günahkâr olmakla beraber namazı sahihtir. Bu nedenle adanılan namazı
mekruh vakitlerin dışında kılması vâcibdir.[77]
Her hangi bir vakitte
kılmak üzere namaz adayacak olursa, bu riıekrûh olmayan vakitlerde yerine
getirilmesi caizdir.
Bu konuda sahih
hadîsler :
ResûIüllah A.S. Efendimiz bizi üç vakitte namaz
kılmaktan, îülerimizi kabre gömmekten men'etti : Güneş doğup (bir mızrak )oyu) yükselinceye kadar; güneş
gökkubbenin ortasına gelip batıya meyledinceye kadar ve güneş batı ufkuna
meylettiğinde.»[78]
Ebû Davud, hadîs'de
geçen «ölülerimizi gömmeği» hakiki mânasına hamletmiş, Tirmizî bunu cenaze
namazı anlamına almıştır. [79]
Nafile ve benzeri
namazların mekruh olduğu vakitler dokuzdur. Kelimenin delâletinden de
anlaşıldığı gibi, bu vakitlerde kazaya kalmış namazları, cenaze namazını ve
Tilâvet Secdesini yerine getirmek caizdir.[80]
1 — Fecr-i
Sadık doğduktan sonra ve sabah namazı kılınmadan önce.
Çünkü Fecr-i Sadık
doğduktan sonra ancak sabahın farzından önce iki rek'at Müekked Sünnet
kılınması meşru'dür. Bunun dışında Resûlüllah (A.S.)'m bu vakitte nafile
kıldığım tesbit eden sahih bir rivayet yoktur. Kaldıki kılmnıaması hakkında
sahih rivayet nakledilmiştir :
İbn Abbas ve Ebû Hüreyre
(R.A.)'dan yapılan rivayette deniliyor ki : «Resûlüllah (A.S.) Efendimiz Fecir doğduktan sonra nafile Namaz
kılmayı men'etmiştir.» Başka bir rivayette ise, «Fecir'den sonra güneş
doğuncaya kadar, ikindiden sonra güneş batmcaya kadar nafile namaz kılmayı
men'etmiştir.»[81]
Buharî'nin naklettiği
hadiste ise şöyle deniliyor -. «Sabah namazından sonra güneş doğuncaya kadar hiçbir namaz
yoktur ve ikindi namazından sonra da güneş batmcaya kadar hiçbir namaz yoktur.[82]
O halde Fecr-i Sadık
doğduktan sonra güneş doğuncaya kadar sabahın iki rek'at sünnetinden başka bir
sünnet ve nafile namaz kılmak mekruhtur. Ancak henüz Fecir doğmadan nafile
namaza başlayıp bir rek'atini kıldıktan sonra Fecir doğarsa, onu tamamlaması,
daha uygun olur. Çünkü burada kerahet vaktinde kılma kasdı yok-\ tur ve bu iki
rek'at Sabahın iki rek'at sünneti yerine de geçmez. En sahih görüş te budur.[83]
Fecir doğmadan dört rekatli
bir nafileye başlar da iki rek'atini kıldıktan sonra fecir doğarsa, geriye
kalan iki rek'ati de kılıp tamamlar; ne var ki bu son iki rek'at sabahın iki
rek'at sünneti yerine geçer. Muhtar olan kavi de budur.[84]
2 — Sabah
namazını kıldıktan sonra güneş doğuncaya kadar nafile namaz kılmak mekruhtur.
Bu durumda sabah sünnetini bo-rar, sonra da farzı kıldıktan sonra onu kaza
ederse kâfi gelmez. Yani sabahın sünnetini kaçırmış sayılır. [85]Bazılarına
göre bunu vakit içinde kaza etmesi caiz değildir.
Nitekim Resûlüllah
(A.S.) Efendimiz, Âshab-ı Kiramdan Amr bin Anbese'ye i «Sabah namazını
kıldıktan sonra, güneş doğuncaya kadar bekle
(namaz kılma). Güneş doğunca da (bir mızrak) boyu yükselinceye kadar
yine namaz kûma. Çünkü güneş şeytanın iki boynuzu arasında doğar ve tam bu
anda inkarcı sapıklar güneşe secde eder. Sonra ikindi namazını küıncaya
kadar (arada geçen zaman içinde) namaz
kıl. İkindiyi kıldıktan sonra namaz kılma güneş batmcaya kadar bekle. Çünkü güneş
şeytanın İki boynuzu arasında batar ve işte o vakitte inkarcı sapıklar ona
secde eder.»[86] O Tavaâftan Sonra Kılman
İki Rek'at Namaza Gelince i Hanefi imamları, yukarıda belirtilen beş
vakitte kılınmasını mekruh
saymışlardır. Şâfüler ise tavaf namazı için kerahet vakti olmadiğini
hükmetmişlerdir. Onlar bu hususta Hz.
Cübeyr'den yapılan sahih rivayeti sened olarak almışlardır.
3 — İkindi
namazından sonra nafile kılmak mekruhtur.
O halde müstehab bir
vakitte nafile namaza başladıktan sonra onu bozar da güneş henüz batmadan
ikindi namazından sonra kaza ederse kâfi gelmez. Sonra müstehab bir vakitte
kaza etmesi gerekir.[87]
4 — Güneş
battıktan sonra, akşam namazı kılınmadan önce de nafile namazı kılmak
mekruhtur. Çünkü bu vakitte meşru' bir sünnet yoktur.
5 — Cuma
günü namaza ikaamet edilirken nafile kılmak keza mekruhtur.
6 — Cuma,
iki bayram, güneş tutulma ve yağmur
talep etme hutbeleri okunurken de
nafile namaz kılmak mekruh sayılmıştır.[88]
7 — Hacc ile
ilgili hutbe okunurken ve nikâh duası yapılırken nafile namaz kılmak mekruhtur.[89]
8 — Cuma
günü hatip hutbe okumaya çıkarken de nafile namaz kılmak mekruhtur.[90]
Cuma hutbesine
çıkmadan dört rek'at namaza başlar, henüz tamamlamadan hatip hutbeye çıkarsa,
sahih kavle göre, bunu tamamlar.
9 — Farz
namaza kaamet getirilirken nafile namaz kılmak mekruhtur. Ancak, cemaati
kaçırmıyacağım kestiren kimse sabah namazına başlandığı halde sabahın iki
rek'atini kılar da öylece imama uyar. Cemaati kaçıracağını anlarsa, o takdirde
sabahın sünnetini terkeder.
îki bayram namazından
önce mutlaka, bayram namazından sonra da mescidde nafile kılmak mekruhtur. Ama
bayram namazından sonra evinde isterse nafile kılabilir.
Ayrıca Arafat'ta öğle
ikindi namazı cem'edilip öğle namazı vaktinde kılınırken bu iki namaz arasında
ve Müzdelifede de kşaaı ile yatsı namazı bir arada yatsı vaktinde kılınırken
hu-ıkı namaz arasında nafile kılmak mekruhtur.[91]
Bunun gibi fark namazı
kılmak için vakit iyiee daraldığında da artık nftfile namaz kılmak mekruh olur.
Ayrıca idrar ya da dışkıyı defetme sıkıntısı bulunduğunda, yemek hazır
olduğunda ve katoı çok meşgul olan önemli olaylar karşısında bulunulduğunda
-vakit mu-»aitse bekleyip- namaz kılmamak daha iyi olur. [92]
[1] îbn Abidin : C. 1, S. 93.
[2] Âl-i imran Sûresi, âyet :
39.
[3] Meryem Sûresi, âyet : 30.
[4] Meryem Sûresi, âyet : 55.
[5] Enbiyâ Sûresi, âyet : 72 –
73.
[6] Lukmân Sûresi, âyet: 17.
[7] Beyyine Sûresi, âyet : 5.
[8] Tinnizi : îmân bölümünde.
[9] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/171-173.
[10] Ahmed bin Hanbel - Nesâi -
Tirmizi : Enes (R.A.Vden rivayet etmişlerdir. Tirmizi bunu sahih kabul
etmiştir.
[11] Taberâni : Sahih isnadla
rivayet etmiştir.
[12] İbn Hibban : Ebû Umame
CB.A.)'den – Nasburraye.
[13] Müslim - Ebû Dâvud - Tirmizi
- fon Mace - Ahmed bin Hanbel - Câbir
(R.A.)'den.
[14] Ahmed bin Hanbel - Taberâni
- îbn Hibban : İsnad-i Ceyyid üe rivayet etmişlerdir.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/173-175.
[15] Ahmed bin Hanbel - Ebû Dâvud - Nesâi - İbn Mâce : Ubade
(R.A)den.
[16] Fetâvâ-yi Hindiyye - Şerhu
Mecmau'l-Bahreyn / İbn Melek.
[17] Mecmaul-Enhür -
Muhtarü'l-Fetavâ.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/175.
[18] Nisa Sûresi, âyet : 103.
[19] Hud Sûresi, ayet : 114.
[20] Isra Sûresi, âyet : 78.
[21] Ta-Ha Sûresi, âyet : 130.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/176.
[22] Fefcavâ-yi Hindiyye -
El-Kâfî.
[23] Şerh-i Nükaye / EbûlmeKârim.
[24] Nasbu'r-Raye / Zeylâî :
Sahabeden bir cemaat rivayet etmiştir.
Cîmamet-i Cibrü[Hadisi.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/176-177.
[25] Muhit / Radıyüddin Sarahat -
El-Kâfi / Hâkim-i Şehd.
[26] Fetâvâ-yi Kaadıhan -
Fetâvâ-yi Hindiyye.
[27] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/177-178.
[28] Muhaddi si erden bir cemaat
rivayet etmiştir.
[29] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/178-179.
[30] Şerh-i Vikaye - Fetâvâ-yi
Hindiyye.. – Kudurt.
[31] Sahih-i Müslim : Abdullah
bin Amr (R.A)'dan.
[32] Fikhü's-Sünne / Seyyid Sabık
: 101.
[33] Ahmed bin Hanbel - Taberâni
Sâib bin Yezid (R.A.)'den.
[34] Müsned-i Ahmed : Ebû Eyub
El-Ansari (R-A.)'den.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/179-180.
[35] Buharı - Müslim : Enes bin
Mâlik (R.A.)'den.
[36] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/180.
[37] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/180-181.
[38] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/181-183.
[39] Fetâvâ-yi Hindlyye : C. 1,
S. 51 / Babü'l-Mevâkit.
[40] Müellifin Bulgar
ülkelerinden kasdı, 66° 33' kuzey ve güney kutup dairele rinin yakınında, ya da
ötesinde bulunan kesimlerdir.
[41] Yaz ve kışın arbain
günlerinden kasdı ise, yazın en uzun günlerini, kışın da en kısa gecelerini
belirtmektir.
[42] İbn-i Abidin : Ç. l, S. 374
- 375 / Yatsı Vakti konusu.
[43] El-îşâa li-Eşrati's-Saa : S.
130 / Mısır baskı : Tirmizi Ahmed bin
Hanbel ve Ebü Nuaym'den naklen rivayet etmiştir.
Zamanın birbirine yaklaşması, kuvvetli bir
ihtimalle, seri vasıtaların çıkması, bir senelik yolu bir ayda, bir aylık
mesafeyi bir haftada kat'etmesi olabilir. Günümüzde bundan çok daha sür'at
yapan vasıtalar çıkmıştır.
[44] İlim adamlarımızdan bir
kısmı bu hadiste geçen kırk günü, kırk yıl olarak yorumlamışlardır. Geniş
bilgi için bak ayni esere...
[45] Bu, kutupların
keşfedileceğine işarettir.
[46] Ayni eser Tirmizî, Ahmed bin
Hanbel ve Ebû Nuaym'den naklen rivayet etmiştir : S. 131 / Mısır baskı.
[47] îbn-i Abidîn : C. I, S. :
375.
[48] İslâm'a Giriş : S. 65 -
Prof. M. Hamidulilah / Ahmed Said Matbaası İstanbul.
[49] Bakare Sûresi : 285.
[50] Buharı – Müslim.
[51] Bakare Sûresi, âyet 185.
[52] Hacc Sûresi, âyet : 78.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/184-190.
[53] Et-Tebyyin - Nasburraye /
Zeylai : 1/225.
[54] El-Muhit / Radiyüddin
Sarahsî.
[55] Ebû Dâvud - Tirmizî - îbn
Mace, Nesâi : Rafi' b, Hudayc'den.
[56] Tahavi: Mevakit-i Salât -
Nasburraye / Zeylai.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/190.
[57] Mecmau'l-Enhür - Bedayi' -
El-Kâfi.
[58] Tinnizi - Dare .- Kutnî :
Abdullah bin Ömer (R.A.)'dan.
[59] Buharî - Müslim : Ebû Zer
(R.A.)'den. Burada, şiddetli sıcak, cehennemin kaynayıp yükselen hararetine
benzetilerek, oradaki ateşin şiddeti hatırlatılmak istenilmiştir. Allah (C.C.)
daha iyisini bilir.
[60] Şer-i Mecma' / îbn Melek.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/191.
[61] ElHidâye - Fetavâ-yi
Hindiyye.
[62] Buharî - Müslim : Rafi' bin
Hadic'den.
[63] Bahrirâik.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/191-192.
[64] Ebû Dâvud - Nasburraye /
Zeylaî : Hadisün garibün.
[65] İbn Mâce : Abbas bin
Abdilmüttalib'den.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/192.
[66] Tinnizi / Taharet bahsinde,
Nesâi / Oruç teatisinde.
[67] Et-Tebyin - Fetavâ-yi
Hindiyye - İbn Abidin.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/192-193.
[68] El-Muhit / Radiyüddin
Sarahsi.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/193.
[69] Fazla bilgi için bak :
Hanefi ve Şafiî Mezheplerine Göre Büyük İlmiha Celâl YILDIRIM.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/193.
[70] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/193-194.
[71] El-Kâfi - Et-Tebyîn -
Fetâvâryi Hindiyye.
[72] Şerh-i Tahavi.
[73] Fetâvây-i Kaadıhaiî.
[74] Fethütkadir - Tahavİ Şerhi.
[75] El-Muhit - Radiyüddin
Sarahsî.
[76] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/194-195.
[77] Bahrirâik / lbn Nüceyro.
[78] Kütub-i Siıte - Buhari hariç
rivayet etmişlerdir.
[79] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/195-196.
[80] Fetâvâ-yi Kaadıhai.
[81] Nasbu'r-Râye / Zeylai :
1/252.
[82] Buharî - Müslim , Ebû Said
El-Hudri.
[83] Et-Tebyin - Siracülvehhac - Bedayı'.
[84] Hızanetü'l-Fetavâ -
Fetâvâ-yi Hindiyye.
[85] El-Muhit / Radiyüddin
Sarahsı.
[86] Müslim : Amr bin Anbese
(R.A.) den.
[87] En-Nihaye - El-Kifâyo -
El-Muhit / Radiyüddin Saralısı.
[88] En-Nihaye - El-Kifâye -
Fetâvâ-yi Hindiyye.
[89] Şerh-i Münyeti'l-Musallî / İbn
Emir Hac.
[90] Şerh-i Münyeti'l-Musalli /
İbn Emir Hac.
[91] Bahriraik / Nüceym.
[92] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/196-199.