1— NAFİLE NAMAZ CEMAATLE KILINIR MI?
A) Kiracı, Ev Sahibi Ve Bir De Müsafirin Bulunduğu Ev
:
B) Mahalle Mescidine Giren Daha Yetenekli Kimse :
C) Başkasına İmam Olmaya Kim Elverişlidir?
Ç) İmamın
Mezhebi Ayrı Olursa :
D) Teyemmüm Edenin Su İle Abdest Alanlara İmamlığı :
F) Mestlerini Meshedenin İmam Olması Caiz Midir?
G) Bineği Üzerinde Oturup İmamlık Yapması Caiz Midir?
H) İşaretle Namaz Kılan Kimse İmamlık Yapabilir Mi?
J) Nafile Kılan, Farz Kılana Uyabilir Mi?
N) Erkeğin Kadına İmam Olması :
O) Kadınların Cuma Namazı Kılması :
P) Kadının Erkeğe İmam Olması Caiz Midir?
S) Okur-Yazar Olmayan
(Ümmî)Nin Ümmîlere İmameti Caizdir.
Z) Kıraat İlmini Bilmiyenin İmameti :
Ummî Olmayanın Umnıiye Uyması :
A) Üzerinde Resim Bulunan Elbise :
B) Ramazanda Başka Bir Mahallede İmamlık Yapan :
C) Açıktan Günah İşleyen İmam :
Cami Cemaati İmamı İstemediği Takdirde
İmam Ateşperest Olduğunu İlân Ederse :
3 — İMAMA UYMAYA ENGEL SEBEPLER :
İmama Uymaya Engel Olan Daha Çok Üç Sebep Vardır :
2. Ara Yerde Bir Irmağın Bulunması
RADYO YA DA TELEVİZYONDAN NAKLEN VERİLEN BİR NAMAZDA
O CEMAATE KATILMAK CAİZ MİDİR?.
3. Ara Yerde Kadınlardan Oluşan Tam Bir Saf Fin
Bulunması
A) MUHAZAT : (Kadınla Erkeğin Aynı Hizada Bulunması)
B) İmamla Kendisine Uyan Arasında Bir Duvar Bulunursa
:
C) Büyük Selatin Cami'lerde Uzakta Durup İmama Uymak
:
5 — İMÂMIN ARKASINDA NASIL DURULUR?
A) İmamın Arkasında Yalnız Bir Adam
B) İmamın Arkasında İki Kişi Bulunursa :
C) Erkek, Kadın, Çocuk, Hunsâ Ve Ergenlik Çağma
Yaklaşan Kızlardan Oluşan Cemaat Nasıl Durur?
D) Kadınların Cemaate Katılması
F) Hangi Safta Yer Almak Daha Faziletlidir?
6 — MESCİDİ HARAM'DA ERKEK VE KADINLARIN BÎR ARADA
NAMAZ KILMALARI :
7 — İMAMA UYULAN VE UYULMAYAN HUSUSLAR :
A) İmamdan Önce Rükû' Veya Secde Yapmak
8 — NAMAZDA BEŞ ŞEYİ İMAM TERKEDERSE CEMAAT DE TERKEDER :
A) Dört Şey Var Ki, Cemaat Onlarda İmama Uymaz :
B) Şimdi İmama Uyulmayan Yerleri Belirtelim :
DOKUZ ŞEY VAR Kİ İMAM ONLARI TERKETTİĞİNDE CEMAAT
TERKETMEYİP YAPAR :
11— MESBUK YETİŞİLMİYEN KISIMLARIN KAZASINDA ALTI
MADDEDE LÂHİK'TEN AYRILIR :
12 — İMAMLA CEMAATI ARASINDA İHTİLAFU MESELELER :
13 — NAMAZDA ABDEST BOZULMASI :
A) Namazda İken Tmamın Abdestinin Bozulması :
C) Namazda Başkasını
Kendi Yerine İmam Olarak Geçirmek
:
D) İstihlâf Nasıl Yerine Getirilir?
E) Mesbuk Bu Durumda Nasıl Hareket Etmelidir?
F) İmam Yerine Birini İşaretle Geçirirken :
14 — NAMAZIN HÜKÜMSÜZ KALDIĞI YERLEE :
15 — NAMAZI BOZAN VE ONDA İŞLENMESİ MEKRUH OLAN
ŞEYLER :
B) Namazda Konuşmanın Sınırı Nedir?
C) Bu Konudaki Genel Kaaide Şudur :
A) Namazda Bir Şey Yemek Ya Da İçmek :
B) Dişler Arasındaki Yiyecek Kırıntısı :
C) Dişleri Arasındaki Kanı Yutmak.
D) Dıştan Bir Şey Ağıza Alıp Yutmak :
H) Namazda İken Göğsü Kıbleden Ayırmak :
İ) Namazda At'a Veya Benzeri Bir Bineğe Binmek :
J) Hiçbir Özür Yokken İmamın Önüne Geçmek :
17 — NAMAZDA AKREP, YILAN VE BENZERÎ ZARARLI BİR
HAYVANI ÖLDÜRMEK :
Namazda Bir Rükû' Ya Da Secde Fazla Yapmak :
18 — NAMAZDA MEKRUH OLAN VE OLMAYAN ŞEYLER :
20 — KISA KOLLU GÖMLEKLE NAMAZ KILMAK :
21 — İŞ ELBİSESİYLE NAMAZ KILMAK :
22 — NAMAZ KILINAN YERDE RESİM VE BENZERİ ŞEYLERİN BULUNMASI :
23 — NAMAZDA AYNI SÛREYİ TEKRARLAMAK :
Namazda Besmeleyi Ve Âmin'i Aşikar Söylemek :
Namazda Elbise Çıkarmak Veya Giyinmek :
24 — CAMİ' VE MESCİDLERDE ÖZEL YER AYIRMAK
C) Ateşe Yönelik Namaz Kılmak Mekruhtur :
D) İmamın Dışardan Geleni Rükû'da Beklemesi :
E) Ağzında Bir Şey Tuttuğu Halde Namaz Kılmak :
25 — HAKSIZ YERE ZORLA ALINMIŞ
TOPRAK ÜZERİNDE NAMAZ KILMAK :
Namazda İken Ana Babadan Biri Çağıracak Olursa
Namaz Kılarken Eşyası Çalımrsa
Fecîr Doğunca Konuşmak Mekruh Mudur?
Mescidlerin Damın Da Hela Yapmak Doğru Olur Mu?
A) Cami'lerin Kapısını Kapah Tutmak :
B) Cami Duvarlarına Âyet Yazdırmak :
C) Cami' Ve Mescidlerin İçinde Abdest Almak :
F) Cami'a Ait Yakıtı Kullanmak :
İ) Camilerde Namaz Vakitleri Dışında Oturmak :
C) Vâcib Olan Kunut Ne Zaman Okunur?
D) Kunut Gizli Mi Okunur, Aşikâr Mı Okunur?
B) Sünnet Namazların En Kuvvetlisi :
C) Sabahın İki Rek'at Sünnetinde Hangi Sûreler
Okunur?
D) Sünnet Namazlar Vaktinde Kılmmazsa Kaza Edilir Mi?
A) Sünnet Ve Mendup Namazlarla İlgili Hadîsler :
C) Kuşluk Namazı Hakkındaki Hadîsler :
29 — TAHÎYYETÜ'L-MESCİD : (Camiye Saygı Namazı)
Tahıyyetü'l- Mescid Namazı Nasıl Kılınır?
33 — GECE KALKIP KILINAN NAMAZ :
34 — GÜNDÜZ VE GECE KILINACAK NAFİLE NAMAZLAR :
A) Sünnet Ve Nafile Namazları Evde Kılmak :
B) Farzdan Sonraki Sünnetler :
C) İmam Farzı Kılıp Sünnete Kalkınca :
D) Öğle İle Cuma Farzından Önce Kılman Dört Rek'at :
E) Vakit Sünnetini Kıldıktan Sonra Alış - Veriş
Yapmak :
F) Farzı Kıldıktan Sonra Konuşmak :
G) Nafile Namazların Her Rek'atinde Kıraat :
H) Abdestsiz Nafile Namaza Başlayan :
J) İmamların Bu Mesele Hakkındaki İçtihadı Şöyledir :
C) Tervihalarda Oturulurken Ne Yapılır?
D) Terâvîh Namazının Cemaatle Kılınması, Sünnet-İ
Kîfayedir.
E) Evinde Cemaat Olup Terâvîh Kılan :
F) Ücretle İmam Tutup Terâvîh Kıldırmak :
G) Teravihi, Bir İmam Arkasında Kılıp Bitirmek :
H) Vakti Çıkmak Suretiyle Kaçırılan Terâvîh :
İ) Rek'at Sayısında İhtilaf Edilirse :
K) Teravîh'te Acele Okumak Mekruhtur :
L) Hatimle Namaz Kıldıran İman :
M) Terâvîh Te Kıraatte Yanılmak :
n) Terâvîh'te Kısa Sureleri Okumak :
O) Teravih Namazı Oturularak Kılınır Mı?
Ö) Terâvîh'i Üçer Bek'at Halinde Kılmak
A) Cemaatin Faziletine Ermek :
B) Sabahın Sünnetini Kılmadan İkamet Getirilirse
D) İmam Rükû'da İken Gelip Namaza Durmak :
E) Bayram Namazında İmama Rükû'da Yetişen :
F) İmamdan Önce Rükû' Ve Secdeleri, Yaparsa :
G) Farz Namaz Kılındıktan Sonra Cami'a Gelen :
B) Cinnet Getiren Kimse Kılamadığı Farzı Kaza Eder
Mi?
D) Dar İ Harp (Gayr-İ Müslim Bir Ülke) De İslâm'a
Giren :
E) Bayılan Kimse Üzerinde Kalan Kaza Namazı :
F) Baş İşaretiyle De Namaz Kılamıyan Kimse :
G) Yolculuk Halinde Kazaya Kalan Namazlar :
38 - KAZA NAMAZI İÇİN BELLİ VE BELİRLİ BİR VAKİT VAR
MIDIR?
B) Kaza Namazını Cemaatle Kılacak Olursa :
C) Kaza Namazları Arasında Tertip :
D) Nafile Namaz Kılarken Üzerinde Kaza Olduğunu
Hatırlarsa:
E) Ergen Olan Çocuk Tertip Sahibi Sayılır Mı?
G) Vakit Daralınca Tertip Düşer :
H) Üzerinde Birden Fazla Kaza Bulunursa
J) Altı Vaktin Kazaya Kalması Üstüste Araya Edâ
Girmeksizin Mi Olmalıdır?
K) Kaza Namazları İkiye Ayrılır :
M) Kazaya Kalan Bir Namazın Üzerinden Altı Vakit
Geçerse Ne Olur?
N) Bir Tek Vakit Namazını Unutup Kılmayan :
O) Kaza Namazlarını Kılmak Nafile Kılmaktan Af Daldır
:
P) Kaza Namazlarım Nerede Kılmak Daha Uygun Olur?
R) Başkası Üzerinde Kalan Kaza Namaz Ve Oruçları
Tutmak Caiz Olur Mu?
39 — NAMAZ VE ORUÇ KEFFARETİ :
40 — YANILMA SECDESİ : (Sücûd-i Sehv)
C) Yanılma Secdesinin Keyfiyeti :
D) Her Namazda Yanılma Secdesi Aynı Mıdır?
E) Yanılma Secdesinden Sonra Oturmak Vâcib Midir?
F) Yanılma Secdesi Konusunda Genel Kaaide Şudur :
A) Farzların Son İki Rek'atinde Hiçbir Şey Okumazsa :
C) İkinci Rek'atte, Birinci Rek'atte Okuduğu Süreden
Bir Önceki Sûreyi Okumak
D) Kıraati İlk İki Rek'atte Okumak :
E) Namazda Belli Ve Belirli Tertibe Uymak :
F) Ta'dîl-İ Erkâna Riâyet Etmek :
G) Üç Ve Dört Rek'atli Namazlarda Birinci Teşehhüde
Oturmak.
H) Birinci Ve İkinci Oturuşlarda Teşehhüd'ü Terketmek
:
J) Son Oturuşta Teşehhüdü Unutup Okumuyacak Olursa :
K) Oturacağı Yerde Ayağa Kalkarsa :
L) Teşehhüdden Sonra Kaç Rek'at Kıldığında Tereddüt
Ederse :
M) Vitir Namazında Kunût'u Terketmek :
N) Bayram Tekbirlerini Terketmek :
Ö) Aşikâr Okunacak Yerde Gizli, Gizli Okunacak Yerde Aşikâr Okumak :
P) Ne Kadar Okunursa Yanılma Secdesi Gerekir?
R) İmama Gereken Yanılma Secdesi Cemaate De Gerekir.
S) Mesbuk Olan Kimse, Yanılma Secdesinde İmama Uyar
Mı?
U) Namazın
Sonunda Icşehhüd Miktarı Oturmadan Kalkmak :
Ü) Yanılma Secdesini De Yamlarak Yapmadan Selâm
Verirse :
V) Vitir Ve Teravih Namazlarında Kıraat :
Y) Rek'at Sayısında Şüpheye Düşmek :
Z) Vakit Namazını Kılıp Kılmadığında Şüpheye Düşerse
:
A) Sabah Namazında Şüpheye Düşerse :
B) Vitir Namazında Şüpheye Düşmek :
C) Tilâvet Secdesi, Kur'ân'da 14 Yerde Vardır.
D) Tilâvet Secdesinin Vâcib Olabilmesi İçin :
E) Tilâvet Secdesi Kimlere Vâcibdir?
F) Sarhoş İken Secde Âyetini Okursa :
G) Kadın Namazda Secde Âyetini Okursa :
H) Nafile Namaz Kılarken Secde Âyetini Okursa :
İ) Okunaksızın Sadece Secde Âyetini Yazmak :
K) Sağır Kimse Secde Âyetini Okursa :
L) İmam Secde Âyetini Okursa :
Cemaatle Kılman Namazda,Cemaatten Biri Secde Âyetini
Okursa:
M) Namazda Secde Âyetini Okumak :
N) Namaz Secdesi Tilâvet Secdesi Yerine Geçer Mi?
O) Tilâvet Secdesinde Saf Bağlanır Mı?
Ö) Aynı Mecliste Aynı Secde Âyeti Tekrar Okunursa :
P) Namaz İçinde Gerekli Olan Tilâvet Secdesi :
R) Aynı Rek'atte Secde Âyetini Tekrarlamak :
S) Kerahet Vaktinde Secde Âyetini Okumak :
Ş) Tilâvet Secdesinin Şartları :
T) Tilâvet Secdesini Bozan Sebepler :
U) Tilâvet Secdesinin Sünnetleri :
Ü) Tilâvet Secdesinde Müstehab Olan Şudur :
Y) Secde Âyetinin Bulunduğu Sûreyi Okuyup Onu
Terketmek :
A) İşte Şükür Secdesi'nin Hikmeti Budur :
B) Şükür Secdesi Ne Zaman Niçin Yapılır?
C) Camilerde Namazdan Sonra Şükür Secdesi Yapmak :
44 — HASTA OLAN KİŞİNİN NAMAZI :
B) Hasta Bir Süre Ayakta Durabiliyorsa :
C) Oturarak Namaz Kılmak İsteyen Hasta Nasıl Oturur?
D) Yere Secde Yapamıyan Kimse Yüksekçe Bir Şey
Üzerine Secde Edebilir Mi?
E) Ayakta Namaz Kılarken Aniden Hastalanan :
F) Hastalığından Dolayı Oturarak Namaz Kılan :
G) Baş İşaretiyle Namaz Kılarken :
H) Komaya Yakın Bir Duruma Giren Hasta :
İ) Terkedilen Bu Namazların Kazası Gerekir Mi?
J) Hastalığından Dolayı Kıbleye Yönelemiyen :
K) Altındaki Döşek Necis Olursa, Hasta Ne Yapar?
I) Hasta Üstündeki Elbiseyi Devamlı Necis Yaparsa :
M) Bayılan Ya Da Cinnet Getiren Kimse :
N) Bir Zorba Ya Da Canavardan Korkup Bayılan Kimse :
O) Bir Gün. Bir Geceden Fazla Uykuda Kalan Kimse :
P) Hasta Kimse Vakit Girmeden Namaz Kılabilir Mi?
R) Düşman Korkusundan Ayakta Duramıyan Kimse :
S) Basık Bir Ev Ya Da Çadırda Ayakta Durma İmkânı
Yoksa :
Ş) Hastalığında Kılamadığı Namazları Sıhhatına
Kavuştuğunda Nasıl Kaza Eder?
T) Cuma Günü Camiye Gidemeyip Evinde Hasta Yatan
Kimse :
45 — SEFERİ NAMAZ : (Yolculuk Halinde Beş Vakit
Namaz)
B) Seferi Namazla İlgili Âyet :
D) Ne Kadarlık Bir Mesafede Namaz Kısaltılır?
F) Katedilecek Mesafenin Seferi Sayılabilmesinin Asil İllet
Ve Ölçüsü Nedir?
H) Seferde Dört Rek'atli Namazda Kıraati Terketmek :
İ) Seferde Namazı Kısaltmak Mutlaka Gereklidir :
J) Sünnet Namazlar Kasredilir Mi?
K) Seferde Sünnet Namaz Terkedilebilir Mi?
I) Yolculuğa Çıkılırken Ne Zaman Seferi Durumu
Başlar?
M) Seferden Dönüşte Kendi Beldesine Girerken :
O) Seferi Konusunda Niyet Ehli Olması Gerekir :
Ö) Nerelerde İkaanıete Niyet Getirmek Sahih Olur?
P) Askerlerin İkaamet Durumu :
R) Belli Bir Yerde Mesken Tutmayanlar :
S) Hacıların Yolları Üzerindeki Bir Ülkede Kafileyi
Beklemesi :
Ş) İki Yerde 15 Gün Kalmaya Niyet Edilirse :
Ü) Esir, Bulunduğu Yerden Kaçıp Bir Yerde Gizlenirse
:
V) İslâm Askerleri Bir Ülkeyi Fethedip İstilâ
Ederlerse :
Y) Seferî Konuda Tabiî İle Metbuun Durumu :
Z) Vaktin Evvelinde Seferi Bulunur Da Sonra Vakit Çıkmadan İkaamete Niyet Getirirse
:
A) Eyleşik İken Öğle Namazını Kılıp Vakit İçinde
Sefere Çıkan :
C) Seferi Olan Kimse Eyleşik Olanlara Namaz Kıldırırsa
:
D) Cuma Günü Sefere Çıkılır Mı?
E) Seferi Olan Kimse Kendi Beldesine Dönüp Girince :
H) Yolcu Olan Kimse Namazı Geciktirebilir Mi?
46 — ŞEHİR DIŞINDA HAYVAN ÜSTÜNDE NAMAZ KILMAK :
A) Hayvan Üstünde Şöyle Namaz Kılınır :
B) Hayvan Üstünde Nafile Namaz Cemaatle Kılınır Mı?
C) Hayvan Üstünde Namaz Kılarken, Onu Sürebilir Mi?
47 — OTOBÜS, OTOMOBİL VE UÇAKTA NAMAZ KILMAK :
B) Gemide Namaz Kılmaya Gelince :
D) Cuma Namazı Farz-I Ayn'dir.
E) İşçi Ve Me'mur Cumayı Terkedebilir Mi?
G) Kendisine Cuma Vâcib Olmayanlar :
Seferi Olanlar Cuma Günü Şehre Girerlerse :
J) İslâm Halefesi Hac Mevsiminde Minâ'da Bulunursa :
K) Bir Beldede Birden Fazla Cami'cle Cuma Kılınması :
49 — ZÜHR İ ÂHİRİN NİYETİN.E GELİNCE :
A) Zühr'i Âhirin Kılınmasına Lüzum Var Mıdır?
B) Cuma Günü Fazla Yağmurlu Olursa :
Ç) Yalnız Hutbeye İzin Vermek :
D) İmam Görevden Alındığı Takdirde :
E) Küffarm İdaresi Altında Bulunan İslâm Memleketi :
F) Cuma Namazında İmama Uyduktan Sonra Uyuyan Kimse :
G) Hutbenin Birtakım Farzları Ve Sünnetleri Var :
H) Hatip Hutbeyi Cami'de Hiç Kimse Yokken Okursa :
İ) Hutbenin Minber Üstünde Okunması :
J) İkinci Hutbede Dualar Yapılırken :
Sesi Duyulmuyacak Kadar Alçaltmak Doğru Mudur?
L) Hutbede Hulefa-İ Îlâşidîni Hayır Ve Dua İle Anmak
:
M) Hatip Hutbeye Çıkınca Artık Ne Konuşma, Ne De Namaz Vardır :
N) Hatipten Uzakta Ve Ona Yakın Yerde Olanlar :
O) Namazda İşlenmesi Haram Olan Şeyler Hutbede De
Haramdır:
Ö) Hutbe Okunurken Hatibe Yönelmek :
P) Camilerde Yardım Toplamak :
R) Hutbe Okunurken Nasıl Oturulur?
S) Cuma Namazına Başlarken Sabah Namazını
Kılmadığını Hatırlarsa :
Ş) Bir Şey Elinde Tutup Ona Dayanarak Hutbe Okumak
Caiz Mi?
T) Cuma Namazı Köle, Hasta Ve Yolcularla Kılınabilir
Mi?
U) Îmamla Birlikte Tekbir Getirmiyen Cemaat :
V) O Halde Fabrika,Askerî Garnizon Ve Benzeri
Yerlerde Cuma Sahih Olur Mu?
Y) Hiç Bir Özrü Olmadığı Halde Öğle Namazını
Cumadan Önce Kılan Kimse :
Z) Öğleyi Kıldıktan Sonra Gelip Cuma Namazı İçin
İmama Uyan Kimse :
A) Cuma Namazına Teşehhüd Veya Yanılma Secdesince
Yetişen:
B) Cuma Günü İlk Ezan Okununca :
C) Ezan Okununca Cami'a Sür'atli Yürüyerek Mi
Gidilir?
Ç) Hatip Minbere Çıkıp Oturunca :
D) Cuma Namazı İki Rek'attir :
Cuma Camii Fazla Kalabalık Ve Sıkışık Olunca :
E) Cuma'ya Çıkan Kimse Temiz Elbisesini Giyinir :
Cemaatle namaz kılmak,
İslâm'ın insanlara, açmış olduğu geniş bir rahmet kapısıdır. Özellikle değişen
hayat şartları ve çoğalan nüfus ile şehirlerin alabildiğine büyümesi
karşısında mü'minlerin birbiriyle görüşme, sohbette bulunma, biraraya gelip
din ve dünya işlerini çözme imkânları azalmıştır. Bir de emeklileri düşünecek
olursak, belli bir hayat düzeyinden kopup toplum arasında yalnızlığa itilmişe
benziyor. Bütün bu boşlukları cami ve cemaat doldurmaktadır. Günde beş vakit
camiye gelmek hem ruha bir ferahlık ve zindelik kazandırır, hem birçok
sıkıntıları atma imkânını verir, hem de mü'minlerin görüşme ve tanışma,
dertleşme ve fikir alış-verişinde bulunmasın sağlar.
a)
Dostlarımdan biri bana gelip dedi ki
— «Hocam, çocuklarım genç yaşta öldü. Şimdi biz
bir karı koca olarak yalnız kaldık. Emeklilik maaşım bana yetiyor. Elimde hayli
taşınmaz malım var. Bunları «Emeklilerin tanışma, görüşme ve vakitlerini
değerlendirmesine yanyacak bir te'sis» kurmaya harcamak istiyorum. Çünkü
emekli olunca yalnızlığa itilmiş bir halimiz var.»
Kendisine dedim ki :
— «Bunca masrafa gerek yok. Her mahallede böyle bir te'sis vardır.»
Bunun üzerine dostum
hayretle sordu :
— «Hani nerede, ben göremiyorum?!»
— «Evet, dedim, göremiyorsunuz. Çünkü
uğramıyorsunuz. Ca-mi'lerimiz sizin bu
arzunuzu en mükemmel ölçü ve anlamda karşılamıyor mu? Günde beş vakit Allah'ı
bilip O'na kulluk görevini yapmak isteyen tertemiz Müslüman kardeşlerimiz
burada toplanmazlar mı? Onların araşma
katılman sana çok şey kazandırır,
fakat hiç kaybın olmaz.
İşte cami ve cemaatin
önemi ve değeri! İslâm'ın en son ve en mükemmel din olmasına alâmet ve
ölçülerinden-biri de işte sözünü ettiğimiz cami ve cemaattir.
İmamın arkasında saf
bağlayıp aynı ibâdeti aynı disiplin içinde birarada yerine getirmek, hem ruha,
hem bedene sağlık ve huzur kazandırmaz mı? Aynı zamanda bize itaati, birliği,
beraberliği, aynı davaya yönelmeyi öğretmez mi? Bundan daha iyi eğitim olur mu?
Özellikle bugünkü dünyamızda.
Biz burada önce
cemaatle namaz kılmanın faziletiyle ilgili hadîslerden bir kısmını nakletmek
istiyoruz... Bununla, Resûlüllah (A. S.) Efendimizin buna ne kadar önem
verdiğini anlatmak arzusundayız.
b) 1.
«Cemaatle kılman namaz, yalnız başına kişinin kıldığı namazdan yirmi yedi
derece üstündür.»[1]
2. Adamın
cemaatle kıldığı namaz, evinde, sokak ve çarşısında yalnız başına kıldığı
namazdan yirmi beş derece üstündür.»
A'mâ bir adam
Resûlüllah CA.S.) Efendimize gelerek dediki :
— «Ey Allah'ın Peygamberi! Elimden tutup beni
Mescid'e getiren kimsem yoktur.»
A'ma bu sözüyle
Mescid'e gelmeyip evinde namaz kılmak istiyordu. Resûlüllah (A.S.Î Efendimiz
ona ruhsat verdi. A'mâ ayrılıp gitmek üzere iken Efendimiz onu çağırdı ve sordu
:
— Namaz için yapılan daveti (ezan'ıî işitiyor
musun?»
— O, «evet», dedi.
— «O halde davete icabet etmeğe çalış!»
buyurdu.[2]
«Kim yarın (kıyamet
günü) Müslüman olarak Allah'a kavuşmak istiyorsa, şu namazları, onlara davet
yapıldığı yerde muhafaza etsin (beş vaktin farzım camilerde cemaatle kılsın).
Çünkü Allah sizin peygamberinize sunen-i hûda'yı (doğru yolu gösterici sünnetler)
meşru' kılmıştır. Şüphesiz ki sözü edilen namazları davet edildiği yerde
(cemaatle) kılıp muhafaza etmek sünen-i hüdâ'-dandir. Cemaatten, geri kalıp
evinde namaz kılan şu kimse gibi evinizde namazları kılacak olursanız,
peygamberinizin sünnetini ter-ketmiş olursunuz. Peygamberinizin sünnetini
terkedecek olursanız sapıtırsınız.»[3]
Râvî diyor ki :
Biz cemaatle namaz
kılmaktan geri kalanları gördük, nifakı bilinen münafıklar idi. Resûlüllah
(A.S.) bize sünen-i hüdâ'yı öğretti : İçinde ezan okunan Mescidde cemaatle
namaz kılmak bu sünnettendir. -
Ebû Derdâ (R.A.) de
diyor ki
Resûlüllah CA.S.)
Efendimizin şöyle buyurduğunu işittim :
«Bir köy ya da çölde
üç kişi bulunur da onlar arasında (cemaatle) namaz kılınmazsa, herhalde şeytan
onlara üstünlük sağlar. Aman siz cemaate gerekli olun. Çünkü kurt ancak
sürüsünden ayrılan koyunu yer.»[4]
Bunun içindir ki
fakîhlerimiz, cemaatle namaz kılmak, Müekked Sünnettir, demişlerdir. Hattâ
meşayihten bir kısmı bunun vâcib olduğunu iddia etmiştir. Sünnet denilmesi,
sadece sünnet ile vâcib olduğundandır. Nitekim El-Bedayi' sahibi diyor ki :
«Cemaatle namaz kılmak, ergen, âkil, hür erkeklerden kudreti olanlara vâcibdir.
Ancak cemaati kaçırdığı takdirde, onu başka bir mesciddeki cemaatle kılmaya
çalışmaz, yakın olur da yetişirse bu yararlı olur.» ,.
c) O halde
cemaat ancak bir takım özürlerden dolayı terkedil-melidir. Müekked Sünnet
olduğunda hiç şüphe yoktur. Vâcib olduğu ise ihtilaflıdır. Hasta, kötürüm, çok
yaşlı, eli ayağı kesik, felçli ve benzeri durumda olan kimselere cemaat sünnet
değildir. Ebû Hanî-fe'ye göre a'mâya da sünnet değildir.
Yine sahih olan tesbit
ve görüşe göre : Cemaat yağmur, fazla çamur, şiddetli soğuk ve zifiri
karanlıktan dolayı terkedilebilir.[5]
Gece şiddetli
Rüzgardan dolayı da terkedilebilir. Gündüz ise rüzgar -şiddetli kasırga durumunda
olmadıkça- özür sayılmaz. Bunun gibi, dışarı çıktığı takdirde alacaklısı
kendisini tutukluyacak veya hareket eden kafileden geri kalmak endişesi varsa,
veya tabii ihtiyacını gidermesi gerekiyorsa, o takdirde cerntVati
terkedebilir.
Hasta bakıcılık yapmakta
olan veya malının çalınmasından, evi-i ne hırsız girmesinden korkan kimse de
cemaati bırakabilir. Yemek hazır olmuşken, ezan okunursa, yemeğe karşı istekli
durumda ise, cemaate gitmeyip sofraya, oturur. [6]
Namaz kılınan
mescid'in belli imamı ve cemaati bulunuı mahalle halkı orada cemaatle namaz
kılıyorsa, o takdirde o mescidde ikinci bir ezanla cemaatin tekrarı mubah
değildir. Ama ezan oku-maksızın ikinci kez cemaat olup namaz kılmakta bir beis
görülmemiştir. Bunda icmâ' vardır. Yol üzerinde olan camilerde de durum
böyledir.[7]
Cuma dışında birden
fazla kimse bulunursa, bu cemaat kabul edilir. İsterse bu 'bir kişi, âkil olan
bir çocuk olsun.[8]
Çağrışım üzere, yani
birbirini çağırmak suretiyle olursa, bu mekruh sayılmıştır. El-Asıi kitabında
Sadrüş-Şehîd diyor ki : «Mescid'in bir nahiyesinde ezansız ve ikaametsiz
kılacak olurlarsa kerahet yoktur.»
al Şemsa'l-Eimme
Helvanı diyor ki : Nafile namazın cemaatle kılınmasında imâmdan başka üç kişi
bulunursa, bu mekruh sayılmamıştır. Dört kişi olursa, meşâyih bu konuda
ihtilaf etmiştir. Sahih olan görüş, dört ya da fazla cemaat olursa, mekruh
sayıldığıdır.[9]
Bu konuyu Nafile
Namazlar bölümünde biraz daha detaylı açıklamaya ve fukahamn farklı
görüşlerini nakletmeğe çalışacağız. (İn-şaallah)[10]
İmamet, şerefli
hizmetlerden biridir. Dinimizdeki yeri oldukça önemlidir. Çünkü ResûlüUah
(A.S.) Efendimizin, namaz farz kılındıktan sonra aralıksız sürdürdüğü bir
görevdir.
Bu makamı işgal edene İMAM
denir. İmam; önder, lider, ileri gelen, sözsahibi gibi, anlamlar taşır. O halde
Müslüman Cemaatin önüne geçip namaz kıldıran kişinin her yönüyle buna lâyık
olması gerekir. Gerek cemaatle namaz kılmak, gerekse bir kişinin Öne gerekir.
Gerek cemaatle namaz kılmak, gerekse bir kişinin öne geçip namaz kıldırması,
cemaate önderlik etmesi çok yüce maksatlara, feyizli amaçlara yöneliktir.
İmamın bunu her haliyle idrâk etmesi ilk hatıra gelen bir husustur.
Bunun için İslâm
Şeriatı imam olacak kişide bir takım vasıfların bulunmasını dinî bir prensip
olarak öngörmüştür
1. Namaz
hükümlerini daha iyi bilmesi; cemaatin
durumuna göre namazı uzatıp ya da kısa surelerle hafif tutarak Sünnete uyması,
2. Kıraatin
farz, vâcib ve sünnet miktarım yerine getirmesi,
3. Dinî
hükümleri hafife almaması, Sünnete bağlı bulunması,
4. Açıktan
günah işlememesi, söz ve davranışlarıyla halka örnek olması,[11]
5. İbâdet,
özellikle namaz konusunda geniş ve detaylı bilgiye sahip bulunması, [12]aranılan
vasıflardır.
Bu sıfatlarda iki kişi
eşit durumda olursa kıraat ilmini ve namaz konusunu daha iy bilen tercih
edilir. [13]Bu hususta da eşit
olurlarsa, günahlardan daha çok sakınan, helâl ve haram sınırlarına daha çok
bağlı bulunanı tercih edilir. Bunda da eşit durumda olurlarsa, daha yaşlı
olanı öne geçer.[14] Yaşıt oldukları takdirde;
ahlâkı daha güzel olan öne geçer. Bunda da eşit olurlarsa, daha soylu olanı
öne geçer. Bunda da eşit olurlarsa, yüzü dab,a güzel olanı öne geçer.[15]
Bütün bu sıfatlarda
daha ileri durumda bulunanın tercih nedeni, cemaatin çoğalmasını ve imamın
onlar üzerinde olumlu te'sir bırakmasını sağlamaktır. Cemaatin nefret ettiği
bir kişinin imamlık görevini yürütmesinin hiçbir anlamı yoktur. Ancak mecbur
kalındığında, böylesine imkân verilebilir.[16]
O halde sözü edilen
bütün sıfatlarda eşit durumda olan iki kişi arasında kur'a çekilir veya
cemaatin. tercihine uyulur.
Bir evde misafir bulunan
bir cemaat namaz kılmak istedikleri zaman, aralarında hükümdar ya da kaadı
yoksa, o takdirde ev sahibinin imam olması daha uygundur. Ancak namaz
kıldıracak kadar bilgi ve kıraati yoksa, o takdirde cemaatten birini seçip öne
geçirmesi afdaldır. Ev sahibi bîrini seçmediği takdirde, kendine bu hususta
güvenebilen ve yukarıda belirtilen sıfatlardan bir kısmını taşıyan kişi öne
geçip namaz kıldırır.[17]
Bir evde sözü edilen
üç kimse bir araya geldiklerinde, bunlardan kiracının öne geçip namaz
kıldırması daha lâyıktır.[18]
Mahalle mescidine görevli
imamdan daha bilgili ve yetenekli bir kimse gelecek olursa, yine de görevli
imamın öne geçip namaz kıldırması daha uygundur.[19]
Dilsizin dilsizlere
imameti caizdir; ümmîye ise imametinin caiz olmadığı çoğu fıkıhçılar tarafından
söylenmiştir. Ümmînin dilsize imametinin caiz olduğu ise kabul edilmiştir.
Şeyhülislâm bunun evlâ olduğunu belirtmiştir.[20]
Cünüplükten dolayı
teyemmüm edenin, abdestsizlikten dolayı teyemmüm edene imameti daya uygundur.[21]
Cemaatin bir bölümü
camiin dış yazlık kesiminde, bir bölümü de camiin içinde bulunurken ezan
okunur, yazlık bölümündeki cemaat önlerine geçen, imama, içeridekiler de
önlerine geçen başka bir imama uyup namaz kılacak olurlarsa, ilk başlayanların
namazında kerahet yoktur.
Fıkıhta ve İslâm'a
göre düzenli yaşamada eşit durumda olan iki adamdan biri Kur'ân'ı ve kıraati
daha iyi bilir. Ama cemaat onu değil de diğerini öne geçirip imam yaparsa,
hepsi de uygun olmayanı yaptıklarından isabet işlemiş sayılırlar. Böyle değil
de cemaatin bir kısmı kıraati daha iyi bileni, bir kısmı da diğerini imam
yapmak isterse, çoğunluk hangi tarafta ise ona göre sonuca varılır.[22]
Mahallede yalnız
imamlık yapabilecek bir kişi bulunursa, onu imamlığa mecbur etmeğe kimse
yetkili değildir. Dilerse bu hizmeti yapar. Yapmadığı takdirde günahkar olmaz.[23]
Hidâye sahibi
Merğînani bu konuda diyor ki :
«Havai meşreb ve bir
de bid'at ehli olan kimsenin arkasında namaz kılmak caizdir. Ama Ra'/izUer,
Cehmiyye, Kaderiyye ve Mü-şebbihe Mezheplerine bağlı olanlar arkasında namaz
kılmak caiz de ğildir. Bunlar gibi, «Kur'ân mahlûktur» diyen kimsenin de
arkasında namaz kılınmaz.»[24]
Bunu özetliyecek ve
genel bir kaaideye bağlıyacak olursak şöyle demeliyiz : Hava-i meşreb, bid'atçi
ve benzeri kimseler bu durumlarından dolayı tekfir edilmiyorlarsa, arkalarında
namaz kılmak caizdir. Ne var ki kerahetle caizdir. Sahih olan da budur.
Mi'rac'ı inkâr eden,
eğer Mekke'den Beytü'l-Makdis'e olan gece yolculuğunu kabul etmiyorsa, küfre
saptığından arkasında namaz kılmak caiz değildir. Ama Beytü'l-Makdis'teıı öte
tarafa olan kısmı inkâr ederse, kerahetle caiz olur. Çünkü Kur'ân, Peygamber
Efendimizin Mi'racmı Mekke'den Beytü'l-Makdise kadar olan bölümüyle
açıklamaktadır.
Bid'atçi ile açıktan
günah işleyenin arkasında namaz kılan kimse cemaat sevabına erse de takva
sahibi bir imamın arkasında kıldığı namazın sevabına hiçbir zaman erişemez.[25]
Şafiî Mezhebine bağlı
bulunan imam arkasında Hanefi Mezhebine bağlı kimsenin namaz kılması caizdir.
Ancak İmamın Hanefi Mezhebinin bu husustaki içtihadını bilip ona riâyet etmesi
gerekir. Buna birkaç örnek verelim : Abdest aldıktan sonra bir yerinden akıcı
ölçüde kan akmamış olması, kıbleden fahiş biçimde dönmemiş bulunması gibi.
Durgun az su ile abdest almamış olması, elbisesini meniden yıkaması da bu
cümledendir.
Bütün bunlarla beraber
Şeyhülislâm Hâherzade diyor ki : «Şafiî Mezhebine bağlı bulunan kimse bütün
bunları bilmiyor olsa bile yine de arkasında namaz kılmak kerahetle caizdir.»[26]
İmama uyan kimse,
Şafiî Mezhebiyle Hanefi Mezhebi arasındaki farkları bilir, fakat imamı
bilmezse, çoğu fakihlere göre namazı caizdir. En sahih olan da bu görüştür. [27]
Bu konuda farklı
ictihad ve görüşler vardır : İmam Ebû Hanîfe ile İmam Ebû YusuTa göre, caizdir.
Ancak su ile abdest alanların yanında su bulunursa, o takdirde teyemmüm edene
uymaları caiz olmaz. [28]Cenaze
namazında ise -görüş farkı olmaksızın- caizdir.[29]
e) Özür
sahibi olan birkaç kişinin, özürleri aynı şey ise birbirlerine uymaları
caizdir. Özürleri değişikse, caiz değildir.[30]
Bunun gibi bir özrü
olan, iki özrü olan kimseye uymaz. Meselâ : İmam olacak kimse hem devamlı
yelleniyor, hem de idrarım tutamıyor, ona uyacak olan kimse ise sadece
idrarını tutamıyorsa, o takdirde iki özürlünün imam olması caiz değildir. [31]
Giydiği mestleri
şartlarına uygun mesheden kimsenin imamlık yapmasında hiçbir sakınca yoktur.
Bunun gibi bedenindeki yara üzerindeki sargıyı meshedenin de yarası
olmayanlara imameti caizdir. Vücudundan kan aldıranın aldırmıyanlara imamlığı
caizdir, şu şartla ki, neşter vurulan yerden kan çıkmıyacağmdan emin olması gerekir. [32]
Yolculuk halinde ya
ölüm tehlikesinden, ya da yerdeki çamurun fazlalığından bineklerinden inme
imkânını bulamayanlar, birbirlerine uyup o vaziyette namaz kılabilirler. Ama
bir kısmı inme imkânı bulmuşsa, o takdirde bineğinden inemiyen onlara imamlık
yapamaz. [33]
Bir hastalıktan dolayı
baş işaretiyle rüku' ve secdelerini yapan kimsenin yine kendisi gibi olanlara
imameti caizse de sıhhatli" kişilere yapması caiz değildir.
Çıplak kimsenin
kendisi gibi olanlara imameti caizse de giyinik olanlara caiz değildir. [34]Bununla
beraber çıplakların cemaatle değil, kendi başlarına namaz kılmaları daha
uygundur. Ancak cemaat olup kılacak olurlarsa, oturarak ve imamın da
-kadınlarda olduğu gibi- cemaatin ortasında durarak kılmaları gerekir.[35] Bununla
beraber imam olacak kimsenin öne geçmesi de caiz görülmüştür. [36]Fakat
herhal-u kârda çıplakların cemaatle namaz kılmaları mekruhtur. Ayrı ayrı ve
birbirinden biraz dağınık durum alarak kılmaları daha iyidir.[37]
Ayakta duranın, rükû
ve secdeleri yerine getirebilen fakat oturarak namazını kılabilene uyması
sahihtir. Rükû' ve secdeleri baş işaretiyle yerine getirene uyması ise sahih
değildir. Bunun gibi oturarak namazını kılabilen iki kişiden biri rükû ve
secde yapabiliyor. Diğeri yapamayıp baş İşaretiyle yerine getiriyorsa, rükû1 ve
secdeleri yapabilenin diğerine uyması sahih değildir.[38]
İyice kambur olan
kimse ayakta durabilen kimse gibi imam olabilir. Kamburluk imamete engel
sayılmamıştır. Fukahadan bazısına göre, kamburun ayakta durma vaziyetiyle
rükû'a varma durumu arasında bir fark varsa imameti caizdir, hem bunda ittifak
vardır. îki durumu arasında fark yoksa, İmam Ebû Hanîfe ile İmam Ebû Yusuf'a
göre yine caizdir. Müfta bih olan da bu görüştür.[39]
İmamın bir ayağında
eğrilik bulunur da ayakta dururken daha çok sağlam ayağı üzerine tutunursa,
imameti caizse de ayakları sağlam olan ehil bir kişinin imamlık yapması daha
iyidir.[40]
Farza nisbetle zayıf
sayılan nafilede bazı kolaylıklar vardır. Onlardan biri de nafile namaza niyet
eden kimsenin, farz kılan kimseye uymasının caiz sayılmasıdır. Bunun aksi caiz
değildir. Örneğin öğle farzını kılan kimseye, öğle sünnetini kılmak isteyenin
uyması gibi. Farz kılan son iki rek'atte bir şey okumasa bile yine de nafile
kılana imameti sahihtir.
Bu durumda namaz
kılınırken imamın namazı bozulur ve yeniden kılmaya başlarsa, nafile kılanın
da namazı bozulmuş sayılır ve o da üzerine vâcib olan o nafileyi tekrar sözü
edilen imama uyarak kılabilir.[41]
Deli ve sarhoşun
imameti caiz değildir. Ancak deli bazen iyileşip bazen bozuluyorsa, iyileştiği
zaman imamlık yapması sahih olur.[42]
Fukahadan bazısı bu
görüşe muhalif kalmış ve delinin kendine gelme haliyle dengesiz hali arasında
bu konuda bir fark yoktur, demiştir. Ama fukahanm çoğu birinci görüşü
benimsemiştir.[43]
Eyleşik durumda olanın
yolculuk halinde bulunan kimseye, hem vakit namazında, hem vakit dışında kaza
edilen namazlarda uyması sahihtir. Bunun gibi yolculuk halinde bulunan eyleşik
durumda olana vakit içinde ve dışında uyması caiz ve sahihtir.
Eyleşik durumda olan
ikindi farzının iki rek'atini kıldıktan hemen sonra güneş batar ve tam bu
sırada yolculuk halinde bulunan kimse gelip ona uyarsa, yolcunun namazı sahih
olmaz. [44]
Bedevi (çölde yaşayan)
nm, iki gözü kör olanın, kölenin, zıha-dan doğanın ve açıktan günah işleyenen
imameti caizse de halkın yani cemaatin onlara karşı isteksizliği dikkate
alınarak mekruh sayılmıştır. Hem imam olacak kimsenin cidden cemaate önderlik
yapacak ahlâk ve meziyette olması gerekir. [45]
Genellikle erkek kadına
imam olabilir. Buna cevaz verilmiştir. Ancak bu durumda erkeğin imamete niyet
getirmesi gerekir. Aksi halde ona uyan kadının namazı sahih olmaz.
Halvette erkeğin
yabancı kadınlara imam olması doğru değildir. Ancak kendisine halvette uyan
kadınların tamamı veya bir kısmı imamın yakın akrabası, yani nikâhı haram
sayılanları olursa, o takdirde imamete niyet getirmek şartiyle sahih olur.
Tahavî ise, kadınlardan bir kısmı imamın mahremi bile olsa, halvette namaz
kılmaları mekruhtur, demiştir. Şerhinde bilhassa bu konu açıklanmıştır. [46]
Cuma namazında
kadınların cami'a gelip imama uymaları sahihtir, isterse imama imamete niyet
getirmemiş olsun. îki bayram narnazmdaki hüküm de böyledir. En sahih olan da
budur.[47]
Erkeğin kadına uyup
namaz kılması caiz değildir. Bunun istisnası yoktur.
Kadının kadınlara
imameti -cenaze, namazı hâriç- bütün namaz-larda mekruhtur. Bununla beraber
kadın kadınlara imam olacak olursa, önlerine geçmeyip birinci saffm tam
ortasında, durup kıldırır. Öne geçecek olursa,' namazları bozulmaz. [48]Ne
varki kadınların yalnız başlarına namaz kılmaları daha uygundur. [49]
Huıısa (hem erkeklik, hem dişilik organı bulunan) nm
kadmlara imameti, önlerine geçecek olursa caiz, ortalarında duracak olursa,
onun namazı bozulur. Çünkü bu durumda muhazat meydana gelmiştir. Erkek
hakkındaki hüküm bu hususta hunsa hakkında da aynen câridir.[50]
Hunsâ'nm erkeklere
imameti caiz değildir.
Ergen olmaya yakın
çocuğun, kendi akranına imameti caizdir.
Teravih ve mutlak
sünnetlerde de sözü edilen çocuğun erkeklere imametini Belh fukahası caiz
görmüşse de.[51] Muhtar olan kavle göre
bütün namazlarda onun imameti caiz değildir. [52]En
sahih olan da budur. El-Muhit ve Bahr-i Râik sahipleri de aynı görüştedirler. [53]
Dilsizin, dilsiz
olmayana uyma imkânı olsa bile yalnız başına namaz kılması caizdir. Ancak
kıraat farizasını yerine getiren imama uyması daha uygundur. [54]
Ümmînin arkasında bir
ümmî, bir de okumasını bilen kimse durup namaz kılacak olurlarsa, İmam Ebû
Hanîfeye göre hepsinin namazı bozulmuştur. Yeniden kumaları gerekir. İmam Ebû
Yusuf ile İmam Muhammed'e göre yalnız okumasını bilenin namazı bozulur.
Ümmî, namaz kılmakta
olan kaaria (okumasını bilene) hazır olur da ona uymadan yalnız başına namaz
kılarsa, en sahih görüşe göre namazı sahih değildir,
Okumasını bilen kimse
camiin dışında, ya da yakınında bulunduğu halde ümmî kimse camiin içinde
yalnız başına namaz kılarsa, fukahanm hepsine göre namazı sahihtir. Okumasını
bilen kimse üm-mînin kıldığı namazı değil başka bir namaz kılıyorsa, bu durumda
ümmînin namazı caizdir. Hattâ namaza başlamamış bile olsa, okumasını bilenin
başladığı başka namazı bitirmesini beklemesine gerek yoktur; yalnız başına
kılabilir. Bunda âlimlerin görüş birliği vardır.
İmam Timurtaşî, ümmî
konusunda şöyle demiştir .Okumasını bilmiyen kimsenin gece gündüz renmeye
çalışması, hiç olmazsa namaz kılacak kadar ezberlemesi gerekir. Aksi halde
Allah katında ma'zur sayılmaz.
Okumasını bilenin
ümmiye ve dilsize uyup namaz kılması sâhih değildir. Bunun gibi ümmînin dilsize
uyması da caiz görülmemiştir. Avret yerleri örtülü olanın, çıplağa uyması da
böyle[55]
Lâhikın lahika,
piyadenin süvariye uyması caiz
değildir. Bunun gibi öğle namazını kılmak istiyenin ikindi namazını kilona
uyması veya bir gün önceki öğle namazının kazasını yerine getirmek isteyenin
bugünün öğle namazını kılana uyması veya cuma kıldırma -yine öğle namazını-
kaza niyetiyle uyması caiz değildir. Be-llirtilen hususların aksi de caiz
görülmemiştir. Farz kılanın nafile kılana, adak namazı kılanın yine adak
namazı kılana uyması da caiz değildir. Ancak herbiri diğerinin namazını
adamışsa, o takdirde birbirlerine uymaları caizdir. [56]
Bozduğu nafile namazı kaza
etmek isteyenin yine bozduğu nafileyi kaza edene uyması caiz değildir. Ancak
ikisi aynı nâfilöye iştirak edip aynı durumda bozarlarsa, o takdirde
birbirlerine uymaları sahih olur. [57]
Namaz kılmaya yemin
edenin yine aynı ölçüde yemin edehe uyması sahihse de adayanın yemin edene
uyması sahih değildir. Bunun aksi sahihtir, yani yemin edenin adayana uyması
caiz görülmüştür. Şu şartla ki her ikisi de aynı namazı adamış veya yemin
etmişse.[58]
Lâhik : Namaz esnasında
abdesti bozulup abdesl almaktan başka bir şeyie meşgul olmayan, tekrar gelip
imrıma uyarak namazını tamamlamaya çalışan kimsedir. [59]
Çıplak durumda olan
kimse, çıplaklarla giyiniklerden meydana çelen cemaate imam olursa, hem imamın,
hem çıplak bulunan cenaatin namazı sahih, giyiniklerin ise fâsiddir, yani
namazları sahih almamıştır, onların yeniden kılması gerekir. Bunda icma'
vardır.
Necis Elbiseyle Namaz
Kılmak :
Sıhhati yerinde olup
necis bulunan elbisesini temizleme imkânı olmayanın, devamlı hades halinde olan
özürlüye uyması caiz değildir.[60]
Pepe olanın kendisi
gibi pepe olana uyması sahihtir. Şu şartla ki ya-nlarında pepe olmayan imamlık
yapacak yetenekte bir kimsenin bulunmaması gerekir. Aksi halde kıldıkları
namaz sahih değildir. [61]
Kıraat ilmini
bilmediğinden, durulmıyacak yerde duran, durulması gerekli yerde durmayan,
namaz kıldırırken sık sık öksüren, boğazına gıcık arız olup gayr-i. tabii ses
çıkaran, (T) veya (F) harflerini tekrarhyarak konuşan kimselerin imameti uygun
değildir. Harfleri sıkıntı çekerek mahreçlerinden çıkarabilenin ise imameti
caizdir.[62]
Okumasını bilen kimse
nafile namaz bile olsa ümmiye uymaz. Hattâ uyduğu nafile namazı sonradan kaza
etmesine bile gerek yoktur. Çünkü başlamış sayılmaz. Sahih olan da budur.
Kadına, çocuğa,
abdestsize, cünübe uyan kimsenin durumu, ümmiye uyanın durumu gibidir.
Bu hususta genel bir
kaide verelim :
«İmamlık yapanın
durumu kendisine uyanların durumuna eş veya onun üstünde olursa, hepsinin namazı
caizdir. Daha aşağı olursa, imamın namazı sahih, ona uyanmki gayr-i sahihtir.»
[63]Ancak
bu kaideden istisna edilecek husus da var : İmam ümmi, ona uyan ise, okumasını
bilen olur; veya imam dilsiz, or.a uyan ümmi olursa, bu durumda imamın da
namazı sahih değildir.[64]
Fakîlı Ebû Abdillah
Cürcani bu konuda diyor ki :
-Dilsiz ile ümmînin
namazının belirtilen durumda sahih olmaması, arkasında okumasını bilen
kimsenin bulunduğunu bildiği takdirdedir. Bu, İmam Ebû Hanife'nin görüşüdür.'
Arkasında böyle bir kimsenin bulunduğunu bilmediği takdirde, İmameyn'e göre
namazı sahihtir.»
Zahir Rivayet'te ise,
bu iki durum arasında, yani arkasında okumasını bilen kimsenin olup olmadığını
bilse, de bilmesede de fark etmez, her iki halde de namazı sahih sayılmaz.
Ne var ki İmam Ebû
Hanîfe'nin ictihad ve görüşünde kolaylık vardır. Bu bakımdan onunla amel etmek
daha uygundur, diyebiliriz.
İki kişi aynı anda
iftitah tekbiri getirip her biri diğerine imam olmaya niyet ederse, ikisinin de
namazı tamdır. Birbirine uymaya niyet ederlerse, ikisinin de namazı fâsiddir.[65]
Üzerindeki elbisede
bazı canlı cansız varlıkların şekilleri bulunan kimsenin cemaate İmam
olmasında bir sakınca görülmemiştir. Ancak dikkatleri bu hususa çekme endişesi
bulunduğundan, böyle bir elbiseyi mümkünse giymemesi veya üzerinde böyle bir
elbise bulunmayan kimsenin imam olması evlâdır.[66]
Bunun gibi
parmağındaki yüzüğün üzerinde veya cebinde taşıdığı altın ya da başka bir
maden! veya kağıt para üzerinde resim ve şekil bulunduğu halde namaz kılan
kimsenin, namazı sahihtir.[67]
İmamlığa ehil olan
adam, ramazanda kendi mahalle camiinde değil de başka bir mahalle camiinde
namaz kıldınyorsa, yatsı vakti girmeden kendi mahallesinden ayrılması uygun
olur. Vakit girdikten sonra ayrılırsa kerahet işlemiş sayılır.[68]
Açıktan günah işleyen
ve gayr-i ahlâki davranışları olan imamın cuma günü cemaatin önüne geçip namaz
kıldırması halinde cemaat onu bu görevden men'etme gücüne sahip değilse, çoğu
âlimlere göre, sadece cuma namazında ona uyulur. Başka vakit namazlarında
cemaat başka bir cami1 a gidip namaz kılabilir. Bu durumda cemaat günahkâr
olmaz.[69]
Cami cemaati, namazı doğru
kıldıramadığı veya kendisinden daha ehil kişi bulunduğu için imamı istemiyor
ve arkasında namaz kılmaktan gıcık duyuyorsa, o takdirde adı geçen imamın
imamlık yapması mekruhtur. Ama imam bu göreve başkasından daha ehil ise,
haysiyet kırıcı, utanç verici açıktan bir günahı da görülmüyorsa, cemaat
istemese bile imamlık yapmasında kerahet yoktur.
Nitekim Resûlüllah
(A.S.) Efendimiz : «Müslüman olduktan sonra her iyi ve kötünün arkasında namaz
kılın ye her iyi ve kötünün cenaze namazım kılın.» buyurmuştur. Bu, İslâm
Birliğini sağlamaya yönelik bir emirdir. Riâyet edilmesinde, çok büyük yararlar
vardır. Ancak her hal-u kârda imamın ağırbaşlı, mesleğine bağlı, bilgisini
artıran, cemaatle iyi geçinmesini bilen, saygınlığını koruyan bir kimse olması her
zaman için aranılan hususlardır.[70]
Cemaatle kılman
namazların, cemaatin hastalık, özür, yaşlılık ve iş durumları dikkate alınarak
uzun tutulmaması Sünnete uygun olur. Resûlüllah (A.SJ Efendimizin sabah
namazını -ağlamakta olan çocuğun sesini işittiği için- Muavvazeteyn'le
kıldırdığı bilinen hususlardandır. Hattâ namazı uzun tutan bir imamdan
kendisine şikâyet edildiğinde şöyle buyurdukları en sahih kaynaklarımızda
nakledilmektedir :
«Ey insanlar! Sizler
bıkkınlık veriyorsunuz. Sizden kim namaz kıldıracak olursa, namazı hafif
tutsun. Çünkü cemaat arasında hasta, zayıf ve ihtiyaç sahipleri vardır.»[71]
Bunun için fukahada,
cemaatle kılman namazı uzatmak mekruhtur, demişlerdir. [72]Bu
kurala uyularak imamın Sünnet miktarını aşmaması gerekir. Özellikle cemaatinin
durumunu çok iyi bilmesi ve namazını ona göre bir ölçüye bağlaması uygun olur.[73]
Bir adam cemaate bir
iki ay namaz kıldırdıktan sonra ateşperest, ya da putperest olduğunu söylerse,
durum ne olur? Önce islâm'a girmeğe zorlanır; sonra da o güne kadar onun
arkasında kıldıkları namaz caiz kabul edilir ve imamın bu iddiası kabul
edilmez. Ancak İs lâm Cemaatine bir bakıma hakaret ettiğinden iyice dövülür.
Bunun gibi, abdestsiz
kıldırdığını iddia ederse :
İmam bir iki ay namaz
kıldırdıktan sonra cemaatine, «Ben size bugüne kadar abdestsiz namaz kıldırdım»
derse, bu sözü kabul edilmez. Ancak ihtiyaten kılman namazlar iade edilebilir.
Edilmediği takdirde bir şey gerekmez. «Elbisemde necis bulunduğu halde size namaz
kıldırdım» dese, yine de hüküm belirtilen ölçü ve anlamdadır.[74]
Bu kaaidenin ışığı
altında, imamın bir müddet namaz kıldırdıktan sonra kâfir olduğu veya deli ya
da kadın veya hunsa veya ümmi ya da İftitah Tekbiri getirmeden ya da cünüp veya
abdestsiz bulunduğu halde namaz kıldırdığı ortaya çıkarsa, cemaatin namazı
tamam sayılır. Ancak ihtiyaten iade etmeleri uygun olur.[75]
Namazda kıraat konusu
çok önemli bir yer tutmaktadır. Bu nedenle gerek kıraat bahsinde, gerekse
imamet bahsinde sık sık bu konuya değindik. Tesbit edebildiğimiz kadarıyla
meseleleri kitabımıza nakletmeye çalıştık. Her şeye rağmen ilgili bütün
meseleleri toplamak ya da hatırlamak mümkün değildir, sanırım.[76]
Her yerde her zaman
imâma uymak mümkün değildir. İslâm Fıkhı bunun sahih olması için bir takım
ölçüler ve prensipler koymuştur. Herhalde imama uyup cemaat halinde namaz
kılmanın çok derin
ve anlamlı hikmetleri
vardır. Bunun için müekked sünnet olduğu tes. bit edilmekle beraber vâcib
olduğunu söyliyenler de olmuştur. [77]
1. İmamla
ona uyan arasında umuma ait, araba ve benzeri vasıtaların gelip geçtiği yol.[78]
Bu tarife göre, yol
dar olur, gelip geçen araba ve benzeri şeyler bulunmazsa, o takdirde imama
uymaya engel "bir neden sayılmaz. Çünkü namazın huzurunu bozacak, imamla
cemaat arasına başka şeylerin girmesiyle cemaatten amaç ve gaayeyi yok edecek
bir engel kalmamış oluyor.[79]
Bununla beraber yol
geniş olur da imama uyan saflar yolu tamamen saf halinde doldurup açık yer
bırakmıyacak olurlarsa, o takdirde de imama uymaya engel bir sebep kalmamış
demektir.
İmam umuma ait yol üzerinde
namaz kıldırmak için durursa arkasında saf bağlayan cemaat yolu uzunlamasına
tutmuşsa, bakılır. Bir araba geçecek kadar açıklık kalmışsa, iktida sahih
olmaz, yani imamla cemaat arasındaki açıklık bu Ölçüde olursa, imama uymaları
sahih olmaz. Bunun gibi birinci saf ile ikinci saf, ya da ikinci saf ile üçüncü
saf arasında da belirtilen ölçüde bir açıklığın kalmaması gerekir. Aksi halde
iktida sahih olmaz.[80]
Açık yerlerde, kır ve
bayırlarda, iktidaya engel olan açıklık ise, iki saf sığabilecek kadar bir
mesafenin boş tutulmasıdır. O halde açık havada, çöl, tarla ve mer'alarda
imamla cemaat arasında belirtilen ölçüde bir boşluk kalırsa, iktida sahih
olmaz. Ancak Bayram namazının kılındığı açık yerlerdeki namazlarda sözü edilen
açıklığın bulunması, iktidanm sıhhatma engel sayılmaz. Cenaze namazı kılman
yerlerdeki durum hakkında farklı görüşler vardır. En-Nevazil'de bu tür
namazgahların mescid gibi kabul edilmesi o hükmü taşımasıdır, bu hususta. Çünkü
sözü edilen yerler Özellikle cenaze namazına, ya da bayram namazına
ayrılmıştır. O halde mescid hükmünü bir bakıma almaktadır. [81]
Irmaktan maksad,
ancak, köprü, kayık ya da at arabasıyla geçilebilecek kadar büyük olması söz
konusudur. [82]O halde imamla cemaat
arasında büyükçe bir nehir bulunur da içinde vapur, kayık ve benzeri şeylerle
geçit yapılırsa, iktida sahih olmaz. Ama bu ölçünün altında olur, kayık, vapur
ve benzeri şeylerle geçmeğe gerek görülmezse, o takdirde iktidaya engel
sayılmaz. Muhtar olan da budur. Cevahirü'l-Ahlatı'de bu görüşün daha sahih
olduğu belirtilmiştir.[83]
Büyük câmi'lerin
içinden bu ölçüde bir ırmak ya da akar geçerse, iktidaya engel sayılmaz.[84]
Yukarıda sözü edilen
büyük nehrin üzerinde genişçe bir köprü bulunur da bağlanan saflar imamla
cemaat arasını doldurursa, yine engel sayılmaz, yani bu durumda imama uyup
namaz kılmak sahih olur.
İmamla kendisine uyanlar
arasında büyükçe bir havuz bulunursa, iktida sahih olur mu? Havuz, bir ucuna
düşen necaset diğer ucuna ulaşmayacak kadar büyükse, yani bir ucu çalkandığı
zaman diğer ucu hareket etmiyorsa, o takdirde iktida sahih olmaz. Bunun aksi
bir durum varsa, sahih olur.[85]
Yukarıda belirttiğimiz
gibi, imama uyup namaz kılabilmek için İslâm bir takım şartlar ve prensipler
koymuştur. En azından imamla kendisine uyanlar arasında umuma ait, arabaların
gelip geçeceği kadar genişlikte bir caddenin, ya da büyükçe bir ırmağın bulunmamasıdır.
Boş bir arazide ise, ara yere üç saf girecek kadar bir açıklığın
bulunmamasıdır.
O halde Mısır'da, ya
da Suudi Arabistan'da cemaate namaz kıldırmakta olan bir imama radyo ya da
televizyon vasıtasiyle uymak sahih değildir. Çünkü belirtilen şartlar
gerçekleşmemiştir.
Bunun gibi evi cami'a
yakın olup da imamın ya da tekbirleri intikal ettirenin sesini duyan bir kimse
cami'a gitmeden bulunduğu yerde imama uyabilir mi? Bunun cevabı açıktır :
Arada umuma ait genişçe bir yol ya da büyük bir ırmak bulunuyorsa, o takdirde
sahih değildir. Böyle bir engel yoksa, evi cami'a bitişik vaziyette bulunuyor,
iktidaya engel başka bir şey de mevcut değilse (aradaki kaim ve yüksekçe bir
duvardan dolayı tekbir seslerini duymaması bu cümledendir) , imama uymasında
bir sakınca yoktur. Ne var ki câmi'a gidip uyması daha faziletli ve cemaat
ruhuna daha uygundur.[86]
İmamın arkasında
kadınlardan oluşan tam bir saf varsa, bunların arkasında erkeklerden oluşan
bütün safların o imama uyması sahih olmaz.[87] Bu
vaziyette namaz kılacak olurlarsa, hepsinin de (yani erkeklerin) namazı fâsid
sayılır. Aradaki kadınlar tam bir saf değil de daha az miktarda olursa,
gerideki safların hepsinin namazı bozulmaz. Bu husus muhazat konusunda
açıklanacaktır.
Camiin arka kısmındaki
yüksekçe gölgelik yerde veya mahfilinde bulunan erkeklerin önlerine gelecek
şekilde aşağıda kadınlardan meydana gelen bir saf varsa, iktida sahih olmaz.
Birkaç kadın bulunuyorsa, muhazat hükmü câridir. Örneğin : Üç kadın bulunursa,
arkalarında yer alan erkek saflarından aynı hizaya gelen üçer kişinin namazı
fâsid olur. Kadınlar tam bir saf ise, gerideki bütün safların namazı bozulur.
Ama aşağıdaki kadınlar
mahfildeki ya da gölgelikteki erkeklerin ön kısmına değil de tam hizalarında
bulunuyorsa, erkeklerin ik-tidası sahih olur. Çünkü aradaki yükseklik onların
aynı hizada olmasını kapatmaktadır.[88]
Bunun aksine :
Gölgelikte ya da
mahfilde kadınlar bulunur, aşağıda da hem on-larm seviyesinde, hem gerilerinde
erkekler saf bağlarsa; bu takdir-de iktida sahih olur. Çünkü kadınlar
görünmüyecek biçimde yukarıda saf olmuşlardır, aradaki yükseklik muhazatın
gerçekleşmesini bir bakıma engellemektedir.[89]
İmâmın arkasında
mescidde bağlanan saffın yarısı erkek yarısı kadın bulunursa, iktida sahih olur
olur mu? İktidanın sahih olduğunu söylerken, erkeklerin saffmm sonunda
kadınlardan taraf bulunan -ara yerde bir sütre ya da açıklık yoksa- erkeğin
namazı bozulur. Diğerlerinin namazı tamamdır. Namazı bozulan erkek diğerlerine
göre bir sütre ya da bir duvar anlamındadır. Çünkü aynı safta bulunan
kadınlarla erkekler arasında bir kişi sığabilecek kadar bir açıklık bulunur
veya bu ölçüde bir sütre ya da duvar yer alırsa, iktidanın sıhhatına engel
olmaz. [90]
Yukarıda kısmen buna
dokunmuş ve bir açıklama yapmıştık. Konuya önemine binaen tekrar dönmek
ihtiyacını duyduk. İmamla ona uyan cemaat arasında bir duvar bulunur da cemaat
istediği vakit hemen duvarı aşıp imama ulaşma imkânına sahip değilse, o takdirde
iktida sahih olmaz; isterse imamın tekbir seslerini işitebilsin. O halde evinde
durup cami'deki imama uymak isteyen kimse, hem aradak yol ve nehir gibi
engelleri, hem de sözü edilen duvar ve benzeri engellen dikkate almalıdır.[91]
Ama duvar küçük ölçüde
olur, cemaatin imama erişmek istediğinde bir engel arzetmezse veya arayerde
bir pencere ya da kapı bulunursa, o takdirde iktida sahih olur. Bunun gibi
aradaki açıklık bir kapı ya da pencere biçiminde değil de küçük bir delik
şeklinde ise, imanım, tekbir sesleri rahatlıkla duyulur veya imam oradan
görüle-biliyorsa, yine de iktida sahih sayılır.[92]
İmamla cemaat
arasındaki duvarda kapalı bir kapı bulunursa iktida sahih olur mu? Bu hususta
farklı görüşler varsa,da, en sahih kavle göre, kapı gidip gelmek, girip çıkmak
ve irtibat sağlamak için konulduğundan kapalı da tutulsa, yine iktida sahihtir.[93]
Büyük salatin
cami'lerde, ne kadar büyük olursa olsun, ara yerde saf bulunmasa bile en
gerilerde durup mihraptaki imama uymak caizdir.[94]
Ancak ne var ki, bu kerahetle birlikte caizdir. Çünkü sünnet olan husus,
cemaatin ara yerde boşluk bırakmamasıdır.
Cami'a yakın evinin
damına çıkıp imama uyması -imamın tekbir seslerini duysa ya da onu görebilecek
durumda olsa, yine de sahih değildir, ancak camiin avlu duvarının başında
olursa, o takdirde sahih sayılır.[95]
Kendi eviyle cami'
arasındaki duvar üzerinde durur, imamın tekbir seslerini işitir veya
hareketlerini görebilirse, o takdirde iktida sahih olur. Camiin dışındaki
dükkânın üzerinde durup imama uymak isterse, dükkân cami'a bitişik olmakla
birlikte saflar birbirini takip ediyor, arada açıklık bulunmuyorsa, o takdirde
sahih sayılır.[96]
Dükkân cami'a bitişik
değil, ya da oradan imamın tekbir sesleri duyulmuyor veya imam görülemiyorsa
veyahut ara yerde boşluk varsa, o takdirde iktida sahih değildir.[97]
İslâm Dini ibâdeti
âdetten ayırmak için ona bir resmiyet vermiş ve kendi doğrultusunda disipline
etmiştir. Cemaatle namaz kılınırken imanım ve arkasındaki cemaatin yer alması
ve gelişigüzel dağınık bîr durumda ortaya çıkmaması için bazı kurallar
konulmuştur. Onlara dikkat etmek bir bakıma sünnettir.[98]
Ya da temyiz çağma giren
bir çocuk bulunuyorsa, muhtar olan görüşe göre, imanım tam sağ gerisinde durur. Ancak bu en
çok dört beş parmak kadar bir aralıkta bulunmalıdır. Daha fazla geride durmak
caizse de adaba, bazısına göre istihbaba uygun değildir.
Arkadaki bir kişi
imamın sol tarafında durursa, adaba aykırılık içinde caizdir.[99]
İmamın tam arkasında
durursa, caizdir. Bunda kerahet olup olmadığı üzerinde farklı görüşler varsa
da sahih olanı, kerahetle caizdir.[100]
Cemaat sadece iki kişi
olursa, bunlar imamın tam arkasında dururlar. Birisi çocuk ta olsa yine de
böyledir.
Biri erkek, diğeri
kadın olursa erkek imamın sağ gerisinde, kadın da o erkeğin tam arkasında
durur
Cemaatin ikisi erkek
birisi kadın olursa, erkekler imamın tam arkasında, kadın da o iki erkeğin
arkasında durur.
İmamın arkasında
sadece iki erkek bulunur da biri imamın saiğ gerisinde diğeri sol gerisinde
durur, imam da onların arasında yer alırsa, caizdir. Bunda kerahet olmadığı
kabul edilmiştir.
Açık bir arazide iki
kişiden biri imam, diğeri cemaat olup namaz kılmaya başlarken imama uyan kimse
onun sağ gerisinde durur ve tam bu sırada üçüncü bir adam gelip onu geriye
doğru çekerse, caiz our mu? İlk sağda duran adam iftitah tekbiri getirmiş
olsun olmasın, üçüncü adamın onu geriye doğru çekmesiyle namazı bozulmaz.
Ancak çekildiğinin nedenini bilmez de bu arada konuşur ya da üç hareket
gösterirse namazı bozulur. [101]Sahih
olan da budur.
Erkekler imamın tam
gerisinde, çocuklar onların gerisinde, hun-salar onların gerisinde, kadınlar
hunsaiarm gerisinde ve ergenlik çağma yaklaşan kızlar da en geride durup imama
uyarak namazlarını kılarlar.[102]
Genellikle genç
kadınların cemaate katılması mekruh sayılmıştır. Yaşlı kadınların ise, akşam,
yatsı ve sabah namazlarında cemaate katılmasında kerahet görülmemiştir. Ancak
toplum yapısı bozulur, ahlâksızlar çoğalır, mal, can ve namus güvenliği
kalmaz. Devletin gücü zaafa uğrarsa, o takdirde genç ve yaşlı bütün kadınların
cemaate katılması mekruhtur. [103]Muhtar
olan görüş te budur.
Cuma günleri
kadınların camilerde -müsait yer bulunduğu takdirde- vaaz dinlemeleri için
gelmelerinde bir beis görülmemiştir. Ancak cami'a giderlerken onları rahatsız
edenler bulunur ve devlet kuvvetleri de bunu önleyecek durumda olmazsa, o
takdirde gitmemeleri hayırlı olur. [104]
Cemaatle namaz
kılınırken safların çok düzgün tutulması ve ara yerde boşluk bırakılmaması
sünnettir. Öyleki omuzlar birbirine dokunacak, ayaklarını hat üzerinde yer
almış olacak.
Bu durumda imamın da
tam orta yere gelecek biçimde önde yer alması sünnettir. Cemaatin sağ ya da
soluna gelecek biçimde önde durursa Sünnete uymamış olur.[105]
Cemaat arasından
imamın tam arkasında duracak kimsenin de ehil olması, imamın abdesti
bozulduğunda veya benzeri bir durum meydana geldiğinde hemen imamlığa geçecek
yetenekte bulunması uygun olur.[106]
Fukahamn hemen hepsine
göre, birinci safta yer almak daha af-daldır. Böylece sırasıyla ta gerilere
kadar fazilet derecesi kademeli biçimde sürüp gider. Bu bakımdan ikinci safta
yer bulamaz da birinci safta bir açıklık görürse, ikinci saffı açıp oraya
geçer.[107]
İmama uymada en
faziletli yer, ona en yakın olanıdır. Ama imamın sağında yer almak daha
afdaldır. Bu bakımdan cami'a erken gidip imamın sağında yeralmak sevap
bakımından daha üstündür.[108]
Kadınla erkeğin
cemaatle namaz kılınırken aynı hizada bulunmasına muhazat denir. Erkeğin
namazının bozulması için bu konuda bazı şartlar vardır :
1. Aynı
hizada duran kadının iştiha çağma gelmiş olması,
Burada yaş sözkonusu
değildir. En sahih olan da budur. O halde iştiha çağına gelmemiş bir kız
temyiz çağında bile olsa, erkeğin namazının bozulmasına neden teşkil etmez.
Çünkü bu konuda esas olan, iştiha çağında bulunmasıdır.[109]
2. Kılınan
namazın rükû ve secdeleri olan türden bulunması.
O halde cenaze
namazında muhazat sözkonusu değildir. Ama imâ ile kılman bir namazda, rükû ve
secdenin mevcudiyeti imâ ile yerine getirildiğinden muhazat sözkonusudur.
3.
Kılınmakta olan namazın İftitah Tekbiri ve eda bakımından bir ortaklık
arzetmesi,
Yani kadınla erkeğin
beraber aynı namaza ve aynı imama niyet getirerek İftitah Tekbiri getirmeleri
gerekir. Aksi halde muhazat gerçekleşmez. O halde biri imama uyarak, biri de
kendi başına kılmak niyetiyle tıtitah Tekbirini birlikte getirseler, muhazat
gerçekleşmemiş olur. Çünkü eda bakımından değişik durumları vardır.
İmama birinci rek'atte
yetişen kimsenin îftitah Tekbiri imamın İftitah Tekbirine bina edilmiş ve edası
da imamın edasına hakikaten bina edilmiştir. Lâhik'in (yani namazın başında
imama uyup ortasında abdesti bozulan ve namazı bozacak bir söz ve davranışta
bulunmadan hemen abdest alıp tekrar aynı imama gelip yetişen kimsenin) de
durumu böyledir. Ama ikinci ya da üçüncü rek'atte imama yetişen mesbuk ise
böyle değildir ; İftitah Tekbirini İmamın İftitah Tekbirine bina etmişse de
geriye kalan rek'atlerde münferid sayılır. O halde mesbuk yetişemediği
rek'aleri kılarken kadın da yetişemediği rek'atleri erkekle birlikte aynı
hizada kılacak olurlarsa, muhazat gerçekleşmemiş olur.[110]
4. Kadınla
erkeğin aynı yerde bulunması,
O halde erkek bir boy
yüksekliğindeki yerde, kadın da aynı hizada fakat aşağıda durup aynı imama
uyarak namaz kılsalar muhazat gerçekleşmemiş olacağından erkeğin namaz;
bozulmaz. Ama aradaki yükseklik bir boydan daha az olursa o takdirde erkeğin namazı
bozulur.
5. Kadınla
erkek arasında bir sütun ve benzeri engelin bulunmaması,
O halde aynı hizada
duran erkekle kadın arasında, sütun, duvar ve benzeri bir engel bulunursa, o
takdirde muhazat gerçekleşmemiş olur. Yani erkeğin namazı bozulmaz. [111]
Bunun gibi arada böyle
bir engel bulunmaz da bir adanı sığacak tadar açıklık bulunursa, yine de
muhazat gerçekleşmediğinden er-teğin namazı bozulmaz.
6. Aynı
hizada durup aynı imama uyan kadının, namazın kendisinden sahih sayılacak nitelikte olması,
O halde deli ya da
aşırı derecede sarhoş bir kadının erkekle aynı hizada durup namaz kılması
erkeğin namazını bozmaz. Çünkü bu durumda olan kadının kıldığı namaz sahih
değildir.[112]
7. İmamın
namaza niyet getirirken kadınlara da
imametlik yaptığına niyet etmiş olması,
O halde imam namaza
başlarken böyle bir niyet-getirmemişse, gelip ona uyan kadınların namazı sahih
olmayacağından muhazat ta gerçekleşmemiş olur. îmam niyet getirip namaza
durduktan sonra bu hususu hatırlıyarak «kadınlara da imam oldum» diye içinden
geçirse bile kadınların uyması sahih olmaz. Çünkü imamın tam namaza niyet
ederken bunu içinden geçirmesi gerekirdi.
8. Muhazat'm
bir rükün devam etmesi,
O halde kadın ya
ayakta kıraat tamamlanıncaya kadar veya rükû' .da rükû' bitinceye kadar
erkeğin yanında durup namaz kılarsa, sağında, solunda ve arkasında duran birer
kişinin namazı bozulmuş olur.
9. Kadın ve
erkeğin her ikisinin de yöneldiği cihetin bir olması,
O halde karanlık bir gecede
cemaat olup imama uyan kadın ve erkekten her biri ayrı bir cihete yönelerek
namaz kılarsa muhazat gerçekleşmediğinden erkeğin namazı bozulmaz.
10. Muhazatta
muteber olan, bacakla topukların aynı hizada bulunmasıdır. O halde kadının
topukları erkeğinkinden geride olursa erkeğin namazı bozulmaz. Çünkü muhazat
gerçekleşmemiştir.
Erkekle aynı hizada duran
kadının yabancı ya da erkeğin çok yakını olması arasında bir fark yoktur.
Önemli olan bu konuda kadın unsurudur. [113]
Hacc mevsiminde
Mescidi Haram'da erkek ve kadınların karışık vaziyette namaz kılmasında
muhazat gerçekleşiyor mu? Gerçek-leşiyorsa, erkeklerin namazı bozulmuş sayılır
mı?
Gerek imama uyanın
imamın önünede durup namaz kılması, gerekse kadınla erkeğin aynı hizada durup
aynı imama uyarak aynı namazı kılmaları hakkında mezhep imamlarının görüş ve
ictihad-lan farklıdır.
a) Mâliki,
Hanbelî ve Şafiî mezheplerine göre, kadınla erkeğin yanyana durup namaz
kılması, iki tarafın da namazını bozmaz. Ancak bunda kerahet vardır. Kabe'de
ise bu kerahet de kalkar. Çünkü bu iki cinsin orada ayrı ayrı yerlerde durup
namaz kuması çok zor, hatta bazen imkânsızdır. O halde sözü edilen üç mezhep te
muhazat hükmü yoktur.[114]
O halde hacc
mevsiminde Hanefî Mezhebine bağlı bulunan kadın ve erkekler ayrı ayrı yerlerde
namaz kılma imkânı bulamadıkları takdirde bir arada -sözü edilen üç mezhebe
uyarak namaz kılabilirler. Bu bir fetvadır.
b) Cemaatin
imamın önüne geçip namaz kılmasına gelince :
Bu konuda da mezhep
imamlarının görüş ve ictihadları farklıdır : Hanefî, Şafîi ve Hanbelî
Mezheplerine göre, imama uyan kimse imamın önüne geçerek namaz kılacak olursa,
hem imamet hem namaz hükümsüz olur. Üç imam bu konuda müttefiktirler.
c) Mâlikîler
ise buna cevaz vermişlerdir. Bu mezhebe göre, ister hacc mevsiminde Kabe'de,
ister normal zamanlarda ve diğer yerlerde olsun cemaatin imamın gerisinde,
durması şart değildir. Ancak cemaat ön tarafta bulunursa kerahet vardır. Zaruri
hallerde, örneğin Mescid-i Haram ve Mescid-i Nebevî'de çok kalabalık bir cemaatin
bulunması ve yerin dar olması bu kerahetin kalkmasına sebep teşkil eder.
Şafiî ve Hanefîlere
göre, Mescid-i Haram'da Kabe'ye yönelirken cihetleri değişik olduğu takdirde,
cemaatin imamın önüne geçmesi sahih kabul edilir. Hem imamet, hem namaz
bozulmaz.
Şâfiîler müstesna diğer
üç mezhebe göre, cemaatle imamın aynı hizada bulunması kerahetsiz sahihtir.
Safîlere göre, ancak zarurî hallerde sahih olabilir. [115]
d) Muhazatta
kadın bir ve birden fazla olunca hüküm nedir?
Muhazatta sadece bir
kadın bulunursa, biri sağında, biri solunda biri de tam arkasında olmak üzere
üç erkeğin namazı bozulur. Sahih olan da budur. Fetva da buna göre verilmiştir.[116]
İki kadın olursa,
Biri sağda, biri
solda, ikisi arkada olmak üzere dört erkeğin namazı bozulur.
Üç kadın olursa,
Biri sağda, biri
solda, en son saffa varıncaya kadar arkalarında her saftan üç erkeğin' olmak
üzere namazları bozulur. Bu konuda en açık olan görüş ve ictihad budur. Dört ya
da beş kadın bulunursa aynı ölçüye göre erkeklerin namazı bozulur. Kadınlar tam
bir saf halinde ise imamdan başka geride bulunan, yani kadınların arkasında
bulunan bütün saflardaki erkeklerin namazı bozulur.
Hanefîlerin muhazat
konusunda sıraladıkları bir şart daha var ki onu ancak bazı kitaplar almıştır.
Aynı hizada duran kadına er-keğin, geri çekilmesi için ona işaret etmesi...
Kadın bu işarete rağmen geri çekilmezse, o takdirde erkeğin namazı bozulmaz.[117]
imama uyan kişilerin hemen
her hususta imama uyması şart değildir. Öyle yerler var ki cemaat oralarda,
imama uymaz veya uymayabilir. Bunlara birkaç örnek verelim :
a) îmama
birinci teşehhüdde yetişen kimse henüz teşehhüdü tamamlamadan imam üçüncü
rek'ate kalkarsa, o teşehhüdü tamamlayıp öylece kalkar. Muhtar olan görüş
budur,
b) İmama son
teşehhüdde yetişen kimse henüz teşehhüdü tamamlamadan imam selâm verecek
olursa, yine muhtar olan kavle göre, tamamlar öylece selâm verir. Bu iki
durumda da imama uyan kimse teşehhüdü tamamlamadan imama uyarsa, yine de
caizdir.
Bu durumda imam selâm
verdikten sonra konuşacak olsa bile yine teşehhüdünü tamamlamaya çalışan
cemaatin namazı bozulmuş olmaz. Ama imam, kendisine teşehhüdde uyan kimse henüz
teşehhüdünü tamamlamadan kasden abdestini bozarsa, o kimsenin namazı da
bozulmuş olur. Ama kasıt yoksa, bozulmuyacağma dair fetva verenler olmuştur.[118]
İmam birinci oturuşu
tamamlayıp ayağa kalktığında arkasında cemaat henüz teşehhüdü okumamış veya
tamamlamamışsa tamamlayıp öylece kalkmalar uygun olur. Rüknü kaçırmaları
endişesi halinde yanda bırakıp kalkabilirler. Ama cemaat teşehhüdü unutmuş-sa,
bu durumda ayağa kalkmayıp onu tamamlarlar. Ayağa kalktıktan sonra
unuttuklarını hatırlarlarsa, teşehhüdü okumayanların geri dönüp oturmaları ve
teşehhüdü yerine getirdikten sonra kalkmaları gerekir. Bu durumda imamla
birlikte rüknü kaçırma endişesi olsa da yine böyle yapmaları sıhhatlidir.[119]
Cemaat henüz
teşehhüdden sonra dua ya da Salâvatı okumadan imam selâm verecek olursa, artık
bunları bırakır da imamla birlikte selâm verir.
Bunun gibi imam rükû.'
ya da secdelerden başım kaldırdığında cemaat henüz üç teşbihi getirmemiş veya
tamamlamamışsa, bunları tamamlamak için beklemeyip imamla birlikte başını
kaldırır. Çünkü teşbihleri getirmek sünnettir.[120]
Cemaat bütün
rükünlerde imama uyar. İmamdan önce rükû' veya secdeleri yapıp başını
kaldıracak olursa, iadesi gerekir. Aksi halde namazı noksan kalacağından
kazası vâcib olur.
İmam secdeyi uzatır da
cemaat onun kalktığım sanarak başını secdeden kaldırır, fakat imamın ikinci
secde yaptığını zannederek hemen secdeye varırsa, bu sadece birinci secde
yerine geçer; ikinci bir secde daha yapması gerekir. İmamın ikinci secde
yaptığını sandığı için o da ikinci secde niyetiyle secdeye varırsa, bu sadece
ikinci secde yerine' geçer, birinci secdeyi iade etmesi gerekir.
Bunun gibi imam henüz
ikinci secdeye varmadan cemaat ikinci secdeyi yapıp başını kaldırırsa, caiz
olmaz, bu bakımdan o secdeyi iade etmesi gerekir. Aksi halde'namazı bozulur.[121]
Yukarıda imama uyulan
ve uyulmayan yerleri belirttik. Şimdi de beş şey var ki'imam onları namazda
terkederse cemaat de terke-der, hususunu belirtelim :
1. Bayram
tekbirleri,
2. Üç ve
dört rek'atli namazlarda birinci oturuş,
3. Tilâvet
secdesi,
4. Yanılma
secdesi,
5. Kunût
duası.
Cemaat de mutlaka
bunları terketmek zorunda değildir. İmam ile birlikte rükû'a yetişeceğini
kestiren kimse imamın bejirtilen hususlardan birini terketnıesine bakmayıp onu
yerine getirebilir. Ancak rükû'u kaçıracağını kestiriyorsa, o takdirde
terketmesi gerekir.[122]
Namazda genellikle
imama uymak vâcib, ona uymamak ya da Ondan önce rükünleri yerine getirmek
haramdır. Nitekim Resûlüllah (A.S.) Efendimiz : «İmam ancak kendisine uyulması
için öne geçer. O halde imama muhalefet etmeyin; o tekbîr getirince siz de
tekbîr getirin. O rükû'a varınca siz de varın. O, rükû'dan kalktığında
se-miallahu ıimen hamideh dediğinde siz allahümme rebbe-nâ leke'l-hamd deyin. o
secde edince siz de secde edin. O oturup namaz kıldığında siz de oturun.»
buyurmuştur.[123]
Ahmed bin Hanbel'in
tesbit ettiği bir rivayette ise şöyle buyurmuşlardır :
«İmam ancak kendisine
uyulması için öne geçer. O halde o tekbîr getirdiğinde siz de tekbir getirin,
o tekbir getirmeden siz getirmeyin. O rükû'a vardığında siz de rükû'a varın,
ama ondan önce rükû'a varmayın. O secde ettiğinde siz de secde edin. O secde
etmedikçe sakın secde etmeyin.»[124]
Bu konuyla ilgili
diğer iki hadîste de şöyle buyurulmuştur :
«Sizden biriniz başını
imamdan önce secdeden kaldırarak başının eşek başına çevrilmesinden veya
Allah'ın onun suretini eşek suretine döndüreceğinden endişe duymaz mı?»[125]
Hadîsteki bu
benzetmeden maksad, kişinin bu tutumuyla ahmaklığını ortaya koymasını ifade
etmektir.
«Ey insanlar! Doğrusu
ben sizin imamınızım. Bu bakımdan ne rükû', ne secdelerde, ne ayakta dururken,
ne oururken, ne de namazdan ayrılırken benim önüme geçmeyin, (yani bunları
benden önce yapmayın, ancak bana uyarak bunları yerine getirin).»[126]
1. İmam
kıldırdığı namazda bilerek bir secde fazla yaptığında,
2. Bayram
tekbirlerinde Eshab-ı Kirâm'dan bize kadar gelen ölçüyü aştığında, yani fazla
tekbir getirdiğinde veya başka bir cümle ilâve ettiğinde,
3. Cenaze
namazında dört tekbir yerine beş tekbir getirdiğinde,
4. Unutarak
beşinci rek'ate kalktığında imama uyulmaz.
İmam beşinci rek'ati
secdeyle bağlamadan önce hatırlar da dönüp oturursa, cemaat onunla birlikte
selâm verir. Şayet beşinci rek'ati secdeyle bağlarsa, cemaat artık" onu
beklemez, selâm verip namazdan çıkar.
Ama imam son oturuşu
yapmadan beşinci rek'ate unutarak kalkar ve onu secdeyle bağlarsa, hem imamın,
hem cemaatin namazı bozulmuş olur.[127]
1. İftitah
tekbirinde imam ellerini kaldırmadığı takdirde cemaat kaldırır. İmamın bir
sünneti terketmesinden dolayı cemaat terket-mez.
2. İmam
Sübhaneke'yi unutup terkettiğinde,
henüz Fatihayı okuyorsa, cemaat
Sübhaneke'yi okur. İmam Sureyi okumaya başlamışsa, artık cemaat de onu
terkeder. Bu, İmam Muhammed'e göredir.
3. İmam
rükû' tekbirini terkettiğinde cemaat onu terketmez, çünkü bu tekbirleri
getirmek te sünnettir.
4. İmam secde tekbirlerini terkettiğinde cemaat
keza terketmez. Çünkü bu tekbirler de
sünnettir.
5. İmam
rükû' ve secdelerdeki teşbihleri
söylemeyip terkettiğinde cemaat terketmez. Zira bu teşbihleri sözü
edilen yerlerde yerine getirmek sünnettir.
6. İmam
.Rükû'dan kalktığında Semiallahu Limen.Hamî-Deh söylemeyi
terkederse, cemaat terketmeyip söyler.
Bu da sünnettir.
7. İmam
Teşehhüd'ü okumayıp terkederse, cemaat okur.
Çünkü teşehhüd miktarı birinci oturuşta beklemek vâcib, ikinci oturuşta
farzdır. Ama Teşehhüd'ü okumak vâcibdir.
8. İmam
namaz sonunda selâm vermeyi terkedip kalkarsa, cemaat selâm verip öylece
namazdan çıkar. Çünkü bu da vâcibdir.
9. Teşrik
tekbirlerini imam terkederse,
cemaat terketmeyip getirir. Bu
da vâcibdir.
Bu konuda bir mesele
daha var :
Cemaat imamdan önce
rükû' ya da secde yapar, ama henüz başını kaldırmadan imam ona yetişirse,
cemaatin yaptığı bu rükû' ve secdeler kerahetle caizdir.[128]
İmama ikinci ya da
üçüncü ve dördüncü rek'atte yetişip uyan kimseye mesbuk denir. Haliyle bunun
durumu, namazın başında imama uyanların durumundan farklıdır. Bu bakımdan
mesbuk için bazı hükümler vardır :
1. Aşikâr
okunan namazlarda imam kıraat rüknünü yerine getirirken mesbuk ona uyarsa, bu
durumda Sübhaneke'yi okumaz. Sahih olan da budur. [129]Ancak
imam selâm verdikten sonra o yetişemediği rek'atleri kılmaya kalktığında önce
Sübhaneke'yi okur, sonra da kıraat için Euzü-Besmele çeker.[130]
Ama gizli okunan
namazda Sübhaneke'yi okur. Sahih olan da budur.[131]
Mesbuk, imama rükû'
veya secdede yetişirse, kendine göre şu ölçüyü kullanır : Ayakta Sübhaneke'yi
okuduktan sonra imama yetişeceğini kestiriyorsa, okuyup öylece rükû'a veya
secdeye varır. Kes-tirmiyorsa, okumadan hemen imama bulunduğu rükünde tabi'
olur.
Rükû' veya secdede
imama yetişemiyen kimse, artık o durumda rükû' ve secde yapmaz, sadece imama
tabi' olup devam eder.
Mesbuk, Teşehhüd'de
imama yetişirse, artık Sübhaneke'yi okumadan hemen oturur, sadece îftitah
Tekbîr'i getirir ve oturmak için de ayrı bir tekbir alır.[132]
2. Mesbuk imama
yetiştiği rek'atten itibaren
imamla birlikte kılar. îmam selâm
verdikten sonra, o yetişemediği rek'atleri kalkıp yalnız başına kılarak
namazını tamamlar.[133]
O halde mesbuk gelip
imama uyduktan sonra imamın devam ettiğine değil de yetişemediği kısmı kılmaya
başlarsa, namazı bozulur. En sahih olan görüş te budur. Gerçi Müteahhirîn'den
bir kısmı mesbukun böyle yapmasına cevaz vermiştir, ama birinci görüş daha
isabetlidir. En zahir olan kavi de budur.[134]
3. Mesbuk
son rek'atte teşehhüd miktarı oturduktan
sonra imam selâm vermeden ayağa kalkıp yetişemediği rek'atleri kılmaya
başlamaz. Ancak aşağıda belirtilen durumlarda kalkabilir :
a) İmamın
selâm vermesini beklediği takdirde mestlerinin
me-sih süresinin -dolacağından endişe ettiğinde,
b) Vaktin
çıkmasından endişe ettiğinde,
c) Cuma
namazı ise, ikindi vaktinin girmesi çok
yakın olduğunda,
d) Bayram
namazı ise, öğle vaktinin girme endişesi mevcut olduğunda,
e) Sabah
nam'azı ise, güneşin doğmasına pek az bir zaman kaldığında,
f)
Abdestinin bozulacağına kanaat getirdiğinde, artık ne imamın selâmını, ne de
yanılma secdesini yapmasını bekler.
Bunlar gibi, selâm
vermeyi beklediğinde.önündeki cemaatin kalkıp onun secde mahallinden geçme
tehlikesi bulunduğunda da imamı beklemeyip ayağa kalkar.
Bütün bunlarla beraber
hiçbir sebep olmadığı halde imamın selâm vermesini beklemeyip ayağa kalkarsa,
namazı kerahetle caizdir. Ancak bu kerahet tahrirnîdir.[135]
Mesbuk, teşehhüd miktarı
oturmadan kalkacak olursa, namazı caiz olmaz. Teşehhüd miktarı oturduktan sonra
kalkıp yetişemediği rek'ati kılar ve selâmda imama yetişirse, iukahadan
bazısına göre namazı bozulur, bazısına göre bozulmaz. İkincilerin görüşüyle
fetva verilmiştir. Sahih olan da budur.[136]
4. Mesbuk,
imamın iki tarafa selâm vermesini
bekler öylece kalkıp yetişemediği rek'ati kılar. Sahih olan budur.[137]
5. Mesbuk,
teşehhüdde imamla birlikte Et-Tehiyyat'ı okur, fakat diğer, duâ ve salâvatı
okumaz, susup imamın selâm vermesini
bekler. Arzu ederse Et-Tehiyyat'm sonundaki Kelime-i Şehadeti tekrarlar.[138]
Fukahadan bazısına göre,
mesbuk bu durumda Et-Tehiyyat'ı ağır ağ*r okur da imamın selâm vermesine kadar
boş durmamış olur.[139]
6. Mesbuk,
yanılarak imamdan önce veya onunla birlikte selâm verecek olursa yanılma secdesi gerekmez. Ama imamdan hemen sonra selâm verirse, o
takdirde kendisine yanılma secdesi gerekir. Muhtar olan da budur.[140]
Ama imamla birlikte
yanılarak değil, öyle olduğunu sanarak selâm verirse namazı bozulur, iadesi
gerekir.
Unutup imamla birlikte
selâm verdikten sonra namazının bozulduğunu sanarak kalkıp tekrar kıbleye
yönelerek tekbir getirirse, namazdan çıkmış olur.[141]
7. Mesbuk
yetişemediği rek'atleri kılmaya kalktığında önce kıraati yerine getirir ve bu
ölçüye göre teşehhüde cturur. Meselâ : Akşam namazının son rek'atine yetişen
kimse, imam selâm verdikten sonra kalkıp kıraati de yerine getirerek bir rek'at
kılıp teşehhüde oturur, sonra kalkıp yine kıraatle bir rek'at daha kılar ve
tekrar teşehhüde oturup Et-Tehiyyat'ı okuyup gerekli duaları yaptıktan sonra
selâm verir.
Öğle namazının son
rek'atinde yetişen kimse, imam selâm verdikten sonra kalkıp bir rek'at
kıraatle kılıp Et-Tehiyyata oturur. Sonra kalkıp üçüncü rek'ati kıraatle,
dördüncü rek'ati kıraatsiz veya sadece Fatiha okuyarak kılar ve öylece
teşehhüde oturup namazını tamamlar.
Öğlenin sadece iki
rek'atine yetişen -kimse, imam selâm verdikten sonra kalkıp iki rek'ati
kıraatti olarak üstüste kılar ve öylece teşehhüde oturup namazını tamamlar.
Yatsı ve ikindi namazlarında da durum aynıdır. Akşam namazında yetişemediği iki
rek'atten birini - kıraatsiz kılacak olursa, namazı bozulur. Öğle, ikindi ve
yatsı namazlarmdaki durum da böyledir. Yetişemediği iki rek'atten birini veya
ikisini kıraatsiz kılarsa namazı bozulmuş olur.
İmam ilk iki .rek'atten
birinde unutup okumadığı kıraati üçüncü veya dördüncü rek'atte yerine
getirirse, mesbuk yine yetişemediği son iki rek'ati kıraatle kılar; aksi halde
namazı bozulur.
8. Mesbuk
yetişemediği rek'atleri kılarken arlık münferid sayılır. Ancak şu dört
meselede değil :
a) Bu
durumda ne kendisinin bir başkasına, ne de başkasının ona uyması caiz değildir.
Halbuki yalnız başına namaz kılanın durumu böyle değildir. Mesbuk bu hususta
ondan ayrılır. Bir mesbuk diğer bir mesbuka uyarsa, uyanın namazı bozulur.[142]
İmam namaz sonunda
kendisine yanılma secdesi gerektiğini sanarak bu secdeyi yapar, mesbuk da ona
uyar ve sonra yanılma secdesi gerekmediği anlaşılırsa, sahih olan görüşe göre,
mesbukun namazı bozulmuştur. Çünkü münferid bulunduğu yerde iktidada bulunmuştur.
Ama Fakîh Ebû Leys diyor ki, zamanımızda cemaatin çoğu da incelikleri
bilmediğinden mesbukun böyle bir durumda namazının bozulmadığına
hükmedebiliriz.
Bununla beraber mesbuk
yapılan yanılma secdesinin gereksiz olduğunu bilmezse, namazı bozulmaz. Fetva
buna göredir.[143]
İmam beşinci rek'ata
kalktığında mesbuk da ona uyarsa, bu durumda imam dördüncü rek'atm sonunda
teşehhüd miktarı oturmuş-sa, mesbukun namazı bozulur. Oturmamışsa, bozulmaz.
Ama imam bu fazla rek'ati secdeyle bağladığı takdirde yine mesbukun namazı
bozulur. Tabii bu durumda imamın da namazı bozulmuş sayılır, iadesi gerekir.[144]
b) Mesbuk
yeniden namaza başlamaya niyet
getirip tekbîr alırsa, namaza yeni
başlamış sayılır, önce kıldığı kısım
hükümsüz kalır. Ama yalnız başına namaz kılanın durumu böyle değildir.
c) Mesbuk
yetişemediği rek'atleri kılmaya
kalktığında, imamın üzerinde yanılma secdesi bulunuyor, yani mesbuk ona
tabi' olmadan bu secde ona gerekmiş de olsa, mesbuk kalktığı rek'ati secdeyle
bağlamamışsa dönüp imamla birlikte yanılma secdesi yapar. Kalktığı rek'ati
secdeyle bağlamışsa artık dönmeyip namazına
devam eder ve sonunda kendisi yanılma secdesi yapar. Ama yalnız başına
namaz kılan kimse böyle değildir;
başkasının yanılmasından dolayı ona yanılma secdesi gerekmez.
d) Mesbuk
teşrik tekbirlerini yerine getirir. Bunda ittifak yardır. Ebû Hanîfe'ye göre,
münferide vâcib değildir. [145]
9. Mesbuk
yanılma secdesinde imama tabi' olur,
ama selâm, tekbîr ve telbiyede tabi'
olmaz. Eğer teslim ve telbiyede ona uyarsa namazı bozulur. Tekbîrde tabi' olur
ve kendisinin de mesbuk olduğunu bilirse namazı bozulmaz. [146]Tabii
bu tekbirden kasdımız, Teşrik Tekbirleridir.
10. Mesbuk
yetişemediği rek'ati kılmaya
kalktığında, imam kendisine Tilâvet
Secdesi gerektiğini hatırlar da secde yapacak olursa, eğer mesbuk başladığı
rek'ati secdeyle bağlamamışsa, dönüp imama uyarak onunla birlikte Tilâvet
Secdesin? ve bundan dolayı gereken yanılma secdesini imamla birlikte yapar,
sonra kalkıp namazını kaza eder, yani yetişemediği rek'atleri tamamlar. Şayet
bu durumda dönüp imama uymuyacak olursa, namazı bozulur. Kalktığı rek'ati
secdeyle bağladıktan sonra dönüp sözü
edilen secdede imama uyarsa, yine de namazı bozulur. Uymuyacak olursa, yine
fukahanın çoğuna göre namazı bozulmuş sayılır.[147]
Eğer bu durumda imam
Tilâvet Secdesine dönmezse, mesbukun namazı tamamdır.
İmam namaz sonunda
farz olan secdelerden birini unutup yerine getirmediğini hatırlar ve onu kaza
etmeğe yönelirse, mesbuk bu durumda ona uysun uymasın namazı bozulmuş sayılır.
Eğer kalktığı rek'ati secde ile bağlamışsa, ister dönüp imama uysun, ister uymasın,
bütün rivayetlere göre namazı bozulmuştur.
Bu konuda genel kaaide
şudur :
Mesbuk infirad yerinde
imama iktida eder veya iktida yerinde infirad yaparsa namazı bozulur.[148]
Namazın başlangıcında
imama uyan, ortalarında ya bir uyuklamadan, ya da abdest bozulmasından, veya
çok kalabalık ve sıkışıklıktan ayakta kalıp rüku1 ve secde yapamamasından
dolayı namazı bırakıp, gerekiyorsa yeniden e.bdest alarak tekrar imama gelip
yetişen kimseye denir.
İmam yanılma secdesi
yaparken lâhik gelip ona uyarsa, onunla birlikte bu secdeyi yapmaz, önce
kaçırdığı kısmı kaza eder. Mesbuk ise böyle değildir. O, imama uyar, onunla
birlikte secde eder.
Lâhik abdest alıp
gelince önce kaçırdığı kısmı kaza eder, ancak bunu kıraatsiz yapar, sadece
imamm durduğu kadar durur ve sonra rükû' ve secdeleri yerine getirir. Fazla ya
da az bir miktar ayakta duracak olursa, namazına bir zarar vermez.[149]
Lâhik, imamla birlikte
namaza başlama Tekbiri aldıktan sonra, imam bir rek'at kılmcaya kadar o uyursa,
uyanınca önce kaçırdığı rek'ati kılar, sonra imama uyup devam eder. Ancak
uyanınca kaçırdığı rek'ati değil, imamı takip eder,, yani ona uyup namazı
sürdürürse, imam sslâm verdikten sonra o kalkıp kaçırdığı bir rek'ati kılabilir.
Buna cevaz verilmiştir.[150]
1.
Muhazatta, yani kadınla erkeğin aynı hizada yanyana durup imama uyup namaz kılmalarında,
2. Kıraatte,
3. Yanılma
secdesinde,
4. Birinci
oturuşta (imam unutup birinci oturuşu yerine getirmemişse),
5. Selâm
getirilecek yerde imamm gülmesi hususunda,
6.
İmamın ikaamete niyet getirmesi
halinde, (mesbuk kalkıp başladığı
rek'ati secdeyle bağlamışsa)..
Yukarıda Mesbuk ve
Lâhik hakkında verilen bilgi ve açıklamayı dikkate aldığızda Mesbuk'un
belirtilen altı maddede lâhik'a uymadığını rahatlıkla anlarsınız.
İmam bir rek'at
kıldıktan sonra bir kimse gelip ona uyar ve hemen uyur, imam namazı
bitirinceye kadar o uykuda kalır ve bu sırada uyanırsa, önce uyuduğunda
kaçırdığı üç rek'ati kıraatsiz kılar ve imama uymaklığı sağlamak için oturur,
sonra kalkıp ilk yetişemediği birinci rek'ati kıraatle kılıp tamamlar.[151]
îmam bir rek'at kıldıktan
sonra o, gelip imama uyar ve bu arada uyuklar, iki rek'at kılmmcaya kadar
uykusu devam eder, sonra uyanır, fakat bir rek'atte imama yetişip
yetişmediğinde şüphe ederse, şüphe ettiği rek'ati namazın sonunda yerine
getirir. [152]
a) Cemaatle
namaz kılındıktan sonra imamla cemaat arasında rek'at sayısında farklı iddialar
ortaya çıkarsa, imam «dört rek'at kıldırdım» dediği halde, cemaat, «Hayır, üç rek'at kıldırdın» derse, imam kesinlikle dört rek'at
kıldırdığını biliyorsa, o takdirde onun sözüne itibar edilir ve kılınan namaz
iade edilmez. Ama imamın bu hususta kesin bilgisi yoksa, şüphe ya da ihtimalle konuşuyorsa, o takdirde cemaatin sözüne itibar edilerek
namaz yeniden kılınır.
b) Cemaat bu
konuda ikiye ayrılır, kimi dört kıldırd., kimi üç kıldırdı derse, bu takdirde
imam hangi kısmı tasdik ederse, ona göre amel edilir. îsterse imamla birlikte
olan bir şahıs olsun... [153]
c) Cemaat
rek'at sayısında ihtilâf eder, imam
hiç bir tarafı doğrulamaz, sadece kıldırdığı namazı yeniden kıldıracak olursa,
cemaatin ona uyması sahih olur.[154]
d) Cemaatten
biri üç rek'at kılındığını biri de dört rek'at kılındığını kesinlikle söyler,
imamla geri kalan cemaat şüpheye düşerse, hiç birine yani imamla geri kalan
cemaate bir şey gerekmez. Kılman namaz tamam kabul edilir. İade etmek imama
müstehab değildir. Ama noksan kıldığını kesinlikle bilen kişiye iade etmesi
gerekir.
e) İmam üç
rek'at kıldırdığını kesinlikle bilir cemaatten
biri de dört rek'at kıldığını kesinlikle ifâde ederse, imamm o namazı cemaatine
yeniden kıldırması gerekir. Ancak dört rek'at kıldığını kesinlikle söyleyene
iade gerekmez.[155]
f) Cemaatten
sadece birisi noksan kılındığını kesinlikle söyler, imamla diğer cemaat bu
hususta şüpheli olurlarsa, vakit müsaitse iade ederler, çünkü bu ihtiyata daha
uygundur. İade etmedikleri takdirde bir şey gerekmez. Ancak doğruluğuna ve âdil
olduklarına inanılan iki kişi noksan kılındığını söylerse, o takdirde iade
etmeleri gerekir. [156]
g) İmam
cemaate namaz kıldırdıktan sonra ayrılıp gider; cemaatten bir kısmı kılınan
namazın öğle namazı olduğunu, bir kısmı da ikindi namazı olduğunu söylerse,
vakit öğle ise öğle namazı, ikindi ise ikindi namazı olarak kabul edilir. Öğle
ya da ikindi vakti olduğunu ayırd etmekte zorluk olursa, kılman namaz her iki
gurup için de caiz sayılır. [157]
Namaz esnasında abdesti
bozulan kimse ne yapar? Dinimiz bu konuda kolaylık getirmiştir. O halde namazda
abdesti bozulan kimse için iki yol vardır : Dilerse, namaza aykırı harekette
bulunmadan yakın birmesafedeki sudan abdest alıp kaldığı yerden namazını tamamlar.
Dilerse abdest aldıktan sonra o namazı yeniden kılar. Ama yeniden kılması daha
faziletli sayılmıştır. Kadın erkek bu meselede eşittir. Bu daha çok yalnız
başına namaz kılan için böyledir. Cemaatle kılan kimsenin kaldığı yerden
başlaması daha uygun olur. Çünkü cemaatin faziletine erişme hususu vardır.
Sahih olan da budur.[158]
Ancak namazı kıldığı
yerden kılabilmek için bu meselenin cevâ-zıyla ilgili bir takım şartlar vardır
:
a) Meydana
gelen hadesin abdesti gerektirmesi,
b) Nadir
olaylardan olmaması,
c) Hadesin
meydana gelmesinde şahsın ihtiyar
ve irâdesinin bulunmaması, yani ihtiyarı dışında meydana gelmesi,[159]
O halde namazda iken
kasden idrarını akıtır, ya da büyük ab-destini bozar veya yellenir ya da buna
benzer bir fiili kasden meydana getirirse, artık alacağı abdestle kılmakta
olduğu namazı kaldığı yerden değil, yeniden kılması gerekir. Çünkü kasde
dayalı abdest bozma namazı bozmuş sayılır.
Kasden yapmaz da ancak
meydana gelen hades guslü gerektirirse, o takdirde de namaz bozulmuştur,
yeniden kılması gerekir.
Bunun gibi, meydana
gelen hades, bir insanın fiiliyle sa, yine o namazın iadesi lâzımdır. Ebû Yusuf
bu görüşe muhalefet etmiştir. Ona göre kaldığı yerden kılabilir. Çünkü kendi
fiiliyle değil başkasının fiiliyle hades vaki olmuştur.
Elinde olmayarak ağız
dolusu kusuntu gelirse, abdest alıp kılmakta olduğu namazı kaldığı yerden
tamamlar. Ancak bu arada konuşmaması gerekir.
Namaz kılarken kendi
fiili olmaksızın abdesti bozacak bir durum meydana gelirse, meselâ : Atılan
bir taş başını yarıp kan akmasına neden olur veya hariçten birisi onun
yüzündeki yaraya dokunarak irin akmasına sebep olursa, bu takdirde namaz
bozulmuştur. Abdest alıp yeniden kılması gerekir. Bu, yukarıda belirttiğimiz
gibi İmam Ebû Hanîfe ile İmam Muhammed'e göredir.[160]
Namaz kılarken damdan
düşen .bir taş başını yarıp kan akmasına neden olursa, bu taş oradan geçen bir
kimsenin yürümesinden dolayı düşmüşse, o takdirde namazı iade etmesi gerekir.
Taş kendiliğinden düşmüşse, abdest alıp kaldığı yerden kılıp tamamlayabilir.
Bunun gibi ağacın
altında namaz kılarken düşen bir meyve kan akmasına neden olursa, bu takdirde
abdest alıp namazı kaldığı yerden kılabilir. Dilerse yeniden kılar.
Ama namaz kılarken
ayağına bir diken batması veya alnını secdeye korken yine keskin bir taş ya da
dikenin batması sebebiyle kan akarsa, bunda adamın kasdi olmasa bile yine de o
namazı iade etmesi gerekir. Çünkü daha önce namaz kılacak yere dikkat edip ona
göre durmalıydı. Namazda iken sivrisineğin ya da başka bir haşerenin
ısırmasıyla çıkıp akan kan abdesti bozduğu gibi namazı da bozmuş sayılır,
yeniden kılması gerekir.
Namazda iken aksınr
yada öksürürken yellenirse, abdesti bozulduğu gibi namazı da bozulur; abdest alıp
yeniden kılması gerekir. Sahih olan da budur.[161]
Kadın namaz kılarken
tenasül cihazına yerleştirdiği bez kendiliğinden ıslak bir vaziyette düşerse^
imamların ittifakıyla kadın abdest alıp o namazı kaldığı yerden
tamamlayabilir. Ama bezin düşmeşini kendi hareketiyle sağlamışsa, o takdirde o
namazı yeniden kılması gerekir. Ebû Yusuf'a göre, bu durumda da kaldığı yerden
tamamlayabilir.[162]
Namaz kılarken
vücudundaki kanlı bir çıban patlar da kan ya da irin akacak olursa, abdest alıp
kaldığı yerden namazım tamamlayabilir.
Vücudundaki çıbanı
sıkar veya dizindeki çıban rükû'a eğildiğinde ellerinin dokunmasıyla patlar ve
kan akarsa, yemden abdest alıp bozulan namazı iade etmesi gerekir.[163]
Namazda bayılır veya
cinnet getirir ya da kahkaha ile gülerse, abdest alıp yeniden namaz kılması
gerekir. Bunun gibi namazda uyur veya ihtilâm olursa abdest alıp yeniden namaz
kılar. Bu, istih-sanî bir hükümdür.
Namazda iken
elbisesine dirhem miktarı idrar serpilirse, abdest alıp yeniden namazını
kılması gerekir. Zahir rivayet budur.[164]
d)
Şartlarından biri de, ahdesti bozulunca hemen ayrılması,
Aksi halde bir rükün
miktarı ya yerinde bekler, ya da bir rükün eda edip öylece aynhrsa, namazı da
bozulmuş sayılır. Yeniden kılması gerekir. Bu durumda abdest almaya giderken
veya dönerken Kur'ân'dan bir şeyler okursa, namazı yine de bozulur; iade etmesi
vâcib olur. Sahih olan da bu görüştür.[165]
Abdest almaya giderken
ve ondan dönerken teşbihte bulunursa, bu namazı bozmaz, kaldığı yerden
tamamlayabilir. En sahih olan görüş ve ictihâd budur.[166]
İmam namaz
kıldırırken, rükû'da abdesti bozulur, fakat o yine Semiallahu limen hanıidehu,
diyerek başını kaldırır veya secdede abdesti bozulur, o bir rükün edâ etmeyi
dileyerek Allahu Ekber diyerek başım kaldırırsa, hem kendisinin, hem cemaatin
namazı bozulmuş olur. Ama bir rüknü yerine getirmeyi dilemeden böyle yaparsa,
farklı iki görüş vardır.[167]
İmam secdede iken
abdesti bozulur ve o da Allahu Ekber diyerek başını kaldırırsa, namazı
bozulmuş olur. Tekbir getirmeden kaldırırsa namazı bozulmaz, yerine bir adam
geçirerek namazın tamamlanmasını sağlar.[168]
Uyukluyarak abdesti
bozulur ve bir müddet sonra uyanırsa, yeniden abdest alıp namazı kaldığı
yerden tamamlar. Ama uyandıktan sonra az da olsa bir süre beklerse, namazı
bozulur. Yeniden iadesi gerekir.[169]
e)
Şartlardan biri de, abdesti bozulduktan sonra namaza aykırı bir fiilde
bulunmaması,
O halde namazda
abdesti bozulduktan sonra yürüyüp abdest almanın dışında başka bir harekette
bulunur veya konuşur, güler veya bir şey yer ya da içerse namaz bozulur.
Abdest aldıktan sonra yeniden kılması gerekir.
Namazda abdesti
bozulduktan sonra yeniden abdest alırken avret yeri açılırsa, namazı bozulur,
yeniden kılması gerekir.[170]
Ancak abdest alırken
elde olmayan sebeplerle avret yeri açılır ve bundan sakınması mümkün olmazsa,
Kaadı Ebü AH En-Nesefîye göre, namazı-bozulmaz, kaldığı yerden tamamlayabilir.[171]
Namazda abdesti
bozulduktan sonra abdest almak için kollarını sıvadığında namazı bozulur. Çünkü
kollar avrettir. Sahih olan da budur.
Abdest almak için
kuyu, yakında; çeşme ise uzakta olursa, en az külfetli olanı seçer. Ancak
kuyudan su çekerek abdest alırsa, sahih olan şudur ki, namazını yeniden
kılar. Muhtar olan kavi de budur.
Namazda abdesti bozulduktan
sonra çok yakın olan evine gitmeyip ondan biraz daha ötede olan çeşmeye
giderek abdest alan kimsenin namazı bozulmuştur, yeniden kılması gerekir. Ama
çeşmeyle evi arasında iki saf sığacak kadar az bir mesafe bulunursa, o takdirde
namazı kaldığı yerden tamamlayabilir.
Evinde su bulunduğunu
unutarak biraz öteki çeşmeye kadar uzanıp abdest alırsa, aradaki mesafe
belirttiğimizden fazla da olsa, namazı kaldığı yerden tamamlayabilir.[172]
Abdest aldıktan sonra namaz kılmaya gelirken başını
meshet-mediğini hatırlar da dönüp bunu yerine getirdikten sonra namazı kaldığı
yerden tamamlayabilir. Ancak gelip namaza durduktan sonra bunu hatırlarsa,
artık başını m esnettikten sonra o namazı yeni den kılar.[173]
Abdesl alıp
ayrıldıktan sonra elbisesini unuttuğunu hatırlıya-rak geri dönüp alırsa, artık
namazı hükümsüz olmuştur, yeniden kılması gerekir.[174]
Abdesti mescidde namaz
kılarken bozulur ve mescid içindeki su kabından abdest aldıktan sonra o kabı
tek eliyle tutup namaz kılacağı yere taşırsa, namazı bozulmamış sayılır ve
kaldığı yerden tamamlayabilir. Ama iki eliyle tutup taşıdığı takdirde namaz
bozulmuştur, yeniden kılması gerekir.[175]
Abdest almak için
kilitli bulunan evini, açar, abdest aldıktan sonra hırsızlık endişesiyle kapıyı
tekrar kilitleyip öylece namazı tamamlamaya gelirse, kaldığı yerden kılabilir.
Böyle bir endişe olmadığı halde kilitlerse, artık o ilk namaz bozulmuştur,
yeniden kılması gerekir.[176]
Namazda iken namaza
mâni' olacak kadar necaset elbisesine dokunur, onu yıkarsa, bu necaset kendi
bünyesinden meydana gelen bir necasetse namazı kaldığı yerden tamamlayabilir.
Hariçten do-kunmuşsa, namazı bozulmuştur, yeniden kılması gerekir. İmam Ebû
YusuTa göre, hariçten de dokunmuş olsa, yine de namazı kaldığı, yerden
tamamlayabilir.
Elbisesine namazda iken
necaset dokunursa, hemen oracıkta elbisesini değiştirme imkânı varsa
değiştirip namazı kaldığı yerden
tamamlar. Necaset dokunan
elbiseyle namazın az bir bölümünü yerine getirecek olursa, namaz bozulmuş
sayılır. Namazı olduğu yerde bırakır da bir süre o vaziyette beklerse, hüküm
yine böyledir.[177]
Namazda iken abdesti
bozulduğu için abdest almak üzere ayrılır ve bu esnada kasden abdest bozacak
bir fiilde bulunursa, artık o namaz bozulmuştur, yeniden kılınması gerekir.[178]
f)
Şartlardan biri de, semavi bir hades arız olduktan sonra geçmiş bir hadesin
ortaya çıkmaması,
Buna bir misal verelim
: Ayağında mest bulunduğu halde namaz kılarken abdesti bozulur, yeniden abdest
almak için ayrıldığında mestlerin süresi dolarsa, artık o namazı yeniden
kılması gerekir. Sahih olan da budur.[179]
Bunun gibi teyemmümle
namaz kılarken abdesti bozulduğu için yeniden abdest almak üzere ayrılır ve bu
sırada suya raslarsa, namazı bozulmuş sayılacağından onu yeniden kılması
gerekir.[180]
g)
Şartlardan biri de, cemaat halinde namaz kılarken abdesti bozulmuşsa, yeniden
abdest aldığında -imam namazı
bitirmemişse-gelip imama uyması gerekir. İmam namazı bitirmişse, artık dönmesine gerek yoktur. Şayet dönüp eski
yerine gelirse, namazı bozulmuş olur, yeniden kılması gerekir.
İmam henüz namazı
bitirmemişse, muktedi abdest aldıktan sonra eski yerine gelmesine gerek
yoktur, ara yerde bir engel yoksa, bulunduğu yerden imama uyup namazını
tamamlar.[181]
Yalnız başına namaz
kılarken abdesti bozulduğu, için yeniden abdest alan kimse, dilerse namazı
evinde tamamlar, dilerse ilk namaz kıldığı yere döner. Dönmesi afdaldır.[182]
Bu konuda imam da
münferid gibidir. Abdesti bozulduğunda yerine birini geçirip kendisi abdest
aldıktan sonra, yerine bıraktığı imam namazı bitirmişse o artık dönmeyip olduğu
yerde namazını tamamlar. Bitirmemişse, dönüp ona uyarak namazını tamamlar.[183]
h) Namazda
abdesti bozulduktan sonra üzerinde kazaya kal-nış bir namazı hatırlamaması
gerekir.
Abdesti bozulan kimse
tertip sahibi olur da abdest aldığında kasaya kalmış bir namazı hatırlarsa,
ilk başladığı namaz bozulmuş sayılır, vakit dar değilse önce kazaya kalmış
namazı, sonra o namazı yeniden kılar.[184]
i)
Şartlardan biri de, abdesti bozulan kimse imam olursa, yerine imamete
elverişli olmayan bir kişiyi geçirmemesi gerekir. Meselâ : Yerine imanı olmak
üzere bir kadını geçirirse, namazı bozulmuş olacağında.n abdest aldıktan sonra
yeniden kılması gerekir. Bu durumda1 cemaatin de namazı bozulur.[185]
Fıkıhta buna istih1âi
denir. Kaldığı yerden tamamlanması caiz olan her namazda istihlâf caizdir.
Tamamlanması sahih olmayan yerlerde ise caiz değildir.
Başladığı namazda imam
olmaya elverişli sayılan herkes, abdesti bozulduğu takdirde yerine yine
imamlığa elverişli bir kimseyi geçirmesi
uygundur. Bunun aksi ise uygun değildir.[186]
Abdesti bozulan imam
hafif eğilir, elini burnun üzerinde tutup bir kanama intibahım vererek -cami'de
ise dışarı çıkmadan, açık havada ise, safları aşmadan- birini işaretle yerine
geçirir.[187]
İmam abdesti
bozulunca, camiin içindekilerden değil, cami dışındaki saflardan bir adamı
yerine geçirirse -saflar birbirine bitişik te olsa- bu istihlâf caiz
olmadığından cemaatin namazı bozulur. Bu, İmam Ebû Hanîfe ile İmam Ebû Yusuf'a
göredir. İmamın namazının bozulup bozulmadığı ihtilâf konusudur; en sahih olan
kavle göre, onun da namazının bozulduğudur.[188]
Ayrıca bu konuda,
imamın mesbuk olan bir kimseyi yerine ge çirmemesi daha uygundur. Şayet
geçirecek olursa, caizdir. [189]
Namazda abdesti
bozulan imam yerine mesbuk olan bir adamı geçirirse, mesbuk imamın kaldığı
yerden namazı devam ettirir, selâm verilecek yere gelince, müdriklerden birini
yerine geçirir, müdrik selâm verirken mesbuk ayağa kalkıp yetişemediği
rek'atleri kaza eder.
Şayet mesbuk imamın
namazım tamamlayınca bu arada kasdeıı güler veya konuşur ya da abdestini
bozaı^sa, cemaatin hepsinin namazı bozulmuş olur. Sahih olan da budur.[190]
Rükû1 da kalmışsa,
elini dizlerine koyarak, işarette bulunur. Secdede kalmışsa, elini alnına
koyarak işarette bulunur. Kıraatte kalmışsa, eliyle ağzına işaret ederek
kaldığı yeri bildirir.[191]
Üzerinde sadece bir
rek'at kalmışsa, bir tek parmağını göstererek işarette bulunur, iki rek'at
kalmışsa iki parmağını, üç rek'at kalmışsa üç parmağını göstererek işarette
bulunur. Üzerinde Tilâvet Secdesi varsa, bir parmağını alnına koyarak işarette
bulunur. Bu arada aynı parmağını diline de götürerek müstahlefe anlatmaya çalışır.
Üzerinde yanılma secdesi bulunuyorsa, parmağım kalbinin üzerine koyarak
işarette bulunur.
Tabiatiyle bütün bu
işaretler, halîfe olan kişi durumu yani namazın nerede kaldığını bilmediği
takdirde yapılır. Şayet halîfe olan adam biliyorsa, buna ihtiyaç yoktur.[192]
Dört rek'atli namazda
gelip imama uyan kimseyi, abdesti bozulduğundan imam kendi yerine onu geçirir.
O da imamın kaç rekat kıldırdığını bilmezse, o takdirde ihtiyatlı davranarak
her rek'atinde teşehhüde oturmak suretiyle dört rek'at.kılar.[193]
Abdesti bozulan imam
lâhik olun kimseyi yerine geçirirse, o takdirde lâhik önce üzerinde kalan
rek'atleri kılmak için cemaate işarette bulunur. Onu tamamlayınca bu kez
cemaatle birlikte kalan kısmı tamamlıyarak selâm verir. Böyle yapmaz da önce
imamın kalİığı yerden başlayarak tamamlar, selâm verme yerine gelince lâhik ra
da mesbuk olmayan bir kimseyi kendi yerine işaret edip geçirir, ı kimse selâm
verip namazı tamamlarken lâhik kalkıp arada kaçır-iığı kısmı kılar ve öylece
namazını tamamlarsa, buna da cevaz verilmiştir.[194]
İmam namaz kıldırırken
abdesti bozulur, yerine bir kimseyi getirmeyip camiin bir köşesindeki sudan
abdest alarak gelip kaldığı yerden namazı cemaate kıldırarak tamamlarsa
"ve cemaat te o abdest almaya gittiğinde onu olduğu yerde beklerse, bu
kâfi gelir, hepsinin de namazı sahih sayılır. Ama imam yerine birini koymadan
cami' dışına çıkarsa, cemaatin namazı bozulur. îmam ise abdest alıp kaldığı
yerden kendi namazını yalnız başına tamamlayabilir.[195]
Abdesti bozulan imam
yerine bir kimseyi geçirmeden ayrıhr ve henüz -cami'den çıkmadan cemaatten bir
adam kendiliğinden öne geçip namazı kıldırırsa caiz olur. îmam cami'den
çıktıktan sonra adam onun yerine geçip kıldırırsa, hem kendisinin hem cemaatin
namazı bozulur.[196]
İmamın arkasında,
yalnız bir kişi bulunduğu halde abdesti bozulursa, artık ister onu yerine
geçirmeye niyet etsin, ister etmesin o adam namazı kalan yerden tamamlar.
Abdesti bozulan imam
kendi yerine bir adam geçirirken, cemaat te başka bir adama işarette bulunarak
imamın yerine geçip namaz kıldırmasını isterlerse, imamın ta'yin ettiği
kimseye uyularak namaz tamamlanır. Ancak imam henüz niyet edip yerine bir adam
geçirmeden cemaat birine işaretle imam olmasını arzu ederlerse, o takdirde
cemaatin ta'yin ettiği kimse imam olur.
îmam kendi yerine bir
kimseyi geçirmez, fakat cemaat bu konuda ikiye ayrılır, bir kısmı bir adamın
imam olmasını arzu ederken, bir kısmı da başka bir adamın olmasını arzu ederse,
ekseriyetin istediği kimse imam olur. İki taraf eşit durumda olursa, hepsinin
de namazı bozulur.
Abdesti bozulan imamın
yerine geçmek için iki adam birden davranırsa, ilk davranan, yani imamın
yerine ilk geçebilen kimse imam olur. İkisi ayni anda davranıp öne'geçer ve
cemaatten bir kısmı birine, bir kısmı da diğerine uyarsa ekseriyette olan
tarafın namazı sahihtir. Diğer tarafın namazı bozulur. İki taraf eşit sayıda
olursa, bir tercih yapılmayıp hepsinin namazı bozulmuş sayılır.[197]
İmam en son saflardan
birinden bir adamı yerine geçirmek için işarette bulunur, o da henüz öne
geçmeden hemen imamlığa niyet getirirse, önündeki saflardaki cemaatin hepsinin
namazı bozulmuş olur. Sağ, sol ve arkasındaki cemaatin ise namazı sahih
sayılır.
Bu durumda geri saftan
imamlığa geçirilmek istenen adam imamın yerine doğru ilerlerken imam cami'den
çıkmış olur, o da henüz imamlığa niyet getirmemiş ve imamın yerine ulaşmamışsa,
hepsinin de namazı bozulmuş olur.[198]
Gerek yeni ta'yin
edilen imamın, gerekse cemaatin namazının sahih olmasının şartı, abdesti
bozulan imam cami'den çıkmadan yerine geçirdiği adamın imamlığa niyet
getirmesidir. [199]Bu
konuda genel kaaide budur.
Abdesti bozulan
imamın, yerine geçirdiği adam imamlık yapmak istemediğinden bir başkasını kendi
yerine işaret edip geçirirse, abdesti bozulan imam bu durumda henüz cami'den
çıkmamışsa, caiz olur. Çıkmışsa, o takdirde hepsinin namazı bozulmuş sayılır.
Arkasında hiç kimse
bulunmadığı halde abdesti bozulur, henüz yerinden ayrılmadan bir adam gelip ona
uyduktan sonra yerinden ayrılırsa, o adam onun yerine geçmiş sayılır. Buna
cevaz verilmiştir.[200]
g) İmam
namaz kıldırırken kıraati ya utandığından, ya da duyduğu endişeden veya
unuttuğundan tamamlıyamazsa, yerine bir başkasını geçirebilir. Eğer bu durumda
namaz caiz olacak kadar oku-muşsa, hemen rükû'a gider ve namazı- kıldırmaya
devam eder, bir başkasını yerine geçirmez. Geçirecek olursa.namazı bozulur.
Çünkü buna gerek yoktur. [201]
İmam kıraati tamamen
unutur, hiçbir şey okuyamazsa, o takdirde başkasını yerine geçirmesi sahih
olmaz. Bunda icma' vardır.[202]
h) Seferi
olan imamın abdesti bozulunca yerine seferi olmayan kimseyi geçirirse,
cemaatten seferi olanların namazı dört rek'at olarak tamamlamaları gerekmez.
Yalnız başına namaz
kılarken abdestinin bozulduğunu sanarak abdest almak için yerinden ayrılıp
carni'den çıkar ve o sırada abdestinin bozulmadığını anlarsa, namazı
bozulmuştur, yeniden kılması gerekir. Çünkü camiin dışına çıkmıştır. Camiin
dışına çıkmadan abdestinin bozulmadığını anlarsa, geri dönüp kaldığı yerden
namazını tamamlayabilir.[203]
Ancak bu durumda olan
kimse abdestsiz îıtitah Tekbirini getirdiğini veya mestlerinin mesih
müddetinin sona erdiğini veya gördüğü serabı su zannedip teyemmümünün
bozulduğunu, veya öğle namazını kılarken sabah namazını kılmadığını veya
üzerinde gördüğü kırmızılığın necis olduğunu sanarak namazı bırakırsa, cami
dışına çıkmış olsun olmasın, mutlaka namazı bozulur. Yeniden kılması gerekir.
Ev, cenaze namazı kılınan yer, açık havada namazgah olarak kullanılan yer ve
çöldeki mevcut saflar cami hükmündedir. Yani buralardan birinde namaz kılarken
yukarıdaki hususlardan biri meydana gelirse, namazı bozulur. O hususların
dışındaki nedenle namazı bırakır ve sonra abdestinin bozulmadığını anlarsa,
evden dışarı veya cenaze namazının kılındığı yerin, çölde ise safların bulunduğu
sınırın dışına çıkmadan bunu anlarsa, dönüp kaldığı yerden tamamlayabilir. Bu
sınırların dışına çıkarsa namazı bozulmuş olur.
Yalnız basma namaz
kılıyorsa, secde yerinin dışına çıkmasıyla namazı bozulur. Sağ, sol ve arka
taraflardan da bu ölçüde uzaklaşmasıyla aynı hüküm gerekir.[204]
Bu konuda kadının
kendine ait namaz yerinden ayrılmasıyla namazı bozulur. Çünkü bu onun için
mescid hükmündedir. Nitekim itikâfa da ancak burada girebiliyor.
Namazda iken
abdestinin bozulacağından endişelendiği için namazı bırakıp ayrılır ve hemen
sonra abdesti bozulursa, artık o namazı yeniden kılması gerekir.[205]
1. Sabah
namazı kılınırken güneş doğarsa,
2. Cuma
namazı kılınırken ikindi vakti girerse,
3. İyileşen
yaranın üzerindeki sargı düştüğünde,
4. Özürlü
olanın özrünün ortadan kalktığı vakit,
5. Namazda
abdesti bozulduğunda yerine bir ümmiyi geçirdiğinde,
6. Baş
işaretiyle rükû' ve secdelerini yapan kimse, namazda iken rükû'
ve secde yapmaya güç bulduğunda,
7.
Ayağındaki mestlerin mesih müddeti sona erdiğinde,
8. Mestleri
geniş olduğunda fazla bir hareket göstermeden namazda iken onları ayağından
çıkardığnda,
9. Ummî olan
kimsenin namazda iken bir sûre öğrenmesi veya hatırlaması,
10. Çıplak
bir vaziyette namaz kılarken elbise bulursa,
11.
Teyemmümle namaz kılarken su bulur ve onu kullanmaya imkânı olursa,
12. Tertip
sahibi bulunduğu halde namaz kılarken üzerinde kazaya kalan bir namazı
hatırlarsa, kılmakta olduğu namaz hükümsüz kalır.
Hükümsüz kalan bu
namazlar nafileye dönüşmez, ancak şu üç mesele müstesna :
a) Üzerinde
kazaya kalan namazı hatırladığında,
b) Sabah
namazı kılarken güneş doğduğunda,
c) Cuma
namazı kılarken ikindi vakti girdiğinde, kılmakta olduğu namaz nafileye
dönüşür.[206]
Namazın hükümsüz kaldığı on
iki yer, daha çok meşhur rivayetlerle tesbit edilenidir. Gayr-i meşhur
rivayetlerde ise buna birkaç mesele daha ilâve edilmiştir :
a) Necaset
dokunmuş bir elbiseyle namaz kılarken onu yıkayacak su bulduğunda,
b) Kaza
namazı kılarken kerahet vakti girdiğinde,
c) Câriye
baş örtüsüz namaz kılarken hürriyetine kavuşturulur ve o anda örtünecek bir
şey bulamazsa, kılmakta olduğu namaz hükümsüz kalır.
Bütün bu saydıklarımız
en geç teşehhüde oturup selâm vermeden önce veya yanılma secdesi yapılırken
meydana gelirse belirttiğimiz hüküm câri olur. Bu durumda namazı bozulan imam
ise, onunla birlikte cemaatin de namazı bozulur.
Üzerinde yanılma
secdesi bulunduğu halde onu yapmadan selâm verir ve sözü edilen hususlardan
biri meydana gelirse, namazı bozulmaz. Ama bu durumda üzerinde kalan yanılma
secdesini yapacak olursa, namazı hükümsüz kalır.
Cemaat imamla birlikte
namazın sonunda teşehhüd miktarı oturduktan sonra imam henüz selâm vermeden
onlar selâm verir ve sonra yukarıda sıraladığımız hususlardan biri imamda
meydana gelirse, cemaatin namazı tamamdır, imammki bozulmuştur. Bunun gibi,
imam namaz sonunda yanılma secdesi yapar, fakat cemaat yapmaz da sonra imama
sözü edilen hususlardan biri arız olursa, yine sadece imamın namazı hükümsüz
kalmış olur.[207]
Namaz, mü'minin Allah
(C.C.) huzurunda edep ve saygı makamında durup kulluğunu anlayarak ilâhî
kudret ve azameti, rahmet ve inayeti yudum yudum tadmaya, duymaya has bir
makamdır. O halde bu makamda sadece Allah ve Resulünün belirleyip bize sundukları
ölçü ve anlamda hareket edebilir ve ona göre kelime kullanabiliriz.
a) Hazret!
Aişe Validemiz (R.A.) diyor ki :
«Resûlüllah (A.S.)
Efendimiz bizimle oturup konuşur ve bizden birimiz gibi olurdu. Ama ezan
okunmaya başlayınca bir anda değişiverir, o kadar ki ne biz Onu tanıyormuşuz,
ne de O bizi tanıyormuş gibi bir hava meydana gelirdi.»
Sevgili Peygamberimizin
torunu Hz. Hasan (R.A.) camiin önüne gelince rengi değişir, kendisine bir
ürperti hasü olurdu. Sebebi sorulduğunda ise şu cevabı verdiği pek meşhurdur :
«Allah huzuru- . na çıkıp kulluk görevimi yerine getireceğim. Bunun derin
anlamını düşünerek o huzura lâyık ibâdette bulunabilecek miyim? diyerek endişelenmekteyim.»
Namazı bozan şeyler
sözlü ve fiilî olmak üzere ikiye ayrılır.
a) Namazda
unutarak, yanılarak, bilerek az veya çok olsun konuşmak namazı bozar, yeniden
kılınmasını gerektirir. İmamın yaptığı hatayı düzeltmek için de olsa hüküm
yine böyledir. Meselâ: İmam oturacağı yerde ayağa kalkar, oda ona «otur!» derse
veya ayağa kalkacağı yerde oturursa, o da ona «kalk!» derse, namazı bozulur.
Belirtilen hususta konuşulan şey az olsun, çok olsun fark etmez.
Ancak teşehhüd miktarı
oturduktan sonra belirtilen ölçü ve anlamda bir konuşmada bulunacak olursa,
namazı bozulmaz. [208]
Konuştuğu yanındakiler
tarafından duyulmasa bile, kendisi işitecek seste ise yine de namazı bozulur.
Kendisi de işitmiyecek kadar sessiz bir konuşma ise namazı kerahetle caizdir.
Namazda uyuklarken
veya uyumuş vaziyette iken ağzından bazı kelimeler çıkacak olsa, bu irâde
dışında olmasına rağmen namazı bozar. Muhtar olan görüş te budur.
b) Namazda
selâm vermek veya verilen selâmı almak -bile bile yapılıyorsa- namazı bozar.
Ama selâm vermekle namazın bo-zulmuyacağmı sanıyor veya unutarak selâm
veriyorsa, namaz bozulmaz. Ancak unutarak verdiği selâm namazdan çıkma selâmı
olursa hüküm böyledir. Başkasına selâm vermek ya da almak niyetini taşıyor ve
unutularak ağzından çıkıyorsa, çoğu âlimlere göre bu da namazı bozar. Çünkü bir
adama selâm vermek, ister kasden, ister yanılarak, ister unutarak olsun
mutlaka namazı bozar.
Mesbuk (namaz
ortalarında imama gelip uyan) imamla beraber selâm vermesi gerektiğini sanarak
selâm verirse, bu kasden verilmiş bir selâm kabul edilir ve namaz bozulmuş,;sayıhr.
[209]Ama
üzerinde kaza edilecek rek'atleri düşünmediği için yamlarak selâm verirse, bu
onun namazını bozmaz. Çünkü yamlarak verilen selâm namazın bozulmasını
gerektirmez.[210]
Yatsı farzım kılarken
Teravih zanniyle iki rek'atin sonunda; öğle farzını kılarken cuma zanniyle
yine ikinci rek'atin sonunda; mukim (yerleşik) olduğu halde dört rek'atli
namazı kılarken seferi olduğunu sanarak ikinci rek'atin sonunda selâm verecek
olursa, kıldığı namazı iade etmesi gerekir.
Ama ikinci rek'atin
sonunda dört rek'at kıldığını sanarak selâm verirse, namaz bozulmaz, devam edip
tamamlar. Ne var ki bu durumda namazın sonunda yanılma secdesi yapması
gerekir.[211]
Namazda yamlarak
verilen selâm, namazın aslına taalluk ediyorsa, bozulmasını gerektirir. Onun
vasfına taalluk ediyorsa, bozulmasını gerektirmez.[212]
Namazda bir adama
selâm vermeyi dileyerek Es-Selâm der ve namazda olduğunu hatırlıyarak gerisini
söylemezse, yine de namazı bozulur.[213]
c) Selâm
niyetiyle el sıkışmak da namazı bozar. Çünkü böyle yapmak konuşmak anlamına
gelir.
Verilen selâm baş
işaretiyle de alınmaz. Aksi halde namaz bozulmuş olur. Namaz kılarken
kendisinden bir şey istenilir, o da «evet» anlamına gelir şekilde işarette
bulunur veya «hayır» anlamına gelen bir işaret verirse namazı bozulmaz. Bütün
bunlar söz söylemek yerine geçmez. [214]Ne
var ki o namaz kerahetle kılınmış olur.
Yanında aksıran adam
«Yerhamukellah» derse namazı bozulmaz, ama kerahet işlemiş olur.[215]
Kendisi aksınr ve
«Yerhamukellah» derse, namazına bir zarar vermez. Ama başkası onun aksırmasına
karşılık «Yerhamukellah» der, oda ona «Amîn!» diye karşılık verirse, namazı
bozulur.[216]
Yanındaki adam
aksırdığmda, o «El-Hamdu Hilali» derse, namaz bozulmaz. Çünkü bu bir cevap
anlamına gelmez. Ama ona cevap vermeyi düşünerek söylerse, sahih olan kavle
göre namazı bozulur.
Yanyana namaz kılan
iki adamdan biri aksırır, namaz dışındaki başka bir adam «Yerhamukellah» der
ve bunlarda «Amîn!» derlerse, aksıranm namazı bozulur, diğerinin değil. Çünkü
bu durumda o duâ etmiş sayılmaz.[217]
Namazda iken, namaz dışında
bulunan bir kişiye emir vermek ya da onu bir şeyden men'etmek için bir âyet
okursa veya Allahı zikrederse, namazı bozulur. Ama bunları okurken namazda
olduğunu hatırlatmak isterse, namazı bozulmaz.
Nitekim Resûlüllah
(A.S.) Efendimiz bir hadîslerinde şöyle buyurmuşlardır -.
«Doğrusu bu namazda
insan sözlerinden bir söz söylemek uygun olmaz Çünkü namaz ancak tesbîh,
tekbîe ve Kur'ân okumaktır.»[218]
e) İmam
yanılır ve henüz diğer rükne geçmeden önce cemaatten biri Sübhanellah diyerek
fetihte bulunabilir. Kıraatte takılıp kalır ve namaz caiz olacak kadar
okumamışsa, yine fetihte bulunmasında bir sakınca yoktur. Ama farzedelim ki
imam birinci teşehhüde oturmadan kalkmak ister de hayli kalktıktan sonra
ayakta durmaya yakın bir vaziyet alırsa, artık Sübhanellah demekte bir yarar
yoktur. Son teşehhüde oturmadan kalkar ve tam ayakta duracak vaziyet alsa bile
yine de Sübhanellah demek uygun olur. Çünkü son teşehhüd farzdır.[219]
Namazda imamdan başkasına
fetihte bulunursa namazı bozulur. Meğerki bu kıraatle ilgili olur da fetih
maksadiyle değil, sırf tilâvet niyetiyle okursa, o takdirde namazı bozulmaz.[220]
Namaz kılan kimse yanılır
da namaz kılmayan bir kimse fetihte bulunur ve o da ona uyarsa namazı bozulur.[221]
îmaraa fetihte
bulunmanın bir takım şartları var mıdır? Fuka-hadan bazısı bu konuda birkaç
şart belirlemişlerdir.
a) Fetihte
bulunanın bununla fetha niyet etmemesi,
b) îmamın
caiz olacak kadar kıraat yapamaması,
c) İmamm
kıratte yanıldıktan veya tutulup kaldıktan hemen sonra başka bir süre veya
âyete geçmemiş bulunması gibi.
FaKat bu konuda en
sahih olan tesbit ve fetva, bunların hiç birinin şart olmaması ve yapılan
fethin bir sakınca taşımam asıdır. Yani belirtilen şartlara uyulmuyarak fetih
yapılırsa, ne imamın, ne de fetih yapanın namazı bozulur. Sahih kavi budur.[222]
Ancak muktedinin bu
hususta acele etmesi mekruhtur. İmam takılıp kaldığında onun hatırlıyabilmesini
biraz beklemek uygun olur. Çoğu ilim adamlarımıza göre, imama hatırlama fırsatı
vermeden fetihte bulunmak mekruhtur. Çünkü muktedi bu durumda ihtiyaç
olmadığı halde tilâvette bulunmuş sayılır
îmam kıraatte takılıp
kaldığında cemaatin fetih yapmasını beklemez, namaz caiz olacak kadar okumuşsa
hemen rükû'a gider. Değilse başka bir âyete geçer. Bunun aksi mekruh olur.[223]
Kıraatte takılıp kalan
imamı namaz dışındaki bir adam fetihte bulunarak uyarırsa, imam ona uymaz. Yine
namaz caiz olacak kadar okumuşsa rükû'a gider. Değilse başka bir âyete geçer.
Aksi halde namazı bozulur.[224]
f) Namazda
kötü bir haber işittiğinde İnna Lillah... der veya iyi bir haber işittiğinde
El-Hamdu Lillah der ve bununla cevap vermek isterse namazı bozulur. Ama
bununla namazda olduğunu bildirmek isterse, bilîcma namazı bozulmaz.[225]
Yapılan sahih rivayete
göre, Abdullah oğlu Câbir (R.A.) diyor ki : Resûlüllah (.A.S.) Efendimiz Beni
Mustahk'a doğru yola çıkmıştı beni bir yere gönderdi. Dönüp geldiğimde
kendileri devesinin üzerinde namaz kılıyordu. Geldiğimi söylediğimde eliyle
namaz kıldığını işaret etti. Ben iyice anlamadığım için tekrar konuştuğumda
yine işarette bulundu. Namazımı bitirince bana dönerek şöyle buyurdu :
«Gönderdiğim hususta ne yaptın? Namazda olduğum için sana cevap veremedim.»[226]
g) Suheyb
(R.A.) de diyor ki :
«Resûlüllah (A.S.)
Efendimiz namaz kıldığı bir sırada yanından geçiyordum, selâm verdim. Eliyle
namazda olduğunu belirtmek için işarette bulundu.»
Ashabdan diğer bazı'
zatlar da bu konuda Resûlüllah'm parmağıyla işarette bulunduğunu rivayet
etmişlerdir. İmam Tirmizî bu rivayetlerin sahih olduğunu kaydetmiştir.
îmamın yanıldığım
hatırlatmak için Sübhanellah demek erkeklere mahsustur. Kadınlar ise sağ
ellerini sol ellerinin üzerine vurarak uyarıda bulunurlar.
Nitekim ya imamı
uyarmak, ya da gelmekte olan a'mâyı tehlikeden korumak için namazda olan kimse
erkek ise Sübhanellah der, kadın ise, belirttiğimiz şekilde yapar. Sehl bin
Sa'd Es-Sâidî (R.A.) diyor ki, Resûlüllah (A.S.) Efendimiz bu konuda şöyle buyurdu :
«Namazda önemli bir
husus ile karşılaşan kimse, Sübhanellah desin. El çırpmak kadınlara, teşbih, te
erkeklere mahsustur.»[227]
Namaz kılarken hayretini
uyandıracak ya da dikkatini çekecek bir haber işittiğinde «Sübhanellah» veya
«Lâ ilahe illallah» ya da «Allahu Ekber» der ve bununla işittiği haberi
cevaplamayı düşünürse namazı bozulur. Bu, îmam Ebû hanîfe ile İmam Muhammed'e
göredir. Cevap kasdetmiyorsa, namazı bozulmaz.
h) Namazda
iken akrep ya da yılan ve benzeri bir haşere sokar da o da «Bismillah» derse,
yine iki imama göre namazı bozulur.
İmam Ebû Yusuf'a göre
bozulmaz. Çünkü Besmele insanların sözünden değildir. Fetva bu görüşe göredir.[228]
Namazda iken ay'ı
görür de «Benhn de senin de Rabbin Allah'dır» derse, namazı bozulur. İki imamın
içtihadı bu doğrultudadır.
Hasta bir kimse namaz
kısarken secdeye varırken, secdeden kalkarken duyduğu acıdan ve sıkıntıdan
dolayı Bismillah derse,, namazı bozulmaz. Fetva buna göredir.
Yine namazda
«AHahümzne Salîî Alâ Muhammed'in» veya «Al-lahu Ekber» der ve bununla birine
cevap vermeyi kasdetmezse, namazı bozulmaz. Ama Peygamber (A.S.)'ın ismini
işttiğinden dolayı salâvat getirirse nemacı bozulur.
Bir adam ve ma
muhammedün illâ resulün... ya da ma kâne muhammedcn eba ahadîn mîn ricaliküm
âyetini okur, namazda olan bir diğeri buna karşılık Salâvat getirirse namazı
bozulmaz. Bunun gibi şeytan isminin geçtiği bir âyet okunur, namazdaki adam
bunu işitince «Lainehullah — Allah ona lanet etsin derse, namazı bozulmaz.
Namazda iken kafasında
şiir hazırlayıp içten okur veya bir hutbe plânlayıp kalbinden geçirirse,
namazı kerahetle caiz olur. [229]Namazda
diline «evet» ya da «hayır» kelimeleri gelirse, öteden beri böyle bir âdet
edinmişliği varsa, namazı bozulur. Değilse bozulmaz.[230]
Namazda insanlardan
istenmesi mümkün olmayan ölçü ve anlamda duâ eder,/ meselâ «Allahım, bana
afiyet ver», «Allanın*, beni aıfet», «Allahım! bana haccetmeyi nasibet», gibi
dualarda bulunursa namazı bozulmaz. Ama insanlardan da istenmesi mümkün olan
biçimde duâ yaparsa, namazı bozulur. Meselâ : «Allhım! beni doyur», «Allahım!
borcumu öde», «Allahım! evlenmemi sağla», gibi dualar bu cümledendir.
Genellikle Kur'ân'da
mevcut olan dualardan birini yapmak namazı bozmaz.[231]
i) İnsanlardan
istenmemekle beraber o tür duaların Kur'ân ve Hadîste geçmediği dikkate
alınarak, meselâ : «Allahım! dayımı affet», «Allamm! amcamı bağışla» gibi
yapılan dualar namazı bozar.[232]
İmam kalblere ürperti
verecek âyetleri ya da insana ümit veren âyetleri okuduğunda, ona uyan kimse
«Sadaka Allahu» derse, namazı kerahetle caiz olur.[233]
Namazda ne kadar Ya
Eyyühe'llezîne Amenû cümlesini okuduğunda başını hafif kaldırıp «Buyur Allahım!»
derse, namazı bozulmaz, ne var ki kerahet işlemiş olur. Sahih olan da budur.
Hacı olan kimse
namazda Telbîye getirirse, namazı bozulur. Ama Teşrik günlerinde namazda
«Allahu Ekber» derse namazı bozulmaz. Çünkü bu cümle namazda tekrarlanır.
Namazda ezan okuyanın da İrn^m Ebû Hanîfe'ye göre namazı bozulur.
Namazda iken okunan
ezanı müezzini takip ederek okursa, bu ister müezzini cevaplandırmak niyetiyle
olsun, ister hiç bir niyet taşımadan yapılsın namazı bozar.
Bunun gibi namazda
kalbine vesvese geîir de, Lâ Havle Velâ Kuvvete İllâ Billahi'l-Alîyyix-Azîm
derse, eğer bu vesvese âhiretle ilgiliyse namaz bozulmaz, dünya ile ilgili ise
namaz bozulur.
Namazda son oturuşta
teşehhüdü unutup okumadan selâm verir ve sonra bunu hatırlar, dönüp bir
miktarını okuduktan sonra selâm verirse, İmam Ebû Yusuf'a göre, namazı
bozulur. Ama îmam Muhammed'e göre bozulmaz. Fetva da İmam Muhammedi'm kavline
göredir.
Bunun gibi, Fatiha ve Zammı
Sûreyi okumadan rükû'a varır ve sonra dönüp kıraati yerine getirmek ister,
fakat pişman olur, oku madan secdeye varırsa, namazı bozulur. Çünkü ayağa
kalkınca ilk j yaptığı rükû' hükümsüz kalmıştı, yeniden rükû' etmesi gerekirdi.
Fu-kahadan bazısına göre, bu durumda namazı bozulmaz. Tabii kıraati kaza etmek
şartiyle.[234]
j) Namazda
İnlemek :
Namazda inlemek, ah!,
oh! demek veya ağlamak o kadar ki ağzından çıkan harflerden ağladığı belli
olacak duruma gelirse, bütün bunlar âhireti düşünerek oluyorsa, namaz bozulmaz.
Ama kendisine dokunan bir musibet, dert ve hastalıktan dolayı ise, namaz
bozulur.
Namazda öksürürken
kendini tutamaz da ağzından bazı kelime veya heceler çıkarsa, namazı bozulur.
Ama duyulmuyacak kadar hafif olursa, namazı kerahetle caizdir. Bütün bunlar
iradesi ve kuvveti dışında olursa, namazının bozulmuyacağma fetva verilmiştir.
Ama her şeye rağmen çok dikkatli olmak gerekir.[235]
Namazda secdeye
varırken alnın geleceği yerdeki tozları üfler-se, sesi duyulursa namazı
bozulur. Bu üflemeden bazı heceler de çıkar ve duyulursa yine namaz bozulur,
iadesi gerekir.
Namazda belli bir
özüründen dolayı elde olmayarak öksürüp bazı harfler ve heceler çıkarır veya
yine elde olmayarak iradesi dışında bazı iniltiler çıkarırsa, namazı bozulmaz.
Çünkü mevcut özürden dolayı bunlardan kurtulmak mümkün değildir, o anda.[236]
Kıraatte sesini
güzelleştirmek için hafif öksürür ve bazı sesler çıkarırsa, namazı bozulmaz.
Sahih olan da budur. Bunun gibi imam hatâ yapar da ona uyan uyarıda bulunmak
için hafif bir öksürük sesi çıkarırsa, namazı bozulmaz. Sahih olan da bu
görüştür.[237]
k) Namazda Kur'ân'a
bakarak okursa, îmam Ebû Hanîfeye göre, namazı bozulur. İmameyn'e göre mushafı
yanında taşıyorsa namazı bozulmaz. Ancak yapraklarını çevirmek ve gözle
satırları takip etmek «amel-i kesîr» sayılacak ölçüde olursa, namaz bozulur.
Ama karşısındaki rahlenin üzerindeki Mushaf'ın yapraklarını çevir-meksizin
bakıp okursa, yine imameyn'e göre namazı bozulmaz. Mih-rabta yazılı bulunan
âyeti de okumak böyledir. Bu konuda fetva daha çok İmam Ebû Hanîfe'nin
içtihadına göre verilmiştir.[238]
Kendisi hafız olduğu halde
karşısındaki Mushafa bakarak okursa, bazısına göre namazı bozulmaz. Ama
nıeşayihten bir kısmına göre bir âyet miktarı okursa namazı bozulur. Daha az
olursa bozulmaz. Bazısına göre de, Fatiha miktarı okursa bozulur.[239]
l) Namazda
iken karşısında bulunan levhadaki âyete gözü ilişir de içinden okuyarak
mânasını anlarsa, namazı bozulmaz. Bu meselede farklı görüş ortaya koyan
olmamıştır.
Bunun gibi fıkıh ya da
hadis kitaplarından birine gözü ilişir de oradaki yazıyı içinden okuyup
mânasını anlarsa, yine de namazı bozulmaz. Bunda icnıâ' vardır. Ne var ki bu
tür hareketlerde kerahet vardır.[240]
Ancak mihrab
üzerindeki yazı Kur'ân'dan başkası olur da onu içinden okuyup mânasını anlarsa,
İmam Ebû Yusuf'a göre namazı bozulmasa bile İmam Muhammed'e göre bozulur.
Burada meşayih İmam Ebû Yusuf'un içtihadıyla amel edilir, demişlerdir. Sahih
olan da budur.[241]
Namazda, Kur'ân
okumasını becerdiği halde Tevrat veya İncil'den okursa namazı bozulur.
Fukahadan çoğuna göre, Kur'ân okumasını iyice becermese bile yine de bu durumda
namazı bozulur. Ancak Ed-Dür sahibi, EI-Bahr veEn-Nehir sahiplerine uyarak bu
konuda şöyle demiştir : «Tevrat ya da İncil'den okunan kısım zikir ve ten-zîh
anlamında ise namaz bozulmaz, kıssa ve benzeri bir parça ise bozulur. Şu
şartla ki, sadece bunlarla yetinmiyecek, Kur'ân'dan da namaz caiz olacak kadar
okumuş olacak.»[242]
Namazda bazı hareketler
«amel i kesîr» kabul edilecek ölçüde olursa, namazı bozar. Ancak bir fiilin ya
da hareketin «amel-i kesir» veya «amel-i kalil» olduğunun ölçüsü nedir? Fukaha
bu konuda üç görüş ortaya koymuştur :
1. Günlük
davranışlarımızda bir el ile yapılması âdet olan hareket «amel-i kalil = az
hareket» sayılır. Buna birkaç örnek verelim : Sarık ya da başka bir şeyi başa
koymak, düğmeyi açmak gibi.
İki el ile yapılması
âdet olan hareketler «amel-i kesir = çok hareket» sayılır.[243]
O halde bir el ile
tekrar yapılmaksızın işlenen bir iş «amel-i kalil» sayıldığından namazı
bozmaz.[244]
2. Namazda
bu tür hareketler yapmayı huy haline getiren kimsenin görüşüne göre. hüküm
verilir-, yaptığı hareketi çok kabul ediyorsa, namazı bozulmuş sayılır. Az
kabul ediyorsa, bozulmaz.
Bu, İmam Ebû
HaniVe'nin içtihadına en yakın olan görüş ve tes-bittir.
3. Uzaktan
ona bakıp yaptığı hareketten dolayı onun namaz dışında olduğu kanısına varan
kimseye göre, hüküm verilir. Şöyleki : Namaz kılan kimsenin namaza aykırı
hareketlerini uzaktan gören kimse, onun namazda olduğunda şüpheye-düşerse, bu,
«amel-i ke-sîr» kabul edilir ve namaz bozulur.
Namazda olduğunda şüphe etmezse, bu,
«amel-i kalil» kabul edilir, dolayısiyle namaz bozulmaz. En sahih olan
görüş ve ictihad da budur.[245]
EI-Muhit sahibi bu
görüşü daha çok beğenmiş, fukahanm çoğu da bunu ihtiyar etmiştir. Kaadıhan ve
diğerleri buna göre fetva vermişlerdir.
O halde namazda iken
kılıcım kuşanır veya belindeki kılıcı çıkarır veya üstlüğünü sırtına alır veya
çıkarır veya hafif bir şey kaldırır ve bütün bunları bir el ile yaparsa,
namazı bozulmaz.[246]
Şüphesiz ki, bu dinde
bir kolaylıktır. Ancak namaz edep makamıdır. Huzur ve sükûn ister. Mümkün
oldukça namaz dışı hareketlerden sakınmak daha faziletlidir.
Ağır bir şey
kaldırırsa, namazı bozulur. [247]
Namazda bir şey yemek
ya da içmek, ister kasden, ister unutarak, ister yanılarak yapılsın mutlaka
namazı bozar.[248]
Namazda iken dişler
arasında kalan yemek kırıntısını yutacak olursa, bakılır : Nohut tanesi
kadarsa, namaz bozulur. Daha az ise bozulmaz. En sahih olan görüş te budur.[249]
Diş etlerinden çıkan
kanı yutmak namazı bozar mı? Fukahanm çoğuna göre, yutulan kan ağızdaki
tükürükten az ise bozulmaz. Sahih olan da budur. Fetva da buna göre
verilmiştir.[250]
Namazda iken dıştan
susam tanesi kadar yiyecek alıp yutacak olursa, namaz bozulur. Yiyecek maddesi
dışındaki bir şeyi yutmakta ise farklı görüş vardır.
Helva ve benzeri bir
tatlı yedikten sonra ağzını çalkalamadan namaza durur ve dişleri arasındaki
tatlığı yutarsa namazı bozulmaz. Ne var ki böyle yapmak mekruhtur.
Bunun gibi ağzına
şeker koyup namaza duran kimse, o şekeri emmese bile değilmi ki tatlılığı
boğazından aşağı iniyor, o takdirde namazı bozulur. Muhtar olan kavi de budur.
Ağızda çiğnenmiş sakız bulundurmak namazı bozmasa da kerahet vardır. Sakız
çiğnemek ise ittifakla namazı bozar, denilmiştir. Ancak El-Muhit sahibi,
ağızdaki sakız fazla çiğnenirse namazı bozar, az çiğnenirse bozulmaz,
demiştir. Buradaki azlık ve çokluk, karşıdan bakanın takdirine göredir.
Namaz kılarken ağzına
yağmur damlası veya kar tanesi ya da dolu tanesi girer, o da onu yutarsa,
namazı bozulur.[251]
Namazda ağız dolusu
kusmak abdesti bozarsa da namazı bozmaz. O halde bu durumda olan kimse başka
bir harekette bulunmadan yeniden abdest alırsa, namazı kaldığı yerden
tamamlayabilir.
Ağız dolusundan az
solursa, ne abdesti, ne de namazı bozulur.
Ağız dolusu kusar ve
fakat onu ağzında tutması mümkün olduğu halde yutarsa, hem abdesti, hem namazı
bozulur. Ama ağız dolusu değilse, Ebu Yusuf'a göre, namazı bozulmaz. İmam
Muhammed'e göre bozulur. Burada ihtiyata uygun olan, İmam Muhammed'in görüşürdür.[252]
Kendini kusmaya zorlar
da ağız dolusu kusmuk çıkarsa namazı bozulur. Daha az olursa bozulmaz.[253]
Namazda yürümek -taunu
gerektiren bir sebep yoksa- mekruhtur. Bunun gibi ardarda adım atıp yürümek te
namazı bozar. Çünkü bu tarz harekette «amel-i kesîr» vardır. O halde kıbleye
doğru, ardarda adımları atmaksizın yürümek namazı bozmaz. Ancak bulunduğu
cami'den böyle dışarı çıkarsa veya açık havada ise safların dışına taşarsa
namazı bozulur.[254]
Namazda kıbleye
arkasını döndürdüğü takdirde namaz bozulur. O halde yürümek sadece kıble
tarafına olduğunda ve ardarda adım atılmadığı takdirde namazı bozmaz.
Namazda bir saf miktarı
yürümek namazı bozmaz. Ama bir defada iki saf miktarı yürümek namazı bozar.
Önce bir saf miktarı yürüdükten sonra durur, sonra ikinci bir saf miktarı
yürürse yine de namazı bozulmaz.[255]
g) Namazda
elleri kaldırmak namazı bozmaz. Şafiî mezhebinde rükû'dan kalkındığında elleri
kaldırmajk sünnettir. Çünkü bu konuda Hz. Ali (R.A.)'den yapılan sahih bir
rivayet vardır.
Hayvan üzerinde
nafile, ya da herhangi bir tehlikeden dolayı farz namaz kılarken bir ayağı ile
hayvanı mahmuzlar ve bunu ardarda yapmazsa namazı bozulmaz. İki ayağıyla
mahmuzlarsa bu amel-i kesîr sayılacağından namaz bozulur.
Fukahadan bazısına
göre, iki ayağıyla hafif şekilde mahmuzlarsa yine de namazı bozulmaz. Buna
yolcular için kolaylık vardır, amel edilebilir.[256]
Kıble, Tehvîd
Akidesinin odağı ve İslâm Birliğinin tek merkezidir. Namazda bu kutsal makama
yönelmemizde bunun yanısıra birçok hikmet ve maksatlar bulunmaktadır.
Kamazda iken göğsümüz
tam kıbleye gelecek şekilde durmamız şarttır. Bu bakımda göğsümüzü o cihetinden
ayırdığımız takdirde namaz bozulur. Tabii bu kudreti olan kimseler için
böyledir. Ölüm tehlikesi başgösterdiğinde kıbleye yönelmek mümkün olmayacağı
yerlerde bu şart kendiliğinden kalkmış olur.
Sadece yüzünü kıbleden
ayıran kimsenin namazı bozulmaz, ancak böyle yapmak mekruhtur.[257]
Namazda herhangi bir
bineğe binmek namazı bozar, çünkü bu durumda «amel-i kesîr» meydana, gelmiş
sayılır. Hayvan üzerinde namaz kılarken fazla bir hareket göstermeden yere
inecek olursa, namazı bozulmaz. Çünkü bunda «amel- kesîr» yoktur.[258]
Namaz kılmakta olan
bir kimseyi bir başkası tutup yerinden kaldırır fakat yüzünü ve göğsünü
kıbleden ayırmadan yine eski yerine korsa, namaz bozulmaz. Böyle yapan
günahkâr olur. Tutup hayvana bindirecek olursa, namazı bozulur.[259]
Cemaatten biri, hiç
bir özür yokken imamın hizasını aşıp öne geçerse namazı bozulur. Ancak Mâlik'i
mezhebine göre, bunda bir sa-'kınca yoktur. Nitekim hac mevsiminde bilhassa
Ravza~i Muttahha-rada yer darlığından Mescid'in dışında namaz kılanlar imamın
hizasını aşmaktadırlar. Burada hem zaruret vardır, hem de Mâliki Mez-hebince
cevaz vardır.[260]
Çölde namaz kılan
kimse secde yeri miktarmca yerinden ayrılıp geriye çekilir veya sağ ve sol
taraflara bu ölçüde kayarsa namazı bozulmaz. Bundan fazla bir miktar çekilecek
olursa, namazı bozulur. Bu konuda etrafına bir daire çizip onu kendine bir ölçü
sayması muteber değildir. Asıl ölçü secde yerine kadar olan mesafedir.
Safta açık yer
bulunur, bir adam gelip oraya girince namaz kılmakta olan kimse bu nedenle
saffı bırakıp öne geçerse, namazı bozulur. Çünkü bunda bir zaruret sözkonusu
değildir.[261]
Evinde akşam namazını
kılmakta olan kimseye bir başkası gelip uyar da nafile namaza niyet getirir,
imam üçüncü rek'atin sonunda unutur da ayağa -dördüncü rek'ate- kalkar, ona
uyan kimse de kalkarsa, hem imamın, hem ona uyanın namazı bozulur.[262]
Namazda ortaya çıkan
bir akrep ya da yılanı bir ya; da bir kaç darbeyle öldürmek, namazı bozmaz. En
zahir olan kavi de budur. Hattâ cemaatten biri eline ayakkabı teki alıp
yürüyerek yılan ve akrebi öldürür, bu arada elde olmayarak imamın önüne bile geçmiş
olursa, namazı yine bozulmaz. Bu konuda bütün zehirli haşereler birdir. En
sahih olan görüş te budur.[263]
Ama bu durumda ortaya
çıkan yılan ya da akrebin bir zarar ve receğinden endişe etmiyorsa, onu
öldürmeye kalkışması, namazds olması bakımından mekruh sayılmıştır. Çünkü
onları namazda iker öldürmeye ancak, namaz kılanın önünden geçmesi ve zarar
vermt ihtimalinin bulunması şartiyle cevaz verilmiştir.[264]
a) Namazda
iken üç taşı ardarda atar veya beden ve elbisesindeki bit ve benzeri
parazitlerden ardarda üç tane öldürür veya vücudundaki kıllardan üç tanesini
ardarda çekip koparırsa, amel-i kesirde bulunduğu için namazı bozulur,
b) Kolunu
iyice kaldırıp uzatarak bir tek taş atanın da namazının bozulacağı
söylenmiştir.[265]
Hayvan üzerinde namaz
kılarken onun yürümesini sağlamak için bir ya da iki defa vurursa namazı
bozulmaz; ama üç defa vuracak olursa bozulur. Ancak bunların üstüste vurlması,
yani aynı rükün eda edilirken ardarda yapılması halinde namaz bozulur. Ama her
rükünde bir defa vurursa, haliyle namaz bozulmaz.[266]
Namazda iken bir adama
eliyle bir defa vuran kimsenin namazı bozulur. Elindeki kamçı veya benzeri bir
şeyle de vurmak aynı hükmü gerektirir.[267]
Namazda iken
karşısındaki kuşa bir taş atacak olursa, namaz kerahetle caiz olur. Çünkü bu
tür hareketler namazın faziletini giderir, sevabını azaltır. Her şeyden evvel,
ilâhî huzurdaki edebe aykırıdır.
Namazda iken
ayağındaki geniş ayakkabıyı fazla bir hareket göstermeden çıkarmak namazı
bozmaz. Ama ayakkabı giyecek olursa, namazı bozulur.[268]
Namazda iken hayvanın
gemini takar veya eyerini sırtına yerleştirirse namazı bozulur. Çünkü bu tür
hareketlerde hem amel-i kesîr» vardır, hem de Allah (C.C.) huzurundaki edebe
aykırıdır. [269]Namazda iken eline kalem
ahp, üç kelime yazacak olursa, namazı bozulur, bir kelime yazacak olursa,
namaz kerahetle caiz sayılır. Ama eliyle veya elindeki kalemle boşluğa yazar
gibi harekette bulunması namazı bozmasa bile mekruhtur.[270]
c) Namazda
iken açık bulunan kapıyı fazla bir hareket göstermeden kapatırsa, namazı
bozulmaz. Ama kapalı bulunan kapıyı açarsa namazı bozulur.[271]
Anne namaz kılarken çocuk
gelip onun göğsünü emer, bu nedenle süt çıkarsa, kadının namazı bozulur. Süt
çıkmıyacak olursa, bozulmaz. Çünkü sütün çıkması, bir bakıma çocuğu emzirmek anlamını
taşır. Bu da namaza aykırı hareketlerdendir.[272]
Fetâvâ-yi Kaadıhan'da,
çocuk üç defa üstüste annesinin veya herhangi bir kadının memesini emse, süt
çıkmasa bile, kadının namazı bozulur, denilmektedir.
Kadın namaz kılarken
kocası gelip onu şehvetle ya da şehvetsiz öper veya şehvetle elini dokundurursa
kadının namazı bozulur. Çünkü cinsel ilişki namazın bütün huzurunu alır, onu
amacından saptırır. Bilhassa bu hususlara çok dikkat edilmesi gerekir.
Fukahadan bazısı, bu hareketin namazı bozmayacağını' söylemiştir. Birinci görüş
takvaya daha yakındır.
Namazda iken cebinde
taşıdığı gülyağını çıkarıp sakalına ya da başına ve elbisesine sürecek olursa,
namaz bozulur. Çünkü böyle yapmakta «amel-i kesîr» vardır. Ama eline
dokundurmuş olduğu kokuyu sürünecek olursa, namazı bozulmaz, sadece kerahet
işlemiş olur.[273]
Namazda iken sakalını
tarar veya parmaklarıyla aralayıp sıvazlarsa namazı bozulur. Bunda «amel-i
kesîr» vardır. Aynı zamanda huzur isteyen bir makamda başka şeyle meşgul olma
dikkatsizliği mevcuttur.[274]
Yine namazda iken bir
tek rükünde üç defa vücudunu kaşırsa namazı bozulur. Şu şartla ki her defasında
elini kaldırıp hareket ettirmiş olmalıdır. Aksi halde namazı bozulmaz. Bir tek
defa kaşımakta kerahet vardır.
Namaz kılarken başka
bir adam onun tam secde yerinden geçecek olursa, geçen günaıkâr olur, ama
namaz kılanın namazı bozulmaz. Namaz kılanın ayaklarından secde yerine kadar
olan kısımdan geçmek mekruhtur,, aynı zamanda geçen günahkâr olur. Bunun dışında
kalan yerlerden geçmekte bir sakınca yoktur. Sahih olan da bu görüştür.[275]
Cami' ve mescidlerde
ise namaz kılanın önünde kıbleye yönelik oturan biri bulunur veya bir sütün
varsa, o takdirde geçmekte bir sakınca görülmemiştir. Sahih olan da budur.[276]
Yol üzerinde namaz
kılmakta olan kimsenin önünden bir süvarinin geçmesi gerekiyorsa, hayvanından
inip bineğini arayerde sütre yaparak geçebilir. Bu yüzden günahkâr da olmaz.
Yaya olarak iki kişi belirtilen yerden geçmek istediğinde, biri arkasını namaz
kılana çevirip sütre görevi yapar, diğeri geçer. Sonra sütre vazifesi yapan
geçer.[277]
Açık havada namaz
kılan -kimsenin 60-70 cm. uzunluğunda ve bir parmak kalınlığında bir çubuk
önüne dikmesi uygun olur. Buna sütre denir. Ancak bunu tam sağ kaşının ya da
sol kaşının hizasına gelecek şekilde diker. Sağ tarafa dikmesi afdaldır.[278]
Sütre olarak kullanmak
istediği ağacı dikmek mümkün olmadığında uzunlamasına önüne bırakır. Ağaç ve
benzeri bir şey bulunmadığında-önüne bir çizgi çekmes1 tavsiye edilmiştir.
Meşayihten bir kısmı buna gerek yok, demişlerdir. Ancak bir çizgi çizmek istediğinde
bunu mihrap biçiminde çizmesi uygun olur.[279]
İnsanların geçme
ihtimali olmadığı yerlerde sütre kullanmaya gerek yoktur.
Açık havada imamın
önünde bulunan sütre aynı zamanda cemaat için de sütre sayılır.
Secde mahallinden
geçmek isteyene el işaretiyle veya Sübhanet lah demek suretiyle mâni' olunur.
Kadınlar ise, sağ ellerini sol ellerinin üzerine vurmak suretiyle gereken
uyarıyı yaparlar.[280]
Hem işarette bulunmak,
hem Sübhanellah demek mekruhtur. İkisinden birini tercih edip yetinmek
sünnettir. Baş ve göz ile işarette bulunmak ta mekruh sayılmıştır. [281]
Namazda bir rükû' ya
da bir secde fazla yapmak namazı bozmaz.' Bunun gibi iki secde de fazla yapsa
namaz bozulmaz. Rükû'lar için de aynı hüküm söz konusudur.
Namazı tamamlamadan
fazla olarak bir rek'at daha kılan kimsenin namazı bozulur. Ama namaz sonunda
teşehhüd miktarı oturduktan sonra fazla rek'ate kalkıp kılarsa, namazı
bozulmaz. O rek-ate bir rek'at daha ekliyerek nafile hükmüne sokar. Namaz sonunda
yanılma secdesi yapar.
İmam rükû'u bitirip
birinci secdeyi yaptıktan sonra başını kaldırdığında bir adamgelip ona uyar da
bir rükû' ve iki secde yapacak olursa namazı bozulur, çünkü fazladan bir rek'at
-yapmış sayılır.[282]
Öğle namazını kılmaya
başlarken öğle niyeti getirir ve hemen sonra ikindi namazına niyet getirerek
tekrar İftitah Tekbiri alırsa veya nafile namaza niyet eder, tekbir getirirse
namazı bozulur. Ancak nafile kılmış sayılır. Bunun gibi nafile kılarken farz
namaza, cuma kılarken öğle namazına niyet edip İftitah Tekbiri getirirse başlamış
olduğu namaz bozulur.[283]
Öğle namazı kılarken
yeniden öğleye niyet getirip İftitah Tekbiri alırsa, namazı bozulmaz, kıldığı
yerden devam edip bitirir.[284]
Namaz kılarken bir
adam gelip ona uyar, o da o andan itibaren imam olduğunu düşünerek yeniden
İftitah Tekbiri getirip namaza devam ederse, namazı bozulmaz ve kıldığı yerden
devam edip tamamlar. İkinci kez getirdiği Tekbire itibar edilmez. Ancak
kendisine uyan kadın olursa, durum değişir.[285]
Öğle namazını kılarken
yeniden niyet edip Tekbir getirerek önünde bulunan imama aynı namaz için
uyarsa, ilk başladığı kürnsüz olur. Başka bir namaz da olsa hüküm yine
böyledir.
Öğle namazını evinde
kıldıktan sonra canıi'a gelip aynı namazı imamla da kılarsa, ilk kıldığı
hükümsüz olmaz, ikinci kıldığı nafile yerine geçer.
Akşam namazını iki
rek'at kılıp teşehhüde oturduktan sonra; üç rek'at kıldığını sanarak selâm
verir ve sonra akşamın iki rek'at sünnetine niyet getirirse, kıldığı, farz
bozulmuş olur. Ama selâm verdikten sonra namazı noksan bıraktığını hatırlar ve
fakat namazının bozulduğunu sanarak yemden niyet getirip namaza başlarsa, üç
rek'at kılacak olursa, ilk kıldığı hükümsüz kalır. Bir rek'at kılıp teşeh-hüd
miktarı oturduktan sonra selâm verirse, bu da kâfi gelir.
Akşam namazını bir rek'at
kıldıktan sonra İftitah Tekbiri getirmediğini sanarak yeniden Tekbir getirip
üç rek'at kılacak olursa, namazı bozulmaz. Ama iki rek'at kıldıktan sonra böyle
yaparsa namazı bozulur.[286]
Namazda sünnetlerden
birini terketmek mekruhtur. Bu genel kaidedir, değişmez. Ancak mekruh sayılan
hususları maddeler halinde yazmamızda yarar vardır :
1. Namaz
kılarken elbisesiyle veya sakal ve bedeniyle meşgul olması, yani eliyle bu kısımlara
dokunup oynaması, secde yerindeki küçük taş ve benzeri şeyleri eliyle gidermesi
mekruhtur.
Ashabdan Muaykıb
(R.A.) diyor ki :
Resûlüllah (A.S.)
Efendimize, secde yerindeki taşları elle gidermekten sordum, buyurdular ki :
«Namaz kılarken taşları gidermekle meşgul olma. Âma herhalde onları gidermek
istiyorsan bir tek defa elini dokundur.»[287]
Ebû Zerr El-Gıffarî
(R.A.)'den yapılan rivayete göre, Resûlüllah (A.S.) Efendimiz buyurdu ki :
«Sizden biriniz namaza
kalktığında rahmet ona yönelir. O halde taşı gidermek için elini
dokundurmasın.»[288]
2. Secdeye
varırken önden ya da arka kısımdan elbiseyi tutup kaldırmak mekruhtur. Ancak bu
hareket çok hafif olur da sadece bir sıkıntıyı gidermeye matuf bulunursa,
bazılarına göre kerahet olmaz. Günümüzde dar pantolonun secdeye gidilirken elle
tutulup çekilmesi bu cümledendir. İki eli
kullanmak bu konuda namazı bozmasâ bile kerahetten hâli değildir. Ancak
çok hafif dokunmakta bir sakınca olmadığını fukahadan bazısı söylemiştir. Her
şeye rağmen dokunmamak evlâdır.[289]
Rükû'a giderken elbise
bedenine yapışmasın diye eliyle onu fazla bir hareket göstermeden çözmesi,
yani bir düğmesini açması mekruh değildir.
Avuç içine veya alın
kısmına yapışan taş, toprak, ot ve benzeri şeyleri -rahatsız ediyorsa- el ile
dokunup gidermekte bir sakınca yoktur. Rahatsız etmiyorsa, namazda bunu
gidermek mekruh sayılmıştır. Ancak teşehhüdden önce henüz selâm vermeden
gidermekte bir beis olmadığı belirtilmiştir.[290]
Sıcak bir havada alın
ve yüzde biriken teri el ile gidermekte de bir beis görülmemiştir. Ancak fazla
bir harekette bulunmaması gerekir.[291]
Nitekim sahih
rivayetlerden anlıyoruz ki, Resûlüllah (A.S.) Efendimiz namazda alnında biriken
teri eliyle silmiştir. Ayrıca secdeden başını kaldırdığında sağ ve soluna
yayılan elbisesini de hafif bir hareketle toplamış veya eliyle hafif dokunarak
yapışan şeylerin dökülmesini sağlamıştır.[292]
İmam Ebû Yusu'ı ile İmam
Muhemmed'e göre de böyle yapmakta bir beis yoktur. Ancak bunun nafile namazda
olmasında bir beis olmadığı üzerinde duranlar var. Farzlarda ise mekruhtur,
diyenler olmuştur.[293]
3. Namazda
(örneğin Teşbih Namazında) saymayı gerektiren bir husus varsa, parmak uçlarına
dokunmak suretiyle bunu yerine getirmekte bir beis görülmemiştir. İşaretle
yapılması mümkünse ter cih edilir.[294]
Namaz dışında
teşbihleri parmak uçlarıyla hesaplamakta bir sakınca görülmemiştir.
4. Namazda
parmak çıtlatmak ve parmakları birbirine kenetlemek mekruhtur. Hattâ böyle bir
hareketin namaz dışında da mekruh olduğunu söyliyenler olmuştur.[295]
5. Namazda
elleri koltuk altlarına gelecek veya yan boşluklara dokunacak biçimde tutmak
mekruhtur. Ebû Hüreyre (R.A.) diyor ki : «Resûlüllah (A.S.) Efendimiz
namazda elleri koltuk veya yan boşluklara gelecek biçimde tutmayı men'etti.[296]
Bu tür bir hareketin sadece
namazda değil, namaz dışında da mekruh olduğu kabul edilmiştir.[297]
6. Namazda
başı sağa veya sola çevirmek mekruhtur. Sadece göz ucuyla sağa sola bakmak
mekruh sayılmamışsa da adaba uygun görülmemiştir.[298]
7. Namazda
gözleri göğe doğru çevirmek te mekruhtur. Nitekim Ahmed bin Hanbel, Müslim ve
Nesâî'nin tesbit ettikleri sahih bir rivayette, Resûlüllah (A.S.) Efendimizin
namazda böyle yapmayı men'-ettiği belirtilmiştir.
8.
Teşehhüdde veya iki secde arasında kalçayı yere koyup dizini dikerek oturmak
mekruhtur. Çünkü Resûlüllah (A.S.) Efendimizin böyle oturduğu vaki değildir.
Ayrıca böyle oturanları uyardığı rivayet yoluyla sabit olmuştur.[299]
Sahih olan da bu görüştür.
Bunun gibi namazda iki
ayağım dikip ökçeleri üzerine oturmak, dizleri göğse dayamak suretiyle bir
oturma biçimi almak ve elleri yere dayıyarak -hiç bir özür. yokken- hasta
kimse görümünde oturmak ta mekruhtur.
9. Namazda
iken verilen selâmı duyulmuyacak şekilde alıp cevaplandırmak mekruhtur. Bunu
el işaretiyle de alıp cevaplandırmak böyledir.
10. Namazda
-hiçbir özür yokken- bağdaş kurup
oturmak ta mekruhtur.[300]
11. Secdede
yine bir özür olmadığı halde kolları yere sererek vaziyet almak mekruhtur.
Namazda üzerindeki
üstlüğün yenlerine kolunu geçirmeden durmakta kerahet yoktur. Muhtar olan kavi
budur. Ancak pelerin gibi genişçe bir kaftan giyen kimsenin kollarını yenlerine
takması ve mümkünse belini bir kemerle bağlaması daha uygun olur.[301]
İslâm namaz için özel
bir kıyafet koymamıştır. Çünkü bunda zorluk vardır. Din ise kolaylığı emreder.
Avret yerleri kapalı olduktan sonra namaz kılmak caizdir. Ancak normal biçimde
giyinip temiz bir kıyafetle namaza durmak sünnettir. Resûlüllah (A.S.) Efendimiz
bu konu üzerinde fazla durmamakla birlikte kendi günlük hayatında, örfe uygun
giyimine dikkat eder, özellikle elbisenin temiz olmasına özen gösterirdi.
Genellikle başı örtülü namaz kıldığı bilinmektedir.
Ancak müctehid imamlar
bu konudaki bütün rivayetleri bir araya getirerek şu hükmü çıkarmışlardır :
Üşendiği veya önem vermediği için baş açık namaz, kılmakta kerahet vardır.
Ancak ilâhi huzurda daha çok saygılı olmayı, tam bir mahviyet içinde bulunmayı
düşünerek baş açık namaz kılmakta bir beis yoktur. Bu bir duyarlılıktır ki
müdahele etmemek gerekir.[302]
Bu meseleyi daha cncts
detaylı biçimde açıkladığımız için burada tekrar etmeye gerek görmüyoruz.
Yanında -entari ve
bugünkü kıyafetle gömlek ve pantolon bulunduğu halde yalnız, kilotla namaz
kılmak mekruhtur. Yatak kıyafetiyle namaz kılmakta bir sakınca yoktur.
Resûlüllah (A.S.) Efendimiz bu konuda bir ayrım yapmamıştır.[303]
Gömlek ya da .üstlüğün
kollarını yukarıya sıvayıp öylece namaz kılmanın mekruh olduğu fetâvâ
kitaplarında belirtilmiştir. Ancak kısa kollu gömlekle namaz kılmakta kerahet
yoktur. Çünkü bu durumda kollan sıvayıp gömleğin kolunu yukarıda toplama söz
konu su değildir. Uzun kollu gömleğin kollarını indirmeden o vaziyette tutmakta laubalilik vardır; ama kısa kollu
gömlekte bu söz konusu ı -değildir. Bu hususta fazla bir hassasiyete gerek
yoktur; önemli olan kalb yatışkanlığı ve gönül huzuru içinde Hakkın huzurunda
durup kulluk görevini yeriııo getirmektir. Dinimiz şekille fazla meşgul olmaz.
Kalbe ve amele bakar. Sıcak bir mevsimde kısa kollu gömlekle namaz kılanlara
dokunmakta yarar yok zarar vardır. Kaldı ki kaha böyle bir kıyafetle namaz
kılmaya cevaz vermiştir. Her şeye rağmen uzun kollu gömlekle kılmak takvaya
daha yakındır.
Gömlek, üstlük ve
benzeri bir elbisenin sağ tarafını koltuk altından, sol tarafını omuz
üzerinden geçirmek suretiyle giyinerek namaz kılmak mekruhtur. Çünkü böyle
yapmakta lâubalilik vardır. Ancak hacde tavaf yapılırken buna cevaz verilmiş,
hattâ sünnet sayılmıştır.[304]
başın ortasını açık
bırakacak biçimde sararak namaz kılmanın mekruh olduğu belirtilmiştir. Çünkü
böyle yapmak ne başı örtmek, ne açık bulundurmak anlamına gelir. [305]Böyle
yapmanın namaz dışında da mekruh olduğunu İmam El-Velvalicî söylemiştir. İfon
Nüceym de aynı görüştedir.[306]
Sanayiin geliştiği
ülkelerde günde sekiz saat iş elbisesi ile çalışılmaktadır. Bu durumda sözü
edilen elbiseyle namaz kümabilir mi? Necis olmadığı takdirde kılmabüir. Ancak
dokunduğu yeri kirletecek ve cemaate tiksinti verecek kadar kirli paslı ise
böyle bir elbiseyle namaz kılmak mekruhtur. Bulunduğu iş yerinde namaz için
ayrı bir elbise taşımak ve namaz vakitlerinde iş elbisesini çıkarıp onu giymek
mümkünse, buna riâyet edilir. Mümkün olmadığı takdirde kerahet kendiliğinden
kalkar.[307]
Namazda bir özür
olmadığı halde ağız ve burunu örterek durmak mekruhtur. Ancak fazla soğuk ya
da bir rahatsızlıktan dolayı ise mekruh değildir.
Namazda mümkün
oldukça, esnememeye dikkat etmek gerekir. Ama kendini tutamıyorsa, o takdirde
ya elini ağzının üstüne kor, ya da
yenini kullanarak ağzının açılmasına engel olur. Yani ya elini, ya da kolunu
ağzının üstüne koyarak ağzın fazla açılmasını önlemeye çalışır.[308]
O halde esnerken böyle
yapmaz da ağzını kendi haline terkeder-se kerahet işlemiş olur. Çünkü böyle
yapmak âdab-ı İslama aykırıdır.[309]
Esneme esnasında ağıza
elin üstünü koymak daha uygundur. Müctehid imamların tesbiti bu anlamdadır.[310]
Ancak namazda ayakta
iken esnerse sağ elinin üst kısmını, diğer yerlerde esnerde sol elini
kullanır.
a) Namazda
gözleri yummak mekrûktur. Ancak üstün saygısından ve îlâhî huzurda duyduğu
mânevi zevkten dolayı böyle yaparsa, kerahatin olmadığım çoğu ilim adamları söylemiştir. îbn Kayyım da aynı görüştedir.[311]
b) İdrar
veya dışkı yapması gerektiğinde, bunları gidermeden sıkışık bir vaziyette
namaza durmak mekruhtur. Çünkü böyle durumlarda
huzur diye bir şey kalmaz. Namaz sadece bir şekil olarak yerine getirilmiş
sayılır. Hattâ fukahaya göre, namazda bu ikisinden biri sıkıştıracak olursa,
namazı bırakıp onları gidermek gerekir. Barsaklarm gaz yapması da böyle.
Sıkıştığı takdirde, namazı bırakmak daha uygun olur. Bu vaziyette namazı
bırakmayıp tamamlarsa, namaz adabına uymamazlık yapmış sayılır. Ancak vakit daralır,
abdest alacak kadar zaman kalmazs, o takdirde belirtilen sıkışık hal ile namaz
kılınır. Çünkü namazı kerahetle birlikte vaktinde kılmak onu kazaya
bırakmaktan daha iyidir.[312]
c) Sıcak bir
mevsimde namaz kılarken elindeki yelpazeyi veya yenini kullanarak serinlemeye
çalışması mekruhtur. Ancak fazla sıcağa dayanamıyarak böyle yaparsa -fazla bir
hareket göstermeksizin- namazı bozulmaz.[313]
Namazda bir özür olmaksızın
öksürmek, bir takım ses ve heceler çıkarmak mekruhtur. Bir zaruretten dolayı
değilse, namaz bozulur. Bunun gibi namazda tükürmek ya da balgam çıkarmak da
mekruh sayılmıştır.
Namazda rükû' ve
secdelerde beli kavis içinde tutmak mekruhtur. Ancak vücut yapısı itibariyle
böyle tutmak zorunda olanlar müstesna. Secdelerden ve rükû'dan kalkıldığında
da beli iyice doğrultmamak, onu eğik tutmak mekruhtur.[314]
Cemaatle namaz kılınırken
bir adamın kendi başına namaz kılmak üzere saf arasına girmesi mekruhtur.
Çünkü bu durumda saf arasında rükû', secde ve oturuşlarda uyum sağlanmaz. Bu da
cemaatin biteviyeliğini bozar.
d) Safta yer
bulunduğu halde geride yalnız başına durup imama uymak ta mekruhtur. Safta
açık yer bulamadığı takdirde, İmam Ebû Hanîfe'den yapılan sahih rivayete göre
mekruh değildir. Ancak bu durumda saftan bir kimseyi geriye çekip onunla
birlikte durması dahi uygundur. Çekilecek kimsenin fıkhı bilgisi bu konuda
yoksa çekmemekte yarar vardır. Çünkü çekilen bilmeden konuşur veya namaza
aykırı bir harekette bulunabilir.[315]
Namaz kılınacak yerlerin
resim, heyvel ,ve benzeri suretlerden boş tutulması gerekir. İslâmiyet bir daha
putperestlik hortlamasın diye bu tür şeyleri yasaklamıştır. Çünkü insan ancak
Allah'a kul olur, O'nun yüce huzurunda eğilir. Fanileri ilâhlaştırıp onların
önünde eğilmek, heykellerini yapıp tapınmak putperestliktir.
Bu bakımdan bilhassa
cami' ve mescidlerin her çeşit canlı hayvan resimlerinden uzak tutulması
şarttır. Hattâ gereksiz nakış ve motiflerle süslenmesi bile ibâdetin ruhuna,
sadeliğine ters düşer. Asr-i Saadette yapılan cami' ve mescidlerin hiç birinde
nakış ve motif bulunmazdı. Tam bir sadelik hâkim idi. Çünkü namazda insanı
meşgul edecek bu gibi şeyler dikkati asıl yönünden ve amacından saptırır.
a) Nitekim
Hazreti Âişe (R.A.) Validemizden yapılan sahih rivayete göre : Resûlüllah
(A.S.) Efendimiz yünden ya da kıldan ma'Ali üzerinde nakış buiunan bir yaygı
üzerinde namaz kıldıktan son-ı, «Bundaki nakışlar beni meşgul etti. Bunu Ebû
Cehm Âmir b. Hu-iyfe'ye götürün, ona ait kalınca (üzerinde hiç nakış
bulunmayan) aygıyı bana getirin.» Buyurdu.[316]
Diğer sahih bir
rivayete göre :
Hz. Âişe Validemize
(R.A.) ait ince bir örtü vardı ki onunla evi-in bir kısmını örtmüş bulunuyordu.
Resûlüllah CA.S.l Efendimiz toa : «Örtü (ya da perdeni) kaldır. Çünkü namazda
ondaki suretler nakış ve motifler hep gözümün önüne geliyor da beni meşgul
ediyor.»[317]
b) Fukaha bu
ve benzeri hadîslere dayanarak bu konuda şöyle btibadda bulunmuşlardır :
Önünde, başının
üstünde, sağında ya da solunda veya elbise ve lamaz kıldığı yaygı üzerinde
suretler bulunduğu halde namaz kılnak mekruhtur. Ancak yaygı üzerindeki suretin
namaza kerahet getirmediği daha sahih bir rivayet olarak tesbit edilmiştir. Şu
şartla n suretler üzerine secde edilmemeli, suretler daha çok ayak ve dizlerin
dokunduğu kısımlara gelmelidir. Bir de surelerin gözle rahat götülebilecek
büyüklükte olması kerahete neden kabul edilmiştir. Çıplak gözle pek
farkedilmiyecek kadar küçük suretlerin bulunmasında bir beis görülmemiştir.[318]
Burada suretlerden
maksad, insan ve canlı hayvanlarla ilgili resim ve motiflerdir. Bunun
dışındaki nakış ve motifler de kalbi meşgul etmesi bakımından sakıncalı
görülmüştür.
Fukaha başsız resim ve
motiflerin de bulunmasında kerahet olmadığını söylemiştir.
Resimlerin önde ya da
baş üstünde bulunması daha çok mekruh sayılmıştır. Ondan sonra sağ tarafta,
sonra da sol tarafta bulun-'ması mekruhtur, denilmiştir. Yani kerahetin şiddeti
bakımından bu .sıra gözetilmiştir. Yere atılmış, önemsenmediği cihetiyle ayak
altına konulmuş resimlerde kerahet yoktur.[319]
Farz namazlarda bir
rek'atte aynı sûreyi birkaç defa okumak mekruhtur. Resûlüllah (A.S.)
Efendimizin böyle yaptığı tesbit edilememiştir. Bilakis her rek'atte ayrı bir
sûre okuduğu bilinmektedir.
a) Nafile
namazlara gelince, bunların bir rek'atinde aynı sureyi tekrarlamakta kerahet
olmadığı belirtilmiştir. Çünkü bu konuda Resûlüllah (A.S.) Efendimizin bazı
tavsiyeleri ve faziletler bölümünde bunu teşvik ettiği rivayetlerle sabit
olmuştur. Bu bakımdan fukaha nafile namazların bir rek'atinde aynı surenin
tekrarında kerahet yoktur, demiştir.[320]
Farz namazda unutarak
veya yanılarak aynı surenin tekrar edilmesinde bir beis görülmemiştir.[321]
b) Cuma
farzı kılınırken içinde secde âyeti bulunan bölümü okumak mekruh sayılmıştır.
Çünkü namaz ortasında çok kalabalık bir cemaatle secdeye varmak bazı kişileri
şaşırtabilir. Gizli okunan namazlarda da secde âyeti okumanın kerahete yol
açacağım söyli-yenler olmuştur. El-Hulâsa kitabında bu husus açıklanmış ve gereken
bilgi verilmiştir.
Namazda dizleri yere
koymadan elleri yere koymak mekruhtur. Secdeden de kalkıldığında elleri
kaldırmadan dizleri kaldırmak mekruh sayılmıştır. Ancak bir hastalık veya
özürden dolayı yapıyorsa, o takdirde kerahet yoktur.[322]
Cemaatin imamdan önce
rükû' ve secdelere varması mekruhtur. Bunun gibi, imamdan önce başını rükû' ve
secdelerden kaldırması da mekruhtur.[323]
Besmele ve âmin'i
aşikar söylemek mekruhtur. Bunları dmcak kendisi işitecek bir sesle söylemesi
sünnete uygundur.
Kıraati ayakta
bitirmeyip rükû'a varırken tamamlamak da1 mekruh sayılmıştır.
Namazda bir özür
yokken bastona ya da başka bir şeye dayanıp lurmak mekruhtur. Ancak bu kerahet
farz namazlara hastır. Nâfi-e namazlarda bir şeye dayanıp kılmakta kerahet
görülmemiştir. En sahih olan kavi de budur.
Sırtında çocuk bulunduğu
halde namaz kılmak caizdir. Ancak çocuğa bakacak bir kimse varsa, bu durumda
onu sırtına alıp namaz kılması mekruh sayılmıştır. Çocuk annesinden ayrıldığı
takdirde ağlar da onu durdurmak mümkün olmazsa, o takdirde bakan kimse bulunsa
bile yine annesi onu sırtına bağlayıp namaz kılabilir; bunda kerahet olmaz.[324]
Namazda ceket, yelek,
gömlek, sarık, takke ve benzeri giyim eşyalarından birini az bir amelle de
olsa çıkarmak mekruhtur. Mest ve j ayakkabıyı da çıkarmak böyledir. O halde
baştaki takke veya sarığı çıkarıp yere koymak veya yerdeki takke ve sarığı alıp
başa koymak mekruhtur. Çünkü namaz ciddiyet isteyen bir ibâdettir. Bu gibi şeylerle
uğraşmak onun feyzini zedeler.[325]
Başa konulan takke,
külah, sarık, fes ve benzeri şeyin alnın secdeye gelecek kısmını kapatmamasına
dikkat etmek gerekir. Çünkü o vaziyette secde yapmak mekruh sayılmıştır. Sarık
gibi kalınca bir şey yerin sertliğini hissettirmiyecek ölçüde.ise, bu vaziyette
namaz kılmak caiz olmaz. Çünkü secdeden maksad, alnı yere koyup ilâhî huzurda
kulluğun bütün mahviyet ve acziyle âlemlerin Rabbine yakın olmayı dilemektir.
Yenini veya üzerindeki
pelerin, üstlük ve benzeri bir giysinin ucunu secde mahalline sererek üzerine
secde ederse, bu sırf yüzünü toz topraktan korumak içinse mekruhtur. Sarık ve
elbisesini korumak içinse mekruh değildir.[326]
a) Toprak
üzerinde namaz kılarken secde yerine
bir mendil ya da benzeri bir şey sermek, sıcaktan korunmak içinse bir sakıncası
yoktur.
Nafile namaz kılan
kimsenin rahmet âyetlerini okurken Allah'ın rahmetini dilemesi, azâb
âyetlerini okurken Allah'a sığınması ve istiğfarda bulunması mekruh değildir.
Farz namaz kılan kimse Hakkında mekruhtur. İmamın ise ister farz, ister nafile
kıldırsın, her ikisinde de bunu yapması mekruhtur.[327]
b) Namazda
sağa ya da sola meyledercesine sallanmak ta mekruhtur. Ancak ilâhi huzurda
derin bir vecd içinde bulunan ve bu "halet içinde kendinden geçerek
farkında olmadan böyle yapan kâmil zatlar hakkında kerahet söz konusu değildir.
Çünkü ihtiyarlar meydana gelmektedir; ma'zûr sayılırlar.
Namazda bir özür
olmaksızın sırayla ağırlığı birer ayağa vermek suretiyle ahengsiz durmak veya
tamamen bir ayak üzeri durup diğer ayağı muattal tutmak mekruhtur. Bir
rahatsızlık nedeniyle yapılıyorsa, bunda kerahet yoktur.
Secdeden veya
teşehhüdden kalkarken bir ayağı öne kaydırıp öylece kalkmak mekruhtur. Ancak
bir özürden dolayı yapanlar inüs-tesnâ.
c) Namazda
eline veya yakasına dokundurduğu kokuyu koklamak da mekruhtur. Çünkü böyle
yapmak huzuru bozar, namazın faziletini düşürür.
Secdede ve diğer
gerekli yerlerde ayak parmaklarını, otururken de el parmaklarını kıbleden
ayırmak da mekruhtur.[328]
Kabe'nin damında namaz
kılmak mekruhtur. Çünkü bunda, bir nevi saygısızlık vardır.[329]
a) Cami ve
mescidler Cenâb'ı Hakk'a ibâdet yeridir. Orada sınıf farkı kalkar, zengin ile
fakir, efendi ile köle, patron ile işçi yan-yana durup kulluk görevlerini
yerine getirirler. Bu bakımdan herhangi bir kişinin ibâdet yerlerinde kendine
has bir yer ayırması ve her zaman gelip orada ibâdet etmesi mekruhtur. Ancak
hükümdarın, bir suikasta uğrama endişesi varsa, o takdirde ona özel bir yer
ayrılmasında kerahet yoktur.[330]
Namazda, karşıda yüzü namaz
kılana dönük bir kimse bulunuyorsa, o vaziyette namaz kılmak mekruh olur. Sırtı
dönük olursa kerahet yoktur. Ancak yüzü dönükle namaz kılan arasında üçüncü
bir şahıs -arkası namaz kılana dönük bir vaziyette bulunuyorsa- o takdirde
kerahetin kalkacağında görüş birliği vardır.[331]
Namaz kılana yüz
çevirip yönelmek, ister birinci safta bulunsun, ister en geri safta olsun,
farketmez, mekruhtur. Çünkü bu tür hareketler namaz kılanın dikkatini çeker ve
faziletini düşürür. Böyle hareket edende günahkâr olur.[332]
b) Arkası
dönük bir kimse namaz kılanın önünde bulunuyor ve konuşuyorsa, eğer konuşması
namaz kılanı meşgul edecek veya yanıltacak ölçüde ise, bunda kerahet vardır.
Meşgul edecek ölçüde değilse, kerahet yoktur. Yani namaz kerahetsiz kılınmış
olur.
Önde uyuyan kimseler
olduğu halde namaz kılmak mekruhtur. Ancak oda dar olur da başka yerde namaz
kılma imkânı yoksa, o takdirde kerahet yoktur. Nitekim Resûlüllah (A.S.)
Efendimizin Ez-vac-i Tahirat'tan Hazret-i Âişe'nin (R.A.) hücresinde gece namaz
kılarken Hz. Âişe uyuyor ve zaman zaman ayağı Resûlüllah'a doğru kayıyordu.
Yapılan tesbitlere göre, hücreler çok küçük idi. O halde büyük odalarda uyuyan
kimseye karşı durup namaz kılmak mekruhtur.[333]
İçinde ateş bulunan
bir ocağa ya da tandıra yönelip namaz kılmak mekruhtur. Çünkü İslâm başka
milletlere benzememek için bütün tedbirleri almış ve onlardan ayrılmış,
başlıbaşma bir müessesedir. Ateşperestler ateşe yönelip ibadet eder.[334]
Lamba, çıra, mum ve
benzeri aydınlatıcı bir eşyaya yönelib namaz lulmakta kerahet yoktur. Yani bu
gibi eşyanın ön taraf ta bulunmasında bir sakınca görülmemiştir. En sahih olan
da budur.[335]
Önünde asılı bulunan
Mushaf kılıç ve benzeri silâhlara yönelik vaziyette namaz kılmakta kerahet
yoktur. Ancak dikkati çeken herhangi bir eşya, nakış ve benzeri şeylerin
bulunmaması namazın ruhuna ve mânasına daha uygundur.[336]
İmam rükû'a vardığında
dışarıdan bir adamın gelmekte olduğunu hissederse rükû'u bir iki teşbih
miktarı daha uzatabilir. Şayet gelen kimseyi biliyorsa o takdirde beklemesi
mekruh olur.[337]
Ağzında madenî para,
boncuk ve benzeri bir madde bulunduğu halde namaz kılmak mekruhtur. Tabii
kaplama, takma dişler müstesna.. Bunun gibi elinde bir eşya tuttuğu halde
namaz kılmanın mekruh olduğu kabul edilmiştir.[338]
Secde yerine yakın bir
yerde hayvan veya insan dışkısı bulunursa, kılınan namaz kerahetle yerine
getirilmiş sayılır. Çünkü namaza temizlik kapısından geçilmektedir. Namaz
kılacak yerde olmasa bile, yakın yerde tiksindirici bir hava estirmekte ve
böylece huzuru kaçırmaktadır.[339]
Hiçbir özür olmadığı
halde namazda her birinde durulmak suretiyle birkaç adım atıp yürümek
mekruhtur. Tabii bir rükünde ard-arda -üç adım atılırsa namaz bozulur. Ancak
özür sebebiyle böyle va-püıyorsa, kerahet yoktur.
Cami'a girerken henüz
saffa gelip girmeden Tekbir getirmek âe mekruhtur. Çünkü sünnet olan, saffa
girip öylece tekbir getirmektir.[340]
Rükû'da elleri dizler
üzerine, secdede yer üstüne koymamak mekruhtur. Ancak bir özürden dolayı
yapılıyorsa kerahet yoktur.[341]
İmam Ebû Hanîfe ile
îmam Ebû Yusuf â göre imâmın arkasında Fatiha ve sure okumak mekruhtur. Çünkü
imamın kıraati cemaatin de kıraatidir. İmam Muhammed'e göre kerahet yoktur.[342]
Namazda başı yukarı
doğru, kaldırmak, ya da aşağıya eğmek mekruhtur. Bunun gibi. tekbirde elleri
kulak seviyesinden yukarıya kaldırmak veya omuz seviyesinden aşağıda tutmak
mekruhtur.
Secdede karnı
uyluklarla bitiştirmek erkekler için
mekruhtur, ıdınlar için böyle yapmaları müstehabdır.
İkaamet
getirildiğinde imam henüz ortaya çıkıp öne geçme-ıişse cemaatin kalkıp saf
bağlaması da mekruhtur.[343]
Namazda sinek ve
benzeri haşereyi eliyle kovmak da mekrûhtur. Ancak fazla rahatsız edip huzuru
bozuyorsa az bir hareketle kovmakta bir sakınca görülmemiştir. Çünkü özürsüz az
bir harekette bulunmak da mekruhtur.[344]
Beraberinde taşıdığı
silah fazla meşgul etmiyorsa, o
vaziyette namaz kılmakta bir kerahet yoktur.[345]
Namaz insanı Allah'a
yaklaştıran bir ibâdettir. Sayıîmıyacak kadar faydaları vardır. Ruhla beden
arasında denge sağladığı gibi, toplum bünyesinde de arzulanan denge ve huzur
bir bakıma namazla sağlanır. Namaz insanları sevmeyi, insan haklarına saygılı
olmayı öğretir. Mülkün Allah'a ait olduğunu kalblere işler.
O halde başkasına ait
bir toprağı zorla ele geçirip kullanmak haram olduğu gibi, böyle bir toprak
üzerinde namaz kılmak da mekruhtur. Bundan dolayı insan mutlaka sorumludur.
Allah (C.C.) kendişiyle kullan arasındaki günahları affeder. Ama insan
haklarını -sahibi razi edilmedikçe- affetmez.
O halde sözü edilen
arazi üzerinde namaz kılmak caizse de, henv gâsıb günahkârdır, hem o namaz
kerahetle kılınmıştır.[346]
Bunun gibi zorla
alınmış bir toprak üzerinde yapılan cami'de namaz kılmak caiz midir değilmidir?
Bu konuda farklı görüşler ortaya konulmuşsa da, çoğu ilim adamlarına göre caiz
değildir. Meğer ki sahibi razı edile. Bir beldede umuma ait bir yerde yapılan
cami'de -eğer umumun rızası alınmamışsa- namaz kılma caiz değildir.[347]
Bu husustaki kerahetin
tenzihi mi, yoksa tahrimi mi olduğunda da farklı görüşler ortaya konmuştur.
Kerahet tahrimi ise, kılman namazı iade etmek gerekir. [348]
Namaz kılarken anası
veya babası çağıracak olursa, kıldığı namaz farz veya vâcib ise, namazı
bırakmaz. Ancak hemen yardımlarına koşması gereken bir durum varsa, namazı
olduğu yerde bırakmakta bir sakınca görülmemiştir. Nafile namazlada bu
ikisinden biri çığardığı takdirde, fukahamn çoğuna göre, namazı bırakıp onların
çağrısına gidilebilir.
Bunun gibi yabancı bir
kimse çok tehlikeli bir durumda "bulduğu için yardım istiyorsa, o takdirde
kılınan namaz ister farz, ister nafile olsun bırakılıp yardıma koşulur. [349]
Namaz kılarken yanındaki
eşyası çalınır ve bunun da kıymeti bir dirhem (3.2 gr.) olursa o takdirde
namazı bırakıp hırsızı aramak caizdir.
Bunun gibi çoban namaz
kılarken kurdun koyunlara doğru geldiğini görürse, namazı bırakıp kurdu
kovması caizdir.
Namaz kılarken, bir
gayr-i müslim vatandaş gelip «bana islâmı-yeti öğret, Müslüman olmak istiyorum»
derse, namazı bırakıp ona İslâmiyeti öğretmek daha uygun olur. Ancak vakti dar
olur da namazı bıraktığı takdirde kazaya kalma endişesi varsa, o takdirde namazı
tamamlar. [350]
Her gün yeni bir
hayatla başlar. Sabahleyin uykudan kalkıp gözlerimizi yeniden hayata açınca,
bize bu imkânı veren âlemlerin Rab-bini düşünmek, zikir ve teşbihte bulunmak en
doğru harekettir. Dünya sözü konuşmak mekruhtur.[351]
Cami1 ve mescidler
Allah'a ibâdet için yapılır. Mü'minler günde beş vakit hayatın sıkıntı ve
dağdasını bir tarafa bırakarak bu yerlerde toplanıp hep birlikte Allah'a olan
kulluk görevlerini yerine getirir, görüşür, dertleşir, müşkillerini çözer, ve
birbirine yardım edilmesi gerekiyorsa bunu düşünürler.
İnanmışlar için bu kadar
önemli olan ve ilâhi rahmetin de bolca indiği kutsal yerler sayılan cami ve
mescidlerin damında küçük, büyük abdest bozmak veya cinsel yaklaşmada bulunmak
mekruhtur. İAncak içinde mescidi de bulunan bir evin damında belirtilen şeyleri
yapmakta bir sakınca görülmemiştir.
a) Günümüzde
bazı apartman katlarının mescid olarak
kullanılması bu ikinci şıkka girer. Yani ev içinde mescid hükmünde sayılır.
Bu bakımdan mescidin üstündeki dairelerde hamam ve tuvaletin bulunmasında bir
kerahet görülmemiştir.
b) Bayram
namazlarının kılındığı açık yerler ile
cenaze namazının kılındığı yer bu konuda mescid hükmünde değildir. [352]İmama
uymak konusunda ise mescid hükmündedirler.
Camilerin avlusu
cami'a dahil sayılır ve aynı hükmü alır. Bu bakımdan cami avlusunda durup
içerideki imama uyan kimsenin namazı caizdir. Ancak kerahet vardır. Cemaat
arayeri dolduruyor-sa, o takdirde kerahet de yoktur[353].
Cami'leri alçı ve
benzeri şeylerle süslemek, altın varakla motif-lemek mekruh değildir.
Her ne kadar Asr-i
Saadette camilerde nakış, motif ve benzeri süslemeler, yoktuysa da sonraları
müslümanlarm mâbedlere karşı gösterdikleri -şekil bakımından- aşırı ilgi, çok
muhteşem ve o nisbet-te süslü camilerin yapılmasına yol açmıştır. Ayrıca
Hıristiyan âleminin, bilhassa din adamlarının kiliseleri cazip hale getirmek
için çok özen göstermelerinin de bunda te'sirini unutmamak gerekir. Ne var ki,
yukarıda da işaret ettiğimiz gibi, namazda dikkat çeken, kalbi ve kafayı
meşgul eden şeylerden kaçınmakta yarar vardır. Bu bakımdan Resûlüllah (A.S.)
Efendimiz ibâdette de ibadet yerinde de ölçülü bir sadelik getirmiştir. Fukaha,
Müslüman cemaatin bu samimi ilgisini ve öteden beri sürüp gelen bu tür
âdetlerini dikkate alarak bunda kerahet olmadığını söylemişlerdir.[354]
Camiler umuma açık
ibâdet yerleri olduğu için kapılarının ] kapalı tutulması mekruhtur Çünkü
böyle yapmak, mâbedlerde ibâdet etmek isteyenlere engel olma anlamını taşır.
Ancak hırsızlık olayları çoğaldığı, devlet otoritesinin zaafa uğradığı
zamanlarda namaz vakitleri dışında kapatmakta bir sakınca görülmemiştir Sahih
olan kavi de budur. [355]
Cami duvarlarına ve
mihrap üzerine Kur'ân'dan bazı âyetleri
yazdırmak uygun karşılanmamıştır. Fukaha buna «müstehsen değil» tabirini
kullanmıştır. Çünkü zamanla bunların yere düşme veya silinip bozulma tehlikesi
vardır.
Üzerinde Esma-i Husnâ
yazılı bulunan veya Kur'ân âyetleri nakşedilen yaygıların yere serilmesi,
kullanılması mekruhtur. Bu gibi _ıcyaygı ve levhaları süs eşyası olarak
duvarlara asmaya cevaz vermişlerdir.[356]
Cami' ve mescidlerin
içinde âğız çalkalamak, balgam ve tükürük atmak, çamurlu ya da necis
ayakkabıyla girip etrafı kirletmek mekruhtur. Ancak camiin içinde abdest almak
için özel bir yer ayrılmışsa, o takdirde etrafı yine kirletmemek kaydiyle
abdest almakta bir sakınca yoktur. Bunun
gibi büyükçe bir kap içinde yine gerekirse abdest almak mekruh sayılmamıştır.[357]
Çok kirli ve yağlı
elbiseyle, ya da kokmuş kirli çoraplarla cami' ve mescidlere girmek te
mekruhtur. Hattâ bu koku cami'de ibâdet edenleri tiksindirirse, bunun tahrîmen mekruh olduğunu söyliyenler de
var. Her şeye rağmen Sünnete aykırıdır.
Camilerin içini temiz
tutmamız gerektiği gibi dış duvarlarını da temiz tutmamız sünnettir. Çamurlu ayakkapları cami duvarlarına sürmek,
pis suları cami' önlerine dökmek sünnete aykırı olduğu için mekruh sayılmıştır.
Hattâ böyle yapanlara Peygamberin (A.S.) lanet ettiği sahih rivayetlerle sabit
olmuştur.
Cami'lerin içinde kuyu
kazmak mekruhtur. Daha önce mevcut kuyu üzerine inşa edilen bir cami' varsa,
onun da kuyusunu kapamak daha uygun olur. Ancak kuyu çok eskiden kalma hem
tarihî değeri, hem de insanlara yararı varsa terkedilir. Zemzem kuyusu bu
cümledendir.
Cami'lerin içine ağaç
dikmek te mekruhtur. Ancak cami avlusu geniş olduğu takdirde gölgesinden
yararlanmak için dikilmesinde bir sakınca görülmemiştir.[358]
Camilerin içinde
cami'a ait bir takım malzemeyi korumak için kapalı bir bölüm, küçük odamsı bir
yer yapmak mekruh değildir.
d) îki ve
daha çok kapılı olan camü'eri yol gibi kullanmak mekruh sayılmıştır. Ancak bir
kapıdan girip diğerinden çıkmakta bir zaruret varsa, yani karşı tarafa geçecek
başka yol yoksa o takdirde cevaz verilmiştir.
e) Camilerde
terzilik yapmak, ayakkabı tamir etmek gibi işler-., de bulunmak mekruh
sayılmıştır. Ücretle çocuklara Kur'ân ve din dersi okutan hocaların camii
dershane yapması, yani namaz vakitleri dışında bu maksatla kullanması hakkında farklı görüşler var, çoğuna göre
mekruh değildir. Ücretsiz okutanlar için ittifakla kerahet olmadığı tesbit
edilmiştir.
Büyük binaların bir
bölümü mescid olarak kullanıldığında veya apartman katlarından biri bu maksada
tahsis edildiğinde, cami' ve mescidlerle ilgili hükümler bunlar hakkında aynen
câri olur mu? -Apartmandaki dairelerden biri buna tahsis edilir ve ora
sakinlerince içinde namaz kılınır, dışardan gelenlere de açık tutulursa,
mescid ahkâmına tabi olur : îçinde ahm-satımda bulunmak, cünüp olarak girmek
gibi fiil ve davranışlar haram sayılır.
Büyük binanın
bünyesindeki odalardan biri, ya da binanın bir bölümü buna tahsis edilir, ancak
bina açık tutulduğu zaman namaz kılınabilir, kapalı tutulduğunda mescid de
kapalı kalırsa, o takdirde cami' ve mescidler hükmü bunda câri değildir.
İsterse gelip namaz kılanlar men'edilmesin.[359]
Camilere konulan
yakıtlar ya vakıftan sağlanır, ya da hayırsever bir Müslüman tarafından
bağışlanır. Her iki durumda da bu yakıtı götürüp başka yerde kullanmak doğru
değildir. Mutlaka mekruhtur.
g) Cami' ve
minarelerin ışıklarının gecenin üçte biri geçince söndürülmelidir. Ancak yakıtı
vakfeden kimse sabaha kadar yanmak şartını koymuşsa, bu şarta riâyette bir
sakınca yoktur. Şahıslar tara- fmdan bağışlanan ve vakıf anlamı taşımıyan
yakıtların en geç gecenin üçte biri geçinceye kadar yanmasına cevaz verilmiştir.
Bu konuda bir de beldenin
âdet ve örfüne riâyet edilmesinde bir sakınca bulunmadığı belirtilmiştir.
Nitekim ülkemizde bilhassa Ramazanda ve mübarek gecelerde sabahlara kadar
minarelerin ışıklandırılması, yine ışıklı mahyaların kurulması âdet haline
gelmiştir. Bunu devam ettirmekte bir sakınca yoktur.[360]
Şahıs tarafından
yaptırılan cami' ve mescidin donatılması, ışıklandırılması, lüzumlu
ihtiyaçlarının karşılanması hususunda onu yaptıran herkesten daha haklı ve daha
lâyıktır. Hattâ ezan ve ikaa-meti de onun yerine getirmesinde bir öncelik hakkı
tanınır. Ancak buna ehil değilse, o takdirde sözü edilen hususlarda onun
görüşüne başvurulur.[361]
Ancak cami' ve
mescidi yaptıran şahıs, "bunu
mülkü gibi kullanmamalı ve o nazarla bakmamah, yerli yersiz bir takım müdahalelerde
bulunmamalıdır. Aksi halde cami'i umuma ait kılmamış sayılır. Bunda da birçok
mahzurlar vardır. Çünkü camiler ancak Allah )î; (C.C.) rızasını kazanmak
niyetiyle ibâdet için yapılır ve umuma açıkı tutulur. [362]
Cami' ve mescidler
oturmak için değil, ibâdet içindir. Bu bakım-m dan gidip orada hiçbir ibâdet
yapmadan oturmak pek uygun değil-t dir. Zikir ve teşbihle meşgul olanların
gidip oturmasında bir sakınca yoktur. Ancak bu arada bir şey kaybolursa, o
şahıslara tazmin '", edilir.[363]
Vitir: Sözlükte «tek olan
şey»e denir. İstılahta ise, yatsı namazından sonra kılınan üç rek'atli namazın
özel ismidir.
a) Vitir
namazı sünnet ile sabit olmuştur. Yapılan sahih rivayette Duyuruluyor ki :
«Şüphesiz ki Allah
size bir namaz fazla kildi; haberiniz olsun ki o, Vitir'dir. Bu namazı yatsı
ile fecir arasında kılın.»[364]
Hz. Hatice'den yapılan
rivayette deniliyor ki :
Resûlüllah (A,S.) Efendimiz
çıka geldi ve şöyle buyurdu : «Doğrusu Allah size bir namaz ile lûtufta
bulundu; o namaz size kızıl tüylü develerden daha hayırlıdır; o Vitir
namazıdır. Onun size yatsıyla fecir doğuncaya kadar geçecek zaman içinde meşru'
kıldı.»[365]
b) Bu
hadîslerin ışığı altında İmanı Ebû Hanîte'den üç rivayet yapılmıştır :
1. Vitir
namazı farzdır,
2. Vitir
namazı müekked sünnettir,
3. Vitir
namazı vâcibdir.
Vâcib olduğuna dair
yapılan rivayetin, İmamın en son bu konuda çıkardığı bir hükümdür. Sahih olan
da budur. Hanefi imamları bu rivayeti esas kabul ederek Vitir namazının vâcib
olduğuna kaaüdirler.[366]
Eğer Vitir namazı
yatsıya bağlı bir sünnet olsaydı,, gecenin sonuna geciktirilmesi mekruh
olurdu. Halbuki bu namazın yatsıyla fecir arasındaki zaman içinde
kılınabileceği belirtilmiştir. Diğer taraftan yatsının son iki rek'at
sünnetini gecenin sonuna geciktiremi-yoruz çünkü o, yatsı namazına tabi'dir.[367]
Vitir namazı Hanefi
mezhebine göre vâcib olduğundan onu, ayakta durup kılma gücü olduğu halde oturarak
kılmak mekruh sayılmış, bunun gibi binek üzerinde -bir özür olmadıkça-
kılınması da aynı hükme bağlanmıştır.[368]
Vitir namazı yine
vâcib olduğundan ister unutularak, ister kas-den terkedildiği takdirde kazası
gerekir. Bunun gibi, Vitir namazına vitir niyeti getirmeksizin kılınması da
caiz sayılmamıştır.[369]
Vitir namazı kaza
edildiğinde yine Kunut duâsıyla birlikte kaza edilir. Çünkü bu duayı okumak ta
vâcibdir.
Vitir namazı, yukarıda
da belirttiğimiz gibi, üç rek'attir, bir selâmla kılınır.[370]
Üçüncü rek' atin
kıraati bittikten, yani Fatiha ve Zamnı-ı Sure okunduktan sonra henüz rükû'a
varılmadan tekbir getirilerek eller kulak seviyesine kadar kaldırılır ve tekrar bağlanarak Kunut okunur. Kunut duâsmda ayakta durmanın
süresi, İza'ssemâu'nşakkat Sûresi
okunacak kadardır.
Kunut'ta elleri
bağlamayıp yanlara sarkıtmanın uygun olduğunu söyleyenler olmuşsa da sahih
olan kavi, ellerin bağlanmasıdır.[371]
Bu konuda farklı
görüşler varsa da, muhtar olan kavle
göre, hem imamın, hem cemaatin, hem yalnız başına kılanın gizli okuması daha
uygundur.[372]
Kunut'ta
belirlenmiş bir duâ yoktur. Ama en uygun olanı.
allahümme inna
nestaînuke duâsım sonuna kadar okumaktır. [373]bu
duadan sonra. allahümme'ihdina fimen hedeyte duasını okumak ta tavsiye
edilmiştir.
Bu duaları okumasını
beceremiyen kimsenin, rabbena atina fi'd-dünya haseneten ve fi'l-âhîreti
ha-seneten ve kına azabe'n-nar duasını okuması kâfidir. Çünkü bu, duaların en
anlamlı ve kısa olanlarından biridir: Bunu da beceremediği takdirde üç defa :
allahümme iğfir lenâ'yı okur.
Kunut'u unutup
okumadan rükû'a gittikten sonra hatırlayan kimse artık ^eri dönmez, namazın
sonunda vacibi terkten dolayı yanılma secdesi yapar.[374]
Bununla beraber dönüp
okur ve yeniden rükû' yapmadan namazını tamamlarsa, sahih olan kavle göre,
namazı bozulmamış sayılır.[375]
Fâtiha'yı okuyup
rükû'a giden, yani zamm-ı sureyi unutup okumayan kimse döner hem unuttuğu
sureyi, hem de Kunut'u okur ve yeniden rükû'a varıp namazını öylece tamamlar.
Sonunda yanılma secdesi yapar. Bunun gibi yalnız sureyi okur da Fâtiha'yı
unutur, öylece rükû'a varır ve sonra hatırlarsa, yine döner, hem Fatiha ve
sureyi okur, hem de Kunut duasını okur. Namaz sonunda yanılma secdesi yapar. Bu
durumda da rükû'u tekrarlar. Yani dönüp Fatiha, sure ve Kunut'u okuduktan sonra
yeniden rükû' yapar. Şayet bu durumda rükû'a iade etmiyecek olsa, yine de
namazı tamamdır.[376]
İmam rükû'a vardıktan
sonra Kunut okumadığını hatırlarsa artık dönüp okumasına gerek yoktur. Şayet
dönecek olursa, rükûu iade etmesine gerek yoktur. Bununla beraber rükû'u iade
eder, fakat cemaat ona uymazsa, sadece ilk defa rükû'a vardığında uymakla yetinirse
veya cemaat ilk rükû'da ona uymamış, iade ettiğinde uymuş-sa namazları bozulmaz.[377]
Hanefî fukahasmm ileri
gelenlerine göre, Kunut'un sonunda Sa-lâvat-i şerîfe okunmaz.
Cemaat, Kunut duasında
imama tabi'dir. Bu bakımdan cemaat duayı henüz bitirmeden imam rükû'a giderse,
onlar, da ona uyar.
İmam kunutu okumadan
rükû'a varır, cemaat te hiç başlamamişsa imama rükû'da yetişeceklerini kanaat
getirirlerse Kunut okuyup öylece rükû'a varırlar. Yetişmiyeceklerini tahmin
ettiklerinde onlar da okumadan imam tabi' olup rükû'a giderler.
Vitir namazının
birinci, ikinci ve üçüncü rek'atlerinden hangisini kılmakta olduğunda şüpheye
düşerse, bu takdirde bulunduğu rek'atte Kunut okur, secdeleri yaptıktan sonra
teşehhüde oturur ve selâm vermeden kalkıp iki rek'at daha iki teşehhüdle kılar,
aynı zamanda her rek'atte ihtiyaten bir.Kunut okur, namaz sonunda yanılma
secdesi yapar. Bazlarına göre, bu durumda hiç bir rek'atte kunut okumaz. Ama
birinci görüş daha sahih, kabul edilmiştir. Çünkü Kunut okumak vâcibdir.
Şüpheye düşüldüğü yerlerde buna riâyet daha uygun olur.[378]
Mesbuk (namaz ortalarında gelip imama uyan
kimse) imamla birlikte Kunut duasını
okur; sonraya bırakıp yalnız basma yapmaz. Ancak Kunut okunduktan sonra gelip
uyarsa, o takdirde kendisi yapar. Ne var ki fukahanın çoğu bu durumda da
yetişemediği rek'atle-ri tamamlarken Kunut duasını yapmaz, demişlerdir. Fetva
buna göre verilmiştir. Bununla beraber okumasında bir salanca da yoktur.[379]
Vitir namazından
başkasında Kunut okunmaz. Ancak Şafiî Meznebine göre, sabah namazının ikinci
rek'atinin rükû'undan kalkıldığmda secdeye varılmadan ayakta Kunut okunur. Bu durumda bir Hanefî, Şafiî olan imamın
arkasında sabah namazını kılarsa, kunut duasında susup ayakta bekler. [380]Sahih
olan da budur. [381]
Nafile, diğer bir tabirle
tetavvu' namazlar, farzlardan meydana gelen noksanlıkları kapamak içindir.
Diğer bir yönüyle de insanı farzlardan sonra Allah'a yaklaştıran bir ibâdettir.
Aynı zamands vakti müsait olan kimselerin zamanını değerlendirme bakımmdar bu
namaz oldukça önemli bir yer tutar.
a) Resûlüllah
(A.S.) Efendimiz bu hususta şöyle buyurmuştur :
«İnsanlar kıyamet günü
amellerinden ilk önce namazdan hesaba çekilir. Allah bildiği halde yine de
meleklerine : «Kulumun namazuna bakın, tamamlamış mı, noksan mı bırakmış?»
buyurur. Kulun kıldığı farz namazlar tam kılınmışsa, melekler onun için tam
yazarlar. Noksan bir şey bırakmişsa, Allah yine : «Meleklerim bakın, kulumun
kıldığı nâfiîe namaz var mı?» buyurur. Nafile namazı varsa, «Kulumun farz
namazını onun kıldığı nafile ile tamamlayın.» buyurur. Sonra amelleri buna göre
alınıp değerlendirilir.»[382]
«Kulum en çok farz
kıldığım ibâdetlerle bana yaklaşır ve durmadan nafile ibâdetlerle yaklaşmaya
devam eder. O kadar ki onu sevmeye başlarım. Sevince de onun gören gözü, işiten
kulağı, tutan eli ve yürüyen ayağı benimle olur. Artık kulum benimle görür, benimle
işitir, benimle tutar ve benimle yürür.»[383]
Nafile namazların af
dalı, vakit namazlarıyla kılınanlarıdır. Bunlar da nıüekked ve gayr-i müekked
olmak üzere ikiye ayrılır. Müek-ked olanlar, Rasûlüllah (A.S.3 Efendimizin
devam ettikleridir. Gayr-i müekked olanlar, Resûlüllah'm bazen kılıp bazen
terkettiğidir.
Müekked olup vakit
farzlarından önce ve sonra kılınan sünnet namazlar 12 rek'attir. Sevgili
Peygamberimiz bunu hem övmüş, hem ümmetine tavsiye etmiştir :
«Kim bir gün bir
gecede 12 rek'at namaza devam ederse Allah onun için Cennette bir ev yapar.
Bunlar : Öğle Varandan önce dört, farzdan sonra iki rek'at; akşam farzından
sonra iki ve yatsı farzından sonra da iki rek'attir. İki rek'at te sabah farzından öncedir.»[384]
Bu ve diğer ilgili
hadîslere dayanarak fukaha gerekli tesbiti şöyle yapmıştır :
Sabah farzından önce,
öğle akşam ve yatsı farzlarından sonra
ikişer rek'at
sünnettir. Öğle farzından ve Cuma farzından önce dört rek'at, Cuma farzından sonra da dört
rek'at sünnettir. Dört rek'atli sünnetler -Hanefüere göre- bir selâmla kılınır.
O kadar ki bunları iki selâmla kılacak olursa, sözü edilen sünnet yerine
geçmez. [385]
a) Sabahın
iki rek'atidir.
b) Sonra
akşamın iki rek'atidir.
c) Sonra
öğle farzından sonrakidir.
d) Sonra
yatsıdan sonrakidir.
e) Sonra da
öğle farzından öncekidir.[386]
Bu sünnetlerin
terkedilmesi doğru değildir. Çünkü Resülüllah (A.S.) Efendimiz hem yapmış, hem
tavsiye etmiştir,. Ancak ilim adamları fetva verecek duruma gelirde bu konuda
gerekli çalışma yapar, fetva soranlara cevap vermek için araştırmada bulunması
gerekirse, sözü edilen sünnetleri terketmesine ruhsat verilmiştir. Bu bir
ruhsattan ziyade de bir cevazdır. Ancak sabahın iki rek'atini bu durumda olan
ilim adamlanda terketmez, buna cevaz verilmemiştik.[387]
Fecir henüz doğmamış
zannıyla iki rek'at nafile, kıldıktan sonra, fecrin daha önce doğduğu
anlaşılırsa, müteahhirîn âlimlerine göre, bu sabah sünneti yerine geçer. Çünkü
kılman nafile, sabah sünnetinin vaktinde yerine getirilmiştir.
Şemsül-Eimme El-Helvânî de aynı
görüştedir.[388]
Sabah sünnetini ayakta
kılmaya güç getirebilen kimsenin oturarak kılması, caiz değildir. Çünkü bü,
sünnet vacibe yakın bir mâna ve hüküm taşımaktadır.[389]
Fukahanın çoğu,
birinci rek'atte Kâfirun» ikinci rek'atte Ihlâs sûrelerinin okunmasını tavsiye
etmişlerdir. Yapılan sahih rivayete göre, Resûlüllah (A.S.) Efendimizin çoğu
kez bu iki sureyi okuduğu bilinmektedir. Başka sûreleri de okuduğu muhakkaktır.
Sabahın bu iki rek'at
sünnetini fecir doğunca vaktin evvelinde, kılınması, hattâ cemaatle namaz
kılanların bunu evlerinde küıp öylece caini'a gelmeleri afdaldır. Vakit
girmeden kıhnmazv
Fecir doğduktan sonra
iki defa ikişer rek'at sünnet kılacak olursa son kıldığı sünnet sabahın iki
rek'ati yerine geçer; çünkü farza en yakın olanı budur. Farzla sünnet araşma
böylece bir başka nafile girmemiş olur.[390]
Genellikle sünnet
namazlar vaktinde kılınmadığı takdirde kaza edilmez. Ancak sabah sünneti farzla
birlikte vaktinde kılmmazsa, güneş doğup kerahet vakti çıktıktan sonra ikisi
bir arada kaza edilir. Bu da onun afdaliyetine binaendir. Zeval vaktinden
sonraya kalırsa, artık yalnız sabahın farzı kaza edilir. Sahih olan da budur.[391]
Sabah sünneti vaktinde
kılmmazsa, yalnız başına kaza edilmez." Bu, İmam Ebû Hanîfe ile İmam Ebû
Yusuf'a göredir. İmam Muhammed'e göre yine de zeval vaktinden önce kaza
edilebilir. Fetva İma-meyn'in görüşüne göredir.[392]
Öğle farzından önceki dört
rek'at sünnete gelince, bunu farzdan
önce kılamıyan kimse, farzdan sonra kılar. Vakit devam ettiği sürece
kılınabüir. Çünkü öğle farzından sonra meşru sünnet vardır. O takdirde bu
meşruiyete binaen kaçırılan sünnet farzdan sonra kalınabilir. Sahih olan da
budur. Ancak İmam Muhammed'e göre sözü edilen dört rek'at sünneti hemen farzdan
sonra kılmak af daldır. Yani öğle farzından sonra, önce kılmmıyan dört rek'at sünnet,, sonra da bu farzı
müteakiben kılınacak olan iki rek'at sünnet kılınır. Bu-, nun aksini
söyliyenler varsa da, fetva İmam Muhammed'in görüşüne göredir.[393]
e) Vakit
sünnetlerinin terkine pek cevaz verilmemiştir. Hattâ bunları önemsemediği
veya hafife aldığı için
terkedenlerin küfre girmesinden
korkulur, denilmiştir. Bunların kıymetini takdir eder, fakat kılmazsa, günahkâr
olur. Sahih olan da budur.[394]
Öğlenin dört rek'at
sünnetini kılarken ilk iki rek'atin sonunda oturmayıp namazı öylece tamamlarsa,
istihsanen caiz sayılır.[395]
İkindi farzından önce,
yatsı farzından önce ve sonra dörder rekat kılmak menduptur. Akşam namazından
sonra altı rek'at kılmak da menduptur, aynı zamanda buna Evvabîn = Allah'a
çokça yö-nelip yaklaşmak ve kalbini hep O'nunla meşgul etmek isteyenlerin
namazı da denilmiştir.[396]
İmam Muhammed,
İkindiden önce mendup olan dört rek'atle, yatsıdan sonraki dört rek'atin iki
rek'at olarak da kılınmasında bir beis olmadığını söylemiştir. Ne var ki dörder
rek'at kılınması afdal görülmüştür.[397]
Mendup namazlardan
biri de kuşluk vaktinde en az iki rekat kılınan namazdır. Buna DÛHÂ namazı
denir. En az iki, en çok on iki rek'at kılınır. Vakti ise, güneş ufuktan
yükselip kerahet vakti geçtikten sonra başlar ,zeval vaktine kadar devam eder.
[398]
Sabahın iki rek'at
sünneti hakkında ResûlüUah (A.S.)'m şöyle buyurduğu tesbit edilmiştir :
«Bu iki rek'at benim
yanımda hem dünyadan, nem dünyadaki eşyadan hayırlıdır.[399]
«Sabahın iki rek'at
sünnetini terketmeyin, isterse atlı düşmanlar sizi kovalasın.»[400]
«Sabahın iki rek'at
sünnetini güneş doğuncaya kadar kılamıyan kimse, onu güneş doğduktan sonra kaza
etsin.»[401]
İbn Ömer (R.A.) diyor
ki :
Resûlüllah (A.S.)
Efendimizden on rek'at sünnet namaz alıp muhafaza ettim : Öğle farzından önce
iki, sonra da iki rek'at, Akşam farzından sonra iki rek'at, yatsı farzından
sonra iki rek'at ve sabah farzından önce iki rek'at (Akşam ve yatsıdan sonraki
iki rek'ati evin-do kılardı, [402]
Abdullah bin Şakik de
diyor:
Hazreti Âişe
Validemizden Resüiüllah'ın namazından sordum, bana şu cevabı verdi :
«Öğle farzından önce
dört, sonra iki rek'at kılardı.» [403]Hanefî
fukahası daha bu hadisi ictihadlarma dayanak kabul etmişler.
Ayrıca öğle sünnetinin
sekiz rek'at olduğu hakkında da rivayet vardır. Mü'minlerin anası Ümmü Habibe
(R.A.) diyor ki : Resûlüllah (A.S.) Efendimiz bu konuda şöyle buyurdu «Kim
öğle farzm-i dan Önce ve sonra dörder rek'at kılarsa, Allah onunetini cehenneme
haram kılar.»[404]
Akşamın iki rek'at
sünneti hakkında İbrı Ömer lR.A.)'nm şöyle dediği tesbit edilmiştir :
«Bu Öyle bir namazdır
ki, Resûlüllah (A.S.) Efendimiz onu hiç terketmedi; diyebilirim.»
İkindi farzından önce
iki ya da dört rek'at gayr-i müekked sünnet hakkında îbn Ömer diyor ki;
Resûlüllah (A.S.) Efendimizden duydum şöyle buyurdu :
«İkindi farzından önce
Ûört rek'at kılan kimseye Allah merhamet etsin.»[405]
Akşam farzından önce
iki rek'at kılınması hakkında Resûlüllah (A.S.) Efendimizin şöyle buyurduğu
rivayet edilmiştir.
«Akşamın farzından
önce namaz kılın, akşamın farzından önce namaz kılın!» sonra da şunu ilâve
etmiştir : «İsteyen kimse kılsm!»[406]
«Sizden her
birinizin.kemik ve eklemleri üzerine sabahladığında bir sadaka vardır : Her
teşbih bir sadakadır. Her tahmîd bir sadakadır. Her telılil bir sadakadır. Her
tekbir bir sadakadır. İyilikle em retmek bir sadaka, kötülükten men'etmek te
bir sadakadır. Bütün bunlara karşılık iki rek'at Duha (Kuşluk) namazı yeter. [407]
«İnsanda 360 eklem
vardır. Her eklem için bir sadaka vermesi gerekir.»
Bunun üzerine Ashab-ı
Kiram sordu :
— Buna kim güç getirebilir? Cevap verdi :
— «Cami' ve mescide atılan tükürük (ve benzeri
şeyi) kaldırıp toprağa gömmek, yol üstündeki (gelip geçenleri tiksindiren veya
onlara eziyet veren) şeyi gidermek bütün bu sadakaların yerine geçer. Buna da
güç getirilmediği takdirde iki rek'at kuşluk namazı yeter»[408]
Ebû Hüreyre
(R.A.) diyor ki :
«En yakm ve en sıcak
dostum Resûlüllah (A.S.) Efendimiz bana
şu üç şeyi yapmamı
tavsiye etti :
1. Her ay üç
gün oruç tutmamı, (Kamerî ayların 13, 14, 15. günleri)
2. İki
rek'at kuşluk (Dûhâ) namazı kılmamı,
3. Uyumadan
önce Vitir namazını kılmamı...»[409]
İslâm, mabede hürmet
edilmesini, oranın her yerden daha çok temiz tutulmasını emreder. Zaten bir
memleket veya mahalle halkının Peygamber Sünnetine göre yaşayıp yaşamadığını
öğrenmek için orada bulunan camiye bakmak kâfidir. İbâdet yerine ilgi göster-miyen,
orayı namaz ve benzeri ibâdetlerle süslemeyen, aynı zamanda temiz tutmayan bir
memleket halkı, ruhen ölmüş sayılır.
Cami' ve mescidin yeri
İslâm'da çok önemlidir. Bir aile için ev, sarmak ne ise, İslâm cemaati için de
çâmi' odur. Resûlüllah (A.S.) Efendimiz Medine'ye hicretlerinde Kubâ mevkiine
geldiğinde dört îüh kaldı. Bu kasabada Amr oğullan oturuyordu. îlk mescidi
bura-ia yaptı ve ilk cuma namazını da burada kıldırdı. Medine'ye geldiklerinde
ise devesinin ilk çöktüğü yerin mescid yapılmak üzere satın 'alınmasını
emretti. Bu, Hz. Peygamberin ibâdet yerine olan ilgisini, ümmet için ne kadar
lüzumlu olduğunu göstermektedir. Diğer bir rivayete göre, Resûlüllah (A.S.)
Efendimiz Küba'da mescid yaptıktan sonra cuma günü sabahleyin oradan hareket
edip Salim bin Avf yurduna Rânuna denilen vadiye geldiğinde öğle vakti olmuştu.
îlk cuma namazım burada kılmıştır. Sahih olan da budur.
a) Yine bize
kadar gelen sahih rivayetlere göre, Resûlüllah (A. S.) Efendimizin, cami' ve
mescidlere giden insan kendini her bakımdan aydınlatmış olur, anlamında şöyle
duâ ettiği, Allah'tan aydınlık dilediği bilinmektedir,
«Allahım! kalbimde bir
nur, gözümde bir nur, kulağımda bir nur, sağımda bir nur, arkamda bir nur,
damarlarımda bir nur, etimde bir nur, kanımda bir nur, kılımda bir nur, ve
derimde bir nur meydana getir.» [410]
Bu duayı Mescid'e giderken
yapardı. O halde cami' ve mescidlere giden her mü'minin bu duayı yapması hem
müstehabdır, hem de içine biriken kirlerden temizlenmek için çok lüzumludur.
Cami' ve mescide
girildiğinde ise iki rek'at Tahiyyetü'l-Mescid namazı kılmak rnenduptur. [411]
Niyet ettim Allah
rızası için iki rek'at Tahıyyetü'l ,Mescid Namazına der ve sünnet namaz gibi
iki rek'at kılıp selâm verir.
b) Abdest
aldıktan sonra iki rek'at kılmak :
Abdest daha çok namaza
bir ön hazırlık anlamını taşır. Beden temizliğinden ruh temizliğine bir geçiş
sayılması bundandır. O halde abdest aldıktan sonra vakit müsaitse, kerahet
vakti de değilse iki rek'at namaz kılmak menduptur. [412]
İstihare, hayr ummak,
Cenâb-ı Hak'tan hayır dilemek anlamına gelir' Düşünüp te başlamak istediğimiz
bir isin sonunun ne olacağım önceden kestirmemiz çok zor, bazen de imkânsızdır.
Veya başla mak istediğimiz bir işin hayırlı olup olmadığını, bize iyilik
getirip getirmiyeceğini de bilmiyoruz. Bu ve benzer tereddüde düştüğümüz
hususlarda, olayların ve işlerin sonunu ve doğuracağı neticeyi bilen Allah'a
yönelip O'ndan hayır ve iyilik ummamız kadar asil bir davranış var mıdır?
İslâm, Hakk'a
teslimiyeti ifâde eder. Bu gibi hallerde O'na teslim olup hayrın kapısının
açılmasını dilemek, kulluğumuza yakışan bir düşünce tarzı değil midir?
O halde abdest alıp
önce iki rek'at namaz kılıp öylece durumumuzu Mutlak Kudret Sahibine
arzetmemiz mendup sayılmıştır. Bu-k; nu sünnet olarak niteleyebiliriz.
Hz. Câbir (R.A.) bu
konuda şöyle demiştir.
«Rasûlüllah (A.S.)
Efendimiz her işimiz ve durumumuzda istihare yapmamızı bize öğretir,
Kur'ân'dan bir sure talîm ettiği gibi bunu da talîm ederdi: «Sizden biriniz bir
iş yapmaya azmettiğinde, 'farzlardan başka olmak üzere iki rek'at namaz kılsın
ve sonra şu duayı yapsın : Allahım! Senin ilminle Senden hayr umarım, Senin
kudretinle güç ve kudret beklerim. Senin büyük farzl-u kereminden dilekte
bulunurum. Çünkü Senin gücün yeter, benimki yetmez, Sen bilirsin ben bilmem.
Şüphesiz ki sen gaybleri çok bilensin. Allahım! bu işim benim İçin dinimde,
yaşayışımda ve durumumun varacağı neticede hayırlı olacaksa, onu bana takdir et
ve kolaylaştır; sonra da bana mübarek kıl. Eğer bu işin benim dinimde,
yaşayışımda ve durumumun neticesinde şer olacaksa, onu benden çevir, hayır neredeyse
onu bana takdir et ve beni onunla hoşnud kıl.»
Bu duadan sonra
dileğini belirtir ve uyur. [413]
Mendup olan namazlardan
biri de Tesbîh Namazı'dır. Dört rek'-
atte 300 defa sübhanellahi ve'l-hamdü ltllâhi velâ
ilahe illâllahu va'llahu ekber denildiği
için buna Tesbîh Namazı denilmiştir.
Bu namazı Resûlüllah
(A.S.) Efendimiz amcası Hz. Abbas'a (R. A.) tavsiye ederek şöyle buyurmuştur :
«Ya Abbas! Sana bîr
şey vereyim mi, sana bir bağışta bulunayım mı? Sana bir özellik tanıyayım mı?
Sana on haslet ölçüsü vereyim mi? ki onları işlediğinde, Allah senin geçmiş ve
gelecek, eski ve yeni hatâ ile yapılanı, kasden işlenileni; küçüğünü büyüğünü,
gizlisini açığını olmak üzere günahlarını affeder. On haslet şudur :
Dört rek'at namaz
kılarsın, her rek'atinde Fâtiha-ı Şerife ile bir sure okursun. Birinci rek'atte
kıraati okuyup bitirdikten sonra ayakta iken on beş defa Sübhanallahi Ve'l-Hamdü
Lillahi Ve Lâ İlahe İllâllahu Ve'llahu Ekber dedikten sonra rükû'a varırsın ve
aynı teşbihi on defa rükû'da söylersin. Sonra başını kaldırıp ayakta on defa
söylersin, sonra secdeye gider on defa orada söylersin. Sonra secdeden kalkıp
iki secde arasında on defa, ikinci secdeye vardığında yine on defa, sonra
secdeden kalktığında on defa söylersin ve böylece bir rek'atte 75 defayı
tamamlamış olursun. (Bu rivayetle daha çok Şafiî-ler amel etmiştir.)
Ey amcam! Eğer güç
getirebilirsen her gün bu namazı bir defa kılarsm. Buna güç getiremediğin
takdirde her cuma bir defa kılmaya çalışırsın. Bunu da yapamazsan her sene bir
defa kılmaya çalış. Bunu da yapamazsan hiç olmazsa ömründe bir defa olsun kıl.»[414]
Bu hadîs birçok
tarikle rivayet edilmiş, sahabeden bir cemaatin isimleri yer almıştır. Bu
sebeple hadîsçiler bunun sahih olduğunu belirtmişlerdir.
Fukaha bu rivayetlerin
hepsini dikkate alarak şöyle demişlerdir:
Teşbih Namazı
menduptur. Dört rek'at halinde kılınabileceği gibi ikişer rek'at halinde de
kılmabilir. Niyet edilip İftitah Tekbiri getirildikten sonra Sübhaneke okunur,
sonra on beş defa yukarıda belirtilen teşbih söylenir. Sonra Eûzu-Besmele
çekilerek Fatiha ve Zam-ı Sûre okunur. Aynı teşbih on defa rükû'da, on defa
rükû'dan kalkıldığında, onar defa secdelerde ve On defa da iki secde arasında
okunarak tamamlanır. Diğer rek'atlerde de aynı ölçüde yapılır.
Bu konuda İbn
Abbas'a (R.A.) sorulmuş :
— Bu namaz için belirlenmiş bir sûre biliyor
musun?
— Evet, Tekâsür, Ve'1-Asrı, Kâfirûn ve Ihlâs
surelerinin okunduğunu biliyorum, diye cevap vermiştir.[415]
İki rek'at hacet
namazı kılmak ta menduptur. İnanmış bir kalb, arınmış bir dil ve temizlenmiş
bir bedenle Allah (C.C.) huzurunda durup iki rek'at namaz kılmak, hacet
kapısının açılmasına sebep olur. Bunun için Resûlüllah "(A.S.) Efendimiz
hacet namazını ümmetine tavsiye etmiş, ve zaman zaman kendileri de bu namazı
kılıp ellerini Barigah-i İzzete kaldırmışlardır. Büyük Sahabi Ebû Derdâ (R.
A.) Hazretlerinden yapılan sahih rivayete göre, Efendimiz şöyle buyurmuştur :
«Kim abdest alır,
abdestini noksansız yerine getirir, sonra iki rek'at namaz kılarsa, Allah onun
dileğini ya hemen, ya da sonra yerine getirir, istediğini verir.»[416]
Bir müddet uyuduktan
sonra kalkıp en az iki, en çok sekiz rek'at -teheccüd namazı- kılmak ta
menduptur. Bunun sünnet olduğunu söyliyenler de var. Zaten bu iki tabir
arasında bir nüans (fark) var. Resûlüllah (A.S.) Efendimiz hemen her-gece
kalkıp bu namazı kılardı. Daha çok sekiz rek'at kıldığı rivayet edilir.
Gece çoğu canlılar
uyurken her türlü gösterişten uzak bir hava içinde kalkıp Allah (C.C.)
huzurunda durmak, kulluğun en güzel ölçü ve anlamını yansıtır. Ruha bol gıda verir,
imânı güçlendirir. İlâhî rahmetin bolca tecellisine sebep olur: [417]
Gündüz kılınacak
nafile namazların dört rek'atte bir selâmla kılınması sünnettir. Daha fazla
rek'atini bir selâmla kılmak ise mekruhtur. Gece kılınacak olanı da sekiz
rek'atte bir selâmla kılmabilir, daha fazlası mekruh sayılmıştır. Ama hem gece,
hem de gündüz dört rek' atinde bir selâm yermenin afdaî olduğu belirtilmiştir.
Çünkü böyle yapmanın hem meşakkati az, hem de fazileti çoktur. Bununla
"beraber her İki rek'atte bir selâm vermekte de bir kerahet yoktur.[418]
Sünnet ve nafile
namazları evde kılmak daha faziletlidir. Resû-lüllah (A.S.) Efendimizin çoğu
kez böyle yaptığı sahih rivayetlerle sabit olmuştur. Nitekim vakit namazını
Mescid'de kıldırdıktan sonra çpğu kez Hane-i Saadete gidip sünneti orada
kılardı.
«Kişinin farz namaz
hâriç kendi evinde namaz kılması afdaldır. îmam içeride ise, sünnet veya nafile
namazı camiin kapısına yakın yerde, imam kapıya yakın yerde ise, dış cemaat
yerinde, imam dış cemaat yerinde bulunuyorsa camiin içinde kılmak daha iyidir
Cami' içinde de girip çıkanlara engel olmamak için direklerin arkasında durup
kılmak daha uygundur. Safların arkasında durup kılmak mekruhtur. Çünkü bu hal,
cemaatin kalkıp çıkmasına engel olur. Saf arasında kalkıp kılmak ise daha çok
mekruhtur.
Bütün bu
saydıklarımız, imam cami'de namazda olursa böyledir. Cami'de imam namazda
değilse, herhangi bir yerde durulup nafile kıhnabiîir. Yeter ki girip çıkanlara
engel bir durum olmasın.[419]
Farz namazlardan
sonraki sünnetleri, cemaat bulunduğu yerde küabiliriz, Ama bir adım ya ileri ya
da geri atıp kılmak Veya sağ ve sol taraf a biraz kaymak suretiyle yerine
getirmek afdaldır.[420]
îmam selâm verip
sünnete kalkınca, biraz geriye çekilerek kılması sünnettir. Resûlüllah (A.S.)
Efendimizin böyle yaptığı sahih rivayetlerle sabit olmuştur.[421]
İmam El-Helvanî diyor
ki :
«Âfdal olan şudur ki,
Teravih hariç diğer sünnetlerin evde kılınmasın/Çünkü Resûlülîah (A.S.)
Efendimiz böyle yapardı. Diğer ilim adamları ise, bazen cami'de, bazen de evde
kılınması daha uygun olur, demişlerdir. Sahih olan da budur. Ama her iki halde
de riyadan kaçınmak gerektir.»[422]
Bunlar müekked
sünnettir. Birinci oturuşta Sala vat ve duâ okunmaz. Üçüncü rek'ate
kalkıldığında Sübhaneke okunmaz. Cumadan sonraki dört rek'at sünnet te
böyledir. Diğer dört rek'atli nafile ve gayr-i müekked namazlarda ise hem
birinci oturuşta teşehhüdden son Salavat ve duâ yapılır, hem üçüncü rek'ate
kalkıldığında Sübhaneke okunur. [423]
Öğle veya Cuma
farzından önce dört rek'at sünneti kıldıktan sonra, alış-verişte bulunur veya
yemek yer, su içerse onları iade etmesi uygun olur. Çünkü bunlar farzlara
bağlı sünnetlerdir. Başka bir şeyle onları ayırmak doğru değildir. Ama bir
lokma veya bir yudum sü zarar vermez. Yani Sünnetin faziletini düşürmez.[424]
Farz namazı kıldıktan
sonra henüz sünnet kılmadan konuşmak sünneti düşürür. Bazısına göre faziletini
düşürür, sevabını noksanlaştırır.[425]
Nafile namazların her
iki rek'ati başlıca birer namaz sayıldığından, her rek'atinde kıraat farzdır.
Bu sebeple bir veya iki rek'atinde Fatiha ile Zanım-ı sûre okunmayan nafile
namazın o iki rek'ati, farzın terkinden dolayı bozulmuş olur.
Nafile namaza rek'at
sayısı belirtmeden mutlak niyet getirildiğinde, iki rek'atten fazla
kılınmasına gerek kalmaz. Ancak dört rek'at kılmaya niyet eder de iki rek'at
kılacak olursa, bu hususta farklı görüşler vardır. İmam Eliû Hanîfe ile İmam
Muhammed'e göre yine de iki rekata başlamış sayılır ve kıldığı iki rek'ât
kâfidir.[426]
Dört rek'at nafile
kılarken ilk iki rek'atin sonunda oturmadan namazı tamamlıyan kimsenin -farzı
terketmesine rağmen- namazı stihsanen bozulmaz. Bu, İmam Ebû Hanîfe ile İmam Ebû Yusuf'a
göredir. îmam Muhammed'e göre, kıyasen namazı bozulur.
Üç rek'at olarak
nafile namaz kılar, fakat ikinci rek'atin sonun oturmazsa, en sahih kavle göre
namazı bozulur. Altı veya sekiz rek'at nafileyi bir oturuş (Et-Tehiyyat) ile
kılarsa, meşayih bu konuda farklı görüşler ortaya koymuştur. En sahih olanı,
kıyas ve istingana göre hüküm taşımasıdır.
Bu kıyas ve istihsan
dikkate alınarak şöyle denilmiştir : îki rek'at kıldıktan sonra oturmadan
üçüncü rek'ate kalkan kimsenin, İmam Muhammed'in kıyasına göre dönüp oturması
ve namaz sonunda yanılma secdesi yapması gerekir. İmam Ebû Hanîfe ile İmam Ebû
Yusuf un istihsamna göre, artık teşehhüde dönmez, sadece namaz sonunda yanılma
secdesi yapar.[427]
Ancak belirtilen bu
hüküm, dört rek'ate niyet edildiği takdirde | böyledir. Bunda icmâ' vardır. Dört rek'ate niyet
etmemişse ikinci ; rek'atin sonunda oturmayın ayağa kalkacak olursa, dönüp
oturması gerekir, aksi halde namazı bozulur.
Öğle farzından önce.
kılınan dör rek'at sünnetin hükmü, İmam Muhammed'e göre nafile hükmüdür. Vitir
de ona- göre böyledir. [428]
Nafile namaza
abdestsiz veya necis bir elbiseyle başlayan kimse namaza girmiş
sayılmıyacağından o namazın kazası da gerekmez.[429]
Ayakta durmaya kudreti
olduğu halde oturarak nafile namaz kılmak caizdir. Bunda kerahet te yoktur. En
sahih görüş budur.[430]
Nafile namaza ayakta
başladıktan sonra oturarak onu tamamlarsa, İmam Ebû Hanîfe'nin istihsamna
göre, yine caizdir. Burada bir özür söz konusu değildir.[431]
Bunun gibi nafile
kılarken bir duvara dayanarak veya elindeki bastona tutunarak namazını
tamamlarsa kerahetsiz caizdir. Ancak hiç bir Özür yokken nafile namazı imâ (baş
işareti) ile kılmak değildir.
Nafile namazı kılarken
abdesti bozulur, bu arada namazı bozacak başka bir fiilde bulunmaz (konuşmaz
ve abdest bozacak bir hal meydana gelmez) da abdest alıp kaldığı yerden
başlayabilir. Yeniden başlaması ise daha uygun görülmüştür.[432]
Ayakta durmaya kudreti
olmadığı için oturarak farz veya nafile namaz kılan kimse kıraatte isterse
dizlerini dikerek, isterse bağdaş kurarak oturabilir. Secdeleri ise, dizleri
üzerine oturarak yapar, [433]Ama
muhtar olan kavle göre, normal zamanlarda teşehhüde oturduğu gibi oturur. Uygun
olan da budur.[434]
i) Nafile
namaza oturarak başlayıp bir veya iki rek'at kıldıktan sonra ayağa kalkıp geri
kalan kısmını böyle kılarsa, fukahanm hepsine göre, caizdir, bunda kerahet
yoktur.[435]
Dört rek'at nafile
kılmaya niyet ettikten ve namaza başladıktan sonra birinci oturuştan önce veya
sonra namazı bozacak olursa ihtiyaten dört rek'at kaza etmesi uygun olur. İki
rek'at olarak kaza etmesi de kâfi geür.[436]
Dört reK'ate niyet
getirdikten sonra ilk iki rek'a-ti kılıp selâm verecek olursa, bir şey
gerekmez. Ancak İmam Ebû Yusuf'a göre son iki rek'ati kaza etmesi vâcib olur.
Yine dört rek'ate
niyet getirir fakat hiç bir rek'atinde veya son iki rek'atten sadece biri hariç
hiç biricide Fatiha ve Zamm-ı sûre okumazsa İmam Ebü Hanîfe ile İmam
Muhammed'e göre sadece ilk iki rek'ati kaza enıesi gerekir. İmam Ebû Yusuf'a
göre, dört rek'ati de kaza etmesi gerekir.
İlk iki rek'atten
birinde ve son iki rek'atten birinçie veya sadece ilk iki rek'atten birinde
okursa, İmam Ebû HanKe ile İmam Ebû Yusuf'a göre, dört rek'at kaza etmesi,
İmam Muhammed'e göre ilk iki rek'ati kaza etmesi gerekir.
Sadece ilk iki rek'atte
okur veya hem ilk iki rek'atte; hem de son ki rek'atten birinde okursa,
bilicma' son iki rek'ati kaza etmesi gerekir. Bunun gibi son iki rek'atte veya
son iki.rek'atle birlikte bir Üe ilk iki rek'atten birinde okursa, bi'1-icmâ'
ilk iki rek'ati kaza etmesi gerekir. [437]
İmam Muhammed'e göre,
ilk iki rek'atte veya ikisinden birinde kıraati terketmek İftitah Tekbirini
hükümsüz yapar. Kıraatsiz rek'a-!tl secdeyle bağladığı takdirde artık onun
üzerine geri kalan kısmı bi-ına etmek sahih olmaz."
İmam Ebû Yusuf'a göre,
ilk iki rek'atte kıraati terketmek İftitah Tekbirinin hükümsüz kalmasını
gerektirmez. Çünkü kıraat zaid bir rükündür. Nitekim ümmînin kıraatsiz namaz
kılmasına cevaz verilmiştir. Dilsiz de öyle... Ancak bu durum edayı bozar, son
iki rek'atte I başlanması sahih olur;
İmam Ebû Hanîfe'ye
göre, ilk iki rek'atte kıraatin' terki İftitah Tekbirinin hükümsüz kalmasını
gerektirir. Çünkü kıraatin farz olduğunda ümmetin icmai vardır. «İlk iki
rek'atten birinde kıraati ter-ketmekte farklı görüşler varsa da, biz o iki
rek'atin kaza. edilmesine hükmediyoruz. Son iki rek'atin ise hükümsüz kalmadığı
neticesini çıkarıyoruz.»[438]
İmamla birlikte dört
rek'at nafile namaz kılmaya başlayan kimse, imam henüz son iki rek'ate
başlamadan o konuşursa, sadece ilk iki rek'atin kazası gerekir. İmam son iki
rek'ata başladıktan, sonra o. konuşursa ve imam da her dcjrt rek'atte kıraati
yerine getirirse, onun her dört rek'ati de kaza etmesi gerekir.[439]
Ramazan süresinde,
erkek ve kadınlara sünnet .olan, ruha ve badene afiyet sunan, bedenle ruh
arasındaki dengeyi;.ay akta tutmayı amaçlıyan namazlardan biri de Terâvîh'tir.
ftesûlüllah (A.S.) bendimiz
Ramazan geceleri ibâdette bulunmayı çok teşvik eder, ama bunu bir'emir, biçiminde
hükme bağlamazdı. «Kim Ramazan'da (gece) kalkıp ibâdet eder, bu ibâdetini
Câdetten uzak) inanarak ve karşılığını sırf Allah'tan bekleyerek yaparsa,
geçmiş günahları (kul ve millet hakkı bir yana) bağışnr.»[440] Mealindeki hadîs, Ramazan gecelerinde kılman
namazın, ya lan ibâdetlerin fazilet ve önemini belirtmektedir.
a) Hz. Âişe
Validemiz (R.A.) diyor ki
Allah Resulü,
Ramazanda Mescid'de gece bir namaz kıldı. Sahabeden çoğu da onunla birlikte o
namazı kıldı. İkinci gece yine aynı namazı kıldı, bu kez cemaat daha fazla
katıldı ve aynı namazı kıldı. Üçüncü gece Resûlüllah (A.S.) Efendimiz Mescid'e
gitmedi. Orayı dolduran cemaat O'nu bekledi. Ama Resûlüllah ancak sabah olunca
Mescid'e çıktı. Cemaate şöyle buyurdu :
«Sizin Mescid'de
toplanıp namaz için beni beklediğinizi biliyorum. Beni gelmekten alıkoyan tek şey, size farz
olur endişemdi.»[441]
Teravih Namazı, her
tervîhası dört rek'at olmak üzere beş tervi-ha ile kılınır. Tervîha'dan maksada
her âört rek'atin sonunda oturup biraz dinlenmektir. Cemaatle kılındığında bunu
beşten fazla yapmak mekruhtur.[442]
En sahih tesbite göre,
Teravih Namazının vakti Yatsı namazın-dan sonra başlar, fecir doğuncaya kadar
devam eder; Vitir namazın-, dan önce kılınır. Sonra da kılınmasında bir sakınca
yoktur,
O halde Yatsı, Vitir
ve Teravih namazın! kıldıktan sonra Yatsı namazını abdestsiz kıldığını anlarsa;
hem Yatsı namazım, hem de Teravih namazını yeniden kılması gerekir. Ama Vitir,
namazını iade etmeye gerek yoktur. Çünkü Vitir, Yatsı namazına tabi' değildir.
Teravih ise, önce tabiîdir. Bu, İmam Ebû Hanîfe'ye göredir. Yatsının Vitirden
önce kılınması sadece bir tertip meseledir, bu da böyle bir özür arayere
girince kendiliğinden düşer. Ama Teravih böyle değildir, o herhalde Yatsıdan
sonra kılınmalıdır. Çünkü vakti böylece belirlenmiştir. ,
İmam Ebû Yusuf ile
İmam Muhammed'e göre, Vitir Namazı, Teravih gibi Yatsının, sünnetidir.
Vaktinin ilki, Yatsı kılındıktan sonra başlar. O halde Yatsı kılınmadan vitir
ve teravih kılmırsa, ikisini de.
ide etmek vâcib olur.
İsterse bu takdim bir unutma neticesi olsun, ark etmez.
Özetliyecek olursak :
Yatsıdan önce kılman
Vitir'in iade edilip edilmiyeceği ihtilaflı-lır. Ama Teravih ve diğer
Yatsının sünnetlerinin iadesinde
ittifak lâsıl olmuştur. Tabii bunları-iade
edecek kadar vakit kalmışsa..[443]
Beş terviha ile kılman
Teravih namazında her iki tervîha ara-, iinda bir tervîha miktarı oturmak
müstehabdır. Bunun gibi beşinci' terviha ile Vitir arasında da bir tervîha
miktarı oturmak da müste-' tıâb kabul edilmiştir. [444]
Ama imam beşinci
terviha ile Vitir arasında oturmanın cemaati sıkacağını sanıyorsa, o takdirde
oturmayrp kalkar Vitri kıldırır. [445]
İki tervîha arasında
müstenab olan oturmaya riâyet edilen cemaatlerde, ne yapılır? İsterlerse
teşbih ile meşgul olurlar, isterlerse susup beklerler.
Teravih Namazını
gecenin üçte biri geçince kılmak müstehabdır. Gece yansına kadar da
geciktirilebilir. Gece yarısından sonraya bırakılmasında farklı görüş ve
ictiha&lar varsa da. en sahih olanı, geciktirmede kerahet yoktur,
diyenlerin içtihadıdır. Çünkü böyle yapmak ta Resûlüllah'm
sünnetlerinden.sayılır.[446]
Yani bir mahalle veya
kasabada birkaç kişi bu cemaati oluşturup Teravih kılarlarsa, cemaate
katılmayıp evinde kılanlar sünneti ter-ketmiş sayılmazlar. [447]Sahih
olan da budur. O halde evde yalnız başına Terâvîh kılan kimse, Ramazan'ıii bu
sünnetini yerine getirmiş sayılır. Kadınların durumu da böyledir. Ama bir
mahalledeki cami'in cemaati olduğu gibi Terâvih'i cemaatle kılmayı terkederse,
hepsi de günahkâr olur. Çünkü Sünnet-i kifâye yerine getirilmedi, ğinden o
mahalle halkının hepsi Sünneti
terketmiş kabul edilir.
Ama ne var ki
cami'lerde cemaatle kılmanın fazileti daha çoktur. Terâvih'i kıldıracak bilgi
ve kıraate sahip olan kimsenin cami'a gelmesiyle cemaat çoğalıyor, o
gelmediğinde azalıyorsa o takdirde onun cemaate gelmesi sünnettir. Terketmesi
ise mekruh sayılır. Bu, daha çok imam olacak şahıslar hakkında bir hükümdür.[448]
Evinde cemaat olup
Teravih kıldıran kimse, cemaatin faziletine erişir. Ne var ki cami'de cemaatle
kılınmasının faziletiyle bu fazilet arasında fark vardır. Çünkü camiin de ayrı
bir fazileti olduğunu unutmamak gerek. Sahih olan da budur. Yani cami'de
cemaatle kılınması daha faziletlidir. Farz namazları da böyledir. Ancak imam
harfleri mahreçlerinden doğru çıkaramıyor, bazı yanlış ve hatalı teleffuzlarda
bulunuyorsa, o takdirde bunun farkına varan kimse, cemaati terkedip evinde
kılabilir; bunda bir sakınca görülmemiştir. Başka cami'a gitme imkânı varsa,
evinde kılmayıp oraya gitmesi daha uygun olur.
Bunun gibi, Terâvîh
Namazı kendi bulunduğu mahalle camiinde hatimle kılınmıyor, ama başka bir
cami'de kılmıyorsa, o takdirde hatimle kılman cami'a gitmesinde bir sakınca
yoktur.[449]
Terâvîh Namazını
kıldıracak olan imamın sesinin güzelliğine değil, kıraati hatasız yerine
getirdiğine bakmak gerekir. Tecvîd, tas-hih-i huruf, hattâ takrîb bilen bir zat
dururken, sadece sesi güzel olup bunları bilmiyen bir kimsenin geçip Teravih
kıldırması pek uygun olmaz. Bunun için fukuha şöyle demiştir : «Teravih
kıldırmaya hoşmavan değil, dürshavan geçmelidir.» Birinci tabir, «Güzel sesli,
güzel sesle okuyan» demektir. İkincisi, «Doğru okuyan» anla-mma gelir.
Nitekim imam güzel
nağmeli bir sesle kıraati yerine getirince cemaatin ilgisini namazdan ve ondaki
huzurdan alıp sesin güzelliğin çekip götürür. Bu durumda namazda arzulanan
huşu', tedeb-bür ve tefekkür kalmaz.[450]
Ramazan'da Vitir
namazı da Terâvih'a kıyasla cemaatle kılınır. Çünkü Sünnet bir namaz cemaatle
kılınınca vâcib bir namazın cemaatle kılınması evlâ sayılır. Bunda
Müslümanların icmâı vardır.[451]
O halde Vitir
Namazının Ramazanda cemaatle camilerde kılınması, yalnız başına evlerde
kılınmasından af daldır. Sahih olan da budur. [452]Muhtar
olan kavle göre ise, Vitrin evde münferiden kılınmasıdır. Zeylai de bu görüşün
muhtar olduğunu söylemiştir. [453]
Ücretle, imam tutup
evlerde teravih kıldırmak mekruhtur. Çünkü bu konularda ücretle imam tutmak
fâsid sayılmıştır. Ancak şunu ilâve edelim ki; bu görüş, nıutekâddimîne aittir.
Müteahhirîn ise buna .cevaz vermiştir. Zamanımızda müfta bih olan da
ikincilerin görüşüdür, çünkü buna ihtiyaç vardır.[454]
Bir Mescidde Aynı
Gecede İki Defa Terâvîh Kılmak : Bir mescidde aynı gece iki defa Terâvîh kılmak
mekruhtur. Bunun gibi. bir imâmın da bir gecede hem bulunduğu cami'de iki defa
üstüste teravih kıldırması, hem ayrı ayrı camilerde iki veya daha fazla. Teravih kıldırması da mekruhtur.[455]
Cemaatten birinin aynı
gecede ayrı ayrı camilerde iki kez terâvîh kılmasında bir kerahet olmadığı
fukahaca kabul edilmiştir. Ancak Vitir namazı bir defa kılınır.
Evinde yatsı, vitir ve
terâvîh namazlarını kıldıktan sonra gidip cemaate imam olur da Terâvîh
-kıldırırsa kerahet işlemiş olur. Ancak onun arkasında namaz kılan cemaatin
namazı kerahetsiz tamamlanmış sayılır. [456]
Terâvîh namazını aynı
imamın arkasında kılıp tamamlamak daldır. Bununla beraber cami'de iki imam
bulunur ve bunlar münavebe ile kaldırılırsa,, o takdirde biri dört veya sekiz
rek'at kıldırıp selâm verdikten sonra diğeri kaldırır. Her birinin kıldıracağı
rek'at sayısı dörtten aşağı olmamalı, yani bir. terviha. yapılacak ölçüde
olmasına dikkat eğitmelidir.
Bunun gibi Yatsı
farzını bir imâmın, Teravihi de diğer imâmın kıldırması caizdir; Nitekim Hz.
Ömer cemaatin önüne geçip onlara yatsının farzıyla vitir namazını kıldırıp
ayrılır, sonra Ubeyy Hazretleri öne geçip Teravihi kıldırırdı.[457]
Akil durumda olan
çocuğun imameti Teravih namazı için "uygun görülmüşse de, çoğu fakîhlere
göre caiz değildir. Mutlak nafile namazı da böyledir.[458]
Teravih namazı -vakit
çıktığı veya ihmâl edildiği için- kılınmaz-sa, artık kaza edilmez. Sahih olan
da budur. Çünkü ancak nafile namazlarda başlayıp ta ifsâd edilenleri kaza
edilir.[459]
Teravih namazının dört
rek'atini kıldırıp imam selâm verdikten sonra cemaatten bir kısmı üç rek'at
kıldırdığını, bir kısmı da dört rek'at kıldırdığını iddia ederse, burada imamın
sözüne uyulur. İmam da bu hususta kesin konuşmazsa, o takdirde kendisine göre,
hangi taraf daha doğru sözlü bilmiyorsa, ona göre amel eder.[460]
Terâvîh'in selâm
sayısında ihtilaf edilirse, en sahih kavle göre, cemaat halinde değil, herkes
yalnız başına iade eder.[461]
Yatsı namazım yalnız
başına kılan kimse Terâvih'i cemaatle kılabilir. Farzı cemaatle kılmayanların,
Terâvih'i cemaatle kılmamalan uygun olur.[462]
Teravihin bir kısmına
yetişip cemaatle kıldıktan sonra geri kalanını, vitir namazını cemaatle kıldıktan sonra yalnız başına kılması daha
uygun olur.
Terâvîh'ten dört ya da
sekiz rek'ati kaçırırsa, cemaatle kılman Vitir namazına öncelik verir, sonra
yetişemediği dört ya da sekiz rek'ati kılar.
Cami'a girdiğinde
imamın namaz kıldırdığını gören, fakat yatsı veya teravihten hangisi olduğunu
bilmiyen kimse, «yatsı ise imâma uyup kılıyorum, yatsı değilse uymuş olmuyorum»
şeklinde niyet getirirse, böyle bir niyetle imama uyması sahih sayılmaz. Ama,
«Yatsı namazı da olsa, Terâvîh te olsa imama uydum» der de namaza başlarsa,
böyle bir iktida (imama uyma) sahih olur.[463]
Farz veya vitir ya da
nafile namaz kılan kimseye Terâvîh niyetiyle uymak da sahih değildir. Çünkü
böyle bir iktida Selefin ameline muhalif kabul edilmiştir.
Yatsı farzını kılıp
selâm vermeden Terâvîh namazına başlayıp devam etmek veya Teravihi Yatsı
sünnetine bina ederek kılmak da sahih görülmemiştir. [464]
Terâvih'te sünnet olan
bir kez hatimle kılınmasıdır. Bu sünnet cemaatin ilgisizliği sebebiyle
terkedilmez. Ama teşehhüdden sonraki dualar bu durumda terkedilebilir. Çünkü
hatimle kılındığında hayli zaman alır, bir de dualara devam edilirse, cemaati
sıkabilir. Teşehhüdden sonra Resûlüllah (A.S.) Efendimize Salavatıda
terketmez. Çünkü bunda büyük bir fazilet vardır.[465]
Bütün bir Ramazanda
Teravihi iki hatimle kılmak ise fazilettir, üç hatimle kılmak bundan daha
faziletlidir.[466]
Teravihte birinci
rek'atte kıraati ikinci rek'ate nisbetle biraz uzun tutmakta bir sakınca
görülmemiştir. Ama bütün rek'atlerde aynı ölçü ve uzunlukta okumak müstehabdır.
Bu, İmam Ebû Yusuf ile İmam Azam'a göredir. İmam Muhammed'e göre, birinci
rek'atte biraz uzatmak daha uygundur.[467]
El-Hasen'in Ebû
Hanîfe'den yaptığı rivayete göre, her rek'atte on âyet okumak afdaldır. Sahih
olan da budur. [468]
Terâvîh Namazı diğer
namazlara nisbetle biraz seri kılınır; ama bu demek değildir ki, harflerin
mahreci anlaşılmıyacak bozuk bir te-leffuzla kılınır. Bu bakımdan fukaha,
Teravih namazının acele kılınmasını mekruh görmüştür. Rükünlerini de yerine
getirirken aceleye gerek yoktur. Kelimeleri dane rîane okumak, mahreçlere
dikkat etmek gerekir. Bu bakımdan tertîl ile okunması uygundur, denilmiştir. [469]
Günümüzde ise, cemaate
bıkkınlık vermiyecek Ölçüde bir sür'at
ve hafifliğe dikkat etmek af dal sayılmıştır.
Çünkü cemaatin
çoğalması, kırati uzatmaktan daha iyidir.[470]
Hicrî beşinci asır'dan
sonra gelen İslam bin Âlimleri Teravih namazı'ımn her rek'atinde üç kısa Ayet
veya o ölçüde bir ayet okun masını -tavsiye etmişlerdir. Sebebine gelince :
Namaza ve mabede ilgi azalmıştır. Cemaati fazla tutmanın yarar yerine zarar
getiriliri görülmüştür. Hem îslam Dini, dinî bir sakınca olmadığı takdirde hep
kolaylığı emreder. [471]
Hatimle namaz kıldıran
imamın hatmini Ramazanın 27 peçesi tamamlaması uygun olur. Kadir gecesine tesadüfü umulmakladı.[472] .
Hatmin 21. akşam veya
ondan önce bitmesi için acele sı mekruhtur. Bunun için Meşayih-î Kiram Kur'an'm
tamamını mo rek'ate bölmüş ve böylece hatmin Ramıuanm 27 gecesi tamamlan masını sağlamışlardır.
Şayet hatim Ramazanın
17. akşamı veya 21 günü tamamlanırsa
geriye kalan günlerde yine Teravih kılınır, terkedilmez namaz Kamazan Püresinde
her gece kılınmak üzere sünnet
edilmiştir. [473]
Terâvih'te kıraatte
yanılır da bir sure veya bir Ayet atlarsa tehab olan terkettiğt kısmı
okumaktır Yani diğer rek'atte tevkne
dönülerek tertip sağlanır. Dönülmediğt takdirde bir şey gerekmez. [474]
Hatimle kıbnmıyan
cami'lerde, herhangi bir yanlışlığa meydan vermemek ve cemaatin de kısa
sureleri iyice ezberlemelerini sağla mak için Elem Tere'den aşağı sureleri
okumakta yarar vardır. Fu-kahadan bir kısmı her rek'atte 1hlâs suresinin
okunmasını da uygun görmüşlerdir. Ama sözü edilen kısa sureleri okumak daha
iyi olur. Çünkü bu durumda ne rek'at sayılarında tereddüde düşülür, ne de
takdim ve te'hîr meydana gelir.[475]
Fukahanın ittifakıyle
böyle yapmak müstehab değildir. Yani nafile namazlar oturularak kılınır, ama
Terâvîh'in ayrı bir özelliği vardır. Yalnız oturarak da kıhnabilir, buna cevaz
vardır. Ancak ayakta kılmak kadar sevabı olmaz.
İmam Oturarak, Cemaat
Ayakta Teravih Kılabilirler mi? Bu konuda farklı görüşler varsa da, en sahih
kavle göre imam ister bir özürden dolayı, ister keyfi olarak oturarak kılarsa,
cemaat ayakta durabilir. Ne var ki bu durumda cemaatin de oturması uygun olur.
Sahih olan da budur. Cemaatin de bu durumda oturmasının müstehab olduğunu
söyliyenler de var. Çünkü böyle yaptıkları takdirde imama muhalefet etmemiş
olurlar. [476]Teravih Namazının ilk iki
rekatinde oturmamak Teravih namazının ilk iki rek'atinin sonunda oturmadan
üçüncü rek'ate kalkılırsa istihsanen namaz bozulmaz. Bu, İmam Ebû Hani-fe ile
İmam âbû Yusufa göredir. Ancak dört rek'atin sonunda yanılma secdesi yapmak
gerekir.[477]
Terâvîh'i dörder rek'at
halinde kumaya cevaz verildiği gibi ikişer rek'at halinde de kılmaya cevaz
verilmiştir. Üçer rek'at halinde kılmaya cevaz verilmemiştir. Sahih olan budur.
Her üç rek'atta bir defa oturarak selâm vermek suretiyle on selâmla otuz rek at
kılanın
kaza etmesi gerekir.[478]
p) Terâvih'i
altı veya sekiz veya on rek'at halinde bir selâmla kılan ama, her iki rek'atin
sonunda oturan kimsenin kıldığı bu namaz sahihtir. Fukahadan çoğu aynı
görüştedir. Sahih olan da budur.
Bunun gibi Teravihin
tamamını -her iki rek'atta bir oturmak suretiyle- bir selâmla kılarsa,
fukahanın İleri gelenlerinin Aepsine göre, sahihtir. Her iki rek'atta oturmadan
yirmi rek'ati bir tek Et1-tehiyyat ve selâmla kılarsa, istihsanen bunun da caiz
olduğu Böy-lenmiştir. Ama her iki rek'atte oturup dört rek'atte bir selâm vermek
suretiyle kılınması af dal ve evlâdır.
Terâvîh namazının
kendine has bir takım faziletleri Dulundu-ğundan hiçbir Özür yokken oturarak
kılmak mekruhtur. Bunun gibi uykusu gelen kimsenin de o vaziyette kılması
doğru değildir. Bir müddet oturup uykusu dağıldıktan sonra kalkıp kılması uygun
olur. Çünkü namaz gaflet ve uyuşukluk hissedilen hallerde kılınacak 'olursa,
amacına uygun kılınmamış sayılır. [479]
Sabah ve akşam
namazına niyet edip yalnız basma Dir rek'at kıldıktan sonra aynı namaz cemaatle
kılınmaya başlanırsa, başladığı namazı kaldığı yerde kesip imama uyar.
İkinci rek'atte olur,
fakat onu henüz secdeyle bağlam amıssa, yine olduğu yerde kesip imama uyar.
Ama ikinci rek'ati secdeyle bağlamışsa, artık namazı kesmeyip devam eder. Çünkü
sabah namazından sonra nafile namaz kılmak mekruhtur. Hem sünnete mu vaffak
etmek imama muvafakat etmekten daha yeğdir.
Öğle farzından bir
rek'at sonra cemaatle kılınması için ikamet getirilirse bir rek'at daha kılar,
sonra imama uyar. Birinci rek'ati secdeyle başlamadan ikamet getirilirse,
başladığı namazı olduğu yerde kesin imama uyar. Sahih olan budur.
Bu konuda ikametten
maksad, müezzinin kaamet getirmeye laması değil, imamın namaza oaşlaması
demektir. O halde müezzinni ikaamete başladğunda orada bulunan bir kimse yalnız
başına niyet edip namaza durmuş ve henüz bir rek'at bile kılmaimşsa, yine do namazı
kesmeyip iki rek'at kılar, öylece selâm verip imama uyar. Bu mesele hakkında
farklı bir görüş ortaya koyan olmamıştır.
Evinde namaz kılarken
mahalle camiinde cemaatle namaz için ikamet getirilir veya cami'de yalnız basma
namaz kılarken başka bir cami'de cemaat için ikamet getirilirse, başladığı
namazı kesmeyip tamamlar. Ancak üç rek'at kümışsa, dördüncü rek'ati de hemen kılıp
namazını tamamladıktan sonra nafile niyetiyle gidip imama uyabilir. Sahih olan
da budur. Ancak kıldığı namaz ikindi farzı ise, artık namazı tamamladıktan
sonra nafile niyetiyle imama uymaz. Çünkü ikindi farzından sonra nafile kılmak
mekruhtur.[480]
Cemaatle kılman
namazın bir rek'atine ulaşırsa, cemaat faziletine erişmiştir. İmamla birlikte
üç rek'at kılacak olursa cemaate tamamen yetişmiş ve faziletine erişmiş
sayılr.
Sünnet namazlardan
birini kılarken farza ikamet edilirse yani müezzin kaamet getirirse, sadece iki
rek'atini kılıp selâm verir ve öylece cemaate yetişmeye çalışır. Daha fazla
rek'at kılması uygun olmaz.
Öğleden ve bir de
cumadan önce kılınan dört rek'atli sünnet de ikaamet getirilmeye veya hutbe
okunmaya başlanınca iki rek'at olarak kılınır. Bu, İmam Ebû Yusuf a göredir ve
fetva da buna göre verilmiştir. Bazılarına göre, dört rek'ati tamamlar. En
sahih olan da bu görüştür. İmam Serahsî de aynı görüştedir. [481]
Cami'a girdiğinde
imamın namaza durduğunu gören kimse,
farzın bir rek'atine yetişeceğini kestirirse, sünneti kılıp öylece imama uyar.
Farzm tamamını kaçıracağını tahmin
ediyorsa, sünneti kılmayıp imama uyar.
Ancak bir rivayete
göre, farzın teşehhüdünde imama yetişeceği tahmin eden kimse, sabahın sünnetini
kılıp öylece imama uyar. Bunun İmam A'zam ile İmam Ebû Yusuf un kavli olduğu
söylenmiştir. Çünkü onlara göre, farzın teşehhüdünde imama uyan kimse bir
rek'ate ulaşmış gibidir. Ne var ki fukahamn çoğu bir rek'at yetişmeyi daha
uygun bir ölçü olarak kabul etmişlerdir.
Diğer sünnetlere
gelince, imam rükû'a varmadan onu tamamlama imkânı varsa tamamlar öylece imama
uyar, bir rek'ati kaçıracağım kestirirse, sünneti terkedip imama uyar.[482]
İmama rükû'da yetişir,
ama bunun birinci rek'atin mi, yoksa ikinci rek'atin mi olduğunu kestiremezse,
sünneti terkedip imama uyması daha uygundur. [483]
Ezan okunan cami'a
giren kimsenin namaz kılmadan dışarı çıkması mekruhtur. îçeri giren kimse
müezzin veya imam ise, cemaatte onların gelmediğinden dolayı dağılıyorsa, o.
takdirde namaz kılmadan çıkmasında bir sakınca yoktur. Bu anlattığımız durum,
içeri giren kimse daha önce namaz kılmadan gelmişse böyledir. Eğer namaz
kıldıktan sonra gelmişse, o takdirde yatsı ve öğle namazında müezzin henüz
ikaameta başlamamışsa dışarı çıkabilir. Müezzin ikaamete başlamışsa, artık
çıkmaz da nafile niyetiyle imâma uyup bu namazları, kılar. İkindi, akşam ve
sabah namazlarında ise, ikaamete başlansın başlanmasın dışarı çıkar. Çünkü bu
namazlardan sonra nafile kılmak, meşru1 değildir, içeride oturması mekruhtur.[484]
Cami'a giren, kimse
imamı rükû'da bulur, niyet getirip ona uyarak ayakta beklerse, o rek'ate
yetişmiş olmaz. Çünkü cemaatle kılınan bir namazda imama rükû'da yetişip imam
henüz başını kaldırmadan rükû1 yapma imkânım bulan kimse ancak o rek'ate
ulaşmış sayılır.[485]
Bunun gibi, niyet
getirip imama yetişmek için rükû'a eğilir, henüz durma vaziyeti almadan imam
başını kaldınrsa, yine yetişmiş olmaz.
Meşayihten bir kısmı
bu konuda şöyle bir kolaylık göstermiştir. Cami'©, girdiğinde imam rükû'da ise,
yürüyüp saflara yetişinceye kadar imama rükû'da yetışemiyeceğini kestiren
kimse, hemen bulunduğu yerde niyet edip imama uyar, sonra hafif yürüyerek
saffa girer. Böylece o rek'ate ulaşmış sayılır.
Burada dikkat edilecek
bir husus var : Artlarda üç adım yürümek namazı bozar. Daha az adım atmak ise
mekruh sayılmıştır. O takdirde kılınmakta olan rek'ate yetişmek için kerahet
işlemeye gerek yoktur. Resûlüllah (A.S.) Efendimiz «Namaza geldiğinizde ve-kar
ve sükûnet üzere yürümeye dikkat edin. Yetiştiğiniz kadarım ki Un,
yetişemediğinizi sonra kalkıp tamamlayın.» buyurarak bu hu susta nasıl hareket
edileceğini belirtmiştir.
Fukaha şu hususta
görüş birliği ortaya koymuştur : İmama ayakta yetişen ve imam rükû'a gittiğinde
o, rükû'a gitmeyip az sonra rükû' yapan kimse o rek'ate yetişmiş sayılır.
Çünkü imam henüz rükû'dan kalkmadan o rükû'a varmıştır.
îmam rükû'dan kalkıp
henüz secdeye varmadan o, rükû'a varırsa o rek'ate yetişmiş sayılmaz.[486]
Bu namazda imam
rükû'da iken gelip safta yer alan kimse, rü-kû'u kaçırmıyacağma kanaat
getiriyorsa bayram tekbirlerini söyler sonra rükû'da inama yetişir.
Kaçıracağını kestiriyorşa, bayram tekbirlerini terkedip hemen rükû'a varır.[487]
Namazda genellikle her
rükünde imama uymak gerekir. Buna riayet etmiyerek bütün rek'atlerda imamdan
önce hem rükû', hem de secdeleri yapacak olursa, kendiline mr rek'at kıraatsiz
kaza etmek gerekir.
îmamla beraber
rükû'ları yapar ama ondan önce secdeleri yerine getirirse, iki rek'at kaza
etmefi gerekir. İmamdan önce rükû' yapar, secdeleri onunla birlikte yerine
getirirse,, yins kıraatsiz olarak dört ek'ati kaza etmesi gerekir.
Ama imamdan sonra hem
rükû' hem secdoleri yapacak olursa namazı caiz sayılır. Bunun gibi imama rükû1
ve secdelerin sonunda yetişirse, yine de namazı caiz kabul edilir.[488]
Farz namaz kılındıktan
sonra cami'a gelen kimse, vakit müsaiti-se istediği kadar nafile kılıp sonra
farz namazı eda edebilir. Vakit daralmışsa, sadece farzı kılabilir.
Nafileden maksad
burada öğle ve sabah sünnetlerinin dışında olanıdır., Çünkü bu iki sünneti
vakit elverdiği takdirde zaten kılar.[489]
Vaktinde kılınmayan
farz ve vâcib namazları kaza etmek gerekir. Her ne kadar namazdan maksad vakit
değilse de şartlarından biri sayılması sebebiyle her vakit namazının belirlenen
zaman süresi içinde kılınması farzdır. Herhangi bir özür ya da sebepten dolayı
bu süre içinde farzı kılamıyan kimsenin onu vakit dışında kaza etmesini Allah
Resulü (A.S.) Efendimiz emretmiştir. Emir ise vücubu gerektirir.
a) Uykuda tefrit
yoktur. Tefrit ancak uyanıklık halindedir. Sizden biriniz bir namazı unutur
veya onu kılmak için uyanamazsa, hatırladığı zaman mutlaka kılsın.»[490]
Hendek Savaşının
yapıldığı gün, başta Resûlüllah (A.S.Î Efendimiz olmak üzere -Ashabın çoğu
ikindi namazını kılmaya fırsat bulamamış ve bu hal güneş batmcaya kadar
sürmüştü. Hz. Ömer (R.A.) ikindi namazını .kaçırdığından çok üzgündü. Bir ara ;
«Ya Resûlellah güneş battı, ben ikindi namazım kılmadım...» demiş, Resûlüllah
(A. S.) da ona : «Vallahi onu kılamadım.» buyurmuştu. Bathan adlı yere
geldiklerinde Resûlüllah (A.S.) Efendimiz bineğinden inip abdest aldı, önce
kılamadığı ikindi namazını, sonra da akşam namazını kıldı[491].
Bu ve diğer ilgili
hadisler dayanarak fukaha şöyle demiştir : -Vaktinde kılınmayan her fara namazı
- ister kasden, İster unutarak, isHr uyku ve benzeri bir sebepte terketmlş
olsun. - kaza etmek soreklr.» [492]
Cinnet, getiren
kimsenin bu vaziyette iken üzerinden bir ya da fazla vakit göçer, sonra kendine
gelir, yani aklı başına gelirse bu sebeple kaçırdığı namazları kaza etmesi
gerekmez.
Bunun nedeni şöyle
açıklanmıştır :
Aklı başında iken
herhangi bir sebepten kaçırdığı farz namaz-lan nasıl cinnet getirdiğinde kaza
etmesi gerekmiyorsa, bunun gibi cinnet süresi içinde kılmadığı farzları aklı
başına geldikten sonra kaza etmesi gerekmez. [493]
Murtedd olan (dinden
çıkan kimse) bir süre sonra pişman olup yeniden dine dönecek olursa, mürtedd
kaldığı süre içinde kılamadığı farz namazları kaza etmesi gerekmez; Çünkü namaz
ancak müslü-man akıl baliğ olanlara farzdır. Murtedd ise dönüş yapıp tevbe etmedikçe
müslüman sayılmaz. [494]
Gayr-i Müslim bir
ülkede İslâm'a giren bir kimse -namazın farz olduğunu ye nasıl kılınacağını
bilmiyorsa- o takdirde bu hususları öğrendiği zaman geçen vakit namazlarını
kaza etmesi gerekmez. Çünkü namazın farz olduğunu bilmiyordu. [495]
Bayılan kimse bu
vaziyette iken üzerinden bir gün bir gece ya da daha fazla bir zaman geçtikten
sonra kendine gelirse, bu süre içinde kılamadığı namazları kaza etmesi
gerekmez. Ancak baygınlık süresi bir gün bir geceden daha az bir süre olursa,
o takdirde kılamadığı vakit namazlarını kaza etmesi gerekir. [496]
Hastalığından dolayı
baş işaretiyle de namaz kılamıyan kimsenin üzerinden bir gün bir gece ya da
daha fazla bir süre geçer de öylece iyileşirse, o takdirde kılamadığı
vakitleri kaza etmesi gerekmez.[497]
Yolculuk halinde
kazaya kalan, namazlar eyleşik halinde bile kaza edilse yine de seferi namaz
olarak kaza edilir. Yani dört rek'-atli farzlar iki rek'at olarak kaza edilir.
Bunun gibi eyleşik halinde iken kazaya kalan namazlar, seferi halde kaza.
edildiğinde, eyleşik halde olduğu gibi kaza edilir. Yani dört rek'atli farzlar
dört rek'at olarak kılınır. [498]
Farz namazların kazası
farz, vâcib namazların kazası .vâcib, sünnet namazların -örneğin sabah1
sünneti- kazası sünnettir.[499]
a) Aşağıdaki
üç vakit dışında kaza namazı için belli ve belirli bir vakit yoktur, ömrün her
dakika ve saatinde bu borcu yerine getirme imkânı mevcuttur.
1. Güneş
doğup bir mızrak boyu yükselinceye kadar,
2. Güneş
gökkubbenin ortasına geiip herşeyin gölgesi titreşip kaldığı zaman,
3. Güneş
batarken...
îşte bu üç vakitte ne
edâ, ne kâza, ne de nafile hiçbir namaz kılınmaz. Ancak o günün geciktirilen
ikindi namazı güneş batarken kerahetle kılınır.[500]
Vakit namazını
kıldıktan sonra irtidat eden (dinden dönen) Kimse henüz vakit geçmeden' İslâm'a
yeniden gurer, o vakit kaza etmesi gerekir.[501]
Henüz ergen olmamış
çocuk yatsı namazım kilchktaA spnra uyur; ve bu arada ihtilâm olur düş azıtır)
ve güneş doğmadan uyanırsa fatsı namazını kaza eder. Ama kız çocuğu böyle
değildir; o fecir doğmadan aybaşı hali olursa, yatsı namazını kaza etmesi
gerekmez, pünkü ayhali vücub üzerine meydana gelirse, vücubu düşürür. Ama yaş
itibariyle ergen olursa -uyanmasa bile- yatsıyı kaza etmesi gerekir. [502]Muhtar
olan kavi de budur. [503]
Kaza namazı yalnız
başına kılınabileceği gibi cemaatle de kılı-nabilir. O halde cemaatle
kılındığında, aşikâr okunan namaz ise aşikâr okunur. Gizli okunan namaz ise
gizli okunur. Meselâ, sabah, akşam ve yatsı namazları cemaat halinde kaza
edildiğinde Fatiha ve Zamm-ı sure aşikâr okunur. Öğle ve ikindi namazları ise
gizli okunur.
Yalnız başına kaza
ettiğin de bu hususta serbesttir : Dilerse aşikâr okunanları aşikâr okur,
dilerse gizli okur. Ancak gizli okunması gerekli olanları gizli okur. [504]
Kaza namazları
kılınırken tertibe riâyet etmek gerekir. Aynı zamanda kaza namazı ile vakit
namazı arasında da tertibe riayet edilir. O kadar ki vakit namazı kılınmadan
kaza namazını kılmak caiz değildir. (Bu, tertip sahibi olmaktan çıkanlar
içindir.[505]
Farzlarla vitir
arasında da tertibe riâyet vâcibdir. Yatsı namazını kılmadan vitir namazını
kaza edemez .[506]Bunun gibi sabah namazını
kıldıktan sonra vitir namazını kılmadığını hatırlarsa, buna cevaz verilmişse
de, hatırladığı halde sabah namazını kılarsa, İmam Ebû Hanifeye göre, sabah
namazı hükümsüz sayılır. Diğer imamlar buna da cevaz vermiştir. [507]
Nafile namaz kılarken
üzerinde kazaya kalmış namaz bulunduğunu hatırlarsa, kıldığı namaz bozulmaz.
Çünkü tertip sadece farzlar arasında vâcib olarak bilinmektedir. Bu hususta
kıyasa başvurmaya gerek yoktur.[508]
Çocuk ergen olup
içinde bulunduğu vakit namazını tam vaktim de kılarsa tertip canibi olur. Kız
çocuğu da ergen olup sahih bir kan görürse, o da âdet sahibi olur.[509]
Bir namazın bünyesinde
bazı hallerde tertib vâcib değildir ; Bunu şöyle açıklayabiliriz : imama uyup
namaz kılarken abdes-ti bozulan veya bu arada uyuyan kimse ayrılıp abdest
aldıktan sonra gelip tekrar imama yetişirse, önce kaçırdığı kısımları
kılabileceği gibi, onları geciktirip imamla birlikte kalan kısmı kılar sonra
kaçırdığı kısmı tamamlayabilir. Bu hususta tertib vâcib değildir. Bu, üç imama
göredir.
Sunun gibi cuma
"namazında imama uyduktan sonra fazla kalabalık sebebiyle rükû'- ve secde
yapamadığı için ayakta kalan kimse, birinci rek'ati imamla kilamazsa, ikinci
rek'ati kılma imkânı bulduğu takdirue, önce ikinci rek'ati kılar, sonra imam
selâm verdiğinde o kalkıp birinci rek'ati kaza eder. Bunun aksini de yapabilir.[510]
Kaza ile vakit namazı
arasında -tertibe unutarak veya benzeri bir sebeple riayet edilmediği takdirde
tertip kendiliğinden düşer, böylece kılınan namaz caiz sayılır.
Buna bir misal verelim
: Sabah namazını kılamayan kimse unutur da öğle namazını kılar ve sonra kazaya
kalan bu namazı hatırlarsa, vakit namazı caiz sayılır.[511]
Bunun gity, öğle
namazını abdestsiz kılar, sonra ikindi vakti girince abdest alıp ikindi
namazını kıldıktan sonra öğle namazını abdestsiz; kıldığım hatırlarsa, ikindi
namazı tamamdır, sadece öğle namazını kaza eder.
Hac mevsiminde
Arafat'da öğle ikindi namazı bir arada kılındığı ve ikindi namazı orada öğleye
tabi' olduğu için, şayet unutur da Öğle namazını abdestsiz Isılar ve hemen
sonra abdest alıp ikindi namazını kılarsa, bu takdirde her ikisini de yeniden
kılması gerekir.[512]
Tertip sahibi sabah
namazını kılmadığını hatırladığı halde öğle lamazmı kılacak olursa, kıldığı
namaz hükümsüz sayılır. Bu takdirle önce sabah namazını kaza etmesi gerekir.
Sonra öğle namazını [ıîar. Sabah namazını kaza ettikten sonra hükümsüz kalan
öğle na-nezını iade etmeden ikindi vakti girer, o da öğleyi kaza etmeden
kindiyi kılarsa, caiz olur. Çünkü ona göre, üzerinde kaza namazı rok sayılır.[513]
Öğle namazını kılarken
sabah namazını kılıp kılmadığında şüp-ıe ve tereddüd eder, ama yine de öğle
namazını kılar, sonra sabah ıamazını kılmadığını iyice hatırlarsa, önce sabah
namazını kaza »der, sonra da öğle namazını yeniden kılar.[514]
Cuma namazını kılmaya
hazırlanırken sabah namazını kılmadığını hatırlayan kimse ne yapar.
İmam Ebû Hanîfe ve
imam Ebû Yusuf'a göre, cuma namazına başlamaz, önce kazaya kalan sabah, namazım
kılar. Bu durumda cumaya yetişmiyecek olursa, onun yerine öğle namazını kılar.
İmam Muhammed'e göre, cuma namazına yetişeceğini kestirirse, önce sabah
namazını kaza eder, değilse, kazayı bırakıp cuma namazını kılar.[515]
Vakit darahnca artık
tertip düşer, önce vakit namazı kılınır. Bununla beraber önce kazaya kalmış
namazı kılarsa» vakit namazını kaçırdığı için günahkâr olur, ama kıldığı kaza
namazı caiz sayılır.[516]
Vakit, darlığına bir
misal verelim :
Sabah namazını kılmaya
hazırlanırken, yatsı namazını kılmadığını hatırlarsa, vakit ikisine yetecek
kadar kalmışsa, önce yatsıyı kaza eder, sonra sabah namazını kılar. Sadece
birine yetecek kadar kalmışsa, o takdirde sabah namazını kılar. Güneş doğup
kerahet vakti geçtikten sonra da kazaya kalan yatsı namazını kılar.[517]
Daralan vakit içinde
vakit namazını hafif tuttuğu, yani kısa sure okumak suretiyle sığdırma imkânı
bulunduğu takdirde, önce kazaya kalan namazı, sonra vakit namazını kılarak
tertibe riayete çalışır.
Vaktin daralması
kişinin zannına göre değil, aslında ve gerçek anlamında olmalıdır. O halde
güneşin doğmasına pek az zaman kaldığını sanarak kazaya kalan yatsıyı kılmadan
sabah namazım kıldıktan sonra vaktin daha kaldığını, o kadar ki rahatlıkla
yatsının Hazâ edilebileceğini anlarsa, o takdirde kıldığı sabah namazı hükümsüz
kalır. Bu durumda her iki namazı kılmaya elverişli bir zaman kalmışsa, önce
yatsı namazını, sonra da sabah namazını kılar. Vakit ikisine elverişli değilse,
sadece sabah namazını iade eder
Yine bu durumda sabah
namazını kıldıktan sonra yatsı namazını kazaya başlar, henüz teşehhüd miktarı
oturmadan güneş doğarsa, o takdirde daha önce kıldığı sabah namazı sahih
sayılır. Çünkü yatsının kazası yerine gelmemiştir.[518]
Üzerinde birden fazla
kâza namazı bulunursa, vakit namazıyla birlikte onların hepsini kılacak kadar
vakit varsa, önce kaza namazları, sonra vakit namazları kılınır. Kaza
namazlarının hepsini değil bir kısmını vakit namazıyla kılacak kadar zaman
varsa, o takdirde önce o bir kısım kaza namazlarını, sonra vakit namazını
kılar. Aksi ; halde vakit namazı caiz olmaz. Buna bir misal verelim s
İkindi vakti, sabah ve
öğle namazlarını kılmadığını hatırlar ve kalan vakit içinde ancak sekiz rek'at.
kılınabileceğini kestirirse, o takdirde önce öğle namazını kaza eder, sonra
ikindi namazını kılar. Bu İmam Ebû Hanîfe'ye göredir. Yine kalan vakit içinde
ancak altı rek'at kılınabileceğini kestirirse o takdirde önce sabahın iki
rek'ati ni kaza eder, sonra ikindi namazını kılar.[519]
Şemsfi'l-Eimme
Sarahsî bu konuda diyor ki
Güneş henüz değişip
batmaya yüz tutmadan önce Öğle ile ikin di namazını kılmak mümkünse, tertibe
riâyet edilerek ikisi de kılı nır. Bu mümkün değilse, sadece ikindi namazını
kılar, öğle namazını kaza ettiği takdirde İkindi namazı tam güneşin ferinin
artık kal-fnadiğı ve batmaya yaklaştığı bir vakte raslarsa, güneş batmadan Dnu
eda etme imkânı mevcutsa; o takdirde yine tertibe riayet edilerek önce öğle,
sonra ikindi namazı kılınır.»[520]
Eğer vakitten ancak
riıüstehab sayılacak bir parça kalmışsa, o takdirde tertip düşer, sadece ikindi
namazı kılınır. Bunda icmâ' vardır.[521]
İkindi namazına vaktin
evvelinde başlar, ama kıraati uzattığı için kerahet vaktine kadar devam eder,
sonra üzerinde öğlenin kazası bulunduğunu hatırlarsa, artık ikindi namazına
devam eder, kesmez. Çünkü vakit kalmamıştır.[522]
Özetliyecek olursak :
Tertip unutmakla
düşer. Hatırlandığı zaman ise tertibe riâyet gerekir. [523]
Fukahamn çoğuna göre,
kaza namazları çoğalınca artık onlarla vakit namazları arasındaki tertip düşer.
O takdirde kazaya kalan namazlar vakit namazından önce kılınabileceği gibi
sonra da kılı-nabilir. Sonraya kaldığı takdirde vakit namazı hükümsüz olmaz. Sahih
olan da budur.[524]
Çokluğun sının,
altıdır. Kılınmadık namazların altıncısının vak: tinin çıkmasıyla tertip düşer.
İmam Muhammed'e göre, altıncı namaz vaktinin girmesiyle tertip düşer. Şöyîeki
: Bir günün beş vakti terkedilmiştir. Bu durumda tertip henüz düşmemiştir.
İkinci günün fecrinin doğmasıyla altıncı namazın vakti girmiş olur ve bu durumda
artık tertip bozulur. Birinci içtihat! ve görüş daha sahihtir. Yani altıncı
namazın vaktinin çıkması.[525]
Bu konudaki ictihad ve
görüşler farklıdır : Fukahadan bazısına göre; tertibin düşmesi için kazaya
kalan altı vaktin ardarda olması gerekir. Bazısına göre ise, bunlar müteferrik
de olsa yine tertib düşer. İkinci görüşte kolaylık vardır.
Kazaya kalan altı
vakit, kaza ile vakit namazı arasındaki tertibi düşüreceği gibi, kendi
arasında da tertibi düşürür. Bunu bir misal ile açıkhyalım ;
Üzerinde bir aylık
kaza -namazı bulunan kimse, bunları kaza etmeğe başlarken, isterse tertibe
uyar, önce ayın birinci gününün beş vaktini sıra ile kaza eder, sonra diğer
günleri aynı tertip üzere kaza ederek tamamlar, isterse, önce otuz sabah namazım,
sonra otuz Öğle namazını, sonra otuz ikindi... namazım kaza ederek tamamlar.
Sahih olan da bu görüştür.[526]
Altıdan fazla kaza
namazı bulunan kimse bunlardan çoğunu kaza edip altıdan aşağı düşürünce tertip
yeniden başlar mı?
En sahih kavle göre,
artık tertip başlamaz, o kazalar bitinceye kadar tertibe riayet edilmiyebilir. [527]Fetva
da buna göredir. El-Muhit Sahibi de bunu ihtiyar etmiştir. [528]
Kaza namazları
genellikle ikiye ayrılır : Eskiden kazaya kalanlar, yeniden kazaya kalanlar.
Yeniden kazaya kalan
namazlar ittifakla tertibi düşürür. Eskiden kazaya kalan namazlara gelince
bunların tertibi düşürüp düşür-müyeceği hakkında farklı görüşler vardır.
Bazısına göre, üzerinde eskiden kalma bir aylık kaza namazı olduğu halde onları
kılmayıp vakit namazlarına muntazaman devam eden kimse bu arada bir vakit
kılmazsa, o takdirde kılmadığı vakti kaza etmedikçe, ondan sonraki vakit
namazını kılamaz. Kusa da caiz olmaz. Bazısına göre, ise böyle de olsa caizdir.
Tertip düşmüştür. Çünkü üzerinde eskiden kalma hayli namaz vardır. Fetva bu
ikincilerin ictihad ve görüşüne göredir. Çünkü bunda kolaylık vardır.[529]
Üzerindeki kaza
namazlarını hatırladığı halde vakit namazını kılmakta bir kerahet var mıdır?
El-Asü kitabında kerahet olmadığı belirtilmiştir. [530]
Kazaya kalan bir
namazın üzerinden altı vakit geçerse, kılınan vakit namazları caiz olur mu?
Müctehid imamların bu konudaki görüşleri farklıdır : İmam Ebû Hanîfe ve İmam
Ebû Yusuf'a göre, caizdir. şöyleki : Öglö namazını kılmayan bir kimse,
hatırladığı halde ikindi, akşam, yatsı, sabah ve ikinci günün öğle ve ikindi
namazlarını kılacak olursa, kılınan vakit namazları caiz sayılır. Çünkü kazaya
kalan namazın üzerinden altı vakit geçmiştir. Yani ikindi namazı mevkufen fâsid
sayılırdı. Altı vakit geçince cevâze dönmüş olur. İmam Muhammed'e göre hükümsüz
kalır.
Bu konudaki gerekçe
şudur
İmam Ebû Hanîfe'ye
göre, nasıl kazaya kalan namazlar altı vakti geçince tertip düşüyorsa, öylece
kazaya kalan bir namazdan sonra altı vakit namazı kılınınca, yine tertip düşmüş
oluyor.[531]
Diğer bir rivayete
göre» bu konuda tmam Ebû Yusuf da İmam Muhammed'in görüşüne uymuştur. Allah
(C.C.) daha iyisini bilir. [532]
Bir tek vakit namazını
unutup kılmayan kimse, tertip sahibi bulunuyor, aynı zamanda unutup kılmadığı
namazın hangi vakte ait olduğunu bir türlü tesbit edemiyor ve aradan böylece ne
kadar vakit geçtiğini de bilmiyorsa, bir gün bir gecenin namazını iade etmesi
gerekir. İki ayn günde birer vakit unutmuş ve hangi günler ve vakit olduğunu
bilmiyorsa, iki günlük; üç güne ait üç vakti unutmuşsa Üç günlük namazı iade
eder. [533]
Hanefî imamlarına
göre, kaza namazlarını kılmak nafile kılmaktan daha iyidir. Şafi imamlarına
göre, üzerinde kaza namazı bulunan kimse, sünnet namazları kılamaz.
Hanefi mezhebine göre,
kaza namazından dolayı müekked sünnet, Tesbîh ve Kuşluk namazı terkedilmez. [534]
Genellikle kaza
namazlarını evde kılmak daha uygun olur. Çünkü Camilerde kaza namazıyla meşgul
olmak, vakit namazları için erken saatlerde gelenlerin dikkatini çekebilir. Hem
evlerde namaz kılmanın ayrı bir fazileti vardır.[535]
Namaz, oruç gibi
ibâdetleri, müslüman, akıl, baliğ olan her kişi bizzat kendisi yerine
getirmekle yükümlüdür. O halde bir baba, kılmadığı namazların, tutmadığı
oruçların kaza edilmesini kendi evlâdına emrederse, bu caiz olmaz. Çünkü
emrettiği kimse de aynı ibâdetleri yapmakla yükümlü bulunmaktadır.[536]
Üzerinde kılmadığı
namaz, tutmadığı oruç kazası bulunan kimse, bunları yerine getirmeden vefat
edecek olursa, ne yapılır? Bu konuda vasiyyet etmiş ve vasiyyeti de bıraktığı
malının üçte birini aşmıyorsa, o takdirde her vakit ve vitir namazı için yarım
sâ' (1667 kg.) buğday, ya da değeri hesaplanarak fakirlere dağıtılır. Oruç
keffareti de her gün için yarım sâ' hesaplanarak verilir. Aslında ölen kimse
hakkında dinde böyle bir vücub yoktur. Peygamber (A.S.) Efendimizin sarih bir
sünneti de mevcut değildir. Bu sadece bir temennidir. Yapmış olduğu vasiyyet
malının üçte birini aşarsa, veresenin müsaadesi şarttır. Bıraktığı mal buna
yetmiyorsa, devir yapmaya gerek yoktur. Mevcut terekesinin -tekfin, teçhiz
masrafları, insanlara olan borçları ödendikten sonra- üçte biri o niyetle
fakir ve muhtaçlara dağıtılır.
a) Ölenin bu
konuda vasiyeti yoksa, vârisler kendilerine
düşen hisseden isterlerse böyle bir hayır yapabilirler; yani murislerinin
namaz ve oruç keffaretini güçleri nisbetinde ödeyebilirler. Hiçbir vâris bu
konuda zorlanamaz.
Namaz ve oruç keffaretinin
tamamını bir tek fakire vermek te caizdir.[537]
Yemin, zihar ve iftar
(oruç bozma) keffareti böyle değildir. Yani onları toptan bir fakire ödemek
caiz görülmemiştir. Çünkü yemin keffaretinden on, zihâr ve iftar
keffaretlerinden altmışar kişinin yararlanması makbuldür,
b) Ölüm
hastalığında güçsüz düşüp namaz kılacak hali kalmayan kimse öldüğü takdirde,
sözü edilen devrede kılamadığı namaz, tutamadığı oruç için keffaret gerekmez.
Aynı soru Hazreti Ali .(R.A,) efendimizin sevgili oğlu Hz. Hasandan (E.A.)
sorulduğunda, gerek-nez diye cevap verdiği sahih rivayetle sabit
olmuştur.
c) Çok
yaşlanmış ve güçsüz düşmüş bir kimse ölmeden önce, alamadığı namazların,
tutamadığı oruçların keffaretini verebilir tni? Hanefî fukahasma göre,
kendisine böyle bir keffaret gerekmez.[538]
Bu konuyu biraz daha
Oruç ve Cenaze bahsinde açıklayacağımızdan burada fazla bir yer ayırmaya gerek
görmedik. [539]
Namaz, huzur isteyen
bir ibâdettir. Ne var ki zıd kuvvetlerin devamlı sürtüşme alanı olan insan
ruhu bazen yanılabilir; en çok gıda alacağı bir zamanda bir an için gaflet
edebilir.
O halde namazda yanılmak,
onun mânevi yapısında bir gedik açmak demektir. O halde henüz ilâhî huzurdan
ayrılmadan açılan o gediği kapamak gerekir. İşte «Yanılma Secdesi» diye
çevrisini yaptığımız «Sücûd-i Sehv» bu gediği kapamak içindir. Tâki namazımız
noksansız huzura yükselebilsin.
Yanılma Secdesi bir
bakıma, Allah'ın yüce huzurundaki gafletimizden af dilemek ve bunun için
secdeye kapanıp aczimizi ifâde etmektir. Allah (C.C.) ise affedenlerin en hayırlısıdır. [540]
Sahih olan da budur.
Yeter ki bunu yapmaya vakit elverişli olsun. [541]O
halde sabah namazında kendisine yanılma secdesi gereken kimse selâm
verince, henüz bu secdeyi yapmadan güneş doğarsa, üzerinden düşer. Kazası
da yoktur. Diğer vakitlerdeki durum da böyle.[542]
Namazda yapılan bir
noksanlık, ya da fazlalıktan dolayı yanılma secdesi gerektiğinde, bu son
oturuşta selâm verdikten hemen sonra yapılır. Bununla beraber selâm verilmeden
önce yapılacak olursa bir şey gerekmez. Buna cevaz verenler çoğunluktadır.[543]
Yanılma Secdesi iki
selâmla tamamlanır. Yani namaz sonunda selâm verip secde yaptıktan sonra tekrar
iki tarafa selâm verilerek bu vâcib yerine getirilmiş olur. Sahih olan da budur.[544]
Namaz sonunda yalnız
sağa selâm verdikten sonra Yanılma Secdesi yapmak daha uygundur. Cumhur'un da
görüşü budur. [545]
Namaz sonunda sağ
tarafa selâm verdikten sonra Tekbir getirip secdeye varır, teşbih getirdikten
sonra yine Tekbirle başını kaldırır, beli doğrulduktan sonra tekrar Tekbir
getirerek ikinci kez secdeye varır, teşbih getirdikten sonra yine Tekbirle
başını kaldırıp oturur, teşehhüd yaptıktan, Peygamber (A.S.) Efendimize salâvat
getirip dua ettikten sonra iki tarafa selâm verir. Sahih olan da budur. Yanılma
secdesinden önceki teşehhüdde de salâvat ve duâ okuması tavsiye edilmiştir. [546]Hem
böyle yapmak ihtiyat, sayılmıştır.[547]
Her namazda farzın
te'hiri veya vacibin terki ya da te'hirinden dolayı yanılma secdesi yapmak
vâcibtir. Farz, vâcib, sünnet ve nafile namazlar bu konuda farksızdır.[548]
Fukahadan çoğu bunun
vâcib olmadığını, ancak namaz sonunda oturmanın, namazın resmiyetine uygun
bulunduğunu söylemiştir. Nitekim Helvam de bunu belirtilen anlamda
Siracü'l-Vehhac adlı eserinde aynen nakletmiştir. O halde yanılma secdesinden
sonra ka'de yapmadan kalkıp ayrılırsa namazı bozulmaz. [549]
Namazda terkedilen şey
üçe ayrilır: Farz, vâcib sünnet. Farz terkedildiğinde, namazı bitirmeden onu
yerine getirmek mümkün olduğu takdirde kaza edilir. Aksi halde namaz bozulur.
Yerine getirildiği takdirde namaz sonunda Yanılma Secdesi gerekir. Vâcib,
yanılma sebebiyle terkedildiği takdirde namaz içinde onu yerine getirmeğe
gerek yoktur, meydana gelen bu açığı Yanılma Secdesiyle kapamak vâcibdir.
Kasden terkedilirse, namazın iadesi garekir. Yanılma Secdesi kâfi gelmez.[550]
Sünnete gelince, ne
kasden, ne de yanılma sebebiyle terkedildiği takdirde Yanılma Secdesini
gerektirmez. Yanılma sebebiyle terkinde kerahet söz konusu değildir. Kasden
terkedildiği takdirde namaz kerahetle kılınmış olur.[551]
O halde Yanılma
Secdesi ancak farzın geciktirilmesinden, vacibin yanılma sebebiyle terkinden
veya geciktirilmesinden ve bir de vacibin değiştiriliri esinden (gizli okunacak
yerde aşikâr okumak gibi) gerekir. [552]
Namazda Euzü-Besmeleyi
veya Sübhaneke'yi veya intikal tekbirlerini terketmekten dolayı Yanılma
Secdesi gerekmez. Çünkü bunlar sünnettir. Ancak Bayram Namazında ikinci
rek'atte rükû'a gidilirken intikal tekbirini terketmek Yanılma Secdesini
gerektirir. Çünkü o tekbir, bayram tekbirlerine tabi' olarak vâcib sayılmıştır.
Rükû'dan kalkıldığında
belini doğrultmadan doğrudan doğruya secdeye varmak ta, İmam Ebû Hanîfe ile
İmam Muhammed'e göre yanılma secdesini gerektirir. Ta'dil-i Erkân'ı farz kabul
edenlere göre namaz bozulur. Ancak burada müfta bin olan Ebû Hamfe'nin içtihadıdır.
Çünkü ümmet için kolaylık vardır.[553]
1. İki
rek'atli namazların her iki rek'atinde, üç ve dört rek'atli farz namazların ilk
iki rek'atinde Fatiha ve Sûre okumak. O halde Fatiha birinci veya ikinci
rek'atte terkedilir veya az kısmı okunularak yetinilirse Yanılma Secdesi
gerekir. Çoğunu okursa gerekmez.[554]
Sünnet, nafile ve
vâcib olan namazların her rek'atinde Fatiha ve Sûre okumak vâcibdir. Bunların
hangi rek'atinde terkedilirse edilsin, vacibin terkinden dolayı Yanılma
Secdesi gerekir. Kasden terkedilirse namazı iadesi vâcib olur.[555]
Fatiha ilk iki
rek'atin birinde veya nafile namazların her hangi bir rek'atinde tekrar
edildiği takdirde Yanılma Secdesi gerekir. Ama Sûreyi okuduktan sonra tekrar
edilirse, yanılma secdesi gerekmez.[556]
Fatihanın çoğu kısmını
okuduktan sonra dönüp baştan yeniden okuması da tekrar sayılacağından yanılma
secdesini gerektirir.
2. Sûreyi
terkettiği takdirde Yanılma Secdesi vâcib olur. Bunun gibi, Fatihayla birlikçe
çok kısa bir âyet okumakla yetinildiği takdirde, müctehid imamların bir kısmına
göre yine Yanılma Secdesi gerekir. [557]İmam
Ebû Hanîfe'ye göre bir şey gerekmez.
Fatihadan sonra sadece
iki kısa âyet okuyup yanılarak rükû'a gider ve orada hatırhyarak dönüp üç âyeti
tamamlarsa, yine Yanılma Secdesi vâcib olur.
Fatihayı Sûreden
sonraya bırakıp öylece okursa, bundan dolayı da Yanılma Secdesi gerekir. Çünkü
farza yakın bu vâcib yer değiştirmiştir.[558]
Farz namazların son
iki rek'atinde Fatiha ve Sûre okuyacak olursa, yanılma secdesi gerekmez. En
sahih olan kavi de budur. Ama rükû ya da secdelerde bunları okuyacak olursa, o
takdirde Yanılma Secdesi gerekir. Çünkü buralar kıraat yeri değil, teşbih
yeridir. Te-şehhüd'de de bunları okuması aynı hükme girer. Ne var ki
teşehhüd-de önce Fatiha ve Sûreyi okursa böyledir. Teşehhüd miktarı oturup
Et-Tehiyyat'ı okuduktan sonra bunları okursa bir şey lâzım gelmez.[559]
Yukarıda da
belirttiğimiz gibi, farz namazlarda Fâtiha'yı son iki rek'atte okursa, Yanılma
Secdesi gerekmez. Zahir rivayete göre böyledir.[560]
Farz namazların son
iki rek'atinde hiçbir şey okumaz teşbih te yapmazsa, bakılır : Kasden böyle
yapmışsa uygun olmayan bir durum meydana getirmiştir. Yanılarak böyle
yapmışsa, kendisine Yanılma Secdesi gerekir. Ama İmam Ebû Yusuf'un İmam Ebû Hanife'
den yaptığı rivayete göre, her iki durumda da hiçbir şey gerekmez.
Bu rivaye itimada daha
uygun görüldüğünden fetvaya esas kabul edilmiştir.[561]
Birinci ve ikinci
rek'atte yamlarak Fatihayı okumadan sadece Sûre okur ve hemen hatırlarsa, dönüp
hem Fatihayı, hem Sûreyi okuyarak namazını tamamlar ve bu durumda-kendisine
Yanılma Secdesi gerekir.
Rükû'a gittikten veya
rükû'dan başını kaldırdıktan sonra Fatihayı okumadığını hatırlarsa, secdeye
varmaz, önce Fatihayı, sonra Sûreyi okuyup yeniden rükû' yaptıktan sonra
secdeye varır ve bu durumda yine Yanılma Secdesi gerekir.
b) Fatihayı
okuduktan sonra Sûreyi okumadan rükû'a varır ve orada hatırlarsa, dönüp sadece
Sûreyi okur, rükû'u iade edip namaz sonunda yanılma secdesi yapar. Sahih olan
da budur.[562]
Kur'ân'daki tertibe
göre Sûreleri okumak çoğuna göre sünnettir. Bu bakımdan ikinci rek'atte,
birinci rek'atte okuduğu Sûreden önceki bir sureyi okuyacak olursa, yanılma
secdesi gerekmez.[563]
Kıraat esnasında Secde
Âyetini okuyup Secde yapmasını unutan ve sonra hatırlıyarak bu secdeyi yerine
getiren kimseye Yanılma Secdesi gerekir. Bazısına göre, gerekmez. Birinci görüş
daha sahihtir.[564]
Namazda bir sureyi
okumak isterken hata yapıp başka bir sure okursa, Yanılma Secdesi gerekmez.
Çünkü bunda ne bir geciktirme, ne de tekrar vardır.[565]
Yukarıda kısmen bu
hususa dokunuldu. Farz namazlarda kıraatin ilk , iki rek'atte okunması vâcibdir
Nafile namazlarda ise bütün rek'atlerde vâcibdir.[566]
Meselâ : Bir rek'atte
yapılması gerekli olan iki secdeden birini terkedecek olur ve sonra namaz
arasında hatırlarsa, onu hemen yerine getirir ve bunun için de tertibe
uymadığından yanılma secdesi gerekir.
Bunun gibi, kıraatten
önce rükû yapacak olursa, dönüp kıraati yerine getirir ve rükû'u iade eder,
namaz sonunda da bunun için yanılma secdesi yapar.[567]
Tâdili Erkân daha çok
rükû ve secdelerde organların sakinleşmesini beklemekle ilgilidir. Rükû'a veya
secdelere varıldığında organlarımızın hareketi son bulup sakinleşînceye kadar
beklemek vâcibdir. Bunun sünnet olduğunu söyleyenler olmuşsa da, mezhebin
zahirine göre, birinci görüş daha sahihtir. O halde namazda hangi rek'atte
olursa olsun Ta'dîl-i Erkân'ı terketmekten dolayı Yanılma Secdesi gerekir.
Sahih olan da bu ictihaddır.[568]
O halde namazda
birinci oturuşu yamlarak terketmekten dolayı Yanılma Secdesi vâcib olur. [569]
Namazda birinci oturuş
nasıl vâcibse, Teşehhüd okumak da öylece vâcibdir. Son oturuşa gelince, iki üç
ve dört rek'atli namazların sonunda oturmak farzdır. Bu oturuşta Teşehhüd
okumak vâcibdir. Bunun terkinden dolayı Yanılma Secdesi gerekir.[570]
Unutarak Teşehhüdü
ayakta okursa, bu konuda fukahamn görüşleri farklıdır. Sahih olan kavle göre,
Yanılma Secdesi gerekmez.[571]
Ancak ayakta Fatihadan önce Teşehhüd okursa, böyledir. Fâ-tiha'dan önce okursa,
Yanılma Secdesi gerekir. En sahih görüş te budur. Çünkü Fâtiha'dan sonraki yer,
Sûre okumaya hastır. Teşehlüdü okumak, vacibi geciktirmeyi gerektirir. Ama
Fatiha'dan önceli yer, sena yeridir, Teşehhüd de bir sena sayıldığından bir
şey gelmemektedir.
Farz namazlardan üç ve
dört rek'atli olanlarının son iki veya »ir rek'atinde Teşehhüd okunursa,
Yanılma Secdesi gerekmez. Fetâ buna göredir.
Teşehhüd'den sonra
yanüarak Fatiha okursa, Yanılma Secdesi gerekmez. Ama Teşehhüd yerine Fatiha
okur veya önce Fatiha'yi ıkuyııp sonra Teşehhüd okursa, bu iki durumda da
Yanılma secdesi gerekir. Bu, El-Vakıatü'n-Nâtıfiyye'de îmam Ebû Hanife'den
rivayet edilmiştir. El-Muhit'te de aynı husus belirtilmiş ve konuya geniş yer
verilmiştir.
Birinci oturuşta
teşehhüdü tekrarlamak.
Birinci oturuşta
teşehhüdü tekrarlıyacak olursa veya teşehhüd-İden sonra salâvat getirecek,
duada bulunacak olursa, yanılma secdesi gerekir.
Teşehhüdden sonra
sadece Allahümme Salli Alâ Muham-Medin der, gerisini söylemese bile Yanılma
Secdesinin gerekeceği fukahanm çoğu tarafından belirtilmiştir. En sahih olan da
budur.
İkinci oturuşta
teşehhüdün tekrar edilmesi Yanılma Secdesini gerektirmez.[572]
Son oturuşta teşehhüdü
unutup okumadan selâm verir, sonra hatırlarsa, dönüp yeniden okur ve Yanılma
Secdesi yapar. Bu, İmam Ebû Hanîfe ile İmam Ebû Yusuf'a göredir. [573]
İster imam, ister
yalnız başına olsun, namazda oturacağı yerde ayağa kalkar veya ayağa kalkacağı
yerde oturursa, Yanılma Secdesi vâcib olur. Birinci oturuşu yapmadan ayağa
kalkmanın ölçüsü, oturmaktan ziyade ayakta durmaya yakın bir vaziyet almasıdır.
Bu durumda dönüp oturacak olursa, namazı bozulur. Sahih olan kavi budur. [574]Ama
oturmaya yakın bir vaziyet almışsa, o takdirde kalkmayıp oturur ve bir şey de
gerekmez. En sahih görüş budur. [575]Hâkimi
Şehîd Mervezî de aynı görüştedir.
Secde yapacağı yerde
rükû', rükû' yapacağı yerde secde yapar veya rükünlerden birini tekrarlarsa
veya rükünler arasında takdim te'hirde bulunursa, kendisine Yanılma Secdesi
gerekir. [576]
Teşehhüdden sonra üç
mü, dört mü kıldığında tereddüd edip bu yüzden bir süre oyalanır, sonra dört
rek'at. kıldığım kesinlikle hatırlar ve öylece selâm verirse, bu gecikmeden
dolayı Yanılma'Secdesi gerekir. [577]Ama
sağa selâm verdikten sonra sözü edilen rek'at hakkında tereddüde düşerse, artık
buna itibar edilmez ve Yanılma Secdesi de gerekmez.
Namazda abdesti bozulduğu
için yeniden abdest almaya başlarken aynı hususta tereddüt eder ve bu yüzden
bir süre oyalandıktan sonra abdest alıp namazı kaldığı yerden tamamlamaya
başlarsa, kendisine Yanılma Secdesi gerekir.[578]
Kunût'u terketmek veya
yanılıp yerine getirmemekten dolayı Yanılma Secdesi gerekir. Çünkü Kunût
vâcibdir. Rükû'a gidip başını kaldırdıktan sonra bu terketme gerçekleşir. O
halde fukahanm da çoğuna göre, rükû'a varır varmaz hatırlarsa, o takdirde dönüp
Ku-nût'u yerine getirebilir,
Kunût vâcib olduğu
gibi, onun için "alman Tekbir de vâcibdir. O halde sözü edilen Tekbiri
almadan Kunût yapılırsa, Yanılma Secdesi gerekir. Çünkü bu Tekbir de Bayram
Tekbirleri gibidir.[579]
Bayram Tekbirleri de
vâcibdir; terkedildiği takdirde Yanılma Secdesi gerekir. Bunun gibi,
Tekbirlerin bir kısmını terkeder veya fazlalaştırır veya onları başka yerde
getirirse, yine de Yanılma Secdesi vâcib olur.[580] Nitekim
EI-Hasan'm İmam Ebû Hanîfe'den yaptığı rivayete göre, bu Tekbirlerden sadece bir tanesi
terkedilse, 'yine de Yanılma Secdesi, gerekir. [581]
Fukahadan bir kısmına
göre, imam Bayram Tekbirlerini yanı-larek terkeder de rükû'a varırsa,
hatırladığı takdirde dönüp onları yerine getirir. Ama mesbukun durumu böyle
değildir, imama rükû' da yetişirse, imam da Tekbirleri yerine getirmiş olsun
olmasın, o rü-kû'da sözü edilen tekbirleri yerine getirir.[582]
Bayram namazının
ikinci rek'atinde Bayram Tekbirlerinden sonra Rükû'a varma İntikal Tekbîrini
yanılarak terkederse, kendisine Yanılma Secdesi vâcib olur. Çünkü bu tekbir de
Bayram Tekbirlerine tabi' olarak vâcib sayılmıştır. Tabii birinci rek'atteki
rükû'a varma Tekbiri böyle değildir, o sünnettir.[583]
Gerektiren haller
bütün namazlarda aynıdır, yani aynı hükmü taşır. Ne var ki, fukahanın ileri
gelenleri, cemaat şaşırmasın, yanlış bir harekette bulunmasın diye cuma ve bayram
namazlarında gerektiği takdirde Yanılma Secdesi terkedilir, Fetva buna göredir.
Sahih olan da budur.[584]
Bilindiği gibi, sabah
akşam ve yatsı farzlarında kıraeti aşikâr okumak vâcib; öğle ve ikindi
farzlarında gizli okumak vâcibdir. O halde gizli okunacak yerde yanılarak
aşikâr okur veya aşikâr okunacak yerde gizli okursa, vacibi terkttiğinden
Yanılma Secdesi gerekir. [585]
Fukahanın çoğuna göre,
namaz caiz olacak kadar kıraat yapn-dığmda Yanılma Secdesi gerekir. En sahih
olan da budur. Yalnız başına namaz kılan kimsenin bu vâcibleri yanılarak
yerine getirmemesinden Yanılma Secdesi gerekmez. Çünkü aşikâr ve gizli okumak
daha çok cemaatle kılman namazın özellikler indendir.[586]
Eûzü ya da Besmeleyi
veya Âmin demeyi aşikâr söylemek Yanılma Secdesi gerektirmez. Çünkü bunları
gizli söylemek vâcib değildir.[587]
İmanı namazda yanılma
secdesini gerektiren bir yanılmada bu-• lunsa, ister arkasında ona tabi'
olanlar bu sırada ona uymuş olsun 'Olmasın farketmez, ona da İmamla birlikte
Yanılma Secdesi gerekir.
İmama namazın sonunda
Yanılma Secdesinin ikinci secdesinde yetişen kimse artık kaçırdığı birinci
secdeyi kaza etmez. İmam tam secdeleri yaptıktan sonra ona gelip uyarsa
selâmdan sonra Yanılma Secdesini kaza etmesi yine de gerekmez.[588]
İmamın değil de
cemaatten birinin yanılması, Yanılma Secdesini gerektirmez. Çünkü namazda imam
cemaate değil, cemaat imâma tabi'dlr. îmam namaz sonunda gereken Yanılma
Secdesini terkedecek olarsa, cemaat te terkeder.[589]
Fukahanın ittifakıyla
mesbuk namaz sonunda imama Yanılma Secdesinde uyar, imam selâm verince o kalkıp
yetişemediği kısmı tamamlar; artık namaz sonunda Yanılma Secdesini tekrarlamaz.[590]
ş) Lâhik
olan, imamla birlikte Yanılma Secdesi yapsa bile yine de namazın sonunda
kendisinin Yanılma Secdesi yapması gerekir. İmamla beraber yaptığı secdeye
itibar edilmez.
Mesbuk ise, imam selâm
verir vermez kalkmaz, biraz bekleyip imamın Yanılma Secdesi yapıp yapmıyacağma
dikkat eder, Öylece kalkar. [591]Şayet
imam Yanılma Secdesi yapmadan Mesbuk ayağa kalkıp yetişemediği rek'atleri
kılmaya başlar, bu arada imam yanılma secdesi yaparsa, o takdirde Mesbuk namaz
sonunda bunu yerine getirir. Mesbuk başladığı rek'ati secdeyle bağlamamışsa,
çoğu fukahaya göre dönüp imamla birlikte Yanılma Secdesini yerine getirir.
Sonra kalkıp imama yetişmediği kısımları yeniden tamamlar.
Bu durumda dönüp imama
uymayacak olursa, namazı yine de câizdir. Ancak namaz sonunda Yanılma Secdesi
yapması vâcibdir. Bu, »tihsan kaaidesine göre verilen bir cevazdır.
Mesbuk başladığı
rek'ati secdeyle bağladıktan sonra dönüp Yanılma Secdesinde imama uyacak
olursa, namazı bozulur, yeniden :ılması gerekir.[592]
Korku Namazında
imam yanılır da Yanılma
Secdesi yapacak olursa, ikinci taife ona uyar, birinci taife ise, namazı
tamamladık-lan sonra Yanılma Secdesi yapar.[593]
Lâhik, kaza edeceği
kısımda Yanılma Secdesi yapmaz. Mesbuk ise yapar. Mesbuk'un imamı yanıldığı
halde Yanılma secdesi yapmaz, sonra mesbuk yetişemediği kısmı kılarken kendisi
de yanılırla bu ikisi için iki secde yeter.
İmam namazda
yanıldıktan sonra abdesti bozulur da yerine mesbuk olan birini geçirir, o da
namazı tamamlar ancak selâm vermez, belki namazın başlangıcında imama uyan
birini yerine geçirir, o selâm verip Yanılma Secdesi yaparken mesbuk ona
uyarak Yanılma Secdesi yapar; sonra kalkıp yetişemediği kısmı tamamlar.[594]
Dört rek'atli namazın
sonunda teşehhüd miktarı oturduktan sonra yanılır da beşinci rek'ate kalkacak
olursa, bu durumda henüz secde yapmadan hatırlıyarak oturup selâm verirse,
namazı tamamdır, ancak Yanılma Secdesi yapması gerekir. Ama beşinci rek'ati
secdeyle bağladıktan sonra hatırlarsa, artık dönüp oturmaz, belki bir rek'at
daha ilâve ederek altı rek'at kılar, oturup selâm verdikten sonra Yanılma
Secdesi yapar. Bazısına göre, Yanılma Secdesi yapması gerekmez.[595] Ama
istihsanen Secde yapması ekser tarafından kabul edilmiştir. Fetva buna
göredir. [596]Muhtar olan görüş te budur.
İlâve edilen iki rek'at nafile yerine geçer. Sahih olan budur, Cevhere-i
Neyyire'de de bu husus belirtilmiştir.
İkindi farzında
teşehhüdden sonra yanılıp beşinci rek'ate
kalka, onu secdeye bağlıyacak olursa, bazısına göre altıncı rek'e.ti ilâve
etmez; çünkü ikindi farzından sonra meşru bir nafile namaz yoktur. Fukahanın
ileri gelenlerine göre, böyle de olsa, yine altıncı rek'ati ilâve eder. Çünkü
bu ihtivan bir ilâve değildir. Bu bakımdan mekruh sayılmamıştır.[597]
Sabah farzında ise,
ikinci rek'atin sonunda teşehhüd miktarı oturduktan sonra üçüncü rek'ate kalkıp
onu secdeyle de bağlasa yine de bir rek'at daha ilâve etmesine gerek yoktur.
Hatırlayınca hemen oturup selâm verir ve Yanılma Secdesi yapar. [598]Bahrirâik'-de
İbn Nüceym'in tesbitine göre, buna da bir rek'at ilâve etmek suretiyle dört
rek'ate çıkarmakta bir sakınca olmadığı belirtilmiştir.[599]
Namazın sonunda
teşehhüd miktarı oturmadan beşinci rek'ate kalkılır, henüz secde ile
bağlanmadan hatırlanırsa, oturulur, teşehhüd yerine getirildikten sonra selâm
verilir ve Yanılma Secdesi yapılır. Beşinci rek'ati secdeyle bağlıyacak
olursa, bu durumda fuka-hadan bir kısmına göre, altıncı bir rek'at daha ilâve
eder ve bu nafile yerine geçer. Bozulan farzı yeniden kılması gerekir, ikindi
far-zmdaki durum da böyledir. Çünkü ikindiden önce meşru' nafile vardır.
Farzın bozulup nafileye çevrilmesinde bir beis yoktur. Sabah farzı böyle
değildir. Üçüncü rek'ate kalkar ve onu secdeyle bağlarsa, namaz bozulmuş ve
kılınan üç rek'at te nafile kılmak meşru' sayılmamıştır.[600]
Bu, İmam Ebû Hanîfe
ile İmam Ebû Yusuf'un görüşüdür. Altııı-' cı rek'ati ilâve etse de olur, etmese
de olur. Bozulan namaz nafileye dönüşür.[601]
İki veya dört rek'atli
namazın sonunda teşehhüd miktarı oturmadan beşinci rek'ate kalkan kimse
secdeye varmakla namazı hemen bozulmuş olur mu İmam Ebû Yusuf'a göre, başını
secdeye koyduğu an namazı bozulur ve nafileye dönüşür. İmam Muhammed'e göre,
başını secdeden kaldırdığı an namazı bozulmuş olur. Çünkü Ebû Yusuf'a göre
secdenin farzı, sadece alnı yere koymakla gerçekleşir. İmam Muhammed'e göre,
alnı secdeden kaldırmakla gerçekleşir. Fahrü'l-İslâm El-Câmiu's-Sağîr'de,
«Fetva bu konuda İmam Mu-hammed'in kavline göredir,» demiştir.
Buradaki farklı görüş
ve içtihadın faydası, secdeye başını koyduğunda abdestinin bozulması durumunda
ortaya çıkar : Ebû Yusuf'a göre artık bunu düzeltmek değildir. İmam Muhammed'e
göre, abdest alıp düzeltmesi mümkündür; abdestten sonra gelip teşehhüde oturur
ve selâm vererek namazım tamamlar. [602]En
sahih kavle göre bu durumda yanılma secdesi yapmaz.
İki rek'at nafile
namaz kılarken yanılır da namazın sonunda Ya-mlraa Secdesi yaptıktan sonra
selâm vermeden kalkıp iki rekat daha kılacak olursa, sahihtir; ne var ki bu
durumda Yanılma Secdesini iade eder.
Muhtar olan görüş te budur. Yolcu olanın da durumu böyledir :
İki rek'at kıldıktan
sonra Yanılma Secdesi gerektiği için yapar ve sonra selâm vermeden ikaamete
(eyleşik olmaya) niyet ederse, o takdirde kalkıp iki rek'at daha kılar ve
Yanılma Secdesini iade ederek- namazını tamamlar.[603]
Yanılma Secdesi
gerektiği halde yanılır da bunu yerine getirmeden selâm vererek namazdan
çıkarsa, ne lâzım gelir? Fukahanm ileri gelenlerine göre, bir şey gerekmez.
Namazda birkaç kez
Yanılma Secdesini gerektirecek şekilde ya-nılırsa, hepsi için namaz sonunda bir
defa Yanılma Secdesi yapmak kâfidir.[604]
Gece nafile namaz
kıldıran imam kıraati kasden gizli okursa, isaet (uygun olmayan bir fiil)
işlemiş olur. Yamlarak böyle yaparsa, Yanılma Secdesi gerekir.[605]
Ramazanda Teravih ve
Vitir namazlarında kıraat aşikâr okunur. Çoğu fukahaya göre bu vâcibdir; terki
yanılma secdesini gerektirir.
İmam namaz kıldırırken
yanılır ve henüz namazı bitirmeden
abdesti bozulduğu için cemaatten birini yerine geçirir, o da bu arada yamlırsa,
namaz sonunda sadece bir defa Yanılma Secdesi yapması yeter; iki yanılma yerine
geçeceği kabul edilmiştir.[606]
Dördüncü rek'atin sonunda
teşehhüd miktarı oturur, fakat te1-şehhüd okumadan yamlarak selâm verirse,
dönüp teşehhüdü okuması, selâm verdikten sonra da Yanılma Secdesi yapması
gerekir.[607]
Namazda üç mü, yoksa
dört mü kıldığında şüphe eder ve bu ilİL defa vaki olan bir şüphe ise, namazı
kaldığı yerde bırakıp, yeniden kılar,
Namazı bu durumda
bırakınca, ister selâm vererek, ister dünya sözü konuşarak, isterse namazı
bozacak harekette bulunarak hükümsüz kılar. Sadece bulunduğu yerde namazı
bozduğuna ve yeniden başlayacağına niyet getirmesi kâfi değildir.[608]
«İlk defa vaki olan
bir şüphemden maksad, bunu âdet haline getirmemiş, demektir. Yoksa herkes
ara-sıra namazda şüpheye düşebilir.[609]
Sık sık şüpheye
düşüyorsa, o takdirde hangi sayı hakkında daha çok kalbi yatışıyorsa, ona göre
hareket eder. İki sayı arasında böyle bir tercih yapamıyorsa, o takdirde az
olanı esas kabul edip namazını ona göre tamamlar. [610]Bu durumda
her iki rek'at sonunda oturmayı dikkate alır. Buna bir misal verelim :
Dört rek'atli namaz
kılarken birinci mi, ikinci mi rek'at olduğunda şüpheye düşer ve bir tercih
yapamadığı için bir rek'at kıldığını kabul edip ona göre hareket eder : Kalkıp
bir rek'at kıldıktan sonra teşehhüde oturur, sonra kalkıp bir rek'at daha kılıp
tekrar teşehhüde oturur, sonra bir rek'at daha kılıp son oturuşu yapar.
Böylece dört oturuşla -ikisi farz, ikisi vâcib olmak üzere- namazını tamamlar.[611]
Teşehhüd miktarı oturduktan
veya selâm verdikten sonra böyle bir şüpheye düşerse, artık buna itibar
edilmez; namazı tamamlamış sayılır. El-Hulasa kitabında da bu husus
belirtilmiştir.[612]
Vakit namazını kılıp
kılmadığında şüpheye düşerse, vakit henüz çıkmamış ve bir namaz kılacak kadar
zaman kalmışsa, o takdirde farzı edâ eder. Vakit çıkmışsa, artık böyle bir
şüpheye itibar edilmez. [613]
Sabah namazında ayakta
iken üçüncü rek'at mı, birinci rek'at mı olduğunda şüpheye düşerse, ayakta
durmayı hemen terkedip teşehhüde oturur, sonra kalkıp iki rek'at daha kılar,
her rek'atte hem Fatiha hem Zamm-ı Sûre okur, teşehhüde oturup selâm verdikten
sonra Yanılma Secdesi yapar.
Sözü edilen namazın secdesinde
iken böyle bir şüphe doğarsa, secdeyi tamamlayıp oturur, selâm vermeden kalkıp
bir rek'at daha kılar ve öylece selâm verdikten sonra Yanılma Secdesi yapar.
Tabii bütün bunlar, şüphe sık sık vaki olmadığı takdirdedir. Şüphe sık sık vaki
oluyorsa, yukarıda belirttiğimiz gibi, az rek'ati esas kabul edip ona göre
namazını tamamlar.
Yine sabah namazının
secdesinde iken iki veya üç rek'at kıldığında şüpheys düşerse, secdesini
tamamlayıp ona göre hareket eder. Çünkü eğer iki rek'at kıîmışsa, bunu secdeyle
tamamlamış olur. Üç rek'at kıîmışsa, bir bakıma îmam Muhammed'e göre yine
namazı bozulmaz. Çünkü birinci secdede bunu hatırlayınca o secde hükümsüz
kalmış olur. Ama bu şüphe ikinci secdede vaki olursa, o takdirde namaz
bozulur. [614]
Vitir namazında iki
ile üç rek'at arasında şüpheye düşerse, ayakta bulunuyorsa o takdirde içinde
bulunduğu rek'ati tamamlayıp Ku-nût okur ve oturur, selâm vermeden kalkıp bir
rek'at daha kılar ve tekrar Kunût okuyarak namazım tamamlar, sonunda Yanılma
Secdesi yaj>ar. Tabii, iki ile üç rek'at arasında şüphe ederken bir tercir
yapamadığı takdirde böyledir. Gönlü üç rek'at kıldığına yatışırsa, takdirde
üçüncü rek'ate kalkmaya gerek yoktur. Muhtar olan da budur.
Bu hususta Bahrirâik
sahibi ile Fethülkadir sahibi şu genel fcaai-deyi belirtmişlerdir :
Namazda rek'at
sayısında şüphe edildiğinde, ister bir tercih yapılsın az rek'at esas kabul
edilsin, ister çok rek'ate kalb yatıştığı için o esas kabul edilsin her iki
surette de namaz sonunda Yanılma Secdesi yapmak vâcibdir. Ne var ki fukahamn
bir kısmı böyle genel bir kaaideyi benimsememiş tir.
Buna bir misal verelim
:
Dört rek'atli bir
namazda üç ile dört rek'at arasında şüpheye düşer, biraz düşündükten sonra üç
rek'at kıldığını hatırlarsa, -eğer düşünme süresi bir rükün edâ edilecek kadar
bir süre almamışsa- o takdirde yanılma secdesine gerek yoktur. Ama bir rükün
edâ edilecek kadar bir süre geçmişse, farzı geciktirmeden dolayı Yanılma
Secdesi vâcib olur. [615]
Namaz kılarken mukim
ve misafir (eyleşik ve yolcu) olduğunda şüpheye düşerse, kesin bir sonuca
varamıyorsa, o takdirde ikinci rek'atin,sonunda oturup farz ve vâcib olanı
ihtiyaten yerine getirip öylece namazını tamamlar.[616]
İmam dört rek'atli
namaz kıldırırken ikinci secdede iki rek'at ile üç rek'at kıldırdığı arasında
şüphe eder ve bir tercih yapma durumunda olmaz, sadece cemaatin, secdeden
kalkıldığında ne yapacağına bakıp onlara uymayı düşünürse, o takdirde cemaat,
secdeden kalkıldığında oturursa, o da oturur, kalkarsa, o da kalkar ve bu durumda
Yanılma Secdesi gerekmez. Çünkü şüphe, cemaatin hareketiyle giderilmiş ve farz
da geciktirilmemiştir.[617]
İmam namazda şüpheye
düşer ve kalbinin yatıştığı ölçüde namazını kılıp tamamladıktan sonra,
doğruluğuna güvenilen iki adam ona kaç rek'at kıldığım haber verirse, onların
sözüne uyarak namazını ona göre düzenler; noksan kıîmışsa iade eder.
Ama yalnız bir kişi
kendisine farzedelim, üç rek'at kıldığını haber verirse, artık onun sözüne
itibar etmez. Çünkü kendisi bir tercih kullanmişlı.
Haber veren de bir kişi olduğuna göre bu tercih bozulmaz.[618]
Ne var ki İmam
Muhammed'den yapılan rivayete göre, haber ve- doğru ile yalan arasında söz
söyleyeceği şüphesi hasıl olursa, o ,kdirde kılman namaz ihtiyaten iade edilir.
[619]
Tilâvet Secdesi,
Kur'ân'da secde âyeti okunduğunda yapılması ereken bir secdedir. Bu namaz
dışında vâcib olduğu gibi, namaz pinde de secde âyeti okunduğu takdirde yine
vâcibdir.
Tilâvet Secdesi
Resûlüllah'm kavli ve fiili sünnetiyle sabit ol-luştur :
a) İbn Ömer (R.A.)
diyor ki :
«Resûlüllah (A.S.)
Efendimiz Kur'ân okur ve secde âyetine ge-ince onu da okur sonra secde eder,
biz de onunla birlikte secde eder-lik. O kadar ki, bazen başımızı secde yapacak
yer bulamazdık.
Cemaat çok kalabalık
olduğu vakitlerde böyle olurdu).»[620]
Diğer bir hadîste
şöyle buyurulmuştur :
Âdemoğlu Kur'ân'daki
secde âyetini okuyup secde ettiğinde şey-;an ağlayarak oradan uzaklaşır ve
şöyle der : «Yazıklar olsun bana! âdemoğlu secdeyle emredildi, o bu emre uyarak
secde yaptı, cennete bak kazandı. Ben ise secde ile emredildim, emre karşı
gldiğim için Cehenneme hak kazandım.»[621]
Mâliki, Şafii ve
Hambelî mezheplerine göre, sünnettir. Hanefî mezhebine göre, vâcibdir.
Üç mezhep burada daha
çok Zeyd bin Sabit (R.A.)'den nakledilen sahih hadise dayanmışlardır. Hz. Zeyd
diyor ki «Ben Resûlüllah'm huzurunda
Secde âyetini okuduğumda O secde etmedi.» [622]Ayrıca
Bedevi'nin beş vakit namazdan başka bir namaz olup olmadığım sorduğunda,
Resûlüllah (A.S.)'m «Hayır, meğerki
nafile kılasm..» diye cevap vermesini de
bir delil saymışlardır, bu konuda.[623]
İmam Mâlik bu konuda
bir diğer rivayeti delil getirerek şöyle nakletmiştir :
Urve oğlu Hişam (R.A.) diyor ki, babam bana anlattı -.
«İkinci Halife Hz. Ömer
(R.A.) minber üzerinde bulunuyordu, secde âyetini okuyunca, inip secde etti,
biz de onunla birlikte secde ettik. Günlerden cuma idi. Sonra bir başka cuma
günü yine secde âyetini okudu, hepimiz secdeye hazırlandık, derken o secde
etmedi ve bize «Allah bu secdeyi bize farz kılmadı. Meğer ki biz kendimi*,
secde edelim. Bu konuda serbestsiniz,» dedi.[624]
Bu konuda geniş bilgi
edinmek isteyenler, Zeylaî'nin Nesburra-ye adlı kıymetli eserinin Tilâvet
Secdesi bölümüne baksınlar. [625]
1. A'raf
Sûresinin sonunda : Ve Lehü Yescüdune,
2. Ha'd
Süresi : Ve Lîllahî Yescüm Men Fî's-Semavatî,
3. Nahl Sûresi : Ve Lillâhî Yescüdü Ma
Fi's-Semavati,
4. î s r â '
Sûresi : Yehirrüne Lilezkani Sücceden,
5. Meryem
Sûresi : İzâ Tütla Aleyhim Âyatü'r-Rahmânî Harrû Süc-Ceda,
6. Hacc
Sûresi : Elem Tere Enne'llahe Yescüdu Lehu,
7. Furkan
Sûresi : Ve Îzâ Kîıle Lehumü'scüdû Lir-Rahmâni,
8. Nemi
Sûresi : Ve Ya'lemû Mâ Tuhfûne Vema Tu'linün,
9. Elif-Lâm
Mîm Tenzil : Harrû Sücceden,
10. Sad
Sûresi : Festeğfera Rabbehu ve harra râkian ve enâb.
11. Ha-Mim
Secde : Vescüdü Lîllâhi,
12. Necm
Sûresi : Fescüdû Lillâhi Va'budû,
13. İzâ's-Semâu'n-nşakkat
: La Yescüdûne,
14. Ikra'
Sûresi : Vescüd Vakterib.
İşte bu on dört yerde
geçen secdeyle ilgili âyetler okunduğunda hem okuyana, hem işitene -ister
dinlemek kasdı bulunsun, ister bulunmasın- secde etmek vâcib olur.[626]
Sözü edilen âyetler
okunduğunda sadece dudakların hareket edip harfler sıhhatli biçimde teleffuz
edilmediği takdirde Tilâvet Secdesi vâcib olmaz. O halde secde âyetinin gizli
okunması bu konuda yeterii sebep değildir. Hem okuyanın kendi sesini, hem de
yakınında bulunanların onu işitmesi gerekir.[627]
Secde âyetinin
sonundaki harfi terkedip sadece evvelindeki harfleri okumak ta yeterli
değildir. Kelimenin tam olarak teleffuz edilmesi lâzımdır.
Buna bir misâl verelim
:
Vescüd yerine Vescü
okunursa, yanılma secdesi gerekir. Çünkü kelimenin sonundaki harf teleffuz
edilmemiş ve böylece mâna anlaşılmamıştır.[628]
Namaza ehil
sayılanlar, Tilâvet Secdesine de ehil sayılırlar. Yani namaz kime farzsa,
Tilâvet Secdesi de ona vâcibdir. O halde secde âyetini okuyan veya işiten kimse
kâfir veya deli veya mecnun veya çocuk veya ayhali ya da lohusa olursa Tilâvet
Secdesi gerekmez. Çünkü bunlar bulundukları sıfat üzere namaza ehil
değildirler. Ama bunlardan, namaza ehil olan bir kişi secde âyetini işitecek
olursa, ona vâcib olur.
Bunun gibi abdestsiz
veya cünüp kimsenin de secde âyetini işitmesi, Tilâvet Secdesini gerektirir.
Hasta da böyledir. Tabii, abdest aldıktan veya cünüplüğünü giderdikten sonra bu
vücubu yerine getirir.
Uyuyan kimse secde
âyetini okur, yanında onu işiten bulunursa, işitene vâcib olur. Sahih olan
görüş budur. Uykudan uyandığında kendisine, uykuda iken secde âyetini okuduğu
haber verilirse, onun da Tilâvet Secdesi yapması gerekir. En sahih olan görüş
budur'.[629]
Sarhoş bir vaziyette
secde âyetini okuyan kimsenin ve onu işitenin Tilâvet Secdesi yapması vâcib
olur. Çünkü sarhoşluğu geçince namaza ehildir.[630]
Kadın namazda secde
âyetini okuduğu halde secde etmez ve bu arada ayhali olursa, Tilâvet Secdesi
düşer, artık onu yerine getirmesi gerekmez.[631]
Nafile namazda secde
âyetini okuyup Tilâvet Secdesi yaptıktan sonra namaz bozulursa, sadece o namazı
iade etmesi Vâcib olur. Tilâvet Secdesini iade etmesine gerek yoktur.[632]
Müslüman bir kimse
secde âyetini okuyup henüz Tilâvet Secdesini yerine getirmeden irtidad
eder (dinden çıkar) sa, tekrar dine döndüğünde onu kaza etmesi
gerekmez. [633]
Sadece secde âyetini
yazmakla Tilâvet Secdesi vâcib olmaz.[634]
Secde âyetini Farsça
ya da başka bir dille okumak ta Tilâvet Secdesini gerektirir. Bu sadece okuyan
için değil, işiten için de vâcib olur. Ne var ki işiten kimse bunun secde âyeti
olduğunu bilmiyorsa, o takdirde Tilâvet Secdesi gerekmez. [635]Çoğu
fakihlere göre, gerekir. Sahih olan da budur. Çünkü secde âyetinden maksad,
secdeye delâlet eden hükümdür. Başka dilde de aynı hüküm câridir. El-Muhit
sahibi bu[ görüşü benimsemiş ve bunda icmâ var demiştir.
Arapça okunduğu
takdirde mutlaka Tilâvet Secdesi gerekir. An-.cak özrü olan bir süre
geciktirebilir.[636]
Telaffuzunu sağlayarak
okuyorsa, o takdirde işitnıese bile yine de Tilâvet Secdesi gerekir.
Âyetin hecelenerek
okunması :
Secde âyetini
heceliyerek okuyan ve okutan kimseye ve onu leyene Tilâvet Secdesi gerekmez.[637]
İmam ister aşikâr
ister gizli (kendisi duyacak kadar) secde âyetini okuyup Tilâvet Secdesi
yaptığında cemaat ona uyar. Ancak gizli okunan namazlarda imâmın secde âyetini
okumaması müstehab sayılmıştır.
Bunun gibi namaz
dışındaki kimselerin de1 imamın sesini işittikleri takdirde onlara da Tilâvet
Secdesi gerekir.[638] Sahih olan da bu görüştür. Hidâye sahibi de
bunu sahih kabul etmiştir.
îmam secde âyetini
okuduğunda, bir adam cami'a girer ve onun sesini işittikten sonra gelip imama
uyarsa, imamla birlikte Tilâvet Secdesi yapması gerekir. İmam secde ettikten
sonra ona uyarsa, o takdirde namaz içinde secde etmesi gerekmez. Bazı fakihlere
göre, namazı bitirdikten sonra secde pder. Sahih olan da budur.[639]
Cemaatten birinin
secde âyetini okuması sebebiyle ne kendisine, ne imama, ne de diğer cemaate
Tilâvet Secdesini gerektirir.[640]
Ama namazda olan kimse
namaz dışında bulunan bir kimsenin secde âyetini okumasını işitirse, namazı
bitirdikten sonra . Tilâvet Secdesi yapması gerekir. Namaz içinde yapacak
olursa, namazı bo-zulmasa bile, yeterli sayılmaz. Sahih olan görüş budur.[641]
Namazda secde âyetini
okuduğunda, eğer sûrenin ortasında ise, daha okumak niyeti varsa, o takdirde
afdal olan şudur ki, önce Tilâvet Secdesini yapar sonra kalkıp kıraatini
tamamlar. Sûrenin sonunda veya okuyacağı kısmın son bölümünde ise, rükû'a
varmakla bunu yerine getirmiş sayılır. Ayrıca bir secde yapmasına gerek yoktur.
Ama sûrenin
ortasındaki secde âyetini okuyup secde etmez de kıraatine devam ederse, o
takdirde rükû'a vardığında buna niyet etse bile Tilâvet Secdesi yerine geçmez.
Namazda iken onu yerine getirmesi gerekir. Hâherzâde, secde âyetinden sonra üç
âyet okuyacak olursa, o takdirde artık rükû'a gitmekle Tilâvet Secdesi yapılmış
sayılmaz, demiştir. Şemsü'I-Eimme El-Helvânî'ye göre, ancak üç âyetten fazla
okuduğu takdirde, artık rükû1 Tilâvet Secdesi yerine geçmez. [642]
Secde âyetiyle Zamm-i
Sûre bitmiş olur ve rükû'a varmadan Tilâvet Secdesini yerine getirirse, bu
takdirde başını kaldırdığında birkaç âyet daha okuması uygun olur. Okumadığı
takdirde bir şey lâzım gelmez.
O halde Zamm-i Sûrenin
sonunu secde âyetiyle bağladıktan sonra rükû'a varırken ayrıca Tilâvet
Secdesine niyet etmesi gerekir. Aksi halde yapılan rükû' Tilâvet Secdesi
yerine geçmez, ayrıca secde yapması gerekir.
Rükû'a vardıktan sonra
Tilâvet Secdesine niyet getirirse, bu yeterli olur mu? Fukahanm bu husustaki
görüşleri farklıdır. En açık olan görüş ve tesbite göre, yeterli değildir. Şeyh
Ebû'l-Mekârim de aynı görüştedir.
Bedayi' sahibi ise,
başını rükû'dan kaldırdıktan sonra niyet getirecek olsa, yeterli değildir,
demiştir. Bunda icmâ' var İbn Nüceym de aynı görüştedir. [643]
Fukahanm çoğuna göre,
rükû'da buna niyet getirmese bile, namaz secdesi Tilâvet Secdesi yerine geçer.
[644]Bu
görüşte kolaylık vardır. Bununla beraber fukahadan bir kısmı ise, şu hususu
tesbit etmiştir : Namaz kılan kimse Tilâvet Secdesini asıl yerinde yapmayı
unutur da sonra onu ya rükû'ya sücûd, ya da oturuşta hatırlarsa, hatırladığı
yerde derhal Tilâvet Secdesi yapar sonra bulunduğu duruma döner ve o rüknü
iade eder. Yani rükû'da hatırlayıp secde yapmışsa, secdeden kalktığında dönüp
rükû'u iade eder. Secde veya oturuşta hatırlamış ve öylece secde yapmışsa,
secdeden kalktığında namazın asıl secdesini veya oturuşu istihsanen iade eder.
îâde etmediği takdirde bir şey lâzım gelmez.
Namaz kılarken, namaz
dışında birinin okuduğu secdş âyetini işitir ve onunla birlikte secde yaparsa,
bu takdirde ona uymayı kas-detmişse, namazı bozulur.
Namaz dışında okunan
secde âyetini işiten kimsenin okuyanla birlikte secde ettiğinde, müstehab olan
şudur ki, ondan önce başını secdeden kaldırmaz. Kaldıracak olursa ,bir şey
gerekmez.[645]
Secde âyetini okuyan
kimsenin öne geçmesi, onu işitenlerin arkada saf bağlayıp birlikte secde
etmeleri müstehabdır. Hattâ bu konuda okuyan kadın ise, o da öne geçip
erkeklerle birlikte secde yapabilirler.[646]
Aynı mecliste aynı
secde âyeti birkaç kez ardarda okunursa, hem okuyanın, hem dinleyenlerin bir
defa secde yapmaları yeter. Bunun aksine aynı secde âyeti ayrı ayrı meclislerde
okunursa veya aynı mecliste ayrı ayrı secde âyetleri okunursa, her birisi için
ayrı bir Tilâvet Secdesi yapmak gerekir.[647]
Secde âyetini okuyan
aynı mecliste onu birkaç kez okur, ama işitenler ayrı ayrı meclislerde onu
dinlerlerse, okuyana bir defa, dinleyenlere bulundukları meclis sayısınca
Tilâvet Secdesi gerekir. Bunun aksine dinleyenler aynı mecliste bulunurken
okuyan aynı âyeti birkaç mecliste tekrar ederse, okuyana bulunduğu meclis sayısınca,
dinleyenlere bir defa Tilâvet Secdesi vâcib olur. Bu Meşayih-i Fukahadan
çoğuna gönedir ki biz de ona göre amel ediyoruz.
Bir evin ve camiin içi
tek meclis sayılacağından gerek okuyanın, gerek dinleyenin ev ya da câmî'
içinde aynı secde âyetini birkaç yerde okumaları veya dinlemeleri de bir defa
Tilâvet Secdesi yapmayı gerektirir.
Aynı Secde âyeti aynı
mecliste birkaç kere tekrar edilirken ara-yerde su içmek veya konuşmak ya da
birkaç lokma bir şey yemek birkaç kez Tilâvet Secdesini gerektirmez. Bunun gibi
arayerde teşbih ve zikirlerle meşgul olmak ta bir meclis hükmünü kaldırmaz.
Secde âyetini
okuduktan sonra birkaç sahife Kur'ân okur ve sonra tekrar aynı secde âyetini
okursa, yine bir defa Tilâvet Secdesi kâfi gelir. Bununla beraber iki kez yapmasında
bir sakınca yok, bilâkis yarar vardır.
Yolculuk halinde
bineğinden inip secde âyetini okur, sonra tekrar hayvanına binip aynı secde
âyetini tekrar -henüz hareket etmeden, yani bir mesafe kat'etmeden okursa,
yine ikisi için bir Tilâvet Secdesi kâfi geilr. Ama bineğine binip yola devam
ettikten sonra okursa, meclis değiştiğinden her biri için ayrı secde yapması
gerekir.
Bunun aksine hareket
eder, yani bineğinin üzerinde iken secde âyetini okur, sonra yol almadan inip
bu kez yerde aynı âyeti okursa, ikisi için bir Tilâvet Secdesi yeter olur.[648]
Yürürken secde âyetini
tekrarlarsa, her biri için bir Tilâvet Secdesi yapması gerekir. Büyük bir
ağacın başında daldan dala veya ağaçtan ağaca atlayıp geçerken her biri dal
veya ağaçta aynı secde âyetini tekrarlarsa, herbiri için ayrı bir Tilâvet
Secdesi vâcib olur. Deniz ya da ırmakta yüzerken de durum aynıdır.
Aynı mecliste aynı
secde âyetini tekrar tekrar okurken ara yerde karnını doyuracak kadar yemek
yer veya geniş bir sohbette bulunur ya da bir süre uyursa, o takdirde her biri
için ayrı bir Tilâvet Secdesi -istihsanen- gerekir.[649]
Namaz içinde secde
âyetini okuyan kimsenin yine namaz içinde onu yerine getirmesi gerekir. Namaz
dışında yapılan secde ile bu vücub kalkınış olmaz. [650]Böylece
terkinden dolayı kişi günahkâr olur.
Rükû' veya secdelerden
birinde secde âyetini okuyana Tilâvet Secdesi gerekmez.
Namazda secde âyetini
okuyup Tilâvet Secdesi yaptıktan sonra namaz bozulur, yeniden kılmaya başlar ve
aynı secde âyetini tekrar okursa, yeniden Tilâvet Secdesi yapması gerekir. Ama
birinci kez okuduğunda Tilâvet Secdesi yapnıamışsa, ikinci okuyuşundan dolayı
bir defa yapması ikisi yerine geçer. [651]
Aynı rek'atte secde
âyetini tekrarlayana bir defa Tilâvet Secdesi yapması kâfi gelir.[652]
Bunun gibi birinci rek'atte secde âyetini okuduktan sojıra secde eder, sonra
ikinci ve üçüncü rek'atlerde aynı secde âyetini okursa, yeniden Tilâvet Secdesi
yapmasına gerek kalmaz. En sahih olan da budur.[653]
Namazda secde âyetini
okur. Tilâvet Secdesi yapar ve selâm verdikten sonra aynı yerde tekrar secde
âyetini okursa, ikinci kez Tilâvet Secdesi yapması gerekir .Çünkü namaz
içindeki secde ancak namaz içinde yapılır. Namaz dışndaki secdeyle onu
birleştirmek doğru olmaz. Mezhebin zahir rivayeti budur. Ne var ki fukahadan
bir kısmı, bu, selâmdan sonra konuşursa böyledir. Konuşmadığı takdirde Tilâvet
Secdesine gerek yoktur. Birinci görüş ihtiyate uygundur.
Namazda gereken
Tilâvet Secdesini yapmaz, selâm verdikten sonra başka bir davranışta bulunmadan
yine secde âyetini okuyup bir defa Tilâvet Secdesi yaparsa, bu takdirde namazda
gereken secde düşmüş olur. [654]Fukahadan
bazısına göre namaz da gereken secde düşmez.
Namazda birinci
rek'atte secde âyetini okuduktan sonra henüz secde yapmadan abdesti bozulur,
ayrılıp abdest alırken başka birinin okuduğu secde âyetini işitirse, kendisine
iki kez Tilâvet Secdes yapması gerekir.[655]
Namazda secde âyetini
okuduktan sonra henüz secde yapmadan jesti bozulur, abdest alıp kaldığı yerden
namaza başlar ve yine fcde âyetini okursa, her ikisi için bir defa Tilâvet
Secdesi yapması fi gelir.[656]
Secde âyetini mubah
bir vakitte okur, Tilâvet secdesi yapmaz, ıra kerahet vakti girerse, o takdirde
kerahet vaktinde secde etme-câiz olmaz. Ama secde âyetini kerahet vaktinde
okursa, o takdir-
i secde etmesinde bir
sakınca yoktur.
Bineğinden inip secde
âyetini okur, henüz secde etmeden bir teh-Leden dolayı derhal bineğine binmesi
gerekirse, o takdirde bineği-n üzerinde secde etmesi caiz olur. Ama böyle bir
korku yoksa caiz îğildir.[657]
Tilâvet Secdesi de
namaz gibi bir ibâdettir. Bu bakımdan -İftitah ekbiri hâriç- namazın bütün
şartlan bunda da aranır. Yani abdestli (mak, necasetten temizlenmiş bulunmak,
avret yerlerinin kapah -tlunması, kıbleye yönelmek şarttır. [658]
Bunun rüknü alnı yere
koymaktır. Hasta ve özür sahiplerinin ikû' veya baş işaretiyle secde yapması
yeterlidir. Yolculuk halinde ıayvan üzerinde nafile namaz kılarken reya bir
korkudan dolayı akit namazı kılarken yine hayvan üzerinde Tilâvet Secdesi
caizdir, ancak yerde iken vâcib olan Tilâvet Secdesini hayvan üzerinde bir
arûret yoksa caiz değildir. Hayvan üzerinde vâcib olam inip yerde rapmak ise
her zaman caizdir. [659]
Namaz gibi bir ibâdet
anlam ve hükmünde bulunduğu için lamazı bozan şeyler Tilâvet Secdesini de
bozar. Meselâ : Kahkaha ile gülmek, abdest bozulmak, konuşmak ve benzeri şeyler
başlanılan Tilâvet Secdesini bozar, iadesi gerekir. Ne var ki kahkaha ile
güldüğü takdirde abdesti bozulmaz.
Bunun gibi kadınla
yanyana durup öndeki adama uyarak tilâvet secdesi yapmak ta caizdir. Yani
muhazat burada söz konusu de-ğidir. Sahih olan da budur. [660]
Tilâvet Secdesi de
-yukarıda belirttiğimiz gibi- namaza benzer bir ibâdettir. Tekbir ile başlayıp
tekbir ile bitirmek sünnettir. Yani ayağa kalkıp kıbleye yöneldkten sonra
Allahu Ekber denilerek secdeye varılır. Secdeden de Allahu Ekber denilerek
kalkılır. Böylece Tilâvet Secdesi yapılmış olur. Bunda selâm vermek yoktur.
Aynı zamanda başlarken Tekbir -getirildiğinde eller kaldırılmaz, Et-Tahiy-yata
da oturulmaz. [661]
Secdede üç defasübhane
rabbiye'l-a'lâ denilir. Sahih olan da budur.[662]
Secde âyeti okunduktan
sonra ayağa kalkılır, tekbir getirilerek secdeye varılır, secdeden
kalkıldığında ayağa kalkıldıktan sonra oturulur. Aynı zamanda niyet
getirilerek başlanır. Kalbiyle veya hem kalbiyle hem diliyle Allah'a Secde
Ediyorum veya Tillâvet Secdesi Yapiyorum şeklinde niyet getirilir.[663]
Namaz dışında iken
okunan secde âyetinden dolayı hemen secde etmek gerekir mi?
Fukahadan çoğuna göre,
namaz içinde okunan secde âyetinden dolayı yine namaz içinde
vakit-kaybetmeden Tilâvet Secdesi
yapmak gerekir. Geciktirildiği takdirde günahkâr olur. Namaz dışında ise, hemen
acele edip onu yerine getirmek şart değildir. Bir süre geciktirilebilir.[664]
Bir toplulukta Kur'ân
okuyan kimse, secde âyetini okuduğu takdirde hazır bulunanların çoğunun abdestsiz olduğunu veya bunu yapmanın
onlara ağır geleceğini ya da çoğunun aldırış etmiyeceğini tahmin ediyorsa, o
takdirde gizli okuması daha uygun olur;
bu durumda ister namaz içinde olsun, ister namaz dışında olsun farket-mez.[665]
Secde âyetinin
bulunduğu sûreyi okurken ara yerde secde âyetini okumamak mekruhtur. Bunun
gibi namaz dışında yalnız Secde âyetini okumak caizdir. Ama onunla birlikte bir
iki âyet te okumak müstehabdır.[666]
Varlığımız bütün
yönleri ve bölümleriyle Allah'ındır. Mülk O'na aittir; bizler iğreti olarak bir
süre O'nun mülkünde yaşamak için bulunur ve çalışırız. Dünya âhirete giden yol
üzerinde bir uğraktan başkası değildir. Ne var ki bu uğrakta asıl
ihtiyaçlarımızı karşılamak, nevalemizi hazırlamakla yükümlüyüz. Saadet yurduna
eli boş gidilmez veya kirlenen bir ruh ile oraya adım atılmaz. Hem büyük
ni'metlerinin karşılığında çetin mücadeleler, ağır külfetler vardır, O halde
hayat günlerimiz hep bahar havası estirmez; bazen yakıcı, bazen üşütücü
havalan da olur. Sıkıntıya düştüğümüz günlerde sabredip Allah'a daha çok
yönelmemiz, sevinçli ve ferah günlerimizde O'nu daha çok hatırlayıp şükretmemiz
gerekir; hem böyle yapmamız kulluğumuzun icabıdır. [667]
Fukahanm çoğu bunu da
Tilâvet Secdesi ölçüleri içinde ele alıp bir konu olarak işlemişlerdir. Gerçi
İmam Ebû Hanîife'ye göre, dinde bir şükür secdesi yoktur; yapılması bu bakımdan
mekruhtur. İşleyen bir sevap kazanmaz, terkedilmesi daha uygun olur. Ne var ki
başta İmam Ebû Yusuf ile İmam Muhammed ve diğer ileri gelen fakîhler bunun
müstehab olduğunu kabul etmişlerdir Fetva ve amel de -bu konuda- onların
içtihadına göredir.
Çünkü İmameyn'e göre,
Şükür Secdesi Allah'a yakınlığı ifade eder, işleyen sevap kazanır.[668]
Yine îmameyn'e göre,
yeni bir nimete kavuşulduğunda, veya Allah
(C.C.) bir evlâd ihsan ettiğinde
veya kaybolan malını bulduğunda, veya bir düşmanın tehlikesinden kurtulduğunda
veya bir hastalığı atlattığında, yani şifâ bulduğunda veya bir yakınının seferden
salimen döndüğünde Allah'a Şükretmesi müstehab olur.
Tilâvet Secdesinde
olduğu gibi, abdestli bir vaziyette kıbleye yo-nelerek niyet getirip allahu
ekber denilerek secdeye varılır, üç defa sübhane rabbîye'la'lâ dedikten sonra
Tekbir getirerek başını kaldırır. [669]Sahih
olan budur. Fetva da buna göredir.
Birçok fıkıh
kitaplarımızda, «Allah kulları Şükür Secdesinden men'edilmez. Çükün bunda
taabbüd ve hudu' vardır.» Yani hem Allah'a kulluk, hem de O'nun huzurunda
saygı dolu bir eğilme anlamı mevcuttur, yazılıdır.
Farzdan sonra nafile
namazın mekruh olduğu vakitlerde Şükür Secdesi yapmak ta mekruhtur. Diğer
vakitlerde ise mekruh değildir.[670]
Sebepsiz yere Şükür
Secdesi yapmak, bir kurbet (Allaha yakınlık)
sayılmamıştır. Bununla beraber mekruh ta değildir. [671]
Cami'lerde farz namazı
kıldıktan sonra Şükür Secdesi yapmak mekruh sayılmıştır. Çünkü bu konuda
yeterli bilgisi olmayan mü'-minler bunu ya yâcib,ya da sünnet sanar da yanlış
bir yola girmiş olabilir.[672] O
halde evde yapılması İslâm'ı ruhuna daha uygundur. Fukaha da bunu tavsiye
etmiştir.
Şâfiîlere göre, Şükür
Secdesi namaz dışında belli sebeplere göre müstehabdir. Namaz içinde yapılması
tahrimen mekruhtur. En sahih olan da budur.[673]
Fıkıhta buna «Salat-i
Mariz» denir. Dört mezhepte de buna yet verilmiş, ayrı bir bölümde
anlatılmıştır.
Kur'ân-i Kerim'de buna
işaret edilerek şöyle buyurulmuştur .-«Allah'ı, ayakta iken, otururken ve
uzamk bir vaziyette iken zikredin.»
Müfessir ve fukahadan bir kısmına göre, buradaki zikirden maksad, namazdır.
Sağlıklı olanlar ayakta durup şartlarına uygun biçimde onu edâ eder. Hastalıklı
olanlar ise, buna güç getiremediği takdirde ya oturarak, ya da uzanarak
kılabilir.[674]
Sahih hadislerle de bu
konu yeterince açıklanmıştır.
Nitekim İmrân bin
Husayn (R.A.) diyor ki : «Bende basur hastalığı başlamıştı. Durumu Resûlüllah
(A.S.) Efendimize arzettiğim-de buyururdu ki : «Ayakta durarak namaz kıl. Buna
takat getiremediğinde oturarak; buna da takat getiremediğinde yanüstü uzanarak
namazını kıl.»[675]
Nesâî bu hadîsin
sonunda şu fazlalığı da nakletmiştir :
«Yan üstü uzanıp
kılmaya takat getiremediğinde, sırtüstü uzanıp namazmı kıl...»
a) Sahabeden
Câbir bin Abdiliah tR.A.) diyor ki :
Resûlüllah (A.S.) Efendimiz
bir hastayı ziyaret ettiğinde, önüne bir yastık koyup onun üzerinde secde
ederek namaz kıldığını gördü. Bunun doğru olmadığını belirterek yastığı tutup
kaldırdı ve ona şöyle tavsiyede bulundu : «Yere eğilip secde et. Buna güç
getiremi-yorsan, baş işaretiyle kıl, ancak secde için başını biraz daha alçalt.
Rükû' için az alçalt.»[676]
Hz. Âişe Validemiz
(R.A.) diyor ki :
«Resûlüllah (A.S.)
Efendimiz ölüm hastalığında bağdaş kurarak namazım kıldı.»[677]
Bu hadîslere dayanan
müctehid imamlar şöyle demiştir :
Hasta bulunan kimse
ayakta duramıyorsa, oturarak rükû' ve secdelerini yerine getirip namazını
kılar.[678]
Bu konuda en sahih
görüş ve ictihad şöyledir : Ayakta durduğu takdirde kendisine bir zarar
gelecekse, o takdirde oturarak kılar. Oturarak kılmakta da bir zarar görecekse,
o takdirde yan üzeri uzanarak kılar.[679]
Bunun gibi
hastalığının artacağından veya yarasının geç kapanacağından endişe ederse, o
takdirde ayakta değil, oturarak namazını kılar.
Ayağa kalktığı zaman
zaafiyet ya da tansiyon nedeniyle baş-dönmesi oluyorsa, yine de oturarak
kılabilir.[680] Ayakta durduğu takdirde
fazla bir acı hissediyor, oturduğunda bu hafifliyorsa, o takdirde oturarak
kılması daha uygun olur. Ancak acı fazla sıkıntı verecek durumda değilse,
ayakta kılmayı tercih etmek gerek.[681]
Hasta olan kimse
namazda bir süre ayakta durabiliyorsa, o takdirde durabildiği kadarını ayakta
kılar, gerisini oturarak tamamlar. Bunu birkaç misal ile açıklıyahm :
Ayakta durup Tekbir
getirebiliyorsa, durup Tekbir getirir öylece oturur. Ayakta kıraatin bir
kısmını okuyabiliyorsa, o takdirde o kısmı okuyup gerisini oturarak tamamlar.
Sahih olan da budur.[682]
Belirtilen hususları terkedecek olursa, namazının caiz olmayacağından endişe
edilir. El-Hulâsa sahibi bilhassa bu endişeyi belirtmiştir.
Hasta ayakta bir şeye
dayanarak durabiliyorsa, o takdirde ayakta durup namaz kılması gerekir; bu
durumda oturarak kılması caiz değildir. Bunun gibi elindeki bastona veya
evindeki hizmetçiye dayanarak durma imkânı varsa, ayakta namaz kılar. Sahih olan
görüş budur.[683]
Hasta kimse evinde
bulunduğu takdirde ayakta durabiliyor, ca-mi'lere çıktığında duramıyorsa,
sahih, olan kavle göre, cami'lere çıkmayıp evinde kılması daha uygundur. Fetva
buna göredir. [684]
Hastaya mutlaka şöyle
otur da namaz kıl, denilmez. Kendisine ıkasıl kolay gelir ve huzur içinde
durabiliyorsa, o şekilde oturup namazını kılar. Sahih olan da budur.[685]
Hasta ayakta
durabildiği halde rükû'da duramazsa, o takdirde bir şeye dayanarak durma imkânı
varsa ondan yararlanır. Meselâ : vara veya elindeki bastona veya kendisine
yardımcı bir adama dayanabilir. [686]Fakihlerin
çoğuna göre bu durumda uzanarak namaz kılması caiz değildir. Muhtar olan da
budur.
Ayakta durmaya rükû'
ve secde yapmaya kudreti yetmiyen ve fakat oturabilen kimse, oturarak rükû ve
secdeleri baş işaretiyle yerine getirip namazını kılar. Ancak baş işaretini
secde için biraz daha alçaltır.[687]
Bunun gibi rükû' ve
secdeleri yapmaya kudreti yetmiyen fakat ayakta durabilen kimse, isterse
oturarak, isterse ayakta durarak baş işaretiyle namazını kılar. Ancak bu
durumda oturarak kılması daha iyi olur.[688]
Fukahanm bu konudaki
görüşleri farklıdır : Bazısına göre konulan şey rükû için eğilme imkanını
kıldırıyorsa, caiz değildir. Bunun aksine yükseklik rükû' için biraz eğilme
imkânını kaldırmıyor-sa o takdirde caizdir. Bunlara göre kesin bir yükseklik
ölçüsü vermeye gerek yoktur. Mesele, bu durumda rükû' imkânının olup olmadığıdır.[689]
Bununla beraber böyle yapması uygun görülmemiştir. Fetva buna göredir.
Yere konulan cisim en
çok iki kerpicin üstüste konulması kadar bir yükseklik arzediyorsa (yaklaşık 20
- 22 cm.) bu durumda hem rükû' için eğilme imkânı mevcuttur, hem de secdede
yer'e yakın eğilmek gerçekleşmektedir. Bu bakımdan caiz kabul edilmiştir.[690]
Alnında yara olup
secde etme imkânı olmayan kimsenin imâ ile secde yapması caiz değildir. Sadece
burnunu yere koyarak secde etmesi gerekir.[691]
Ayakta duramadığı gibi
oturarak da namaz kılamıyan kimse için uzanarak imâ (baş işareti) ile namaz
kılmakta iki şekil mümkündür :
a) Sırtüstü
uzanıp ayaklarını kıbleye doğru uzatarak başının altına bir yastık koyduğu
halde baş işaretiyle namazını kılar. Baş altına konulan yastık ve benzeri şey,
baş işaretiyle rükû' ve secdeleri yapma imkânını kolaylaştırır.
b) Yan üzeri
uzanıp yüzünü kıbleye çevirerek baş
işaretiyle kılması caizdir. Bu iki durumdan hangisi hastaya uygun ve rahat geliyorsa ona göre
uzanıp namazını kılmasında hiçbir sakınca yoktur.[692]
Ayakta namaz kılarken
aniden rahatsızlanıp duramıyacak hale gelen kimse oturarak, buna da güç
getiremediği takdirde uzanarak baş işaretiyle namazını tamamlar.[693]
Hastalığından dolayı
oturarak namaz kılarken aniden sıhhati düzelen kimse, namazından geri kalan
kısmı ayağa kalkıp kılar.. Müctehid imamların çoğu bu ictihadda birleşmiştir. [694]
Baş işaretiyle namaz
kılarken sıhhati düzelen kimse rükû' ve secde yapabilecek duruma gelse bile,
namazı bozup yeniden kılması gerekir. Çünkü bir namazı hem imâ' hem rükû' ve
secde yapmak suretiyle kılmak caiz değildir. Fukahanm bu meselede ittifakı
vardır.[695]
Ancak îftitah Tekbiri
getirdikten sonra sağlığına kavuşursa, o takdirde namazı bozup yeniden
kılmasına gerek yoktur. Hemen ayağa kalkıp namazını tamamlar.[696]
Hastalığı ağırlaşır da
baş işaretiyle de namaz kılacak kudreti kalmazsa, mezhebin zahirino göre kaş
veya göz işaretiyle namaz kılması caiz değildir. Bu bakımdan namazı baş
işaretiyle kılacak duruma gelinceye kadar terkeder.[697]
Fukahadan ibir kısmına
göre, koma hali bir gün bir geceden fazla devam ederse, kazası gerekmez.
Bundan az bir süre devam ederse kaza etmesi gerekir. Baygınlık halinde olduğu
gibi. En sahih olan da budur. Fetva da buna göre verilmiştir.[698]
üaş işaretiyle namaz
kılmaktan âciz kaldığı hastahktan kurtu-iamıyarak ölen kimseye bu süre içinde
kılamadığı namazların ne kazası gerekir, ne de fidye vermesi. Çünkü teklif
kudret ile orantılıdır.[699]
Hastada sağlam kimse
gibi namazda kıraat, teşbih ve tekbirleri yerine getirmeye çalışır. Şayet
bunları yapamayacak kadar rahat-sızsa o takdirde terkederek namazı sadece baş
işaretiyle kılmaya çalışır. Sahih olan da budur.[700]
Fazla rahatsızlığından
dolayı kıbleye yönelemiyen kimse, eğer kendisini kıbleye çevirecek kimse
bulamazsa, o takdirde bulunduğu hal üzere namazını kılar, Fukaha bunun caiz
olduğunu tesbit etmiştir. Bu durumda iyileşince kıbleden başka cihete
yönelerek kıldığı namazları kaza etmesine gerek yoktur.
Kendisini kıbleye
çevirecek kimse olduğu halde ondan öyle bir istekte bulunmadan namaz kılacak
olursa, caiz olmaz.[701]
Hasta kimse, altındaki
döşek namaza engel olacak kadar necis-se, onu değiştirecek bir kimse varsa
değiştirir. Bir kimse yoksa, kendisi de değiştirmekten âciz durumda ise, o
vaziyette namazını kılar ve iadesi de gerekmez.
Altındaki necis
çarşafı değiştirecek bir adam bulunur, fakat kendisi Ondan böyle bir istekte
bulunmadan namaz kılarsa, caiz olmaz. İstekte bulunur da ama adam buna
yanaşmazsa, o takdirde bulunduğu vaziyet ne olursa olsun namazını kılar.[702]
Hasta kimse üstündeki
elbiseyi, ne kadar değiştirilse de devamlı necis yapıyorsa, o takdirde
değiştirmeğe gerek olmadan üzerindeki
elbiseyle namaz
kılabilir.
Bunun gibi, üzerindeki
necis elbiseyi değiştirmesi büyük bir külfete, sıkıntıya sebep oluyorsa, o
takdirde de değiştirmesine gerek yoktur, o vaziyette namaz kılması caizdir.[703]
Beş vakit ya da fazla
bir süre baygın kalan veya cinnet halinde bulunan kimse, kendine gelince
kılamadığı namazları kaza etmesi gerekmez. Sahih olan da budur. Bu süreden az
olursa, kılmadıkları namazı kaza etmeleri gerekir.
Baygınlık veya cinnet
hali, iki üç vakit sürdükten sonra hafif geçer gibi olur, yani adam kendine
gelir, fakat çok sürmeden yine bayılır ve cinnet hali geri gelirse, o takdirde
beş vakit, onun kendine geldiği andan itibaren hesaplanır. Geride baygın bir
vaziyette bıraktığı iki veya üç vakti, iyileştikten sonra kaza eder.
Ancak ara yerde
kendine gelmesinin belli ve belirli bir süresi tecrübeyle sabit olmuşsa, hüküm
böyledir. Belli ve belirli bir vakti yoksa, rasgele bir anda kendine
gelebiliyorsa, o takdire buna itibar edilmez. Bu nedenle de geriye kalan
kılınmadık namazları kaza etmesine gerek yoktur.[704]
Bu yüzden bayılan veya
akli dengesini kaybeden kimsenin bu hali beş vakit devam ederse, kılamadığı
namazları kaza etmesi gerekmez. Fukahanın bir kısmına göre, bu hali bir gün
bir gece devam ederse, kaza gerekmez. Sahih olan da bu görüştür. Çünkü fetva buna
göre verilmiştir.
Alkollü madde içip
şuurunu bir gün bir gece kaybeden kimseden namaz sakıt olmaz. Yani bu süre
içinde kılamadığı namazları kaza etmesi gerekir.
Bunun gibi, ilâç içip
bir gün bir gece akli dengesini kaybeden kimsenin de -fukahanın çoğuna göre-
kılamadığı namazları kaza etmesi gerekir.[705]
Bir gün bir geceden
fazla uykuda kalan kimsenin de bu sûre içinde kılamadığı namazları kaza etmesi
gerekir.
Ramazanda gündüzleri
oruçlu iken ourarak.namaz kılabiliyor, iftardan sonra ayakta durabiliyorsa, o
takdirde gündüzleri namazını terketmeyip oturarak kılar, akşam iftar edince bu
kez kılacağı namazları ayakta kılar.[706]
Hastalığı kendisini
fazla meşgul eder de namaz kılamaz endişesinden henüz vakit girmeden namaz
kılacak olursa, caiz olmaz. Çünkü vakit namazın şartlânndandır. Bu şart
gerçekleştiğinde, namaz kılma imkân ve kudreti olan kılar, kudreti olmayan ise
yukarıda belirttiğimiz gibi, kazaya bırakır. Bir gün bir geceden az bir sûre
devam ederse, kazası gerekir. Fazla devam ederse gerekmez.
Zevcesi hasta olup
abdest alacak kudrette değilse, ona abdest aldırmak kocasına gerekmez. Kendi.
arzusuyla böyle bir yardımda bulunursa, sevap kazanır. Bulunmadığı takdirde
günahkâr olmaz.[707]
Namaz rükünlerinden
birini, herhangi bir rahatsızlığından dolayı yapamıyan kimseden o rükün sakıt
olur. Rükû' ya da secde yapamıyorsa, baş işaretiyle onları yerine getirir.
Ayakta duramıyorsa, oturur. Oturaimyorsa, uzanır.[708]
Ayakta durduğu
takdirde idrar ya da yellenmesini veya yarasındaki, cerahatin akmasını
tutamıyan, ama. oturduğu takdirde bunları tutabilen kimse, oturarak namazını
tatlar. Fetva buna göredir.[709]
Düşman korkusundan
ayağa kalkıp namaz kılamıyan kimsenin oturarak namaz kılması caizdir. Çünkü
hayat hakkı her zaman muhteremdir ve korunması gereklidir. [710]
Basık bir ev ya da
çadır ve benzeri bir yerde ayakta durma imkânı yoksa, dışarıda da çamur ve
yağmur varsa, o takdirde oturarak namaz kılması caizdir. [711]
Hastalık halinde
kılamadığı namazları, -ister hastalık halinde ister sıhhatine kavuştuktan
sonra- kaza etmesi caizdir. Ancak hastalık halinde kaza ederse, gücünün
yettiği ölçüde ve duruma göre kaza eder. Yani oturarak kılabiliyorsa, oturarak;
uzanarak kılabili-yorsa uzanarak kaza eder. Sağlıklı bulunduğu günlerde kazaya
kalan namazları da yine hastalık halinde iken kaza etmek istediğinde, gücünün
yettiği şekilde kılar. Hastalıklı günlerinde kazaya kalmış namazları, sağlıklı
günlerinde kaza etmek istediğinde, sağlıklı iken nasıl namaz kılıyorsa, onları
da öylece kaza eder. [712]
Öğle namazım, cuma
namazı kılındıktan sonra kılar. Hapisler de böyledir. Sahih olan görüş te
budur. Cumanın kılınmasını beklemez de vakit girince kılacak olurlarsa, kerahet
işjemiş olurlar.[713]
İslâm her konuda
olduğu gibi ibâdette de kolaylığı emreder. Sıkıntı ve bıkkınlık veren bir
ibâdetten arzulanan sonucu elde etmek çok zor olur. Şartlarına uygun yapılacak
bir yolculukta dört rek'atli farz namazları iki rek'at olarak kılmamız, Allahu
Teâlâ'mn bu ümmete lütfettiği kolaylık ve sadakalardan biridir. Bunun için
Resûlül-lah (A.S.) Efendimiz, seferi (yolculuk halinde bulunan) kimsenin namazı
kaşretme (kısaltma) sı hakkında şöyle buyurmuştur : «Bu, Allah'ın size sunduğu
bir sadakadır, artık Onun sadakasını kabul edin!»[714]
a) Dört
mezhep de bu namazın meşruiyetini ictihâd yoluyla tesbit edip hükme
bağlamıştır. Ne var ki, ictihadları arasında
bazı farklar vardır :
Hanefi mezhebine göre,
şartlarına uygun bir yolculukta dört rek'atli farzları iki rek'at olarak kılmak
vâcibdir. Bu bir ruhsat değil, azimettir.
Mâliki mezhebine göre,
vâcib derecesinde müekked bir sünnettir. Cemaatle namaz kılmaktan daha müekked
olduğunu hükme bağlamış, terkinden dolayı mü'minm muahaza edileceği belirtilmiştir.
Şafiî ve Hanbeli
Mezheplerine göre, bu bir ruhsattır ve ümmet için kolaylık olsun diye Sünnet
kılınmıştır. O halde iki rek'at olarak değil dört rek'at kılmırsa bir sakınca
yoktur. [715]
«Yeryüzünde yolculuk
ettiğinizde, kâfirlerin size bir kötülük yapmasından endişe ettiğinizde, namazı
kısaltmanızda size bir vebal yoktur. Çünkü kâfirler size açıkça düşmandırlar.»[716]
Âyetin açık anlatımından,
korkulu anlarda namazı kısaltmanın caiz olduğu anlaşılıyorsa da, sahabeden bize
kadar gelen rivayetlerde, korkunun şart olmadığı bildiriliyor. Nitekim Ya'Iâ
bin Umayye (R.AJ diyor ki : «Hazreti Ömer'e sordum : «Allah namazı yolculuk
halinde kısaltmamız için kâfirlerden korktuğumuzu illet olarak göstermiştir.
Bugün artık onlardan bir korkumuz yoktur. Yolculuk yaptığımızda namazı
kısaltabilir miyiz?» Hz. Ömer (R.A.) bana şu cevabı verdi : «Senin düşündüğün
ve hayret ettiğin gibi, bir zaman ben de bu hususu düşünerek hayret etmiş ve
Peygamber (A.S.) Efendimizden sormuştum. Resûlüllahm cevap olarak şöyle
buyurduğunu pek iyi hatırlıyorum : «Bu Allah'ın size olan bir sadakasıdir; O'nun
sadakasını kabul ediniz.»
c) Bu konuda
ayrıca Hazreti Âişe (R.A.) Validemizden rivayet edilen hadîs, Hanefi mezhebinin
asıl dayanaklarından birini oluşturmaktadır. Hz. Âişe (R.A.) diyor ki :
«Mekke'de iken namaz
ikişer rek'at olarak farz kılınmıştı. Resû-lüllah (A.S.)
Efendimiz Medine'ye hicret edince, bu namazlara ikişer rek'at ilâve
edildi. Ancak akşam namazı üç rek'at olarak belirlendi, çünkü o gündüzün vitri
(tek sayılı) namazı idi. Bir de sabah namazı, onda kıraat uzun tutulduğu için
iki rek'at olarak kaldı. Bu bakımdan Resûlüllah (A.S.) Efendimiz sefere çıkınca
namazları, ilk farz kılındığı sayı üzerine kıldı.»[717]
Bu konuda yirmiye
yakın rivayet vardır. Bunlardan bir kaç tanesini nakletmemizde yarar vardır :
Yahya bin Yezîd anlatıyor :
Büyük Sahabi Enes bin
Mâlik (R.A.)'den, yolculuk halinde namazın kısaltılmasından ve mesafenin ne
kadar olmasının gereğinden sorduğumda, bana şöyle cevap verdi : «Resûlüllah
(A.S.) Efendimiz üç mil ya da üç fersah[718]
uzaklıkta bir yolculuğa çıkınca namazı kısaltırdı.» Hafız İbn Hacer El-Fetih'te
diyor ki : «Seferi konuda rivayetlerin en sahihi işte budur.»
Ancak bu rivayette
«mil» ile «fersah» arasında bir tereddüde yer verilmiştir ki bunu da Ebû Saîd
El-Hudrî (R.A0 'den rivayet edilen şu açıklama gidermektedir : «Resûlüllah
(A.S.) Efendimiz bir fersahlık mesafede yolculuğa çıkınca namazı kısaltırdı.»
Bir fersah üç mildir.
Bugünkü ölçü birimlerine göre, bir fersah 5541 metredir. Bir mil de 1748 metre
olarak bu konuda kabul edilmiştir., Böylece 5,5 km.lik bir mesafe seferi
mesafe olarak gösterilmiştir. Ancak müctehid imamlar bu rivayetleri ictihadlarma dayanak olarak
almamışlardır. Konuyla ilgili bütün rivayetleri toplayarak daha farklı bir
hüküm çıkardıkları bilinmektedir. Zaten bir iki rivayete bağlı kalarak hüküm
çıkarmak doğru olmaz. Bir müctehi-din mümeyyiz vasıflarından biri de budur.
Bütün rivayetleri topladıktan, mukaddem ve muahhar, nâsih ve mensuh, sahih ve zayıf, mütevatir
ve haber-i vâhid ile nakledilenleri dikkate aldıktan sonra içtihadını yürüterek
hüküm çıkarır.
e)
Hanefîlere göre, devenin normal yürüyüşle senenin en kısa günlerinden üç günlük
bir mesafede dört rek'atli namazlar iki rek'at olarak kılınır. Bu da sabahın
erken saatinden zeval vaktine kadar sözü edilen normal yürüyüşle kat/edilen bir
mesafe olarak belirlenmiştir. Bugünkü saatle günde ortalama 6 saatlik bir
mesafe sayılır.
Diğer üç mezhebe göre,
üzerinde yük bulunan bir devenin normal seyriyle tam bir gün bir gecelik
kat'edilen mesafede dört rek'atli farz namazlar iki rek'at olarak kılınır.[719]
a) Gidilen
yolda mutad olan seyr-i vasat mıdır?
b) Yoksa
deve yürüyüşüyle senenin en kısa
günlerinden üç günlük bir
mesafeyi kat'etmek midir?
Kaynak kabul edilen
fıkıh kitaplarımızın hemen çoğunda bu konuya geniş yer verilmiş ve illet
olarak her iki hususu benimsiyenler olmuştur. Ne var ki (b) maddesini
benimsiyenler çoğunluktadır ve kanaatimce delil ve dayanakları daha kuvvetli ve
sıhhatlidir. Çünkü bu meselede mutad «seyr-i vasat» ı dikkate alıp hüküm
yürütecek olursak, «seyr-i vasat» m esas kabul edilmesinin sebebi «meşakkat»
olarak karşımıza çıkar. O halde yolculukta meşakkat yalnız seyr-i vasatla üç
günlük bir mesafeyi kat'etmekte inidir? Yoksa varılan yerde de buna yakın bir
meşakkat söz konusu değil midir? Eğer yalnız yoldaki meşakkat söz konusu
olsaydı, varılan yerde belli süre kalınmadığı takdirde de seferi olmaktan
çıkmak gerekirdi. Halbuki Hanefîlere göre 15 gün, Şâfülerde 4 gün kalmaya niyet
edecek olursa o takdirde seferi olmaktan çıkılır. Böyle bir niyet taşımadığı
veya] belirtilen süreden az kalma kesinlik kazandığı takdirde kaldığı sü-ı re
içinde yine seferi sayılır. Çünkü vatan-i aslî'nin dışına çıkıldığında çoğu
zaman meşakkat söz konusudur.
Bunu bir misal ile
açıklıyahm :
Günümüzde yolcu
uçakları, sesten hızlı uçaklar karşısında «seyr-i vasat» sayılacak duruma
gelmiştir. O halde Türkiye'den uçağa binip üç saatte Almanya'ya inen bir
kimse, Almanya'da onbeş günden az kalacak olursa, seferi sayılır mı sayılmaz
mı? Birincilerin görüşüne göre, sayılmaz. Çünkü «seyr-i vasat» ile üç günlük
bir mesafe kat'etmemiştir. Halbuki otobüsle gitmiş olsaydı, hem yolda, hem
vardığı yerde seferi sayılırdı. Çünkü her iki durumda, yani hem otobüsle uzun
bir mesafeyi aşmakta, hem varılan yerde bir takım meşakkatler vardır.
İkincilerin görüşüne göre,
burada aslolan «mutad seyr-i vasat» değil, üç günlük bir mesafeyi kat'etmektir.
O halde yolda meşakkat olmasa bile varılan yerde herhalde meşakkat söz
konusudur.
İşte meselenin muğ^k
noktası ve çözümü zor düğümü budur!
Hz. Âişe (R.A.)
validemizin dediği gibi, hazerde dört rek'at farz kılan Allah, seferde iki
rek'at farz kılmıştır. Bu bir rahmet ve kolaylıktır. Birincilerin görüşünü
dikkate alarak bu kolaylığın kapısını kapamakta fazla bir yarar yoktur
.Mademki, üç günlük bir mesafenin aşılmasını esas kabul edenler var, o halde
hangi vasıtayla aşılırsa aşılsın bu ruhsat ya da azimete uymamızda ümmet için
bir kolaylık vardır. Şeriatın ruhunu zedeler mahiyette bir sebep mevcut
olmadığı takdirde dinde kolay olanı tercih etmek, Sünnete daha uygun değil
midir?
g)
İkincilerin görüşüne yer veren kaynaklar : Dürrü'l-Muhtar'da :
«Mezhebin zahir
rivayetine göre, seyr-i vasct ile kat'edilen fersahlar bu konuda hiç te itibar
edilmez. Hattâ sözü edilen üç günlük mesafeyi sür'at gösterip iki gün de
katedecek olursa yine de namazları kısaltır (yani seferi olarak kılar).
İbn Âbidîn bunun
açıklamasında şöyle diyor :
«Çünkü zahir rivayette
belirtilen, üç günün itibar edilmesidir. Nitekim EI-Hilye'de de bu hususa yer
verilmiştir. Hidâye'de bu görüşün sahih olduğu belirtilmiştir,»[720]
Şerh-i
Fethi'l-Kadîr'de :
«Ebû Hanîfe'ye göre,
bu.konuda takdir merhale (konak) lere göredir. Fersahlara göre itibar edilmez.
Sahih olan da budur.»[721]
O halde ancak üç konak
itibar edilir. Bu üç konak posta vasıtasıyla ı" bir günde asılsa yine de
dört rek'atli namazlar iki rek'at olarak kılınır. Oruçlu olan kimse iftar edebilir.
Çünkü bu durumda seferi sayılır. Ruhsat sebebi gerçekleşmiştir. Şöyle ki
: Deve yürüyüşüyle konaklık mesafe aşılmış ve seferi olmanın şartı ortaya
çıkmıştır,» [722]denilmektedir.
Kâsânî
Bedayiu's-Sanayi' Fi Tertibi'ş-Şerayi'de diyor ki :
«Seyirden maksat Seyri
Vasat'tır. O halde bundan Ebû Hanîfe'-m içtihadının dayanağı ve illeti ortaya
çıkar : Çünkü Ebû Hanîfe'-e göre, karada üç konaklık mesafeyi denizde bir günde
aşacak olur-a, yine de "seferi sayılır ve namazı kasreder. Zira burada
sür'ate delil, üç konaklık mesafenin aşılmasına itibar edilir. Bunun gibi karala
üç konaklık mesafeyi üç günde değil iki günde veya daha az bir amanda aşacak
olursa, yine de seferi sayılır.
özetliyecek olursak :
Bu konudaki takdir karada, denizde, ova rolunda ve dağ yolunda üç konaklık
mesafedir. Bütün bunlarda mu-;ad olan seyir itibar edilir; bu ise halk
tarafından bilinmektedir. Fersahlarla itibar etmek ise, doğru değildir. Çünkü
yolların değişik durumuna göre fersahlar da değişmektedir. Nitekim Ebû Hanife
(R.A.) diyor ki : «Bir beldeye üç günde gidilirken, başka bir yoldan ; ?raya
bir günde ulaşmak mümkünse, o takdirde seferi sayılır ve namazları
kasreder (kısaltır.»)[723]
İbn Nüceym
Bahrirâik'de diyor ki :
«Helvânî'nin
Sircaü'l-Vehhac'da dediği gibi : Mutad seyir ile mesafe üç konak olur da posta
ile bu mesafe iki günde aşılırsa, seferi sayılacağından namazı kasreder (iki
rek'at olarak kılar).»
«Musanıf bu konuda
fersahlara itibar edilmez, demiş ve bunu sahih kabul etmiştir. Çünkü yol çok
bozuk olur da üç konaklık mesafe veya üç günlük bir yürüme 15 fersahtan az
olursa, nassm beyâniy-le kasredilir, yani yine de seferi sayılır ve namaz
kısaltılır. Kasretme-mek nass ile tearuz eder. O halde seferi meselesinde ancak
üç günlük bir mesafe itibar edilir.[724]
İbn Nüceym bu görüş ve
rivayetleri naklettikten sonra, birincilerin fersahları itibar ederek fetva
vermelerine hayret ettiğini, çünkü bu tarz bir fetvanın Ebû Hanîfe'nin
içtihadına ters düştüğünü belirtmektedir.
Fetâvâ-yi Hindiyye ile
Fetâvâ-yi Kaadıhan'da birincilerin görüşüne ağırlık verilmiştir. El-Muhit ile
El-Mebsut'ta ikincilerin görüşüne ağırlık verilmiş, İmam Ebû Hanîfe'nin
içtihadının sıhhatli kabul edildiğine işarette bulunulmuştur.
Kudurî Şerhi
el-Cevheretü'n-Neyyire'de deniliyor ki :
«Üç günlük mesafeyi
iyi bir atla iki günde aşacak olursa, seferi sayılacağından namazı kısaltır.»
Belirtilen üç günlük
mesafede seyredildiğinde dört rek'atli namazları iki rek'at olarak kılmak
vâcibdir. Bu sebeple iki rek'atin so-. nunda teşehhüd miktarı oturduktan sonra
selâm vermeden kalkıp iki rekat daha kılacak olursa, bu son iki rek'at nafile
yerine geçer. Hem böyle yapmakta kerahet vardır. Çünkü selâmı geciktirme
söz-konusudur. ikinci rek'atin sonunda oturmadan kalkıp iki rek'at kılacak
olur veya kalkıp üçüncü rek'ati secdeyle bağlarsa namazı bozulur, yeniden
kılması gerekir. Çünkü bu durumda farz olan teşehhüdü terketmiştir.[725]
Seferde dört rek'atli
namazı iki rek'at olarak kılarken her iki rek'atte veya onlardan birinde
kıraati terkedecek olursa, namazı bozulur. Çünkü kıraat farzdır.[726]
Hanefilere göre, üç
günlük ya da fazla bir mesafeyi aşmak için seyredildiğinde -ister bu yolculuk
sevap, ister günah için olsun far-ketmez- herhalde dört rek'atli namazları iki
rek'at olarak kılmak gerektir. Yaya ile süvari de bu konuda aynı hükme
tabi'dirler.[727]
Sünnet namazlardan hiç
biri kasredilmez. Çünkü kasr ancak farz namazlar hakkında câri bir hükümdür.[728]
Fukahanm bir kısmına
göre, seferde meşakkat olduğundan dört rek'atli farzlar iki rek'at olarak
kılınır, sünnet namazlar da terkedilir.
Ama bu konuda muhtar
olan şudur : Yolculukta korku ve fazla sıkıntı varsa sünnetler terkedilir, bu
durumlar olmadığında kılınması daha iyi olur.[729]
İmam Muhammed'e göre,
bulunduğu köy, kasaba ya da şehrin son ucundaki binaları aştığı andan itibaren
başlar. Muhtar olan da budur. Fetva da buna göre verilmiştir.[730]
Şehirle bitişik duruma
gelen köy de şehirden sayılacağı için, o takdirde köyün son ucundaki ev
geçildiği andan itibaren seferi hükmü başlar. Ama şehir veya kasabanın sınır
komşusu olan, tarla komşusu bulunan diğer bir köy ve kasaba -bu konuda da-
ondan sayılmayacağından sefere çıkan kimse kendi kasabasının son ucundaki evi
aştığı andan itibaren seferi sayılır.[731]
Seferden dönüşte
seferi hükmü, kendi beldesinin mamur sınırına girince kalkar, artık eyleşik
sayılır.[732]
Bir yolcunun seferi
sayılabümesi için, bulunduğu köy veya kasabadan ayrılırken üç günlük bir
mesafeyi aşacağına niyet etmesi gerekir. Yani bu kadar bir yolculuk yapacağını
kalbinden geçirmesi gerekir. Aksi halde dünyayı da dolaşsa seferi sayılmaz.
Çünkü ne kadar yol alacağını, ne kadar bir mesafeyi aşacağını hiç düşünmeden
çıkmış sayılır. [733]
Buna bir örnek verelim
:
Kaybolan kölesini veya
atını arayıp bulmak için yola çıkar, ne kadar bir mesafe aşacağını hem bilmez,
hem böyle bir şey kalbinden geçirmez, bura benim, ora senin derken bir hafta on
gün gezip dolaşırsa, yine de seferi sayılmaz.
Belirtilen mesafeyi
aşacağım sanması bile niyet yerine geçer.[734]
Seferi konuda kişinin
niyet ehli olması gerekir. Bunu bir misal ile açıklıyahm : Çocuk sefere çıkıp
iki günlük bir mesafe aştıktan sonra ergen olursa, yine de namazını tam kılar.
Çünkü sefere çıkarken niyete ehil değildi. Ama bir Hıristiyan yola çıkar iki
günlük bir mesafeyi aştıktan sonra Müslüman olursa, namazını kısaltarak kılar.
Çünkü çıkarken de niyete ehil sayılırdı.
Üç günlük bir mesafe
aşıldıktan sonra varılan köy, kasaba veya şehirde ne kadar süre kalınırsa seferi hükmü devam eder?
Biz Hanefîlere göre,
belirtilen mesafeyi aştıktan sonra varılan yerde on beş gün ya da daha fazla
kalmaya niyet ederse, seferi olmaktan çıkar. Artık dört rek'atli namazları tam
olarak kılar.[735]
Üç günlük bir mesafeyi
aşmak için çıkılır, fakat yarı yoldan dö-nülürse, o takdirde dönmeye niyet
ettiği andan itibaren seferi olmaktan çıkar. [736]
İkaamete elverişli
olan yerlerde ikaamete niyet getirmek sahih olur. Çölde, denizde ikaamete
elverişli bir durum olmadığından ikaamete niyet getirilirse bile muteber
değildir.[737]
Askerler seferi halin
dışında kendilerine ait binalarda 15 gün ikaamete niyet getirirlerse, seferi
olmaktan çıkarlar. Genellikle bu tür ma'mur yerlerde ikaamet etmeleri, onların
seferi olmadığını gösterir. Ama teçhizatları, çadır ve ağırlıkları beraberlerinde
olduğu halde ma'mur yerlerden çıkıp boş bir arazide karargah kursalar ve onbeş
gün ikaamete niyet etseler bile yine de seferi olmaktan çıkmazlar. Çünkü bu
tür yerler onlar için hakiki mesken sayılmaz.[738]
Belli bir yerde mesken
tutmayıp yazları yaylalarda, kışları ovalarda yer değiştiren yörükler, çölde
sık sık yer değiştiren bedeviler, bu durumda seferi olmaktan
çıkarlar mı? Bilhassa müteahhirîn (Hicrî beşinci asırdan sonra yetişen ilim
adamları) nın bu konuda farklı
görüşleri olmuştur :
a) İmam Ebî
Yusuf'tan yapılan tir rivayete göre, sözü edilenler yayla veya ovada ikaamete
niyet getirirlerse, seferi olmaktan çıkarlar. Fetva da buna göredir. Ancak
ikaamet niyeti 15 gün bir süreyi belirlemelidir.[739] 15
günden az bir süre için ikaamete niyet etseler yine de namazları kısaltmaları
gerekir.
b) Bunlar
belli bir yerde istikrarlı kalmadıkları, ani karar değiştirip bugün şu otlak,
yarın bu otlak derken sık sık yer değiştirme ihtimalleri bulunduğu için hep
seferi sayılırlar. Bu görüş fetvaya
uygun görülmemiştir.
Üç günlük bir mesafeyi
aştıktan sonra gidilen şehirde ne kadar kalacağını kesin olarak bilmiyen,
işinin bitmesiyle hemen ayrılmayı düşünen kimse, bu kararsızlıkla bir yıl dahi
kalsa yine de seferi sayılır.[740]
Haccetmek üzere yola
çıkan ve Bağdat'a vardıktan sonra kafilenin hareket gününü bekliyen kimseler,
kafilenin en geç 15 gün sonra kalkacağını bilirlerse, o takdirde 15 gün ikaamete
niyet edip seferi olmaktan çıkarlar. Bundan az bir süre veya kesinlikle
kafilenin hareket günü belli değilse, her gün hareket etme ihtimali varsa, bir
ay dahi kalsalar, yine de seferi sayılırlar. [741]
İki ayrı yerde 15 gün
ikaamete niyet eden kimse seferi olmaktan çıkar mı? Bu iki yerden her biri
kendi başına bir yer ise, -Mekke ile Minâ gibi- çıkmaz. Çünkü Mekke ayrı, Minâ
da ayrı birer yerleşim yerleridir, biri diğerine cuma konusunda tabi'
değildir. Ama biri diğerine tabi' ölür da sakinlerine cuma vâcib sayılırsa, o
takdirde bu iki yerde 15 gün ikaamete niyet eden kimse seferi olmaktan çıkar.[742]
Birbirine komşu iki
köy ya da kasabada gündüzleri birinde, geceleri de diğerinde kalmak üzere 15
gün ikaamete niyet ederse, seferi olmaktan çıkar, şu şartla ki, ilk önce
geceleri kalacağı yere inmiş olsun. Diğerine, yani gündüzleri kalacağı yere
inerse mukîm sayılmaz.[743]
Zilhiccenin ilk on gününde
Mekke'ye giren hacı 15 gün ikaamete niyet getirse bile yine de seferi olmaktan
çıkmaz. Çünkü Zilhiccenin dokuzuncu günü Arafat'a çıkmak zorundadır. Bu durumda
Mekke'de 15 gün kalma imkânına sahip değildir.
t) Meşhur
fakih ve muhaddis İsa bin Ebban'm fıkıhla meşgul olup kendini bu konuya
vermesinin sebebi işte bu meseledir. Fakih İsa şöyle anlatıyor :
«Hadis toplamakla meşgul
bulunuyordum. Hac mevsiminde zilhicce ayında bir arkadaşımla birlikte Mekke'ye
gittik ve bir ay kalmaya niyet ederek seferi olmaktan çıktık. Bu arada İmam
Ebû Ha-nîfe Hazretlerinin arkadaşlarından biriyle tanıştık. Benim ikaamete
niyet getirdiğimi duyunca, «hatâ etmişsin» dedi. Çünkü zilhiccenin ilk on
gününde Minâ ve Arafat'a çıkmak zorundasın. Bu bakımdan hep seferi sayılırsın.
Ona uyduk, namazlarımızı seferi ölçüde kıldık. Minâ'dan döndüğümüzde arkadaşım
bir yere gitmek istedi, yani Mekke civarında bir iki saatlik bir yere. Ben de
onunla birlikte gitmeye niyet ettim ve henüz ayrılmadan dört rek'atli
namazları iki rek'at olarak kılmaya başladım. İmam Ebû Hantîfe'nin arkadaşı bana
yine «hatâ ettin, çünkü Mekke'den ayrılmadan seferi sayılmazsın» dedi. Bu
durum beni üzdü. Hadisçi olmama rağmen bir mesele hakkında iki hatâ yapmış
oluyordum. Vakit kaybetmeden İmam Mu-hammed'in meclisine gittim ve fıkıh
tahsiline başladım.»[744]
Ticaret için bir
beldeye gidip ticarî işlerini ancak 15 günde bi-tirebileceğini tahmin ederek
ikaamete niyet getiren tüccar seferi olmaktan çıkmaz. Çünkü işlerini 15 günde
bitireceğini tahmin ederek ikaamete niyet etmiştir. Bu durumda 10 ya da 12
günde de bitirerek ayrılma ihtimali mevcuttur. İstikrarlı bir niyeti yok
sayılır. Ancak işim erken bitsin, geç bitsin herhalde 15 gün kalacağım diye
niyet ederse o takdirde seferi olmaktan çıkar.
u)
Darü'l-harbe iltica edip ikaamet edilecek yerde 15 gün ya da daha fazla kalmıya
niyet eden kimsenin bu niyeti sahihtir.[745]
Ehl-i harpten bir adam
kendi ülkesinde îslâm'a girer, ora halkı da onun Müslüman olduğunu öğrenince
öldürmeye azmederler, o da üç günlük bir mesafe aşmak üzere ülkesinden kaçıp
uzaklaşırsa, artık eyleşik olmaktan çıkıp misafir durumuna geçmiştir.
Namazlarını kasreder. Bu durumda bir yerde bir ay ya da daha fazla gizlenip kalırsa,
yine de misafir sayılır. Çünkü takip edilmektedir. Her an bir durum çıkar da
oradan ayrılmak zorunda kalabilir.
Bir müslüman bir
ülkeye iltica eder, önce kabul edilir. Sonra verdikleri sözü bozarak onu
öldürmek isterler, o da aynı ülkede bir evde gizlenirse yine eyleşik sayılır.
Çünkü henüz beldeyi terketmemiştir.
Bir belde halkı savaş
ehlinden olup islâm'a girdikten sonra ehl-i harp onları öldürmek ister, onlar
da bulundukları beldelerinde mukavemet edip eyleşirlerse, seferi sayılmazlar.
Çünkü henüz bulundukları asıl beldelerini terketmiş değildirler.
Bu durumda fazla
mukavemet edemeyip kendi beldelerini ter-kedip bir günlük mesafedeki bir yere göç
ederlerse, yine de eyleşik, sayılırlar. Ama üç günlük bir mesafe ya da fazla
aşmak niyetiyle çıkarlarsa, o takdirde seferi sayılırlar.
İstilâ edilen
ülkelerine döndüklerinde müşriklerin orayı zaptetmekten vazgeçtiklerini görüp
herkes kendi yerine yerleşirse, seferi olmaktan çıkarlar. Müşriklerin o ülkeyi
tamamen zapdedip kaldıklarını görürler de fakat ülkeye girmelerine müsaade
edilirse, bu takdirde orada ancak bir ay kadar kalıp başka bir islâm ülkesine
gitme ye niyet ederlerse, seferi sayılırlar. Çünkü her an ülkeyi terketmeleri
ihtimal dahilindedir.[746]
Esir kimse tutuklu
bulunduğu yerden kurtulup kaçar ve bir ma gara ya da benzeri bir yerde 15 gün
kalmaya niyet ederse, yine de seferi sayılır. Çünkü hem gizlendiği, yer
eyleşmeye uygun değildir, hem de her an orayı terketme ihtimali mevcuttur.[747]
İslâm ordusu bir
ülkeye girip orayı istilâ eder ve fakat oraya ta-
nıamen yerleşmeyi
plânlamaz, sadece bir ay veya iki ay kadar kalıp ayrılmayı kararlaştınrsa, o
takdirde hep seferi sayılırlar. Ama orayı bir eyleşme yeri seçip devamlı
kalmayı kararlaştırırlarda, o takdirde eyleşik sayılırlar.[748]
Seferi konuda köle
efendisine, er kumandanına tabi'dir. Efendi bir yerde ikaamete niyet ederse
köle de ona tabi' olarak seferi olmaktan çıkar. Kumandan bir yerde ikaamete
niyet ederse ona tabi' olan askerler de ikaamete niyet etmiş sayılırlar.[749]
Bu meselede genel kaâide
şudur :
Bir kimse kendi basma
bir yerde ikaamete niyet edip kalabilirse o takdirde başkasına tabi' değildir,
yapmış olduğu niyet muteber ve sahihtir. Kendi başına kalma imkânı yoksa,
başkasına tabi1 olup irâdesine bağlı bulunmuyorsa, o takdirde ikaamete niyet
getirmesiyle seferî olmaktan çıkmaz. Buna bir iki misal verelim :
a) Kadın
kocasıyla birlikte,
b) Talebe
hocasıyla birlikte,
c) Ücretle
tutulan işçi işverenle birlikte bir yere giderlerse, bunlar kendiliklerinden
ikaamete niyet getirme imkânına sahip değillerdir. Kadmm kocası, talebenin
hocası, işçinin işvereni bu konuda söz sahibidir.[750]
Kadının kocasına tabi'
olmasında iki şart aranır :
a) Muaccel
olan mehrini vermiş olması,
b) Cinsel
yaklaşmada bulunması. Aksi haîde kadın seferî konuda kocasına tabi' sayılmaz.
Seferî bulunan kimse
namaz kılarken ikaamete (eyleşik olmaya) niyet ederse, ister yalnız başına,
ister cemaat halinde bulunsun, başladığı namazı tam kılar. Bu durumda mesbuk ya
da müdrik olması arasında fcir fark yoktur. Ancak lâhik olur ve ikaamete niyet
ederse, o takdirde imam selâm
verdikten sonra tamamlar. Ama imam selâm verdikten sonra o ikaamete
niyet getirirse, artık
dört rek'at olarak tamamlamaz.[751]
Seferi olan kimse
namazda iken vakit çıkar ve o da bu sırada ikaamete niyet getirirse, artık
kılmakta olduğu namaz dört rek'ate dönüşmüş olmaz. Çünkü vakit kalmamıştır.[752]
Seferi olan kimse
selâm verdikten sonra ikaamete niyet eder ve fakat üzerinde Yanılma Secdesi
bulunursa, yine de bu niyeti sahih sayılmaz. Çünkü namazdan çıktıktan sonra
getirilen bu niyete itibar edilmez. Ancak ondan sonraki namazlar için muteber
sayılır. İmam Ebû Hanîfe ile İmam Ebû Yusuf'a göre, bu durumda yanılma secdesi
ondan düşer. Çünkü Yanılma Secdesini yapacak olursa, ikaamet hakkındaki niyeti
sahih olur ve böylece kıldığı farz dörde dönüşür ve namaz ortasında yapılan
Yanılma Secdesi hükümsüz kalır. Ama Yanılma Secdesi yaptıktan sonra ikaamete
niyet getirirse, bu niyeti sahih olur ve namazı dört rek'ate dönüşür. İster
yanılma için bir secde, ister iki secde yapmış olsun farketmez. Çünkü Yanılma
Secdesini yapınca namazın hürmeti avdet etmiş oluyor, bu durumda namaz içinde
ikaamete niyet getirmiş gibi sayılır. [753]
Vaktin evvelinde
seferi iken henüz vakit namazını kılmadan ikaamete (eyleşik olmaya) niyet
getirirse, o takdirde dört rek'at olarak kılar. Vaktin evvelinde seferi iken
vakit namazını iki rek'at olarak kıldıktan sonra henüz vakit çıkmadan
ikaaraete (eyleşik olmaya) niyet getirirse, artık kıldığı namaz iade edilmez.
Seferi iken vakit
namazını kılmaz da vakit çıktıktan sonra ikaamete (eyleşik olmaya) niyet
getirirse, o takdirde kazaya kalan o namazı seferi olma durumuna göre kılar,
yani iki rek'at olarak yerine getirir.[754]
Öğle namazını
kıldıktan sonra henüz vakit çıkmadan sefere çıkan kimse, ikindi vakti girince
onu iki rek'at kılar ve henüz güneş batmadan 'yolculuğunu terkeder ve sonra
öğle ile ikindi namazlarını abdestsiz kıldığım hatırlarsa ne yapar? Öğle
namazını iki rek'at ola rak kaza eder. Çünkü yola çıktığında henüz öğle vakti
devam edi yordu. İkindi namazım dört rek'at olarak kaza eder. Çünkü henüz vakit
çıkmadan seferi hali sona ermiştir.
Eyleşik olduğu halde
öğle ve ikindi namazlarını kıldıktan sonra sefere çıkar, henüz güneş batmadan
bu iki namazı da abdestsiz kıldığını hatırlarsa, öğle namazım dört, ikindi
namazını iki rek'at olarak kılar. Çünkü öğle vakti sona erdikten sonra sefere
çıkmıştı. Fakat henüz ikindi vakti geçmeden tekrar ikindi namazını kılması gerekiyor.[755]
b) Seferi
olan bir kimse yine seferi olan bir cemaate namaz kıldırırken abdesti bozulur,
yerine bir başka seferi olan kimseyi geçirir, o da öne geçerken ikaamete
(eyleşik olmaya) niyet getirirse, arkasındaki cemaatin namazı değişmez, onlar
yine seferi sayılırlar.
Ama abdesti bozulan
imam henüz cami'den çıkmadan ikaamete niyet getirirse, onun da, cemaatin de
namazı dört rek'ate dönüşür.[756]
Seferi olan iki
kimseden biri imam diğeri cemaat olup namaz kılarken imamın abdesti bozulur da
yerine mukim (eyleşik olan) bir kimseyi geçirirse, yolcu olan cemaate bu namazı
dört rek'at olarak tamamlamak gerekmez.[757]
Ama seferi olan kimse
mukim (eyleşik) kimseye uyarsa, o takdirde namazı dört rek'at olarak tamamlar.
Tamamlamadan bu namazı bozacak olursa, iki rek'at olarak iade eder. Ama nafile
niyetiyle uyar da abdesti bozulursa, o namazı yine dört rek'at olarak iade etmesi
gerekir.[758]
Seferi olan kimsenin
eyleşik olanlara namaz kıldırması sahihtir. Ancak namaza başlamadan önce
kendisinin seferi bulunduğunu, bu nedenle iki rek'at kıldırdıktan sonra selâm
vereceğini cemaatin ise selâm vermeyip namazlarını dört rek'at olarak tamamlamalarını
hatırlatır. O takdirde seferi imam iki rek'at sonunda selâm verince cemaat
selâm vermez, belki kalkıp iki rek'at daha kılarak namazı tamarnlar... [759]Bunlar
bir bakıma mesbuka benzerler. En sahih iavle göre, kendi başlarına kılacakları
iki rek'atte kıraate yer ver-tnezler.[760]
Cuma günü zevalden
önce de, sonra da sefere çıkmak mekruh değildir. Ancak vakit çıktıktan sonra
şehirden çıkabileceğini biliyorsa, o takdirde Cumayı kılmadan çıkması mekruh
olur. [761]Cuma günü zevalden sonra
sefere çıkmanın mekruh olduğunu söyli-yenler de var. Fakat birincilerin görüşü
daha sahih kabul edilmişr tir. Çünkü bunda ümmet için kolaylık var.
Nitekim Hanefi
fukahasma göre, cuma günü şehir ya da kasabadan birinci ezan okunduktan sonra sefere
çıkmak mekruhtur. Zevalden önce çıkmakta ise kerahet yoktur.
Şafiî fukahasma göre,
kendisine cuma farz olan kimsenin, yolda cumaya yetişeceğini sanıyor veya
tahmin ediyorsa, o takdirde cuma günü fecir doğduktan sonra sefere çıkması
tahrimen mekruhtur.[762]
Seferi olan kimse
yolculuğu sona ersin ermesin dönüp kendi beldesine girecek olursa, ikaamete
niyet etsin etmesin, seferi olmaktan
çıkar. [763]El-Cevheretü'n-Neyyire
sahibi de bunu naklettikten sonra en sahih görüş olduğunu tesbit etmiştir. [764]
Seferi konuda fukahanm
hemen hepsi üç türlü vatandan söz et mislerdir :
1. Vatan-i
Aslî.
Bu, kişinin doğduğu ve
bir de evlendiği yerdir.
2. Vatan-i
Sefer.
Buna «ikaamet vatanı»
da denir. Seferi olan kimsenin ikaame
471 Eksik....
İzmir'de yeniden 15
gün kalmaya niyet getirmediği sürece seferi sayılır.[765]
Vatan-i Aslîsi olan
beldeden çoluk çocuğunu başka bir beldeye takleder, fakat birinci beldedeki
evini, tarla ve bahçesini satmayıp lazır vaziyette bırakırsa, bu meselede iki
ayrı görüş ve ictihad var-İır : İmam Muhammed'e göre, birinci belde de onun
için Vatan-i Aslî sayılır.[766]
Yolculuk halinde yol
kesenler veya hırsız ve zorbalardan korkar da kaafile de onu beklemezse, o
takdirde namazı geciktirmesi caiz olur. Çünkü bu konuda ciidi bir özür
mevcuttur. [767]Bununla beraber sadece
farzı en kısa sûrelerle iki rek'at olarak kılma imkânı bulunduğu takdirde
geciktirmesi caiz değildir. Kişi bu konuda yolun ve tehlikenin ölçü ve
şartlarına göre amel etmelidir. [768]
Şehir dışında nafile
namazları hayvan üstünde baş işaretiyle kılmak caizdir. Bu, daha çok Allah'ı
her hal-u kârda anmayı, O'na kullukta kusur etmemeyi amaçlar mahiyette bir
kolaylıktır. Çünkü namaz gibi ibâdet yoktur. Kulu en çok Allah'a yaklaştıran bu
ibâdetin içindeki secde anlarıdır.[769]
Hayvan üstünde namaz
kılarken, hayvan hangi cihete yönelip yol alıyorsa, nafile namaz kılan da aynı
cihete yönelerek ibâdetini yapar. Başka bir cihete yönelmesi caiz değildir.[770]
İmam Ebû Hanife'ye
göre, şehir içinde hayvan üstünde nafile namaz kılmak caiz değildir. Bu konuda
seferi olanla olmayan arasında bir fark yoktur. Sahih olan da budur. O halde
kaybolan koyununu aramak için atma binip şehir dışında dolaşan kimse, seferi
sa-yılmadığı halde yine de nafile namazı bineğinin üstünde kılabilir[771].
Eyer veya semer ve
palan üstünde oturur vaziyette kıbleye yönelerek veya hayvanın yönelmiş
bulunduğu cihete yönelik olarak niyet getirip ellerini bağlar. Diğer normal
vakit ve namazlarda olduğu gibi, Subhaneke, Euzü-Besmele söyledikten sonra
Fatiha ve bir sûre okuyup rükû' için biraz başını eğer. Secde için biraz daha
fazla eğer. Rükû' ve secdeler için bir şey kendine doğru yükseltmez. Bunun
gibi eyer ya da semer üzerine de secde etmesi doğru değildir.[772]
Genellikle nafile
namazlar cemaatle kılınmaz; birkaç istisna dışında genel kaaide budur. O halde
cemaatle kılacak olurlarsa, imamın namazı tamam, cemaatin namazı fasiddir
(hükümsüzdür).[773]
Hayvan kendiliğinden
yoluna devam ediyorsa, mesele yok. Git-miyorsa, o takdirde az bir harekette
bulunup ya elindeki kamçı ve benzeri şeyi kullanarak, ya da mahmuzlayarak
yürütmesini sağlamasında bir sakınca görülmemiştir.[774]
Diğer sünnet namazlar
da nafile kapsamına girdiğinden hepsini de şehir dışında hayvan üstünde kılmak
caizdir. Buna bir misal verelim : Öğle farzından önce dört rek'at sünneti
hayvan üstünde kıldıktan sonra inip farzı yerde kılar. Sonra hayvana binip
diğer son sünneti kılabilir.[775]
Şehir dışında hayvan
üstünde nafile namazına başladıktan sonra henüz bitirmeden şehre girecek
olursa, başladığı namazın az bir kısmını kılmışsa, hayvanından inip yerde
tamamlar. Çoğu kısmını kılmışsa, artık inmesine gerek yoktur; hayvan üstünde
tamamlayabilir.
d) Yerde
nafile namaza başlayıp bir kısmını kıldıktan sonra geri kalan kısmını hayvan
üstünde kılması caiz olmaz. Ama bunun aksine hayvan üstünde İftitah Tekbirini
getirdikten sonra yere inip namazını kılabilir.
Ciddi bir özür
olmadığı takdirde hayvan üstünde farz namazları İnıak caiz değildir. Vâcib
namazlar da böyle. Ancak yerde fazla iktarda çamur olur veya bir canavar ya da
düşman tehlikesi bulu-irsa, o takdirde buna cevaz verilmiştir.[776]
Cenaze namazındaki
hüküm de böyledir. Yerde iken secde âye-ni okuduktan sonra ata binip Tilâvet
Secdesi yapması da -hiç bir îür yokken- caiz değildir.[777]
Hayvandan indiği
takdirde binemiyecek kadar halsiz ya da yaş-olur veya hayvan huysuz olup
binilmeye imkân vermez veya düşman, canavar ve benzeri bir tehlike mevcut
olursa, o takdir-e hayvan üstünde farz ve vâcib namazları kılmak caizdir.[778]
Sözü edilen özürlerden
dolayı farz namazlar hayvan üstünde « alındıktan sonra, normal şartların
gerçekleştiği zaman bunları iade rî itmeye gerek yoktur. Fukaha bu konuda
farklı görüş ortaya koymaniştir.[779]
Müctehid imamlar
devrinde bugünkü motorlu seri vasıtalar henüz icad edilmemişti. Sadece deve
üzerine konulan hevdec dedikleri mahfe ile kağnı ve benzeri arabalar vardı.
îctihadda bunlar Üikkate alınarak bir takım hükümler ortaya konmuştur. Ama bu
ic-tihadlann ışığı altmda bugünkü vasıtalarda namaz kılma hususunu hükme
bağlama imkânları mevcuttur.
Hayvan üzerinde nasıl
namaz kılınır, bu yeterince açıklandı. Kadınların mahfeden inmelerinde sakınca
görüldüğü takdirde mahfe içinde ayağa kalkma imkânı bulunmadığı için oturarak
rükû ve secdelerini yerine getirip namaz kılmalarına cevaz verilmiştir.
a) Hayvan
ile çekilen iki ya da dört tekerlekli arabalarda ise, ister hareket halinde
olsun, ister olmasın, bir ucu hayvana bağlı biçimde iki tekerlek üzerinde
duruyorsa, binek üzerindeki gibi namaz kılınır. Büyükçe dört tekerlekli olup
duruyorsa, yere inip namaz kıl- bir tehlike varsa, o takdirde ayakta veya oturarak namaz kılmak caizdir. Hareket
halinde ise, sadece oturarak kılınır. Fukaha-dan çoğuna göre ise, dört tekerlekli
arabanın bir ucu hayvana bağlı bulunsa bile, hareket halinde değilse, şerir
(kanepe, sedir, divan) gibi kabul edilir.
Motorlu vasıtalara
gelince, bunlar da binek hayvanlar hakkında uygulanan hükme tabi'dir. Otobüs,
otomobil ve uçakla yolculuk yapan kimse, namaz vakitlerinde inip yerde namaz
kılma imkânı olmadığı takdirde oturduğu yerde -araba hangi yöne gidiyorsa-
oraya yönelerek baş işaretiyle namaz kılar. Ancak niyet getirip İftitah Tekbiri
alırken yüzünü kıbleye çevirmesi tavsiye edilir. Çevirmediği takdirde bir şey
lâzım gelmez. [780]
Hareket halinde olan
bir gemide ayakta durup kılmak mümkünse öyle yapılır. Mümkün olmadığı takdirde
yüzünü kıbleye çevirip iftitah tekbiri getirdikten sonra oturarak kılar. Bu durumda
gemi hangi cihete doğru yol alırsa
alsın, farketmez.[781]
Hareket halindeki
gemide ayakta durup kılmak mümkün olduğu halde oturarak namaz kılmak
mekruhtur. Bu, İmam Hanîfe'ye göredir. İmameyn'e göre caiz değildir. Gemi demir
atıp limanda duruyorsa, o takdirde oturarak namaz kılmak bi'1-icmâ' caiz
değildir. Ancak deniz fazla çalkantılı olup gemi baş döndürecek veya ayakta
denge sağlıyamıyacak kadar sallanıyorsa, o takdirde oturararak kılmakta bir
sakınca yoktur.[782]
Ne var ki limanda
demir atan gemiden çıkıp dışarıda namaz kılma imkânı varsa, o takdirde çıkmak
gerekir. Aksi halde namaz caiz olmaz.
Müctehid imamlar bu
konuda ictihadda bulunurken bugünkü büyük gemiler yoktu. Mavna ve benzeri
vasıtalar ayarında bir takım gemiler yapılabiliyordu. Bilindiği gibi küçük
çapta olan bu tür gemiler körfezde demir atıp dursa bile, hafif bir çalkantıyla
sallanıp dururdu. Bugünkü büyük gemiler bundan çok farklıdır. Liman ve
körfezlerde demirlendiğinde gerek güvertelerinde, gerek oda ve salonlarında
ayakta durup rahatlıkla namaz kılma imkânı vardır.
O halde gemi hareket
halinde iken içinde gerek oturarak gerek-ayakta durarak namaz kılındığında,
kıbleden ayrılmamaya çaşmak gerekir. Yani gemi başka bir cihete yönelmişse,
namaz kılan afif bir hareketle kıbleye yönelerek namazını tamamlar. Özellikle
ıu günkü gemilerde böyle yapmak mümkündür. Aksi halde namaz âtz olmaz. Küçük
gemi veya mavna ve benzeri vasıtalarda bu olmadığı takdirde, vasıtanın
yöneldiği tarafa yönelik vaziyette alınır.
Gemi ve benzeri deniz
vasıtalarında rükû' ve secde yapma imcânı olduğu takdirde baş işaretiyle namaz
kılmak caiz değildir.
c) Yolculuk
halinde bulunan, kimse gemide ikaamete (eyleşik olmaya) niyet getirebilir mi?
Ayrıldığı beldeye veya varacağı beldeye gelip limanda demirlemiş se, içindeki
mürettebat ve yolcular 15 gün ikaamete niyet getirirlerse, bu caizdir, seferi
olmaktan çıkarlar. Limana gelmemişse, o takdirde hep seferi sayılacaklarından
ikaamete niyet getirmezler. Sahih olan görüş budur.[783]
Gemi limanda iken
İftitah Tekbiri getirip namaza başlar, henüz bitirmeden gemi hareket edecek
olursa, yine de o namazı dört rek'at-'olarak tamamlar. Tabii kılınan namaz dört
rek'atli bir farz ise. Bu, İmam Ebti Yusuf'a göredir. Fetva da onun icihadma
göre verilmiştir bu meselede.[784]
Henüz varacağı beldenin
limanına gelmeden seferi namaza başlar, namaz bitmeden gemi gelip limana
dayanırsa, başladığı namazı dört rek'at olarak tamamlar. Çünkü memleketine
gelince -vakit içinde bulunuyor,- o takdirde seferi olmaktan çıkmış sayılır.[785]
Yanyana ya da ardarda
hareket halinde olan iki gemiden birinde imamlık yapan kimseye diğer gemide
bulunan cemaat uyamaz. Ancak iki gemi yanyana bir yerde demir atmışsa, o
takdirde caiz olur.[786]
a) Cuma
ferdi cemiyete; cemiyeti miliete baghyan ve toplum arasında düşünce, inanç,
amaç ve hizmet birliğini sağiıyan bir gündür. İslâm Dînî bugünü mü'minler için
haftalık toplantı ve toplu halde Allah'a yönelme, ibâdette bulunma zamanı
olarak belirlemiştir. Bir hafta içinde ortaya çıkan meseleler, olaylar ve
sosyal konular cuma günü ele alınıp Kur'ân'm süzgecinden geçirildikten sonra
bir komprime haline getirilerek cemaate sunulur.
Ruhlara yepyeni bir
gıda takdim edilirken, Fslâmî kültürleri artırılır. Hayatı sevme, hayatta
başarılı olma yollan ve yöntemleri işlenir. Dünya ile âhiret, ruh ile beden
madde ile mâna arasında -Sün-netullah'a uygun ölçü ve anlamda- denge sağlanması
için ilâhi buyruklar, Nebevi Sünnetler sergilenir. Aile yapısını, sosyal
bünyeyi arızasız ayakta tutmanın yolları gösterilir. Din ve ülke düşmanlarının
çalışma metoduna dikkatler çekilir. Hayirhahhk, âlicenaplık, dayanışma, sevgi,
saygı, edep ve terbiyenin taşıdığı mana ve müsbet sonuç misallerle anlatılır.
İslâm ülkelerinin uğradığı siyasi ekonomik ve kültürel zorlukların nedenleri
üzerinde durulur ve bunların çareleri araştırılarak cemaatin bu konularda da
aydınlatmasına önem verilir.
Görülüyor ki, cumanın
o kadar çok yararları var ki, bunları sayıp sıralamak bile zor. Medenî bir
ülkede parlementonun önemi ne ise, İslâm topluluğunda cumanın önemi ondan daha
fazla bir anlam taşır.
Cumasız bir Müslüman
topluluğu, birlik ve dirliğini kaybetmiş, yabancılara yem olma felâketine
uğramış başsız bir sürüden farksızdır. Hazreti Peygamber (A.S.) Efendimiz
Medine'ye hicret ettiklerinde, henüz şehre ulaşmadan Kub'a'da ilk mescidi inşa
ettikten sonra cuma günü Salim bin Avf yurduna gelerek Ramına denilen vadide
ilk cuma namazını kılmıştır. Böylece Hicretle birlikte hem cuma'ya yer
verilmiş, İslâm'ın canıi'siz ve cumasız olmayacağı kesinlikle belirtilmiştir.
Cuma Namazı, Kitap
Sünnet ve İcmâ ile sabit olmuştur, inkârı küfürdür, terki büyük günah
sayılmıştır. Üç cuma namazım üstüs-te mazeretsiz terkeden Müslüman, münafıklar
defterine yazılır. [787]
«Ey İmân edenler! Cuma
günü namaz için çağrıldığı (ezan okunduğu) nda Allah'ın zikrine (namaz kılıp
O'nu anmaya) acele edin; ahm-satınu bırakın. Bilseniz bu sizin için daha
hayırlıdır. Namaz kılınınca yeryüzüne yayılıp Allah'ın lûtfu kereminden rızık
isteyin (işinizin basma geçip çalışın). Allah'ı çok anın ki saadete
erişesiniz.»[788]
Bu hususta birçok
sahih hadîs rivayet edilmiştir. Hepsini buraya nakletmemize kitabımızın hacmi
müsait değildir. Bunlardan ancak birkaç tanesini teberrüken buraya alıyoruz :
«Güneşin üzerine doğduğu
en hayırlı gün, Cuma günüdür. O günde Âdem (A.S.) yaratılmış, o günde Cennete
konulmuş ve o günde Cennetten çıkarılmıştır.
Kıyamet ancak cuma günü kopacak.»[789]
«Zaman bakımından en
son gelenleriz, kıyamet gününde ise önde bulunanlarız. Ne var ki onlara bizden
önce, bize de onlardan sonra Kitap verilmiştir. Sonra da şu Cuma günü Allah'ın
onlara farz kıldığı günleri idi, ayrılığa düştüler bu konuda? Allah bizi bu
güne eriştirdi. Bu bakımdan diğer insanlar bu gün konusunda bize tabi'-dirler ;
Yahudiler yarın (Cumartesi), Hıristiyanlar yarından sonra pazar günü...»[790]
«Kim önemsiz görerek,
aldırış etmiyerek üç cuma namazını ter-kederse Allah onun kalbini mühürler;
(artık o kalbe ne hayır ne de feyiz girer).»[791]
«Ciddi bir özür
olmaksızın kim cumayı terkederse, artık silinmi-yen ve değiştirilmiyen bir
kitaba münafık olarak yazılır.»[792]
Bu ümmetin müctehid
imamları, âlimleri cumanın farz olduğunda birleşmişlerdir. Muhalefet eden,
değişik bir ictihad ve görüş ortaya koyan olmamıştır.
Fukaha, Kitab, Sünnet
ve İcmâ'a dayanarak cuma hakkında şöyle demiştir : [793]
Müslüman, akıl, baliğ olan
ve yolculuk halinde -bulunmayan her erkeğe farzdır. Bir kısmının kıl-masıyla
diğerlerinden kalkmış olmaz.[794]
Bunu biraz daha açıklayacak
olursak şöyle sıralayabiliriz: Cuma-, nın vâcib olması için bir takım şartlar
var :
1. Müslüman
olmak.[795]
2. Erkek
olmak,
3. İkaamet
halinde (eyleşik) bulunmak,
4. Sıhhati
yerinde olmak,
5. Hür
olmak,
6. Cumaya
yürüyerek gidecek kudrette bulunmak.[796]
O halde cuma köleye,
esire, kadına, yolcuya ve hastaya farz değildir. [797]Ayaklan
sakat olup yürüyemiyecek durumda olana da farz değildir. Bu hususta icmâ'
vardır. İsterse onu sırtına alıp götüren de bulunsun, farketmez. İki gözü kör
olana da farz değildir. İsterse elinden tutup götüren bulunsun.
Çok yaşlı kimse bu
konuda hasta hükmündedir.
Bunun gibi, şiddetli soğuk,
sağnak halinde yağmur, zâlim bir hükümdardan korkup gizlenmek de cumanın farzı
geçici olarak düşüren sebepler arasında
bulunuyordur.[798]
İşveren işçiyi cumadan
alıkoyabilir mi? Bu mesele hakkında farklı görüş ve ictihadlar olmuştur :
a) İmam Ebû
Hafs'e göre, müste'cir ecîri (işveren işçiyi) cumaya gitmekten alıkoyabilir
b) Ebû Al
Ed-Dakkak'a göre, şehir ve kasabalarda işveren
işçiyi cumadan alıkoyamaz. Ancak işçinin cumada harcadığı zaman
hesaplanarak ücretinden kesilebilir.[799]
Fıkıhta güvenilir
metinlerin zahiri, Ebû Ali Ed-Dakkak'ı destekler anlamdadır. [800]Nitekim
bu konuyla ilgili hadîste işverenin böyle bir yetkisi bulunduğuna işaret dahi
edilmemiştir :
«Allah'a ve âhiret
gününe inanan kimseye cuma farzdır. Meğerki yolculuk halinde olan veya köle,
çocuk, kadın ve hasta bulunana o takdirde farz değildir. Kim bir takım eğlence
veya ticaretten dolayı cumaya gitmeyip kendini ondan doygun sayarsa, Allah da
rahmetini, mağfiretini ondan uzak tutar, çünkü Allah kimseye muhtaç değildir.
Allah hep doygundur, hep övülmeye lâyıktır.»[801]
Bürrü'l-Muhtar'da bu
meseleye az yer verilerek deniliyor ki : «En sahih görüş ve ictihad şudur ki :
Cuma, kendisiyle hitabet akdi yapılan köleye, bir kısmını hür etmek için
kendisiyle anlaşmaya varılan köleye, ecîre
(ücretle tutulan işçiye)
vâcibdir. Ancak cami' uzak olursa, işçinin ücretinden
hesaplanarak kesilebilir.» [802]
Her nedense merhum İbn
Âbidin bu metinle ilgili en küçük bir açıklama yapmamıştır.
Diğer kaynak fıkıh
kitaplarında buna yakın bir ifade kullanılmıştır. Netice olarak diyebiliriz ki
: İşveren hiçbir zaman işçiyi cumadan alıkoyma hakkına sahip değildir. Fabrika
veya herhangi bir işyerinin bir saat çalışmaması büyük zararlara sebep olur,
iddiasına gelince, inanmış bir işveren işini ona göre düzene koyabilir.
Vardiye-leri ona göre ayarlıyabilir. Hem fabrika ve işyerinin bir saat çalışması,
cumadan daha hayırlı değildir. İşçinin haftada bir saat cami'a gidip ruhunu
tazelemesi, sinir sistemini düzeltmesi ve dini kültürünü artırması her
bakımdan yararlıdır. Her hakkın bir vazife karşılığı, her nimetin külfete göre
olduğunu öğrenir. İşine daha ciddi sarılıp çoluk-çocuğuna helâl lokma yedirme
gayretinde bulunur. Günümüzde işçileri bu feyizden mahrum edenler ortaya çıkan
grevlerle, yapılan tahribat ve işe karşı sorumsuzluk içinde gösterilen ilgiyle
hergün milyonlarca lira zarara uğramaktadırlar. Cumaya sarfe-dilecek bir
saatlik zaman bunun yanında çok önemsiz kalır. Hem haftalık tatilin cumaya
alınması bu konudaki itiraz ve isteksizlikleri ortadan kaldırmaya yeter bir
çaredir. Bu durumda me'murlarm da rahatlıkla cumaya gitmeleri sağlanmış olur.
Tabii bu bir kanun meselesi ve parlementonun yetkisine bağlıdır.[803]
f) Fukahadan
bir kısmının, Müste'cir ecîrini cumaya hazır olmaktan alıkoyabilir» sözü ve
hükmü, hiçbir sahih hadise dayanmamaktadır. Bu sadece köle konusu dikka.tc
chnarak yapılan bir kıyastır. Kanaatimce bu kıyas farklı bir kıyastır; çünkü
makîs ile makîsün aleyh menatta birleşmemektedir.
Peygamber (A.S.)
Efendimiz şöyle buyurmuştur :
«Cuma her müslümana
cemaat halinde (kılınmak üzere) vâcib olan bir haktır. Ancak dört kimseye vâcib
değildir Kölelik (esaret te buna
dahildir) kaydı altında bulunan, kadın
çocuk ve hasta...»[804]
Yukarıda belirttiğimiz
gibi, cuma çocuğa deliye, köleye, esire, ıtukluya, kadına, hastaya çok
yaşlılıktan güçsüz kalana, ayaklan aka t olana, iki gözünü kaybetmiş bulunana
farz değildir. Ancak iki özü kör olan kimse hakkında müctehid imamların farklı
görüş ve itihadı olmuştur :
a) İmam Ebû
Hanîfeye göre, âmâyı elinden tutup götüren kim-e bulunsa yine cuma ona farz
değildir.
b) İmameyn'e
göre, onu yeren bulunursa o takdirde vacıb olur.
Bununla beraber gerek
ayakları sakat olan, gerek âmâ, gerekse köle ve seferi olan cumaya hazır olup
cemaatle namaz kılarsa, bu öğle namazı yerine geçer. Hattâ seferi kimse ile
kölenin cuma kıldırmasına da cevaz verenler olmuştur : [805]
Cumanın edası, (yani yerine getirilmesi) nin beş şartı vardır :
1. Şehir
veya. şehir hükmünde olan yerde kılınması,
2. Sultan
veya görevlendirdiği kimsenin kıldırması,
3. Namazdan
önce hutbe okunması,
4. Cemaat
bulunması,
5. Vaktin
devam etmesi...
Şartların açıklanması
:
l. Şehir
veya şehir hükmünde olan yer daha çok şöyle tarif edilmiştir : İçinde müftisi
bulunan, kaadısı yani yürütme organı olan ve yerleşmeye elverişli binaları
bulunan şehir, kasaba ve benzeri yerlerdir.[806]
Günümüzde hemen her
köyde devleti temsil eden ve belli kanunlarla yetkili kılman organ vardır.
Bunların bazı hususlarda icraî faaliyetleri (yürütme yetkileri) de mevcuttur.
O halde her köyde cuma kılınacak bir yer bulunduğu takdirde cuma namazım kılmak
vâcib-dir. Şehir, kasaba ve köylere bitişik bulunan mahalle ve fabrika gibi
yerlerde de cuma kılınması gerekir. Bu, İmam Ebû HanîV'e ile İmam Ebû Yusuf'un
görüşüdür.[807]
Çünkü buralarda hem ezan
sesi işitilir, hem bu gibi yerlerin çoğunda mescid de bulunur. Ancak şehir
surla çevrili olur da bunun dışındaki yerlerde ezan sesi işitilmez ve cuma
namazına gelmek sıkıntıli olursa, o takdirde cuma onlara vâcib değildir. Ancak
bu gibi yerlerde cami1 ve mescid varsa, o takdirde şehrin merkezine gelmeye
gerek yok, semt camiinde cumayı kılmaları daha uygun olur.
Köylü cuma günü şehre
gelir de o gün kalmayı tasarlarsa, cum4 kendisine vâcib olur. Çünkü bu durumda
o gün için şehir halkından sayılır. Vakit henüz girmeden şehirden ayrılmayı
düşünüyorsa o takdirde ayrılmasında "bir sakınca yoktur. Vakit girdikten
sonra da ayrılmak istiyorsa ayrılabilir tukahanın çoğu buna cevaz vermiştir.
Bununla beraber sırf cuma kılmak için ayrılmasını geciktirirse elbetteki sevap
kazanır.[808]
i) Çölde
küçük Kabileler halinde yaşayanlarla, göçebe hayatı sürdürenler ve bir de cuma
kılmmıyan çok küçük köylerde öğle namazını ezan ve ikaametle cemaat halinde
kılmak caizdir. [809]
Seferi olanlar cuma
günü şehre girdikleri takdirde, cemaate katılıp cuma kılmıyacak olurlarsa,
öğle namazını yalnız başlarına kılmaları gerekir. Yani cemaatle kılamazlar.
Şehirde oturanlar da
cuma namazına gidemedikleri takdirde öğle namazını ancak münferid olarak
kılabilirler. Tutuklu bulunanlar da öğle namazını cemaatle kılamazlar. Hastalar
içir; de aynı hüküm caridir. Yani sözü edilen kimselerin cuuıa günü öğle
namazını cemaatle kılmaları mekruhtur.[810]
İslâm halifesi hac
mevsiminde Minâ'da cuma namazını cemaatle kıldırabilir. Hicaz Emirinin de
kıldırmasına cevaz verilmiştir.[811]
Cuma günü Arefeye
raslarsa, Arafat'ta cuma kılınmaz. Müctehid imamlarımızın bu hususta
ittifakı.vardır.[812]
Bir beldede birden
fazla cami' de cuma kılınması sahih midir? Bu konuda farklı görüş ve
ictihadlara yer verilmişse de kılınabileceğine cevaz verenler ekseriyeti
teşkil eder. Nitekim İmam Ebû Hanî-fe ilo tmam Muhammed'in içtihadı bu
merkezdedir. Her ikisi de bunun caiz olduğunu söylemiştir. En sahih olan görüş
ve ictihadda bunun caiz dur.
Nitekim İmam Serahsî
bu görüşün sahih olduğunu kabul etmiştir. Hanefî fukahası da bu görüşe uymayı
daha uygun bulmuş ve fetva ona göre verilmiştir. İbıı Nüceym Bahrirâik'de sözü
edilen mesele hakkında İmam Ebû Hanîfe ile İmam Muhammed'in görüşünün daha
sahihi olduğunu belirtmiştir.
Daha çok müteehhirin şu
hususu savunmuştur : Bir beldede cumanın cevazı hakkınd? şüpheye
düşüldüğünde ora halkının cuma'yı kıldıktan sonra öğle namazı niyetiyle
dört rek'-at kılmaları uygun olur. Bu takdirde cuma kabul olunmarmşsa, kılınan
bu dört rek'at öğle namazının farzı yerine geçmiş sayılır. [813]Hâkim'i
Şehîd Mervezî de buna Eı-Kâfî adlı eserinde Serahsî'de el-Muhit't e yer
vermiştir. [814]
Cuma günü fukahadan
bir kısmının ihtiyat olarak dört rekTat Zühr-i âhir kılınmasını uygun görmeleri
halinde buna nasıl niyet getirilir? En uygun olanı, «Son vaktine yetiştiğim
öğle namazını kılmaya niyet ettim» demektir.[815]
Önce şunu belir elim
ki, ne Asr-i Saadette, ne Hulâ£a-i Râşidin devrinde, ne de müetehidlerden Ebû
Hanîfe devrinde cumanın sıhhati hakkında şüpheye düşen olmamış ve bu bakımdan,
ihtiyaten cumadan sonra öğle namazı kılınsın diyen de çıkmamıştır. Bu, daha çok
Hicrî beşinci asırdan sonra gelen fukaha tarafından ortaya atılmış ve bir
ihtiyat olarak tavsiye edilmiştir.
İslâm Fıkhında söz
sahibi selahiyetli fakîh İbn Nüceym bu mesele hakkında diyor ki :
«Zühr-İ Âhir üzerinde
daha çok duranlar, zamanımızın bilgisiz; kişileridir. Cuma farzından sonra
ihtiyaten dört rek'at öğle namazı niyetiyle kılmayı, -cumanın sıhhati hakkında
şüpheye düşüldüğünde- müteahhirîn ortaya koymuştur. Bir beldede birden fazla
yerde cuma kılınmaz rivayetini sebep olarak göstermişlerdir (ki böyle sahih
bir rivayet olduğu da pek tahmin edilmemektedir). Aslında böyle bir rivayet
beğenilmeye (ihtiyar edilmeğe) lâyık değildir. Hem cumadan sonra Öğle namazı
niyetiyle dört rek'at namaz kılma hususu, İmam Hanîfe ve arkadaşlarından
rivayet edilmemiştir.»[816]
İbn Nüceym cuma
bahsinde aynı konuya bir başka yerde temas ederek şöyle diyor :
«Birden fazla cuma
kılman bir beldede: hangisi sahihtir? Bazısına göre, ilk İftitah Tekbiri
getirilen cami'de kılınanı, bazısına göre cumayı bitirip ilk selâm verenlerin
namazı sahihtir. Bütün bunların dayanağı zayıftır; hepsi de Ebû Hanıfe'nin
mezhebine muhaliftir. Cumadan sonra dört rek'at öğle namazı kılmak ihtiyat
değildir. Çünkü ihtiyat, iki delilden en kuvvetlisiyle amel etmektir. (Herhalde
cumanın sahih olduğuna dair delil çok daha kuvvetlidir. O halde Zühr-i Âhir'a
gerek yoktur).»[817]
Kâsânİ El-Bedâyi'de
diyor ki :
«İmam Muhammedi'n İmam
Ebû Hanîfe'den yaptığı rivayette, bir beldede birden fazla yerde cuma kılmanın
sahih olduğu belirtilmiştir.»[818]
Kâsânî bu mesele
hakkında şu rivayete yer vermektedir : «Bir bayram günü Hz. Ali halife
bulunduğu halde halka bayram namazını kıldırmak üzere bayram namazına mahsus
namazgaha çıkıp giderken geride kalan yaşlılara ve namazgaha çıkamıyanlara
bayram namazını kıldırmak için yerine bir vekil koymuştur. Hz. Ali R.A. bunu
birçok Sahabenin hazır bulunduğu bir zamanda yapmış, ona itiraz eden
olmamıştır. Birden fazla yerde namaz kılmak bayram hakkında caiz olduğuna göre,
cuma hakkında da caizdir. Çünkü bu iki namaz da şehre ve o hükümde olan yerlere
has kılınmakta eşittirler.» Ancak fukaha bu rivayete dayanarak iki yerde sahih
olur diye bir hüküm koymak istemiştir. Fakat İmam Muhammed (R.A.)'den yapılan
sahih rivayet böyle bir hüküm koymaya kapı açmamaktadır.»[819]
İnâye Şerhinde bu
konuya yer verildikten sonra Ebû YusuV'un görüşüne temas edilmiş ve ona göre
bir beldede iki yerde cuma kılmanın caiz olmadığı, ancak arayerde büyük bir
ırmak bulunursa o takdirde caiz olacağı nakledildikten sonra İmam Muhammed'e göre
birden fazla yerde -hiç bir şart aranmaksızın- caiz olduğu belirtilmiş, îmam
Ebû Hanîfe'nin de içtihadının bu anlamda olduğu açıklanmıştır.
İnâye Şerhinin sahibi
bu nakli yaptıktan sonra diyor ki : «Biz bu mesele de îmam Muhammed ile îmam
Ebû Hanîfe'nin kavliyle amel ederiz, onları daha sahih sayarız.; Çünkü «Cuma
ancak şehir veya o hükümde olan yerde kılınır.» Hüküm mutlaktır. Yani şehir
veya onun hükmünde olan bir yer bulunduktan sonra cuma o yerde kılınır, ister
bir cami'de, ister birkaç cami'de olsun farketmez.»[820]
Dürrü'l-Muhtar'da
denilivor ki :
«Bir tek beldede
birkaç yerde mutlaka cuma kılınabilir. Mezhebin zahiri budur. Fetva da buna
göre verilmiştir. Ancak bir yerde kıhmr, birkaç yerde kılındığı takdirde cuma
İftitah Tekbirini ilk getirenindir. Bu sebeple cumadan sonra Âhir Zühür
kılınır, diyenlere gelince, bu sözlerin hepsi de Hezhep'in hilâfmadır. Yani
Hanefî Mezhebine uymamaktadır.»
îbn Abidin bunun
açıklamasını şöyle yapmaktadır :
«İmam Serahsî bu meselede
şöyle diyor : «Ebû Hanîfe'nin mezhebine göre sahih olan şudur ki î Bir tek
beldenin birkaç yerinde cuma kılmak caizdir. Biz bu kavli tutuyor ve onunla
amel ediyoruz. Çünkü şehir ve şehir hükmünü taşıyan her yerde mutlaka cuma
kılınabileceği belirtilmiştir.»[821]
İbn Âbidin, Âhir Zühür
meselesine gelince kendi görüşünü şöyle açıklıyor :
«Bu mesele üzerinde
biraz durmak gerek. Her ne kadar el-Bahr sahibi Âhir Zühür kılmanın ihtiyat
olmadığını söylemiş ve ihtiyat, ?ki delilden en kuvvetlisiyle amei etmektir,
kaaidesini delil olarak getirmişse de, ben diyorum ki, Âhir Zührü kılmak bir
ihtiyattır, çünkü böyle yapmakla uhdeden yakinen çıkış vardır ki bu da bir
ihtiyat sayılır. Her ne kadar birkaç yerde kılmanın caiz olduğu delil bakımından
daha râcih ve daha kuvvetli ise de ama içinde kuvvetli bir şüp he de mevcuttur.
Çünkü bunun hilafı da Ebû Hanifeden rivayet edilmiştir.
İşte benim bu görüşümü
Tahavî ve Timurtaşi de ihtiyar etmişlerdir. Muhtar sahibi de aynı hususu
benimsemiştir. İmam Şâfi'i'nin mezhebi de budur.»[822]
Görüldüğü gibi,
cumadan sonra Âhir Zühür kılınmasını ihtiyat olarak uygun görenler bulunmakla
beraber, bunun ihtiyat olmadığını söyliyenler de var. Diyebiliriz ki Hicri
beşinci asırdan sonra gelen fukaha bu konuda ikiye ayrılmıştır. Her iki tarafın
da ileri sürdüğü delil ve dayanaklar varsa da, İmam Ebû Hanîfe'nin ve talebesi
İmam Muhammtd'in kavline uymak en sıhhatli olanıdır. Hem cânri'lere rağbetin
azaldığı şu devirde, Âhir Zührün kılınması üzerinde ısrar etmek, farz, vâcib ve
sünnet olmayan bir namazın kılınmasını vâcib veya sünnetmiş gibi göstermekten
başka bir şeye yaramaz. Üstelik cemaatin bıkkınlık duyup dağılmasına sebep te
olabilir.
Cuma namazında kıraat
bölümünde işaret ettiğimiz gibi, günümüzdeki hatiplerin çoğu Sünnete uymamakta,
hattâ sünnetin tam aksini yapmaktadır : Hutbeyi kısa tutmak, namazı biraz
uzatmak sünnettir. Hatiplerimizin çoğu ise, hutbeyi gereğinden fazla uzatmakta,
namazı da o nisbette kısa tutmaktadır. Âhir Zührü de buna ilâve edersek, kendi
kendimize ibâdette bir takım zorluklar çıkarmış oluyoruz. Kanaatimce kılmak
isteyenlere dokunmamak, kılmayanlara da «kıl!» diye ısrar etmemek en uygun
yoldur.[823]
Cuma.günü şiddetli
yağmurlu geçtiği takdirde mü'minler Cuma namazına çıkıp çıkmamakta
serbesttirler. [824]Ancak
vasıtası bulunanların cumaya gitmeleri -bilhassa motorlu araçların çok olduğu
günümüzde- gerekir.
2. Sultan
veya görevlendirdiği kimsenin cumayı kıldırması, cumanın şartlarından
ikincisidir.
Sultan, yani
hükümdarın âdil veya zâlim olması bu konuya te'-sir etmez. [825]Hükümdarın
ülkenin her camiine gidip namaz kıldırması mümkün olmadığına göre, onun kendi
adına ve yerine bu konuda ta'yin ettiği vekili namaz kıldırır. Bunlar valiler,
kaadılar, müftiler olabileceği gibi, hatipler de olabilir. Nitekim günümüzde bu
yetki Diyanet İşleri Başkanlığına verilmiştir. O halde Başkanlığa bağlı
Müftülüklerin ta'yin ettiği veya izin verdiği hatipler ve imamlar cumayı
kıldırabilirler.
İslâm Hükümdarının
emri olmaksızın veya vekilinin müsaadesi alınmaksızın bir cami'de cuma kılmak
caiz değildir. [826]Hattâ
cuma günü görevli imam hazır olduğu halde, müsaade almadan bir adamın çıkıp
hutbe okuması caiz değildir. Meğerki sultan veya onun vekili o adama bu konuda
müsaade etmiş olsun.[827]
Müslüman bir ülkede
devletin başında kadın bulunursa, namaz kıldırmaya yetkili değildir, ancak onun
veya vekilinin emriyle görevlendirilenler hutbe okuyup namaz kıldırır. [828]Ne
var ki, İslâm'da kadmm hükümdar olmasına cevaz verilmemiştir. Yukarıda
anlatılan mesele, sadece bir fıkhı farazidir.
Yetkili imamdan izin
almak çok zor veya imkânsız olduğu bir zamanda cemaatin toplanarak bir adamı
cuma kıldırmaya tayin etmesine cevaz verilmiştir.[829]
Ancak bu hep böyle devam etmez. İlk fırsatta ve şartlar elverdiğinde yetkiliden
izin almak gerekir. Aksi halde cuma caiz olmaz. [830]
Yalnız hutbe okumaya
verilen izin, cuma kıldırmaya da izindir. Yalnız cuma kıldırmaya verilen izin,
hutbe okumaya da izindir.[831]
Hükümdar tarafından
bir memlekete ta'yin edilen vali çocuk veya Hıristiyan olursa, haliyle bunlar
cuma kıldıramazlar. Ancak izin verdikleri adam bu görevi yürütür. Hıristiyan
vali müslüman olursa, geçip cumayı kıldırabilir mi? Fukahamn ileri gelenlerine
göre, hükümdardan yeni bir müsaade almadıkça kıldıramaz. Çocuk ta ergen
olursa, onun da durumu böyledir.[832]
Hükümdar kendi
ülkesinde seyahate çıktığında seferi bile olsa uğradığı beldelerde cuma
namazını kıldırabilir.
Hükümdar inad ve
nifakından dolayı bir beldede cuma namazının kılınmasını men'etse bile
Müslümanlar toplanıp cuma namazını kılarlar. Ama çok önemli ve Müslümanların
yararına matuf bir meseleden dolayı geçici olarak böyle bir yasak koymuşsa, o
takdirde ona riâyet edilir.[833]
Görevli imam
azledilir, yani görevden alınır ama henüz emir kendisine tebliğ edilmezse, o
takdirde emri tebellüğ edinceye kadar cumayı kıldırabilir. Ama henüz emir
tebliğ edilmeden yerine ta'yin edilen imam gelip göreve başlarsa, o takdirde
azledilen imam emri tebellüğ etmese bile artık cumayı kıldıramaz.[834]
Cami'in görevli imamı cuma namazına başlayıp İftitah Tekbirini getirdikten
sonra beldenin valisi cami'a gelirse, artık bu durumda imam başladığı namaza
devam eder.[835]
Küffarın idaresi
altında bulunan İslâm memleketindeki Müslümanların cuma namazı kılmaları
caizdir. Oradaki kaadı da ancak
Müslümanların hoşlanacağı bir kaadı olmalıdır. Müslümanlara bu durumda kendi
başlarına Müslüman bir vali getirilmesini talep etmeleri vâcib olur. [836]Bu
görüşün aksini iddia edenlerde olmuştur.
3. Cuma
namazının öğle vaktinde kılınması, onun şartlarının üçüncüsüdür.
O halde cuma ancak öğle
vaktinde kılmabilir. Cuma namazına başlandıktan sonra vakit çıkacak olursa, namaz
bozulur, hükümsüz kalır. Ancak ikinci rek'atin sonunda teşehhüd miktarı
oturduktan sonra henüz selâm vermeden vakit çıkacak olursa, o takdirde namaz
tamamdır. Bu, İmam Ebû Hanîfe'ye göredir. Fetva da buna göredir.[837]
Fukahadan bir kısmına
göre, bu durumda cuma bozulunca, öğle farzı olarak iki rek'at daha ilâve
edilerek tamamlanır. Bu görüş genel kaaidelere! aykırıdır. Çünkü iki namaz
birbirinden ayrı hüküm taşımaktadır, birini diğerine bina etmek caiz değildir.[838]
Cuma namazında imama
uyduktan sonra uyur, vakit çıkıncaya kadar uyanmazsa namazı fâsid olur. Ama
imam selâm verdikten ve vakit te henüz çıkmadan önce uyanırsa, başladığı namazı
cuma olarak tamamlar.[839]
4. Cuma
namazından önce hutbe okumak da cumanın şartlarının dördüncüsüdür.
O halde hutbe okumadan
kılman namaz caiz değildir. Bunun gibi, henüz vakit girmeden hutbe okur, sonra
vakit girince cuma kıl-dırılırsa, bu da caiz değildir.[840]
Hutbenin iki farzı var
:
1. Vakit,
2. Allah'ı
zikretmek.
O halde zevalden önce
veya namazdan sonra hutbe okunursa, kılman namaz caiz olmaz.[841]
İkinci farz sadece
«Zikrullah» olduğuna göre. Hutbede bir Tah-mîd, bir Tehlil veya bir Tesbîh
söylemek kâfi gelir. Ancak bununla yetinmek mekruhtur. Ayrıca, hutbede
bunlardan birini söylerken hutbe niyetiyle söylemek gerekir. Yoksa aksırdığı
için EI-Hamdulil-lah derse, farz yerine gelmemiş olur. Bunda icmâ' vardır.[842]
Hatip cuma günü vakit
girdikten sonra henüz cami'a hiç kimse gelmeden veya birkaç kadın geldikten
sonra çıkıp okursa, sahih kavle göre, caiz olmaz. Çünkü hutbe ancak cemaate
karşı okunur, ondan maksad da budur.[843]
Ama cami'a bir veya
iki adam geldikten sonra çıkıp hutbeyi, okur, üç kişiyle namaz kılarsa, cuma
sahih ve caiz olur. Çünkü hutbe cemaate karşı okunmuş sayılır.[844]
Hutbe okurken cemaatin
hepsi uyur veya toplanan cemaatin hepsi sağır olursa, bu caizdir. Ama ne var ki
cemaatin uyuması mekruhtur. Bu davranışlarıyla cumanın feyzinden mahrum
kalabilirler.[845]
Hutbenin sünnetleri on
beştir :
1. Taharet,
O halde abdestsiz ve cünüp
kimsenin hutbe okuması mekruhtur.
2. Ayakta
durup okumak,
Bir özür yokken
oturarak okumak mekruhtur. Ancak fazla yaşlılıktan veya başka bir özürden
dolayı ayakta duramıyorsa, o takdirde oturarak okumasında kerahet yoktur.[846]
3. Cemaate
yönelerek okumak,
O halde hatip hutbe okurken
göğsünü cemaatten ayırmamalidir; gece başıyla gerektiğinde sağa sola hafif bir
iltifatta bulunabilir. ukahadan bir kısmına göre, yüzünü de cemaatten
döndürmesinde erahet vardır.
4. Hutbeye
başlarken içinden taavvüzde bulunmak, yani
Euzü Bitlahî
Mine'ş-Şeytanî'r-Recîm demek,
5. Cemaatin
duyabileceği bir sesle okumak,
O halde cemaat duymayacak
kadar sesini alçaltırsa, kerahet işemiş olur.
6. Hutbeye
El-Hamdu lillah ile başlamak,
7. Allah'a
lâyık olduğu ölçü ve anlamda sena etmek,
8. İki
şehadeti getirmek,
Eşhedu enlâ ilahe
illallah ve eşhedu enne Muharnmeden abduhu vs resulünü, demek.
9. Peygamber
(A.S.) Efendimize Salât-u selâm getirmek,
10. Öğüt ve
tezkir,
11.
Kur'ân'dan âyet okumak,
Bunun ölçüsü, ya üç
kısa âyet veya o nisbette uzun bir âyet okumaktır.[847]
12. Hamd ile
senayı ve Peygamber Efendimize Salât-u
selâm'ı ikinci hutbede de söylemek,
13. Bütün
müslü manlar a dua etmek,
14. Her iki
hutbeyi, Tıval-i Mufassal'd an olan bir sure uzunluğunda tutmak,
O halde hutbeyi
belirtilen ölçüden fazla uzatmak
mekruhtur. Günümüzün hatiplerinizi çoğu bu sünnete riayet
etmemektedir.
15. İki hube
arasında oturmak,
İki hutbe arasında, en
az üç kısa âyet okunacak kadar bir zaman oturmak sünnettir. Mezhebin zahiri
budur. [848]
Şemsü'l-eimme Serahsî
diyor ki : «İki hutbe arasında
oturmanın miktarı, tam oturup azalar sakinleşinceye kadar geçen zamandır. Bu
süre geçince hemen kalkmak sünnettir,» Tatarhaniyye'de de aynı husus
belirtilmiştir. Muhtar olan da budur. Hiç oturmadan iki hutbeyi ardarda
okumakta kerahet var, bazılarına göre aynı zamanda isaette bulunmuş sayılır.[849]
Hutbeye çıkıldığında
henüz başlamadan önce oturmak ta sünnettir. [850]
Hutbenin minber
üstünde okunması da Sünnettir. Çünkü bu, fiil-i Resûlüllah ile sabit olmuştur.
Minberin yüksekliği camiin yüklüğüne göre ayarlanır.
Hatibin sesini iyice
yükseltmesi :
Hatibin hutbeyi
cemaate duyuracak kadar sesini yükseltniesi müstehabdır. Ne var ki ikinci
hutbede, birinciye nisbetle sesi biraz alçaltmak müstehabdır.[851]
Kaynak eserlerimizin
hemen hepsinde, özellikle Fetâvâ-yi Hin-diyye, Bahrirâik, El-Muhît gibi muteber
kitaplarımızda her iki hutbede de cemaat işitecek kadar sesi yükseltmek
müstehabdır, denilmektedir. Ancak ikinci hutbede sesi biraz alçaltmak daha
uygundur. Bundan maksad, cemaatin işitemiyeceği kadar değil, birinci hutbeye
nisbetledir.
Durum bu olunca,
günümüzün hatiplerinin bir kısmının ve bazı beldelerde çoğunun veya hepsinin
ikinci hutbede dua yaparken sesini olduğu gibi kesmesi ve bunları içinden
okuması, ne ile yorumlanabilir? Hutbenin hem sünnetine, hem müstehabbatma
uymayan davranışı kim ortaya çıkarmıştır? Böyle yapmak bid'addır. Hatip-imizin
bid'addan kaçınması gerekir.
k) O halde
özellikle ülkemizde hatiplerin daha çok sünnete mayan üç hareketi göze batmaktadır :
1. Hutbeyi
uzatmak, namazı kısa tutmak,
2. Hutbede
sağa sola lüzumundan fazla meyletmek,
3. İkinci
hutbede duaları gizli okumak. [852]
Bu, ne sünnet, ne de
müstehabdır. Ancak Emevîlerle Abbasîle-!n asırlık sürtüşme ve tartışması,
vuruşma ve kavgası sonucu ola-ak, hutbelerde birliği sağlamak için dört
halifenin hayır ile anılma-: fukahâ, tarafından uygun görülmüş ve bu bir âdet-i
hasene olarak ünümüze kadar gelmiştir. Bugün de, sünnî alevî sürtüşmesini
do-urmak isteyen iç ve dış mihraklar faaliyetlerini sürdürdüğüne gö-e, bü güzel
âdeti hutbelerde devam ettirmemizde yarar vardır. Et-ecnîs sahibi de bunu
müstehsen kabul etmiştir. Diğer kaynak eser-^rimizden Fetâvâ-yi Hindiyye ve
benzeri eserler de aynı hususu be-
rtmişlerdir.
Hatibin, iyilikle
emretmek, kötülükten men'edip Müslümanlara. iğüt vermek dışında konuşması
mekruhtur.[853]
Görevli imam yoksa,
hatibin cumayı kıldırması daha uygun olur. 'Vncak görevli bir de imam varsa, o
takdirde imam kıldırır.
Hatib hutbeyi
okuduktan sonra abdesti bozulur ve bu sebeple yerine bir adamı namaz kıldırmaya
vekil ederse, bu hususta farklı görüşler ortaya konmuştur : Halife veya vekili
orada hazır bulunuyorsa, bu vekâlet caizdir Halife ya da hükümdarın vekili
orada yoksa caiz değildir. O halde hatibin derhal abdest alıp namaz kıldırmaya
yetişmesi gerekir. Vakit daralmışsa, o takdirde buna cevaz verilmiştir.
Ama hatip namaza
başladıktan sonra abdesti bozulursa, o takdirde hükümdar veya vekili orada
hazır bulunsun bulunmasın, yerine birini geçirmesi caizdir. [854]
Hatip hutbeye
çıktıktan sonra artık ne konuşulur, ne de namaz
kılınır, fmameyn'e göre;
henüz hutbeyi okumaya başlamadan önce namaz kılınabilir. Gerekirse o esnada
konuşulabilir. Birinci görüş daha uygun kabul edilmiştir. Bununla beraber
ikinci görüşle de fetva verilebilir.
Bu durumda artık ne
konuşur, ne selâm verilir, ne de selâm verenin selâmı cevaplandırılır. Ne
aksırırken açıktan El-Hamdu lillah denir, ne de böyle diyene açıktan dua
yapılır.[855]
Fıkıh okutmak, bununla
ilgili kitaplara bakmak ve bazı notlar tutmak hususunda farklı görüşler ortaya
konmuştur Kimine göre böyle yapmak ta mekruhtur. Kimine göre, belirtilen
şeyleri yaparken sesli konuşulmadığı takdirde bir sakınca yoktur. Gerektiği
takdirde el yada baş ve göz işaretiyle yürütülebilir. Sahih olan, ikincilerin
görüşüdür, [856]Bununla beraber hatip
hutbeye çıktığında her şeyi bırakıp onu dinlemek, hutbenin ve cumanın amacına
ve gaayesi-ne daha uygundur. Bu bakimdan fukahanın çoğu hutbe okunurken
Peygamber (A.S.) Efendimize salâvat getirmek bile mekruhtur, [857]demiştir.[858]
Hutbe okunurken
hatipten uzakta veya ona yakın yerde bulunan her mü'min hutbeyi dikkatle
dinler. Fazla uzakta olup hatibin sesini işitemiyenler ise yine susup kalbini
zikrullah ile meşgul kılar. Muhtar olan da budur.[859]
İhtiyata en uygun sayılan da budur. Zeylaî de aynı görüştedir. Bazısına göre,
hutbeyi işitemiyecek kadar uzakta oturan kimse Kur'ân okur. Bazısına göre,
yukarıda belirtildiği gibi susup zikirle kalbini meşgul tutar. El-Muhit sahibi
Radı-yüddin en sahih olanı, susmaktır, demiştir. [860]
Namazda yapılması,
işlenmesi haram sayılan şeylerin hutbede de işlenmesi haramdır. Bu bakımdan
hatibin hutbe esnasında bir şey iyiyip içmesi, hutbenin ruhuyla bağdaşmıyan
sözler sarfetmesi mekruhtur. El-Hulâsa
sahibi özellikle bu husus üzerinde durmuştur. [861]
Camilerde hutbe
okurnurken mümkün olduğu ölçüde hatibe yüzçevirmek müstehabdır. Camiin sağ ve
sol bölmelerinde oturanlar da yer müsait olduğu takdirde biraz yanlanarak
hatibi daha iyi dinlemeye çalışırlar. Fukahamn ileri gelenlerinin hemen hepsi
şu hususta birleşmişlerdir : Hutbeyi başından sonuna kadar dinlemek gerekir.
Hatibe daha yakm yerde oturmak ise afdaldır. Sahih olan görüş te budur.[862]
Cuma günü cami'a geç
gelenlerin hatibe yakın yerde oturabilmek ve bunun faziletine erişebilmek için
erken gelenlerin omuzlarını aşıp onları rahatsız etmeye hakları yoktur. Böyle
yapmaları mekruhtur. Ancak hatip henüz hutbeye başlamamışsa, ön saflarda da
açık yer bulunuyorsa, o takdirde safları aşıp boş yerleri doldurmakta bir
sakınca görülmemiştir. Ünlü fakih Ebû Cafer de aynı görüştedir. Ama hatip
hutbeye başlamışsa, açık yer olsun olmasın öne geçmeye çalışmak doğru
değildir. Çünkü bu tür hareketler dikkatleri dağıtır ve okunan hutbe lâyıkıyla
dinlenmemiş olur.
Bu bakımdan cami'a
erken gelenlerin ön safları doldurup açık yer bırakmamaları müstehabdır.[863]
Bunun gibi cami'a
sonradan gelenlerin, hatip hutbe okuduğu halde, yüksek sesle yer açın öne
geçelim, demeleri biî-icmâ mekruh sayılmıştır. Çünkü bu tür hareket büsbütün
okunan hutbeyi yararsız hale getirebilir. İbn Nüceym de bu mesele üzerinde
durmuş ve gereken bilgileri sıralamıştır. [864]
Cuma günleri hatip
hutbe okurken saflar arasında dolaşıp yardım toplamak ta mekruhtur. Çünkü bu
hal, dikkatleri dağıtır ve hutbeyi hedefinden saptırır.
Ancak çok önemli bir
konu için herhalde yardım toplanması gerekiyorsa, namazdan sonraya bırakmak
uygun olur, Hatip hutbeye başlamadan önce de olabilir. Ancak saflar arasında
dolaşılırken cemaati rahatsız etmemeye çok dikkat etmek gerekir. Bu da
belirttiğimiz gibi çok önemli ve âcil durum ve vakalarda caizdir. [865]
Dinimiz bu konuda
kolaylık getirmiştir. Çünkü hutbe namaz ölçüsünde bir ibâdet değildir. Bu
bakımdan hutbenin rahat dinlenmesi matlûbdur. O halde diz çöküp oturulacağı
gibi, bağdaş kurup oturmak veya kolay gelen bir şekilde yer almak caizdir. Ama
namazda oturur gibi oturmaya alışkın olanlar için öyle oturmak daha uygun dur.
Bunun müstehab olduğunu söyliyenler de var.[866]
Hatip henüz hutbeye
başlamadan cemaatten biri nafile kılmaya başlar da bu esnada hatip hutbeyi
okursa, başladığı nafileyi secde ile bağlamamışsa, olduğu yerde keser. Secde
ile bağlamışsa iki rek'at olarak kılıp hemen selâm verir.[867]
Cuma namazını kılmaya
başlarken, tertip sahibi sayılan bir kimse sabah namazını kılmadığını
hatırlarsa ne yapar? îmam Ebû Ha-nîfe ile İmam Ebû Yusuf'a göre, cumayı bırakıp
sabah namazını kaza eder, ama cumaya da yetişmeye çalışır. İmam Muhammed'e
göre, cumayı kılıp tamamlar, sonra sabah namazını kaza eder. Vakit daraldığı
takdirde ise her üç imama göre de cumayı kılıp tamamlar.[868]
Bir zaruret yoksa,
elinde baston ve benzeri bir şey tutup ona dayanarak hutbe okumak mekruhtur. [869]Ancak
kılıçla fethedilmiş beldelerde hatip kılıç kuşanarak hutbeye çıkar. Böyle
yapması müstehabdır.[870]
5. Cumanın
şartlarının beşincisi, cemaatle kılınmasıdır ve cemaatin bulunmasıdır.
Cemaatin en azı
imamdan başka üç kişidir; bunların da hutbede azır bulunmaları şart değildir. [871]Ebû
Yusuf'a göre, cemaatin a azı, imamdan başka iki kişidir, O halde cuma günü
hatip hutbe okurken orada bulunan cemaat iamaz kılmadan çıkıp gider de hutbeyi
dinlemiyen yeni bir cemaat ami'a gelip cuma namazı için imama uyarsa, cuma
namazı sahih ılur. [872]Ancak
bu gelen yeni cemaat arasında imamlık yapma-ra elverişli bir kimsenin bulunması
gerekir. Bu da camiin imamı bu-unmadığı takdirde böyledir. Çünkü cumayı
kılanlar kadın ve köle İe olsa, âkil çocuk ta bulunsa caizdir, ama kadınla
çocuğun iraame-i câiz değildir.[873]
Her ne kadar cuma bunlara
vâcib değilse de, cuma kılacak olur onlardan başka da cemaat bulunmazsa, o
takdirde cuma yine sahihtir.[874]
İmam cuma için tekbir
getirir, ama hazır olan cemaat tekbir getirmeyip beklerse, imam henüz başım
rükû'dan kaldırmadan onlar da tekbir getirip rükû'a varırlarsa, başlanılan cuma
sahih olur. İmam rukû'dan kalktıktan sonra onlar tekbir getirip imama uyarlarsa,
cumaya başlanmamış sayılır, imamın başladığı namazı kesip yeniden tekbir alması
gerekir.[875]
Hazır olan cemaat
imamla birlikte tekbir getirdikten sonra cemaat dağılıp cami'den çıkar, başka
bir cemaat içeri girip imam henüz başını rükû'dan kaldırmadan tekbir getirip
ona uyarsa, başlanılan cuma sahih olur.[876]
Şüphesiz ki bu tür
olaylar, fevkalâde ahvalde meydana gelebilir. Bu bakımdan fukaha şer'in bu
husustaki hükmünü tesbit etme ihtiyacını duymuştur.
İmam cumaya tekbir
getirdiğinde arkasında abdestli bulunan cemaat tekbir getirmeyip biraz bekler
de bu arada abdestleri bozulur, onlar
ayrılırken bir başka cemaat gelip imama uyarsa, cuma yine sahih olur. Buna
istihsanen fetva verilmiştir.
Bunun aksine imam
cumaya tekbir getirdiğinde arkasındaki ce-, maat abdestsiz bulunur, onlar
ayrılırken abdestli bir başka cemaat gelip imama uyarsa, .başlanılan cuma sahih
olmaz. Bu durumda imamın namazı kesip yeniden tekbir getirmesi gerekir.[877]
Abdestli bulunan
cemaat imamla birlikte cumaya tekbir getirip namaza başladıktan sonra,
başlanılan rek'at henüz secdeyle bağlanmadan cemaat namazı bırakıp giderse,
İmam Ebû Hanife'ye göre cuma kılınmamış olur. îmameyn'e göre, kılınmış olur,
şayet imam bozmayıp başladığı namazı tamamlarsa[878] Ama
başlanılan rek'at-secdeyle bağlandıktan sonra.cemaat namazı bırakıp çıkarsa
her üç imamın ittifakıyle namaz tamamdır.
6. Cumanın
altıncı şartı, îzn-i âmm'dır.
ü) İzn-i
ânım : Camiin herkese açık tutulması, cemaatin .gelmesi için ezan okunmasıdır.
O haide bir grup insan cami'a girip kapıyı başkasına kapalı tutacak olurlarsa,
orada kılınan cuma caiz değildir. Bir hükümdar veya kabile reisi kendi
sarayında bir yeri namaz için ayırır ve sadece yakınlarına bunu açık tutarsa,
orada da cuma kılmak sahih olmaz. Ama ezan okutup orayı herkese açık tutarsa,
o takdirde cuma sahih olur.[879]
Fabrika muhitinde
cami' olarak kullanılan yer, hem işçilerle .fabrika personeline, hem dıştan
gelenlere açık tutulur ve bu maksatla ezan okunursa* o takdirde diğer şartlar
da yerine gelmişse cuma caiz ve sahih olur. Aksi halde cuma kılınmaz. Askeri
garnizon dahilinde yapılan bir cami' veya mescidde de ezan okunup herkese açık
tutuluyorsa, o takdirde cuma sahih olur. Aksi halde caiz değildir. Bu gibi
yerlerde öğle namazı kılınır. [880]
Hiç bir özrü olmadığı
halde Öğle namazını cumadan evvel
kılnak mekruhtur. O halde hasta, yolcu ve tutuklu bulunanların öğle namazını
cuma kılındıktan sonraya bırakmaları müstehabdır. Aksi halde kerahetle namaz
kılmış olurlar. Sahih olan da budur. Kadınların da aynı yolda hareket etmesi
uygun olur. [881]
Öğle farzım yerine
getirdiken sonra cârhi'a gelip cuma kıldıran imama uyarsa, -ister bu kimse
yolcu veya hasta veya köle olsun-kıîdığı öğle namazı hükümsüz olur. Ama evinden
bu niyetle çıkıp henüz cami'a gelmeden imam cuma namazını kıldırıp bitirmişse,
o takdirde kıldığı öğle namazı sahihtir. Bunda icmâ' vardır.[882]
Evinden çıktığında
imara henüz cuma namazını tamamlama-mışsa, ama o cami'a gelinceye kadar namaz
kılmmışsa, İmam A'zam'a göre kıldığı öğle namazı hükümsüz olmuştur. İmameyn'e
göre, öğle namazı tamamdır. Ama evinden cuma maksadiyle değil, başkabir husus
için çıkarsa, ittifakla öğle namazı hükümsüz olmaz.[883]
Bunun gibi evinden
cuma için çıkmayı niyet edip tam o hazırlık içinde gayret gösterirken cuma
kılınmış olsa, bu takdirde kıldığı öğ le namazı sahihtir.[884]
Öğle namazını kılıp
cuma için niyet edip çıktığında, imamın bir özürden veya özür olmaksızın cumayı
kılmadığı anlaşılırsa, bu hususta farklı görüşler olmakla beraber en sahih
olanı, kıldığı öğle namazının hükümsüz kalmadığıdır.
Yine öğleyi kılıp cuma
niyetiyle evinden çıktığında, bir felâket veya benzeri sebepten dolayı cemaatin
cuma namazı kılmadığı anlaşılırsa, sahih kavle göre, öğle namazı hükümsüz
olmuştur.[885]
O halde öğleyi
kıldıktan sonra cuma kılmak için harekete geçer fakat henüz evden dışarı
çıkmadan cumanın kılındığını veya kılınmakta olduğunu haber alsa bile, yine de
kıldığı öğle namazı sahihtir. Genel kaaide budur.
Öğle namazım kılıp
cami'de oturduğu takdirde, imam cuma namazına başlarken o da başlayıncaya
kadar, namazı hükümsüz sayılmaz. Bunda fukahanm ittifakı vardır.[886]
Hasta kimse öğle
namazını evinde kıldıktan sonra kendinde bir hafifleme hisseder de cumaya çıkar
ve imama yetişip bu namazı kılarsa, öğle namazı kendiliğinden bozulmuş olur,
nafileye dönüşür.[887]
Cuma namazına teşehhüd
veya yanılma secdesinde yetişen kimse başladığı namazı yine cuma olarak
tamamlar. Bu, İmam Ebû Ha-nîfe ile İmam Ebû Yusuf'a göredir.
Cuma kılman şehir,
kasaba ve köylerde, özür sahipleri, hastalar, yolcu ve tutuklular, cuma
kılındıktan sonra öğle namazını kendi başlarına kılarlar. Bunların hem cuma
vaktinde kılmaları, hem de cemaatle eda etmeleri mekruh sayılmıştır.
Cuma kılıhmıyan
yerlerde ise, öğle vakti girince, cumanın bitmesini beklemeden halk öğle
namazını cemaatle kılar. Buna cevaz verilmiştir.[888]
Cuma günü ilk ezan
okununca alınvsatımı ve diğer işleri bırakıp cami'a gitmek vâcibdir. Bu
durumda ahş-veriş yapmak veya bir işle meşgul olmak haramdır. En sahih görüş ve
tesbit budur. Bu hususu ikinci ezan okunurken belirtenler olmuşsa da sahih
kabul edilmemiştir.[889]
Kur'ân'da cuma
namazına çağrıldığında sa'yedin, buyurulmuş-tur. Bundan maksad, elinizdeki işi,
alım-satımı hemen bırakıp cami'a gidin, demektir, yoksa koşarak, acele
yürüyerek değil. Çünkü bu konuda sahih hadislere dayanılarak şu hüküm
çıkarılıp âyete geçen sa'yi açıklanmıştır :
«Namaza geldiğinizde,
sükûnet ve vekarla hareket edin. Yetişebildiğiniz kadarım kılın, yetişemediğinizi
sonra tamamlayın.» buyur ulmuştur.[890]
Hatip minbere çıkıp
oturunca minber karşısında durularak ezan okunur. Hutbe bitince ikaamet
getirilerek cuma namazı kılınır. Bugüne kadar devam edegelen sünnet budur.[891]
Cuma namazı iki
rek'attir. Her iki rek'atte de hem Fatiha, hem Zamm-ı Sure okunur. Aynı zamanda
kıraat aşikâr okunur. Bu vâcib-dir. [892]Cumanın
sünneti ise, dört rek'at farzdan önce, dörtt rek'at farzdan sonra olmak üzere 8
rek'attir. [893]
Cuma kılınan cami'
fazla kalabalık ve sıkışık olur da yere secde etme imkânı olmazsa, o takdirde
öndeki adamın sırtına secde edilir. Buna cevaz verilmiştir. Ama cemaat secdeden
kalktığında secde imkânı bulamıyan kimse bu arada secde edebilirse hemen eder,
değilse, belirttiğimiz gibi Öndeki adamın sırtına başını koyarak secdesini
yapar.[894]
Cami haddinden fazla
kalabalık olur ve cemaatin çoğu ne yere, ne de önündeki adamın sırtına başım
koyup secde etme imkânı bulamaz da böyle namaz kılmırsa, imam selâm verdikten
sonra, secde edemiyenler Lâhik hükmünde sayılır ve- herkes kılamadığı kısımları
tamamlar. Ne var ki bunu kıraatsiz yerine getirir.[895]
Cuma namazında imama
namaz ortalarında yetişen mesbuk, imam selâm verdikten sonra kalkıp
yetişemediği kısmı kılarken, dilerse kıratı aşikâr okuyabilir.[896]
Cumaya çıkan kimse en
yeni ve en temiz elbisesini giyinip gıızel koku sürünerek öyle çıkar. Böyle
yapması müstehabdır. [897]
[1] Buharı – Müslim.
[2] Sahih-i Müslim : Ebû Hüreyre
(R.A.)den.
[3] Sahih-i Müslim : îbn Mes'ud
(RA)'den.
[4] Ebû Dâvud : îsnad-i Hasenle
rivayet etmiştir.
[5] EI-Muhit / Serahsi -
Et-Tebyîn / Zoylai.
[6] Siracül'-Vehhac - Fetâvâ-yi
Hmdiyye.
[7] Şerh-i Merana1.
[8] Es-Siracİyye.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/287-290.
[9] Fetâvâ-yi Hindiyye -
El-Hulasa.
[10] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/290.
[11] Et-Tebyiri / Zeylai -
El-Muhit / Serahs'.
[12] El-Hulasa - Fetâvâ-yi
Hindiyye.
[13] El-Kifaye.
[14] El-Hidâye / Merğinani.
[15] Fethu'l-Kadîr.
[16] Tebyinül-Hakaik / Zeylai.
[17] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/291-292.
[18] Tatarhaniyye - Fetâvâ-yi
Hindiyys.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/292.
[19] El-Kınye / Eburrecâ.
[20] Tatarhaniyye.
[21] Nehr-i Faik - Bahrirâik İbn
Müceym.
[22] Siracü'l-Vehhac - Fetâvâ-yi
Hindiyye.
[23] Kinye / Ebü Rec'a.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/292-293.
[24] Rafızî : Rafıza fırkasından
olup Ebubekir ile Ömer'in (R.A.) halifeliğini kabul etmiyen, aynı zamanda
bunlara ağır bir dille hücum eden Şii demektir. Cebriyye ':
İşledikleri her fiilde zorlandıklarını, Müşebbihe : Allah'ı mahlûkata benzeten
ve de el ayak gibi organlar bulunduğunu iddia edenlerdir. Kaderiyye İnsan yaptıklarının yaratıcısıdır,
diyenlerdir.
[25] Et-Tebyîn / Zeylaî -
Bedayiu's-Sanayi / Kâsânî - El-Huiasa.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/293.
[26] El-Kifâye - En-Nilıaye.
[27] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/294.
[28] El-Hidâye / Merğİnani -
En-Nihaye.
[29] Fetâvâ-yi Hindiyye -
El-Hulasa.
[30] Et-Tebyin / Zeylaî.
[31] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/294.
[32] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/294-295.
[33] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/295.
[34] Fetâvâ-yi Hindiyye.
[35] El-Cevheretun-Neyyire.
[36] En-Nihaye.
[37] El-Cevheretü'n-Neyyire -
Sirâcü'l-Vehhac / Helvânî.
[38] Fetâvâ-yi Kaadıhan.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/295.
[39] Zahire / Taceddin - Haniye /
Kaadıhan.
[40] Et-Tebyin - Fetâvâ-yi
Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/295-296.
[41] Tatarhaniyye - El-Kâfi -
El-Mervezi.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/296.
[42] Fetâvâ-yi Kaadıhan.
[43] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/296.
[44] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/296.
[45] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/297.
[46] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/297.
[47] El-Hidâye / Merğînani -
El-Hulasa - En-Nihaye.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/297.
[48] El-Cevheretü'n-Neyyire.
[49] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/297.
[50] El-Muhit / Radıyüddin
Serahsî.
[51] Fetâvâ-yi Kaadıhan.
[52] El-Hidâye / Merğînani.
[53] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/297-298.
[54] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/298.
[55] Fetâvâ-yi Kaadıhan -
Fetâvâ-yi Hindiyye.
[56] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/299.
[57] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/299.
[58] El-Muhit / Serahsi.
[59] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/299.
[60] Tatarhaniyye - Fetâvâ-yi
Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/300.
[61] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/300.
[62] El-Muhit / Serahsi.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/300.
[63] El-Muhit / Radiyüddin
Serahsî.
[64] Fetâvâ-yi Kaadıhan.
[65] El-Muhit / Radiyüddin
Serahsi.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/300-301.
[66] Fetâvâ-yi Hifidiyye.
[67] Fetâvâ-yi Kaadıhan.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/301.
[68] El-Hulasa - Fetâvâ-yi
Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/301.
[69] Fetâvâ-yi Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/302.
[70] El-Muhit / Serahsi.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/302.
[71] Buharı – Müslim.
[72] El-Muhit / Serahsi.
[73] El-Cevheretü'n-Neyyire.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/302-303.
[74] El-Hulasa - Fetâvâ-yi
Hindiyye.
[75] Et-Tebyin / Zeylaî.
[76] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/303.
[77] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/303-304.
[78] Şerh-i Tahavî.
[79] Fetâvâ-yi Kaadıhan -
El-Hulasa.
[80] El-Muhit / Radıyüddin
Serahsî - Fetâvâ-yi Kaadıhan.
[81] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/304.
[82] Şerh-i Tahavi.
[83] Fetâvâ-yi Hindiyye.
[84] Fetâvâ-yi Kaadıhan.
[85] El-Muhit / Serahsî.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/304-305.
[86] El-Muhit - Fetâvâ-yi
Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/305-306.
[87] Şerh-i Tahavi.
[88] Fetâvâ-yi Kaadıhan.
[89] Fetâvâ-yi Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/306.
[90] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/306-307.
[91] Ez-Zahira / Burhaneddin
Mahmûd b. Taceddin.
[92] El-Muhit / Serahsî.
[93] El-Muhit / Serahsî. Celal
Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/307.
[94] Serh-i Tahavi.
[95] Fetâvâ-yi Kaadıhan -
El-Hulasa - El-Muhit / Serahsi.
[96] Fetâvâ-yi Hindiyye.
[97] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/307-308.
[98] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/308.
[99] El-Muhit / Serahsî.
[100] Bedayiu's-Sanayi / Kâsâni.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/308.
[101] El-Muhit / Serahsi -
Fetâvâ-yi Itabiyye – Tatarhaniyye.
[102] Şerh-i Tahavl - Fetâvâ-yi
Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/308-309.
[103] El-Kâ-fi / Mervezi -
Et-Tebyin / Zeylai.
[104] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/309.
[105] Bahrirâik / İbn Nüceym.
[106] Şerh-i Tahavi.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/310.
[107] El-Kınye / Ebu Recâ.
[108] El-Muhit / Serahsî.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/310.
[109] El-Kâfi / Mervezî.
[110] Fetâvâ-yi Hindiyye.
[111] El-Kâfî / Hâkim-i Şehîd
Mervezi.
[112] El-Kâfi / Mervezl -
Fetâvâ-yi Hindiyye.
[113] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/310-312.
[114] Fazla bilgi için bak :
El-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa : C. l, S. 296 - Kahire baskı : (Üçüncü baskı).
[115] Fazla bilgi için bak :
El-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa: C. 1, S. 414 - Kahire baskı : (Üçüncü baskı)
[116] Tatarhanivve - Fstâvâ-yi
Hindiyye.
[117] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/313-314.
[118] El-Hulasa - Fetâvâ-yi
Hindiyye.
[119] El-Kifâye - Fetâvâ-yi
Hindiyye.
[120] Fetâvâ-yi Kaadıhan.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/314-315.
[121] Fetâvâ-yi Kaadıhan.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/315-316.
[122] Fetâvâ-yi Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/316.
[123] Buharı - Müslim : Ebû
Hüreyre (R.A.)'den.
[124] Ahmed bin Hanbel Ebû Dâvud.
[125] Revâhü'l-Cemaa.
[126] Müslim - Ahmed bin Hanbel :
Enes b. Mâlik (RA.l'den.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/316-317.
[127] Fetâvâ-yi Hindiyye -
El-Hulasa.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/317.
[128] El-Muhit / Radıyüddin
Serahsi.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/318.
[129] Et-Tecnis / Hâherzade.
[130] Fetâvâ-yi Kaadıhan.
[131] Tatarhaniyye.
[132] Bahr-i Râik / İbn Nüceym :
Şıfat-ı Salât.
[133] El-Muhit / Radiyüddin
Serahsi.
[134] Bahr-i Râik / îbn Nüceym.
[135] Fethulkadîr / Kemal İbn
Hümam - Bahr-i Râik / Ibn Nüceym.
[136] El-Hulasa - El-Fethulkadir /
Kemal ibn Hümam.
[137] Bahr-i Râik / İbn Nüceym.
[138] Fetâvâ-yi Hindiyye.
[139] Fetâvâ-yi Kaadûıan.
[140] Cevahir-i Ahlâti - Fetâvâ-yi
Hindiyye.
[141] Fetâvâ-yi Kaadıhan.
[142] Bahr-i Râik / İbn Nüceym.
[143] Fetâvâ-yi Kaadıhalı.
[144] Fetâvâ-yi Kaadıhan.
[145] Bahr-i Râik / İbn Nüceym -
Fethulkadir / İbn Hümam.
[146] Şemsü'l-Eimme Es-Serahsî.
[147] El-Bedayiî / Kâsâni -
Tatarhaniyye - Tahavi - Şerh-î Mebsut - Siracü'1-Veh-hac - El-Hulasa.
[148] Bahr-i Râik / îbn Nüceym.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/319-323.
[149] Şerh-i Tahavî.
[150] Şerh-i Tahavi - Fetâvâ-yi
Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/323-324.
[151] Fetâvâ-yi Hindiyye : C. 1,
S. : 93.
[152] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/324-325.
[153] Fetâvâ-yi Hindiyye.
[154] El-Muhit / Radiyüddin Serahsi.
[155] El-Muhit / Radiyüddin
Serahsi.
[156] Fetâvâ-yi Hindiyye.
[157] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/325-326.
[158] Cevher-i Neyyire.
[159] Bahr-i Râik / îbn Nüceym.
[160] Şerh-i Tahavi.
[161] Fetâvâ-yi Hindiyye.
[162] El-Tebyîn / Zeylai.
[163] El-Muhit / Radıyüddin
Serahsî.
[164] Şerh-i Tahaî.
[165] Fetâvâ-yi Hindiyye.
[166] El-Tebyîn / Zeylaî.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/326-328.
[167] El-Kâfi / El-Mervezi.
[168] Fetâvâ-yi Hindiyye.
[169] Mi'racü'd-Diraye.
[170] El-Bedayi1 / Kâsani.
[171] En-Nihaye - Fetâvâ-yi
Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/328-329.
[172] Fetâvâ-yi Hindiyye.
[173] El-Hulasa - El-Mebsut /
Serahsi.
[174] Tatarhaniyye.
[175] El-Muhlt / Radıyüddin
Sevahsî.
[176] El-Cevheratü'n-Neyyire.
[177] El-Muhit / Serahsi.
[178] Fetâvâ-yi Kaadıfcan.
[179] Bahr-i Râik / îbn Nüceym.
[180] El:Muhit / Serahsi.
[181] Bahr-i Râik / İbn Nüceym.
[182] El-Kâfî - Hâkim-i Şehid
El-Mervezi.
[183] Şerh-i Vikaaye /
Sadrü'ş-Şeri'a Ubeydullah.
[184] Bahr-i Râik / İbn Nüceym.
[185] Bahr-i Râîk / îbn Nüceym.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/329-332.
[186] El-Muhit / Serahsi.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/333.
[187] Fetâvâ-yi Hindiyye -
Et-Tebyin / Zeylai.
[188] Fetâvâ-yi Kaadıhan.
[189] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/332.
[190] El-Hidaye / Merğinani.
[191] Bahr-i Râik / İbn Nüceym.
[192] Tatarhaniyye.
[193] Fetâvâ-yi Kaadıhan.
[194] Fetâvâ-yi Hindiyye.
[195] El-Muhit / Serahsî.
[196] Fetâvâ-yi Kaadıhan.
[197] Et-Tebyîn / Zeylai.
[198] Fetâvâ-yi Hindiyye.
[199] Bahr-i Râik / îbn Nüceym.
[200] Fetâv-yi Hindiyye.
[201] Et-Tebyin Zeylaî.
[202] El-Aynî Şerhü'l-Hidâye.
[203] El-Hidâye / Merğinani.
[204] Et-Tebyîn Zeylaİ - El-Muhit
Radıyüddin Serahsî.
[205] Fetâvâ-yi Kaadıhan -
Et-Tebyin / Zeylaî.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/333-336.
[206] El-Cevheretü'n-Neyyire -
Et-Tebyin / Zeylaî.
[207] Et-Tebyîn / Zeylai -
Fetâvâ-yi Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/337-338.
[208] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/338-339.
[209] Fetâvâ-yi Kaadıhan.
[210] Şerh-i Tehavi.
[211] Fetâvâ-yi Kaadıhan -
El-Bedayi' / Kâsâni.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/339-340.
[212] El-Muhit / Serahsi.
[213] El-Muhit / Serahsi - Bahr-i
Râik / îbn Nüceym.
[214] Et-Tebyîn / Zeylai - Şerhu
Münyeti'l-Musallî.
[215] El-Muhit / Serahsi -
Bahru'l-Muhit / Fahruddin Bedi'.
[216] Munyetü'l-Musallî - El-Muhit
/ Serahsi.
[217] Fetâvâ-yi Kaadıhan -
Fetâvâ-yi Hindiyye.
[218] Müslim - Ahmed bin Hanbel -
Ebû Dâvud – Nesâi.
[219] Bahrirâik / îbn Nüceym -
El-Bedayi' / Kâsânî.
[220] El-Muhit / Serahsî.
[221] Münyetü'I-Musalli.
[222] El-Kâfi / Mervezi -
Fetava-yi Hindiyyo : 1/99.
[223] El-Kâfi / Mervezî.
[224] Bahrirâik / İbn Nüceym -
Kınye / Eburrecâ.
[225] El-Muhit / Serahsi.
[226] Müslim - Ahmed bin Hanbel :
Câbir (R.A.)'dan.
[227] Ahmed bin Hanbel - Ebû
Dâvurt – Nesâl.
[228] Bahrirâik / îlm Nüceym. 1902.
[229] Münyetü'I-Musalli.
[230] Fetâvâ-yi Kaadihan.
[231] El-Muhit/ Serahsl.
[232] Siracülvehhac / Helvanı.
[233] Fetâvâ-vi Kaadıhon.
[234] Fetâvâ-yi Hindiyye -
Fetâvâ-yi Kaadıhan.
[235] El-Muhit / Radıyüddin
Serahsi.
[236] Bahrirâik / İbn Nüceyjn.
[237] Et-Tebyin / Zeylaî.
[238] El-Kâfi Şerhi / Cürcanî.
[239] Et-Tebyin / Zeylaî.
[240] Tatarhaniyye - Fetâvâ-yi
Hindiyye.
[241] El-Hidâye / Merğînânî.
[242] Fetâvâ-yi Kaadıhan -
Fetâvâ-yi Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/340-337.
[243] Et-Tebyin - Zeylaî.
[244] Fetâvâ-yi Kaadıhan.
[245] Et-Tebyin / Zeylai.
[246] Fetâvâ-yi Kaadıhan.
[247] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/348-349.
[248] Fetâvâ-yi Kaadıhan -
Fetâvâ-yi Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/349.
[249] Siracülvehhac - Et-Tebyin -
El-Bedayi' - Şerh-i Tahavi.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/349.
[250] Fetâvâ-yi Kaadıhan -
El-Muhit / Serahsî.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/349.
[251] Siracülvehhac - Fetâvâ-yi
Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/349-350.
[252] Fetâvâ-yi Kaadıhan -
Fetâvâ-yi Hindiyye.
[253] El-Muhit / Radıyüddin
Serahsî - Mecmeu'l-enhür.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/350.
[254] El-Muhit / Radıyüddin
Serahsi - Münyetü'l-Musallî.
[255] Fetâvâ-yi Kaadıhan -
Fetâvâtyi Hindiyye.
[256] El-Muhit / Serahsî - Bahr-i
Râik Aİtın Nüceym.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/350-351.
[257] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/351.
[258] Fetâvâ-yi Kaadıhan -
Fetâvâ-yi Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/351.
[259] Siracülvehhac / Helvanı.
[260] Fetâvâ-yi Kaadihan - Ibn
Âbidin.
[261] Hizanetü'l-Fetâvâ - El-Kmye
/ Ebû Recâ'.
[262] Fetâvâ-yi Kaadıhan -
Fetâvâ-yi Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/351-352.
[263] El-Hidaye / Merğînâni.
[264] El-Muhit /, Radıyüddin
Serahsi.
[265] Tatarhaniyye.
[266] El-Muhit / Serahsi-
El-Mebsut / Serahsi.
[267] Münyetü'l-Musallî.
[268] El-Muhit / Serahsî.
[269] Fetâvâ-yi Kaadıhan.
[270] Siracülvehhac / Fetâvâ-yi
Hindiyye.
[271] Fetâvâ-yi Kaadıhan.
[272] El-Muhit / Radıyüddin
Serahsi.
[273] Fetâvâ-yi Hindiyye -
Fetâvâ-yi Kaadıhan.
[274] El-Muhit / Serahsî.
[275] Et-Tebyîn / Zeylaî.
[276] En-Nihaye - Fetâvâ-yi
Hindiyyo.
[277] El-Kınye / Ebu Reca.
[278] Et-Tebyîn / Zeylaî.
[279] El-Muhit / Serahsî -
Fetâvâ-yi Kaadıhan.
[280] Bahrirâik / îbn Nüceym.
[281] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/352-355.
[282] El-Muhit / Serahsi.
[283] Et-Tebyîn / Zeylaî.
[284] Bahrirâik / İbn Nüceym.
[285] En-Nihâye - Fetâvâ-yi
Hindiyye.
[286] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/356-357.
[287] El-Cemaat rivayet etmiştir.
[288] Ahmed bin Hanbel.
[289] Geniş bilgi için bak :
Mi'racü'd-Liraye - Fetavâ-yi Hindiyye.
[290] Fetâvâ-yi Kaadıhan -
El-Muhit / Serahsi.
[291] Fetâvâ-yi Kaadıhan -
Fetâvâ-yi Hindiyye.
[292] En-Nihaye - Fıkhü's-Sünne /
Seyyid Sabık.
[293] Fazla bilgi için bak :
Et-Tebyîn / Zeylaî.
[294] Fetâvâ-yi Kaadıhan.
[295] Fetâvâ-yi Kaadıhan -
Fetâvâ-yi Hindiyye.
[296] Ebû Dâvud.
[297] Ez-Zâhidi - Fetâvâ-yi
Hindiyye.
[298] Fetâvâ-yi Kaadıhan -
El-Bedayi' / Kâsâni.
[299] Fazla bilgi için bak :
El-Hidâye / Merğinani.
[300] Et-Tebyin / Zeylai.
[301] Fetâvâ-yi Kaadıhan.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/357-360.
[302] Fetâvâ-yi Hindiyye -
Ez-Zahre / Burhaneddin Mahmud bin Taceddin.
[303] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/360.
[304] Fetâvâ-yi Kaadıhan.
[305] Et-Tebyîn / Zeylai.
[306] Bahrirâik / İbn Nüceym.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/360-361.
[307] Fazla bilgi için bak :
El-Bedayi'a ve Mi'racü'd-Diraye kitabına.
[308] Et-Tebyin / Zeylai.
[309] Hızanetü'l-Fıkhı.
[310] Bahrirâik / İbn Nüceym.
[311] Fetâvâ-yi Hindiyye -
Fıkhu's-Sünne / Seyyicl Sabık.
[312] Fetâvâ-yi Hindiyye - İbn
Âbidin.
[313] Et-Tebyin / Zeylai- Fetlmlkadir.
[314] El-Muhit / Serahsî - Şerhu
Münyet-Musalli / îbn Emir El-Hacc.
[315] El-Muhit / Serahsi -
Fetâvâ-yi Hindiyye - Hızanetü'l-Fetâvâ.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/361-363.
[316] Buharî - Müslim : Hz. Âişe
(R.A)'dan.
[317] Buharı : Enes bin Mâlik
(R.A.)'den. Bu, daha çok ümmetine bu konuda bir ölçü vermeye matuf bulunuyor.
Yoksa, Resülüliah (A.S.) Efendimiz namazda tam huzur ve gönül yatışkanhğı
içinde bulunur, başka bir şeyle meşgul olmazdı.
[318] Tatarhaniyye -
Mecmau'l-Enhür - İbn Âbidin.
[319] Fetâvâ-yi Kaadihan -
Fetâvâ-yi Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/363-364.
[320] Fetâvâ-yi Kaadıhan -
Fetâvâ-yi Hindiyye.
[321] El-Muhit / Serahsî.
[322] Münyetü'l-Musallî.
[323] El-Muhit / Radıyüdin
Serahsî.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/365.
[324] El-Muhit / Serahsî -
Bahrirâik / İbn Nüceym.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/365-366.
[325] El-Muhit / Radıyüddin Serahsî - Fetâvâ-yi Hindiyye - Siracü'l-Vehhac Helvanı.
[326] Bahrirâik / İbn Nüceym.
[327] Münyetü'l-Musalli.
[328] Fetâvâ-yi Kaadıhan -
Fetâvâ-yi Hindiyye.
[329] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/366-367.
[330] Tatarhaniyye.
[331] Et-Timurtaşî - Fetayâ-yi
Hüıdiyye.
[332] El-Münyetü'l-Musalli.
[333] Fetavâ-yi Kaadıhan.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/367-368.
[334] Fetâva-yi Kaadıhan.
[335] El-Muhit / Serahsi -
Hızanetül-Fetâva.
[336] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/368.
[337] Muhtarü'l-Fetavâ -
Fetavâ-yi' Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/369.
[338] Fetavâ-yi Kaadıhan.
[339] El-Muhit / Serahsî.
[340] El-Muhit / Serahsİ -
Fetava-yi Hindiyye.
[341] Fetâvâ-yi Kaadıhan.
[342] El-Hidâye / Merğînani.
[343] Hızanetü'1-Fıkh / Ebu Leys
Semerkandî.
[344] Tatarhaniyye - Bahrirâik /
îbn Nüceym.
[345] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/369-370.
[346] Hidâye / Merğinanî - Îbn
Âtaidin.
[347] îbn Âbidin.
[348] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/370-371.
[349] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/371.
[350] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/371.
[351] El:Muhit / Radıyüddin
Serahsi.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/371.
[352] Fetâvâ-yi Hindiyye -
Et-Tebyin / Zeylat.
[353] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/371-372.
[354] Cami'lerin nakış, motif
gibi süsleri vakıf parasıyla yapılmaz. Mütevelli böyle bir masraf yaparsa,
kendisinden tazmin edilir. Ancak hayırsever kişiler kendi mallarından bu
konuda bir harcama yaparlarsa, buna müdahale edilmez.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/372.
[355] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/373.
[356] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/373.
[357] Geniş bilgi için bak :
Fetâvâ-yi Köadıhan - Fetâvâ-yi Hindiyye.
[358] Fetâvâ,-yi Kaadıhan.
[359] Fetâvâ-yi Kaadıhan -
Fetâvâ-yi Hindiyye : l/l10.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/373-374.
[360] El-Hulasa - Fetâvâ-yi
Hindiyye - Fetâvâ-yi Kaadıhan.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/374-375.
[361] Fetâvâ-yi Kaadıhan.
[362] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/375.
[363] El-Hulasa / Fetâvâ^yi
Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/375.
[364] Ahmed bin Hanbel -
Nasbu'r-Râye / Zeylai.
[365] Ebû Dâvud - Tirmizi - îbn
Mâee.
[366] El-Muhit / Radıyüddin
Serahsî.
[367] Et-Tebyîn / Zeylai.
[368] El-Muhit / Serahsi -
Fetâvâ-yi Hindiyye.
[369] El-Kâfi - El-Kifaye.
[370] El-Hidâye / Merğînanî.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/376-377.
[371] El-Muhit / Serahsî -
Fetâvâ-yi Kaadıhan.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/377.
[372] Şerhu Mecmau'l-Bahreyn / îbn
Melek.
[373] Et-Tebyîn / Zeylai.
[374] Tatarhaniyye - Fctâvâ-yi
Hindiyye.
[375] Bahr-i Râik / îbn Nüceym.
[376] Siracü'l-Vehhac - Fetâvâ'yi
Hindiyye.
[377] El-Hulasa - El-Muhit -
Fetâvâ-yi Hindiyye.
[378] El-Muhit / 'Serahsi.
[379] Fazla bilgi için bak :
El-Muhit / Serahsi - Fetâvâ-yi Hindiyye : 1/H1.
[380] El-Hidaye / .Merğinânia.
[381] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/377-379.
[382] Ebû Dâvud : Ebû Hüreyre (R.A.)'den.
[383] Buharı : Ebû Hüreyre
(R.A.)'den.
[384] îbn Mace - Tirmizi : Hz.
Âişe (R.A.)'dan.
[385] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/379-380.
[386] Et-Tebyîn – Zeylai.
[387] En-Nihaye - Fetâvâ-yi
Hindiyye.
[388] El-Mebsut / Serahsî El-Muhît
/ Radıyüddin Serahsî.
[389] Tatarhaniyye - Fetavâ-yi
hindiyyâ.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/381.
[390] CelalYıldırım, Kaynaklarıyla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/381-382.
[391] El-Muhit / Serahsî -
Fetâvâ-yi Kaadıhan.
[392] El-Muhit / Serahsî.
[393] Siracülvehhac / Fetâvâ-yi
Hindiyye.
[394] El-Muhit Serahsî.
[395] El-Muhit / Radiyüddin
Serahsî - Fetâvâ-yi Hindiyye.
[396] El-Kenz : Nesefî.
[397] Ahmed bin Hanbel - Müslim -
Tirmizi : Aişe (R.A.)dan.
CelalYıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/382-383.
[398] CelalYıldırım, Kaynaklarıyla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/383.
[399] Ahmed bin Hanbel - Beyhaki -
Ebû Dâvud : Ebû Hüreyre'den.
[400] Ahmed bin Hanbel Beyhakî -
Ebû Dâvud : Ebû Hüreyre'den.
[401] Beyhakî : Ebû Hüreyre
(R.A.)'den tmam Nevevi bunun isnadının ceyyid olduğunu kaydetmiştir. CelalYıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/383-
[402] Buharı : Îbn Ömer (RA.Vdan.
[403] Ahmed bin Hanbel.- Müslim :
Abdullah bin Şakik'deh.
[404] Ahmed bin Hanbel - Tirmizî :
Sahihtir.
[405] Ahmed bin Hanbel
-Tirmizi"- Ebû Davud - îbn Hibban : Sahihtir. Tirmizi de : Hadisün
hasenün, demiştir.
[406] Buhari.
CelalYıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/383-384.
[407] Ahmed bin Hanbel - Müslim -
Ebû Davud : Ebû Zer (R,A.)'den.
[408] Ahmed bin Hanbel - Ebû Davud
: Bureyde (R.A.)den.
[409] Buharı - Müslim : Ebû
Hüreyre (RA.)den.
CelalYıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/384-385.
[410] Buharı : İbn Abbas
(R.A.)'dan.
[411] CelalYıldırım, Kaynaklarıyla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/385-386.
[412] CelalYıldırım, Kaynaklarıyla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/386.
[413] CelalYıldırım, Kaynaklarıyla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/386-387.
[414] Ebû Dâyud - İbn Huzeyme -
İbn Mâce - Taberânî : İbn Abbas (R.A.)'dan.
[415] Fetâvâ-yi Hindiyye.
CelalYıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/387-389.
[416] Ahmed bin Hanbel : Ebû Derdâ
(R.A.)"den.
CelalYıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/389.
[417] CelalYıldırım, Kaynaklarıyla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/389.
[418] Et-Tebyin / Zeylaî.
CelalYıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/389-390.
[419] Fetâvâ.-yi Hindiyye.
CelalYıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/390.
[420] CelalYıldırım, Kaynaklarıyla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/390.
[421] El-Kafi / "Mervözî.
[422] Eh-Nibaye - Fetâvâ-yi
Hindiyye.
CelalYıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/390-391.
[423] CelalYıldırım, Kaynaklarıyla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/391.
[424] El-Hulasa. - Fetâvâ-yi
Hindiyye.
CelalYıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/391.
[425] En-Nihaye - Fetavâ-yi
Hindiyye.
CelalYıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/391.
[426] El-Kınye / Ebû Recâ'.
[427] El-Hulasa - Fetâvâ-yi
Hindiyye.
[428] CelalYıldırım, Kaynaklarıyla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/391-392.
[429] El-Muhit / Radıyüddin
Serahsî.
[430] Şerhu Mecmai'l-Bahreyn / îbn
Melek.
[431] El-Muhit / Serahsî.
[432] Tatarhaiıiyye - Fetâvâ-yi
Hindiyye.
[433] Şerh-i Tahavi -
Tatarhaniyye.
[434] El-Hidâye / Merğînanî.
[435] El-Muhit - El-Bedayi.
[436] El-Hidâye - El-Kâfî.
[437] CelalYıldırım, Kaynaklarıyla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/392-394.
[438] Et-Tebyin Zeylaî.
[439] Fetâvâ-yi Hindiyye.
CelalYıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/394.
[440] Buharı – Müslim.
[441] Eshab-ı. Sünenden Tirmizi.
[442] El-Hulasa - Fetavâ-yi
Hindiyye.
CelalYıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/394-395.
[443] Et-Tebyin / Zeylai.
[444] El-Hidaye./ Merğinani.
[445] CelalYıldırım, Kaynaklarıyla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/395-396.
[446] CelalYıldırım, Kaynaklarıyla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/396.
[447] Et-tebyîn / Zeylai -
El-Muhit / Radıyüddin Serahsi.
[448] Siracü'l-Vehhac / Helvanı.
CelalYıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/396-397.
[449] El-Muhit / Şerahsî.
[450] Fetâvâ-yi Kaadıhan.
[451] Et-Tebyin - El Bedayi'
/Kâsâni.
[452] Siracü'l-Veîüıac - Fetâvayi
Hindiyye.
[453] CelalYıldırım, Kaynaklarıyla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/397-398.
[454] Fetâvâ-yi Hindiyye.
[455] Fetâvâ-yi Kaadıhan -
El-Muhit / Serahsî.
[456] CelalYıldırım, Kaynaklarıyla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/398.
[457] Siracü'l-Vehhac - Fetâvâ-yi
Hindiyye.
[458] El-Muhit / Radıyüddin
Serahsî.
CelalYıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/398-399.
[459] Fetâvâ-yi Kaadıhan.
CelalYıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/399.
[460] Fetâvâ-yi Kaadıhan.
[461] El-Muhit /Serahsi.
[462] El-Kınye.
[463] El-Hulasa - Fetâvâ-yi
Hindiyye.
[464] CelalYıldırım, Kaynaklarıyla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/399.
[465] El-Kâfi - En-Nihaye -
Fetâvâ-yi Hindiyye.
[466] Siracü'l-Vehhac.
[467] El-Muhit / Serahsî.
[468] Et-Tebyin / Zeylaî.
CelalYıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/400.
[469] Fetava yi Keadıhan.
[470] El Muhit - feteva yi
Hindiyye.
[471] CelalYıldırım, Kaynaklarıyla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/400-401.
[472] El Muhit Radıyüddın Serahsi.
[473] CelalYıldırım, Kaynaklarıyla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/401.
[474] CelalYıldırım, Kaynaklarıyla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/401.
[475] Et-Tecnis / Merginani.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/402.
[476] Fetavâ-yi Kaadıhan.
[477] Fetavâ-yi Hindİyye -
Stracü'l-Vehhac / Helvaal.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/402.
[478] Geniş bilgi İçin bak :
Fetavâ-yi Hindiyye - Fetavayi Kaadıhan: 1/119.
[479] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/402-403.
[480] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/403-404.
[481] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/404.
[482] Et-Tebyin / Zeylai.
[483] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/404-405.
[484] El-Muhit / Serahsi.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/405.
[485] El-Hidâye / Burhaneddin
Merğinani.
[486] Bahrirâik / îbn Nüceym.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/405-406.
[487] El-Kafi / Hakimü'ş-Şehid
Mervezi.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/406.
[488] Fetavâ-yi Kaadıhan -
Fetâva-yi Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/406-407.
[489] El-Hidaye / Merğinanİ -
El-Muhit / Serahsi – Kaadıhan.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/407.
[490] Müslim - Tirmizi ; Ebû
Katade (R.A.)'den burudaki «Tefritten
maksad, uyanık olduğu halde
henüz vakit çık misken ağır davranarak vakit kaçırmaktır.
[491] Tirmizi : Hadisün Hasenün.
[492] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/407-408.
[493] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/408.
[494] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/408.
[495] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/408.
[496] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/408.
[497] Fetâvâ-yi Hindyye : 1/131 -
Kazai Fevait bahsi.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/408-409.
[498] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/409.
[499] Fetâva-yi Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/409.
[500] Bahriraik / İbn Nüceym.
[501] El-Kafi / Hâkimüş Şehid
Mervezi.
[502] El-Muhit / Radıyüddin
SerahsI - Fetavâ-yl Kaadıhan.
[503] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/409-410.
[504] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/410.
[505] Fetava-yi Hindiyye.
[506] El-Kâfİ / Hakimü'ş-vehid
Mervezi - El-Muhit / Serahsi.
[507] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/410.
[508] El-Muhit / Serahsi.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/410.
[509] Tatariyye - Fetava-yi
Hindiyye.
[510] Şerh-i Tahavi : Setr-i avret
bolumu.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/411.
[511] Fetava-yi Kasdıhan.
[512] EI-Muhit / Radıyüddin
Serahi.
[513] Et-Tebyîü / Zeylaî.
[514] El-Muhit / Serahsl -
Fetava-yi Hindiyye.
[515] Siracülvehhac / Helvani.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/411-412.
[516] Nehrü'l-Faaik - El-Muhit /
Serahsi.
[517] Et-Tebyîn / Zeylaî.
[518] Et-Tebyin / Zeylaî.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/412-413.
[519] Fetava-yi Kaadıhan -
Fetava-yi Hindiyye.
[520] El-Mebsut / Şemsü'l-Eimme
Serahsi.
[521] Et-Tebyin / Zeylaî.
[522] Cevhere-İ Neyyire.
[523] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/413-414.
[524] El-Muhit / Radıyûddin
Serahsi.
[525] El-Hidaye / Merğinâni.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/414.
[526] El-Muhit / Badıyüddin
Serahsi.
[527] EI-Hulasa - Fetâvâryi
Hindiyye.
[528] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/414-415.
[529] El-Kafi / Hakimi Şehid
Mervezi.
[530] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/415.
[531] El:Muhit / Serahsi -
Fetava-yi Hindiyye.
[532] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/415-416.
[533] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/416.
[534] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/416.
[535] Fetavi-yi Hındiyye.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/416.
[536] Tatarhaniyye.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/417.
[537] Fetâvâ-yi Hindiyye -
Bedayi'us-Senayi' / Kâsânî.
[538] Fetâvâ-yi Hindiyye –
Tatarhaniyye.
[539] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/417-418.
[540] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/418.
[541] Et-Tebyin / Zeylai -
El-Hidâye / Merğinani.
[542] Bahrirâik / İbn Nüceym.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/418.
[543] El-Hidâye / Merğinani -
Fetâyâ-yi Hindiyye.
[544] El-Hidaye / Merğinani -
Mecmau'l-Enhür.
[545] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/418-419.
[546] Et-Tebyîn / Zeylai.
[547] Fetâvâ-yi Kaadıhan.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/419.
[548] El-Muhit / Serahsi.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal
Kitabevi: 1/419.
[549] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/419.
[550] El-Velvaliciyye –
Tatarhaniyye.
[551] Bahr-i Râik / İbn Nüceym.
[552] El-Kâfi / Hâkim-i Şehid
Mervezi.
[553] Fethülkadir / Kemal İbn Hüman.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/419-420.
[554] Fetâvâ-yi Kaadıhan.
[555] Bahr-irâüc / İbn Nüceym.
[556] Et-Tebyin / Zeylai.
[557] Et-Tebyin / Zeylaî.
[558] Et-Tebyin / Zeylai.
[559] EI-Muhit / Radıyüddin
Serahsi.
[560] Siracü'l-Vehhac / Helvanî.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal
Kitabevi: 1/420-421.
[561] Fetâvâ-yi Kaadıhan -
Fetâvâ-yi Hindiyye.
[562] Tatarhaniyye - Fetâvâ-yi
Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/421-422.
[563] El-Muhit / Radıyüddin
Serahsi.
[564] Tatarhaniyye - Fetâvâ-yi
Hindiyye.
[565] Fetâvâ-yi Kaadıhan.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/422.
[566] Bahr-irâik / îbn Nüceym.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/422-423.
[567] Bahr-irâik / îbn Nüceym.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/423.
[568] El-Bedayi' / Kâsani -
Bahr-irâik / İbn Nüceym.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/423.
[569] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/423.
[570] Et-Tebyin / Zeylaİ -
Fetâvâ-yi Hindiyye.
[571] Fetâvâ-yi Hindiyye.
[572] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/423-424.
[573] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/424.
[574] Et-Tebyin / Zeylaî -
Fetâvâ-yi Hindiyye.
[575] El-Hidâye / Merğinani.
[576] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/424-425.
[577] Fetâvâ-yi Hindiyye.
[578] El-Muhit / Radıyüddin
Serahsi.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/425.
[579] Et-Tebyîn / Zeylaî.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/425.
[580] Bahrirâik / İbn Nüceym.
[581] Ez-Zahire / Burhaneddin
Taceddin.
[582] Bahrirâik / İbn Nüceym.
[583] Et-Tebyin / Zeylaî -
Fetâvâ-yi Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/425-426.
[584] El-Muhlt / Radıyüddin
Serahsi.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/426.
[585] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/426.
[586] Et-Tebyin / Zeyîai.
[587] Fetâvâyi Kaadıhan.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/426-427.
[588] Et-Tebyin / Zeylaî.
[589] El-Muhit / Radıyüddin.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/427.
[590] Fetâvâ-yi Hindiyye - İbn
Âbidin.
[591] El-Muhit / Radıyüddin
Serahsi - Şerhu Pethi'l-Kadir.
[592] Siracülvehhac / Helvanı.
[593] Bahrirâik / İbn Nüceym.
[594] El-Muhit / Radıyüddin
Serahsi.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/427-428.
[595] El-Muhit / Radıyüddin
Serahsi.
[596] El-Hidâye / Merğinanî -
Siracü'l-Vehhac / Helvanı.
[597] Fetâvâ-yi Kaadihan -
Fetâvâ-yi Hindiyye.
[598] Et-Tebyin / Zeylai.
[599] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/428-429.
[600] El-Muhit / Radıyüddin
Serahsi.
[601] El-Hidye / Merğinani.
[602] El-Muhit / Serahsî -
Fethü'l-Kadir / Kemal İbn Hümâm.
[603] Et-Tebyin / Zeylai.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/429-430.
[604] El-Hulasa - Fetâvâ-yi
Hindiyye.
[605] Fetâvâ-yi Kaadıhan.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/430.
[606] Ez-Zahire / Burhanedclin
Taceddin.
[607] El-Muhit / Radıyüddin
Serahsi.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/430.
[608] Et-Tebyîn / Zeylaî -
Siracülvehhac / Helvanî.
[609] El-Mühit / Radıyüddin
Serahsi.
[610] Et-Tebyîn / Zeylai.
[611] Bahriraik / îbn Nüceym.
[612] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/431-432.
[613] El-Mebsût / Şemsüleimme -
El-Muhit / Radıyüddin Serahsi.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/432.
[614] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/432.
[615] El-Muhit / Radıyüddin
Serahsî - Fetâva-yi Hindiyye.
[616] Tatarhaniyye - Fetâvâ-yi
Hindiyye.
[617] El-Muhit / Radıyüddin
Serahsî.
[618] Fetâvâ-yi Hindiyye -
El-Muhit / Serahsi.
[619] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/432-434.
[620] Buharı - Müslim : Abdullah
bin Ömer (R.A.)'dan.
[621] Sahih-i Müslim.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/434.
[622] Buharı : Sücud-i Kuran
babında - Müslim : Sücud-i Tilâvet bahsinde.
[623] Beyhaki : El-Ma'rifette.
[624] Muvatta' / İmam Mâlik.
[625] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/434-435.
[626] Fetâvâ-yi Hindiyye -
El-Hidâye / Merğinanî.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/435-437.
[627] Fetâvâ-yi Kaadıhan.
[628] Et-Tebyin / Zeylai.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/437.
[629] Tatarhaniyye - Fetâvâ-yi
Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/437-438.
[630] El-Muhit / Radıyüddin
Serahsî.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/438.
[631] El-Muhit / Kadıyüddin
Serahsî.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/438.
[632] Fetâvâ-yi Hindiyye.
[633] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/438.
[634] Fetâvâ-yi Kaadıhan -
El-Bedayi' / Kâsftni.
[635] El-Hulâsa.
[636] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/438-439.
[637] Es-Siraciyye - Fetâvâ-yi
Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/439.
[638] El-Cevheretü'n-Neyyire.
[639] El-Kâfi / Hâkim-i Şehid
Mervezi.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/439.
[640] Siracü'l-Vehhac / Helvanı.
[641] Et-Tehzib -El-Hulâsa -
Fetâvâ-yi Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/439.
[642] Fetâvâ-yi Kaadıhdn.
[643] Bedayiu's-Sanay i' / Kâsâni
- Bahrirâik - İbn Nüceym.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/440.
[644] El-Hulâsa - Fetâvâ-yi
Hindiyye : 1/134.
[645] El-Hulâsa - Fetâvâ-yi
Hindiyye : 1/134.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/440-441.
[646] Bahrirâik / İbn Nüceym.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/441.
[647] El-Muhit / Radıyüddin
Serahsi.
[648] El-Cevheretü'n-Neyyire -
Fetâvâ-yi Hindiyye.
[649] El-Muhit / Serahsî.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/441-442.
[650] El-Kâfi / Hâkim-i Şehid
El-Mervezi - Bahrirâik / ibn Nüceym.
[651] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/442-443.
[652] El-Muhit / Serahsi.
[653] El-Hulâsa - Fetâvâ-yi
Hindiyye.
[654] Fetâvâ-yi Kaadıhan.
[655] El-Muhit / Serahsi.
[656] Fetâvâ-yi Hmdiyye.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/443-444.
[657] El-Muhit / Serahsi -
Eı-Bedayi' / Kâsâni.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/444.
[658] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/444.
[659] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/444.
[660] Bahriraik / İbn Nüceym.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/444-445.
[661] EI-Muhit / Serahsi -
Et-Tebyin / Zeylai - El-Hidâye – Merğinani.
[662] Fetâvâ-yi Kaadıhan.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/445.
[663] Siracü'l-Vehhac / Helvâni.
[664] Tatarhaniyye - Bahriraik /
İbn Nüceym.
[665] El-Hulâsa - Fetâvâ-yi
Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/445-446.
[666] Fetâvâ-yi Kaadıhan -
Fetâvâ-yi Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/446.
[667] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/446.
[668] Fetâvâ-yi Kaadıhan -
Fetâvâ-yi Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/446.
[669] Siracü'l-Vehhac / Helvanı.
[670] El-Kınye / Ebû Recâ
Necmuddin.
[671] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/446-447.
[672] Fetâvâ-yi Hindiyye.
[673] Siracü'l-Vehhac / Şeyh
Muhammed El-Gamravî.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/447.
[674] Nisa Sûresi : 103.
[675] Müslim hâriç, Kütüb-i
Sitte'den beşi.
[676] Beyhaki - Ebû Hatem
Sahihtir.
[677] Nesâi - Hâkim : Sahihtir.
[678] El-Hidâye. / Merğinani.
[679] Mi'racü'd-Dirayye.
[680] Et-Tebyin / Zeylaî.
[681] El-Kâfi / Hâkim-i Şehid
EI-Mervezî.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/447-449.
[682] Şemsü'l-Eimme El-Helvâni.
[683] Et-Tebyin / Zeylaİ -
Fetâvâ-yi Hindiyye.
[684] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/449.
[685] Şerh-i Hidâye - Fetâvâ-yi
Hindiyye.
[686] Ez-Zahire / Burhaneddin
Taceddin.
[687] Fetâvâ-yi Kaadıhan -
Fetâvâ-yi Hindiyye.
[688] El-Muhit / Seralısî.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/449-450.
[689] El-Hulâsa - Fetâvâ-yi
Hîndiyye.
[690] El-Hulâsa - Fetâvâ-yi
Hindiyye.
[691] Ez-Zahire / Burhaneddin
Taceddin.
[692] Siracü'l-Vehhac / Helvanı.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/450-451.
[693] Et-Tebyîn / Zeylaî.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/451.
[694] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/451.
[695] El-Hidâye / Merğinanî.
[696] El-Cevheretü'n-Neyyire /
Şerh-i Kudurt.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/451.
[697] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/451-452.
[698] Fetâvâ-yi Kaadıhan -
Fetâvâ-yi Hindiyye.
[699] El-Muhit / Serahsi -
El-Bedayi' / Kasftni.
[700] Tatarhaniyye - Fetâvâ-yi
Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/452.
[701] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/452.
[702] El-Muhit / Serahsi - Şerhu
Fethi'I-Kadir.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/452.
[703] Fetâvâ-yi Kadıhan -
Fetâvâ-yi Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/453.
[704] Et-Tebyîn /Zeylaî.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/453.
[705] El-Hulâsa - Fetâvâr-yi
Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/453-454.
[706] El-Muhit / Serahsî.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/454.
[707] El-Muhit / Serahsî.
[708] Fetâvâ-yi Kaadıhan -
Fetâvâ-yi Hindiyye.
[709] Ciraciyye' - El-Mebsut /
Şemsüleimme Serahsî.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/454.
[710] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/454-455.
[711] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/455.
[712] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/455.
[713] El-Mudmerat - Fetâvâ-yi
Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/455.
[714] El-Cemaa rivayet etmiştir :
Sahihtir.
[715] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/455-456.
[716] Nisa Sûresi : 101.
[717] Ahmed bin Hanbel - Beyhaki -
İbn Hibban - İbn Huzeyme : râvilerin hepsi güvenilirdir.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/456-457.
[718] Fazla bilgi için bak :
Nesbu'r-Râye / Zeylai ; 1/183.
[719] Kitabu'1-Fıkh
Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa : 1/471-472.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/457-458.
[720] îbn Âbidin: C. 1, S. : 821.
[721] Şerh-u Fethi'l-Kadir : C. 1,
S. 384 / Bulak Mısır : 1315.
[722] Şerh-u Fethi'l-Kadİr.
[723] Bedayiu's-Sanayi' / Kâsâni :
1/94 - Beyrut : 1974.
[724] Bahrirâik : C. 2, S. 140 /
İbn Nüceym - «eyrut baskı.
[725] El-Hidâye / Merğinani.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/458-461.
[726] Tatarhaniyye - Fetâvâ-yi
Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/461.
[727] El-Muhit / Serahsi -
Et-Tehzîb.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/461.
[728] El-Muhit / Serahsî.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/461.
[729] Fetâvâ-yi Hindiyye : C. 1,
S. : 139.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/461-462.
[730] El-Muhit / Serahsî –
Tatarhaniyye.
[731] El-Muhit / Serahsi - Fetâvâ-yi
Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/462.
[732] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/462.
[733] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/462.
[734] Et-Tebyîn / Zeylaî.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/462.
[735] El-Hidâye / Merğinani.
[736] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/463.
[737] Miracü'd-Dirâye - Fetâvâ-yi
Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/463.
[738] El-Mebsut / Şemsüleimme
El-Helvanî.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/463.
[739] El-Hidaye / Merğinani.
[740] Et-Tehzîb - Fetâvâ-yi
Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/463-464.
[741] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla
İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/464.
[742] Fetâvâ-yi Hindiyye : C. 1,
S. 140 - El-Muhit / Serahsî.
[743] El-Muhit / Serahsî.
[744] Bahrirâik / İbn Nüceym -
Fetâvâ-yi Hindiyyı.
[745] El-Hulasa - Fetâvâ-yi
Hindiyye.
[746] El-Muhit / Ratlıyüddin
Serahsi.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/464-466.
[747] El-Hulâsa - Fetâvâ-yi
Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/466.
[748] Bahrirâik İbn Nüceym.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/466-467.
[749] El-Muhit / Serahsî.
[750] El-Muhit / Serahsî -
El-Mebsut / Şemsüleimme Serahsî.
[751] El-Muhit / Serahsİ -
Fetâvâ-yi Hindiyye : C. : 1/141.
[752] El-Hulâsa.
[753] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/467-468.
[754] Fetâvâ-yi Kaadıhan -
Fetâvâ-yi Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/468.
[755] El-Muhit / Radıyüddin
Serahsî.
[756] Fetâvâ-yi Hindiyye : C. 1,
S. : 142.
[757] El-Muhit / Serahsî.
[758] Et-Tebyîn / Zeyîaî.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/468-469.
[759] El-Hidâye Merğinani - El-Eedayi' Kâsânî.
[760] Et-Tebyîn / Zeylai.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/469-470.
[761] El-Muhit / Radıyüddin
Serahsî.
[762] Geniş bilgi için bak : Büyük
İlmihal / Celâl Yıldırım.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/470.
[763] El-Muhit / Serahsî -
Fetâvâ-yi Hindiyye - îbn Âbidin.
[764] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/470.
[765] Et-Tebyin / Zeylai.
[766] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/470-472.
[767] Fetâvâ'l-Garaib - Fetâvâ-yi
Hindiyye.
[768] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/472.
[769] El-Muhit / Serahsi.
[770] Siracü'l-Vehhac /
Şemsüleimme Helvanl.
[771] El-Muhit / Serahsî -
Mecmuau'l-Enhür.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal
Kitabevi: 1/472.
[772] Bahrirâîk / îbn Nüceym –
Tatarhaniyye.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/473.
[773] El-Hulasa - Fetâvâ-yi
Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/473.
[774] Ez-Zahire / Burhaneddin Mahmud.
[775] Et-Tebyin / Zeylaî.
[776] Fetâva-yi Kaadıhan -
Fetâvâ-yi Hindiyye.
[777] El-Aynî Şerhül-Kenz.
[778] El-Muhit / Serahsi.
[779] Siracü'l-VetUıac / Helvâni.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/473-474.
[780] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/474-475.
[781] ) El-Muhit / Serahsî - Fetâvâ-yi Hindiyye.
[782] Et-Tehzib - El-Mebsut /
Şemsüleimme Serahsî.
[783] Fetâvâ-yi Hindiyye -
El-Muhit / Serahsî.
[784] El-Velvaliciyye - Fetâvâ-yi
Hindiyye.
[785] Tatarhaniyye.
[786] El-Hulasa - Fetâvâ-yi Kaadıhan.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/475-476.
[787] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/477.
[788] Cumua Sûresi Âyet : 9-10.
[789] Sahih-i Müslim.- Ebû Dâvud -
Nesâi - Tirmizi : Ebû Hüreyre (R.A.) den.
[790] Buharı - Müslim - Nesâi -
Ebû Hüreyre (R.A.)'den.
[791] Ashab-ı Sünen - El-Kâkim :
Ebû Ca'd Ed-Damriy (R.A)'den.
[792] Eş-Şafii : İbn Abbas
(R.A.)'dan.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/478-479.
[793] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/479.
[794] Et-Tehzîb - El-Mebsut /
Serahsi - El-Muhit / Serahsî.
[795] El-Kâfi / Hâkim-i'ş Şehid
Mervezi.
[796] Bahrirâik / İbn Nüceym.
[797] El-Muhit / Serahsî -
Fetâvâ-yi Hindiyye - İbn Âbidin.
[798] Fethü'l-Kadir / Kemal İbn
Hümam.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/479-480.
[799] El-Muhit / Serahsî -
Fetâvâ-yi Hindiyye : C. 1, S. : 144.
[800] Bahrirâik / İbn Nüceym.
[801] Kâsâni Bedayiu's-Sanayi'de
-. Hz. Câbir (R.A.)'den.
[802] Dürrül-Muhtar ; C. 1, S. 852
(İbn Abidîn).
[803] Bazı fabrikaların günün 24
saatinde ara vermeden çalışması gerekir. Bir iki saat ara vermesi büyük
zorluklara sebep olur. Bu durumda işçilerden bir kısmı cumayı terkedebilir.
Ancak bu terk her hafta münavebe ile sıraya konulmalıdır.
[804] Ebû Dâvud - Beyhaki - Hâkim
Abdullah bin Amr (R.A.)'dan.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/480-481.
[805] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/482.
[806] Fetâvâ-yi Kaad-haa -
Fetâvâ-yi Hindiyye.
[807] Şemsüleime El-Helvam.
[808] Fetâvâ-yi Kaadıhan -
Et-Tecnis / Ebûbekir Hâherzâde. Eî-Muhit / Serahsi.
[809] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/483.
[810] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/483.
[811] Bedayi'us-Sanayi' / Kâsâni.
[812] El-Muhit / Serahsî.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/483.
[813] fetâvâ-yi Hindiyye : C. i,
S. : 145.
[814] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/484.
[815] El-Kınye / Ebıirrecâ
Necmeddin.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/484.
[816] Bahrirâik / İbn Nüceym : C.
2, S. : 151 Beyrut.
[817] Bahrirâik / İbn Nüceym : C.
2, S. 154 Beyrut.
[818] Bedayius Sanayi' : C. 1, S. 261 - Beyrut 1974.
[819] Bedayiu's-Sanayi' / Kâsânî :
C. 1, S. : 261.
[820] Şerhü'l-înâye : C. 1, S. 411
- Mısır / Bulak : 1315.
[821] îbn Abidin ; C. 1, S. : 843.
[822] İbn Âbidin : C. 1, S. : 844.
[823] Su mesele hakkında fazla
bilgi için bak : İbn Abidin : C. 1, S. : 843-844-845.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/484-487.
[824] El Hulâsa - Fetâvâ-yi
Hindiyye.
[825] Tatarhaniyye.
[826] El-Ayni Şerh-i Hidâye -
El-Muhit / Serahsi.
[827] Fetâvâ-yi Kaadıhan.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/487-488.
[828] Fethü'l-Kadir / Kemal İbn
Hümâm.
[829] Et-Tehzîb - Fetâvâ-yi
Hindiyye.
[830] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/488.
[831] Fetâvâ-yi Hindiyye.
[832] Et-Tehzîb - Fetâvâ-yi
Hindiyye.
[833] Fetâvâ-yi Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/489.
[834] Fetâvâ-yi Kaadıhan.
[835] El-Hulâsa.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/489.
[836] Mi'racü'd-Dirâye - Fetâvâ-yi
Hindiyye.
[837] El-Muhit / Serahsi.
[838] Et-Tebyîn / Zeylaî.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/489-490.
[839] El-Muhit / Serahsi -
Fetâvâ-yi Hindiyye.
[840] El-Kâfi ', Hâkim-i Şehîd
El-Mervezi.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/490.
[841] El-Ayni Şerh-i Hidâye -
Bahrirâik / îbn Nüceym.
[842] El-Cevheretü'n-Neyyirfi.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/490-491.
[843] Mi'racud-Dirayye.
[844] El-Hulâsa - Fetâvâ-yi
Hindiyye.
[845] El-Ayni Şerh-i Hidâye.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/491.
[846] Fetâvâ-yi Kaadıhan.
[847] Bahrirâik / İbn Nüceym -
El-Cevheretü'n-Neyyire.
[848] Siracü'l-Vehhac / Helvam.
[849] El-Kınye / Eburrecâ
Necmeddin.
[850] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/491-493.
[851] Bahrirâik / İbn Nüceym.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/493.
[852] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/493-494.
[853] Fethül-Kadir / Kemal İbn
Humara.
[854] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/494-495.
[855] Siracü'l-Vebhac / Helvâni -
Fetâvâ-yi Hindiyye.
[856] El-Muhit / Serahsi -
Felavâ-yi Hindiyye.
[857] Şerh-i Tahavi -
Hizânetü'î-Ekmcl / Yusuf Cürcanî.
[858] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/495.
[859] Cevahîrü'l-Ahîati.
[860] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/495.
[861] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/495-496.
[862] El-Muhtt / Serahsî.
[863] Fetâvâ-yi Kaadıhan.
[864] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/496.
[865] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/496-497.
[866] El-Mudmerat -
Mi'râcü'd-Diraye.
[867] El-Kınye / Eburrecâ.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/497.
[868] Mi'racü'd-Diraye - Fetâvâ-yi
Hlndiyye.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/497.
[869] El-Hulâsa - El-Muhit /
Serahsi.
[870] Şerh-i Tahavî -
Hızânetü'l-Ekmel / Yusuf Cürcani.
[871] Fethü'l-Kadîr / Kemal İbn
Hümam - Fetâvâ-yi Hindiyye C. ı. S. :
148.
[872] El-Muhit. / Radıyüdin
Serahsi.
[873] El-Cevheretü'n-Neyyire.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/497-498.
[874] El:Muhit / Serahsi -
Fetâvâ-yi Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/498.
[875] El-Gıyasiyye' - Fetâvâ-yi
Hindiyye.
[876] El-Muhit / Serahsi.
[877] Fetâvâ-yi Kâadıhan -
Fetavâyi Hindiyye.
[878] Tünurtasi - Fetâvâ-yi
Hindiyye.
[879] El-Muhit / Serahsî.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/498-499.
[880] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/499.
[881] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/499-500.
[882] El-Kenz Şerhi / Herevi.
[883] El-Kâfi / Hâkim-i Şehîd
El-Mervezi.
[884] Et-Tebyin / Zeylaî.
[885] Fetâvâ-yı Hindiyye -
El-Kifâye.
[886] Bahrirâik / İbn Nüceym.
[887] Fetâvâ-yi Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/500-501.
[888] Fetâvâ-yi Kaadıhan - Şerhu
Muhtasari'l-Vikaaye / Ebû'l-Mekârim.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/501.
[889] El-Kâfi / Hâkim-i Şehid
Mervezî.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/501.
[890] El-Kınye / Eburrecâ -
Kûtüb-i Sitte.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/501-502.
[891] Bahriraik / îbn Nüceym.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/502.
[892] El-Muhit / Serahsî -
Fetâvâ-yi Hindiyye - İbn Âbidin.
[893] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/502.
[894] Fetâvâ-yi Kaadıhan.
[895] Bahriraik / ibn Nüceym.
[896] El-Hulasa - Fetâvâ-yi
Hindiyye.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı,
Uysal Kitabevi: 1/502-503.
[897] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/503.