LAKİT - BİR YERE BIRAKILMIŞ
SAHİPSİZ ÇOCUK
Himayesine Aldığı Çocuğu Başkası Ondan Alabilir Mi?
Terkedilen Çocuğun Velisi Kim Olabilir?
Terkedilen Çocuğu Himayesine Alan, Bir Ücret Taleb
Edebilir Mi?
Terkedilmiş Çocuk Müslüman Sayılır :
îslâm insanın unsuruna
değer verir ve onun kendi kaderine ter-kedilmesini önler. Bunun için manevî
birçok mükâfatlar va'detmek1e beraber yasal olarak da bazı hükümler 'koymuştur.
İslâm Hukukunda bir yere
atılmış ölü veya diri çocuğa lakit denilir. Bunun iki sebebi 'düşünülebilir. Ya
zinadan doğma olduğu için işlenen günahı örtmek amaciyle, ya da annesi, yoksa
bir yakını tarafından besliyemiyecek endişesiyle cami, yol ve benzeri yerlere
atılır.
Böyle bir çocuğa
rastlıyan kimsede bazı şartlar aranır :
a) Önce âkil ve baliğ olması..
O halde aklî dengesi
yerinde olmayan bir kimse ne kadar zengin rölursa olsun, rasladığı
sahipsiz-terkedilmiş bir çocuğu alıp besliye-mez. Ergen olmayan kimseler de
böyledir.
b) Rasladığı sahipsiz terkedilmiş çocuğu barındıracak
normal gıdasını te'min edecek ve koruyacak bir güce sahip bulunması.. Aksi
halde alıp beslemesine cevaz verilmez.
c) Müslüman ve hür olması şart değildir. Bu
bakımdan bir gayr-i müslim
vatandaş da yukarıda belirtilen iki şartı kendinde taşıyorsa, sözü edilen
çocuğu alıp besliyebilir. Ancak çocuk temyiz çağma gelince, yani dinler
arasında farklı anlayacak çağa gelirse, o gayr-i müslim vatandaştan geri alınıp
bir Müslümanın himayesine verilir.[1]
Bu hüküm Hanefîlere
göredir. İmam Şâfü ve arkadaşlarına göre, çocuğa rasthyan kişinin akıl, baliğ,
Müslüman olması ve güvenilir ve âdil olarak tanınması şarttır. Aksi halde buna
ehil değildir.
Gürüldüğü gibi, mezhep
imamlarına göre, kimsesiz çocukların veya sokağa atılmış sahipsiz yavruların
emin ellere teslim edilmesi şarttır. Çünkü yetişecek bir neslin dinî sınırlan
tanımıyan kişilerin elinde yetişmesi cinayettir.
Bu bakımdan durumu,
yaşayışı, ahlâkı ve karakteri iyi buinmi-yen veya günah işlediği şayi' olan
kimselerin sözü edilen çocukları alıp himaye etmeleri sahih değildir. Alsalar
bile, hakim veya devletin yetkili organları derhal müdahale edip çotuğu geri
alır ve güvenilir kişilere teslim ederler.
Sokağa terkedilmiş
sahipsiz çocuğa rastlayan kimse onu himayeye ehil bole olsa, böyle bir çocuk
bulduğunu yetkililere haber verip şahadette bulunmalıdır. Çünkü ileride bunu
kendi öz evlâdı diye tanıtabilir. Bu ise dinimizce doğru değildir. Yani
başkasına, ait çocuk sahipsiz bile kalsa, kimse onu kendi evlâdım diye
tanıtamaz. Sadece Allah için besler, hali - vakti yerindeyse okutup evlendirir.
Kur'ân-ı Kerîm'de «Onları babalarına nisbetle çağırın,» Duyurulmuştur. Diğer
bir yerde «Onlar sizin dinde kardeşinizdir,.» denilmektedir.
Sahibi tarafından
terkedilmiş bir çocuğa iki veya üç kişi birden rastlarsa, bunlardan ahlâkı daha
güzel olup güvenilir ve malî imkânları daha fazla olan tercih edilir. Hepsi de
aynı seviyede kimseler ise, bu hâkimin vereceği kararla belirlenir. [2]
Ne sebebple olursa
olsun çocuğunu bir yere getirip terkeden kişi günahkârdır. Bir insanı
himayesinden çıkarıp sokağa atmakla ke-bâîre kapı açmıştır. Böyle bir çocuğu
alıp himaye etmek ise, fuka-hanın çoğuna göre, farz-i kifâyedir. Bir kısmına
göre müstehabdır. Farz-i kifaye diyenlerin görüşünde büyük isabet vardır. Çünkü
bir insam kurtarmak, sevapların en büyüklerindendir. Bir insanın zay-oîmasma
göz yummak veya ilgisiz kalmak merhametsizliğin en kö-tüsüdür.
Diğer mezheplerde de
hüküm böyledir. Hattâ bazısına göre, rastlayan ehil ise bu farzi- ayndir. [3]
İslâm Hukukuna göre,
terkedüen çocuğa rasthyan kimse ehilse ve gönül rızasiyle çocuğu alıp himaye
ediyorsa, o takdirde bir başkasının «ben daha ehilim» diyerek çocuğu ondan
almaya hakkı olmaz. Hâkime bile başvursa, hakim bu konudaki davayı reddeder.
Ancak çocuğu ilk bulan
ehil kişi bir süre sbnra kendi rızasiyle onu yine ehil bdr kimseye verir, yani
onun himayesine terkederse, artık sonradan pişman bile olsa geri olmaya hak
kazanmaz. [4]
Sahibi bilinmiyen ve
bir yere terkedilmiş vaziyette bulunan çocuğu himayesine alan kimse onun
velîsi sayılmaz. îslâm Hukukuna göre, onun velisi veliyyü'l-emr'dir. Yani
devlet başkanı veya onun o beldedeki temsilcisidir. O halde çocuğun Sünnet
edilmesi, evlendirilmesi ve mevcut malı varsa onda tasarruf edilmesi hakkı
ve-ıiyyü'l-emr'in veya onun temsücisüıindir. Bu bakımdan çocuğu himaye eden
kimse, onun ne malında tasarrufa ehildir, ne de onu sünnet ettirip evlendirmeye
yetkilidir. Çünkü en sahih tesbite göre, himayeci çocuğu sünnet ettirir de
çocuk bu yüzden ölürse, himayeciye ceza gerekir.
Terkedilen çocuk henüz
evlenmeden ölürse, geriye bıraktığı mal devlet hazinesine geçer, onu himaye
edene kalmaz. İslâm Hukuku burada bir incelik getirilmiştir. : Çocuğun malına
gözdikip onu imha-etmek istiyenler çıkabilir. Bu kapıyı kapamak, amaciyle
çocuğun ve-lâsını devlet hazinesine bağlamış, onu yetkili kılmıştır. Diğer
mezhep sahibi üç imamın içtihadı bu doğrultudadır. [5]
Aslında dinimiz bunu
Müslümanlara uhrevî mükâfat karşılığında tavsiye etmiştir. Ancak çocuğa Allah
rızası için bakan kimse çıkmazsa, hâkimin tensip edeceği bir kimse onu ücretle
besliyebilir. İleride çocuğun babası, anası ortaya çıkarsa, bu ücret onlara
tazmin ettirilir. Çıkmazsa, çocuk büyüyüp bir iş sahibi olduktan sonra kendisine
kademeli biçimde ödetilir.
Ama onu hâkimin böyle
bir karan ve teklifi olmaksızın alıp hi-maye eden kimse, ileride böyle bir
ücret talep edemez. Sahih olan da budur.
Bulduğu çocuğu alıp
hâkime götürerek ona teslim etmek isterse, hâkim bu çocuğun sahipsiz olduğuna
ve terkedilmiş vaziyette rastlandığına dair beyyine = şahit veya belge ister.
Bunu isbat edemediği takdirde, hakim çocuğu teslim almaz. Çünkü bu çocuk onu
getirip teslim edenin öz evlâdı veya bir yakınının çocuğu olabilir. Onu Devlet
Hazinesine bir yük gayesini gütmüş bulunabilir.
Ancak çocuğu
himayesine alan kimse bir süre sonra hâkime başvurup çocuğun velâsım almak
isterse, hâkim onun durumunu iyice araştırıp amacını tesbit ettikten ve bunda
yarar gördükten sonra böyle bir karar verebilir. O takdirde adam çocuğun
velisi olur ve çocuk ileride bir cinayet işlerse, onun diyeti adama ödetilir.
Çocuğun malı bulunur da ölürse, adam ona vâris olur. [6]
Fukahanın bu konuda
görüşleri farklıdır. Çocuğuna göre, İslâm ülkesinde rastlanan çocuk Müslüman,
gayr-i müslim bir ülkede rastlanan çocuk da gayr-i müslim sayılır. Zinlmilerin
oturduğu mahalle kilise veya havrasında rastlanılan çocuk, gayr-i müslim kabul
edilir.
Bu mesele hakkında en
sahih ictibad ve görüşü İmam Muham-med ortaya koymuştur. Ona göre : Rastlanılan
çocuğun nerede hangi yerde veya semtte ve ülkede bulunduğuna bakılmaz, onu
bulup himayesine alan kimsenin durumuna bakılır. Bulup himaye eden Müslümansa,
çocuk müslüman sayılır. Gayr-i müslim ise çocuk da öyle kabul edilir. Ancak
îslâm ülkesinde rastlanıp himayeye alınan çocuk müslüman sayılır, isterse onu
himaye eden gayr-i müslim olsun. İmam Mâlik de aym görüştedir. İmam Şafiî'ye
göre de hüküm böyledir. [7]
Bu durumda olan
çocuğun nesebi bilinmemektedir. Fıkıhta buna meçhulü' n-neseb denilir. Ama bir
erkek veya kadın çıkar da-«Bu benim öz evlâdımdır» diye iddiada bulunur ve bu
iddiasını bey-yine ile isbat edemeşe bile, iddiasına itibar edilir. Yeter ki
fâsik bir kişi olmasın. Çünkü bu durumda çocuğun aleyhine bir sonuç düşünülemez.
Bilakis soyu belli olup, akranları arasında rahat konuşmasına ve rahat hareket
etmesine vesile teşkil eder.
Netice böyle bir
iddianın doğruluğu beyyine yoksa., hâkimin kanaatiyle sübut bulabilir. îddia
eden kimse bir gayr-i müslim vatandaş olursa, hüküm yine de böyledir. Yani
beyyine getirmese bile iddiası sübut bulabilir. Ancak çocuk yine müslüman
sayılır, ve öyle kabul edilir. Burada nesebin sübutuyla, İslâm oluşunun sübutu
ayrı ayrı hususlardır. Biri diğerini hükümsüz bırakmıyor.
Gayr-i müslim vatandaş
sözü edilen çocuğun kendi öz evlâdı olduğunu beyyine ile isbat ederse, o
takdirde çocuk da gayr-i müslim sayılır.[8]
Sözü edilen çocuğun
babası veya annesi olduklarını iddia eden birden fazla kişi olursa, beyyine
istenilir. Kam beyyi'ne getirirse onun iddiası sabit olur. İkisi de beyyine
getirirse, beyyineler düşer, hüküm ifade etmez. Tarih ve bazı alâmetler
üzerinde durulur, ona göre hâkim bir kanaat yürüterek sonuca varır. [9]
[1] El-Bedayi' - Fetâvâ^yi
Hindiyye - El-Mebsut.
[2] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/367-368.
[3] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/368.
[4] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/368.
[5] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/369.
[6] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/369.
[7] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/370.
[8] Fasla bilgi için bak .
EI-Mebsut - Şemsü'l-Eimme Serahsi - El-Bedayi' - Kâ-sânî.
[9] Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 3/370.