Namazın İçinde Abdestin Bozulması
Namazı Bozan Ve Namazda Mekruh Olan Şeyler
Namazda Okuyuşun (Kıraatin) Hükmü
Ramazanın Gece İbâdetleri Hakkında Bir Fasıl
(Cemaatle namaz kılmak
Sünnet-İ Müekkededir.) Zira Peygamber Efendimiz (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) :
-Cemaat kişiyi
hidâyete götüren bir sünnettir. Ondan münafık olmayan kişi geri kalmaz- ([1]) buyurmuştur.
(İmamlık herkesten
önce, din ahkamını en iyi bilen kimsenin hakkıdır.) îmam Ebû Yûsuf tan
«İmamlık, Kur'an'ı en iyi okuyan kimsenin hakkıdır. Zira okuyuş namazda gerekli
bir şeydir. Bilgiye ise, ancak herhangi bir olay ile karşılaşıldığı zaman gerek
duyulur» diye söylediği rivayet olunmaktadır. Biz de ona karşı diyoruz ki:
Okuyuşa namazın yalnız bir rüknü için, bilgiye ise, bütün rükünleri için
ihtiyaç vardır. (Şayet din bilgisinde hepsi aynı düzeyde iseler, o zaman imamlık
Kur'an'ı en iyi okuyan kimsenin hakkıdır.) Çünkü Peygamber Efendimiz (Aleyhi's-salâtü ve's-selâmi :Cemaate, Allah
kitabını en iyi okuyanı imamlık eder. Şayet hepsi aynı düzeyde iseler, o zaman
hangileri din ahkamını daha iyi biliyorsa o imam olur- ([2])
buyurmuştur. Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) zamanında
Kur'an'ı en iyi okuyan kimseler, aynı zamanda din ahkamını da herkesten daha
iyi bilirlerdi. Çünkü onlar bilgilerini doğrudan doğruya Kur'an'dan alırlardı.
Bunun içindir ki hadiste Öncelik, Kur'an'ı en iyi okuyan kimselere
verilmiştir. Bizim zamanımızda ise öyle olmadığı için önceliği din ahkamını en
iyi bilen kimseye veriyoruz. (Şayet Kur'an'ı iyi okumada da seviyeleri bir ise,
o zaman hangisi daha fazla takva sahibi ise o imamlık eder.) Zira Peygamber
Efendimiz (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm);
-Kim ki takva sahibi
bir âlimin arkasında namaz kılarsa, bir Peygamberin arkasında namaz kılmış gibi
olur» ([3]) buyurmuştur. (Şayet takvada da hepsi aynı
derecede iseler, o zaman en yaşlıları kim ise o imamlık eder.) Çünkü Peygamber
Efendimiz {Sallallahü Aleyhi ve Sellem), îbn-i Müleyk e' nin iki oğluna;
İkinizden hangisi yaşça daha büyükse o size imam olsun» buyurmuştur. Hem de
cemaattan en yaşlının imamlık ettiği zaman cemaata karşı rağbet daha fazla
olur. (Köle, göçebe, fasık, kör ve zina çocuğu olan kimselerin imamlık
etmeleri mekruhtur.) Çünkü köle, başkasının hizmetinde olduğu için öğrenime
gereği kadar vakit ve olanak bulamaz. Göçebeler de çoğunlukla bilgisizdirler.
Fasık da dini vecibeleri pek önemsemez. Kör de kendini necasetten koruyamaz.
Zina çocuğu da babası olmadığı için çoğunlukla yoksulluk içinde büyüyüp
bilgisiz kalır. Aynca bunların imam olması halinde cemaata karşı rağbet azalmış
olur. (Bununla beraber imamlık ederlerse caizdir). Zira Peygamber Efendimiz
(Aleyhi"s-salâtü ve's-selâm);-İyi, kötü, herkesin arkasında namaz kılın» ([4]) buyurmuştur. (İmamlık eden kimse, namazı
fazla uzatmamahdır.) Zira Peygamber Efendimiz
(Aleyhi's-salâtü ve's-selâm); «Kim ki bir cemaata imamlık ederse, en
zaîfleri o imiş gibi onlara namaz kıldırsın. Çünkü içlerinden hasta, yaşlı ve
işi olan kimseler bulunabilir- ([5]) buyurmuştur. (Aralarında erkek bulunmayan
kadınlar için cemaatla namaz kılmak mekruhtur.) Çünkü kadın imamın, kendisine
uyan kadınların ortasında durması gerekir. Bu ise, erkekler için tahrimen mekruh
olduğundan, eğer cemaatla namaz kılarlarsa mekruh bir davranışta bulunmuş
olacaklardır. (Şayet cemaatla namaz kılarlarsa imamları ortalarında durur.)
Çünkü H z . Â i ş e (Radıyallâhü anhâ) öyle yapmıştır. ([6]) Zira
ortada durmak tesettüre daha uygundur. H z. Â i ş e' nin kadınlara namaz
kıldırması ilk zamanlara hamledilmiştir. (Eğer imama uyan, bir kişi olursa
imamın sağında durur.) Zira tbn-i Abbas (Radıyallâhü anh)'ın rivayetine göre
Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ona namaz kıldırırken onu
sağ' tarafında durdurmuştur. ([7]) Açık
olan rivayete göre tek kişi imamın tam hizasında durur, imam Muhammed ise:
«Ayak parmaklarını imamın ökçesi hizasına koyar- demiştir. Eğer tek kişi imamın
sağında değil, arkasında veyahut solunda durursa -sünnete aykırı davrandığı
için- iyi bir şey yapmamış olmakla beraber caizdir.(Eğer imama uyanlar iki
kişi olursa, imamın arkasında dururlar.) Zira Enes b. Mâlik (Radiyallâhü
anhümâ)'dan gelen rivayete göre Peygamber Efendimiz {Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) onunla kardeşine namaz kıldırırken Önlerinde durmuştur. ([8]) İmam
E b û Y û s u f dan ise -İmam ortalarında durur» diye rivayet olunmaktadır.
Abdullah İbn-i Mesud (Radıyallâhü anhl'dan gelen nakii de bu yoldadır. ([9]] Biz
diyoruz ki: Hadis af-daliyetin, eser cevazın delilidir. ([10])
(Kadın ile çocuğun
arkasında erkeklerin namaz kılması caiz değildir.) Zira Peygamber Efendimiz (Aleyhi's-salâtü
ve's-selâm);-Kadınları geriye bırakın,nasıl kiCenâb-ı Allah da onları geriye
bırakmıştır» ([11]) buyurmuştur. Bunun için
kadının öne geçmesi caiz değildir. Çocuğa gelince: Çünkü namaz farz da olsa,
çocuk için nafiledir. Farzı kılan kimsenin ise nafile kılan kimsenin arkasında
kılması caiz değildir. Fakat Teravih namazı ile vakit sünnetlerini çocukların
arkasında kılmak, bizim Şeyhlerimiz: «Caiz değildir- demişlerse de B e 1h
ulemâsı caiz görmüşlerdir. Kimisi: «Mutlak sünnetlerde îmam Ebû Yûsuf ile îmam
Muhammed arasında görüş ayrılığı vardır- demiştir. Fakat muhtar olan görüş
şudur ki: hiçbir namazı, çocuğun arkasında büyüklerin kılması caiz değildir.
Çünkü çocuğun sünneti büyüğün sünnetinden zaiftir. Zira çocuk, başladığı sünnet
namazı tamamlamadan bozarsa, o sünneti kaza etmek icma ile ona lâzım gelmez.
Kuvvetli namaz ise zaif olan namaz üzerine bina kılınamaz. Fakat ikisinin de
namazı zaif olduğu için çocuğun çocuğa uyması caizdir.
(İmamın arkasında önce
erkekler, sonra çocuklar ve onlardan sonra da kadınlar dururlar.) Zira Peygamber Efendimiz (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm -Benim arkamda
önce baliğ ve akıl sahibi erkekler dursun» ([12])
diye buyurduğu gibi, er-keklerle kadınların aynı safta durmaları namazı bozar.
Bunun için kadınların arka saflarda durmaları gerekir.(Erkek ile kadının
birlikte kıldıkları bir cemaat namazında, eğer imam kadına da imamlık niyetini
getirmiş ise kadının erkek ile aynı safta durması erkeğin namazını bozar.)
İmam-ı Şafiî ise, bozulmadığını demiştir, ki kıyas da bunu gerektirir. Zira
kadının namazı bozulmadığına göre erkeğinkinin de bozulmaması lâzım gelir.
Bununla beraber biz Hanefiler bozulduğu görüşündeyiz. Çünkü yukarıda geçen
hadis hem meşhurdur ve hem de hadiste kadınlara değil, erkeklere hitab
edildiği için kadından çok, erkek durması gereken yerde durmamıştır. Bunun
içindir ki kadının namazı bozulmaz da, erkeğinki bozulur. Nasıl ki imama uyarak
namaz kılan kimse, imamdan öne geçtiği zaman imamın namazı bozulmaz da, onunki
bozulur.
(Eğer imam, kadına
imamlık niyetini getirmemiş ise, kadının erkekle aynı safta durması erkeğe
zarar vermez. Ancak bu kez kadının namazı bozulur.) Çünkü biz Hanefilere göre
bir namazın birlikte kılınması ancak o namazı kılanların birlikte kılmasını
kasd ettikleri zaman olur. Nitekim imama cemaatın önünde durmak, ancak eğer
imam imamlık niyetini getirirse vacib olur. Nasıl ki imamın arkasında namaz
kılan kimsenin namazı da, ancak imama uymak niyetini getirmesi şartıyla caiz
olur.
Namazının bozulması
için imamm kadına imamlık niyetini getirmesi de, eğer kadın imamın hizasında
durursa şarttır. Şayet kadın İmamm arkasında durur ve onun hizasında bir başka
erkek bulunmazsa o zaman iki rivayet vardır: Bir rivayete göre caiz değildir.
Çünkü kadının ilerliyerek imamm hizasına gelmesi mümkündür. Diğer rivayete
göre ise caizdir. Çünkü bilfiil imamın hizasında değildir.
(Kadınla erkeğin aynı
safta olmasının erkeğin namazını bozması için, kıldıkları namazın aralarında
müşterek olması, mutlak namaz olması, kadının şehvet çağında olması ve
aralarında nail bulunmaması şartına bağlıdır.) Çünkü bu şartlar bulunduğu
zaman erkeğin namazının bozulduğu nassdan öğrenilmiştir. Bunun için nass-da
bulunan bütün şartlar gözetilmelidir.
(Genç kadınlara cemaat
namazlarına katılmak mekruhtur.) Zira genç kadının cemaate katılması sakıncalı
bir durum doğurabilir. îmam Ebü Hanife'ye göre (Yaşlı kadının sabah, akşam ve
yatsı namazlarına çıkmasında bir sakınca yoktur. Diğer iki imam, -Kadın yaşlı
olursa bütün namazlara çıkabilir-, demişlerdir.) Çünkü yaşlı kadına rağbet az
olduğu için çıkmasında tehlikeli bir durum yoktur. Bunun için bayram namazına
çıkması nasıl mekruh değilse diğer namazlara da çıkması mekruh değildir. İmam
Ebü H a n i f e. -İnsandaki cinsel ilişki arzusu, kadın yaşlı da olsa erkeklere
karışması halinde onu kötü bir duruma itebilir. Ancak şu varki, çapkınlar Öğle,
ikindi ve cuma vakitlerinde dışarıda bulunurlar. Sabah ve yatsı vakitlerinde
ise uyuyorlar. Akşam namazı vaktinde de yemekle meşguldurlar. Bayram namazı da
meydanlarda kılındığı için yer geniş olup kadınlarla erkekler ayrı ayrı
yerlerde durabilirler. Bunun için yaşlı kadının sabah, akşam, yatsı ve bayram
namazlarında cemaate katılması mekruh değildir» demiştir.
(Abdestli olan kimse,
abdestli kalamayan kimsenin, temiz olan kadın da müstahaza olan kadının arkasında
namaz kılamazlar.) Zira imamm namazı, arkasında olan kimsenin namazı yerine
kaimdir, özrü bulunan kimsenin namazı ise, sağlam kimsenin namazı kadar
kuvvetli olmadığı için onun yerine kaim olamaz. Aynı nedenle (Okumuş olan
kimse de, okumamış olan kimsenin ve giyinik olan kimse, çıplak olan kimsenin
arkasında namaz kılamazlar.)
(Teyemmümlü kimse
abdestli kimseye imam olabilir). İmam Muhammed ise, namaz kılabilmek için
abdestli olmak şarttır. Teyemmümle ise ancak zaruret halinde namaz kılmabilir,
diyerek (Bunun da caiz olmadığı görüşünde bulunmuştur.) İmam Ebû Hanife
ile İmam Ebû
Yûsuf: Teyemmüm her ne kadar zaruret haline mahsus ise de zaruret
kalkmadıkça, abdestle yapılan herşeyin onunla da yapılabildiği için abdest
kadar kuvvetlidir demişlerdir.
(Mestlerini mesh eden
kimse, ayaklarım yıkayan kimseye imam olabilir.) Zira mestler, abdestsizliğin
ayaklara geçmesini önler. Mestlere geçen abdestsizliği de mesih giderir.
Müstahaza olan kadın ise öyle değildir. Çünkü ondan sürekli kan aktığı için
aldığı abdestle namaz kılmasına zarurete binâen cevaz verilmişse de gerçekte abdestli
değildir. (Ayakta namaz kılan kimse oturarak kılan kimsenin arkasında
kılabilir.) İmam Muharnmed
ise: «Kılamaz» demiştir, ki kıyas da bunu gerektirir. Çünkü ayakta
kılman namaz oturarak kılınan namazdan kuvvetlidir. Fakat hakkında nass
bulunduğu için biz kıyası terk etmiş bulunuyoruz. Zira rivayet olunmaktadır ki:
Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) son namazını, arkasındaki
cemaat ayakta oldukları halde oturarak kildırmıştır. C[13])
(İşaretlerle namaz
kılan kimse, kendisi gibi işaretlerle kılan kimsenin arkasında kılabilir.)
Ancak eğer imam uzanarak, arkasındaki kimse de oturarak işaretleri yapıyorsa,
o zaman caiz. değildir. Zira nafile namazlar oturarak kılmabilir de, zaruret
olmazsa uzanarak kılınamaz. Bunun için işaretlerle de olsa, oturarak kılınan
namaz uzanarak kılınan namazdan kuvvetlidir. (Rükû ve secdeleri yapan kimse,
işaretler yapan kimsenin arkasında kılamaz.) Çünkü burada imamın durumu
arkasındaki kimsenin durumundan zayıftır.
(Farzı kılan kimse,
nafile kılan kimsenin arkasmda kılamaz.) Zira herhangi bir kimsenin arkasında
namaz kılmak namazını, kimsenin namazı üzerine bina etmektir. Burada ise,
imamın namazında farziyyet vasfı bulunmadığı için, arkasındaki farzı ona bina
etmek, mevcut olmayan bir temel üzerine bina etmek kabilinden olur.
(Farzı kılan kimse,
bir başka farzı kılan kimsenin arkasında da kılamaz.) Çünkü bir kimsenin
arkasmda namaz kılmak o kimsenin namazına ortak olmak demektir. Bunun için her
iki kimsenin namazlarının bir olması gerekir.
îmam-ı Şafii
(Radıyallâhü anh) -Keyfiyetleri aynı olan bütün namazlar -vasıfları ne olursa
olsun- birbirlerinin arkasmda kıhnabilirler- demiştir. Çünkü ona göre bir
kimsenin arkasında namaz kılmak, namazı o kimsenin namazı ile birleştirmek
değil, ona uydurarak kılmaktır. Bize göre ise, o kimsenin namazı ile birleştirip
talep ve mesuliyetleri o kimseye yüklemektir.
(Nafileyi kılan kimse,
farzı kılan kimsenin arkasında kılabilir.)
Zira farz olan namaz
nafileden kuvvetli olduğu için nafile namaz ona bina. edilebilir. (Bir kimsenin
arkasında namaz kıldıktan sonra o kimsenin ab-destsiz olduğunu öğrenen kimse,
namazını bir daha kılmak zorundadır.)
Zira Peygamber Efendimiz (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) «Kim ki bir cemaata najnaz kıldırdıktan sonra
abdestsiz veyahut cünüp olduğu anlaşılırsa, hem «endisİ ve hem de onlar namazlarını
bir daha kılarlar» ([14])
buyurmuştur. İmam-ı Şafii, yukarıda geçen yargısına dayanarak: «Kendisi bir
daha kılar, fakat onlar kılmazlar» demiştir. (Okumak bilmeyen bir kimse, eğer
okumak bilen ve bilmeyen kimselerden oluşan bir cemaata namaz kıldınrsa -İmam Ebû Ö£-nife'ye göre- hepsinin namazı fasittir.} Diğer iki imam
ise: -İmamın ve okumak bilmeyenlerin namazı yerindedir. Çünkü bu imam da,
çıplak ve giyinik kimselerden oluşan bir cemaata çiplak olarak namaz kıldıran
imam gibidir. Onun namazı nasıl yerinde ise, bununki de yerindedir»
demişlerdir. îmam Ebû Hanife
(Radıyallâhü anh) :«Bu imam okuyuş tarzını yerine getirmeye gücü yettiği
halde yerine getirmemiştir. Çünkü eğer kendisi imamlık etmeyip de, cemaata
içinde okumak bilen kimselerden birine kîldırtmiş olsaydı, o kimsenin okuyuşu
onun için de okuyuş olurdu. İşte bunun için onun namazı fasittir ve onunki
fasit olunca arkasmda kılanlannki de fasittir. Çıplak olarak namaz kıldıran
kimse ise Öyle değildir. Zira imamın giyinikliği, arkasında çıplak olarak namaz
kılan kimseye gi-yiniklik hükmünü vermez- demiştir. (Eğer okumak bilen ve
bilmeyen iki kişi bir arada ve fakat ayrı ayrı namaz kılarlarsa -Sahih olan
görüşe göre- caizdir.) Çünkü her ne kadar eğer okumak bilen kişi diğerine imam
olsa, onun okuyuşu diğerine de okuyuş olacak idiyse de, cemaatla kılmadıkları
için «niçin böyle yapmadılar?» denemez. (Eğer imam gereken miktarı okuduktan
sonra çekilip yerine okumak bilmeyen bir kimseyi geçirirse, namazları
bozulur.) Çünkü namazın bütün rekâtları namaz oldukları için -ister bilfiil,
ister bilfarz olsun- okuyuştan hâli olmamaları gerekir. Okumak bilmiyen kimse
ise -okuma yeteneğine sahip olmadığı için- okuması farz edilemez. îmam. Züfer
(Radıyallâhü anh) ise: «Okuyuş farzı
yerine getirilmiş olduğu için bozulmaz» demiştir. İmamın teşehhüt miktarı
oturduktan sonra okumak bilmiyen bir kimseyi yerine geçirmesi halinde de aynı
ihtilâf vardır.[15]
(Bir kimse eğer namaz
içinde abdesti bozulursa, namazdan hemen geri çekilir ve eğer imam ise
başkasını yerine geçirir ve ab-dest aldıktan sonra gelip namazını tamamlar.)
İmam-ı Şâfii (Radıyallâhü anh) «Namazını yenibaştan kılması gerekir» demiştir,
ki kıyas da bunu gerektirir. Çünkü abdest bozulunca namazın da bozulması lâzım
geldiği gibi, kişinin namazdan çekilip yürümesiyle de namaz bozu-hır. Bu
itibarla bu da, kişinin namazım kasten bozması gibidir. Bizim dayanağımız,
Peygamber Efendimizin (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) :
•Kim ki namaz içinde
kusar, ya da burnu kanar veyahut kendisinden mezi gelirse, namazdan geri
çekilsin ve gidip abdest aldıktan sonra -eğer bir kimse ile konuşmamış ise-
tekrar gelip namazını tamamlasın- ([16])
hadisidir. Peygamber Efendimiz (Sallal-lahü Aleyhi ve Sellem) şunu da buyurmuştur;
«Herhangi biriniz
namaz kıldırırken kustuğu veyahut burnu kana-dığı zaman, eliyle ağzını kapatsın
ve namazın başmda cemaata yetişen bir kimseyi yerine geçirsin. ([17])
Çünkü kişinin elinde olmayarak abdestinin bozulması, sakınılması mümkün
olmayan bir şeydir. Bunun için bu kimseye kolaylık gösterilerek namazım
yeni-baştan kılmakla mükellef tutulmamıştır. Bilerek namazını bozan kimse ise,
böyle olmadığı için namazını yenibaştan kılmak zorundadır. (Bununla beraber)
elinde olmayarak abdesti bozulan kimsenin de (namazını yenibaştan kılması daha
iyidir.) Çünkü meselede İmam- Şafii1 nin muhalefeti bulunduğu için, şüpheden
kurtulmuş olur. Kimisi de : -Tekbaşına namaz kılan kimse için yeniden kılmak,
iman olarak veyahut imamın arkasında kılan kimse için de -cemaatın sevabını
elden kaçırmamak için- namazının geri kalanını tamamlamak daha iyidir» demiştir. (Tekbaşına namaz kılan kimse, gidip
abdest aldıktan sonra isterse evine, isterse camideki eski yerine dönüp
namazını tamamlar. Cemaatla kılan kimse ise, eğer imam henüz namazı bitirmemiş
ve imam İle kendisi arasında bir hail de yoksa, eski yerine döner.)
(Eğer bir kimse
abdestinin bozulduğunu sanarak namazdan geri çekilir ve camiden çıktıktan
sonra, yanılmış olup abdestinin bozulmadığını anlarsa, namazını yenibaştan
kılar. Eğer daha camide iken yanıldığını anlarsa, namazını tamamlar.) İmam
Muham-m e d' den gelen bir rivayete göre bu kimse de namazını yeni baştan
kılar. Kıyas da namazını yenibaştan kılmasını gerektirir. Çünkü bu kimse
namazdan, gerçekte var olan bir özürle çekilmiş değildir. Bununla beraber, bu
kimse özürlü olduğunu sanarak namazdan ayrıldığı için gerçekten Özürlü imiş
gibi namazını tamamlaması istihsan edilmiştir. Nitekim eğer yanıldığını
anlamamış olsaydı, abdest aldıktan sonra namazım tamamlayacaktı. İşte bunun
için, gerçekte var olmayan ve fakat var olduğu sanıldığı için varmış gibi
kabul edilen bu özre gerçek özrün hükmü verilmiştir. Ancak bu kimse eğer imam
olup başkasını yerine geçirmiş ise, gerçekte özürlü olmadığı halde birçok
hareketlerde bulunduğu için namazını yenibaştan kılmak zorundadır. Bu da eğer
namaz içinde abdestinin bozulduğunu sanmış ise böyledir. Namaza abdestsiz
olarak başladığını sanarak namazdan ayrıldıktan sonra yanıldığını anlayan kimse
ise, camiden çıkmamış olsa bile -abdest alıp yeniden namaz kılmak üzere
namazdan ayrıldığı için- namazı bozulmuştur. Nitekim eğer yanıldığını anlamamış
olsaydı, abdest aldıktan sonra namazını yeniden kılacaktı. İşte namazı
yenibaştan kılmak veyahut yanda kalan namazı tamamlamak bu kaideye göredir.
Çölde namaz kılındığı zaman, safların bulunduğu yer bu meselede cami hükmündedir.
Bu itibarla, eğer imam veyahut birinci safta olan bir kimse abdesti
bozulduğunda namazdan ayrılıp ön tarafa doğru giderse, onun için sınır
sütredir. Yani sütreyi geçince camiden çıkmış sayılır. Şayet sütre yoksa,
arkasındaki saflar ne kadar uzanıyorsa, onun için ön tarafta o kadar yer cami
hükmündedir. Çölde tekbaşına namaz kılan kimsenin sınırı da, her taraftan
secde ettiği takdirde başını koyacağı yerdir.
(Eğer namazda olan
kişi, delirmek veyahut uyuyup ihtilâm olmak, ya da baygın düşmekle abdesti
bozulursa, namazını yenibaştan kılar.) Zira bu haller çok az vaki olduğu için,
nassta vânt olan kusma ve burun kanaması gibi sık sık vaki olan hallere kıyas
edilemez. Kişinin abdesti namaz içinde sesli gülmekle de bozulduğu zaman,
namazını yenibaştan kılması lâzım gelir. Çünkü sesli gülmek de konuşmak gibi
namazı bozar.
(İmamın dili tutulup
okuyamaz bir duruma gelmesi halinde, başkasını yerine geçirmesi İmam Ebû
Hanife'ye göre caizdir. Diğer iki imam ise
-Caiz değildir» demişlerdir.) Zira böyle bir durum çok az vaki olduğu
için namaz içinde cünüp olmak gibidir. Namaz içinde cünüp olan imam nasıl
başkasına yerine geçiremiyorsa bu da öyledir.
İmam Ebû Hanife.«imamın başkasını yerine geçirmesi,
namaza devam edemeyeceği bir duduma düşmesi halinde caiz olduğuna göre, dilin
tutulması namaza sürdürmeye fazlasıyla mâni bir haldir ve az da vaki olan bir
şey değildir. Bunun için namaz içinde cünüp olmak gibi değildir- demiştir.
Şayet imam, okuyuşun namaz için gereken miktarını okuduktan sonra dili
tutulursa -artık gerek kalmadığı için- başkasını yerine geçiremez.
(Eğer namazda olan
kişi, teşehhütten sonra abdesti bozulursa, selâm vermek, için abdest alır.)
Zira namazın sonunda selâm vermek vâcib olduğu için abdestsiz verilemez.
(Şayet kişi teşehhütten sonra abdestini kasten bozar veyahut namaza aykırı bir
davranışta bulunursa, namaza yerindedir.) Çünkü namazı bozulduğu için artık
onu sürdürmeye imkân bulunmadığı gibi, yapılması farz olan herhangi bir şey de
kalmadığı için o namazın bir daha kalınması gerekmez. Nihayet selâm vermediği
için bir vacibi terk etmiş olur.
(Eğer teyemmüm eden
kimse namaz İçinde su bulursa) daha önce de geçtiği üzere (namazı bozulur. Eğer
bu kimse bir teşehhüt miktarı oturduktan sonra su bulursa, yahut mestlerini
mesheden bir kimse bir teşehhüt miktarı oturduktan sonra mesih süresi biter veyahut
hafif hareketle mestlerini çıkarırsa, yahut okumak bilmiyen bir kimse bir
teşehhüt miktarı oturduktan sonra Kur'an'dan bir sûre veyahut üç âyet miktarı
öğrenirse, yahut çıplak olarak namaz kılan bir kimse bir teşehhüt miktarı
oturduktan sonra elbise bulursa, yahut işaretlerle namaz kılan bir kimse bîr
teşehhüt miktarı oturduktan sonra rükû ve secdeleri yapabilecek bir duruma
gelirse, yahut daha önceki namazının kazaya kaldığını unutarak namaza başlayan
bir kimse bir teşehhüt miktarı oturduktan sonra durumu hatırlarsa, yahut
okumak bilen bir imam bir teşehhüt miktarı oturduktan sonra okumak bilmiyen
bir kimseyi yerine geçirirse, yahut sabah namazında olan bir kimse bir teşehhüt
miktarı oturduktan sonra güneş doğarsa, yahut ikindi namazında olan bir kimse
bir teşehhüt miktarı oturduktan sonra gün batarsa, yahut yaralı olup sargı
Üzerisi mesheden bir kimse bir teşehhüt miktarı oturduktan sonra yarası
iyileşip sargısı düşerse, yahut -Müstahaza kadın gibi* Özürlü olan bir kimse
bir teşehhüd miktarı oturduktan sonra Özrü kalkarsa, İmam Ebû Hanife'ye göre bu
hallerin hepsinde namazı bozulur. Diğer iki İmam ise -Namazı yerindedir» demişlerdir.) Kimisi
demiştir ki: «Bu ihtilâfın temeli şudur: Namazda olan kimsenin namazı bitirince
namazdan çıkmak için bir harekette bulunması,
İmam Ebû Hanife'ye
göre farzdır, diğer iki imama göre farz değildir. Bu hallerin hiç
birisin-" de ise, namazda olan kimsenin namazdan çıkmak üzere bir harekette
bulunmadığı için, İmam Ebû Hanife'ye göre bu haller kişi daha namazda iken,
diğer iki imama göre ise namaza bittikten sonra vaki olmuş sayılır. Tabiidir ki
bu hallerin her biri ile namaz bozulduğu için, eğer namaz içinde vaki olurlarsa
namaz bozulur, namaz bittikten sonra vaki olurlarsa namazla bir ilgileri olmaz.
İki îmam, yukarıda metni geçen Abdullah îbn-i Mesud'un: Bunu yaptıktan veya
söyledikten sonra namazın bitmiş olur» mealindeki hadisine dayanmışlardır. İmam
Ebû Hanife de: Çünkü kişi içinde
bulunduğu namazdan çıkmadıkça bir başka namaza başlayamaz. Bir başka namaza da
kılmasının farz olduğuna göre içinde bulunduğu farzdan çıkması da farz olur.
Bu da ancak, kişinin namazdan çıkmak için bulunduğu ve namaza aykın düşen bir
hareketle olur. Bu hallerin hiç birisinde ise, kişinin namazdan çıkmak için
yaptığı bir hareket yoktur.
Abdullah îbn-i
Mesud'un hadisindeki •Namazın bitmiş olur- deyimi de «Namazın bitmeye
yaklaşmış olur» ma-nâsındadır. Bu hallerden biri olan imamın kendi yerine bir
başkasını geçirmesi de her ne kadar onun kendi hareketi ise de. namaza aykın
olup namazı bozan bir hareket değildir. Nitekim eğer imamın kendi yerine
geçirdiği kimse, Kur'an okumasını bilen bir kimse olsaydı namazı bozulmazdı.
Burada namazın bozulması, imamın kendi yerine geçirdiği kimsenin imamlığa
yetenekli olmamasından ileri gelen şer'i bir hükümdür- demiştir. (Eğer bir
kimse cemaata bir rekât kılındıktan sonra katılırsa, imamın abdesti
bozulduğunda o kimseyi yerine geçirmesi caizdir.) Çünkü bu kimse imamın abdesti
daha bozulmamışken cemaata katılmıştır. Bununla beraber, imamın namazın
tamamına yetişen bir kimseyi yerine geçirmesi daha iyidir. Zira imamın namazını
tamamlamaya bu kimsenin gücü daha yeter. Bir rekât kılındıktan sonra cemaata
katılan kimse için de -cemaatla birlikte selâm veremiye-ceği için- imamın
yerine geçmemek daha uygundur. (Şayet ima-nıın yerine geçerse imamın vardığı
yerden başlar.} Çünkü imamın yerine geçmiştir, (ve selâm verme yerine vardığı
zaman, cemaatla birlikte selâm vermesi için namazın başında cemaata yetişen birini
yerine geçirir. İmamın namazı bittikten sonra eğer bu kimse sesli güler, ya
bilerek abdestini bozar, ya konuşur veyahut camiden çıkarsa, kendisinin namazı
bozulur. Fakat cemaatın namazı tamamdır.) Çünkü kendisi daha namazın içinde
iken namazı bozan bir davranışta bulunmuştur. Cemaatın namazı ise o sırada
bitmiştir. Birinci imamın namazı da eğer o sırada bitmiş ise bozulmaz,
bitmemiş ise -en sahih olan rivayete göre- bozulur. (Eğer imam namazın sonunda
bir teşehhüt miktarı oturduktan sonra sesli olarak güler veyahut kasten
abdestini bozarsa, namaza sonradan katılanların namazı -İmam Ebû Hanife'ye
göre- bozulur. Diğer iki imam ise: «Bozulmaz- demişlerdir. Eğer imam konuşur
veyahut camiden çıkarsa, sonradan namaza katılanların namazı her üç İmama göre
de bozulmaz.)
İ- m a m Muhammed ile
İmam Ebû Yûsuf: imama uyan kimsenin namazı,, imamın namazına tâbidir. İmamın
namazı yerinde ise, onun da namazı yerindedir. İmamın namazı fasit ise onun da
namazı fasiddir. Burada imamın namazı yerinde olduğu için onun da namazı
yerindedir. Çünkü kişi bir teşehhüt miktarı oturduktan sonra, namazı bitmiş
olduğu için ister sesli gülsün, ister abdestini kasten bozsun, ister konuşsun
veyahut camiden çıksın, bu durumların hiç biri ona zarar vermez» demişlerdir.
İmam Ebû Hanife ise:Namazda sesli
gülmek abdesti bozduğu için namazın son cüzünü fesada götürür. İmamın
namazından son cüz fesada gidince ona uyanın namazından da o kadarcık fesada
gider. Ancak imamın namazı sona geldiği için onun daha yapacağı bir iş
kalmamıştır. Cemaata sonradan katılan kimse ise, namazı daha sürdürmek
zorundadır. Fasit olan namaz da sürdürülemez. Selâm vermek ise sesli gülmek
gibi değildir. Çünkü selâm vermek namazı sona erdirir. Selâmda sağ ve sol
taraflardaki kimselere hitap bulunduğu için, konuşmak da selâm vermek gibidir»,
demiştir. Şunu da hatırlatmak gerekir ki, eğer bir kimse bir teşehhüt miktarı
oturduktan sonra sesli olarak gülerse, yapması gerekli olan bir farz
kalmadığından, namazı bozulmuyorsa da abdesti bozulur. (Rükû veya secdede
abdesti bozulan kimse, abdest alıp namazından geri kalanını tamamlar. Ancak
içinde abdestinin bozulduğu rükû veya secde muteber değildir.) Zira herhangi
bir rükün, ondan başka rükne geçümedikçe tamam olmaz ve abdestsiz olarak ondan
başka rükne de geçmek mümkün değildir. Bunun için abdest aldıktan sonra,
içinde abdestinin bozulduğu rükû veya secdeyi bir daha yapmak gerekir. Şayet bu
kimse imam olup başkasını yerine geçirirse, yeni imam abdestli olduğu için o
rükû veya secdeyi bir daha yapmaz. (Eğer kişi rükû veya secdede iken, geçen
rekâtın bir secdesini eksik bıraktığım veyahut tilâvet secdesiyle borçlu
olduğunu hatırlarsa unuttuğu secdeyi yaptıktan sonra rükû veya secdesini bir
daha yapar.l Bu rükû veya secdeyi bir daha yapmak -namazdaki hareketlerin
tertibine mümkün olduğu kadar riâyet etmek bakımından- daha iyidir. Yoksa, bir
daha yapmasa da bir şey lâzım gelmez. Çünkü şart olan, abdestli olarak her
hareketin yapılmasıdır, ki bu da yapılmıştır. (Tek bir kişiye imamlık eden
kimse, abdesti bozulup camiden çıkarsa, ister istemez o tek kişi imam olur.)
Çünkü imamın yeri boş kalırsa namazı fesada gider ve kendisinden başka da
imamlık edecek kimse yoktur. Birinci imam, onu yerine geçirmiş sayıldığı için,
abdest aldıktan sonra gelip namazını onun arkasında tamamlar. (Eğer arkasında
yalnız bir çocuk veyahut bir kadm olursa, kimisi: -Namazı bozulur» demiştir.)
Zira yerine geçen çocuk veya kadm imamlığa ehil değildir. Kimisi de :
-Bozulmaz. Çünkü kendisi kas-den o çocuk veya kadını yerine geçirmemiş ve o
çocuk veya kadın da imamlığa ehil olmadığı için yerine geçmemiştir- demiştir.[18]
(Namaz içinde, ister
bilerek, ister yanlışlıkla olsun konuşan kimsenin namazı bozulur.) î m a m -1
Şafii (Allah rahmet eylesin) meşhur
olan hadise dayanarak :-Kişi yanlışlıkla veyahut unutarak konuşursa namazı
bozulmaz» demiştir. Bizim dayanağımız Peygamber Efendimizin (Aleyhi's-salâ-tü
ve's-selâm);«Bizim bu namazımız onda, insanların birbirleriyle konuşmaları
türünden olan herhangi birşey yaramaz. Namaz yalnız teşbih, Kur'an okumaktır» ([19])
hadisidir. Zira I m a m-1 Şafii'nin dayandığı meşhur hadis,
yanlışlıkla işlenen herhangi bir şeyde günah bulunmadığı mânâsına mahmuldür.
Fakat namaz içinde yanlışlıkla selâm vermenin namaza bir zararı yoktur. Çünkü
selâm bir bakıma zikir, bir bakıma hitabtır. Bunun için, yanlışlıkla verildiği
zaman zikir, bilerek verildiği zaman konuşma olur. (Eğer kişi namaz içinde
inler, ya ah çeker veyahut yüksek sesle ağlarsa, eğer inleyişi, ah çekmesi
veyahut ağlaması, Allah korkusu ve ruh İnceliğinin bir sonucu ise) huşua
delâlet eden bir hal olduğu için (namazı bozmaz. Eğer ağn veyâhud üzüntüden
ötürü ise bozar.) Zira bu durumda kişi ağn veya üzüntüsünün dayanılmaz
olduğunu ifâde eder gibi olduğu için konuşmuş sayılır.
îmam. Ebû Yûsuf tan :
«Namazdaki kimsenin ah demesi namazı bozmaz da, uh demesi bozar» diye
söylediği rivayet olunmaktadır. Kimisi demiştir ki: «imam Ebû Yûsuf'a göre
kaide şudur: Eğer kelime ile harften fazla değilse ve her iki harfi veyahut
biri ELYEV METENSAH da. toplanmış bulunan harflerden ise namazı bozmaz. Eğer
her iki harfi de bu harflerden olmazsa bozar. Çünkü bu harfler Arapçada katma
harflerdir».
Halbuki bu, kuvvetli
bir yargı değildir. Çünkü konuşmalarda hangi harflerden olursa olsun, mânâ
ifade eden kelimeler kullanılır. Mânâ ifade eden kelimeler içinde de tamamen
katma harflerinden oluşan kelimeler çoktur.
(Eğer kişi zorunhık
duymadan öksürür ve boğazından harfler çıkarsa, namazın -iki imama göre-bozulması
gerekir. Zorunluk sonucu olan öksürme İse -aksırık gibi- namaza zarar vermez,
Ak-siran bir kimseye, namaz içinde YERHEMUKELLAH demek de namazı bozar. Zira
YERHEMUKELLAH» -Allah sana rahmet eylesin» demek olduğu için insanların
birbirleriyle konuşmaları türündendir. Fakat aksıranın kendisi veyahut bir
başkası ona ELHAMDÜLİLLAH derse -demişlerdir ki- Öyle değildir. Çünkü aksırana
ELHAMDÜLİLLAH demek âdet değildir. (Eğer bir kimse Kur'an'dan bir sûre veya
âyet okurken unutup âyetin sonunu okuyamazsa, namazda olan bir kimsenin ona hatırlatmak
için o âyeti okuması namazını bozar.lUnutan kimse de eğer namazda ise, onun da
namazı bozulur. Çünkü bu bir öğretim ve öğrenim olduğu için karşılıklı bir
konuşmadır. Ancak eğer yalnız bir kez olup tekerrür etmezse -az sayıldığı
için- zararı yoktur. Bunun için K ud û r i -Eğer tekerrür ederse- diye kayıt
koymuştur. (El-Cami-ül Sağir'de ise -bunun- bir konuşma olduğu ve konuşmanın
azı ile çoğu arasında fark bulunmadığı için- bu kayıt yoktur. (Eğer imamın
unutup durakladığı âyeti arkasındaki cemaattan biri ona hatırlatırsa, namazı
bozulmaz.) Zira her ne kadar bu da diğeri gibi bir konuşma ise de kişi,
imamının namaz eksikliklerini düzeltmek zorunda olduğu için, namazın
amellerinden sayılır. (Ancak hatırlatmak için okurken) sahih olan kavle göre
(okumayı de-ğiL hatırlatmayı kasd etmelidir. Zira imamın arkasında namaz kılan
kimse ancak hatırlatmak için okuyabilir, normal okumaktan men-edilmiştir.
(Şayet İmam unuttuğu âyet üzerinden atlayıp bir başka âyete geçtikten sonra ona
natırlatihrsa, hatırlatanın namazı bozulur. Eğer İmam da hatırlatana uyarak
unuttuğu âyete geri dönerse, onun da namazı bozulur) Zira bir zorunluk yokken
kendisine telkin de bulunulmuş ve o da zorunlu olmayan o telkine uymuştur.
imamın herhangi bir âyeti unutup durakladığı zaman, cemaatin acele etmemesi ve
imamın da -eğer zamam gelmişse hemen rükûa varmak veyahut unuttuğu âyeti
bırakıp bir başka âyete geçmek suretiyle, cemaati kendisine hatırlatmaya
mecbur kılmaması gerekir.
(Eğer bir kimse: -Allah'dan
başka bir ilah var mı?) diye söyler ve namazda olan kimse de -Allah'dan başka
ilah yoktur» demek olan LA İLAHE ÎLLELLAH derse -İmam Ebü Hanife ile İmam
Muhammed'e göre- namazı bozulur. İmam Ebû Yûsuf ise bozulmaz» demiştir.) Bu
ihtilâf, namazda olan kimsenin bunu adama cevap verme gayesiyle söylemesi
halindedir: imam Ebû Yûsuf: «LA İLAHE ÎLLELLAH sigasi itibarıyla sena ve
Allah'ı yüceltme olduğu için, kişinin niyetiyle değişmez» demiştir, imam Ebû
Hanife ile îmam
Muhammed ise:
«Böyle de olsa, kişi
onu cevap olarak söylediği ve aynı zamanda cevaba da yaradığı için aksıran
kimseye YERHAMUKELLAH demek gibidir» demişlerdir. Sahih olan rivayete göre
aynı ihtilâf, bir kimsenin «falanca adam ölmüştür» demesi üzerine bir başkasının
namazda ÎNNA LİLLAH VE İNNA İLEYHİ RACİUN diye cevap vermesi halinde de vardır.
(Eğer kişi LÂ İLAHE İLLELLAH da söylemekle «ben namazdayım» demek isterse,
namazı -icma ile- bozulmaz.) Zira Peygamber Efendimiz (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) : «Herhangi
biriniz namazda bir olayla karşılaştığı zaman, teşbih getirsin- ([20]) buyurmuştur. (Eğer bir kimse, öğle
namazından bir rekât kıldıktan sonra ikindi veyahut nafile namazına başlamak
niyetiyle tekbir alırsa, öğle namazını bozmuş olur.) Çünkü onun başka namaza
başlaması sahihtir. Onun için öğle namazından çıkmış olur. (Eğer öğle namazından
bîr rekât kıldıktan sonra yine öğle namazına başlamak niyetiyle tekbir alırsa
kıldığı rekât rekât olup onun bir daha kılması gerekmez.) Zira daha önce
başlamış olduğu bir namaza bir daha başlamak niyetiyle tekbir aldığı için, eski
niyetini yenilemekten başka bir şey yapmış değildir. Bunun için eski niyetinin
hükmü bakidir.
(Namaz içinde Kur'an'ı
yüzünden okumak -İmam Ebû Hani-fe'ye göre namazı bozar.) Çünkü Kur'an'ı
yüzünden okuyan kişi -onu taşımak, açıp içine bakmak ve yapraklarını çevirmek
gibi- bir çok hareketler yapmak zorunda olduğu gibi, ayrıca başkasından ders
okur gibi olur. Buna göre, namazda Kur'an'ı yüzünden okumanın caiz olmayışının
iki nedeni var: Biri, okuyanın birçok hareketler yapmak zorunda kalması, diğeri
başkasından ders alır gibi olmasıdır. Birincisine göre eğer kişi Kur'an'ı
eline almazsa, caizdir. İkincisine göre ise, eline alsa almasa caiz değildir
(Diğer iki İmama göre ise, namazda Kur'an'ı yüzünden okumanın sakıncası
yoktur.) Zira Kur'an okumak nasıl bir ibadet ise. ona bakmak da ayn bir
ibadettir. (Ancak) Yahudi ve Hıristiyanların âdeti olduğu için (mekruhtur).
Namazda olan bir kimsenin kitap, yazı ve benzeri gibi bir şeyi mütalaa etmesi
-sahih olan rivayete göre- ittifakla namazı fesada götürmez. Fakat eğer bir
kimse : «Ben falanca kitabı okumayacağım» diye yemin ettiği zaman o kitabı
mütalaa ederse yeminini bozmuş olur. Zira herhangi bir şeyi okumaktan gaye, o
şeyin muhtevasını öğrenmektir ki bu, mütalaa ile de olur. Namaz ise, çok
derecede sayılan vücut hareketleriyle bozulur. Mütalaa da ise, zihin
faaliyetinden başka herhangi bir vücut hareketi yoktur.
(Namazda olan bir
kimsenin önünden kadının geçmesi namaza bozmaz.) Zira Peygamber Efendimiz (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) :-Herhangi bir
şeyin geçmesi namazı bozmaz ([21])
buyurmuştur (Ancak geçen kimse günah işlemiş olur.) Zira Peygamber
Efendimiz (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)
:«Eğer namaz kılanın önünden geçen kimse, bunun ne kadar günah olduğunu bilseydi,
kırk... bekliyecekti- ([22]) buyurmuştur. Ravi demiştir ki: Kırk yıl mı,
ay mı, gün mü dedi? hatırlayamıyorum. Derler ki: namazın önünden geçmek, eğer
namaz kılan ile geçen arasında bir hail bulunmaz, ve geçen kimse namaz kılanın
secde edeceği yerden geçer ve namaz kılanla geçenin azalan birbirlerine muhazi
olursa günahtır. (Eğer kişi çölde namaz kılıyorsa, önüne bir sütre koyması gerekir.) Zira Peygamber Efendimiz (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) : -Herhangi biriniz çölde namaz
kıldığı zaman önüne bir sütre koysun- ([23])
buyurmuştur. (Sütrenin yerden yüksekliği en az bir ziradır.) Çünkü Peygamber
Efendimiz (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)
: -Herhangi biriniz çölde namaz kıldığı zaman, deve palanının arkası kadar
yüksek bir şeyin önünde duramaz mı?» ([24]) buyurmuştur.
(Kimisi s -Sütre en az bir parmak kalınlığında olur- demiştir.) Çünkü eğer bir
parmak kalınlığından da ince olursa uzaktan görülemediği için o sütreden gaye
hâsıl olmaz
(Namaz kılan kimse
sütrenin yakınında durur.) Zira Peygamber
Efendimiz (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) :
«Bir sütrenin
karşısında durarak namaz kılan kimse, sütrenin yakınında dursun» ([25]) buyurmuştur.
(Ve sütreyi ya sağ
veya sol kaşının hizasına getirir. Çünkü bunun da hakkında hadis varid
olmuştur. ([26]) Eğer namaz kılmak istiyen
kimse, önünde herhangi bir yol yoksa ve önünden bir şeyin geçmiyeceğinden emin
ise, sütre koymasa da bir şey lâzım gelmez. (İmamın sütresi, cemaat İçinde
sütredir.) Zira Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Mekke
vadisinde dikilmiş bir bastona karşı durarak namaz kıldırmişür. Arkasındaki
cemaatin önünde ise sütre yoktu. ([27])
(Sütrede muteber olan, yere dikilmesidir. Yere atmak veyahut çizgi çekmek kâfi
gelmez.) Zira yere atmak veyahut çizgi çekmekle gaye elde edilemez.
(Namazda olan kimse eğer
önünde sütre bulunmaz veyahut bulunduğu halde herhangi bir kimse onunla sütre
arasında geçmek isterse, buna mâni olur.) Zira Peygamber Efendimiz
(Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) :
«Yapabildiğiniz kadar mani olun» ([28])
buyurmuştur. (Mani olmak da ya) Peygamber Efendimizin (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) bir gün namaz kılarken önünden geçmeye davranan Ümmü Seleme' nin iki
çocuğuna yaptığı gibi ([29]) (el
işareti yapmak, ya da) yukarıda geçen hadise binaen (teşbih getirmek suretiyle
olur. Hem el işareti yapmak ve hem de teşbih çekmek mekruhtur.) Çünkü birisi
kâfi gelir.[30]
(Namazda olan
kimsenin, elbise veyahut herhangi bir yeriyle oynaması mekruhtur.) Zira
Peygamber Efendimiz (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) :«Cenâb-ı Allah üç şeyi
yapmanızdan hoşlanmaz: Oruçta kadınlara yaklaşmaktan, namazda oyalanmaktan ve
mezarlıklarda gül-mekten> ([31])
buyurmuştur. Hem oynamak namazın dışında haram iken namazda haram olması
evleviyyetle lâzım gelir (Namazda olan kimse çakıllarla da oynamaz. Ancak eğer
secdeye İmkan bulamazsa, alnını koyacağı yerin çakıllarını bir defa için
düzeltebilir.) Zira Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem Ebû Z e r
r i Gif ari'ye; "Ev Ebu Zer, yalnız bir defa için. Yoksa bırak» ([32])
buyurmuştur.(Namazda olan kimse, parmaklarım da çıtlatamaz.) Zira Peygamber
Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) H z . Ali (Radıyallâhü anh) 'a;-Kendim
için istediğimi senin için de istiyorum. Namaz kılarken parmaklarını çıtlatma»
([33]) buyurmuştur (Namazda olan kimse elini böğrüne
koyamaz.) Zira Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bundan
nehyettiği gibi, ([34])
elini böğrüne koyan kimse sünnet olan bir durumu terk etmiş olur. (Namazda olan
kimse, yüzünü sağa sola çevirip bakamaz.) Çünkü Peygamber Efendimiz (Saüallahü Aleyhi ve
Sellem) :-Eğer namazda olan kimse, kiminle konuştuğunu bilseydi, yüzünü sağa
sola çevirip bakmazdı» ([35])
buyurmuştur. (Şayet boynunu döndermeden ve yalnız gözlerinin ucu ile sağa sola
bakarsa mekruh değildir.) Zira Peygamber Efendimiz (Sallal-lahü Aleyhi ve
Sellem) namazda. Ashabına gözlerinin ucuyla bakardı. ([36])
(Namazda olan kimse,
çömelmez ve dirseklerini yere serip yüzükoyun yatmaz.) Zira E b û Zer
(Radıyallâhü anh) -Sevgili dostum beni,
horoz gibi yeri gagalamaktan, köpek gibi çömelmek-ten ve tilki gibi
dirseklerimi yere serip yüzükoyun yatmaktan neh-yetmiştir, demiştir. ([37])
(Namazda olan kimse ne
diliyle ne eliyle selâm alamaz.) Çünkü dil ile selâm almak konuşmaktır. El ile
almak da konuşmak hükmündedir. Hatta eğer selâm almak veya vermek niyetiyle
birisiyle el sıkışırsa namazı bozulur.
(Namazda olan kimse
eğer mecbur olmazsa bağdaş oturamaz.) Çünkü bağdaş oturmada sünnet olan oturuş
terk edilmiş olur.(Kişi namaz kılarken saçım başında toplayıp bağlaması da mekruhtur.)
Rivayet olunmaktadır ki Peygamber Efendimiz (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem)
kişiyi, saçı başında düğümlenmiş olarak namaz kılmaktan nehyetmiştir. ([38])
(Namazda elbiseyi toplamak da mekruhtur.) Çünkü bir nevi bü-yüklenmedir.
(Elbiseyi omuzların üstüne atarak ve kollan geçirmeden namaz kılmak da
mekruhtur.) Zira Peygamber Efendimiz (Sal-lallahü Aleyhi ve Sellem) bundan
nehyetmiştir. ([39]) (Namazda olan kimse
yiyemez ve içemez.) Zira yemek ve içmek namazın amellerinden değildir. (Şayet
kişi, bilerek veyahut yanlışlıkla bir şey yer veya içerse namazı bozulur.)
Çünkü yemek ve içmek oldukça uğraştıncı ve uzun süren birer iştirler. Namazda
olan kimse ise, bu kadar uzun süren bir işi yaparken namazda olduğunun
farkında olmaması mümkün değildir.
(İmamın namaz
kıldırırken mihrabın içinde durması mekruhtur.) Çünkü mabedlerde özel yerleri
bulunan Hristiyan ve Yahudi din adamlarına benzemiş olur. (Fakat mihrabın
dışında durup mihrabın içinde secdeye varmasının bir sakıncası yoktur.) Aynı
sebepten dolayı imamın (camide bulunan seki gibi yüksek bir yerin üstünde yalnız
olarak durması da mekruhtur.)
(Karşıda bir Kur'an
veya kılıç asılı olduğu halde de namaz kılmak mekruh değildir.) Zira î b n - i
Ömer (Radıyallâhü anh) yolculuklarında çoğu kez azatlısı N â f i n ' in sırtına
karşı durup namaz kılardı.
(Karşıda bir Kur'an
veya kılıç asılı olduğu halde de namaz kılmak mekruh değildir.) Zira Kur'an
veya kılıç tapılan nesnelerden değillerdir. Kerahet ise tapma korkusundan
ötürüdür.
(içinde insan veya
hayvan resminin bulunduğu bir sergi Üzerinde namaz kılmanın sakıncası yoktur.)
Çünkü bu durumda resim ayak altında kaldığı için ona saygı gösterilmiş olmayıp,
tersine küçümsenmiş olur. (Fakat) resme tapmayı andırdığı için (resim üzerinde
secde edilmez.) K u d û r i' de «resim üzerinde secde edilse edilmese resimli
sergi üzerinde namaz kılmak mekruhtur- diye kayd edilmektedir. Çünkü namazın
kendisi bir saygı gösterişidir. (Eğer namaz kılanın karşısında, ya tavanda
veyahut yanlarında bir tane veyahut birden çok asılı resimler bulunursa,
namazı mekruhtur.) Zira Cibril
(Aleyhısselâm) Peygamber Efendi-
miz (Aleyhi's-saiâtü ve's-selâm)'a; Biz, içinde köpek veyahut resim bulunan bir
eve girmeyiz» ([40]) demiştir. Eğer resim,
gözle görülmiyecek kadar küçük olursa mekruh değildir. Çünkü çok küçük olan
resimlere tapılmaz.
(Başı kesik olan resimler resim sayılmaz.)
Zira başı bulunma yan resme tapümadığı için nihayet o da mum, çıra ve kandil
gibi olup karşısında kılman namaz mekruh değildir. (Eğer resim yere atılmış bir
yastık veyahut serili bir döşekte olursa) üzerine basıldığı için (mekruh
değildir.) Fakat eğer yastık duvara dayalı veyahut yerden yüksek bir şey
üzerinde olursa, bulunduğu yerde namaz kılmak -ona bir saygı gösterisi
olabildiği için- mekruhtur. Namazın en mekruh olan durumu, namaz kılarken
resmin karşısında durmaktır. Ondan sonra resim namaz kılanın tepesinde, ondan
sonra sağında, ondan sonra solunda ve ondan sonra da arkasında iken namaz
kılmasıdır.(Eğer kişi içinde resimler bulunan bir elbiseyi giyerse) Putları
üstünde taşıyan kimselere benzediği için (mekruhtur.) Fakat bu hallerin
hepsinde kılınan namaz, sıhhat şartlan eğer yerine getirilmiş ise sahihtir.
Ancak mekruh olduğu için bir daha kılınır, ki hüküm kerahetle kılınan her
namazda caridir. (Canlı olmayan şeylerin resmi mekruh değildir.) Zira canlı olmayan şeylere kimse ibadet et-
mez. (Namaz içinde
yılan ve akrepleri Öldürmenin bir sakıncası yoktur.) Zira Peygamber Efendimiz
(Aleyhi's-salâtü ve's-selâm); «Namazda bile olsanız o iki siyahı öldürün» ([41])
diye buyurmuştur. Ayrıca, onları öldürmek namazda karşılaşılan bir gaileyi
defetmek olduğu için, namazın Önünden geçmeye davranan kimsenin geçmesini
önlemek gibidir. Sahih olan görüşe göre -hadiste bir istisna bulunmadığı için-
yılanın hiç bir çeşidi bu hükümden müstesna değildir. (Namaz içinde âyet ve
hadisleri parmaklarla saymak mekruhtur.)
Bunun gibi sûreleri de elle saymak mekruhtur. Çünkü elle' saymak namazın
amellerinden değildir. Îmam Ebû Yûsuf ile İmam
Muhammed' den: «Namazda âyet ve teşbihlerin belli sayıda okunması sünnet
olduğu için -ster farz, ister nafile olsun-namazda elle saymanın bir sakıncası
yoktur» diye rivayet olunmaktadır. Biz diyoruz ki: Kişi okumak istediği
âyetlerin adet miktarını namaza başlamadan sayabildiği için, namaza girdikten
sonra sayarak okumak -Allah daha iyi bilir- gereksiz bir şeydir.[42]
(Helada dahi olsa,
kıbleye dönük olarak abdest bozmak mekruhtur.) Zira Peygamber Efendimiz
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bundan nehyetmiştir. ([43])
Kişinin kıbleye arkasını vererek abdest bozmasının hükmü hakkında ise, iki
rivayet vardır: Bir rivayete göre mekruhtur. Çünkü saygısızlıktır. Bir rivayete
göre mekruh değildir. Zira abdest bozarken arkasını kıbleye veren kimsenin
çirkin avreti kıblenin karşısında değildir. Kendisinden çıkan pislik de yere
iner. Fakat kıbleye dönük olarak abdest bozan kimse öyle değildir. Çünkü onun
hem çirkin yeri kıbleye karşıdır ve hem de abdestini kıbleye doğru bozmuş olur.
(Caminin damında
cinsel ilişkide bulunmak, büyük veya küçük abdest bozmak tahrimen mekruhtur).
Zira caminin damı da caminin içi hükmündedir. Hatta eğer bir kimse caminin
damında durup caminin içinde bulunan imama uyarsa, caizdir. İtikafta olan bir
kimse de eğer caminin damına çıkarsa, itikâfı bozulmaz. Cünüb olan bir
kimsenin de, caminin damında durması caiz değildir. (Fakat al-tında mescid
bulunan binada abdest bozmanın sakıncası yoktur.) (Namaz vakitleri dışında bile
olsa caminin kapısını kilitlemek) Namaza mani olmak izlenimini verdiği için
(mekruhtur) kimisi: «Eğer cami eşyasının çalınmasından korkutuyorsa sakıncası
yoktur.» demiştir.
(Camileri ces, saç ve
altun suyu gibi şeylerle nakışlamanın bir sakıncası yoktur.) Bu deyimden:
-Camileri nakışlamak günah değildir. Fakat sevabı da yoktur» diye
anlaşılmaktadır. Fakat kimisi sevabtır demiştir. Bu da eğer kişi, kendi
kesesinden yaparsa böyledir. Mütevelli ise, camiye malından baktığı için,
nakış ve benzeri gibi caminin zaruri ihtiyaçları dışında -Allah daha iyi bilir-
herhangi bir şey için harcama yapamaz. Hatta eğer yaparsa kendi kesesinden
gider.[44]
(Vitir namazı, İmam
Ebû Hanife'ye göre vacibtir. Diğer iki imam »se: -Sünnettir» demişlerdir.) Çünkü sünnet olduğunu gösteren bîr çok
belirtileri vardır. Nitekim onun için ayrı bir ezan yoktur ve vü-cûbunu inkar
eden kimse kâfir olmaz. Peygamber Efendimizin (Aley-hi's-salâtü ve's-selâm) :
«Cenab-ı Allah
namazlarınıza bir tane daha eklemiştir. O da vitir namazıdır. Onu yatsı ile
fecrin doğuşu arasında kılın- ([45]) hadisi
ise, î m a m Ebû Hanife' nin görüşünü teyid etmektedir. Zira hadis emirdir,
emir de vücub içindir. Bunun içindir ki vitir namazı vaktinde kılınmadığı
zaman, kazası icma ile lâzım gelir. Vitir namazının vücubunu inkâr edenin
kâfir olmaması da, vü-cubunun sünnet, yani hadis ile sabit olduğu içindir. İmam
Ebû Hanife' den, söylediği rivayet olunan- sünnettir» sözünden de maksat budur,
yani vücudu sünnet ile sabittir. Vitir namazına ayrı bir ezan bulunmayışının
nedeni de yatsı namazının vaktinde kılınmasıdır. Çünkü yatsı namazının ezan
ile kameti ona da yeterli olur. (Vitir namaza üç rekâttır ve aralarında selam
yoktur.) Zira H z. A i § e (Radıyallâhü anhâ)"dan gelen rivayete göre
Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Vitir namazını üç rekât
kılar ve aralarında selâm vermezdi. ([46])
Hasan İbn-i Ziyad da (Allah rahmet eylesin) Vitir namazının üç rekât olup,
aralarında selâm bulunmadığı konusunda bütün müslümanların icma ettiğini
hikâye etmiştir, ki îmam-ı Şafii' nin bir kavli de bu yoldadır. Imam-ı Şafiî
bir diğer kavlinde ise : «Vitir namazı iki selâm ile kılınır» demiştir. îmam
Malik de (Allah rahmet eylesin) bu görüştedir. Yukarıda rivayet ettiğimiz hadis
ise, onlara karşı bir hüccettir. Vitir namazının üçüncü rekâtında rükûa varmadan
Kunut duası okunur. Imam-ı Şafiî ise: «Rüküdan sonra okunur. Zira rivayet
olunmaktadır ki: Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aley ve Sellem) vitir namazının sonunda kunut
duasını okurdu. ([47]) Namazın
sonu ise rüküdan sonradır» demiştir. Bizim ise dayanağımız, Peygamber
Efendimizin (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kunut duasını rükûdan önce okuduğuna
dair rivayettir.([48]
)Imam-ı Şafii (Allah rahmet eylesin) : «Vitir namazında kunut duası. Ramazan
ayının son yansından başka bir zaman okunmaz- demiş ise de, bize göre bütün
senede okunur. Zira rivayet olunmaktadır ki Peygamber Efendimiz (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) , Kunut duasını torunu
H z Hasan (Radıyallâhü anh) 'a
öğretirken; «Bunu vitir namazında aralıksız oku» buyurmuştur. (Vitir namazının
her rekâtında hem Fatiha, hem Zammı sûre okunur.) Zira -yukarıda geçtiği üzere-
Cenâb-ı Hak «Namazda, Kur'an'dan neyi okuyabilirsen oku» buyurmuştur.([49])
(Kişi Kunut duasını okumak istediği zaman) Bir durumdan bir başka duruma
geçtiği için (ellerini kaldırır ve tekbir getirerek Kunut duasını okumaya
başlar.) Zira Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) -yukarıda da
geçtiği üzere- «Yedi yerden başka eller kaldırılmaz» diye buyururken bu
yerlerden birinin Kunut tekbiri olduğunu söylemiştir. (Vitir namazından başka
bir namazda Kunut duası okunmaz.) Imam-ı Şafii (Allah rahmet eylesin) : -Sabah namazında
da okunur- demiştir. Zira A b d u 1 a h îbn-i Mesud'un rivayetine göre
Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sabah namazında Kunut
duasını bir ay okumuş ve ondan sonra bırakmıştır. ([50])
(Eğer imam, sabah namazında Kunut duasını okus -imam Ebû Hanife ile İmam
Muhammed'e göre- arkasında olanlar susarlar. İmam Ebû Yûsuf ise: «İmama
uyarlar- demiştir.) Çünkü imamm arkasında namaz kılanlar imama tabidirler.
Kunut duasını okuyup okumamak da bir ictihad meselesidir. îmam Ebû Hanife ile İmam Muhammed: Sabah
namazında Kunut duasının okunması mensuhtur. Mensuh olan bir hükümde ise imama
uyulmaz» demişlerdir. Bu duruma göre imamın arkasında olanlar ne yapmalıdırlar?
kimisi: «imamın hareketlerine uymak vacib olduğu için ayakta beklerler kimisi de:
Kunut duasında imama
uymadıklarının bilinmesi için otururlar. Zira ayakta durup susan kimse de,
duayı okuyana ortaktır.» demiştir. En sahih olan görüş birincisidir. Bundan
anlaşılıyor ki: Hanefiler, Şafii olan imamm arkasında namaz kılabilirler ve
eğer şafii olan imam sabah namazında kunut duasmı rüküdan sonra okusa arkasında
namaz kılan Hanefîlerin ona uymaları gerekir. Ancak eğer şafii olan imam,
arkasında Hanefinin inancına göre namazı fesada götüren bir davranışta
bulunmuş, meselâ kan aldırmış ve Hanefi olan kimse de bunu öğrenirse, şafii
olan imamm arkasında kıldığı namazı bir daha kılması gerekir. Kunut duâsım
-Allah daha iyi bilir- gizli okumak daha
iyidir. Zira kunut duadır. Duada ise gizlilik esastır.[51]
Sünnet oîn namazlar
-sabah namazından önce iki, öğle namazından önce dört, öğle namazından sonra
iki, ikindi namazmdan önce dört, akşam namazından sonra iki ve yatsı namazmdan
önce ev sonra dörder rekât olmak üzere- yirmi iki rekâttır. Kişi ister ikindi
namazının sünneti ile yatsı namazının son sünnetini iki rekât olarak kılabilir.
Bunun esası, Peygamber Efendimizin (Aleyhi 's-salâ-tü ve's-selâm) :
«Kim ki -Öğle
namazından önce dört, öğle namazından sonra iki, akşam namazından sonra İki,
yatsı namazmdan sonra iki re sabah namazından önce iki rekât olmak üzere- günde oniki rekât sünnet kılarsa, Cenâb-ı
Allah ona Cennette bir ev inşa eder» ([52])
hadisidir. Bu hadiste ikindi namazının dört rekât sünnetinden söz edilmediği ve
hakkında varit olan başka hadislerin kiminde rekâtlarının dört, kiminde iki
olduğu için, Kuduri: «Kıiınsa iyidir ve kişi isterse dört rekât yerine iki
rekât kılabilir. Fakat dört rekât kılmak daha iyidir» demiştir.
Peygamber Efendimizin
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem), yatsı namazından önceki dört rekât nafileyi
devamlı kılmadığı için bu hadiste ona da değinmemiştir. Bunun içindir ki bu
nafile, sünnet değil müstahaptır. Yatsı namazının son sünnetine gelince, başka
hadislerde dört rekât olarak geçiyorsa da, bu hadiste iki rekât olarak
gösterildiği için K u d u r i onu da: «Kişi isterse dört rekât yerine iki
rekât kılabilir» demiştir. Bununla beraber dört rekât kılmak -özellikle îmam
Ebû Hanif e'ye göre- iki rekât kılmaktan daha iyidir. öğle namazı ön sünnetinin
dört rekâtı -biz Hanefilere göre- bir selâm ile kılınır. Çünkü Peygamber
Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) öyle buyurmuştur. ([53])
İmam-ı Şafiî ise, iki selâm ile kılındığı görüşündedir.
(Gündüz namazları,
kişi isterse ikişer, isterse dörder rekât olarak kılar. Dörtten fazla bir
selâm ile kılmak mekruhtur. Gece namazlarına gelince İmam. Ebü Hanife: -Sekiz rekâta kadar bir selâm
ile kılmak caizdir. Sekizden fazla mekruhtur» demiştir. Diğer iki İmama göre
ise, bir selâm ile iki rekâttan fazla kılmak mekruhtur.) el-Camiussağir'de,
İmam Ebû Hanife'nin gece namazını sekiz rekâta kadar bir selâm ile kılmayı caiz
gördüğüne dair bir beyan yoktur. Bir selâm ile sekiz rekâttan fazla kılmanın
mekruh olması, Peygamber Efendimizin ESallallahü Aleyhi ve Sellem) sekiz
rekâttan fazla kılmamış olduğundan anlaşılmaktadır. Zira eğer mekruh
olmasaydı, caiz olduğunu bildirmek için kılacaktı. îmam Ebû Yûsuf ile îmam
Muhammed'e göre namazı ikişer ikişer, gündüz namazı dörder dörder, î ma m-ı Ş â
f i i' ye göre her ikisini de ikişer
ikişer, îmam Ebû
Hanife' ye göre ise her ikisini de dörder dörder rekât olarak kılmak
daha iyidir. Imam-ı Şafiî' nin
delili, Peygamber Efendimizin (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm); «Gecenin de
gündüzün de namazı ikişer ikişer rekâttır- hadisidir. İmam Ebû Yûsuf ile İmam
Muhammed de teravih namazını örnek göstermişlerdir. Zira teravih namazının
ikişer ikişer rekât olarak kılındığında icma vardır.
İmam Ebû Hanife ise.
-Hz. Aişe' nin rivayetine göre Peygamber Efendimiz (Afeyhi's-selâtü
ve's-selâm) yatsı namazından eve döndükten sonra gece namazını dörder dörder
rekât olarak kılardı. ([54])
Peygamber Efendimiz (Saîlallahü Aleyhi ve Sel-lem) aynca dört rekât oian kuşluk
namazım da kılarken aralarında selâm vermezdi. ([55]) Hem
de, kişinin dört rekât namazı bir selâm ile kıldığı zaman namaz içinde daha
fazla kaldığı için, namazı daha meşakkatli ve dolayısıyla daha sevaplı olur.
Bunun içindir ki dört rekât namaz kılmayı adayan kimse, eğer onu bir selâm ile
kılarsa adağmı yerine getirmiş olur da, iki selâm ile kılarsa yerine getirmiş
olmaz. Teravih namazını Örnek göstermek de yanlıştır. Zira teravih namazı
cemaatle kılındığı için onda kolaylık aranır. «Gece olsun gündüz olsun
namazlar ikişer ikişer rekattır.» hadisi ile de «Hiç bir namaz tek rekâth
olamaz- demek istenmiştir demiştir.[56]
(Farz namazlarda
okuyuş, ilk iki rekâtta gereklidir.) î m a m -1 Şafiî ise (Allah rahmet
eylesin) : -Bütün rekâtlarda gereklidir. Çünkü rekâtların her biri bir
namazdır. Peygamber Efendimiz (Sal-lallahü Aleyhi ve Sellem) de : «Hiçbir namaz
okuyuşsuz olmaz» buyurmuştur ([57])
demiştir. İmam Malik de [Allah rahmet eylesin) : «Bir şeyin çoğu o şeyin
tamamı hükmünde olduğu için, okuyuş üç rekâtta gereklidir» demiştir. Biz
diyoruz ki: Cenâb-ı Hak «Namazda Kur'an'dan neyi okuyabilirseniz okuyun»
buyurduğuna göre bir rekâtta dahi okunsa, emir yerine getirilmiş olur. Ancak
birinci rekât ile ikinci rekât arasında her yönden benzerlik bulunduğu için
ikinci rekât dâ birinci rekâtın hükmündedir. Son rekâtlar ise, birinci ve
ikinci rekâtlardan bazı yönlerden farklıdırlar. Nitekim son iki rekât yolculukta
kılınmadığı gibi, onlardaki okuyuş da hem kısa ve hem de sesli namazlarda bile
gizli olur. Aynca hadiste -Hiçbir namaz» diye geçtiği için ondan tam olan bir
namaz anlaşılmaktadır. Tam namaz da, en az iki rekâttır. Bunun için okuyuş iki
rekâtta gerekir.
(Son iki rekâtta ise,
kişi okuyup okumamakta serbesttir.) Yani isterse okur, isterse susar, isterse
teşbih çeker. İmam Ebü Hanife' den böyle rivayet olunmuştur. Hz. Ali Abdullah
İbn-i Mesud ve Hz. Aişe' den de gelen nakil bu yoldadır. Bununla beraber okumak
daha iyidir. Zira Peygamber Efendimiz (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) devamlı
okurdu. Bunun için eğer kişi okumazsa -zahir olan rivayete göre- ona sehiv
secdesi lâzım gelmez.
(Okuyuş, nafile olan
namazlarla vitir namazının bütün rekâtlarında gereklidir.) Çünkü nafile
namazın her iki rekâtı başlı başına birer namaz olduğu için nafile namazlarında
üçüncü rekâta kalkış, yeni bir namaza başlamak demektir. Bunun içindir ki
nafile namazının üçüncü rekâtında iftitah duası okunur, demişlerdir -ve bunun
içindir ki meşhur olan rivayete göre- nafilede kişi iftitah tek-biresinde dört
rekât kılmayı niyet etse bile, kendisine iki rekâttan fazlası vacib olmaz.
Vitir namazına gelince : Vücubunda ihtilâf bulunduğu için son rekâtında okuyuş
ihtiyaten vâcib olmuştur (Bir nafileye başladıktan sonra tamamlamadan bozan
kimseye o nafilenin kazası lâzım gelir. İmam-ı Şafii (Allah rahmet eylesin) :
-Lâzım gelmez. Çünkü kişi onu kendi isteğiyle kıldığı için bıraktığı zaman ona
başlamamış gibi olur- demiştir. Biz diyoruz ki: Başlanmış olan herhangi bir
âmel ibâdet olduğu için onu bozulmaktan korumak gerekir.
(Eğer kişi bir nafile
namazını dört rekât olarak kılmak isterken, ilk iki rekâtım Fatiha ile Zammi
sûre okuyarak kıldıktan ve oturup bir teşehhüd miktarı geçtikten sonra üçüncü
rekâta kalkar ve ondan sonra namazını bozarsa, ona yalnız iki rekâtın kazası
lâ-zun gelir.). Zira ilk iki rekât tamamlanmıştır. Üçüncü rekâta kalkması yeni
bir namaza başlaması hükmündedir. Üçüncü rekâta kalkmadan namazını bozan
kimseye ise, son iki rekâtın kazası lâzım gelmez. İmam Ebû Yûsuf, bu kimseyi
dört rekât namaz kılmayı adayan kimseye kıyas ederek: «Lâzım gelir» demiştir.
îmanı Ebû Hanife ile îmam Muhammed: ilk
iki rekâtla son iki rekât arasında bir ilgi yoktur ve birinin sıhhati
diğerinin sıhhatma bağlı değildir. Bunun için ilk iki rekâtı tamamlamadan
namazını bozan kimseye yalnız ilk iki rekâtın kazası lâzım gelir. Fakat birinci
rekât ile ikinci rekât öyle değildir. Çünkü birinci rekâtın sıhhati ikinci
rekâtın sihhatına bağlıdır. Bunun için kişi bu iki rekâttan hangisinde namazını
bozarsa, her iki rekâtı da kaza etmesi gerekir» demişlerdir. Öğle namazının
ilk sünneti de nafile olduğu için buna göredir. Yani eğer kişi öğle namazının
ilk sünnetini kılarken üçüncü rekâta kalktıktan sonra namazını bozarsa, ona
yalnız iki rekâtın kazası lâzım gelir. Kimisi de: «İhtiyaten her dört rekâtının
da kaza edilmesi gerekir. Çünkü öğle namazının ilk sünneti dört rekât olduğu
için her dördü de bir namaz hükmündedir» demiştir.
(Eğer kişi dört rekât
nafile kılar ve hiç birisinde bir şey okuya-mazsa) îmam Ebû Hanife ile İmam
Muham-m e d' 'e göre (ona yalnız iki rekât kaza lâzım gelir.) îmam Ebü Yûsuf
ise: «Her dört rekâtı da kaza etmesi gerekir» demiştir. Çünkü İmam Muhammed'e
göre nafile namazı, ilk iki rekâtının her ikisinde veyahut birinde bir şey
okunmaması halinde bozulmuş olur. Zira namaza, kılmak için başlanır. İlk iki
rekâtının her ikisinde veyahut birinde bir şey okunmayan namaz ise, ki-hnimş
sayılmaz. îmam Ebû Yûsuf'a göre, ilk iki rekâtta bir şey okumamak namazı
bozmaz. Ancak kılman rekâtlar eksik olarak kılındığı için kılınmamış gibidir.
Zira okuyuş, namazın katma bir rüknüdür. Nitekim dilsiz veyahut okumak
bilmiyen bir kimsenin namazı, okuyuşsuz olduğu halde yine namazdır. Bunun için
namazda bir şey okumamak namazı bozmaz. Ancak eksik olduğu için muteber değildir.
îmam Ebü Hanife'ye göre de ilk iki rekâtın her ikisinde okunulmadığı zaman
namaz bozulur.E bû Hanife'ye göre de ilk iki rekâtın her ikisinde okunulmadığı
zaman namaz bozulur. Fakat yalnız bir rekâtında okunulmazsa bozulmaz. Çünkü nafile
olan namazın her bir iki rekâtı başlı basma birer namazdır. Yalnız bir
rekâtında okunulmayan namazın bozulması, da ictihad ile varılan bir hükümdür.
Buna göre: Eğer bir kimse, kıldığı dört rekât nafile namazın hiçbir rekâtında
bir şey okumazsa- îmam Ebû Hanife ile İmam Muhammed'e göre- bu kimseye
yalnız iki rekâtın kazası lâzım gelir. Çünkü ilk iki rekâtında bir şey
okumadığı için namazı bozulmuş ve bunun için son iki rekâtı kılamaz olmuştur.
Bunun için son iki rekata girmiş olmuyor, ki bozulmasıyla ona kazası lâzım
gelsin. Zira namazı bozulduğu için son iki rekâta kalkması sahih değildir.
îmam Ebû Yûsuf'a göre
ise, namazı bozulmamıştır. Bunun için son iki rekâta kalkması sahihtir. Ancak
bu rekâtlarda da bir şey okumadığı için ona her dört rekâtın da kazası lâzım
gelir.
(Eğer bu kimse, yalnız
ilk iki rekâtta okursa -her üç imamın ittifakıyla- ona son İki rekâtın kazası
lâzım gelir.) Çünkü ilk iki rekâtta
okuduğu için namazı bozulmamıştır. Bunun için son iki rekâta başlaması
sahihtir. Ancak son iki rekâtta bir şey okumadığı için yalnız bu son iki
rekâtın kazası ona lâzım gelir.
(Eğer yalnız son iki
rekâtta okursa -yine üç imamın ittifakıyla- bu sefer ona ilk iki rekâtın
kazası lâzım gelir.) Çünkü ilk iki rekâtta okumadığı için îmam
Ebû Hanife ile
İmam Muhammed'e göre namazı bozulmuştur. Bunun için son iki rekâta
başlaması sahih değildir. İmam Ebû Yûsuf'a göre ise, son iki rekâta .başlaması
sahih ise de bu rekâtlarda okuduğu için kazaları lâzım gelmez.
(Eğer ilk iki rekât
ile ikinci iki rekâtın birinde olursa, üç imamın ittifakıyla ona son iki
rekâtın kazası lâzım gelir. Eğer son İki rekâtla İlk iki rekâtın birinde
okursa, yine üç imamın ittifakıyla ona ilk iki- rekâtın kazası lâzım gelir.
Eğer ilk iki rekâtın birinde ve son iki rekâtın birinde okursa, İmam Ebû Hanife
ile İmam Ebû Yûsuf'a göre ona her dört rekâtın da kazası lâzım gelir.) Zira
-yukarıda da geçtiği üzere- îmam Ebû Yûsuf, ilk iki rekâtının her ikisinde
veyahut birinde. İmam Ebû Hanife de, yalnız birinde Kur'an'dan bir şey
okunmayan namazın fasit olmadığı görüşündedirler. Bunun için bu iki imama göre,
namazının ilk iki rekâtından birinde okumayan kimsenin ikinci iki rekâta
kalkması sahihtir. Zira bu kimsenin namazı fasit değildir. Ancak bu kimse,
ikinci rekâtın birinde de okumadığı için, birinci iki rekâtı gibi ikinci iki
rekâtı da muteber değildir. Bunun için bu iki imama göre bu kimseye dört
rekâtın kazası lâzım gelir. îmam Muhammed ise, bu kimsenin namazı fasit olduğu
görüşünde olduğu için ona göre bu kimse, ikinci iki rekâta başlamış
sayılmıyor, ki bu iki rekâtın fesada uğramaları yüzünden ona kazaları lâzım
gelsin. Bunun için ona göre bu kimseye yalnız ilk iki rekâtın kazası lâzım
gelir. (Eğer kişi ilk iki rekâtın yalnız birinde okursa, tmam Ebû Ha-nife ile
İmam Ebü Yûsuf'a göre dört, İmam Muhammed'e göre iki ve eğer ikinci iki rekâtın
yalnız birinde okursa, İmam Ebû Hanife ile İmam Muhammed'e göre iki, İmam Ebû
Yûsuf'a göre dört rekâtın kazası ona lâzım gelir.)
İmam Muharrfmed
demiştir ki; -Hiçbir namazdan sonra aynısı gibi bir başka namaz kılınamaz»([58])
hadisi, -farzdan sonra kılman sünnet namaz, farz namaz gibi iki rekâtı,
okuyuştu, iki rekâtı okuyuşsuz olamaz demektir. Bu itibarla bu hadis, okuyuşun
nafile olan namazın bütün rekâtlarında farz olduğunu bildiren bir açıklamadır.
(Nafile olan namaza,
kişi ayakta kılabilse bile oturarak kılına-bilir.) Zira Peygamber
Efendimiz (Aleyhi's-salâtü
ve's-selâm);-Oturarak namaz kılanın sevabı, ayakta kılınanın sevabının
yarısıdır» ([59]) buyurmuştur. Bundan
ise, kişinin zorunluğu olmasa bile oturarak kılmasının caiz olduğu
anlaşılmaktadır. Çünkü zorunluk halinde oturarak kılman namazın sevabı, ayakta
kılınan namazın sevabından eksik değildir. Kaldı ki nafile namazı, kişinin
kendi isteğiyle ve sevap kazanmak için kıidığı bîr namazdır. Eğer ayakta kılmaya
mecbur tutulursa, ayakta kılmak kendisine zor geldiği hallerde üşenip bu
sevaptan vaz geçmiş olabilir.
Ulemâ, oturarak kılman
namazın oturuşu ne şekildedir? diye ihtilâf etmişlerdir. Muhtar olan görüş
şudur ki, teşehhüd için nasıl otu-ruluyorsa öylece oturulur. Zira namazda
bilinen oturuş hep teşehhüd oturuşudur.
(Eğer kişi nafileye
ayakta başladıktan sonra, bir zorunluk duymadan oturursa İmam Ebû Hanife'ye
göre caizdir.) î m a m Ebû Hanife
(Allah rahmet eylesin) bunu istihsan etmiştir. Diğer iki İmam ise: -Caiz
değildir» demişlerdir, ki kıyas da bunu gerektirir. Zira bir kimse herhangi bir
namaza ayakta başlarsa, o namazı ayakta kılmayı adamış gibi olur. Ayakta
kılınması adanan bir namaz ise, oturarak kılınamaz. Ancak şu varki, bir namazı
ayakta kılmayı adayan kimsenin o namazı oturarak kılması -onu ayakta kılmayı
ağzı ile kendine vacib kıldığı için- caiz değildir. Hatta Ulemadan kimisi:
«Eğer kişi bir namazı adarken onu ayakta kılacağını söylemezse oturarak
kılabilir- demiştir. Burada ise, ayakta başlanan namazın kalan kısmına henüz
ayakta başlamadığı gibi, ayakta kılınan kısmı da eğer kişi isteseydi oturarak
kılabilirdi.
İmam Ebû Hanife (Allah
rahmet eylesin) işte aradaki bu farkı göz önünde bulundurduğu için kıyas
yapmamıştır.
(Kişi şehir dışında
hayvan sırtında, istediği yöne yönelik olarak ve işaretlerle nafile namaza
kılabilir.) Zira Adullah İbn-i Ömer
(Radıyallâhü anh) :Hayber yolunda Peygamber Efendimizi (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) bineğinin sırtında namaz kılarken gördüm. Yüzü Hayber
tarafına dönüktü ve işaretlerle namaz kılıyordu» demiştir. ([60]) Hem
de nafile namazının belli bir vakti olmadığı için, eğer kişi inip kıbleye
doğru kılmaya mecbur tutulursa, ya kılmayacak veyahut eğer kılarsa kervandan
geri kalacaktır. Fakat farz namazlar, belli vakitleri olduğu için öyle
değildir. Farz namazların revatib olan sünnetleri de nafiledirler. Ancak İmam
Ebû Hanife' den «Sabah namazının sünneti için inmek gerekir. Zira sabah
namazının sünneti bütün sünnetlerden önemlidir- diye söylediği rivayet olunmaktadır.Metindeki
«Şehir dışında- kaydı, hayvan sırtında nafile namazı kılmanın caiz olması için
yolculuğun şart olmadığım ve şehir içinde hayvan sırtında namaz kılmanın caiz
olmadığını ifade etmek içindir. Çünkü Nass şehir dışı hakkındadır ve binmeye
ihtiyaç da, çoğunlukla şehir dışında olur. Fakat İmam Ebû Yûsuf tan, şehir
içinde de caiz olduğu rivayet olunmaktadır.
(Nafileye hayvan
sırtında başladıktan sonra inen kimse, namazının kalan kısmım tamamlar. Yerde
bir rekât kıldıktan sonra binen kimsenin ise, yeniden kılması gerekir.) Zira
hayvan sırtında işaretlerle namaz kılmak caiz olduğu gibi, rükû ve secdeleri
tam olarak yapmak suretiyle de kılmak evleviyyetle caizdir. Yerde olan kimse
işaretlerle kılamaz. imam Ebû Yûsuf tan: «İnen kimsenin de yeniden kılması
gerekir», İmam Muhammed' den de : «Eğer bir rekât kıldıktan sonra inerse,
yeniden kılar- diye söyledikleri rivayet olunmuştur. Fakat zahir ve en sahih
olan görüş birincisidir.[61]
(Ramazan ayında, her
akşam yatsı namazından sonra halkın bir araya toplanarak imamın onlara -ikişer
ikişer rekât olarak ve her dört rekâttan sonra bir dört rekât miktarı oturup
istirahat etmek suretiyle- önce Teravih denilen yirmi rekât namazı ve ondan sonra
da Vitir namazını kıldırması müstahaptir.) Kuduri: «Müs-tahaptir» diyorsa da
Hasan 1 bn-i Ziyad'ın İmam Ebû Hanife' den rivayetine göre en sahihi şudur ki
sünnettir. Zira hem Hulefâ-i Raşidin buna devam etmiş ve hem de Peygamber
Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir ara yapmış ve fakat sonradan:
«Korkarım ki size farz kılınsın» buyurarak bırakmıştır. ([62])
Ancak şu var ki Sünnet-ül Ayn değil, Sünnet-ül Kifayedir. Yani eğer bir caminin
müdavimleri topyekün onu yapmazlarsa kötü bir şey yapmış olurlar, bir kısmı
yapıp bir kısmı yapmazsa, yapmayanlar sevaptan mahrum kalmış olurlar. Çünkü
Ashabdan kiminin yapmadığı rivayet olunmaktadır. Her dört rekâttan sonra ve son
dört rekât ile vitir namazı arasında dört rekât miktarı oturmak ise,
müs-tahaptır. Zira Mekke ve Medine sakinleri hep öyle yapa-gelmişlerdir. Metnin
«Önce Teravih denilen dört rekât namazı ve ondan sonra vitir namazını
kıldırması* şeklindeki ifâdesi. Teravih namazı vaktinin yatsı namazı ile gece
yarısının arası olduğuna ve Teravih namazının vitirden önce kılınması
gerektiğine işaret etmektedir. Zira Teravih namazı yatsı namazından sonra
kılınması sünnet olan bir nafile namazıdır. Metin, Teravih namazının okuyuşu
hakkında bir açıklamada bulunmamıştır. Ulemânın çoğu: -Teravih namazında sünnet,
Kur'an'ı bir kere hatmetmektir» demişlerdir. Bunun için, cemaat üşense bile
bundan az okunmamalıdır. Teşehhütten sonra okunan dualar ise öyle değildir.
Çünkü bu dualar sünnet olmadığından cemaatın usanmaması için imam onları terk
edebilir. Zira bu dualar sünnet değillerdir.
(Vitir namazı Ramazan
ayı dışında cemaatla kılınmaz.) Allah
bilir, bütün islâm uleması bunda müttefiktirler.[63]
[1] Bu lâfızla gariptir. Müslim Abdullah îbn-i Mesud'da :
«Hatırlıyorum ki münafıklıkla meşhur olan veya hasta bulunanlardan başka, hiç
kimse cemaattan geri kalmazdı. Hatta hasta olan kimse bile iki kişi arasında
sürünerek gelirdi Allah'ın Peygamberi bize hidayetin bütün yollarım
göstermişti. Bu yollardan biri de, içinde ezan okunan camide namaz kılmaktır»
mealinde bir hadis kaydetmiştir. Müslim (Cemaatın fazüeti) C. 1 S. 232
Nasb-ürraye C. 2 S. 21
[2] Müslim (İmamlık en çok kimin hakkıdır babı) C. 1 S. 236, Ebü Da-vud (aynı bâb) C. 1 S. 93,
Nesai (aym bâb) C. 1 S. 127, Tirmizi (aynı bâb) C. 1 S. 32, İbn-i Mâce (aynı
bâb) C. 1 S. 70, el-Müstedrek C. 1 S. 243
[3] Gariptir. TaberanI
ile Darekutnt Peygamber
Efendimiz (S.A..V)'in
«Namazınızın kabul olunmasını
istiyorsanız âlimleriniz sîze namaz
kıldırsın. Zira âlimler Allah ile sizin
aranızda elçilerinizdir» diye buyurduğunu kaydetmişlerdir. Darekutnİ C. 1 S.
197. Aynı hadisi Hakim de rivayet etmiş, ancak «âlimlerimiz» yerine
«iyileriniz* diye kaydetmiştir. el-Müstedrek C. 3 S. 222 Nasbürraye
C. 2 S. 26
[4] Darekutnİ S. 185, Edû Dâvud (Cihad) C. 1 S. 350,
Beyhaki C. 3 S. 121
[5] imam Ahmed'İn Müsned'i C. 4 S. 217, Buhari C. 1 S. 96,
Müslim C. 1 S. 188
[6] el-Müstedrek C. I S. 203
[7] Buharı C. 1 sh. 25, Müslim sh. 260, Ebü Davud C 1 sh.
97, Nesai C. 1 sh. 135, Tirmizi C. I sh. 31, İbn-i Mâce C. 1 S. 70
[8] Buharı C. I sh. 55, Müslim cilt 1 sh. 234, Ebû Davud
C. 1 sh. 97, Nesai C. 1 sh. 129, Tirmizi C. 1 S. 32
[9] Müslim _cilt 1. sh. 202. Ebü Dâvud C. 1 S. 97
[10] Hadis ilmi ıstılahında «Hadis» terimi Peygamber
Efendimiz (S.A.V.)in, »Eser» terimi de Peygamber Efendimiz (S.A.V.Vin Ashabından
herhangi birinin sez veya davranışları ile ilgili olarak rivayet olunan haber
demektir. Bu itibarla, Peygamber Efendimiz (S.A.V.)'in, Enes İbn-i Mâlik ile
kardeşine namaz kıldırırken önlerinden durduğuna dâir haber hadis'tir.
Abdullah İbn-i Mesud'dan, «İmam, kendisine uyanlar birâen fazla olduğu zaman
ortalarında durur» diye rivayet olunan haber de Eser'dir. Müellif «Hadis
afdaliyetin, eser de cevâzm delilidir» sözü ile «Peygamber Efendimiz
(S.A.V.)'İn Enes İbn-i Mâlik ile kardeşine namaz kıldırırken önlerine durması,
imamın, kendisine uyanlar birden fazla olduğu zaman önlerinde durmasının daha
efdal olduğuna, Abdullah İbn-i Mesuö'dan rivayet olunan haber de, imamın,
ortalarında da durmasının caiz olduğuna delâlet eder» demek istemiştir. Ahmed
Meylanl
[11] Merfû olarak gariptir. Ahdurrazzak'ın «Musanefsinde
Abdullah İbn-i Mesud (R.A.Vdan mevkuf olarak rivayet olunmuştur. Nasb-ürraye C.
2 S. 36
[12] Müslim (Saflan düzgün tutmak) C. 1 S. 181, Ebû Davud
(İmamın arkasında durmaları müstahap olanlar babı) C. 1 S. 105, Tirmizi C. 1
S. 31
[13] Buhar! C. 1 S. 95, Müslim C. 1 S. 177
[14] Garib'dir.
[15] Şeyhü'l-Îslâm Burhanüddîn Ebu'l-Hasan
Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye
Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/123-131.
[16] Îbn-İ Mâce C. 1 S. 86 ve Darekutnl S. 56
[17] Hadis gariptir. (Nasb-ürraye C. 1 S. 62)
[18] Şeyhü'l-Îslâm Burhanüddîn Ebu'l-Hasan
Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye
Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/131-137.
[19] Eeyhakl C. 2 S, 250
[20] Buharı C. 1 S. 96, Müslim C. 1 S. 179
[21] Ebü Davud C. 1 S. 111, Darekutni S. 141, Beyhakî C. 2
S. 278, Muvstta S. 55, Buhar! C. 1 S. 72
[22] Buharı C. 1 S. 74. Müslim C. 1 S. 198
[23] Bu lâfız ile
gariptir. Fakat Ebû Davud'un Ebû Hüreyre (RA.Vdan naklen kaydettiği bir hadis
buna yakındır. Ebû Davud C. 1 S. 107
[24] Bu hadis bu lâfız ile gariptir. Müslim Talha b.
Ubeydullah'tan Peygamber Efendimiz (S.A.V.)'in : «Deve palanının arkası kadar
birşey Önüne fcoydu-fun zaman, senin önünden geçenin sana zaran olmaz artık»
buyurduğunu kaydetmiştir. Nasb-Ürraye
C. 2 S. 81
[25] el-Müstedrek C. I S. 251, Ebü Davud C. 1 S. 108 ve
Nesat C. 1 S. 123
[26] Ebû Davud C. 1 S. 107 ve İmam Ahmed C. 6 S. 4
[27] Buharl C. 1 S. 71, Müslim C. 1 S. 196
[28] Ebû Davud C. 1 S. 111
[29] İbn-i Mâce C. 1 S. 68
[30] Şeyhü'l-Îslâm Burhanüddîn Ebu'l-Hasan
Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye
Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/137-142.
[31] Ebû Hüreyre (R_A.)'dan rivayet olunan bu hadisin
mehazı bulunamadı
[32] Abdüirezzak, Ebû Zerr-i Gifari (R.A.)'dan; îmam
Ahmed'in Müsned'i C. 5 S. 163
[33] İbn-i Mâce (İkame) 42, tmam Ahmed'in Müsned'i C. 5 S.
163
[34] Buharl C. 1 S. 163, Müslim C. 1 S. 206, Ebû Davud C. 1
S. 143, Nesal C 1 S. 142 ve TtanM C. 1 S. 50
[35] Gariptir.
Nasb-ürraye C. 1 S. 88
[36] Tirmizi C. 1 S. 76, Nesai C. 1 S. 178, el-Müstedrek C.
1 S. 236 ve C. 1 S. 256 ve Darekutni S. 195
[37] İmam Ahmed'in Müsned'i C. 2 S. 311 ve 265, Beyhakİ C.
2 S. 120
[38] İbn-i Mâce C. 1 S. 74, Ebû Davud C. 1 S. 101 ve
Tirmizi C. 1 S. 50
[39] Ebû Davud C. 1 S. 101, el-Müstedrek C. 1 S. 103 ve
Tirmizi C. 1 S. 50
[40] Buhari C. 1 S. 881, Müslim C. 2 S. 199, Ebû Davud C. 2
S. 219, Tahavl C. 2 S. 363
[41] SÜnea-i Erbaa: Ebû Davud C. 1 S. 140, Nesat C. 1 S.
178, Tinnizl C. 1 S. 51, tbn-I Mace C. 1 S. 89
[42] Şeyhü'l-Îslâm Burhanüddîn Ebu'l-Hasan
Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye
Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/143-146.
[43] Buharİ C. 1 S. 57, Müslim C. 1 S, 130, Ebû Davud C. 1
S. 3, Nesal C. 1 S- 10, Tirmizî S. 3 ve İfen-İ Mâce C. 1 S. 27
[44] Şeyhü'l-Îslâm Burhanüddîn Ebu'l-Hasan
Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye
Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/147.
[45] Ebû Djmıd C. 1 S. 208, Tİrmizl C. 1 S. 60, Îbn-I Mâce C.
1 S. 83, Ta-havi C. 1 S. 250, el-Müstedrek C. 1 S. 306, Darekutni S. 274,
Beyhakİ C. 2 S. 469
[46] Nesal C. 1 S. 248. el-Müstedrek C. 1 S. 301, Darekutnl
6. 175, TahavI C. 1 S. 165, BeyhakI C. 3 S. 31
[47] Darekutnl,
Nasb-ürraye C. 2 S. 122
[48] Nesai C. I S. 248 ve İbn-i Mâce C. 1 S. 84 ve 131
[49] Ehü Davud C. 1 S. 208, Tirmizl C. 1 S. 61, İbn-i Mâce
C. 1 S. 84, Ne-sa* C. 1 s. 252, İmam Ahmed'in Müsned'i C. 1 S. 200.
el-Müstedrek C. 3 S. 72
[50] Bezzar Taberanî, İbn-i Ebl Şeybe ve Tahavi. Nasb-Ürraye C. 2 S. 127
[51] Şeyhü'l-Îslâm Burhanüddîn Ebu'l-Hasan
Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye
Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/147-150.
[52] Müslim S. 251, Ebû Davud S. 185, îbn-i Mâceh C. 1 S.
81, TInnizi C. I S. 56, Nesal C. 1 S. 256, Hakim C. 1 S. 3H
[53] Ebû Davud C. 1 S. 187, Tirenizi C. 1 S. 21, tbn-i Mâce
C. 1 S. 82, İmam Ahmed'in Miisned'i C. 5 S. 416, Tahavİ S. 196, Beyhakl C. 2 S.
488
[54] Ebü Davud C. 1 S. 197
[55] Müslim C. 1 S. 249
[56] Şeyhü'l-Îslâm Burhanüddîn Ebu'l-Hasan
Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye
Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/150-152.
[57] Müslim C. 1 5. 170
[58] Bu hadis merfu olarak gariptir. İbn-i Şeybe
Müsennef'inde bunu Hz. Ömer'den ve Abdullah îbn-i Mesud'dan mevkuf olarak
rivayet etmiştir. Nasb-ürraye
C. 2 S. 148
[59] Müslim'den başka diğer hadis kitapları, Buhar! C. 1 S.
150
[60] Müslim (Nafile namazın hayvan sırtında cevazı) C. 1 S.
244, Ebû Da- (Sefer) C. 1 S. 180
[61] Şeyhü'l-Îslâm Burhanüddîn Ebu'l-Hasan
Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye
Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/152-158.
[62] Buhar! C. 1 S. 152 ve 269, ffüslim C. İS. 259
[63] Şeyhü'l-Îslâm Burhanüddîn Ebu'l-Hasan
Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye
Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/158-159.