Yolculuk Halinde Olan Kimsenin Namazı
Kurban Bayramı Günlerinde Getirilmesi Gereken
Tekbirler
Güneş İle Ay Tutulmaları Namazı
Ölünün (Cenazenin) Omuzlarda Taşınması
Ölünün
(Cenazenin) Toprağa Verilmesi
(Eğer bir kimse öğle
namazından bir rekât kıldıktan sonra cemaat, namaza başlarsa) kılmakta olduğu
bir farz namazı bozulmaktan korumak için (o kimse bir rekât daha kılar ve)
cemaatla namaz kılma sevabını kaçırmamak için (cemaata katılır. Eğer bu kimse
ilk rekâtta henüz secdeye varmamış ise -sahih olan kavle göre- hemen namazını
keser ve imamın arkasında namaza durur.) Zira daha secde yapmadığı için rekât tamam
olmamıştır. Onun için kişi namazını kesebilir. Kaldı ki kişinin bu namazını
kesmesi, aynı namazı daha üstün bir şekilde kılmak içindir. Fakat eğer kişi
sünnet olan bir namazı kılmakta iken cemaat namaza başlarsa, öyle değildir.
Çünkü bu durumda kişinin namazını kesmesi, aynı namazı daha üstün bir şekilde
kılmak için değildir.
Eğer kişi, öğle veya
Cumanın ilk sünnetini kılmakta iken, cemaat öğle namazına veyahut imam hutbeye
başlarsa -İmam Ebû Yûsuf tan rivayet olunduğuna göre- iki rekat kıldıktan sonra
sünnetini keser. Kimisi de: »Tamamlar, demiştir. (Eğer bir kimse, öğle
namazından üç rekât kıldıktan sonra cemaat namaza başlarsa, o kimse namazını
tamamlamak zorundadır.) Çünkü bu kimse namazının çoğunu kılmıştır ve bir şeyin
çoğu tamamı hükmünde olduğu için artık namazını tamamlamış sayılır. Bunun
için yarıda bırakamaz. Fakat eğer daha üçüncü rekâtın secdesine varmamışken
cemaat namaza başlarsa, üçüncü rekât tamamlanmamış olduğu için kişi daha
namazının yarısını kılmış sayılır. Bunun için namazını kesebilir. Bu kimse
isterse oturup selâm verdikten sonra kalkıp cemaata katılır, iste,rse hemen
ayakta imama uyar. (Cemaat başlarken öğle namazından üç rekât kılmış olan kimse,
eğer namazını tamamladıktan sonra cemaata katılırsa cemaatla kıldığı namaz
kendisi için nafile olur.) Çünkü bir vakitte, farz olan namaz tekerrür etmez.
(Cemaat başlarken sabah namazından bir rekât kılan kimse, namazını yanda
bırakıp cemaate katılır.) Çünkü eğer bir rekât daha kılarsa cemaatı kaçırmış
olur.
(Cemaat başlarken sabah
namazının ikinci rekâtında olan kimse de, eğer daha secdeye varmamış ise
namazını bırakıp cemaata katılır.) Cemaat başlarken sabah namazını bitirmiş
olan kimse ise, cemaatla bir daha kılamaz. Zira eğer kılarsa onun için nafile
olur. Nafile ise sabah namazından sonra mekruhtur. İkindi namazından sonra da
nafile mekruh olduğu için ikindi namazı da öyledir. Zahir olan rivayete göre
akşam namazı da öyledir. Çünkü üç rekâthk nafile yoktur ve dört rekât da
kılınsa, imama uyulmamış olur.
(Ezanı okunmuş olan
bir camiye giren kimsenin namaz kılmadan camiden çıkması mekruhtur) Zira
Peygamber Efendimiz (Aley-hi"s-salâtü ve's-selâm) -Ezan okunduktan sonra
camiden ancak münafık ofan bir kimse çıkar. Meğer ki kişi zorunlu bir işi için
ve bir daha dönmek üzere çıksın...» ([1])
buyurmuştur.
(Ancak eğer çıkmasında
bir başka topluluk için maslahat bulunan bir kimse ise, o zaman çıkması mekruh
değildir.) Zira bu kimsenin çıkması her ne kadar birlikten aynlmak gibi
görünüyorsa da, gerçekte birliği korumak içindir. (Eğer ezam okunan camiye
giren kimse, daha önce namaz kılmış ve namaz da öğle veyahut yatsı namazı)
olup müezzin de daha kamet getirmeye başlamamış (ise çıkmasında bir sakınca
yoktur.) Zira bu kimse Allah'ın çağmasına daha Önce icabet etmiştir. (Fakat
eğer müezzin kamet getirmeye başlamış ise çıkması mekruhtur.) Zira açıkça
birlikten ayrıldığı kuşkusunu doğurmuş olur.
(Eğer namaz, ikindi,
akşam veyahut sabah namazı ise -müezzin kamet getirmeye başlamış olsa bile-
çıkması mekruh değildir.) Zira bu namazlardan sonra nafile kılmak mekruhtur.
(Eğer kişi sabah
namazı için, sünnet kılmadan evinden çıkar ve camiye vardığında imamın namaza
başladığını görürse, eğer sünnet kıldığı takdirde ikinci rekâtta imama
yetişeceğini umarsa hemen sünnetini kapıda kılar ve ondan sonra içeri girer.)
Çünkü böyle yapması halinde, hem sünnetini bırakmamış ve hem de cemaata yetişmiş
olur. -Sünnetini kapıda kılar» dedik. Çünkü imam cemaatla naraaz kılarken cami
içinde imamdan ayrı olarak namaz kılmak mekruhtur. (Eğer sünnet kıldığı
takdirde imama ikinci rekâtta da yetişemi-yeceğinden korkarsa, hemen içeri
girip cemaata katılır.) Zira hem cemaatın sevabı daha büyüktür ve hem de
cemaata gitmemeyi yeren hadisler daha ağırdır. Fakat öğle namazının sünneti
öyle değildir. Çünkü öğle namazının sünneti için cemaatin bir rekâtı bile feda
edilmez. Zira öğle namazının sünneti farzdan sonraya da bırakılsa, yine vaktin
içinde kılındığı için -sahih olan kavle göre- caizdir. Ancak farzdan sonraya
bırakıldığı zaman, son sünnetten önce mi sonra mı kılınır? diye İmam Ebû Yûsuf
ile İmam Muhammed ihtilâf etmişlerdir. Sabah namazının, sünneti ise Allah'ın
izniyle biraz sonra anlatacağımız üzere- öyle değildir. Teravih namazıyla
Tahiyyet-ül Mescid dışında, bütün sünnetler evde kılınsa daha iyidir. Peygamber
Efendimizden (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) gelen bütün rivayetler bu yoldadır.
(Sabah namazının sünnetini kaçıran kimse, güneş doğmadan onu kaza edemez.)
Çünkü eğer kılacak olursa mutlak nafile olur. Mutlak nafilede sabah namazından
sonra mekruhtur.
(İmam Ebû Hanife ile
İmam Ebû Yûsuf'a göre güneş doğup yükseldikten sonra da kaza edilemez. İmam
Muhammed ise: -Güneş yükseldikten sonra öğleye kadar kaza edilebilir, ondan
sonra edilemez- demiştir.) Çünkü Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
uykuda kalarak sabah namazını kaçırdığı gecenin sabahında güneş yükseldikten
sonra onu kaza etmişti. îmam Ebü Hanife ile imam Ebû Yûsuf: «Sünnette asıl
olan, kaza edilmemesidir. Çünkü kaza vacibe mahsustur. Peygamber Efendimizin
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onu kaza etmesi, farzı da beraberinde kaza ettiği
içindir» demişlerdir. Buna göre ancak, eğer sabah namazının farzı da kazaya
kalır ve daha öğle vakti girmeden tek başına veyahut cemaatle kaza edilirse,
sünneti de beraberinde kaza edilir. Sabah namazı farzının kazası öğleden
sonraya kaldığı takdirde, beraberinde sünneti de kaza edilir mi edilemez mi?
diye ihtilaf vardır. Diğer namazların sünnetlerine gelince: tek başına kaza
edilmezler. Farzlanyla birlikte kaza edilip edilmediğinde ise ihtilâf
etmişlerdir. (Dört rekâth namazın yalnız bir rekâtına yetişerek üç rekâtım
kaçıran kimse, cemaatla namaz kılmış sayılmaz İmam Muhammed Cemaatle kılmış sayılmıyorsa da, cemaatın
sevabına ermiş olur» demiştir.) Çünkü bir şeyin sonuna yetişen kimse, o şeye
yetişmiş olur ve yetişmiş olunca da sevabından mahrum kalmaz. Bunun için eğer
bu kimse daha önce: -Ben cemaata yetişmiyeceğim» diye yemin ettiğini farz
edersek yemininde durmamış olur. Fakat eğer: «Ben öğle namazını cemaatle
kılmayacağım» diye yemin ettiğini farz edersek yemininde durmuştur.
(İçinde vaktin cemaati
kılınmış olan bir camiye giden kimse, vakit içinde istediği kadar sünnet
kılabilir.) Yani eğer daha vakit varsa sünnet kılabilir, vakit darsa farza
başlaması gerekir. Kimisi: -Sabah ve öğle namazının sünnetleri, vakit dar da
olsa, bırakılmaz. Çünkü bu iki sünnetin diğer sünnetlerden ayrı bir üstünlüğü
vardır.
Peygamber Efendimiz
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) t>abah namazının iki rekât sünneti hakkında;
-Düşman süvarileri bile arkanızda olsa onları kılın-, ([2])
diğeri hakkında da: -öğleden önceki dörtrekat sünneti kılmayan kimseye şefaatim
ermez- ([3])
buyurmuştur- demiştir. Kimisi de : «Bütün sünnetler böyledir. Çünkü Peygamber
Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) farz namazları eda ederken bu
sünnetlerden hiç birini terk etmemiştir ve terk edilen hiçbir sünnet yoktur.
Zira eğer ara sıra terk edilse sünnet değil, tatavvu olur- demiştir. Kimine
göre de, hangi durumda olursa olsun evla, sünnetin birakılmamasıdır. Zira
sünnet farzın tamamlayıcısıdir. Ancak eğer vakit çok dar olup da, sünnet
kılmmcaya kadar farzın kazaya kalma endişesi bulunsa, o zaman sünnet
bırakılır.
(İmam rûkûda iken
niyet edip tekbir alan ve fakat eğilmeyip imam rükûdan kalkıncaya kadar ayakta
bekliyen kimse, rekâta yetişmiş olmaz.) İmam Züfer (Allah rahmet eylesin) :
«Yetişir. Çünkü imam daha rükûda iken namaza girmiştir. Rükûda olmak da
ayakta olmak hükmünde olduğu için, imam ayakta iken namaza girmiş gibidir»
demiştir. Biz diyoruz ki: Namazın hareketlerinde imama uymak şart olduğuna
göre, bu kimse imamın ne ayakta ve ne de rükûa varma hareketlerine
katılmamıştır. (İmamın arkasında olan kimse, eğer imamdan önce rükûa va-nr ve
daha rükûda iken imam da rükûa varırsa caizdir.) İmam Züfer: «Caiz değildir. Çünkü bu kimsenin vardığı
rükûun ilk kısmı imamın rükûundan önce olduğu için muteber değildir. Son kısmı
da muteber olmayan bir hareketin devamı olduğu için muteber değildir-
demiştir. Biz diyoruz ki: Hareketlerde imam ile beraberlik, hareketin bir
kısmında da olsa kâfidir. Bu kimse de rüküunun son kısmını imam iie beraber
yapmıştır. İmam ile beraber rükûa va-np' da imamdan önce rükûdan kalkan
kimsenin rükûu, ilk kısmında imam ile beraber olduğu için nasıl sahih ise,
bununki de son kısmı imam ile beraber olduğu için sahihtir.[4]
(Herhangi bir sebeple
bir namazını kaçıran kimse, kaçırdığı namazı hatırladığı anda ve içine girdiği
vaktin namazından önce kılmak zorundadır.) Zira kaza namazı ile vakit namazı
arasında sıra gözetimi gerekir.
î m a m-ı Şafiî (Allah
rahmet eylesin) : -Gerekmez, ancak müstahaptır. Çünkü her farz kendi başına
bir asıl olduğu için başka bir farzın sıhhati için şart olamaz- demiştir. Biz
ise, Peygamber Efendimizin
(Aleyhi's-salâtü ve's-seîâm) : -Kim ki uykuda kalıp veyahut unutup bir
namazını kaçırır ve ancak İmam ile birlikte bir namazda iken onu hatırlarsa,
içinde bulunduğu namazı tamamladıktan sonra, hatırladığı namazı kaza etsin ve
ondan sonra imam ile birlikte kıldığı namazı bir daha kılsın- ([5])
hadisine dayanıyoruz.
(Şayet kaçırdığı
namazı kaza edinceye kadar vakit namazının kazaya kalacağından endişe ediyorsa,
o zaman vakit namazını önce kılar.) Eğer bu durumda da kaza namazını önce
kıiarsa sahihtir. Zira bu durumda kaza namazım vakit namazından önce kılmaktan
nehyedilmesi, vakit namazının kazaya kalmaması İçindir. Bu ise, kaza namazı ile
ilgili bir vasıf olmadığı için onun sıhhatına mâni değildir. Fakat vakit dar
olmadığı halde kaza namazından önce kılınan vakit namazı sahih değildir. Zira
hadis ile belirtilmiş vaktinden önce kılınmış olur.
(Eğer geçmiş namazlar
birden fazla olursa onlan sıra ile kaza etmek gerekir.) Zira Peygamber
Efendimiz {Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Hendek günü kılmaya imkân bulamadığı
dört namazı kaza ederken onlan sıra ile kılmış; «Beni nasıl namaz kılar
görüyorsanız siz de öyle küm» ([6])
buyurmuştur. (Ancak eğer geçmiş namazların sayısı beşi aşarsa o zaman sıra İle
kılma zorunluğu kalkar.) Çünkü farz namazlar beş tane olduğu için eğer geçmiş
namazların sayısı beşten fazla olursa, altıncısı beş farzdan birinin tekrarı
olur ve tekrar olunca da çokluk sınırı içine girer. Cami-üssağiri «Eğer
kişinin geçmiş namazları bir gece ile gündüzün namazlarından fazla olursa,
hangisiyle kazaya başlarsa caizdir- sözü ile bunu kasdetmiştir.
İmam Muhammed1 den
-Geçmiş namazlar beş tane olursa onları sıra ile kaza etmek gerekmez» diye
söylediği rivayet olunuyorsa da, sahih olan görüş birincisidir. Zira çokluk
ancak tekrar ile hasıl olur. Tekrar ise beşte yoktur. Eğer bir kimsenin hem
eski, hem yeni kazaları bulunur ve yeni kazaları altıdan az olursa, kimisi:
«Eskileriyle birlikte eğer altıyı bulursa, onları kaza etmeden vakit namazını
kılabilir-, kimisi de: «Eskileri yokmuş gibi sayarak yeni olanları kaza
etmedikçe vakit namazını kılamaz. Zira eğer «Kılabilir» diyecek olursak
kazalarını kılmakta gevşeklik göstermesine yol açmış oluruz- demiştir.
Eğer bir kimse
kazalarını kıla kıla nihayet kazalarının sayısı altıdan aşağıya düşerse,
kimine göre bu kimse için sura ile kılmak zorunluğu tekrar dönmüş olur, ki
zahir olan görüş budur. Zira rivayet olunmaktadır ki imam Muhammed, bir gün
her beş vakit namazını kılmayan ve ertesi gün kıldığı her bir vakit namazı ile
birlikte kazaya kalmış aynı vaktin namazını kaza eden kimse hakkında:
. Kaza namazları
-ister vakit namazlarından önce, ister sonra kılmış olsun- sahihtir. Vakit
namazları ise, eğer kaza namazlarından önce kılmış ise -kaza namazlarının
sayısı altıdan az olduğu için- hepsi fasittir. Eğer kaza namazlarından sonra
kılmış ise, yalnız yatsı namazı sahih olup diğer namazları fasittir. Çünkü
yatsı namazını kılarken -kıldığı vakit namazlarının sahih olmadığı için- her ne
kadar yine sayısı altıdan az kazalan var idiyse de, hiçbir kazasının kalmadığı
znnıyla kıldığı için yatsı namazı sahihtir.- demiştir.
(Öğle namazmı
kılmadığı ve kılmadığını da hatırladığı halde ve vakit de dar değilken ikinci
namazını kılan bir kimsenin namazı fasittir. Ancak İmam Ebû Hanife ile İmam Ebû
Yûsuf'a göre kökten fasit olmayıp farziyeti fasittir. İmam Muhammed ise . «Kökten
fasittir» demiştir.) Çünkü namaza farz niyetiyle başlandığı için farziyeti
gidince kökten gitmiş olur. imam Ebû Hanife ile İmam Ebû Yûsuf: «Namaza namaz
niyetiyle başlanmıştır. Farziyet, başlanmış olan namazın bir vasfıdır.
Herhangi bir şeyden, o şeyde bulunan bir vasfın gitmesi ise o şeyin kökten
gitmesini gerektirmez- demişlerdir. Metni yukarıda geçen hadis bu görüşü teyid
etmektedir. Çünkü eğer namaz kökten
fasit olsa -fasit olan namaz sürdürülemediği için Peygamber Efendimiz tamamlanmasını
emretmezdi. (Sonra, fasit olduğunu söylediğimiz bu ikindi namaza iki imama
göre kesin, İmam Ebû Hanife'ye göre geçici olarak fasittir. Zira bu kimsenin
öğle namazını kaza etmeden kıldığı bundan sonraki diğer namazlarda fasittir.
Ancak ne zaman ki altıncı namazı da kılarsa, İmam Ebû Hanife'ye göre o zaman
hepsi sıhhat kazanmış olurlar. Diğer iki imama göre ise, bu namazların hepsi
kesin olarak fasittirler. Ancak altıncı namazdan sonraki namazlar sahihtir.)
(Eğer bir kimse sabah namazını kılarken vitir namazını kılmadığını hatırlarsa,
İmam Ebü Hanife'ye göre namazı fasittir.) Diğer iki imama göre fasit değildir.
Çünkü Vitir namazı î m a m Ebû H anife'ye göre vaciptir. Diğer iki imam:
«Sünnettir, demişlerdir. Farz ile sünnetler arasında ise, sıra ile kılma
zorunluğu yoktur. Buna göre eğer bir kimse, yatsı namazını kıldıktan sonra
ab-dest alıp sünnet ve vitir namazlarım kılar ve ondan sonra, yatsı namazını
kılarken abdestsiz olduğunu hatırlarsa İmam Ebû Hani f e' ye göre bu kimse
yatsının farzı ile sünnetini bir daha kılar. Fakat vitir namazını bir daha
kılması gerekmez. Zira î m a m Ebû Hanife'ye göre vitir namazı başlı basma farz
kılınmış bir namazdır. Diğer iki İmama göre ise, vitir namazmı da bir daha
kılması gerekir. Çünkü onlara göre vitir namazı yatsının farzına tabı bir
sünnettir.[7]
Kşi namazda
yanlışlıkla gereksiz bir harekette bulunduğu veyahut bir eksiklik bıraktığı
zaman, selâm verdikten sonra iki kez secde eder ve ondan sonra oturup bir daha
teşehhüt okur ve tekrar selam verir.) İm a m -ı Şafii
(Allah rahmet eylesin) :-Selâm vermeden secde eder- demiştir. Zira
rivayet olunmaktadır ki. Peygamber Efendimiz tSallallahü Aleyhi ve Sellem)
selâmdanönce secde etmiştir. ([8]) Biz ise; «Herbir sehiv İçin selâmdan sonra
iki kez secde edilir» ([9])
hadisine dayanıyoruz. Zira Peygamber Efendimizin, sehvi için selâmdan sonra
secde ettiği de rivayet olunmaktadır. ([10]) Bu
itibarla Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in fiili hakkındaki
iki rivayet birbirleriyle çatıştığı için elimizde sağlam delil olarak yalnız
Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in kavli hadisi kalır.
Kaldı ki namazda edilen sehiv birden fazla da olsa sehiv secdesi tekerrür
etmez. Bunun için namazdan sonraya bırakılması daha uygundur. İmam-ı Şafii ile
aramızdaki bu görüş ayrılığı «Sehiv secdesi selâmdan önce mi yapılsa daha
iyidir yoksa sonra mı?» konusundadır. Yoksa bize göre de selâmdan önce
yapılması caizdir.
Namazın normal olan
selâmı iki kez oîduğu için, sehiv secdesinden önce -ahih olan kavle göre-iki
kez selâm verilir ve -ine sahih olan kavle göre-Peygamber Efendimize
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) salâvat ile dualar, sehiv secdesinden sonraki
oturuşta okunur. Zira bunların yeri namazın sonudur. Namazın sonu ise, sehiv
secdesi yapıldığı zaman bu oturuştur.(Kişiye, namazda namazın cinsinden olan
bir şeyi fazladan yaptığı zaman sehiv secdesi lâzım gelir.) Bu ifadeden sehiv
secdesinin vacip olduğu anlaşılmaktadır, ki sahih olan görüş de budur. Zira sehiv
secdesi, namazda husule gelen herhangi bir eksikliğin yerine geçtiği için vacip
olması lâzım gelir. Nasıl ki Haccda bir sakatlık yapıldığı zaman kurban kesmek
gerekir. Vacip olunca da, namazda ya bir vacibin yanlışlıkla yapılmasından
veyahut bir vacip veya rüknün tehir edilmesinden lâzım geldiği gerekir. Sehiv
secdesinin namazda bir fazlalık yapıldığı zaman lâzım gelmesi ise, yapılan fazlalığın
mutlaka bir vacibin ya terk veya tehirine yol açtığı içindir. (Sehiv secdesi,
namazda yapılması sünnet olan bir hareketin yapılmaması halinde de lazım
geür.h Burada «Sünnet- tabiri İle herhalde, vücubu sünnet ile sabit olan vacip
kasdedilmiştir. Yoksa, namazda herhangi bir sünneti yapmamaktan ötürü sehiv
secdesi lâzım gelmez.
(Kişi namazda
yanlışlıkla Fatiha, kunut duası veya teşehhütten birini okumadığı veya bayram
namazı tekbirlerini getirmediği zaman, kendisine sehiv secdesi lâzım gelir.)
Zira Peygamber Efendimizin {Sallallahü Aleyhi ve Sellem.) bunlardan hiç birini
-bir kere olsun- terketmediği için bunların vacip olduğu anlaşılmaktadır.
Vacibin terki ise -yukarıda da geçtiği üzere- sehiv secdesini gerektirir.
(İmam, gizli olan bir namazda sesli veyahut sesli olan bir namazda gizli
okursa sehiv secdesi lazım gelir.) Çünkü gizli olan namazlarda gizli ve sesli
olan namazlarda da sesli okumak vaciptir. Ancak sehiv secdesini gerektiren
gizli veya sesli okumanın miktarı hakkında değişik rivayetler bulunmaktadır. En
sahihi şudur ki: eğer gizli veya sesli okunan âyet veya âyetler namazda
okunması gerekli olan miktarda ise, sehiv secdesi lâzım gelir, yoksa gelmez.
Çünkü gizli veya sesli okumanın azından sakınmak mümkün değil, çoğundan
mümkündür. Namazda okunması gerekli olan miktar da çoktur, ki îmam Ebü
Hanife'ye göre bir, diğer iki îmama göre üç âyet miktarıdır. Bu da eğer gizli
veya sesli okuyan kimse imam ise böyledir. Tekbaşına namaz kılan kimseye ise,
gizli veya sesli okumakla sehiv secdesi lâzım gelmez.
(İmamın sehvi yüzünden
arkasındaki kimselere de sehiv secdesi lâzım gelir.) Çünkü imamın arkasındaki
kimse her ne kadar sehiv etmemiş ise de, imama uyarken onun bütün
sorumluluklarını üstlenmiştir. Bunun içindir ki yolculukta olup imam ikamet
niyetini getirirse kendisi de yolculukta olmayan kimsenin hükmüne tabi olur.
(Sehiv etmiş olan imam
şayet sehiv secdesini yapmasa da, arkasındaki kimse secde eder.) Çünkü eğer
etmezse, başlangıçta imamın bütün sorumluluklarını üstlendiği halde bundan
dönmüş olur. (Fakat imamın arkasındaki kimsenin sehvi yüzünden ne İmama, ne
kendisine sehiv secdesi lâzım gelmez.) Çünkü eğer kendisi yalnız secde ederse
imama uymamış olur ve eğer imam da kendisiyle birlikte secde ederse kendinin
imama uyması gerekli iken imam ona uymuş olur. (Eğer bir kimse birinci
teşehhüde oturmayı unutup ayağa kalkar ve fakat daha tam ayağa kalkmamışken' farkına
varırsa, eğer daha oturmaya yakın bir durumda ise hemen oturur.) Çünkü daha
oturmaya yakın bir durumdan olduğu için hiç kalkmamış gibidir. Ancak bu kimseye
sehiv secdesinin lâzım gelip gelmediğinde ihtilâf etmişlerdir. Kimisi: «Vacip
olan teşehhüdü tehir ettiği için lâzım gelir» demiş ise de, en sahihi şudur ki
bu kimseye, hiç kalkmamış gibi olduğu için hiç bir şey lâzım gelmez.
(Eğer bu kimse,
teşehhüde oturmadığı farkına varırken ayağa kalkmaya yakın bir duruma gelmiş
ise artık oturmaz.) Zira ayağa kalkmaya yakın bir duruma gelmiş olan bir kimse
artık ayakta sayılır. (Ancak) bir vacibi terkettiği için selâm verdikten sonra
(sehiv secdesini yapar.)
(Eğer bir kimse ikinci
teşehhüde oturmayı unutup beşinci rekâta kalktıktan sonra farkına varırsa, eğer
daha secdeye varmamış ise rekâtı sürdürmekten vazgeçip hemen oturuşa döner ve)
bir vacibi tehir ettiği için (sehiv secdesini yapar. Eğer secdeye vardıktan sonra
farkına varırsa, İmam Ebû Hanife ile İmam Ebü Yûsuf'a göre namazının farzlık
vasfı bozulup namaza sünnete dönüşür.) Çünkü bu kimse farz olan namazının rükünlerinden bir kısmını daha yapmamışken
sünnet kılmaya başlamış sayıldığından farz olan namazdan çıkmış olması lâzım
gelir. Zira rekâtın birinci secdesi yapılınca rekât tamam olur. Tam rekât da
namazın bütün rükünlerini ta2am-mün ettiği için hakikî bir namazdır. Nitekim
eğer bir kimse; -Ben namaz kılmayacağım» diye yemin ettiği halde bir rekât
namaz kılarsa yeminini bozmuş olur. (Bunun için bu kimse bir rekât daha
ekleyip altıncı rekâtın sonunda selâm verir. Şayet bir rekât daha eklemese de
ona bir şey lâzım gelmez.) Çünkü bu kimse beşinci rekâta kasten başlamamıştır.
İmam Muhammed ise: -Bu
kimse farz niyetiyle namaza başladığı için namazının farzıyeti bozulunca
namazın kendisi de bozulmuş olur. Bunun için hemen kesmesi gerekir. Çünkü fasit
olan bir namaz sürdürülemez» demiştir.
1 m a m -1 Şafiî de:
-Bu kimse, namazında bir eksiklik bırakmamış, sadece bir rekât fazla
kılmıştır. Bunu da bilerek yapmadığı için -secdeye varmadan farkına varması
halinde nasıl namazına bir halel gelmiyorsa, secdeye vardıktan sonra da
farkına varması halinde yine- namazına bir halel -gelmez. Zira bir rekâtın tamamı
ile bir kısmı arasmda fark yoktur. Bunun için bu kimse -ister secdeye
varmadan, ister vardıktan sonra farkına varmış olsun- hemen oturur ve teşehhüt
okuduktan sonra sehiv secdesini yapar» demiştir.
Sonra İma.m Ebû Yûsuf
ile îmam Muhammed arasmda bu kimsenin namazı hakkında bir diğer yönden de
ihtilâf vardır s îmam Ebû Yûsuf: «Bu kimse alnını yere koyar koymaz namazının
farziyeti bozulur. Çünkü secde, kişinin başını yere koyması demektir» demiştir.
îmam Muhammed de: -Bu
kimse başını yerden kaldırmadıkça namazı bozulmaz. Çünkü bir şeyin sonu
gelmedikçe o şey tamam olmuş sayılmaz. Secdenin sonu da, ancak kişinin başını
yerden kaldırması ile gelir. Nitekim bir kimse, eğer başı daha secdede iken
abdesti bozulursa, başını yerden kaldırırken abdestsiz olduğu için abdest
aldıktan sonra o secdeyi bir daha yapmak zorundadır» demiştir. Bu ihtilâfın
semeresi -Bu kimse eğer beşinci rekâtın secdesinde abdesti bozulursa, abdest
aldıktan sonra namazını ta marnlayabilir mi tamamlayamaz mı?» meselesinde
ortaya çıkar. Çünkü,eğer ru kimse, alnını yere koymakla secde etmiş
sayılıyorsa —ki îmam Ebû Yûsuf bu görüştedir— beşinci rekâtı tamamlamış
olduğundan namazının farziyeti bozulmuş olur. Bunun için bu kimse abdest
aldıktan sonra yeni baştan namaz kılması lâzımdır. Eğer başını yere koymakla
secde etmiş sayılmıyorsa —ki îmam Muhammed de buna kaildir— henüz secde yapmamışken
abdesti bozulduğu için secdeye varmadan farkına varan kimsenin hükmündedir.
Bunun için bu kimse abdest aldıktan sonra oturup teşehhüt okur ve selâm
verdikten sonra sehiv secdesini yapmak suretiyle namazını tamamlar.
(Eğer bir kimse
dördüncü rekâtın sonunda bir teşehhüt miktarı oturduktan sonra unutup ayağa
kalkarsa, eğer farkına vardığı zaman daha beşinci rekâtın secdesine varmamış
ise hemen oturur ve selâm verir.) Zira ayakta selâm vermek meşru olmadığı
gibi, oturup selâm vermek mümkündür. Çünkü kılınan miktar bir rekâttan az
olduğu için bırakılabilir. (Eğer beşinci rekâtı secde ile bağladıktan sonra
farkına varırsa, bir rekât daha ekler ve farzı tamam olur.) Zira beşinci
rekâta kalkarken, yapılması gerekli olan şeylerden yalnız selâm kalmıştı. Selâm
da farz olmadığı için onu terk etmekle namaz fesada gitmez. Bir rekât daha
eklemeye gelince : Çünkü Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir
rekât nafile kılmaktan nehyetmiştir. Eğer bir rekât daha eklemezse, ona nafile
olarak yalnız kıldığı beşinci rekât kalmış olur, ki bir rekât olduğu için kâfi
gelmez. Sonra farz ettiğimiz bu namaz eğer öğlenin farzı olursa, nafile
olduğunu söylediğimiz bu iki rekât -sahih olan görüşe göre- öğlenin son sünneti
yerine geçmez. Zira Peygamber
Efendimiz (SallaUahü
Aleyhi ve Sellem} öğlenin, son sünnetini, daima farzı bitirip selâm verdikten
sonra ve yeni bir iftitah tekbiresini almak suretile kılmıştır. Bunun için (bu
kimsenin sehiv secdesini yapması istihsali edilmiştir.) Çünkü bu kimse, farzın sonunda
selâm vermediği ve nafileye de yeni bir iftitah tekbiresile başlamadığı için
hem farzında, hem nafilesinde eksiklik hâsıl olmuştur. Eğer bu kimse, kendisi
için nafile olduğunu söylediğimiz son iki rekâtı bozarsa ona bu iki rekâtın
kazası lâzım gelmez. Çünkü her ne kadar başlamış olduğu bir nafileyi bozmuş
ise de, bu nafileye kasten başlamamıştır. Eğer bir kimse bu iki rekâtta ona
iktida ederse - î m a m Muhammed'e göre- imamı altı rekât kıldığı için o
kimseye de altı rekât kılmak gerekir.
îmam Ebû Hanife ile
imam Ebû Yûsuf ise : -Yalnız iki rekât kılar. Zira imâmı o iki rekâtı kılarken
hükmen farzdan çıkmış sayılırdı- demişlerdir. Eğer muktedi o iki rekâtı bozarsa.
İmam Muhammed onu da imamına kıyas ederek i ■Ona kaza lâzım gelmez- İmam
Ebû Yûsuf ise: «Lâzım gelir. Zira imamına lâzım gelmemesi, o iki rekâta kasten
başlamamış olmasmdandı. Bu ise kasten başlamıştır» demişlerdir.
(Eğer bir kimse iki
rekât nafile kılmak isterken sehiv eder ve selâm verip sehiv secdesini
yaptıktan sonra iki rekât daha kılmak isterse, bu iki rekâtı ayn bir iftitah
tekbiresile kılması gerekir.! Zira eğer onları daha önce kıldığı iki rekâta
eklerse sehiv secdesi namazın ortasına düşmüş olacağından namazı fesada gider.
Fakat yolculukta olan bir kimse dört rekâthk bir namazı iki rekât olarak kılarken
sehiv eder ve selâm verip sehiv secdesini yaptıktan sonra ikâmet niyetini
getirirse, kalan iki rekâtı da ekliyebilir. Çünkü eğer ekle-yemezse, artık
yolculukta olmadığı için namazının tamamı fesada gider. Bununla beraber eğer
yukanda sözü geçen kimse de eklerse, secdeden sonra selâm vermediği için namazı
sahihtir. Çünkü selâm vermediği için namazı daha tamamlanmamıştır.
(Eğer namazında sehiv
eden bir kimse selâm verdikten sonra ve fakat daha sehiv secdesini yapmamışken
bir başkası ona iktida ederse) îmam Ebü Hanife ile İmam Ebû Yûsuf'a göre (eğer
bu kimse sehiv secdesini yaparsa ona iktida eden kimsenin namazı sahihtir,
yapmazsa sahih değildir.) îmam Muhammed ise: «Bu kimse sehiv secdesini yapmasa
da ona iktida eden kimsenin namazı sahihtir- demiştir. Çünkü îmam Muhammed'e
göre namazında sehiv eden kimsenin selâmı, onu namazdan çıkarmaz. Zira sehiv
secdesi kişinin sehvi yüzünden nama-
zında husule gelen
eksikliği gidermek için vacip olmuştur. Bunun için, namazında sehiv eden kimse
secdesini yapmadıkça hükmen namazdadır, îmam Ebû Hanife ile îmam Ebû Yûsuf'a
göre ise, namazında sehiv eden kimsenin selâmı, geçici olarak onu namazdan
çıkarır. Yani eğer sehiv secdesini yapmazsa, selâm ile namazdan çıkmış olur,
yaparsa verdiği selâm onu namazdan çıkarmış olmaz. Üç imamın bu görüş ayrılığı
«Eğer namazında sehiv eden bir kimse, selâm verdikten sonra ve fakat daha
sehiv secdesini yapmamışken sesli olarak gülerse abdesti bozulur mu bozulmaz
mı? ve «eğer namazında sehiv eden bir yolcu, iki rekât kılıp selâm verdikten
sonra ve fakat daha sehiv secdesini yapmamışken ikamet niyetini getirirse iki
rekât daha kılması gerekir mi gerekmez mi?» meselelerinde de caridir.
(Namazında sehiv eden kimse, namazdan kesin olarak çıkmak niyetiyle dahi selâm
verse, yine de sehiv secdesini yapması gerekir.) Zira namazdan, sehiv
secdesinden önceki selâm ile çıkılmaz ve bu kimsenin niyeti de, şer'î olan bir
usulü değiştirmek olduğu için hükümsüzdür. (Eğer bir kimse namaz içinde «üç
rekât mı kıldım dört mü?» diye tereddüde düşer ve onun bu tereddüde düşmesi de
ilk kez ise, namazını bozup yenibaştan kılması gerekir.) Zira Peygamber Efendimiz
(SallaUahü Aleyhi ve Sellem); Herhangi biriniz namazında, kaç rekât kıldığında
tereddüde düştüğü zaman, namazını yeni baştan kılsın- ([11]) buyurmuştur. (Eğer bu kimse zaman zaman böyle
tereddütlere düşüyorsa, kendisince hangi ihtimal, daha kuvvetli ise onu
tutar.) Çünkü Peygamber Efendimiz
(Aleyhi"s-salâtü ve's-selâm) :-Namazında şüpheye düşen kimse, kanaatmca
doğru olam seçsin- ([12])
buyurmuştur. (Şayet bir tarafı ağır basan herhangi bir kanatı yoksa, o zaman
azı tutar.) Zira Peygamber Efendimiz
(Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) :
«Namazında tereddüde
düşüp üç rekât mı dört mü kıldığını bilemeyen kimse, az olan tarafı tutsun» ([13])
buyurmuştur.
Herhangi bir namazda
tereddüde düşülüp onu yeni baştan kılmak gerektiği zaman, içinde bulunulan
namazı ya selâm vermek veyahut konuşmak gibi namaz bozucu bir şeyle bozduktan
sonra yeniden namaza başlamak lâzımdır. Çünkü yalnız niyet kâfi değildir.
Fakat selâm vermek daha iyidir. Kişi azı
tuttuğu zaman da, namazının sonu olduğuna ihtimal verdiği her yerde oturur, ki
farz olan ikinci oturuşu kesin olarak yerinde yapmış olsun.[14]
(Hasta olduğu için
ayakta namaz kilamayan kimse -rükû ve secdeleri yapmak şartı ile- oturarak
kılar.) Zira Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hasta olan 1 m
r a n b. H u s a y n (Radıyallâhü
anhümâ) 'a: Ayakta namaz kıl. Ayakta kılamazsan oturarak kıl. Oturarak da
kılamazsan yatarken ve işaretler yaparak kıl- ([15])
buyurmuştur. Hem de kişi, ancak gücünün yettiği kadar kendisine verilen emri
yerine getirebilir. (Eğer rükû ve secdeleri yapamazsa işaretlerle kılar.) Yani
oturarak işaretler yapar. Çünkü işaretler rükû ve secdelerin yerine geçer.
(Ancak secde işaretinde, rükû işaretinden fazla eğilmek gerekir.) Çünkü
işaretler rükû ve secdelerin yerine geçtiği için onların hükmündedirler.
(Secdede başını yere
koyamayan kimse, yerden herhangi bir şeyi kaldırıp alnını o şeyin üzerine
koyamaz.) Zira Peygamber Efendimiz (Aleyhi's-salâtü ve's-selâmî; «Eğer yer
üzerinde secde edebiliyorsan et. Edemiyorsan başmla işaret et» ([16])
buyurmuştur. Baş işaretinde başı eğmek kâfi gelir. Zira başla işaret etmek başı
eğmek demektir. Kişinin yerden herhangi bir şeyi kaldırıp alnını o şeyin
üzerine koymasının kâfi gelmeyişi de, bu durumda baş eğil-mediği içindir. (Eğer
kişi oturarak da namaz kılamıyorsa, o zaman sırtüstü yatarak ve ayaklanın
kıbleye doğru uzatarak namaz kılar. Rükû ve secdeleri de işaretlerle yapar.)
Zira Peygamber Efendimiz (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) :
«Hasta olan kişi
ayakta namaz kılar. Eğer ayakta kılamazsa oturarak kılar. Oturarak da
kılamazsa sırtüstü ve işaretler yaparak kılar. Bunu da yapamazsa o zaman
Cenâb-ı Allah onun mazeretini kabulde ondan daha lâyıktır- ([17])
buyurmuştur. (Hasta olan kimsenin yan yatarak ve yüzünü kıbleye vererek
işaretler yapması da) yukarıda geçen hadise binaen (caizdir.) Ancak sırtüstü
yatıp ayaklarını kıbleye doğru uzatması daha iyidir. Çünkü sırtüstü yatan
kimse işaret yaparken başını kıbleye karşı eğer, yan yatan kimse ise, başını
ayaklarına karşı eğmiş olur. Yatarak kılınan namazda da baş eğmekten başka bir
hareket yoktur. imam-ı Şafii (Allah rahmet eylesin) : -Yan yatarak namaz
kılabilen kimse sırtüstü kılamaz» demiştir. (Başı ile işaret etmeye de gücü
yetmiyen kimse için ise, namaz ertelenmiş olur. Bu kimse ne gözü ile, ne kalbi
ile ve ne de kaşları ile işaret edemez.) Çünkü -yukarıda geçtiği üzere- -Eğer
yer üzerine secde edemiyorsan başmla işaret et» diye Duyurulmuştur. Namazın
bir rüknü olan secde de, başı yere koymak demek olduğundan -göz, kalp ve
kaşlar gibi- başka şeyleri başa kıyas edemeyiz. -Başı ile işaret etmeye de gücü
yetmiyen kimse için namaz ertelenmiş olur» tâbirinden, kişinin bu durumunda
bile, hatta -sahiolan kavle göre- onun bu durumu yirmi dört saattan fazla da
sürse, ayık olduğu sürece namazın vücufcu kendisinden sakıt olmaz diye
anlaşılmaktadır. Fakat baygın düşen kimse öyle değildir. Baygın düşen kimsenin
baygınlığı eğer yirmi dört saati aşarsa namazın vü-cubu kendisinden sakıt olur.
(Eğer kişi ayakta durabilir, fakat rükû ve secdeleri yapamıyorsa, oturarak ve
işaretler yapmak suretile namaz kılar.) Çünkü ayakta namaz kılmanın farz olması
ayakta iken secdeye varmak içindir. Zira ayakta iken yere kapanmada daha fazla
saygı gösterisi vardır. Secde yapamayan kimse için ise, bu imkân bulunmadığı
için ayakta namaz kılmasına gerek yoktur. Bunun için bu kimse muhayyerdir :
Ayakta da, oturarak da namaz kılabilir. Fakat oturarak işaret yapmak secdeye
daha yakın olduğu için oturarak namaz kılması daha iyidir.
(Eğer sağlam olan bir
kimse, ayakta namaz kılarken hastalanıp ayakta duramaz bir duruma gelirse, eğer
yapabiliyorsa oturarak ve rükû ile secdeleri yaparak, eğer rükû ile secdeleri
yapamıyorsa işaretler yaparak ve eğer oturarak da kılamıyorsa sırtüstü yatarak
namazım tamamlar.l Zira bu da, ayakta namaz kılanın oturarak namaz kılana
iktida etmesi gibi zaif olan namazı kuvvetli olan namazın üstüne bina kılmak
kabilindendir.
(Eğer bir kimse, hasta
olduğu İçin oturarak ve fakat rükû ve secdeleri yaparak namaz kılarken iyileşip
ayakta durabilecek bir duruma gelirse, İmam Ebû Hanife ile İmam Ebû Yûsuf'a
göre ayakta namazını tamamlar. İmam Muhammed ise: -Namazını bozup yeni-baştan
kılması gerekir» demiştir.) Bu ihtilâf -yukarıda geçtiği üzere- bu üç imamın,
ayakta namaz kılanın oturarak namaz kılana iktidası hakkındaki ihtilâflarından
kaynaklanmaktadır.
(Eğer bir kimse
namazım işaretlerle kılarken, iyileşip rükû ve secdeleri yapabilir bir duruma
gelirse -her üç İmama göre de- bu kimsenin namazını bozup yeni baştan kılması
gerekir.) Zira rükû ve secdeleri yapan kimsenin işaretlerle namaz kılan kimseye
iktidası nasıl caiz değilse, namazdan rükû ve secdeleri yapılan kısmın, işaretlerle
kılınan kısma bina kılınması da caiz değildir.
(Nafile namazını
ayakta kılarken yorulan bir kimsenin, bir baston veya duvara dayanarak namazım
tamamlamasında bir sakınca yoktur.) Çünkü bu kimse mazurdur. Fakat özürsüz
olarak herhangi bir şeye dayanıp kılmak, saygısızlık olduğu için mekruhtur.
Kimisi: «İmam Ebû Hanife'ye göre mekruh değildir. Çünkü İmam Ebû Hanife'ye göre
bir kimsenin nafile namazını ayakta kılarken oturması caiz olduğuna göre, bunu
da mekruh görmemesi lâzımdır. Diğer iki İmama göre ise mekruhtur. Çünkü onlara
göre nafile namazını ayakta kılan kimsenin oturması caiz değildir» demiştir.
(Eğer nafile namazını
ayakta kılan kimse özürsüz olarak oturursa ittifak ile mekruhtur.) Nafile
namazı bahsinde geçtiği üzere bu namaz mekruh ise de İmam Ebû Hanife'ye göre sahihtir.
Diğer iki imama göre ise sahih değildir.
(İmam Ebû Hanife'ye
göre bir zorunluk bulunmasa da, gemide oturarak namaz kılmak caizdir. Diğer iki
imam ise ı -Zorunluk bulunmazsa caiz değildir» demişlerdir.) Çünkü bir
zorunluk bulunmadığı zaman ayakta kılmak mümkündür.
İm am Ebü Hanife:
«Çünkü gemi çoğunlukla baş dönmesi yapar. Şayet kişinin başı o anda dönmese
de, heran için dönebilir. Bununla beraber caiz olmadığı şüphesi bulunduğu için
ayakta kılmak daha iyidir. Hatta eğer imkân bulursa, dışarı çıkıp kılsa daha
da iyidir. Çünkü o zaman kalbinde hiç bir şüphe kalmaz» demiştir. Bu ihtilâf
da kıyıda bağlı olmayan gemi hakkındadır. Bağlı olan gemi ise, karadan farklı
değildir. (Eğer bir kimse baygın düşüp baygınlığı yirmi dört saat veya daha az
bir zaman sürerse, bu kimsenin geçen namazlarım kaza etmesi gerekir.
Baygınlığı daha uzun süren kimse ise geçen namazlarını kaza etmekle mükellef
değildir.) Bu bir istihsandır. Yoksa kıyas, baygınlığın bir namaz vaktinin
tamamında sürmesi halinde bile kazanın lâzım gelmemesini gerektirmektedir.
Çünkü kişi o namaz vaktinin başından sonuna kadar ayık olmadığı için -delilik
halinde olduğu gibi- namaz kılabüme gücünde değildi. İstihsanın dayanağı da
şudur: Baygınlık uzun sürdüğü zaman, geçen namazlar çok olduğu için kazaları
güç olur. Geçen namazlar da ancak, ne zaman ki sayısı bir gün ile bir gecenin
namazlarından fazla olursa çok olur. Çünkü sayısı beşi aştığı için tekrarın
sınırına girer. Bu hükümde delilik de baygınlık gibidir. Ebû Süleyman (Allah
rahmet eylesin) böyle söylemiştir. Bir gün ile bir geceden fazla olmak da, İmam
Muhammed'e göre namaz vakitleri itibariyledir. İmam Ebû Hanife ile İmam Ebû
Yûsuf ise: «Saatler itibariyledir» demişlerdir, ki Hz. Ali ile Abdullah İbn-i
ö m e r (Radıyallâhü anhümâ)'dan gelen nakil de bu yoldadır.[18]
(Kur'an'da tilâvet
secdeleri.) A' r a f sûresinin sonu, Raad, Nahil, Isra, Meryem, Hacc sûresinin
birinci secdesi, Furkan, Nemil, Elif lâmmim, Tenzil, Sâd, Hamim, el-Secde,
Necim, î z e s s e m aü n ş e k k a t ve I k r a sûrelerinin secdeleri olmak
üzere (on dört tanedir.) H z . Osman (Radıyallâhü anhJ 'in mushafinda böyledir
ve mutemed olan görüş de budur. Hacc sûresinin ikinci secdesi ise, biz Ha-nefiler'e
göre namaz secdesi hakkındadır. Hamim el-Secde sûresinde secde yeri, Hz. Ömer
(Radıyallâhü anh)'m görüşüne göre LÂ YESEMUN'dır. Ulema da ihtiyatan bu görüşü
tutmuşlardır.
(Bu on dört tane yerin
hepsinde secde etmek hem okuyana ve hem de)
ister dinlemek kasdiyle olsun, ister olmasın (işitene vaciptir.) Zira Peygamber Efendimiz
(Aleyhi's-salâtü ve's-selâm); «Secde» onu okuyana da işitene de vaciptir» ([19])
buyurmuştur. Çünkü bu ifade vücup içindir ve onda «Eğer dinlemek kasdı île
işitirse» diye bir kayıt da yoktur.
(İmam secde âyetini
okuduğu zaman hem kendisi ve hem de kendisi ile birlikte arkasındakiler secde
ederler.) Zira imamın arkasında namaz kılan kimse, imamın her hareketine
uymayı üstlenmiştir.
(İmamın arkasında olan
kimse ise, eğer secde âyetini okusa, ne imam ve ne de kendisi! İmam Ebü Hanife
ile tmam Ebü Yûsuf'a göre (namaz bittikten sonra bile secde etmezler.) Çünkü
imamın arkasında namaz kılan kimse, imamın tasarrufu altında olduğu için
okumaktan menedilmiştir. Bunun için okusa bile tilâveti hükümsüzdür.
tmam Muhammed ise:
-Namazdan sonra secde ederler. Çünkü secdenin nedeni olan secde âyetini
işitmişler ve secdeye mâni olan hal de ortadan kı'kmıştır. Namaz içinde isa,
secde edemezler. Zira eğer ederlerse ya okuyan eder de imam ona uyar, ki o
zaman imamlığın gereğine aykırı olur, ya da imam eder de okuyan ona uyar, o
zaman da tilâvetin gereğine aykırı olur- demiştir.
Aybaşı halindeki kadın
ile cünüp olan kimse de okumaktan men edildikleri için tilâvetleri hükümsüzdür.
Bunun için aybaşı halindeki kadın, secde âyetini ister okusun, ister işitsin,
namaza ehil olmadığı için secde edemez. Cünüp de ancak secde âyetini işittiği
zaman secde kendisine vacip olur. Çünkü namaza ehildir.
(Namazda olmayan bir
kimse ise, imamın arkasındaki kimseden secde âyetini işitince) sahih olan
görüşe göre {secde eder.) Çünkü nehiy yalnız namazda olanlar hakkında olup
onların dışında kalan kimselere geçmez.
(Eğer namazda olan bir
kimse, kendisi ile birlikte aynı namazda olmayan bir kimseden secde âyetini
işitse, namaz içinde secde edemez.) Çünkü bu secde onun için namazın
hareketlerinden değildir. (Fakat namaz bittikten sonra secde eder.) Zira
secdeyi gerektiren secde âyetini işitmiştir. (Şayet namaz içinde secde ederse,
o secde ona kâfi gelmez. Namaz bittikten sonra bir daha secde etmesi gerekir.)
Çünkü ona kâmil bir secde vacip olmuştur. O ise namaz içinde secde ettiği için
ettiği secde nakıstır. (Kimisi: -Bir daha etmesi gerekmez.) Çünkü secde
bizatihi namazın hareketlerindendir (demiştir.) Nevadir adındaki kitapta -Eğer
namaz içinde secde ederse namazı bozulur. Çünkü namazdan olmayan bir şeyi
namaza katmış olur- diye kayıtlıdır ve İmam Muhammed de bu görüştedir.
(Eğer imam secde
âyetini okur, namazda imamla beraber olmayan bîr başkası da işitir ve imam
secde ettikten sonra, işiten o kimse imama uyarsa, o kimseye secde etmek
gerekmez.) Zira rekâta yetişmiş olan kimse imamın yaptığı secdeye de yetişmiş
sayılar. (Eğer bu kimse, imam henüz secde etmemişken imama uyarsa, imamla birlikte
secde etmek zorunda olur.) Çünkü eğer imama uymamış da olsaydı, secde âyetini
işittiği için secde etmesi gerekirdi. Kaldı ki imamın arkasında olduğu için
imamın meşru olan her hareketine katılmak zorundadır.
(Namaz içinde kişiye
lâzım gelen herhangi bir tilâvet secdesi, eğer kişi onu namaz içinde yapmazsa,
namazdan sonra kaza edemez.) Çünkü bu secde namaz içinde ona lâzım geldiği için
kâmil bir secdedir. Namaz dışında kaza edilen secde ise nakıs olduğu için onun
yerine geçemez. [Eğer secde âyetini
okuyan bir kimse, secde etmeden namaza başlar ve namaz içinde aynı âyeti
tekrarlarsa, her iki tilâvet için de bir secde ona kâfi gelir.) Zira ikinci
tilâvet için ona lâzım gelen secde namaz içinde olduğu için kâmil olup nakıs
olan birinci secdenin yerine geçer. Navadir'de «Namazdan sonra bir daha secde
etmesi gerekir. Çünkü birinci tilâvetle kendisine lâzım gelen secde ikincisine
göre nakıs ise de, daha önce lâzım geldiği için onunla aynı kuvvettedir. Bunun
için ikisini de yapmak gerekir» diye kaydedilmektedir. Biz diyoruz ki:
İkincisi tilâvetin hemen ardında yapıldığı için ayrıca bir üstünlüğü daha
vardır. Bunun için yine de diğerinden kuvvetlidir. (Eğer secde âyetini okuyan
kimse secde ettikten sonra namaza başlar ve namazda da aynı âyeti okursa, bir
daha ona secde lâzım gelir.) Zira birinci secde yapılırken ikinci secde daha
lâzım gelmemişti. Bunun için eğer i «Birinci secde ona kâfidir» diyecek
olursak, daha ikinci secde lâzım gelmemişken lâzım geldiğine hükmetmiş oluruz.
(Aynı yer ve oturuşta bir secde âyetini tekrarlayan kimseye bir kez secde etmek
kâfidir. Eğer secde ettikten sonra kalkıp yerinden ayrılır ve bir daha dönüp
aynı yerde ve aynı âyeti tekrarlarsa, ona bir daha secde lâzım gelir. Eğer
secde etmeden yerinden ayrılır ve bir daha dönüp aynı âyeti tekrarlarsa, o
zaman iki kez secde etmesi gerekir.) Tilâvet secdesinde kaide böyledir :
Tilâvet secdesini gerektiren sebepler mütaaddit olunca tedahül ederler. Yani
bir secde âyeti bir defadan fazla okunduğu zaman, bir defa okunmuş gibi yalnız
bir secde lâzım gelir. Zira Kur'an-ı Kerim öğretmek, öğrenmek veyahut hıfzına
çalışmak istiyen bir kimse bir âyeti birkaç kez tekrarlamak zorundadır. Eğer
her defasında secde lâzım gelirse öğrenim veya hıfzı çok zor olur. Bunun için
böyle durumlarda bir secde âyeti bir defadan fazla dahi okunsa, bir defa
okunmuş gibi yalnız bir secde lâzım gelir. Bu da, eğer aynı yer ve aynı
oturuşta olursa böyledir. Değişik yerlerde veyahut aynı yerde ve fakat değişik
oturuşlarda tekrarlanması halinde ise, sebepler tedahül etmez. Yani kaç defa
okunursa o kadar kez secde lâzım gelir. Kişinin bir secde âyetini okuduktan
sonra ayağa kalkıp bir daha oturması tedahüle mâni değildir. Ağacın bir
dalından bir diğer dala geçmek veyahut harman döven kimsenin harman üstünde
dolaşması gibi hareketler ise, tedahülö mânidir.
(Eğer secde âyetini
tekrarlayan kimse hep aynı yerde tekrarlar ve fakat işiten kimse yerini
değiştirirse, onun hakkında vücup tekerrür eder.) Çünkü işitene tilâvet
secdesini gerektiren sebep, okumak değil, işitmektir. Kimisi:
İşiten kimse yerini
değiştirmese de, eğer tekrarlayan kimse değiştirirse işiten hakkında' hüküm
yine böyledir) demiş ise de, en sahihi şudur ki: Bu durumda, okuyan için vücup
tekerrür ediyorsa da işiten için tekerrür etmez. Zira -yukarda da anlattığımız
üzere- işitene tilâvet secdesi, secde âyetini işittiği için lâzım gelir.
(Tilâvet secdesini yapmak istiyen kimse), namaz secdesinde nasıl ellerini
kaldırmıyorsa (ellerini kaldırmadan tekbir alır ve secdeye vardıktan sonra bir
daha tekbir alıp başmı kaldırır.) Abdullah İbn-i Mesud (Radıyallâhü
anhümâ)'dan bu şekilde rivayet olunmuştur.
(Tilâvet secdesinde ne
teşehhüt ve ne de selâm yoktur.) Çünkü selâm taharrum tekbiresi ile girilen
namazdan çıkmak içindir. Tilâvet secdesinde ise taharrum tekbiresi yoktur..
(içinde secde âyeti bulunan herhangi bir sûre veya âyetleri okurken, secde
âyeti üzerinden atlayıp okumamak) secde etmek istenmediğini andırdığı için
(mekruhtur. Diğer âyetleri okumayıp da, yalnız secde âyetini okumakta ise bir
sakınca yoktur.) Çünkü böyle yapmak, secde etmeyi emreden âyeti bir an Önce
okuma isteğini gösterir. İmam Muhammed: «Kur'an âyetleri arasında üstünlük
bakımından fark bulunduğu zannını doğurmamak için, bence secde âyetinden önce
bir iki âyet okuduktan sonra, secde âyetini okumak daha iyidir» demiştir.
Kur"an-ı Kerim'i sesli okuyan kimseye -işitenleri secde etmek
mecburiyetine sokmamak için- secde âyetine gelince gizli okumayı istihsan
etmişlerdir.[20]
(Namazın kısaltılması
gibi, birtakım özel hükümleri bulunan yolculuk, kişinin develer veyahut ayak
yürüyüşü ile yolculuk yapmak istediği zaman yolu en az üç gün üç gece süren
yolculuktur.) Zira Peygamber Efendimiz (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)
:«Yolculukta olmayan kimse bir gün bir gece, yolculukta olan kimse de üç gün üç
gece mestlerini mesih edebilir» ([21])
buyurmuştur. Çünkü tabiidir ki «Yolculukta olan kimse- tâbirinden maksat, belli
bir şahıs olmayıp ondan cins murattır. Yâni, yolculukta olduktan sonra kim
olursa olsun, mestlerini üç gün üç gece meshedebüir. Bundan ise, bu yolculuğun
en az üç gün üç gece sürmesi lâzım gelir. Zira eğer daha az olursa, her
yolculukta olan kimse nasıl üç gün üç gece mesih yapabilir? İmam Ebü Yûsuf: -En
az iki gün ile üçüncü günün yansından biraz fazladır.- İmam-ı Şafii de bir
kavlinde: «En az bir gün bir gecedir- demişlerse de, bu hadis onların
görüşlerine karşı yeterli bir delildir.
(Sözü geçen yürüyüş de
normal bir yürüyüştür.) î m a m E b û Hanif e' den, yolculuğun en azını
konaklarla da takdir ettiği rivayet olunmaktadır, ki bu da birincisine
yakındır. Sahih olan görüşe göre yolun kaç fersah olduğuna bakılmaz, kaç gün
sürdüğüne veyahut kaç konak olduğuna bakılır.
(Sudaki yürüyüşün daha
kısa veya uzunluğuna bakılmaz.) Yani kişi -biri karada, diğeri denizde olmak
üzere- iki yolu bulunan bir yere gitmek istediğinde, hangi yoldan giderse o
yolun hükmüne tâbidir. Nasıl ki dağ yolu ile ova yolundan da hangisinden
gidilirse o yolun hükmüne tâbi olunur. Hatta eğer biri kısa, diğeri uzun olan
yolların ikisi de ya deniz, ya karada olursa, yine de kişi hangisinden giderse
onun hükmüne tâbidir.
(Yolculukta olan kimse
için dört rekâtlı namazları iki rekât olarak kılmak farzdır.) İmam-ı Şafii
(Allah rahmet eylesin) oruca kıyas ederek: -Farz olan dört rekâttır. Fakat kolaylık
olsun diye yolculukta kısaltılmasına izin verilmiştir- demiştir. Biz diyoruz
ki: Bununla oruç arasında fark vardır. Çünkü oruç yolculukta tutulmadığı zaman
sonradan kaza edilmesi gerekir. Dört rekâttı namazların yolculukta kılınmayan
son iki rekâtı ise kaza edilmez.
(Şayet kişi yolculukta
dört rekât kılarsa, eğer ikinci rekâttan sonra bir teşehhüt miktarı oturmuşsa)
namazın bir vacibi olan selâmı tehir ettiği için iyi bir şey yapmamış olmakla
beraber (ilk iki rekât onun için farz yerine geçer ve) yanlışlıkla dört rekât
olarak kılınan sabah namazına kıyasa (son İki rekât ona nafile olur. Eğer
ikinci rekâttan sonra bir teşehhüt miktarı oturmamıssa) henüz farz olan kısmı
tamamlanmamışken nafile ona karıştığı için namazı (fesada gider.)
(Yolculuğa çıkmak
isîiyen kimse, oturduğu şehrin binaları içinden çıkar çıkmaz namazlarım iki
rekât olarak kılmaya başlar.) Çünkü yolculuktan dönüldüğü zaman da oturulan
yerin binaları içine giril-
mekle yolculuk bitmiş
olur. Hatta bu konuda H z. Ali (Radı-yallâhü anh)'dan da bir nakil vardır.
Rivayete göre H z. Ali (Radıyallâhü anh) yolculuğa çıkmak üzere bir gün
Basra'dan ayrılırken namaz vakti girmiş ve namazı dört rekât olarak kıldıktan
sonra önünde duran bir kulübeye bakarak: -Eğer biz bu.kulübeyi de geçmiş olsaydık
namazımızı kısaltarak kılacaktık» demiştir. (Yolculukta olan kimse, herhangi
bir şehir, kasaba veya köyde onbeş gün veya daha fazla bir zaman için kalmaya
niyet etmedikçe yolculukta sayılır. Eğer bundan az bir süre için kalmaya niyet
ederse, yine de yolcu olup namazlarını kısaltmak zorundadır.) Zira geçici
olarak bir yerde kalmak istiyen kimse, o yerde kalması geçici olduğu için yine
yolculuk vasfmı taşır. Ancak bu vasıf ne zamana kadar devam eder. Bunun için
ona bir süre lâzımdır, işte bu süreyi biz Hanefiler, kadının iki aybaşı hali
arasındaki temizlik süresine kıyas ederek onbeş gün diye takdir ediyoruz.
Çünkü kadının temizlik hali ile yolculukta olan kimsenin bir yerde kalmaya
niyet etmesi hali arasında müşterek bir vasıf vardır: Aybaşı halindeki kadın
namaz kılamazken, temizlenince namaz kılma yetkisine, yolculukta olan kimse de
namazlarını tam olarak kılamazken, bir yerde kalmaya niyet edince namazlarım
tam olarak kılma yetkisine sahip olurlar. Bu sürenin kadının temizlik süresi
kadar olduğu, Abdullah îbn-i Abbâs ile Abdullah îbn-i Ömer (Radıyallâhü
anhümâ)'dan da nakledilmektedir. Şer'i miktarların tayini gibi konularda ise,
Sahâbi'nin sözü de hadis hükmündedir.
Metindeki -Şehir,
kasaba veya köy» kaydı, çölde, kalmaya niyet etmenin bir hükmü bulunmadığına
işaret etmek içindir. Zira her ne kadar tmam Ebû Yûsuf tan: -Çoban ve
hayvancılıkla uğraşanlar, çölün herhangi bir yerinde onbeş gün kalmaya niyet ettikleri
zaman namazlarını tam olarak kılarlar» diye söylediğine dair bir rivayet varsa
da, mezhepten açık olarak anlaşılan şudur ki: Çölde ne kadar uzun zaman da
kalınsa ve ne kadar uzun zaman kalmaya niyet
de edilse, hüküm değişmez.
(Bir şehre, bir iki
gün kalmak niyetiyle giden bir kimse, orada kalmaya niyet etmedikçe yıllarca da
kalsa, namazlarını tam olarak kılamaz.) Zira Abdullah tbn-i Ömer (Radıyallâhü
anh) Azerbaycan'da altı ay kaldığı halde namazlarını hep iki rekât olarak
kılmıştır. ([22]) Bunun benzeri diğer
Ashabın bir çoğundan da rivayet olunmaktadır.
Bir savaş ülkesine
girip orada kalmaya niyet eden askerler, namazlarını iki rekât olarak
kılarlar. Bir şehir veya kaleyi kuşattıkları zaman da hüküm böyledir.} Çünkü
düşman ülkesine giren askerlerin durumu belli olmaz. Bakarsın düşmanı yenerler
de kalırlar, bakarsın yenilgiye uğrayıp kaçarlar. Bunun için savaş ülkeleri
ikamet yeri olamaz.
(Askerler İslâm
ülkesinde de devlete karşı baş kaldıranlarla savaştıkları zaman, eğer bir
şehrin içinde olmasalar veyahut baş kaldıranları denizde kuşatsatar namazlarım
iki rekât olarak kılarlar.)
Çünkü onbeş gün için
durmaya niyet etseler bile durumları durmaya müsait değildir. Buna göre bir
şehrin içinde olmamaları şartı manasızdır. Zira bir yerleşim merkezinde de
olsalar yine böyledir, îmam Züfer1 den, «Askerlerin savaş ülkesinde de, İslâm ülkesinde
devlete karşı baş kaldıranlarla savaşmalan halinde de onbeş gün kalmaya niyet
etmelerinin hükmü yoktur- diye söylendiği rivayet olunmaktadır. îmam Ebû Yûsuf
da: «Eğer binalarda kalıyorlarsa muteberdir. Çünkü binalar sabit meskenlerdir»
demiştir.
(Çadırlarda oturan
göçebe ve hayvancılıkla uğraşanların bir yerde onbeş gün kalmaya niyet
etmeleri, kimisi: «Muteber değildir» demiş ise de, en sahihi şudur ki) her ne
kadar otlaktan otlağa yer de-ğiştiriyorlarsa da, bir otlakta kaldıkları sürece
onlara yolcu denmediği için (niyetleri muteberdir.) îmam Ebû Yûsuf tan böyle
rivayet olunmuştur.
(Yolculukta olan
kimse, namazını yolculukta olmayan kimseye ihtida ederek eda ettiği zaman dört
rekât olarak kılar.) Zira henüz namaz vakti geçmemişken yolculukta olmayan
kimseye iktida ettiği için namazının hükmü değişir. Nasıl ki henüz namaz vakti
geçmemişken bir yerde onbeş gün durmaya niyet edince de değişir. (Fakat
kazaya kalmış namazım, yolculukta olmayan kimseye iktida ederek kuması caiz
değildir.) Çünkü kazaya kalmış olan namazın vakti geçtiği için artık hükmü
değişmez. Yani eğer yolculukta olmayan kimseye iktida da etse, yine iki rekât
olarak kılması gerekir. O zaman da imamın ya birinci, ya ikinci iki rekatında
imama iktida eder. Birinci iki rekâtta, iktida ederse imamın oturuşu vacip,
onun oturuşu farz olduğu için farzı vacibin arkasmda kılmış olur. ikinci iki
rekâtta iktida ederse, imamın okuyuşu sünnet, onun okuyuşu farz olduğu için
farzı sünnetin arkasında kılmış olur. Bunun her iki ihtimalde de caiz
değildir.
(Eğer yolculukta olan
kimse, yolculukta olmayan kimseye îmam olursa, iki rekât kıldıktan sonra selâm
verir ve arkasındaki yolculukta olmayan kimse kalkıp namazını tamamlar.) Zira
sonradan gelip üçüncü rekâtta imama yetişen kimse nasü imam selâm verdikten
sonra cemaatle bir ilgisi kalmaz ve son iki rekâtını tek başına kılıyorsa, bu
kimse de öyledir. Ancak şu var ki: Bu kimse tek başına kıldığı rekâtlarda da
Fatihayı okumaz. Çünkü imam ile beraber namaza başladığı için hükmen imamın
arkasında sayılır. Kaldı ki onun için farz olan okuyuş edâ edilmiştir- Bunun
için ihtiyaten okumaması iyidir. Fakat üçüncü rekâtta imama yetişen kimse öyle
değildir. Çünkü üçüncü rekâtta imama yetişen kimse farz olan okuyuş edâ
edildikten sonra imama yetiştiği için ona farz olan okuyuş edâ edilmemiştir.
Bunun için ona okumak daha iyidir.
(Yolculukta olmayan
kimselere imamlık eden yolcu için, selâm verdikten sonra arkasındakilere: -Ben
yolcuyum. Siz namazınızı tamamlayınız» demek m üst a haptır.) Zira Peygamber
Efendimiz (Sal-lallahü Aleyhi ve Sellem) M e k k e ' de misafir iken selâm verdikten
sonra Mekke halkına öyle söylemişti. ([23])
(Yolculukta olan
kimse, yurduna döndüğü zaman kalmak niyetiyle olmasa biie namazını tam olarak
kılar.) Çünkü Peygamber Efendimizle tSallallahü Aleyhi ve Sellem) Ashabı
yurdlarma döndükleri zaman bazan kalmak niyetinde olmadıkları halde yine de
namazlarım tam olarak kılarlardı. ([24])
(Oturmakta olduğu
yurdunu bırakıp bir başka yeri yurd edinen kimse, eski yurduna misafir olarak
gittiğinde namazını kısaltarak kılar.) Zira eski yurdu onun için artık yurd
sayılmaz. Nitekim Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) M e d i n
e' ye göç buyurduktan sonra, Mekke onun asıl yurdu olduğu halde kendini orada
misafir saymıştır. Zira kişinin asıl yurdu, ancak eskisi gibi asıl olan bir
diğer yeri yurd edinmekle bozulur. Ne yolculuğa çıkmakla ve ne de bir başka
yerde geçici olarak kalmakla bozulmaz. Geçici olarak kalınan yurd ise hem
yolculuğa çıkmakla, hem geçici olarak bir başka yerde kalmakla ve hem asıl
yurda dönmekle bozulur. Hac yolculuğunda olan kimse, Mekke ile Minâ'da onbeş
gün kalmaya niyet etse bile namazını kısaltarak kılar.) Çünkü Mekke ile M i n
â ayn ayn yerlerdir. Eğer iki yerde kalmaya edilen niyet muteber olursa, bir
çok yerlerde kalmaya edilen niyet de muteber olur. Halbuki öyle değildir. Zira
hiçbir yolculuk yoktur ki onda -istirahat ve benzeri gibi işler için- bir çok
yerlerde kalınmasın. Ancak eğer geceleri Mekke ile Minâ' dan birinde kalmaya
niyet ederse, o zaman hangisinde geceleri kalmaya niyet etmiş ise oraya
girmekle yolculuktan çıkmış olur. Çünkü kişi geceleri nerede kalıyorsa, onun
için kalma yeri orasıdır.
(Eğer kişi yolculukta
iken namazı kazaya kalırsa, onu kaza ederken yolculukta olmasa bile iki rekât
olarak kılar. Yolculukta olmayan kimsenin kazaya kalan namazı ise, kaza
edilirken -kişi yolculukta bile olsa- onu dört rekât olarak kılar.) Zira
namazın edası ne şekilde gerekiyorsa kazası da o şekilde gerekir. Ancak bunda
muteber olan vaktin sonudur. Yani kazaya kalan namaz, eğer kişi bir İftitah
tekbiresini alabilecek kadar daha vakit varken yolculuğa çıkarsa yolculukta
kazaya kalmış sayılır. Eğer bu kadarcık vakit kalmamışken yolculuğa çıkar
veyahut bu kadarcık vakit daha varken yolculuktan dönerse, yolculukta kazaya
kalmış sayılmaz. Zira vaktinde kılınmayan namaz, vaktin hepisi bitmedikçe
kazaya kalmış olmaz. (Yolculukta olan kimse, yolculuğa çıkması ne gaye ile
olursa olsun namazlarını kısaltarak kılar.) îmam-ı Şafii (Allah rahmet eylesin)
.
«Kötü niyetle
yolculuğa çıkan kimse namazlarını kısaltamaz. Zira namazın rekâtlarını dörtten
ikiye indirmek, yolculuğun zorluklarını çekmekte olan kimseye bir kolaylık
göstermektedir. Kötü niyetle yolculuğa çıkmak ise, cezayı gerektiren bir suç iken,
bu kimseye kolaylık tanınırsa ona suç işlemekte kolaylık gösterilmiş olur» demiştir.
Biz diyoruz ki: Bu
hususta varit olan nasslar mutlak olup onlarda herhangi bir kayıt yoktur.
Kaldı ki yola çıkmak bizatihi suç değildir. Suç ancak kişinin kötülük işlemesidir.
Nitekim eğer bu kimse, amaçladığı kötülüğü işlemeye muvaffak olamazsa herhangi
bir cezayı hakketmiş olmaz. Bunun için bu kimse dahi, yolculukta olduğu sürece
namazlarını kısaltmak zorundadır.[25]
(Cuma namazı ancak,
kalabalıktı bir şehirde veyahut bu şehrin meydanında kılınabilir. Köylerde
sahih değildir.) Zira Peygamber Efendimiz (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) :-Cuma
namazı, Kurban bayramı günlerinde getirilen tekbirler ve Ramazan ile Kurban
bayramı namazları, kalabalık» şehirlere mahsustur- ([26])
buyurmuştur. İmam Ebû Yûsuf'a göre -Kalabalık şehir» Yöneticisi ile, hükümleri
yürüten ve cezalan. uygulayan hâkimi bulunan şehirdir, imam Ebû Yûsuf tan:
-Kalabahkh şehir, en büyük camisi halkını sığdı'ramayan yerdir» diye tarif
ettiği de rivayet olunmuştur. Kerhi, birinci tarifi benimsemiş ve mezhepten
açık olarak anlaşılan da odur. S e 1 c i de ikinci tarifi benimsemiştir.
Cuma namazının cami
veyahut namazgahta kılınması şart değildir. Şehrin elverişli herhangi bir
meydanında da kıhnabilir. (İmam Ebû Hanife ile İmam Ebû Yûsuf'a göre, cuma
namazı Minâ'da -eğer hacc işlerini yürüten zat bizzat Hicaz valisi olur veyahut
Halife orada misafir bulunuyorsa- caizdir. İmam Muhammed ise,: -Caiz değildir-
demiştir.» Çünkü M j n â köydür. Bunun içindir ki orada bayram namazı
kılınmaz. İmam Ebû Hanife ile İmam E,bü Yûsuf, -Her ne kadar köy ise de Hacc
mevsiminde şehir durumuna gelir. Bayram namazı da orada, köy olduğu için
değil, zorluk olmasın diye kılınmıyor» demişlerdir. Arafat'ta ise her üç imama
göre de cuma namazı olamaz. Çünkü Arafat çöldür. M i n a ' da ise binalar
vardır. Hicaz valisi veyahut Halife'nin M i n a ' da bulunmasının şartına
gelince : çünkü Hacc işlerini yürüten kimsenin orada olması yeterli gelmez. Zira
memleket yönetimi vali ve Halife'nin görevidir. Hacc işlerini yürüten kimsenin
görevi İse, yalnız Hacc işlerini yönetmektir. (Cuma namazını ya bizzat devlet
reisi ya da devlet başkanının izin verdiği kimse kıldırabüir.) Çünkü cuma
namazı büyük bir kalabalık tarafından kılındığı için bazan kimin imamlık,
yapması veyahut bir başka konuşma cemaat arasmda anlaşmazlık başgösterir.
Bunun için yöneticinin izni gerekir. (Cuma namazının sıhhat şartlarından biri
de vakittir. Bunun için cuma namazı ancak öğle vaktinde kıhnabilir. öğle
vaktinden sonra kılınamaz.) Zira Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve
Seüem) M e d i n e' ye hicret buyurmazdan önce
Mus'ab b. Umeyr'i oraya
gönderirken; «Güneş semanın ortasından sağa kayınca cuma namazını kıldır- ([27])
buyurmuştur. Eğer cuma namazı henüz tamamlanmamışken ikindi vakti girerse,
cuma namazını bozup öğleyi kılmak gerekir. Cuma namazı Öğle namazı olarak
tamamlananı az.) Çünkü ikisi ayrı ayrı namazlardır.
(Cuma namazının
şartlarından biri de hutbedir.) Zira Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) cuma namazını Ömrü boyunca bir kez olsun hutbesiz kıldırmamıştır. ([28])
(Hutbe de cuma namazı
gibi Öğle vakti girdikten sonra ve fakat namazdan önce okunur.) Sünnet bu şekilde varid olmuştur. (Hutbe iki.
tane olup aralarında hafif bir oturuş yapılır.) Başlangıçtan beri hep bu
şekilde devam edegelmiştir.
(Hutbe ayakta ve
abdestli olarak okunur.) Çünkü bu güne kadar hep ayakta okunagelmiştir. Kaldı
ki ayakta ve abdestli olarak kılmak namazın sıhhati için şarttır. Bunun için
ezanda olduğu gibi abdestli ve ayakta okumak müstahaptır.
(Şayet oturarak
veyahut abdestsiz olarak okunsa) Gaye hasıl olduğu için (Caizdir.) Ancak devam
edegelen ananeye aykırı olduğu ve hutbe ile namazın biribirinden ayrılmasına
yol açtığı için mekruhtur.
(Hutbede yalnız,
Allah'm adını anmakla yetinerek başka bir şey eklememek İmam Ebü Hanife'ye göre
caizdir. Diğer iki imam ise -Hutbe denilebilecek kadar uzun bir zikir gerekir»
demişlerdir.) Çünkü hutbe vaciptir. Yalnız teşbih veyahut Allah'a hamd etmek
ise hutbe olamaz. îmam-ı Şafiî'de: «Aralarında oturmak şartıyla iki hutbe
okunmazsa caiz olamaz. Çünkü hep o şekilde devam edegelmiştir» demiştir. îmam
Ebû Hanife' nin dayanağı;
Ey iman etmiş olanlar,
cuma günü namaz için ezan okunduğu zaman Allah'ı anmaya koşun, alım satımı
bırakın» ([29]) buyurmuştur. Zira bu
âyette Allah'ı anmanın hutbe denilebilecek kadar uzun olması şart
koşulmamıştır. Ayrıca rivayet olunmaktadır ki H z . Osman (Radayallâhü anh)
hilâfete seçildikten sonra ilk hutbeye çıktığında ELHAMDÜ LİLLAHİ dedikten
sonra bir titreme onu tutmuş ve hemen minberden inip namaza başlamıştır.
(Cuma namazının sıhhat
şartlarından biri de cemaatla kılmaktır.) Çünkü cuma kelimesi cemaatten müştaktır.
(İmam Ebü Hanife'ye
göre cuma namazı imamdan başka en az, üç kişi ile kılmabilir. Diğer iki imam
ise s «İmamdan başka iki kişi daha olursa kâfi gelir» demişlerdir.) En sahihi
şudur ki bunu söyleyen yalnız imam Ebû Yûsuf tur. îmam Ebû Yûsuf: «Çünkü cuma
kelimesinin lügat anlamı toplantı demektir. Cuma namazında ise, imamdan başka
iki kişi daha olunca toplantı hâsıl olur» demiştir. îmam Ebû Hanife ile İmam
Muhammed ise -her ne kadar böyleyse de yukarıda metni geçen; «Ey îman etmiş
olanlar, cuma günü namaz için ezan okunduğu zaman Allah'ı anmaya koşun»
mealindeki âyeti kerimede hitap, cemi sığasıyle yapıldığı İçin en az üç
kişiyledir. Bu üç kişiye de namaz kıldıracak bir imam gerektiğine göre, demek
oluyor ki cuma namazının kılınabilmesi için imamdan başka en az üç kişi daha
gerekir» demişlerdir. (Eğer imam daha rükû ve secdeye varmamışken, cemaat
dağılıp çocuk ve kadınlardan başka kimse kalmazsa, İmam Ebû Hanife'ye göre cuma
namazını bozup Öğle namazını kılmak gerekir. Diğer iki imam ise t «İmam iftitah
tekbiresini aldıktan sonra eğer cemaat da-ğılırsa, cuma namazı tamamlanır.»
demişlerdir. İmam rükû ve secdeleri yaptıktan sonra cemaatın dağılması halinde
ise. her üç İmama göre de cuma namazı tamamlanır.) İmam Z ü f e r: «Cuma
namazının sonuna kadar öğle vaktinin çıkmamış olması nasıl şart ise, cuma
namazında cemaat da şart olduğuna göre namazın sonun kadar cemaatın devamı
şarttır- demiştir. İki îmam ise: «Cuma namazında cemaat, hutbe gibi namaz
başlayıncaya kadar şarttır. Bunun için namazın sonuna kadar cemaatın devamı
gerekmez- demişlerdir. İmam Eb'û Hanifede Namaza başlansa bile bir rekât
kılınmadan cemaat dağılırsa, namaza başlanmamışken cemaat dağılmış gibi
olurlar. Çünkü bir rekâttan daha aza namaz denilemez. Bunun için hiç değilse
bir rekât tamamlanıncaya kadar cemaatın devamı gerekir. Hutbe ise öyle
değildir. Çünkü hutbeyi de imam okuduğu için namaza başladıktan sonra
sürdüremez. Bunun için hutbenin devamı şart değildir. Yalnız kadınların
kalması da bir şey ifâde etmez. Çünkü kadınlarla cuma namazı tamam olmaz.
Çocuklar da öyledir.(Cuma namazı yolculukta olan kimseye, kadına, hastaya, köleye
ve iki gözden kör olan kimseye vacip değildir.) Çünkü yolculukta olan kimsenin
cuma namazına gitmesinde güçlük vardır. Hasta ile iki gözden kör olan kimse de
öyledirler. Köle de efendisinin hizmetiyle uğraşmaktadır. Kadın da ev işiyle
meşguldür. Bunun için bunların hepsi mazurdurlar.(Şayet bunlar cuma namazına
gidip cemaatla birlikte kılarlarsa, kendileri için öğlenin farzı yerine
geçer.l Çünkü kendi istekleriyle güçlüğe katlanmış olurlar. Nasıl ki
yolculukta olan kimse, kendi isteğiyle güçlüğe katlanıp oruç tuttuğu zaman
tuttuğu oruç da onun için farzın yerine geçer.
IKöle, hasta ve
yolculukta olan kimse cuma namazında imam olabilirler.) İmam Züfer:
-Olamazlar. Çünkü cuma namazı onlara farz olmadığı için onlar da kadın ve çocuk
gibidirler» demiştir.
Biz diyoruz ki: Cuma
namazının onlara farz olmaması, güçlük çekmesinler diyedir. Şayet kendi
istekleriyle güçlüğe katlanıp kılarlarsa -yukarıda da belirttiğimiz üzere-
onlar için farzın yerine geçer. Bunun için bunlar kadın ve çocuk gibi
değillerdir. Çünkü çocuk, namaz kendisine farz olmadığı için imamlığa yetkili
değildir. Kadın da erkeklere imam olamaz. Bunlar ise, imamlığa yetkili oldukları
için arkalannda kılman cuma namazı sahih olduğu gibi, cuma namazının cemaatı
için gerekli olan sayı da bunlarla tamam olur. Çünkü cuma namazında imam
olmaları muteber İken, iktida etmelerinin muteber olması evleviyetle lâzım
gelir.
(Eğer mazur olmayan
bir kimse, imam daha cuma namazım kaldırmamışken evinde öğle namazını kılarsa,
tahrimen mekruh olmakla beraber sahihtir.) İmam Züfer: -Caiz değildir. Çünkü
bu kimse İçin asıl farz cumanamazıdır. öğle namazı onun için asıl farz olmayıp
farza bedeldir. Asıl farz dururken ise onun bedeline geçilemez» demiştir. Biz
diyoruz ki: Mezhepten açık olarak anlaşılan şudur ki: herkese teker teker farz
olan, öğle namazıdır. Çünkü herkes teker teker ancak Öğle namazını kılabilir.
Cuma namazı ise, kişinin elinde olmayan birtakım şartlan vardır. Kişi de ancak
gücünün yettiği kadar ibadetlerle mükellef olur. (Eğer bir kimse, evinde öğle
namazını kıldıktan sonra pişmanlık duyarak cuma namazına katılmak için
davranırsa, eğer imam daha namazın içinde ise, İmam Ebû Hanife'ye göre bu
kimsenin kıldığı öğle namazı, namazgaha gitmek üzere evinden çıkması ile bozulur.
Diğer iki İmam ise: -Bu kimse, imam ile birlikte cuma namazına girmedikçe
namazı bozulmaz- demişlerdir.) Çünkü namaza gitmenin sevabı kılınmış oîan
namazın sevabından az olduğu için, bu kimsenin kılmış olduğu öğle namazı cuma
namazına gitmekle değil, ancak kendisi kadar sevaptı olan cuma namazını
kalmakla bozulur. Cuma namazı da ancak imam ile birlikte namaza girmekle
kılınmış olur. İmam Ebû Hanife: -Cuma namazı daha üstün ve faziletli olduğu
için ona gitmek dahi, bilfiil kılınmış olan öğle namazı kadar sevaplıdır. Bu da
eğer kişi evinden çıkarken cuma namazı daha kılınmamış ise böyledir.
Kılındıktan sonra ise, kişinin ona gidip gitmemesi arasında fark yoktur» demiştir.
(Özürlü olan
kimselerin şehirde öğle namazını cemaatle kılmaları mekruhtur. Hapiste olanlar
için de öyledir.) Çünkü eğer cemaatla kılarlarsa, hem bütün cemaatları içinde
toplayan cuma namazına halel gelmiş olur ve hem de eğer özürlü olan bir kimse onlan
görürse, cuma namazını kıldıklarını sanarak onlara iktida edebilir. (Bununla
beraber eğer kılarlarsa) cemaatin herhangi bir şartı eksik olmadığı için
(sahihtir.) Köyde ise, cuma namazı vacip olmadığı için öğle namazını cemaatla
kılmak mekruh değildir.
(Cuma günü imam daha
namazda iken imama yetişen kimse, yetiştiği miktarı imam ile birlikte kılar.)
Geri kalanını da sonradan tamamlar. Zira Peygamber Efendimiz (Aleyhi's-salâtü
ve's-selâm) :
«Namaz kılınmaya
başladığı zaman ona koşarak gelmeyin. Ağır ağır ve yürüyerek gelin.
Yetiştiğiniz miktarı kılın, kaçırdığınız miktarı kaza edin- ([30])
buyurmuştur. (Eğer kişi İmama, teşehhüt veya sehiv secdesinde İken bile yetişirse,
İmam Ebû Hanife ile İmam Ebû Yûsuf'a göre cuma namazını tamamlar. İmam
Muhammed ise: «İkinci rekâtın çoğunu imam İle birlikte kılamayan kimse Öğle
namazını tamamlar» demiştir.! Çünkü bu namaz her ne kadar cuma namazı ise de,
cuma namazım cemaatla kılmak şart olduğu ve bu kimse de onu cemaatla kılmak
şartını yerine getiremediği için onun hakkında öğle namazıdır. Bunun için bu
kimse dört rekât kılmak zorundadır. Ancak cuma namazı olması ihtimaline binaen
ikinci rekâttan sonra mutlaka oturmak ve ilk iki rekâtta olduğu gibi, son iki
rekâtta da fatiha ile zammi sûreyi okumak gerekir. Zira eğer cuma namazı olursa
son iki rekât ona nafile olur.
îmam Ebû Hanife ile
İmam Ebû Yûsuf ise: -Teşehhüt veya sehiv secdesinde bile cemaata yetişen kimse,
cuma namazına yetişmiş olur. Nitekim bu kimse iktida ederken cuma namazı
niyetini getirir. Cuma namazı ise iki, öğîe namazı da dört rekât olduğuna göre
biribirinden ayrı namazlardır. Bunun için birinin niyetini getirip diğerini
kılmak caiz olamaz demişlerdir. (Cuma namazına gidenler için, imam minbere
çıktıktan sonra hutbesini bitirinceye kadar nafile kılmak ve konuşmak
mekruhtur.) Ben diyorum ki: Bu, İmam EbûHanife'ye göredir. Diğer iki İmam:
«İmam minbere çıktıktan sonra henüz hutbeye başlamamışken ve minberden
indikten sonra da henüz namaza başlamamışken konuşmanın bir sakıncası yoktur.
Çünkü imam minbere çıktıktan sonra konuşmaktan, hutbe dinlensin diye
nehyedilmiştir. Bu iki durumda ise konuşmanın mekruh olması için bir sebep
yoktur. Fakat namaz öğle değildir. Çünkü namaz, imam hutbe veya namaza
başlayıncaya kadar uzayabilir.» demişlerdir.
İmam Ebû Hanife
ise, -îmam minbere çıktıktan
sonra artık, ne namaz ve ne de konuşma yoktur» ([31])
hadisine dayanmıştır. Çünkü hadiste namaz ile konuşma arasında ayırım yapılmamıştır.
Hem de imam hutbe veya namaza başlayıncaya kadar nasıl namaz uzayabiliyorsa,
konuşma da bazan tabiatiyle uzar. Bunun için ikisi arasında bu hükümde fark
yoktur.
(Müezzinler birinci
ezanı okumaya başlayınca, hemen alım satımı bırakıp namazgah yolunu tutmak
gerekir.) Zira metni yukarıda geçen âyet-i kerimede «Cuma günü namaz için ezan
okunduğu zaman Allah'ı anmaya koşun, alım satımı bırakın» diye
buyurulmaktadır. (İmam minbere çıktıktan sonra oturur ve müezzin minberin karşısında
durup tekrar ezan okur.) îslâmiyetin başlangıcından bu güne kadar böylece
süregelmiştir. Ancak Peygamber Efendimiz (Sal-lallahü Aleyhi ve Sellem)
zamanında bu ezandan başka bir ezan yoktu. Bunun için alım. satımı bırakıp
namazgah yolunu tutmanın vücubunda muteber olan, bu ezandır. Fakat -Allah
bilir- en sahihi şudur ki: eğer öğle olduktan sonra okunursa, muteber olan
ezan birincisidir.[32]
(Kendisine cuma namazı
vacip olan kimseye bayram namazı da vaciptir.) el-Camiussağıyr'de «Bayram, cuma
gününe rastladığı zaman birinci namaz sünnet, ikincisi farz olmasına rağmen
ikisi de terkedilemez- diye kayıtlıdır. Biz diyoruz ki: Bu ifade bayram namazının
sünnet olduğunda nasstır, ki İmam Ebü Hanife'-den bu yolda da bir rivayet
vardır. Vacip olmasının delili, Peygamber Efendimizin (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) onu hiç bir bayramda terk etmemiş olmasıdır. Sünnet olduğunun delili
de Peygamber Efendimizin (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), kendisine: «Bu söylediklerin
dışına bana farz olan başka bir şey var mı?» diye soran Arabi'ye «Hayır. Meğer
ki kendi isteğinle yapsan» ([33])
diye cevap vermesidir. Bununla beraber en sahihi şudur ki s Bayram namazı vacip
olup ona sünnet denmesinin sebebi vücubunun sünnet ile sabit olmasıdır.
(Ramazan bayramında namazgaha çıkmazdan önce bir şey yemek, yıkanıp
temizlenmek, dişleri misvâklamak, güzel kokular sürmek ve ondan sonra çıkmak
rnüstahapür.) Zira rivayet olunmaktadır ki Peygamber Efendimiz (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) Ramazan bayramında namazgaha çıkmadan bir şey yer ve her iki
bayramda da yıkanır, mübarek ağzını misvaklar ve güzel kokular sürerdi. ([34])Hem
de bayram, toplantı günü olduğu için -cuma gününde olduğu gibi- yıkanıp
temizlenmek ve güzel kokular sürmek sünnettir. (Bayramda aynca en güzel
elbiseyi giymek de müstahapür.) Çünkü Peygamber Efendimizin (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) tilki postu veyahut yünden mamul bir cübbesi vardı. Bayramlarda da
onu giyerdi. ([35])(Ramazan bayramında
Fitre) fakirlerin karın tokluğu ve gönül rahatlığı ile namaza gidebilmeleri
için (namazdan önce verilir.)
(İmam Ebû Hanife ye
göre Ramazan bayramında namazgaha gidilirken yolda tekbir getirilmez. Diğer
iki İmam isel Kurban bayramına kıyas ederek (Getirilir, demişlerdir.) İmam Ebü
Hani f e : «Senada asıl olan, gizliliktir. Ancak Kurban bayramı tekbir
getirme günleri olduğu için, şeriat ancak o gün namazgaha giderken tekbir
getirmeyi uygun görmüştür. Ramazan .bayramı ise öyle değildir» demiştir.
(Bayram günü namazdan
önce nafile namaza kılınmaz.) Zira Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) namaza karşı hevesli olmasma rağmen hiç kılmamıştır. ([36])
Ancak kimisi: -Kerahet namazgaha mahsustur-, kimisi de: «Mutlaka mekruhtur.
Çünkü Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) evde de kılmamıştır»
demiştir.
(Bayram namazı vakti
güneş yükselince başlar ve tepeden sağa doğru kayıncaya kadar devam eder.) Zira
Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bayram namazını hep güneş bir iki mızrak boyu
kadar yükseldikten sonra kılardı. ([37]) Bir
sefer de şahitler öğleden sonra, hilali gördüklerine şahitlik edince bayram
namazını ertesi gün aynı vakte bırakmıştır. ([38])
(Bayram namazı iki rekâttır. İmam birinci rekâtta iftitah tek-biresinden sonra
üç kez daha tekbir alır ve ondan sonra Fatiha ile zammı sûreyi okur. İkinci
rekâtta ise önce Fatiha ile zammi sûreyi okur, ondan sonra yine üç kez tekbir
alır ve dördüncü tekbirde rükûa varır.) Abdullah Ibn-i Mesûd (Radıyallâhü anh)
bayram namazını bu şekilde tarif etmiş ve biz Hanefiler bayram namazının bu
şekilde olduğu görüşündeyiz. Abdullah İbn-i A b b â s (Radıyallâhü anh) ise:
-Birinci'rekâtta iftitah tekbirinden sonra beş ve ikinci rekâtta da yine beş
kez» bir rivayette -Dört kez tekbir aldıktan sonra Fatiha ile zammi sûre
okunur» demiştir. Abdullah îbn-i Abbas'ın torunlan olan halifelerin emriyle
bugün halk arasında bununla âmel edilmekte ise de, mezhep birinci görüştür.
Çünkü namaz içinde tekbir getirip elleri kaldırmak bayram namazından başka bir
yerde yoktur. Bunun için azı tutmak ihtiyata daha uygundur. Sonra, tekbirler
dinin şiarı olduğu için her rekâtın kıyammdaki tekbirlerin hepsini bir arada
getirmek daha uygundur. Bunun için, birinci rekâtın tekbirlerini iftitah
tekbiresinden, ikinci rekâtın tekbirlerini de rükûa varış tekbire-sinden
ayırmamak gerekir. Çünkü birinci rekâtın kıyamında her ne kadar -iftitah ve
rükûa varış tekbirleri olmak üzere- iki tekbir varsa da, iftitah tekbiresi hem
vacib ve hem de daha öncedir. İkinci rekâtın kıyammda ise, rüküa varış
tekbiresinden başka tekbir yoktur, îmam-ı Şafiî ise, îbn-i Abbâs (Radıyallâhü
anh) 'm tarifini benimsemiştir. Ancak Îmam-Şâfii, îbn-i A b b a s' m birinci
rekâtın kıyamında iftitah ve rüküa varış tek-birleriyle .birlikte yedi olduğunu
söylediği tekbirlerin hepsini bayram namazı tekbirlerine hamlettiği için, ona
göre her iki rekâtta getirilen tekbirlerin sayısı onbeş veyahut onaltı
olmuştur. Rükûa varış tekbirleri dışında (Bayram namazının bütün tekbirlerinde
eller kaldırılır.) Zira -yukarıda da geçtiği üzere- Peygamber Efendimiz
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) : .Eller ancak yedi yerde kaldırılır...» diye
buyururken bu yedi yerden birinin bayram namazının tekbirleri olduğunu
söylemiştir. imam Ebû Yûsuf tan: -Bayram
namazı tekbirlerinde eller kaldırılmaz- diye rivayet olunuyorsa da, bu hadis
onun görüşüne karşı bir delildir.
(Namazdan sonra imam
iki hutbe okur.) Bu hususta rivayetler yaygındır. (Ve bu hutbelerde fitrenin
ahkâmını bildirir.) Zira Ramazan bayramının hutbesi fitre ahkâmını bildirmek
içindir.
(Bayram namazını
kaçıran kimse onu kata edemez.) Çünkü bayram namazı da, cuma namazı gibi
cemaatle ve yöneticinin izniyle kılınması şarttır.
(Eğer akşam hava
kapalı olduğu için hilâl görünmez ve ancak ertesi gün öğleden sonra görüldüğüne
şahitlik edilirse, bayram namazı ertesi güne ertelenir.) Zira bu erteleme
mazeretten dolayıdır ve aynı zamanda hakkında hadis de vardır.
(Eğer ikinci günde de kılınmasını
engelliyen bir durum ortaya çıkarsa artık kılınamaz.) Çünkü cuma namazında
olduğu gibi bayram namazında da asıl, kaza edilmemesidir. Fakat bayram namazının
ertelenmesi hakkında hadis bulunduğu için, onu biz ancak bir gün
erteleyebiliriz. Çünkü hadis, bayram namazının mazeret halinde bir gün
ertelendiğine kaildir. (Kurban bayramında da) Yukarıda söylediğimiz gibi
(Yıkanmak ve güzel kokular sürmek müstahaptır. Ancak Kurban bayramında namazdan
dönülünceye kadar bir şey yiyilmez.) Zira rivayet olunmaktadır ki: Peygamber
Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Kurban bayramında namazdan önce bir şey
yemez ve ancak namazdan döndükten sonra kurban kesip, kestiği kurbanın etinden
yerdi. ([39]) (Kurban bayramında
namaza gidilirken yolda tekbir getirilir.) Zira Peygamber Efendimiz (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) Kurban bayramı namazına çıkarken tekbir getirirdi. ([40])
(Kurban bayramının namazı da Ramazan bayramının namazı gibi üti rekât olup
namazdan sonra iki hutbe okunur.) Zira gelen na-Kıllar hep bu yoldadır. (Ve bu
hutbelerde kurbanın ve bayram günlerinde getirilmesi gereken tekbirlerin
ahkâmı bildirilir.) Çünkü o günlere mahsus olan ibadetler kurban ile
tekbirlerdir. Hutbede de günün gereği ne ise, o söylenir. (Eğer kurban
bayramının birinci günü namaz kılmaya mani bir hal ortaya çıkarsa üçüncü güne
kadar ertelenebilir. Üçüncü günden sonra kılınamaz.) Zira namaz da kurbanın
kesilebüdiği günlere mahsus bir ibadettir. Bunun için ancak o günlerde
kıhnabilir. Bununla beraber eğer bir mazeret olmaksızın ikinci veya üçüncü güne
bırakılırsa -nakle aykın olduğu için- iyi bir şey yapılmış olmaz.
Hac'da olanlara
benzemek için, arefe günü halkın bir yerde toplanması geleneği, muteber bir
şey değildir. Zira Arafat'da vukuf, özel bir yere has olan özel bir ibadettir.
Haccın diğer menasiki gibi o yerin dışında ibadet olamaz.[41]
(Arefe günü sabah
namazından itibaren) İmam Ebû Hani f e ' ye göre (Bayramın ilk gününün) diğer
iki imama göre dördüncü gününün (ikindisine kadar, cemaatle kılınan her farz
namazdan sonra tekbir getirilir.) Bu mesele Ashap arasında da ihtilaflıdır,
iki imam, tekbir getirmenin bir ibadet olup, ibadetlerde ise çoğu tutmanın
ihtiyata daha uygun olduğu mülâhazasına dayanarak H z. Ali' nin, İmam Ebû
Hanife de, sesli olarak tekbir getirmenin bid'at olduğu düşüncesine dayanarak
Abdullah ıbn-i Mesud'un görüşünü tutmuşlardır. Tekbir getirilirken,
bir defa ALLAHU EKBER ALLAHU EKBER, LA İLAHE İLLELLAHÜ VELLAHÜ EKBER, ALLAHU
EKBER VE-LİLLAHİLHAMD denilir. Zira Peygamber Efendimizden (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) bu şekilde nakledilmiştir. ([42])
(Tekbir, İmam Ebû
Hanife'ye göre şehirlerde ve yolculukta olmayan erkekler tarafından cemaatle
kılınan her farz namazdan sonra getirilir. Aralarında erkek bulunmayan
kadınlarla, yolculukta olmayan bir kimsenin aralarında bulunmadığı yolcuların
cemaatla kıldıkları namazdan sonra tekbir yoktur. Diğer iki imam ise: -Her
farz namazdan sonra tekbîr getirilir- demişlerdir.) Yani kılman, namaz farz
olduktan sonra -ister cemaatle, ister tek basma, ister erkek, ister kadın,
ister yolculukta olan, ister olmayan kimse tarafından kılınsın- tekbir
getirilir. Çünkü tekbir farz olan namazın tabiidir. İmam Ebû
Hanife yukanda metni geçen;
-Cuma namazı, Kurban bayramı günlerinde getirilen tekbirler, Ramazan ve Kurban
bayramı namazları, kalabahkh şehirlere mahsustur- hadisine dayanmıştır. Hem de
sesli tekbir getirmek sünnete aykırıdır. Bunun için ancak yolculukta olmayan
erkekler tarafından kılınan farz namazdan sonra getirilebilir. Çünkü Şeriat
ancak onlar hakkında varid olmuştur. Fakat kadınlar eğer erkeklerle ve
yolculukta olan kimseler ve yolculukta olmayan kimselerle birlikte namaz
kılarlarsa, o zaman kadın ve yolculukta olanlara da tebean vacip olur. îmam Ebû
Yûsuf demiştir ki i Bir arefe günü akşam namazım kıldırırken selâm verdikten
sonra tekbir getirmeyi unuttum, imam Ebû Hanife de arkamdaydı. Kendisi tekbir
getirdi. imam Ebû Yûsuf'un bu sözünden anlaşılmaktadır ki: imam tekbir
getirmese de arkasındakiler getirebilirler. Çünkü imama uymak namazın içinde
gereklidir. Bunda müstahaptır.[43]
(Güneş tutulduğu zaman
imam halka, nafile namazı şeklinde ezansız ve kametsiz olarak ve her rekâtında
bir rükû yaparak iki rekât namaz kıldırır.) îmam-ı Şafii, Hz. Aişe' den gelen
rivayete ([44]) dayanarak: «Her
rekâtında iik kez rüküa varır» demiştir. Biz ise, Abdullah Ibn-i Öme r'den
gelen rivayete dayanıyoruz. ([45])
Zira erkekler imama daha yakın olduklan için durumu daha iyi bilirler. Bunun için Abdullah
tb n-i Ömer'in rivayeti daha
racihtir.
(İmam bu namazın
rekâtlarında okuyuşları uzatır ve İmam Ebû Hanife'ye göre gizli okur. Diğer iki
İmam ise i «Sesli okur» demişlerdir.) îmam Muhammed' den, imam Ebû Hani-f e'
nin dediği gibi söylediği de rivayet olunmuştur. Bu namazın rekâtlarını
uzatmak, daha efdaldir. Yoksa, kişi isterse hafif rekâtlarla da kılabilir.
Çünkü sünnet olan, Güneş tamamen açılıncaya kadar geçen zamanın hepsini namaz
ve dualarla geçirmektir. Bunun için eğer bir rekâtında az okursa, diğerini
uzatabilir. Gizli veya sesli okumaya gelince: îmam Ebû Hanife, Abdullah Ibn-i
Abbas ile Semûre (Radıyallâhü anhümâ)'nın ([46])
diğer iki imam da H z . Aişe (Radıyallâhü anhâ)'m([47])
rivayetine dayanmışlardır, îmam Ebû Hanife'nin, Abdullah Ibn-i Abbâs ile
Semûre' nin rivayetini niçin tercih ettiği, yukanda geçti. Kaldı ki Peygamber
Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) : «Gündüz namazı dilsizdir-
huyurmuştur. ([48]) (Namaz bittikten sonra,
imam Güneş açılıncaya kadar duâ eder.) Cemaat da âmin der. Zira Peygamber Efendimiz (Aleyhi's-salâtû ve's-selâm);
«Bu korkunç hallerden
birini gördüğünüz zaman, Allah'a duâ ile yönelin» ([49])
buyurmuştur. Duada da sünnet, namazdan sonra edilmesidir. (Bu namazı da cuma
namazım kıldırmakla görevli olan imam, kıldırır. Şayet kendisi bulunmazsa)
anlaşmazlığa düşmemeleri için (herkes kendi kendine ve tek basma kılar.)
(Ay tutulması namazı
ise cemaatle kılınmaz.) Çünkü vakit gece olduğu için hem halkın toplanması
mümkün değildir, hem de fitneden korkulur. Herkesin kendi kendine kılmasına
gelince . Çünkü Peygamber Efendimiz (Aleyhi's-salâtü veVselâm); 'Bu korkunç
hallerden birini gördüğünüz zaman namaza sığının» ([50])
buyurmuştur. (Güneş tutulması namazından sonra hutbe okunmaz.) Zira Peygamber
Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hutbe verdiği, nakil olunmamıştır.[51]
İmam Ebû Hanife i
-Yağmur duasında cemaatle kılınması sünnet olan bir namaz yoktur. Fakat kişi
isterse kendi kendine kılabilir. Çünkü yağmur duası sadece dua ve bağışlanma
dileğidir» demiştir.) Zira Cenâb-ı Hak,
Nuh (Aleyhisselâm) 'dan; Dedim
ki Rabbınızdan bağışlanmanızı dileyin. Zira Rabbiniz çok bağışlayıcıdır. Ki
size gökten bol bol yağmur yağdırsın» ([52])
diye hikâye buyurmaktadır. Yağmur duasını yapan Peygamber Efendimizden
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de, namaz kıldığı rivayet olunmamıştır. {[53])
Diğer iki imam ise Peygamber Efendimizin (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yağmur
duasında, bayram namazı giib ezansız, kametsiz ve sesli okumak suretiyle iki
rekât namaz kıldığına dair I bn - i A b -bas' dan gelen rivâyete([54])
dayanarak: -İmam halka iki rekât namaz kıldırır, demişlerdir.) Biz ise :
«Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir kere kılmış, bir kere
kılmamıştır. Bunun için sünnet değildir- diyoruz. Kitabın aslında bu görüşün
yalnız imam Muhammed'in olup, t m a m
Ebû Yûsuf'un îmam Ebû Hanife' nin görüşünde olduğu, zikredilmektedir. (Şayet
cemaatle kıhnırsa) bayram namazına kıyasen (İmam sesli okur ve namazdan sonra
hutbe de okur.) Zira rivayet olunmaktadır ki Peygamber Efendimiz (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) hutbe okumuştur. ([55])
Ancak bu hutbenin cuma hutbesi gibi iki tane mi yoksa bir mi? olduğunda ihtilâf
etmişlerdir, imam Muhammed'e göre iki, imam Ebû Yûsuf'a göre bir tanedir. (İmam
Ebû Hanife'ye göre ise, hutbe yoktur.) Çünkü hutbe cemaata tabidir. Bu namaz
ise -yukarıda da geçtiği üzere- İmam Ebû H a n i f e ' ye göre cemaatla kılınmaz.
(İmam dua ederken
yüzünü kıbleye verir ve) imam Muhammed'e göre (sırtındaki üste giyilen
elbisesini ters çevirerek dua eder.) Zira Peygamber Efendimizin (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) yüzünü kıbleye vererek ve ridasını ters çevirerek dua ettiği
rivayet olunmaktadtr. ([56])
imam Ebû Hanife ise: -imam dua ederken elbisesini ters çevirmez. Çünkü hiç bir
duada elbiseyi çevirmek diye bir şey yoktur. Peygamber Efendimiz (Sallallanü
Aleyhi ve Sellem) böyle yapmış ise, şeklin değişmesile havanın değişmesini
tefeüül etmiş veyahut bunu vahi yolu ile bilmiş, ki bizim için mümkün değildir»
demiştir. Cemaat ise elbisesini ters çevirmez.) Çünkü buna dair hiçbir nakil
yoktur.
(Gayrimüslimler yağmur
duasma katılmazlar.) Zira yağmur duası Allah'dan rahmet dilemektir, inana
olmayanlar için ise, Allah'-dan rahmet yerine lanet inmektedir.[57]
(Savaşlarda düşmanın
baskın yapması tehlikesi bulunduğu zaman, imam beraberindeki askerleri ikiye
bölerek bir bölüğünü düşmanın karşısına diker. Diğer bölüğünü de arkasına
alarak onlarla birlikte namazın birinci rekâtını kılar ve başım ikinci secdeden
kaldırdıktan sonra arkasındaki bölük gidip diğer bölüğün yerini alır. Bu sefer
diğer bölük gelip İmamın arkasında yer alırlar. İmam onlarla da ikinci rekâtı
kıldıktan sonra teşehhüd okur ve selâm verir. Onlar ise selâm vermeden gidip
birinci bölüğün yerine geçerler ve birinci bölük gelip kalan ikinci rekâtı
herkes tek başına ve) layık oldukları için (okuyuşsuz olarak tamamlarlar. Ondan
sonra bunlar gidip düşmanın karşısına geçerler ve diğer bölük gelip kalan
İkinci rekâtlarını yine herkes tekbaşına ve fakat bunlar) mesbuk oldukları
için (okuyarak tamamlarlar.) Zira Abdullah İbn-i M e-s u d (Radıyallâhü anh)
'dan gelen rivayete göre Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
böyle yapmıştır. ([58])
İmam Ebû Yûsuf Iher ne kadar: -Bizim zamanımızda böyle bir namaz caiz olamaz-
demiş ise de, Abdullah İbn-i M e s u d' -un bu rivayeti onun görüşüne karşıdır.
(Eğer imam yolculukta
olmayıp aynı yerin sakinlerinden olursa, o zaman herbir bölük ile birlikte iki
rekât kılar.) Zira rivayete göre Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) bir öğle namazını ashabına bu şekilde kıldırmıştır. ([59])
(İmam akşam namazını, birinci bölük ile iki, ikinci bölük ile de bir rekât
talar.) Çünkü akşam namazı üç rekât olduğu için herbir bölüğe birbuçuk rekât
düşer. Bir rekâtı ise ikiye bölmek mümkün olmadığına göre, rekâtın hepsini
birinci sırada olanlarla birlikte kılmak daha evlâdır. (Namaz kılarken
savaşmak caiz değildir. Şayet yaparlarsa namazları sahih olamaz.) Zira
Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Hendek günü kılmaya fırsat
bulamadığı için dört farz namazını kazaya bırakmıştır. ([60])
Eğer savaşırken namaz kılmak caiz olsaydı Peygamber Efendimiz (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) namazlarını kazaya bırakmazdı. (Şayet korku ve telâş çok
daha şiddetli olursa, o zaman herkes tek basma ve atların sırtında işaretler
yapmak suretiyle ve -eğer kıbleye yönelmek mümkün olmazsa- istedikleri yöne
yönelik olarak kılarlar.) Zira Cenâb-ı Hakk;«Eğer korku içinde olursanız yaya
yahut binekte iken kılın* ([61])
buyuimuştur. İmam Muhammed' den «Bu durumda da cemaatle kılarlar> diye
söylediği rivayet olunuyorsa da, hepsi aynı yerde olmadıkları için bu görüş
doğru değildir.[62]
(Hasta olan kişi can
çekişir duruma düştüğü zaman) ölüme yaklaşmış olduğu için Isağ yanı üzerine
dönderilip yüzü kıbleye verilir.) Nasıl ki ölü de kabre bu şekilde konur.
Ülkemizde sırtüstü yatan kimse daha rahatlıkla nefes alıp verir diye hastalan
can çekişirken sırtüstü yatınyorlarsa da, sünnet olan yukarıda geçen şekilde
onu sağ yanı üzerine dönderip yüzü kıbleye vermektir.(Can çekişmekte olan
hastaya şehadet kelimesi hatırlatılır.) Zira Peygamber Efendimiz
(Aleyhi's-saJâtü ve's-selâm); «ölülerinize (yani ölmek üzere bulunan
hastalarınıza) şehadet kelimesini hatırlatınız- ([63])
buyurmuştur. (Hasta öldükten sonra) ağzı ve gözleri açık kalmasm diye (çenesi
bağlanır ve gözleri kapatılır.) Zira bu şekilde devam edegelmiştir. Ay-nca
böyle yapmada ölüye güzel bir şekil sağlanmış olur. Bundan dolayı böyle yapmak
istihsan edilmiştir.[64]
(Ölüyü yıkamak
istedikleri zaman) üstüne dökülen suların altında birikmemesi için (onu bir
kerevet üzerine koyarlar ve) avret yerlerinin görünmemesi için üstüne bir bez
parçası atıldıktan sonra (elbisesini çıkarırlar.) Sahih olan kavle göre yalnız
galiz avretinin örtünmesi kâfidir, ki kolaylıkla yıkanabilsin. (Ondan sonra
abdesti-ni alırlar.) Çünkü gusülden önce abdest almak sünnettir. (Fakat) suyu
tekrar çıkarmak mümkün olmadığı için (ağzına ve burnuna su verilmez. Ölünün,
üzerinde yıkandığı kerevet -buhurdanı etrafında üç, beş veyahut yedi defa
gezdirmek suretiyle- buhurlandı-nlır.) Çünkü buhurlandırma ile hem ölüye saygı
gösterilmiş ve hem de eğer varsa kerih kokular giderilmiş olur. Üç, beş veyahut
yedi kere yapmak([65]),
çünkü Peygamber Efendimiz (Aleyhi's-salâtü ve's-se (Ölünün suyu hatmi veyahut
çöğen katılarak ısıtılır.) Zira sıcak su ile daha fazla temizlenme olur. (Şayet
hatmi veyahut çöğeni bulunmazsa) gaye yerine geldiği için (duru su da
kâfidir.) (Ölünün baş ile sakalı hatmi ile yıkandıktan sonra sol yanı üzerine
dönderi-lip sağ yanı yine hatmi ile ve ondan sonra sağ tarafı üzerine dönerilip
sol tarafı yıkanır.) Zira sağ taraftan başlamak sünnettir. (Bundan sonra
yıkayıcı ölüyü oturtup sırtını kendine dayar ve eğer karnında bir şey varsa
sonradan çıkıp kefenini kirletmesin diye karnına eliyle hafif basar. Şayet bir
şey çıkarsa yalnız çıktığı yeri yıkar. Ölüyü bir daha yıkamak veyahut abdestini
almak gerekmez.) Çünkü ölüyü yıkamanın vacib olduğunu nassdan öğreniyoruz.
Nass ise bir defa vacib olduğunu söylemektedir. (Yıkama işi bittikten sonra onu
bir bezle kurutup kefeni içine bırakırlar, başı ile sakalı üstüne güzel kokulan
dökerler, alın, burun, ellerin içi, diz ve ayaklar gibi üzerlerinde secde
edilen uzuvlarına kafur serperler.) Çünkü güzel kokular sürmek sünnet olmakla
beraber bu uzuvlar, üzerlerinde secde edildiği için ayrı bir payeye
sahiptirler. (ölünün saçı sakalı taranmaz, tırnaklan ve saçı kesilmez.) Zira H
z. A i ş e (Radıyallâhü anhâ) «ölülerinizin perçemini ne diye alıyorsunuz?-
diyerek buna itiraz etmiştir. Kaldı ki bu gibi şeyler, temiz ve güzel görünmek
için yapıldığından, ölü buna muhtaç değildir. Sağ olan kimse ise, altında kir
toplanmasın diye tırnaklarını keser. Nasıl ki sünnet olmak da bunun içindir.[66]
(Erkek ölü için sünnet
olan kefen -roba, gömlek ve boydan boya bir sargı olmak üzere- üç parçadır.)
Zira rivayet olunmaktadır ki Peygamber Efendimiz {Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
Yemen mamülatı üç beyaz bez parçası içinde kefenlenmiştir. ([67]) Hem
de kişi sağlığında çoğunlukla üç parça elbise giydiği için, öldükten sonra da
bundan fazla veya eksik olmaması daha uygundur. (Şayet yalnız roba ve sargı ile
yetinseler yine caizdir.) Çünkü H z . Ebû Bekir (Radıyallâhü anh) vefat
ederken; -Benim bu iki parça elbisemi yıkayın ve onlarla beni kefenleyin» diye
vasiyet etmiştir. Hem de sağ olanların parça sayısı en az olan elbise takımı
iki parçadır. Roba tepeden ayaklara kadar uzanır. Sargı da öyledir, gömlek
ise, boynun altından ayaklara kadardır. (Ölü kefenlenirken kefen önce sol,
sonra sağ yandan ölüye sa-nhr.) Kefenin yere serilmesi sırasına gelince: önce
sargı yere serilir, ondan sonra roba sargının üzerine ve gömlek de robanın üzerine
serildikten sonra ölü, gömleğin üzerine konulur. Ondan sonra parçalar birer
birer önce soldan, sonra sağdan ölüye sarılır. (Şayet kefenin açılmasından
korkulursa kefenler bir ince sargı ile bağlanır.)
(Kadın da -önlük,
roba, başörtüsü, boydan boya sargı ve göğüsleri üzerinde bağlanacak bir ince
bez parçası olmak üzere- beş parça içinde kefenlenir.) Zira Ümmü Atiye
(Radıyallâhü anhâ) 'dan gelen rivayete göre Peygamber Efendimiz (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) kerimesini yıkayan kadınlara beş parça vermiştir. ([68]) Hem
de kadın, sağbğında beş parçalık bir elbise takımı içinde dışarı çıkar. Bunun
için ölümünden sonra da kefeni öyle olmalıdır. Bu da, kadının sünnet olan kefen
miktarıdır. (Şayet) boydan boya İki parça ile bir roba olmak üzere (üç parça
içinde de kefenlenirse câ-izdtr. Kadın İçin üç parçadan daha az ve erkek için
de bir parça ile yetinmek mekruhtur.) Zira Mus'ab b. Umeyr (Radıyallâhü anh)
şehit düştüğü zaman -zarurete binaen- ona yalnız bir kefen sarmışlardır. ([69])
(Kadın Ölüye önce
önlük giydirilir. Ondan sonra saçı iki örgü yapılarak ve göğsü üzerine
sarkıtılarak Önlüğün altına sokulur. Ondan sonra ona baş örtüsü giydirilir.
Ondan sonra roba ve daha sonra boydan boya olan parça ona sarılır. )
(Kefen henüz ölü İçine
konulmamışken buhurlandınhr.) Zira Peygamber Efendimiz {Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) kerimesinin kefenlerini buhurlandırmayı emretmişti. ([70])
Bütün bu.işler bittikten sonra artık sıra farzların en önemlisi olan ölünün
namazına gelir.[71]
(Ölünün namazı
herkesten önce, eğer hazır bulunuyorsa ülke yöneticisinin hakkıdır.) Çünkü
kendisi hazırken başkasının kıldırması onu küçük düşürür. (Şayet yönetici hazır
bulunmazsa) hüküm sahibi olduğu için (hakim kıldırır. Eğer hakim de hazır
bulunmazsa mab-alle veya köy imamı kim ise o kıldırır.) Çünkü ölü, sağlığında
bu Kimseyi imam kabul etmiştir. (Eğer imam da yok veyahut orada bulunmazsa, o
zaman ölünün velisi ölünün namazını kıldırır.) ölünün velileri de, evlenme
bahsinde açıklanan velilerin sırasına göredir. (Eğer ölünün namazı ,bu
söylenen kimseler dışında birisi tarafından kıldınhrsa) yukarıda söylediğimiz
üzere namaz önce velinin hakkı olduğu için (veli) isterse (bir daha kılabilir.
Fakat eğer veli kılarsa, veliden sonra herhangi bir kimse için kılmak caiz değildir-)
Zira farz, velinin kılması ile eda edilmiştir. Cenaze namazını sünnet olarak
kılmak da meşru değildir. Bunun içindir ki yüce Peygamberimizin (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) mübarek cesedi, kabrinde bu gün dahi sağlam durduğu halde
herhangi bir kimsenin mü-bareK kabri üzerinde namaz kıldığını göremiyoruz.
(Namazı kılınmadan gömülen
ölünün kabri üzerinde kılınır.) Zira Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) Ensar'dan bir kadının kabri üzerinde namaz kildırmıştır. ([72])
(Kabir üzerinde namaz kılmak da ancak, cesedin henüz bozulmadığı tahmin
edildiği sürece caizdir.) Bu durum da, zaman ve yere göre değişir.
(Cenaze namazı dört
tekbirden ibaret olup birinci tekbirden sonra kişi Allah'a hamdeder, ikinci
tekbirden sonra Peygamber Efendimize (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) salavat
getirir, üçüncü tekbirden sonra kendine, ölüye ve bütün müslümanlara dua eder,
dördüncü tekbirden sonra da selam verir.) Zira Peygamber Efendimiz (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) en son kıldığı cenaze namazında dört kez tekbir"
getirdiği için, daha önce fazla tekbirlerle kıldığı namazların hükmü mensuhtur.
([73])
(Şayet imam beş tekbir getirirse, arkasındaki kimse ona uya-maz.) Zira her ne
kadar Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve SeHem) dörtten fazla
tekbirlerle de kılmış ise de, yukarıda söylediğimiz üzere dörtten fazlası son
kıldığı namaz ile mensuhtur. Ancak bu imamın arkasında olan kimse, imamın
selâmım bekler mi, beklemez mi? diye imam Ebû Hanife' den iki rivayet
gelmiştir. Muhtar olan rivayete göre bekler. îmam Züfer ise, neshin sabit
olmadığını ileri sürerek : -îmama uymak zorundadır» demiştir.
Üçüncü tekbirden sonra
ölüye dua edilirken ona Cenâb-ı Allah'-dan rahmet ve mağfiret dilenir. Allah'a
hamdetmekle Peygamber Efendimize (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) salavat getirmek
ise sünnettir. Eğer ölü çocuk olursa ona mağfiretle dua edilmez. Ona
«AL-LAHUMMEC'ALHU LENA FERATAN ALLAHUMMEC'ALHU LENA ZÜHREN VE ECREN VEC'ALHU
LEN ŞAFİAN MÜŞEFFEAN - Allah'ım, onu bize öncü kıl. Allah'ım onu bize azık kıl
ve ölümü ile ecir ihsan eyle onu bize. Şefaati kabul olunan şefaatçi yap- diye
duâ edilir.
(Namazın başında
bulunmayıp da imam bir veya iki tekbir getirdikten sonra namaza yetişen kimse,
imam bir daha tekbir almadıkça tekbir alıp namaza katılamaz.) îmam Ebû Yûsuf
ise: «Gelir gelmez tekbir alır. Çünkü cenaze namazınm birinci tekbiri iftitah
tekbiresidir. Bu kimse de mesbuk, yani sonradan gelen kimse olduğu için, diğer
namazlarda nasıl gelir gelmez iftitah tek-biresini alıp cemaata katılıyorsa, bu
namazda da öyledir- demiştir.
İmam Ebû Hanife ile
îmam Muhammed de: «Cenaze namazının tekbirleri diğer namazların rekâtları
yerine kaimdirler. Diğer namazlarda bir veya iki rekât kılındıktan sonra gelen
kimse, kaçırdığı rekâtları imam selâm vermeden nasıl kılamıyor-sa, bunda da
kaçırdığı tekbirleri imam selâm vermeden alamaz» demişlerdir. Fakat namazın
başında imam ile beraber olduğu halde imam ile birlikte tekbir almayan kimse,
her üç imamın ittifakı ile imamın ikinci tekbiri almasını beklemez. Çünkü bu
kimse, sair namazlarda namazın başında imam ile beraber bulunan kimse gibidir.
(Cenaze namazı
kılınırken, ölünün erkek veya kadın olduğuna bakılmaksızın göğsü hizasında
durulur.) Çünkü göğüs kalp yeridir. Kalpte de iman nuru yerleşmektedir. Bunun
için ölünün göğsü karşısında durmak, imanı için dua etmenin işaretidir. îmam E
b ü Hanife' den ise: «Erkek Ölünün
başı, kadın cesedinin de ortası karşısında durulur. Zira Enes b. Malik
(Radıyallâhü anhümâ) öyle yapmış ve: «Sünnet böyledir- demiştir» diye
söylediği rivayet ([74])
olunmaktadır. Biz diyoruz ki: E n e s (Radıyallâhü anh)'m. namazını kıldırdığı
kadın tabut içinde olmadığı için onu arkasındaki cemaattan örtmek için
cesedinin ortasında durmuştur.(Cenaze namazını hayvan sırtında kılmak, kıyasa
göre caizdir.)
Çünkü cenaze namazı
namazdan çok, duadır. Bununla beraber namazlık vasfı göz önünde bulundurularak
caiz olmadığı istihsan edilmiştir.(Ölü velisinin, ölüsünün namazını kıldırmak
için başkasına izin vermesinde sakmca yoktur.) Çünkü ölünün namazında öne
geçmek ölü velisinin hakkıdır. Kendisi bu hakkını, başkasını öne sürmek suretiyle
iptal edebilir.
(Cami veya mescit
içinde cenaze namazı kıldınlamaz.) Zira Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem);
«Kim ki bir ölü üzerinde herhangi bir cami
içinde namaz kılarsa, o kimse için ecir yoktur» ([75])
buyurmuştur. Kaldı ki cami ve mescitler farz namazlan kılmak için inşa edilen
birer binadırlar. Eğer onlarda cenaze namazı kılınirsa hem inşa gayelerine
aykırı bir harekette bulunulmuş, hem de ölüden heran için çıkması muhtemel
olan necasetle caminin kirletilmesine yol açılmış olur. ölü cami dışında olup da,
namazının cami içinde kılınması halinde ise, bizim Maveraünnehir uleması
ihtilaf etmişlerdir. (Doğarken canlılık belirtilerini taşıyan çocuğa ad
koyulur ve yıkanıp namazı kılınır.) Zira Peygamber Efendimiz (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem); «Çocuk doğarken eğer kendisinden ses çıkarsa hem namazı
kılınır, hem vâris olur» ([76])
buyurmuştur. Çünkü kendisinden ses çıkması sağ olarak doğduğunu gösterir. Bunun
için hakkında sağ olanların ahkâmı uygulanır. (Eğer doğarken kendisinde hiç bir
canlılık belirtisi görülmezse) yukanda geçen hadise binaen (namazı kılınmaz.
Fakat) insanlığına hurmeten (bir bez parçasına sarılarak gömülür.) Zahir
olmamakla beraber muhtar olan rivayete göre aynı sebebe binaen yıkanır da.
(Eğer bir çocuk savaşta anne ve babası ile birlikte esir alındıktan sonra
ölürse namazı kılınmaz.) Zira çocuk anne ve babasının hükmüne tabidir. (Ancak)
eğer fank ve mümeyyiz iken müslüman-kğı kabul ettiğini söylemiş ise, o zaman
namazı kılınır. Çünkü fank ve mümeyyiz olan çocuğun ikrarı istihsanen makbuldür.
(Yahut anne ve babasmdan birisi müslüman olursa namazı yine kılınır.) (Eğer
bir gayrimüslim Ölür ve müslüman olan bir velisi bulunursa, müslüman olan
velisi onu yıkar, kefenler ve gömer.) H z. Ali' nin babası Ebû T a 1 i b vefat
ettiği zaman, Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) H z. A 1 i' ye
onu yıkamasını ve kefenleyip gömmesini emretmişti. ([77])
Ancak gayrimüslim yıkanırken, müslümanlar gibi özen ve itina ile yıkanmaz ve
sıradan bir bez parçasına sarılıp çukura atılır.[78]
(Ölü mezara
götürülürken üzerine konduğu sal tahtasının ön ve arka taraftaki ayaklarından
her birini bir kişi omuzunun üstüne koyarak mezara götürülür.) Çünkü sünnet bu
şekilde varit olmuştur ([79]) ve
hem de eğer dört kişi tarafından taşınılırsa cenazenin beraberindeki
kimselerin sayısı daha fazla olur. îmam-ı Şafii (Allah rahmet eylesin) :
-Sünnet, iki kişi tarafından taşmılmasıdır. Biri tahtanın ön ayaklarını
arkadan, biri de, arka ayaklarını ön taraftan omuzlarına alır. Çünkü S a a d
îbn-i Muaz (Radıyallâhü anh)'ın cenazesi o şekilde taşınmıştı» ([80])
demiştir. Biz diyoruz ki: Saad İbn-i Muaz'ın cenazesinde bir çok melekler
bulunduğu için Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onun
cenazesinde böyle emretmişti. Yoksa esas sünnet bizim dediğimiz şekildir. (ölü
mezara götürülürken az hızlı ve kısa adımlarla gidilir.) Zira Peygamber
Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), kendisine sorulduğunda bu şekilde
gitmeyi emir buyurmuştur. ([81]) (Cenazenin beraberindeki cemaat mezara
vardıkları zaman, cenaze henüz omuzlardan indirilmemişken oturmak mekruhtur.)
Çünkü cenazeyi yere indirmek için bazan başkalarının yardımına ihtiyaç
duyulur. Ayakta olan kimseler ise daha çabuk yetişebilirler. Eğer cenazeyi
mezara götürenler onu sıra ile taşıyorlarsa, sağdan başlamak sünnet olduğu
için kişi önce tahtanın Ön taraftaki sol ayağını sağ omuzuna, ikinci kezde
tahtanın arka taraftaki sol ayağını sağ omuzuna, üçüncü kezde tahtanın ön
taraftaki sağ ayağını sol omuzuna, dördüncü kezde de arka taraftaki sağ
ayağını sol omuzuna alır.[82]
(Ölüyü gömmek için ona
kabrin kıble tarafında Iâhit açılır ve ölü, kıble tarafından kabre indirilir.)
Zira Peygamber Efendimiz CSal-lallahü Aleyhi ve Sellem; «Lahit bizimdir. Düz
yarık da başkalarınındır» ([83]) buyurmuştur.
(Ölü kıble tarafından kabre indirilir.) Imam-ı Şafiî: -ölü, kabrin ayağı
tarafından kabrin içine başaşağı çekilir. Zira Peygamber Efendimiz (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) bu şekilde kabre indirilmiştir- ([84])
demiştir. Biz diyoruz ki: Kıble tarafından özel bir üstünlüğü bulunduğu için
ölüyü kıble tarafından kabre indirmek müstahaptır. Peygamber Efendimizin (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) ne şekilde kabre indirildiği hakkındaki rivayetler de
değişiktir.
(Ölü kabre
indirilirken onu lahde koyan kimse BİSMİLLAHİ VE ALA MİLLETİRESULİLLAHİ der.)
Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Ebû Dücane'yİ kabre
indirirken böyle söylemişti. ([85]) Kabirde ölünün yüzü kıbleye verilir.)
Peygamber Efendimiz (Sal-lallahü Aleyhi ve Sellemî öyle emretmiştir. ([86]) ve
kefenin bağı çözülür.) Zira kabirde kefenin açılma korkusu yoktur. (Sonra
lâbit kerpiçlerle kapatılır.) Zira Peygamber Efendimizin (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) lâhdi kerpiçlerle kapatılmıştı. ([87])
(Kadın kabre konurken lahit kerpiçlerle kapatüıncaya kadar kabrin üzerinde bir
örtü gerilir. Erkeğin kabri üzerinde ise örtü gerilmez.)
(Kabirde tuğla ve ağaç
kullanmak mekruhtur.) Zira yapılarda tuğla ve ağaç sağlam ve daha uzun ömürlü
olduğu için kullanılır. Kabir ise çürüme yeridir. Kaldı ki, tuğla ateşte
piştiği için kabirde kullanılması tefeülen mekruhtur. (Kamış kullanmakta ise
sakınca yoktur.) el-Camiüssağir'de «Kabirde kerpiç ve kamış kullanmak müstahaptır.
Zira Peygamber Efendimizin (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kabri üzerine bir
demet kamış koyulmuştu- ([88])
diye kayıtlıdır. (Lahit kapatıldıktan sonra kerpiçlerin üstüne, kabrin çukuru
doluncaya kadar toprak kürenir ve kabir balık sırtı şeklinde, yerden yükseltilir.
Kabrin dört köşeli ve üstünün düz olması iyi değildir.) Zira Peygamber
Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kabirleri seki gibi dört köşeli ve düz
yapmaktan nehyetmiştir. ([89])
Ayrıca, onun mübarek kabrini kim görüyorsa balık sırtı şeklinde olduğunu
söyler.[90]
(Şehit; savaşta müşrikler
tarafından öldürülen, ya da vücudunda bir iz bulunduğu halde savaş meydanında
ölü olarak bulunan veyahut müslümanlar tarafından zûlmen öldürülen ve
öldürülmesiyle diyet lâzım gelmiyen kimselerdir. Bunların hepsi) U h u d şehitleri
hükmünde oldukları için (kefenlenip namazları kılınır ve fakat yıkanmazlar.)
Çünkü Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Uhud
şehitleri hakkında;
«Onlan yaralan ile ve
kanları ile birlikte kaldırın, onları yıkamayın» ([91])
buyurmuştur. Buna göre, cünüp veyahut aybaşı ya da loğusalık halinde değilken,
zulmen ve kesici bir âletle öldürülüp de öldürülmesiyle diyet lâzım gelmiyen
kimse de Uhud şehitleri gibi olup aynı hükme tabidir. Yukarıda metinde geçen
-iz»den maksat yaradır. Çünkü ölen kimsede yara bulunması öldürülmüş olduğuna
delâlet eder. Göz ve benzeri gibi kanaması normal olmayan bir uzvun kanaması
da yara hükmündedir. imam-ı Şafii: «Kılıç şehidin günahlarını silip süpürdü-ğü
için ona mağfiretle dua etmeye hacet yoktur. Ölünün namazı ise ona mağfiretle
dua etmektir» diyerek şehidin namazında bizim görüşümüze katılmamıştır. Ancak
ona göre namazı kılınmayan şehit, yalnız savaşta öldürülen kimsedir. Diğerleri
de rütbeten şehit iseler de namazları kılınır. Biz diyoruz ki: ölü üzerinde
namaz kılmak yalnız ona dua etmek değil, aynı zamanda ona karşı gösterilen bir
ta'-zim vazifesidir de. Buna ise, şehit diğer Ölülerden daha lâyıktır. Kaldı
ki, günahsız insanlar da duaya muhtaçtırlar. Nitekim Peygamberler ve çocuklar
günahsız oldukları halde namazları kılınır.
(Savaşta, ya da asiler
veyahut soyguncular tarafından öldürülen kimse -ne ile öldürülmüş olursa
olsun-yıkanmaz.) Zira Uhud şehitlerinin hepsi kılıç ile öldürülmüş değillerdi.
(Cünüpken şehit düşen kimse, İmam Ebû Hanife'ye göre yıkanır.) Diğer iki İmam:
«Yıkanmaz. Çünkü cünüplükten yıkanmanın farzîyeti namaz kılabilmek içindir,
ölmüş olan kimseden ise namazın vücubu sakıt olur- demişlerdir. İmam Ebû
Hanife de: «Cünüplük hükmi bir necasettir. Şehitlik ise, ölüm ile hasıl olan
necaseti önler, ölümden Önceki necaseti kaldırmaz. Nitekim sabittir ki
cünüpken şehit düşen Hanzale b. Âmir (Radıyallâhü anhümâ) 'i melekler yıkamıştı.
([92])
Eğer yıkanması gerekmeseydi melekler onu yıkamazdı- demiştir.İmam Ebû Hanife
İle diğer iki İmam arasındaki bu İhtilaf, aybaşı veyahut loğusalık kanı
kesildikten sonra şehit düşen kadın hakkında da caridir. Sahih olan rivayete
göre kam kesilmeden şehit düşen kadın da öyledir Aynı ihtilâf, şehit düşen
çocuk hakkında da caridir. İki imam : -Şehit düşen kimse zulmen öldürüldüğü
için üzerindeki mazlumiyet izi silinmesin diye yıkanmaz. Çocuk ise, daha mazlum
olduğu için yıkanmaması evleviyetle lâzım gelir» demişlerdir. İmam Ebû Hanife
de: -Uhud şehitleri, kılıç onların günahını silmiştir diye yıkanmamışlardı.
Çocuk ise günahsız olduğu için onların hükmünde değildir» demiştir.
Yukarıda geçen hadise
binaen (şehidin kanı silinmez ve -kürk, palto, serpuş, silah ve ayakkabısı
dışında kalan- elbiseleri çıkarılmaz.) Çünkü kürk, serpuş, silâh ve ayakkabı
kefen cinsinden değillerdir. (Ancak) eğer elbisesi kefen için kâfi gelmez
veyahut fazla olursa, o zaman kefenini tamamlamak için (istedikleri parçayı ekler
veyahut çıkarabilirler.) (Eğer bir kimse savaşta yaralanır, fakat aynı anda
ölmeyip bir şey yer, ya içer, ya uyur, ya tedavi olur, ya savaş meydanından kaldırılır
ve ondan sonra ölürse, bu kimse savaş içinde şehit düşmüş sayılmaz ve bunun
için yıkanması gerekir.) Çünkü bu kimse, her ne kadar savaşta aldığı yaradan
ölmüş ise de, vurulduktan sonra hayattan az da olsa yararlandığı için ona
edilen zulüm hafiflemiş olur. Bunun için bu kimse Uhud savaşı şehitleri
hükmünde değildir. Zira Uhud savaşı şehitleri can çekişirlerken aralarında
kâselerde su dolaştırılıp birer birer kendilerine sunulduğu halde, şehitlik
mertebeleri noksan olmasın diye hiç birisi almamış ve bir damla suya can
atacak derecede susuz olarak hayata gözlerini yummuşlardır. Ancak eğer vurulan
kimse, atların ayaklan altında kalmasın diye meydandan kaldırılıp ondan sonra
Ölürse, bu kimse vurulduktan sonra hayattan hiç yararlanmadığı için savaşta
şehit düşmüş sayılıp yıkanmaması gerekir. Fakat eğer meydandan kaldırılıp bir
çadır veya gölgeliğin altına götürüldükten sonra ölürse, yukarıda söylediğimiz
sebebe binaen yıkanması lâzım gelir.
İmam Ebû Yûsuf dan
rivayet olunduğuna göre (eğer vurulan kimse aklı başında olduğu halde bir namaz
vakti geçinceye kadar sağ kalır ve ondan sonra ölürse) geçen namaz kendisine
vacip olduğu ve namazın vücubu da sağ olanların ahkâmından bulunduğu için (bu
kimse şehitlerin hükmüne tabi olmayıp yıkanması gerekir.) İmam Ebû Yûsuf'a göre
eğer vurulan kimse vurulduktan sonra vasiyet de etse -vasiyeti âhiretle de
ilgili olsa- yine de öyledir. İmam Muhammed ise; «Vasiyet ölülerin ahkâmından
olduğu için onunla şehitlik hükmü kalkmaz- demiştir.
(Şehir içinde
öldürülmüş olarak görülen kimse yıkanır.) Zira bu kimsenin öldürülmesinden
ötürü diyet lâzım geldiği için ona edilen zulüm hafiflemiş olur. (Ancak eğer bu
kimsenin zulmen ve kesici bir âlet ile öldürülmüş olduğu bilinse, o zaman
yıkanmaz.) Zira bu öldürme diyeti değil, kısas cezasını gerektirir ve bunu
öldüren kimse, cezasını dünyada gormese de âhirette mutlaka görecektir. İki
imama göre, şehidin hükmüne tabi olmak için kesici âlet ile öldürülmüş olmak
şart değildir. Âlet öldürücü olduktan sonra, kesici olmasa da onunla ölen
kimse şehittir.
(Ceza veya kısas
olarak öldürülen kimse hem yıkanır, hem namazı kılınır.) Zira bu kimse de her
ne kadar adaletin icrası yolunda başını vermiş ise de, U h u d şehitleri gibi
Allah rızasını kazanmak yolunda vermediği için onların hükmünde değildir. (Asi
ve soygunculardan Öldürülenlerin namazı kılınmaz.) Çünkü Hz. Ali (Radıyallâhü anh) onların namazını
kümamıştır. ([93])
(Kâ'be içinde namaz
kılmak ister farz ister sünnet olsun caizdir.) Zira Peygamber Efendimiz
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem), M e k-k e 'nin fetih günü kâbenin içinde namaz
kılmıştır. ([94]) hem de Kabe içinde
namaz kılan kimse her ne kadar Kâ'be'nin tamamına yüzünü vermiyorsa da, bir
duvarına verdiği için kâfidir. Çünkü namazda Kâ'be'nin tamamı karşısında
durmak şart değildir. î m a m -1 Şafiî (Allah rahmet eylesin) : -Kabe içinde ne
farz, ne de sünnet kılınamaz- ([95])
İmam Malik de : -Farz namaz kılınamaz demiştir.
(Eğer imam Kâ'be içinde namaz kıldınrsa, arkasındaki cemaattan kimisi
arkasını imamın arkasına verebilir.) Çünkü bu kimsenin de yüzü, imamın yüzü
gibi Kâ'be'nin bir duvarına dönüktür. (Fakat eğer yüzünü imamın yüzüne verirse
namazı caiz olamaz.) Zira bu kimse imamdan ileride durmuş olur.
(Mescid-i Haram'da
cemaatla namaz kılınırken, cemaattan Kâ'~ be'ye imamdan daha yakın duran
kimsenin namazı, eğer bu kimse imamın durduğu tarafta değilse caizdir.) Çünkü
imamdan ileri veya geride durmak ancak, durulan tarafın bir olduğu zaman belli
olur. (Kâ'be'nin damında namaz kılmak caizdir.) Zira biz Hanefilere göre Kâ'be,
binanın kendisi olmayıp binanın zemininden göklere kadar binanın havası da
Kâ'be'dir. Çünkü binanın kendisi yıkılıp başka yere de götürülebilir. Nitekim
Ebû Kubeys dağı üzerinde namaz kılan kimse, yüzü Kâ'be binasının karşısında
olmayıp binanın havası karşısında olduğu halde namazı sahihtir. Ancak saygısızlık
olduğu için Kâ'be'nin damında namaz kılmak mekruhtur ve hakkında nehiy varit
olmuştur. ([96]) Imam-ı Şafiî: «Eğer
Kâ'be'nin damında sütre bulunmazsa caiz değildir» demiştir.[97]
[1] İbn-i Mâce (Ezan) C. 1 S. 54, Ebû Davud da az bir
değişiklikle «Mürsel Hadislerinle kaydetmiştir.
[2] Ebü Davud (Sabah namazının sünneti) S. 1 S. 186,
TahavI C. 1 S. 176
[3] Çok gariptir. Diraye sahibi ben bu hadisi bulamadım
demiştir.
[4] Şeyhü'l-Îslâm Burhanüddîn Ebu'l-Hasan
Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye
Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/159-163.
[5] Darekutiü sh. 162, Eeyhakl cilt 2 sh. 221, Tahavi C. 1
S. 270
[6] Timizi (Mevakit) C. 1 S. 25, Nesal (Mevakit) C. 1 S.
102 ve (Ezan) C. I S. 107, 108 ve TayalisI S. 44
[7] Şeyhü'l-Îslâm Burhanüddîn Ebu'l-Hasan
Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye
Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/163-165.
[8] Buhar! C. I S. 115, Müslim C. 1 S. 211, Ebû Davud C. I
S. 155, Nesaî C. 1 S. 181, Tirmizî C. 1 S. 51, ttm-i Mâce C. 1 S. 85 ve Tahavl
C. I S. 254
[9] Ebû Davud C. 1 S. 156, Îbn-İ Mâce C. 1 S. 86, Tayalisi
sh. 130, îmam Ahmed'in MÜsned'i cüt 5 sh. 280
[10] Buharİ C. 1 S. 164, Müslim C. 1 S. 213, Ebû Davud C. 1
S. 192, Nesal C. İ S. 185, Tinnizl C. 1 S. 52, tbn-1 Mâce C. 1 S. 85
[11] Garibtir.
[12]Buhari C. I S. 58, Müslim C. I S, 211
[13] Tinnizl C. 1 S. 53, ftm-i Mâceh sh. 88, tmam Ahmed
cilt 1 sh. 93, el-Müstedrek C. 1 S. 325
[14] Şeyhü'l-Îslâm Burhanüddîn Ebu'l-Hasan
Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye
Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/165-172.
[15] Buharl C. 1 S. 150, el-Müstedrek C. 1 S. 315, Ebû
Davud C. 1 S. 144, Tinnizl cilt 1 sh. 49, îbn-i Mâceh C. 1 S. 87
[16] Beyhakl C. 1 S. 306
[17] Gariptir.
Nasb-ürraye C. 2 S. 176
[18] Şeyhü'l-Îslâm Burhanüddîn Ebu'l-Hasan
Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye
Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/172-175.
[19] Gariptir. İbn-i Ebl Şeybe «Musannef»inde-Abdullah
Jbn-i Ömer <R.A.)' dan «Secde onu işitene vaciptir», Buhari de C. 1 S.
146'da Hz, Osman (R.A.)'dan «Secde ancak onu dinleyene vaciptir» mealinde
rivayet etmişlerdir.
Nasb-ürraye C. 2 S. 178
[20] Şeyhü'l-Îslâm Burhanüddîn Ebu'l-Hasan
Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye
Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/176-179.
[21] ) Bu hadis
mestlerin meshi bahsinde geçmiştir
[22] BeyhakI cilt 3, Sh. 152, İmam Ahmed'in MÜsned'i cilt
2, salüfe 83
[23] Ebû Davud C. I, S. 180, Tirmizi C. 1 Sh. 71, Tayalisî
sil, 115, Tahavi C. 1 S. 245, İmam Ahmed'in Müsned'i cilt 4, sh. 430, 431, 432
ve 440, Beyhakî cilt 3, sh. 135 ve sh. 153
[24] Tahavi C. 1, S. 242, İmam Ahmed'in Müsned'i cilt 2 sh.
45, Beyhakl cilt 3. sh. 156
[25] Şeyhü'l-Îslâm Burhanüddîn Ebu'l-Hasan
Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye
Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/179-184.
[26] Bu hadis merfu olarak gariptir. îbiti
Ebi Şeybe, Beyhakl ve
Süf- Sevrf bunu Hz. Ali {R.A.)'dan mevkuf olarak rivayet etmişlerdir.
Beyhakî 3, sh. 179, Tahavl cilt 2 sh. 54
[27] Gariptir. Buhari'nin C. I S. I23'te Enes b. Mâlik
(R.A.)'dan bu konuda rivayet ettiği hadis «Peygamber Efendimiz (S.A.V.)'in
Cuma namazı güneş semanın ortasından kaydığı zaman kılardın şeklindedir.
Müslim de C. 1, S. 283'de bu hadisi Seleme b. Ekve'den; «Peygamber Efendimizle
(S.A.V.) biz Cuma namazını semanın ortasından kaydığı zaman kılardık» şeklinde
rivayet etmiştir
[28] BeyhakI C. 1, S, 196
[29] Cuma suresi ayet 9
[30] Buiıarİ C. 1. S. 88 ve 124. Müslim C. 1, S. 220, Ebû
Davud C. 1, S. 91, Tirmizi C. 1 S. 44, lbn-t Mâce C. "1 S. 56
[31] Bu hadis merfu olarak galiptir. BeyhakI bunu
«Peygamber Efendimiz (S.A.V.)'in söylediğini demek büyük bir yanılgıdır. Hadis
olmayıp Zührü'nün sö. züdür» demiştir.Nasb-Ürraye C. 2 S. 201
[32] Şeyhü'l-Îslâm Burhanüddîn Ebu'l-Hasan
Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye
Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/185-191.
[33] Buiıarİ C. 1 S. 11, Müslim cilt 1 sn. 30
[34] Bu hadis aslında iki hadis.olup müellif onlan birleştirmiştir.
Birincisini BuharI cilt 1, sh. 130 Enes b. Mâlik'den, ikincisini de Tirmizl C.
1 sh. 71, İbn-İ Mâce C. 1 S. 127, el-Müstedrek cilt 1 sh. 294, Darekutnl sh.
180, Beyhakl cüt 3 sh. 283, TayalisI sh. 109, İmam Ahmed cilt 5 sh. 352 ve
360'da kaydetmişlerdir
[35] Gariptir. Beyhakl cilt 3 sh. 280 ve tmam-ı Şafii
el-Ümm adlı eserinden naklen «Peygamber Efendimiz CS.A.V.) her bayramda Yemen
yapısı olan hırkasını giyerdi» şeklinde bir hadis kaydetmişlerdir.Nasb-ürraye
C. 2 S. 309
[36] Buharl C. 1 S. 135. Müslim C. 1 S. 291, Ebû Davud C. 1
S. 171, Nesal C. 1 S 135. Tirmizl C. 1
S. 70, İbn-i Mâce C. 1 8. 93
[37] Bu hadis gariptir. Ebû Davud C. 1 S. 168, îbn-i Mâce
C. 1 S. 94, el-Müstedrek cilt 1 S. 295,'te Peygamber Efendimiz'in Ashabından
Abdullah İbn-i Büsr'ün bir bayram günü namazgaha geldiğinde imamın henüz
gelmediğini görerek onu yadırgamış ve: «Biz Peygamber Efendimizle (S.A.V.) bu
saatte namazdan çıkmış oluyorduk» diye söylediğini kaydetmişlerdir
[38] Ebû Davud C. 1 S. 171, Nesal C. 1 S. 231, îbn-i Mâce C.
1 S. 120, Darekutnl sh. 233, Tahavî C. 1 S. 226 ve Beyhakl cilt 3 sh. 316
[39] Tirraiz! S. 1 C. 71, îbn-i Mâce C. 1 S. 127,
el-Müstedrek cüt I sh. 294, Da. rekutni sh. 180, BeyhaM cilt 3 sh. 283,
Tayalist sh. 109, tmam Ahmed*in Müsned'l cilt S, sh. 352 ve 360
[40] Gariptir, hiçbir yerde bulunamadı. Nasb-ürraye C. 2 S. 222
[41] Şeyhü'l-Îslâm Burhanüddîn Ebu'l-Hasan
Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye
Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/191-195.
[42] Nesbbu-rraye sahibi: «Ben bunu Peygamber Efendimiz
(S.A.V.)'den nakledildiğini herhangi bir yerde bulamadım. Ancak İbn-i Ebl
Şeybe iyi bir senetle bunu Abdullah îbn-i Mesud'dan nakletmiştir» diye
söylemektedir
[43] Şeyhü'l-Îslâm Burhanüddîn Ebu'l-Hasan
Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye
Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/195-196.
[44] Müslim C. 1, B. 296
[45] Müellif her ne kadar Abdullah îbn-1 Ömer diyorsa da bu
hadisin râvi-si Abdullah îbn-i Ömer olmayıp Abdullah îbn-i Amr Îbn-İ As'dir.
Ebû Davud C. 1 sn. 176, Nesal C. 1 sh. 222, Tlnnlzt (Şemail) sh. 23,
el-Müstedrek C. 1 sh. 32S, İmam Abmed'm Müsned'i dit 2 sh. 198, Tahavt C. 1 S.
194
[46] İmam Ahmed'in Münsed'l C. 1 S. 293 ve 350, Tahavl C. 1
S. 197 ve Bey-hakl cilt 3 sh. 335
[47] Buhari C. 1 S. 145, Müslim C. 1 S. 196
[48] Bu hadis yukanda da geçtiği için burada ona kaynak
göstermeye gerek duymadık
[49] Bu lafzıyla gariptir. Buhart ile Müslim Muğİre b.
Şu"be'detı: «Bu . f olayları gördüğünüzde Allah'a dua edin ve namaz kılın»
şeklinde nakletmis-enUr- Buhari C. 1 S. 145, Müslim C. 1 S. 300
[50] Bu hadis bu lâfızla gariptir. BuharI İle Müslim Hz. Aİşe'den
«Bunu gördüğünüzde namaza sığının» şeklinde nakletmişlerdlr. Buhari C. 1 S.
142, Muşum C. 1 S. 296
[51] Şeyhü'l-Îslâm Burhanüddîn Ebu'l-Hasan
Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye
Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/196-198.
[52] Nuh sûresi ayet 10-11
[53] Peygamber Efendimiz (S-A.V.Vra yağmur duasmı yaptığı,
sabit ise da yağmur duasını yaparken namaz kıldığının rivayet edilmemiş obuası
doğru bir dava değildir. Bilakis -geleceği üzere- yağmur duasmı yaparken namaz
da kıldığı sıhhatli bir senetle rivayet olunmuştur
[54] Ebû Davud C. 1 S. 172, Sesai G-l 8.-B2& lîrmM C. r
S. 73, îbn-i Mace C. 1 S. 81, etMüstedrek C. 1 S. 327 re taboti C. 1 S. 181
[55] ibn;i Mâce C. 1 S. 91, Beyhakİ cilt 3 sh. 347, Tahavl
C. 1 S. 192
[56] Buhait C. 1 S. 137, Müslim C. 1 S. 193
[57] Şeyhü'l-Îslâm Burhanüddîn Ebu'l-Hasan
Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye
Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/198-199.
[58] Ebû Davuö C. 1 sh. 184 ve TahavI C. 1 ah. 184
[59] Müslim C. 1 S. 179
[60] Bu hadis daha önce geçmiştir
[61] Bakara sûresi âyet 229
[62] Şeyhü'l-Îslâm Burhanüddîn Ebu'l-Hasan
Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye
Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/199-201.
[63] Müslim C. 1 S. 300, Ebü Davud cilt 2 sh. 88, Nesi C.
1> S. 258, Tirmizl C 1 S. il? ve İbn-i Mece C. 1 S. 105
[64] Şeyhü'l-Îslâm Burhanüddîn Ebu'l-Hasan
Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye
Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/201.
[65] BuharI C. I S. 949, Müslim cilt 2 sh. 342
[66] Şeyhü'l-Îslâm Burhanüddîn Ebu'l-Hasan
Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye
Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/201-202.
[67] Buhart C. 1 S. 169, Müslim C. 1 S. 305, Ebû Davud cilt
2 sh. 93, Nesai C. 1 S. 268, Tİrmizi C. 1 S. 119, İbn-1 Mace C. 1 S. 107
[68] Ümmü Atiye'den rivayet olunan Ira hadis gariptir
[69] Buharl C. 1 S. 170, Müslim C. 1 S. 305, Nesai C. 1 S.
269, Ebü Davud C. 1 sh. 83, Tinnizİ cilt 2 sh. 225, el-MÜstedrefc C. 1 S. 355
[70] Gariptir.
Nasb-ûrraye C. 2 S. 264
[71] Şeyhü'l-Îslâm Burhanüddîn Ebu'l-Hasan
Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye
Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/202-203.
[72] İmam Ahmed'in Müsned'i cilt 4 sh. 388, el-Müstedrek
cilt 3 sh. 59İ*, Nesai C. 1 sh. 284, Îîm-İ Mâce C. I sh. III, Tahavl cilt 1 sh.
295, Beyhakt cilt 4 sh. 48
[73] El-Müstedrek sh. 386, Darekutni sh. 191, İmam Ahmed'in
müsnedi cilt 3 sh. 336, Beyhakî cilt 4 sh. 37
[74] Ebû Davud cilt 2 sh. 99, Tirmizİ C. 1 sb. 123, îbn-i
Mace sh. 108 e îmam Ahmed'in müsnedi cilt 3 sh. 118 ve 204
[75] Ebû Davud cilt 2 sh. 98. îbn-i Mâce C. 1 sh. 110,
tbn-i Ebl Şeybe cilt 3 sh. 152, İmam Ahmed'in müsnedi cilt 2 sh. 444 ve 455,
Tahavî C. 1 sh. 284, Beyhakl cilt 4 sh. 51
[76] Tirmizl C. 1 S. 123, el-Müstedrek C. I S. 363
[77] Ebü Davud cilt 3 sh. 102, Nesal sh. 283 ve 41, îbn-1
Sa'd C. 1 sh. 79, Beyhakl cilt 3 sh. 398
[78] Şeyhü'l-Îslâm Burhanüddîn Ebu'l-Hasan
Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye
Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/204-207.
[79] îbn-İ M&ce C. 1 sh. 107, tbn-i Ebİ Şeybe cilt 3
sh. 103. Beyhakl cilt 4 sh. 19
[80] Tabakat cilt 3 sh. 10
[81] Ebû Davud C. 1 sh. 97, Tîrmlzi C. 1 sh. 120, Tahavî
sh. 277, îmanı Ab-med'in Müsnedi C. 1 S. 394, 415, 419, 432
[82] Şeyhü'l-Îslâm Burhanüddîn Ebu'l-Hasan
Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye Tercümesi,
Kahraman Yayınları: 1/207-208.
[83] Ebû Davud cilt 2 sh. 102, Nesal C. I sh. 283, Tİrmizî
C. I S. 124. İbn-İ Mâce C. I sh. 112, Tabakat cilt 3 sh. 72, Beyhakl cilt 3 sh.
408
[84] El-Üiran C. 1 sh. 242, Beyhakl cilt 4 sh, 54
[85] Müellif, ei-Mebsut'a uyarak her ne kadar böyle
söylüyorsa da yanlıştır. Çünkü Ebû Dücane Peygamber Efendimiz (S.A.V.)'İn
vefatından sonra Yemame savaşında vefat etmiştir, ki bu da Hicretin 12.Cİ yıh
Rebi-ül Evvel ayında ve Hz. Ebû Eekir-i Siddik'm halifeliği sırasında olmuştur,
tbn-i Ebl Hayseme «Tarihinde ve Vakıdl (Kitabür-Riddende böyle anlatmışlardır.
Nasbür-Raye
[86] Ebü Davud cilt 2 sh. 41, Nesai cüt 2 sh. 164,
el-Müstedrefc cilt I sh. 59 ve cilt 4 sh, 259, Beyhakl cilt 3 sh. 408
[87] Müslim, Sâd b. Ebi Vakkas (R.A.)'dan, vefat ettiği
hastalığında : «Bana bir lahit açın ve Peygamber Efendimiz (S.A.V.)'e yapıldığı
gibi benim de üstüma kerpiçleri dikin» diye söyiediğini kaydetmiştir. Müslim
(Cenaiz) 90, îbn-i Mâce (Cenaiz) 39, İmam Ahmed Müsned'i 1/169
[88] îbn-i Ebl Şeybe'nin «Müsennefni cilt 3 sh
[89] Kitab-ül Asar sh, 44
[90] Şeyhü'l-Îslâm Burhanüddîn Ebu'l-Hasan
Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye
Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/208-209.
[91] Bu lafzıyla gariptir. Fakat şehitlerin yıkanmaması
hakkında bir çok hadîsler vardır. Buharl sh. 179, Nesal C. 1 sh. 277, Ebû Davud
cilt 2 sh. fil, Tirmizt C. İ sh. 123. tbn-i Mace C. I sh. 110
[92] Bt-Müstedrek dit 3 Sh, 204. Beyhakt cilt 4 sh. 150
[93][93] Gariptir. Ancak îbn-i Sa'd, Tabaka tcilt 3 sh. 2I'de
Nehrevan savaşını anlatırken, Hz. Ali'nin öldürülen asiler üzerinde namaz kılıp
kılmadığından söz etmemiştir. Nasb-tirraye C. 2 S. 319 Şeyhü'l-Îslâm
Burhanüddîn Ebu'l-Hasan Ali
b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/209-212.
[94] Buhari (Nam&z) C. I S. 72, Müslim (Hacc) C. 1 S.
428
[95] Bu bir zühuldür. Zira îmam-ı Şafii de Kabe'nin İçinde
namaz kılmanın cevazına irniMh- Ahroed MeylanI
[96] Tfnnizl C. 1 S. 46, İbn-İ Mâce C. 1 S. 54, B«yhakl dit
2 sh. 329, Tahavt cilt 1 sh. 224
[97] Şeyhü'l-Îslâm Burhanüddîn Ebu'l-Hasan
Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye
Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/212-213.