ORUÇ BAHSİ 2

Hilâli Görmenin Hükmü. 3

Hem Kaza Hem Keffareti Gerektiren Şeyler 5

Bir Fasıl 8

(Adanan Oruçlar Hakkında Bir)   Fasıl 12


ORUÇ BAHSİ

 

(Oruç -tutulması gerekli olan ve olmayan oruçlar olmak üze­re- iki kısımdır. Tutulması gerekli olan oruçlar da iki kısım olup bir kısmı -Ramazan orucu ve kişinin tutmasını nezrettiği belli bir günün orucu gibi- belli bir zamana has olan oruçlardır. Bu oruç için de geceden niyet getirmek gerekiyorsa da, şayet kişi daha gece iken niyet getirmeyip, ancak sabah ile güneşin tepeden sağa doğru kayması arasındaki zaman içinde niyet getirirse kâfi gelir.) İ m a m -1 Şafiî: -Kâfi gelmez» demiştir. Bilmek gerekir ki Ramazan orucu farzdır. Zira Cenâb-ı Hak; -Size oruç farz kılındı» ([1])   buyurmuştur. Ayrıca Ramazan orucunun farziyeti hakkında icma' vardır. Bunun, için. Ramazan orucunun farziyetini inkâr eden kimse kâfir olur. Adan­mış olan oruç ise vâcibtir. Zira Cenâb-ı Hak: Adaklarını yerine getirsinler» ([2]) buyurmuştur. Ramazan ayı oru­cunun vücûbuna sebep Ramazan ayıdır. Bunun içindir ki Ramazan orucuna ramazan orucu denilir ve her ramazan ayı geldikçe oruç tut­mak gerekir. Ramazan ayından her bir günü tutmanın vücûbuna da sebep o günün gelmesidir. Adanmış olan orucu tutmanın vücû­buna da sebep adanmış olmasıdır. Orucun sıhhati için şartlardan biri -Allah izin verirse açıkla­yacağımız üzere- niyettir. Geceden getirilmeyen niyetin kâfi gel­mediğini söyliyen    tmam-ı   Şafiî' nin   delili;

-Oruca geceden niyet etmiyenin orucu yoktur» ([3]) hadisidir. îmam-ı Şafiî akli yönden de : -Geceden niyeti getirilmeyen orucun başı niyetsiz geçtiği için sahih değildir. Çünkü niyet şarttır. Başı sahih olmayınca geri kala­nının da sahih olmaması lâzım gelir. Zira vâcib olan oruç parçala­namaz. Fakat sünnet olan oruç isteğe bağlı olduğu için Öyle değil­dir» demiştir. Biz ise, bir a'rabinin -Ben akşam, hilâli gördüm» di­ye şahidlik etmesi üzerine Peygamber Efendimizin (Sallallahü Aley­hi ve Sellem)  buyurduğu; -İçinizde bir şey yemiş olanlar varsa bundan sonra yemesinler, yemi-yenlerde oruç tutsunlar- ([4]) hadisine dayanıyoruz. Zira bu hadis tevil kabul etmiyecek derecede açıktır, tmam-ı Şafii' nin dayandığı hadis ise -Orucundan niyetsiz geçen kısmın sevabı yok­tur» mânâsına mahmuldür veyahut -Geceden beri oruç tutmaya ni­yet etmiyenin orucu yoktur» mânâsındadır. Akli yönden de biz diyo­ruz ki: O gün oruç günü olduğu için, eğer daha önce bir şey ye­memiş ise bunu -sünnet olan oruçta olduğu gibi- oruç niyetini getirmekle oruca çevirebilir. Elverir ki günün çoğu daha varken ni­yet getirmiş olsun. Çünkü bir şeyin çoğu o şeyin tamamı hükmün­dedir. Fakat namaz ile bac öyle değillerdir. Zira namaz ile haçta çeşitli rükünler bulunduğu için bunlara başlarken niyet getirmek ge­rekir. Kaza orucu da öyle değildir. Çünkü geçen orucu kaza etmek için belirli bir gün yoktur. Kişi hangi gün tutarsa orucunu kaza et­miş olur. Bunun için geceden niyet getirmesi gerekir, öğleden son­ra getirilen niyet de Öyle değildir. Zira günün çoğu gittiği için ta­mamı gitmiş sayılır.

Sonra metinde geçen -Sabah ile, güneşin tepeden sağa doğru kayması arasındaki zaman içinde- tâbiri K u d u r i' nin ifadesi­dir. el-Camiussağiyr'de ise -gün daha yarı olmadan- şeklinde geç­mektedir, ki en sahihi de budur. Zira günün çoğu daha varken ni­yet getirmenin şart olduğuna göre, günün yarısı, sabahtan güneşin tepeden sağa doğru kaymasına kadar değil, tepeye yükselinceye ka­dardır. Bunun için güneş daha tepeye tam yükselmemişken niyet getirmek gerekir. Sonra bu hükümde biz Hanefilere göre yolculukta olan ve ol­mayanlar arasında fark yoktur. Zira dayandığımız hadiste herhan­gi bir ayırım yapılmamıştır. İmam Züfer ise: «Yolculukta veyahut hasta olan kimse için Ramazanda oruç tutarken geceden niyet getirmek şarttır» demiştir.

Orucun bu çeşidini, yani -Ramazan orucu gibi- belli bir za­mana mahsus olan oruçları, mutlak niyetle, nafile niyetiyle ve vâ­cib olan bir başka orucun niyetiyle de tutmak caizdir. İ m a m -1 Şafii -Nafile oruç niyetiyle tutmak caiz değildir. Çünkü nafile niyetini getirmek, Ramazanda farz olan orucu tutmamak mânâsına gelir. Tutulması gereken oruç ise, farz olan Ramazan orucudur. Bu­nun için bu kimsenin tuttuğu oruç ne Ramazanın farzı yerine geçer, ne de nafile olur» demiştir. İmam-ı Şafii' nin mutlak niye­tin cevazı hakkında ise iki kavli vardır. Biz diyoruz ki  Bir odada tek bir kimse bulunduğu zaman, o kimseyi arayanlar onu kendi, adıy­la çağırmayıp da bir başka adla da çağırsalar nasıl onu buluyorlar­sa. Ramazanda da Ramazan orucundan başka bir oruç bulunmadığı için ramazanda oruç tutan kimse, bir başka adla da olsa ramazan oru­cunu tutmuş olur.

îmam Ebû Yûsuf ile imam Muhammed'e göre bu hükümde yolculukta olan, olmayan, sağlam veya hasta olan kimseler arasında fark yoktur. Çünkü yolculukta veya hasta olan kimseler -zorluk çekmesinler diye- Ramazanda oruç tutmayabi­lirler. Şayet zorluğa katlanıp tutmak isterlerse, o zaman kendileriy­le diğerleri arasında fark kalmaz. Jmam Ebû Hanife ise: -Eğer hasta veya yolculukta olan kimse. Ramazanda bir diğer va­cibin niyetiyle oruç tutarlarsa, o diğer vacibi tutmuş olurlar. Zira diğer vâcib kendileri için daha önemlidir. Çünkü Ramazan orucu­nu, mazeretleri ortadan kalkıncaya kadar erteleyebildikleri halde kendilerine vâcib olan diğer orucu imkân buldukça tutmak zorun­dadırlar.» demiştir. İmam Ebû Hanife, hasta veya yol­culukta olan kimsenin Ramazanda nafile niyetiyle oruç tutması hak-

kmda kendisinden gelen iki rivayetten birine göre: «Nafile orucunu Ramazan orucundan önemli olmadığı için tutmak caiz değildir» de­miştir. (Tutulması gerekli olan orucun ikinci kısmı -kazaya kalmış Ra­mazan orucu, zamanı tayin edilmeden adanan oruçlar ve kefaret orucu gibi- kişinin boynuna borç olan oruçlardır. Bu oruçlar için geceden niyet getirmek şarttır. Aksi takdirde sahih olamazlar.) Zi­ra bu oruçların belli bir zamanı olmadığı için başlamadan önce za­manlarının belirtilmesi gerekir, ki bu da niyetle olur.

(Tutulması gerekli olmayan nafile oruçlara gelince: Bunları ge­ceden niyet getirmeden de tutmak caizdir.) imam Malik, metni yukarıda geçen «Oruca geceden niyet etmiyenin orucu yok­tur» hadisindeki itlaka dayanarak : «Caiz değildir» demiştir. Bizim ise delilimiz H z . A i ş e (Radıyallâhü anhâ) 'nın hadisidir. Riva­yete göre bir gün Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sel-lem) eve teşrif buyurduğunda   H z .   A i ş,e ' ye -Yanınızda yiyecek bir şey var mı?» diye sormuş ve    H z     A i ş e :  (Radıyallâhü anhâ) :Hayır, deyince: -Öyleyse ben oruçluyum» ([5])  buyurmuş­tur. Şayet kişi öğleye kadar-niyet getirmeyip ancak öğleden sonra oruca niyet ederse, günün çoğu niyetsiz geçtiği için caiz değildir. Iraam-ı Şafii: «Caizdir ve niyet getirdiği andan itibaren oruçlu sayılır» demiştir. Çünkü ona göre nafile olan oruç parçalan­mayı kabul eder. Zira nafile olan oruç isteğe bağlı olduğu için, ki­şi ne zaman tutmaya niyet ederse  -daha önce bir şey yememiş ol­mak şartı ile- niyet ettiği andan itibaren ona sevap hâsıl olur.[6]

 

Hilâli Görmenin Hükmü

 

(Şaban ayının yirmi dokuzuncu akşamı hilâli aramak gerekir. Eğer hilâl görülürse oruç tutulur. Hava kapalı olup hilâlin görülme­sine imkân bulunmazsa o zaman Şaban ayı otuz gün olarak tamamIanır ve ondan sonra oruca başlanır.)   Zira Peygamber Efendimiz (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) : «Hilâli gördüğünüzde oruca başlayın. Hilâli gördüğünüzde oru­cu bırakın. Şayet hava kapalı olup hilâli göreme zs eniz. Şaban ayını otuz gün olarak tamamlayın- ([7]) buyurmuştur. Hem de hilâl gö­rülmediği zaman asıl, ayın daha bitmemiş. olmasıdır. Bunun için bir delil bulunmadıkça ayın bittiğine hükmedilemez. Delil de ancak hi­lâlin görülmesidir.

(Şek günü, yani Ramazanda olduğu kesin olarak bilinemeyen Şabanın otuzuncu günü Ramazan diye oruç tutulamaz. Ancak eğer istenirse nafile olarak tutulabilir.) Zira Peygamber Efendimiz (Aley­hi's-salâtü ve's-selâm) «Ramazandan olduğu kesin olarak bilinemeyen gün oruç tutula­maz. Meğer nafile niyetiyle tutulsun» ([8]) buyurmuştur.

Şek günü oruç tutmanın beş şekli vardır.

1- Ramazan orucu niyetiyle tutmak. Bu oruç mekruhtur. Zira yukarıda geçen hadiste bu oruçtan nehyedildiği gibi, bu orucu tutan kimse, Ehl-i Kitap olan Hıristiyan ve Yahudilerin yaptıkları gibi oruç günlerinin sayısını kendisi arttırmış olur. Bununla beraber şayet o günü Ramazan orucu niyetiyle tutar ve ondan sonra o günün Ra­mazandan olduğu anlaşılırsa, kendisi için ramazan orucu olur. Çün­kü Ramazan ayına yetişmiş ve oruç tutmuştur. Eğer tuttuktan son­ra gününü tamamlamadan orucunu bozarsa -Ramazandan olduğu­nu kesin olarak bilemediği için- kendisine kaza lâzım gelmez.

2- Bir başka vacibin niyetiyle tutmak. Bu da -yukarıda ge­çen hadise binaen- mekruhtur. Fakat bunun keraheti önceki oru­cun keraheti kadar değildir. Sonra, eğer Ramazandan olduğu anla­şılırsa yine de kendisi için ramazan orucu yerine geçer. Çünkü her ne kadar Ramazan orucu niyetiyle tutmamış ise de. o gün Rama­zan olduğu ve Ramazanda da başka bir oruç bulunmadığı için ge­tirmiş olduğu niyet Ramazan orucu  niyeti  yerine geçer.  Eğer Şa­bandan olduğu anlaşılırsa -en sahih olan kavle göre- niyet ettiği diğer vacibi tutmuş olur. Zira her ne kadar, Ramazanı bir veya iki gün önceden karşılamaktan nehyedilmişse de,  bu nehiy  Ramazanı ramazan orucu ile karşılamaya mahsus olup başka oruçlara şamil değildir. Bunun için bu orucun mekruh da olmaması gerekirdi. Fa­kat görünürse hakkında nehiy bulunduğu için mekruh sayılmıştır.

3- Nafile orucu niyetiyle tutmak. Bu ise -yukarıda geçen ha­dise binaen- mekruh değildir. îmam-ı   Şafii:    -Eğer kişinin tutmasını âdet ettiği güne rastlamazsa mekruhtur demiş ise de, bu hadis unun görüşüne karşı bir delildir. -Ramazan ayı gelmeden onu bir veya iki gün oruç tutmakla karşılamayın» ([9]) hadisi de îmam-ı Şafiî'ye delil olamaz. Zira bu hadisteki nehiy ile  Ramazan gelmişken ramazan niyetiyle oruç tutmayın» mânâsı kast buyurulmuştur. Çünkü eğer böyle yapılırsa, vakti daha gelmemiş olan bir farzı eda etmek kabilinden olur. Bu ise fasit bir âmeldir. Sonra, eğer şek günü kişinin tutmasını âdet ettiği güne rastlıyorsa, onu nafile niyetiyle tutmak tutmamaktan -icma île- daha iyidir. Eğer kişi her ayın sonundan üç gün veya daha fazla oruç tutmak âdet etmiş ise, kimisi: -Şek günü oruç tutmaktan -görünürde da­hi olsa- nehiy bulunduğu için, tutmamak tutmaktan daha iyidir.» Kimisi de : « H z . Ali ile H z . A i ş e ' ye uymak için tutmak iyidir. Zira Hz. Afi ile Hz. Âişe tutarlardı* demiştir. Fet­va veren kimseye ise muhtar şudur ki, kendisi ihtiyatan tutsun ve fakat soranlara. Rafızilik töhmeti altına girmemek için -öğleye ka­dar bekleyin ve ondan sonra yeyin- şeklinde fetva versin. Çünkü Rafıziler şek günü oruç tutmanın vacip olduğu görüşündedirler.

4- «Eğer yann Ramazan ise oruç tutmaya niyet ettim. Değil­se oruçlu değilim» şeklinde niyet getirerek oruç tutmak. Bu şekilde niyet getiren kimsenin orucu -niyeti kesin olmadığı için- fasittir. Bu kimse de -Eğer yann yemek bulamazsam oruçluyum, bulursam değilim- şeklinde niyet getiren kimse gibidir.

5- Oruç tutmaya kararlı olup ancak orucun vasfında tered­düt ederek -yann oruç tutmaya niyet ettim. Eğer Ramazan ise Ra­mazan orucu, Ramazan değilse boynumun borcu olan falanca oruç olsun- şeklînde niyet getirmek. Bu kimsenin tuttuğu oruç fasit de­ğilse de, niyet ettiği her iki orucu da şek gününde tutmak mekruh olduğu için mekruhtur. Fakat eğer Ramazan olduğu aniaşıhrsa. ni­yetin aslında tereddüt etmediği için kendisine Ramazan orucu olur. Eğer Şaban olduğu aniaşıhrsa, niyetin aslında tereddüt etmemişse de, vasfında fyani hangi oruca ait olduğunda) tereddüt ettiği için diğer vacibin yerine geçmez. Çünkü Ramazan orucundan başka, va­cip olan hiç bir orucun belli bir zamanı bulunmadığı için ona niye­tin aslı kâfi geîemez. Ancak nafile oruç olur. Bununla beraber eğer bozarsa ona kaza lâzım gelmez. Zira bu oruca nafile niyetiyle de-ğü, Ramazan orucu veya bir diğer vacipten birinin niyetiyle başla­mıştır. Eğer kişi «Yann ramazansa ramazan orucuna, şaban ise nafile oruca niyet ettim şeklinde niyet getirirse -bir ihtimalde olsun- ramazan orucuna niyet ettiği için yine mekruhtur. Bununla beraber eğer ramazan olduğu anlaşılırsa, kendisi için ramazan orucu, eğer Şaban olduğu anlaşılırsa nafile oruç olur. Çünkü nafile oruç, niye­tin asliyle (yani tereddütlü niyetle) de tutulabilir. Eğer kişi bu oru­cunu da bozarsa, niyetinde ramazan orucuna da ihtimal verdiği için ona kaza lâzım gelmemesi gerekir.

(Ramazan hilâlini gören kimseye -Hakim şahitliğini kabul et­mese bile- oruç tutmak vacip olur.} Zira Peygamber Efendimiz (Sal-laliahü Aleyhi ve Seilem) metni yukarıda geçen hadisinde: -Hilâli gördüğünüzde oruç tutun...- buyurmuştur. Bu kimse de hilâli gör­müştür. Bununla beraber eğer tutmaz veyahut tuttuktan sonra oru­cunu bozarsa ona yalnız kaza lazım gelir, keffaret lâzım gelmez, îmam-ı Şafii: -Eğer bu kimse orucunu cinsel ilişki ile, bo­zarsa ona keffaret de lâzım gelir. Çünkü her nekadar ramazana hükmedilmemiş ise de, hilâli kendisi gözü ile gördüğü için ona oruç tutmak farz olmuş ve ramazan olduğunu kesin olarak bildiği halde orucunu bozmuştur- demiştir. Biz diyoruz ki; Her ne kadar böyle ise de, Hakimin seri bir de­lile dayanarak bu kimsenin şahitliğini reddetmesi, bu kimsenin hi-!âii görmediği şüphesini uyandırmıştır. Orucun keffareti ise. herhan­gi bir şüphenin bulunması halinde lâzım gelmez. Fakat şahitliği daha reddedilmemişken orucunu bozması halinde kendisine keffaret lâzım gelip gelmediğinde ihtilâf edilmiştir.

Bu kimse otuz günü tamamlasa bile hakim, bayrama hükmet-medikçe oruca devam etmek zorundadır. Çünkü başlangıçta ona ih­tiyaten oruç tutmak vacip olmuştu. Şimdi de herkes oruçlu iken onun yalnız oruç tutmaması yine ihtiyata aykırıdır. Bununla beraber eğer tutmaz veyahut tuttuktan sonra orucunu bozarsa, ramazanın bittiği kanaatında olduğu için ona keffaret lâzım gelmez. (Gök yüzünde bir pürüz bulunduğu zaman, adil olan bir kişinin -İster erkek, ister kadın, ister hür, ister köle olsun- Ramazan hi­lâlini gördüğüne dair şahitliği kabul olunur.) Zira bu, dini bir hu­sus olduğu için, tek kişilerin diyanet ile ilgili herhangi bir şey hak­kında verdikleri habere benzer. Bunun içindir ki, hilâli gören kim­senin mahkemede -Şahitlik ederim ki ben hilâli gördüm- demesine gerek yoktur. Fakat adil olması şarttır. Zira diyanetle ilgili husus­larda da adil olmayan kimsenin sözü makbul değildir. T a h a v i' -de «adil olsun olmasın» diye yapılan ta'mim ise «adil olduğu bilin­sin bilinmesin» mânâsındadır. Gök yüzünde pürüzden maksat, bulut, duman, toz ve benzeri şey­lerdir.

Metinde geçen «adil olan bir kişinin» deyimindeki itlaktan, baş­kasına zina isnat etmek suçundan ceza yiyen kimsenin tevbe ettik­ten sonra Ramazan hilâlini gördüğüne dair şahidliğinin kabul olun­duğu anlaşılmaktadır, ki zahir olan rivayet de bu yoldadır. Zira bu şahidlik -yukanda da söylediğimiz gibi- diyanetle ilgili bir haber­dir. İmam Ebû Hanife' den, bir bakıma şahidlik olduğu için kabul olunmadığı da rivayet olunmuştur. îmam-ı Şafii iki kavlinden birinde: -Ramazan hilâli iki kişiden az şahidlerle ka­nıtlanamaz- demiş ise de bu, zayıf bir görüştür. Zira -yukanda da söylediğimiz gibi- Ramazan hilâli diyanetle ilgili bir husus olduğu için bir kişinin ifadesiyle kanıtlanması lâzım gelir. Kaldı ki, Peygam­ber Efendimizin (Sallallahü Aleyh ve Sellem) Ramazan hilâlini gö­ren bir kişinin ifadesiyle hükmettiği sabittir.

Sonra, eğer bir kişinin şahitliği üzerine oruca başlanmış ise, otuz gün tamam olsa bile - Hasan İbn-i Ziyad'ın îmam Ebû Hanife' den rivayetine göre- şevval hilâli görülmeden bayram yapılamaz. Zira şahidliği üzerine oruca başla­nan tek kişinin yanümış olabildiği için şevval hilâli görülmeden bay­ram yapmak ihtiyata aykırıdır. Kaldı ki, bir kişinin şahidliğiyle Ramazana hükmediliyorsa da bayrama hükmedilemez. îmam Mu-h a m m e d' den ise i «Bayram yapılır. Çünkü her ne kadar bir kişinin şahidliği ile doğrudan bayrama hükmedilemiyorsa da, tek ki­şinin şahitliğiyle Ramazanın başı sabit olunca, bayramın da hangi gün olduğu sabit olur. Nasıl ki herhangi bir kimsenin bir mirasa müstahak olması iki kişiden az şahidlerle sabit olmadığı halde, çocu­ğun doğumunda hazır bulunan ebenin ifadesiyle çocuğun nesebi sa­bit olur ve nesebi sabit olunca, dolayısıyla mirasa, müstahak oldu­ğu da sabit olur» diye söylediği rivayet olunmaktadır.

(Gökyüzünde bir pürüz bulunmadığı zaman, hilâl büyük bir ka­labalık tarafından görülmedikçe görüldüğüne dair herhangi bir şa­hidlik kabul olunamaz.) Çünkü böyle durumda herkesin hilâli gör­mesi mümkünken yanuz tek bir kişinin onu görmüş olması şüphe­lidir. Bunun için,'kesin bir inanç verecek derecede büyük bir kala­balık tarafından görülünceye kadar beklemek gerekir. Fakat gök­yüzünde bir pürüz bulunduğu zaman öyle değildir. Çünkü hilâlin bir bulut parçası arkasında olup da bir ara çıkıp bir kişi tarafın­dan tesadüfen görüldükten sonra tekrar kaybolup bir daha görül­memesi mümkündür.

Büyük kalabalığın miktarı hakkında değişik görüşler vardır. Ki­misi : «Semtte oturanların hepsidir- demiştir. îmam Ebû Yû­suf dan da «Kasamete kıyasen, en az elli kişidir- diye söylediği rivayet olunmuştur.

Hilâli gördüğünü söyliyen şahid bir kişi olduğu zaman -ster aynı yerde oturanlardan, ister dışarıdan gelmiş olsun- eğer gökyü­zü pürüzlü olmazsa şahidliği kabul olunmaz. Fakat T a h a v i «Hi­lâli gördüğünü söyliyen kişi eğer dışandan gelmiş ise şahidliği ka­bul olunur. Çünkü yerleşim merkezine nazaran çölde engeller daha az olur. îstihsan bahsinde de buna işaret vardır. Şahidlik eden tek kişi eğer yüksek bir yerde de olsa şahidliği kabul olunur- diye kayd etmiştir.

(Bayram hilâlini gören tek kişi «lursa bayram yapamaz.} Zira tek bir kişi yanılmış olabilir. Bunun için ona, ihtiyatın gereği oru­ca devam etmektir. Ramazan hilâlini gören tek kişi ise, ihtiyaten oruca başlamak zorundadır.

. (Gökyüzünde pürüz bulunduğu zaman, bayram hilâlinin görül­mesi ancak ya iki erkeğin, ya bir erkekle iki kadının şahidliğiyle sa­bit olur.) Çünkü bayram hilâlinin yenilenmesiyle Ramazan ayı bit­tiği için fitre vâcib olur. Bunun için bayram hilâlinin görülmesi, yal-

nız diyanetle ilgili bir haber olmayıp, aynı zamanda onunla başka­larına ait bir hak da sabit olduğu için iki şahid ister.

Zahir o!an rivayete göre Kurban bayramının hilâli de, ramazan bayramının hilâli gibi ancak ya iki erkeğin, ya bir erkek ile iki ka­dının şahitliğiyle sabit olur. Zira kurban bayramının gelmesiyle kur­ban kesmek vacip olur. Kurban kesmek de her ne kadar ramazan orucu gibi diyanetle ilgili bir husus ise de. tamamen oruç gibi ol­mayıp aynı zamanda başkalarına ait mali bir haktır. İmam E b û H a n i f e ' den, kurban bayramı hilâlinin ramazan hilâli gibi bir şahitle sabit olduğu yolunda da bir rivayet vardır.

[Gökyüzünde bir pürüz bulunmadığı zaman ise) yukarıda da geçtiği üzere (kesin inanç veren bir büyük kalabalığın şahitliğin­den başkası kabul olunamaz.)

(Orucun vakti, tanyerinin ağarması ile başlayarak akşam güneş batmcaya kadar devam öder.)   Zira Cenûb-ı Hak;

Tanyerİnde, beyaz İplik siyah iplikten sizce ayırd edilinceye kadar yiyip için, sonra orucu geceye kadar tamamlayın» ([10]) buyurmuş­tur. Beyaz iplik ile siyah iplik, gündüzün beyazlığı ile gecenin si­yahlığıdır.

(Oruç gündüzJeyin yiyip içmekten ve cinsel ilişkide bulunmak­tan oruç niyetiyle sakınmaktır.) Zira orucun lügat anlamı da, yiyip içmemek ve cinsel ilişkide bulunmamaktır. Ancak Şeriatta buna ni­yet de ilâve edilmiştir, ki âdet ile ibadet biribirinden ayrılmış olsun. Çünkü eğer niyet şart olmasaydı, gündüzleri hiç bir şey yiyip iç-memeyi ve cinsel ilişkide bulunmamayı alışkanlık haline getiren bir kimsenin bu davranışı kendisi için bir âdet olduğu halde, ibadet de olacaktı. Halbuki oruç niyetiyle bunu yapmadığından onun için oruç olamaz ve dolayısiyle ondan hiç bir sevap elde edemez.

Orucun gece değil de gündüz tutulmasının sebebi, yukarıda ge­çen âyet-i kerimedir. Kaldı ki gece ile gündüzden, oruca gündüz da­ha uygundur. Çünkü gece uyku zamanı olduğu için geceleyin yiyip içmemek zaten âdettir. Âdet olan bir şey ise -yukarıda da geçtiğ üzere- ibadet olamaz. Bunun için oruç zamana ancak gündüz olup gece oruç tutulamaz. Kadınlar aynca, aybaş! ve loğusalık halinde oldukları zamanda da oruç tutamazlar.[11]

 

Hem Kaza Hem Keffareti Gerektiren Şeyler

 

(Oruçlu olan kimse, eğer unutarak bir şey yer veya içer, yahut cinsel İlişkide bulunursa orucu bozulmaz.) İmam Malik: «Bozulur» demiştir, ki kıyas da bunu gerektirir. Zira namazda olan kimse -unutarak da olsa- eğer konuşursa, konuşmak namazla bağ­daşmayan bir hareket olduğu için namazı bozulur. Bunun için oruç­lu olan kimse de -unutarak da olsa- bir şey yediği veya içtiği zaman, yiyip İçmek oruca aykın olduğu için orucunun bozulması lâzım gelir. Bu ise; Kim ki oruçlu iken unutup bir şey yer veya içerse (sakın) oru­cunu (bozmayıp) tamamlasın. Çünkü Allah ona yedirmiş, içirmis-tir- ([12]) hadisine dayanıyoruz. Çünkü bu hadiste, unutarak yiyip içmekle orucun bozulmadığı sabit olunca, buna kıyasen unutarak cinsel ilişkide bulunmakla da bozulmaması lâzım gelir. Çünkü oruç ikisinden de sakınmaktır. Namaz ise oruç gibi değildir. Zira nama­zın durumu namazda olan kimsenin namazda olduğunu unutması­na mânidir. Oruçta ise, kişinin oruçlu olduğunu unutmasına mâni bir durum yoktur. Bunun için oruçlu olan kimsenin oruçlu olduğu­nu unutması sıksık vaki olduğu halde namazda olan kimse namaz­da olduğunu çok az unutur veyahut hiç unutmaz. Sonra, bu hüküm­de farz ile sünnet olan oruçlar arasında fark yoktur. Çünkü hadis­te ayırım yapılmamıştır.

Yamlarak veyahut başkası tarafından icbar edilerek yiyen ve­yahut içen kimsenin orucu ise bozulur.   İmam-ı   Şafii,   ya nüraa ile icbar edilmeyi de unutmaya kıyas ederek: «Bozulmaz» de-"miştir. Biz diyoruz ki: Yanılma ile icbar az vaki olan hallerdir. Ki­şinin oruçlu olduğunu unutması ise her zaman vaki olur. Bir de: unutma, kişinin kendisi tarafından, icbar ise başkası tarafından iş­lenen bii durumdur. Bunun için ikisi arasında fark vardır. Nitekim bunun içindir ki, hasta olduğu için oturarak namaz kılan kimseye kaza lâzım gelmez de, ayaklan bağlı olduğu için oturarak namaz kılan kimseye kaza lâzım gelir. (Uykuda İhtilâm olan kimsenin de orucu bozulmaz.)  Zira Pey­gamber Efendimiz (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) Üç şey kişinin orucunu bozmazlar: Kusmak, kan aldırmak ve ihti­lâm olmak ([13]) diye buyurmuştur. Çünkü ihtilâmda kadına doku-nulmadığı için ihtilâm cinsel ilişki değildir. (Eğer kişi şehvetle bir kadına bakıp da inzal olursa, yine böyle­dir.) Çünkü bu da cinsel ilişki değildir. Bu kimse de nihayet, bir ka-dınm güzelliklerini gözleri önüne getirip inzal olan kimse gibidir. Derler ki: Eliyle menisini getiren kimse de böyledir.

(Vücuda yağ sürmekle de oruç bozulmaz.) Zira vücuda yağ sür­mede orucu bozacak bir durum yoktur.

Aynı sebebe ve yukarıda geçen hadise binaen (kan aldırmakla ve gözlere sürme çekmekle de oruç bozulmaz.) Çünkü göz ile» be­yin arasında geçit yoktur. Göz yaşı ise ter gibi gözeneklerden sızar. Herhangi bir şeyin gözeneklerden sızması ise -soğuk su ile yıka­nan kimsede olduğu gibi- orucu bozmaz.

(Herhangi bir kadını öpmek de) eğer inzale yol açmazsa (oru­cu bozmaz.) Zira yalnız öpmede orucu bozacak bir durum yoktur. Fakat öpmekle ric'at ve müsaheret hâsıl olur. ([14]) Çünkü ric'at ile müsaheret -yeri gelince açıklanacağı üzere- cinsel ilişkiyle değil çıplak nikâh ile hükmen sabit olurlar. (Eğer kişi kadını öper veyahut ona dokunurken inzal olursa oru­cu bozulur. Fakat bu kimseye yalnız kaza lâzım gelir, kefaret lâzım gelmez.) Çünkü kişi inzal olunca cinsel ilişkide bulunmuş gibi olur. Bunun için ona ihtiyaten kaza lâzım gelir. Fakat bilfiil cinsel iliş­kide bulunmadığı için keffaret lâzım gelmez. Çünkü keffaret bir çe­şit cezadır. Cezalar ise şüpheli durumlarda gerekmez. (Kişinin kendine güvendiği zaman) yani cinsel ilişkide bulunma­yacağından ve inzal da olmayacağından emin olduğu zaman (öpme­nin bir sakıncası yoktur. Fakat eğer kendine güvenemezse mekruh­tur.) Zira oruç bizzat öpme ile bozulmuyorsa da, sonucu itibariyle öpmek çoğu kez bozucu olur. Bunun için kişinin kendine güveni ol­duğu zaman öpmenin kendisi, güveni olmadığı zaman ise öpmenin sonucu gözönünde bulundurulur. imamı Şafiî ise iki durum arasında ayırım yapmamış­tır. ([15]) Oysa, bizim bu dediğimiz onun görüşüne karşıdır. î m a m Muhammed' den «Kucaklaşmak, sarmaş dolaş yatmak ve ben­zeri gibi daha aşın olan ilişkiler, çoğunlukla sakıncalı sonuca yol açtıkları için mekruhtur» diye söylediği rivayet olunuyorsa da, da­ha zahir olan rivayete göre bunlar da öpmek gibidirler.

(Oruçlu olduğunu hatırladığı halde boğazına bir sinek kaçan kimsenin orucu) kıyasa göre bozulması gerekiyorsa da üstihsanen bozulmaz.) Zira sinek de toz gibi önlenmesi mümkün olmayan bir şeydir. Boğaza kaçan yağmur ve kar taneleri hakkında ise ihtilâf edilmiştir. En sahihi şudur ki kar ve yağmur tanelerinin boğaza kaçması ile oruç bozulur. Çünkü üstü kapalı bir yere girmekle kar ve yağmurdan korunmak mümkündür.

 (Dişleri arasında kalan yemek kırıntısını yutan kimsenin orucu, eğer kırıntı büyükse bozulur, küçükse bozulmaz.) İmam Züfer: -Kırıntı ister "büyük ister küçük olsun bo­zulur. Zira ağzın içi dış sayılır. Nitekim bunun içindir ki ağızda su çalkalamakla oruç bozulmaz- demiştir.

Biz diyoruz ki: Küçük kırıntılardan sakınmak mümkün olmadı­ğı için dişlerin kiri hükmünde olup tükürük gibi yutulması ile oruç bozulmaz. Fakat büyük kırıntılar çoğunlukla dişlerin arasında kal­madığı için yutulmaları orucu bozar. Nohut tanesi kadar olan kı­rıntı büyük, nohuttan küçük olan kırıntı ise küçük sayılır.

(Kırıntıyı ağzından çıkanp eline aldıktan sonra yiyen kimsenin ise -kırıntı küçük de olsa- orucunun bozulması gerekir.! Zira ri­vayete göre İmam Muhammed: «Oruçlu olan kimse eğer dişleri arasında kalan bir susam tanesini yutarsa orucu bozulmaz. Fakat eğer bir susam tanesini dışarıdan ağzına atıp çiğnemeden yu­tarsa bozulur. Eğer çiğniyerek yerse bozulmaz. Zira bir susam ta­nesi ağızda çiğnendiği zaman dağılıp yok otur.» demiştir.

Kırıntı yutmakla oruç bozulduğu zama- İmam E b û Yûsuf'a göre- yalnız kaza lâzım gelir, keffaret iâzım gelmez. Çünkü kırıntı tiksindiricidir. İmam Züfer ise: -Kefaret de lâzım gelir. Çünkü her ne kadar kırıntı tiksindirici ise de yemektir ancak bozuk bir yemektir. (Midesi bulanıp elinde olmayarak kusan kimsenin orucu bozul­maz.)  Zira Peygamber Efendimiz   fSallatlahü Aleyhi  ve Sellem); -Elinde olmayarak kusan kimseye kaza lâzım gelmez. Kendini kas­ten kusturan kimseye ise kaza lâzım gelir ([16]) buyurmuştur. Elde olmayan kusma Üe orucun bozulmaması hükmünde, kusmuğun ağız dolusu olup olmaması halleri arasında fark yoktur. Ancak eğer kus­muk bir daha geri dönerse - İmam Ebû Yûsuf'a göre- ağız dolusu olması halinde onunla abdest bozulduğu için, oruç da bozulur. İmam Muhammed ise: -Ağız dolusu da olsa oruç bo­zulmaz. Çünkü kişi onu kasten yutmadığı gibi, ona gıda da olamaz» demiştir. Şayet kişi ağız dolusu olan kusmuğu kasten geri yutarsa o zaman ittifak ile bozulur. Çünkü kusmuk ağız dolusu kadar oldu­ğu için dışarı çıkmış sayıldığı halde kişi onu kasten yutmuştur. Kus­muğun ağız dolusu olmadığı halinde ise, eğer geri dönerse İmam Ebü Yûsuf'a göre dışarı çıkmış sayılmadığı, İmam M u -ham m e d'e göre de kasten yutmadığı için orucu bozulmaz. Fa­kat eğer kendisi geri yutarsa, İmam Ebü Yûsuf'a göre yine hüküm böyledir. Çünkü ağız dolusu kadar olmadığı için dışarı çıkmış sayılmaz. İmam Muhammed'e göre ise ki­şi onu kasten yuttuğu için bozulur.

(Oruçlu olduğunu hatırladığı halde kendini ağız dolusu kustu­ran kimseye ise)  Yukarıda geçen hadise binaen  (kaza lâzım gelir.) Zira böyle bir hadis dururken kıyas yapılamaz. Ancak bu kimseye orucunu herhangi bir şeyi yemek veya içmekle bozmadığı için ke­faret lâzım gelmez. Bu kimsenin kusmuğu ağız dolusu olmasa da -hadis mutlak olduğu için- İmam Muhammed'e göre yine orucu bozulur.

İmam Ebû Yûsuf ise: -Kusmuğun ağız dolusu kadar olmadığı için dışan çıkmış sayılmaz ve dolayısıyla kişinin orucu bo­zulmaz- demiştir. Şayet bu kimsenin kusmuğu geri de dönerse, İmam Ebû Yûsuf'a göre dışarı çıkmış sayıimadığı için yine de orucu bozulmaz. Fakat eğer kendisi geri yutarsa, bir riva­yete göre İmam Ebû Yûsuf; -Aynı sebebe binaen bo-zuimaz» bir rivayete göre de : -bozulur. Çünkü kendisi kendini kus­turmuş ve kusmuğunu da yine kendisi geri yutmuş olduğu için, ağız dolusu kadar kusup da kusmuğu geri dönen kimse hükmündedir» demiştir. (Bir başkasıyla ön veya arka taraflardan birinde cinsel ilişkide bulunan kimseye hem kaza, hem kefaret lâzım gelir.) Bu kimseye kaza lâzım gelmesi, bozduğu orucun yerine geçmesi içindir. Kefa­ret de işlediği suçun cezasıdır. Bu kimseye gusül lâzım gelmesinde nasıl inzal şart değilse, kefaret lâzım gelmesinde de şart değildir. Çünkü inzal olmadan da, cinsel ilişki ile cinsel arzu yerine gelmiş olur. Ancak inzal olmayınca doyum olmaz. İmam Ebü Ha-n i f e'den, kefareti cezaya kıyas ederek: -Arka tarafta cinsel ilişki ile kefaret lâzım gelmez» diye söylediği rivayet olunmuştur. Çünkü imam Ebû Hanife'ye göre arka taraftan olan zina, cezayı gerektirmez. Fakat en sahihi şudur ki: Cinsel arzunun yerine gelmesi bakımından ön ile arka taraflan arasında fark bu­lunmadığı için kefaret lâzım gelir. Bir ölü veyahut hayvan ile cinsel ilişkide bulunan kimseye ise —inzal olsun olmasın— kefaret lâzım gelmez.)  Çünkü kefaret, cinsel arzuyu yerine getirmek suçunun cezasıdır. Cinsel arzu ise, an­cak birbirlerine karşı bu arzuyu duyan kimselerin çiftleşmesi ile tam olarak yerine gelmiş olur. îmam-ı Şafii ise: «Lazım gelir» demiştir. Sonra biz Hanefilere göre, cinsel ilişki ile lâzım gelen keffaret, nasıl erkeğe lâzım geliyorsa, kadına da lâzım gelir. İmam-ı Ş â -f i i ise, bir kavlinde: -Kadına lâzım gelmez. Çünkü cinsel ilişki erkeğin eylemidir. Kadın ise bu eylemin yeridir», bir kavlinde de: «Kadına da lâzım gelir. Fakat erkek nasıl, kadına gusül suyunu bul­mak zorunda ise, burada da keffaretini ödemek zorundadır» demiş­tir. Bizim dayanağımız «Kim ki Ramazanda orucunu bozarsa, zihar yeminini yapan kim­seye lâzım gelen keffaret ona lazım gelir» ([17])'hadisindeki umum­dur. Zira «Kim ki» deyimi erkek ile kadının ikisine de şamildir. Kal­dı ki, kefareti gerektiren sebep, cinsel ilişkide bulunmanın kendisi olmayıp, onun sonucu olan orucun bozulmasıdır. Orucun bozulma­sında ise erkek ile kadın ortaktırlar. Sonra, kefaret ya ceza, ya iba­dettir, ikisinde de niyabet olmadığı için, kadma lâzım gelen kefa­reti, erkeğin ödemek zorunda olması düşünülemez.

(Beslenme veya tedavi maksadı ile herhangi bir şeyi yiyen veya içen kimseye hem kaza, hem kefaret lâzım gelir.) îmam-ı Şafiî: «Kefaret lâzım gelmez. Çünkü Jkefaret ancak Ramazan'da oruçlu iken cinsel ilişkide bulunmakla lâzım ge­lir. Bu da kıyasa aykırıdır. Zira ramazanda orucunu -cinsel ilişkide bulunmakla bozan bedevi arap, durumunu Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem}'e büyük bir pişmanlık içinde arzetti-ği için ona kefaret lâzım gelmemesi gerekirdi. Çünkü her günah tey­be ile ortadan kalktığına göre onun da işlediği bu günahtan pişman­lık duyduğu için bir ceza terettüp etmemeliydi. Buna rağmen Pey­gamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ona kefaret lâzım geldiğini buyurmuştu. Bunun için bu olaya bir başka şey kıyas edi­lemez.» demiştir. Biz diyoruz ki: Ramazan orucunu yalnız cinsel ilişkiyle değil, yiyip içmekle de bozmanın kefareti gerektirdiği, birçok hadislerle sabittir. Sonra bedevi araba kefaret olarak bir köle azatlamak lâ­zım gelmesinden, bu günahın tevbe ile ortadan kalkmadığı anlaşıl­maktadır. Bunun için ona kefaret lâzım gelmesi kıyasa aykırı de­ğildir.  (Bu kefaret, zihar yeminini yapan kimsenin kefareti gibidir.) Zira yukarıda metni geçen «Kim ki ramazanda orucunu bozarsa, zi­har yeminini yapan kimseye lâzım gelen kefaret ona lâzım gelir.» hadisi bunu açıkça ifade ettiği gibi ayrıca rivayet olunmaktadır ki, bir bedevi arap ile Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sel­lem) arasında şu karşılıklı konuşma olmuştur:

Bedevi arap:

-Ben mahvoldum. Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :  «Niçin, ne yaptın ki?» Bedevi arap:

-Ramazanın   gündüzünde bilerek karımla cinsel ilişkide bu­lundum. Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) : «Bir köle azatla» Bedevi arap j

-Kendimden başka hiçbir   köleye malik değilim.   Peygamber Efendimiz (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) :

 -- «Peşpeşe iki ay oruç tut» Bedevi arap:

-Başıma gelen bu felaket orucun yüzünden değil mî? Peygam­ber Efendimiz (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) :

«Altmış yoksula yemek yedir-  Bedevi arap -,

-Gücüm yetmez. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (Aley-hi's-salâtüve's-selâm)  bir sepet hurma istedi ve Bedevi araba: «Al  bunu yoksullara dağıt»  buyur­du. Bedevi arap i

-Allah'a yemin ederim ki, Medine'nin şu iki siyah kayalığı ara­sında, benden ve benim çocuğumdan daha muhtaç kimse yoktur. Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) : «öyleyse sen ye ve çoluk çocuklarına yedir. Fakat bu ancak senin için olur. Senden başka herhangi bir kimseye olamaz» buyur­du. ([18])

imam-ı Şafii: -Orucun keffaretinde sıraya riayet mec­buriyeti yoktur. Kişi bu üç şeyden hangisini yapmak isterse yapa­bilir-, İmam Mâlik de: -Keffaret orucunu peşpeşe tutmak gerekli değildir. Kişi isterse aralıklı olarak da tutabilir- demişlerse de, bu hadis onların görüşüne karşı bir delildir. (Herhangi bir kadınla ön ile arka tarafların dışında cinsel iliş­kide bulunup inzal olan kimseye) inzal olduğu için (kaza lâzım ge­lir. Fakat) Ön ve arka tarafların birinde olmayan ilişki cinsel ilişki olmadığı için  (keffaret lâzım gelmez.)

(Ramazandan başka herhangi bir orucu bozmak keffareti gerek­tirmez.) Zira ramazan orucu en ağır olan oruçtur. Bunun için di­ğer oruçlar onun hükmünde değillerdir. (Lavman yapan, enfiye çeken ve kulağına ilaç damlatan kimse­lerin orucu bozulur.) Zira Peygamber Efendimiz (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm )-Oruç ancak herhangi bir şeyin içe girmesiyle bozulur- ([19])buyurmuştur. Hem de oruç, kişiye yararlı olan herhangi bir şeyin içine girmesiyle bozulduğuna göre, bu üç şeyde de oldukça yarar vardır. (Fakat bu kimselere keffaret lâzım gelmez.) Çünkü keffaret ancak, yiyip içmek veyahut cinsel ilişkide bulunmak­la oruç bozulduğu zaman lâzım gelir.

(Kulağına su giren veyahut damlatan kimsenin orucu bozulmaz.)

Çünkü suyun kuîağa hiç bir faydası yoktur. Yağ ise öyle değildir. (Kişi, karnında veya kafasında bulunan derin bir yarayı tedavi ederken ilâç karın veya kafa boşluğuna kadar inerse) İmam Ebü Hanife'ye göre (orucu bozulur.) Diğer iki imam ise : -İlâcın boşlu­ğa kadar inmesi kesin değildir. Çünkü yaraya ilâç bırakılırken ilâç sıvı da olsa, yara bazan açılır, bazan kapanır. Bunun için ilâcın içe kadar nüfuz etmesi kesin değildir- demişlerdir.

İmam Ebû Hanife de: «İlâç sıvı olduğu zaman onun yaşlığı ile yaranın yaşlığı ilâç \ derinliklerine kadar inmesine yar­dımcı olurlar, demiştir. (Zekerinin deliğine ilaç damlatan kimsenin orucu) İmam Ebû Ha­nife'ye göre (bozulmaz.) İmam Ebü Yûsuf: -Bozulur» de­miştir. İmam   Muhammed  de tereddüt ederek kesin bir şey

söyleyememiştir. İmam Ebû Yûsuf herhalde zekerin id­rar mecrası olduğuna bakarak zeker ile karm arasında açık bir ka­nal bulunduğuna, İmam Ebû Hanife de zeker ile karın arasında mesane bulunduğu için idrarın mesaneden sızdığına kani olmuşlardır. Bu ise, fıkıhtan çok, teşriha ait bir konudur. (Herhangi bir şeyi ağzına koyup tadına bakan kimsenin orucu bozulmaz.) Çünkü oruç ancak, herhangi bir şeyin kafa veya karın boşluğuna girmesiyle bozulur. Bir şeyin tadına bakmakta ise böyle bir durum yoktur. (Fakat) orucun bozulmasına yol açabildiği için (mekruhtur.) (Kadının, çocuğu için yemekleri çiğnemesi de, eğer başka imkân varsa) aynı sebebe binaen (mekruhtur. Fakat eğer başka imkân bu­lunmazsa) çocuğun korunması için (sakıncası yoktur.) Nitekim ço­cuğun annesi çocuğun hayatmı korumak için gerektiğinde oruç da­hi tutmayabilir.

(Sakız çiğnemek de orucu bozmaz.) Zira sakız yapışkan olduğu için çiğnenirken, tükürüğe karışmaz. Kimisi : -Eğer sakız gevrek olup ağızda dağıhrsa, tükürüğe karıştığı için oruç bozulur-, kimisi de: -Yapışkan da olsa. siyah cinsinden olduğu zaman ağızda dağıldığı için oruç bozulur- demiştir. (Fakat mekruhtur.) Zira hem orucu bo­zulma tehlikesine sokar, hem kişinin oruçlu olmadığı zannını do­ğurur.

Oruçlu olmayan kadmlar için sakız çiğnemek mekruh değildir. Çünkü kadınlar için sakız çiğnemek misvak kullanmak yerine ge­çer. Fakat erkekler için eğer bir neden bulunmazsa -sakız çiğne­yen erkekler kadınlara benzedikleri için- mekruhtur. (Oruçlu olan kimsenin gözlerine sürme çekmesinde ve bıyıkla­rına yağ sürmesinde sakınca yoktur.) Zira oruç için ikisinde de sa­kıncalı bir durum yoktur. Kaldı ki Peygamber Efendimiz (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) oruç tutulmasına teşvik buyurduğu aşura günü, ayrıca gözlere sürme çekmeyi de teşvik buyurmuştur. ([20]) Tedavi maksadiyle erkekler için gözlere sürme çekmede sakınca yoktur. Bıyıklara yağ sürmek de. boyalamak yerini tuttuğu için eğer süs maksadı ile olmazsa istihsan edilmiştir.

Sakal, sünnet olan miktarda uzun olurca -ki bir kabzadır- daha da uzaması için ona yağ sürülemez.

(Oruçlu olan kimse İçin -ister sabah, ister akşam faslı olsun- ağzına yaş misvak sürmek mekruh değildir.) Zira Peygamber Efendi­miz (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)   «Oruçlu olan kimsenin amelleri içinde en sevaplısı ağzını misvâklaması-dır» ([21]) buyurarak sabah ile akşam fasılları arasında ayırım yap­mamıştır, tmam-ı Şafii: -Oruçlu olan kimse için öğleden sonra ağzına misvak sürmek mekruhtur. Çünkü oruçlu olan kimse, öğleden sonra ağzının kokusu bozulduğu için, kana boyanmış şehit gibi Allah katında değer kazanmış olur. Eğer ağzına misvak sürer-, se, şehidin kanı gibi Allah katında değerli olan bu kokuyu gidermiş olur» demiştir. Biz diyoruz ki: Bozulmuş olan bu koku bir ibadetin eseridir. İba­dette ise gizlilik daha uygundur. Şehidin kam ise böyle değildir. Zi­ra şehit zulmen öldürüldüğü için kanı onun için şahitlik eder. Son­ra misvak ister yeni ağaçtan kesildiği için yaş olsun, ister su ile ıs­latılmış olsun fark etmez, ikisi de mekruh değildir. Zira yukarıda geçen hadis mutlak olup onda herhangi bir ayırım yapılmamıştır.[22]

 

Bir Fasıl

 

(Hasta olan kimse eğer oruç tutmakla hastalığı artıyorsa -tut­madığı günleri ramazandan sonra kaza etmek üzere- ramazanda tutmayabilir.) İmam-ı Şafii: -Oruç tutmayabilmek için, oruç tutulduğu takdirde hastalığın artması kâfi değildir» demiştir. Imam-ı Şafii teyemmümde olduğu gibi bunda da ölüm ve­ya sakatlanma tehlikesini şart koşmuştur. Biz diyoruz ki: Hastalığın artması veyahut uzaması bazan ölüme sebep olur. Bunun için has­talığın artmasından da sakınmak gerekir. (Yolculukta olan kimse için ise, eğer oruç tutmaktan ona bir zarar gelmiyorsa oruç tutmak daha iyidir. Bununla beraber tutmamak da caizdir.) Zira hiç bir yol­culuk yoktur ki onda güçlük bulunmasın. Bunun için yolculuğun kendisi bir mazeret olmuştur. Hastalık ise, bazen oruç tutmakla ha­fiflediği için kendisi bizzat mazeret olmayıp, hastaların oruç tutma­da zorluk çekmesi şart olmuştur. î m a m-ı Ş â f;i yolcu­lukta oruç tutmak sevaph bir değildir ([23]) hadisine dayanarak: -Yolculukta olan kimse, zorluk çekmese bile oruç tutmaması daha iyidir» ([24]) demiştir. Biz diyoruz ki: Ramazan ayı diğer va­kitlerden üstün olduğu için tutmak daha iyidir. Hadiste sevabh ol­madığı bildirilen yolculuk orucu ise, tutulmasında güçlük çekilen oru­ca mahmuldür. (Eğer hasta veya yolculukta olan kimse daha hasta veya yol­culukta iken ölürse) kazaya vakit bulamadığı için (kendisine kaza lâzım gelmez. Eğer iyileştikten veya evine döndükten sonra ölürse, iyileştikten veyahut yolculuktan döndükten sonra kaç gün sağ kal­mış ise o kadar gün ona kaza lâzım gelir.) Çünkü mazereti ortadan kalktıktan sonra oruçlannı kaza etmek için ancak o kadar vakit bulabilmiştir. Bunun faidesi şudur ki bu kimse, mazereti ortadan kalktıktan sonra kaçgün sağ kalırsa o kadar gün için terekesinden fidye verilmesini vasiyet etmek zorundadır. T a h a v i: «Bu meselede tmam Ebû Hanife ve imam Ebû Yûsuf ile İmam Muhammed ara­sında ihtilâf vardır- diye yazıyorsa da, yanlıştır. Zira bu üç imam arasındaki ihtilâf bu meselede olmayıp, kişinin adayıp da tutmadan öldüğü oruç hakkındadır. İmam Ebû Hanife ile imam Ebü Yûsuf: -Eğer hasta olan bir kimse: «îyileşirsem şu ka­dar gün oruç tutacağım» diye söyler ve iyileşmeden ölürse ona bir şey lâzım gelmez. Fakat eğer iyileştikten sonra ölürse, iyileştikten sonra ne kadar zaman sağ kalmışsa kalsın, adadığı günlerin sayısı kadar ona kaza lâzım gelir» demişlerdir. imam Muhammed ise: -İyileştikten sonra kaç gün sağ kalmış ise o kadar gün ona kaza lâzım gelir» demiştir. Çünkü Ra­mazan orucu ile adanan oruç arasında vücub sebebi bakımından fark bulunduğu için. Ramazan orucundan kaç gün kaza etmek imkâm bulunursa, o kadar günün fidyesi lâzım gelir. Adanan oruç ise, ada­makla vâcib olduğu için onda bu imkân aranmaz.

(Ramazan orucu kaza edilirken kişi isterse onu aralıklı olarak, isterse peşpeşe kaza edebilir.) Zira hakkındaki nass mutlaktır. Fa­kat borcundan bir an önce kurtulması için peşpeşe tutması daha iyidir. IŞâyet geciktirip bir dahaki ramazan gelinceye kadar kaza etmezse) ikinci ramazanın oruç zamanı olduğu için (önce ikinci ra­mazanın orucunu tutar, sonra önceki ramazanın orucunu kaza eder ve kendisine fidye lâzım gelmez.) Çünkü hemen kaza etmek mecbu-riyyeti yoktur. Nitekim kazasını tutmadan sünnet olan oruçları tu­tabilir.

(Gebe veya emzikli olan kadın eğer kendisi veyahut çocuğu için endişe ediyorsa orucunu) Sonradan kaza etmek üzere (bozar ve) orucunu bozmakta mazur olduğu için (kendisine ne kefaret ve nede fidye lâzım gelmez.) İmam-ı Şafii: -Eğer çocuğu için oru­cunu bozarsa kazadan başka ona fidye de lâzım gelir- demiştir.

İmam-ı Şafii burada çocuğu, oruç tutamayacak derece­de yıpranıp güçsüzleştiği için oruç yerine kendisine fidye lâzım ge­len kimseye kıyas etmiştir. Halbuki bu yersiz bir kıyastır. Çünkü sözü geçen kimseye oruç vaciptir. Ancak tutamadığı için ona kaza değil, fidye lâzım gelir. Çocuğa ise oruç vacip değildir ki tutamadı­ğı için fidye lâzım gelsin. Oruç ancak çocuğun annesine vaciptir ve çocuğun annesi tutabildiği için ona kaza lâzım gelir.

(Oruç tutamayacak kadar yıpranıp güçsüzleşen kimseler tutma­yıp, ancak her bir gün İçin bir yoksula -keffaretlerde olduğu gibi- ya yarım sa buğday, ya da bir sa kuru hurma veya arpa verirler.)

Zira Cenâb-i Hak :Oruç tutmaya güçleri yetmiyenlere, bir yoksula doyabileceği kadar yemek yedirmek gerekir- ([25]) buyurmuştur. Ancak bu kimse fid­ye verdikten sonra eğer oruç tutabilecek duruma gelirse, -fidyenin hükmü kalkar. Yani verdiği fidye tutamadığı orucun yerine geçmiş olmayıp orucunu kaza etmesi gerekir. Zira fidye ancak, kişinin ölün­ceye kadar oruç tutamaması haline mahsustur. (Eğer bir kimse ölürken, kazaya kalmış oruçlarının bulunduğu­nu vasiyet ederse, onun yerine velisi her bir gün için bir yoksula ya yarım sa buğday, ya da bir sa hurma veya arpa verir.)  Çünkü bu kimse genç yaşta bile ölmüş olsa, ömrünün sonunda, kazaya kal­mış oruçlarını tutamayacak duruma düştüğü için, oruç tutamaya­cak derecede yıpranıp güçsüzleşen kimseler hükmüne girmiş olur. Sonra biz Hanefilere göre, ölünün fidyelerini vermenin gerekmesi için ölünün vasiyet etmesi şarttır. I m a m -1 Şafii ise : -ölü vasiyet etmese bile eğer boynunda fidye ve benzeri gibi borçların bulunduğu biliniyorsa, terekesinden çıkarmak gerekir, ki zekât da bu borçlardan biridir- demiştir, t m a m -1 Şafii bu tür borç­lan da şahıs borçlarına kıyas etmiştir. Çünkü şahıs borçlan nasü ve­kâletle ödenebiliyörsa, bu borçlar da öyledir. Biz diyoruz ki: Fidye, zekât ve kefaret gibi borçlar birer ibadet­tir, ibadet ise. kişinin onu kendi isteğiyle yaptığı takdirde ibadet olur. ölmüş olan bir kimsenin herhangi bir şeyi yapmak istemesi de, o şeyin yapılmasını vasiyet ermesiyle anca'k olur. Namazın da oruç gibi olduğu ve -sahih olan kavle göre- her bir namaz fidyesinin bir gün orucun fidyesi kadar olduğu istihsan edilmiştir. (Ölünün yakını ölü yerine ne namaz kılabilir, ne oruç tutabilir.) Zira Peygamber Efendimiz  (Aieyhis-salâtü ve"s-selâm) : -Hiç bir kimse bir başkası yerine oruç tutamaz ve hiç bir kimse bir başkası yerine namaz kılamaz- ([26])  buyurmuştur.

(Nafile olan bir namaz veya oruca başladıktan sonra yanda bı­rakıp tamamlamayan kimseye, yanda bıraktığı namaz veya orucun kazası lâzım gelir.) İmam-ı Şafii: «Kazası lâzım gelmez. Zira kişi ona1 kendi isteğiyle başladığı için. yanda bırakması da hiç başlamamış olması hükmündedir- demiştir. Biz diyoruz ki: Kendi is­teğiyle de olsa, başladıktan sonra üstüne aldığı bir ibadet olup onu bozulmaktan koruması gerekir, işte bunu yapmadığı için ona kaza­sı lâzım gelir. Sonra, başlanmış olan bir nafile orucu bozmak, biz Hanefilere göre kazayı gerektirmekle beraber eğer kişi onda mazur olursa câizdir. Yani onu bozmakla günah işlemiş olmaz. Herhangi bir kimse tarafından yemeğe çağırılmak da mazerettir. Zira rivayete göre En-sar'dan biri tarafından verilen bir yemekte bulunan Ashab'tan biri iBen oruçluyum- diyerek sofraya yanaşmayınca, Peygamber Efen­dimiz (Aleyhi's-salâtu ve's-selâm) : «Kardeşin seni, yemeğini yiyesin diye çağırmıştır. Bu gün ye de, ye­rine bir başka günü kaza et- ([27])  diye buyurmuştu. Bir rivayete göre, eğer kişi mazur olmazsa, başlamış olduğu na­file orucu bozamaz. Çünkü yukarıda da geçtiği üzere ona başla­makla onu tamamlamaya üstüne aldığı bir ibadet olur ve dolayısiy-le onu bozulmaktan koruması gerekir. (Eğer bir çocuk ramazanda ergenlik çağma girer veyahut müs-lüman olmayan bir kimse müslüman olursa, günün kalan kısmında) ramazana hürmeten, oruçlu imiş gibi (yiyip içmekten ve cinsel iliş­kide bulunmaktan sakınması gerekir. Bununla beraber eğer yer, içer veyahut cinsel ilişkide bulunursa ona kaza lâzım gelmez.) Çünkü o güne, oruç tutmaya ehil olarak girmediği için o günün orucu ona vacip değildir. (Fakat o günden sonraki) günlere oruç tutmaya ehil olarak girdiği için o (günleri tutması gerekir. O gün ile ondan önce­ki günleri ise, kaza etmesi gerekmez.) Zira o günlere girerken oruç tutmaya ehil değildi. Namaz ise oruç gibi değüdir. Çünkü herhangi bir namaz vaktinde ergenlik çağma giren çocuğa veyahut müslü-manlığı kabul eden kimseye aynı vaktin namazı vacip oîur. Zira va­kitten, vaktin namazını kılabilecek kadar bir miktar daha varken bu kimse ergenlik çağına girmiş veyahut müslümanhğı kabul etmiş­tir. Oruç ise günün tamamım kapladığı için, eğer kişide günün ba­şında oruç tutmaya ehliyet vasfı bulunmazsa vacip olmaz.

İmam Ebû Yûsuf tan : -Eğer çocuk ergenlik çağına girerken veyahut müslüman olmayan kimse müslümanhğı kabul ederken daha öğle vakti olmamış ise, o günün kazası kendisine lâ­zım gelir. Çünkü ramazan orucunun niyeti öğleye kadar getirilebi­lir» diye söylediği rivayet olunuyorsa da, zahir olan rivayet birinci­sidir. Zira bu kimse günün başında oruç tutmaya ehil olmadığı için eğer o günün orucu ona vacip olursa, ancak ergenlik çağına girdik­ten veyahut müslümanhğı kabul ettikten sonraki kısım vacip olur. Bu da mümkün değildir. Çünkü bir günün orucundan bir kısmının vacip olmayıp bir kısmının vacip olması düşünülemez. Ancak der­ler ki: Eğer çocuk ergenlik çağına girerken daha öğle olmamış ise, nafile oruca niyet getirebilir. Müslümanlığı kabul eden kimse ise bu­nu da yapamaz. Zira çocuğun ibadeti hiç değilse nafile olarak sa­hihtir. Müslüman olmayan kimsenin ibadeti jse büsbütün sahih de­ğildir. (Yolculukta olduğu için oruca niyet getirmeyen kimse, eğer da­ha öğle olmamışken yolculuktan döner ve oruca niyet getirirse caiz­dir.) Zira yolculukta olmak ne orucun vücubuna ve ne de oruç tut­maya mâni değildir. (Ramazanda yolculuktan dönen kimseye, yolculuktan döner dön­mez oruç tutmak gerekir.) Çünkü tutulmamasını caiz kılan yolcu­luk vasfı, yolculuktan dönmesiyle sona ermiş olur. Nitekim günün başında evinde olup da sonradan yola çıkan kimseye de, günün ba­ğında yolculuk vasfı kendisinde bulunmadığı için oruç tutmamak ca­iz değildir. Ancak şu var ki, bu her iki kimseye de -kendilerinde yolculuk şüphesi bulunduğu için- eğer oruç tutmaz veyahut oruç­larını bozarlarsa kendilerine keffaret lâzım gelmez.

(Eğer bir kimse ramazanda baygın düşüp de birkaç gün baygın kalırsa, baygın düştüğü ilk günün orucunu kaza etmez.) Zira o gü­nün orucu için niyet getirmiştir. (Fakat ondan sonraki günlerin oruç­larını kaza etmesi gerekir.) Çünkü o günlerde hep baygın olduğu için niyet getirememiştir. İ m a m Malik: -Hiç bir günün kazası ona lâzım gelmez-demiştir. Çünkü ona- göre -itikâfta olduğu gibi- bütün ramazan için bir niyet kâfidir. Bize göre ise herbir gün için ayrı niyet ge-tiımek gereklidir. Çünkü günlerin arasına orucun zamanı olmayan geceler girdiği için her bir günün orucu ayn bir ibadet sayılır. îti-kâfta ise böyle bir durum yoktur. (Eğer bir kimse ramazanın hepsini baygınlıkta geçirirse, rama­zanın hepsini kaza etmesi gerekir.) Zira baygınlıkta akıl melekesi bozulmaz.

Baygınlık; beyin ile sinir sisteminin geçici bir zaman için çalış­masını durduran bir hastalıktır. Bunun için baygınlık, ibadetin er­telenmesinde mazeret oluyorsa da onunla ibadetin vücubu sakıt ol­maz.

(Ramazanın hepsini delilikte geçiren kimseye ise, kaza lâzım gel­mez.)    tmam   Malik   deliliği de baygınlığa kıyas ederek: -Lâzım gelir» demiştir. Biz diyoruz ki: Vücup ancak zorluk halinde sa­kıt olur. Baygınlık ise normal olarak bir ay sürmediği için baygın­lık halinde geçen günleri kaza etmekte zorluk yoktur. Delilik ise normal olarak uzun süren bir hastalıktır. Bunun için delilik halin­de geçen günleri kaza etmek zordur.

(Eğer deli olan kimse ramazan bitmeden iyileşirse, delilik ha­linde geçen günlerinin orucunu kaza etmesi gerekir.) İmam Ma­lik ile îmam-ı Şafii: «Gerekmez. Çünkü delilik halin­de geçen günlerin orucu kendisine vacip olmaz. Zira vücup ancak mükellefiyet halinde olur. Deli olan kimse ise mükellef değildir- de­mişlerdir.

Biz diyoruz ki: Oruç tutmaya ehil olarak ramazan ayına giren kimseye oruç vacip olur. Bu kimse de her ne kadar ramazan ayına girerken oruç tutmaya bilfiil ehil değil idiy ise de, ramazan ayı bit­meden kendisinde ehliyet husule geldiği için bilkuvvet ehli idi. Kimisi: -Zahir olan rivayete göre köklü olan, yani çocukluktan beri süregelen delilik ile sonradan başgösteren delilik arasında fark yoktur- demiştir. İmam Muhammed' den ise «İkisi arasında fark vardır. Çünkü çocukluktan beri deli olan kimse deli olarak ergenlik çağına girdiği için çocuk hükmündedir. Ramazanda ergenlik çağma giren çocuğa nasıl ergenlik çağına girmezden önce­ki günlerin kazası lâzım gelmiyorsa, buna da delilik halinde geçen günlerin kazası lâzım gelmez. Büyüdükten sonra deliren kimseye ise, eğer ramazanda iyileşirse delilik halinde geçen günlerin kazası lâzım gelir- diye söylediği rivayet olunmaktadır, ki sonraki ulema da bu görüşü benimsemişlerdir.

{Ramazanda ne oruç tutmaya, ne de tutmamaya niyet etmiyen kimseye kaza lâzım gelir.) îmam Züfer: -Hasta ve yolcu­lukta olmayan kimse, ramazan orucunu niyetsiz de tutabilir. Zira ra­mazanda yiyip içmekten ve cinsel ilişkide bulunmaktan sakınmak­la emrolunduğu için, kişi bu sakınmayı yaptıktan sonra, ne şekilde olursa olsun kendisi için oruç olur. Nasıl ki zekât düşen bir mala sahip olan kimse, malının hepsini fakirlere dağıttığı zaman zekât niyetini getirmediği halde zekâtını vermiş olur- demiştir.

Biz diyoruz ki: Ramazanda yapılması emrolunan, ibadet mak­sadı ile yiyip içmekten ve cinsel ilişkide bulunmaktan sakınmaktır. Zira hiç bir ibadet niyetsiz olamaz. Malının hepsini muhtaçlara da­ğıtan kimse de, sevap kazanmak maksadı ile bunu yaptığı içindir ki zekâtını vermiş sayılır.

İmam Ebû Hanife'ye göre (Oruç tutmaya niyet ge­tirmeyen kimseye, yiyip içmekle keffaret lâzım gelmez.) İmam Züfer ise, niyetsiz olarak da oruç tutabildiği görüşünde olduğu için -lâzım gelir.» demiştir, imam Ebû Yûsuf ile İmam Muhammed de -Eğer öğleden Önce yiyip içerse kendisine kef­faret lâzım gelir. Çünkü öğleye kadar niyet getirebildiği için, eğer yiyip içerse bu imkânı ortadan kaldırmış olur. öğleden sonra ise, yiyip içmekle yalnız kaza lâzım gelir demişlerdir. imam Ebü Hanife der .Keffaret ancak tutulmuş olan orucu bozmakla lâzım gelir. Bu kimse ise niyet getirmediği için yiyip içmesi orucu bozmak değil, oruç tutmamaktır. Zira oruç ancak niyetle tutulabilir»  demiştir. (Oruçlu olan kadın eğer aybaşı veya loğusalık haline girerse, orucunu bozması gerekir. Ancak sonradan kaza etmesi lâzımdır.) Fakat namazların kazası -namaz bahsinde de geçtiği üzere- lâ­zım gelmez. (Gündüzden bir miktar daha varken aybaşı kanından temizle­nen kadın ile, yolculuktan dönen kimsenin, gündüzün kalan kısmın­da oruçlu imiş gibi davranıp orucu bozan şeylerden sakınmaları ge­rekir.) î m a mı Ş â f İ : «Gerekmez demiştir. İ m a m-j Şâ f i î ile aramızdaki bu ihtilâf, günün başında kendisine oruç tut­mak vacip değilken, gün daha bitmeden oruç tutmak zorunda olan kimselerin durumuna giren herkes hakkında câridir, imam Şa­fii, oruçlu imiş gibi davranmanın oruçlu olmak yerine kaim ol­duğu görüşünde olup; -Oruçlu imiş gibi davranmak ancak bilerek veyahut yanlışlıkla orucunu bozan kimseye vaciptir demiştir.

Biz diyoruz ki: Oruçlu imiş gibi davranmak, oruçlu olmak ye­rine kaim olduğu için değil, ramazan ayı saygı gösterilmesi gereken bir ay olduğu için vacip olmuştur. Aybaşı âdeti veyahut loğusalık halinde olan kadm ile hasta ve­ya yolculukta olan kimse ise, mazur oldukları için oruçlu imiş gibi davranmaian gerekmez. Zira bunlar oruç tutmak zorunda olmadık­larına göre, oruçlu imiş gibi davranmak zorunda olmamaları evle-viyetle lâzım gelir. (Henüz tanyerinin ağarmadığım sanarak sahur yedikten sonra ağardığmı veyahut günün battığım sanarak orucunu açtıktan sonra batmadığını gören kimseye oruçlu imiş gibi davranmak, yani orucu bozan şeylerden sakınmak gerekir.) Çünkü eğer oruçlu imiş gibi davranmazsa hem ramazana saygısızlık etmiş, hem oruç tutmadığı töhmeti altına girmiş olur. (Ve bu kimseye yalnız kaza lâzım ge­lir. Keffaret lâzım gelmez.) Zira orucunu bilerek bozmadığı için, iş­lediği suç keffareti gerektirecek kadar büyük değildir. Nitekim bir akşam, güneşin battığını sanarak orucunu açtıktan sonra batmadı­ğını gören H z. Ömer de: Biz bu suçu bilerek işlemedik. Bize sadece kaza lâzım gelir. Bir günün kazası ise zor bir şey değildir- demiştir.

(Oruç tutmak istiyen kimse için sahur yemek müstahaptir.) Zi­ra Peygamber Efendimiz  (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm;«Sahur yeyiniz. Zira sahur kişinin oruca karşı gücünü artırır- ([28]) buyurmuştur. (Sonra sahur ne ka­dar geç yenilirse o kadar daha sevabı fazladır.) Çünkü Peygamber Efendimiz;-Üç şey Peygamberlerin ahlâkındandırlar  Orucu çabuk açmak, geç sahur yemek ve misvak kullanmak- ([29]) buyurmuştur. (Ancak eğer vakit geç olup da, tanyerinin ağarmış olma ihtimali bulunuyorsa, o zaman sahur) yemek haram değilse de, harama düşmemek için (ye­memek daha iyidir.) Bununla beraber eğer kişi yese orucu tamam­dır. Çünkü asıl, gecenin daha bitmemiş olmasıdır. imam Ebû Hanife'de: -Eğer kişi, tanyerinin ağar­ması belli olmayan bir yerde olur, yahut gözü tanyerinin ağarıp ağarmadığmı ayırt edemeyecek kadar zaif olur veya gece ay ışığı olduğu için tanyerinin ağanp ağarmadığmı kestiremezse, sahur yi­yemez. Zira Peygamber Efendimiz (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm); -Sende şüphe uyandıran şeyi bırak da, helâl olduğunda şüphe etmediğin şeyi yap» ([30])  buyurmuştur. Şayet tanyerinin ağardığma kani' bulunduğu halde sahur yese, ihtiyaten ona kaza lâzım gelir» diye söylediği rivayet olunuyorsa da, zahir olan rivayete göre bu kimseye kaza lâzım gelmez. Çünkü ke­sinliğin hükmü şüphe ile ortadan kalkmaz. Ancak eğer tanyerinin ağarmış olması sonradan anlaşılırsa o zaman bu kimseye kaza lâ­zım gelir. Fakat keffaret yine de lâzım gelmez. Çünkü bu kimse sa­hur yerken tanyerinin ağardığına kani' idiyse de, ağarmamış olma ihtimali de bulunduğu için orucunu kasten bozmuş sayılmaz. (Kesin olarak günün battığını bilemeyen kimse orucunu açamaz.) Zira asıl, gündüzün daha bitmemiş olmasıdır. (Şayet bu durumda orucunu açarsa kendisine kaza lâzım, gelir.) Ona keffaret de lâzım gelip gelmediğinde ihtilâf vardır.

(Eğer bir kimse oruçlu olduğunu unutarak bir şey yer ve bu­nunla orucunun bozulduğunu sanarak bir daha bilerek yer veya içer­se, bu kimseye yalnız kaza lâzım gelir, keffaret lâzım gelmez.) Çün­kü kıyas, unutarak da olsa, yiyip içmenin orucu bozmasını gerekti­rir. Bunun için bu kimsenin şüphesi yerindedir. Eğer bu kimse, unu­tarak yemenin orucu bozmadığı hakkındaki hadisi işittiği halde ye­miş veya içmiş ise, yine hüküm böyledir.

îmam Ebü Hanife ile diğer iki îmamdan, ayrıca bu kimseye keffaret de lâzım geldiği yolunda da rivayetler vardır. Zi­ra bilinmektedir ki bir şey hakkında hadis bulunduğunun bilindiği zaman o şey hakkında kıyas yapılamaz. Bunun için bu kimsenin şüphesi yerinde değildir.

(Kendinden kan aldırıp bununla orucun bozulduğunu sanarak yiyen veya içen kimseye hem kaza, hem keffaret lâzım gelir.) Zira bu kimsenin şüphesi hiç bir Şer'i delili dayanmaz. Ancak eğer ona bir fıkıh âlimi, kan aldırmakla orucun bozulduğunu söylemiş ise, o zaman ona keffaret lâzım gelmez. Zira fıkıh âliminin sözü onun için şer'î bir delildir, imam Muhammed: «Eğer bir fıkıh âli­mi ona bir şey söylememiş, ancak; -Kan alan ile aldıranın ikisi de oruçları bozuldu» ([31]) hadisini 'duymuş ve sıhhatine inanarak orucunu bozmuş ise, yine de ona keffaret lâ­zım gelmez. Zira Peygamberin sözü bir müftünün sözünden zaif de­ğildir- demiştir, tmam Ebû Yûsuf dan ise: -Eğer bir fı­kıh âlimi ona bir şey söylememiş ise, bu" hadise dayanarak orucunu bozması onu keffaretten kurtaramaz. Çünkü ami olan kimseler hadislerden ahkâm çıkarmaya yetkili olmadıkları için fıkıh ulema­sına uymak zorundadırlar» diye söylediği rivayet olunmuştur.

(Oruçlu iken birisinin giybetini yapıp da bununla orucunun bo­zulduğunu sanarak orucunu -ne şekilde olursa olsun- bozan kim-peye hem kaza, hem kefaret lâzım gelir.) Zira gıybetle orucun bo­zulması kıyasa aykırı olduğu gibi bu konuda varid olan hadis de icma ile müevveldir. ([32]) (Delilik halinde veyahut uykuda İken kendisi ile cinsel ilişkide bulunulan oruçlu kadına yalnız kaza lâzım gelir, kefaret lâzım gel­mez.) İmam Züfer ile İmam-ı Şafii: «Ona kaza da lâzım gelmez. Zira oruçlu olduğunu unutarak yiyip içen kimse­ye -mazur olduğu için- kaza lâzım gelmediğine göre, bu eylemde hiçbir kasıtla suçu bulunmayan kadına kaza iâzım gelmemesi evle-viyetfe gerekir- demişlerdir. Biz diyoruz ki: unutmak her zaman vaki olduğu için eğer onun­la kaza lâzım gelirse zor olur. Böyle bir durum ise çok az vaki olan bir şeydir. Bunun için onunla kaza lâzım gelmesinde zorluk yok­tur. Kadına kefaret lâzım gelmemesi ise kadının suçsuz olduğu için­dir. Zira yukarıda da geçtiği üzere -kefaret, orucu bilerek bozmak suçunun cezasıdır.[33]

 

(Adanan Oruçlar Hakkında Bir)   Fasıl

 

(Eğer bir kimse: -Kurban bayramında Allah için oruç tutmak boynumun borcu olsun diye söylerse, adağı sahihtir. Ancak bayrar. günü oruç tutmaz da, sonradan kaza eder.) İmam Züfer ite İmam-ı Şafiî: -Bayram günlerinde oruç tutmaktan nehye-dildiği için, bayram günlerinde oruç tutmayı adayan kimsenin ada­ğı sahih değildir- demişlerdir. Biz diyoruz ki: oruç bizatihi meşru bir ibadettir. Ancak bayram günleri müslümanlar için Allah'ın zi­yafet günleri olduğundan bu günlerde oruç tutmak, Allah'ın ziya­fetine katılmamak demek olduğu için haramdır. Bunun için adak sahihtir. Fakat harama düşmemek için bayram günlerinde oruç tut­mayıp da başka günlerde kaza etmek gerekir. Şayet kişi tutsa, ha­ram bir iş yapmış olmakla birlikte boynuna vâcib kıldığı orucu eda etmiş olur. (Eğer bu sözü söyliyen kimse, bu sözü ile adak değil de yemin kasd ederse, o zaman) Bayram günü oruç tutmadığı takdirde (kendisine yemin kefareti lâzım gelir.)

Bu meselenin altı şekli vardır:

1-  Kişinin bu sözü ile hiçbir şeyi kasd etmemesi

2-Yalnız «adak olsun- diye kasd etmesi

3-  -Adak olsun, yemin olmasın- diye kasd etmesi. Bu her üç durumda da adak olur. Çünkü bu söz şekil itibarıyla adak sığası ol­duğu için. onunla bir şey kasdedilmese de veyahut yalnız adak kasd-edilse adak olur.

4 - Yemin olsun, adak olmasın- diye kasd etmesi. Bu durum­da yemin olur. Çünkü bu söz her ne kadar şekil itibanyla adama siğası ise de, yemin ihtimalini de taşıdığı ve aynı zamanda kişi onun­la yemin kasd ettiği için yemindir.

5- Hem adak, hem yemin olsun-  diye kasd  etmesi.  Bu du­rumda    İmam    Ebû   Hanife    ile   İmam    Muham-m e d ' e   göre yine hem adak, hem yemin,    İmam   Ebû    Yû­suf'a    göre ise yalnız adak olur.

6- -yemin olsun- diye kasdetmesi. Bu durumda da   İmam Ebû    Hanife   ile    İmam    Muhammed'e    göre yine hem adama, hem yemin,    İmam   Ebû   Yûsuf'a   göre ise yalnız yemin olur.    İmam    Ebû    Yûsuf:    -Çünkü bu söz hakikat, yeminde mecaz olduğu için onunla yalnız mecazi mânâ kasd-edildiği zaman mecazi mânâyı verir. Her iki mânâ kasdeditdiği za­man ise -bir kelime bir kullanımda hem hakikî, hem mecazi mâ­nâyı taşıyamadığı ve mecâze göre hakikatin daha kuvvetli  olduğu için- yalnız hakiki mânâyı vermiş olur- demiştir.

İmam Ebü Hanife ile İmam Muhammed ise : «Her ne kadar adak lizatihi, yemin de Allah'ın ismine saygısız­lık olmasın diye vücubu gerektiriyorsa da, her ikisi de vücubu ge­rektirdiği için aralarında zıddiyet yoktur ve aralarında zıddiyet ol­mayınca da ikisinin de gereğiyle amel etmek gerekir- demişlerdir.

(Eğer bir kimse  -Allah için bu yilm orucu boynumun borcu ol­sun- diye .söylerse, yılın bütün günlerini tutması gerekir. Ancak) bayram günlerinde oruç tutmak haram olduğu için (ramazan bay­ramının bir günü ile kurban bayramının dört gününü tutmayıp bu günlerin orucunu sonradan kaza eder.) Zira belli bir yılı oruç tut-

mayı adamak, yılın içinde bulunan bayram günlerini de tazammün eder. Hatta eğer «aralıksız olarak» dese, -bir yılın orucu- şeklinde söyleyip yıh tâyin etmese bile yine böyledir. Çünkü aralıksız olun­ca hiç bir yıl bayram günlerinden hali olamaz. Ancak bu durumda -aralıksız şartını mümkün olduğu kadar yerine getirmek için- bay­ram günlerinin orucunu, yıl biter bitmez ve aralıksız olarak kaza et­mek gerekir. İmam Züfer ile İmam-ı- Şafiî bu­rada da; «Sakın bu günlerde oruç tutmayın. Zira bu günler yiyip içme ve eğ­lenip oynama günleridir» ([34]) hadisine dayanarak: «Bayram gün­lerinin kazası lâzım gelmez» demişlerdir, ki biz buna yukanda ce­vap verdik.

Sonra, eğer kişi -bir yıl» deyip de -aralıksız olarak» diye şart koşmazsa, bayram günlerini tutsa dahi onlan bir daha kaza etme­si gerekir. Çünkü yılı tayin etmediği ve -aralıksız olarak- diye şart koşmadığı için kâmil bir orucu adamıştır. Bayram günlerinde tutu­lan oruç ise -hakkında nehiy bulunduğu için- nakıs bir oruçtur. Fakat eğer yılı tâyin ederse, adamış olduğu oruç nakıs olduğu için, bayram günlerini tuttuğu zaman adadığı orucu eda etmiş olur. (Bayram günü oruç tuttuktan sonra orucunu bozan kimseye bir şey lâzım gelmez. Nevadir'de ise -İmam Ebû Yûsuf ile İmam Mu-hammed'in bu kimseye kaza lâzım geldiği görüşünde oldukları ri­vayet olunmaktadır» diye geçmektedir.) Çünkü kişi bayram günü oruç tutmayı adamakla nasıl onu yükleniyorsa, ona başlamakla da onu yüklenmiş olur. Nihayet bu da, mekruh vakitlerde namaza baş­lamak gibidir. Mekruh olan bir vakitte başlanan namaz, yanda bı­rakıldığı zaman nasıî kazası lâzım geliyorsa bu da öyledir.

imam Ebû Hanife'ye göre ise, namaz ile oruç ara­sında ve orucu adamakla oruca başlamak arasında fark şudur: Ki­şi oruca başlar başlamaz oruç tutmuş sayılır. Nitekim oruç tutma­maya yemin eden bir kimse eğer tutarsa, oruca başlar başlamaz ona yemin keffareti lâzım gelir. Bunun için bayram günü oruç tutan kimse oruca başlar başlamaz nehyedilen bir ibadeti yapmış sayılır. Nehyedilen ibadeti ise, bozmak gerekir. Tamamlamak gerekmez, ki yarıda bırakıldığı zaman kazası lâzım gelsin.

Bayram günü oruç tutmayı adamayan kimse ise, oruca başla­madıkça nehyedilen bir ibadeti yapmış sayılmaz. Bunun için yaptı­ğı adak sahihtir ve bu adama ile orucun kazası lâzım gelir. Mek­ruh olan vakitlerde namaza başlayan kimse de, bir rekât kılmadık­ça namaz kılmış sayılmadığı için nehyedilen bir ibadeti yapmış ol­maz. Bunun içindir ki, eğer bir kimse namaz kılmamaya yemin et­tiği halde namaza başlar ve fakat bir rekât kılmadan namazını bo­zarsa, ona yemin keffareti lâzım gelmez. Bunun için -mekruh olan bir vakitte bile olsa- namaza başlayan kimse, nehyedilen bir iba­deti daha yapmamışken onu yüklenmiş olup bozulmaktan korumak zorunda olur ve bunu yapmayınca ona kazası lâzım gelir.

İmam Ebü Hanife' den, namazın da kazası lâzım gel­mediği yolunda bir rivayet daha varsa da, en zahir olan rivayet -Al­lah daha iyi bilir- birincisidir.[35]

 



[1] Bakara sûresi âyet 183

[2] Hac sûresi âyet 29

[3] Sünen-i Erbaa Ebû Davud 1/340, Nesai 1/320, Tirmizî cilt 1 sh. 91, İbn-i Mâce 1/sh. 123, İmam Ahmed deayrica bunu müsnedinde kaydetmiştir. Cilt 6 sahife 287

[4] Gariptir. İbn-ül Cevzİ «bu hadis bilinmemekte olup onun bilinen şekli şöy­ledir : «Peygamber Efendimiz (S.A.V.)'in yanımda hilâlin görüldüğüne şahitlik edildi.Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (S.A.V.) halka : «Yarm oruç tutun» diye tellal çağıttı.»

[5] Müslim 1/364, Nesa! 1/319

[6] Şeyhü'l-Îslâm Burhanüddîn Ebu'l-Hasan Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/253-256.

[7] Buhart C. I S. 256, Müslim C. 1 S. 348

[8] Çok gariptir. Dtraye sahibi: «Bu hadisin mânası kendisinden Önce ve sonra gelen İki hadisten anlaşılmaktadır.» demiştir

[9] Ebü Hüreyre(R.A.)'dan gelen bu hadisi Sıhah-ı Sitte'nin hepsi kaydet­mişlerdir. Buhari 1/256. Müslim 1/348, Tirmizl 1/86, Ebü Davtıd 1/326, Nesal 1/305 ve 307, îbn-i Mâce î/120

[10] Bakara sûresi âyet 187+

[11] Şeyhü'l-Îslâm Burhanüddîn Ebu'l-Hasan Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/256-263.

[12] Ebû Hüreyre'den gelen bu hadisi Kütüb-i Sitte'nin hepsi almışlardır y an 1/259, Müslim 1/364, Ebû Davud 1/333, Tİrmİzi 1/90. İbn-İ Mâce 1/122, aKi cilt 4 sh. 229. Hadisi aynca Hakim de el-Müstedrefc  1/430'da kaydet

[13] Tirmizl sh. &0, Darekutnl sh. 239 ve Beza

[14][14] Ric'at: Bir veya iki talâk ile boşanan kadım onu boşayan kocasının tekrar nikâhıaltına almasıdır. Yani karısını bir veya iki talak ile boşayan kimse ona: «Seni tekrar nikahım altma aldım» demese bile —eğer kadının İddeti daha bitmemişken onu şehvetle öperse, kadın onun nikâhı altına dönmüş olur.

Müsaheret: Kan ile koca arasındaki evlilikten doğan, karının, kocasının baba ve erkek çocuklarıyla, kocanın da kamının anne ve kız çocuklarıyla evlene-memesi hükmüdür. Yani bir kimse eğer bir kadım şehvetle öperse kadınla evlen­miş gibi olup kadının annelerio na kaynana ve kızları da ona üvey kız olup onlarla evlenemez. Müellif bu sözüyle : «Bir kimse oruçlu iken şehvetle karısını öperse eğer inzal olmazsa orucu bozulmaz. Fakat bir veya iki talâk ile karışım boşayan kimse eğer iddeti daha bitmemişken onu şehvetle öperse kadın tekrar nikahı altına almış asyılır ve eğer birkünse yabancıb ir kadın şehvetle öperse ima] olmasa bile kadını nikahlamış gibi olup, ne kendisi kadının anne ve kızla­rıyla ve ne de kadın kendisinin baba ve erkek çocuklarıyla evlenemez.u demek is­temiştir

[15] Bu bir zühul olsa gerektir. Zira îmam-i Şafii de kendinden emin olma­yan kimseye oruçlu iken şehvetle öpmeyi mekruh saymıştır.

[16] Sünen-İ Erbaa : Ebû Davud 1/331, Tirmizî 1/90, İbn-i Mâce 1/122

[17] Gariptir.

[18] Sıhah-ı Sİtte : Buharl 1/259, Müslim 1/355, Ebû DaTud 1/333, Tİrmizl 1/90, İbn-i M&ce 1/121

[19] Heysemi ez-Zevâid cilt 3. sh.  167'debu hadisi Ebü Ya'la'mn rivayet et­tiğini ve fakat  rivayet senedinde tanımadığı bir râvinin bulunduğunu söylemiştir.

[20] Ajura günü oruç tutmanın iyi olduğuna dair hadisler Buharı 1/268 ve 481 ve Müslim 1/359'da yer almakta iseler de. Acura günü gözlere sürme çekme­nin müstahap olduğuna dair hadis hakkında İtın-ül Cevzi : «Hz. Hüseyin'in katil­leri onu uydurmuşlardır,» demiştir

[21] lbn-i Mâce 1/122, Darekutnİ 1/248, BeyhakI cilt 4 sh. 273

[22] Şeyhü'l-Îslâm Burhanüddîn Ebu'l-Hasan Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/263-272.

[23] Câbir (RA.)'dan gelen bu hadis Buhari ve Müslim'in ikisinde de yer almaktadır. Buhari 1/261, Müslim 1/35S

[24] ) Bunda yanılma vardır. Zira tmam-ı Şafii de Hanefi imamları gibi, yol­culukta oruç tutmanın zor olmaması halinde tutmanın tutmamaktan İyi olduğu görüşündedir. Bunu diyen İmam-ı Şâül değil, imam Ahmed b. aHnbel'dlr.

[25] Bakara 184

[26] Merfü olarak gariptir. Nesai mevkuf olarak Abdullah îbn-i Abbas ile Abdullah İbn-i Ömer'den nakletmiştir. Mesai 1/177. Beyhaki de cilt 4 sh. 25Tda se-netsiz olarak.rivayet etmiştir.

[27] Tayalisi sh. 293 ve Darekutnl sh. 273

[28] Buharl 1/257, Müslim 1/350, Tirmizl 1/89, Nesal 1/303, İbn-i Mâce 1/122

[29] Ez-Zevâid cilt 2 sh. 105'te anlatıldığına göre bu hadisiTaberani el-Ke-blr'de hem merfu ve hem de Ebû Derda üzerinde mevkuf olarak rivayet etmiştir. Mevkufu sahihtir. Merfu'un ise râvileri zincirinde durumu bilinmeyen kimseler bu­lunmaktadır.   Nasb-ürraye C 2 S. 470

[30] Tirmtzl cilt i sh. 25, Ayni dlt5 sh. 398, Nesal cilt 2 sh. 333, Dariinl sh, 337, İmam Ahmsd'in müsnedi cilt 1 sh. 200, Tayalisi sh. 163, Beyhak cilt 5 sh. 335

[31] Ebû Davud 1/329, tbn-i Mace 1/122, el-Müstedrek cilt 1 sh. 427, îbn-i Carud sh. 198, Danml sh. 218. Tahavi 1/349, BeyhakI cilt4 sh. 266

[32] Bu hususta bir çok hadisler varid  olup birisi «Gıybet orucu bozam mealinde ise de hadisi «Gıybet orucun sevabını giderim şeklinde te'vil edilmiştir.

[33] Şeyhü'l-Îslâm Burhanüddîn Ebu'l-Hasan Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/272-282.

[34] Tahav! C. 1 S. 428, Beyhakî cüt4 sh. 298, Darekutnl Sh. 252

[35] Şeyhü'l-Îslâm Burhanüddîn Ebu'l-Hasan Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/282-285.