İhramda Yasak Olan Herhangi Bir Şeyi Yapmanın Hükmü
İhramda İken Bir Diğer İhrama Da Girmek
(Hac. köle, deli ve
çocuk olmayan ve vücudunda herhangi bir sakatlık veya hastalık bulunmayan
kimseye -eğer hacca gidip dö-nünceye kadar yol masrafını ve çoluk çocuğunun
oturacakları meskenden başka, yiyecek ve giyecek gibi zarurî ihtiyaçlarını
karşılayacak kadar varlığı bulunur ve yol da emniyetli olursa- vaciptir.) Yani
farzdır. Çünkü haccın farziyeti Kur'an-ı Kerim'in; -Beyt'e gidebilme gücüne
sahip olan kimseler için Beyt'i ziyaret etmek Allah'ın gerekli kıldığı bir
görevdir- ([1]) ayeti ile sabittir.
(Hacc kişiye, ömründe
yalnız bir defa vaciptir.) Zira Peygamber
Efendimiz CAleyhiVsalâtü ve's-selâm) :
- Hacc her yıl mı
vardır, yoksa bir kez midir? diye sorulmuş. Peygamber Efendimiz
(Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) :
«Hayır, yalnız bir
kezdir. Bir kezden fazlası isteğe bağlıdır» ([2])
bu-yurmuştur. Kaldı ki haccm vücubuna sebep Beytullah olduğuna ve Beytullah'm
da bir tane bulunduğuna göre, vücubunun tekrarı için sebep yoktur.
Sonra -İmam Ebû
Yûsuf'a göre- haccm vücubu fevridir. Yani vacip olduğu ilk yılda yerine
getirilmesi gerekir. Aksi takdirde günah işlenmiş olur. îmam Ebû Hanife' den
de bu görüşte olduğunu gösteren bir söz naklolunmuştur. îmam Muhammed ile
îmam-ı Şafiî ise: «Fevri değildir. Çünkü bütün ömürde bir kere vacip olduğuna
göre onun vakti bütün ömürdür. Kişi namazı, nasıl vaktinden istediği saatte
kılabilir ve bundan dolayı günah işlemiş olmuyorsa, hacca da ömrünün istediği
yılında gidebilir ve bundan ötürü günah işlemiş olmaz- demişlerdir, imam Ebû
Yûsuf ise; -Haccın yılda belli bir zamanı bulunduğuna ve yılın her ayında
hacca gidilemediğine göre, eğer vacip olduğu ilk yılda gidilmezse bir yıl
beklemek gerekecektir. Bir yılda ise, ölüm nadir olmadığı için ihtiyatın
gereği, vacip olur olmaz gitmektir. Namaz vakti ise öyle değildir. Zira namaz
vakti kısa olduğu için onda ölüm nadirdir- demiştir. Haccın vücubu için deli
ve çocuk olmamanın şartına gelince; Zira Peygamber Efendimiz (Aleyhi's-salâtü
ve's-selâm) :
•Hangi köle
âzatlanırsa, on defa bile hacca gitmiş olsa, İslâm'ın rüknü olan haccı bir
daha yapması gerekir ve hangi çocuk ergenlik çağına girerse, on defa bile hacca
gitmiş olsa, İslâm'ın rüknü olan Haccı bir daha yapması gerekir- ([3])
buyurmuştur. Kaldı ki hacc bir ibadettir. Köle ile çocuk ise ibadet ile
mükellef değillerdir.
Haccın vücubu için,
ayrıca hasta olmamak ve vücutta herhangi bir sakatlığın bulunmaması da
şarttır. Çünkü hastalık veyahut vücutta bir sakatlığın bulunması halinde
yolculuk yapmak ya büsbütün imkânsızdır, ya da zordur. Dinde ise zorluk
yoktur. İmam Ebû Hanife'ye
göre, iki gözden kör olan kimseye -beraberinde kendisine yardıma olacak
bir kimsesi bulunsa bile- hacc vacip değildir. Diğer iki imâm ise:
«Beraberinde kendisine yardım edecek bir kimse bulunursa vaciptir-
demişlerdir, ki bu mesele namaz bahsinde de geçti. Kötürüm olan kimseye ise,
eğer yardımcısı bulunursa, imam Ebû Hanife' den «Vaciptir. Çünkü kötürüm,
yolda kendisine yardım edecek bîr kimse bulunduğu zaman binmek için araç bulan
kimseye benzer», t m a m Muhammed' den ise: «Vacip değildir. Çünkü eğer
yardımcısı onu sırtına almazsa kendisi yürüyemez. İki gözden kör olan kimse ise
öyle değildir. Zira iki gözden kör olan,kimse, yolunu şaşırmış olan kimse gibi
eğer ona kılavuzluk edilirse bizzat yürüyebilir» diye söyledikleri rivayet
olunmaktadır. Haccın vücubu için, hac yolculuğunda gerekli olan azık ve binite
sahip olmak da şarttır. Zira Peygamber Efendimiz (Aleyhi's-sa-lâtü
ve's-selâm)'e «Haccm farziyetini bildiren âyette geçen -Beyt'e gidebilme
gücü-nden murat nedir?» diye sorulduğunda, Peygamber Efendimiz (Aleyhi's-salâtü
ve's-selâm) «Azık ve binittir» diye cevap vermiştir. ([4]) Buna
göre, eğer kişi ancak, kendisiyle bir başkasının sırayla binebilecekleri bir
biniti kirahyabiliyorsa, kendisine hac vâcib değildir. Zira bu durumda olan
kimseye yolculuğunun hepsinde azık ve bineğe sahiptir, denemez. Sonra, haccm
farziyeti için varlığı şart olan azık ve binitin, kişinin hacca gidip
gelinceye kadar çoluk çocuğunun -mesken, hizmetçi, yiyecek ve giyecek gibi- bütün
zorunlu ihtiyaçlanndan fazla olması da şarttır. Zira hac şeriatın emrettiği
bir ibadettir. Çoluk çocuğun nafakası ise kul hakkıdır Kul hakkı şeriatın
emrinden önce gelir.
Mekke ve çevresinde
oturan kimseler için binite sahip olmak şartı yoktur. Çünkü Mekke ve çevresinde
oturanların hac me-nasikini yaya olarak yerine getirmelerinde fazla bir zorluk
yoktur. Onlar için haccın menasikini yerine getirmek de nihayet cuma namazına
gitmek gibidir.
Bunlardan başka, aynca
yolun emniyetli olması da şarttır. Zira hacca gidebilmek yolun emniyetli
olmasına bağlıdır. Ancak bu şart –kimisi-: «Vücubun şartıdır. Hatta eğer kişi,
yol emniyetli olmadığı için hacca gitmemiş ise, öldükten sonra yerine bir
başkasının gitmesini vasiyet etmek zorunda değildir» demiştir, ki îmam.
Ebû Hanif e' den
rivayet olunan görüş bu yoldadır. Kimisi: «Vücubun değil, haca yerine
getirmenin şartıdır. Zira Peygamber Efendimiz, (Sallallahü Aleyhi ve Sellem),
âyette geçen «güç-ü yalnız azık ve binitle açıklamıştır.» demiştir. ([5]) (Hacca
gitmek istiyen kadının beraberinde ya kocasının, ya da kendisiyle evlenmesi
caiz olmayan bir yakın akrabasının bulunması şarttır. Evi Mekke den üç günlük
veya daha fazla mesafede olan kadın için bunlarsız hac yoluna çıkmaz caiz
değildir.) İ m a m -1 Şafii: «Eğer beraberinde başka kadın arkadaşları bulunur
ve bu kadınların hepsi güvenilir kimseler olursa, kadının eşliğinde kocası
veya yakın akrabası bulunmazsa bile, caizdir. Çünkü beraberinde bunca emin
kadınlar bulununca kendisi için herhangi bir tehlike mevcut değildir-
demiştir. Biz ise; «Hiç bir kadın eğer beraberinde kendisiyle evlenmesi caiz
olmayan bir yakm akrabası bulunmazsa hac yoluna çıkmasın- ([6])
hadisine dayanıyoruz. Kaldı ki beraberinde yakm akrabası bulunmayan kadın için
-beraberinde başka kadınlar bulunsa bile- yine tehlike vardır. Hatta
beraberinde başka kadınların bulunması tehlikeyi daha da arttırır. Nitekim
bunun içindir ki, bir yabancı kadının yanında yalnız kalmak, beraberinde bir
başka kadın bulunsa bile caiz değildir. Fakat eğer evi Mekke' den üç günlük
mesafeden daha az olsa, o zaman beraberinde kocası veya yakm akrabası bulunmasa
da caizdir.
(Eğer hacca gitmek
istiyen kadının beraberinde yakm bir akrabası bulunursa, kocası onu hacca
gitmekten alıkoyamaz.) î m a m -1 Şafii: «Alıkoyabilir. Çünkü kadın hacca gidip
dönünceye kadar kendisi bekâr hayatını yaşamak zorunda kalmış olur» demiştir.
Biz diyoruz ki: Farz
olan ibadetlerin ifası yolunda erkeğin hakkı söz konusu değildir. Hac da farz
olan bir ibadettir. Hatta eğer kadına hac farz olmamış veyahut onun ikinci
gidişi olursa, kocası onu yolundan alıkoyabilir. Ancak -demişlerdir ki- Eğer
kadının beraberindeki yakın akrabası helâl, haram bilmiyen ve güvenilmez bir
kimse olursa o zaman kocası onu gitmekten alıkoyabilir.
(Kadının yakın
akrabası -Mecusilikten başka- hangi dinden olursa olsun kadın onunla birlikte
hacc yoluna çıkabilir. Ancak eğer Mecusî olursa onunla birlikte çıkamaz.) Zira
mecûsilikte yakın akrabalık evlenmeye mâni değildir. Eğer kadının yakın
akrabası çocuk veya deli olursa -kadını koruyamadığı için- kadın onunla birlikte
çıkamaz. Ergenlik çağına yaklaşıp da henüz ergenleşmemiş olan kız da, büyük
kadınlar gibi eğer beraberinde bir yakın akrabası bulunmazsa hacca gidemez. Şu
da bilinmelidir ki: kadının beraberinde yakm akrabasının bulunması şart
olduğuna göre, yakın akrabasının yol masrafı kadına aittir. Ancak kadının
yakın akrabası eğer bulunmazsa, kadına hacc vacip mi olmaz, yoksa vacip olur da
edası mı gerekmez? diye ihtilâf etmişlerdir.
(İhrama girdikten
sonra ergenlik çağma giren çocuk ile azatla-nan kölenin devam ettikleri hacc,
farz olan haccuı yerini tutmaz.) Zira bunlar ihrama girerken hacc kendilerine
farz olmadığı için başladıkları hacc nafile olup farza dönüşemez. (Fakat eğer
çocuk daha Arafat'a gitmemişken ihramını yenileyip farz niyetini getirirse
caizdir. Kölenin ise böyle de yapması caiz değildir.) Zira çocuk ibadete ehil
olmadığı için, ihrama girmekle başlamış olduğu haccı yüklenmiş olmaz. Köle ise
ibadete ehil olduğu için ihrama girmekle başladığı haccı yüklenmiş olur ve
dolayısiyle onu bozamaz.[7]
(Haccın inikatları,
yani hacca giderken ihrama girmeden geçilmesi caiz olmayan semtler beş tane
olup Medine tarafından gidenler için Zülhuleyfe, Irak tarafından gidenler için
Zatuırk, Şam tarafından gidenler için Cuhfe, Necid tarafından gidenler için
Karen ve Yemen tarafından gidenler için de Yelemlem denilen semtlerdir.) Zira
Peygamber Efendimiz (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) mikat olarak bu yerleri
belirtmiştir. ([8]) Bunun için hacca giden kimse,
bu yerlerden hangisine varırsa, ihrama girmeden daha öteye geçemez". Fakat
bu yerlere varmadan ihrama girmenin bir sakıncası yoktur. Evi bu raikatlann
berisinde olan kimsenin, ister Hacc veya umre niyetiyle, ister başka maksatla
olsun M e k k e' ye gitmek isterken, bu beş semtten birine vardığı zaman -biz
Hanefilere göre- ihrama girmesi gerekir. Zira Peygamber Efendimiz
(Aleyhi's-salâtü ve's-selâm); «Hiçbir
kimse ihrama girmeden mikati geçemez- ([9])
buyurmuştur. Hem de ihrama girmenin bu kutsal olan yere saygı göstermek
olduğuna göre, hacc veya umre niyetiyle veyahut başka maksatla M e k k e' ye
gidenler arasında fark bulunmaması lâzım gelir. (Mikatlann Ötesinde oturan
kimseler ise, Mekke'ye herhangi bir iş için gitmek istediklerinde ihrama girmeden
gidebilirler.) Çünkü bunların Mekk e'ye
gidip gelmeleri çok olduğu için eğer her bir gitmede ihrama girmekle mükellef
tutulurlarsa zor olur. Bunun için bunlar da Mekke' nin içinde oturanlar gibi
ihrama girmeden M e k k e ' ye girip çıkabilirler. Fakat Hacc veya umre niyetiyle
M e k k e ' ye gitmek istedikleri zaman ihrama girmeleri gerekir. Çünkü M e k k
e' ye her zaman Hacc veya umre niyetiyle gidilmediği için, bu maksatla giden
kimselerin ihrama girmekle mükellef tutulmalarında zorluk yoktur. (Kişinin
bu inikatlara varmadan da ihrama girmesi
caizdir.) Zira Cenâb-ı Hak. -Başladığınız Hac ve umreyi tam olarak
yapın» ([10]) buyurmuştur. Hac ve
umrenin tam olarak yapılması da, Hz. Ali ile Abdullah Ibn-i M e s u d' un
yorumlarına göre kişinin hac veya umreye giderken kapısı önünden ihrama
girmesidir. Hatta mikata varmadan ihrama girmek, daha zor olduğu ve K â b e'
ye karşı olan saygı onda daha fazla bulunduğu için daha sevaplıdır. Fakat î m a
m Ebû Hanife' den : «Mikata varmadan ihrama girmenin daha sevaplı olması
ancak, sakıncalı bir duruma girmiyeceğinden emin olan kimseler içindir» diye söylediği rivayet olunmuştur. (Mikatlann
ötesinde oturanların mikatı, Harem denilen kutsal çevrenin sınırlan ile
inikatlar arasında kalan yerlerdir.) Zira bunlar için kapıları önünden ihrama
girmek caiz olduğuna göre, mikat-larla Harem'in sınırları arasında kalan her
yer için inikattır. (Mekke'de olanlar
için ise, hac mikatı Harem'in içi, umre mikatı da Harem'in dışıdır.) Zira
Peygamber Efendimiz (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm). Ashabından kimisine Mekke'
nin içinde hac ihramına girmelerini emrettiği halde, muhterem eşi H z . Â i ş
e ' nin umre ihramına girmesi için kardeşine onu T e n ' i m' e götürmesini
emretmişti. T e n' i m ise, Harem'in dışında olan bir semtin adîdir. Hem de
haccın rükünlerinden biri A r a f a t' ta durmak olduğuna, Arafat'ın da
Harem'in dışmda bulunduğuna göre, hac Harem'in dışında bulunduğuna göre, hac
Harem'in içinden Harem'in dışına doğru bir yolculuk olur. Umre ise; Harem'in
içinde eda edildiği için umre ihramına Harem'in dışındaki her yerde
girilebilir.[11]
(Kişi ihrama girmek
istediği zaman önce yıkanır veyahut abdest alır. Fakat yıkanmak abdest almaktan
daha iyidir.) Zira rivayet olunmaktadır ki Peygamber Efendimiz (Aleyhi's-salâtü
ve's-selâm) ihrama girmek isterken yıkanmıştır. ([12])
Ancak şu var ki bu yıkanmadan gaye temizlenmek olduğu için, aybaşı halindeki
kadın da ihrama girerken -onun için gusül olmuyorsa da- yıkanmakla
emr-olunmuştur. Bunun içindir ki abdest almak bu yıkanmanın yerine geçer. Nasıl
ki cuma günü müstahap olan yıkanmadan da gaye temizlenmek olduğu içindir ki
abdest almak onun da yerine geçer. Fakat temizlik yıkanma ile daha fazla hasıl
olduğu ve Peygamber Efendimiz de yıkanmayı abdest almaya tercih ettiği için,
yıkanmak abdest almaktan daha iyidir.
(İhrama girmek istiyen
kimse yıkandıktan sonra -birini eteklik yapmak, diğerini de omuzlan üstüne
atmak suretiyle- yeni veyahut yıkanmış olan iki bez parçasına bürünür.) Zira
hem Peygamber Efendimiz (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) ihrama girerken böyle yapmış,
([13]) hem
de ihramda olan kimselere dikilmiş elbise yasak olduğu için böyle yapmaktan
başka çare yoktur. Fakat yeni bez, temiz olma ihtimali daha kuvvetli olduğu
için yıkanmış bezden daha iyidir.(İhrama girmek istiyen kimse, varsa güzel koku
da sürer.) Zira rivayet olunmaktadır ki
H z. A i ş e (Radiyallâhü anhâ) «Ben Peygamber Efendimize (Aleyhi's-salâtü
ve's-selâm) ihrama gireceği sırada güzel kokular sürerdim- demiştir. ([14])
İmam Muhammed' den ise; «Eğer güzel kokunun maddesi, sürüldüğü yer üzerinde
ihramdan sonra da kalıyorsa mekruhtur» diye rivayet olunmuştur, ki î m a m
Mâlik ile îmam-ı Şafiî de bu görüştedirler. Zira eğer böyle olursa ihrama
girdikten sonra sürülmüş gibi olur. İhramda olan kimseye ise -ileride geleceği
üzere- güzel koku sürmek sakıncalıdır.
Biz diyoruz ki: Yasak
olan, ihramda iken güzel koku sürmektir. Bu ise, ihrama girmezden önce sürülüp
vücut üzerinden giderilmesi mümkün olmayan güzel kokunun devamıdır. Fakat ihrama
girmezden önce giyilen dikili elbise -çıkanlabildiği için- öyle değildir. (İhrama
girmek isteyen kimse bundan sonra iki rekât namaz kılar.) Zira C a b i r
(Radıyallâhü anh) 'm rivayetine göre Peygamber Efendimiz (Aleyhi's-salâtü
ve's-selâm) Zülhuleyfe'de ihrama girdikten sonra iki rekât namaz kılmıştır ive;
«Allah'ım, ben hacca
gitmek İstiyorum. Bana kolaylık ver ve benden kabul buyur» ([15])
diye dua eder.) Çünkü haccm rükünleri ayn ayrı zamanlarda ve değişik yerlerde
yapıldığı için bir hayli zorluğu vardır. Bunun için Cenâb-ı Allah'tan kolaylık
dilenir. Namaz ise, hem zamanı az ve hem de eğer kişi hasta olmazsa kılınması
kolay olduğu için namaza başlanırken böyle bir dua yoktur, (ve namaz bittikten
sonra telbiyeye başlar.) Zira rivayete göre Peygamber Efendimiz
(Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) namaz kılar kılmaz telbiyeye başlamıştır. ([16])
Şayet namazdan sonra başlamayıp da bineğinin sırtında yola doğrulunca başlarsa
yine caizdir. Fakat geçen rivayete binaen, namazı bitirir bitirmez başlamak
daha iyidir.
(İhrama giren kimse
eğer yalnız hac maksadı ile ihrama giriyorsa getirdiği telbiye ile hac niyetim
getirmek zorunda olur.) Zira hac bir ibadettir. İbadetler ise ancak niyetle
biribirinden ayrılmış olurlar.
(Telbiye:
LEBBEYKALLAHUMME LEBBEYKE LA ŞERİKE LEKE, LEBBEYKE İNNELHAMDE VENNİ'METE LEKE
VEIMÜLKE LA ŞE-EİKE LEKE Senin emrindeyim Allah'ım senin emrindeyim. Senin emrindeyim.
Senin ortağın yoktur. Senin emrindeyim. Bütün hamd, nimet ve hükümranlık
senindir diye zikretmektir.) Telbiye; İbrahim (Aleyhisselâm)'m -meşhur
hikâyesinde geçtiği üzere- insanları K â b e' yi ziyarete olan çağırışına
icabettirir. (Teİbiyede geçen bu kelimelerden bir tanesini bile eksik
bırakmamak gerekir.) Zira bütün ravilerin ittifakı ile Peygamber Efendimiz
(Sallallahü Aleyhi ve Seîlem)'den bu şekilde gelmiştir. (Şayet eksik
bırakılmaz, fakat bir şeyler ilâve edilirse caizdir.) İ m a m -1 Şafii -Rebi'in
kendisinden ettiği rivayete göre-
telbiyeyi de ezana kıyas ederek : «Caiz değildir. Çünkü telbiye de ezan
ve teşehhüt gibi me'sur bir şekilde varit olmuştur» demiştir. Biz diyoruz ki:
Abdullah îbn-i Mesud, Abdullah İbn-i Ömer ve Ebû Hüreyre gibi Ashabın
büyüklerinden birçok kimseler, ona birtakım şeyler katmışlardır. Kaldı ki
telbiyeden maksat, Cenâb-ı Allah'ı yüceltip ona kulluk göstermek olduğuna göre
ona başka şeyleri de katmanın sakıncalı olmaması lâzım gelir. (Kişi telbiyeye
başlayınca ihrama girmiş olur.) Yani eğer hacca niyet getirerek telbiyeye
başlarsa ihrama girmiş olur. Çünkü ibadetler ancak niyetle ifa edilebilirler.
(Fakat telbiye getirilmeden hacca niyet edilse bile ihrama girilmiş olamaz.)
Zira hac da namaz gibi birtakım rükünleri bulunan bir ibadettir. Namaza nasıl
ancak tekbir ile giriliyorsa, hacca da ancak telbiye ile girilir. Ancak şu vardır
ki: namaza girebilmek için tekbir almak şart ise de -Hanefi Fıkhı ulemâsı olan
arkadaşlarımız arasında yaygın olan görüşe göre- hacca başlamak için telbiyede
geçen kelimeleri bizzat kullanmak şart olmayıp Allah'ı yüceltmek kastı ile
söylenen her zikir, hatta Arapça olmasa bile varit olan telbiyenin yerine
geçer. İmam Ebû Yûsuf ile İmam Muhammed'e göre namaz ile hac arasında şu yönden
fark vardır: Hac babı namaz babından daha geniş olduğu için namaza girmek için
bir zikir yapmak şart ise de, hacca başlamak için -kurban olarak kesilecek
develeri nişanlamak gibi- zikir olmayan bir şey de zikrin yerine geçer. Bunun
için telbiye bir başka zikir veyahut Arapça yerine bir başka dil de olabilir.
(Cenâb-ı Hak (Azze ve
Celle). «Hacda refes, füsuk ve cidal yoktur- ([17]) buyurduğu
için, ihramda olan kimse bu üç şeyden bütün gücü ile sakınmalıdır.) Refes:
kimisi; «Cinsel ilişkidir», kimisi: «kötü ve kaba lâflardır», kimisi de:
«Kadınların yanında cinsel ilişki ile cinsel ilişkiye sürükleyici şeylerden söz
etmektir» demiştir.
Füsuk î dinî yasakları
çiğneyip korkusuz ve pervasızca günah işlemektir. Bu, her ne kadar her zaman
haram ise de, ihramda her zamankinden daha haramdır. Cidal da: şunun bununla
gerekli gereksiz tartışıp ağız kavgası yapmaktır. Kimisi de: «Haccın zamanı hakkında
müşriklerle münakaşa etmektir- demiştir.
(İhramda olan kimse av
avlayamaz.) Zira Cenâb-ı Hak: .«İhramda iken av öldürmeyin» ([18])
buyurmuştur.
(İhramda olan kimse
ava işaret de edemez ve onu başkasına gösteremez.) Çünkü rivayet olunmaktadır
ki: Ebû Katade (Radıyallâhü anh) bir yaban eşeğini avlamış, fakat kendisi ihramda
değil idiyse de, beraberinde olan arkadaşları ihramda oldukları için Peygamber
Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onlara:
"Siz işaret
ettiniz mi? Siz gösterdiniz mi? Siz yardım ettiniz mi?» diye sormuş ve onlar:
— Hayır, diye cevap verince: . «O zaman yiyin» ([19]) buyurmuştur. Hem de ava işaret etmek veyahut
onu bir başkasına göstermek, onu bizzat avlamak değil de, avlanmasına yardım
etmek olduğu için bizzat avlanmak hükmündedir.
(İhramda olan kimse
gömlek, kilot,) sank ve papuç (da giyemez.) Ancak eğer terlik bulamazsa
papuçu, boğazını kesip terlik durumuna getirdikten sonra giyebilir. Çünkü
rivayete göre Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), ihramda olan
kimseleri bunları giymekten nehyetmiş ve sonunda; «Papuç da giyemez. Ancak
eğer terlik bulamayıp da papuçlan topuklann aşağısından keserse, o zaman
giyebilir» ([20]) buyurmuştur.
Hişam'ın îmam
Muhammed' den rivayetine göre bu hadiste geçen «topuk»tan murat, abdest
âyetinde geçen, bacakların alt ucundaki çıkık kemikler olmayıp, çarık bağının
bağlandığı semtteki ayak mafsalıdır.
(İhramda olan kimse
yüzünü ve başını örtemez.) î m a m –1 Şafiî: -Erkek yüzünü örtebilir. Zira Peygamber
Efendimiz (Aley-hi's-salâtü ve's-selâm); «Erkeğin ihramda olması başından,
kadının ihramda olması yüzünden bellidir» ([21])
buyurmuştur» demiştir. Bizim ise delilimiz, Peygamber Efendimiz (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)'in ihramda vefat eden bir arkadaşı hakkında; Başı ile yüzünü
örtmeyin. Zira kıyamet günü kabirden, telbiye getirerek kaldırılacaktır» ([22])
diye buyurmasıdır. Kaldı ki kadın, yüzü açık olarak gezmesinin kötülüğe yol
açtığı halde ihramda yüzünü açmak zorunda iken, erkeğin ihramda yüzünü açmak
zorunda olması evleviyetle lâzım gelir. İmam-ı Şafiî' nin dayandığı hadis
ise, kadının ihramda bile başını açmasının caiz olmadığım bildirmek için varit
olmuştur.
(İhramda olan kimse
güzel koku süremez.) Zira Peygamber Efendimiz
(Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) : «Haca ifa etmekte olan kimse, saçı sakalı
biribirine karışık ve kerih koku veren kimsedir» ([23])
buyurmuştur.
(İhramda olan kimse)
aynı hadise binaen (saçma, sakalına yağ süremez ve ne saçını, ne de vücudunun
herhangi bir yerinde bulunan kılları tıraş edemez.) Zira Cenâb-ı Hak;
-Kurban yerine
ulaşıncaya kadar başlarınızı tıraş etmeyin» ([24])
buyurmuştur. (İhramda olan kimse sakalını da kesemez.) Çünkü kıllar kesme ile
de hafiflediği için kesmek de tıraş etmek hükmündedir.
(İhramda olan kimse
alaçehre, safran veya aspur ile boyanmış bir elbiseyi giyemez.) Zira Peygamber
Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem-İhramda olan kimse safran veya
alaçehrenin değdiği bir elbiseyi giyemez- ([25])
buyurmuştur. (Ancak eğer yıkanmış ise, rengi gitmemiş bile olsa giyebilir.)
Çünkü giyilmesinin caiz olmaması rengi için değil, kokusu içindir. İmam-ı
Şafii: -Aspurla boyanmış elbiseyi giymede sakınca yoktur. Çünkü aspur, rengi
güzel ve fakat kokusuz bir bitkidir» demiştir. Biz diyoruz ki: Rengi gibi güzel
bir kokusu da vardır.
(İhramda olan kimsenin
hamama gidip yıkanmasında sakınca yoktur.) Çünkü H z . Ömer (Radıyallâhü anh)
ihramda yıkanmıştır. ([26]) (İhramda
olan kimsenin bir duvar veya tahtarevan ile gölgelenmesinde sakınca yoktur.)
İmam Malik: -Çadır ve benzeri şeylerin altında gölgelenmesi -başım örter gibi
olduğu için- mekruhtur» demiştir. Biz diyoruz ki: Hz. Osman (Radıyallâhü anh)
ihramda iken ona çadır kurulmuştu. Sonra, başa değmedikten sonra, çadır ile
bina arasında ne fark vardır. Hatta eğer perdeler yüze ve başa değmezs,
Kabe'nin perdeleri arkasına girmek de- gölgelenmek olduğu için- mekruh
değildir. (İhramda olan kimsenin, beline kemer bağlamasında salanca yoktur.)
imam Malik: «Eğer bağladığı kemerde başkasının parasını taşıyorsa -buna mecbur
olmadığı için- mekruhtur» demiştir. Biz diyoruz ki: Kemer dikilmiş elbise
sayılmadiğı için, içindeki para ister sahibinin, ister başkasının olsun,
ikisinin de sakıncası yoktur. (İhramda olan kimse ne başını, ne de sakalını
hatmi ile yıkayamaz.) Çünkü hatmi güzel kokulu bir bitki olduğu gibi, baştaki
haşereleri de öldüren bir temizleme aracıdır. (İhramda olan kimse, farz olan
bir namazdan sonra, her yüksek olan bir yere çıkarken, her alçak olan bir yere
inerken, her bir süvari kafilesine rastlarken ve her seher vaktinde telbiye
getirir.) Zira Pygamber Efendimizin (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ashabı bu
durumların hepsinde telbiye getirirlerdi. ([27])
Hacdaki telbiye de namazdaki tekbir gibi olup namazdaki tekbir nasıl durumdan
duruma geçişlerde almıyorsa, telbiye de öyledir. (Telbiye ne kadar yüksek
sesle getirilirse o kadar iyidir.) Zira Peygamber Efendimiz (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm); «Haccın en
üstün ameli, yüksek sesle telbiye getirmek ve kan dökmektir- ([28])
buyurmuştur. (Kişi Mekke'ye girdiği zaman) ister gece, ister gündüz olsun (hiç
durmadan Mescid-i Haram'a gider.) Zira rivayet olunmaktadır ki Peygamber
Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Mekke'ye girer girmez Mescid-i Haram'a
gitmiştir. ([29]) Hem de M e k k e' ye
gitmekten maksat Beytullah'ı ziyaret etmektir. Beytullah ise Mescid-i
Haram' dadır. (Kişinin gözü
BeytuIIah'a iliştiği zaman da tekbir getirir ve LA İLAHE İLLELLAH der.) Abdullah
îhn-i Ömer (Radıyâllâhü anh) Beytullah ile
karşılaştığı zaman BİSMİLLAHİ VALLA-HU EKBER derdi. ([30]) îmam
Muhammed: «Birtakım basmakalıp dualara bağlı kalmak kalbin yumuşaklığını
giderir- diye hiç bir yerde okunacak herhangi bir duayı tayin etmemiş, ancak:
Peygamber Efendimizden (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) naklolunan duaları okumak
teberrüken iyidir, demiştir.
(Kişi ondan sonra
Hacer-ül Esved'e doğru yönelip tekbir alır ve LA İLAHE İLLELLAH der.l Zira
rivayet olunmaktadır ki Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
Mescid-i Haram'a girdiğinde Hacer-ül Esved' den başlayarak ona doğru ilerleyip
tekbir ve tehlil getirmiştir. ([31]) (Kişi
tekbir ve tehlil getirirken ellerini havaya kaldırır.) Çünkü- Peygamber
Efendimiz (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) namaz bahsinde de geçtiği üzere- «Eller ancak
yedi yerde kaldırılır» ([32]) diye dururken : -Bu yerlerden biri Hacer-ül
Esved'in karşısında dururkendir» demiştir. (Eğer kişi herhangi bir kimseyi
incitmeden Hacer-ül Esved'I istilâm etmeye yani onu öpmeye veya elinin ayasını
ona sürmeye olanak bulursa bunu yapmaya çalışır.) Zira rivayet olunmaktadır ki
Peygamber Efendimiz [Sallallahü Aleyhi ve Sellem) iki dudağını Hacer-ül
Esved'in üstüne koyarak onu öpmüş ve H z. Ömer'e: -Sen iri ve güçlü bir
adamsın, güçsüz olan kimseleri İncitebilirsin. Bundan dolayı, halkın arasına
girip taşa ulaşmak için onlarla sıkışma. Ancak eğer bir açıklık bulursan taşı
öp veya ona elini sûr. Açıklık bulamazsan yüzünü ona ver ve tehlil tekbir
getir- ([33]) buyurmuştur. Hem de
Hacer-ül E s ve d' i öpmek veya ona el Sürmek sünnettir. Müslümanları
incitmekten sakınmak ise vaciptir. (Şayet elinde bulunan) bir hurma dalı ve
benzeri gibi (bir şeyi Hacer-ül Esved'e dokundurup da o şeyi öpmeye imkân
bulursa, bu da iyidir,] Zira rivayet olunmaktadır ki Peygamber Efendimiz
(Sal-lallahü Aleyhi ve Sellem) devesinin sırtında ve elinde bulunan bastonunu
Kabe'nin rükünlerine dokundurmak suretiyle tavaf yapmıştır. ([34])
Şayet bunu da yapamazsa, o zaman yüzünü H a c e r - ül Esved'e vererek tekbir
tehlil getirmek, Allah'a hamdetmek ve Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve
Selleml'e salavat okumakla yetinir.
(Kişi bundan sonra
İhramının bir ucunu sağ koltuğunun altından, bir ucunu da sol omuzunun
üstünden geçirerek sağ yanma döner ve Kabe kapısının bulunduğu tarafa doğru
ilerleyip Kabe'nin etrafında yedi tur yapar.) Çünkü rivayet olunduğuna göre
Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Hacer-ül Esved' i öptükten
sonra sağ yanına dönmüş ve Kabe kapısının bulunduğu tarafa doğru ilerleyip
Kabe' nin etrafında yedi tur yapmıştu. ([35]) K â
b e ' nin etrafında tur yaparken ihramın bir ucunu sağ koltuğun altından, bir
ucunu da sol omuzun üstünden geçirmek sünnet olup Peygamber Efendimiz
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den naklolunmuştur. ([36])
(Kabe'nin etrafında
tur yapılırken Hatıym'in dışından geçilir.) Hatıym: oluğun bulunduğu duvarla
bitişiğinde ve yerden yüksekçe olan sekinin adıdır. H z . A i ş e ' nin
rivayetine ([37]) göre, burası ibrahim
(Aleyhisselâm) zamanında Kabe' nin içinde iken sonradan Kureyşliler tarafından
yapılan, bir onarımda maîzemeleri yetmediği için Kabe' nin dışında
bırakılmıştır. Bunun için ona hem «Hatıym» hem «Hicir» denilir. Çünkü Hatıym,
koparmak mânâsında olan -HATM» mastarından müştaktır. Zira burası K â -b e '
den iken Kabe1 den koparılmıştır. Hicir de -HACR» mastarından gelmedir. Zira
Hacr menetmek demektir. Burası da Kafa e ' den iken K â b e' den menedildiği
için ona Hicir denilmiştir. Bunun için, Kabe" nin etrafında tur
yapılırken bu sekinin dışından geçmek gerekir. Hatta eğer kişi bu seki ile K â
b e' nin duvan arasında buiunan açıklıkta geçerse tavafı caiz olamaz. Bununla
beraber namazda bu sekiyi kıble yapmak caiz değildir. Çünkü namazda Kabe' nin
karşısında durmanın şart olduğu, Kur'-anı Kerim ile sabit iken K â b e ' den
olduğu Haber-ı Vahit ile, yani "tek kişi hadisi ile öğrenilen bir şeyin
karşısmda .durup namaz kılmak ihtiyata aykırıdır. Tavafta ise, ihtiyat onun
dışından geçmektir.
(Tavafın İlk üç turunu
koşarak yapmak sünnettir.) Bunun sebebi şudur: Peygamber Efendimiz (Sallallahü
Aleyhi ve Sell^m) ile Ashabı K â b e' yi tavafa başlarken uzaktan onları
seyreden müşrikler birbirlerine :
•Görüyor musunuz, Y e
s r i b' in ([38]) sıtması onlan ne kadar
güçsüz yapmıştır- demişler ve bunu duyan Peygamber Efendimiz (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem), müşriklere gözdağı vermek için ashabına, ilk üç turu koşarak
yapmalarını emir buyurmuştu. ([39]) Sonradan
buna her ne kadar artık gerek kalmamış ise de, hüküm gerek Peygamber Efendimiz
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) zamanında, gerek ondan sonra olduğu gibi devam
etmiştir. (Geri kalan dört tur ise normal yürüyüşle yapılır.) Peygamber
Efendimizin (Sallalia-hü Aleyhi ve Sellem) hac safahatını rivayet edenlerin
hepsi bunda müttefiktirler. (İlk üç turdaki koşmak da Hatıym'dan Hatıym'a kadardır.)
Peygamber Efendimizden (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) bu şekilde rivayet
olunmuştur. ([40]) (Şayet fazla
kalabalıktan bazı yerlerde koşmaya imkân bulunmazsa, hemen orada durulur ve
açıklık bulununca tekrar koşmaya devam edilir.) Çünkü koşmanın yerini
tutacak'başka bir şey bulunmadığı için, turları sünnet olan şekli ile yapmak
üzere durup beklemek gerekir
Hacer-ül Esved'i öpmek veya el
sürmek ise öyle değildir. Zira fazla kalabalıktan dolayı Hacer-üî Esved'i
öpmek veya el sürmek mümkün olmadığı zaman, onun karşısında durmak onu öpmek
veya ona el sürmek yerini tutar.
(Kişi Kabe'nin
etrafında turları yaparken, Hacer-ül Esved'in yanından geçtikçe –yapabilirse-
Hacer-ül Esved'i öpmesi veya ona el
sürmesi sünnettir.) Çünkü Tavafın turları namazın rekâtları gibidirler. Namaz
kılan kimse nasıl her bir rekâta yeni bir tekbir ile başlıyorsa, K â b e ' yi
tavaf eden kimse de her bir tura, H a -cer-ül Esved'i öpmek veya ona el
sürmekle taşlar. Şayet fazla kalabalıktan buna gücü yetmezse, o zaman -yukanda
da geçtiği üzere- Hacer-ül Esved'in karşısında durup tehlü ve tekbir
getirmekle yetinir.
(Kabe tavaf edilirken,
Hacer-ül Esved'den başka-aynca Kabe'nin Yemen yönündeki köşesini de öpmek veya
ona el sürmek) zahir olan rivayete göre (iyidir.) İmam Muhamme d ' den ise,
sünnet olduğu ve H a c e r - ül E s v e d ile bu köşeden başka bir yere el
sürmenin sünnet olmadığı rivayet olunmuştur. Zira Peygamber Efendimiz
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yalnız H a-c e r- ül E s v e d
ile bü köşeye el sürerdi. ([41])
(Kabe'yi tavaf eden
kimse tavafını Hacer-ül Esved'i öpmek veya ona el sürmekle bitirir ve ondan
sonra İbrahim (AleyhisselâmJ'ın makamına gidip iki rekât namaz kılar. Şayet
orada yer' bulamazsa, Mescİd-i Haram'm imkân bulduğu herhangi bir yerinde
kılar.) Bu iki rekât namaz biz Hanefüere göre vaciptir. İ m a m-ı Şafii ise :
-Sünnettir Çünkü vücubunu gösteren herhangi bir de!ü yoktur- demisnr. Biz ise .Kabe'yi tavaf eden kimse, her yedi tur başına iki rekât namaz kılsın» ([42]) hadisine dayanıyoruz. Zira emir vücubu İfade eder.
(iki rekât namazdan
sonra tekrar Hacer-ül Esved'e dönülüp öpülür veya ona el sürülür.l Çünkü rivayet
olunmaktadır ki Peygam-ber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) iki rekât
namaz kıldıktan sonra tekrar Hacer-ül Esved'e dönmüştü. ([43]) Kaide
şudur ki: arkasında Saiy bulunan her tavaftan sonra H a c e r - ül Esved'e
dönülür. Zira nasıl tavafa Hacer-ül Esved ile başlanıyorsa, Sa'ye de H a c e
r-ül Esved ile başlanır. Arkasında saiy bulunmayan tavaf ise böyle değildir. (Buraya
kadar söylediğimiz tavaf Tavafül-Kudum'dur.) Buna aynca Tavaf üttahiyy e de denilir. (Bu tavaf vacip değil, sünnettir.) i m a
m Malik,-Kim ki Beyt'e
gelirse onu tavaf ile
hediyelendirsin- ([44]) hadisine dayanarak bu tavafın vacip olduğunu
söylemiştir.
Biz diyoruz ki:
-Cenâb-ı Allah tavafı mutlak bir şekilde emir buyurmuş, yani «Beyt'i şu kadar
kez tavaf edin- dememiştir. Mutlak emrin de tekrarı gerektirmediğine ve
Tavafüzziyare'nin de icma ile vacip olduğuna göre bu tavafın vacip olmaması
lâzım gelir. Kaldı ki imam Malik'in dayandığı hadis de bu tavafın vacip olmadığını
ifade eder. Çünkü bu hadiste bu tavafa hediye denilmiştir. Hediye ise
müstahaptır. (Mekke'de oturanlar için Tavafülkudum yoktur.) Çünkü Tava-fülkudum
M e k k e ' ye geliş tavafı demektir. M e k k e' de oturanlar ise M e k k e' ye
gelmiş olmuyorlar ki bu tavafı yapsınlar. (Bundan sonra kişi Safa tepesine
çıkıp yüzünü Kabe'ye verir ve tekbir, tehlil ve salâvat getirdikten sonra
ellerini havaya kaldırıp istediği duaları yapar.) Zira rivayet olunmaktadır ki
Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem) Safa tepesine çıkmış ve
Beyt'i görünce durup yüzünü ona vererek duaya başlamıştır. ([45])
Diğer dualarda olduğu gibi burada da duadan önce Allah'a hamd ve sena edilir ve
Peygamber Efendimize (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) salâvat getirilir, ki Allah
katmda kabulü için vesile olsun. Elleri havaya kaldırmak da zaten her duada
sünnettir. ([46]) Safa tepesine de K â b
e'nin görülebileceği kadar çıkılır. Zira tepeye çıkmaktan maksat Kabe'yi görüp
yüzü ona vermektir. Sonra, kişi Safa tepesine çıkmak istediği zaman M e s c i
d-i Haram' dan istediği kapıdan çıkabilir. Peygamber Efendimizin (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) Beni Mahzum kapısından çıkması ise -ki bu kapıya Babussafa da
denilir- bu kapıdan çıkmak sünnet olduğu için değil, bu kapının Safa
tepesine daha yakın olduğu içindi.
(Sonra kişi. Safa
tepesinden inip normal bir yürüyüşle Merve tepesine doğru ilerler ve Batnülvadi
denilen semte varınca iki yeşil nişan arasında koşarak yürür. Ondan sonra Merve
tepesine varıncaya kadar tekrar normal bir yürüyüşle ilerleyip Merve tepesine
çıkar ve Safa tepesinde yaptıklarının aynısını bu sefer Merve tepesinde
yapar. Bunun hepsi bir tur olup Safa tepesinden başlayarak Merve tepesinde
bitirmek suretiyle bunun gibi altı tur daha yapar.) Buna da Saiy denilir. Zira
rivayet olunmaktadır ki Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Safa
ile Merve tepeleri arasında bu şekilde yedi tur yapmıştır. Safa tepesinden
başlamanın sebebi de; «Cenâb-ı Allah Safa ile Merve'nin hangisinden önce söz
etmişse, siz de önce ondan başlayın» ([47])
hadisidir.
Sonra, Safa
ile Merve tepeleri arasındaki bu sa'y vacip ise de,
haccın rüknü değildir, t m a m -1 Ş â f i İ
ise: -Sa'y yapın. Zira Cenâb-ı Allah size sa'yı farz kılmıştır- ([48])
hadisine dayanarak: «Rükündür» demiştir. Biz ise; Safa ile Merve Allah'ın
nişanelerindendirler. Kim Beyt'i hacceder veya umre yaparsa, bu ikisini de
tavaf etmesinde bir sakınca yoktur- ([49])
âyet-i Kerimesine dayanıyoruz. Zira bu ifadeden rükni-yet şöyle dursun, vücup
bile anlaşılmaz. Bununla beraber biz yine ihtiyaten vücubuna kail olmuşuzdur. Hem
de rükniyet ancak kesin delil ile sabit olur. Burada ise kesin delil yoktur.
Zira 1 m a m-ı Şafii' nin dayandığı hadis sa'yın farzıyetinde nass değildir.
Çünkü farz kılmak bazan müstahap kılmak mânâsında da kullanılır. Nitekim;
âyet-i kerimesinde
-Birinize ölüm geldiği zaman, eğer mal bırakıyorsa, vasiyet etmek size farz
kılındı- ([50]) diye buyurulduğu halde,
ölmek üzere bulunan kimsenin vasiyet etmesi icma ile müstahaptır.
(Safa ile Merve
arasında bu şekilde sa'y da yaptıktan sonra kişi ihramını çözmeden Mekke'de
bekler.) Zira hacc niyetiyle ihrama girdiği için hac menasikini bitirmedikçe
ihramını çözeni ev. (ve her arzu ettikçe Beyt'i tavaf eder.) Zira tavaf da
namaz gibidir. Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Selle «Beyt'i tavaf
etmek de bir namazdır» ([51])
buyurmuştur. Nnmaz ise en güzel ibadettir, öyleyse tavaf da öyledir. Ancak bu
tavaflardan sonra Safa ile Merve arasında saiy yoktur. Çünkü hacda saiy ancak
bir kez vaciptir. Nafile olarak da saiy yapmak meşru değildir. Kişi bu
tavafları yaparken her bir yedi turdan sonra iki rekât namaz kılar, ki bu
namaza -yukarıda da geçtiği üzere- Tavafın iki rekât namazı denilir.
(Zilhicce ayının
yedinci günü gelince imam bir hutbe vererek halka, Mina'ya gitmenin, oradan da
Arafat dağına çıkıp arife günü Arafat'ta kalmanın ve ondan sonra tekrar Mina'ya
dönüp Teşrik günlerini Mina'da geçirmenin gerektiğini anlatır.) Kısacası:
Hacda üç hutbe vardır. î/si, bizim söylediğimiz bu hutbedir. 2.'si, Arefe günü
Arafat dağında, 3.'sü de Zilhicce ayının onbirinci günü M i n a' da verilir.
Buna göre hutbeler gün aşın olarak verilmiş olur. imam Züfer: «Hutbeler
Zilhicce ayının sekizinci gününden itibaren üç gün üstüste verilir. Çünkü
hacıların bir arada bulundukları günler bu günlerdir.- demiştir. Biz diyoruz
ki: Z i I h i c -c e ayının sekizinci günü ile Kurban bayramının ilk günü
herkes meşgul olduğu için hutbeyi dinlemeye pek vakit bulamaz. Hutbelerden
gaye ise, halka gerekli bilgileri vermektir. Bunun için bizim dediğimiz
günlerde hutbelerin verilmesi daha uygundur. (İhramda olan kimse (Zilhicce
ayının sekizinci günü sabah namazım kıldıktan sonra Mina'ya gitmek üzere
Mekke'den çıkar ve Arafe gününün sabah namazını kılıncaya kadar Mina'da kalır.
Ondan sonra Arafat'a gider.) Zira rivayet olunmaktadır ki Peygamber Efendimiz
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Zilhicce' nin sekizinci günü sabah namazını M ek
ke'de kılmış ve Güneş doğunca M i n a ' ya doğru yola çıkarak öğle, ikindi,
akşam, yatsı ve sabah namazlarını M i n a ' da kıldıktan sonra Arafat dağına
çıkmıştır. ([52]) (Şayet kişi Arefe
gecesini Mekke'de geçirir ve sabah namazını kıldıktan sonra Arafat'a gitmek
üzere yola çıkıp Mî-na'dan geçerse yine de kâfi gelir.) Çünkü Zilhicce' nin
sekizinci günü M i n a ' da yapılması gereken herhangi bir ibadet yoktur.
Fakat bu kimse Peygamber Efendimizin (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yaptığı gibi
yapmadığı için iyi bir iş yapmış olmuyor.
(Arafat'ta Güneş
tepeden sağa doğru kaymağa başlayınca İmam, Arafat ve Müzdelife vukufları.
Cemreleri taşlamak, kurban kesmek, tıraş olmak ve Tavafüzziyara gibi Haccm geri
kalan menasikini halka bildirmek üzere hutbe verir ve ondan sonra öğle ile
ikindi namazlarını birarada kıldırır. Bu hutbe de cuma hutbesi gibi iki tane
olup aralarında hafif bir oturuş yapılır.) Peygamber Efendimiz (Sal-İallahü
Aleyhi ve Sellem) böyle yapmıştır. ([53])
İmam Malik: •Hutbe namazdan sonra verilir. Çünkü bu hutbeden gaye öğüt ve
nasihat olduğu için o da bayram hutbesi gibidir» demiştir. Bizim ise delilimiz.
Peygamber Efendimizin (Sallallahü Aleyhi ve Seüem) bu hutbeyi namazdan önce
vermiş olmasıdır. Kaldı ki bu hutbeden gaye haccm menasîki hakkında bilgi
vermek olduğuna ve bu me-nasikten bir tanesinin de öğle, İkindi namazlarını bir
arada kılmak olduğuna göre bu hutbenin namazdan önce olması daha uygundur.
Mezhebin zahirine göre
-cuma hutbesinde olduğu gibi- bu hutbede de imam minbere çıkıp oturduktan
sonra müezzin ezan okumaya başlar. İmam Ebü Yûsuf ise -bîr rivayete göre -imam
minbere çıkmazdan bir rivayete göre de «Hutbeyi bitirdikten sonra ezan okunur»
demiştir. Fakat doğrusu bizim dediğimiz gibidir. Zira Peygamber Efendimiz
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem), devesinin sırtına çıkıp doğrulduktan sonra
müezzinler onun önünde ezan okumaya başlamışlardı. ([54])
Kamet ise, hutbe bittikten sonra getirilir. Çünkü, namaza başlama zamanı -cuma
namazında olduğu gibi- hutbe bittikten sonradır. (öğle ile ikindi namazları
öğle namazı vaktinde, bir arada ve bir ezan ile ve fakat her birine ayn ayrı
kamet getirilerek kılınır.) Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) öğle
ile ikindi namazlarını bir arada kıldığına dair rivayetler meşhurdur ve bunda
ihtilâf yoktur. Peygamber Efendimizin (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) iki namazı
bir ezan ve fakat iki kamet ile kılması ise, C a -bir (Radıyallâhü anhl'ın; «Peygamber
Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) öğle ile ikindi namazlarını bir ezan ve
iki kamet ile kıldı- mealindeki hadi-siyle sabittir. ([55])
Bunun manası şudur ki: öğle namazı için hem ezan okunur, hem kamet getirilir.
İkindi namazı ise, vakti daha olmamışken kılındığı için -halk bilsin diye- ona
yalnız kamet getirilir. (Ve iki namaz arasında sünnet kılınmaz.) Çünkü eğer
aralarında sünnet kıhnsa, ikisinin bir arada kılınmasında mânâ kalmaz. Bunun
için eğer aralarında sünnet kıhnsa, mekruh bir iş yapılmış olmakla beraber
-zahir olan rivayete göre- o zaman ikindi namazı için de ayrı bir ezan
okunur. îmam Muhammed
ise: «Aralarında sünnet kıhnsa bile veya başka bir iş dahi yapılsa,
ikindi namazı için ayrı bir ezan okunmaz» demiştir. (Şayet imam hutbe vermese
de caizdir.) Çünkü bu hutbe farz değildir. îmam Ebû Hanife'ye göre (öğle
namazını, bulunduğu yerde ve tek başına kılan kimse ikindi namazını ikindi namazı
vaktinde kılar.) Diğer iki imam ise: «Tek başına da kılsa iki namazı bir arada
kılar. Çünkü iki namazı bir arada kılmak, Arafat'ta istendiği zaman ve çokça
dua etme imkanını bulabilmek içindir. Buna ise, cemaatle namaz kılan kimse
kadar tek başına kılan kimse de muhtaçtır» demişlerdir. İmam
Ebû H a n i f e : «Her namazı
kendi vakti içinde kılmanın zorunluğu naslarla sabit olduğuna göre, herhangi
bir namazı vaktinden önce kılmak, ancak şeriatın varid olduğu bir durumda caiz
olabilir. Şeriat ise, sadece A r a f a t' ta imam ile birlikte öğle namazından
sonra kılman ikindi namazı hakkında varid olmuştur. O da -iki imamın dediği
gibi-istendiği zaman ve çokça- dua etmeye imkan bulmak için değildir. Zira
bunun için iki namazı bir arada kılmak ile her namazı kendi vakti içinde
kılmak arasında fark yoktur. Eğer ikindi namazı kılınmadan cemaat dağılırsa,
her biri bir tarafa giden bunca insanların ikinci kez ikindi namazı için
toplanmaları zor olur» demiştir. A r a f a t' da öğle ile ikindi namazlarını
bir arada kılabilmek için, îmam Ebû Hanife'ye göre her iki namazın da cemaatle
kılınması şarttır. îmam Züfer
ise: «Yalnız ikindi namazının cemaatle kılınması kâfidir» demiştir. Hacc
ihramında olma şartı da bu ihtilâfa göredir. İmam Ebü H a n i f e -yukanda da
geçtiği üzere- i «Çünkü her hangi bir namazı vaktinden önce kılmak kıyasa
aykırı olduğu için ancak Şe-riat'm varit olduğu bir durumda caiz olur. Bu durum
da her iki namazın cemaatla kılınması ve kılan kimsenin hacc ihramında olması
halidir. Zira Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu iki namazı
hac ihramında ve cemaatla kıldırırken bir araya getirmiştir- demiştir.
ihramda olma şartı
hakkında da îmam Ebû Hanife'-den iki rivayet gelmiştir. Bir rivayete göre îmam
Ebû Hani-f e: «.Eğer kişi öğleden önce ihrama girmemiş ise iki namazı bir arada
kılamaz», bir rivayete göre de: «Namaza başlamadan önce ihrama girmiş olması
kâfidir» demiştir. (Namazdan sonra imam cemaatı ile birlikte Cebel-ürrahme yakınında
yer tutmak İçin harekete geçer.) Zira Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) öyle yapmıştır. ([56]) (Arafat'ın
-Ürene düzlüğü dışında- her yerinde durulabilir.) Çünkü Peygamber Efendimiz
(Aleyhi's-salâtü ve's-selâm); -Arafat'ın her semti durma yeridir. Ancak Ürene
düzlüğünde durmayıp daha yukarı çıkın. Müzdelife'nin de her semti durma yeridir
Ancak Vadi Muhassir'de durmayıp daha yukarı çıkın ([57])
buyurmuştur. (İmamın Arafat'ta yerde durması caiz ise de, bineğinin sırtında
durursa daha iyidir.) Zira Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
devesinin sırtında durmuştur. ([58])
(İmamın Arafat'ta
durduğu sürece yüzünü kıbleye vermesi de iyi bir şeydir.) Zira rivayet
olunmaktadır ki Peygamber Efendimiz (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem
A r a f a t'
ta hep yüzü kıbleye
dönük olarak durmuş ve
-Durulan yerlerin en iyisi kıbleye yönelik olarak durulan yerdir- ([59])
buyurmuştur.
(Arafat'ta imam gâh
halka hacc menasiki hakkında bilgi verir, gâh halkın duyabileceği bir sesle dua
eder.) Zira rivayete göre Peygamber Efendimiz (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) A
r a f a t' ta, yiyecek istiyen aç ve yoksul olan bir kimsenin avuç açması gibi
her iki elini açıp istediği duaları yapmıştı. ([60])
Peygamber Efendimiz (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem)'den birtakım dualar rivayet
olunuyorsa da kişi istediği duaları yapmakta serbesttir. Peygamber Efendimiz
(Salİallahü Aleyhi ve Sellem)'den rivayet olunan duaları mufassal olarak
-Uddet-ünnasik Fi İddet-İl Menasik- adlı kitabımızda toplamış bulunuyoruz.
îstiyen oradan alabilir.
(Arafat'ta halk ne
kadar imamın yakınında dursalar o kadar iyidir.) Zira -yukarıda da
söylediğimiz gibi- imam gâh hacc menasiki hakkında bilgi verir, gâh yüksek
sesle dua eder. Onun yakınında olanlar daha iyi sesini işitirler. (Aynca
imamın arkasında durmak da iyi bir şeydir.) Çünkü ima-mın yüzü kıbleye dönük
olduğu için onun arkasında duran kimselerin de yüzleri kıbleye dönük olur.
Ancak bizim bu dediklerimizin hepsi, A
r a f a t' ta durmanın en iyi olan
şekli hakkındadır. Yoksa, Araf a t'm neresinde durulsa -yukarıda da geçtiği
üzere- caizdir. (Arafat'a çıkmazdan Önce yıkanmak ve Arafat'da da güç yettiği
kadar dua etmek müstahaptır.) Bu yıkanma -gusül bahsinde geçtiği üzere- mendup
olup vacip değildir. Hatta eğer kişi yıkanmayıp yalnız abdest de alsa- cuma,
bayram ve ihrama girme gusüllerin-de olduğu gibi- yıkanmanın yerini tutmuş
olur. Dua edip durmak da keza vacip değil, müstahaptır. Zira rivayet
olunmaktadır ki Peygamber Efendimiz (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) A r a f a t'
ta hep ümmeti için dua edip durmuş, tâ ki ümmetinin -kul hakları dışında- her
çeşit günahlarının bağışlandığı müjdesi kendisine verilmiştir. ([61]) (Arafat'ta
telbiye devamlı getirilmeyip zaman zaman kesilir.) İmam Mâlik: -Kişi Arafat'a
çıkar çıkmaz telbiyeyi keser. Zira telbiye -Senin emrindeyim» demek olup dil
ile icabettir. Dil ile icabet ise, haccın rükünlerine başlamazdan önce olup
hac-cın rükünlerine başlandıktan sonra ona gerek kalmaz» demiştir.
Biz diyoruz ki:
Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in Akabe Cemresi'nin yanma
varıncaya kadar telbiyeye devam ettiği ([62])
gibi, hacdaki telbiye namazın tekbirleri hükmünde olduğu için, kişinin ihramda
olduğu sürece telbiye getirmesi gerekir.
(Arafat'ta arefe günü
güneş battıktan sonra imam ile beraberinde olan halk Arafat'tan hareket eder
ve ağır ağır inip tâ ki Müz-delife'ye varırlar.) Zira Peygamber Efendimiz
(Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) A r a f a t' dan güneş battıktan sonra hareket
etmiştir. ([63]) Hem de Arafat" dan
güneş battıktan sonra hareket etmekle müşriklerin adetine muhalefet edilmiş
olur. Şayet kişi kalabalık içinde sıkışmaktan korkup İmamdan Önce hareket eder
ve fakat Arafat'ın -sınırlarını geçmezse - Arafat' dan ha reket etmiş
sayılmadığı için- caizdir. Bununla beraber -bir rüknü vakti gelmeden edaya
başlamış olmasın diye- imamdan önce hareket etmemesi daha evladır. Güneş batıp
imamın hareketinden sonra bir miktar durup sonra hareket etmekte ise bir
sakınca yoktur. Zira rivayet olunmaktadır ki halk hareket ettikten sonra H z .
A i -ş e bir içecek isteyip orucunu
açtıktan sonra hareket etmiştir. (Müzdelife'ye varıldıktan sonra tepesinde ateş
yakılan ve Ku-zah denilen dağın eteğinde durmak müstahapbr.) Zira rivayete göre
hem Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), hem H z. Ömer bu dağın
eteğinde durmuşlardır. ([64])
Burada da. -Arafat'ta olduğu gibi- imamın arkasında durmak müstahaptır.
(İmam burada da akşam
ile yatsı namazlarını bir arada, bjr ezan ve bir kamet ile kıldırır.)
îmam Züfer: «Arafat'ta
olduğu gibi burada da iki namaz bir ezan ve fakat iki kamet ile kılınır-
demiştir.
Biz diyoruz ki C a b i
r (Radıyallâhü anh)'ın rivayetine göre Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) M ü z d e 1 i-f e' de akşam ile yatsı namazlarını bir ezan ve bir
kamet ile kıl-dırmıştır. ([65])
Kaldı ki burada yatsı namazı vaktinde kılındığı için ona aynca kamet getirmeye
gerek yoktur. A r a f a t' da ise ikindi "namazı öğle namazı vaktinde
kılındığı için ona aynca kamet getirilir ki cemaat haberdar olsun.
(Bir arada kılınan bu
akşam ile yatsı namazları arasında sünnet kılınmaz.) Çünkü eğer aralarında
sünnet kılmsa bir arada kılınmış olmazlar. Şayet kişi akşam namazından sonra
sünnet kıldıktan veyahut bir başka iş yaptıktan sonra yatsı namazını kılmak
isterse -iki namazı biribirinden ayırmış olduğu için- yatsı namazına da aynca
kamet getirir. Hattâ yalnız kamet değil -Araf a t'da bir arada kılınan öğle ile
ikindi namazları arasında sünnet kılındığı zaman nasıl ikindi namazı için de
aynca ezan okunuyorsa- burada da yatsı namazı için de ayrı bir ezan okumak
gerekirdi. Fakat Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den M ü z-d
e 1 i f e ' de akşam namazım kıldıktan sonra yemek yediği ve ondan sonra yatsı
namazını yalnız kamet getirilerek kıldırdığı rivayet olunduğu için biz yalnız
kamet ile yetindik. Sonra imam Ebû Hanife'ye göre bu iki namazı bir arada
kılabilmek için -Arafat'ta bir arada kılınan öğle ve ikindi namazında olduğu
gibi-cemaatla kılınmalan şart değildir. Çünkü bu iki namazı bir arada kılmada
herhangi bir namazı vaktinden önce kılmak gibi kıyasa aykırı bir hareket
yoktur. Arafat'ta öğle ile ikindi
namazlan bir arada kılındıklan zaman ise, ikindi namazı vaktinden önce kılınmış
olur.
(İmam Ebû Hanife ile
îmam Muhammed'e göre akşam namazını yolda, yani Müzdelife'ye varmadan kılmak
caiz değildir ve şayet kılınsa, fecir sökmedîkçe bir daha kılmak gerekir.) İmam
Ebû Yûsuf ise: «Caizdir. Fakat iyi bir şey yapmış olmaz» demiştir. Aynı
ihtilâf, kişinin Arafat' dan hareket etmezden önce akşam namazını kılması
halinde de caridir. îmam Ebü Yûsuf: «Akşam namazı vaktinde kılınmış olduğu
için sahihtir ve dolayısiyle bir daha kılınması gerekmez. Ancak sünnete aykın hareket
ettiği için iyi bir iş yapmış olmuyor-demiştir.
imam Ebû Hanife ile
İmam Muhammed de, Peygamber Efendimiz (Salîallahü Aleyhi ve Sellem} 'in Müzde-
1 i f e yolunda
Üsame'ye -Namaza daha vardır»
diye buyurduğuna dair rivayete dayanmışlardır. ([66])
Zira bu ifade ile akşam namazını yatsı vaktine ertelemenin vacip olduğuna
işaret buyurulmuştur ki, iki namazı M ü z d e 1 i f .e' de bir arada kılmaya
imkân bulunsun. Bunun içindir ki fecir sökmedikçe bir daha kılınması gerekir ve
fecir sökünce de -iki namazı aynı vakitte artık kılmaya imkân kalmadığı için-
bir daha kılmanın vü-cubu sakıt olur.(Müzdelife'de imam, sabah namazım fecir
söker sökmez ve ortalık daha karanlıkken kıldırır.) Zira Abdullah îbn-i M e -s
u d (Radıyallâhü anh)'ın rivayetine göre Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) Müzdelife'de sabah namazını karanlıkta kıldırmıştır. ([67]) Hem
de M ü z d e 1 i f e' de sabah namazını erken kılmak, kişiye bol bol dua etmek
için vakit bırakmış olur. Nasıl ki A r a f a t' da ikindi namazını öğle namazı
vaktinde kılmak da bunun içindir.
(Sabah namazından
sonra imam ile cemaat, ortalık aydınlanın-caya kadar Mözdelife'den aynlmayıp
dua ederler.) Zira Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) M ü z d e
1 i f e' de sabah namazından sonra yerinden aynlmayıp ortalık aydınlanıncaya
kadar dua etmiştir. ([68])
Hattâ Ibn-i Abbâs'm
rivayetine göre Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) M ü z
-d e 1 i f e ' de, yaptığı duanın kabul olunduğu ve ümmetinin -kul hakkı da
dahil- bütün günahlarının bağışlandığı müjdesini de almıştır. ([69])
Sabah namazından sonra
ortalık aydinlanıncaya kadar M ü z -d e 1 i f e ' de kaimak -biz Hanefilere
göre-haccm bir rüknü olmayıp ancak vaciptir ve eğer kişi mazeretsiz olarak
kalmaca ona kurban lazım yeiır. I m a
m -1 Ş a f i İ ise; -Arafat'tan indiğinizde Allah'ı
Meş'ar-ı Haram denilen Müzdolife'de zikredin- ([70])
uyuti kerimesine dayanarak rükün uldugunu söylemiştir. ([71]) Zira böyle bir emirle rükniyet sabit olur.
Biz diyoruz ki:
Peygamber Efendimiz (Saliallahü Aleyhi ve Sellem) beraberinde bulunan
ailelerinden yorgun ve zaif olanları daha ortalık karanlıkken M i n a ' ya
göndermişti. ([72]) Eğer ortalık
aydmlanmcaya kadar M üzdelife'de kalmak rükün olsaydı ortalık daha karanlıkken
Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onları göndermezdi. Âyette
emredilen şey de zikirdir. Zikir ise icnin ile sünnettir. Ancak buna göre.
ortalık aydın-lanıncaya kadar M ü z d e 1 ı f e " de kalmanın vacip de
olmaması gerekirdi Fakni biz vnr uhurnı-
"Kim ki bizim bu
namazımızda hazır bulunur ve buradan gidinceye kadar bizimle beraber
bulunursa, eğer daha önce de Arafat'ta gece veya gündüz durmuşsa haccı tamamlanmış
olur- ([73]) hadisinden çıkarıyoruz. Zira bu ifadeden
vücup anlaşılır. Ancak eğer kişi güçsüz, kadın veya hasta olduğu için
kalabalığa tahammül edemiyorsa -yukarıda geçen hadise binaen- hakkında vücup
sakıt olur. (Yukarıda geçen hadise binaen Müzdelife'nin -Vadi Muhassir dışında-
her yerinde durulabilir.)
(İmam, cemaatı ile
birlikte güneş doğduktan sonra Mina'ya gitmek üzere Müzdelife'den hareket
eder.) K u d û r i' nin bazı nüshalarında bu şekilde geçiyorsa da yanlış olup
doğrusu -ortalık aydınlanınca M ü z d e 1 i f e ' den hareket eder-
şeklindedir. Zira Peygamber Efendimiz (Sailallahü Aleyhi ve Seİlem) güneş doğmadan M ü z d e 1 i f e ' den hareket etmiştir. ([74])
(Kişi Mina'ya
vardıktan sonra Akabe Cemresinden başlayarak vadinin ortasındaki düzlükten,
parmak uçları ile atılan çakılların büyüklüğünde yedi tane çakıl oraya atar.}
Zira Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) M i n a ' ya varınca
Akabe Cemresinin taşlarını atmadan vadinin ortasındaki du/Jukun yukarı çıkmamış
ve; Parmak uçları ile alılan küçük çakılları atın. birbirinizi incitmeyin- ([75])
buyurmuştur. Şayet kişi daha buyuk çakılları atarsa yine caizdir. Çünkü atılan
taşlar büyük de olsa onunla (atmak demek olan) remiy hâsıl olur. Ancak
herhangi bir kimseye değdiği takdirde onu incitmemesi için büyük taşlan atmak
iyi değildir.
(Şayet kişi Cemre'ye
yukarı taraftan atarsa yine caizdir.) Zira Akabe Cemresi' nin her tarafı ibadet
yeridir. Fakat yukarıda geçen hadise binaen aşağıdaki düzlükten atmak daha evlâdır.
(Her bir çakıl
atılırken tekbir getirilir.) Abdullah İbn-i Mesud ile Abdullah İbn-i Ömer' den
bu şekilde rivayet olunmuştur. ([76])
(Şayet tekbir yerine teşbih edilirse yine caizdir.) Çünkü teşbih ile de zikir
hâsıl olur. Taşlan atarken ise zikretmek gerekir.
(Taşlar atıldıktan
sonra Akabe Cemresi'nin yanında durulmaz.) Zira Peygamber Efendimiz (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) Akabe Cemresi yanında durmamıştır. ([77]) (Taşlar
atılmaya başlarken telbiye kesilir.) Zira gerek Abdullah îbn-i Mesud ve gerek
Cabir (Radıyallâhü anh) '-dan gelen rivayetlere göre Peygamber Efendimiz
{Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Akabe Cemresi1 ne taşları atmaya başlarken
telbiyeyi kesmiştir.
Cemrelere taş atmanın
keyfiyeti şöyledir : Çakıl sağ elin baş parmağının iç tarafı üstüne bırakılıp
şehadet parmağının yardımı ile cemreye doğru fırlatılır.
Hasan tbn-i Ziyad'm
imam Ebü Hanife'-den rivayetine göre, cemreleri taşlayan kimse ile taşların
düştüğü yerin arasındaki mesafenin beş arşından aşağı olmaması gerekir. Zira
bundan daha az olan mesafeden atmak, atmak değil, yere düşürmektir. Bununla
beraber şayet kişi daha az bir mesafeden atarsa yine olur. Çünkü bu da -hiç
değilse- ayakların önüne atmaktır. Fakat sünnete uymadığı için iyi sayılmaz.
Fakat eğer çakıl yavaş olarak yere bırakılırsa caiz değildir. Zira yavaş olarak
yere bırakmaya, atmak denilmez. Eğer atılan çakıl cemrenin içine düşmeyip
yakınına düşerse, yine olur. Çünkü atılan çakılların hepsini cemrenin içine
düşürmek çoğu kez mümkün olamaz. Fakat eğer uzak bir yere düşerse caiz
değildir. Zira bu ibadetin yeri ancak cemrenin bulunduğu sahadır Eğer kişi her
yedi çakılı bir defada atarsa bir atış sayılır. Çünkü çakılları ayrı ayrı
atmanın gerektiği nassan bildirilmiştir.
Kişi atmak istediği
çakılları istediği yerden toplayabilir. Ancak cemrenin içinden veya yanından
toplamak, daha önce atılmış olan çakılları geri almak olduğu için mekruhtur ve
hakkında varit olan hadisten böyle anlaşıldığı için uğursuz sayılır. ([78])
Bununla beraber şayet kişi çakılları cemrenin içinden veya yanından toplayıp
atarsa -atmak hasıl olduğu için- caizdir. Sonra atmak istenen şeyin çakıl
olması da şart değildir. Toprak cinsinden olan her şey caizdir. Çünkü gaye
atmaktır. Atmak ise çakılla olduğu gibi toprakla da olur. Fakat altın ile gümüş
olamaz. Çünkü altın ile gümüşleri atmak, atmak değil, serpmektir, t m a m -1
Şafii: «Taştan başkası olamaz-
demiştir. (Kişi Akabe Cemresinin taşlarını attıktan sonra, isterse kurban keser
ve ondan sonra saçını ya tıraş eder veyahut ondan makasla aldırır.) Zira
Peygamber Efendimiz (Aleyhi's-salâtü
ve's-selâm);
-Bu gün ilk ibadetimiz
cemreyi taşlamak, ondan sonra kurban kesmek, ondan da sonra tıraş olmaktır- ([79])
buyurmuştur. Hem de tıraş olmakla ihramdan çıkılmış olur. Kurban kesmek de
öyledir. Nitekim hac niyetiyle ihrama girip de hac yolundan alıkonan kimse
kurban vermekle ihramdan çıkmış olur. Bunun İçin, cemreyi taşlamak, kurban
kesmekle tıraş olmaktan öncedir. Sonra ihramda iken tıraş olmak yasak olduğu
için kurban kesmek de' tıraş olmaktan öncedir. Metinde -eğer isterse kurban
keser» diye kurban kesmenin isteğe bağlanması: çünkü İfrad Haccını yapan kimseye
kurban kesmek sünnettir. Bizim de konuşmamız ifrad haccı hakkındadır.
(Saçı tamamiyle tıraş
etmek makasla aldırmaktan daha iyidir.) Zira Peygamber Rfundimiz (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm);-Allah tıraş
olanlara rahmet eylesin» ([80]) hadisinde
tıraş olanlara açıkça dua buyurmuştur. Hem de gaye temizlik olduğuna göre,
uzun süren haccın günleri içinde kirlenip bitlenen saçları kökünden kazımak,
makasla aldırmaktan iyidir. Nasıl ki yıkanmakla temizlik daha fazla hasıl
olduğu için, abdest almak onun yerine geçiyorsa da, yıkanmak abdest almaktan
evlâdır.
Sonra abdest almada
başın dörtte birini meshetmek nasıl kâfi geliyorsa, hacda da başın dörtte
birini tıraş etmek kâfi gelir. Bununla beraber Peygamber Efendimiz (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) sünnetine ([81]) uymak
için başm tamamını tıraş etmek daha evlâdır. Saçı makasla aldırmak da, üstten
parmak uçları kadar aldırmaktır.
(Saçını tıraş eden
veya makasla aldıran kimse ihramdan çıkmış sayıldığı için -kadınlara
yaklaşmaktan başka-ihramda yasak olan her şey ona helâl olur.) İmam Mâlik: -Ona
güzel koku sürmek de helal olmaz. Çünkü güzel koku sürmek de cinsel ilişkiye
sürükleyen bir şeydir- demiştir. Bizim delilimiz, tıraş olan bir kimse hakkında
Peygamber Efendimizin (Sallallahii
Aleyhi ve Sellem) îrad buyurduğu; -Kadınlardan
başka bir şey ona helâl oldu» ([82])
hadisidir. Zira böyle bir hadis dururken kıyas yapılamaz.
Biz Hanefilere göre,
tıraş olmakla tenasül uzvu dışında da cinsel ilişki helâl olmaz. Zira bu
ilişki ile de cinsel arzu yerine gelmiş olur. Bunun için bu ilişki de ancak,
tam olarak ihramdan çıktıktan sonra helâl olur.
İmam-ı Şafii ise,
tıraş olmakla tenasül uzvu dışında cinsel ilişkide bulunmanın helâl olduğu
görüşündedir.
(Biz Hanefilere göre
cemreyi taşlamakla ihramdan çıkılmış olmaz.) îmam-ı Şafii: -Cemreyi taşlamak
da tıraş olmak gibi bayramın birinci gününde olduğu için tıraş olmak gibi,
onunla da ihramdan çıkılması gerekir* demiştir. Biz diyoruz ki: Cemreyi
taşlamakla tıraş olmak arasında fark vardır. Çünkü ihramda olan kimse için
tıraş olmak yasaktır. Cemreyi taşlamak ise yasak değildir. (Bayramın birinci
günü Mina'da tıraş olduktan sonra ya aynı gün, ya ertesi veya daha sonraki gün
Mekke'ye inilip Ziyaret Tavafı yapılır.) Zira rivayet olunmaktadır ki
Peygamber Efendimiz (Sal-lallahü Aleyhi ve Selîem) M i n a ' da tıraş olduktan
sonra Mekke'ye inip B e y t' i tavaf etmiş ve tekrar dönüp öğle namazını M i n a ' da kılmıştır. ([83]) Ziyaret
Tavafı ancak kurban bayramı günlerinde yapılabilir. Zira Cenâb-ı Hak; -Allah'ın
onlara nzık olarak verdiği hayvanları belli günlerde kurban ederken onun adını
ansınlar...- buyurduktan ionra;
«Sonra tıraş olup.
tırnaklarını kesip temizlensinler, adaklarını yerine getirsinler ve Kabe'yi
tavaf etsinler- ([84])
buyurarak tavafı kurban kesmenin üzerine atfetmiştir. Bundan ise ikisinin aynı
günlerde olduğu anlaşılır. Ziyaret Tavafının vakti, kurban bayramının ilk günü
tanyerinin ağarması i!e başlar. Zira tanyeri ağarmadıkça daha gece olduğu
için, daha A r a f a t' da durma vakti bitmiş olmuyor. Ziyaret Tavafı'nm vakti
ise, A r af a t'da durma vakti bittikten sonra başlar. Ziyaret Tavafı için en
sevaplı oîan vakit -kurban kesmede olduğu - kurban bayramının ilk günüdür. Hadiste
de; . -Kurban bayramı günlerinin en üstünü birinci gündür- ([85]) buyurulmuştur.
(Eğer kişi daha önce
yapmış olduğu Kudüm Tavafından sonra Safa ile Merve arasında saiy yapmış ise
Ziyaret Tavafından ne koşar ve ne de tavaftan sonra Safa ile Merve arasında
saiy yapar. Daha önce saiy yapmayan kimse ise, bu tavafta hem koşar ve hem de tavaftan
sonra saiy yapar.) Zira bir defadan fazla saiy yapmak meşru değildir. Koşmak da
ancak kendisinden sonra saîy yapıian tavafta meşrudur. (Bu tavaftan da sonra
iki rekât namaz kılınır.) Zira -yukarıda açıkladığımız üzere- her tavaf iki
rekât namaz ile bitirilir.
(Bu tavaftan sonra
kişiye kadınlara yaklaşmak da helâl olur.)
Bu tavaf haccın
rükünlerindendir. Zira metni yukarıda geçen «ve Kabe'yi tavaf etsinler*
âyetinde edilmesi emredilen tavaf budur. Bu tavafa ayrıca «İfada Tavafı- yani
Arafat' dan dağılma tavafı ve -Bayram günü tavafı» da denilir.
Yukarıda da
açıkladığımız üzere bu tavafın vakti bayram günleri olduğu için (bu tavafı
bayram günlerinden sonraya bırakmak mekruhtur. Şayet kişi onu bayramdan sonraya
bırakırsa, İmam Ebû Hanife'ye göre) Cinayetler bahsinde geleceği üzere (ona
kurban lâzım gelir.) (Bu tavaftan sonra tekrar Mina'ya dönülür.) Zira
-yukarıda da geçtiği üzere- Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
bu tavafı yaptıktan sonra tekrar M i n a' ya dönmüştür. Hem de Haccın
menasikinden olan cemrelere taş atmalar daha tamamlanmadığı içih tekrar M i n
a' ya dönmek gerekir. Çünkü cemreler M
i n a' dadırlar. (Kurban bayramının ikinci günü öğle vakti olunca cemreler taşlanmaya
başlanır. Önce Mescid-ül'Hayfın yanındaki Cemreye yedi çakıl -her atışta tekbir
getirilerek- atılır ve çakıllar bittikten sonra cemrenin yanında bir miktar
durulur. Ondan sonra aynı yerdeki diğer cemre aynı ekilde taşlanıp sonunda
cemrenin yanında keza bir miktar durulur ve ondan sonra bu sefer Akabe Cemresi
aynı şekilde taşlanır ve fakat taşlar bittikten sonra bu cemrenin yanında
durulmaz.) C a b i r (Radıyallâhü anh) Peygamber Efendimi? {Sallallahü Aleyhi
ve SellemJ'in nüsükleri bu şekilde ifa ettiğini nakletmiştir.
Birinci ve ikinci
cemrenin yanında herkesin durduğu yerde durulup Allah'a hamd ve sena edilir,
tekbir ve tehlil getirilir. Peygamber Efendimiz {Sallallahü Aleyhi ve SellemVe
salât ve selâm okunur ve ondan sonra kişi arzu ettiği duaları yapar. Dua
edilirken eller havaya kaldırılır. Zira Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) -yukarıda da geçtiği üzere-Eller yedi yerden başka kaldırılmaz...»
diye buyururken «Bu yedi yerden bîri, bu iki cemrenin yanında dururkendir»
demiştir. Kişi dua ederken aynca bütün müs-lümanlara mağfiret dileğinde
bulunması gerekir. Zira Peygamber Efendimiz; Allah'ım, hacıları ve hacıların
kendisine mağfiret diledikleri kimseleri mağfiret eyle» ([86]) diye dua etmiştir.
Kaide sudur ki
arkasında bir başka cemrenin taşlanması bulunan cemrenin taşlarını attıktan
sonra kışı bir miktar durup dua eder ondan diger cemreye gecer.Arkasındanbaşka
cemrenin taşlanması bulunmayan cemrenin yanında ise taşları atıldıktan sonra
durulmaz.Bunun icindirki bayraaamın birinci günü Akabe Cemresi taşladıktan sonra yanında durulmaz.
Bayramın ücüncu günü Öğle vakti olunca yine her üç cemre aynı şekilde taşlanır
Bundan sonra kiş Acele etmek isterse durmayıp Mekke'ye gider.) Zira Cenâb-HAK
Acele edip Mina!daki ibadeti iki günde bitirmek isteyen kimseyede geri kalan
kimseyede günah yoktur([87])
buyurmuştur Fakat geri kalap ibadeti
tamamlamak daha evladır.. Zira rivayet olunmaktadır ki ibadeti tamamlamak daha evladır. Peygamber Efendimi(S.A..S)Minada kalıp
dördüncü günüra taşiamala'larınıda yaptıktan sonra sonra mekke ye dönmüştür. ([88])
-Kişi isterse dördümü günde fakat daha fecir sökmeden Mina dan
ayrılabilir Fakat söktükten sonra
cemrelerl taşlama'dan ayrılamaz. Çünku fecrin sökmesiyle cemreleri taşlama
ibadetinin vakti girmiş olür.İmama-ı Şafi ise:Üçünçü ğünün güneşi batınca artık
Minadan aynlamaz, demiştir.
Kişi isterse fakat
daha fecir sökmeden M i na dan ayrıla
bilir .Fakat söktükten sonra cemreleri taşlama ayrılamaz. Çüku fecrın
sökmesiyle cemreleri taşlama ibadetinin vakti girmiş olur.İmam-ı Şafi ise
Üçüncü günün güneşi batınca artık Mina dan aynlamaz, demiştir
İmam Ebu Hanife’ye
göre dördüncü günün taşlarını
Öğleden önce atmak cayizdir.İmam Ebû
Haneye bu görüşü Diger iki İmam ise dördüncü gün de diger günlere kıyas ederek
cayiz olmadıgını söylemiştir . İmam Ebû
H a n i f e : -Çünki^ kişinin bayramı
dördüncü günü taşları atmak için Mina da bekleyip beklememekte muhayyer
olduğuna göre, bekledigi zaman öğleden önce atabilmesi evleviyetle lazım gelir»
demiştir. Fakat ikinci ve üçüncü günün taşlarını -meşhur olan rivayete göre-
öğleden önce atmak caiz değildir. Çünkü bu taşları hiç atmamak caiz olmadığına
göre, vakitleri gelmeden atma-nın caiz olmaması gerekir. Birinci günün
taşlarına gelince: vakti -yukarıda da geçtiği üzere- fecrin sökmesiyle başlar. İ
m a m-ı Şafii ise: •Gecenin yansından sonra atılabilir. Zira rivayet
olunmakladır ki Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Seîîem) çobanlara
geceleyin atmak için izin vermiştir- demiştir. ([89])
Bizim ise delilimiz; - bir rivayete gör -Sabaha girmedikçe bir rivayete göre
-güneş doğmadıkça Akabe cemresini taşlamayın» ([90])
hadisidir. Zira bu hadisin birinci rivâyetıyle fecirden Önce atmanın caiz
olmadığı ikinci rivâyetiyie de güneş doğduktan sonra atmanın daha efdal olduğu
sabit olmuştur. Peygamber Efendimizin (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) çobanlara
atmak için izin verdiği gece ise, bayramın ikinci ve üçüncü geceleridir. Kaldı
ki, Are-fe gününün akşamı A r a f a t' da durma vakti olduğuna ve Aka-b e
cemresini taşlamanın da A r a f a t' da durduktan sonra olduğuna göre, taşlama
vaktinin A r a f a t' da durma vaktinden sonra olması lâzım gelir. Sonra Akabe
Cemresini taşlamanın vakti -imam Ebû Hanife'ye göre- bayramın birinci günü gün
batm-caya kadar devam eder. Zira -yukarıda da geçtiği üzere- Peygamber
Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Selîem);
-Bu gün ilk ibadetimiz cemreyi taşlamaktır» ([91])
buyurarak bayramın birinci gününün A k a-b e Cemresini taşlamanın vakti
olduğunu bildirmiştir. Gün de ancak günün batması ile bitmiş olur. îmam Ebü
Yûsuf dan ise. Akabe Cemresini taşlamanın ancak öğleye kadar caiz olduğunu
söylediği rivayet olunmaktadır. Yukarıda geçen hadis ise onun görüşüne karşı
bir delildir. Şayet kişi atmayı gecenin sonlarına bırakırsa, atabilir ve ona
bir şey lâzım gelmez. Fakat eğer ertesi güne bırakırsa, yine atabiliyorsa da
imam Ebû Hani-f e ' ye göre ona kurban lâzım gelir. Çünkü vaktinin dışına çıkarmış
olur.
(Taşlan binerek de
atmak caizdir.) Çünkü binerek de olsa taşları atmakla taşlama eylemi hâsıl
olur.
(Arkasında bir başka
cemrenin de taşlanması bulunan her cem-reyi'yaya olarak, arkasında bir başka
cemrenin taşlanması bulunmayan cemreyi de binerek taşlamak daha iyidir.} Zira
arkasında başka cemrenin taşlanması bulunan cemrenin yanında -yukarıda
söylediğimiz üzere- durulup dua edilir. Yaya olarak edilen duanın kabulü ise
daha fazla umulur. Bu, yaya olarak veya binerek cemreleri taşlamanın daha iyi
olduğu görüşü, İmam Ebû Y ü -s u f ' dan
naklolunmuştur. Cemrelerin taşlandığı günlerin gecelerinde M i n a ' da
kalmamak mekruhtur. Zira Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Selîem)
sözü geçen geceleri M i n a ' da geçirmiştir. ([92]) H
z. Ömer de geceleri M i n a' da kalmak istemiyenlere kızardı. ([93])
Bununla beraber şayet biri kalmazsa ona bir şey lâzım gelmez. Çünkü geceleri M
i n a ' da kalmak, cemreleri taşlamada güçlük çekilmesin diye emrolunmuştur.
Bunun için haccın menasi-kinden değildir, ki terki yüzünden herhangi bir şey
lâzım gelsin. İmam-ı Şafii ise: -Taşlamalar bitinceye kadar geceleri M i -n a '
da kalmak vaciptir» demiştir.
Kişinin M i n a' da
kalıp, eşyasını M e k k e' ye göndermesi de mekruhtur. Zira rivayet
olunmaktadır ki H z . Ömer buna da mani olur ve yapanları kinardı. ([94])
Çünkü eşyasını Mekke'ye gönderip de, kendisi M ina'da kalan kimse hep eşyasını
düşünüp duracaktır.(Mekke'ye dönmek üzere Mina'dan hareket eden kimse, önce
MUHASSAB denilen yere İner.) Bu yerin bir başka adı da EBTAH'-tır. Peygamber
Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Mekke'ye dönerken Önce buraya inmiş ve
-en sahih olan rivayete göre buraya rasgele değil, -kendisinden kalan bir
sünnet olsun diye- bile bile inmiştir. Zira rivayet olunmaktadır ki Peygamber
Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
M i n a' da Ashabına: -Yarınki
konağımız -Allah izin verirse- Kinane oğullarının bucağıdır, ki burada küfür
üzerine antlaşmışlardı» ([95])
buyurmuştur. Peygamber Efendimiz {Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu sözü ile,
Kureyşlilerle Kinane oğullan arasında Haşimilere karşı akdedilen boykota işaret
buyurmuştur. Bundan anlıyoruz ki Peygamber Efendimiz {Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) buraya, Cenâb-ı Allah'ın kendisine ihsan buyurduğu büyük lütfü
müşriklere göstermek için inmiştir. Bunun için, buraya inmek de, tavafta
koşmak gibi sünnet olmuştur. (Bundan sonra kişi Mekke'ye girer ve Kabe'yi
—etrafında yedi tur yapmak suretiyle— tavaf eder. Ancak bu tavafta koşmaz. Bu
tavafa da -Tavaf'us-sadır- yani çıkış tavafı) -Tavaf-ül'veda» yani ayrılma
tavafı ve -Tavafü ahiri ahdihi bi'I-Beyti» yani Beyt'in son tavafı (denir.)
Çünkü bu tavaf ile kişi artık Beyt'ten ayrılmış ve M e k k e' den çıkmış olur.
(Bu tavaf biz Hanefilere göre vaciptir.) Zira Peygamber Efendimiz (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem); -Kim ki bu beyti haccederse, menasikinin sonu bu beyti tavaf
olsun» ([96]) buyurmuştur. Ancak
aybesı halinde olan kadınların bu tavafı yapmamalarına izin verilmiştir. (Fakat
Mekke halkına bu tavaf yoktur.l Zira -yukarıda da söylediğimiz üzere- bu tavaf
Beyt'-ten ayrılma ve Mekke' den çıkma tavafıdır. Mekke halkı ise ne Beyt'ten
ayrılır ve ne de Mekke' den çıkarlar. Yukarıda da söylediğimiz üzere, koşmak
ancak Kudüm Tavafında meşru olduğu için bu tavafta koşmak da yoktur. Yukarıda
metni geçen «Kabe'yi tavaf eden kimse her yedi tur başına iki rekât namaz
kılsın- hadisine binaen -diğer tavaflarda olduğu gibi- bu tavaftan da sonra iki
rekât namaz kalınır.
(Bundan sonra Zemzem
kuyusunun yanına gidilip suyundan içi-lir.i Zira rivayet olunmaktadır ki
Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Zemzem kuyusundan kendi
eliyle bir kova su çekmiş ve içebildiği kadar içtikten sonra gerisini tekrar
kuyuya boşaltmıştır. ([97])
Bundan başka aynca
Kabe' nin kapısına gidip eşiğini de öpmek müstahaptır.
(Bundan sonra kişi
tekrar Kabe'nin yanına varıp MÜLTEZEM diye anılan Kabe'nin duvarına yapışır,
yanaklanyla göğsünü duvara dayayarak ve Kabe'nin perdelerine asılarak yalvarır
yakarır ve uzun uzun dua eder. Zira Peygamber Efendimiz (Sallaîlahü Aleyhi ve
Seliem)'in böyle yaptığı rivayet olunmuştur. Bundan sonra memleketine dönmek
üzere BeytuHah'tan aynhr.) Demişlerdir ki: Kişi Mescid-i Haram' dan çıkarken
arkasını Beytullah'a vermemesi, BeytuHah'tan ayrılmaya üzülüp ağlaması ve
çıkıncaya kadar geri geri gitmesi gerekir.
İşte bilinmesi gereken
hac menasikinin hepsi bunlardır.[98]
(Mekke'ye girmeyip
doğrudan Arafat'a giden ve) açıkladığımız şekilde (Arafat'ta vukuf yapan
kimseden Kudüm tavafı sakıt olur.) Zira Kudüm tavafı sıraladığımız şekilde Hac
menasikini yerine getirmeye başlayan kimseye mahsustur. Bu kimse ise öyle
yapmamıştır. (Ve ona bir şey de lâzım gelmez.) Çünkü Kudüm tavafı sünnettir.
Sünnetin yapılmaması ise herhangi bir şeyi gerektirmez.
(Arefe günü öğle vakti
ile bayram gününün fecri arasında Arafat'a yetişen kimse -hangi saatte
Arafat'a çıkmış olursa olsun- hacca yetişmiş olur.) Buna göre Hanefilerce A r a
f a t' da vukuf vakti, Arefe günü öğleden sonra başlar. Zira rivayet
olunmaktadır ki Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) öğleden sonra
Arafat'a çıkmıştır. ([99])
Bundan ise, A r a f a t' ta vukuf vaktinin öğleden sonra başladığı anlaşılır.
Peygamber Efendimiz (SallallahüAleyhi ve Sellem) ayrıca; -Kim ki Arafat'a, gece
de olsa yetişirse hacca yetişmiş olur ve kim-ki Arafat'a geceleyin de
yetişmezse haccı kaçırmış olur- ([100]) buyurmuştur.
Bu da A r a f a t' da vukuf vaktinin fecrin sökmesiyle son bulduğunu ifâde
eder. imam Malik eğer, A r a f a t' -da vukuf vaktinin Arefe günü fecir veya
güneşin doğmasıyla başladığı görüşünde ise, Peygamber Efendimizin (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) öğleden sonra Arafat'a çıkması ([101])
onun görüşüne karşı bir delildir.
(Arefe günü öğleden
sonra Arafat'a çıkıp da akşamı beklemeden geri dönen kimse) bize göre (Arafat
vukufunu yapmış olur.) Zira Peygamber Efendimiz
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem);
«Hac Arafat'cfa vukuf
yapmaktan ibarettir. Kim ki Arafat'da gece, yahut gündüzden bir miktar durursa
haccı tamam olur- ([102]) buyurarak
-yahut- diye muhayyerlik edatını kullanmıştır.
İmam Malik: «Eğer A r
a f a t' ta gündüzden başka, geceden de bir miktar kalınmazsa kâfi gelmez*
demiş ise de, bu hadis onun, görüşüne karşı bir delildir. (Eğer bir kimse
Arafat'tan uykuda yahut baygınlık halinde, ya da Arafat olduğunu bilmiyerek
geçerse, Arafat'ta vukuf etmiş sayılır.) Zira haccm bir rüknü olan A r af a
t'da vukuf, Arafat' dan geçmekle de hâsıl olur ve geçerken uykuda, ya baygın
olmamak veya Arafat olduğunu bilmemek vukufa mani değildir. Nasıl ki uyku veya
baygınlık oruca da mani değildir. Fakat namaz oruç ve vukuf gibi değildir.
Çünkü namaz baygınlık halinde devam edemez. Kişinin oruçlu veyahut namazda
olduğunu bilmemesi de mümkün değildir. Çünkü oruç ile namaz niyetsiz olamazlar,
Haccm ayn ayn rükünleri için ise niyet şart değildir.
(Eğer bir kimse
mikatta baygın düşüp de onun yerine arkadaşları ihrama girmesi için niyet
getirip telbiye ederlerse, İmam Ebû Hanife'ye göre caizdir. Diğer iki İmam: câiz
değildir. Çünkü ken-dişi niyet getirmediği gibi, arkadaşlarına da kendisi
yerine niyet getirmeleri için izin vermemiştir- demişlerdir.) İmam Ebû Hani f
e ise: «Bu kimse arkadaşlarıyla arkadaşlık yapmaya başlarken, kendisinin
yapamayacağı herhangi bir işte kendisine yardımcı olmalarını istemiş gibi olur.
Bu ise, açıktan değilse de zımnen izindir.- demiştir. (Eğer kişi bir
başkasına: -Mikata vardığımızda uykuda veyahut baygın olursam benim yerime sen
niyet getirip telbiye et- der ve o başkası da öyle yaparsa) her üç imama göre
de (caizdir) Yani eğer bu kimse uyandıktan veya ayıldıktan sonra hac menasikini
sürdürürse, haccı sahihtir. Çünkü izin verdiği için kendisi bizzat yapmış gibi
olur.
(Haccm bütün ahkamında
kadın da) erkek gibi ibadet ile mükellef olduğu için (erkek gibidir. Ancak
kadın, başını) avret olduğu için (açamaz. Fakat yüzünü açar.) Zira -yukarıda da
geçtiği üzere- peygamber Efendimiz
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem); 1 -Kadının ihramda olması yüzünden bellidir»
buyurmuştur. (Eğer kadın yüzünün üstüne bir şey sarkıtır ve fakat yüzünden uzak
tutarsa caizdir.) Rivayet olunmaktadır ki H z . A i ş e (Radıyallâhü anhâ)
böyle yapıyordu. ([103])
Zira öyle yapmak örtünmek değil, herhangi bir şeyin altında gölgelenmek hükmündedir.
(Kadın telbiye ederken
sesini yükselteni ez.) Çünkü kadının sesini yükseltmesinde kötülüğe yol açma
endişesi vardır. (Kadın Kabe'yi tavaf ve Safa ile Merve arasında sa'y yaparken
koşamaz.) Zira kadının koşmasında avret yerlerinin açılma tehlikesi vardır. (Kadın
başını da traş edemez. Ancak saçından makasla aldırır.) Çünkü rivayete göre
Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kadınları, saçlarım traş
etmekten nehyetmis ve makasla kısaltmalarım emretmiştir. ([104])
Çünkü sakalını traş eden erkek nasıl çir-kinleşiyorsa, saçını traş eden kadın
da çirkinlesin açılma tehlikesi vardır.
Demişlerdir ki:
Kalabalık olduğu zaman kadın Hacer-ûl E s v e d' i de istilâm edemez. Çünkü
kadın erkeklere dokunmaktan nehyedilmiştir. Ancak eğer Kabe' hin etrafını hiç
bir zaman boş bulamazsa o zaman kalabalıkta dahi Hacer-ül Esved'i istilâm
edebilir.
(Eğer bir kimse bir
sığır veya deveyi kurbanlık diye nişanlar ve onu beraberine alıp hac yoluna
çıkarsa -kurban ister nafile, ister adak, ister daha önceki bir hacda av
öldürdüğü için ceza olarak lâzım gelmiş olsun- bununla ihrama girmiş olur.)
Zira Peygamber Efendimiz (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm);
«Kim ki bir bedeneyi
kurbanlık için nişanlarsa ihrama girmiş olur» ([105])
buyurmuştur. Bedene ise, büyükbaş hayvan demek olup deveye de sığıra da şamildir.
Hem de, hac veya umre yapmak istiyenlerden başka bir kimse kurbanlıkları
nişanlamadığı için kurbanlıkları nişanlamak da, telbiye gibi hac çağrısına
icabet sayılır. Çünkü icabet nasıl söz ile oluyorsa, fiil ile de olur. Bunun
için, kişi kurbanlığını nişanlar nişanlamaz, eğer beraberinde hac yoluna
çıkarsa ihrama girmiş olur. Çünkü kurbanlıkları nişanlamak haccın
özelliklerinden olduğu için kişi onunla hacca gitmeyi niyet etmiş olur.
Kurbanlığı nişanlamak:
boynuna nal, demir halka veya ağaç kabuğu gibi sert bir şeyi takmaktır.
(Şayet kişi
kurbanlığını nişanlayıp gönderir de, kendisi beraberinde yola çıkmazsa,
bununla ihrama girmiş olmaz.) Zira rivayete göre H z. Â i ş e (Radıyallâhü anh)
: -Peygamber Efendimizin (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kurbanlıklarının
iplerini büküyordum. Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
kurbanlıklarını yola çıkardı da kendisi ihrama girmeden evde kaldı- demiştir.
([106])
(Şayet kişi kurbanlığını gönderdikten sonra yola çıkarsa, kurbanlığına
yetişmediği sürece, yine de ihrama girmiş olmaz.) Çünkü yola
çıkarken kurbanlığı
beraberinde olmadığı için, hacca gitmeyi niyet etmekten başka bir iş yapmış
olmaz. Yalnız niyetle de ihrama girilmiş olamaz. Fakat kurbanlığına
yetiştikten sonra -hacca gitme niyeti- haccm özelliklerinden olan beraberinde
kurbanlık götürme fiiliyle birleştiği için -kurbanlığı ile birlikte yola
çıktığı zamanda olduğu gibi- ihrama girmiş olur. (Ancak eğer gönderdiği
kurbanlık temettü' naccınm kurbanı olursa, beraberinde yola çıkmasa da, onu yola
çıkarmakla ihrama girmiş olur.) Yani eğer ihrama girmek niyeti ile onu yola
çıkarırsa kendisi beraberinde çıkmasa da ihrama girmiş olur. Bu da bir
istihsandır. Çünkü Temettü" haccınm kurbanı kendiliğinden vacip olduğu
için haccm menasikinden sayılmaktadır. Diğer kurbanlar ise herhangi bir
yasağın işlenmesi halinde ancak vacip olur. Bunun için Temettü' haccınm
kurbanlığını yola çıkarmakla ihrama girilmiş olur da, diğer kurbanlıkları yola
çıkarmak eğer beraberlerinde çıkılmazsa ihrama girmek için kâfi gelemez.
(Kurbanlık diye bir
deve veya sığıra çul Örtmek, ya da vücudunun herhangi bir yerini dağlamakla ve
bir koyun veya keçinin boynuna nal veya benzeri bir şey takmakla İhrama
girilmiş olamaz.) Zira hayvanları soğuk, sıcak ve sineklerden korumak için de
onlara çul örtülür. Bunun için çul örtmek haccm özelliklerinden değildir.
Hayvanın herhangi bir yerini dağlamak da İmam Ebû H a n i f e' ye göre mekruh
olduğu için haccın bir nüsükü olamaz. Diğer iki İmama göre de her ne kadar
mekruh değilse de, bazan tedavi için yapıldığından, yine haccın nüsükü olamaz.
Hayvanın boynuna nal ve benzeri şeyleri takmak ise, haccm kurbanlıklarına mahsustur.
Koyun veya keçinin boynuna nal ve benzeri şeyleri takmak da ne adettir ve ne de
sünnettir.
(Kişiye kurban olarak
bir «bedene- lâzım geldiği zaman bir deve veya sığır kurban etmesi gerekir.)
İmam- Şafii: -Deveden başka olamaz. Zira Peygamber Efendimiz (Aleyhi's-salâtü
ve's-selâm) cuma namazına erken saatlarda gitmenin fazileti hakkında;
Kim ki cuma günü
yıkanıp ve ondan sonra birinci saatte (camiye) giderse bir bedeneyi kurban
etmiş gibi sevap kazanır ve kim ki ikinci saatte giderse bir sığın kurban etmiş
gibi sevap kazanır- ([107]) diye
buyurarak bedene ile sığın biribirinden ayırmıştır- demiştir. Biz diyoruz ki: Bedene iri ve
büyükbaş hayvan demek olduğu için bu vasıfta ikisi ortaktırlar. Nitekim bunun
içindir ki ikisi de yedi kişiye kurban olabilirler. Kaldı ki sahih olan
rivayete göre yukarıda geçen hadiste -Bedene» yerine «cezur» diye geçmektedir.
Cezur ise deve demektir.[108]
Kıran, Temettü ve
İfrad olmak üzere haccın üç çeşidi vardır. Bunlardan (Kıran, Temettü ile
İfrad'dan daha iyidir.) İmam-ı Şafii: -tfrad daha iyidir- Zira Peygamber Efendimiz
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem); -Kıran ruh-sattır- (4[109])
diye buyurmuştur. Hem de Ifrad'da Hac ile Umre ayrı ayrı yapıldığı için hem
fazla telbiye getirilir, hem kişinin yolculuğu daha uzun sürer ve hem de iki
kez tıraş yapılır* demiştir.
İmam Malik de :
-Temettü daha iyidir. Çünkü Temettu'-dan Kur'an-ı Kerim'de söz edilmiştir.
Kıran hakkında ise Kur'an-ı Kerim'de hiç bir söz yoktur- demiştir. Bizim ise
delilimi?; Ey Muhammed'in akrabaları, Hac İle umreye birlikte başlayın» ([110])
hadisidir. Kaldı ki Kur'an'da hac i\e umre ibadetlerinin ikisi de bulunduğu
için o da, hem oruç tutmak hem itikâfa girmek veyahut hem sınırda nöbet tutmak,
hem gece namazını kılmak gibidir. Hac veya umrede getirilen telbiye için de
belirli bir sayı yoktur, ki İf-rad'da daha fazla telbiye bulunsun. Yolculak da
lizatihi maksut değil, ki uzunu daha sevaph olsun. Tıraş olmak da bir ibadet
olmayıp onunla ibadetten çıkıldığı için fazla tıraş olmada da sevap yoktur.
Bunun için bu sebeplerden hiç biri ile ifradm daha iyi olduğu iddia edilemez.
-Kıran ruhsattır» hadisinden de murad, Hac aylarında umre, yapmanın günahların
en büyüğü olduğunu söyliyen müşriklerin bu sözünü reddetmektir. Kaldı ki
Kur'an-ı Kerim'de Kırandan da söz edilmiştir. Zira -yukanda da geçtiği üzere
-Hac ile umreyi tam olarak yapın» âyet-ı kerimesi -Hac ile umrenin ihramlarına
kapınızın önünden girin- demektir. Bu ise ancak Kıranda mümkün olur.- Şu da
vardır ki Kıranda hac ile umrenin ihramlarına erken girilir ve her iki ibadetin
bitimine kadar ihramda kalınır. Temettü' ise öyle değildir. Bunun için Kıran
Temettu'dan daha iyidir.
Kimisi demiştir ki:
İmam-ı Şafiî ile aramızdaki ihtilâf, Kıran haccım yapan kimsenin, bize göre
iki tavaf, iki sa'y. ona göre bir tavaf, bir sa'y yaptığı içindir. (Kıran haccı
şöyledir: Kişi mikata varınca hem umreye, hem hacca niyet getirerek ihrama girer
ve ihramın sünneti olan namazdan sonra: «Aliah'ım, hac ile umreyi birlikte
yapmak istiyorum. Onları bana kolaylaştır ve benden kabul buyur- diye dua
eder.l Çünkü Kıran -beraberlik demek olan mukarenet gibi aynı babın masdarı
olup- hac ile umreyi beraber yapmak demektir.
Daha önce yalnız umre
niyetini getirip ihrama giren kimse de, eğer tavaftan dört tur daha yapmamışsa,
haç niyetini de getirerek umresini Kıran'a dönüştürebilir. Çünkü tavafın çoğunu
daha yapmadığı için umreye daha yeni başlamış sayılır. Kişi ne zaman ve nerede
hac ile umreyi birlikte yapmak isterse, ikisini birlikte yapabilmek için
Allah'dan kolaylık dileğinde bulunur.
Kıran haccında, önce
umrenin rükünleri yapıldığı için, kişi dua ve telbiyesinde ünce umreyi söyler.
Bunun içindir ki: Allah'ım, emrine umre ile haccı birlikte yapmak suretiyle
icabet ediyorum- der. Şayet -Hac ile umreyi» de dese yine olur. Çünkü bundan da
haccın daha önce yapılacağı anlaşılmaz. Eğer kişi telbiyesinde hac ile umreyi
ağzı ile söylemeyip sadece içinden ikisine niyet ederse, namaz niyetinde nasıl
caiz ise burada da caizdir. (Kıran niyetini getiren kimse Mekke'ye girince,
önce umrenin tavaf ve sayım yapar ve tavafı yaparken ilk üç turunu koşarak yapar.
Bundan sonra haccın amellerine başlayıp -ifrad naccını yapan kimse gibi- önce
kudüm tavafını, ondan sonra da sa'yı yapar.) Zira Cenâb-ı Hak (Celie Celallahü); -Kim ki umreyi hacdan
önce yapmaktan yararlanırsa...- ([111]) buyurarak umreyi hacdan önce zikretmiştir.
Çünkü bu âyet her ne kadar Temettü' hakkında ise de, kıranda da umre"
hacdan önce yapıldığı için kıran da temettü' hükmündedir.
Kıran'da umre ile hac
arasında tıraş yoktur. Çünkü umrenin amelleri bitince kişi daha hac ihramında
olduğu için, eğer tıraş olursa ihramda yasak olan bir şeyi işlemiş olur.
Kıran'da tıraş -ifrad'-da olduğu gibi- ancak bayram günü olur. Biz Hanefilere
göre ihramdan, kurban kesmekle değil -ifrad haccında olduğu gibi- tıraş olmakla
çıkılır. îşte Kıran haccı bizim mezhebimize göre böyledir. 1 m a m -1 Şafiî
ise: -Kıran haccında hac ile umrenin ikisi için bir tavaf ile bir sa'y yapılır.
Zira Peygamber Efendimiz
(Aieyhi's-salâtü ve'sselâm);
-Umre kıyamete kadar hacca girmiştir- ([112])
buyurmuştur. Kaldı ki Kıran haccının temeli tedahül, yani hac ile umre
amellerinin birleşmesidir. Nitekim bunun içindir ki Kıran haccında bir telbiye,
bir yolculuk ve bir tıraş ile yetinilmiştir. Bunun için Kıran hacemda bir
tavaf ile bir sa'-yın da kâfi gelmesi gerekir» demiştir.
Biz diyoruz ki: H z .
Ömer (Radıyallâhü anh) iki tavaf ile iki sa'y yapan Sabiy b. Mabed'e «Sen
Peygamberinin sünnetini yaptın- demiştir. ([113])
Hem de Kıran, hac ile umrenin ikisini bir arada yapmak olduğuna göre, eğer
ikisinin de amelleri yapılmazsa ikisi bir arada yapılmış olmaz. Kaldı ki
ibadetlerde tedahül olamaz. Yolculuk da bizatihi ibadet olmayıp başka
ibadetleri yapmak içindir. Telbiye ile de ihrama girilir ve tıraş ile ihramdan
çıkılır. Bunun için bunlardan hiç biri lizatihi maksut değildir. Nitekim dört
rekâth nafile namazının rekâtlarından her iki çifti de maksut olduğu için, bir
niyetle kılındıkları halde birbirlerine dahil olmazlar. -Umre kıyamete kadar
hacca girmiştir» hadisi de -Umrenin vakti haccın vaktine girmiştir» demektir
(Kıran hacemda hem
umrenin, hem haccın tavaflarım yaptıktan sonra da sa'ylanm yapmak caizdir.}
Çünkü böyle de yapılsa, vacipler yine de yerine getirilmiş olurlar. Ancak böyle
yapan kimse, umrenin sa'yını tehir, haccın da kudüm tavafını takdim ettiği
için iyi bir şey yapmış olmaz. Bununla beraber ona bir şey lazım gelmez. İki
İmama göre ona bir şey lâzım gelmemesi zahirdir. Çünkü onlara göre menasikte
sırayı gözetlemek herhangi bir cezayı gerektirmez, imam Ebû Hanife'ye göre de
kudüm tavafı sünnettir. Sünnetin terki bir şeyi gerektirmediğine göre, takdim
veya tehiri ile bir şey lâzım gelmemesi evleviyetle gerekir. Başka bir nüsük
ile uğraşıp sa'yı da tehir etmek, keza kurban kesmeyi gerektirmez. Bu kimse de
haccın kudüm tavafı ile uğraştığı için umrenin sa'yıni tehir etmiştir.
(Kıran haccım yapan
kimse, bayram günü Akabe Cemresini taşladıktan sonra bir kurban keser, ki buna
Kıran kurbanı denilir. Kurban da ya bir koyun, ya bir sığır, ya bir deve, ya
da bir devenin yedide biridir.) Çünkü Kıran haccı da Temettü haccı
hükmündedir. Temettü haccında ise kurban lâzım geldiği, nassan bildirilmiştir.
Kurban da -Allah izin verirse ileride anlatacağım üzere- deve, sığır ve
davarlardan olur. Sonra bir kişiye devenin yedidebiri nasıl caiz ise, sığırın
da yedidebiri caizdir. (Kıran haccmı yapan kimse eğer kurban kesmeye gücü
yetmez veya kurbanlık hayvan bulamazsa. Zilhiccenin yedinci gününden itibaren
başlamak üzere daha hacda iken Üç gün ve evine döndükten sonra yedi gün -ki
cem'an on gün eder- oruç tutması gerekir.)
Zira Cenâb-ı Hak (Azze
ve Celle) -Kurbanbk bulamayana, hac
esnasında üç gün, döndüğünüzde de yedi gün -ki tam on gün eder- oruç tutmak
gerekir» ([114]) buyurmuştur. Çünkü bu
nass her ne kadar temettü haccını yapan 'kimse hakkında ise de, kıran haccı da
temettü haca hükmündedir. Zira temettü haccmı yapan kimseye, hac günlerinde
umreyi de yaptığı için kurban lâzım gelir. Bu sebep ise kıran haccında da
mevcuttur.
Hac esnasında
tutulması emrolunan üç gün orucu -daha önce de tutmaya başlamak caiz ise-
Zilhiccenin yedinci gününden itibaren tutmak daha iyidir. Çünkü oruç kurbana
bedel olduğu için -ilerde belki kurban kesmeye gücü yeter ümidiyle-
geciktirilmesi müstahaptır. (Şayet kişi daha Mekke'de iken, yedi gün orucu da
tutmaya başlarsa caizdir.) Fakat bayram günleri geçtikten sonra. Çünkü bayram
günlerinde oruç tutmaktan nehyedilmiştir. İmam-ı Şafii ise: -Caiz değildir.-
Çünkü âyet-i kerimede -Hacdan döndüğünüzde- diye buyurulmuştur. Ancak eğer
kişi M e k k e ' de kalmaya karar verirse o zaman M e k k e ' de de tutabilir.
Çünkü memleketine dönmesi artık sozkonusu değildir- demiştir. Biz diyoruz ki:
-Hacdan döndüğünüzde» -Haccı
bitirdiğinizde» demektir. Çünkü memlekete dönebilmek haccm bitmesine bağlıdır.
Bunun için, hac bitince memlekete dönülmüş gibi olur.
(Bayram günlerinden
önce oruç tutmayan veya tutamayan kimse için kurban kesmekten başka çare
yoktur.) İmam-ı Şafii: -Bayramdan sonra da oruç tutabilir.
Zira bu oruç da belirli bir zamanda tutulması gerektği için, ramazan orucu
gibi kazaya kalabilir.» İmam Malik
de: -Bayram günlerinde tutar. Çünkü Cenâb-ı Hak : -Üç gün hac esnasında tutmak gerekir-
buyurmuştur. Eğer bayram günlerinde tutulmazsa hac esnasında tutulmuş olmaz-
demişlerdir. Biz diyoruz ki: Bayram günlerinde oruç tutmaktan nehyedildiği
için, bayram günleri «hac esnası- kelimesinin şümuiundan müstesnadır. Şayet
müstesna olmasa da, bayram günlerinde tutulan oruç noksan bir oruç olduğu
için, lâzım gelmiş olan kâmil orucun yerine geçmiş olamaz. Hac esnasında
tutulması emredildiği için de bayramdan sonra da tutulamaz. Çünkü kurbana
bedeldir. Bedeller ise ancak şeriatça belirtilmiş olurlar. Şeriat ise, bu
orucun hac esnasında tutulduğu takdirde kurbana bedel olduğunu söylemiştir.
Bunun için bu kimsenin kurban kesmekten başka çaresi yoktur. Rivayete göre H
z. Ömer de bu kimseye kurban kesmeyi emretmiştir. ([115]) Şayet kurban kesmeye gücü yetmezse, kurban
kesmeden ihramdan çıkar ve o zaman -kıran kurbanı ve kurban kesmeden ihramdan
çıkma kurbanı olmak üzere- iki tane kurban kesmekle mükellef olur.
(Eğer Kıran haccı
ihramına giren kimse, Mekke'ye uğramadan Arafata çıkarsa umreyi terketmiş
olur.) Çünkü Arafat vukufu haccın amellerinden olduğu için artık umre
yapmasına imkân kalmaz. Zira umreyi haccm amelleri üzerine bina kılmak meşru değildir
(ve onda kıran kurbanı sakıt olur.) Çünkü umreyi terketmiş olunca artık onu hac
günlerinde yapamaz, ki ona kıran kurbanı lâzım gelsin. (Fakat) umreye
başladıktan sonra onu yanda bıraktığı için (ona hem umreyi yarıda bırakma
kurbanı lâzım gelir, hem de yanda bıraktığı umreyi kaza etmesi gerekir.)
Sahih olan rivayete
göre İmam Ebû Hanif e' nin görüşüne göre, kişi Arafat yoluna çıkmakla —
Arafat'a varmadıkça— umreyi terketmiş olmaz. Çünkü bu kimse ile, cuma günü
evinde öğ'e namazını kıldıktan sonra cuma namazına gitmek üzere evinden çıkan
kimse arasında fark vardır. Zira kişi, eğer mazereti bulunmazsa öğle namazını
kılmış olsa bile cuma namazına gitmek zorundadır. Bunun için, cuma namazına
gitmek üzere evinden çıkar çıkmaz, kılmış olduğu öğle namazı bozulur. Kıran
veya temettü ihramına giren kimse ise, umre yapmadan Arafat'a çıkmaktan
nehyedilmiştir. Bunun için Arafat yoluna çıkmakla umreyi bırakmış sayılmaz.[116]
(Temettü haccı biz
Hanefilere göre İfrad haccından iyidir.) Çünkü Temettü haccında -Kıran
haccında olduğu gibi- hac ile umre ibadetlerinin ikisi de hac aylarında
yapılmış olur. Temettü haccında ayrıca İfrad haccında bulunmayan kurban kesme
nüsükü de vardır. Kaldı ki -İfrad haccmda olduğu gibi- Temettü haccında da
yolculuk yalnız hac içindir. Çünkü bu yolculukta her ne kadar hacdan önce umre
de yapılıyorsa da, umre hacca tâbi olduğu için bu yolculuk esasında hac
içindir. Nasıl ki Cuma namazına giden kimse, namazdan önce sünnet de kılıyorsa
da, sünnet farzın tabii olduğu için onun gitmesi, esasında cuma namazı içindir. İmam
Ebû Hanif e' den:-îfrad haccı
Temettü hac- -Akrabalarımdan kimse burada yok. Hz. Ömer:
- Ey yardım sahibi olan Allah! Ona bir davarın
parasını ver, diye dua etti. 'Nasb-üraye c. 3, s. 112
andan iyidir. Çünkü
Temettü haccanda umre için yola çıkılmış olur» diye söylediği de rivayet
olunmuştur.
(Temettü ihramına
giren kimse -Mekke'ye beraberinde kurbanlık götüren ve götürmeyen kimseler
olmak üzere- iki kısımdır.) Temettü s Bir yolculukta ve hac ayları içinde
kişinin hem haca, hem umreyi -aralannda evine dönmeksizin- eda etmesidir. (Temettü
haccmın keyfiyeti şöyledir: Kişi hac mevsiminde mî-kata varınca umre niyetini
getirip ihrama girer ve Mekke'ye girerek umre için tavaf ile saiy yapar. Sonra
başını ya tamamen tıraş edip ya da saçını makasla kısaltıp ihramdan çıkar.)
îşte umre budur. Kişi yalnız umreyi yapmak istediği zaman da yine böyle yapar.
Peygamber Efendimiz tSallallahü Aleyhi ve Sellem) Umretü'1-Ka-za'da böyle
yapmıştır. ([117])
îmam Malik: -Umrede
tıraş yoktur. Umre yalnız tavaf iie sa'ydır- demiş ise de, gerek Peygamber
Efendimizin (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) umre yaparken tıraş olması ve gerek
Umretü'1-ka-za hakkında nazil olan;
•Kiminiz başını tıraş
etmiş, kiminiz saçını kısaltmış olarak, güven içinde ve kimseden korkmayarak
Mescid-i Haram'a gireceksiniz- ([118]) âyet-i
kerimesi onun bu görüşüne karşı birer delildir. Kaldı ki -hac-cın ihramına
nasıl telbiye ile girilip tıraş ile çıkılıyorsa, umrenin de ihramına telbiye
ile girildiği için tıraş ile çıkılması lâzım gelir. (Temettu'da kişi Kabe'yi
tavafa başlayınca telbiyeyi keser.) Zira Peygamber Efendimiz (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) Umretü'1-Ka-za'da Hac e r'ül-Esve d'i istilâma başlayınca
telbiyeyi kesmiştir. ([119])
Hem de umreden maksat tavaf olduğuna göre, tavafa başlanınca telbiye getirmek
için mânâ kalmaz. Bunun içindir ki hac ihramında olan kimse de Akabe Cemresini
taşlamaya başlayınca telbiyeyi keser. Çünkü bayram günü ilk yapılması gereken
ibadet Akabe Cemresini taşlamaktır.
İmam Malik ise:
-Temettü ihramında olan kimse, gözü K â b e'ye
ilişince telbiyeyi keser. Çünkü umre
K â b e'yi zi-yaret etmektir. K
â b e' yi ziyaret etmek de onu görmekle hâsıl olur» demiştir.
(Temettu'da kişi
umreyi yaptıktan sonra) Mekke'de (ihramda olmayarak oturur.) Zira umreyi
bitirince ihramdan çıkmış olur (ve Zilhicce ayının sekizinci günü, Mescid-i
Haram'da bu sefer hac için niyet getirip ihrama girer.) Aslında şart olan, H a
r a m' in sınırlan içinde ihrama girmektir. Mescid-i Haram'ın kendisi şart
değildir. Zira bu kimse de Mekke halkı hükmündedir.
Mekke halkının hac mikatı ise -yukanda da
söylediğimiz gibi- Haram sınırlarının içidir, (ve İfrad haccıni yapan kimsenin
yaptığı gibi yapar.) Çünkü bundan sonra haccı ifa eder. Fakat tfrad haccı-nı
yapan kimse, haccin rüknü olan Ziyaret Tavafında koşmadığı ve tavaftan sonra
Safa ile Merve arasında sa'y yapmadığı halde bu kimse, haccının ilk tavafı
olduğu için Ziyaret tavafında koşar ve ondan sonra da Safa ile Merve arasında
sa'y yapar. Ancak eğer M i n a ' ya hareket etmezden önce tavaf ve ondan sonra
Safa ile M e rv e arasında sa'y yapmaz. Çünkü bunları daha önce yapmıştır, (ve
bu kimseye) yukanda geçen ayet-i kerimeye binaen (temettü kurbanı lâzım gelir.
Şayet kurban kesmeye gücü yetmezse) Kıran haccı bahsinde de söylediğimiz gibi
(hac esnasında üç gün ve evine döndükten sonra da yedi gün olmak üzere toplam
olarak on gün oruç tutması gerekir. Eğer kişi Şevval ayında üç gün oruç
tuttuktan sonra Temettü ihramına girerse, şevval aynıda tuttuğu oruç, hac
esnasında tutması gLreken üç gün orucun yerine geçemez.) Çünkü bu oruç kurbana
bedel olduğu için ancak Temettü ihramına girmekle vacip olur. Halbuki kişi bu
orucu tutarken ihramda değil idi. Daha vacip olmamış olan bir ibadeti yapmak
ise geçerli değildir. (Fakat eğer ihrama girdikten sonra) Mekke'de tutarsa,
henüz tavaf yapmamış olsa bile. Bize göre -caizdir.- Imam-ı Şafii:
Caiz değildir. Zira Cenâb-ı Hak (Azze ve Celle); -Hac esnasında üç gün
oruç tutmak gerekir- buyurmaktadır- demiştir.
Biz diyoruz ki: Kişi
ihrama girdikten sonra tuttuğu için kendisine vacip olduktan sonra tutmuş
sayılır. Âyetteki -hac esnası» deyiminden de murat hac aylandır. EBununla
beraber bu orucu) Kıran bahsinde açıkladığımız sebebe binaen (son günlere
bırakmak daha evlâdır.) (Eğer Temettü ihramına girmek istiyen kimse beraberinde
kurban götürmek isterse, ihrama girer ve kurbanlığını beraberine alıp yola
çıkar.), ki en efdah da böyle yapmaktır. Zira Peygamber Efendimiz (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) kurbanlarını beraber götürmüştür. ([120])
Hem de kurbanlığı beraberinde olan kimse daha hazırlıklı olur ve işini daha
çabuk görür.
Yukarıda geçen H z. Â
i ş e (Radıyallâhü anhâ)'nin hadisine binaen (kurbanlık deve veya sığır olduğu
zaman boynuna nal, matara gibi bir şey bağlanır.} Kurbanlığın boynuna bir şey
bağlamak ona çul Örtmekten evlâdır. Çünkü Kur'an-ı Kerim'de kurbanlıklar
Kalaid, yani boynu bağlı kurbanlıklar diye geçmektedir. Hem de kurbanlığın
boynuna bir şey bağlamak kurbanlık olduğunu bildirmek içindir. Çul ise,
hayvanlara başka maksatlar için de örtülür. Kişi önce telbiyeye başlar ve ondan
sonra kurbanlığının boynuna nişan bağlar. Çünkü -yukanda da geçtiği üzere-
kurbanlığın boynuna nişan bağlayıp beraberinde yola çıkmakla kişi ihrama girmiş
olur. İhrama ise telbiye ile girmek daha iyidir. Sonra kurbanlığı öne katıp sürmek
onu arkadan çekmekten daha evlâdır. Zira Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) Zü'lhuley-f e' de ihrama girerken kurbanlıkları beraberinde olup
önünde sürülüyordu. ([121])
Hem de öne katıp sürmede daha fazla teşhir vardır. Ancak eğer sürme ile
gitmiyorsa, o zaman yulanndan tutulup arkadan çekilir. (İmam Ebû Yûsuf ile İmam
Muhammed'e göre, kurbanlık eğer deve olursa nişanlanır. İmam Ebû Hanife'ye göre
ise, nişanlamak mekruhtur. Nişanlamak: devenin -kurbanlık olduğu bilinsin diye-
hörgüçünü ,sol veya sağ yanının alt tarafından yarıp kanı ile dedeyi
boyamaktır.) Demişlerdir ki: Sol yandan yarmak daha uygundur. Zira Peygamber
Efendimiz (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) kasten, kurbanlıklarının sol yanlarını
yardırmıştır. ([122])
İçlerinde sağ yanlan yanlanlar olmuşsa da kasten olmamıştır.
Kurbanlık develeri
nişanlamak fmam Ebû Hanife'ye göre mekruh, diğer iki İmama göre iyidir. İ m a
m -1 Şafii ise: «Sünnettir. Çünkü Peygamber Efendimizle (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) Hulefa-i Raşidin'den naklolunmuştur» demiştir. İmam Ebû Yûsuf ile İmam
Muhammed: «Çünkü bir suyun başına indiği zaman kovulmasın veya kaybolduğu zaman
onu gören sahibine geri versin, diye kurbanlık devenin boynuna nişan bağlanır.
Bu maksat ise nişanlamakla daha fazla hâsıl olur. Çünkü boynuna bağlanan
herhangi bir şey düşebilir. Vücudunda açılan nişan ise sabittir. Bunun için
nişanlamak sünnettir. Fakat hayvana işkence verdiği için biz ona «sünnet»
değil, «iyi» diyoruz- demişlerdir. İmam Ebû Hanife de: «Nişanlamak işkencedir
ve nehyedilmiştir. Peygamber Efendimizin, kurbanlıklarını nişanlatması ise
onları kaybolmaktan korumak içindi. Çünkü müşrikler yalnız nişanlanmış olan
kurbanlıklara dokunmazlardı» demiştir. Kimisi «İmam Ebû Hanife ancak
zamanındaki insanların kurbanlıkları nişanlamalarına mekruh demiştir. Zira
onun zamanında nişanlamada o kadar aşırı giderlerdi ki, açılan yaranın
kangıranla-şıp etrafa dağılmasından korkulurdu- demiştir.
(Kurbanlığım
beraberinde götüren bir kimse de Mekke'ye vardığı zaman Kâbeyi tavaf eder ve
Safa ile Merve arasında sa'y yapar.) Beraberinde kurbanlığını götürmeyen
kimsenin umresi de -yukanda açıkladığımız üzere- böyledir. (Ancak kurbanlığım
beraberinde götüren kimse, haccım da yapmadıkça ihramdan çıkmış olamaz.)
Zira Peygamber
Efendimiz (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm); Eğer ben, şimdi bildiğimi başlangıçta
bilseydim, kurbanlıkları beraber getirmez ve içinde bulunduğum ihramı umre
yaparak ihramdan çıkardım» ([123])
buyurmuştur. Bundan ise, kurbanlığını beraber götüren kimsenin, haccı da
bitirmedikçe ihramdan çıkamadığı anlaşılmaktadır. (Bu kimse'de) yukanda
açıkladığımız üzere Mekke halkı gibi (Zilhiccenin sekizinci günü haccın ihramma
girer. Şayet daha Önce de Haccın ihramına girerse caizdir. Hattâ ne kadar erken
girerse o kadar iyidir.) Çünkü erken girmede hem ibadete karşı aşırı istek
duygusu, hem de daha fazla güçlük vardır. Hac ihramına erken girmenin daha iyi
oluşu, beraberinde kurbanlık götüren kimseye mahsus olmayıp, götürmeyen
kimsenin de haccın ihramına erken girmesi daha iyidir. (Kurbanlığını beraber
götüren bu kimse, bayram günü tıraş olunca her iki ihramdan da çıkmış olur.)
Zira namazdan nasıl selâm ile çıkılıyorsa, ihramdan da tıraş ile çıkılır. (Mekke
halkı için ne kıran, ne de Temettü haccı yoktur. Mekke halkı ancak ifrad
haccinı yapabilirler.) İmam-ı Şafii:
Mekke halkı da Kıran ile Temettü
haclarını yapabilirler. Ancak onlara kurban lâzım gelmez» elemiş ise de; «Bu da evi Mescid-i Haram'da olmayan kimseler
içindir- ([124]) âyet-i kerimesi onun
görüşüne karşı bir delildir. Hem de Kıran ile Temettü, kolaylık olsun diye hacc
ile umresinin ikisini bir yolculukta yapmak olduklarına göre buna ancak
dışarıdan gelenler muhtaçtırlar.
Mikatlarla "Mekke
arasında oturanlar da Mekke halkı hükmünde olup onlar için de Kıran ile Temettü
hacları yoktur. Fakat eğer kişi Mekke halkından olup da K û f e ' ye gitmiş
ise. Kıran haccinı yapabilir. Çünkü o da mikata tabi olduğu için dışarıdan
gelenlerin hükmündedir.
(Temettü ihramında
olan kimse, eğer beraberinde kurbanlık gö-türmemişse umresi bittikten sonra
eğer evine dönerse, temettu'u bozulmuş olur.) Çünkü bu kimse beraberinde
kurbanlık götürmediği için, umreyi bitirince ihramdan çıkmış olur. İhramda
değilken evine uğraması ise, şaibeli olduğu için umre ile haccı biribirinden
ayırmış olur. Temettü ise, umre ile haccın bir yolculukta yapılması demektir.
Bunun için temettu'u bozulur. Rivayet olunduğuna göre Tabiin'den birçok
kimseler böyle demişlerdir.
Fakat eğer beraberinde
kurbanlık götürmüş ise, umresinin bitmesiyle ihramdan çıkmadığı için -imam Ebü
Hanife ile imam Ebû Yûsuf'a göre -evine uğramasının sakıncası yoktur, tmam
Muhammed ise: -Yine de temettu'u bozulur. Çünkü o zaman Umre ile haccı ayn
yolculuklarda yapmış olur» demiştir, imam Ebû Hanife ile imam Ebû Yûsuf ise:
«ihramdan çıkmadığı için, geçici olarak evine uğraması yolculuk vasfını
kaldırmış olmaz. Fakat Mekke halkından olup da K û f e' ye giden ve Temettü
niyetiyle ihrama girip beraberinde kurbanlık götüren kimse, eğer evine uğrarsa
temettu'u bozulur. Çünkü evi M e k k e' de olduğu için evine uğraması ile
yolculuk vasfı kalkar» demişlerdir.
(Eğer bir kimse hac
aylan gelmeden umre niyetiyle İhrama girer ve Kabe'yi daha dört tur tavaf
etmemişken hac,aylan girer de umresini tamamlayıp hac ihramına girerse, temettü
haccmi yapmış olur.) Çünkü biz Hanefiler'e göre ihrama girmek rükün olmayıp
şarttır. Bunun için hac aylan gelmeden haccın ihramına girilebilir. Ancak şeyin
çoğu şeyin tamamı hükmünde olduğu için amellerin çoğunu hac ayları içinde
yapmak gerekir. Burada da tavaftan dört tur daha yapılmamışken hac aylan
geldiği için tavafın çoğu hac ayları İçinde yapılmıştır.
(Tavaftan dört tur
veyahut daha fazla yaptıktan sonra hac aylan girip de hac ihramına giren kimse
ise. Temettü haccını yapmış olamaz.) Zira bu kimse hac ayları girmeden tavafın
çoğunu yapmış tır. Tavafın çoğunu hac ayları girmeden yapan kimsenin Temettü
haccım yapamamasının sebebi de şudur: Çünkü umre ihrammda olan kimse, eğer
tavaftan dört tur daha yapmamışken cinsel ilişkide bulunursa umresi bozulur.
Dört tur yaptıktan sonra ise bozulmaz. Bu ise o demektir ki umre ihrammda olan
kimse, tavaftan dört tur yaptıktan sonra ihramdan çıkmış sayılır. Hac aylan
gelmeden umre ihramından çıkan kimsenin haccı ise, hiç bir mezhebe göre
Temettü olamaz.
İmam Mâlik: «Kişinin
Temettü haccını yapabilmesi için -umrenin çoğunu hac aylarından önce yapmış
olsa bile- umresini hac aylan içinde bitirmesi kâfidir» demiş ise de,
yaptığımız bu yargı onun görüşüne karşıdır. Kaldı ki Temettü umre ile haccın
ikisini hac aylan içinde ve bir yolculukta yapmak demek olduğuna göre, umrenin
hiç değilse çoğunu hac aylan içinde yapmanın şart olması gerekir.
(Hac aylan, Şevval ile
Zilka'de aylarının tamamı ile Zilhicce ayının ilk on günüdür.) Abdullah l.bn-i
Mesud, Abdullah İbn-i Ömer, Abdullah îbn-i Abbas ve Abdullah îbn-i Zübeyir
ERadıyallâhü anhüm) 'dan böyle rivayet olunmuştur. Hem de Zilhicce' den on gün
geçmedikçe hac yapmak mümkündür. On gün geçtikten sonra ise hac yapma imkânı
ortadan kalkar. Bundan ise, anlaşılıyor ki; «Hac zamanı belirli birkaç aydır- ([125]) âyet-i
kerimesinde geçen «birkaç ay-dan murat iki ayın tamamı ile bir ayın bir
kısmıdır.
(Eğer kişi hac aylan
girmeden hac niyetini getirip ihrama girerse, ihrama girmesi caizdir ve
inün'akit olur.) Imam-ı Şafiî: «Hac ihramı olarak değil, umre ihramı olarak
mün'akit olur» demiştir. Çünkü ihrama girmek
Imatn-ı Şafii'ye göre rükündür. Bize göre ise -yukarıda da
söylediğimiz üzere- şarttır. Bunun için, namaz vakti girmeden abdest almak
nasıl caiz ise bu da öyledir. Hem de ihrama girmekle kişi, birtakım şeyleri
kendine yasak, birtakım şeyleri kendine vacip kılmış olur. Bu ise, zamanı gelmeden
de -mikata varmadan ihrama girmek gibi- mümkündür. (Eğer Kûfe'de oturan bir
kimse, hac aylan içinde umre niyetiyle ihrama girer ve umreyi bitirip başını
tıraş ettikten sonra Mekke veyahut Basra'da oturup ve aynı yılda hacca giderse.
Temettü hac-cını yapmış olur.) Bu kimsenin birinci örnekte Temettü haccım yapmış
olması: Çünkü hem umreyi, hem haccı hac ayları içinde ve aynı yolculukta
yapmış olur.
İkinci örnekte ise;
Temettü haccım yapmış olması, kimisi: -Her üç imamın da görüşüdür» kimisi de :
«Yalnız İmam Ebû Hani f e ' nin görüşüdür. Diğer iki imama göre ise, bu kimse
Temettü haccını yapmış olmuyor. Çünkü Temettü haccında umre için mi-katta, hac
için de Mekke'de ihrama girilir. Bu kimse ise, umre için de hacc için de,
mikatta ihrama girmiştir» demiştir. İmam Ebû Hanife ise: -Bu kimse umreden
sonra her ne kadar Basra'da oturmuşsa da, asıl memleketine dönmediği için eski
yolculuğu devam eder ve bu yolculukta hem umreyi, hem haccı yaptığı için ona
temettü kurbanı lâzım gelir» demiştir.
(Eğer Kûfe'de oturan
bir kimse, hac aylarında, önce umre ihramına girdikten sonra umresini boz^r ve
bozduğu umreyi tamamlayıp tıraş olduktan sonra Basra'da oturur, ondan sonra,
bozduğu umreyi kaza etmek üzere hac aylarında tekrar umre yapar ve aynı yılda
hac ihramına da girerse, İmam Ebû Hanife'ye göre Temettü hac cim yapmış olmaz.
Diğer iki İmam ise : -Yapmış olur» demişlerdir.) Zira bu kimse Bas ra'da
oturduktan sonra yeniden yolculuğa çıkıp bu yolculukta hem umre, hem haccı
yapmıştır.
tmam Ebû Hanife ise:
-Eski memleketine dönmediği için halâ eski yolculuğu devam eder. Eski
yolculuğunda yaptığı umre ise bozulmuş ve bu da onun kazasıdır» demiştir.
(Eğer bu kimse eski
memleketine döner ve ondan sonra hac aylarında ikinci kez umre yapar, ondan
sonra aynı yılda hac ihramına girerse her üç İmama göre de Temettü haccını
yapmış olur.) Zira memleketine dönmesiyle yolculuğu kalktığı için bu yeni bir
yolculuktur ve bu yolculukta, ikisi de sahih olan hem umre, hem haccı
yapmıştır. Eğer umresini bozan bu kimse hac ayları gelinceye kadar Mekke'de
kalıp B a s r a' ya gitmez ve hac aylarında tekrar umre yapıp ondan sonra hac
ihramına girerse, her üç İmama
göre de Temettü
haccını yapmış olmaz. Zira umre ihramına Mekke'de girmiş ve birinci yolculuğu
da fâsid bir umre ile son bulmuştur. M
e k k e' de oturanlar için ise Temettü
yoktur.
(Hac aylarında umre
yapan ve aynı yılda hac ihramma giren kimse, umre ile haccından hangisini
bozarsa onu tamamlamak zorundadır.) Zira ihramda olan kimse, ihramdan ancak
bütün mena-siki yaptıktan sonra çıkabilir, (ve Temettü kurbanı da kendisinden
sakıt olur.) Zira bu yolculukta sahih bir umre ile sahih bir hac yapmamıştır.
(Eğer Temettü haccım
yapmakta olan bir kadın bayramda bir koyun kurban ederse kendisine lâzım gelen
Temettü kurbanı yerine geçmez.) Zira kendisine lâzım gelen kurban Temettü
kurbanıdır. Kadının verdiği kurban ise, bayramda verilmesi gereken normal olan
kurbandır. Bunu yapan erkek de olsa yine öyledir. ([126])
(İhrama girmek
İsterken aybaşı haline giren kadın, yıkanıp ihrama girer ve hac yapan kimsenin
yapmak zorunda olduğu her şeyi yapar. Ancak kandan temizlenip gusledinceye
kadar, Kabe'yi tavaf edemez.) Zira H z . A i ş e Radıyallâhü anhâ) S i r f denilen
yerde aybaşı haline girince Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) ona; «Hacda olan kimsenin
yaptığı her şeyi yap. Ancak Beyt'İ tavaf edemezsin» ([127])
buyurmuştur. Çünkü Kabe mescitte olduğu için aybaşı halinde olan kadın mescide
giremez. Arafat vukufu ise çölde olduğu için bir sakıncası yoktur. (Eğer kadın
Arafat'ta vukuf ve Kabe'yi tavaf ettikten sonra aybaşı haline girerse, veda tavafı
yapmadan Mekke'den ayrılır ve ona bir şey de lâzım gelmez.)
Zira Peygamber
Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) aybaşı halinde olan kadınlara Veda
tavafını yapmamak için müsaade etmiştir. ([128]) (Hac
bittikten sonra Mekke'de kalmak İsteyen kimseye Veda Tavafı yoktur.) Çünkü
Veda Tavafı, haccı bitirip evlerine dönmek is-tiyenlere mahsustur. Ancak eğer M
e k k e' de kalmaya bayramın üçüncü gününden sonra niyet ederse, o zaman M e k
k e' de kalsa bile -îmam Ebü Hanife' den gelen rivayete göre- Veda tavafını
yapmak zorundadır. Kimisi İmam Muham-m e d' in de aynı görüşte olduğunu rivayet
etmiştir. Çünkü bayramın üçüncü günü Haccm menasiki bittiği için Veda
Tavafının vakti girmiş olur. Veda tavafının vakti girdikten sonra ise.M e k k
.e' de kalmaya niyet etmekle vücubu sakıt olmaz.[129]
(Eğer ihramda olan bir
kimse güzel koku sürünürse ona, keffa-ret lâzım gelir. Şayet güzel koku sürdüğü
yer bir uzvun tamamı veya daha fazla olursa, o zaman ona kurban vacip olur.)
Uzuvdan maksat, baş, bacak, oyluk ve benzeri olan insan vücudunun parçalandır.
Çünkü bu uzvun tamamına güzel koku sürüldüğü zaman yasağı işleme suçu tam
olduğu için lâzım gelen ceza da tam olur. (Eğer güzel koku sürülen yer bir
uzuvdan az olursa, o zaman kişiye bir sadaka lâzım gelir.) Zira güzel kokunun
sürüldüğü yer bir uzuvdan az olduğu için işlenen suç küçük sayılır. İmam
Muhammed ise: «Bir. uzvun tamamı için bir kurban lâzım geldiğine göre, tamamı
olmadığı zaman sürülen miktar tamamına göre ne kadar ise, bir kurbanın
kıymetinden o kadarın lâzım gelmesi gerekir» demiştir, el-Münteka'da da «Eğer
güzel kokunun sürüldüğü yer uzvun dörttebiri olursa -başın dörttebirini tıraş
etmeye kıyasen- tam kurban lâzım gelir» diye yazılıdır. Halbuki ikisi arasında
-ilerde, Allah izin verirse anlatacağımız üzere- fark vardır.
Sonra, kurban lâzım
geldiği zaman -lâzım gelen kurban ne için lâzım gelmiş olursa olsun -bir koyun
veya keçi kesmekle ödenmiş olur. Ancak -Hed'y bahsinde de geleceği üzere-
cinsel ilişkide bulunmakla veyahut kadının aybaşı halinde tavaf yapması ile
lâzım gelen kurban, deve veya sığırdan başkası olamaz.
İmam Ebû Yûsuf dan
rivayet olunduğuna göre, ihramda lâzım gelen sadaka -eğer miktarı şeriatça
belirtilmiş değilse- yarım sa' buğdaydır. Ancak eğer bit veya çekirge
öldürdüğü için ona sadaka lâzım gelmiş ise, o zaman istediğini verebilir. (Eğer
kişi saçını kına veya benzeri bir şeyle boyarsa ona kurban lâzım gelir.) Zira kına güzel kokulardandır. Nitekim
Peygamber Efendimiz (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm,«Kına bitkisi güzel kokudur- ([130])
buyurmuştur. Sürülen kınanın saç üzerinde kuruyup kalması halinde ise iki
kurban lâzım gelir. Biri, kişinin kendine güzel koku sürdüğü, biri de saçını
kına ile örttüğü içindir. Saçm «vesime» denilen bitki ile boyanması halinde ise
bir şey lâzım gelmez. Zira vesime güzel kokulardan değildir. Sahih olan
rivayete göre İmam Ebû Yûsuf: «Eğer kişi başı ağrıdığı için başula vesime
sürerse ona ceza lâzım gelir. Çünkü o zaman sürdüğü vesime başım örtmüş olur»
demiştir, Sonra İmam Muhammed'in «el-Mebsût-da, saç ile sakalın ikisini,
«el-Camiussağir-de ise yalnız saçı söylemesinden, saç ile sakaldan her birinin
ayrı ayp cezayı gerektirdiği anlaşılır.
(Eğer kişi kendine
zeytin yağını sürerse ona -İmam Ebû Hanife'ye göre- kurban diğer iki İmama
göre sadaka lâzım gelir.) İmam-ı Şafii de: «Eğer saçına sürerse ona kurban
lâzım gelir. Çünkü karışık ve dağınık olan saç yağlandığı zaman düzelmiş olur.
Başka yerlerine sürmesi halinde ise -bir yaran olmadığı için- bir şey lâzım
gelmez» demiştir. î m a m Muhammed ile îmam Ebû Yûsuf: «Çünkü zeytin yağı
vücuda sürülecek ilâçtan çok, bir yiyecek maddesidir. Bununla beraber vücuda
sürüldüğü zaman haşereleri öldürdüğü için sadaka lâzım gelir» demişlerdir. İmam
Ebü Hanife de: «Her ne kadar yiyecek maddelerinden ise de, aslında kokusu
güzel bir maddedir. Kaldı ki, vücuda sürülmesinde -haşerelerin öldürülmesi,
kılların yumuşaması ve mesamelerin açılması gibi- birtakım yararlar bulunduğu
için, ihram halinde onu vücuda sürmek tam bir suçtur ve bunun için kurban
gerektirir- demiştir. Bu ihtilâf da, sürülen zeytin yağının halis olması
halindedir.
Zambak, yasemin esansı
ve menekşe gibi içine güzel koku katılmış olan zeytin yağlarının sürülmesi
halinde ise, kurban lâzım geldiğinde ihtilâf yoktur. Çünkü o zaman tamamen
güzel kokudur. Ancak şu var ki eğer güzel koku maksadı ile sürülürse kurban
lâzım gelir. Eğer vücuttaki bir yara veya ayak çatlaklıklarının tedavisi için
sürülürse o zaman keffaret lâzım gelmez. Çünkü aslında güzel kokulu bir madde
olmadığı için, eğer güzel koku maksadı ile sürül-mezse kurban lâzım gelmez. Misk
ve benzeri güzel kokuları sürmek ise, tedavi maksadı ile dahi olsa kurban
gerektirir.
(Eğer ihramda olan
kimse dikilmiş elbise giyer, yahut başını herhangi bir şey ile örter ve
giydiği elbise veya basma koyduğu şey, tam bir gün bir gece üzerinde kalırsa,
ona kurban lâzım gelir. Eğer giydiği elbise veya başına koyduğu şey, üstünde
bir gün ile bir geceden daha az bir zaman kalırsa o zaman ona sadaka lâzım
gelir.) îmam Ebû Yûsuf dan: «Eğer üstünde yarım günden fazla bir zaman kalırsa
kurban lâzım gelir, diye söylediği rivayet olunmuştur, ki îmam Ebû Hanife de
önce buna kaildi. Imam-ı Şafii de: «Dikilmiş elbise veya baş örtüsü kişinin
üstünde hiç kalmasa bile, onu giymesi veya başını örtmesi ile kişiye kurban
lâzım gelir. Çünkü bu durumda da, giydiği elbise veya başına koyduğu şeyden,
çok az bir zaman dahi olsa, faydalanmış olur» demiştir.
Biz diyoruz ki: Kişi
elbise giymek veyahut başına bir şey koymaktan ancak, o elbise veya şeyin
kişinin üstünde bir süre kaldığı takdirde tam faydalanmış olur ve bunun için
ancak o zaman ona kurban lâzım gelir. Bu süre de bir gün ile takdir edilmiştir.
Çünkü kişi normal olarak herhangi bir elbiseyi bir gün giyer ve ondan sonra
çıkarır. Bunun için, eğer elbise kişinin üstünde bir günden az bir zaman için
kalırsa, ondan tim olarak yararlanmış olmadığı için ona kurban değil, sadaka
lâzım gelir. Ancak imam Ebû Yûsuf
günün çoğunu günün tamamı yerine koymuştur. (Eğer kişi gömlek veya
kilotu kuşak olarak bağlar, ya da roba olarak giyer veyahut palto, pardüsü ve
ceket gibi bir üstlük elbiseyi, kollarını geçirmeden omuzlan üzerine atarsa,
ona bir şey lâzun gelmez.) Çünkü bu durumda dikilmiş elbise giymiş sayılmaz, t
m a m Zûf er ise: «Sakıncalıdır. Çünkü
üstlük elbiseleri, kollarını geçirmeden de giymek âdettir. Nitekim omuzundan
düşmemesi için kişi iki yakasından tutar- demiştir.
Kişinin, başının
tamamını tam bir gün örttüğü zaman kendisine kurban lâzım geldiğinde ihtilâf
yoktur. Çünkü ihramda yasak olan bir şeyi yapmış olur. Fakat başının tamamım
değil de, bir kısmını örttüğü zaman ise, İmam Ebû Hanife' den: «Eğer örtülen
miktar başın dörttebirinden az olursa bir şey lâzım gelmez» diye söylediği
rivayet olunmaktadır. îmam Ebû Hanife bunu da tıraş ile avrete kıyas ederek:
«Eğer başının tamamını ört-mese de, örttüğü miktar başının dörttebiri olursa
ona kurban lâzım gelir. Çünkü bazı kimselerde başın tamamını değil, bir
kısmını örtmek âdettir- demiştir. İmam Ebü Yûsuf' tan da, başın çoğunu başın
tamamı hükmüne koyduğu rivayet olunmaktadır.
(Eğer ihramda olan
kimse saçının veya sakalının dörttebirini tıraş ederse ona kurban lâzım gelir.
Eğer tıraş ettiği miktar saç veya sakalın dörttebirinden az olursa, o zaman
ona sadaka lâzım gelir.) İmam Malik: -Kişi başının tamamını tıraş etmedikçe
ona bir şey lâzım gelmez- -İmam-ı Şafiî de: -Tıraş ettiği miktar az da olsa
ona kurban lâzım gelir. Nasıl ki Harem'in bitkilerini kestiği zaman, kestiği
bitki az da olsa ona fidye lâzım gelir» demiştir'.
Biz diyoruz ki: Başm
bir kısmını tıraş etmek de âdet olduğu İçin işe yarar. Bunun için kişi başının
bir kısmını dahi tıraş ettiği zaman, işlediği suç tamdır. Bunun gibi sakalın
da bir kısmını tıraş etmek,
Irak'ta ve Arabistan'da adettir. (Eğer ihramda olan kimse ensesinin
tamamını tıraş ederse keza ona kurban lâzun gelir.l Çünkü ense de baş gibi
tıraş edilmesi maksut olan bir uzuvdur. (Her iik koltuğunu tıraş eden kimseye
bir kurban lâzım gelir.) Nasıl ki bir koltuğunu tıraş etmek de kurban
gerektirir. Zira temizlenmede her iki koltuğun da tıraş edilmesi matlup olduğu
için her iki koltuk, göbek altı kıllarının yeri gibi bir uzuv sayıhr.
(İmam Ebû Yûsuf ile
İmam Muhammed ı «Bir uzvunun tamamını tıraş eden kimseye kurban lâzım gelir.
Eğer tıraş edilen yer bir uzuvdan az olursa o zaman sadaka lâzım gelir-
demişlerdir.)
Uzuvdan murat, göğüs,
bacak ve benzeri gibi vücudun her hangi bir parçasıdır. Çünkü vücudun herhangi
bir yeri üzerindeki kıllan gidermekten gaye temizlenmek olduğuna göre, tam
temizlenme ancak uzvun tamamını tıraş etmekle olur.
(Eğer kişi bıyığından
makasla alırsa ona, bıyığının kısalttığı oranda keffaret lâzım gelir.) Yani
aldığı miktar, sakalın dörttebirinin kaçta kaçı ise ona göre kendisine keffaret
lâzınt" gelir. Meselâ eğer alman miktar, sakalın dörttebirinin dörttebiri
kadar olursa, bir koyunun dörttebir kıymeti lâzım gelir.
Yukanda geçen -Eğer
bıyığından makasla alırsa- tabirinden, bıyığı tıraş etmenin sünnet olmadıği
anlaşılır. Evet bıyığı tıraş etmek sünnet değil olur. Sünnet ancak bıyıktan
makasla alıp kılları üst dudağın kenarındaki yüksekliğin seviyesi kadar kısaltmaktır.
(İmam Ebû Hanife'ye
göre, vücudundan hacamet vuracağı yeri tıraş eden kimseye kurban lâzım gelir.
Diğer iki imam ise) : -Bu kimse hacamet vurmak için hacamet yerini tıraş
etmiştir. Hacamet vurmak ise ihramda yasak olmadığına göre hacamet yerini tıraş
etmenin de yasak olmaması lâzım gelir. Ancak şu var ki -ne maksatla olursa
olsun- herhangi bir yerini tıraş eden kimse tıraş ettiği yeri temizlemiş olur.
Bunun için (ona) kurban değil (sadaka lâzım gelir- demişlerdir.) îmam Ebü
Hanife de: -Hacamet vurulacak yerin kıllarını tıraş etmeden hacamet vurmak mümkün
olmadığı için hacamet yerini tıraş etmek bizzat maksut olan bir şeydir. Kaldı
ki bu tıraş ile bir uzvun tamamı temizlenmiş olur. Bunun için bu kimseye
kurban lazım gelmesi gerekir» demiştir.
(Eğer İhramda olan bir
kimse, ihramda olan bir diğer kimsenin başını tıraş ederse -tıraş edilen
kimsenin emriyle olsun olmasın- tıraş edene sadaka, edilene kurban lâzım
gelir.) İ m a m -1 Şafii: -Eğer tıraş edilenin isteğiyle olmazsa, meselâ uykuda
olup tıraş olmaktan haberi olmazsa ona bir şey lâzım gelmez» demiştir. Çünkü
ona göre, bir suçu işlemeye zorlanan kimse işlediği suçtan sorumlu değildir.
Uykuda olmak ise, zorlanmaktan daha kuvvetli bir mazerettir. Bize görş ise,
uykuda olan veyahut zorlanan kimseye sadece günah yoktur. Keffaret ise uykuda
veyahut zorlanmış olmakla sakıt olamaz. Çünkü keffaret vücutta hâsıl olan
temizlikten dolayı lâzım gelir. Başında başgösteren bir hastalıktan dolayı
saçını tıraş etmek zorunda kalan kimse ise böyle değildir. Çünkü bu kimse
-mazereti kul tarafından olmayıp tabiî olduğu için- muhayyerdir. Sonra, başı
tıraş edilen kimse, kendisine lâzım gelen kurbanın kıymetini başını tıraş eden
kimseden de isteyemez. Çünkü tıraş olmakla vücudunda hasıl olan temizlikten dolayı
kendisine kurban lâzım gelmişti.
Tıraş eden kimse
ihramda olmasa da yine hüküm böyledir. İmam-ı Şafiî ise: -Tıraş eden kimseye
-ihramda olsun olmasın- bir şey lâzım gelmez» demiştir.
îhramda olan bir
kimsenin ihramda olmayan bir kimsenin başım tıraş etmesi halinde de aynı
ihtilâf vardır: İmam-Şafiî: -Tıraş eden kimse ihramda ise de, tıraştan kendisi
yararlanmadığı için kendisine bir şey lâzım gelmez» demiştir. Biz ise diyoruz
ki: Haremde bitkileri kesmek nasıl yasak ise, insan vücudundaki kılları da
ihramda kesmek yasaktır. Bu kimse de tıraştan her ne kadar yararlanmıyorsa da,
ihramda kesilmesi yasak olan kılları kestiği için kendisine keffaret lâzım
gelir. Ancak şu var ki kestiği kıllar kendisinin olmadığı için işlediği suç
ağîr değildir. Bunun için ona kurban değl, sadaka lâzım gelr.
(Eğer ihramda olan
kimse ihramda olmayan bir kimsenin bıyığından alır veyahut tırnaklarını
keserse) yukarıda geçen sebebe binaen (bir yoksula istediği bir yemeği
yedirmek zorunda olur.)
(îhramda iken el ve
ayaklarının tırnaklarını kesen kimseye kurban lâzım gelir.) Çünkü ihramda iken
yapılması yasak alan bir şeyi yapmış olur. Ancak şu var ki: Eğer tırnaklarının
hepsini bir kez ve aynı yerde kesmiş ise, birden fazla kurban ona lâzım gelmez.
Zira tırnaklarının hepsini aynı yerde kestiği için bir kere suç işlemiş
sayılır. Ayrı ayn oturuşlarda kesen kimseye ise, İmam M u -h a m m e d' e göre
yine bir kurban lâzım gelir. Çünkü orucu bozmak kefaretinde olduğu gibi,
burada da lâzım gelen kefaretler birleşmiş olur. Ancak eğer kişi önceki
oturuşta kestiği tırnakların kefaretini verdikten sonra ikinci oturuşta geri
kalanları keserse -önceki suçun kefareti verildikten snra bir daha suç
işlendiği için- kefaretler birleşemez. İmam Ebû Hanife ile İmam Ebû Yûsuf'a
göre ise, eğer her bir oturuşta bir el veya ayağının tırnaklarını keserse ona
dört tane kurban lâzım gelir. Çünkü kurbanda ibadet vasfı daha galib olduğu
için -tilâvet secdesi âyetlerinde olduğu gibi- kefaretlerin birleşmesi için
bütün tırnakların aynı oturuşta kesilmiş olması gerekir.
(Yalnız bir el veya
ayağının tırnaklarını kesen kimseye de kurban lâzım gelir.) Çünkü başın
tıraşında olduğu gibi burada da dörttebir tamamın yerine kaimdir. (Tırnaklan
kesilen parmaklar beşten az olduğu zaman ise sadaka lâzım gelir.) Bunun manası
şudur ki: her bir tırnak için bir sadaka gerekir.
İmam Zü f er: «Üç
parmağın tırnaklarını kesen kimseye de kurban lâzım gelir» demiştir, ki İmam
Ebû Hanife'de önce bu görüşte idi. Çünkü bir elinin tırnaklarını kesene kurban
lâzım geldiğine göre, üç parmak bir elde bulunan parmakların çoğu olduğu için
bu kimseye de kurban lâzım gelmesi gerekir.
Tırnaklan kesilen
parmakların baştan aşağı olduğu zaman kurban lâzım gelmediğine dair görüşün
delili de şudur: Çünkü bir el veya ayağın tırnakları bütün tırnakların
dörttebiri olduğu için biz bir el veya ayağın tırnaklarına bütün tırnakların
hükmünü vermiş oluruz. Üç parmağın tırnaklan ise -her ne kadar bir el veya ayakta
bulunan tırnakların çoğu ise de- bütün tırnakların dörttebirin-den az olduğu
için, ona bütün tırnakların hükmünü veremeyiz. (Eğer kişi değişik el ve
ayaklarından beş tane parmağın tırnaklarını keserse, İmam Ebü Hanife ile İmam
Ebû Yûsuf'a göre ona sadaka gelir. İmam Muhammed ise : -Kurban kesmesi
gerekir» demiştir.) İmam Muhammed bu kimseyi de bir elinin bütün tırnaklarını
kesen veyahut başının değişik yerlerini dörttebir mik-darında tıraş eden
kimselere kıyas etmiştir.
İmam Muhammed ile İmam
Ebü Yûsuf da: «İhramda iken tırnaklarını kesen kimseye kurban lâzım gelmesi,
tırnaklarını kesmekle temizlenip güzelleştiği içindir. Değişik parmaklarının
tırnaklarını kesen kimse ise, temizlenip güzelleşmek şöyle dursun, bilâkis
daha çirkin görünür. Basın değişik yerlerini tıraş etmek ise âdet olduğu için
kişiyi çirkin göstermez. Bunun için bu kimsenin işlediği suç tam değildir ve
dolayısiyle ona kurban değil, her bir tırnak için bir yoksula doyabileceği
kadar yemek yedirmesi gerekir. Hattâ eğer el ve ayaklarının değişik
parmaklarından kestiği tırnaklar baştan fazla da olsa, yine hüküm böyledir.
(İhramda iken, kırılıp
asılı kalan bir tırnağını koparan kimseye bir şey lâzım gelmez.) Zira kırılmış
olan tırnak canlılığını yitirdiği için Harem'in kurumuş bitkisine benzer.
Harem'in kuru bitkisini kesip koparmada nasıl sakınca yoksa, bu da öyledir. (İhramda
iken güzel koku süren, yahut dikilmiş elbise giyen veyahut mazereti
bulunmaksızın başını tıraş eden kimse muhayyer olups isterse bir koyun veya
keçi keser, isterse herbirine yanm sa vermek suretiyle altı yoksula bir yiyecek
maddesini dağıtır, isterse üç gün oruç tutar.) Zira Cenâb-ı Hak;
îçînizde hasta veyahut
başından rahatsız olan varsa fidye olarak ya oruç tutması, ya sadaka vermesi,
ya da kurban kesmesi gerekir ([131])
buyurarak «yahut» demek olan muhayyerlik edatım kullanmış ve Peygamber Efendimiz
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de âyeti öyle tefsir etmiştir. ([132])
sonra, oruç -nerede olursa olsun- ibadet olduğu için, nerede tutulursa tutulsun
kâfi gelir. Sadaka da aynı sebebe binaen haremin yoksullarına verilmesi şart
değildir. Fakat kurbanın Haremde kesilmesi ittifak ile şarttır. Zira kan
akıtmak ancak belli bir zamanda veyahut belli bir yerde ibadet olur. Bu kanı
akıtmanın ise, belli bir zamanı bulunmadığına göre belli bir yeri olması
gerekir. İmam Ebû Yûsuf'a göre kişi sadaka vermek istediği zaman -yemin
keffaretinde olduğu gibi- sadakayı yemek olarak yoksullara yedirebilir. İmam
Muhammed ise: «Yemek olarak yedirmek caiz değildir. Çünkü Cenâb-ı Hak» Sadaka
vermesi gerekir» diye buyurmuştur. Sadaka ise verilen kimseye temlik edilmiş
olur. Yemek yedirmede ise temiilc yoktur» demiştir.[133]
(İhramda iken
karısının avretine bakıp menisi gelen kimseye bir şey lâzım gelmez.) Çünkü
ihramda iken yasak
olan şey yalnız cinsel
ilişkidir. Bu kimse ise cinsel ilişkide bulunmamıştır. Nihayet bu kimse de
düşünüp de düşünce ile menisi gelen kimse gibidir. (İhramda iken karısını
şehvetle Öpen veyahut ona dokunan kimseye ise kurban lâzım gelir.)
•el-Camİussağiyr-'de ise «Kadına şehvetle dokunup menisi gelen kimseye kurban
lâzım gelir* diye kasd-edilmektedir. Halbuki «el-Mebsut-un açıklamasına göre
meninin gelip gelmemesi halleri arasında fark yoktur, ön ve arka taraflar dışında
yapılan cinsel ilişkide de hüküm böyledir,
t m a m -1 Şafiî ise, ihramı da oruca kıyas ederek: -Bu
hallerin hepsinde ihramın bozulması için meninin gelmesini şart koşmuştur. Biz
diyoruz ki: Hac ancak cinsel ilişkide' bulunmakla bozulur. İhramın diğer
yasaklarından hiç biri haccı bozmaz. Bu hallerin hepsi de cinsel ilişki
olmadıklarına göre, bu hallerde meni gelse bile hac-cm bozulmaması lâzım gelir.
Ancak şu var ki: bu hallerde de cinsel arzu -kısmen de olsa- tatmin edildiği
için ihramda bunlar yasak edilmiş ve işlenmesi halinde kurban lâzım gelir.
Oruç ise öyle değildir. Çünkü oruçta -ne şekilde olursa olsun- cinsel arzunun
tatmini haramdır. Cinsel arzuda -cinsel ilişki dışında- ancak eğer meni gelirse
tatmin olur. (Eğer ihramda olan kimse daha Arafat vukufunu yapmamışken cinsel
ilişkide bulunursa, haccı bozulur ve bir koyun kurban etmesi gerekir. Ayrıca
haccı bozulmamış gibi haccını sürdürmek zorunda olmakla beraber kendisine kaza
da lâzım gelir.) Zira rivayet olunmaktadır ki: Peygamber Efendimize
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem), hem kendisi hem karısı ihramda iken karısı ile
cinsel ilişkide bulunan kimsenin durumu sorulmuş ve Peygamber Efendimiz
(Sallalla-hü Aleyhi ve Sellem); İkisi de kurban keserler ve haclarını sürdürmek
zorundadırlar. Ayrıca ertesi yıl bir daha hac yapmaları gerekir.» ([134])
buyurmuştur. Bu şekilde cevap aynca birçok ashabdan da naklolunmuştur. î m a m
-1 Şafii bu kimseyi de Arafat vukufunu yaptıktan sonra cinsel ilişkide bulunan
kimseye kıyas ederek: «Bir deve kurban etmesi gerekir» demiş ise de, hadisin
ıtlakı onun görüşüne karşı bir delildir. Kaldı ki bu kinişe, haccını bir daha
kaza etmesi gerektiği için işlediği suç hafiflemiş olur. Bunun için ona,
Arafat vukufundan sonra cinsel ilişkide bulunan kimseye nazaran daha hafif bir
ceza lâzım gelmesi gerekir. Çünkü Arafat vukufunu yaptıktan sonra cinsel
ilişkide bulunan kimse haccını kaza etmek zorunda olmadığı için, işlediği suç
ağırlığını korur. Arka taraftan cinsel ilişkide bulunan kimsenin haca bozulup
bozulmadiğı hakkında İmam Ebü Hanife' den iki rivayet gelmiştir. (Cinsel ilişki ve haclarını bozan erkek ile
kadın, haclarını kqza ederlerken biribirlerinden ayrılıp uzak durmaları
gerekmez.) İmam Mâlik: -Hac yoluna
çıkar çıkmaz», İmam Züfer: -İhrama girdikten sonra», İmam-ı Şafii de cinsel
ilişkide bulundukları yere vardaklannda birbirlerinden ayrılmaları gerekir.
Çünkü eğer beraber kalırlarsa önceki hacda cinsel ilişkide bulunduklarını
hatırlayıp bir daha böyle bir haltı işleyebilirler» demiştir.
Biz diyoruz ki i
Kendilerini birleştirip birbirlerine bağlayan, aralarında nikâhtır. Nikâh ise
halen aralarında mevcuttur. Bunun için ihrama girmezden önce birbirlerinden
ayrılmalarına gerek yoktur. Zira ihrama girmemişken cinsel ilişkide bulunsalar
bile, bir sakıncası yoktur. İhrama girdikten sonra da ayrılmaları gereksizdir.
Çünkü ufak bir nefsanî arzuya uymak yüzünden başlarına gelen bu felâket ve
çetin zorluklan gördükçe, bir daha böyle bir haltı işlemek şöyle dursun,
yaptıklarına bin kere pişman olurlar. Bunun için, ihrama girdikten sonra da
birbirlerinden ayrılmaları anlamsızdır.
(Arafat vukufunu
yaptıktan sonra cinsel ilişkide bulunan kimsenin haccı bozulmaz. Fakat bir
deve veya sığır kesmesi gerekir.) Zira Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) -yukarıda da geçtiği üzere- «Arafat'ta vukuf yapan kimsenin haccı tamam olur-
buyurmuştur. Bu kimsenin bir deve veya sığır kesmek zorunda olması ise 1 b n -
i A b -b a s ' m rivayetine dayanır. ([135]) Hem de ihramda cinsel ilişkide
bulunmak yasakların en
büyüğü olduğu için, gerektirdiği keffaretin de büyük olması gerekir. îmam-ı
Şafii: «İhramda olan kimse Arafat vukufunu yapmış olsa bile, eğer daha tıraş olmadan
cinsel ilişkide bulunursa haccı bozulur- demiştir.
(Tıraş olduktan sonra
cinsel ilişkide bulunan kimseye ise bir koyun kesmek gerekir.) Çünkü ihramda
olan kimse, tıraş olmakla dikilmiş elbise giymek gibi yasaklan yapabilmek
bakımından ihramdan çıkmış oluyorsa da, haccın bütün vaciplerini bitirmedikçe
kadınlara yaklaşamadığı için bu bakımdan daha ihramda sayılır. Bunun için bu
kimseye kurban lâzım gelir. Fakat tam ihramda olmadığı için işlediği suç hafif
olup bir koyun kesmek kendisi için kâfi gelir. (Umre ihramında olan kimse eğer
daha tavaftan dört tur yapmamışken cinsel ilişkide bulunursa, umresi bozulur
ve bir koyun kesmesi gerekir. Bununla beraber umresini sürdürmek zorundadır ve
ayrıca ona kaza da lâzım gelir. Eğer tavaftan dört tur yaptıktan sonra cinsel
İlişkide bulunursa o zaman umresi bozulmaz. Fakat bir koyun kesmesi yine
gerekir. Imam-ı Şafii, umreyi de hacca kıyas ederek : -Her iki durumda da
umresi bozulur ve bir deve kesmesi gerekir- demiştir. Çünkü İmam-ı Şafiî hac
gibi umrenin de farz olduğu görüşündedir. Bize göre ise Umre sünnet olduğu
için umrenin bozulmasında koyun, haccm bozulmasmda da deve veya sığır lâzım
geldiğine kailiz. (Unutarak cinsel ilişkide bulunan kimse de, bilerek cinsel
ilişkide bulunan kimse gibidir.) İmam-ı Şafii: unutarak cinsel ilişkide
bulunan kimsenin haca bozulmaz» demiştir. Bu ihtilâf, uykuda veyahut zorla
kendisiyle cinsel ilişkide bulunulan kadın hakkında da caridir. İmam-ı Şafiî:
«Bu mazeretlerle yasaklık kalkar. Bunun için bu durumlarda cinsel ilişki suç
değildir ki onunla hac veya umre bozulsun- demiştir. Biz diyoruz ki: Hac veya
umrenin bozulması, bu durumlarda
işlenen cinsel
ilişkinin yasak olduğu için değil, cinse1 arzuyu tatmin ettiği içindir. Çünkü
bu vasıf mazeretlerle kalkmaz. Kaldı ki hac veya umre ile oruç arasında fark
vardır. Çünkü oruçlu olan kimse oruçlu olduğunu unutabilir, ihramda olmanın
durumu ise -namazda olma durumu gibi- ihramda olmayı unutmaya mânidir.[136]
(Abdestsİz olarak
kudüm tavafını yapan kimseye sadaka lâzım gelir.) İmam-ı Şafii: «Abdestsiz
olarak yapılan herhangi bir tavaf sahih değildir. Zira Peygamber Efendimiz
(Aleyhi's-salâtü ve's-selâm);
«Beyti tavaf etmek de
bîr namazdır. Ancak Cenâb-ı Allah tavafta konuşmayı helal kılmıştır- ([137])
buyurmuştur. Bunun için abdestli olarak tavaf yapmak tavafın sıhhati için
şarttır» demiştir. Bizim ise delilimiz; Kadim olan Beyt'l tavaf etsinler» ([138])
âyet-i kerimesidir. Zira bu âyette -abdestli olarak» diye bir kayıt yoktur.
Bunun için, tavaf ederken abdestli olmak farz değildir. Ancak kimisi:
«sünnettir» demiş ise de en sahihi şudur ki vaciptir. Çünkü hem abdestsiz
olarak tavaf yapıldığı zaman kefaret lâzım gelir, hem de hadis ile amel etmek
vacip olduğu için hadisten vücup anlaşılır.
Kudüm tavafı denilen
bu tavaf sünnet ise de, ona başlanınca vacip olduğu için abdestsiz olarak
yapıldığı zaman ona eksiklik girer ve bu eksiklik sadaka ile giderilmiş olur,
ki mertebe bakımından Allah'ın vacip kıldığı Ziyaret tavafından aşağı olduğu
bilinsin. Kudüm tavafından başka, farz veya vacip olmayan her tavafta da hüküm
böyledir.
(Ziyaret tavafını
abdestsiz olarak yapan kimseye ise bir koyun kesmek gerekir.) Çünkü bu kimse
haccın rüknüne eksiklik sokarak daha ağır bir suç işlediği için kurban kesmeyi
hak etmiş olur.
(Cünüp olarak tavaf
yapan kimseye ise bir deve veya sığır gerekir.) Ab di la h îbn-i Abbas
(Radıyallâhü anhJ 'dan böyle rivayet olunmuştur. Hem de cünüplük
abdestsizlikten daha ağır olduğu için, bu kimsenin tavafa soktuğu eksikliği
ancak bir deve veya sığır kesmekle gidermek mümkündür.
Tavafın çoğu da
abdestsiz veya cünüp olarak yapıldığı zaman da yine hüküm böyledir. Çünkü şeyin
çoğu şeyin tamamı hükmündedir. (Abdestsiz veya cünüp olarak tavaf yapan kimse
İçin en efda-lı, daha Mekke'de iken bir daha tavaf yapmaktır ve eğer bir daha
yaparsa kurban kesmesi artık gerekmez.) el-Mebsut'un bâzı nüshalarında -bir
daha tavaf yapması gerekir» diye geçiyorsa da, en sahihi şudur ki abdestsiz
olarak yapılan tavafı bir daha yapmak müs-tahaptır, cünüp olarak yapılan tavafı
bir daha yapmak vaciptir. Çünkü cünüp olarak yapılan tavafın eksikliği daha
fazladır. Sonra, abdestsiz olarak yapılan tavaf eğer bir daha yapılırsa
-bayram günlerinden sonra dahi olsa- kurban kesmek artık gerekmez. Çünkü
tavafta eksiklik şüphesi artık kalmaz. Cünüp olarak yapılan tavaf bir daha
yapılırsa, eğer bayram günlerinde yapılmışsa zamanında yapılmış olduğu için
artık kurban kesmek gerekmez. Fakat eğer
bayram günlerinden sonra yapılmışsa, zamanında yapılmadığı için İmam Ebü
Hanife'ye göre kurban kesmek
gerekir.
Eğer kişi cünüp olarak
yapmış olduğu tavafı bir daha yapmadan evine dönerse, bir daha yapmak için
tekrar M e k k e ' ye dönmesi gerekir. Zira tavafmdaki eksikiik büyük olduğu
için, telâfisi ancak bir daha dönüp yapmakla mümkündür. Şayet dönmeyip, hed'y
olarak M e k k e ' ye bir deve veya sığır gönderirse -yukarıda da
açıkladığımız üzere- tavafta hasıl olan eksikliğin yerine geçtiği için caizdir.
Fakat dönmesi daha iyidir. Abdestsiz olarak tavaf yapıp da bir daha tavaf
yapmadan evine dönen kimsenin ise kurban göndermesi, dönüp bîr daha tavaf
yapmaktan iyidir. Zira tavafındaki eksiklik diğerine nazaran hafiftir. Kaldı ki
kurban göndermede fakirler için yarar vardır. Şayet bir daha dönerse, cünüp
olarak tavaf yapan kimse gibi yeniden ihrama girmesi gerekir.
Ziyaret tavâfmı
yapmadan evine donen kimse ise mutlaka dönmesi gerekir. Çünkü ziyaret tavafı
rükün olduğu için ihramda olan kimse onu yapmadıkça ihramdan çıkmış olamaz ve
kadınlara yak-laşamaz.
[Veda tavafını abdestsiz
olarak yapan kimseye de sadaka lâzım gelir.) Zira veda tavafı her ne kadar
vacip ise de, rükün olmadığı için Ziyaret tavafı kadar önemli değildir. İmam
Ebû Hani-f e' den bu kimseye bir koyun lâzım geldiği yolunda da bir rivayet
gelmişse de, en doğrusu birincisidir. (Veda Tavafını cünüp olarak yapan kimseye
ise bir koyun kesmek lâzım gelir.) Çünkü Veda tavafını cünüp olarak yapmak büyük
bir noksanlıktır. Ancak Veda Tavafı ziyaret tavafından rütbece üstün olduğu
için onu cünüp olarak yapmada bir koyun kesmekle yetinilmiştir.
[Ziyaret tavafından üç
tur eksik bırakan kimseye bir koyun kesmek gerekir.) Zira tavafta, yansından
daha az bir miktar yapılmadığı için hâsıl olan eksiklik de abdestsiz olarak
yapılan tavaftaki eksiklik gibi hafif olup onun için koyun kesmek yeterli
gelir. (Ziyaret tavafından dört tur veya fazla eksik bırakan kimse ise, eksik
bıraktığı turtan yapmadıkça ihramdan çıkmış olamaz.) Zira eksik bıraktığı
turlar yaptığı turlardan fazla olduğu için hiç tavaf yapmamış gibidir. Veda
tavafından üç tur yapmayan kimseye ise sadaka lâzım gelir.)
(Vacip olan herhangi
bir tavafı Hicr'in içinden yapan kimse, eğer henüz Mekke'den aynlmamışsa bir
daha tavaf yapması gerekir.) Çünkü -yukarıda da geçtiği üzere- Hicr'in dışında
tavaf yapmak gerekir. Hicr'in içinden tavaf yapmak, Kabe'nin etrafında tur
yaparken Kabe ile Hatyim arasında bulunan iki açıklıktan birinden girip
diğerinden çıkmaktır. Böyle yapan bir kimse tavafına eksiklik soktuğu için
Mekke' den ayrılmadığı sürece bir daha tavaf yapması gerekir, ki meşru bir
şekilde tavaf yapmış olsun. (Şayet tavafın hepsini değil de, yalnız Hicr'in
içinden yaptığı kısmı bir daha yaparsa yine kâfidir.) Zira böyle de yapsa,
yapmamış olan kısmı yapmış olur. Yalnız Hicr'in içinden yaptığı kısmı bir daha
yapmanın şekli böyledir : Hicri sağma alıp ileriye doğru yürümeye başlar ve
Hicr'in sonuna varınca o baştaki açıklıktan içeri girip diğer taraftan çıkar
ve bu ameliyeyi yedi kez tekrarlar.
(Şayet bu kimse,
Hicr'in içinden yaptığı bu tavafı bir daha yapmadan evine dönerse, ona kurban
lâzım gelir.) Zira bu kimsenin tavafmdaki eksiklik dörttebire yakın olduğu
için ona sadaka kâfi gelmez.
(Ziyaret tavafını
abdestsiz olarak. Veda tavafını da abdestli olarak ve fakat bayram günlerinden
sonra yapan kimseye kurban lâ-zun gelir. Eğer bu kimse ziyaret tavafını cünüp
olarak yapmış ise. İki İmam s «Ona yine bir kurban lâzım gelir» demişlerse de,
İmam Ebû Hanife'ye göre bu kimseye iki kurban lâzım gelir.) Çünkü Veda tavafı
vaciptir. Abdestsiz olarak yapılan Ziyaret tavafının bir daha yapılması ise
vacip olmayıp müstahap olduğu için, birinci surette veda tavafı Ziyaret tavafı
yerine geçmeyip veda tavafı olarak kalır. İkinci surette ise, Veda tavafı
Ziyaret tavafı yerine geçer. Çünkü cünüp olarak yapılan ziyaret tavafının bir
daha yapılması. Veda tavafı gibi vaciptir. Bu itibarla kişi bu surette Ziyaret
tavafını bayram günlerinden sonraya bırakmış, Veda tavafını da hiç yapmamış
olur. Veda tavafının yapılmaması halinde ise ittifak ile kurban lâzım gelir.
Ziyaret tavafının bayram günlerinden sonraya bırakılması halinde de ihtilâf
vardır. İmam Ebû Hanife'ye göre lâzım gelir, diğer iki imama göre lâzım
gelmez. Ancak bu kimseye, Mekke' den ayrılmadığı sürece Veda tavafını bir daha
yapması emrolunur. Evine döndükten sonra ise -yukarıda da söylediğimiz üzere-
artık emrolunmaz.
(Umre ihramında olup
abdestsiz olarak tavaf ve Sa'y yaptıktan sonra ihramdan çıkan kimse, Mekke'den
ayrılmadıkça bir daha tavaf ve sa'y yapar ve ona bir şey lazım gelmez.) Çünkü
abdestsiz olarak yaptığı tavafta eksiklik bulunduğu için bir daha yapması gerekir.
Sa'y da tavafa tabidir. Ve bir daha yapınca eksiklik kalmadığı için ona bir
şey lâzım gelmez. (Şayet bu kimse bir daha tavaf ve sa'y yapmadan evine
dönerse) abdestsiz olarak tavaf yaptığı için ona kurban lâzım gelir.) Fakat bir
daha M e k k e' ye dönmesi gerekmez. Çünkü umrenin son rüknü olan sa'yı da
yaptığı için ihramdan çıkmıştır. Aynca sa'yı da abdestsiz olarak yaptığı için
ise ona bir şey lâzım gelmez. Çünkü bu sa'y sahih olan bir tavaftan sonra
yapılmıştır. Sahih olan rivayete göre tavafı bir daha yaptıktan sonra sa'yı
yapmasa da, yine bir şey lâzım gelmez.
(Hac ihramında olan
kimse Safa ile Merve arasında sa'y yapmasa da haccı tamamdır. Ancak ona kurban
lâzım gelir.) Çünkü biz Hanefilere göre Safa ile Merve arasında sa'y vacip olduğu
için yapılmaması halinde hac bozulmaz, fakat kurban lâzım gelir.
(Arafat dağından
imamdan önce ayrılan kimseye kurban lâzım gelir.) İmam-ı Şafiî: -Bu kimseye bir
şey lâzım gelmez. Çünkü rükün olan, Arafat'ta vukuf etmektir. Kişi bunu yaptıktan
sonra vukufu uzatmasa da ona bir şey lâzım gelmez» demiştir.
Biz diyoruz ki: A r a
fa t' ta güneş batmcaya kadar kalmak vaciptir. Zira Peygamber Efendimiz (Aleyhi's-sâlâtü ve's-selâm); -Arafat'tan
güneş battıktan sonra hareket edin- ([139])
buyurmuştur.. Bunun, için, güneş batmadan Arafat' tan ayrılan kimse vacibi
terketmiş olur ve dolaysiyle ona kurban lâzım gelir. Eğer güneş battıktan sonra
bir daha Arafat'a dönse de- zahir olan rivayete göre- kurbanın vücubu kendisinden
sakıt olmaz. Çünkü imam ile birlikte hareket etmesi gerekirdi. İmam ile
birlikte hareket etmedikten sonra bir daha Arafat'a dönmesi manasızdır. Güneş
batmadan bir daha Arafat'a dönen kimse hakkında ise ihtilâf edilmiştir.
Arafat'a geceleyin gelen kimse ise öyle değildir. Çünkü vukufu geceye kadar
sürdürmenin vücubu, gece değil, gündüz vukuf yapan kimse içindir. (Müzdelife'de
vukuf yapmayan kimseye de kurban lâzım gelir.) Çünkü M ü z d e 1 i f e vukufu vaciptir. (Bayramın hiç bir günü cemre taşlamasmı
yapmayan kimseye de kurban lâzım gelir.) Çünkü vacibi kesinlikle terketmiş
olur. Ancak taşlamaların hepsi aynı cinsten birer ibadet olduğu için -vücudunun
bütün kıllarını tıraş eden kimseye oîduğu gibi- bu kimseye yalnız bir kurban
lâzım gelir. O da bayramın son günü güneş battıktan sonra. "Çünkü
cemreleri taşlamak ancak bayram günlerinde ibadettir. Bu günler bitmedikçe
taşlamaların hepsini sıra ile yapmak mümkündür. imam Ebû Hanife'ye göre bir gün
an taşlamalarını bir başka güne bırakmak da kurban kesmeyi gerektirir. Fakat diğer
İki İmam bu görüşe katılmamışlardır.
(Bir günün de
taşlamalarını yapmayan kimseye kurban lâzım gelir.) Çünkü bir günün taşlamaları tam bir
ibadettir. (Üç cemreden birinin taşlamasını yapmayan kimseye ise sadaka lâzım
gelir.) Çünkü bir günde her üç cemreyi taşlamak bir ibadet olduğuna göre,
yalnız bir cemreyi taşlamayan kimse bu ibadetin çoğunu yapmış olur. Kurban ise
ancak, bir vacibin çoğunu yapmamak halinde lâzım gelir.
(Bayramın İlk günü
Akabe cemresini taşlamayan kimseye ise kurban lâzım gelir.) Çünkü bayramın ilk
günü yalnız Akabe cemresinin taşlaması vardır, bunun için bu kimse o gün
vacibini tamamen bırakmış olur. Akabe cemresi taşlarının yansından fazlasını
atmayan kimse de öyledir.
(Bir cemreye bir, iki veyahut
üç çakıl eksik atan kimseye ise, her bir çakıl için yarım sa' lâzım gelir.)
Zira bu kimsenin yapmadığı miktar vacibin yansından az olduğu için ona sadaka
vermek kâfidir.
(Başını bayram günleri
bittikten sonra tıraş eden kimseye, İmam Ebû Hanife'ye göre kurban lâzım gelir.
Ziyaret tavafını bayram günlerinden sonraya bırakan kimse de Öyledir.) Diğer
iki İmam ise: -Bu her iki kimseye de bir şey lâzım gelmez- demişlerdir. Bu
ihtilâf -yukanda da geçtiği üzere- bir günün taşlamalarını bir başka güne bırakmak
ve -Akabe cemresini taşlamaktan önce tıraş olmak, kıran haccında Akabe
cemresini taşlamaktan önce kurban kesmek veyahut kurban kesmezden önce tıraş
olmak gibi- sonra yapılması gereken bir ibadeti önce yapmak hallerinde de
caridir. İki imam: -Bu durumların hepsinde vacipler kaza edildiği için başka
bir şey lâzım gelmez- demişlerdir, imam Ebû Hanife'-nin delili de Abdullah
İbn-i Mesud'un;
Kim ki haccın bir
ibadetini bir diğer ibadetine takdim ederse ona kurban lâzım gelir» ([140])
hadisidir. Kaldı ki -inikatta ihrama girmemek gibi- belli bir yeri bulunan
bir ibadetin yerinde yapılmaması halinde kurban lâzım geldiğine göre, belli
bir zamanı bulunan bir ibadetin de zamanında yapılmaması halinde kurban lâzım
gelmesi gerekir. Hac ihramında olup bayram günlerinde ve fakat Harem'in dışında
tıraş olan kimseye de kurban lâzım gelir. İmam Ebû Hanife ile İmam Muhammed'e
göre Umre ihramında olan kimse de eğer Harem'in dışında tıraş olursa ona kurban
lâzım gelir demişlerdir. İmam Ebü Yûsuf ise s -Umre ihramında olan kimseye bir
şey lâzım gelmez- demiştir.) Ben diyorum ki el-Camiussağiyr'de İmam Ebû Y ü s u
f' un umre ihramında olan kimse hakkındaki sözü kaydedilmişse de hac ihramında
olan kimse hakkındaki sözüne değinil-memiştir. Kimisi: -Çünkü hac ihramında
olan kimse hakkında ihtilaf yoktur. Zira hacda hep M i n a ' da tıraş oluna
gelmiştir. M i -n a ise H a r e m' in sınırlan içindedir» demiş ise de, en doğrusu
şudur ki: aynı ihtilâf hac ihramında olan kimse hakkında da caridir. İmam Ebû
Yusuf: «Harem'de tıraş olmak şart değildir. Zira Peygamber Efendimiz
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Hudeybiye'de umreden alıkonduğu zaman hemen orada
tıraş olmuştur- demiştir. ([141])
İmam Ebû Hanife ile İmam M. uhammed ise: «Tıraş ile ihramdan çıkıldığı için
tıraş da namazın sonundaki selâm gibidir. Selâm ile namazdan çıkıldığı halde
nasıl selâm namazın bir vacibi ise tıraş da haccın bir vacibidir ve haccın bir
vacibi olunca da haccın diğer vacipleri gibi Hare m'de yapılması gerekir.
Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile Ashabının Hudeybiye'de
tıraş olmaları da Hare m' in dışında tıraş olmanın caiz olduğuna delil olamaz.
Zira Hudeybiy e' nin bir kısmı Harem' den sayılır. Peygamber Efendimizle
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem} Ashabı o kısımda tıraş olmuş olabilirler»
demişlerdir. Kısacası: î m a m Ebû H a n i f e ' ye göre tıraşın hem belli bir
vakti, hem yeri vardır. İmamEbü Yûsuf'a göre ne belli bir vakti vardır, ne yeri.
İmam Muhammed'e göre belli bir yeri vardır. Fakat vakti yoktur. İmam Züfer'e
göre belli bir vakti vardır. Fakat yeri yoktur . Bu ihtilâf da «Kişi belli
olan vaktinde veya yerinde tıraş olmadığı zaman kendisine kurban lâzım gelir
mi gelmez mi?» konusundadır. Yer veya vaktinde olmayan tıraş ile ihramdan
çıkıldığında ise ihtilâf yoktur.
Sonra, umre vakitli
bir ibadet olmadığı için onun tıraşı da ittifak ile vakitli değildir. Fakat
umrenin belirli bir yeri bulunduğu için tıraşının da aynı yerde yapılması
gerekir.
(Harem'in dışına çıkan
kimse, tekrar Harem'e dönünceye kadar eğer tıraş olmazsa ittifak ile kendisine
bir şey lâzım gelmez.) Yani umre
ihramında olan kimse eğer böyle yaparsa, tıraş olması gerektiği yerde tıraş
olduğu için ona bir şey lâzım gelmez. Hac ihramında olan kimse ise, böyle
yapsa dahi, tıraş olması gerektiği vakitte tıraş olmadığı için İmam Ebû
Hanife'ye göre ona kurban lâzım gelir.
(Kıran haccında olan
kimse, kurban kesmezden önce eğer tıraş olursa) İmam Ebû Hanife'ye göre (ona
iki kurban lâzım gelir.) Biri Kıran kurbanıdır, biri de kurban kesmeyi tıraştan
sonraya bıraktığı içindir. İki İmama göre ise, bu kimseye Kıran kurbanından
başka bir şey lâzım gelmez. Zira -yukarıda da söylediğimiz üzere- iki İmama
göre herhangi bir vacibi tehir etmekten dolayı bir şey lâzım gelmez.[142]
Bilinmelidir ki
ihramda olan kimse için kara avı haram, deniz avı helâldir. Zira Cenab-ı Hak
(Azze ve Celle) :
«Deniz avı ve onu
yemek size de, yolculara da geçimlik olarak helâl kılınmıştır. Kara avı ise
ihramda bulunduğunuz sürece size yasak edilmiştir. ([143])
buyurmuştur. Kara avı karada doğup büyüyen ve karada yaşayan, deniz avı da
suda yaşayan ve suda doğup büyüyen hayvan demektir. Av da yaradılışı itibariyle
insanlardan kaçıp ele gelmiyen hayvanlardır. Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) kara hayvanlarından beş tane istisna etmiştir. Bunlar da FEVÂSIK-I
HAMS diye anılan kurt, kuduz köpek, karga, delice, yılan ve akreptir. ([144])
Zira bunlar saldırgan hayvanlardır. İmam Ebû Yûsuf dan rivayet olunduğuna göre
kargadan maksad leşleri yiyen kargadır. (İhramda iken av öldüren veyahut
öldürtmek için yerini başkasına gösteren kimseye ceza lâzım gelir.) Avı bizzat
öldüren kimseye ceza lâzım geldiğinin delili;
-Ey iman etmiş
olanlar, ihramda iken av öldürmeyiniz. Sizden kim (ihramda) bilerek av
öldürürse, ona ceza olarak evcil hayvanlardan, Öldürdüğü avın benzeri olan bir
hayvan lâzım gelir. ([145])
ayet-i kerimesidir. Zira bu âyet, ihramda olan bir kimsenin bizzat av öldürdüğü
zaman kendisine ceza lâzım geldiğinde nasstır. Fakat avın yerini başkasına
gösteren kimseye de ceza lâzım geldiğine dair bu âyette nass bulunmadığı için
îmam-ı Şafii: -Ceza yalnız bizzat av öldürmekten lâzım gelir. Avın yerini
başkasına gösteren kimseye ise «Av öldürmüştür- denemediği için ceza lâzım gelmez.
Nihayet bu da, ihramda olmayan iki kimseden birinin diğerine avın yerini
göstermesi kabilindendir- demiştir. Bizim ise delilimiz «ihram bâbı»nda geçen
Ebû K a t a d e ' -nin hadisidir.
Ata b. Rabah (Allah rahmet eylesin)
Avın yerini başkasına
gösteren kimseye ceza lâzım geldiğinde ihtilâf yoktur demiştir. Kaldı ki
ihramda av öldürmek nasıl yasak ise, avın yerini başkasına göstermek de
yasaktır. Hem de av ancak kaçıp gizlenmekle kendini korumaya çalıştığı için,
yerini başkasına göstererek onu ele veren kimse de bizzat onu öldürmüş gibi
olur. Hem de kişi ihrama girmekle herhangi bir canlıya karışmamayı iltizam
ettiği için, eğer gereği gibi hareket etmezse -kendisine bırakılan emâneti
korumada kusur gösteren kimse gibi- zamin olur. İhramda olmayan kimse ise,
böyle bir şeyi iltizam etmediği için öyle değildir. Kaldı ki İmam Ebû Yûsuf ile
İmam Z ü -f e r ' den, ihramda olmayan kimsenin de zamin olduğu rivayet olunmuştur.
Başkasına avın yerini
gösteren kimseye ceza lâzım gelmesi için de, kendisine gösterilen kimsenin daha
önce avın yerini bilmemesi ve gösteren kimseye inanması şarttır. Hattâ eğer
ona değil de, başkasına inanarak avı öldürürse ona ceza lâzım gelmez.
(Eğer avın yerini
gösteren kimse ihramda olmazsa, Harem'de dahî olsa) yukarıda açıkladığımız
sebebe binaen (ona bir şey lâzım gelmez.)
(İhramda iken av
öldüren kimse, ister unutarak ister bilerek öldürmüş olsun fark etmez.) Çünkü
bu ceza, itlaftan dolayı kişiye lâzım gelen bir mali ceremedir. Mali
ceremeleri gerektiren eylemlerde ise unutma iie bilerek yapma haüeri arasında
fark yoktur.
(İhramda iken ilk
olarak av Öldüren ile ikinci kez öldüren arasında da fark yoktur.) Çünkü
cezayı gerektiren sebep her iki durumda da aynıdır.
(Av öldüren kimseye
lâzım gelen ceza -İmam Ebû Hanife ile İmam Ebû Yûsuf'a göre- avın öldürüldüğü
yerdeki veyahut eğer çölde öldürüîmüşse öldürüldüğü yere en yakm olan yerdeki
kıymetidir. Bu kıymet de adil olan iki kişi tarafından biçilir ve kendisine
ceza lâzım gelen kimse muhayyer olup s isterse onunla bir kurban satınahr,
isterse yiyecek alıp her bir fakire ya yarım sa' buğday, ya da bir sa' arpa
veya kuru hurma verir, isterse her bir sa arpa veya yanm sa' buğday yerine bir
gün oruç tutar.) imam Muhammed ile îmam-ı Şafii: -Öldürülen avın eğer evcil
hayvanlardan benzeri varsa benzeri verilir. Meselâ : öldürülen av ceylan
olursa bir koyun veya keçi, sırtlan olursa yine bir koyun veya keçi, tavşan
olursa bir dişi oğlak, Arap tavşanı olursa dört aylık bir dişi oğlak, devekuşu
olursa deve, yabaneşeği olursa sığır lâzım gelir. Zira Cenâb-ı Hak. «Öldürdüğü avın evcil hayvanlardan bir
benzeri ceza olarak lâzım gelir» buyurmuştur» demişlerdir.
Avın evcil
hayvanlardan benzeri ve değer bakımından değil, biçim ve yaradılışı yönünden
benzeridir. Zira hayvanın kendisi evcil olur, değeri evcil olamaz. Hem de
Ashab-ı Kiram -yukarıda açıkladığımız üzere- devekuşu, ceylan, yaban eşeği ve
tavşanın biçim bakımmdan benzerine hükmetmişlerdir. Peygamber Efendimiz
tSal-lailahu Aleyhi ve Selim) de; «Sırtlan
avdır ve onda bir koyun veya keçi lâzım gelir- ([146]) buyurmuştur.
Serçe kuşu ve güvercin
gibi, evcil hayvanlardan benzeri bulunmayan avlarda ise, İmam Muhammed de İmam
Ebû Hanife ile İmam Ebû Ebû Yûsuf gibi -Kıymet lâzım gelir» demiştir. İ m a m-ı
Şafii ise, güvercin ile koyun veya keçi arasında benzerlik bulunduğunu, zira
ikisinin de- bir defada ve nefes atmadan su içtiğini ve hem de güvercin
ötüşünün de koyun ve keçinin böğürüşünü andırdığını söyliyerek: -Güvercinin
öldürülmesi halinde bir koyun veya keçi lâzım gelir» demiştir, îmam Ebû Hanife
ile imam Ebü Yûsuf: -Mutlak benzerlik hem biçim ve hem de kıymet bakımından
benzerliktir. Fakat burada bu mânâya hamletmek mümkün olmadığı için kıymet
bakımından olan benzerliğe hamletmek gerekir. Çünkü -kul alacaklarında olduğu
gibi- Şeriatta meşhur olan benzerlik budur. Yahut icma iîe bu benzerlik
murattır veyahut her avın kıymet bakımından benzeri vardır da, biçim
bakımından yoktur. Âyetteki -NAAM» kelimesinden de murat -Allah daha iyi bilir-
yabani hayvanlardır. Zira Ebû Ubeyde ile Asmai' nin dediklerine göre bu
kelime hem evcil, hem yabanî hayvanlarda kullanılır. -Sırtlanda bir koyun
lâzım gelir» hadisi de -bir koyunun kıymeti lâzım gelir.» mânâsındadır-
demişlerdir. Sonra, îmam Ebû Hanife ife İmam Ebû Yûsuf'a göre kişi, kendisine
lâzım gelen kıymet ile isterse bir kurban, isterse yiyecek alır, isterse ne
kurban ve ne de yiyecek almayıp oruç tutar, imam Muhamme.d ile İm a m -1 Ş â f
i i' ye göre ise bu muhayyerlik hakemlere aittir. Eğer hakemler kurbana
hükmederlerse -yukarıda da söylediğimiz gibi- öldürülen avın benzerini kurban
etmek gerekir. Eğer yiyecek veya oruca hükmederlerse, tmam
Ebü Hanife ile İmam Ebû Yûsuf un dedikleri gibi yapmak
gerekir, tmam Ebû Hanife ile îmam Ebû Yûsuf: -Muhayyerlik -yemin kefaretinde
olduğu gibi- Şeriat tarafından kişiye gösterilen kolaylık olduğuna göre,
hakemlere değil, kişiye ait olması lâzım gelir- demişlerdir, tmam Muhammed ile
İmam-ı S â f i i' nin delili de metni yukanda geçen M â i d e sûresinin 95.
âyetidir. Zira bu âyette geçen HEDYEN kelimesi mensup olduğu için ya YAHKÜMÜ BİHİ
deki zamirden haldır, ya YAH-KÜMÜ nün mefuludur. Hangisi de olsa, kurbanın
hakemler tarafından hükmedilmesi gerektiğini ifade eder. Sonra, yemek demek
olan TAAM ile Oruç demek olan SİYAM kelimeleri arasında muhayyerlik edatı olan
EV kelimesinin getirilmesinden de bu muhayyerliğin hakemlere ait olduğu
anlaşılır. Biz diyoruz ki: Âyetteki KEFARETÜN ile ADLÜ ZALİKE kelimeleri merfu
oldukları için HEDYEN üzerine değil, CEZAÜN üzerine matuhturlar. Bu ise.
hakemlerin yalnız ava değer biçmekle görevli oldukları, avın değeri
anlaşıldıktan sonra kurban yemek ve oruçtan birini seçmek ise, avı öldürene
ait olduğunu ifade eder. Sonra, Öldürülen av nerede öldürülmüşse hakemler ona,
oranın raicine göre değer biçerler. Ancak eğer öldürüldüğü yerde avların alım
satımı olmuyorsa, o zaman, oraya en yakın yerin raicine göre değer koyarlar.:
-Kabe'ye ulaşacak kurban» diye buyurmuştur, i Yemek ise başka yerlerde de
verilebilir.) 1 m a m -1 S â f i i yemeği de kurbana kıyas ederek :
-Yemek de Mekke' den başka bir yerde verilmez» demiştir. Zira kurbanın M e k k
e de kesilmesi, Mekke fakirlerinin yararlanması için emredildiğine göre yemek
de öyledir.
Biz diyoruz ki.-
Kurban hikmeti bilinmeyen taabbüdî bir ibadet olduğu için ancak belirli bir
zaman ve belirli bir yerde kesildiği .takdirde ibadet olur. Yemek vermek ise
gayesi yoksullara yardim 'olduğu için, nerede ve ne zaman olursa olsun
ibadettir.
(Oruç da keza
Mekke'den başka yerlerde tutulabilir.) Zira oruç da nerede tutulursa tutulsun
ibadettir.
(Şayet kişi kurbanı
Mekke'de değil, bir başka yerde keserse, yemek vermeyi seçmiş gibi olup kurban
kesmesi yemek yedirme yerine geçmiş olur.) Yani eğer kurbanı başka bir yerde
kesip etini yoksullara dağıtır ve kurbanın eti de verilmesi gereken yiyecek
mik-danndan az olmazsa, keffaret olarak yemek vermeyi seçmiş ve fakirlere
herhangi bir yiyecek maddesini vermiş gibi olur. Zira yalnız kurban kesmek
yemek verme yerine geçemez.
Şu da bilinmelidir ki
kişi kurban kesmeyi seçtiği zaman kurban-bğa yaramayan hayvanları kesemez. Zira
kurban kelimesinden ancak kurbanlık hayvan anlaşılır. îmam Muhammed ile Imam-ı
Şafii: deve, sığır veya davar cinsinden olduktan sonra küçük de olsa olur. Zira
Ashab-ı kiram öldürülen bazı avlarda oğlak ve kuzularla hükmetmişlerdir»
demişlerdir. İmam E b û H a n i f e' ye göre de küçük hayvanlar yiyecek maddesi
olarak verilebilir. Biz Hanefilere göre, kişi yemek vermeyi seçtiği zaman
öldürdüğü avın yiyecek maddeleriyle kıymetlendirilmesi gerekir. (öldürülen avm
kıymeti ile eğer yiyecek maddesi alınırsa, her bir yoksula ya yarım sa' buğday,
ya da bir sa' arpa vermek gerekir. Hiç b'ir yoksula yarım sa'dan az
verilemez.) Zira keffaret olarak verilmesi gereken yiyecekler yoksullara,
şeriatça ancak bu şekilde dağıtılır.
{Oruç tutmayı seçen
kimse, öldürdüğü ava önce yiyecek maddeleriyle değer biçtikten sonra her bir
sa' arpa veya yarım sa' buğday yerine bir gün oruç tutar.) Zira orucun maddi
değeri bulunmadığı için ava oruçla değer biçmek mümkün değildir. Bunun için
ava yiyecek maddeleriyle değer biçmek gerekir.
(Lâzım gelen yiyecek
maddesinden yanm sa'dan daha az bir miktar şayet artarsa kişi muhayyer olup
isterse onu tasadduk eder, isterse onun yerine bir gün oruç tutar.) Zira bir
günden az oruç olamaz. Bunun için, lâzım gelen yiyecek maddesinin bir yoksula
verilmesi gereken mikdardan daha az olduğu zaman da, yine o mik-dar verilir,
ya da -bir günden daha az oruç olmadığı için- bir gün oruç tutulur.
(Eğer ihramda olan
kimse bir avı yaralar, ya tüylerini çeker veya bir uzvunu koparırsa) Avı
Öldürdüğü zaman avın tamamına -za-min olduğu gibi (avda meydana gelen eksikliğe
zamin olur.)
(Eğer bir kuşun
tüylerini yolduğu veyahut ayaklarını kestiği için kuş artık uçup kendini
koruyamaz olursa, kuşun bütün kıymeti kendisine lâzım gelir.) Çünkü hayvam,
kaçıp kendini kurtaramaz duruma soktuğu için onu Öldürmüş gibi olur.
Hz. Ali ile Abdullah
tbn-i Abbas (Radıyal-lâhü anhümâ) 'dan rivayet olunduğuna göre (devekuşunun
yumurtalarını kıran kimseye yumurtaların kıymeti lâzım gelir.) Zira yumurta,
yumurta olarak her ne kadar av değilse de, ilerde canlamp av olacağı için avm
hükmündedir. (Eğer kırılan yumurta içinden ölü civciv çıkarsa, o zaman canlı
olan bir civcivin kıymeti lâzım gelir.) Bu bir istihsandır. Yoksa kıyas,
yumurtanın kıymetinden başka bir şey lâzım gelmemesini gerektirmektedir. Çünkü
civcivin canlanıp canlanmadığı bilinemez. Ancak yumurtanın canlı bir civciv çıkarmaya
hazır bir durumda olduğu için, zamanı gelmeden kırılması civcivin ölümüne
sebep olur ve bunun için ihtiyaten -Ondan dolayı ölmüştür» denilir. Bunun
gibi, ihramda olan kimse eğer bir ceylanın karnına vurup bir Ölü yavru
düşürmesine sebep olursa, ona hem ceylanın, hem yavrusunun kıymeti lâzım gelir.
(Karga, dölengeç kuşu,
kurt, yılan, akrep, fare ve kuduz köpekleri öldürmekten dolayı bir şey lâzım
gelmez.) Zira Peygamber Efendimiz
(Aleyhis-salâtü ve's-selâm);
•Beş çeşit hayvan
zararlı olup Harem'în dışında da Harem'de de öldürülebilirler. Bunlar
dölengeçkuşu, yılan, akrep, fare ve ısırıcı köpektir» ([147])
demiştir. Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) aynca şunu da
buyurmuştur: «İhramda olan kimse, fare, karga, dölengeç kuşu, akrep, yılan ve
ısırıcı köpekleri öldürebilir.- ([148]) Bu
hadisin bazı rivayetlerinde kurt da vardır. Kimisi : «Isırıcı köpekten maksat
kurttur» demiştir. Kargadan da maksat leşleri yiyen ve pislikleri karıştıran
karga dır.Çünkü zararlı olan karga bu kargadır. Saksağan ise öyle değildir.
Çünkü saksağan hem zararlı değil, hem de ona karga denilmez. İmam Ebû Hanife'
den : -Isırıcı olan ve olmayan ve evcil olan ve olmayan köpekler arasında fark
yoktur. Zira bu hususta nazara alman cinstir. Aynı sebebe binaen ev sıçanı ile
yabanî sıçan arasında da fark yoktur. Zira bu hususta nazara alman cinstir.
Aynı sebebe binaen ev sıçanı iîe yabanî sıçan arasında da fark yoktur. Büyük
keler ile arap tavşanı ise, zararlı olmadıkları için istisna edilen beş sınıf
hayvanlardan değillerdir" diye söylediği de rivayet olunmuştur.
(Sivri sinek, karınca,
pire ve keneleri de öldürmede bir sakınca yoktur.) Çünkü bunlara av deniimediği
gibi, hem insan vücudundan oluşmuyorlar ve hem de yaradılışları itibariyle
inciticidirler. Karıncadan murat, insanları inciten siyah veya sarı renkli
olanlarıdır. İncitici olmayan karıncalan öldürmek ise günahtır. Fakat av olmadıkları
için cezayı gerektirmez. (Bir biti öldüren kimseye ise) buğday, arpa ve benzeri
gibi herhangi bir yiyecek maddesinden bir avuç mikdarı gibi (bir sadaka lâzım
gelir.) Çünkü bit vücut kirinden oluştuğu için, ihramda öldürmek ihramda
temizlenme yasağına uymamak demek olur.
(el-Camİussağiyr'de
«Bir biti öldüren kimse herhangi bir yoksula bir şey yedirir» diye
geçmektedir.) Bundan, yoksula yedirdiği şeyin az dahi olsa ve onu doyurmasa
bile kâfi geldiği anlaşılır.
(Bir çekirgeyi öldüren
kimse de istediği mikdarda bir sadaka verir.) Çünkü çekirge de kara avı
sayılır. Zira av ele gelmeyen ve güçlükle yakalanabilen hayvan demektir. H z.
Ömer (Radıyallâ-
hü anh); -Bir kuru
hurma bir çekirgeden iyidir» ([149])
demiştir. (Kaplumbağayı öldüren kimseye
ise bir şey lâzım gelmez.) Çünkü kaplumbağa -keler ve böcekler gibi-
haşerattan olup yakalanması güç olmadığı için av sayılmaz.
(Harem avını sağan
kimseye sağdığı sütün kıymeti lâzım gelir.) Zira süt avın vücudundan oluştuğu
için avın kendisi hükmündedir.
Şeriatın istisna
ettiği ve yukarıda saydığımız beş zararlı hayvan dışında (eti yiyümeyen diğer
canavar ve benzeri hayvanları öldüren kimseye de ceza lâzım gelir.) îmam-ı
Şafiî: -Lâzım gelmez. Çünkü her canavar yaradılışı itibarı ile insanlara
zararlı olduğu için şeriatça istisna edilmiş sayılır. Kaldı ki hadiste geçen
KELB kelimesi lügat itibarı ile yalnız köpek olmayıp bütün canavarlara
şamildir» demiştir.
Biz diyoruz ki:
Canavarların hepsi insanlardan kaçtıkları için av sayılırlar. Kaldı ki insanlar
onlan -ya güçlü oldukları, ya zararlı bulundukları veyahut onları avlanma
aracı yapmak için- yakalamak isterler. Hadiste istisna edilen hayvanlar da
sayılı oldukları için onlara başkalarını kıyas etmek mümkün değildir. KELB kelimesi
de lügatta bütün canavarlara şamil ise de, örfen yalnız köpekte kullanılır.
Konuşmalarda ise lügattan çok, örfe uyulur.
(Eti yiyilmiyen
hayvanlara değer biçilirken hiç bîrinin değeri bir koyunu geçemez.) İmam Züfer,
eti yiyilmeyen hayvanları da diğerlerine kıyas ederek : «Değeri neye ulaşırsa
ulaşsın lâzım gelir» demiştir. Bizim ise delilimiz, yukarıda metni geçen
«Sırtlan avdır ve onda bir koyun lâzım gelir- hadisidir. Hem de eti yenilmeyen
hayvanın değerine güçlü ve yırtıcı olduğu için değil derisi için itibar olunur.
Bunun için değeri bir koyunun değerini aşamaz. (İhramda olan kimse eğer bir
canavarı kendisine saldırırken öldürürse ona bir şey lâzım gelmez.) İmam Züfer
bunu da saldırgan deveye kıyas ederek : -Kıymeti lâzım gelir» demiştir. Biz ise
H z. Ömer'in bir canavan öldürdüğü için kurban kestikten sonra: -Biz ona
saldırdık da onun için kurban kestik- diye söylediğine dair rivayete
dayanıyoruz. ([150])
Kaldı ki ihramda olan kimse savunmaktan değil saldırmaktan nehyedilmiştir.
Nitekim yukarıda geçen beş hayvanı öldürmeye muhtemelen zararlı oldukları için
izin verilmiştir. Bu ise bilfiil zarar vermektedir. Saldırgan deve ise öyle
değildir. Çünkü deve saldırgan dahi olsa başkasının malı olduğu için sahibinin
izni olmaksızın öldürülemez. (İhramda olan kimseye avı öldürmek zorunda dahi kalsa,
ceza lâzım gelir.) Zira metni yukarıda geçen «ihramda bulunduğunuz sürece size
kara avı yasak edilmiştir- âyetinin nassı ile sabitttir ki herhangi bir avı
öldürebilmek, keffaret vermeye bağlıdır.
(İhramda olan kimsenin
davar, deve, sığır, tavuk ve evcil olan kaz ve Ördekler gibi evcil hayvanları
kesmesinde sakınca yoktur.) Zira bu hayvanlar evcil oldukları için av
değillerdir. Evcil kazdan maksat ev ve havuzlarda barınan kazlardır. Zira bu
kazlaı yaradılışları itibarı ile insanlardan kaçmazlar.
(Ayaklan tüylü de olsa
güvercinleri Öldüren kimseye ceza lâzım gelir.) î m a m Malik: -Ayaklan tüylü
olan güvercinleri öldürmekten ceza lâzım gelmez Çünkü bu tür güvercinle: yaradılış
itibarı ile insanlardan kaçmadığı ve yerden çabuk kalkamadığı için av sayılmaz-
demiştir. Biz diyoruz ki: Güvercinlerin her çeşidi yaradılış itibariyle
insanlardan kaçar ve yerden geç de kalksa uçtuğu için ele geçmez. Şayet
içlerinde insanlardan kaçmayanları varsa da, ânzî olduğu için onlara itibar
olunmaz.
(Evcilleştirîlmiş ceylanları
öldüren kimseye de ceza lazım gelir.) Zira ceylan yaradılış itibariyle av
olduğu için evcilleştirilmesi onun avhk vasfım kaldıramaz. Nasıl ki, deve de
yaradılış itibariyle evcil olduğu için kaçtığı zaman evcillik vasfı kalkmaz ve
öldürülmesi ihramda olan kimse için haram olmaz.
(İhramda olan kimsenin
kestiği av murdar olup eti yiyilemez.) tmam-ı Şafii «İhramda olan kimse eğer
ihramda olmayan bir kimse için keserse murdar olmaz. Çünkü başkası yerine
kestiği için o başkası onu kesmiş gibi olur» demiştir.
Biz diyoruz ki: Hayvan
kesmek meşru bir fiil olduğu halde bu kesmek haram bir fiildir. Bunun için bu
da Mecusinin kesmesi gibi kesmek sayılmıyor. Çünkü meşru olan kesmek, eti
kandan temizleme ameliyesi yerine geçen kesmektir. Bu kesmek ise Şeriatça
haram olduğu için o ameliyenin yerine geçemez.
(İhramda olan kimseye,
kestiği avın etinden yemesi halinde -İmam Ebû Hanife'ye göre- yediği etin
kıymeti lâzım gelir. Diğer iki imam ise: «Ona bir şey lâzım gelmez»
demişlerdir. Bu avın etinden yiyen başkasına ise, ihramda dahi olsa her üç
imama göre de bir şey lâzım gelmez.) İki İmam: -Çünkü bu avın eti murdar olduğu
için, onu yiyen kim olursa olsun ona tevbe ve istiğfardan başka bir şey lâzım
gelmez», İmam Ebû
Hanife de: «Bu
avın etinden yemek onu
kesen kimseye yalnız murdar olduğu için değil, aynı zamanda ihramda onu kestiği
için de haramdır. İhramda olan başkalarına ise, yalnız murdar olduğu için
haramdır- demişlerdir.
(İhramda olan kimsenin
ihramda olmayan kimsenin avlayıp kestiği avın etini yemesinde -eğer ona avın
yerini göstermemiş ve avlamasını söylememiş ise- sakınca yoktur.) İmam M a 1
ik: «Eğer onun için avlamış ise yiyemez. Zira Peygamber Efendimiz (Sal-lallahü
Aleyhi ve Sellem); «İhramda olan kimsenin herhangi bir avın etini yemesinde
-eğer kendisi onu avlamamış veyahut başkası tarafından onun için avlanmamış
İse- sakınca yoktur» ([151])
buyurmuştur- demiştir. Bizim
delilimiz ise «Ashap,
ihramda olan kimsenin
avlanmış hayvanın etini yemesi hakkında konuşurlardı. Seslerini duyan
Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi
ve Selleml; «Sakıncası yoktur» C[152])
buyurdu» mealinde rivayet olunan hadistir.
Bu diyoruz ki İmam
Malik'in dayandığı hadiste geya
«eğer avlayan kimse ona vermemiş ise» ya da -Eğer onun sözü ile avlanmamış ise-
mânâsındadır. Sonra bu hadiste -eğer kendisi avın yerini göstermemiş ise» diye
şart koşulmuştur. Bu ise, ihramda olan kimsenin başkasına avın yerini göstermesinin
haram olduğuna da nasstir. Bununla beraber derler ki: Bunun hakkında iki
rivayet vardır. Haram olduğuna dair rivayetin delili yukarıda geçen Ebû
Katade'nin hadisidir. (Harem'in
herhangi bir avını öldüren kimse, ihramda olmasa bile kıymetini yoksullara
dağıtmak zorunda olur.) Zira Haremin avlarına dokunulamaz. Peygamber Efendimiz
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) uzunca bir hadisinde; «Harem'in avları da
ürkütülemez- ([153])
buyurmuştur. (Bu kimseye kendisine lâzım gelen avın kıymeti yerine oruç tutmak yeterli gelemez.) Zira bu ceza, keffaret olmayıp mali bir ceza
olduğu için, kul alacağı gibi aynen ödenmesi gerekir. İmam Züfer bu cezayı da
ihramda av öldüren kimseye lâzım gelen cezaya kıyas ederek : -Oruç tutmak da
yeterlidir» demiştir. Oysa, bu mali bir ceza olduğu için ikisi arasında fark
vardır. Bu kimseye, kurban tla vermenin yeterli gelip gelmediği hakkında iki
rivayet vardır.
-Eğer bir kimse bir
avı yakalayıp onunla birlikte Harem'in sınırlan içine girerse, girer girmez
avı salıvermesi gerekir.) İ m a m -1 Şafiî: «Harem'in dışında onu yakaladığı
için mubah bit yoldan mülkiyetine geçmiştir. Şeriat ise hiç kimseye mülkünden
vazgeçmesini emretmez» demiştir.
' Biz diyoruz ki: Bu
av sağ olarak Harem'in sınırları içine girdiği için, Harem'e hürmeten artık
ona dokunmamak gerekir. (Şayet bırakmayıp onu başkasına satarsa ve henüz duruyorsa
geri verilir.! Çünkü ona dokunmak haram olduğu için satışı fasittir. (Eğer durmuyorsa
ona ceza lâzım gelir.) (İhramda olan kimsenin de, yakaladığı avı başkasına
satması) aynı sebebe binaen (öyledir.) (Eğer bir kimse, evinde veyahut
beraberindeki bir kafeste av bulunduğu halde ihrama girerse avı salması
gerekmez.) İ m a m-ı Şafiî: «Gerekir. Çünkü eğer salmazsa, elinde iken ihrama
girip de onu salmaması halinde nasıl dokunulmazlığım ihlâl ediyorsa bu da
öyledir demiştir.
Biz diyoruz ki:
Ashab-ı Kiram ihrama girerlerken evlerinde birçok avlar bulunduğu halde hiç
birinden avınrsahverdiği rivayet olunmamıştır. ([154])
Kaldı ki ihramda olan kimseye gereken şey, herhangi bir ava dokunmamaktır. Bu
kimse de, av elinde olmadığı için ava dokunmuş sayılmaz. Ancak şu var ki, av
onun mülkiyeti altındadır. Bunun da bir sakmcası yoktur. Çünkü eğer onu satsa
da, satışı fasit olduğu için mülkiyetinden çıkamaz. Kimisi demiştir ki: «Eğer
ihrama girerken içinde av bulunan kafes elinde olursa, avı -herhangi bir kimse
veya hayvana kaptırmamak şartı ile- salıvermesi gerekir» demiştir.
(Eğer bir kimse bir
avı yakaladıktan sonra ihrama girer ve bir başkası da avı bu kimsenin elinden
kapıp bırakırsa, İmam Ebü Hanife'ye göre zamin olur. Diğer iki İmam ise :
-Zamin olmaz ) Çünkü onu kendisine caiz olmayan bir şeyden alıkoyduğu için ona
iyilik etmiş olur (demişlerdir.) İmam Ebû Hanife ise: -Bu kimse daha ihramda
deği'ken yakaladığı için ona meşru bir yoldan malik olmuştur ve malik olunca da
ihrama girmesiyle mülkiyeti bozulmaz. Bunun için izni olmadan onu itlaf eden
kimse zamin olur. Zira ona vacip olan şey onu itlaf değil, sadece elinde
bulundurmamaktır. Bu da onu, kaçamayacağı herhangi, bir yerde bırakmakla
mümkün olurdu. Bunun için, elini ondan kesen kimse tecavüz etmiş olur. Fakat
kişinin ihramda iken yakaladığı av, kişi ona malik olamadığı için öyle
değildir» demiştir. Aynı ihtilâf, başkası elinde bulunan çalgı aletlerini kıran
kimse hakkında da câridir. (İhramda olan kimsenin yakalayıp elinde tuttuğu avı
kaçıran kimseye ise, ittifak ile bir şey lâzım gelmez.) Zira kişi ihramda iken
yakaladığı ava malık
olama/. Çünkü Cenabı
Hak -yukarıda da
geçtiği üzere İhramda
bulunduğunuz sürece size karaavi yasak edilmiştir- ([155])
buyurduğu için, içki satınalan kimse nasıl içkiye malik olamıyorsa, ihramda
olan kimse de yakaladığı ava malik olamaz.
(Eğer ihramda olan
kimse bir avı yakalar ve ihramda olan bir başkası da bu avı öldürürse, ikisine
de ceza İâzım gelir.) Birincisi ihramda iken av yakaladığı için, ikincisi de
ihramda iken av öldürdüğü için cezayı hak etmiş olurlar. (Fakat birincisi
ödediği cezayı ikincisinden İsteyebilir.) İmam Züfer: -İsteyemez Çünkü ihramda
iken av yakaladığı için o da ikincisi kadar suçludur- demiştir. Biz diyoruz
ki: Her ne kadar ihramda avlanmak yasak ise de, bu kimse yakaladığı avı, eğer
öldürülmeseydi bırakmak suretiyle, işlediği suçtan geri dönebilirdi. Fakat
ikincisi bu olanağı ortadan kaldırdığı için diğerinin cezasını da o
çekmelidir.
(Harem'in sınırlan
içinde bulunan bir otu veyahut kendiliğinden biten ve herhangi bir kimsenin
mülkü olmayan bir ağacı kesen kimseye, eğer kestiği ot veya ağaç daha yeşil
olup kurumamış ise kıymeti lâzım gelir.) Zira Peygamber Efendimiz. (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) Harem hakkında; «Çayırlan
biçilmez, dikenleri kesilmez»([156])
buyurmuştur. Sonra, lâzım gelen bu kıymeti mutlaka vermek gerekir. Onun yerine
oruç tutulamaz. Çünkü Harem'in ot ve ağaçlarını kesmek ihramda olmak için
değil, Harem'in ot ve ağaçlan oldukları için haramdır. Kendiliğinden bitmeyip
insanlar tarafmdan dikilen ağaçlan kesmede ise, icma ile sakınca yoktur.
İnsanlar tarafmdan ekilmesi âdet olmayan bitkiler de, eğer insanlar tarafmdan
ekilirse, insanlar tarafından ekilen bitkilerin hükmünü alır.
Kendiliğinden ve fakat
bir kimsenin tarlasında biten bitkiyi kesen kimseye iki kıymet lâzım gelir.
Bir kıymet Harem'e saygısızlık ettiği, bir kıymet de başkasına ait olan mala
tecavüz ettiği içindir. Nasıl ki başkasının mülkü bulunan bir avı öldüren
kimseye de iki kıymet lâzım gelir.
Harem'in kurumuş bitki
ve otlarını kesen kimseye ise -kuru bitki artık büyümediği için- bir şey lâzım
gelmez.
(Harem'in çayırlarında
hayvanlar otlatılamaz ve tZHIR denilen ottan başka hiç bir otu kesilemez.) İmam
Ebû Yûsuf: Otlamanın sakıncası yoktur. Çünkü hayvanları otlanmaktan alıkoymak
mümkün, değildir demiştir. Yukanda metni geçen -Harem'in otlan biçilemez,
dikenleri kesilemez» hadisi bizim için delildir. Zira oraklarla kesmek ile,
dudak ve dişlerle kesmek arasında fark bulunmayıp ikisi de biçmektir. Kaldı ki
Harem'in dışından hayvanlara ot getirmek mümkün olduğu için hayvanları
Harem'de otlatmak zorunlu değildir. Ancak, Peygamber Efendimiz (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) tarafmdan istisna edildiği için ([157])
ÎZHER denilen ot bu hükme tabi değildir. Harem'de bu otu biçmek de, hayvanlan
otlatmak da caizdir. Mantar da bitki sayılmadığı için kesilmesi sakıncalı
değildir.
(İfsad haccını yapan
kimsenin, yapması halinde kendisine kurban lâzım gelen bir şeyi eğer Kıran
haccını yapan kimse yaparsa ona -biri hac, biri de umre için olmak üzere- iki
kurban lâzım gelir.) İ m am -1 Şafii (Allah rahmet eylesin) : -Kıran haccını yapan
kimseye de bir kurban lâzım gelir» demiştir. Zira ona göre, kıran haccını
yapan kimse hac ile umreden birinin ihramındadır. Bize göre ise yukanda geçtiği
üzere- hem hac ve hem umrenin ihramındadır. (Ancak ihramsız olarak mikatı
geçmesi halinde bu kimseye bir kurban lazım gelir.! Zira mikata geldiğinde
kendisine hac ile umreden yalnız birinin ihramına girmek vacip idi. Bir vacibi
tehir etmek ise yalnız bir kurbanı gerektirir. İmam Züfer (Allah rahmet
eylesin) : -Kıran haccınj yapan kimseye mikatı ihramsız geçmek de iki kurban
gerektirir demiştir.
(Eğer ihramda olan iki
kişi birlikte bir avı öldürürlerse ikisine de ayn ayn kurban lâzım gelir.) Zira
avın yerini başkasına gösteren kimseye tam ceza lâzım geldiğine göre, avı
başkası ile birlikte öldüren kimseye tam ceza lâzım gelmesi evleviyetle
gerekir.
(Eğer ihramda olmayan
iki kişi Harem'in bir avını birlikte Öldürürlerse ikisine bir ceza lâzım
gelir.) Nasıl ki yanlışlıkla bir adamı öldüren iki kişiye yalnız bir diyet ve
fakat her birine ayn bir ke-fareı lâzım gelir.
(İhramda olan
kimsenin, avı satması ile satın alması fasittir.) Çünkü eğer av daha sağ iken
ihramda olan kimse onu satarsa, onun dokunulmazlığım ihlâl etmiş ve eğer fonu
kestikten sonra satarsa bir murdan satmış olur.
(Eğer bir kimse bir
ceylanı Harem'in sınırlan dışına çıkardıktan sonra ceylan yavrular ve
yavruları ölürlerse, ölen her bir yavru için ona bir ceza lâzım gelir.) Zira
Harem'in sınırlan dışına çıkarılmasıyla ceylanun dokunulmazlık vasfı kalkmaz.
Bunun için, onu çıkaran kimse onu tekrar Harem'in sınırlan içine döndermek zorundadır.
Bu vasıf da, şeriatın ona verdiği bir vasıf olduğu için yav-rulanna da geçer.
(Eğer ceylanın cezasını Ödedikten sonra ceylan doğurursa o zaman ölen
yavrulannın cezası kendisine lâzım gelmez.) Çünkü ceylanın cezası verilince
onun dokunulmazlık vasfı kaîkmış olur.[158]
(Eğer Kûfeli olan bir
kimse Beni Amir hurmalıklanna vardıktan sonra umre ihramına girer ve fakat bir
daha Zat-ü Irk'a dönüp oradan telbiyeye başlarsa ondan kurbanın vücubu sakıt
olur. Eğer Zat-ü Irk'a döner ve fakat Mekke'ye girip umre tavafını yapıncaya
kadar telbiye etmezse kurban kesmesi gerekir.) imam Ebû H a n i f e ' ye göre
böyledir. Diğer iki îmam ise : -Telbiye etsin etmesin Zat-ü Irk'a dönmesi ile
ondan kurbanın vücubu sakıt olur»,
imam Züfer de -Telbiye
etsin etmesin kurbanın vücubu ondan sakıt olmaz. Çünkü ihramsız olarak mikatı
geçtiği için -gün batmadan Arafat" tan ayrılıp da gün battıktan sonra
tekrar Arafat'a dönen kimse gibi- ihramsız olarak mikatı geçme suçu
kendisinden sakıt olmaz» demişlerdir.
Biz diyoruz ki: Her
ne_kadar ihramsız olarak mikatı geçmiş ise de, herhangi bir amele henüz başlamamışken
bir daha mikata dönüp orada yeniden ihrama girdiği için, mikatı ihramsız
olarak geçmemiş gibi olur. Bunun için ona kurban lâzım gelmez. Gün batmadan A
r a f a t' tan ayrılıp da gün battıktan sonra tekrar' Arafat'a dönen kimse ise
öyle değildir. Çünkü A r a f a t' ta gündüzleyin vukuf yapan kimse, gün
batarken A r a f a t' ta olması gerekir. Ancak şu var ki, İki İmama göre
ihrama girmek için telbiye etmek şart olmayıp yalnız niyet getirmek kâfi
olduğundan, bu kimse telbiye etmese bile Z a t - ü Ir.k'a dönmesiyle mika-tm
hakkını yerine getirmiş olur. İmam Ebû Hanife'ye göre ise, telbiye de şart
olduğu için yalnız dönmek yeterli olamaz.
Bu ihtilâf, mikatı
geçtikten sonra hac ihramına giren kimse hakkında da caridir. Eğer kişi tavafa
başlayıp Hacer-ül Esved'i istilâm ettikten sonra mikata dönerse, ondan ittifak
ile kurban sakıt olmaz ve eğer ihrama girmeden dönerse ondan ittifak j!e
kurban sakıt olur.
(Bu da eğer kişi hacc
veya umre yapmak için Mekke'ye gitmek istiyorsa böyledir. Eğer Zat-ü Irk'a bir
başka maksat için gider ve fakat oraya vardıktan sonra Mekke'ye gitmek isterse,
o zaman bu kimse ile evi hurmalıkta olan kimse arasında fark yoktur.) Zira.hurmalığın
kendisi saygı gösterilmesi gereken bir yer olmadığı için Hacc ile umreden başka
bir maksatla oraya varan kimsenin ihrama girmesi gerekmez. Nihayet bu kimse de
orada oturanlardan biri gibi olur. Orada oturanlar ise başka bir iş için M e k
k e' ye gitmek istediklerinde ihrama girmeleri gerekmez.
(Eğer evi Hurmalık'ta
olan veyahut bir iş için oraya gelen kimse, hacc yapmak isterken Harem'fn
sınırlan içine girmeden ihrama girip Arafat'ta vukuf yaparsa ona bir şey lâzım
gelmez.) Çünkü kendisi için mikat olan
H a r e m' in dışında ihrama
girmiştir.
(Eğer ihramsız olarak
Mekke'ye giren bir kimse aynı yıl içinde çıkıp inikatta hac veya umre için
ihrama girerse, ihramsız olarak Mekke'y girmesiyle kendisine vacip olmuş haccm
yerine geçmiş olur.) imam Züfer:
-Yerine geçmez» demiştir, ki kıyas da bunu gerektirmektedir. Zira kişinin
ihramsız olarak M e k k e ' ye girdiği için kendisine vacip olan hac veya umre
de, kişinin adadığı için kendisine vacip olan veyahut M e k k e ' ye girdiği
aynı yılda yapmayıp başka yılda yaptığı hac veya umre gibidir. Bu hac veya umre
nasıl niyete muhtaç ise bu da öyledir. Biz diyoruz ki: Kişiye gerekli olan şey,
bu yere geldiği zaman -farz olan haccı yapmak için geldiği zamanda olduğu gibi-
ihrama girmek suretiyle ona saygı göstermektir. Kişi bunu aynı yılda yaptığı
zaman yapmış olur. Faakt yıl bittikten sonra eğer yaparsa -boynuna geçmiş bir
borç olduğu için- ona niyet getirmek gerekir. Nasıl ki adanmış olan itikâf
aynı yılın ramazanında yapılan iti-kâf onun yerine geçer de, ertesi yılın
ramazanında yapılan itikâf eğer onun niyetiyle olmazsa onun yerine geçmez.
(Mikatı geçtikten
scnra umre ihramına giren ve umresini ta-martılamadan bozan kimsenin bozduğu
umreyi hem tamamlaması ve hem de sonradan kaza etmesi gerekir.) Zira umre her
ne kadar vacip değilse de ihramına girildikten sonra vâcib olduğu için bozulsa
dahi tamamlanması gerekir. Nasıl ki vâcib olmayan haccm da başlandıktan sonra
bozulsa dahi tamamlanması lâzım gelir. (Fakat ihramsız olarak mikatı
geçmesinden dolayı ona kurban lâzım gelmez.) Ijnam Züfer'in yaptığı yargıya
göre ise bu kimseye kurban lâzım geiir. Bu ihtilâf da, mikatı ihramsız olarak
geçtikten sonra hac ihramına giren ve sonra haccını bozan kimse hakkındaki
ihtilâf gibidir. İmam Züfer bu ihramsız olarak mikatı geçmeyi de -koku
sürünmek ve tıraş olmak gibi- haccm diğer yasaklanna kıyas etmiştir.
Biz diyoruz ki: Bu
kimse bozmuş olduğu haccı kaza ederken mikatta ihrama girdiği için bozduğu
hacda ihramsız olarak mikatı geçmiş olma suçu ortadan kalkmış olur. Haccın
diğer yasakları ise ihramsız olarak mikatı geçme yasağı gibi değillerdir. (Eğer bir Mekke'li hac niyetiyle Mekke'den
çıkıp ihrama girer ve Harem'e dönmeden Arafat'a çıkarsa bir koyun veya keçi
kurban etmesi gerekir.) Zira onun mikatı Harem olduğu halde H a -rera'in dışına
çıktıktan sonra ihrama girmiştir. Bunun için ona kurban lâzım gelir. Şayet bu
kimse bir daha Harem'e dönüp oradan telbiyeye başlarsa, mikatın dışından hacca
gelen kimse hakkında söylediğimiz ihtilâf bunun hakkında da caridir.
(Eğer temettü haccını
yapan kimse umresini bitirdikten sonra Harem'in sınırları dışına çıkar ve ondan
sonra ihrama girip Arafat vukufunu yaparsa ona kurban lâzım gelir.) Çünkü bu
kimse Mekke'ye girip umrenin amellerini yapınca M e k k e' li kimsenin hükmüne
girmiştir. M e k k e' li olan kimsenin ise -yukarıda da söylediğimiz üzere- H a
r e m' in sınırlan içinde ihrama girmesi gerekir. Bu kimse ise H a r e m' in
sınırlan dışına çıktıktan sonra ihrama girdiği için ona kurban lâzım gelir.
(Şayet bu kimse daha Arafat vukufunu yapmamışken Harem'in sınırlan içine dönüp
tel-biyeye başlarsa) mikatm dışından hacca gelen kimse hakkında cari olan
ihtilâfa göre (bu kimseye) Allah bilir (artık birşey lâzım gelmez.)[159]
(İmam Ebû Hanife s
-Mekke'de oturan kimse eğer umre ihramına girdikten ve Kabe'yi de bir tur
tavaf ettikten sonra hac ihramına da girerse, haccı bırakır ve ona hem kurban
ve hem ds bir hac ile bir umrenin kazası lâzım gelir» demiştir. İmam Ebû Yûsuf
ile İmam Muhammed ise: -Bu kimsenin umreyi bırakması daha iyidir ye ona bir
kurbanla umrenin kazası lâzım gelir- demişlerdir.) Zira M e k k e' de oturanlar
hac ile umreyi birlikte yapamadıkları için bu kimse ikisinden birini bırakmak
zorundadır. Umre ise bırakılmaya daha lâyıktır. Çünkü umre hem hac kadar
önemli değil, hem rükünleri daha az ve hem de belirli bir zamanı olmadığı için
kazası daha kolaydır. Hatta eğer kişi umre ihramına girip de umreden bir şey
yapmadan haccın ihramına girerse aynı sebepten dolayı yine hüküm böyledir.
Fakat eğer Kabe'yi dört tur tavaf ettikten sonra haccın ihramına girerse, o zaman
haccı bırakmasının gerektiğinde ihtilâf yoktur. Çünkü dört tur, tavafın çoğu
olduğu için tavafın tamamı hükmündedir. Bunun için -umreyi tamamlamış olması
halinde olduğu gibi- artık umreyi bırakmaya imkân yoktur. Dört turdan daha az
tavaf yapıldığı zaman ise, umrenin çoğu yapılmamış olduğu için umreyi bırakmak
mümkündür. İmam Ebü Hanife ise: «umrenin amellerinden -az da olsa- bir miktar
yapıldığı için umrenin ihramı güç kazanmıştır. Haccın ihramı ise, kişi ona
yeni girdiği için daha güçlenmemiştir. Güçlü olmayanı bırakmak ise güçlü olanı
bırakmaktan daha kolaydır. Hem de umreyi bırakmak umreyi bozmaktır. Haccı
bırakmak ise haccı bozmak değil, onu yapmamaktır. Bozmak ise yapmamaktan daha
ağırdır» demiş-îir. Bununla beraber her iki durumda da, yani ister haccı, ister
umreyi bırakmış olsun, ona kurban lâzım gelir. Çünkü ikisini birlikte
sürdüremediği için
birinin ihramından zamanı gelmeden çıkmış olur. Bunun için o da muhsar, yani
hac veya umresini tamamlamaktan ahkonan kimse hükmündedir. Ancak umreyi bırakması
halinde kendisine yalnız umrenin, haccı bırakması halinde ise hem haccın, hem
umrenin kazası lâzım gelir.
(Kişi şayet ikisini de
bırakmayıp birlikte sürdürürse yine caizdir.) Çünkü ikisinin de amellerini
üzerine aldığı şekilde yerine getirmiş olur. Ancak ikisini birlikte
sürdürmekten nehyedilmiştir. Ne-hy ise nehyedilen şeyin gerçekleşmesinde
-usuiumuzda bilindiği üzere- mani değildir. (Fakat ikisini bir arada yaptığı
için ona kurban lâzım gelir.) Çünkü nehyedilen şeyi yaptığı için ameline eksiklik
girmiş olur. Bu kurban, M e k k e ' de oturan kimseler için cebir kurbanı,
inikatların dışında oturanlar için de şükür kurbanıdır.
(Eğer bir kimse hac
ihramına girdikten sonra bayram günü ikinci kez hac ihramına girerse, eğer
birinci ihramda olmuş ise ikinci hac da kendisine vacip olur ve ona bir şey
lâzım gelmez. Eğer birinci ihramda tıraş olmamış ise, ikinci hac yine
kendisine vacip olur ve fakat -tıraş olsun olmasın- İmam Ebû Hanife'ye göre ona
kurban lâzım gelir. Diğer İki İmam ise: -Eğer tıraş olmazsa ona kurban lâzım
gelmez- demişlerdir.) Zira iki haccı veya iki umreyi bir arada yapmak bidattir.
Hem de eğer tıraş olursa onun tıraşı birinci ihramı için bir nüsük ise de,
ikinci .ihramı için sakıncalıdır. Zira zamanından önce yapılan bir tıraştır.
Bunun için ona kurban lâzım gelir. Eğer ertesi yıla kadar tıraş olmazsa, o
zaman birinci ihramın tıraşını zamanında yapmamış olur. Bu ise, İmam Ebû H a -n
i f e ' ye göre kurban kesmeyi gerektirir. Diğer iki imama göre ise -yukarıda
da söylediğimiz üzere- gerektirmez.
(Eğer bir kimse
umresini bitirdikten sonra ve fakat daha tıraş olmamışken bir daha ihrama
girerse, zamanından önce ihrama girdiği için ona kurban lâzım gelir.l Zira bu
kimse iki umreyi bir arada yapmış olur. Bu ise mekruhtur. Bunun için ona
kurban lâzım gelir ve bu kurban cebir ve kefaret kurbanıdır.
(Eğer bir kimse hac
ihramına girdikten sonra umre ihramına da girerse, ona her ikisi de vacip
olur.) Zira hac ile umreyi bir arada yapmak Kıran haccı olup mikatlann dışında
oturan kimseler için meşrudur. Bizim meselemiz de bu kimseler hakkındadır.
Ancak bu kimse sünnete aykın davrandığı için iyi bir iş yapmış olmaz. (Şayet
bu kimse umrenin herhangi bir amelini yapmadan Arafat'ta vukuf yaparsa umreyi
bırakmış olur.) Zira umreyi hacca bina kılmak meşru olmadığı için bu kimseye
umre amellerini yapmak mümkün değiidir. (Fakat Arafat'ta vukuf yapmadıkça)
yukarıda da söylediğimiz gibi (yalnız Arafat yoluna çıkmakla umreyi bırakmış
olmaz.)
(Eğer bir kimse hac
için tavaf yaptıktan sonra ihram umresine de girip ikisini birlikte sürdürürse
ikisi de ona vacip olur.) Zira -yukarıda da geçtiği üzere- hac ile umreyi bir
arada yapamk meşru olduğu için birlikte her ikisinin ihramına girmek caizdir.
Bu tavaftan maksat Kudüm tavafıdır. Zira kudüm tavafı sünnet olup rükün olmadığı
için onun yapılmaması halinde herhangi bir şey lazım gelmez Rükün olmayınca da
onun yapılması ile hacdan herhangi bir şey yapılmış olmadığı için. Önce
umrenin, sonra haccın amellerini yapmak mümkündür. Bunun için her ikisini
birlikte sürdürürse caizdir. Ancak birlikte yaptığı için ona kurban lâzım
gelir ve sahih olan rivayete göre bu kurban cebir ve kefaret kurbanıdı;. Çünkü
kişi bir bakıma umrenin fiillerini hacctn fiilleri üzerine bina kılmış olur.
(Bununla beraber bu kimse için umreyi bırakmak müstahap-tır.l' Zira haccın
amellerinden bir şey yapmış olduğu için eğer umreyi bırakmazsa onu haccın
amelleri üzerine bina kılmış olur. Fakat eğer henüz tavaf yapmamış ise öyle
değildir, (ve) umreyi bıraktığı için
(ona kurban lâzım gelir.)
(Eğer bir kimse bayram
günlerinde umre ihramına girerse) yukarıda açıkladığımız sebepten dciayı
(İhramına girdiği umre ona vacip oluyorsa da onu bırakması gerekir.) Çünkü
eğer bırakmazsa umrenin amellerini her bakımdan haccın amelleri üzerine bina
kılmış olur Hem de -sonradan açıklayacağımız üzere- bayram günlerinde umre
yapmak mekruhtur Bunun için, ihramına girdiği umreyi bırakması gerekir, (ve
bıraktığı için ona) hem kurban ve hem de (kaza lâzım gelir. Şayet bırakmayıp
sürdürürse caizdir.) Çünkü mekruh olması kendisinde olmayan bir sebepten
dolayıdır O da, bayram günlerinde kişinin ham amelteriyle meşgul bulunmasıdır.
(Ancak ikisini bir arada yaptığı için ona kurban lâzım gelir.) Derler ki : Bu
kurban da kefaret kurbanıdır. Kimisi: -Eğer kişi hac için tıraş olduktan sonra
umre ihramına girerse -zahire göre- umreyi bırakması gerekmez», Kimisi de :
«Hakkında nehiy bulunduğu için tıraş olduktan sonra da olsa, yine bırakması
gerekir» demiştir. Fa-kih E b ü C a f e r ' in dediğine göre bizim ulemamız bu
görüştedirler.
(Eğer bir kimse Arafat
vukufunu kaçırır ve ondan sonra hac veya umre ihramına girerse, ihramına
girdiği hac veya umreyi bırakması
gerekir.) Zira -sonradan
geleceği üzere- kaçırılan haccın ihramı umre ihramına
dönüşmeden onun ihramından umre amellerini yapmakla çıkılmış olur. Bunun için.
eğer bırakmazsa umre ihramına girdiği zaman -iki umre ihramına girdiği zamanda
olduğu gibi- ef'al bakımından iki umreyi, hac ihramına girdiği zaman da ihram
bakımından iki haccı bir arada yapmış olur. Bunun için -iki haccın ihramına
girdiği zamanda olduğu gibi- birini bırak ması gerekir. Fakat ihramına girmesi
sahih olduğu ve zamanı gelmeden de ihramdan çikitığı için -Allah bilir- ona
hem kaza ve hem de kurban lâzım gelir.[160]
[1] Al-İ îmrân süresi âyet 97
[2] Ebû Davud 1/248, îbn-i Mâce 1/213, el-MÜstedrek cilt I
sh. 441, îmam Ahmed'in Müsned'l cilt 1 sh. 352
[3] el-Müstedrek 1/481, Beyhakî cilt 5 sh. 179. Heysemltün
el-Zevâid dit 3 sh. 206'da yazdığına göre bunu Taberanl de el-Evsat'da sıhhatli
bir senetle kaydetmiştir.
[4] Tirmizl 1/100, îbn-t Mâce 1/214, el-Müstedrek cilt 1
sh. 442, Darekutnl cilt 1 sh. 254, Beyhakl cilt 4 sh. 330
[5] Bu görüşe göre, eğer İtişi yolun emniyetli olmadığı
İçin hacca gidememiş İse, öldükten sonra kendisi yerinebir başkasının gitmesini
vasiyet etmek zorundadır.
[6] Bezzar, Darekutnl, Müslimve Buhart bu hadisi aynı
mânayı ifade eden değişik lafızlarla kaydetmişlerdir. Nasb-Ürraye C. 3 S. 10
[7] Şeyhü'l-Îslâm Burhanüddîn Ebu'l-Hasan
Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye
Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/291-295.
[8] Buharf C. 1 S, 206, Müslim C. 1 S. 375
[9] lbn-i Ebl Şeybe'nin Müsennefinde kahdettiği bu hadisi
İmam-l Şâ-fil de el-Ümm cilt 2 sh. 118'de kaydetmiştir. Nasb-ürraye C. 3 S. 15
[10] Bakara sûresi âyet 196
[11] Şeyhü'l-Îslâm Burhanüddîn Ebu'l-Hasan
Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye
Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/295-297.
[12] Tirmiz! cilt 1 sh. 102, Darekuütf cilt 2 sh; sh. 206
[13] Buhar! cilt 1 sh. 209
[14] Buhari cilt 1 sh. 41,Müslim cilt 1 sh. 378
[15] Bu hadis Câbİr (R-A.)'dan gariptir. Müslim C. 1 S.
376'da bunu Abdullah îbn-i Ömer'in oğlu Salim yoluyla Abdullah tbn-i Ömer'den
nakletmiştir.
[16] Tirmizt dit 1 sh. 113, Nesal dit 2 sh. 17
[17] Bakara sûresi âyet 197
[18] Maide sûresi âyet 95
[19] Sıhah-ı Sitte r Müslim cilt 1 sh. 380, Buhari cilt i
sh. 245, EbÛ Davud cilt 1 sh, 256, Nesal cilt 2 sh. 25, Tİrmizİ cüt 1 sh. 116,
tbn-i Mâce cilt 1 sh, 230
[20] Sıhah-ı Sitte: Buhari cilt 1, sh. 248, Müslim C. 1 sh.
372, Nesal C. 2 sh. 8, Ebû Davud C. 1 sh. 253, Tinnizl C. 1 sh. 115, îbn-1 Mace
C 1. sh. 216
[21] Beyhakl C 5, sh. 47. Darekutni C. 2, sh. 286
[22] Müslim C. 1 sh. 384, Nesal C. 2 sh. 12
[23] Tirmizl C. 2, sh. 129, İbn-i Mâce C. 1, sh. 214
[24] Bakara sûresi âyet 106
[25] Tahavl C. 1 sh. 369
[26] Muvatta S. 125
[27] Gariptir. Bununla beraber Hafız îbn-i Hacer «Diraye»
sh. 188'de senedinin sahiholduğunu kaydetmiştir. Nasb-ürraye C. 3 S. 33
[28] Tirmizİ cilt 2 sh. 129, îbn-iMâce cilt 1 sh. 214
[29] BuharI cilt 1 sh. 219, Müslim C. 1 sh. 405
[30] Gariptir,
BeyhakI cilt 5 sh. 79'da kaydettiğine
göre Abdullah îbn-i Ömer (R.A.)
Hacer-ül Esved"i istilam ederken bunu söylerdi
[31] Müslim C. 1 S. 400
[32] Bu hadis namaz bahsinde de geçti. Ancak onda
Hacer-ülesved'in karsısında ellerin kaldırılmasından söz edilmemektedir
[33] İmam Ahmed. îmam-ı Şafii, îshak b. Rabûye ve Ebû
Ya'la'nın, Ebû Yafur el-Abdi'den rivayet ettikleri bu hadisi Abdürrezzak ile
Ibn-İ IJıİ Şeybe de müsenneflerinde kaydetmişlerdir. Nasb-ürraye C. 3 S. 39
[34] Buhart 1/218. Müslim 1/413. Ebû Davud cilt 1 sh. 259,
İbn-i Mâce 1/217, Nesal cilt 2 hs. 38
[35] Müslim cilt 1 sh. 400
[36] Ebû Davud cilt 1 sh. 258, TİrmİzI C. 1 S. 117. İbn-i
Mace C. 1 S. 218
[37] Müslim C. 1 S. 431, Ebû Davud (Kabe içinde namaz) C. 1
S. 277. Tlr-mizt C. 1 S. 119
[38] Yesrib : Cahİliye devrinde Medine'nin adı idi
[39] Buhari C. 1 S
218, Müslim C. 1 S. 412
[40] Müslim C. 1 S. 411. Ebû Davud C. 1 S. 260, Nesal C. 2
sh. 37, îbn-i Mâce C. 1 S. 217
[41] Buhari C. 1 S. 218, Müslim C. 1 S. 412, Nesai C. 1 S. 38, tbn-İ Mâce C. 1 S. 217, Ebû Davud C.
1 S. 258
[42] Bu metin gariptir. Buhari Ue Müslim'in Abdullah İbn-i
Ömer'den bu konuda rivayet ettikleri hadis «Peygamber Efendimiz (S.A.V.) hac
veya umre ta-vafını yaparken üç turu koşarak ve dört turu da yürüyerekyapar,
ondan sonra iKi rekât namaz kılardı» şeklindedir. Buhari C. 1 S. 219, Müslim C.
1 S. 414
[43] Muvatta (Tavaf) S. 142
[44] Çokgariptir. Haliz tbn-i Hacer, Diraye'de: «Ben bu
hadisihiç. bir yerde bulamadım» diyekaydelmektedir. Diraye C. 1 B. 192
[45] Peygamber Efendimiz (SA.V.Vin hac keyfiyeti İle ilgili
olarak Câbir (R.-A)'dan rivayet olunan uzun bir hadiste geçmektedir. Müslim C.
1 S. 394, Ebû Davud C. 1 S. 262 ve Danml S. 234
[46] Pua ederken elleri kaldırmanın sünet olması, bir çok
hadislerle bildirilmiştir, Ebû Davşud (Duâ Babı) C. 1 S. 209
[47] Nesal cilt 2 sh. 39, BeyhakI cilt 5 sh. 94, Darefeutnİ
sh. 270
[48] Heyseml Mecme-üz-Zevâfd cilt 3 sh. 248*de Taberani'den
nakletmiştir. Aynca bu hadisi Darekutni sh. 270 ve Beyhaki de cilt 5 sh. 98'de
Imam-ı Şafii'den nakletmişlerdir. Hadis aynca İmam Ahmed'in müsnedi cilt 6 sh.
421'de kayıtbdr.
[49] Bakara sûresi ayet 180
[50] Bakara sûresi ayet 158
[51] el-Müstedrek cilt 1 S. 459, BeyhaM C. 5 S. 87, Tİrmizİ
C. 1 S. 128
[52] Muvatta sh. 142
[53] Peygamber Efendimiz (S.A.V.)'in hac keyfiyeti.hakkında
Câbir (R.A.)'ın geçen uzun hadisi.
[54] Tamamen gariptir.
Nasb-ürraye C. 3 S. 60
[55] Peygamber' Efendimiz
(S-A.V.)*m hac keyfiyeti
hakkındaki Cabir (R-A.Vm
hadisi.
[56] Câbir (R-A.)ln yukarıda geçen Peygamber. Efendimiz
(SA.V.)1n hac keyfiyeti hakkındaki hadisi.
[57] İbn-i Mâce C. 1 S. 222, İmam Ahmed'in Müsned'i cilt 4
sh. 82
[58] Beyhaki C. 5 S. 711
[59] ) Heysem!
Mecme-üz Zevâid cilt 8 sh. 59,
Taberani'nin bu hadisi rivayet ettiğini
kaydetmiştir.Nasb-ürraye C. 3 S. 62
[60] İbn-i Mace cilt 1 sh. 222. İmam Ahmed'in Müsned'i C. 4
S. 14
[61] İbn-i Mâce cilt 1 sh. 222
[62] Müslim cilt 1 sh. 415, BuharI ciltl sh. 228, îbn-i
Mâce cilt 1 sh. 224
[63] ibn-İ Mâce C. 1 S. 222, Ebft Davud cilt 1 sh. 266.
Tirmizi C. 1 sh. 120
[64] Ebû Davud C. 1 sh. 266, Tİrmizİ C. 1 sh. 120
[65] îbn-i Şeybe bu hadisi MÜsennefine almış İse de bu
hadis yukarıda geçen Câbir (R.A.)'ın hadisine aykırı düştüğü İçin gariptir. Nasb-ürraye C. 3 S. 68
[66] Buhar! C. 1 S. 227, Müslim C. 1 S. 416
[67] Buh&rl C. 1 S. 228, Müslim C. 1 S. 412
[68] Muvata sh. 142
[69] Bu bir zühuldür.
Zira bunu söyliyen Hz. Abbas'ın oğlu Abdullah olmayıp Mirdas oğlu
Abbas'ın oğludur. Nasb-ürraye C. 2 S.
72
[70] Bakara sûresi âyet
198
[71] Bu bir zühuldür. Zira Fıkh-ı Şafii kitaplarının hepsi
bunun sünnet olduğunu söylemektedir. Eİ-Mebsut'ta İmam-ı Şafii yerine «Leys
İbn-i Sa'd» diye geçmektedir
[72] Müslim C. 1 S. 418, Buhari C. 1 S. 228
[73] Ebü Davud C. 1 S. 269, Tirmiiİ cilt 1 sh. 121, Nesaİ
cilt 2 sh. 47, İbn-i Mâce C. 1 S. 223
[74] Buhari C. 1 S. 228. Nesai cilt 2 sh. 47, Tirmizî cilt
1 sh. 121, Ebü Davud C. 1 S. 268, İbn-i Mâce C. 1 S. 223
[75] Ebû Davud C. 1 S. 270, İbn-i Mâce cilt 1 sh. 224
[76] Müslim C. 1 S. 418, Buhari cilt 1 sh. 235 ve236
[77] Buharl cilt 1 sh. 235
[78] el-Müstedrek cilt İ sh. 486, Darekutnl cilt 1 sh. 289.
Heysemrnin Mec-me-üz Zevâid cilt 3 sh. 260'da anlattığına göre Taberani de
«el-EvsaUta kaydetmiştir
[79] Gariptir. Ancak İbn-iMâce dışında Sıhah-ı Sitte'nİn
beşi Enes b. Mâlik (R.A.Vdan «Peygamber
Efendimiz (S.A.V.) Mina'ya
geldi ve cemrenin yanına vanp taşlarını attı. Sonra
Mina'dakiyerine gelip kurbanını kesti, sonra başının sag yanını sonra sol
yanını göstererek berbere al dedi», şeklinde bir hadis kaydetmişlerdir. Ebû
Davud cilt 1 sh. 272, Tirmizi C. I sh. 123, Müslim C. I sh. 421
[80] Buharl cilt 1 sh. 233, Müslim C. 1 sh. 420
[81] el-Müstedrek cilt 1 sh. 474, eî-AynTnin «el-TTmde»
cilt 10 sh. 62'de, Müslim'in de bu hadisi kaydetiğini yazmıştır
[82] Ebû Davud C. 1 S. 271, Darekutnl C. 1 S. 279
[83] Müslim C. 1 S. 422
[84] Hacc sûresi âyet 28-29
[85] Tamamen gariptir.
Nasb-ürraye C. 3 S. 83
[86] eî-Müstedrek ciltl ah. 441
[87] Bakara sûresL . âyet 203
[88] Ebû Davud, Îbni Hibban ve Hakim
[89] Darekutni C. 1 sh. 279. Heysemi'nin ez-Zevâid cilt 3
sh. 211'de, Tabe-ranî'nin de 260'ta da Bezzar'ın da bu hadisi aldıklarını
kaydetmiştir.
[90] Tahavl cilt 1 sh. 412
[91] Gariptir.
Nasb-ürraye C. 3 S. 79
[92] Ebü Davud, îbn-i Hibbanve Hakim. Nasb-ürrayü C. 3 S. 87
[93] îbn-i Ebî Şeybe ve Beyhakl. Nasb-ürrayeC. 3 S. 87
[94] Gariptir. Fakat
îbn-iEbİ Şeybe Musannef'inde Hz. Ömer'in «Kim ki halkın Mina'dan hareket
etmesinden önce eşyasını Meke'ye gönderirse haccı yoktur» diye söylediğini
kaydetmiştir. Nasb-ürraye C. 3 S. 88
[95] Buharf C. I sh. 216, Müslim G. 1 sh. 423
[96] Buharl (Veda Tavafı) C. 1 S. 236, Müslim C. 1 S. 427
[97] ibn-i Sa'd'in Tabakalı c. I sh. 131
[98] Şeyhü'l-Îslâm Burhanüddîn Ebu'l-Hasan
Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye
Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/297-329.
[99] Eöü Davud c. 1 sh. 261, îbn-i Mâce C. 1. S. 219,
Darekutnl c. 1 Sh. 284
[100] Muvatta sh. 142
[101] Darekutni
c. 1 sh.
264. Ebû Davud c. 1 sh.
269, Tirmizi c. I s. 120, Nesaî c. 2 sh. 47, İmam Ahmed'in
Müsned'i c. 4 sh. 335, Tayalisi sh. 185
Nasb-ürraye c. 3, s. 93
[102] Tirmizi, Nesai; İbn-i Mâce, Ebü Davud, İbn-i Hibban ve
Halâm.
[103] Ebû Davud c. 1 sh. 245, İbn-i Mace C. 1 S. 216
[104] Bu hadis bu lâfız ile gariptir ve iki hadisten meydana
gelmiş gibidir. BirinoisiniTirmizİ c. 1 sh. 123 ve Nesai c. 2 sh. 275'de
kaydetmişlerdir
[105] Mefru olarak gariptir. İbn-i Ebi Şeybe MusannaTında
Abdullah îbn-i Abbas ile Abdullah İbn-i Ömer'den mefkuf olarak rivayet etmiştir
[106] Buhart c. 1 sn. 230, Müslim o. 1, s. 425
[107] Buhari ve Müslim : Buharl c. 1 sh. 121 ve 127, Müslim
c. 1 sh. 280 ve 2B2
[108] Şeyhü'l-Îslâm Burhanüddîn Ebu'l-Hasan
Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye
Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/329-334.
[109] Tamamen gariptir.
Nasb-ürraye c. 3 s. 99
[110] Tahavi c. I si 379
[111] Bakara suresi, âyet 196
[112] Müslim C. 1 S. 407, Ebû Davud C. 1 sh. 249, Tirmiz İC.
1 sh. 125 ve Nesaİ.
[113] Bu hadis bu şekilde varid olmamıştır. Ebû Davud, Nesal ve İbn-i Mâce Sayb b.
Mabed es-Sa'lebi'den «Hac ile umreye birlikte niyet getirdim. Hz. Ömer bana
«Sen Peygamber'inin sünnetini yaptın» dedi. şeklinde rivayet etmişlerdir.
EbûDavud c. 1 sh. 250, Nesal c. 2 sh. 13. tbn-i Mâce C. 1 sh. 219
Ben diyorum ki hadis bu
şekliyle müellifin dâvasına delil olamaz. Çünkü hadiste hac için ayn ve umre
için ayrı bir tavaf ile sa'y yapıldığına dair bir delâlet yoktur.
[114] Bakara suresi, ayet 196
[115] Gariptir. el-Mebsut'da bu hadîs bu şekildedir : Adamın biri bayram günü Hz. Ömer'e gelerek
«ben temettü haccnu yaptım» dedi. Hz. Ömer :
- Bir davar kes. Adam :
- Param yoktur. Hz.
Ömer :
- Akrabalarından iste. Adam :
[116] Şeyhü'l-Îslâm Burhanüddîn Ebu'l-Hasan
Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye
Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/334-339.
[117] Buhail c. 1 sh. 229, Müslim c. 1 s. 403
[118] Fetih süresi, âyet 27
[119] Tirnüz! c. 1 sh. 124, Ebû Davud c. 1 sh. 252 ve 253
[120] Buhart c. 1 sh. 229, Müslim c. 1 sh. 403
[121] Buharl c. I sh. 229, Müslim c. 1 sh. 403
[122] Tirmizl c. 1 sh. 122
[123] Buharı (Hacc) 81, (Umre) 6, Müsİim (Hacc) 130, 141,
Ebû Davud (Me-nasik) 22
[124] Bakara sûresi, ayet 196
[125] Bakara suresi, âyet 197
[126] Müellifin önce kadından Örnek getirerek, sonra «Bunu
yapan, erkek de olsa böyledir» demesinden bir mânâ çıkaramadım. Zira eğer «bir
kadın» yerine -her zaman dediği gibi- «bir kimsen deseydi «Bunu yapan, erkek de
olsa böyledir» demeğe gerek kalmaz ve dolayısiyle mesele daha kısa bir ifade
ile anlatılmış olurdu. el-Kifaye ve" el-İnaye haşiyeleri buna «Meseleyi,
müelliften ya bir kadın sormuş, ya da erkeklere nazaran kadınlar daha bilgisiz
olduğu için müellif kadından Örnek getirmiştir» diye cevap veriyorlarsa da, bu
cevap pek tatminkâr değildir. Zira böyle de olsa, «bir kadın» yerine «bir
kimse» demek aynı işi görürdü.
[127] Müslim cUt 1 sh. 391, Buhari dit 1 sh. 224
[128] Müslim c. 1 sh. 427, Buhar! c. 1 sh. 236
[129] Şeyhü'l-Îslâm Burhanüddîn Ebu'l-Hasan
Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye
Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/339-348.
[130] Beyhakl (Kitab-ül Ma'rife hac bahsi) TabersnI
(el-Kebir). Nasb-üraye C. 3 S. 124
[131] Bakara suresi, âyet I9G
[132] Müslim c. 1 sh. 382, Buharl c. 2 sh. 850
[133] Şeyhü'l-Îslâm Burhanüddîn Ebu'l-Hasan
Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye Tercümesi,
Kahraman Yayınları: 1/348-355.
[134] Ebû Davud bunu mürsel hadisler arasında kaydetmiştir.
Beyhakt de kaydederken: «Rivayet zinciri kopuktur» demiştir. (Nasb-ürraye c. 3, s. 125)
[135] Muvatta. İbn-i Ebi Şeybe. Nasbür-Raye c. 3 s. 127
[136] Şeyhü'l-Îslâm Burhanüddîn Ebu'l-Hasan
Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye
Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/355-358.
[137] el-Müstedrek (Tavaf) c. 1 s. 459 ve Tinnizi (Cenaîz)
c. 1 a, 128
[138] Hacc suresi, âyet 29
[139] Gariptir.
(Nasb-ürraye c. 3, s. 128)
[140] Nüshaların çoğunda böyle ise de bazı nüshalarda îbn-i
Abbas'm hadisi diye geçmektedir ve en doğrusu budur. Îbn-İ Ebî Şeybe ile
Tahavi Abdullah tbn-i Aübas (RA.Vdan
«Kim ki haccmdan bir şey takdim veya tehir ederje bunun İçin bir kurban kessin»
şeklinde nakletmişlerdir. Şerh-ül Asar c. 1, sh. 424
[141] Buharı cilt 1, sh. 378
[142] Şeyhü'l-Îslâm Burhanüddîn Ebu'l-Hasan
Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye
Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/358-365.
[143] Mâfde suresi, Ayet »6
[144] Bu beş hayvanı öldürmenin cevazı hakkında iki hadis
vardır: Biri, onları Harem'de Öldürmenin, biri de üıramda olan kimse için
öldürmenin cevazı hakkındadır ki bu iki hadis ayrı ayn hadisler olup birbiri
yerine geçmektedir. Çünkü bu hayvanları Harem'de öldürmenin caiz olmasından,
ihramda olan kimse için de onları öldürmenin caiz olması lâzım gelmez. Bazı
hadis kitaplarında bu iki hadis birleştirilerek şöyle denilmektedir :
«Bes hayvan vardır ki
Harem'de olsun, ihramda olsun onları öldürene günah yoktur. Onlar da şunlardır
:
Kurt, kuduz köpek,
karga, delice, yılan ve akreptir.» Müslim c. 1, sh. 384.
Bu hadisin daha başka şekilleri de vardır. Kiminde karga yerine fare,
kiminde; benek karga ve kiminde daha başka şeyler geçgektedir.
[145] Maide suresi, âyet 95
[146] Çok gariptir. (Nasb-ürraye c. 3, s. 137
[147] Müslim (Hac) 67-73, 76-79, Buhar! (Avlanma) 7, Ebû
Davud (Menasüt) 39, Nesal (Hac) 82-84,
8^88, 113-114, Muvatta' (Hac) 88-90
[148] Müslim ile Buhari. Ebû Davud da Ebû Saİd-i Hudri
(R.A.Vdan : «Peygamber Efendimiz (S.A.V.)'e ihramda olan kimsenin hangi
hayvanları öldürebil-diği soruldu. Peygamber Efendimiz (S.A.V.) «Yılanı,
akrebi, fareyi, ısırıcı köpeği, dölence kuşunu ve yırtıcı hayvanları
öldürebilir. Kargaya da atar fakat öldürmez,» diye cevap verdi, şeklinde bir
hadis nakletmiştir.
Feth-ülkadir c. 3, s. 16
[149] Muvatta' s. 162
[150] Çok gariptir. (Nasb-ürraye c. 3, s. 137)
[151] Tirmizİ c. 1 sh. 116, Ebû Davud e. I s. 256, Nesaİ c.
2 sh. 25
[152] İmam Muhammed'in «Kitab-ül Âsar»ı. (Nasb-ürarye c. 3
s. 140)
[153] Euhari c. 1 sh. 328, Müslim c. 1 sh. 438
[154] Îbn-İ Ebl Şeybe Musannaf'mda Abdullah b. Harls'ten:
«Biz hac yoluna çıkarken evimizde avlamış olduğumuz avlan olduğu gibi bırakıp
saüvennez-dlkı diye söylediğini rivayet etmiştir. (Nasb-ürraye e. 3, a. 143)
[155] Maide suresi âyet 96
[156] Buhar! c. 1 sh. 328. Müslim c. 1 sh. 438
[157] Buharı c. 1 sh. 328, Müslim c. 1 sh. 428
[158] Şeyhü'l-Îslâm Burhanüddîn Ebu'l-Hasan
Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye
Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/365-379.
[159] Şeyhü'l-Îslâm Burhanüddîn Ebu'l-Hasan
Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye
Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/379-382.
[160] Şeyhü'l-Îslâm Burhanüddîn Ebu'l-Hasan
Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye
Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/382-385.