1- ORUCUN TARİFİ, KISIMLARI, SEBEBİ, VAKTİ VE ŞARTI
Güneşin Batıp Batmadığında Tereddüt
A- Orucun Farz Olmasının Şartları
C- Edasının Sahih Olmasının Şartı :
2- RAMAZAN HİLÂLİNİ GÖRMEK (RÜYET-I HİLÂL)
3- ORUÇLUYA MEKRUH OLAN VE MEKRUH OLMAYAN ŞEYLER
Oruç Tutmanın Mekruh Olduğu Gönler :
4- ORUCU BOZAN VE BOZMAYAN ŞEYLER
Orucu Bozup Sadece Kazayı İcabettlren Şeyler :
Orucu Bozup Kazayı Ve Hem De Keffâreti
İcâbettiren Şeyler
Bu Konu İle İlgili Bazı Mes'eleler
5- ORUÇ TUTMAMAYI MUBAH KILAN ÖZÜRLER
3- Hamilelik Ve Çocuk Emzirmek:
5- Şiddetli Açlık Veya Susuzluk :
c) İtikâfın Şart Ve Rükünleri:
E)- İ'tîkâfın
Güzellik Ve Üstünlükleri
1- Mazeretsiz Mescidden Çıkmak:
2- Cima' Ve Cimâ'ın Davetçileri De İtikâfı Bozar:
3- Bayılmak Ve Cinnet Getirmek De İtikâfı Bozar:
İtikâflâ İlgili Diğer Bazı Meseleler :
Oruç: ikinci fecirden
itibaren, güneşin gurubuna kadar yemekten, içmekten ve cinsî mukârenetten,
Aİlahu Teâlaya tekarrüb (= yakınlık) niyyeti ile nefsi men etmektir. Kâfî'de
de böyledir. [1]
Oruçlar, farz, vâcib
ve <nâfile çeşitlerine ayrılır
Farz oları oruçlar iki
nevidir
Muayyen olan farz oruç
Ramazan-ı şerif orucu;
Gsyr-i muayyen ölen farz
oruç ise : Kazaya kalan Ramazan-ı Şerif orucu ile keffaret olarak tutulacak
oruçlardır
Vâcib olan oruçlar da
iki nevidir.
Muayyen olan vacip
oruç Muayyen bir günde tutulması
nezre-dilmiş bulunan (= adanmış olan) oruçtur.
Gayr-i muayyen ölen
vacip oruç ise Her hangi bir gün veya nerhangi bir hafta veyahud da ay
tutulmasına nezredilen oruçlardır.
Aİlahu Teâlâ'nın
rızası için tutulan nafile oruçlar ise, ayrı bir nevidir, Tebyîn'de de
böyledir. [2]
Orucun farziyetinde ve
vücûbunda muhtelif sebepler vardır.
Rfiiuazan-ı Şerif
Orucunun sebebi: Kâdî'l - İmâm Zeyd Fah-rü'l - İslâm ve Scbrü'l - İslâm Ebü'l -
Yüsr, bu hususta şöyle demişlerdir: -Rtamazan-1 Şerif günlerinden
herh&r.gi birinin, oruca başlamaya müsait ük cüz'üne yetişmektir.» Keşfü'l
• Kebîr'de de böyledir.
Gâyetü'! - Beyân'da :
-Bizce, 'hak olan kavil budur.» denilmiş ve İmâm Hindi 'bunu sahPhlemiştir.
Nehrii'l - Ffiık'ta da böyledir.
Nezir (— adak)
orucunun sebebi nezir; keffaret orucunun sebebi ise, sözünden (~ yemininden)
dönmek, hataen adam öldürmek gibi hususlardır. Kaza orucunun sebebi ise, edanın
sebebinin aynıdır. Fet-hü'I - Kadîr'de de böyledir.
Bir mecnûn, ramazanın
bîrindi gecesinde ifâkat bulsa (—fyl-leşse), fakat sabaha yine mecnûn olarak
girse ve ayın sonuna kadar böylece devam etse; bu şahsın durumu hakkında Şems ü'I - EI m m e HaJvânî: O kimsenin ramazan orucunu kaza etmesi
gerekmez.» demiştir. Sahih olan da
budur. Bahrü'r-Râik'ta da böyledir. Fetva da bunun üzeriRedir.
Mi'râcü'd-Dirâye'de de böyledir.
Keza, yine böyle bir
kimse, Ramazan ayının ortasında, gece yarısı ifâkat bulsa da, sabaha yine
mecnûn olarak girse, o kimsenin de orucu kaza etmesi gerekmez. Muhıyt'te ve Bahrü'r - Râik'ta da böyledir.
Kezâ, böyie bir kimse,
ramazanın bütün günlerinde zeval da ifâkat bulsa, o da oruçlarını kaza etmez.
Zâhidî'de de böyledir. [3]
İkinci fecrin
doğmasından (= yani aydınlığın ufukta
yayılmaya başlamasından) itibaren, güneşin batma ânına kadar olan vakittir.
Bununla beraber, bu
ikinci fecrin, ilk doğduğu âna mı, yoksa ziyasının ufukta uzanıp dağılmaya
başladığı zamana mı itibar edileceği »hususunda ihtilâf edilmiştir. Şemsü'I -
Eimme Halvânî bu hususta : «Birinci kavle uymak ehvrattır. {=ihtiyata daha
uygundur.) İkinci kavi! 'is-e daha geniştir. Yani oruç tutacaklar için daha
müsaittir.» demiştir. Muhıyt'te de böyledir.
Âlimlerin çoğu bu
görüşü benimsemişlerdir. Hizânetü'I- Müflîn'de de böyledir.
Bir kimse, fecir tulü'
etmiş olduğu halde, henüz tu/û'" etmedi zannı ile sahur yemeği yemiş olsa
veya güneş batmadığı lıalde, 6ath zannı ile iftar etmiş oisa, bu kimsenin o
orucunu kaza etmesi gerektiği ıhalde, keffaret lâzım gelmez, Çünkü bu kimse,
—bu durumlarda— teammüdecr yememiştir. Serahsfnin Muhıyti'nde de böyledir.
Bir kimse, fecrin
doğup doğmadığında tereddüt etse, bu durumda evlâ olan, o kimsenin yemeyi terk
etmesidir. Şayet bu kimse, bîr şey yemişse, — fecrin doğduğuna kesin bilgi
olmadığı — için orucu tamdır. Ancak, fecirden sonra yemiş olduğu anlaşılırsa,
kaza lâzırn gelir. Fethü'İ - K&dîr'de de böyledir.
Eğer, bir kimsenin
re'yi, fecrin doğmuş olmasına rağmen yemiş bulunduğu şeklinde ve bu kanâati
kuvvetli ise, bu sebepten dolayı orucunu kaza etmesi ihtiyata daha uygundur,
Zahirü'r - rîvâyeye göre, bu durumda kaza lâzım gelmez. Sahih olan da, 'bu
görüştür. Sira-ciTI - Vehhâc'da da böyledir.
Bu —hüküm — durumun
açıklık kazanmaması »halindedir, fakat, fecir doğduktan sonra yemiş bulunduğu
ortaya çıkarsa, o kimsenin bu orucu kaza etmesi gerekir; Keffaret lâzım
gelmez. Tebyîn'de de böyledir.
İki şahit fecrin
tulû'una, iki şâihit de adem-i tulû'uraa şehâdet eylediği zaman, bu kimse iftar
ederse { — bir şey yerse) ve sonra da fecrin doğmuş bulunduğu açıklık
kazanırsa, bu durumda, o kimseye — bil - ittifak— hem kaza ve hem de keffaret
lâzım gelir. Çünkü, isbât üzerine olıan şehâdet kabul edilir; neyf üzerine olan
şehâdete ise i'tibar edilmez. Bu husus, kul haklarında da böyledir.
Eğer bir kişi fecrin
doğduğuna, diğer bir kişi de doğmadığına şe-tıâdet etse, bu kimse de bir şey
yemiş olsa, sonra da fecrin doğmuş bulunduğu açıklık kazansa, o kimse için
keffâret icâbetmez. Çünkü, bı durumda, bir kişinin fecrin tulû'uına şefrıâdet
etmiş olması tam birhüc cet değildir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimse sahur yemeği
yerken, bir topluluk gelip, o kimsey* fecrin tulü" etmiş olduğunu söylese,
bu kimse de : Bu durumda beı oruçlu olmam, yemiş bulundum» dese ve bundan sonra
da yemey devam etse; daha sonra da, önceki yemiş bulunduğu şeyleri fecri
tuîû'undan önce; sonrakileri ise fecrin tulû'undan sonra yemiş oldu ğu ortaya
çıkça, bu durum hakkında Hâkim Ebû Muhammed: «Eğer h kimse, cemâatin sözüne
inanmış İse, kendisine keffaret
gerekme;
Fakat, o kimseye
durumu söyliyen bir kişi ise, —bu bir kişi âdü olsa da, olmasa da,— bu kimseye
keffâret lâzım gelir. Çünkü, bu gibi durumlarda tek kişinin şeîıâdeti makbul
olmaz. Hulâsa'da da böyledir.
Bir kimse karısına :
«Bak bakalım fecir doğmuş mu, doğmamış mı?» dese; hanımı da baksa ve :
"Doğmamış» dese ve bu kimse de bu durumda karısı ile cima' etse; sonra da,
o esnada fecrin doğmuş bulunduğu açığa çıksa 'bazı âlimler bu durum hakkında :
«Eğer kadın doğru sözlü ve sözüne güvenilir birisi ise keffâret lâzım gelmez.»
demişlerdir. Sahih olan, bu durumda o adama, asla keffâret lâzım
gelmiyeceğidir. Fakat, kadın fecrin tulü" ettiğini bile bile böyle
söylemişse, bu durumda ona keffâret lâzım gelir. Hulâsa'da da böyledir. [4]
Güneşin batıp
batmadığı hususunda tereddüt
bulununca, iftar etmek 'helâl olmaz. Kâfı'de de böyledrr.
Bu durumda, bir kimse
iftar etmiş olsa ve sonradan da, bu tereddüt hususunda bir açıklık hası!
olmasa, o kimsenin orucunu kaza etmesi gerekir. Bu durumda keffâretin gerekip
gerekmiyeceği hususunda da iki rivayet vardır. Fakîh Ebû Ca'fer (R.A.), bu
durumda keffâretin lâzım geleceğine kânîdir ve bu görüşü seçmiştir. Ancak, bu
durumdaki bir kimsenin, güneş batmadan önce iftar etmiş olduğu açığa çıkarsa,
—kesinlikle— o kimseye keffâret lâzım gelir, febyîn'de de böyledir.
Eeğr bir kimse,
reyinin çoğu, güneşin batmamış olduğu tar-zurrda bulunduğu halde iftar etmiş
olursa, bu kimseye hem kaza veh-em de keffâret gerekir. Çünkü bu durumda
gün-düz sabittir. Ve bu kimsenin re'yinin ekserisinin böyle olmasından dolayı,
kesin bilgi edinmesi gerekirdi. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
8u durumda, o şahsın
güneşin batmasından önce yemiş bulunduğunun bilinmedi veya bur.un bilinmemesi
halleri de müsavidir. Tebyîn'-de de böyledir.
İki şahit güneşin
battığına, diğer iki şahit de batmadığına şehâdet eyleseler ve bu durumda da
bir kimse iftar etse. Sonradan da güneşin batmadığı meydana çıkmış olsa,
btl-ittifak bu kimseye kaza lâzım gelir; keffâret lâzım gelmez. Fetâvâyi
Kâdîhân'da da böyledir. [5]
Bir kimse, sahur
vaktinde yemek için taharri (= araştırma) yapmak istese bu durumda kendisi veya
bir başkası fecrin tulû'u veya adem-İ tulü'u hakkında bir bilgiye sahip
olamasa; Şeyh Şemsü'l - Eim-me Halvânî: Bu kimse, —fecrin tulü" etmemiş
olduğu hakkındaki — kuvvetli reyi ile yemiş olsa, bunda bir beis yoktur.» demiştir.
Bir kimse, fecrin
doğmuş olması korkusu olmadığı zaman yemeğini yer; bundan korkusu varsa,
yapacağı en doğru şey yemeyi ter-ketmektir.
Bir kimse, sahur
davulunun sesi ile yemeyi isterse, bu durumda ses fazla olur ve her taraftan
duyulursa ve bu ses her mahallede vars,a, yemeğini yemesinde bir beis yoktur.
Eğer te<k ses duyuyorsa ve bu sesi çıkartan davulcunun âdil olduğunu
biliyorsa ona itimat eder ve yemeğini yer. Fakat, âdil olduğunu bilmiyorsa,
ihtiyat edip yemez. Bilginlerimizin bir kısmı, horoz şeşine itimat etmeyi hoş
görmemişlerdir. 'Bazıları ise, tekrar tekrar öter ve onun vaktinde-öttüğü
açıklık kazanırsa, buna itimad etmekte de bir beis görmemişlerdir.
Şernsü'l-Eimme Halvânî: «Arkadaşlarımızın takip ettiği yol, zaihirii'r -
rivâye-de, taharri (= araştırma) yolu ile iftar etmenin caiz olduğu tarzındadır.»
demiştir. Muhıyt'te de böyledir. [6]
Orucun farz olmasının
üç şartı vardır :
1) İslâm,
2) Akıl,
3) Bülûg. [7]
Orucun edasının ftarz
olması için iki şart vardır;
1) Sıhhat,
2) İkâmet (=
misafir yolcu olmamak). [8]
Orucun edasının sahih
olmasının ik; şarts vardır
1) Niyyet,
2) Hayız ve
nifâstan temiz oİmak. Kâfî'de ve Nihâye de de böyledir.
Niyyet; Kişinin, oruç
tutacağını kalbi île bilmesidir. Serah-eî'nın Muhıyt'inde de böyledir.
Kişirrin, niyyeti dili
ile söylemesi de sünnettir. Ne h Ki'I -Fâik'ta da böyledir.
Bize göre, Ramazanda
her gün için ayn ayrı niyyet etmek gereklidir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Ramazanda sahura
kalkmak da bir nlyyettir. Necmeddin Ne-sefî böyle söylemiştir. Ancak, sahura
kalkmış olmak, o günün orucu için niyyet yerine geçer; başka bir günün orucu
için niyyet yerine geçmez.
Bir kimse, geceden her
;hangi bir oruca niyyet etse ve fecrin doğmasından önce de bu niyyetinder; geri
dönse, bu dönmesi sahih olur. Sirâeü'i - Vehhâc'da da böyledir.
Bir kimse : «Altehu
Teâİâ iziri verirse, yarın oruç tutmaya niyyet ettim.™ demiş olsa, bu niyyeti
sabin o!ur. Sa-hı'h olan görüş de budur. Zâhîriyye'de de böyledir.
Bir kimse eğer :
,«Ysnn davet ediiirsom yerim; değilse oruç tutarım.» diye niyyet etmiş oisa, bu
niyyetle tutulan oruç sahih ctmazmaz,
Bir kimse, ramazanda
oruç tutmaya veya iftar etmeye niyyet etmeden kalksa, eğer o günün ramazan
olduğunu iyice biliyorsa, -en açık rivayete göre bu kimse oruçlu bulunmuş
sayılmaz. Şemsü'İ - Eİmme Hdvânî'nin Fakîh Ebû Ca'fer'den nakli de böyledir.
Muhıyt'te de böyledir. .
Oruçlu bulunan bir
kimse, kalbinden orucu yemeye niyyet etse ve fakat bir şey yemese, bu kimsenin
orucu tamamdır. İzâh-ı Kirmânî'de de böyledir.
Niyy3tin vakti, her
gün güneş battıktan sonradır; daha önce .niyyet edilmesi caiz olmaz.
Serâhsî'min Muhıyt'inde de böyledir.
Bir kimse, güneş
batmadan önce, bir sonraki günün orucuna niyyet etmiş olsa, sonra da uyuşa,
hayılsa veya güneşin zevali vaktine kadar gaflet etse, (yani, bu vakta kadar
niyyetini yenilememiş olsa} !bu kimsenin niyyeti caiz olmaz. Ancfak, gün;eş
battıktan sonra niyyet etmiş bulunursa, caiz olur. Hulâsa'da da böyledir.
Ramazan orucuna,
muayyen nezir orucuna ve nafile oruçlara : «Bu günün orucuna...» diye niyyet
edilerek, tutulması caiz olur. Bunlar : «Oruç tutmaya niyyet ettim» şeklinde,
mutlak oruç niyyeti ile de caiz olur.
Nafüe oruca, 'bu günün
gecesinden, bir gün sonranın gündüzünün ortasına kadar niyyet etmek de caizdir.
Câmİu's - Sâğîr'de böyle zikredilmiştir. Kudürî'de de : «Zevale kadar olan
niyyet sahihtir.» denilmiştir.
Niyyet hususunda
misafir ile mukîm arasımda bir fark yoktur. Tefa-yîn'de de böyledir.
Fecrin tulû'undan, o
zamana kadar, eğer oruca münâfî yemek, İçmek ve cima' etmek gibi bir hal vuku'
bulmamışs.3, zevalden önce yapılmış olan niyyet caizdir. Ancak, bu haller
kasden veya unutarak vuku' bulmuş olursa, bundan sonraki niyyet sahih ve câ'iz
olmaz. Tahâvî Şerhî'nde de böyledir.
Oruca gündüz niyyet
etmiş olan kimse, o günün evvelinden itibaren niyyet eder. Şayet, niyyet ettiği
andan itibaren oruçlu olmaya niyyet ederse, bu niyyeti caiz olmaz. Cevheretü'n
- Neyyire'de ve Si-râcü'l - Vehhâc'da da böyledir.
Ramazan gecesinde veya
gündüzünde bayılmış olan kimse, zevalden önce ayılır ve oruca niyyet ederse,
niyyeti caiz olur. Mecnûnun durumu da böyledir. Serahsî'nin Muhıyt'inde de
böyledir.
Keza, bir kimse günün
evvelinde irtidad etse ve zevalden önce
de, yeniden islâma girse, sonra da oruca niyyet etse, bu niyyeti caiz olur.
Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Efdâl olan, niyyeti
yerinde yâni gece yapmaktır Fakat, gündüz
iniyyet edilmesi de caizdir. Orucun niyyetini açıklamak, yâni hangi oruca
niyyet ettiğini belirtmek de evlâdır. Ihtiyâr'da da böyledir.
Bir kimse, ramazanda,
ramazan orucundan başka farz olan bir oruca niyyet etmiş olsa, bu oruç ramazan
orucu sayılır.
İmameyne göre, bu
hususta da misafirle mukim arasında bir fark yoktur. İmâm-ı A'zam'a göre ise,
misafir olan kimse, ramazanda, ramazan orucundan başka farz olan bir oruca
niyyet ederse, niyyet etmiş bulunduğu bu orucu tutmuş olur.[9]
Ramazanda nafile
tutmaya n'iyyet etmiş olan kimse ise sahih olan kavle göre ramazan orucu tutmuş
olur. Serahsî'nin Muhıyt'inde de böyledir.
Hastaya gelince,
sahi'h olan kavle göre, onun da bu niyyetle tutmuş olduğu oruç, ramazan orucu
sayılır .Kâfî'de böyledir.
Misafir ve hastalar,
ramazanda mutlak oruca niyyet etmiş olsalar, bu niyyetle tutmuş bulundukları
oruç da, ramazan orucu olur, Serahsî'nin Muhıyt'inde de böyledir.
Muayyen bir günde,
nezri olan bir kimse, bu günde keffâ-ret veya namazan orucunun kazası gibi
farz olan başka bir oruca niyyet etmiş olsa, bu oruç niyyet etmiş bulunduğu
oruç olarak makbul olur. O muayyen nezrini ise, sonradan kaza etmesi gerekir.
Sirâcü'l - Veh-hâc'da da böyledir.
Esahh olan budur.
Bahrü'r - Râık'ta da böyledir.
Kaza ve keffâret oruçlarında, niyyeti gece yapmak ve
tutacağı orucu ta'yin etmek şarttır. Nikâye'de de böyledir.
Mutlak nezirlerde de
böyledir. Yani muayyen olmayan nezirlerde
de niyyet geceden yapılır. Sirâcü'l - Vehhâc'da da. böyledir.
Hapiste veya esir
bulunan bir kimse, ramazanın girip girmediği konusunda şüpheye düşse, taharri
ederek (~ araştırarak) kanaatine göre
oruç tutar. Sonra bakılır : Eğer»
tuttuğu bu oruç
ramazan ayma rastlamışsa veya bu oruçlar ramazandan sonra ve oruç tutmanın
yasak olmadığı günlerde; geceleyin niyyet edilerek tutuimuşsa, ramazan orucu
olarak caiz olur. Fakat, bu oruçlar ramazandan ence-ye rastlsmışsa, —ramazan
orucu olarak caiz olmaz. (Bunlar nafile oruç olmuş olur.) SerahsVnin
Muhıyt'inde de böyledir.
Üzerinde kaza orucu
bulunan kimsenin, bu orucu \ızıâ vövr ken, kazaya niyyet etmesi şart değildir;
böyle niyyet etmesi de câıî ve sahih olmakla beraber; «üzerinde tutmast icâbeden ramazan orucunu
tutmaya niyyet etmesi» daha uygundur. Bu hususta, hasta olanlarla, sıhhatli
bulunanlar arasında bir fark yoktur. Bedâi'de de böyledir 0 Bir kimse, şevval ayında[10]
keffâret orucu tutmaya başlarsa, !bu durumda bu ayların Irsmszan ve şevvâl'in)
ikisi de ya tam (— otuzar gün) veya noksan (— yirmi dokuzar gün) olurlar. Her
iki halde de, ket-fâret orucu ds bir gün daha tutularak tamamlanmış olur.
Eğer ramazan tam.
fakat şevval noksan olursa; keffâret, iki gün daha oruç tutularak tamamlanır.
Ramazan noksan, fakat şevval tamam ' olursa, bu durumda bir şey lâzım gelmez.
Bir kimse, keffâret
orucunu tutmaya zilhicce ayında başlarsa; zilhicce ve onu takip eden ay ya
—ilcisi de— tam veya noksan olurlar Bu
durumda — müteakip ayda —dört
gün daha oruç tutulur. Eğer zilhicce tamam olur da, önceki ay noksan
bulunursa, müteakip zamanda üç gün daha oruç tutulur. Eğer önceki ay tamam
olur da, zilhicce noksan olursa,
müteakip günlerde beş gün daha oruç tutulur. Eğer bîr kimsenin orucu zilkadeye
tesadüf ederse veya başka bir aya rastlarsa, bu aylar ya tam veya* noksan
olurlar. Zilkade tamam olur da, diğer ay noksan
olursa, bir gün daha oruç tutulur. Zilkade noksan olur da, diğer ay tamam olursa, bir
şey lâzım gelmez. Sirâcü'l Veh d böldi
olur d ğhâc'da da böyledir.
Hamazan-ı Şerlfden onrMü.
Bir kimse, dâr-i
harbde senelerce, ramazandan önce ramazan orucu "tutmuş olsa; birinci
senede tuttuğu oruç ittifakla caiz olmaz, ikinci, üçüncü... senelerin orucu, bir önceki senelerin orucunun kazası olarak caiz olur
mu?
Fakih Ebû Ca'fer bu
hususta : «O kimse, möbhem olarak, yalnızca ramazan orucu tutmaya niyyet
etmjşse, bu caiz olur. Ancak, tiçin-de bulunduğu yılın orucunu tutmayı
belirterek niyyet etmişse, bu caiz olmaz Esahh olan kavil de budur.» demiştir.
Serahsî'nin Muhıyt'inde de böyledir.
Bir kimsenin, bir
ramazanda iki günlük orucu kazaya kalmış olursa, bunları kaza ederken, ilk
günün orucunu kaza etmeye niyyet etmesi uygun olur Ancak, böyle ilk günün orucu
diye belirtmese de, kazası caiz olur.
İki ramazandan iki
orucu kazaya kalmış olan krmse de, böyle ta'yîn etmeden kazaya niyyet etmiş
olsıa, muhtar olan kavle göre bu kazası caiz olur. Hulâsa'da da böyledir.
Ramazanda kasden
orucunu bozmuş olan kimse, eğer fakir İse, kaza ve keffâret olarak 61 gün oruç
tutar. Kazası gereken, o bir gün orucu, ta'yin etmeden tutması da caiz olur.
Fakîh Ebû'I - Leys de böyle söylemiştir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimsenin iki ayrı
oruca, birini diğerine tercih etmeden eşit şekilde niyyet etmesi bâtıldır. Bu
kimse, birini diğerine tercih etmiş olursa, tercih edilen [hakkındaki niyyet)
sabit olmuş olur. Se-rahaî'nm Muhıyt'inde de böyledir.
Bîr kimse hem ramazan
orucunun kazasına hem dö nezre niyyet etmiş olsa, bu kimse istihsânen ramazan orucunun
kazasına niyyet etmiş olur.
Bir kimse, hem muayyen
bir nezre ve hem de nafileye gece veya gündüz niyyet etmiş olsa veyahud da muayyen
bir nezir ile kefîârete —yine aynı zamanda— geceden niyyet etmiş bulunsa, bu
kimse» bil-icmâ' muayyen nezre niyyet etmiş sayılır. Sirâcü'l - Vehhâc'da da
böyledir.
Bir kimse, —aynı
zamanda— hem kazaya hem de keffâret-i zmar'a niyyet etmiş olsa, bu kimse, —
istihsânen —kazaya niyyet etmiş sayılır. Fetâvâyi Kâdîhân'cla da böyledir.
Bir kimse, —yine aynı
zamanda— ramazan orucunun kazası ile
nafileye niyyet ederse, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un Imfinvı A'i-am (R.A.)'d'an
rivayet ettiği kavle göre, bu kimse ramazan orucunun kazasına niyyet etmiş
sayılır. Zehıyre'de de böyledir.
Bir kimse, —aynı
zamanda — hem keffâret-i zıhar'a ve hem de
keffâret-i katii'e; veya
hem ramazan orucunun
kazasına ve hem de keffâret-i
katii'e niyyet etmiş olsa, bu
kimse bil -ittifak keffâret-i
kaiÜ'e niyyet etmiş sayılır. Serahsî'nin Muhıyt'inde de böyledir.
Bir kimse, —laynı
zamanda — hem k-effarefe ve hem de nafileye niyyet etmiş olsa, bu kimse —
istihsânen — keffârete niyyet etmiş saythr. Zehıyre'de de'böyledir. ,.
Hayızh haide'olan bir
kadın, oruca niyyet etmiş olsa, sonra da fecrin tulû'undan önce temizlenmiş
bulunsa, o kadının orucu sahih olur. Sirâcü'!-Vehhâc'da da böyledir.
Bîr kimse, —aynı
zamanda— hem kazaya va hem de keffâret-i yemin'e niyyet etmiş olsa, İmâm Ebü
Yûsuf (RA.)'a göre, birbirlerine zıt oldukları için bu iki oruç da —câiız—
olmaz. İmâm Muham-med (R.A.)'e göre de, bu oruçlar birbirlerine rnünâfî
oldukları İçin, caiz olmaz. Fakat, bu oruç nafile yerine geçer. Muhıyt'te de
böyledir.
Bir kimse, kara orucu
için, fecrin tulÖ'ıw>dah sonra niyyet et-tiğ'i zaman, bu niyyetis kaza
âa>hitt olmayacağı için. bu kimse nafile oruca başlamış sayılır. Şayet, bu
orucu bozacak olursa, kaza etmesi gerekir. Zehıype'dp de böyledir. [11]
Şaban ayının yirmi
dokuzuncu günü akşam üzeri gurup vaktinde, insanların hilâü araştırmaları bir
vecîbedir. Hilâli görürlerse, ertesi gün ramazan orucuna başlarlar. Eğer hava
bulutlu ise, şaban ayını otuza tamamlarlar. İbtiyâr'da da böyledir.
Keza, sayışım tamamlamak
-için şaban ayının hilâlini de recep ayının yirmi dokuzunda gözetlemek münasip
olur.
Bu 'hususta,
müneccimlerin haberlerine rnürâcad edilmeyeceği grbi sahih olan kavle göre
onların sözleri de kabul edilmez. Sirâcü'I -Vehhâc'da da böyledir.
Hatta, bir müneccimin
bu hususta yaptığı hesapla kendisi nin amel etmesi de caiz değildir. MiVâcû'd-
Dirâye'de de böyledir.
Hilâli gören kimsenin,
parmakla işaret etmesi mekruhtur, Za-hiriyye'de de böyl-edir.
Hilâli zevalden önce
görmekle oruç tutulmadığı gibi zevalden sonra görmekle de İftar edilmez. O
hilâl gelecek geceye aittir. Muhtar olan budur. Htılâsa'da da böyledir.
Havla bulutlu veya
dumanlı olduğu zaman; müsiüman. akıllı, bulûğa ermiş ve doğru sözlü olan bir
kimsenin şehâdeti makbul olur. Bu şahsın hür, köle, erkek veya kadın olması
arasında bir fark yoktur.
Bu 'hususta böyle bir
kimsenin şahadetime, yine böyle bir kimsenin şehâdeti de muteberdir.
Bu hususta, tevbe
ettikten sonra, kendisine 'had tatbik edilmiş olan bir kimsenin şehâdeti de
makbuldür. Fetâvâyİ Kâdîhân'da da böyledir.
Bazı âlimler: «Bu hususta hâli mestur (= gizli, örtülü)
olan kimsenin şehâdeti makbul olmaz.* demişlerse de; Hasan'in İmâm Ebû Henîfe
(R.A.)'den rivayet ettiğine göre. bu hususta böyle kimselerin şahadetleri de
kabul edilir. Sahih olan kavil de budur. Muhıyt'te de böyledir.
Halvânî de bu kavli
almış ve kabul etmiştir. Şeyh Ebû'I - Me-kârim'in Nlkâye Şerhinde de böyledir.
Ramazan hilâli
'hakkında, kölenin köleye şehâdeti de makbuldür
Keza, bu hususta
kadının, kadına şehâdeti de kabul edilir, Münatfııkın şehâdeti 'İse makbul
değildir.
Bu hususta şehâdet
lafzı, dava, mahkeme ve hâkimin hükmü de şart değildir.
Hattâ bir kimse,
hâkimin yanında hazır bulunsa ve burada başka bir şahsın —bu husustaki—
şehâdetini duysa ve bunun doğruluğu da açığa çıksa, bunu duyan kimsenin oruç
tutması icâbeder. Artık, bu kimsenin hâkimin hükmüne ihtiyacı kalmaz.
Hilâli gören kimseye,
nerede ve ne sakilde gördüğü sorulup, bunu tafsilâtı ile anlatması istenir mi?
Bu hususta Ebû Bekir el- İskâf: «O kimsenin şehâdetî, ancak bu hususlar
sorulduğu zaman kabul edilir.» demiştir. Meselâ, 'bir kimsenin : «Ben hilâli
şehrin hâricinde, sahrada gördüm.» veya «Bulutların anasında gördüm.» demesi
gibi... Fakat, zahir-i rivayete göre bunları sormak gerekmez. O şahıs böyle
tafsilât vermese bile şehâdeti kabul edilir.
Ramazan hilâlini, imâm
veya hâkim tek başlarına görmüş olurlarsa, bunlar muhayyerdirler; dilerlerse
yerlerine birini nâib tayin ederek, onun huzurunda hilâli gördüklerine şehâdet
ederler; dilerlerse, doğrudan doğruya insanlara oruç tutmaian gerektiğini ilân
ederler. Ancak, bayramlarla ilgili hilâller bu hükme muhaliftirler. Siıâcü'l
-Vehhâc'da da böyledir.
Âdil (burada, «iyiliği
kötülüğünden çok olan bir kimse» demektir.) bir kimse, ramazan hilâlini görünce
bunu'o gece haber verir. Bu kimsenin erkek veya kadın olmass müsâvklir. Hatta,
hilâli gören âdil kimse, câriye 'bile olsa, efendisinden izin almadan, çıkıp bu
hususta şehâdette bulunur.
Hilâli, tek başına
fâsik 'bir kimse görse, o da bu hususta şehâdette bulunur. Çünkü, hâkim onun
şehâdetini çoğu zaman kabul eder. Vecîzü'l - Kerdert'de de böyledir.
Yukarıda söylediğimiz
hususlar, hâkimi bulunan beldelerle ilgilidir. Fakat, hâkimi bulunmayan bir
yerde [meselâ: bir köyde], bir kimse ramazan hilâlini görmüş olsa; bu kimse o
yerin mescidine gidip şehâdette bulunur. (Yani, hilâli gördüğünü, insanların
oruç tutmaları gerektiğini onlara haber verir.) Bu kimse âdil ise insanlar
onun sözü ve şehâdetî üzerine oruç tutarlar. Muhıyt'te de böyledir.
Yalnız başına, ramazan
hilâlini görmüş o!an bir kimsenin şehâdeti kabul edilmese bile, bu kimsenin,
oruç tutması gerekir. Şayet bu kimse, o gün orucunu bozarsa, onu kaza eder;
Jceffâret lâzım gelmez. Şehâdeti, henüz hâkim tarafından reddedilmeden, iftar
etmiş olsa bile, yine keffâret îcap etmez. Sahih olan budur. Fetâvây}
Kâ-dîhân'da da böyledir.
Fasık bir kimse,
ramazan hilâlin! gördüğünü söylese ve bu şöhâdeti devlet büyüğü (veya hâkim)
tarafından kabul edilse ve insanlara oruç tutmaları —gerektiği— ilân edilse
eğer o belde ahâlisinden birisi, bu durumdan sonra iftar ederse, âlimlerin
ekseriyetine göre, bu kimseye keffâret gerekir. Hulâsa'da da böyledir.
6u kimse, kendi
orucunu otuz güne tamamlasa bile İftar etmez; ancak veliyyü'I-emr ile iftar
eder. Kâfî'de de böyledir.
Hava kapalı olmayınca,
bir kişinin değil, bir çok kişinin şe-hâdetleri kabul edilir. Böylece durum, bunların bilgisi ile
veliyyü'! -emr'in reyine havaie edilmiş ve takdire ihtiyaç kalmamış olur. Sahih
olan budur. El - ihtiyar Şer nü'I - Muhtar'd a da böyledir.
Şevval ve zilhicce
hilallerinin görülmelerinde de durum, Ramazan hilâlinde olduğu gibidir.
Sirâcü'l - Vehhâc'da da 'böyledir.
Tahâvî'de: «Şehir bademden gelen bir kişinin şehâdeti da
kabul edilir.» denilmiştir.
Keza, yeri yüksekte
bulunan bir kişinin şehâdeti de makbuldür. Hidâye'de de böyledir.
İmâm Mürğînâni,
SâhibÜ'l - Akdi yy e ve Fetâvayi Suğrâ'da İmâm Tahâvî'nin kavline Itimad
edilmiştir. Fakat, zâhir-I rivayette: «Şehir harici (nden gelen) ile şehir (de
bulunan) arasında bir fark yoktur» denilmiştir. MiYacü'd- Dirâyo'de de
böyledir. [12]
Ramazanın yirmi
dokuzunda, şevvalin hilâli gözetlenir. Şevval hilâlini bir kişinin görmesi ite
iftar edilmem. İbâdette ihtiyat kabul edi-İlr. Şayet, bu durumda iftar edilirse,
kaza lâzım gelir; keffâret lâzım gelmez. El - İhtiyar Şerhü'l - Muhtâr'da da
böyledir.
Bir kimse bayram
hilâlini görse ve bunu söylese, fakat şahadeti kabul edilmese, bu dununda hu
kimsenin d& oruç tutmeas gerekir. Şayet tutmazsa, o günün orucunu kaza
etmesi icap -eder; keffâret gerekmez. Fethü'l - Kadîr'de de böyledir.
Veliyyü'l - emr veya
hâkim tek başlarına şevval hilâlini görmüş olsalar, ne kendileri bayram namazı
kılmak için. namazgaha giderler ve1 ne de, bunu insanlara emrederler. Bunlar,
açıktan veya gizlice oruçlarını da yemezler. Sirâcü'l Vehhâc'da da böyledir.
Hava kapalı olduğu
zaman, şevval hilâlinin görülmesi hususunda bir kişinin şahidliği kabul
edilmez. Ancak, iki erkeğin veya bir er-kekİe iki kadının şehâdeti kabul
edilir. Ayrıca, bu hususta hem hürriyet ve hem de şehâdet lafzı şarttır.
Hızânetü'l - Müftîn'de de böyledir.
Vali veya hâkim
bulunmayan bir beldede; karanlık ve bulutlu bir havada, iki kişi şevval
hilâiini gördüklerini söyleseler, buradaki insanların iftar etmelerinde bir
beis yoktur. Zâhidî'de de böyledir.
Şevval hilâlini gören
kimsenin âdil olması şarttır .Dâva İse şart değildir. Bu hususta, tevbe etmiş
olsa bile kendisine had cezası verilmiş olan kimsenin şehâdeti makbul
değildir. Hava açık olunca
bir kişinin
şehâdeti makbul değildir. Ramazan hilâlinde olduğu gibi; ancak, bir topluluğun
sözü kabul edilir. Hızânetü'l - Müftîn'de ve Kâfî'de de böyledir.
Şeyhü'i - İslâm : «Eğer
başka yerden gelmıv!erse, İki kişinin şehâdeti makbuldür.» demiştir. Zehıyre'de
de böyledir.
Kurban bayramı da,
ramazan bayramı gibidir. Zâhirü'r-rivâ-yede de böyledir. Doğru olan da budur.
Hidâye'de de böyledir.
Ramazan ve Kurban
Bayramının dışında kalan aylarda da durum
böyledir. Yâni, diğer aylarda da
iki erkeğin veya bir erkekle iki kadının şehâdeti kabul edilir. Bu şâhidler hem
âdil ve hür, hem de had cezası görmemiş olmahdırlar. Bahrü'r - Râık'ta da
böyledir.
Bir kişinin
şehâdetiyle oruç tutanlar, oruçlarını otuz güne tamamladıkları halde, ayı
görmemiş olurlarsa, iftar etmezler. Hasan'ın Ebû Hanîfe (R.A.)'den rivayet
ettiğine göre, böyle yapmak İhtiyata uygundur. İmâm Muhammed (R.A)'e göre ise,
bu kimseler iftar ederler. Tebyîn'de de böyledir. Ğayetü'I - Beyân'da : «Esahh olan İmâm Muhammed'in kavlidir.»
denilmiştir. Haİvânî: «Bu ihtilâf, şevval ayının hilâli, hava açık olduğu
halde görülmediği zamandır. Fakat hava kapalı olur dar hilâl görülmezse, o
kimselerin İftar edecekleri hususunda ihtilâf yoktur.» demiştir. Zehıyre'de de
böyledir.
En uygun olan kavil
budur. Tebyîn'de de böyledir.
Kapalı havada, iki
şahit ramazan hilâline şâhidlik etse ve hâkim de sehâdetlerini kabul etmiş
bulunsa; otuz gün oruç tutulduğu halde şevval hilâli görülmese, eğer hava
bulutlu ise, ittifakla ertesi gün iftar edilir. Bu durumda hava açık olsa bile
yine iftar edilir. Sahih olan da budur. Muhiyt'te de böyledir.
Şahitler şaban ay;nın
yirmidokuzunda ramazan hilâlini gördüklerine şahitlik edip : «Sizin oruca
başlamanızdan bir gün önce hilâli gördük.» deseler; eğer bu şahitler aynı
şehirde bulunmakta iseler, onların bu şahitliklerini kabul etmemek uygun olur.
Çünkü bunlar, hesabı terk etmişlerdir. Ancak, bu şahıslar uzak bir yerden
gelmiş iseler, töhmetin kaldırılmış olmasından dolayı şahitlikleri caiz olur
Hulâsa'da da böyledir.
Zâhirü'r- rivâyede,
metlâ'iann [~ ayın ve güneşin doğdukları yerlerin) ihtilâfına itibar olunmaz.
Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir. Fakın Ebû'l-Leys, bununla fetva vermiş ve:
«Mağrİb ahâİisî {= batıdaki ülkelerde yaşayan müslümanlar) ramazan hilâlini
görmüş olsalar, —bundan haberdâr olan maşrık ahâlisinin (= doğudaki ülkelerde
yaşayan müslümanların) da oruç tutmaları îcabeder.» demiştir. Hulâsa'da da
böyledir.
Hilâli sonradan
görenlerin, hilâli önceden görmüş olanların görmeleri sabit olunca, oruç
tutmaları îcabeder. Hattâ, bir topluluk: «Belde halkı sizden bir gün önce,
ramazan hilâlini gördü.» diye şehâ-det etse; bu şahitlik üzerine de insanlar o
gün oruca başlayıp otuz gün oruç tutsalar; hilâli görmemeleri hâlinde orucu
yemeleri ve terâ-vîhi bırakmaları helâl olmaz. Çünkü, şahitler, hilâli
gördüklerine dâir şahitlik etmediler; başkalarının şehâdettne de şahitlik
etmediler; yaptıkları ancak, başkalarım hilâli gördüğünü hikâye etmekti. Eğer
kendileri şehâdet etseydi veya iki şahit, o gece hilâli gördüklerine şahit*
lik etse ve kadı da onların şehâdeti üzerine hükmetmiş olsaydı —durum böyl-g
olmazdı— Kadı'nın, Ski şahsın şahitliği üzerine hüküm vermesi caiz olur.
Şahitlerin şehâdeti üzerine kadı'nın hüküm varmlş olması, bir hüccettir,
Fethü'l - Kadîr'de de böyledir.
m Bir şehrin ahâlisi,
hilâli görmeden yirmi sekiz gün-, oruç tutmuş olsa ve sonradan şevval ayının
hilâlini görseler; bu durumda eğer, şaban ayı hilâl görülerek otuz güne
tamamlanmış İse yani ramazan hilâlini görmeksizin oruca başiamışiarsa, bir
günlük oruç kaza ederler. Eğer yirmi dokuz gün oruç tuttuktan sonra, şevvâ!
ayının hilâlini görmüş olurlarsa, üzerlerine (hiç bir şey lâzım gelmez. Bu
durumda — yâni, yirmi sekiz gün oruç tutunca şevval hilâlini görmeleri hâlinde—
şaban hilâlini görmeden şa'ban ayını otuza tamamlayıp sonra ramazan orucunu
tutmaya başlamişlarsa. iki günlük oruçlarını kaza ederler. Hulâsa'da da
böyledir.
• Bir şehrin ahâlisi,
hilâli görerek yirmi dokuz gün oruç tut-mu? olsalar, bu şehirde bulunan ve
hasta oldukları için oruç tutmayan kimseler, bu ramazanda tutmadıkları oruçları
kaza ederken yirmi dokuz gün oruç tutarlar .Eğer, hasta o!an kimse, şehir
halkının ramazanı kaç gün tuttuğunu bilmezse, kesin olarak uhtesinde oruç
kazasının kalmaması için otuz gün oruç tutar. Muhiyt'te de böyledir. [13]
Oruç tutan kimsenin
saloz çiğnemesi mekruhtur, Fetâvâyi Kâdî-hân'da 6a böyledir.
Âlimlerimiz bu
meselenin tafsilâtı hususunda şöyle demiş-terdir: Eğer sakız çiğnenmiş, çürümüş
ve kararmış ise orucu bozar. Şayet, beyaz ve çiğnenmemiş ise orucu bozmaz;
fakat bu da mekruhtur. Muhıyt'te de böyledir
Özürsüz olarak bir şev
çiğnemek ve tadına bakmak da mekruhtur.
Burada bahsi geçen sakız,,, tabii sakîz.iır.
Bu gün satılmakta olan ve seker, esans, meyve özü gibi pek çok şey ihtiva
etmekte bulunan çik-İetlerin orucu bozacağn aşikârdır
Bir şeyin tadına
bakmakla ilgili özür şudur: Bir kadının kocası veya efendisi kötü huyiu ise, o
kadının yemeğim tadına bakması — mekruh olmaz—.
Çiğnemek ile ilgili
özür ve zaruret de şudur: Bir bebeğin yiyeceğini çiğneyecek hayızlı ve nifaslı
veya bunların hâricinde oruç tutmayan kimse bulunmazsa; pişirilebiiecek bir şey
veya süt ve yoğurt da olmazsa, o kadının bebeğin yiyeceği şeyi çiğnemesi —mekruh
olmaz —. Nehrü'I - Fâık'ta da böyledir.
Tecnîs'de : «Bir şeyi
tatmak,, ancak farz oruçlarda mekruhtur; nafile oruçlarda bir şeyin tadına
bakmakta bir beis yoktur.» denilmiştir. Nihâye'de de böyledir.
Oruçlu bir kimsenin,
satın alacağı balın veya yağın, taze mi, bayat mı olduğunu anlamak için tadına
bakması mekruhtur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
«Ancak, bu
alış-verişte aldanmak korkusu olursa,
bunların tadına bakmakta bir beis yoktur.» denilmiştir. Zâhidî'de de böyledir.
Oruçlu kimsenin
istincâ'da (= taharette) mübalağa etmesi mekruhtur. Sirâcü'l - Vehhâc'da da
böyledir.
Ramazanda mazmaza ve
Istinşak'ta mübalağa yapmak da mekruhtur.
Şemsü'l - Eimme
Halvânî, bu hususu şöyle açıklamıştır. Bu, gargara yapmak değildir; suyu fazla
alıp ağzı doldurmak ve bunu ağızda fazla tutmaktır, «...gargara yapmak
değildir.» kavli, elyak £=en uygun) olana muhaliftir. Münye Şerhi'nde de
böyledir.
Oruç tutan kimsenin
suyun içinde sesli veya sessiz yellenmesi orucu bozmaz; fakat bu mekruhtur.
Mi'râcü'd - Dirâye'de de böyledir.
İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre, —abdestin dışında— oruç tutan kimsenin ağzına ve burnuna su
alması, başına su dökmesi, suda yıkanması ve ıslak beşe sarılması mekruhtur.
İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'a göre is-e, bunlar mekruh değildir. Fetva da, Ebû Yûsuf (R-A.)'un kavli
üzeredir. Serahsî'nin Muhiyt'inde de böyledir.
Oruçlunun, tükrüğünü
ağzında biriktirip sonra yutması mekruhtur. Zahîrîyye'de de böyledir.
Bize göre, saba'h veya
akşam, yaş veya kuru misvak kullanmakta bir beis yoktur.
İmâm Ebû Yûsuf (R-AJ'a
göre, misvakı suda ıslatmak mekruhtur. Zâhir-i rivayette ise bunda da birbeis
yoktur.
Yeşil ve yaş misvak
kullanmakta da, bütün âlimlerimize göre bir beis yoktur.
Oruçlu kimsenin sörme
çekmesi ve bıyığına yağ sürmesi mekruh değildir. Kens'de de böyledir,
Fakat bu hüküm,
bunların zînet kasdı olmadan yapılmalar) halindedir. Eğer zinst kasdi ile
yapılmış olurlarsa, oruçlu olunmasa bile mekruh olur. Tebyîn'de de böyledir.
Oruç tutan bir
kimsenin kan .^îdırması, orucunu muhafaza edemiyecek şekilde zayıf düşmesinden,
korkulurca, mekruhtur. Böyfe bir korku olmazsa mekruh değildir. Sununla
birlikte, kan-aldırmayı güneşin batmasından sonraya bırakmak dsha uygun olur.
Şeyhü'l - İslâm : »Kan
aldırmanın mekruh olmasının şartı za'fî-yettir. En uygun olanı, karo oruçlu
olmadığı vakit aldırmaktır. Kso aldırmakla hacamat birbirinin benzeridir.»
demiştir. Muhtytte de böyledir.
Nefsinden — mâ1
etmlyecoği ve inzal vuku' bulmayacağı hususunda — emin oîsn bir kimsenin,
ailesini öpmesinde bir beis yoktur. Fakat nefsinden emin değilse öpmesi mekruh
olur.
Kadına dokunmak ela
öpmek gibidir.
Oruçlu bir kimsenin,
hanımının dudaklarını emmesi (ki buna fâhîs kuble denir) her halde mekruhtur.
Bir Icimsonin hanımmı
kucakîamasî da öpmek gibidir.
Nefsinden emin oisa
bile, oruçlu kimse için fâhis mübâşertrt ân mekruhtur. Sahih oian budur.
Fahiş Mübaşeret ise :
Karı - kocanın her ikisinin de çıplak bulunması, bir birlerine sarılmaları ve
avret mahallerinin birbirlerine değmesîdir. Bunun mekruh olduğu hususunda da
İhtilâf yoktur. Mu-hiyt'te de böyledir.
Nefsinden emin olan
veya çok yaşlı bulunan bir kimserrin hanımını kucaklamasında bir beis yoktur.
Sirâcü'I - Vehhâc'da da böyledir.
Oruç tutan bir
kimsenin cûnüp olarak sabahlaması veya gündüz uyuyup ihtilâm olması orucuna
bir zarar vermez. Serahsi'nin Mu-hıyt'inde de böyledir. [14]
Sahur yemeği yemek
müsteıiaptır. Sahur yemeğinin vakti ise g-ecenin sonudur. Fakîh Ebû'l - Leys : «Sahur yemeğinin vakti, gecenin son altıda
biridir.» demiştir. Sîrâcü'l - Vehhâc'da da böyledir.
Sahur yemeğini tehir
etmek müstehaptır. Nihâye'de de böyledir.
Sahur yemeğini, şüphe
hâsıl olacak zamana kadar te'hir etmekse mekruhtur. Sirâcü'I - Vehhâc'da da
böyledir. [15]
İftarda acele etmek
efdâldir. Namazdan önce iftar etmek müstehaptır. iftar esnasında
şöyle duâ edilir :
Manası: Ey
Allahim : Senin rızan için oruç tuttum; Sana inandım, güvendim tevekkül ettim.
Senin verdiğin rızikla orucumu açtım. Ve ramazan ayının yarınki orucuna niyyet
ettim. (Rabbim!) artık benim geçmiş ve gelecek günahlarımı bağışla... [16]
Mi'râcü'd - Oâye'de 6b
böyledir. [17]
Şaban ayının son günü
mü, yoksa ramazan ayının ilk günü mO olduğu hususunda şüpheye düşülen güne ŞEK
GÜNÜ denir.
Şek gününde, ramazan
orucuna veya tutulması icabeden bir başka oruca niyyet etmek mekruhtur.
Fetâvâyı Kâdîhân'da da böyledir.
Bu günden sonraki
günde de şüphe edilirse, o gün de oruç tutmak mekruh olur. Hidâye'de de
böyledir,
Sonradan, o günün
ramazan ayından olduğu açıklık kazanırsa, o gün ramazan orucunu tutmak caiz
olur. Şaban ayından olduğu açıklık kazanmışsa, bu durumda o gün nafile tutmak
caiz olur. Ancak, iftar ederse, kazası lâzım gelmez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir.
Bir kimse şek gününde,
bîr oruca niyyet eder ve şek günö-nün hangi aydan olduğu açıklık kazanırsa, o
kimse hangi oruca niyyet eylemişse o sahih olur. Sahih olan bulur. Kâfî'de de
böyledir.
Ancak, o günün,
şabandan mt ramazandan mı olduğu açıklık kazanmazsa, o kimse vâcibâttan neye
niyyet etmiş olursa olsun sahih olmaz. Bunda ihtilâf yoktur. Muhıyt'te de
böyledir.
Fakat, bu kimse
nafileye niyyet etmiş olursa, sahih olan kavle göre bunda bir beis yoktur. Eğer
bu günün ramazandan olduğu ortaya çıkarsa, o kimse ramazan orucu tutmuş olur;
Şaban ayından olduğu ortaya çtkmtş olursa, tuttuğu oruç nafile olur. Bu durumda
orucunu bozarsa, kaza etmesi lâzım gelir. Çünkü bu oruca —açıkça— nafile
nlyyetl ile başlamıştır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimsenin şek
gününde: «Ramazan İse îarz niyyeti ile, şaban İse nafile niyyeti ile...»
diyerek muallak bir niyyetle oruç tutması mekruh olur. Şayet, bu günün şaban
ayından olduğu anlaşılırsa, tuttuğu oruç nafile olur. Eğer, bu günün ramazandan
olduğu meydana çıkarsa, tuttuğu oruç ramazan orucu olarak caiz olur. Muhıyt'te de böyledir.
«Eğer, yarınki gün
ramazan ise, ben oruçluyum; değilse — yani şabandan bir gün
ise— oruçlu değilim» diye niyyet eden kimsenin, bu nlyyetle tuttuğu oruç, oruç
oîm&z. yünktr, tıiyyetmdo kesinlik yoktur.
Bir kimse : «Eğ-er
yarınki gün ramazan ayından ise ben oruçluyum; eğer ramazandan değil de,
şabandan ise bu oruç üzerime borç olan başka bir oruç olsun» di'ye n'iyyet
ederse veya : «Yarınki gün ramazan ise, ben oruçluyum; eğer ramazan değilse
orucum nafile olsun.» diye niyyet ederse, bu niyyeîi mekruh olur.
Eğer sonradan o günün
ramazandan olduğu açıklık kazanırsa, tut-fjğu oruç her iki niyyet şeklinde de
ramazan orucu sayılır. Şayet o günün şabandan olduğu açıklık kazanırsa, birinci
niyyet şeklinde vacip sakıt olmaz; tuttuğu oruç nafile olur. Tebyîn'de de
böyledir,
Şek günü, havanın
bulutlu oîduğu ve otuzuncu gecede gökte bîr alâmet görülemediği gündür.
Veya bir kişi —hilâli
gördüğüne— şehâdet eder ve onun şefoû-deti de reddedilirse, bu gün de şek
günüdür.
Veya, fasık iki kişi
—hâiâli gördüklerin-o— şehâdet ederler v<ı onların da şehâdeti reddedilirse,
bu gön de şek günü olur.
Fakat, hava açık
olduğu halde, hiiâl görülmezse, o gün şek gimîı değildir. Zâhîdî'de de böyledir
Âlimler, şek gününde,
oruç tutmam mt. tutmamanın mı rj dâl olduğunda görüş ayrılığına dûşmfişlor ve;
«Bir kimse şaban ayının tamamında oruç tutmuşsa vsya o gün. oruç tutmayı âdet
edindiği bir gün ise, bu kimsenin böyle bir şok gününde da oruç tutması
efdâldîr.» demişlerdir. İhtiyâr*da da böyledir.
Keza, şaban ayının son
üç gününde oruç îviûn kimsenin, ş-şk gönünde de oruç tutması cidaldir.
TebyîiTrfe de böyledir.
Şek (jünû, böyie, bir
kimsenin oruçlu olduğu güne tevâfuk etmemişse, -y: durum hakkında ihtilâf
edilmiştir. Muhtar olan, havas hakkında n.-JAe olarak oruç tutmaktır. Tehzîb'de
de böyledir.
Avam hakkında verilen
fetva ise şudur: Şek gününün ramazan ayından olma İhtimâli bulunduğu için o
gün öğleye kadar beklemek uygund'-r. Ondan sonra is-s oruç yoktur. Sahih olan
görüş budur. Fetâvâyj frh-İithn'ü;\ da böyledir.
Bu hususta havas: Şek
günü ile ilgili niyyetlerl bilen kimseler demektir. Bunu bilmeyenler ise avam
sayılırlar. Niyyet'e gelince : O gün daha önceden oruç tutmayı itiyâd edindiği
güne rastlamıyorsa, nafileye niyyet etmek ve kalbine «eğer ramazan ise, ramazan
orucu olsun» diye getirmemektir. Mi'râcü'd - Dirâye'de de böyledir.
Bir kimse, şek gününü
bekliyerek sabahlasa, sonra da unutarak bir şey yese; daha sonra da o günün
ramazan olduğu açığa çıksa ve oruca niyyet eylese fetvalarda: «Bu —oruç— caiz
olmaz-, diye zikredilmiştir. Zahîriyye'de de böyledir. [18]
İki bayram günlerinde
ve teşrik günlerinde oruç tutmak mekruhtur. Bir kimse, bu günlerde oruç
tutarsa bize göre, — mekruh olmakla beraber— o kimsenin orucu caiz olur.
Fetâvâyl Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimse, bu beş
günde oruca başlar ve bu orucu bozarsa, kaza etmesi gerekmez. Zâhirüy- rivâyede
üç imamımızdan böyle nakledilmiştir. — Başka bir rivayette de— Şeyhayn : «Bu
oruçların kaza edilmesi gerekir.» demiştir. Nehrü'I - Fâik'ta da böyledir.
İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre, ister ayrı ayrı olsun, ister peşpeşe olsun şevval ayında altı
gön oruç tutmak mekruhtur. İmâm Ebü Yûsuf (R.A.)'a göre ise, şevval ayında
peşpeşe altı, gün oruç tutmak mekruhtur; ayrı ayrı tutulduğu zaman mekruh
olmaz. Müteahhî-rîn'in tamamı ise, bunda bir beis görmemişlerdir. Bahrü'r -
Râik'ta da böyledir.
Esahh olan kavil de,
bunda bir beis olmadığı, bunun mekruh olmadığıdır. Serahsî'nln Muhıyt'inde de
böyledir.
«Her hart-?, ayrı ayrı
iki gün olmak kaydı ile —şevval ayında — altı gün oruç tutmak müstehaptır.
Zahîriyye'de de böyledir. [19]
Savm-i visal do
mekruhtur.
Savm-ı visal: Oruç
tutmanın nehyedilmiş olduğu günlerde ds yememek üzere, senenin tamamında oruç
tutmaktır.
Bir kimsenin, oruç
tutmanın nehyedümiş bulunduğu günlerde oruç tutmaması şartı ile, senenin
—kalan— bütün günlerini oruçlu geçirmesinde, muhtar olan kavle göre bir beis ve
kerâhat yoktur Hulâsa'da da böyledir.
Bir kimsenin gece ve
gündüz hiç bir şey yemeden arka arkaya oruç tutması mekruhtur. Sirâc'da da
böyledir.
Efdâi öİan oruç —
ramazan hâricinde — bir gün tutup nir gûn yemektir,. Hulâsa'da da böyledir.
Şemsü'l - Eimme
Halvânî'ye göre: O günlere bir tazim nlyyeti olmaksızın, sadece cumartesi ve
pazar günlerinde oruç tutmakta da bir beis yoktur Zehıyre'de de böyledir.
Novrûz've mîhrican
günlerinde oruç tutmak mekruhtur. Ancak, bu günler daha önce oruç tutmayı
Itiyad edinilen günlere rastlarsa, oruç tutmak mekruh olmaz; aksi halde mekruh
olur. Bu günlerde oruç tutmanın efdâîiyeti hakkındaki söze gelince, bu mezkûr
günlerden bir gün önce nafile oruç tutan kimselerin, o günlerde de oruç tutmalarının
efdâl olduğu manasınadır. Fakat, bir kimse, bu günlerden bir gün önce oruç
tutmamışsa, bu günlerde de oruç tutmaması efdâl-dir. Çünkü., o güne ta'zim
kasdı ile oruç tutmak haram olur. Zahîriy-ye'de de böyledir- Muhtar olan görüş
de budur, Serahsî'nin Muhıyt*-inde de böyledir.
Sükût orucu da
mekruhtur. Sükût Orucu dernek, onjçlu iken konuşmamak demektir. Fetâvâyi
Kâdîhân'da da böyledir.
Kocasının izni
olmadan, bir kadının nâkile oruç tütmssi mekruhtur.
Ancak bir kadın,
kocast hasta :se veya oruçlu ise yahut da hac veya umre için İhram!:
bulunuyorsa, o zaman izin almadan nafile oruç tutabilir.
Köie ve câriyeier de.
efendilerinden izin almadan nâî;!e oruç tutamazlar. Müdebbir olan kadın ve
erkeklerle ümm-0 veled de böyledir.
Bunlardan-herhangi
biri izm âlmadsn nafile nruç tutarsa, kocanın karısına, efendinin de kölesine —
bu -~ oruçlarını bozdurma- hakkı vardır.
Kocası izm verirse
veya ölürse, kadın —bu şekilde— bozmuş olduğu orucunu kaza eder. Köle ve câriye
de, efendisi izin verirse veya azâd ederse —bu şekilde— bozmuş olduğu orucunu
kaza eder. Koca hasta bulunur veya oruçlu olur veyahut da ihramiı olursa,
karısını — nafile —oruç tutmaktan men' edemez. Bu kadın, kocası nehyetmîs olsa
bile oruç tutabilir.
Keza. köie ve
cariyeleri, her hâlde efendileri nafile oruç tutmaktan men edebilirler.
Cevheretü'n - Neyyire'de de böyledir,
Keffâret-i zıhar İçin
tutmakta oldukları oruçları hariç olmak üzere, köle ve cariyelerin tutmaları
îcabeden bütün oruçlar, nafile oruçlar gibidir. Hulâsa'da dıa böyledir.
Ecir (= ücretle
çalışan bir kimse"- işçi), müste'cirinden (= kendisini ücretle çalıştıran
kimseden = işverenden izin almadıkça nafile oruç tutamaz. Ancak böyle
olabilmesi İçin, orucunun hizmetine tesir etmesi gerekmektedir. Eğer orucu,
hizmetine mâni olmuyorsa, İzin aîmasıns ihtiyaç yoktur. Serahsî'nin Muhıyt'inde
de böyledir.
Bir kimsenin kızı,
arvası ve bacısı nafile oruç tutmak için o kimseden ızîn almaya muhtaç
değildir. Sirâcü'l - Vehhac'da da böyledir.
Oruç tutmak meşakkatli
olduğu zaman, misafirin (= yolcunun) oruç tutması da mekruhtur. Fakat böyle
olmazsa, yani yolcuya oruç tutmak zor gelmezse ve beraber yiyip içtikleri
arkadaşları da yoksa o yolcunun oruç tutması daha efdâldir. Ancak, birlikte
yiyip içtikleri arkadaşları varsa ve bunların nafakaları da ortaksa, bu yolcunun
iftar etmesi (— oruç tutmaması) efdâl olur. Zahîre'de de böyledir.
Bir misafir, oruçlu
olarak sabahlar, sonra da kendi şehrine veya bir başka şehre girer ve ikâmete
niyyet ederse, bu kimsenle orucunu bozması mekruh olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir,
Üzerinde ramazan orucu
kazası bulunan bir kimsenin nafile oruç tutması mekruh değildir. Mi'râcü'd -
Dirâye'de de böyledir.
Eyyâm-ı bıyz'da oruç
tutrmak müstehaptır. Eyyâm-i bıyz ise, her ayın on üç, on dört v© on beşinci
günleridir, Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimsenin sadece
cum'a günleri oruç tutması, — pazartesi ve perşembe günlerinde olduğu gibi—
müstehaptır. Bahrüv Râık'ta da böyledir.
Haram ayların
tamamında, perşembe, cum'a ve cumartesi gönleri oruç tutmak mDstehaptir. Haram
ay'arı : Zilkade, zil-hicce, muharrem ve recep aylandır. — Görüldüğü gibi — bu
ayların üçü birbirini takip eden aylardır; birisi iss tek basınadır.
Zil-hlcce'nin başında
dokuz gün oruç tutmak müstehaptır. Sîrâcü'l - Vehhâc'da da böyledir.
Eğer za'fa
uğratacaksa. hacıların arefe günü oruç tutmaları mekruhtur. BahrüV- Râık'ta da
böyledir.
Keza, hacıların
tevriye gününde oruç tutmaları da aynı sebeple mekruhtur. Çünkü bu günlerde
hacla ilgili fiiller yapılacaktır; oruç tutmakla bunları yapmaktan âciz
kalınabilir.
Şu oruçlar merğûb olan
(= beğenilen, sevilen ve rağbet edilen) oruçlardandır:
1- Muharrem
orucu,
2- Recep
orucu,
3- Şa'ban
orucu,
4- Aşure
orucu.
Ashâb-ı kiram'a ve
âlimlerin tamamına göre, aşure orucu muharrem ayının onuncu günü tutulur.
Zahîriyye'de de böyledir.
Aşure gününün orucunu,
muharremin dokuzuncu günü ile birlikte tutmak sünnettir. Fethü'l - Kadîr'de de
böyledir.
0 Sadece aşure gününde
oruç tutrrcak mekruhtur. Ssrahsî'nin Muhıyt'inde de böyledir.
tt Günlerin uzun ve
sıcak olmasından dolayı, ya2 günlerinde oruç tutmak nefsi tam ıslahtır,
^ahîyro'de de böyledir[20]
Orucu bozan şeyler iki
nevidir :
1) Orucu
bozup sadece kaza icâbettiren şeyler.
2) Orucu
bozup hem kazayı, hem de keffâreti îcabettiren şeyler. [21]
Oruç tutan bîr kimse,
unutarak yer, içer veya $mâ' ederse, orucu bozulmaz. Bu hususta, orucun farz
veya nafile olması arasında bir fark yoktur. Hidâye'de de böyledir.
Bir şey yemekte olan
kimseye: «Sen oruçlusun» dense ve fakat o şahıs oruçlu bulunduğunu hatırlamasa,
sahih olan kavle göre onun orucu bozulmuş olur. Zahîriyye'de de böyledir.
Unutarak orucunu
yemekte olan bir şahsı gören bir kimse, şayet onun akşama kadar oruç tutacak
kudrette olduğunu anlarsa, muhtar olan kavle göre o kimseye oruçlu olduğunu
hatırlatmaması mekruh olur. Ancak, unutarak orucunu yemekte olan kimse zayıf
veya yaşlı bir kimse İse, ona haber vermeme ruhsatı vardır. Zahîriyye'de de
böyledir.
Orucu zorla yedirilmiş
olan kimseye, ve hatâen orucunu bozmuş olan kimseye, sadece kaza lâzım gelir;
keffâret lâzım gelmez. Fstâvâyî Kâdîhân'da da böyledir,
Bir kimse, oruçlu
olduğunu bile bile, kasdı olmadan hata ile yer veya içerse, —sadece— kaza
gerekir. Nehrü'l - Fâık'ta da böyledir.
Unutarak oruç yiyen
böyle değildir. Nihâye'de de böyledir.
Unutarak yiyen, içen
veya cima' eden kimsenin orucu bozulmaz. Bu hususta farz ile nafile arasında
bir fark yoktur. Hidâye'ds ds böyledir.
Mazmaza ve ıstinşak
yapmakta iken karnına su giren bîr kimse, eğer bu durumda oruçlu olduğunu
hatırlarsa, orucu bozulur ve onu kaza etmesi gerokir. Fakat, bu sırada oruçlu
olduğunu hatırlamazsa, o kimsenin orucu bozulmaz-. Hulâsa'da da böyledir.
İtimad bu kavil üzerinedir.
Bir kimse, oruçlu olan
bir şahsın1 ağzına bir şey atsa ve o şey de, oruçlu kimsenin kanuna gitse,
orucu bozulur. Bu durumda o şahıs hatâ eden kimse gibidir.
Keza, yıkanırken
boğazına su kaçan Kimse de böyledir. Yani bu durumda onun da
orucu bozulur. Strâcü'I -
Vehhâc'da da böyledir
Uyuyan bir kimse su
içse. orucu bozulur. O kimse_ unutan kimse gibi değildir. Çünkü uyuyan veya
aklı giden kimsenin kestiği hayvanın eti yenmez. Unutanın kestiği ise yenir.
Fetâvâyî Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimse tas, toprak
gibi kendisinden gıda alınmayan ve tedavi de kullanılmayan bir şeyi yutmuş olsa
orucu bozulur, fakat kef-fâret lâzım gelmez, Tebyîn'de de böyledir
Oruç tutan bir kimse,
çakıl, çekirdek, taş, kuru çamur, pamuk, kuru ot veya kâğıt yutmuş olsa, yine
bü kimseye kaza lâzım gelir, kef-fâret lâzım gelmez. Hulâsa'da da böyledir,
Yetişmemiş ham ayva,
pişmemiş ham ayva ve yaş ceviz yutmak da keffâreti gerektirmez. Nehrü'l -
Fâık'ta da böyledir.
Kuru ve kabuklu ceviz,
kabuklu kuru badem yutmak keffâ-retî
gerektirmez.
Keza, kabuklu yumurta
veya kabuklu nar yutmuş oian kimseye de keffâret gerekmez. Hulâsa'da da
böyledir.
Yaş fıstık da ceviz
gibidir. Fıstık eğer kuru ise ve içinde ta-nesi olduğu halde çiğnenirse,
keffâret icâbeder.. Çiğnenmeden yutulurca keffâret gerekmez. Fıstığın
kabuğunun yarılmış olması halinde de, âlimlerin ekserîsine göre yine keffâret
gerekmez. Fetâvâyi Kâdîhân'-da da böyledir.
Oruçlu bir kimse, kuru
karpuz kabuğu yemiş olsa, keffâret gerekmez. Fakat, karpuz kabuğu yaş olursa keffâret
îcâbeder. Zahîriy-yefda de böyledir
Kuru pirinç, mercimek
ve dan yemek de keffâreti îcabet-tirmez. Zâhidi'de de böyledir.
Baş yıkamakta
kullanılan (ve kil denilen) çamuru yiyen oruçlu bir kimsenin orucu bozulur.
Eğer bu kimse, çamuru yemeyi âdet haline getirmişse bu kimse için hem kaza ve
hem de keffâret îcâbeder. Zâhîriyye'de de böyledir.
Oruçlu olan bir kimse,
—geceden— dişleri arasında kalmış bulunan az bir şeyi yemiş olsa. orucu
bozulmaz. Fakat, bu şey çok olursa orucu bozulur.
Bu hususta, nohut
kadar veya ondan fazla bulunan şey çok; bundan aşağı olan ise azdır.
Bir kimse, dişlerinin
arasında bulunan az.bir şeyi, ağzından çıkarıp eline aldıktan sonra, tekrar
ağzına alıp yese orucu bozulur. Uygun olan kavil budur. Râfî'de de böyledir.
Bu kimseye keffâretin
gerekip gerekmiyeceği hususunda ise pek çok kavil vardır. Fakîh ise bu hususta
: «Esahh olan, bu kimseye keffâretin îcâbetmiyeceğidir.» demiştir. Hulâsa'da da
böyledir.
Dişleri arasında kalmış
bulunan susam tanesini yutmuş olan kimsenin orucu bozulmaz. Çünkü bu azdır.
Eğer bu şeyi, dışardan alıp yutarsa, o kimsenin orucu bozulur. "Bu
durumda, keffâret lâzım gelir.» diyenler de vardır. Ancak, muhtar olan,
çiğnemeden yuttuğu takdirde keffâretin gerekmemesidir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir. Esahh olan da budur. Serahsî'nin Muhıyt'inde de böyledir.
Oruç tutan kimse, bunu
—sadece— çiğnerse orucu bozulmaz. Fakat, bunun tadını damağında
hissederse, bu durumda yine orucu
bozulur. Güzel olan budur. Az olan her şeyi çiğnemek halinde asıl olan — kaide
— budur. Fethü'l - Kadîr'de de böyledir.
Bir kimse, kapçıklı
olan bir buğday tanesini çiğnemiş olsa, orucu bozulmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir.
Başkasının çiğnemiş
olduğu bir lokmayı yutmak, zâhir-İ rivayetle keffâret İcabettirmez. Vecîzü'l - Kerderî'de de
böyledir,
Bir kimse, sahur
yemeğinden ağzında kalmış olan lokmayı, fecir tulü' ettikten sonra yutsa veya
ekmek kırıntılarını yemek için voplasa da, —oruçlu olduğunu— unutarak onları
çiğnemeye haşiasa we sonra durumu hatırlasa; oruçlu olduğunu bildiği halde
bunları yutsa, bazı âlimler: «Eğer onu ağzından çıkarmadan yutmuş ise, kendiline
keffâret lâzım gelir. Ancak, bu lokmayı önce ağzından çıkarmış jlur. sonra da
tekrar ağzına alıp yutarsa,.o; kimseye keffâret lâzım gelmez» demişlerdir.
Sahih olan da budur, 'f etâvâyi
Kâdihân'da da
öyledir,
Bir başkasının
lükrüğünü yutmuş olan kimseye —keffâret değil— kaza lâzım gelir. Ancak,
dostunun tükrüğünü yutan kimseye ı keffâret lâzım gelir, Muhiyt'te de böyledir,
Bir kimse, kendi
tükrüğünü eline çıkarır ve oradan da ahp yutarsa —keffâret değil— kaza lâzım
gelir. Vecîzü'l - Kerderî' de böyledir,
Konuşmak için
dudaklarım —kendi— tükrüğö Üs ıslatan kimse, sonra da o tükrüğü yutsa,
—zarurete binâen™ bu orucunu bozmaz. Zâhidî'de de böyledir
Bir kimse, arkası
kesilmeden ağzından çenesine akan salyasını, geri ağzına çekip yutsa, o
kimsenin orucu bozulmaz. Çünkü henüz salya çıkışını tamamlamamıştır. Ancak,
salyanın arkası kesildikten sonra, ağza tekrar alınıp yutulsa, bu orucu bozar.
Zahîriyye'de böyledir.
Huccet'de :
«Hastalıklı Dİr adamın ağzından su çıksa, sonra tekrar girse ve boğazına gitse,
o kimsenin orucu bozulmaz. Tatat-hâniyye'de de böyledir.
Mazmazadan arta kalan
ıslaklığı, tükrüğö Us birlikte yutan
kimsenin orucu
bozulmaz.
Başından burnuna sümük
inmiş oian kimse, onu kasden boğazına çekse, bu tükrük menzilinde olduğu için,
o kimsenin orucu bozulmaz. Serahsî'nin MuhıytMnde de böyledir.
Zahir-i rivayete göre,
kan yutmuş olan kimseye de sâdece kaza lâzım gelir. Çünkü bu, insan tabiatının
nefret ettiği bîr şeydir. Zahîrîyye'de de böyledir
Dişlerin arasından
çıkan kan, boğaza girdiği zaman bakılır: Eğer bu kan îükrûkten az olursa, oruca
bir zarar vermez; fakat kan tükrükten fazla ise oruç bozulur. Eğer kanla tükrük
eşit miktarda olursa, yine orucun bozulmuş olduğuna hükmetmek güzeldir.
İpek işlerinde
çalışmakta olan oruçlu bir kimsenin ağzına ipek gitmiş olsa ve bu ipeğin yeşil,
kırmızı veya sarı renkteki boyası o şahsın tükrüğüne karışsa ve tükrük sanlaşsa,
yeşilleşse veya kırmi-zılaşsa, sonra da o kimse, oruçlu olduğunu bile bile bu
boyalı tükrüğünü yutmuş olsa, orucu bozulur. Hulâsa'da da böyledir.
Hindistan eriği emen
bir kimsenin tükrüğü boğazına gitse, eriğin
kendisi gitmedikçe o kimsenin
orucu bozulmaz. Zahîriyye'de de böyledir.
Oruçlu bir kimse,
şeker sorsa ve tadı boğazına gitse, bu kimseye hem kaza, hem de keffâret lâzım
gelir. Serahsî'nin Muhiyt'İnde de böyledir.
Sinek gibi yenilmesi
maksud olmayan ve kaçınılması da
mümkün bulunmayan bir şey .oruçlu bir kimsenin ağzına girip boğazına kaçmış
olsa, bu kimsenin orucu bozulmuş
olmaz. Kîrmânî'nin fzâh'ında da
böyledir.
Sineği kendi isteği
ile alıp yiyen kimseye de —sadece— kaza lâzım gelir. Tahâvî Şerhi'nde de
böyledir.
O Bir kimse esnerken
başını yukarı kaldırsa ve bu esnada oluktan akmakta olan sudan bir damla, o
kimsenin boğazına gitse, orucu bozulur. Sirâcü'l - Vehhâc'da da böyledir.
O Oruçlu bîr kimsenin
boğazına yağmur veya kar tanesi girerse, orucu
bozulur. Sahih olan budur. Zahîriyye'de de böyledir.
Oruç tutan bir
kimsenin boğazına, bir değirmenin tozu veya bir ilacın tadı veya çırpılan ve
benz-eri bir işleme tâbi tutulan bir şeyin tozu veya duman veya toz, rüzgâr
veya hayvan sürüleri sebebi ile çıkan toz veyahud da bunlara benzer şeylerin
kaçması ile orucu bozulmaz. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.
Oruç tutan kimsenin
ağzına, bir iki damla kadar az bir miktardaki göz yaşı girmiş olsa, o kimsenin
orucu bozulmaz. Fakat göz yaşı çok olur, oruçlu kimse onun tuzluluğunu hisseder
ve onu yutarsa orucu bozulur.
Keza, oruç tutan
kimsenin yüzünün terido bu şekilde olursa, orucunu bozar. Huiâsa'da da
böyledir.
Vücûda, mesanelerinden
giren yağlar orucu bozmaz. IWec-ma' Şerhi'nde de böyledir.
Suda yıkanan bir
kimse; suyun serinliğini karnında hissetmiş oîsa, orucu bozulmaz. Nehrü'l -
Fâık'ta da böyledir.
Göze damlatılan bir
İlacın tadım, boğazında hisseden kimsenin orucu, bize göre bozulmaz.
Keza, tükürüğünde
sürmenin eserini ve rengini gören kîmsenîn orucu da, âlimlerin ekserisine göre bozulmaz.
Zehıyre'de de böyledir. Esahh üian. da budur- Tebyîn'de de böyledir.
Bîr kimse, ağız dolusu
kussa veya kusturuisa veyahud da ağız dolusundan az kussa ve kusmuk
kendiliğinden ağızdan geri dönüp karna gitse veya bu kimse tarafından geri
çevrilse veyahud da dışarı çıkmış olsa, esahh olan kavle göre bu kimsenin orucu
bozulur. Ancak, kusmuğu geri döndermek ve kasden kusmak hallerinde —orucun
bozulması için— kusmuğun ağız dolusu olması şarttır. Nehrü'l-Fâık'ta da
böyledir.
Bu hükümler,
kusuntunun yemek, su veya acı su olması halindedir. Eğer kusmuk balgam olursa,
İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe (R.AJ ve İmâm Muhammed [R.AJ'e göre, bu orucu bozmaz.
İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) ise, buna muhaliftir. Oma göre, ağız dolusu olursa, bu da
orucu bozar. Bu kavil daha güzeldir. Fethü'l - Kadîr'de de böyledir. İğne
vurunarî, burnuna veya kulağına yağ (= ilâç) damlatan kimsenin orucu bozulur;
ancak bu kimseye keffâret gerekmez. Hîdâ-yede de böyledir.
Bîr kimsenin kulağına,
kendi isteğinin dışında yağ girmiş olsa, o kimsenin de orucu bozulur.
Serâhsî'nin. Muhıyt'inde de böyledir
Kulağına su
damlatılmış olan kimsenin orucu bozulmaz. Hi-dâye'de böyledir Sahih olan da budur. Serahsî'nin Muhıyt'inde de böyledir.
Hılîline (— zekerinin
deliğine) yağ davlatılan kimsenin orucu, İmâm Ebü Hanîfe (R.A.) va İmâm
Muhammed (R.A.)'e göre bozulmaz. Muhiyt'te de böyledir.
Damlatılan şeyin yağ
veya su olması müsavidir İhtilâf, damlatılan şeyin, mesaneye ulaşıp ulaşmaması
hususundadır. Damlatılan şey, eğer mesaneye ulaşmaz ve zekerin kamışında kalır
ise, bu bil -icmâ' orucu bozmaz. Tebyîn'de de böyledir,
Aktâr'da: «Kadınların
ön taraflarına konulan
şeylerin onların oruçlarını bozduğunda ihtilâf yoktur.»
denilmiştir. Sahih olan budur.
Zahîriyye'de de böyledir.
Gâife[22]
ilâçları hakkında, âlimlerin ekseriyetine göre, konulan 'bu ilâcın karna veya
dimağa ulaşıp ulaşmamasına itibar edilir. Bu ilâcın yaş veya kuru olmasına
itibar edilmez. Meselâ : Bir kimse, böyle bir yaraya konmuş bulunan kuru bir
ilâcın karna vasıl olduğunu bilirse, o kimsenin orucu bozulur. Veya, yaş bir
ilâcın vâsıl olmadığını bilirse, bu durumda da orucu bozulmaz. 'Inâye'de de
böyledir.
Bir kimse, bu
ilâçlardan hangisinin vâsıl olduğunu bilmezse, bu . durumda ilâç yaş olursa,
İmâm Ebû Hanîfe ER.AJ'ye göre âdeten vü-sûi vâki olmuş sayılır ye d kimsenin
orucu bozulur. İmâmeyn'e göre ise, o kimsenin, ilâcın karnına veya dimağına
yasıl olduğuna dair — kesin — bir bilgisi olmadıkça, şüphe ile orucu bozulmuş olmaz.
Eğer, câifeye konan deva-i = ilâç) kuru ise, vâsıl olduğu bilinmedikçe, bil
-ittifak orucu bozmaz. Fethü'l - Kadîr'de de böyledir.
Bir kimse süngülense
veya ona ok isabet etse ve bunlar bir müddet içirde kalsa, o kimsenin orucu
bozulur. Ancak, süngünün veya okun bir ucu dışarıda kalırsa, oruç bozulmaz.
Tebyîn'de de böyledir.
Bir kimse, kemiğin
üzerine yapışmış olan eti ağzına alsa sonra cis Bynı zamanda geri çıkarsa, o
kimsenin, orucu bozulmaz; fakat çıkarmazsa, orucu bozulur. BedâTde de
böyledir.
Bir kimse, bir ucu
elinde bulunan ağaç parçasını yutsa ve sonra da geri çıkarsa, orucu bozulmaz.
Ancak, bu ağaç parçasının tamamını yutarsa, orucu bozulur. Hulâsamda da
böyledir.
O Parmağın, dübürüne
sokan bir erkeğin veya parmağını fercl-ne sokan bir kadının orucu bozulmaz.
Ancak, bu durumda, parmak ıs-iak veya yağlı olursa, o takdirde oruç bozulur.
Çünkü, bu durumda suyun veya yağın vüsûlü söz konusudur. Zahîriyye'de de böyledir.
Bu hükümlerin hepsi,
bir kimsenin oruçlu olduğunu hatırında bulundurduğu zamandadır. Ve bunlar güze!
tenbihlerdir ve hafızada saklanıp, dikkâtle riâyet edilmesi gerekir.
Çünkü, bir kimse
oruçlu olduğunu hatırladığı müddetçe, —yukarıda zikredilen durumların her
birinde— orucu bozulur; ancak, oruçlu olduğunu unutarak bunları yapmış olursa,
orucu 'bozulmaz. Zâhidî'de de böyledir.
Oruçlu bir kimsenin
oturağı çıkmış olsa. onu tekrar yerine korken. İçeriye su gidip orucu bozulmasın
diye, parmağına bir bez sararak, onu yerine koyması münâsip oiur. Bundan
dolayıdır ki, bazı âlimler: «Oruçlu kimse, taharetlenirken, suyun içeriye
girmemesi için, nefes almamalıdır.» demişlerdir. Serahsî'nin Muhiyt'inde de böyledir.
Oruçlu bir kimse,
taharetlenirken fazla su kullanır ve su îçe-riye girerse, orucu bozulur. Bahrû’r-
Râık'ta da böyledir,
O Ramazan'da, gündüz aktindo
zorla ve ölüm tehdidi ile mü-câmatta bulunan kimseye, — keffâret doğîl — kaza
lâzım gelir. Fö-tâvâyi Kâdshân'da da böyledir. Fetva da bunun üzerinedir.
Kocası tarafından —bu
iş için —zorlanmış olan kadının durumu da böyledir. Yani, bu şekildeki zorlama
karşısında, o kadına da keffret gerekmez. Hulâsa'da da böyledir.
Bir erkek, fecrin
tulûundan önce. zekerini kadının fercine soksa ve sabah oldu korkusu ile geri
çıkrsa. sabah olduktan sonra da menisi dışarı çikmrş olsa, o kimsenin orucunu
kraa etmesi gerekme?
Unutarak cimâya
başlayan bir kimse, oruçlu olduğunu hatirlasa ve derhüi zekerinier. çekse veya
fecrin doğmasından önce zekerini îdhâl -etmiş olan şahıs. —vaktin geçmesinden
korkarak— derakep geri çekse, sahih o'tan rivayete göre, bu kimselerin orucu
bozulmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bu durrmdakt bir
kimse, eğer —2eker1ni hemen çekmez ve— az da olsa beklerse, o şahsa hem kaza,
hem de keffâret lâzım gelir. Bedâi'de de böyledir.
Ramazanda karısının
yüzüne veya fer-cine şehvetle, bir veya birkaç defa bakan kims öden inzal vâki
o!sas orucu bozulmaz. Fethü'I - Kadîr'de d-e böyledir.
Keza, düşünmekte meni
gelmiş oba. yine oruç bozulmaz. Sirâcü'l - Vehhâc'da da böyledir
Bir kimse, oruçlu iken
karışım Öper ve inzal vâki olursa orucu bozulur; fakat keffârşt icâbetmez.
Muhiyt'te de böyledir.
Keza, cariyesini, genç
kimseyi veya hanımım Öpen bir kimse,
kendisinde, bu sebeptep doiayı
bir yaşlık görürse veyahut da yaşlık
görmemesine rağmen bundan tad almış, zevk duymuş olursa; İmâm Ebû Yûsuf bu
kimsenin orucu bozulur; İmâm Muhsmmed
(R.A.)'e göre ise. bu kimsenin —bu durumlarda— orucu bozulmaz. Zahidi de de
böyledir.
Hayvanı öpmesi sebebi
ile kendisinden inzal vâki olan kimsenin orucu bozulmaz. Muhıytvtts de
böyledir
Mübâşere (—
etleri ~~çıplak olarak— birbirine dokundur mak), el sıkışmak
ve kucaklaimak da öpmek gibidir. Bahrü'r - Rûık'ta da böyledir.
Kadına dokunmaktan vay
a onun kilor (gibi rhahrem bir eşyasını) görmekten dolayı menisi cûdunun
sıcaklığını hissetmiş orucu bozulmaz. Mi'râcü'd - Dir
gelmiş olan kimse, şayet
kadsnın vij-oiursa orucu bozulur; aksi
takdirde âıye'de de böyledir.
Bir kadın, kocasının
manisi gelinceye kadar onu tutmuş olsa, bu durumda kocanın orucu bozulmaz.
Ancak kadın, kocasını, onun teklifi 'ile tutmuş olursa, bu dlummda kocanın
orucunun bozulup bozulmayacağı hususunda, âlimler arasında ihtilaf vâki
olmuştur: «... Bozulur.» diyenler de vard'ır; *--. bozulmaz.» diyenler de
vardır. Muhiyt'te de böyledir.
Bir kimsede, 'bir
hayvanın fercinc dokunmaktan dolayı inzâ! vaki olsa, o kimsenin orucu bozulmaz.
Sirâcü'i - Vehhâc'da da böyledir,
O Bir kimse, bir
hayvana veya bir ölüye veyahut da bir kadının Ön ve arkasının haricine
mücâmaatta bulunmuş olsa ve kendisinden inzal vuku' bulmasa, oruç bozulmaz;
şayet İnzal vâki olursa-, orucu bozulur fakat keffâret icâbeimez: kaza ermesi
lâzım gelir. Fetâ-vâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Menisi gelene kadar,
zekerin? ilâç tatbik etmiş olan kimsenin, o orucu kaza etmesi gerkir. Muhter
olan budur ve âlimlerin âmmesi böyle söylemiştir. Bahrü'r - Râik'tr.
Bir kimse, karısının
elj ile, zc bepl-e de inzal vaki olsa, o kimsenin or da da böyledir.
Uyuyan veya geçici
olarak c:. şeye —ifâkat halinde— oruca nfyyet
bulunulsa,
imamlarımızdan yetine gör lan kimsenin
orucu bozulur. Huiâsa'da
Birbirleri ile cima'
eden iki da böyledir. terine ilaç sürdürse ve bu se-ıcu bozulur. Sirâcü'I -
Vehhâc'-net getirmiş bulunan bir kim-ettikten sonra, cima' olunmuş i de, bu
durumda cim'â olunu-da böyledir. kadından da înzâl vâki olmuş olsa, ikisinin de orucu bozulur.
İnzâlfolmazsa. oruçları da bozulmaz. İnzal vâki olması hallerinde de kefaret
lâzım gelmez. Fethü'l - Ka-dîr'de de böyledir.
[23]
Bir kimse kasden, iki
yold kaza ve hem de keffâret lâzım gelir. an birine cima' etmiş olsa, hem . Bu
durumda, her iki tenasül uzvundan da meninin gelmesi şart değildir. Hidâye'de
de böyledir.
Kendisine cima1 edilen kapın, buna razı 'olmuşsa, ona da hem kaza ve hem de
keffâret îcâpeder. Ancak, cima, zoraki yapılmışsa, kadına keffâret Sazım
gelmez: yalnız kaza etmesi gerekir.
Keza, kadın bu işe
zoraki başisf; sonra da gönlü olursa, yine ona keffâret lâzım gelmez; yalnız
kaza ^rmesi gerekir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da bu/Iedir.
Bir çocuk veya bir
deli ile nefsini tatmin eden yahut zina eden kadına, bil İttifak ihern kaza
!hem de keffâret gerekir. Zâhidî'de de böyledir.
Gıda veya deva olan
bir şeyi kasden yiyen bir kimseye keffâret lâzım gelir. Ancak, gıdalanmak veya
devâlanmak kasdı olmadan yenilen şeylerde — sadece kaza lâzım gelir.
Hızânetü'l - Müftîn'-de de böyledir.
Oruçlu olan bir kimse,
ekmek ve yemek yediği; su, yağ veya süt içtiği; meyve, misk, zâferan veya kâfur
yediği zaman, bize göre !bu kimseye, hem kaza hem de keffâret lâzım gelir Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Keza; sirke, deve
sütü; asfer, za'ferân. bakla, kavun, karpuz, üzüm, üzüm çubuğu ve şeker kamışı
sularını içmek de, hem kaza ve 'hem de keffâret gerektirir.
Yağmur, kar ve dolu
suyunu kasten yutan kimseye de, hem kaza 'hem de keffâret lâzım gelir.
Keza, tin-i ermeni
denilen çamuru deva için yemek; yenilmesi âdet haline getirilmiş kuru bir
çamuru yemek; yağ ile yuğrulmuş darı unu yemek; küçük 'bir karpuzu —tümüyle—
yutmak da hem kazâys ve hem de keffâreti gerektirir.
Keza, çiğ et ve çiğ iç
yağını yemek de, muhtar olan kavle göre keffâreti gerektirir. HızânetO'l -
Müftîn'de de böyledir,
Kaynatılmış arpa yutan
kimseye de, keffâret gerekir. Fakat, arpa kaynamış olmazsa, keffâret gerekmez.
Çünkü, kaynatılmış arpanın yenilmesi âdettir; kaynatılmamış arpanın yenilmesi
ise âdet değildir. Serahsî'nin Muhıyt'inde de böyledir.
Yağa veya pekmeze
katılmış darı ununu yemek de. keffâreti gerektirir- Buğday da böyledir.
Huiâsa'da da böyledir.
Bir kimse, mısırın
sömeğîni yerse, Zendûsî'ye göre, — onda tat olması ve yiyen kimsenin de. bu
tattan lezzet alması söz konusu olduğundan— keffâret gerektirir. Sirâcü'I -
Vehhâc'da da böyledir.
—Taze— üzüm çubuğu
yaprağı gibi, yenilen cinsten olan, bir ağaç yaprağını yemek de, hem kazayı,
hem de keffâreti gerektirir. Eğer yaprak, yenilen cinsten olmazsa, bu durumda,
—keffâret değil— sadece kaza lâzım gelir. Bahrü'r - Râık'ta da böyledir.
Bütün otlar hakkındaki
hüküm de böyledir. Yâni ,ot!ar yenilen cinsten olurlarsa, hem kazayı, hem de
keffâreti icâbettirir; yenilen cinsten olmayan otlar ise, — keffârati değil,
sadece — ka-zâyı gerektiril. Tebyîn'de de böyledir.
Bîr tek üzüm tanesini,
çiğneyerek yiyen kimseye hem kaza hem de keffâret icâbeder.
Üzüm tanesini
çiğnemeden yutan kimseye de, —-özümün çöpü olsa da, olmasa da—hem kaza, hem de
keffâret gerekir. Bu hususta âlimlerin görüş birliği vardır. Ebû Süheyl ise; «Çöpü
ile birlikte — çiğnenmeden— yutulan üzümden dolayı keffâret lâzım gelmez.»
demiştir. Zâhîrîyye'de de böyledir
Taze, (yaş) badem
yutan kimseye de k-effâret iâzim
gelir. Serahsî'nin Muhıyt'inde de böyledir.
Bademi veya cezivi,
—ister taze olsun, ister kuru olsun —
çiğneyerek yutan
kimseye 'keffâret gerekir, Mi'râcü'd - Dirâye'cte de böyledir,
Tuz yutmak keffâreti
gerektirmez. Ancak, bunu âdet hâline getirmiş olan bir kimse, tuz yutarsa; ona
keffâret gerekir Tebyîn'de de böyledir
Muhtar olan kavle göre.
tuz yemek ise keffâreti gerektirir Sadrü'ş - Şehîd: «Bu
görüş sahihtir.» demiştir.
Ebi'I - Mekârİm'in Nikâye Şerhi'nde de böyledir. [24]
Ramazanda unutarak
yeyip îçen veya clmâ" eden bir kimse, orucum bozuldu zannı ile — ve —
kasden yerse, keffâret gerekmez Ebü Hanîfe (R.A)'ye göre, bu kimse unutarak
yiyip içmenin orucu bozmadığını bilse bile, yine — o zan ile orucunu bozduğu
için— bu kimseye keffâret gerekmez. Bu
görüş sahihtir. Hulâsa'da 6a böyledir.
Oruçlu iken kusan bir
kimse, orucum bozuldu zannr iîe yiyip içerse, kendisine keffâret lâztm gelmez.
Fakat, bu kimse, kusmakla orucu
yemenin gerekmiyeceğini bilerek yerse, bu durumda kendisine keffâret lâztm gelir. Bahrü'r -
Râik'ta da böyledir.
Ramazan günü ihtiiam
olan kimse, bu durumda orucunun bozulduğunu zannederek, kasden yer içerse,
kendisine keffâret gerekmez. Muhıyt'te de böyledir.
Ancak, bu kimse bu
durumda orucunun bozulmadığını bilmekte olduğu halde orucunu bozmuşsa, kendisine
keffâret lâzım gelir. Zâhîriyye'de de böyledir.
Hacamat yaptırdıktan
(kan aldırdıktan} sonra, orucu boztıidu zannı ile. kasden yiyip içen kimseye
hem kaza hem de kefaret gerekir.
Ancak, bu kimseye,
orucunun bozulduğu fetvası veri'miş olursa, İmâm Muhammed (R.A.Ve göre kendisine
keffâret gerekmez
Keza, bu kimseye bu
konuda bir hadîs söylenmiş olsa ve bu kimse ona itiınad etmiş bulunsa, yine
kendisine keffâret gerekmez.
Ancak bunlara, İmâm
Ebü Yûsuf (R.A.) muhaliftir. O'na göre, bu kimse eğer o hadisin te'v ilini
biliyorsa kendisine keffâret gerekir. Hidâye'de de böyledir.
Bir kimse ramazan
günü, sürme çekinse, yağlansa veya bıyığını yağlasa ve sonra orucum bozuldu
zannı ile kasden birşey yiyip İçse, kendisine keffâret lâzım gelir.
Ancak, bu hususta bir
bilgisi yoksa ve kendisine bu durumda yemesi hususunda fetva verilmişse, bu
kimseye keffâret lâzım gei-mez= Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir misafir (yolcu),
öğleden önce, hiç bir şey yeyip içmeden bîr şehre girse ve oruç tutmaya niyyet
etse; sonra da kasden cima' eylese, bu kimseye keffâret gerekmez.
Keza, bir mecnun
zevalden önce iyileşse ve —hiç bir şey yememiş olduğu halde— oruca niyyet
etse; sonra da cima' etse. kendisine keffâret gerekmez, Sirâcü'I - Vehhâc'da
da böyledir.
Bir kimse, geceleyin
niyyet etmeyip, sabahleyin zevalden
(yâni nehâr-ı şer'înin yansından] önce oruca niyyet etse ve sonra kasden orucunu bozacak olsa. bu
kimseye yine sadece kaza lâzım gelir;
keffâret lâzım gelmez. Keşfü'I - Kebîr'de de böyledir
Bir kimse orucunu
bozsa ve sonra da oruç tutamayacak kadar hasta olsa, bize göre o kimseden
keffâret düşer. Sahih olan budur. Fetâvâyi Kâdîhân'ds da böyledir. Zahîriyye'de; bu
görüş esahhtır.» denilmiştir.
Bize göre bu hususta
asıl kaide: Bir kimse gündüzün sonunda öyle bir hâl ve sıfatta bufunsa ki.
gündüzün başında bu hal ve srfat üzere bulunmuş olsa idi; ortıe tutmaması mubah
olacaktı; bu durumdaki kimseden keffâret sakıt otur. Fetâvâyî Kâdîhân'da da
böyledir.
Ramazan gününde misvak
kııllanmiş olan bir kimse, oruca bozuldu zanm^ie ve bilerek yeyip içse,
kendisine hsm kaza ve hem de keffâret lâzım geiir. Hulâsa'da d.'- böyledir
Bir kimsenin kıybetini
yaptığından dolay; orucu bozuldu zannı ile, iftar eden [= orucunu (bozan)
kimseye de. hem kaza hem de keffâret gerekir Bu kimse, bir âlimden fetva almış
veya bir hadîs-j şerifi teVil etmiş olsa bile, hüküm aynıdır. Bedâi'de de böyledir.
Ulemânın âmmesi de böyle söylemiştir. Fetâvâyî Kâdîhân'da da böyledir*
Kasaen orucunu
yedikten sonra havı? olan veya oruç tutamıyacak kadar hastalanan bir kadına da
keffâret lâzfm gelmez: sadece o oVucu kaza öder
Keza, orucunu kasden
bozduktan sonra bayılan k;msenfn üzerinden de keffâret sakıt olur. Serahsî'nin
Muhtyt'İnde de böyledir.
«Orucunu kasden
bozduktan .sonra, kendisini kasden yaralamış olan kimsenin üzerinden ise
keffâret sakıt olmaz.» denilmiştir Sahih oîan da budur. Zahfriyye'rie de
böyledir.
Bir 'hayvanla veya ölü
bir insanla möcamsntta bulunan bîr kimse, daha sonra da, —bu durumda kendisine
keffâret gerekmediğini bile bile— kasden yerse, kendisine hem kaza, hem de
keffâret lâzım gelir. Ancak, bu şahrs durumu 'bilmemekte ise, —- keffâret
değil —. sadece kaza lâzım gelir
Keza, parmağını
arkasına veya önüne ithal eden bir kimse, orucunun bozulduğunu zannedip, kasden
yese veya kadının güzelliklerine bakan bir kimse, orucunun bozulduğunu
zannederek kasden iftar etse, bu haller de kusma gibidir. Yani bu durumda bu
hallerin hükmü, kusmanın hükmü gibidir
Hulâsa'da da böyledir.
oauç
Lâşe (= pis olmuş
hayvan eti) yiyen bir kimseye, eğer lâşe kurtlanmışsa sadece kaza;
kurtlanrnamışsa, hem kaza hem de keffâret lâzım gelir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir.
O Ramazan günü, gündüz
vaktinde idânı edilmeye götürülen oruçlu bir kimse, su istese; bir başka şahıs
da su verse ve o adam suyu içse; sonra da affedl-Isc. Şeyhü'l - İmâm
Zehlrüddln: "ö kimseye keffâret lâzım gelir.» demiştir.
Ramazan günü,
gündüz vaktinde kasden karısı ile cima' eden 'bir kimseyi, devlet
başkanı zoraki ve mecburi bîr yoculuğa çıkarmış olsa bile, zâhırü'i - usûlde
bu kimsenin üzerinden keffâret sakıt oirnaz. Zâh?r?yyG'd& de böyledir. [25]
Ramazanda yolculuğa
çıkacak olan bir kimse, geceden oruca niy-yet etmiyebilir. Ancak oruca
başladıktan sonra o gün yolculuğa çıkan kimse için, o ilk gün orucunu bozması
mubah olmaz.
O Böyle bir durumda
yolculuğa çıkmış olan kimsenin orucuna devam etmesi gerekir. Şayet, devam
etmeyip; yolculuğa çıktıktan sonra iftar etmiş olursa; bu kimseye — keffâret
değil— sadece kaza gerekir. Ancak, önce orucunu bozup, sonra yolculuğa çıkan
kimsenin durumu böyle değildir. Bu durumda olan bir kimseye hem kaza ve ve hem
de keffâret lâzım gelir. Serahsî'nin Muhıyt'inde de böyledir.
Bir kimse, günün
başlarında, kasden orucunu bozmuş olsa ve bundan sonra da devlet başkanı
kendisini cebren sefere çıkarsa, zâhirü'r-rivâyede bu kimseden —bu durumda
bile— keffâret sakıt
Bu kimse, bu durumda
kendi isteği ile yolculuk yapmak istemiş olsa bile, kendisinden keffâretin
sakıt olmıyacağı hususunda rivayetlerde., ittifak vardır Hulâsa'da da böyledir
Ramazan ayında
yolcuiuğa çıkmış olan bir kimse, unuttuğu bir şeyi almak için evine geri dönmüş
olsa ve orucunu bozduktan sonra tekrar yola çıksa, —kıyâsen— onun üzerine de
keffâret îcap eder. Çünkü, bu kimse yolculuğu terk etmiş olmaktadır. Fakîhde:
«Biz bunu kabul ederiz.» demiştir. [26]
Oruç tutmamayı mübâh
kılan özürlerden birisi de hastalıktır.,
Hasta, nefsinin telef
olmasından veya bir azasını kaybetmekten korkarsa, bil - icmâ' iftar eder (~
oruç tutmaz).
Hastalığının
artmasından veya uzayıp geç iyi olmasından korkan kimse de, bize göre İftar
edebilir. Yani oruç tutmayabilir. Bu durumlardan dolayı iftar eden (—orucunu
bozan) kimseye, —keffâret değil— sadece kaza lâzım gelir. Muhiyt'te de
böyledir.
Hastalık, bîr kimsenin
—kendisinin— içtihadı ile belli o.ur. Bu hususta ictihad, mücerred vehm f=
ihtimal) ile değil, hastalığın alâmetlerinden bu kimsede zann-ı galip meydana
gelmesi ile mümkündür. Hastalık tecrübe ile veya fışkı zahir olmayan müsiüman
bîr bîr doktorun haber vermesi ile de bilinebilir. Fethü'İ - Kadîr'de de
böyledir,
Oruç tutması sebebi
ile hasta olmakîan korkan bir kimse de
hasta gibidir. Tebyîn'de de böyledir
Keza, 'ağır sıtma
nöbetine tutulan kimse, —henüz sıtma zuhur etmeden — orucunu bozacak
olsa, bunda bir beis yoktur. Fet-hü'I Kâdîr'de de böyledir.
Fakat, gün aşın
sıtmaya tutulan kimse, mutad gününde sıtma nöbetinin gelmesi ile, kendisini
zayıf düşüreceğini tevehhüm ederek orucunu boğduzu halde, —o gün— sıtma zuhur
etmese kendisine keffâret de lâzım gelir, Hulâsa'da da böyledir. [27]
Oruç tutmamayı mubah
kılan özürlerden biri de, kadının hamile olması veya çocuk emzirmekte
bulunmasıdır
Hamile olan veya çocuk
emziren kadınlar, kendi nefsinden veya çocuklarından korkarlarsa, oruç
tutmayabilirler veya iftar edebilirler. Bu durumdaki kadınlara keffâret
gerekmez; oruçlarını kaza «derler. Hulâsa'da da böyledir.[28]
Hayız ve nifas
hallerinde bulunan kadınlar iftar ederler. Hî-dâye'de de 'böyledir.
Bir kadın hayız günü
diye, başladığı orucu bozsa ve o gün hayız olmasa, zahir-î rivayete göre. bu
kadına keffâret lâzım gelir, Zâhîriyye'de de böyledir.
Geceden temizlenmiş
olan kadın, müteakip günün orucunu tutar. Bu hayzının müddeti on gün olanlar
içindir. Hayzının müddeti on günden aşağı olan bir kadın, da gecenin yıkanacak
kadar bir bölümüne yetişirse, orucunu tutar. Fakat, kadın yıkanma işini bitirene
kadar, fecir doğarsa; bu kadın o gün oruç tutmaz. Çünkü, bu yıkanma müddeti,
hayız müddetinden sayılır. Bu söylediğimiz husus ise, hayız müddeti on günden
az olan kadınlar hakkındadır. Setahsî'nin Muhıyt'inde de böyledir. [29]
Oruçlu 'bir kimse,
açhktan veya susuzluktan dolayı helak olacağından veya aklına noksanlık geleceğinden
—tecrübesine, bir alâmete veya müsiüman bir doktorun sözüne dayanarak—
korkarsa, bu kimse, orucunu —daha sonra kaza etmek üzere— bozabilir.
Çalışmasından dolayt
zayıf düşen ve oruç tutarsa helak olacağından korkan kimse de, iftar edebilir
Aynı durumda olan. cariyeler hakkında da hüküm böyledir
Devlet başkam
tarafından şîddetli sıcak günlerde çalışmaya götürülen kimse de, helak
olmaktan veya aklına noksanlık gelmesinden korkarsa. İftar edebilir, Fethü'İ -
Kadîr'de de böyledir. [30]
Oruç tutmaya gücü
yetmeyen çok yaşlı kimselere «Şeyhî fânî» denir. Bu durumda olanı kimseler
oruçlarını yerler ve 'her günün orucu İçin —keffârette olduğu gibi— bir fidye
verirler yâni her günün orucu İçin bir fakirin karnını doyururlar, Hidâye'da
de böyledir. Yaşlı kadınlar için de hüküm aynıdır
Şeyhi fânî, ölümüne
kadar her gün kuvveti noksanlaşan kimselerdir ki, 'bunlar tekrar kuvvet
bulamadan vefat ederler. Bahrü'r-Râık'ta da böyledir.
Bu durumda olan
kimseler, fidyelerini dilerlerse ramazanın başlarında, bir defada verirler;
isterlerse bunu ramazanın sonuna bırakırlar. Nehrii'l – Fâık’ta da böyledir.
Fidye verdikten sonra,
oruç tutmaya gücü yeter hâle -gelen yeşlı 'bir kimsenin verdiği fidyenin hükmü
batıl olur. Bu kimsenin önceden tutamamış olduğu oruçlarını kaza etmesi
gerekir. Nihâye'ds de böyledir.
Bir kimsenin üzerinde
yemin keffâreti orucu veya katil keffâreti orucu bulunsa ve bu kimse
ihtiyarlığından dolayı oruç tutmaktan âciz bir halde olsa; bu kimsenin, mezkûr
'keffâretlere bedel olarak, fakirlere yemek yedirmesi caiz olmaz. Çünkü,
fidyede aslolan — başka bir şeye bedel olan oruçlarda değil— bizzat tutulamıyan
oruçlar için Verilmektedir. Yani, ancak tutulamıyan oruçlar için ve oruç
tutabilme ümidi kalmadığı zaman fidye verilebilir. Bu durumda ise, tutulması
gereken oruç, başka bir şeyin bedelidir; asıl oruçtan değildir. Bu sebeple,
bunun yerine yemek yedirmek —oruç tutabilme ümidi kalmamış olsa bile— caiz
değildir. Keza, yemin keffâreti de böyledir. Çünkü, bu da başka bir şeyden
bedeldir.
Fakat, üzerinde zıhar
keffâreti veya ramazan keffâreti bulunan bir kimse, eğer fakir olmasından
dolayı köle aza d etmekten ve yaşlılığından dolayı da oruç tutmaktan âciz
olursa; bu kimsenin bu durumda — bunlara bedel olarak— altmış fakiri doyurması
caiz olur. Çünkü bunların oruçtan bedel olduğu nasla sabittir. Tahâvî Şerhi'nde
de böyledir.
Hastalık veya yolculuk
gibi bir özürden dolayı ramazan orucunu tutamayan bir kimsenin hastalığı veya
yolculuğu ölünceye kadar devam etse; bu kimsenin —tutamadığı— bu oruçlarını
kaza etmesi gerekmez. Ancak, bu kimsenin tutamadığı oruçları yerine, fakirlere
yemek yedirilmesini vssiyyet etmesi sahih olur. Bu vasiyyett, malının üçte
birinden yerine getirilir. Yani, —malının üçte birinden — fakirlere yemek
yedirilir.
Fakat, 'bu kimse
hastalıktan kurtulursa veya yolculuktan dönerse ve tutamadığı oruçlarını
tutabilecek vakit de bulursa; bu şahsın, tutamadığı bu oruçlarının tamamını
kaza etmesi gerekir. Ancak, bu oruçları tutmadan, ölüm gelirse, fidye
verilmesini varislerine vasiy-yet eder. Bedâi'de da böyledir.
Bu durumda olan
kimsenin velîsi, tutamadığı her oruç için, fakire yarım sa' buğday veya bir sa'
hurma veya arpa verir. Bedâi'de de böyledir.
Bu durumda olan bir
kimse, vesiyyet etmemiş olsa bile, varislerinin, —-bu fidyeler İçin— teberruda
bulunmaları caiz olur. Ancak, vasiyyet yoksa, vârisler üzerine hiç bir şey
lâzım gelmez. Yâni, varisler fidye vermeye zorlanmazlar. Fetâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir.
Bu durumda, ölen
kimsenin yakınları, onun yerine oruç tutmazlar. Tebyîn'de de böyledir.
İyileşen 'hastalar ve
yolculukları sona eren yolcular, sıhhat veya İkâmetleri sırasında, daha önce
tutamadıkları oruçları kaza ederler. Bunda ihtilaf yoktur; âlimlerin
ekserisinin görüşü budur. Sahih olan da budur. Sirâcü'I - Vehhâc'da da
böyledir-
Bir kimsenin birinci
ramazandan kaza borcu olduğu halde ikinci bir ramazan girmiş olsa, o kimse
edayı kaza üzerine takdim eder. Yani, önce yeni giren ramazanın oruçlarını edâ
etmesi gerekir.
Râzî, arkadaşlarımızın
: «Nafile olan oruçlarda da, özürsüz olarak iftar etmek
helâl olmaz.» dediklerini nakletmiştir. Kâfî'de de böyledir. Bu görüş sahihtir.
Zahir-i rivayet de budur.
İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)
ve İmâm Muhammed (R.A.)'den gelen rivayetlere göre, — nafile oruçlar hakkında
— ziyafet de bir özürdür. Zahir olan budur. «Bu -hususta takip edilmesi uygun
oian yol şudur: Eğer, ziyafet sahibi bir kimsenin —ziyafette— hazır
bulunmasrndan memnun olacak ve f3kat iftar etmemesinden üzüimeyeeekse, bu kimse
iftar etmez. Ancak, iftar etmemesi hâlinde davet sahibi olan şahsın üzüleceğini
bilirse, bu durumda iftar eder. Sonra daa bu orucu kaza eder.» demişlerdir.
Büyük âlim Şemsü'l -
Eimme Halvânî: «Bu hususta söylenilen-İerin en güzeii : «Eğer o kimse, ileride
bu orucu kaza edeceğinden emin olursa, din kardeşinden eziyyeti kaldırmak için
iftar eder. Ve eğer, bu orucu kaza etme hususunda nefsinden emin olmazsa —iftar
etmemesi ziyafet sahibine eza olsa bile—
iftar etmez.» demiştir.
Bu hal, iftarın
zevalden önce olacağına göredir. Eğer ziyafet zevalden sonra ise, —nafile oruç
tutan kimse, bu ziyafet sebebi— ile 'İftar etmez. Ancak, bu durumda iftar
etmemesi, ana ve babaya karşı gelmek şeklinde tezahür ederse, o kimse yine
iftar eder. Muhiyt'te de böyledir.
Nafile oruçlarda —bir
zıyafetde— misafir otmak özür sayıldığı 'gibi, ev sahibi olmak da özür
sayılır. Vikâye'de de böyledir.
Ziyafet., vacip olan
oruçlarda özür sayılmaz, Nihâye'de de böyledir.
Ramazan ayının 'bazı günlerinde iyileşen
bir mecnûnun, — bu ramazanda,
cinnetinden doiayi— tutmadığı oruçlarını kaza etmesi lâzım gelir. Ancak,
cinnet hâli ramazan ayının tamamını kapsarsa, —-daha sonra iyileşse bile— bu
kimsenin o oruçları kaza etmesi gerekmez. Cinnetin bulûğa ermiş veya bulûğ
çağına yaklaşmış olan kimselere gelmesi arasında, zâhîr-i rivâyet'e göre bir
fark yoktur,
Bîr mecnûn, Ramazan
ayının son günü zevalden önce, iyileşmiş olsa da, kendisine kaza lâzım gelmez.
Sahih olan görüş budur, Kifâye'de ve Nihaye'de de böyledir.
Ramazanın tamamını
baygın geçiren kimse —daha sonra — onu kaza eder. Bu, bil - icmâ1-böyledir.
Mî'râcü'tj - Dirâys'de de-böyİe-dir.
Bir kimse, güneş
battıktan sonra bayılmış veya tecennî etmiş olsa ve hu hali de günlerce devam
etse; bu şahsın, o gecenin gündüzüne ait oian orucu kaza etmosi gerekmez.
Çünkü, eğer o craca niyyet etmiş olduğunu bilseydi, —durumu— açıktı. Bunu bilmiyorsa,
açık olan hâli niyyettir; ve amel halin zahiridir. Meselâ : Bu kimse, ramazanda
yolculuğa çıkmış olsaydı, iftar eder ve sonra da — bu orucunu— kaza ederdi.
Çünkü, o şahsın hâlinin zahiri, niyyet edip etmediğine delâlet etmemektedir.
Zâhidî'de de böyledir.
Ramazanda düşmanla
savaşacağını bilen ve bu sebeple zayıf düşeceğinden korkan bir gazi, iftar
edebilir. Serahsî'nin Muhryt'-İnde de böyledir.
Harbin olacağı kesin
olarak belli olmasa bile, yine bu gâzi-ye
keffâret gerekmez. Çünkü, savaşta kuvvetli bulunmak için iftarı öne
almaya ihtiyaç vardır. Halbuki, hastalık böyle değildir. Zâhîriy-ye'de de
böyledir.
Nafakasını — san'ati ile — kazanmrya
muhtaç olan bir san'atkâr; oruçlu iken san'atı ile
uğraşınca, zarara uğrayacağını bilirse, bu şahsın iftar etmesi de mubahtır.
Kunye'de de böyledir. [31]
Şartsız nezir sahih
olmaz.
Nezrin sahih olmasının
şartları şunlardır:
1- Bir nezrin sahih olması için, şer'an, nezredilen bu şeyin cinsînden
bir vecîbenin olması gerekir. Bu sebepten dolayı, meselâ : hasta ziyaretini
nezretmek sahih olmaz.
2- Nezrediien
şey, bizzat maksud olmalıdır; vesîle olmamalıdır. Bundan dolayıdır ki, abdest
almayı veya tilâvet secdesini nezretmek sahih olmaz.
3- Nezredilen
şey, hâi-i hazırda vecîbe olan bir şey olmamalıdır. Bunun içindir ki, meselâ :
«Öğle namazını kılmayı veya başka bir farzı yerine getirmeyi nezretmek sahih
olmaz. Nihâye'de de böyledir.
4- Nezredilen
şey, nefsi itibariyle maslyet (— günah)
olmamalıdır. Bahrü'r - Râik'ta da böyledir. Meselâ;
Bir 'kimse, «Allah
rızası İçin, kurban bayramı günü oruç tutayım.» demiş olsa bile, o gün yer;
başka bir gün kaza eder. Çünkü, bu nezir sahihtir. Oruç tutmak, binefsihî
meşru'; —o gün tutmak jse— liğayrihî menhîdir. {= yasaklanmıştır.) Çünkü,
—kurban bayramı günü oruç —tutmak— Allahu Teâlâ'nm dâ'vetine İcabeti terk
etmektir. Ancak, —adağından dolayı— o gün oruç tutmuş olan kimsenin üzerinden,
oruç borcu düşer. Yani adağı yerine gelmiş olur. Hidâye'de de böyledir.
5- Yerine
getirilmesi mümkün olmayan bir şeyi nezretmenrek de nezrin sıhhatinin şartlarındandir. Meselâ:
Bir kimse «dünkü gün oruç tutayım.» diye nezretmiş olsa, bu nezri sahih
olmaz. «Bahrü'r Râik'ta da böyledir.
Bir kimse : «Filan adamın geldiği gün, Allah rızası İçin oruç tutmak,
üzerime nezir olsun.» diye adakta bulunsa; bu kimsenin orucunu yediği gün veya
kad:nın hayz olduğu gün o adam gelmiş olsa; İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, bu
kimsenin yapacağı bir şey yoktur. Muhtar olan da budur. Strâcîyye'de de
böyledir.
«Bu adam, zevalden
sonra gelmiş olursa, o şahsın yapacağı bir şeyv yoktur. İmâm Muhammed (R.A.)'e
göre böyledir.» denilmiştir. Hulâsa'da da böyledir.
Bir ftimse : «Filân
adamın geldiği gün, Allah rızası için —o günün devamında— oruç tutayım.» diye
nezretmiş olsa; o kimse de geç gelse, nezreden adama bir şey lâzım gelmez.
Ancak, o adam zevalden önce gelmiş olursa ve nezreden kimse de, —o ana kadar —
bir şey yememiş 'bulunursa; oruca niyyet eder. Serahsî'nin Muhıyt'-inde de
böyledir.
Bir kimse : «Felan
adamın geldiği gün, Allah rızası için devamlı oruç tutayım.» diye adamış olsa
ve bu adam gelmeden de iftar etmiş bulunsa; bu kimsenin o gün oruç tutması
lâzım gelmez. Fakat, o günü takip -eden günde oruç tutması -lâzım gelir.
Sirâcü'I - Vehhâc'-da da böyledir.
Bir kimse : «Filan
adamın geldiği gün ve filan adamın da, iyileştiği gün oruç tutayım.» diye
nezretmiş bulunsa; —gelecek — şahsın geldiği gün, diğeri de iyileşmiş
olsa, adak sahibi kimsenin
— sadece-— o gün oruç
tutması gerekir; başka bir şey lâzım gelmez. Muhıyt'ts de böyledir.
Bir kimse : «Allah
rizası için bir gün oruç tutayım» diye adamış oisa; bil - icmâ' bu orucu
—geciktirecek olsa bile— dilediğî gün tutar. Çünkü, hu şekilde adamakla, o şa!hsa
—her hangi— bir gün oruç tutmak vacip o!ur.
«Allah rızası için,
iki gün —veya üç gün, veyahut on gön— oruç — bu— sözü sahih değildir.
«Allah rızası için,
iki gün —veya üç gün, veyahut on gön— oruç tutayım.» diye adakta bulunan
kimsenin, bu oruçları tutması vacip olur Bu 'kimse, bu oruçları İstediği zaman
tutar. Dilerse, bu oruçları arka arkaya tutar; dilerse bazan tutup bazan
tutmayarak, aralarını açmak sureti ile tutar.
Fakat, bu kimse, bu
oruçları adarken, arka arkaya tutmaya niyyet etmiş olursa, bu oruçları arka
arkaya tutar.
Böyle, arka arkaya
tutmaya niyyet etmiş olan bir kimse, bu günlerden birinde oruo tutmazsa; veya
bu 'durumdaki bir kadın hayz olursa; bu oruçları —baştan başlayarak— yeniden
tutar. Sirâcü'I - Veh-hâc'da da böyledir.
Bir kimse, ayrı ayrı
günlerde oruç tutmayı adayarak bu şekli üzerine vacip kıldıktan sonra, bu
oruçları arka arkaya tutmuş olsa; bu caiz oför. Feîâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir.
Bir kimse : «Allah
rızâsı için. ard arda on gün oruç tuta-, yım.» diye adamış bulunsa ve bu kimse
on beş gün oruç tutsa, fakat bu arada bir gün iftar etse ve oruç tutmadığı bu
günün —ilk— on günde mi, yoks3 —son— beş günde mi olduğunu bilemezse; bu
durumda bu şshıs, arka arkaya beş gün daha oruç tutar. Böylece, arka arkaya on
gün oruç tutmuş olur, Zahîi-iyye'de böyledir.
Bir kimse : «Allah
rızası için, gün ve gün oruç tutayım.» diye adakta bulunmuş oîaa; şayet bu şahıs
niyyetî esnasında «ebediyyen- dememişse, — sadece — bir gün oruç tutar.
«Aliah rızası için
oruç tutmak, adağım olsun» diyen kimsenin de, bir gün oruç tutması gerekir.
Bir kinişe: «Günl-erce
oruç tutmak nezrim oIsutt.» demiş olsa, üç gün oruç tutar. Ancak .niyyeti
esnasında daha fazla oruç tutmayı murad etmesi hâli müstesnadır.
Bir kimse: «Çok
günlerin orucunu tutarım.» diye nezretmiş olsa ve fakat niyyeti esnasında gün
sayısını belirtmemiş bulunsa, bu kimse İmâm Ebû Hanife (R.A.)'ye göre on gün,
İmâmeyn'e göre ise yedi gün oruç tutar. Sirâcü'l - Vehhâc'da da böyledir.
Gün sayısını, niyyeti
esnasında belirtmeden : »Allah rızası için günlerce oruç tutmak nezrim olsun.»
diyen kimsenin, on gün oruç tutması gerekir. İmâmeyn'e göre bu şahıs yedi gün
oruç tutar. Sirâ-cîyye'de de böyledir.
Bir kimse: «(Bid'atü aşere yevmen =) On gün ilâ on
dokuz gün oruç Tutayım.» diye adamış olsa; o kimse on üç gün oruç tutar.
Fethü'I - Kadîr'de de böyledir.
Bir kimse: «Allah
rızası için (keza keza yevmen =) şu kadar, şu kadar gün oruç tutayım.» diye
adamış bulunsa, bu kimsenin on bir gün oruç tutması gerekir. Bu kimse, adadığı
esnada sâdece (keza, keza' =0 «şu kadar, şu kadar» demiş bulunsa yirmi bir gün
oruç tutması lâzım gelir. Fetâvâyı Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimse: «Cum'a
orucu tutmak, üzerime nezrolsun.» demiş olsa; bu şahsın yedi gün oruç tutması
gerekir. Fakat, bu kimse adaması esnasında «sadece cum'a günü» diye
belirtmişse, bu durumda sâdace cum'a günü oruç tutar. Sirâcü'l - Vehhâc'da da
böyledir.
Cum'a günlerinde oruç
tutmayı adamış olan kimse İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe (R.AJ'ye göre, on cum'a oruç
tutar. İmâmeyrfe göre ise, bu şahsın
ömrünün bütün cum'afarında oruç tutması gerekir.
Bir kimse: «Bu ayın
cum'alarında oruç tutmak üzerime nezir olsun.» demiş olsa; o ay çıkıncaya kadar
bütün cum'aları oruç tutar. Şemsü'l - Eimme Serahsî: «Sahih olan budur.»
demiştir. Zahîriyye'-de de böyledir.
Bir kimse: «Allah
için, perşembe günü oruç tutmak üzerime nezir olsun.» demiş bulunsa; 'bu kimse
— sadece— kendisine en yakın olan perşembe günü oruç tutar. Gelecek perşembe
günlerinln hepsinde oruç .tınması gerekmez. Ancak, -gelecek her perşembede oruç
tutmaya» niyyet etmiş olması hâli müstesnadır.
Keza, bir kimse:
«Sekiz gün cumartesi günü Allah rızası için oruç tutayım.» diye adamış olsa, bu
kimsenin, iki cumartesi günü oruç tutması lâzım gelir. Fakat, bu kimse «yedi
gün, cumartesini oruç tutayım.» diye nezretmiş olsaydı, yedi cumartesi günü
oruç tutması gerekirdi. Çünkü, cumartesi yedi günün içinde bir tanedir;
tekerrür etmez. Ve böyle diyen kimsenin sözü, öncekinin sözüne muhalif olarak,
sayı üzerine hamledilir. Sirâcü'l - Vehhâc'da da böyledir.
Bir kimse, bütün
perşembe günlerinde oruç tutmaya niyyet etmiş olsa ve fakat bu perşembelerden
birinde oruç tutmamış bulunsa, o kimsenin bu — tutmadığı — orucu kaza etmesi
geretör. Muhiyt'-te'de böyledir.
Bir kimse, çeyh-i fâni
oluncaya kacîar, kaza borcunu te'hir etmiş olsa veya ömrü boyunca oruç tutmayı
adamış bulunan bir kimse, âciz kalıp bu adağını yerine getiremese veya san'atı
İle meşgul olması sebebi ile. bunu yapması, kendisine meşakketli gelse, bu durumdaki
kimseler, oruç tutmayıp, her gün bir fakiri doyururlar. Bu kimselerin,
—zorluğundan dolayı— bunu yapmaya da güçleri yetmezse, Allahu Teâlâ'dan af
dilerler. Şüphesiz ki Allah C.C.) bağışlayıcı ve merhamet edicidir.
Zamanın zorluğundan
{sıcaklık gibi-..) dolayı oruç tutmaya gücü yetmeyen, —bu durumdaki— kimseler
de, oruç tumayıp kışı beklerler ve kışın kaza ederler. Fethü'l - Kadîr'de de
böyledir.
Bu hüküm, ömür boyu
oruç tutmayı adamamış olan kimseler içindir. Hulâsa'da da böyledir,
Bir kimse : «Allah
rızâsı için on gün oruç tutayım.» demeyi murad ettiği halde, ağzından «...Bir
ay oruç tutayım.» sözü, çıkmış olsa; bu kimsenin bir ay oruç tutması gerekir.
Çünkü, nezirde kasıd-la, kasdm dışındaki söz müsâvîdir
«AMah rızası için, bir
ay oruç tutmak üzerime nezir olsun.» diyen kimsenin, otuz gün oruç tutması
lâzım gelir. Burada ay otuz gün olarak belirlenir. Nezreder etmez, hemen oruca
başlamak gerekmez. Burada orucu tehir etmekten dolayı günahkâr olunmaz.
Sirâcü'l - Vehhâc'da da böyledir.
fetAvAyi hindîyye
Bir kimse : «Bu ayın
orucunu tutmak, bana nezir olsun,» demiş olsa, bu kimse, o ayın kalmış bulunan
günlerinde oruç tutar. Adarken, bir ay oruç tutmayı adamış olursa, bu niyyetini
yerine ga-tirir. Muhıyt'te de böyledir.
Arka arkaya olmak
üzere, bir ay oruç tutmayı adamış olan kimsenin, bu orucu arka arkaya —hiç ara
vermeden— tutması gerekir.
Fakat, mutlak olarak
bir ay oruç tutmayı adamış bulunan kimse, muhayyerdir: Dilerse peş peşe tutar;
dilerse bazan yeyip, bazan tutarak otuz güne tamamlar. Bu durumdaki bir kimse,
—belli bir — ayda oruç tutmaya başlasa da, arada bir orucu yemiş olsa, bu
yediği orucu kaza eder; —baştan başlayıp, hepsini— yeniden tutması gerekmez.
Bu durumda, tamamını iftar etmiş olan kimse de muhayyerdir r Kaza ederken,
dilerse ayrı ayrı tutar; dilerse arka arkaya.tutar. Zâhidî'de de böyledir.
Bir kimse : «Şevval,
zil-ka'de ve zil-hicce aylarında Alları rızâsı için oruç tutmak nezrim olsun.»
demiş bulunsa, bu oruçları, mezkûr ayların hilallerine bakarak tutar. Zil-ka'de
ve zil-hicce otuzar gün, şevval yirmi dokuz gün olursa, bu şahsın beş gün daha
oruç tutması gerekir. Bu beş günün, bir günü /ramazan bayramı, dört günü de
teşrıyk günlerinin yerinedir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimse, Allah
rızası için üç ay oruç tutmayı adaşa ve bu üç ayı da şevval, zilkâde ve zil-hicce
olarak belirlese bu durumda zil-kâde ile zil-hicce otuzar, şevval ise yirmi
dokuz gün olsa, bu kimsenin altı günün orucunu kaza etmesi gerekir. Hulâsa'da
da böyledir.
Bir kimse : «Allah
rızâsı için, ramazan ayının misli (kadar) oruç tutmak, üzerime nezir olsun.»
demiş olsa ve bunu arka arkaya tutmaya niyyet etmiş bulunsa, bu kimsenin, arka
arkaya bîr ay orııo tutması gerekir.
Eğer bu kimse,
«ramazan ayının misli» derken, buradaki benzetişi ile ramazan ayının, sayısı
kadar oruç tutmayı kasdetmiş olursa veya bu ko;.uda hiç bir niyyeti bulunmazsa,
bu şahsın otuz gün oruç tutması gerekir ve bunu isterse arka arkaya, isterse
ayrı ayrı tutar. Muhıyt'te de böyledir, Nevâzîl'de : «Biz bunu kabul ederiz.»
denilmiştir. Tatarhâniyye'de de böyledir.
Keza bu kimse
«ramazanın misli- tabiri |le, onun farz oluşunu irâde eylemişse, yine ayrı
ayrı tutar. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bîr kimse : «Allah
rızası için bu sene oruç tutayım,* diye nezretmiş olsa; ramazan ve kurban bayramının —ilk— gönleri
ila teşrıyk günlerini, sonradan kaza eder. Hidâye'de de böyledir.
Bu —hüküm— bu şahsın
ramazan bsyramından önce, bu şekilde niyyet etmiş olması halindedir. Şayet, o
kimse şevval ayında, bu şekilde söyliyerek niyyet etmiş olursa, ramazan
bayramının — ilk— gününü kaza eylemez.
Keza, bu kimse teşrıyk
günlerinden sonrar bu şekilde —söyliyerek— niyyet etmiş olursa, bayram ve
teşrıyk günlerini kaza etmesi gerekmez. Gâyetü'l Beyân'da da böyledir.
Bir kimse : «Allah
rızâsı için, bir sene oruç tutayım.» dese ve fakat 'bu senenin hangi sene
olduğunu belirlemese, ayları ile tutarak seneyi tamamlar ve otuz beş günlük
orucunu da kaza eder. Bu otuz 'beş günün, otuzu ramazan, beşi de bayram ve
teşrıyk günlerinin yerinedir
«Allah için, arka
arkaya bir senenin orucunu tutmak üzerime nezir olsun», diyen kimsenin —bu
niyyeti ile— durumu, «Allah için — bi aynihî— şu seneyi oruçlu geçirmek nezrim
olsun.» diyen kimsenin durumu gibidir. Bu kimsenin ramazan ayım kaza etmesi
lâzım gelir Çünkü, ramazan ayı, arka arkaya bir yılın dışında değildir.
Hu-(âsa'da da böyledir.
Bir kadın, —adamak
sureti II«— belli bir seneyi oruçlu geçirmeyi üzerine vacip eylemiş olsa; fau
kadın hayz olduğu günlerin orucunu sonradan kaza eder. Çünkü, hayızlı olduğu günler, —oruç tutmayı adadığı— senenin
dışında değildir Sahih olan budur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Oruç tutmanın adandığı
sırada «dehren» denilmiş olsa; bu kelime burada «bir sene» veya «ömür boyu»
manasına gelir. Fethü'l-Kadîr'de de böyledir.
Bir şarta ta'lik
edilmiş (= bağlanmış) olan bir nezir, o şartın meydana gelmesinden önce edâ
ediimez; edilmiş olsa bile caiz olmaz. Bu, bil-icmâ' böyledir
Bir vakte izafe
edilen, bîr nezir fse, o vakit gelmeden eda" edifa-bilir. Şöyle ki: Bir
kimse, recep ayını oruçlu geçirmeyi nezretse de, onun yerine rebiüi-evvel ayını
oruçlu geçirse; böyle yapması İmâm Ebû Yûsuf'un kavline göre caiz olur. Bu
kavil, aynı zamanda İmâm-i A'zam Ebû Hanîfe'nin de kavlidir, imâm Muhammed'e
göre ise, bu caiz olmaz. Muhıyt'te de böyledir.
«İyiieşirsem oruç
tutarım.» diyen Dlr kimseye, "Allah rızesi İçin, oruç tutmak üzerime nezir
oisun.» demedikçe, bir şey lâzım gelmez. Kıyasa uygun olan budur. İstihsanda
ise : «Bu kimsenin oruç tutması
gerekir.» denilmiştir. Fakat, bu kimse sözünü bir şarta ta'hk etmezse, o
kimseye kıyâsen de, istihsânen ds, bir şey vacip olmaz. Zahîriyye'de de
böyledir.
Bîr kimse, beiîi bir
ayı oruçlu geçirmeyi nezrederek, o,ay oruç tutmayı kendisine vacip ey I ese,
ancak o ay gelmeden bu kimse öise, bu kimsenin o ayın her bir gününün orucu
için fakire yarım saT (= 520 dirhem) buğday ıt'âm edilmesini vasiyyet etmesi
gerekir Ayın belirli bir ay olması ile olmaması arasında bir fark yoktur.
Hasta bir kimse :
«Allah rızâsı için. bir ay oruç tutmak üzerime nezir olsun.» demiş oisa ve bu
şahıs sıhhatine kavuşmadan ölse,
-kendisine ?hie bir şey lâzım gelmez.
Ancak, bu şahıs, bir tek gün bile, iyileşmiş olsa, ayın tamamını saviyyet
etmesi gerekir. İmâm Muhammed (R.A.) ise: «Bu kimse, sıhhate kavuştuğu günler kadarını
vasiyyet eder.' demiştir. Hulâsa'da da böyledir.
«Allah rızası için,
ayın başında ve sonunda peş peşe ıh
gön; oruç tutmak üzerime nezir olsun.» diyen kimsenin, ayjn on beşinci ve on
altıncı günlerinde oruç tutması gerekir.
Fetâvâyl Kadı-hân'da da böyledir.
Bir kimse: «Allah rızası için, recep ayını oruç tutarak
g*?-çareyim.» diye adakta bulunduktan sonra, zfhar keffâreti oiarak arka arkaya
İki ay oruç tutsa vs bu aylardan bîri de recep ayı olsa, bu «keffâret-i zıhari—
caiz olur. Ancak, recep ayını -t-nezrinden.dolayı — sonradan kaza etmesi gerekir.
Esahh olan budur, Zahîriyye'dc de böyledir. [32]
Bu bab, İ'tikâfın:
a) Manasını,
b) Kısımlarını,
c) Şart ve
rükünleri,
d)
Edeblerini,
e) Güzellik
ve üstünlüklerini,
f) İ'tİkâfi
bozan şeyleri ve
g) İ'tikâf
için zararlı olan şeyleri, ihtiva etmektedir. [33]
İ'tikâf: Bir
mescid-i şerîfde veya mesci'd hükmündeki
bir yerde, i'tikâf niyyeti ile ikâmet etmektir. [34]
İ'tlkâf:
1- Vacip,
2- Sünnet-î müekkede,
3- Müstehâb olmak
üzere üç kısma ayrılır.
Bir şarta bağlı olarak
veya bir şarta bağlı olmadan adanmış bulunan i'tikâf, vacip olan i'tikâftır.
Ramazan-ı şerifin son
on günündeki i'tikâf İse (kifâye yolu ile) sunnet-i müekkededir.
Bu ikisi dışında,
—başka zamanda— bir mesctdda ibâdet n;y yeti i!e yapılan i'tikâf ise, müstebab
olan i'tikâftır. Fethü'I - Kadîr'do de böyledir. [35]
1- Niyyet: Niyyetsiz
i'tîköf. h'.l - icmS" cûa
olmaz. Mi'râ-cü*d - Dirâye'de de
böyledir.
2- İ'tikâf
mescidde yapılmalıdır: Ezan
okunup, kamet getirilen her
mescidde i'tikâf yapılabilir. Sahih olan budur. Huîâsa'da böyledir. [36]
İ'tikâfin en efdali,
Mescîd-i Hsrarn'da f= Beytullah'da = Kâ'be'de) yapılan i'tikâftır. Sonra,
i'iikâfîar fazilet dereceleri i'tiba-riyle şöylece sıralanır: MescîcS-i Nebî'de
{= Medînc-i Münevvere'-deki Ravza-i Muta-hnara'da), sonra Kudüs'teki Mcscid'i
Aksâ'da, sonra camilerde ve sonra da cemâati çok olan mescid'erde yapılan
i'ti-kâflar efdaldir. Tebyîn'de de böyledir.
Kadınlar, kendi
evlerinin mescidinde (= namaz kıldığı odasında] i'tikâf yaparlar. Bu durumda,
i'tikâf yaptıklar: yerler kadınlar hakkında cemaatin namaz kıldığı mescidfer
gibi olur. Kadınlar, zaruri ve insani ihtiyaçları olmadıkça, — i'tikâf
müridetînce —• buradan çıkmazlar, Mebsût Şerfıî'nde de böyledir.
Kadınların, dışarıdaki
mescidlerde f'tifcâfa girmeleri caizdir ve fakat bu mekruhtur. Serahsî'nin
Muhıyt'indo de böyledir.
Kadınların evlerinde
i'tikâf yapmaları, mescidde Tîikâf yapmalarından; mah~İ!e mescidinde i'tikâf
yapmaları da, büyük rnescid-de i'tikâf yapmalarından daha efdâldir. Evinde
i'tikâf yapacak oian kadın, nama? kılmaya tahsis edilmiş bir yer yoksa: evinde
namaz kıldığı yerin hâricinde i'tikâf yapabilir
Bîr kadının evinde
mescid yoksa, bir yeri mescîd ittiha? edip, orada i'tiköf yapar. Zâhidî'ds de
böyledir.
3- İtirafın şartlarından bîri de oruçtur: Oruçlu olmak, vacip olan i'tikâflar için şarttır ve lâzımdır. Zâhirü'r - rivây-ede, bu hususta
İmâm Ebû H&nîfe (R.A.)'den bir rivayet vardır. İmâmeyn (R.A.)'in
kavillerine göre : Nafile olan İ'tikâfîarda oruç şart değildir. Hatta, mescide
girmiş bulunan bir kimse, ordan çıkıncaya kadar i'ti-kâfa nlyyet etmiş olsa, bu
büe sahih olur. Tebyîn'de de böyledir.
Bir kimse, bir gece ve
bir gündüz i'tikâf etmeyi nezretmiş olsa ve fakat o gün oruç tutmasa, bu
—i'tikâfı— sahih olmaz.
Bir kimse, şayet:
«Allah rızâsı için, oruçsuz olarak bir ay i'tikâf yapayım.» diye nezretmiş
olsa; bu kimsenin hem i'tikâf yapması ve hem de oruç tutrnas; iâsım gelir. Zahîriyye'de de böyledir.
Orucun kendisinin
bulunması şart kılınmıştır; i'tikâf yönünden oruç şart kılınmamıştır. Hatta,
bir kimsenin ramazan i'tikâfını nezretmesi de sahihtir. Zshıyrs'a'e de
böyledir.
—Ramazan i'tikâfını
nezreden— bir kimse, ramazan orucunu tutsr da, i'tikâf yapmazsa; >bu
kimsenin diğer bir ayda ard arda ol-. mak şartı ile i'tikâf yapması ve bu
i'tikâf günlerinde de- oruç tutması gerekir. Mtslıtyt'te. de böyledir.
Bu kimse, eğer ikinci
ramazan gelene kadar î'tikâfa girmez, ve bu gelen ramazanda i'tikâfa girerse,
caiz olmaz (Nezri yerine gelmiş bulunmaz.) Çünkü, oruç o kimsenin zimmetinde
borç olmuş olmaktadır.'Bunun, da vaktini zayi etmiş olduğu İçin, bu oruç
binefsihî maksûd olmuş bulunmaktadır. Maksûd olan ise, başkası ile edâ olunmaz.
Hatta, bir ay i'tikâfa girmeyi nezretmiş olan bir kimse, sonra da ramazanda
i'tikâf yapsa, bu caiz olmaz. (Yani, nezri yerine gelmiş bulunmaz.) Bu kimse,
oruç tutmasa ve o ayın orucu ile beraber, i'tikâfını da kaza etse, bu caiz
olur. Çünkü kaza, edâ gibidir. Serahsî'-nîn Muhıyt'inde de böyledir.
Nafile oruç tutmaya
niyyetli olarak sabaha erişen bir kimse, gündüzün bir bölümünde «Allah İçin
i'tikâf yapmak üzerime nezir olsun.» dese, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'nın kavline
göre, o kimsenin î'tikâfı kıyâsa göre olmaz. Çünkü, —adanan bu,— İ'tikâf
vaciptir. Bu da ancak vacip olan bir oruçla sahih olur. Halbuki, bir kimsenin
—önceden niyyet etmiş olduğu— orucu nafile bir oruçtur ve onu vacip kılmak
mümkün değildir. Muhiyt'te de böyledir. [37]
Çünkü : Müslüman
olmayan, ibâdete ehil değildir. Mecnun (= deli), niyyete ehil değildir.
Cünüp, hayıziı ve
nifaslı olanlar ise, mescidlere girmekten men edilmişlerdir.
Bulûğa ermek, i'tikâfm
sıhhatinin şartlarından değildir. Yani, akıllı olan çocuğun yaptığı iîtikâf
sahih olur.
I'tikâfın sahih oibasi
için, erkek olmak ve hür olmak da şart değildir. Kadın, kocasının izni ile;
köle de efendisinin izni ile i'tikâfa girebilir ve i'ti kaftan sahih olur.
Bedâi'dü de böyledir.
Bir kimse, i'tikâf
için hanımına izin verince, artık bundan dönemez ve hanımının i'tikâf yapmasını
men etmesi sahih olmaz. Fakat, efendi, kölesine verdiği izinden dönebilir.
Böyle yapmakla, efendi kötü bir iş yapmış ve günahkâr olmuş olur.
Mükâtep köle İse,
efendisinden izin «İmadan i'tîkâf yapabilir. Efendisinin, mükâtep köleyi
i'tikâftan men etme hakkı yoktur. Fetâ-vâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kadın, i'tikâf
yapmayı —izinsiz olarak— adamış olsa, bu durumda da kocasının, o kadını
i'tikâftan men etme hakkı vardır.
Keza, köle ve
cariyeler de, i'tikâfi nezretmiş bulunsalar, efendileri onları —i'tikâftan—
men edebilirler. Muhiy'te de böyledir.
Azad edilen köle ve
baîne olan cariye, —nezredip yerine getiremedikleri— bu i'tikâflarını kaza
ederler. Fethü'l - Kâdîr'de de böyledir.
Müntekâ'da : «Bir
koca, karısına bir ay i'tikâfa girmesi için İzin vermiş olsa; kadın bu bir
aylık i'tikâf süresinin ard arda olmasını istese,'bu durumda (kocası ayrı ayrı
olmasını emredebilir. Ancak koca, biaynihî bir ay İ'tikâfa girmesi için
karısına izin vermiş olsa, kadın da ard arda olarak i'tikâf yapsa, kocanın onu
men etmeye hakkı kalmaz.* denilmiştir.
Serâhsî'nin Muhıt'inde de böyledir. [38]
i'tikâf esnasında,
hayırdan başka bir şey söylenmemelidir.
Ramazan-t şerifin son
on gönünde ve Harem-i Şerif gibi mescidlerin efdâl olanında i'tikâf yapılması
daha efdâldir. Sirâcü'I • Vehhâc'da da böyledir,
Mu'tekif (= i'tikâf
yapan kimse), Kur'ân?ı Kerim okumaya, hadîs-i şerif okuyup öğrenmeye ve
öğretmeye, Peygamber (S.A.V.) Efendimizin Siysrini ve diğer peygamberlerin
siyerlerini okumaya, sâlih kişilerin haberlerini okumaya ve dînî vazifeleri
yazmaya devam eder. Fethü'l - Kâdîr'de de böyledir.
Mu'tekifin, günâh olmayan
sözleri konuşmasında da bir beis yoktur. Tahâvî'de de böyledir. [39]
O Mu'tekif, i'tikâfta
kendisini tamamen Aliahu Teâlâ'nin ibâdetine teslim eder. Onun maksadı, sadece
Allah (C.C.Vın ri2âsına yakın olmaktır.
İ'tikâf sayesinde
nefis, kulu Allah'a yakın olmaktan men eden dünya meşakkatlerinden uzak kaiır.
Mu'tekif, bütün
vakitlerini namaza tahsis etmiş, her an namaza gark olmuş demektir. Çünkü,
bil-fill namaz kılmadığı zamanlarda bile, mescidin içindedir ve cemâatle
birlikte namaz kılmaya hazırdır; onu beklemektedir.
Mu'tekifler, Kurân-i
Kerîmfde vasıfları şu şekilde zikredilmekte olan melekler gibidirler:
«Onlar (=: melekler),
Aliahu Teâlâ'nın emrine katîyyen karşı gelmezler ve kendilerine emredilmiş
olan şeyleri, harfiyyen yapıp, yerine getirirler.» [40]
«Onlar (o melekler)
ki, geca gündüz Aliahu Teâlâ'yı tenzih ve takdis ederler ve onlar (bunları
yapmaktan) asla usanmazlar.[41]
— Görüldüğü gibî —
mu'teküer, melekler gibidirler.
Mu'tekifin oruçlu
bulunmasının şart olması da, i'tikâfm
gü-zelliklerindendir. —
Çünkü—Oruçlu olan kimse
ANahu Teâlâ'nın misafiridir. Nihâye'de de böyledir. [42]
Mu tekîf, bir zaruret
olmaksızın, i'tîkâfa girdiği yerden gece veya gündüz vaktinde çıkmaz. Özürsüz
olarak — bir saat bile — çıkmış olsa, İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe [R.A,)şye göre*,
o kimsenin i'tikâfı bozulur. Muhıyt'te de böyledir.
Mu'tekîfin, i'tikâf
yaptığı yerden, kasden veya sehven çıkmış olması da müsâvîdir, FeJâvâyİ
Kâdîhân'da <ia böyledir.
İ'tikâf yapan kadınlar
da, evlerinin mescidîerinden, —zaruret olmadıkça— dışarı çıkmazlar Serahsî'nîn
Muhıyt'inde de böyledir.
O Mescidde i'tikâfa
girmiş bulunan bir kadını, i'tikâfta İken kocası boşamış olsa, bu kadın evine
gider ve kalan kısmı evinde tamamlar. Tebyîn'de de böyledir.
Büyük veya küçük
abdest bozmak ve cum'a namazı kılmak için i'tikâf yerinden çıkılabilir.
İ'tikâMı için bunlar —meşru — Özürlerdir. Abdest bozmak için çıkmış olan kimse,
evine gidebilir. Sonra mescide döner; bunda bir beis yoktur.
Bu durumda, ihtiyacını
giderînce hemen mescide dönmek gerekir. Hemen mescide dönmeyip, bir müddet
oyalanan kimsenin İ'tikâfı imâm-ı A'zam (R.A.)'a göre bozulur. Muhıyt'te de
böyledir.
Bir mu'tekifin,
i'tikâfa girdiği mescidin yakınında, bir dostunun evi bulunsa; kazâ-i hacet
için o eve gitmesi lâzım gelmez.
Mu'tekifin, biri
i'tikâfa girdiği mescide yakın, diğeri ise uzak olan İki evi bulunsa; bazı
âlimler; «Uzak olan evine gitmesi caiz olmaz;'şayet giderse î'tikâfı batıl
olur.» demişlerdir. Slrâcü'l - Vehhâc'-da da böyledir.
İnsanî bir ihtiyaç
için tnescîdden çıkmış olan mu'tekif yavaş yavaş yürür. Nihâye'de de böyledir,
Mu'tekif, i'tikaf
yaptığı yerde yer içer ve uyur. Çünkü bunların mescidde yapılmaları mümkündür.
Bunlar için dışarı çıkmaya İhtiyaç yoktur. Hidâye'de de böyledir.
İ'tikâfa girdiği
rnescidde cum'a kılınmayan bir mu'tekif, eğsr câmî yakınsa, cum'a kılmak için,
güneş zeval noktasına varınca çıkar. Bu zamanda çıkması için, zeval vaktini
bekleyince, hutbeyi ve cum'ayı geçirtmemiş olmast gerekir. Eğer, bekleyince
bunlara yetişe-miyecek olursa, bu durumda zeval vaktini beklemeden, — i'tikâf
yaptığı mescidden,— camiye varıp dört rek'at namaz kılacak ve minberin yanma
oturacak şekilde— çıkar.
Cum'ayı kıldıktan
sonra ise, dört veya altı rek'at namaz kılacak kadar camide 'bekler. Böyle
yapması, cum'anın sünnetindeki ihtilâf sebebi iledir. Kâfî'de de böyledir.
Mu'tekif, —cum'a
kılmaık İçin— gittiği camide bir gündüz ve bir gece kalırsa veya i'ti kâfini
orada tamamlarsa, bu durumda i'tikâfı bozulmuş olmaz. Ancak, böyle yapmak
mekruhtur. Sirâcü'l - Veh-hâc'da da böyledir.
Mu'tekif, mescidin
yıkılması veya oradan- zoraki çıkarılma gibi bir özür sebebi ile, —i'tikaf
yaptığı— mescidden çıkacak olur ve hemen başka bir mescide giderse, i'tikâfı
bozulmaz. Bu, istihsân-dır. Badâİ'de de böyledir.
Nefsinin veya malının
helak olacağından korkan mu'tekif de mescid'den çıkabilir. Tebyîn'de de
böyledir.
Büyük veya küçük
abdest bozmak için, mescidden çıkmış
bulunan bir mu'tekifi, alacaklısı bir süre hapsetmiş olsa,
İmâm-ı A'zam (RA)'a göre bu kimsenin i'tikâfı bozulur. İmâmeyne göre
İse, bu durumda, o mu'tekifin i'tikâfı bozulmaz. İmâm Serahsî: «İmâmey-nin kavilleri müslümanlar için bir
kolaylıktır.» demiştir. Hulâsa'da da
böyledir.
Mu'tekif hasta
ziyareti .için, İ'tikâf yerinden çıkamaz, Bah-rû'r-Râık'ta da böyledir.
Cenaze için çıkmış
bulunan mu'tekifin de, i'tikâfı bozulur.
Mu'tekif, kendisinden
yardım isteyene yardım etmek, boğulmak-. ta olan birini 'kurtarmak, yanmakta
olan bir şeyi söndürmek, cihâda gitmek veya şâhidlik yapmak için —mescidden—
çıkmış olsa, yine İ'tikâfı bozulur. Tebyîn'de de böyledir.
Mu'tekif,
hastalığından, dolayı, bir saat dışarı çıkmış olsa, yine i'tikâfı bozulur.
Zahîriyye'de de böyledir.
İ'tikâfı nezrederken
(= adarken), 'hasta ziyaretini,
cenaze namazını kılmayı veya ilim meclislerinde bulunmayı şart koşan bir
mu'tekifin, bunları yapması caiz olur. Tatarhâniyye'de de böyledir.
Bir mu'tekif caminin
minaresine çıkmış olsa; bu minarenin kapısı da mescidin dışında bulunsa, yine o
mu'tekifin i'tikâfı bozulmaz. Bedâi'de de böyledir.
Bu durumda,
mu'tenkifin müezzin olması veya olmaması arasında da bir fark yoktur. Sahih
olan budur. FetâvâyI Kâdîhân'da da böyledir.
Mu'tekifin, ehline
başını yıkatmak İçin, mescidden çıkmasm-da da bir beis yoktur. Tetarhâniyye'de
de böyledir.
Yukarıdaki
mes'elelerin tamamı, vacip olan
İ'tikâflarla İlgilidir. Nafile olan i'tikâflarda, zahirü'r- rivâyede, bir özür bulunsun veya bulunmasın, mescidden dışarı
çıkmakta bir beis yoktur Tuhfe'de:
«Hasta ziyareti için ve cenaze
namazı için çıkılmasında bir beis yoktur» denilmiştir. Nikâye'de de
böyledir. [43]
Mu'tekifin cima1
etmesi ve onun da'vetçilerini yapması haramdır. Cimâ'm davetçiierl derken,
mübaşeret, öpmek, tutmak, boynuna sarılıp kucaklamak, fercinin haricinde cima'
yapmak gibi şeyler kastedilmektedir. Bu hususta gece ile gündüz müsavidir.
Cima', kasden olsun,
sehven olsun; gece olsun, gündüz olsun
İ'tikâfı bozar. Cima' esnasında inzal vâki olsa da, olmasa da, i'tikâf bozulur.
Ancak, cimâ'm haricindeki şeylerde Inzâl vaki olursa, i'tikâf bozulur; olmazsa
bozulmaz. Bedâi'de de böyledir.
Düşünmekle veya
bakmakla meni çıkmış olsa, i'tikâf bozulmaz. Tebyîn'de de böyledir.
Ihtilâm olmakla da
İ'tikâf bozulmaz. Fethü'l - Kadîr'de de böyledir.
Mescidde gusletmek
imkânı varsa, mescidi
kirletmemek şartı ile, orada yıkanmakta bir beis yoktur. Aksi takdirde, mu'tekif çıkıp başka yerde yıkanır ve mescide döner.
Mescidde abdest almak da, aynen
böyledir. Mescid kirlenecekse, mu'tekif abdestini de dışarıda alır. Fetâvâyi
Kâdîhân'da ela böyledir. [44]
İ'tikâfı esnasında,
bir kaç gün baygınlık veya cinnet arız
olan bir mu'tekifin
i'tikâfı bozulmuş olur. Bu şahıs iyileşince, yeniden i'tikâfa başlar. Hatta,
bu hal devam etse de, senelerce sonra zail olsa, bu şahsın yine i'tikâfını kaza
etmesi gerekir. Bedâi'de de böyledir.
Ancak, hemen gelip
geçen baygınlık ve cinnetten dolayı, —bunlar aralıklarla, böyle tekrar etse
bile — i'tikâf bozulmaz.
İ'tikâf esnasında
bunayan ve sonra da iyileşen kimsenin de, İ'tikâfını kaza etmesi vâclp olur.
FetâvâyI Kâdîhân'da da böyledir. [45]
i'tikâf esnasında,
ibâdet itikadı ile susmak mekruhtur. Tebyîn'de de böyledir.
Fakat, susmayı, bir
ibâdet telakki etmezse, bir yakınlık İtikadı olmazsa, bu durumda susması
mekruh olmaz. Bahrü'r - Râık'ta da
böyledir.
Günâh olan sözlerden
dili susturmak, İbâdetlerin en bü-yûklerindendir. Cevheretü'n- Neyyire'de de
böyledir.
Sövüşmek ve çekişmek,
l'tikâfı bozmaz. —Ama bunlar mekruhtur.— Hulâsamda da
böyledir.
Mu'tekif, unutarak,
gündüz bir şey yemiş olsa, l'tikâfı bozulmaz. Çünkü, bir şey yemenin haram
oluşu oruç içindir; i'tikâf için değildir. Nihâye'de de böyledir,
Burada aslolan:
Özellikle i'tikâflı için yasaklanmış olan şey, İ'tîkâfa zarar verir; -—sadece—
oruçlu için yasaklanmış olan şey ise, i'tikâfa zarar vermez. Bunda ihtilâf
yoktur. Gece.veya gündüz; kasten veya sehven, cima' veya özürsüz mescidden
çıkmak gibi şeyler i'tikâfa zarar verir. Oruca zarar veren şeylerin, kasden
veya sehven; gündüz veya gsce yapılmaları halinde ayrı ayrı hükümleri vardır.
Bedâi'de de böyledir.
Mu'tekifin yiyeceği
şeyleri alıp satmasında bir beis yoktur. Bu hususta bir tereddüd de yoktur.
Fakat, bunları ticâret kasdı İle yapması mekruhtur. Fetâvâyi Kâdihân'da ve
Zehıyre'de böyledir. Sahih olan da budur. Tebyîn'de de böyledir.
Mu'tekifin evlenmesi
va müracaatı[46] caiz olur. Cevhe-reîü'n - Neyyire'de de
böyledir.
Mu'tekif temiz
elbiseler giyinmelidir. Koku sürünmesinde ve başını yağlamasında bir beis
yoktur. Hulâsa'da da böyledir.
Mu'tekif, geceleyin
sarhoş olsa, i'tikâfını bozmaz. Çünkü bu dinin zararlı gördüğü şeylerden
olmakla birlikte, ayrıca, i'tlkâfın mahzurlarından değildir. Başkasının malını
yemek de, bunun gibidir. Fetâvâyî Kâdîhân'da da böyledir.
Vacip olan bir i'tîkâf
bozulduğu zaman, onu kaza etmek vâ-clp olur. Bir kimse, biaynihî bir ay
i'tikâfa girmiş ve fakat bîr gününde oruç tutmamışsa, —sadece —o günü kaza
eder. Fakat, bu ayın i'tikâfı biaynihî değilse, bu durumda i'tikâfa baştan
başlayarak, onu kaza eder. Bu durumda, mu'tekifin i'tikâfını; kendi isteği ile
özürsüz olarak, mescidden çıkmak, cima' etmek, gündüz yemek yemek gibi
sebeplerle bozması ile; hastalanmak, 'hayız, cinnet ve uzun süreli baygınlık
gibi bir özür sebebi ile veya kendi sun'unun dışında h;r sebeple çıkması
arasında bir fark yoktur. Fethu'l - Kadîr'de de böyledir. [47]
Nefsine i'tikâfı vacip
kılacak olan (— İ'tikâfa girmeyi adayacak) olan kimse, buna yalnız kalbi ile
niyet etmekle yetinmemeli; bu niyetini dili ile de söylemelidir. Şemsü'l -
Eimme'ye göre, sadece kalb ile niyyet, i'tikâfm vacip olması için kâfî
değildir. Münasip olan da budur. Nihâye'de de böyledir.
İ'tikâfa niyyet eden
kinişe, i'tikâf edeceği günlerin sayısını cemi1 (= çoğul) sıygası ile vb
tesniye (= ikiye delalet eden) sıygası ile söylemişse, bu günlerin gecelerinde
veya bu gecelerin gündüzlerinde de i'tikâfta kalması gerekir. Kâfî'de de
böyledir,
Üç gün veya daha fazla
i'tikâf nezretmiş olan kimse; iki gün i'tikâf nezretmiş olan kimse; üç gece
veya daha fazla — gece— i'tikâf nezretmiş olan kimse; veya iki gece i'tikâf
nezretmiş olan kimse, bu nezrettiği günleri gece gündüz i'tikâfta geçirir.
Sadece gündüzleri zikretmiş olduğu durumda, o gündüzlerin gecelerini; sadece geceleri zikretmiş
olduğu durumlarda da, o gecelerin gündüzlerini de İ'tikâfta geçirmesi gerekir.
Ancak, böyle yapması için, sadece gece veya sadece gündüz için özellikle bir
niyyeti olmaması gerekir.
Şayet, gündüzleri
gündüz, geceleri ise gece olarak, özellikle nly-yetinde belirtmiş olursa, bu
niyyeti (ne uyması da) sahih olur. Bu durumda, sadece gündüzleri veya sadece geceleri
i'tikâfa girer. Be-dâi'de de^böyledir.
Bir kimse, bir gün
i'tikâf yapmayı adamış bulunsa, bu bir
gündüz demek olur ve ona .gece dâhil edilmez. Fethü'I - Kadîr'da de böyledir.
Vücûbunda gece dâhil
olmayan i'tikâfları ayrı ayrı günlerde yapmak caiz olur. Vücûbunda gece ve
gündüz dâhil olan i'tikâfları İse, arka arkaya yapmak gerekir. Bedâi'de de
böyledir.
Bir ay veya belirli
bir ay veytıut otuz gün i'tikâf yapmayı nezretmiş olan kimse, bu i'tikâfını
arka arkaya —hiç bir gün ara vermeden •— yapar.
Bir ay i'tikâf
nezredîllr ve fakat bu nezir esnasında tevali (= ara vermemek) kasdedilmezse
(ve ay da belirtilmemiş olursa); bu durumda nezir sahibi dilediği gibi yapar.
[Yani dilerse, peş peşs bir ay i'tikâfta kalır; dilerse ayrı ayrı günlerde
l'tikâf yapar.) Zâhîrly-ye'de de böyledir.
l'tikâfa gece ve
gündüz dahil olduğu zaman, mu'tekif l'tikâf yapmaya geceden (güneşin
gurubundan) başlar. Çünkü, bütün gecelerin, kendisinden sonra gelen gündüze
tâbi olması asıldır. Kâfı'do de böyledir.
Bir kimse: «Allah rızâsı
için, iki gün İ'ttkâf yapmak üzerime nezir olsun.» demiş olsa; İ'tikâf için.
mescide güneş battıktan sonra girer. O geceyi ve o gecenin gündüzünü ve İkinci
geceyi ve bu ikinci gecenin gündüzünü de o mescidde geçirir. Güneş battıktan sonra mescidden
çıkar.
Günlerce (Üçden fazla)
i'tikâf nezretmlş olan kimseler de, l'tikâfa güneş battıktan sonra başlarlar.
Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimse, bayram günü
i'tikâfa girmeyi adamış bulunsa, bunu başka bir gün kaza eder. Eğer
yemin ederek, buna niyyet etmiş olursa, yemininin keffâretini verir. Şayet, bayram günü İ'tikâf yapmış olsa, bu
caiz olur; fakat böyle yapmak kötü bir şeydir. Hulâ-sa'da da böyledir.
Üzerine vacip olmayan
bir i'ti kâfi yapmakta olan kimse mescidden çıkmış olsa, bir şey gerekmez.
Zâhîriyye'de de böyledir.
Belli bir gün veya
ayda i'tikâfa girmeyi adamış olan kimse, bu zamandan önce i'tikâf yapsa; veya
Mescid-i Harâm'da i'tikâfa girmeyi adamış olan kimse başka bir mescidde
i'tikâfa girse, caiz olur. Bahrü'r - Râık'ta da böyledir.
Bir kimse, bir ay
i'tikâf adadıktan sonra, Irtidâd etse (= islâm Dininden çıksa), sonra da
tekrar müslüman olsa, bu kimseye bir şey lâzım gelmez. Serahsî'nin Muhıyt'İnde
de böyledir.
Bir kimse, bir ay
i'tikâfa girmeyi mezrettikten sonra Ölmüş olsa, eğer vasiyyet etmişse, bir
fakire her gün için yarım sa' buğday veya hurma veyahut da bir sa' arpa ıt'am
edilir. Sirâciyye'de de böyledir.
Bu kimsenin, bu
şekilde vasiyyet etmesi, üzerine vacip olur. Bedâî'de de böyledir.
Bu şahıs vasiyyet
etmemiş olsa ve fakat varisleri bunu verseler; bu da caiz olur.
Hasta olan bir kimse,
bir ay i'tikâfa girmeyi nezretse ve fakat bu hastalıktan iyileşmeden ölse, buna
bir şey lâzım gelmez.. Fakat, bir gün sıhhatine kavuştuktan sonra ölmüş olursa,
nezretmiş bulunduğu bir ayın tamamı için, her gününe bir fidye verilir.
Sirâciyye'do de böyledir. [48]
Bir kimse, (hicri) 559
yılının ramazan ayında oruç tutmasa; tutmadığı bu senenin orucunu kaza niyyeti
ile —sonradan— bir ay oruç tutup bilahare kazaya kalan orucunun 551. yılın
orucu olduğunu anlasa İmâm Ebû Halîfe (R.A.)'ye 9öra tuttuğu bu oruç caiz
olmaz, Zshîriyye'de ve Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir gayr-i müslim,
dâr-ı harpte müslüman olsa ve orucun farziyetini bilse, bakılır; eğer orucun
farz olduğunu ramazandan sonra öğrenmşise,.o kimsenin geçen ramazan oruçlarını
kaza etmesi gerekmez. Fakat, ramazan ayı İçinde, orucun farz olduğunu bilmekte
ise; bu kimsenin durumu —ramazanda ifâkat bulmuş olan— mecnunun durumu
gibidir. Zâhidî'de de böyledir.
Bu kimse, dâr-ı
islâmda İhtida etmiş (=: müslüman olmuş) olursa, ihtida ettiği günden sonraki
ramazan oruçlarını kaza etmesi gerekir. (Çünkü, islâm yurdunda bu gibi cehalet
özür sayılmaz.) Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bu kimse, zevalden
önce mûslûman olmuş olsa ve o vakte kadar da hiç bir şey yememiş bulunsa, o gün
nâfîle olarak oruç tutar. Zffhirü'r-rivâye'de bu böyledir. Bu kimsenin tuttuğu
bu oruç, nafile olarak sahih olmaz. Çünkü, bu kimsenin o günün evvelinde oruca
ehliyeti yoktu. (Yani ona oruç —günün evvelinde— farz değildi.) (Günün sonunda
farz olmuşsa da) oruç parçalara bölünmez, Serâhsî-nin Muhıyt'İnde de böyledir.
Zevalden önce bulûğa
erişen kir çocuk, şayet o vakte kadar bir şey yememişse, oruca niyyet eder. Bu
çocuğun bu orucu da nâ-file olur. Esahh olan budur. Sirâcü'l - Vehhâc'da da
böyledir.
Râzî: «Gücü yetecek
duruma gelince, çocuğa oruç tutması emredilir.» demiştir.
Ebû Ca'fer, Belh'li
âlimlerin bu tfıussutakl görüş ayrılıklarım nakletmiş ve : «Eğer oruç çocuğun
vücuduna zarar vermiyorsa, esahh olan, ona oruç tutmasını emretmektir. Eğer
oruç, çocuğun vücuduna zarar veriyorsa, emredilmez. Emredildiği halde, çocuk
oruç tutmazsa, onu kaza etmesi de gerekmez.
Ebû H af s'den soruldu
:
- On yaşına
geldiği halde, oruç tutmayan çocuk dövülür mü? O, şu cevabı verdi:
- Bu mes'ele
ihtilaflıdır. Sahih olan ise bunun da namaz gibi olduğudur. (Yani, — hafifçe
—dövülür.) Zâhidî'de de böyledir.
Ramazan günlerinden
birinin evvelinde, oruç tutmaya mâni bîr hali olup da, sonra o (hali zail olan
:her şahıs veya oruç tutmamayı mubah kılan bir hali bulunup da sonradan o 'hali
yok olan her şahıs, — ki bu halleri günün evvelinde zail olmuş olsaydı,
kendilerine oruç tutmak farz olacaktı — bu gibi şahısların, günün geride kalan
kısmı-nı imsak etmeleri (aynen oruçlu gibi geçirmeleri) vacip olur. Bunlar
ramazan gününde bulûğa eren çocuk, müsîüman olan gayr-i müslüm, Ifâkat bulan
mecnun, tıayızdan temizlenen kadın ve ikâmete ehil olacak şekilde gelen
misafir gibi şahıslardır ki, yukarıda söylediğimiz kaideye tabidirler.
Keza, günün evvelinde
orucun kendilerine farz olmasının sebepleri bulunan ve oruç tutmaya ehliyeti
olan kimseler, kasden orucu yemiş olsalar ve sonradan da pişmanlık duysalar
veya şek gönünda iftar etseler de, sonradan o günün ramdan olduğunu anlasalar
veyahut da fecir doğmadı zannı ile sahur yemeği yeseler de, sonradan — yemek
yedikleri esnada — fecrin doğmuş olduğunu anlasalar; bu gibi kimseler de günün
geride kalan kısmında imsak ederler. Bunu oruçluya benzemek îçin yaparlar.
Bedâi'de de böytedir.
Keza, nüneş battı diye
yiyen ve sonra da güneşi gören kimse; hatâen veya zor karşısında orucunu yiyen
kimse de günün kalan kısmında imsak eder. «Bu İmsak vâcfp değil, müstehaptır»
denilmiş ise de, sahih olan bu imsakin vacip olduğudur. Fethü'I - Kadîr'de de
böyledir.
Hayızlı, nifaslı,
hasta ve misafir (= yolcu) olan kimselerin oruçluya benzemelerinin vacip
olmadığında ise icmâ' vardır. Hulâsa'-da da böyledir,
Hayızlı açıktan yiyebilir mi? «Hayızlı gizlice
yer.» de denilmiştir; açıktan yiyebilir.» de denilmiştir.
Misafir ve ftssta
olanların «açıktan yiyebilecekleri» ne dair bîr rivayet vardır Sirâcül -
V&hhâc'da da böyledir.
Nafile bir oruca
başlayan kimse, sonradan bu orucunu yese, kaza etmesi gerekir. Hİdâye'de de
böyledir.
Bu kimsenin, bu orucu
kendi isteği îie veya isteği olmadan bozmuş olması da müsâvîdir. Hatta, nafile
oruç tutmakta olan bir kadın hayız olsa, o orucunu sonra kaza etmesi vacip
olur. Bu konudaki iki rivayetin esahh olanı budur. Nİhâye'de de böyledir.
Âlimlerimiz, zan ile
başlanmış cian oruç hakkında İhtilâf ettiler. Şöyle ki: Bir kimse, özerinde -—'borç olarak— var diye
bir oruca veya ıbir namaza başlamış olsa, sonradan bunun o şahıs üzerinde —
borç olarak— olmadığı, açjğa çıksa ve bu orucu, o şahıs kasden yese; âlimlerimizden
üçü: «O şahıs üzerine kaza lâzım gelmez.»
dediler. Fakat, efdâî olan, —bozulan— bu, orucu —sonradan tekrar-— tutmaktır.
Bu ihtilâfa görer bir kimse, keffâret orucuna başlayıp onu tutsa ve tamamlasa
ve fazla olduğunu anladığı orucu kasden bozsa, efdâl olan, bu kimsenin bu
orucu, kaza etmesidir. Bedâi'de de böyledir.
Bir kimse, fecrin
doğmasından sonra, kaza orucuna nîyyei etse; bu oruç kaza orucu olarak sahih
olmaz; nafile bir oruç olarak sahih olup olmayacağı hususunda da görüş ayrılığı
vardır. İmâm Ne-sefî: «Bu oruç nafile
olarak sahih olur.» demiştir. Bu
kimse, bu orucu bozarsa, kaza etmesi gerekir. Hulâsa'da da böyledir,
Ramazanın tamamında,
oruç tutmaya veya tutmamaya niy-yet etmemiş olan bir kimsenin, bu ramazan oruçların» — sadece — kaza etmesi
gerekir. HMâye'de de böyledir.
Ramazan orucundan başka, tîiç bir orucun bozuîmasmdan dolayı keffâret gerekmez; kaza gerekir. Kenz'de de böyledir.
Ramazan orucu
keffâreti ile zıhar keffâretl aynıdır. Vö bu keffâretler için, mü'min olsun.,
kâfir olsun «bir köle azâd edilir.
Buna gücü yetmiyen
kimse ise, arka arkaya altmış gün oruç tutar.
Buna gücü yetmiyen
kimse, altmış fakiri doyurur. Sunun için her fakire, bir sa' hurma veya bir sa'
arpa veya yarım sa' buğday verilir.
Ancak, bütün keffâretlerde,
keffâret verecek 'kimseye keffâretin vacip olduğu zamana değil, keffâreti
vereceği zamandaki hâline i'ti-bar olunur. Eğer keffâreti verirken fakir
olursa, —vacip olduğu sırada (her ne kadar zengin ise efe— oruç tutması caiz
olur. Hulâsa'da da böyledir.
Bir kimse, bir ramazan
içinde tekrar tekrar — keffâretl gerektirecek şekilde— cima' yapmış olsa, bu
şahıs için bir keffâret lâzım gelir ve kâfî olur. Fakat, bu şahıs cima' edip,
keffâreti yerine getirdikten sonra, tekrar cima1 etmiş olsa, kendisine ikinci
bir keffâret daha lâzım gelir. Zâhir'ür- rivâye'de böyledir. Fethü'l - Kadîr'de de böyledir.
Keza, bir 'kimse
ramazanda —keffâret gerektirecek şekilde— bir gün orucunu bozup, —keffâret
olarak— bir köle azâd etse, sonra yine aynı şekilde, bir orucunu bozup bir
köle azad etse, bundan sonra üçüncü bir defa daha —aynı şekilde— orucunu boz-sa
yine bir köle daha azad etmesi "gerekir. Ancak, köle azad etmeden önce,
kaç gün — keffâret gerektirecek şekilde— orucunu bozarsa bozsun keffâret olarak
bir köle azad eder. Ayrıca, yediği günlerin sayısı kadar, orucunu kaza eder.
Bir kimse, ayrı ayrı
iki ramazanda cima' eylemiş olsa da, birinci ramazanda yaptığı cimâ'nın
keffâretini yerine getirmemiş bulunsa; bu şahsa her cima' için ayrı ayrı
keffâret lâzım gelir. Zahirde böyledir. Bedâi'de de böyledir.
Sultan'a keffâret
lâzım gelirse, o bu keffâreti helâl malı ile yerine getirir, —Kendi malı
olmayan—foir köleyi azad etmesi Ne. keffâreti yerine getirmiş oimaz. Bahrü'r-
Rfiık'ta da böyledir,
Ramazanın İlk günü
perşembeye gelse, [kurban bayramının) arefe günü de bunun.-gibi perşembeye
gelse, bu gün —görüldüğü uauç gibi — «refe günü olur; kurban bayramı günü
olmaz. Har. Ali (R.A.)'-nin : «Kurban kestiğimiz gün, oruç tuttuğumuz gündür.»
mânasında-ki sözüne dayanıp, bu günde, kurban -kesmek caiz olmaz. Çünkü, bu
söz; devamlı, —bütün zamanlar İçin geçerli olarak— söylenmiş değildir;
bilakis, bu sözün, söylenmiş bulunduğu yılla ilgili olma ihtimâli vardır.
Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Farz olan oruçlar
13'tür. Bunlardan 7'sinde tetâbû' (= arka
-arkaya tutmak) gereklidir.
1- Ramazan
orucu,
2- Katil
keffâreti orucu,
3- Zıhar
keffâreti orucu,
4- Yemin
keffâreti orucu,
5- Kasden
bozulmuş bulunan Ramazan orucuna keffâret olarak tutulan oruç,
6- Muayyen
olan nezir orucu,
7- Muayyen
olan yemin orucu, Şu sayacağımız altı oruçta ise tetâbu' gerekmez :
8- Ramazan
orucunun kazası için tutulan oruç,
9- Mut'a
orucu,
10- Keffâret-i
ıhalk (= tıraş) için tutulan oruç t'Hacc'da)
11- (Hacc'da)
avlanmaktan dolayı ceza olarak tutulan oruç,
12- Mutlak
olarak (= zaman belirtilmeden) adanmış
bulunan oruç,
13- «Yemin
olsun ki, muhakkak bir ay oruç tutarım.» şeklinde yemin eden kimsenin orucu.
Bahrü'r - Râık'ta da böyledir.
Ramazan ayında
tutamadığı oruçları, kaza etmekte olan kimsenin, bunları arka arkaya tutması
müstehabtır. Çünkü, böyle yapmakla, 'borcundan bir an önce kurtulmuş olur.
Sirâcü'l - Vehhâc'da da
böyledir.
Kadir gecesini aramak müstehaptir. Çünkü, Kadir Gecesi,
senenin geceleri arasında en efdâl olan gecedir. Mi'râcü'd - Dirâye'-de
böyledir.
îmâm-ı A'zam £bO
Hanîfü İHA.): «Kadir gecesi, ramazanın cindedir. Fakat, onun hangi gece olduğu
bilinmez; bazen ileri geçer, oazen geri kalır.» demiştir.
Imâmeyn'e göre de.
Kadir gecesi ramazanın içindedir; fakat, o gece muayyen f= ta'yin olunmuş =
belirli) bir gecedir; ileri geçmediği gibi, geri de kalmaz. Fethü'i - Kadîr'in
İ'tikâf Babı'nda da böyledir,
Kölesine : «Sen Kadir
Gecesi hürsün,ı> diyen bir kimse, eğer bu sözü ramazan girmeden önce
söylemlşse, bu köle ramazan çıkınca azad ölmüş o!ur. Bu sözü, eğer ramazan
girdikten bir gece sonra söylemişse, bu köle, gelecek senenin ramazan ayı
çıkmadan azad olmuş sayılmaz. Bu durum, İmâm-ı A'zam Ebö Hanîfe (RAVye göredir.
Çünkü, ona göre. Kadir Gecesinin, gelmiş bulunan ramazan ayının .geçmiş oian o
bir gecesi İle gelecek olan ramazan ayının son gecesi olması caizdir. İmâmeyn'e
göre ise, bu köle, gelecek ramazanın ilk gecesi geçince azad olmuş olur.
Kâfî'de de böyledir.
İVîüîteka'l - Bihâr'da
: «Ebû Hanîfe'nin kavli tercih ediür.» denilmiştir. Mi'râcü'd- Dîrâye'de
böyledir.
Fetvâ'da buna göredir.
Serahsî'nin Muhiyt'inde de böyledir.
Halkın çoğunluğu,
sâlih kimselerin kabirlerinin yanında nezirde (—adakta) bulunuyorlar. Onun
—kabrinin— örtüsünü'kaldırarak : «Ey Efendim............ (filan), eğer İsteğim
yerine gelirse, benden sena......... şu kadar altınvar.» diyorlar. Bu,
bil-icmâ bâtıldır.
Ancak-, bu gibi
kimseler, eğer: «Ey Aüahım, Sen {hastama - hastalığıma) şifâ verirsen;
neşrediyorum ki, (bu) büyük zatların kapılarındaki fakirlere ikramda
bulunacağım-,.» veya «mescidine örtü alacağım..,», «lambasına gaz
alacağım...», «bakıcısına paralar vereceğim...» der veya bunlara benziyen
sözlerle adakta bulunursa yâni nezir Allah (C.C.) için; nezredilen şeyin faydası
da fakirler için olursa —ve bu şeyhin ismi sarf mahallinde zikredilmiş bulunur
ve nezredilen şey hak sahibi olan fakirlere verilirse — bu şekilde nezir (=
adak) caiz olur .Ancak, nezredilen şey, fakirlere barcanmadıkça, helâl oİ-maz.
İlim sahiplerine, fakirliklerinden dolayı değil de, ilimlerinden dolayı
—nezrediîmiş bulunan ve fakirlerin hakkı olan— bu şeyler verilmez. Nezredilen şeyin, bir kimseye, fakir olduğu
için değil de şeyhh; yanında bulunduğu
için verilmesi doğru olmaz. Bu niyyetie para veya benzeri şeyler veren
kimselerin — niyyetleri biliniyorsa — verdikleri de alınmaz.
Ona yakınlık kazanmak
maksadı ile, evliyanın kabrinin başına kurbanlık götürmek ve benzen şeyler
yapmak haramdır. Ancak, sağ olan fakirlere harcamak kasdı ile, bu gibi yerlere,
bu gibi şeyler götürülebîlir.
Gerçekten insanlar, bu
gibi yanlış yerlere mübteîâ oldular, Bah-rü'r-Râık'ta da böyledir.
Müeâhid: «Ramazan
geldi; ramazan gitti.» demeyi kerih görmüş ve şöyle demiştir: «—Kesin olarak—
bilmiyorum; ama. Ramazan lafzının Allahu TeâSâ'nın isimlerinden olması
'umulur,., Ramazan ayı geldi demekte bir sakınca yoktur.»
Ramazan geldi.»
demenin mekruh olduğu söylenmiştir. İmâm Muhammed (R.A.), Mücâhld'İn — bu—
sözünü reddetmiştir. Esahb olan İse, böyle söylemenin, mekruh olmadığıdır.
Serahsî'nin Muhıyt'-înde de böyledir. [49]
[1] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 2/5.
[2] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 2/5.
[3] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 2/5-6.
[4] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 2/6-8.
[5] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 2/8-9.
[6] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 2/9.
[7] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 2/9.
[8] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 2/10.
[9] Çünkü, bu durumdaki kimsenin ramazan orucu tutma
mecburiyeti yoktur.
[10] Ramazan-ı Şerif’den sonraki ay.
[11] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 2/10-15.
[12] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 2/15-18.
[13] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 2/18-21.
[14] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 2/21-24.
[15] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 2/24.
[16] Allâhümme. leke sıımtü ve bike âmentü ve 'aleyke
tevekkelttt ve 'alâ rızgıke eftartü ve savrae'1-ğadi min şehr-i ramazâne
neveytü fağfirll mâ kaddemtü ve mâ ahraiiû
[17] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 2/24.
[18] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 2/25-27.
[19] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 2/27.
[20] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 2/27-30.
[21] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 2/30.
[22] Câife: Cavfe yâni
boşluğa, kadar gicH-n yara
demektir. Câife; göğüs, karın, arka gibi vücûdun muhtelif yerlerinde olabilir.
[23] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 2/31-40.
[24] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 2/40-42.
[25] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 2/42-45.
[26] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 2/45-46.
[27] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 2/46.
[28] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları:
2/46-47.
[29] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 2/47.
[30] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 2/47.
[31] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 2/48-51.
[32] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 2/51-58.
[33] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 2/59.
[34] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 2/59.
[35] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 2/59-60.
[36] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 2/60.
[37] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 2/60-61.
[38] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 2/62.
[39] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 2/63.
[40] Tahrîm Sûresi; âyet: 6
[41] Fussilet Sûresi: âyet
3
[42] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 2/63-64.
[43] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 2/64-66.
[44] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 2/66-67.
[45] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 2/67.
[46] Talak bahsine bakınız.
[47] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 2/67-68.
[48] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 2/69-71.
[49] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 2/71-77.