Boşanmış Kadına Helâl Olan Şeyler
1- Muhâlea'nın Şartları, Hükmü Ve Bu Konu İle İlgili
Mes'eleler
2- Muhâleaya Âit Caiz Olan Ve Olmayan Bedeller
14- HIDÂD (=KADININ YAS TUTMASI)
Hıdâd ( = Kadının Yas Tutması)
16- HIDÂNE ( = ÇOCUĞA BAKMA VE TERBİYE ETME HAKKI)
1- Zevcenin (=
Kadının) Nafakası
3- İddet Bekliyen Kadının Nafakası
Hucenrîî : «Bir
kimse,.karısını, sıhhatli halinde veya hasta iken, —kadının rızâsı ile veya
rızâsı— nc'î olarak bir talâk boşadiğı zaman; kadın, iddetini beklerken bu
koca, ölürse bil-iemâ, bunlar birbirlerine vâris olurlar.
Bu kadın, boşandığı
sırada, kitabiye veya memlûke olduğu halde, iddeti içinde müsîüman olsa veya
hürriyeti verilse; bu durumlarda da, ölen kocasının malına vâris olur.»
demiştir. Sirâcü'I - Veh-hâc'da da böyledir.
Şayet, koca, karısını,
bâin talâkla veya üç falâk boşadik-lan
sonra, ölürse; kadın da iddelİ icin-Je bulunursa; bize göre vâris olur. Koca, kadının iddeti
bittikten sunra Ölürse; bu dtrunıda, kadın, vâris olamaz.
Bu, kadının boşanmayı
istememesi halindedir. Fakat, koca, kadının isteği üzerine, ona boşarsa;
kadına miras yoktur. Muhıyt'te de böyledir.
Fakat, kadına, talâkı
zoraki istettirilmisşe; bu durumda,
kadın, vâris olur. Mi'râcü'd - Dirâye'de de böyledir.
Bunada ehliyetin vücûduna
itibar, boşama vaktinden ölüm zamanına kadardır. Bedâî'de de böyledir.
Mebsüt'da : Eğer,
kadın; kocasının hastalık anındaki boşaması sırasında, câriye veya kitabiye
olur; sonra da, azâd edilmiş veya imân etmiş bulunursa; ona miras yoktur.
Cânıii Kebîr Şer-hi'nde de böyledir.
Hasta bir kimse, eğer
karışım üç talâk boşadıktan sonra kadın irtidad eder; sonra tekrar mÜsKiman
olur; bilâhare de kocası, ölürse; kadın iddeli içinde de o'sa, ona miras
yoktur. Serahsî'nin Mu-hıyiı'nde de böyledir.
Bir koca, irtidad
etse, sonra da öldürülse veya dâr-i harbe iltihâk etse yahut mürted olarak
dar-i islâm'da ölse; karısı ona vâris olur.
Fakat, kadın irtidad
eder, sonra da ölür veya dâr-i harbe giderse; eğer sıhhatli iken irtidâd etmişse;
kocası, ona vâris olama.-: Kğer, hasta hâlinde iken irtidâd etmişye; kocası
ona, vâris olur. Bu, istihsânen böyledir.
Şayet, karı - koca,
birlikte irtidad ederler sonra da, onlardan birisi, İslâm'a döner; bilâhare de
onlardan birisi ölürse; eğer, onlardan müslüman olan ölürse; mürted olan, ona
vâris olamaz. Eğer, mürtet ölürse ve bu mürted de, koca olursa; müslüman olan,
karısı ona vâris olur.
Eğer, ölen mürted,
kadın ise, irtidadı da hastalık vaktinde olmuşsa; müslüman olan kocası ona
vâris olur.
Eğer, kadının
irlidâdı, sıhhatli iken olmuşsa; kocası ona vâris olamaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da
da böyledir.
Hasta olan bir kocanın
oğlu, kadına, zoraki cima' ederse, kadın vâris olamaz.
Asi Kitab'mda: Yalnız,
babası bunu, oğluna em ret misse; bu durum, müstesnadır. Oğlun yaptığı, aynlık
hakkında, babasına intikâl eder ve sanki o bizzat kendisi yapmış gibi olur da,
kaçmış sayılır. Muhıyt'te de böyledir.
Eğer, bir hasta,
karısını üç talâk boşar; sonra da ona oğlu cima eder veya şehvetle
öperse; kadın kocasının mahnş vâris olur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de
böyledir.
Hasta bir kimse,
karısını üç talâk boşadıktan sonra, oğlu, o kadını, öpse; sonra da, adam ölse
ve kadın iddeti içinde bulunsa; bu kadına, miKs vardır. Muhıyt'te de böyledir.
Hasta olan bir kadın,
kocasının oğluna mutavaat eylese; sonra da iddeti içinde iken, ölse;
islihsânen, onun kocası, o kadına, vâris olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir hasta, karısını,
bâin talâkla boşadıktan sonra iyleşse; bilâhare de Ölse; bu kadın, kocasına
vâris olamaz. Nihâye'de de böy-ludir.
Bir kadın, kocasına :
«Beni, rıc'î olarak boşa.» der; kocası da, onu, üç talâk veya bâin bir
talâk boşarsa; bu kadın, vârjis, olur.
Gâyetü's - Sürûcî'dc de böyledir.
Hasta bir kimse,
karısına : ><Yetkin elinde.» veya «ihtiyar eyle.» dese; kadın da nefsini ihtiyar eylese; yahut kocası, ona : «Nefsini, üç talâk boşa.» dese; kadın da Öyle. yapsa; veya kadın,
kocasından mal mukabili boşansa; sonra da, kocası ölse ve kadın, iddeti içinde
bulunsa; kocasına vâris olamaz. Bedâi'de de böyledir.
Bir kadın, nefsini, üç
talâk boşasa; kocası da, ona, izin
verse bu kadın vâris olur. Tebyîn'de de böyledir.
Âlimler, «hasta iken,
karısını boşayan bir kimse, hakkında, şöyle demişlerdir : Hastalık müddeti iki
yıldan fazla olan bir adam Ölür, ölümünden sonra da, —hamilelik müddeti altı
aydan az olan— bir çocuk doğarsa; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammcd
(R.A.Ve göre, bu kadına miras yoktur. BedâîMe de böyledir
Firarın (mirastan
kaçınmanın) hükmü, malına, hakkı ta-i:Iluk ettiği zaman sabit olur. O da,
hastalık sebebiyle, ekseri he'âk korkusundan talluk eyler. Şöyteki :
Yatalak bir hasta,
evinde —sağlıklı kişilerin yaptığı gibi— ihtiyacını yerine getiremiyorsa, bu
kimse hastadır.
Eğer, evinde
ihtiyacını yerine getirmeye gücü yetiyor ve kendisi şikâyet ediyorsa; firar
edici ( = mirastan kaçıcı) sayılmaz. Çünkü; insan, ondan az zamanda hâlî kalır.
Sahih olan, evin
haricinden ihtiyacını yerine getirmeye aciz olan kimsenin hasta kabul
edildiğidir. Evde ayağa kalkamıyan, küçük ve büyük abdestlerini kendisi gidip
yapamıyan kimse hastadır. Tcbyîn'de de böyledir.
Bir kadın, evin
üzerine çıkamayacak kadar güçsüz ise; işte, o kadın hastadır; değilse hasta
sayılmaz. Firar hükmü, o zaman sabit olur.
Hastalığında, helak
korkusu galip olan da hastadır. Eğer, selâmca garipse; o, sıhhatli gibidir. Ve
bu kadın, firar edici (= miras-i'^n kaçıcı) olmaz.
Mahsur olan; düşmanla
karşr karşıya bulunan vahşî hayvanların bulunduğu yere inen, gemide olan;
habsedilen; veya recmedil-m iş olduğu halde, bedeni salim olan, kişinin
selâmeti gâlipse; düşmanın baskınını def için kal'ada olması, hapisten
kurtulmak, vahşi hayvanlardan kurtulmak gibi— bu şahıs sıhhatli sayılır. Eğer,
bu şahıs, savaş için, kıtal için çıkarsa veya gemisi batıp bir tahta üzerinde
kalırsa; veya bir vahşi hayvanın ağzında olursa; bu dui-umlar-da gaip olan hâl,
onun helak olmasıdır. Ondan firar tahakkuk eyler.
Felçli bir kimse,
felci arttığı müddetçe, hasta gibidir. Eğer, felci eski ve fazla değilse; bu
kimse sahih (= sağlam) gibidir. Bu hâller talâk ve*başka hususlarda,
müessirdirler. Kâfî'de de böyledir.
Sıtma tutan da bunun
üzerinedir. Bazı âlimler; bunu böyle kabul eylediler. Sadru'l - Kebîr
Bürhantil - Eimme ve Sadru'ş-- Şebîd Husâmü'l - Eimme de bununla fetva
vermişlerdir. Muhıyt'te de böyledir.
Akciğer hastalığı olan
bir kimsenin, bu hastalığı, —hafif olarak— uzayıp devam ederse; bu kimse, sahih
(=sağlam) hükmündedir.
Ancak, bu hastanın,
hâlinin değişmesi dununu müstesnadır. Bedâi'de de böyledir.
Bizim arkadaşlarımız,
bu hastalığın uzamasını, bir sene ile açıklamışlardır. Bu dert, bir sene
devam ederse; hasta şahısi bundan, sonrasında sahih
(= sağlam) gibi muameleye tâbi tutulur. Timurtâşî'de de böyledir.
Yalakta yatmayan, yara
ve ağrı sahibi kimse, sağlam gibidir. Fetâvâyi Kârîîhân'da da böyledir.
Hasta, hastalığından
kurtulunca; sahih (= sağlam)
gibi olur. Bedâî'de de böyledir.
Bir koca, talâk
hakkında zorlanıp öldürülmekle korku tu-lursa; bu zât, firar edici (= mirastan
kaçıcı) olmaz. Şayet, hapis veya bağlama gibi şeylerle korkutulursa; bu durumda
firar edici savı I n*. Itâbiyye'de de böyledir.
Bir kimse, karısını
hastalığında, üç talâk boyadıktan sonra, öldüriilse veya o hastalıktan değil
de, başka bir sebeple Ölse, hu kadın için, miras vardır. Kâfî'de de böyledir.
Bir koca, karısını,
hasta iken, boşamış olsa; sonra da, kadın, onu öldürse; bu kadın, vâris
olamaz. Çünkü, öldürene miras yoktur. Serahsî'nin Muhiytı'nde de böyledir.
Bu hususta, kadın da,
erkek gibidir.
Meselâ : Bir kadın,
bulûğ muhayyerliğinden dolayı, ayrılık sebebine baş vursa; sonra, azâd edilse
ve kocasının oğlu cima eylese; irtidad etse veya benzeri şeyleri yapsa bundan
sonra da, hastalık-tun ve başkasından söylediğimiz hasıl olsa; bu kadının
mirastan kaçındığı için, kocası, ona vâris olur. Ve netice; kadın, firar edici
olmaz. Ancak, bu kadın, kocası tarafından, boşandığı zaman, firar edici olur.
Tebyîn'de de böyledir.
İnnet[1] sebebiyle bir kocanın, hasta karısı ile arası
ayrılıp; bir sene geçtiği halde, kocası kadına vasıl olamazsa; hasta kadın,
muhayyer olur.
Yani bu durumda,
nefsini bosayabilir. Sonra da, iddeti bitmeden önce, koca ölse veya koca dâhil
olduktan sonra, bâin talâkla, karısını bosasa; bilâhare de tenasül uzvu kesilse
ve kadının iddeti içinde, aynı kadını nikâhlasa; kadın da, durumu bilse ve
nefsini bo-şasa; ve iddeti içinde iken, kadın ölse; kocası ona vâris olamaz.
Bu, iki mes'elede de böyledir. Telhıys Şerhinde de böyledir.
Bir koca, hasta olan
karısına, kazf eder; kadı efendi de bunların arasını ayırır; bilâhare de iddetî
içindeyken; kadın ölürse; kocası ona vâris olamaz. Sirâcü'l - Vehhâc'da da böyledir.
Hasta iken boşanan
kadın, hayizlıysa ve onun hayzı da —belirli değil— muhtelif günlü ise;
mirasda, en az olan gününü alırız. Hğer, hayızlı günleri belirli (= malum) ise
ve kanı da kesilmiş ve günleri de on günden noksan ise; kocası, o kadın yıkanmadan
önce, veya bir vakit namazı geçmeden Önce ölse; kocasına vâris olur. Keza,
gusleder, fakat su isabet etmeyen yeri kalırsa; yine, varis olur. Zahîriyye'de
de böyledir.
İnnet ve cüb [2]
sebebiyle, kocanın hastalığında ayrılan, kadının iddeti bilmeden Önce, kocası
ölse; ayrılığa kendisi razı olduğundan, bu kadın kocasına vâris olamaz.
Timurtâşî'de de böyledir.
Hastalığında,,
karısına karz edip, onunla İânctleşen
kimse, biî-icma, kadın, ona vâris olur.
Keza, koca, hasta
olmadan karısına kazf eder; hasta olunca da, 'iânde bulunursa; İmâm Ebû Haııîfe
(R.A.) ve İmâm Muhammed (K.A.) göre, kadın, kocasına vâris olur. Bedâi'dt de
böyledir.
Bir kimse,
hastalığında, cima etmemeye yemin eder; yemin müddeti de, hasta iken geçerse;
iddet içinde olduğu müddetcv; kadın, kocasına vâris olur.
Fakat, koca sıhhatli
halinde, yemin eder; yemin müddeti de hasta iken, tamamlanırsa; kadın mirastan
düşer.
Bir kimse,
hastalığında : «Ben, seni hasta değilken, üç talak boşadım ve sen de, iddetini
tamamladın.» der; kadın da, bunu kabû! ettikten sonra, koca, kadının kendisinde
alacağının olduğunu ikrar eylese veya ona bir vasiyyette bulunsa, bu miktar da,
kadının vâris olacağı mirastan az olsa; İmâm Ebû Hanîfe CRAJ'ye güre, bu borç
o mirastan verilir.
İmâmeyıı'c göre ise,
adamın ikrarı ve vasiyyeti caiz olur.
Bir kimse, kârısının
isteğiyle, hastalığında, onu üç talâk boşadıkian sonra; bu şahıs, karısı bir
borç ikrarında bulunsa, veya ona bir vasiyyette bulunsa; kadın için bundan azı
vardır ve bil-icma mirastan da verilir, Sîrâcüîl - Vehhâc'da da böyledir.
Bize göre, koca,
kadının iddeti bitmeden Ölürse o kadına her ikisinden de, azı verilir. Fakat,
koca, iddet bittikten sonra ölürse; o zaman, adamın İkrarının tamamı verilir,
Füsûlü'I - İmâdlyye'-de de böyledir,
Bir koca, Öldüğü zaman,
onun kansı : «Beni, bu adam ülüm hastalığında, üç talâk boşayıp öldü. Bense
iddet içindeyim; dolay isiyle, bana, miras vardır.» der; diğer vârisler ise :
«Seni, sıhhatli iken boşadı. Sana, mîras yoktur» derlerse; bu durumda,
fca-dınm sözüne itibar edilir. Zahıyre'dc de böyledir
Şayet, vârisler :
«Sen, cariye idin. Ölümünden sonra, azâd edildin.» derler; kadın da : «Benim,
hürriyetim zail olmadı.» derse: kadının sözüne itibar edilir. Gâyetü's -
Sürûcî'dc de böyledir.
Eğer, kadın, câriye
olur ve kocası nzâd edildikten sonra cliir ve bu, kadın kendisinin kocasının
sağlığında azad edildiğini" söylerse; vârisler İse, «bu kadının, kocasının
ölümünden sonra, hür olduğunu iddia ederlerse; vârislerin sözüne itibar edilir.
Kadının efendisi :
«Ben, onu, kocasının sağlığında azâd eyledim.» derse; onun süzü de, kabul
edilmez.
Keza, eğer, kadın
kitabiye olur ve islâmı kabul eder, kocası da ölürse; kadın; «Ben, kocamın
sağlığında müslüman oldum.» der; vârisler de : «Hayır, sen, Ölümünden sonra,
müslüman oldun» derlerse; vârislerin sözüne itibâr edilir. Fetâvâyi Kâdîhân'da
da böyledir.
Bu durumda, kadın :
«Kocam, beni, uykuda iken boşadı.» der; vârisler ise : «Uyanık iken boşadı.»
derlerse; vârislerin sözü müleberdir. Tatarhâniyye'de de böyledir.
Bir kimse,
hastalığında, karısına : «Gerçekten, ben, seni sıhhatli iken, üç talâk
boşadım.» veya : «Karımın anası ile cima eyledim.» «Karımın kızı ile, cima'
eyledim.»; «Onu, şahitsiz nikahlamıştım.» «Nikâhtan önce, aramızda emişme
vardır.» yahut : «Ben, onu iddeti içinde nikahladım.v der; kadın da, bunları
inkâr ederse; kadın, bâİn olarak, boş olur ve rnirâsa sahip bulunur. Eğer,
kadın, bunların doğruluğunu tasdik ederse; o zaman, ona miras yoktur. Füsûlü'I
- Imâdiyye'de de böyledir.
Bir kimse, karısını,
Ölüm hastalığında,-üç talâk boşasa ve t!i.:e; kadın da, yemin etmeden önce :
«İddetin bitmedi.» dase; eğer yemin edebilirse; miras alır; edemezse; alamaz.
Kadın, önce «iddetin
bittiğini'» söyler; sonra da inkâr derse; yine, vâris olamaz.
Eğer, bir şey söylemez
ve ıddetinin misli bitince, başka bir kocaya gider; sonra da : «İddetim, tamam
olmadığı.» derse; sözüne inanılmaz. Önceki kocasından ona, mîras yoktur. Onun,
başka kocaya gitmesi iddetinin bittiğine delâlet eder.
Şayet, bu kadın,
kocaya gitmez; fakat : «Ben hayizdan kesildim ve üç ay iddet bekledim.»
dedikten sonra, kocası ölürse; mirâsdan mahrum olur.
Ancak, bundan sonra,
bir kocaya varıp, bir çocuk doğursa veya havı/ olsa, önceki kocasından, mîras
almaya haklı olur. İkincinin nikahı ise, fasid
(— bozuk, geçersiz) olur.
Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse, karısına,
sıhhatli olduğu zaman : «Ay başı ge-lince...» veya «Eve girdiğin vakit...» veya
«Fidan öğle namazını kılınca...» veya «Filanca eve girdiğinde...» artık, sen
boşsun.» der ve bunlar kocası hasta iken, olursa; kadın kocasına vâris olamaz.
Fakat, koca bunları hasta iken söylerse; kadın, vâris olur. Ancak, bu
hükümden, kadının, eve girmesi hali müstesnadır. Hidâye'de de böyledir.
Bir koca, eğer lalâkı
bir şarta bağlar ve bu şart, kendi nefsinin yapacağı bir iş olursa; bu
durumda, yemin vaktine itibar olunur.
Koca, hasta olur;
kadın da iddet içinde bulunursa; bu durumda kadın, vâris olur. Ta'Iik (= şarta
bağlama) ister, sağlığında, ister, hastalığında olsun veya ister, kendisi
başlasın; ister, başlamasın, müsavidir. Koca, eğer, şartı başkasının fî'line
bağlarsa; yenlin zamanına veya yeminin bozulduğu zamana itibar olunur. Bunlar
da müsavidir. Eğer, bu iki halde de, hasta ise, kadın vâris otur; değilse,
olmaz. Şöyle ki : Koca : «Filân gelince.» dese; yemin, o gelince bozulur.
Sirâcü'l - Vehhâc'da da böyledir.
Keza, semavî bir fiil
(= iş, durum} sebebiyle taalluk hasıl olursa —aybaşının gelmesi ve buna
beiızer şeyler gibi... — hüküm yine böyledir.
Muhıyt'te de böyledir.
Eğer, kadının fiiline
taalluk edilir ve kadın, kendisi başlarsa; vâris olamaz.
İster, fiil ve ta'lik
ikisi de, hastalığında; isterse, ta'lık, sıhha-tındada; fiil ise, hastalığında
olsun, hüküm yine aynıdır.
Yemek, içmek, uyumak,
namaz kılmak,"oruç, tutmak, ana ve babasiyle konuşmak, borcunu ödemek
gibi...
Eğer ta'lik ve fiil,
ikisi birden, hastalıkta olursa; bii-icmâ, kadın vâris olur.
Eğer, ta'lik
sıhhatinde, fiil ise, hastalığında olursa hüküm yine İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve
İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) göre, talâkın, kadının nefsinin fiiline bağladığı
durumdaki gibidir. Sirâcü'l - Vehhâc'da daböyledir.
Bir kimse, sağlığında
karısına : «Eğer, Basra'ya gelmezsem; artık, sen üç talâk boş ol.» dese ve
ölene kadar Basra'ya gelmese; kadın vâris ninv meşe; kadın vâris olur.
Bu durumda kadın ölür;
koca, kalırsa; koca da karısına vâris olur.
Şayet, koca, karısına
: «Sen, Basra'ya gelmezsem; işte, sen, üç talâk boş ol.» der; ölene kadar da
Basra'ya gelmezse; kocasına vâris olur. Fakat, bu durumda, kadın ölür; koca,
kalırsa; karısına vâris olamaz. Bedâî'de de böyledir.
Hasta bir kimse,
duhûlden sonra, karısını bâiıı olarak bo-şadıktan sonra, ona : «Eğer, seni
nikahlarsam; üç talâk boş ol.» dese;
sonra da, onu iddeti içinde iken,
nikâhlasa; kadın üç talâk boş olur. Eğer, kocası, önceki boşamanın iddeti
içinde iken ölürse; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)
ile İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a
göre*; evlenmekle, firarın ( — mirastan kaçışın) hükmü bâtıl olur. Talâk,
bundan soma vâki olmuş olsa bile, hüküm böyledir. Ancak, onu nikahlaması,
kadının fiili ile olmuşsa, mirâsdan kaçmış olmaz; Fetâ-vâyî Kâdîhân'ıda da
böyledir.
Hasta bir kimse,
câriye olan karısına : «Sen yarın üç talâk boşsun.» der; bu cariyenin efendisi
de : «Sen, yarın hürsün.» derse; bir gün sonra; hem talâk, hem de ıtak vâki
olur; kadına miras hakkı olmaz.
Şayet, önce efendisi
cariyeyi ıtk (= azad) eder; sonra da, kocası, onu boşarsa; bu durumda, koca,
onu, efendisinin azad ettiğini biliyorsa; mirastan kaçmış olur. Fakat, bunu
bilmiyoısa, firar etmiş (= mirastan kaçmış) olmaz. Zahîriyye'de de böyledir.
Bir kimse, karısına :
«Ben, hasta olursam; artık, sen üç talâk boş ol.» dedikten sonra; hastalanıp,
ölse; kadının da iddeli çıkmış olmasa; bu kadın, kocasına vâris olur.
Ebül - Kasım Saffâr :
«Bu kadın, vâris olamaz.» demiştir. Sahih olan, önceki kavildir. Fetâvâyi
Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kölenin, nikâhı
altında, bir câriye bulunsa; bu kan-ko-canın efendileri, onlara : «İkiniz de
yarın hürsünüz.» dese, bu koca da, karısına : «Yarın boşsun.» dese; bu kadına
miras yoktur. Koca : «yarından sonra, boşsun» dese kıyâsda, ona yine mîras
yoktur.
İstihsanda ise, eğer
efendisinin söylediğini biliyorsa; bir durumda, mirasa mâlik olur; ve eğer
bilmiyorsa, vâris olamaz.
Bir kadın, kocasına
karşı, kendisini, üç talâk boşadığmi iddia eder, kocası da bunu inkâr ederse;
kadı, ona, yemin verir. Koca yemin ettikten sonra kadın da onu, tasdik eder ve
bilâhare kocası ölür; kocasının ölümünü takiben, kadın tasdikinden vaz geçerse;
önceki tasdiki, sahih olmaz.
Bir kimse, iki
karısına : «Eğer, eve girerseniz, ikiniz de, üç talâk boşsunuz.» dedikten
sonra; ikisi birden, eve girseler; sonra da, koca ölse ve de, iddet içinde
bulunsalar; vâris olurlar. Eğer, onlardan birisi, diğerinden Önce girerse; önce
giren, vâris olur; diğeri olamaz.
Bir kimse, sıhhatli
halinde, karısına : «Ben ve filân dilersek; artık, sen üç talâk boşsun.»
dedikten sonra, hastalansa; koca da, yabancı da, birlikte, dilerse; talâk vaki olur.
Önce, koca diler;
sonra da, yabancı dilerse, biîâhare de, koca ölürse; kadm, vâris olamaz, önce diler sonra koca
Fakat, önce yabancı,
sonra da koca dilerse, kadın, varis olur. £ahîriyye'de de böyledir.
Hasta olan bir müslüman,
kitabiye olan karısına : «Sen, müslüman olduğun zaman, üç talâk boşsun.» der;
kadın müslüman olduktan sonra, kocası ölürse;
bu durumda koca, mirastan kaçmış
olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Şayet, hür bir kitabî
olan, kadın, kocası : «Sen yarın boşsun.» der; yarın olmadanda veya yarından
sonra kadın müslüman olursa; ona miras yoktur.
Şayet, önce müslüman
olur; Sonra ıda, onun, müslüman olduğunu öğrenmeden, kocası onu üç talâk
boşarsa; bu kadına mîras vardır.
Kâfir bir kadın,
müsîüman olduktan sonra, hasta iken, kocası onu üç talâk boşasa; sonra da,
kocası müslüman olup, bilâhare ölse; bu durumda, iddeti içinde bulunan kadına,
miras yoktu,.
Keza, hastalığında
karısını boşayan bir köle, bundan sonra, ıtk
(= azâu) edike ve ona mal isabet etse; karısına mîras yoktur.
Bir koca karısına :
«Sen, azâd edildiğin vakit, üç talâk boş ol.» der ve sonra da, onu ıtk (=.
azâd) ederse; kadına, mîras vardır.
Şayet : «Sen, yarın üç
talâk boşsun.» der; sonra da, o gün karısını azâd ederse; bu durumda, ona
mîras yoktur.
Bir kimsenin nikâhı
altında bulunan, bir cariyeyi bir şahıs, itk t= azâd) eylese; sonra da, onu,
hastalığı zamanında, üç lalâk boşasa; —azâd edildiğini bilsin veya bilmesin—
mirastan kaçmış olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Hür bir şahsın, câriye
olan karısı, ıtk (— azâd) edilse; sonra da, kocası ona, mal bağıslasa; kadın da
hasta olduğu halde, nefsini ihtiyar etse; ve iddeti İçinde Ölse; kocası, ona
vâris olur.
Bir kimse,
hastalığında dâhil olduğu iki karısına : «Nefislerinizi, üç talâk boşayınız.»
der; onlardan herbirt nefsini ve arkadaşını— takip üzere— boşasa, ikisi üç
talâk boş olur. Birinci değil, ikinci kadın, vâris olur.
Ancak, birinci kadın,
kendini boşamaz da, arkadaşını boşarsa; kendisi boşaltmamış; arkadaşı boşanmış
olur. Bu durumda, ikisi de, vâris olurlar.
Şayet, bu kadınlardan
her biri, arkadaşını.boşayarak başlasa-lar; her birisi, kendi nefislerini de,
boşarlarsa; ikisido boş olurlar ve vâris olamazlar.
Bu kadınlardan birisi
: «Ben, nefsimi boşadım.» der; diğeri de : «Ben, arkadaşımı boşadım.» derse;
ikisinin de söyledikleri bir olduğu İçin -—sadece— birisi boş olur. Bu vâris
de olamaz.
Eğer, birisi nefsini
boşar ve sonra da, arkadaşını boşarsa; o bos oaır ve varis olamaz; bunun aksi
olursa, vâris olur. Bu hükümlerin tamamı, talâkın bir mecliste olduğu
zamandadır.
Bu kadınlardan birisi,
o meclisten kalkar. Sonra da, her birisi, hem nefsini hemde, arkadaşını ikisi birlikte
vcva birbiri arkasından üç talâk boşarsa veya her biri arkadaşını boşarsa;
ikisi de vâris okular.
Eğer, her ikisi de,
bendi nefislerini boşasaİar; bunlardan hiç biti boş olmaz.
Hasta olan bir kimse,
iki karısına : «Eğer isterseniz, nefislerinizi, üç talâk boşayınız.» dedikten
sonra, onlardan birisi nefsini ve arkadaşını boşasa; diğeri do nefsini ve
arkadaşını boşaınaclıkça, hic birisi boş olmaz.
Bundan sonra, diğeri,
nefsini ve arkadaşını üç talâk boşasa, ikiside boş olurlar. Bu durumda,
birinci, vâris olur; ikinci ise vâris olamaz. onlardan boşama sözleri, beraber
çıksa; her ikisi de bâinen boş olurlar ve ikisi .de vâris olurlar.
Fakat, her ikisi de,
meclisleri kalkar; sonra da, her ikisi birden konuşurlar veya birisi sonra
konuşursa talâk vâki olmaz.
Bir kimse;
hastalığında, talâkı mıırad ederek : «îkinizinde yetkileri elindedir.» dese;
temlik yoluyla, birbirlerini boşamaları geçerli olur. Talâkla bir birinden
ayrılmaları olmaz. Bu yetki; bir meclise de, iktisar etmez. Bu, dilemeye ta'lîk
etmek gibi değildir. Yalnız, bunlar bir hükümde birbirinden ayrılırlar: O, da
bir talâk üzere içtima eyledikleri zaman, talâk vâki olur. Eğer, dilerseniz,
derse; bu şart altında talâk vâki olmaz.
Hasta bir kimse, iki
karısına : «Bin dirheme karşılık, nefislerinizi boşayın.» dedikten sonra,
onlardan her birisi kendisini ve arkadaşını bin dirheme ya birlikte veya
birbirini târkiben boşasa; bin dirheme mukabil bâin olmuş olurlar. Bu miktarı
mehirleri-nc göre, aralarında taksim ederler. Bu durumda, kocaya, vâris olmazlar.
Şayet kadınlardan birisi bin dirhemden, kendi hissesine mukabil, nefsini
boşasa; vâris olmaz. Eğer, meclisten kalkarlarsa; kendi nefsi hakkındaki
yetkisi geçersiz olur. Kafi'de de böyledir.
İmâm Mu hanime d
(R.A.) şöyle buyurmuştur: Bir kimse, iki karısından birine dâhil olduktan
sonra, ikisine birden: «üç talak boştur.» dese; sonra'da ölüm hastalığında,
hangisini boşadığmı açıklasa; o kadın mirastan mahrum edilmez. Koca, onu
açıklamakla, mirastan kaçmış olur.
Şayet, bu şahsın, bu
iki karısından başka, bir karısı daha olsa; ona, mirasın yarısı verilir. Eğer,
talâk aralarında olanlardan birisi olsu, ona mîras yoktur. Onun hakkındaki
açıklama sahih; miras diğerinin olur.
Şâyel, başka bir
karısı daha varsa; mirası,, aralarında yarı yarıya taksim öderler. Diğer kadın
ölse de, talâk aralarında olan duıtırken, kocaları Ölse; ona mirasın yansı
vardır. Ünün hakkında, nısf (— yarım) beyanı sahih olur. İkinci nısf sahih
olmaz. Hatta, bu şahsın, daha başka bir karısı olsa; mirasın dörtte üçü onun;
dörtte biri diğerinin olur.
Bu iki kadından
birisi, koeası ölmeden önce ölse; fakat, kocası bir açıklama yapmış olmasa;
talâk, diğeri için açıklanmış olur ve ona mîras Verilmez.
Eğer, koca ölmez ve
beyanda da bulunmaz; kadınlardan birisi de, bir çocuk doğurursa; doğum, talâk
vaktinden altı aydan yukarı, iki yiJdan aşağıda olursa; bu bir açıklama olmaz
ve koca muhayyerdir.
Şayet, koca, bu çocuğu
nefvederse; açıklaması için ona emre düir.
Eğer, koca : «Ben,
talâkı ikada doğurmayanı kasdeyledim.» derse; kendisi ile doğuran kadın
arasında, mülûanc yapmalan gerekir. Ve çocuğun, nesebi, babasından, kesilmiş
olur; anasına lâhık olur. Şayet, koca : «Ben, doğuran : kasdeyledim» derse; had
gerekir ve neseb sabit olur.
Şayet, koca :
"Boşama vakti, hiç birini kasdeylemedim. Lâkin, doğurana ibhâm[3] eyledim.»
derse, bu durumda, had de yoktur; lânelleşme de yoktur. Neseb de, sabittir.
Kadın, talâk vaktinden itibaren, iki yıldan fazla müddette doğurmuş olsa; talâk
için, diğeri belli olur-ve doğuranın nikâhı meydana çıkmış bulunur.
Şayet, koca, çocuğu
nefvederse (= çocuğun, başkasına ait olduğunu söylerse) lâneileşme cereyan
eder, neseb kesilmez.
Ancak, ona yapılan
cima, açıklama olur ve bu nesebin kesilmesine mâni bulunur.
Eğer, talâk vaktinden,
iki yıl geçmeden, kadınlardan birisi doğum yapar; diğeri de, iki yıldan fazla
müddet geçtikten sonra, doğum yaparsa; az müddetle, doğum yapanın boşanmış
olduğu açığa çıkmış olur. Talâk ona vâki olunca, onun İddctine hükmedilir. Bakılır,
eğer, kendinin doğurması ile arkadaşının doğurması arasında, altı aydan az
zaman bulunursa, hamlin vaz'ı ile iddet bitmiş olur.. Eğer, aralarında altı ay
ve daha fazla zaman bulunursa, bu durumda az müddetle doğum yapanın iddeti
havz iledir.
Eğer, koca az müddülle
doğurana cima' ettiğini Önce ikrar ederse; daha uzun müddette doğuran, boşanmış
olur. Daha kısa, müddet içinde doğuranın, talâkın sarfı hususundaki sözü,
tasdik edilmez, îkisi de, boşanmış olurlar.
Şayet, her ikiside,
talâk zamanından iki yıldan fazla müddette doğum yapsalar ve ikisinin doğumu
arasında bir gün veya daha fazla zaman bulunursa; birinci doğum, diğeri
hakkında talâkın vukuuna açıklama olur.
Bundan sonra, diğer
kadın doğumda yapsa ona vâki olan talâk kaşkasma sarf ve tahvil olunmaz.
Bu şuna benzer ; Koca,
önce birisi, sonra da, diğeri ile ciırîa eylese, sonra cima eylediği boşanmış
olur. Boşanan kadının iddeti, doğum ile sona erer ve çocuğunun nesebi sabit
olur. ZiyâdâSt Şer-hi'nde de böyledir.
Bu iki kadından
birisi, açıklama yapılmadan önce ölür; koca ise : «Ben, onu kasdeylemiştim.»
derse; o, vâris olamaz, ikinci defa boşanmış olur. Şayet, biri önce, diğeri,
sonra olmak üzere, bu kadınların ikisi de öldükten sonra, kocalar : «Ben, önce
Öleni kasdeylemiştim.» derse, bu kadınların ikisi de vâris olamazlar. Ancak,
üzerlerine duvar yıkılma, veya suda boğulma gibi bir sebeple, ikisi birlikte,
aynı anda ölürlerse; yarım mirasa ortak olurlar.
Bu iki kadından
birisi, diğerinden sonra ölsede; hangisinin önce, hangisinin sonra öldüğü
bilinmese, bu da, her ikisinin birlikte ölmeleri gibidir. Şayet, ikisi aynı
vakitte ölürler; sonra da, birinin önce diğerinin sonra öldüğü anlaşılır ve
koca :. «Ben, sonrakini kasdeylemiştim.» derse; ona, vâris olamaz diğeri de,
kocanın mirasının yansına vâris olamaz.
Şayet, her iki kadın
da, kocaları hangisini boşadığıni açıklamadan önce İrtidâd etse ve, iddetleri
de tamam olsa; ikisi de bâin o urlar. Kocanın onlardan birine üç talâkı beyan
etmesi gerekme/. Gedâi'de de böyledir.
Bir kimse, sıhhatli
iken, karısını boşamaya, bir yabancıyı vekil else; o yabancı da, adam hasta
iken, karısını boşasa; eğer vekalet onu azl etmeye mâlik olmamak üzere ise,
kadın vâris olamaz. Fakat, vekâlet, azli mümkün olacak şekilde ise, —talâka
vekil eylediği gibi,— oda hasta halinde iken boşarsa kadın
vâris olabilir. Sirâcii'l - Vehhâc'da da böyledir. [4]
Ric'at (— rücu') : Talak-ı ric'idon soma, ve kadın iddel içinde iken,
—henüz, baki olan— nikâhı, devam ettirmektir.
İki nevi ric'at vardır
:
1- Sünnî
ric'at,
2- Bid'î
ric'at,
Sikini ric'at :
Kocanın, karısına, söz ile müracaat etmesi ve bu ric'aline iki şahit tutup, bu
şahitlere ric'atini bildirmesidir.
Bir kimse, karısına
rücu' ettiği zaman, sözle, müracaat edip : «Sana, müracaat ettim.» veya : «Kanma müracaat ettim.» der; la kal, buna
şahit tutmazsa veya şahit tuttuğu halde, durumu onlara bildirmezse, bu bid'î
ric'at olur.
Bu ric'at de sahihtir.
Fakat, sünnete muhaliftir.
Bir kimse, karısına;
cima' etmek; şehvetle öpmek veya tercine, şehvetle bakmak gibi, bir fiilde
bulunması da, ona müracaat etmiş olması (= ric'at, rücû') saydır.
Ancak, bu şekilde
müracaat mekruhtur.
Müstehap olan,
kocanın, şahitten tuttuktan sonra, müracaat etmesidir. Cevheretü'n - Neyyîre'dc
de böyledir,
Ric'at lafızları :
1-) Sarih
(=açık)
2-) Kinaye (
— kapalı, dolaylı) olmak üzere, ikiye ayrılır.
Bir kocanın, karısı
ile konuşurken : «Sana, dündüm.»; «Karıma, döndüm.» demesi, sarih ricat lafzı
olduğu gibi, onun hazır olduğu biı- yerde : «Geri, sana döndüm.»; «Sana,
müracaat ettim.»; «Sana, döndüm.»; «Seni, tuttum,» veya «Sana, yapıştım.» gibi
sözleri de, —niyyelsi/. olsa bile— sarih müracaat lafzı olur.
Bu durumda, bir
kocanın, karısına : «Sen, olduğun
^ibi, yumrudasın.» veya «Sen, benim kanınsın.» dese; bunlar, kinaye (= kapalı,
dolaylı) lafızlardır. Bu lafızlarla, —niyyelsiz olarak— kadına, müracaat edilmiş
olunmaz. Fethu'I : Kadir'de de böyledir.
Bir kimse, —ric'ate,
niyyet ederek— karışma : «Ey gidici! Ben, sana dönüyorum,» dese; bu lafızla
karısına riicû' etmiş o'ur. Hulâsa'da da böyledir.
İmâm Muhammed (R.A.)e
göre, kocanın karısına, lezvîe ( = -evlenme)
lafzı ile müracaat etmeside caiz olur. Felvâ da, buna göredir.
Bu koca, karısını,
nikahladığı zaman, ona müracaat etmiş olur. Cevheretü'n - Neyyire'de de
böyledir.
Bir kimsenin, karısına
: «Seni, nikahladım.» demesi, za-hir-i-rivâyete göre ric'at olur. Bedâî'de de
böyledir.
Bir koca, karısına :
«Bin dirhem mehirle sana müracâat eyledim.» der; kadın da bunu kabul ederse; bu
rücü'sahih olur. Kadın, bunu kabul etmezse; sahih olmaz. Çünkü, mehirdekj ziyâ-dclik,
kabul şartına bağlıdır. Bu durumda, koca, nikâhı yenilemiş gibi olur. Muhiyt'te
de böyledir.
Ric'at sözle sâfif
olduğu gibi; fiil ile de, sabit olur. Bu fiil ise, cima' ve şehvetle
dokunmaktı!-. Nihâye'de de böyledir.
Bir kocanın, şehvetle
karısının dudağını öpmesi, biliemâ ric'attir.
Fakat, yanağını,
çenesini; alnını; başını; Öperse; bunlarda ihtilâf vardır.
Uyun Kitâbı'nda :
«Zahir olan, Öpmek; her nşreden olursa olsun, musâharat hürmetini getirir.»
denilmiştir. Sahih olanda budur. Cevheretü'n- Neyyire'de de böyledir.
Şehvetle, fercin içine
bakmak daric'at olur. Fethu'I -
Ka-dîr'de de böyledir.
Kadının, fercinden
başka, bedeninin her hangi bir yerine bakmak ric'al olmaz. Teljîn'de de
böyledir.
Musâharat haramhğma
sebeb olanın şeylerle de ric'at sabit olur. Tatarhaniyye'de de böyledir.
Ric'ati muvad etmeyen
kimsenin şehvetsiz öpmesi ve dokunma sı nıekruktur .
Keza, çıplak halinde,
bu kadına bakması da mekruhtur. İmâm Bbü Yûsuf (R.A.)'a göre, bakışın sehvetsiz
olması, hâlinde de dunun böyledir. Bedâi'de de böyledir.
Dokunmak ve bakmak,
şehvetsiz olursa, bil-iemâ ric'at <>]-nurz. Sirâcü'l - Vehhâc'da da
böyledir.
Ric'at in meydana
gelmesi hususunda, öpme, bakma ve dokunma ister kocadan olsun, ister kadından
olsun, arasında fark yoktur. Kadından olanı, koca bilir ve onu men etmezse;
işte bu da bir ric'at olur.
Eğer, kadın, bu gibi
fiilleri hırsızlıkla yaparsa —kocası uyurken yapmasf gibi—veya o istenıiyerek
veya onun bunamış halinde yaparsa; Şeyhu'l - İslâm Şemsin - Eimme; İmâm Ebû
Hanîfc (R. A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'in kavilleri üzerine şöyle buyurmuştur
: «Bu durumda, ric'at sabit olur. Bu, şehvet hususunda, kocası, kadım tasdik
ederse; böyledir. Eğer, şehveti itıkâr ederse ric'al sabit olmaz. Koca öldükten
sonra, vârisleri, kadını tasdik eteler bile, şehvet üzre olan beyyine kabul
edilmez. Fethu'I - Kadîr'de de böyledir.
Fakat, cima'
eylediklerine şahitlik yapılırsa, bil-icma, ric'at caiz olur. Sirâcü'l -
Vehhâc'da da böyledir.
Kocası uyurken, kadın, onun fercin i keadi tercine
idhâl eylese, bii-iltifâk, ric'at meydana gelmiş olur.
Kadının kocasına :
«Sana, müracaat eyledim,» demesi sahih olmaz. Bedâi'de de böyledir.
İddet bekleyen
kadınla; halvet, ric'at değildir. Çünkü o mülke tahsis değildir. Kocadan sâdır
olan, her hangi bir fiil, rnüike tahsis değilse, iddet bekleyen hakkında,
ric'at olmaz. Muhiyt'te de böyle d ir.
Bir kimse, karısına :
«Sana, cima' eylediğim zaman; 6sn üç talâk boşsun.» dedikten sonra; ona cima'
eder ve duhûl vâki olursa; kadın, boş olur. O halde, bir saat beklese, mehir
lâzım gelmez. Eğer, lekerini çıkarır ve sonra, geri idhâl ederse; mehir vacip
olur.
Fakat, talâk rıc'i
olursa, bekleme sebebiyle, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre bu koca, müracaat etmiş
olur. İmâm Muhammed (R. A.), buna muhaliftir. Ancak; tamamen çıkarır da, geri
idhâl ederse; bil-icma' müracaat olur. Hidâye'de de böyledir.
Bir koca, karısına :
«Eğer, sana dokunursam; artık, sen boşsun.» dedikten sonra, ona dokunur; ondan
elini kaldırır, sonra da, geri kor ve onu messeylerse, ( = okşarsa) işte bu
ric'at olur.
Bir kimse, nikahlı
karısına : «Sana müracâat eylediğim zaman, artık, sert boşsun,» dese, yeminini
hakîki ric'ate çevirmiş olur. Akde çevirmiş olmaz. Hatta, bu kimse, karısını
boşadıktan sonra, onu tekrar nikâhlasa; kadın, boş Olmaz; Şayet, ona müracaat
ederse; o zaman, boş olur.
Ancak, bir şahıs,
yabancı bir kadına : «Eğer, sana müracaat edersem...» derse; yemini
.sözleşmeye çevrilir.
Bîr kimse, boşanmış
olan karısına : «Eğer, sana müracaat ey-lerseın; artık, sen üç talâk boş ol.»
der; iddeti tamam olunca da, olunca .da, onu nikahlarsa, talâk vâki olmaz.
Ancak; önceki talâk, hâin ise, talâk vaki olur. Muhiyt'te de böyledir.
Budununda, bir
kimsenin karısının dübürüne şehvetle, bak-jnası, biJ-icma ric'at olmaz
Cevhere+üu-Neyyire'de de böyledir.
26- Dübürden
cima etmek hususunda ihtilâl vâki oldu. Ku-dûrî, bunun ric'at olmadığına işaret
etmiştir.
Fetva ise, bu fiilin
ric'at olduğu üzerinedir. Tebyîn'de de böyledir.
Mecmunun ric'ali, fiil
iledir; sözle sahih değildir. Fet-hu'I-Kadîr'de de böyledir.
Nikâh gibi, ric'at de,
ikrah, şaka, eğlence ve hata ile sahihtir.
Gunye'dc : «Vekil
olmayan, yabancı bir kimseye, izin verilirse; onunda müracaatı sahihtir»,
denilmekteir. Bahru'r-Râik'te de böyledir.
Hâkim eş-Şehîd, şöyle
buyurmuştur; Bir kimse, 'talâkı sakîasa, sonrada müracaat etse ve ric'ütıde sakla sa; kötü
bir iş yapmış ve müstehâp olanı terk etmiş olur. Bu hal ise, şahit tutmak
ve bildirmektir. Gâyetü'I-Beyân'da .da böyledir.
Ric'ati şarta bağlamak, caiz değildi]'. Şöyleki;
Bir kimsenin karısına
: «Yarın geldiği zaman, sana mürâcaa: edeceğim,» veya «Eve girdiğin zaman...»
«Şu işi yaptığın zaman, sana müracaat edeceğim.» demesi veya benzerlerini
söylemesi, bil-icma, ric'at olmaz. Cevheretü'n-Neyyire'de de böyledir.
Ric'atte, muhayyerlik
şartı sahih değildir. Koca : «Talâktan sonra yarın veya ay başı sana müracaat
ederim.» derse; bil-icma, sahih olmaz. Bedâi'de .de böyledir.
Koca : «Ric'atimi
ibtâi eyledim.» veya «Benim için sana
ric'at yoktur.» dese, bile ric'at etmek hakkı vardır. Nehrü'1-Faik'-te de
böyledir.
Bir kimse, karısına;
talâk-ı rıc'i ile veya iki talâk boşasa, kadın razı olsun veya olmasın, kocası
iddet içinde ric'at edebilir. Hidâye'de de böyledir.
Eğer, koca,
kendisinden ayrı bulunduğu karısına, «dâhil olduğunu» iddia ederse, ric'at edebilir.
Ondan ayrı değilse, ric'ata ihtiyaç yoktur. Muhiyt'tede böyledir.
Ravza'da: İddetin
bittiğinde ittifak eyleselerde;
ric'atta, ihtilâfa düşseler, kadının sözü geçerlidir.» denilmiştir. Cumhûr'un görüşüde budur,
Gâyetü's-Sürücî'de de böj'leedir.
İmâm Ebû Hanîfe CR.A.)
göre bu durumda kadına, yemin verilmez. Hidâye'de de böyledir.
Eğer, iddet devam
ediyorsa; o zaman, kocanın sözü geçerli olur.
Gâyetü's-Sürûcî'de de böyledir.
îddet bittikten sonra,
eğer, koca, müracaat eylediğini, isbat eder ve : «Ben, ona cima' eyledim.»
derse; bu ric'at olur. Behru'r-Râik'te de böyledir.
39- İddei
bittiği zaman, koca : «Ben kanma müracaat eyledim.» dur tansıda, onu tasdik
ederse; bu da, ric'at olur. Hidâye'de de böyledir.
Cuma günü ric'atte
ittifak ettikleri haîde kadın : Perşembe günü, iddetim tamam oldu.» kocası ise
: «Cumartesi iddet tamam oldu.» dese; kocanın yeminle söylediği sözü kabul
edilir nıi? Yoksa, kadın mı yemin eder? Yahut, dâ'va mı edilir? Bunda, üç vecih
vardır. Sahih olan ise; öncekidir. Mi'râcü'd-Dirâye'de de böyledir.
Tahâvî Şerh'inde :
Koca, karısına : Ben,
sana müracaat eyledim.» demiş olsa, kadınsa, hiç ara vermeden; Benim, iddetim
tamamlandı.» dese; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) göre, bu durumda, ric'at sahiholmaz.
İmâmeyn'e göre ric'at sahih olur. Nihâye'de de böyleedir.
Sahih olan, İmâm-ı
A'zam (R.A.) kavlidir. Müzmarât'ta da böyledir.
Bu, iddet müddetinin,
sona erme zamanı ile mukayyettir. Eğer, bu ihtimal yoksa ricat sabit olur.
Nehru'l - Fâik'ta da böyledir.
Bu durumlarda, bü-iemâ,
kadından, idde tinin tamam olup olmadığı hakkında yemin etmesi istenilir.
Fethu'l - Kâdîr'de de böyledir.
İcmâ' sunun üzerinedir
: Şayet kadın, bir müddet sustuktan sonra : «İddetim tamam oldu.» derse;
ric'at sahih olur. Fakat söze, kadın Önce başlar ve «İddetim bitti.» der;
kocası da, ona cevaben ve onun sözünün hemen arkasından : «Ben, sana müracaat
ettim.» derse; ric'at sahih olmaz. Nihâye'de de böyledir.
Bir cariyenin kocası,
onun iddeti tamam olduktan sonra : «Ben, ona müracaat eyledim.» der; cariyenin
efendisi de, onu doğrular; câriye ise, yalanlarsa; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ye
göre, bu durumda, cariyenin sözü geçerlidir. İmâmeyn ise: «Bu durumda,
efendisinin sözü geçerlidir.» buyurmuşlardır. Hidâye'de de böyledir.
Sahih olan kavil İmâm
- Ebû Hanîfe (R.A.) nin kavlidir. Muz-marat'ta da böyledir.
Kocanın sözünü
cariyenin efendisi yalanlar; cariye ise, tasdik ederse, ric'at, bil - icmâ'
sabit olmaz. Tebyin'de de böyledir.
Şayet, efendisi de
câriye de, kocanın sözünü tasdik ederlerse; ric'at sabit olur.
Fakat; her ikisi de
yalanlarsa; ric'at, bil-ittifâk sabit olmaz. Nehrul - Fâik'ta da böyledir.
Eğer, kadın : «Benim,
iddeüm tamam oldu.» dediği halde; kocası ve efendisi : «Olmadı.» derlerse;
cariyenin sözü, geçerli olur. Hidâye'de de böyledir.
Eğer kadın : «îddetim,
doğumla tamam oldu.» derse; bunu isbat etmeden, sözüne inanılmaz.
Bu kadın, bazı azaları
yerinde olan, bir düşük yaparsa; bu durumda koca, karısına, düşüğün bazı
azalarının yerinde olduğuna dâir yemin verir. Bu, bil-ittifak böyledir. Bu
hususta hür ile câriye arasında da fark yoktur. Fethü'l - Kâdîr'de de böyledir.
Bir cariyenin
efendisi, onun kocasına : «Sen, karma müracaat eyledin.» der; koca ise bunu
inkar ederse; efendinin sözü kabul edilmez. Cevheretü'n - Neyyire'de de
böyledir.
Bir kadın, önce :
«îddetim tamam oldu.» der; sonra da : «Olmadı.» derse; kocası, ona müracaat
edebilir. Kocası bilmeyerek müracaat etse, kadının iddeti ise bitmiş olsa; ve
bu kadın başka bi=-riyle niîcâhlansa; işte bu kadın, Önceki adamın kânsıdir.
İkinci koca, bu kadına, eimâ' etsin veya etmesin; bu ikinci kocası ile aralan
ayrılır. Gâyetü's - Siirûcî'de de böyledir.
Hür bir kadın, üçüncü
hayizdan çıkınca, ric'at son bulur. Eğer, kadın, câriye ise, ikinci hayızda,
ric'at son bulur. Ric'atin son bulma müddeti : Kadinlaın, hür olmaları hâlinde,
üçüncü; câriye olmaları hâlinde ise, ikinci hayız, gördükten, tam on gün
sonradır. Her ne kadar, kan kesilmemiş olsa bile, böyledir. Bahru'r- Râık'ta da
böyledir.
Şayet, hayız kam, on
günden az bir müddette kesilirse; ric'at müddeti, Kadın yıkanmadıkça veya
üzerinden bir namaz vakti geçmedikçe, sona ermiş olmaz. Hidâye'de de böyledir.
Eğer, temizlik, vaktin
sonunda ise, bu durumda, yıkanma ve namaz kılma vakti kadar takdir edilir;
bundan sonra, ric'at müddeti başlar. Bundan aşağısı, böyle değildir.
Eğer, temizlik vaktin
evvelinde ise; böyle tesbit edilmez, taki vaktin tamamı çıksın. Çünkü, namaz,
ancak vaktin sonunda borç olur. Bahru'r - Râik'ta da böyledir.
Fakat, vakitten bir
yıkanma zamanı kadar, zaman kalsa veya bu kadarda, kalmasa; bu durumda
taharetine (= temiz olduğuna) —gusledinceye veya bir vakit, namaz vakti,
tamamen çıkıncaya kadar— hükmedilemez. Hidâye Şerhi'nde de böyledir.
Bu kadın, güneşin
doğma vakti gibi, mükemmel bîr vakitte temizlense, ikindi vakti girene kadar
ric'at kesilmiş olmaz. Bah-rü'r - Raik'ta da böyledir.
Adeti, bir defasında
beş gün, bir defasında akı gün, olan bir kadın; hayız olsa; ric'atm sona ermesi
hususunda, az olan müddet alınır. Başka bir kocaya gitmesi hususunda ise çok
olan müddete itibar edilir. Itâbiyye'de de böyledir.
Eğer boşanan kadın,
kitabiye ise; Âlimler: «Ric'at, o kadından, büıefsihi kanın kesilmesiyle, sona
erer.» demişlerdir. Bedâî'de de böyledir.
Şayet koca, —bizim
söylediğimiz gibi— gusülden sonra ric'at eder, sonra da, hayız hâli, on günü
ileri geçmeden avdet ederse; ric'at sahih olur. Ntehrul - Fâık'ta da böyledir.
Eğer, gusletmez;
üzerinden, tam bir namaz vakti de geçmez; fakat, misafir olduğu için, teyemmüm
ederse; sadece teyemmüm etmesi sebebiyle, ric'at sona ermez. Bu, İmâm Ebû
Hanîfe (R.A.) ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) göre böyledir.
Fakat, teyemmüm eder
ve farz veya nafile bir namaz kılarsa, İmâm Ebû Hanif e (R. A.) ve İmâm Ebû
Yûsuf (R.A.)'a göre ric'at son bulur. Fethu'î - Kadîr'de de böyledir.
Teyemmümle namaza
başlamakla, ric'atm son bulduğuna, —îmâmeyn'in kavline göre— namazdan fariğ
olmadıkça hükmedilemez. Muhiyt'te de böyledir.
Şayet, du kimse,
teyemmüm eder ve Kur an okur veya mushafı messeder veya mescide girerse, Kerhî
: «Bu gibi şeylerle, ric'at son bulur.» Ebû Bekir er- Râzî ise : «Ric'at, son
bulmaz.» demiştir. Gâ-yetü's - Sürûcî'de de böyledir.
Bir kadın, eşek artığı
bir su ile gusletse bil-icmâbu gusül sebebiyle ric'at son bulur. Fakat, ikinci
bir koca helal olmaz. Bir, kadın, o gusül ile, —teyemmüm etmedikçe— namaz da
kılamaz. Bedâi'de de böyledir.
Bu kadın, guslettiği
halde, bedeninden bir yeri unutursa, oraya su isabet etmezse, eğer, bu yer, tam
bir uzuv veya daha fazla ise; ric'at son bulmaz. Fakat, bir uzuvdan az ise
ric'at son bulur. Burada azlık bir veya iki parmak miktarıdır. Bu istihsandır.
Sirâ-cü'l - Vehhâc'da da böyledir.
Kolun bir kısmı; el ve
ayak gibi uzvun tamamı da böyledir. Fethu'l - Kadîr'de de böyledir.
Kadın, üçüncü
hayznıdan, on günden daha az .bir sürede temizlenir fakat mazmaza ve istinşakı
terk ederse, bu hususta İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'dan iki rivayet vardır: HÜşâm'dan
gelen rivâyetde: «Ric'at sona ermez.»; diğer rivayette ise : «Sona erer.»
buyurmuşlardır. Gâyetül - Beyân'da da böyledir.
İmâm Muhammed (R.A.) :
Bu kadının, kendi kocasına aidiyeti açıklık kazanır; başka kocalara helâl
oîmaz. Bedâi'de de böyledir.
Eğer, gusüide,
yıkanmayan yer, burun deliklerinden biri ise; bil-ittifak ric'at baki kalır.
Mumyt'te de böyledir.
Kadın bir çocuk
doğursa; İmâm Muhammed (R.A.) «Başı hariç eğer vücûdunun yarısı çıkmışsa; iddet
sona ermiştir. Bu halde, ric'at sahih olmaz.» buyurmuştur. Sîrâcü'l -
Vehhâc'da da böyledir.
Bir koca, karısı ile
tenhada kaldıktan sonra, onu boşar ve : «Ben, ona cima' eylemedim.» derse;
kadın, onu tasdik etsin veya yalanlasın, koca için, ric'at yoktur. Bununla
beraber, eğer ric'at eder; sonra da, kadın iki seneden bir gün evvel doğum
yaparsa; bu ric'at, sahih olur. Timurtâşîde de böyledir.
Bir kimse, hamile olan
veya sıhhatinde iken, doğuran karısını boşar; sonrada: Ben, ona cima'
eylemedim. derse: kocaya, ric'at hakkı vardır. Çünkü hamilelik ne zamandan
beri açıktadır ye on-' dan olduğu tasavvur edilmektedir. Şöyleki : Kadın, onu,
nikâhlandıkları günden itibaren, altı ay veya daha fazla bir müddette doğur-mıişsa,
o bebe, ondan olmuştur.
Keza, kadın; kocasının
himâyesi altında iken, ve çocuğun ondan olması mutasavver bulunurken,
nikahlandıktan itibaren altı ay veya daha ziyâde zamanda doğum yapsa; bu iki
durumda da, çocuğun nesebi sabit olur.
Bir kimse, karısına :
«Eğer, doğurursan; artık, sen boşsun.» dedikten sonra, kadın o doğumdan
ıdoğursa, altı ay sonra da bir daha doğum yapsa; müracaat yapmış olur. Eğer
önceki doğumdan iki seneden fazla müddetle doğurursa; bu da; müracaat olduğuna
işarettir. Eğer, ikinci doğum, altı aydan az müddette olursa; müracaat olmaz.
Tebyîn'de de böyledir.
Rıc'î talâkla boşanmış
bir kadm, iki seneden fazla bir müddette, çocuk doğursa, bu, ric'at olur.
Eğer, iki seneden az müddette, bir çocuk doğurursa; müracaat olmaz. Muhiyt'te
de böyledir.
Bir kimse, karısına :
«Her doğurdukça, boşsun.» der; kadm da, üç doğum yaparsa; eğer, her çocuğun
arası, aitı ay olursa, birinci doğumla, kadm boş olur. İkinci doğum,
ric'atına şehâdet eyler ve o doğumla
bir talâk daha vâki olur. Üçüncü doğum,
yine ric'atına şehâdet eyler ve o doğumla üçüncü talâk vâki olur. Timıîrtâşî'de
de böyledir.
Rıc'î bir talâkla boşanmış olan bir kadın, kocasına karşı süslenebilir.
Kocasının, kendisine
dâhil olmasını arzu ederse, haber verene ve ayak seslerini duyurana kadar,
yanına girmemesi müstehaptır.
Kocasının da, müracaat
kasdı olmadan ve ric'atine şahit tutmadan, bu kadını sefere çıkarması doğru
değildir, Hidâye'de de böyledir.
Keza, bu koca,
karısını, sefer müddetindne az olan, mesafeye de çıkaramaz. Nehru! - Fâık'ta
da böyledir.
Halvet, kerîh olduğu
gibi, sefer de kerihtir. Serahsî, şöyle buyurmuştur. «Eğer cimadan emin
değilse, halvet mekruhtur.» Fet~ hu'l - Kadir'de de böyledir.
Ric'î talâk, cimâyı
haram kılmaz. Şayet, koca, cima ederse; . mehir borçlanmaz. Kifâye'de de
böyledir.
Bir kimse, câriye olan
karısını, ric'î talâkla boşadıktan sonra, hür bir kadm ııikâhlasa; cariyeye
müracaat edebilir. Bahru'r -Râık'ta da böyledir. [5]
Eğer, talâk, hâin olur
ve üçden aşağı bulunursa; boşanmış bu kadını, iddeîi içinde kocası
nikahlayabilir. îddeti bittikten sonra da nikahlayabilir.
Eğer hür olan kadın,
üç talâk, câriye olan kadın, iki talâk boşanmış olursa; başka bir erkek, onu
sahih nikâhla nikahlayıp ve cima edip, sonra da boşamadan veya adam ölmeden,
bu kadm, önceki kocasına helâl olmaz. Hidâye'de de böyledir,
Bu hususta, boşanan
kadının, cima' edilmiş veya edilmemiş olmasında da bir fark yoktur. Fethu'I -
Kadîr'de de böyledir.
Zekerin, ferce
girmesinde, güslün icâbetmesi şart kıhnmış-tır. Kenz Şerhi'nde de böyledir,
Boşanmış kadının,
önceki kocasına helâl olması hususu-sunda, mücâmaat zamanında— inzal şart
değildir.
Bu kadını, zina ile
bir insanın vat etmesi veya şüphe ile cima' eylemesi, önceki kocasına helâl
kılmaz. Çünkü, nikâh bulunmamaktadır.
Keza, efendisinin
mülkünde bulunan cariyeyi, onun cima' eylemesi ile de —iddet bittikten sonra,
efendisi ona cima yaparsa— kocasına helal olmaz; hürmeti galîza ile haram
olur. Bedâi'de de böyledir.
Şayet, ikinci koca, kadını
hayız ve nifas halinde veya ihramh yahut oruçlu iken cima' ederse; bu kadm
önceki kocasına, helâl olur. Serahsî nin Muhıytı'nde de böyledir.
Boşanmış kadın müfdât
(= Ferci ile dübürü bir olan kadın) ise; hamiie kalmadan önce, birinci
kocasına helâl olmaz.
Eğer boşanan küçük
ise, onun misli cima' olunmuyorsa; o, muhallel olmaz.
Eğer, misli cima'
olunuyor ve ona da cima' ediliyorsa; helâl olur. Nehru'I - Fâik'ta da böyledir.
Enfâ'da zikredildiğine
göre : Tahlilde[6] nıürâhik olan sâbî ( =
çocuk) bâîiğ gibidir. Ancak, buluğa erişmeden cima' olunmuş; buluğdan sonra da,
boşanmış olması gerekir. Çünkü, buluğdan önce talâk vâki olmamıştır.
Tatarhâniyye'de de böyledir.
Câmiü's - Sağîr'de,
mürahık şöyle beyan edilmiştir : Bulûğa ermemiş oğlan, onun benzeri karısına,
cima eyleyebiliyor; bu sebeple, gusül kadına vacip oluj^or ve önceki kocasına
helâl oluyorsa, bu sözün mânası : «zekeri hareket ediyor ve iştahı bulunuyor.»
demektir.) bu çocuk, mürailiktir. Hidâye'de de böyledir.
Eğer ikindi koca,
mecnun ise, kadın birinci kocasına helal olur. Hülâsâ'da da böyledir.
Eğer ikinci koca, köle
müdebbir veya mükâtep ise; efendisinin izni ile o kadını-nikâhlar ve ona cima'
ederse; bu kadın da önceki kocasına, helâl olur. Muhiyt'te de böyledir.
Eğer, köle,
efendisinin izni olmaksızın nikâhlar sonra da, efendisi izin evrir ve bu şahıs,
bu kadını, cima' etmeden boşarsa, o kadm, önceki kocasına efendisi izin
verdikten sonra, ona cima' etmedikçe, helâl olmaz. Fethu'I - Kadîr'de de
böyledir.
Eğer, ikinci kocanın
zekeri kesikse; kadm, Önceki kocasına helâl olmaz. Ancak, gebe olur ve doğum
yaparsa, helâl olur. Bu kadm, İmâm Ebû Yûsuf (R.A) 'a göre muhsane olur.
Serahsî'nin Muhıyt'inn de de böyledir.
Eğer, ikinci koca,
hayaları olmayan bir kimse olursa, kadın birinci kocaya helâl olur. Muhıyt'te
de böyledir.
Fetâvâyi, Süğrâ'da
şöyle zikredilmiştir :
İkinci koca, zekerine
bez dolayıp kadının fercine girdirse; eğer, fercin sıcaklığını hissederse,
kadın, önceki kocasına helâl olur; değilse, olmaz. Hulâsa'da da böyledir.
az olursa, kadına
inanılmaz. İmâm Muhammed (R.A.) ve
Hasan'in rivayetine göre, yüz günden aşağıda, kadına inanılmaz.
İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'a göre, altmış beş günden aşağı olursa, kadına inanılmaz.
İmâm Muhammed
(R-A.)'den gelen bir rivayete göre de, elli dört günden aşağıda, kadına
inanılmaz.
Bu, boşanan kadının
hür olduğu zamandadır. Eğer, kadın câriye ve hayız gören biri ise, İmâm Ebû
Hanîfe (R.A.) ye göre, kırk günden aşağı olan sözüne inanılmaz.
İmâm Muhammed (R.A.)
ve Hasan'm rivayetine göre, otuz beş günden az olursa; kadına inanılmaz.
İmâmeyn'in kavline
göre, yirmi bir günden aşağı olursa; o zaman, kadının sözüne inanılmaz.
Eğer, boşama, doğumun
akabinde olursa; bu durumda, kadına altmış beş günden aşağıda inanılmaz. Bu,
İmâm Muhammed (R.A.) den gelen rivayettir. Hasan'm rivayetine göre (R.A.)
yetmiş beş günden aşağı olursa kadına inanılmaz. Fakat, İmâm, Ebû Yûsuf (R.A.)
'a göre, kırk yedi günden az olursa, kadına inanılmaz.
İmâm Muhammed (R.A.)'e
göre otuz altı günden az oüursal,( inanılmaz.
Eğer, boşanan kadın,
ay sahibi ve hür ise, bu kadına üç aydan aşağıda inanılmaz, ve eğer câriye ise
bir buçuk aydan aşağıda ona inanılmaz. Bu, bil-icmâ böyledir. Muzraarât'ta da
böyledir.
Mecmuu n - Nevazilde
şöyle zikredilmiştir:
Üç talâk boşanan bir
kadın, dört ay sonra gelip : «İkinci kocamdan, iddetim tamam oldu.» der ve
önceki kocasına nikâh olmak isterse sözüne inanılır mı? suâline; Şeyhul-İmâm
Necmü'd-Dîn Ömer en-Mesefî şu cevabı vermiştir: «Gerçekten, ona inanılmaz.»
Doğrusu da budur. Zehıyre'de de böyledir.
Şayet kadın önceki
kocasına : «Senin için, helâl oldum.» der; o da, onu nikahladıktan sonra, kadın
: «Gerçekten, ikinci adam bana cima' eylemedi.» derse; eğer, o kadın, önceki
kocaya helâl olmanın şartını biliyor ise; kadına inanılmaz, değilse inanılır.
Nihâye'de de böyledir.
Bu hal, ikinci
kocanın, cima' ettiğini, ikrar etmeden önce olursa; böyledir. Tatarhaniyye'de
de böyledir.
Şayet, kadın, Önceki
kocasına : «Ben, sana helâlim» dese; kocanın, onu nikahlaması; insanların
ihtilâfları açakhk kazanmadıkça, helâl olmaz. Zehıyre'de de böyledir.
İmâm: «Doğrusu budur.» demiştir, Gunye'de de
böyledir.
Boşanan katlın ikinci
kocanın kendisine cima' ettiğini haber verdiği halde, o da inkâr etse; kadm,
birinci kocaya helâl olur.
Eğer, birinci kocanın
kalbinde, kadını inkâr, kocasını ikrar olursa; o zaman, o kadını nikahlaması
helâl olmaz.
Şayet, kadın : «İkinci
kocam, bana cima' eyledi.» der; birinci kocası da, —onu nikahladıktan sonra—:
«Hayır sana, ikinci kocan cima' etmedi,» derse aralan açılır ve bu kadına,
kocası, mehr-i mislinin yansım verir.
Fetvalarda :
Kadını, birinci kocası
nikahladıktan sonra, kadım ; «Ben, ikinci kocaya gitmedim.»; birinci kocası
ise, ona «sen, kocaya gittin; kocan da sana, cima' etti.» derse; bu durumda,
kadının sözüne inanılmaz.
Eğer, ikinci kocası :
«Nikâh fâsid oklu. Çünkü, ben, bu kadı nın anasını, cima etmiştim.» der; kadm
da, bu sözü doğrularsa; o kadın, birinci kocaya helâl olmaz.
Şayet, kadın kocasını
yalanlarsa; o zaman, helâl olur. Kâdı'l-İmâm da, böylece cevap vermiştir. Hulâsa'da
da böyledir.
Şayet, fâsid bir
nikâhla nikahlar ve üç talâkta boşarsa; o kadını nikahlamak, —başka kocaya
gitmese bile—, caiz olur. Sirâ-cü'l - Vehhâc'da da böyledir.
Bir kimse, tahlil
niyye tiyle, bir kadını nikâhlasa, bu kadının, önceki kocaya helâl olması
için, bu şart değildir. Ancak, bu şahsın bir şeye niyyeti yoksa, bu duranı
mekruh da değildir. Fakat böyle bir şart olursa; mekruh olur. İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.) vu İmâm Züfer (R.A.)'e göre, önceki kocaya da, helâl olur. Hulâsada da
böyledir. Sahih olan da budur.
Bir adam karısını bir
talak veya iki talak boşadığı zaman; kadının iddeti bitince, başka bir kocaya
gitse; o koca da, ona cima' ettikten sonra, onu boşasa; ve ondan da, iddeti
tamam olsa; sonra da, o kadını, önceki kocası nikâhlasa; bu kocasına, üç
talâkla dönmüş olur. ikinci koca, birincinin bir ve iki talâkını yıkmış olur,
üç (aîâkı yıktığı gibi. İhtiyâr'da da böyledir. Sahih olan da böyiedir. • Nevârfl'de :
İki şahit, kadını, bir
adamın nikahladığını ve üç talâk boşadığı-ni söylese; kocası da gaip olsa;
kadın, başka kocaya gidebilir. Eğer, koca, hazırda ise, gidemez. Hulâsa'da da
böyledir.
Bir kimse, üç talâkı
bir şarta bağlar; bu şart bulunur ve kadın, kocasına haber verince; onun
inkâr edeceğinden korkar ve fetva
ister; bunun üzerine üç talâkın vukuuna, fetva verilirse; keza, kadın bilir ve
kocasının inkâr edeceğinden korkarsa, bu kadın, başka kocaya gidebilir. Bu
kadın, kocasından gizli olarak, nefsini ana helâl kılar; kocası, bir yolculukta
gaip olur, sonra da, geri dö ner ve kadın; kalbinden şüpheyi çıkarmak için,
nikâh tazelemesini isterse; kocanın boşamayı inkâr etmesinden dolayı bu olmaz.
Ker-derînin Vecîzi'nde de böyledir.
Şeyhu'I - İslâm Yûsuf
bin'İshâk'tan.soruldu: Ki, karısını üç talâk boşayjp, bu durumu, karısından
saklayan ve ona cima' eden; ayrıca, durumu üç hayız müddeti geçtikten sonra,
haber veren, bir şahsın karısının, ikinci bir evlilik yapması helâl olur mu?
İmâm:
«Hayır, olmaz. Çünkü,
cima' aralarında şüphe ile cereyan eylemiştir. Bu ise, iddeti gerektirir. Ancak,
son cima'smdan itibaren, üç hayız geçerse; o zaman olur.
İmâm a soruldu:
Eğer lıer ikisi de,
bilmelerine ve bunun haram olduğunu ikrar etmelerine rağmen cima' eylemişler
ve kadın, üç defa hayz olduktan sonra, ikinci bir koca, dilemişse ne olur?
İmâm. şöyle
buyurmuştur: .
«Nikâhı caiz dîıır.
Çünkü, ikisi dv, onıın.haramiiğım ikrar eylemişler w'bu .sebeple cima', zina
olmuştur.
Zinada ise, iddet
yoktur ve onu, başkasının nikahlamasına mâni değildir. «Biz de bunu alırız.
Ancak, hâmile olması, müstesnadır. İmameyn'e ve İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) 'ye
göre, zinadan hamile olanın, nikâhı caizdir. Tatarhaniyye'de de böyledir.
Şeyhu'I - İslâm
Ebûl Kasım'dan soruldu :
Kocasından kendini üç
talâk boşadığını duyan ve nefsini kocasına teslim etmemeye gücü yetmeyen bir
kadının kocasını öldürmeye müsâade var mı? [7]
«Kendine, yaklaşma
istediği zaman, öldürmemek suretiyle men1-ine gücü yetmezse, öldürebilir.»
demiştir.
Şeyhu'I - İslâm Ebûl -
Hasan Ata bin Hamza ve İmâm Ebû Şü-
câ da böyle fetva
vermişlerdir.
Kâdi'I-İmâm İsbîcâbî
ise : «Kadının, kendini boşayaıı; .sonra da, zoraki cima' eylemek isteyen,
kocasını öldürme hakkı yoktur.» buyurmuştur. Muhiyt'te de böyledir.
Mültekıt'ta da :
«Fetva, buna göredir.» denilmiştir. Şeyhu'I -İmânı Necmü'd - Dîn, Seyyidül -
İmâm Ebî Şücâ'dan «Kadın, onu ödürecektir.» şeklinde rivayet etmiştir. Bu zat,
büyük bir kişidir. Onun, büyük üstadları vardır. İtimad edilmeyen, ve sahih
olmayan sözü söylemez.» Duyurulmuştur. Tatarhaniyye'de de böyledir.
Kadının, âdil iki
şahidi olsa ve bunlar : «Koca, bu kadım nikâh eyledi ve üç talâk boşadı. Sonra
da, onu inkâr eyledi.» deseler. Şahitler, kadı efendinin huzurunda şehâdette
bulunmadan önce, ölse veya gaip olsa, kadının, o kocanın yanında durmasına ve
çağırdığında ona yaklaşmasına ruhsat yoktur.
Eğer koca : «Bu
böyledir, şahitler ise ölmüşlerdir.» diye yemin ederse; kadı efendi, onu
reddeder : Kadının, orada durmasına müsâade edilmez. Fetvasını alıp, ondan
ayrılması uygun olur, ayrılmaktır. Eğer; buna gücü yetmezse, her ne zaman, onun,
kendisine zoraki yaklaşacağını bilirse, onu öldürür. Uygun olan, onu ilâçla
öldürmesi; bizzat kendinin öldürmemesidir. Ondan kaçtığı zaman, iddet
beklemesine ruhsat yoktur ve başka kocaya gidebilir. Şeyh Şem-sül-Eimme Halvânî
İstihsâli Kitabının Şerhi'ndc : «Bu cevap hükümdür. Fakat, durum Alkıhu Teâlâ
ile kadın arasındadır. Kocadan firar edince, kadın iddetini bekler. Sonra,
kocaya gider. Muhıyt'te de böyledir.
Nesefiyye'de şöyle
zikre di lmştir :
Bir kimse, kendisine
haram olan karısından kurtulamıyor. Ne zaman, ondan gaip olsa; kadın, ona sihü
yapıp geri yanına getiriyor. Bu şahıs, o kadını, zehir veya benzeri bir şeyîe
öldürüp, ondan kurtulabilir mi?
İmâm su cevabı
vermiştir :
Bu helâl olmaz.
Gücünün yettiği kadar ondan uzaklaşır. Tatar-hariiyye'de de böyledir.
Latâifü^l - Hiyel'de
şöyle mezkûrdur :
Boşanmış bir kadın,
küçük bir köleye nikâhİaıısa ve onun zekerin harekete geçirse; sonra da, her
hangi bir sebeple ona mâlik olsa; —cima'dan sonra aralarındaki nikâh fesh olur.
Tebyîn'de de böyledir.
Bir kimse : «Eğer, bir
kadın alırsam; işte, o üç talâk boştur.» dese, bunun çâresi : Aralarındaki
nikâh sözleşmelerini fuzûli bir şahsın yapması gerekir. Bu koca, o fuzûlîye
fiili ile izin verince, yemini bozulmaz. Fakat, sözüyle izin verirse; yemini
bozulur, îti-mad bunun üzerinedir. Zâhîriyye'de de böyledir.
Eğer kadın kendinin
boşanmış olduğunu ikinci kocasından gizler ve : «Sana nefsimi nikahladım.»
Selâhiyet elimde olmak üzere ki, nefsimi boşayabilirim... «Her ne zaman
istersem.» der; kocası da, onu, kabul ederse; nikâh caiz ve talâk yetkisi,
kadının elinde olur. Tebyîn'de de böyledir.
Boşanmış kadın, ikinci
kocanın tamamı kesmek ister ve ona : «Beni, üç talâk boşamaya yemin etmezsen;
sana, icabet etmem. Sen, bana muhalefet etme.» der; koca da, yemin ederse; ona,
bir defa yaklaşınca, kocasından talâkını ister. Eğer boşarsa; kadın, boş olur.
Boşamazsa, yine boş olur. Sirâciyye'de de böyledir. [8]
İlâ : Kocanın,
nefsini, nikâhlısı olan kadından, Allah adına (veya, talâk, hâk, oruç, hac ve
benzeri bir şeyle) yemin ederek, miiekkedert men etmesidir.
Mutlak veya muvakkaten
hür olan kadına, dört ay, cariyeye iki ay, —yemin etmeden, yaklaşmamak mümkün
iken, onu yalnız bırakmadan— ona yaklaşmamak da âdir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir.
ft Eğer koca, yemin
müddetinde, kadına cima ederse, keffâ-rcli icâb eder. İster, Allahu Teâlâ'nm
sıfatlarından birisi ile yemin etsin; isterse, zatıyla yemin etsin müsavidir.
Kadına, cima'dan sonra yemin düşer. Eğer, yemin müddeti İçine cima' etmezse,
bir bâin. talâk, boş olur. Bürcendî'de de böyledir.
Eğer koca, dört ay
üzerine yemin ederse, gerçekten yemin düşer.
Eğer «ebediyyen» diye,
yemin eder ve : «Vallahi sana ebediyyen cima' ey İçmeyeceğini.)» veya «Vallahi,
sana cima' eylemeyeceğim» der, «ehediyyen» demezse; yemin, baki kalır.
Ancak, o nikâhtan önce
tekrar eylemez ve eğer o kadını ikinci defa nikâhlar ve ona cima' ederse; yemin
avdet eder. Ancak, dört ay geçmesiyle vakitlerse, bir talâk daha boş olur. Bu
yeminin başlangıcı, nikâh zamanından itibârendir. Eğer, üçüncü defa nikâh eylerse,
ilâ yine avdet eder ve dört ay geçince kadına, cima' etmezse; bir başka talâk
daha vâki olur. Kâfî'de de böyledir.
Koca, bu karısını, bir
başka kocaya gittikten sonra nikahlarsa; talâk ilâsı avdet etmez. Yemin baki
kalır. Eğer, kadına cima' ederse; yemininden dolayı keffârei gerekir. Hidâye'de de böyledir.
Bir kadın, îla
sebebiyle, bir talâk veya iki talâk bâin olunca; başka kocaya gider, sonra da
öncekine dönerse; üç talâk avdet eder w bu kadın, her dört ay geçtikçe, üç talâk,
ondan açıklanana kadar, bir talâk boş ölür. İkinci ve üçüncü de, sonuna kadar,
hep böyle olur. Tebyîn'de de böyledir.
Zimmî olan bu kimse;
Allah'ın isimlerinden veya sıfatlarından biriyle ilâ yapsa; İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.) 'ye göre, o da, yemin etmiş olur. îmâmeyn'e göre, yemin etmiş olmaz.
Fakat zimmî, talâk
veya Hakla yemin ederse; bil-icma', yemin etmiş olur.
Ve eğer, hac, umre,
oruç veya, sadaka gibi şeylerle yemin ederse; yine bil-icma, yemin etmiş
olmaz.
Keza, zimmî karısına :
«Eğer, sana cima' eylersem; sen, bana anamın sırtı gibisin.» dese; yemin etmiş
olmaz.
Zimmînin îlâsı sahih
olursa; bu durumda zimmî, hüküm bakımından, müslim. gibidir. Ancak, zimmî
Allah adı ile yemin edip sonra da cima' ederse; keffâret lâzım olmaz. Sirâcül
- Vehhâc'da da böyledir. [9]
İlâda kullanılan
lafızlar, iki nevidir :
1-) Sarih
lafız,
2-) Kinaye
lafız.
Sarih lafız: Cinsî
mukârenetten men'i, açıkça ifâde eden, lafızdır.
Şu lafızlar da, sarîh
lafızlardandır : «Sana, yaklaşmam.»; «Sana, cima' eylemem.»; «Sana,
vetyetmenu; «Sana, mübâdaa etmem.»; «senden dolayı cünüplükten, gusletmem.»
Mubâdaadan murat,
vika. (= cima') dır.
Cünüplükten gusül ise,
—burada— ancak, cima', fercten yapılınca olur.
Keza: Bekrini bozmam»
demek de, sarîh, lafızdır. Zîrâ, bekaret; ancak, cima' ile bozulur.
Serahsî'nin Mumytı'nde de böyledir.
Şayet, koca :
«Dübüründen vatyetmem.» veya «Fercinin dışına, cima' etmem.» dese; îlâ etmiş
olmaz.
Eğer, koca : «Cima*
müstesna, sana mücâmaat yapmam.» dese; niyyeti sorulur. Eğer, dübüre vetyi
irâde eyledim.» derse; yemin etmiş olur.
Fakat; «Fazla değil,
zayıf cima'ı kaydeyledim.» derse, —'tenasül uzuvlarının birbirine kavuşması
gibi,— işte bu şahıs, yemin etmiş o'maz.
Şayet, bir niyyeti
yoksa, bu durumda, yemin etmiş olur. Fet-hu'l - Kadîr'de de böyledir.
Yenâbî'de şöyle
denilmiştir:
Bu lafızlar, hüküm
bakımından tasdik olunmaz. Çünkü, bu şahıs, onunla cima' murad eylemiş olmaz;
diyanette ise tasdîk olunur; hakikat, kendisi ile Allahu, Teâlâ arasındadır.
Tatarhânîyye'de de böyledir.
Kinaye lafza gelince :
Kendisi ile, —sadece— vikâ (= cima') manası anlaşılmayan; başka bir mânâya
gehne ihtimâli de bulunan, lafızlara, kinaye lafızlardır. Bunlarla, niyyet
eylemedikçe, îlâ clmaz : «Sana dokunmam.»; «Sana dahîl olmam.»; «seni düşünmem.»;
«başınla başıma toplamam.» «Seninle gecelemem.»; Sana, arkadaşlık yapmam.»,
«Döşeğine yaklaşmam.» lafızları gibi... Serahsî'nin Mumytı'nde de böyledir.
Şayet : «Eğer, seninle
uyursam; artık, sen üç talâk boşsun.» dese; fakat, onu boşamaya niyyeti
olmasa; bu îlâ olur ve ör-fen cima' üzerine vâki olur. Zahîriyye'de de
böyledir.
İsabet, yatmak ve
yaklaşmak da kinaye lafızlardandır. Kenz'de de böyledir.
Yenâbi'de şöyîe
demişlerdir :
Yemine bağlanan her
lafız, îiâya da bağlanır : «Vallahi»; «Billahi»; «Tallahi»; «Celâliüâhi»;
«Azametillâhi» ve «Kibriyâillâhi» gibi...
Kendisine, yemin
bağlanan, diğer lafızlara da, îlâ bağ'anır : «Alimallah sana yaklaşmam gibi...»
Veya «Allah'ın gazabı üzerine...» «Öfkesi üzerine...» veya bunlara benzeyen
diğer sözler gibi...
Menâfî'de, şöyle
denilmiştir :
İmâm, Ebû Hanife
ER.AJ'ye göre, îlâ ehli olan kimse; talâk ehli de olur. İmâmeyn'e göre, o
kimse, keffâretin vücûbuna ehil olur. Tatarhânîyye'de de böyledir.
Bir kimse, ferce cima'
üzerine yemin etmedikçe îlâ etmiş Gİmaz. Yani ferçten başka bir yere yemin
etmişse; îlâ etmiş olmaz.
Bir kimse, arısına :
«Valîâhi, cildim cildine dokunmadı.» dese îlâ etmiş olma2. Çünkü, ferce olan
cimanın haricinde, dokunmakla yemin eylemiştir. Şayet, «fercim fercine
dokunmazsa» demiş olsaydı îlâ etmiş olurdu. Çünkü, bununla cima' sözünü murad
eylemiştir.
Eğer, koca : «Seninle,
uyursam; artık, sen boşsun.» dese, fakat hiç birşeye niyyet eylemese; yemin
etmiş- olur. İnsanların, bundan muradı cima'dır.
Şayet, yatmaya niyyet
eylemişse; yemin etmiş olmaz. Zira, onunla yatmak, cima' eylemek olmaz. O
zaman, yemini bozulur.
Bir kimse, eğer : «Bir
seneye kadar, elimi bir kadına kal-dmrsam; şu üzerime olsun.» der ve dörL ay
da, karısına yaklaşmazsa; onu boşadığı, açığa çıkmış olur. Çünkü, o sözle,
Örfde cima' murad olunur. Bunun içindir ki kadının fercinin haricine, bir sene
bile mücâmaat eylese; yemininde hanis olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimse «Ben, senden
yeminliyim»/ der ve bunun'a —yeminini— haber vermeyi kasdederse; yemin etmiş
sayılmaz. Gerçek, kendisi ile Allahu Teâlâ arasındadır. Felhu't - Kadîr'de de
böyledir.
Bir
kimse,"karısına : «Sana, yakın olursam; namaz kılmak, üzerime borç olsun.»
dese; yemin etmiş olmaz, Kâfî'de de böyledir.
İbn-i Semâa, İmâm Ebû
Yûsuf (R.AJ'un şöyle buyurduğunu
nakletmiştir :
Bir kimse : «Şu kölemi
Ailah için, azâd etmek, üzerime vacip olsun; eğer karım filâneye, yakın
olursam; zıharımdan dolayı.» derse; o şahıs, ister zıhar etmiş olsun; ister
olmasın, yemin etmiş olmaz.
Şayet, koca: «Şu
kölem, eğer kanma yaklaşırsam; zıha-nmdan dolayı, hür olsun.» derse; işte o
yemin etmiş olur. îster mu-zâhir olsun; isterse, olmasın. Ancak, onunla zıhar
keffâretini kasdederse, ve eğer müzahir ise; bu da câb olur.
Sonra da : «Her şey
azâd olsun; eğer, karıma yaklaşırsam.» derse; bu durumda da; yemin etmiş olur.
Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse, karısına :
«Eğer, sana yaklaşırsam; veya seni yatağıma davet eylersem; artık, sen boşsun.»
dese; yemin etmiş olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimse, karısına :
«Karım olduğun müddetçe, eğer, —seninle— cünüp olunandan dolayı; gusledersem;
artık, sen üç talâk boş ol.» dese ve bu sözü iade eylese fakat bu, sözün, ne olduğunu
bilmese; karısı ise, hamile olsa; koca, karısı hamlini doğurmadan, ona cima'
etmese, bu sözü söyledikten dört ay sonra, kadın hamlini vaz eylese, kadın,
bâin olarak bir talâk boş olur. Hamlini, vaz sebebiyle de iddeti bitmiş olur.
Bundan sonra, o kadını nikahlaması da, caiz olur. Ve bu şahıs, yemininden
hânis olmaz. Fetâvâyi Kübrâ'da da böyledir.
Bir kimse, yemin
ederek : «Eğer sana yaklaşırsam hac yapmak...» «...Umre yapmak...»; «...Sadaka
vermek...»; «...oruç tutmak...» «...kurban kesmek...» «...itikâf yapmak...»
«...üzerime borç olsun; yemin ve yemin keffâreti olsun.» dese; bu şahıs îlâ etmiş
olur.
Şayet: «Cenazeye
gitmek...»; «Tilâvet secdesi yapmak...»; «...Kur'ân okumak...»; «...Beyti
Mukaddeste namaz kılmak...» «teşbih çekmek; üzerime vacip olsun» dese; bu yemin
olmaz.
İlânın sıhhati, vacip
olanlarla, olur.
Şayet, koca : «Yüz
rek'at namaz kılmak üzerime vacip olsun.» derse; bu, ilâ olur.
Ve eğer : «Şu
fukaraya, şu sadakayı veya malımı hibe etmek, üzerime borç olsun.» dese; bu
sahih olmaz. Ancak, bunu sadaka olarak niyyet eylemesi, müstesnadır,
Bir kimse : «Alacağım
bütün kadınlar... işte, o boştur.» dese; İmâm Ebû Haıûfe CR.A.) ve İmâm
Muhammed (R.A.)'e göre; îlâ etmiş olur. Fetfaul - Kadîr'de de böyledir.
Ve eğer «eğer sana
yaklaşırsam bir ay oruç tutarım.» dese, eğer o dört ay,geçmeden geçerse adam
yemin etmiş olmaz.' Eğer dört ay geçene kadar geçmez ise işte o adam yemin
etmiş olur. (Bedâi)
Ve «eğer sana
yaklaşırsam, fukaraya yemek yedirmek veya bir gün oruç tutmak borcum olsun»
derse işte bu bil-ittifak yemindir. (Mebsûtu Serahsi)
Ramazan ayında veya
belli bir mekânda karısına yaklaşmayacağına yemin eylese îlâ etmiş olmaz. Hayz
iken yaklaşmamaya yemin edende îlâ etmiş olmaz. «Muhiti Serahsî)
Bir adam karısına :
«Sen bana filan adamın karısı gibisin» dese o adamda karısına îlâ etmiş olsa,
eğer îlâya niyet eylemişse bu adamla îlâ etmiş olur, değilse olmaz.
(Bir adam) karısına
«sen bana lâşe gibisin» dese yemihe niyet eylemişse îlâ etmiş olur. Ve eğer
karısına «eğer sana yaklaşırsam artık sen bana haramsın» dese niyet eylemişse
yemin etmiş olur. Bu Ebû Hanife (R.A.)'ye göre böyledir. İmâmeyn'e göre kadına
yaklaşmadıkça yemin etmiş olmaz.
Bir kimse, karısına,
îlâ ettikten, sonra; diğer karısına, : «Seni, onun ilâsına ortak eyledim.»
dese; ona îlâ etmiş olmaz.
Şeyh Kerhî şöyle
demiştir:
Bir kimse, karısına :
«Sen, bana haramsın.» dedikten sonra; diğer karısına : «Gerçekten, seni de, ona
ortak eyledim.» dese; onu da, îlâ etmiş olur. Zahîriyye'de de böyledir.
Bir kimse, karılarına
: «Size yaklaşmıyorum.» dese; onlara îlâ etmiş olur. Dört ay geçene kadar
yaklaşmaz ise, hepside bâin talâkla boş olurlar. Onlardan birine, yaklaşırsa;
ona olan îlâsı bâtıl (— geçersiz) olur. Diğeri, hali üzre kalır. Ve üzerine
keffâret lâzım olmaz. Eğer, ikisine de, yaklaşırsa, ikisinin de ilâları bâtıl
olur. Ve keffâret lâzım olur. Eğer, dört ay geçmeden kadınlardan birisi ölürse,
ikisinin de, ilâları bâtıl olur. Ve yemin keffâreti gerekmez. Ancak koca,
birisini boşarsa diğerinin îlâsı bozulmaz.
Bir kimse, dört
karısına : «Vallahi, hiç birinize yaklaşmayacağım.» dese; o anda, onlara îlâ
etmiş olur. Bu şahıs, dört ay geçene kadar, hiç birine yaklaşmasa; hepside
bâinen boş olurlar. Bu, bizim üç imamızın kavlidir ve bu istihsandır. Bedâi'de
de böyledir.
Şayet, dört karısı
olan şahıs : «Hiç birinize yaklaşmiyacağım; Yalnız, filâne kadın müstesna.»
dese; hiç birine îlâ etmiş olmaz. Hatta, bu şahıs, kanlarından ikisine
yaklaşsa; yemini bozulmuş olmaz ve aralan
açılmaz. Füsûlü tmâdiyye'de de
böyledir.
Bir kimse, kansına,
bir mecliste, üç defa îlâ eylese; İmâmeyn'e göre, istihsânen, bir talâk vâki
olur; iki meclise okırsa; talâk adedi artar. Zahiriyye'de de böyledir.
Bu şahıs : «Vallahi,
birinize yaklaşmayacağım» dese; bu durumda koca, kadınlardan birine ilâ etmiş
olur. Koca, bu kadınlardan birine cima' etse; keffâret, gerekir ve îlâ
bâtıl olur.
Bu kadınlardan birisi
ölse veya boşansa yahut irtidad eylese; îlâ, ikinciye teayün eylemiş olur.
Koca, dört ay geçene kadar, hiç birine yaklaşrnasa; belirsiz olarak, birisi
bâin olur. Koca, onlardan hangisini dilerse, talâk ona ait olur. Şayet, îlâyı onlardan
birine, dert ay geçene kadar tâyin eylerse buna gücü yetmez. Hatta, birine
tâyin etse ve sonra da, dört ay geçse; o tâyin edilen kadın, boş olmaz. Belki
de, o iki kadından başka; muayyen birisi, boş olur. İşte, bu durumda koca,
kendisi ayırır.
Şayet, dört ay
geçmeden, birine cima' ederse; diğeri boşanmış o'ur. Zâhir-i rivâye'de ise,
ikisi ds bâin olurlar. Bedâî'de de böyledir.
Müddetlerin
geçmesiyle, kadınlar bâîn olduktan sonra, koca, onların ikisini de nikâhlasa;
yine onlardan birine îlâ etmiş olur. Koca, bu kadınları, aralıklı olarak
nikâhlasa; yine, onlardan birine îlâ etmiş olur. Bu îlâ, Öncekine teayyün
etmiş olmaz. Ancak, nikahladığı günden itibaren, dört ay geçerse; önceki,
müddetin geçtiği için, bâine olur. O, bain olduktan sonra, dört ay daha
geçerse diğeri de, bâin olur. Kâfî'de de böyledir.
Bir koca, karılarına :
«Sizden birinize yaklaşırsam.» derse; onlardan birine, îlâ etmiş olur. Dört ay
geçince, bu müddetle onların birine yaklaşmamışsa; ikisi de bâin olurlar. Eğer,
birine yaklaşırsa; ikisinin de îlâları bâtıl olur ve keffâret gerekir.
Sirâ-cü'l - Vehhâc'da da böyledir.
Bir kimse; «karısına
ve cariyesine» «karısına ve yabancıya» yaklaşmamaya yemin etse; bu koca, yabancı kadına veya câriyeye yakın
olmadıkça, yemin etmiş olmaz. Eğer, ikisine yakın clursa îlâ etmiş olur. Çünkü,
onun için, bundan sonra yaklaşmak mümkün olmaz. Ancak, keffâretle mümkün olur.
İhtlyâr'da da böyledir.
Bir kimse, karısına ve
cariyesine : «Vallahi, birinize yak-laşmıyacağım dese; îlâ etmiş olmaz. Ancak,
yalnız karısını kas-deylemişse, bu durum müstesna'dır. Eğer, birisine
yaklaşırsa yemini bozulmuş olur.
Eğer, cariyesini azâd
eder; sonra da onu nikahlarsa; îlâ etmişiz olmaz.
Şayet koca : «Vallahi,
sizden birinize yaklaşmayacağım.» dese; bu durumda, koca; hür olan kadına îlâ
etmiş olur. Bu istihsânen böyledir. Câmiu'I - Kebîr 'de de böyledir.
Biri hür, diğeri
câriye, iki karısı olan bir kimse : «Vallahi ikinize yaklaşıniyacağım» dese;
ikisine de îlâ etmiş olur. Bu koca, iki ay geçtiği halde, ikisine de yaklaşmasa;
câriye, bâine olur. İki ay daha geçerse, hür olan kadın da bâine olur.
Şayet bu koca:
«Vallahi, birinize yaklaşmam.» derse; tayinsiz olarak, onların birisice îlâ
etmiş olur.
Şayet, iki ay geçmeden
önce, birisine tâyin etmek istese; kocanın buna selâhiyeti yoktur.
İki ay geçene kadar,
onlara yakınlık yapmamışsa; câriye, bâine olur. Hür kadının, îlâ müddeti
başladığından itibaren, dört ay geçene kadar, onlara yaklaşmazsa; bu hür kadın
da, bir bâin talâk boş olur. îki ay geçene kadar, câriye ölürse, îlâ, yemin
vaktinden itibaren, hür kadın için açıklanmış olur. Bedâi'de de böyledir.
Koca, müddet bitmeden
Önce, cariyeyi ıtk ( = azâd) etse; onun müddeti de, hür kadın gibi olur.
Yeminden itibaren, dört ay geçerse, onlardan birisi boş olur. Bunun tâyini ise,
kocaya düşer. Şayet, hürriyeti verildikten sonra, onu nikâhlasa, cariyenin
boşandığı günden itibaren, dört ay sonra; hür kadın da bâine olur.
Eğer, iki ay o'madan,
o cariyeyi satın alsa; hür olan kadın yeminden dört ay sonra, bâine olur.
Eğer, cariyeyi önce
ıtk eder; sonrada, nikahlarsa; bunların biı-ine îlâ etmiş olur. Ancak, müddet
bitince hür kadın bâine olur.
Şayet müddetten Önce,
hür kadın ölse; diğeri, nikâhından itibaren, müddeti bitince bâine olur.
Eğer, müddeti geçmeden
ölmez; bâine olursa; yeminden itibaren, müddet geçmesi hâlinde, diğeri de
bâine olur. Kâfî'de de böyledir.
Hür kadın, îlâ
sebebiyle bâine olunca; azâd edilen kadın, îlâ için teayyün etmiş olur. Müddet
ise, hüı kadının bâine olduğu andan itibaren başlar. İddeti sona erince ve
talâkı üç olunca; ve dört ay geçince azâd ettiğini nikahladığı zamandan
itibaren, îiâ sebebiyle bâine olur. Câmiu'l - Kebîr'de de böyledir.
Bu koca, kanlarına :
«Birinize yakın olursam; işte, diğeri anamın zahri (— sırtı) gibidir.» dese;
bu durumda koca, karılarından birine, îlâ etmiş olur. İki ay geçince. Câriye
boş olur. Hür kadının ilâsı ise, bâtıl olur. Bu kadınların ikisi de, hür
olsalar ve koca : «Eğer, birinize yaklaşırsam; artık, diğeri bana anamın sırtı
gibidir.» dese; bu durumda koca, birine îlâ etmiştir. Dört ay geçince,
onlardan, birisi îlâ sebebiyle boş olur. Tâ'yin (=belirtme.) kocaya aittir.
Eğer, koca, talâkı,
onlardan birine tâyin eylemezse veya tâyin eyler de dört ay daha geçerse, bir
şey vâki olmaz.
Bu koca : «Eğer,
birinize yaklaşırsam; işte, o bana anamın sırtı gibidir.» dese; îlâ baki
kalır.
Bu kocanın : «Eğer,
birinize yaklaşırsam; biriniz bana anamın sırtı gibidir.» demesi de yine
böyledir. Kâfî'de de böyledir.
Ve eğer «birinize
yaklaşırsam işte biriniz bana anamın sırtı gibidir» dese, İki ay geçmekle
câriye boş olsa hürre için îlâ yapmış olur. Câriye boş olduğu günden itibaren
dört ay geçincede hürre bâine olur.
Bir kimse, birisi hür,
diğeri câriye olan iki karısına : «Eğer, birinize yaklaşırsam;
artık, diğeri boş olsun.» dese, îlâ eylemiş olur. İki ay geçince, câriye
boşanmış olur.
Hür kadından ise, îlâ
düşmez. Onun müddeti cariyenin boşandığı günden itibaren başlar.
Eğer, cariyenin
boşandığı günden sonra, dört ay geçerse; hür de boş olur. Çünkü, koca, bu hür
kadına yakın olamaz. Ancak, onun talâkından sonra, yakın olabilir.
Eğer, bundan önce
cariyenin iddeti tamamlanmış olursa; hür kadının îîâsı sakıt olur. (= düşer).
Çünkü, ona yaklaşması münu kündür ve bir şey lâzım gelmez. Cariyede talâk
mahalli kalmamıştır.
Şayet, kadınların
ikisi de hür olmuş olsalardı; dört ay geçince onlardan birisi boşanmış olurdu.
Koca, onlardan birini seçer ve açıklardı. Geride kalan için de îlâ etmiş
olurdu.
Önceki kadın iddet
içinde iken, dört ay daha geçerse, ikine/ kadın da; boş olur; değilse, olmazdı.
Eğer koca, açıklama
yapmadan bir dört ay daha geçerse, diğeı kadın da, boş olur.
Bir kimse hür ve
câriye olan iki karısına : «Eğer, birinize yakın olursam; biriniz boşsunuz.»
dese; işte, bu adam onlardan birisi hakkında ilâ eylemiştir. İki ay geçince,
câriye boş olur. Câriye boş olduktan, dört ay sonra da, hür kadın boş olur.
Cariyenin idde t içinde olup olmaması da müsavidir. Çünkü, kocanın hür kadına
yakın olması mümkün olmamıştır. Zira talâkın cezası onlardan kirisinedir.
Gerçekten Öncekinin, iddeti çıktığı zaman, talâk belli olmuştur, yine böyledir.
Şayet, kadınların ikisi de hür olsalar, durum yine böyledir. Ancak, müddet her
ikisine de dört aydır.
Eğer, koca : "Sizden birinize yakın olursam; artık,
diğeri boş olsun.» dese; bu durumda, koca, kadınlardan birine îlâ etmiş olur
Dört ay geçince, her ikisi de bâine olurlar.
Onlardan birine yakın
olursa, yemini bozulmuş olur. Fakat talâk mübhem kalır. Yemin bâtıl olur.
Ancak, koca «Sizden birini., ze yakın olursam işte, o boştur.o dedikten sonra; onlardan
birisine yaklaşırsa; talâk, ona vâki olur. Yemin ise, bâtıl olmaz. Hatta bu
şahıs diğerine de yaklaşırsa; o da boş olur. Câmiu'l - Kebîr'de de. böyledir.'
Bir kimse : «Vallahi,
şuna veya şuna yakın olmam.» der ve müddet de geçerse; her ikisi de boş olur.
Füsûlül - tmâdiyye'de de böyldir.
Bir kimse : «Eğer,
şuna ve şuna yaklaşırsam.» dese; dediği gibi olur.
Koca : «Eğer size
yakın olursam» diye yemin eylese ikisini de ilâ etmiş olur.
Koca : «Eğer, şuna
yakın olursam; sonra, şuna.» derse îlâ el-miş olmaz. Mîrâcü'd-Dîrâye'de de
böyledir.
Bir kimse, karısına
îlâ ettikten sonra, onu bir hâin talâk boşa-sa; eğer, dört ay geçerse; iddet
müddetinin içinde iken bir îlâ talâkı daha vâki olur. Eğer ideti biter de
sonra îlâ müddeti tamam olursa, îlâ esbebiylc talâk vâki olmaz.
Kir kimse, karısına
ilâ ettikten sonra, onu boşasa ve bilâhare de nikâhlasa; eğer, iddeti içinde
nikâhlamışsa; îlâ, hâli üzre kalır. Hatta, îlâ vaktinin dört ayı tamam oİsa,
üzerine bir de, îlâ ta'âk vâki olur. Boşama iddeti tamam olduktan sonra
nikâhlasa; yine ûâlı olur. Fakat, îlâ müddeti, bu nikâhtan itibaren başlar.
Bir kimse, karısını
bâin bir talâk boşadıktan sonra, ilâ et-?e; bu, îlâ olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da
da böyledir.
Bir kimse, Ric'î
talâktan sonra îlâ eylese, îlâ eylemiş olur-îlâ müddeti bitmeden önce, talâk
iddeti biterse; îlâ düşer. S'irâcü'l -Velıhâc'da da böyledir.
Bir kimse, karışma
îlâ. ettikten, sonra dâr-i harbe kavuş-sa; sonra da dört ay geçse; mülkün
zevalinden dolayı, îlâ tebeyyün eylemez. îrtidâd sebebiyle, ayrılık vâki olur.
îlâmn, zıhârın irtidâd-Ia bâtıl olması hakkında, iki rivayet vardır : Muhtar
olan, batıl oluşudur.
Bir kimse, talâkı
üzerine; karısını boşamamaya yemin ettik tt-n sonra; ona îlâ etse ve müddet de
geçse; yemini bozulmuş olur. Bir talâk, îlâ sebebiyle; bir talâk da yemin
sebebiyle vâki olur. .
Bir kimse, yemin eder;
kadı da, hayasızlığı sebebi ile bu adamla karısının arasını ayırırsa; muhtar
olan, kavle göre; Bu du-n-mda, talâk vaki olmaz.
Bir köle, hür olan
kadınından ilâ ettikten sonra, o kadın, bu köleye mâlik olursa, îlâ baki
kalmaz. Şayet onu satar veya azâd eder; sonra da, ikinci defa onunla evlenirse,
îlâ avdet eyler. Zahî-i'İyye'de de böyledir.
Bir kimse : «Vallahi,
sana iki ve iki ay yaklaşmayacağım.» . dese, îlâ etmiş olur.
Keza :Sana, yaklaşmam
iki ay ve iki ay, bu iki aydan sonra iki ay» dese; îlâ etmiş olur.
Bir kimse karısına :
«Vallahi, sana iki ay yaklaşmam.» deyip bir gün durduktan sonra, yine :
«Vallahi, önceki iki aydan sonra, iki ay daha yaklaşmıyacağim.» dese; yeniden
ila etmiş olmaz.
Keza : «Vallahi, sana
iki ay yaklaşmayacağım.» dese ve bir müddet durduktan sonra : «Vallahi, sana
iki ay yaklaşmayacağım.» dese; yine îlâ etmiş olmaz.
Şayet : «Vallahi, sana
iki ay yaklaşmayacağım; hayır iki ay.» deseîiâ etmiş olmaz.
Müntekâ da şöyle
zikredilmiştir :
Bir kimse : «Vallahi,
sana dört ay; sonra da, dört ay, cima eylemiycceğim.» dediği zaman, îlâ yapmış
olur. Bu «Vallahi, sana sekiz ay, Cima' eylemiyeceğim.» demek menzüindedir.
Şayet : «Vallahi, sana
iki aydan Önce, iki ay cima' eylemiyeceğim,» demiş olsaydı; yine îlâ etmiş
olurdu.
İbrHi Semâ'a, İmâm Ebû
Yûsuf (R.A.)'un şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir :
Bir kimse : «Vallahi,
bir günü noksan, dört ay, sana yaklaşmayacağım.» dedikten sonra, o saatle :
«Vallahi, o günde yaklaşım-yacağim.» dese; ilâ etmiş olur. Muhiyt'te de
böyledir.
Bir koca, karısına :
«Sana, yaklaşmada]! bir ay Önce, sen boşsun.» dese; o ay geçene kadar, îlâ
etmiş olmaz. Bir ay geçtiği halde, eğer karısına yaklaşmazsa îlâ olur. Bu
durumda, bir ay önce, karısına cima' eylese, bir şey gerekmez. Bir ay
geçtikten sonra, yaklaşırsa; îlâ müddeti bitmeden önce, yemini sebebiyle karısı
boş olur. Eğer, onu dört ay terkeder;
ona yaklaşmazsa; îlâ sebebiyle, kadın boş olur.
Koca : «Eğer, sana
yaklaşırsam; sana yaklaşmamdan bir ay önce, sen boşsun.» derse; hüküm yine
böyledir. Câmiu'l - Kebîr'de de böyledir.
Tahâvî Şerhin'de şöyle
zikredilmiştir :
«Sana, yaklaşmadan az
önce, sen boşsun.» dese; îlâ etmiş olur. Eğer, yaklaşırsa; yaklaşmadan önce,
zaman geçmeden talâk vâki olur. Eğer, terküdip
yaklaşmaz ve dört ay geçerse; îlâ sebebiyle bâine olur. Taitarhâniyye'de de
böyledir.
Bir kimse, iki
karısına : «Size yaklaşmamdan bir ay önce, ikiniz de üç talâk boşsunuz» dese;
onlara bir ay geçene kadar îlâ etmiş olmaz. Bir ay geçtikten sonra, ikisine de
îlâ etmiş olur.
Eğer terk eder ve
kişine de yaklaşmazsa; dört ay sonra ikisi de bâine olurlar.
Eğer, yaklaşırsa, her
birisi, üç talâk boş olur.
Eğer, birisine
yaklaşırsa; o, bir ay geçmeden önce veya ikisine yaklaşırsa îlâ bâtıl olur.
Eğer, bir ay geçtikten
sonra, birisine yaklaşırsa; îlâ, ondan düşer; diğerine ise, îlâ yapmış olur.
Ona da yaklaşırsa; ikisi de, üç talâk boş olur.
Şayet, koca : «İkiniz
de, üç talâk, boşsunuz; eğer size, bir ay önce, yaklaşmadan yaklaşırsam» derse;
hükmün aynen yukar-daki durum gibi olur. Câmiu'l-Kebîr'de de böyledir.
# Bir kimse, karısına
yaklaşmaya karşılık, kölesinin itki ile yemin ettikten sonra o köleyi satsa îlâ
düşer.
Kadına yaklaşmadan
önce, o köleye tekrar sahib olsa, îlâ avdet eylemiş olur.
Şayet, kadına,
yaklaştıktan sonra, o köleye sahip olursa; îlâ avdet eylemez.
Şayet, koca : «Eğer,
sana yaklaşırsam; şu iki kölem, azâd olsun.» dedikten sonra; onlardan birisi
ölse, veya birisini satsa ila bâtıl olmaz.
Şayet, ikisi de, ölür
veya ikisini de satarsa; îlâ bâtıl olur.
Eğer, bu kölelerden
birisi, karışma yaklaşmadan önce, tekrar adamın mülküne girerse; îlâ geri
döner.
Sonra, diğeri de,
mülküne girse, îlâ, öncekinin, girmesinden itibaren, avdet eylemiş olur.
Koca, eğer : «Eğer,
sana yaklaşırsam; oğlumu kurban eyle-rim.» dese ilâ etmiş olur. Sirâcü'J -
Vehhâc'da da böyledir.
Koca, hangisi olduğunu
belirtmeden, iki kölesinden birinin azâd edilmesi üzerine, karısından îlâ
ettikten sonra; onlardan birini satar; sonra onu geri satın alıp diğerini
satarsa îlâ müddeti, önce sattığını, satın aldığı günden başlar.
Eğer ikinci köleyi
birinciyi satın almadan önce salarsa, îlâ kalkar.
Şayet, koca :<Eğer,
sana yaklaşırsam; ay başına, "kölem hürdür.» veya «Satın aldığım, bütün
kölelerim hürdür.» dese îlâ etmiş olur.
Fakat, : «Eğei",
satın alırsam; işte, şu kölem hürdür." veya «Eğer, nikahlarsam filâne
boştur.» veya «Araplardan alacağım, bütün kadınlar boştur.» veya «Müslüman
olan, kadınlar boştur.» veya «Şu dirhemler sadakadır; eğer onlara sahip
olursam.» dese, îlâ etmiş sayılmaz. Çünkü, onlar, yaklaşmaya mâni değildirler.
'Itâbiyye'de de böyledir.
Bir kimse, karısına :
«Eğer, sana yaklaşırsam; şu kölem hürdür.» dese; dört ay geçse ve kadın
mahkemeye müracaat etse; kadı efendi de aralarını ayırdıktan sonra da, köle,
aslen hür olduğuna belge getirse; kadı da, onun hür olduğuna hüküm verse; îlâ
bâlıl olmuş olur; kadın, kocasına geri döner. Çünkü, bu durumda, kocanın îlâ
etmemiş olduğu açığa çıkmış olur. Ona, bir şey gerekmeden, yaklaşması da
mümkün olur. Zahîriyye'de de böyledir.
Venâbî'de şöyle zikredilmiştir ;
Bir kimse, karısına :
«Vallahi, sana yaklaşmam.» der; bir gün geçtikten sonra, yine; «Vallahi sana
yaklaşmam.» der; bir gün daha geçince, yine; «Vallahi sana yaklaşmam1- derse;
bu şahıs, üç îla ve üç yemin eylemiş olur.
Eğer, karışma, dört ay
yaklaşmazsa, kadın, bir talâk, bâinen, boş olur. Bir gün daha geçince, bir
talâk daha; bir gün sonra da, bir talâk daha, boş olur.
Bundan sonra bu kadın
başka kocaya gitmedikçe önceki kocasına helâl olmaz. Eğer, kadına yaklaşırsa;
üç adet keffârat lâzım gelir. Tatarhâniyye'de de böyledir.
Bir kimse; karısına,
bir mecliste, üç defa : «Vallahi, sana yaklaşmam; vallahi, sana yaklaşmam; vaÜâhi,
sana yaklaşmam diyerek îlâ yapsa; eğer niyyeti, tekrar ise, bu, bir îlâ,
bir yemin olur. Niyyeti yoksa; bir îlâ, üç yemin olur. Eğer,' irâdesi, sözünü
kuvvetlendirmekse, bir îlâ, üç yemin olur. Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.AJ ve İmâm,
Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre böyledir. [10]
1-) Bir îlâ,
bdr yemin : «Vallahi, sana yaklaşmam.» demek gibi...
2-) İki îlâ,
iki yemin: Bu, bir kimsenin, karısından, iki mecliste ayrı ayrı îlâ etmesidir.
Veya : «Yarın olunca,
vallahi, sana yaklaşmam ve yarından sonraki gün gelince de, vallahi sana
yaklaşmam.» demek gibidir...
3-) Bir îlâ,
iki yemin : Bu durumda, İmâm Ebû Hanîfe (R. A.) ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a
göre, dört ay geçince, kadın, bir talâk bâin olur. Eğer, bu müddet içinde,
kocası ona yaklaşırsa, iki keffâret lâzım gelir.
4-) İki îlâ,
bir yemin : Bu da, bir kimse, karısına : «Şu iki eve, her girdikçe, vallahi
sana yaklaşmam.» dedikten sonra, kadın o evlerden birine, iki defa veya ikisine
de birer defa girse; İşte, bu iki îlâ ye bir yemin olur. Önceki, evvel girmesi
ile, ikincisi de, ikinci defa girmesiyle meydana gelmiş olur. Sirâcü'I -
Vehhâc'da da böyledir.
Bir koca, karışma :
«Vallahi, sana bir sene yaklaşmam; yalnız, bir günü müstesnadır.» dese; o, bir
gün, senenin en sonuna bırakılır. Bu, bil-ittifâk böyledir. Ve, bu şahıs, ilâ
etmiş olur.
Bir kimse, karısına :
«Vallahi, sana bir sene yaklaşmam." dese; dört ay geçince, kadın, bâin bir
talâk boş olur.
Sonra, kocası onu
yeniden nikâhlasa; dört ay geçince, bir talâk daha boş olur. Üçüncü defa
nikahlarsa, talâk vâki olmaz. Çünkü nikâhtan sonraya, dört aydan az müddet
kalmış olur. Gâyetü'l -Beyânrda da böyledir.
Bir koca, karısına:
«Vallahi, sana bir sene yaklaşmam; yalnız, bir günü müstesnadır." dese; o
anda îlâ etmiş olmaz. Bu üç imamımıza göre de böyledir. İmâm Züfer (R.A.)'e
göre ise, îlâ etmiş olur. Hatta sene geçene kadar yaklaşmazsa, ona keffâret
gerekmez.
Koca, böyle söylediği
halde, karısına, bir gün yaklaşırsa; bakılır : Eğer; seneden dört ay veya daha
fada zaman kalmışsa; ilâ ct~ miş olur. Daha az kalmışsa; îlâ etmiş olmaz.
Bu ihtilâfa göre;
«Vallahi, sana bir sene yaklaşmam; bir defa müstesna.» dese; ona yaklaştığı
zaman, senenin tamamlanmasına, gerçekten, dört ay veya daha fazla zaman varsa;
güneş, o günün akşamına varmadıkça, bu şahıs îlâ etmiş olmaz, ilânın
ihtidasına, güneş battıktan sonra itibar edilir.
Eğer : «Ülâ merreten
(= ancak, bir kerreJ » derse; fasılasız olarak kadına yaklaştığından itibaren,
ilanın ibtidâsı başlar. Yâni eima'dan ayrıldığı dakikaya itibar edilir.
Bedâî'de de böyledir.
Koca, şayet : «Sana
yaklaşmam; bir gün müstesna.» dese; kadına yaklaşana kadar, î!â etmiş sayılmaz.
Yaklaştığı zaman, ilâ etmiş olur.
Eğer, koca : «Bir sene
içinde, bir gün müstesna; o günde yaklaşırım.» derse; ebediyyen îlâ etmiş
olmaz. Fethu'I - Kadîr'de de böyledir.
Bir kimse, iki
karısına : «Vallahi, size yaklaşmanı; ancak, bir günde, yaklaşırım.» dese; bu
sözüyle ilâ etmiş olmaz. Eğer, iki günde, onlara cima' ederse; ikinci gün,
güneş batınca yemini bozulmuş olur.
Bu koca : «Vallahi,
iki gün müstesna; ikinize yaklaşmam." veya «Bir günde veya tek bir günde
ikinize yaklaşırım» veya «Bir günün içinde, onda, size yaklaşırım.» dese bir
günde onlara yakla-şana kadar, îlâ etmiş olmaz, işte, o gün geçince, onlara îlâ
etmiş olur. Çünkü ilânın alâmeti bulunmaktadır.
Eğer, koca, bu
kadınlara ayn ayrı günlerde yaklaşırsa; (Mest1 lâ ; Birine Perşembe günü
diğerine Cuma günü yaklaşırsa) yemini bozulur.
Keza ikisine de
Perşembe günü yaklaştıktan sonra. Cuma günü de yaklaşsa yemini bozulmuş olur.
Eğer, ikisine de
Perşembe günü yaklaşır, .sonrada bilisine Cu ma günü yaklaşırsa; o, Cuma günü
yaklaştığı karısına, ilâ etmiş olur. Diğerinden ise, îlâ kalkar.
Şayet, ikisinden
birine, Perşembe günü, Cuma günü ise, ikisine birden yaklaşırsa; Perşembe günü
yaklaşmadığı karısına îlâ etmiş olur. Perşembe günü, yaklaştığı karısına îlâ
etmiş olmaz.
Bundan sonra, Perşembe
günü yaklaştığı kadına, tekrar yaklaşsa, yemini bozulmaz. Diğerine yaklaşırsa,
yemini bozulur. İkisinden de îlâ kalkar.
Eğer, birine, Çarşamba
günü yaklaşır; sonra da, ikisine birden Perşembe günü yaklaşır ve bu Perşembe
günü de müstesna gün olarak, belli olursa; bilâhare de, Cuma günü; Çarşamba
günü yaklaştığı kadına yaklaşırsa, yemini bozulanız.
Çünkü şart, her
ikisine de yaklaşmaktı. Halbuki, koca, birine yaklaşmış oldu. Çarşamba günü
yaklaşmadığı kadına, îlâ, baki olarak kaldı.
Bir kimse, iki
karısına : '«Vallahi, sizinle, bu Perşembe günü hariç, cima' eylemem.» dese;
Perşembe günü geçene kadar, ilâ etmiş olmaz. Bundan sonra, îlâ etmiş olur.
Şayet, bu koca :
«Perşembe günü hariç. .» dese; ebediyyen îlâ etmiş olmaz. Câmiul -Kebîr'de de
böyledir.
Kendisi Basra'da,
karısı ise, Küfe'de bulunan bir şahıs : «Vallahi, Kûfe'ye girmem.» dese; îlâ
etmiş olmaz. Hidâye'de de böyledir.
Bir kimse, karısına :
«Vallahi, muharrem ayını oruç tutana kadar sana, yaklaşmam.» der ve bu sözü
recep ayında söylerse veya : «Sana yaklaşmam; şu yer müstesna.» der fakat o
yerle bulunduğu yer arasında dört aylık yo] bulunursa; bu durumlarda, bu koca,
îlâ etmiş olur.
Müddet, dört aydan az
olursa; îlâ olmaz.
Bir kimse, karışma :
«Çocuğunu memeden kesene kadar, sana yaklaşmam.» der; çocuğun memeden,
kesilmesine de dört ay veya daha fazla zaman bulunursa; îlâ etmiş olur. Zaman,
daha az ise, bu îlâ olmaz.
Koca, karısına : «Gün
mağripten doğana kadar, sana yaklaşmam.» veya «Dâbbetü'I - arz çıkana kadar,
sana yaklaşmam.» veya «Deeeal çıkıma kadar.» dese; kıyasda îlâ etmiş olmaz.
Fakat, istihsânda olur.
Keza, koca, eğer :
«Kıyamet kopana kadar...» veya «Deveiğnenin deliğinden geçene kadar...» derse,
îlâ etmiş olur.
Keza : «Vallahi, sen
ölene kadar, sana yaklaşmam.» veya «Ben ölene kadar...» ve «Ben, seni ödürene
kadar...» veya «Sen, beni öldürene kadar...» veya «Seni, üç talâk boşayana
kadar, sana yaklaşmam.» dese bii-ittifâk' îlâ etmiş olur.
Karısı, câriye olan
bir koca, ona : «Sana sahip olana kadar...» veya «Bir kısmına sahip olana
kadar; sana yaklaşmam.» dese; îlâ etmiş olur.
Şayet : «Seni, satın
alana kadar...» dese; îlâ etmiş olmaz.
Nikâhının kalmasını
dileyerek söylerse; nikâhı bozulmaz. Ancak, onunla yemin eder, nezredip
nefsine bir şeyi vacip kılarsa; îfâ etmiş olur. Meselâ : «Eğer, sana
yaklaşırsam; kölem hür olsun» demesi gibi...
Şayet bu koca :
«Vallahi, sana yaklaşmam; seni, nefsim için satın alana kadar.» dese, sahih
olan, «seni nefsim için satın aldım ' ve seni kabzeyledim» diyene kadar, îlâ
etmiş olmaz. Gâyetü's-Sü-rûcî'de de böyledir.
Bir kimse, karısına :
«Vallahi, filan adam izin verene kadar, sana yaklaşmam» veya : «Filân adam
gelene kadar...» dese îlâ etmiş olmaz; yemin etmiş olur.
Şayet, karısına
yaklaşırsa; yemin keffaretî, lâzım gelir. Ancak, ölünce îlâ etmiş olur. Bu,
İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göredir. Diğer imamlara göre, buşahsm yemini bâtıl
olur. Halta, bundan sonra, karısına yaklaşsa yemini bozulur. Yemin, batıl
olunca, îlâ etmiş olmaz. Câmiu'l - Kebîr'de de böyledir.
Bir koca, karısına :
«Vallahi, kölem azâd olana kadar, sana yaklaşmayacağım.» veya «Filâne karımı
boşayana kadar...» veya «Bir ay oruç tutana kadar...» dese, İmâm Ebû Hanife
(R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, îlâ etmiş olur.
Bu şahıs : «Kölemi
öldürene kadar, sana yaklaşmıyacağım.» veya «kölemi dövene kadar» veya «Filânı öldürene kadar»
veya «Filânı dövene kadar...» veya «Filâna sövene kadar...» dese yahut
bunlara benzer bir söz söylese; îlâ etmiş olmaz. Çünkü, örf ve âdel te bunlarla
yemin edilmez. Bedâi'de de böyledir.
Bir kimse, küçük veya
ana halinden kesilmiş olan karısına: «Vallahi, sen hayz olana kadar, sana
yaklaşmıyacağım.» dese, bu ^•Lihıs, eğer o kadının dört aya kadar, hayz
olmayacağını bilirse, îlâ etmiş dur. Serahsî'ni Muhıytı'nde de böyledir.
Bir kimse, karısına :
«Vallahi, sen benim karım olduğun müddetçe, sana yaklaşmayacağım.» sonra da o
bâin olsa ve geri ni-kâhlasa; îlâ etmiş olmaz. Ona yaklaşsa bile, yemini
bozulmaz.
Şayet ; «Vallahi, sana
yaklaşmam; halbuki, sen benim karımsın» dese; boşandıktan sonra da, geri
nikâhlasa, îlâ etmiş olur.
Eğer koca, gücü
yetmiyeceği bir işi yapmaya, yemin ederse, (semâya dokunması gibi) işte o. ilâ
olur. Tatarhâniyye'de de böyledir.
Koca, karısına: «Ben
nehir aktığı müddetçe, sana yaklaşmam.» dese; eğer nehir, suyu kesilmiyen bir
nehirse; îlâ etmiş olur; değilse olmaz. Zahîriyye'de de böyledir.
Cariyenin efendisi,
cinnet getirip; ona cima' yapsa; yemin çözülür ve ilâ kalkar. Fethu'l -
Kadîr'de de böyledir.
îlâ ne zaman
gönderilirse; efendisinin de, îlâ zamanı, ci-ma'ya gücü yetecek sıhhati oiursa;
—dili ile değilde— cima' ile ondan döner. Serahsfnin Muhıytı'nde de böyledir.
Bu kimse, cariyeyi
öpse; şehvetle okşasa; şehvetle fercine baksa veya fercinin haricinde ona cima*
eylese; fey etmiş (= dönmüş) olmaz. Tatarhâniyye'de de böyledir.
Eğer, efendisi hasta
veya cima'ya gücü yetmez durumda ise, veya câriye hasta olursa; ona dönmek,
«ona döndüm.» demekle olur. Böyle söylemesi, cima' ile dönmek gibi olur. Hasta
olduğu müddetçe, yemini bu şekilde yerine gelmiş olur. Kâfî'de de böyledir.
Eğer dönüşü, sözle
olur ve ona; «Sana döndüm.» derse; müddetin geçmesiyle talâk vâki olmaz.
Eğer, yemin talâk
üzere yapılmışsa, o hâli üzre kalır.
Eğer, cima' eylerse
keffâret lâzım olur. Yemin, dört ayla sınırlı ise, önce fey (= yeminden dönüş)
yapsa; sonra da, dört ay sonra, cima1 etse, onun üzerine keffâret yoktur. Siracü'l - Vehİıâc'da da böyledir.
CevâmHi'I-Fıkıh'ta
şöyle zikredilmiştir:
Eğer, cima'dan aciz,
ratkâ, karna olur, veya çok küçük bulunursa; veya «erkeğin hayaları inenmiş
veya zekeri kesilmiş olursa; ya-lıııi dâr-i harpte esir olur veya kadının yeri
belli olmazsa; yahut, aralarında dört aylık mesafeden fazla yol bulunur veya
hâkim aralarını üç talâk sebebiyle, ayırırsa; işte bu hallerde, dönüş lisânla
olur
Şöyleki : «Ben ona
döndüm.»; «Fey eyledim.»; «Ona müracaat eyledim.»; «Onun ilâsını ibtal eyledim»
der... Ancak, aczin, müddetin tamamına kadar, devam etmesi de şarttır.
Bedâi'de : «Mahpus
olursa da böyledir.» denilmiş.
Kâdî, Tahâvî'nin
Muhtasar Şerhi'nde : «Kadın ve erkek habse-dilmiş olurlarsa veya aralarındaki
müddet dört aydan az olursa ancak ya iddet veya sultan cima'ya mâni olursa
diliyle rücû eyler." demiştir.
«Hapis hakkında, bu
iki sözün arasında, uyumluluk bulmak mümkündür. Kâdi'nin söylediği gibi. Onların
birini, zindana vâsıl eylemek mümkündür. îddet ve sultanın men'i nâdir olur.
Gâyetü's-Sürûcî'de de böyledir.
Hasta olan bir
kimsenin kalbinin rızâsı kâfi gelir mi?
Bu suâle şu cevap
verilmiştir :
Evci, eğer, onu kadın
doğrularsa; o zaman fey (— dönüş) olur.
»Olmaz» diyenler de
olmuştur. Doğru olan da budur. Bu, îlâ vaktinde, dön ay geçene kadar, aciz
olursa böyledir.
Bir kimse, karısından
îlâ etse; cima'ya gücü yettiği halde, bek-Icsc; sonra da, ondan âciz kalsa;
—hastalığı veya mesafe uzaklığı veya hubsi veya zekerinin kesikliği veya
esareti ve benzeri şeyler jıibi,— veya îlâ zamanı aci/. olsa da, sonra sıhhat
bulsa; işte, o zaman süzic ley (= dönüş) sahih olmaz. Fethuî-Kadlr'de de böyledir.
Şayet, mâni meşru ise
tŞöyleki: Şahıs ihramh olsa, hacca dört ay bulunsa) feyi cima' ile olacaktır.
Başka yolla, olmaz. Yani, bu durumda diliyle, fey yapsa, bu sahih olmaz.
Tatarhâniyye'de de böyledir,
Hasta olan efendi,
karısının fercinin dışında, cima' eylerse; bu fey olmaz. Eğer, hayız halinde
cima' eylerse bu fey (=dönüş) olur. Zahîriyye'de de böyledir.
Koca, îlâ ettiği;
zaman, hasta bulunsa, sonrada iyileşse;
kadın, haîstalansa, dört ay geçmeden Önce İmâm Züfer (R.A.)'e göre, dil üe fey
eyler. İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) 'a göre ise bu durumda cima' etmedikçe, fey olmaz
Câmiul-Kebîr'de de böyledir.
Eğer, îlâ şarta
bağlanırsa; işte, o sıhhata itibar olunur. Hastalık, feyin dille caiz olması
hakkındadır. Şartın vücûdu halinde talikin vücûdu halinde değil...
Hasta, bir adanı,
karısına : «Sana, ebeden yaklaşmayacağım.» dese; kadın boşanana kadar da, fey
yapmasa; ayrılıktan sonrada iyileşse sonra yine hastalansa; sonra da, o kadını
nikâhlasa; onun feyî cima' ile olur. İmâm Ebü Hanife CR.A.) ve İmâm Muhammed'e
göre, bu böyledir. Serahsî'nin Muhiyti'nde de böyledir.
Hasta bir adam, karısına:
«Vallahi, sana yaklaşmayacağım.» dedikten sonra, on gün bekleyip; «Vallahi,
sana yaklaşmayacağım.» dese; iki îlâ eylemiş olur. ilânın birisi* önceki
yeminden; diğeri de, sonraki yeminden başlar. Bu iki müddet geçmeden, diliyle
fey eylese £= ilâsından dönse); bu, sahih olur. Ona mücâmaat eylediğinde bu iki
müddet kalkar. Hastalığı müddetleri bitene kadar devam ederse, o fey, teekküd
eder.
Eğer, birinci müddet
geçmeden önce, adam sıhhat bulursa o fey bâtıl olur. Artık, onun feyi, cima'
ile yapılır.
Eğer, lisâniyle fey
yapmamışsa; o müddetler geçince, bir talâk bâin olur. Önceki yeminden
itibaren, dört ay geçerse, bir talâk boş olur. On gün sonrada ikinci talâk vâki
olur. Eğer, cima' eylerse, her iki yemini de bozulur. Ve iki keffâret lâzım
gelir. Eğer, hastalığından iyileşemez ve sözle de fey yapmazsa; birinci îlâ
müddeti geçince kadın bâin bir talâk boş olur. Eğer, geride kalan on gün
içinde, iyileşir ve cima' eylerse olur. Eğer, cima'ya gücü yetmez ve Hsaniyle
fey ederse; ikinci îlâ bâtıl olur.
Eğer, Msaniyla fey
eylemezse; ikinci bir talâk daha vâki olur.
Eğer, birinci ilâda,
lisanıyla fey yaparsa, bu, birinci hakkında sahih olur. Hatta, birinci müddet
geçse bile, lalâk vâki olmaz.
Eğer, sıhhat bulursa;
ikinci îlâda, o f'eyin hükmü bâtıl olur. Ve feyi, cima' ile olur.
Şayet, boşanana kadar,
cima' ile ley yapmazsa; sonra da onu, tekrar nikâhlar; kendi de, hasta olursa,
ikinci îlâ ile yeminli bulunur.
Eğer, kadına
yaklaşırsa, yemini bozulur ve kendisine, iki kel-fâret lâzım gelir. Câmiul -
Kebîrde de böyledir.
Lisan ile fey (=
dönüşe), ancak, hastalar hakkında ve evlilik devam ederken geçerlidir. Ayrılık,
vâki olduktan sonra geçerli değildir.
Hatta, bir hasla,
karısından îlâ etse ve dört ay da geçtiği halde, ona fey eylemese, bir talâk,
bâinen boş olur.
Sonra, ana, lisânivle
fev evlese ilâsı bâtıl olmaz.
Şayet, o kadını,
kendisi hasla olduğu halde nikahlarsa, ilâ hâli üzeredir.
Sonra, dört ay geçse
de, onu ley eylemese, başka bir lalâk daha vâki oîur.
Cima' ile leye
gelince; /.evciydin devamında muteber olduğu gibi heynünetten
(— ayrılıktan) snnra da. rpûtoberdir.
Meselâ : Sıhhatli bir
kimse, karısına ilâ eylese; dört av geçip kadın, bâin bir talâk boş olduktun
sonra, ona cima' eyle.se ilâ bâtıl olur. Bundan sonra, o kadım tekrar nikahlasa
ve dört ay daha geçse; cima' eylemeksi/in, başka bir talâk vâki olmaz.
Şayet, müddette
ihtilâl' ederlerse; kocanın sözü geçerlidiı. Kadının sözüne kulak verilmez.
Eğer, müddet geçtikten
sonra ihtilâf ederler \c koca, dün ay içinde, karısına cima' eylediğini iddia
ederse; kadın, unu tasdik etmedikçe, oı.a ina.-.ıln;a-< Tatarhâniyye'de de böyledir.
Bir kimse, karısına :
"Eğer, sana yaklaşırsam; işte, vallahi sana yaklaşmam.» dese; yaklaşma
zamanı îlâ etmiş olur. Serahsî'nin. Mumytı'nde de böyledir.
Ve eğer : «Şayet
dilersen; işte, vallahi sana yaklaşmam.» der ve o mecliste, kadın, dilerse;
erkek îlâ yapmış olur.
Koca: «Eğer filân
dilerse.» der; o şahıs da, o mecliste bulunur ve dilerse, yine böyle, îlâ etmiş
olur. Itabiyye'de de böyledir.
Bir kimse, karısına : «Sen,
bana haramsın.» der ve bunu ' talâk müzakeresi yapmazken söylerse; eğer onunla
talâk niyyet eyle-mişse; talâk, bâin olur. Eğer, üç talâka niyyet eylerse; üç
talâk vâki olur.
İki talâka niyyet
eylemişse; bu sahih olmaz. Ancak, karısı cariye ise, o zaman, bu da sahih
olur.
Eğer, koca, zihâra
niyyel eylemişse; İmâm Ebû Hanife (R.A.) ve İmâra Ebû Yûsuf (R.A.) 'a göre
zıhâr olur.
Şayet, koca, yemine
niyyet eylemişse veya hiç bir şeye niyyet eylememişse; işte o, îlâ etmiş olur.
Eğer, yalana niyyet
eylemişse; artık, oda zahiri rivayette, yalan olur.
Buna göre, şayet
karısına : «Seni, bana haram kıldım.» dese; veya «bana» demese, veya : «Sen
bana haramsın.»veya «haram kılınmışsın.» dese; veya «bana» demese, veya :
«Ben, sana haramım.» veya «sana haram kılındım.» veya «Nefsim, sana.haram
kılındı» dese, nefsini haram kılmada aleyki {= sana) sözünü söylemek, şart
kılındı. Hatta : «hurrimet nefsi — Nefsim haram kılındı» demiş ol-, şada.
«Sana» demese ve talâka niyet eylese; talâk vâki olmaz. Aynl-hkta da, bu
böyledir. «Nefsiha sözü, bunun hilâfınadir. Bu, müte-kaddimînin görüşüdür.
Hulâsa'da da böyledir.
Bir kimse, karısına :
«Sen, bana haramsın.» dese, niyetinin ne olduğu sorulur. Eğer : «Ben yalana
niyyet eyledim.» derse; işte, o dediği gibidir. Bazıları ise : «Bu sözü, hükmen
kabul edilmez» demişlerdir. Çünkü, açık yemindir.
Eğer : Talâka, niyyet
eyledim, derse; işte o, bir talâk bâin olur.
Ancak : «Ben, üç
talâka niyyet eyledim derse; işte o, üç talâk olur. Eğer: «Ben, haranı olmasını
niyyet eyledim.» veya «Hiç bir niyyetim yoktu» derse işte bu, yemin olur ve bu
sebeble îlâ etmiş olur.
Bazı alimler de : «O,
örften dolayı —niyyetsiz olunca— talâka çevrilir.» demişlerdir. Kitap sahibi,
bunu, yeminler bahsinde zikretti. Fetva da, buna göredir. Gayetü's - Sürûcî'de
de böyledir.
Bir kimse, karışma :
«Sen, bana göre lâşe, kan, domuz eti şarap gibisin» dese; onun niyyetinin ne
olduğu sorulur.
Eğer, yalan yere,
niyyet eylemişse; işte, o sözü yalan olur.
Eğer, kadının haram
olmasına nivvel eylemişse; bu dununda, o sözü îlâ olur.
Eğer, talaka niyet
eylemişse; İşle, o /.aman da talâk olur. Slrâ-cü'I - Velıhac'da da böyledir.
(Bir adam) karısına :
«Eğer, sana yaklaşırsam; arlık, sen bana haram ol.» der ve bununla talâka
niyyet eylemiş olursa; bu şahıs, ilâ etmiş olur, bu bil-ittifak böyledir.
Eğer, yemine niyyet
eylemişse; işte, o anda îlâ etmiş olur. liıı, İmâm Ebû Hanffe (R.A.) 'ye göre,
böyledir. îraâmeyn'e güre bu şahıs karısına yaklaşmazsa; ilâ efmiş olma/.
Bedâî'dc de böyledir.
Bir kimse, karışma :
«Eğer, sana yaklaşırsam; artık, sen
boşsun» dedikten sonra müddet geçse ve «Ben, müddet içinde, kanma yaklaştım.»
dese; sözüne inanılmaz. Bu ikrarı sebebiyle bir talâk daha vâki olur.
İtâbiyye'de de böyledir.
Bir kimse, iki karışma
; «İkiniz, bana haramsınız.» dese, her
girme îlâ etmiş olur. Onlara, cima'
etmekle, yemini bozulur. Fethu'I - Kadirde de böyledir.
Bir kimse, iki
karısına : «ikiniz, bana haramsınız.» der ve birine üç talâk, diğerine de, bir
talâk niyyet ederse; her ikisi de, üç talâk boş olur. Bu İınâın.Ebû Yûsuf
(R.A.)'a göredir.
İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre, niyyet eylediği gibi olur.
İmâm Mu İı amme d
(R.A.)'e göre de böyledir. Fetva da, bu ikisinin kavline göredir.
Şayet bu koca : «Ben,
biri için talâka, diğeri içinde, yemine niyyet eyledim» derse; İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.) a göre, her ikisine de, talâk vaki olur. Diğer imamlarımıza göre ise,
niyyet eylediği gibi ohnak icâbeder.
Eğer, koca, üç
karısına : «Siz, bana haramsmız.» demiş olsa, ve onlardan birisi için, talâka;
ikincisi için, yemine; üçüncüsü için de, yalana, niyyet eylese, hepsi de, boş
olurlar. Kitapta böylece zikredilmiştir. Bunun, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) 'in
kavli üzerine böyle olması gerekir. Fakat, diğer imamlarımıza göre niyyeti ne
ise, Öyle olur. Fetâvâyi Kübrâ'da da böyledir.
Birinci bölümde, haram
olan lafızlar vardır.
Eğer, koca karısına:
sen, bana haramsın,» der; bunu da, iki defa söylerse; bilinci söylemesi ile
talâkı, ikinci söylemesi ile de yemini niyet eylemişse; işte bu, üçünün
görüşüne göre de niyyeti gibidir.
Şayet : «Sen, bana
filânın eşyası gibisin.» demiş olsa; haram olmaz; her neye, niyyet ederse
etsin, bir şey gerekmez. Serahsî'nin MuhryU'nde de böyledir.
Bir kadın :
»Gerçekten, kocam bana haramdır.» veya «Ben, ona haramım.» dese; bu, —kocası
tarafından olduğu gibi, her hangi bir niyyeti olmasa bile— bir yemin olur.
Hatta; kocası ona cima' etse, yemini bozulmuş olur ve üzerine keffâret lâzım
gelir. Zehıyre'dc de böyledir. [11]
Muhûlea (= hulû') :
Nikâh bağını, hulû'a mahsus Jafızlar-dan biriyle, izâle etmektir. (=
kaldırmaktır.) Fethul - Kadîr'de de böyledir.
Gerçekten hulû', alını
- satım lafızları ile sahih olur. Bu mânâya gelen, farsca (ve başka dilden)
lafızlarla da sahih olur. Zahî-riyye'de de böyledir.
HuKûm şartı, talâkın
şartıdır.
HultVun hükmü : Bâin
bir talâkm vuku bulmasıdır. Teb-yîn'de
de böyledir.
HuliV (-- ınühâlea)
da, üç talâka niyyet etmek, sahih olur.
Şayet, bir kimse, bir
kadım, defalarca nikâhlar1 ve sonra hulû1 ederse; bize göre, üçüncüden sonra;
ikinci bir kocaya gitmeden, nikâh sahih olmaz, Câmiu's - Sağîr'de de böyledir.
Hulü'un eâiz olması
için, bütün âlimlere göre, sultanın varlığı, şart değildir. Sahih olan da, bunların sözleridir. Bedâi'de de böyledir.
Karı - koca arasında,
sıkıntı olur ve Allahu Teâlâ'mn hukukunu yerine getirememekten, ikisi de
korkarsa; kadının, nefsini, kocasından mal mukabili alıp çıkarmasında, bir
beis yoktur. Eğer, böyle yaparlarsa; bâine bir talâk vâki olduğu gibi mal da
lâzım gelir. Hidâye'de de böyledir.
Eğer, ahlaksı/hk, koca
tarafından ise hulû'a bedel olarak bir şey olması, onun için helâl olmaz. Bu,
diyanetçe hükümdür. Eğer, alırsa, bu da, hükmen eâiz ve lâzım olur. Kadın, onu
geri alma hakkına sahip olamaz. Bedâi'de de böyledir.
Eğer, huysuzluk kadın
tarafından olursa; mebrinden fazla alması, ona, mekruh olur. Bununla, beraber
fazla olması da câ'z olur. Hükmen bu böyledir. Gâyetü'l - Beyân'da da böyledir.
Eğer, koca : «Nefsini,
betiden iıulû' eyledim.» der; kadın da : «Kulu eyledim.^ derse; bu, sahih olur
denilmiştir. Ancak, muhtar o'an, sahih olmayışıdır. Fakat, bu sözü ile,
tahakkukunu diliyorsa; sahih olur. Çünkü, o açık bir sıkıntıdır. Serahsî'nin
Miıhiytı'nde de böyledir.
Şayet koca : «Sununla huhV
eyledim.» der; kadın da : '(Evet» derse; bu, bir soy değildir. Bu, sanki,
"beni, hulû' eyledin.» demek gibidir.
Eüer, kadın : «Razı
oldum." veya «İzin verdim» derse huJû' sahih olur.
Keza, eğer kadın :
«Beni, şuna mukabil boşa.» der kocası da : "Olur» derse, bu da, bir şey
değildir. Çünkü bu bir vaiddir.
Ancak, şu durum, buna
muhaliftir : Kadın : «Ben, bin dirhem mukabili boşanmışım.'* der; kocası da
«evet» cevabım verirse; talâk ve hu'û' vaki olur. Bu, sanki, -'Evet, .sen, bin
dirhemle boşsun.» demek gibidir. Gâyetü's - Sürûcî de de böyledir.
Hulû' ve mübâere kan -
kocadan nikâha taalluk eden birinin diğerinde olan, bütün haklarını düşürür.
Kenzü'd - Dekâik'te de böyledir.
Mal mukabili lalâkda,
iki. rivayet vardır, sahih olanı, bunun
hcrâelj gerektirmemesidir. Hulâsa'da da böyledir.
Hulû1, hulû' lafzıyla
olduğu zaman, — m dirin hâricinde— diğer borçlardan, beraat vâki olur mu?
İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)
göre, zahiri rivâyetde, beraat ( = kurtuluş)
vâki olmaz. Sahih olan da budur.
Fetâvâyi Kâdîhan'da da böyledir.
İVÎübâree'de böyledir.
Mübâree: Karı -
kocadan birinin nikâhının sabitliğini
iddia ve isbaı edip; diğerinin de, kabul etmesidir. Bu da. hulû'gibidir.
Mübaıve i.le diğer burçlardan beraat gerekir mi?
Bunda âlimlerin
ihtilâfı vardır. Sahih olan kavle göre, gerektirmez.
Alış-veriş
lafızlarında da ihtilâf vardır. Sahih
olan kavle göre, onlar da, hulû've
mübâree gibidirler. Fetâvâyi Suğrâ'da
da böyledir.
Hul»' ve mübâree'de
iddet nafakasından beraat vâki olur. Mal mukabili talâk da böyledir. Yalnız,
çocuğun nafakasında, süt emzirmede, şartsız beraat vâki olmaz. Şartlı olursa,
onda da beraat olur.
Bunda, vakitlerine
yapılırsa, caiz olur; yapılmazsa; olmaz.
Vaktin ve şartın
açıklanmasında, beraat caiz olunca; eğer çocuk vakit tamam olmadan önce
ölürse; koca, vakit tamam olana kadar olacak ücretten geri döner, yâni vermez.
Fetâvâyi Kâ-dihân'da da böyledir.
Bir kimse, karısına,
belli bir mal mukabili hulû' eder, —mehir hâriç— kadın da, kendisine dâhil
olunmuş bir kadın olur ve mehri alınmamış bulunursa; bunu hulû' mukabili,
kocasına teslim eder.
Trlâkdan sonra ise,'
karı-kocadan biri, diğerinin, bir şey
için, ardına düşmez.
Eğer, rn.eh.ir leslim
alınmamışsa; kadın, kocasına hulû' bedelini, teslim eder. Mehirden dolayı da,
kocasına müracaat edemez. Bu, İmâm Ebü Hanîfe (R.A.)'ye göredir.
Fakat; kadın, dâhil
olmadıkı bir kadınsa ve mehri de alınmışsa; gerçekten onun kocası, ondan hulû'
bedelini alır. Ve, kadına, duhûlden Önce, talâk sebebiyle, mehrin nısfı (=
yansı) için, müracaat eylemez. Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre böyledir.
Eğer, mehri alınmamışsa, kocası, ondan muhâiea bedelini alır. Ka-dm da. msıf
mehir için, kocasına baş vuramaz.
Fakat, mal mukabili
onu mübaraa yapmışsa; — mehrinin haricinde,— artık, hüküm, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)
ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin luılû' hakkındaki,
cevabı gibidir. Mumyt'te de böyledir.
Eğer, koca; karısını,
mehri üzerine hulu' jderse; kadın ise, kendisine dâhil olunmuş bir kadınsa ve mehrini
almışsa, kocası, ona, mehri için müracaat eder. Eğer, mehri alınmamışsa;
kocadan bütün mehir düşer. Ve bir birisinden hiç bir şey isteyemezler.
Eğer kadın, dâhil
olunmamış bir kadın olur ve bin dirhem olan, nehrini de almış bulunursa;
kocası, ondan bin dirhemi ister; istihsâli da böyledir.
Eğer, mehri
alınmamışsa; istihsânda, kocadan mehir düşer. Koca, başka bir şey isteyemez.
Eğer, mehrinin onda
birine mukabil, hulû' eylemişse, mehride fn dirhemse; bu durumda, kadın, cima'
yapılmış bir kadın olur, mehrini de almış bulunursa; kocası, ona yüz dirhem
için müracaat ader. Geri kalanı ise kadına teslim eder. Bu, bil-ittifâk
böyledir.
Eğer, mehir alınmamış
ise, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'e göre, kocadan bütün mehir sakıt olur.
Eğer, bu kadın, cima'
edilmemiş bir kadınsa; mehri de alınmışsa, kocası ona mehrin, onda birinin
yansı için baş vurur. Bu ise, elli dirhemdir. Çünkü, onun mehri, talak
vaktinde, yarım mehir idi. Ona; mehrin onda birinin yarısı için müracaat eyler.
Geride kalan kısmını, kadına teslim eder.
Eğer, mehir
alınmamışsa; koca, bütün mehirden kurtulmuş olur. Bu, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'nin kavlidir. Zahîriyye'de de böyledir.
Bu, bütün mehri üzre
hulû' edilmesi halindedir.
Eğer, mehrinin tamamı
veya bir kısmı üzerine mübâree ederse; İmâm Ebü Hanîfe (R.A.) ve İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'a göre, hüküm, İmâm Ebû Hanîfe (R.AJ'nın hulû' hakkındaki cevabı gibidir.
Muhıyft'te de böyledir.
Bir kimse, karısını,
kendi üzerinde olan mehrinden mal mukabili hulû' ettikten sonra, kadının,
kocası üzerinde, bir şeyinin olmadığı anlaşılsa; kadın, mehrini kocasına iade
eder. Şöyle ki :
Bir koca, karısına :
«Seni, benim elimde olan, kölene karşılık hulû' eyledim.» veya «Yanımda olan
eşyalarına karşılık, seni hulû' eyledim.» dedikten sonra, kadının, kocasının
yanında, bir şevinin olmadığı açığa çıksa; hulû', kadının mehri üzerine, olmuş
olur.
Bu durumda, kadının,
kocası üzerinde mehri varsa; düşer.
Eğer, kadın, mehrini
kocasından almışsa, onu; kocasına jıeri verir.
Şayet, mehri üzerine
hulû',eylemiş veya kendi üzerinde olan, mehriyle bir talâk boşamış ve bunu da
karısı, kabul etmişse, koca İse, karısının, kendisi üzerinde, mehrinin
olmadığını biliyorsa, o zaman, hulû' hakkında, bir şey olmaksızın, bâin bîr
talâk vâki olur.
Mehiric talâk hakkında
da, bir ric'î talâk vâki olur. Fetâvâyî Kâdîhân'da da böyledir.
Eğer, kadın, mehrinin
bir kısmını alır; bir kısmını ise efendisine bağışlar; sonra da bilinmeyen
şeyle hulû' olursa, kocası, ondan, yalnız, kadının aldığını, geri alır; başka
birşey alamaz. Serah-si'nin Muhıytı'ndc de böyledir.
Bir kimse; karısını,
karısının, kendinden aldığının tamamını geri vermesi üzere, hulû' ederse;
kadında, ondan aldıklarının tamamını, satar veya onlan diğer insnnlara hîbe
ederse; o, almış olduklarının kıymetini, kocasına iade eder. Eğer, onların
misilleri (—benzerleri) varsa; o zaman, onların benzerlerini kocasına, iade
eder. Feiâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimse, bir kadını
mehri müsamma ile nikahladıktan sonra, onu, bâin bir talâkla boşasa; sonra da,
ikinci defa, başka bir mehiric nikâhlasa, bilâhare de, önün mehri üzere hulû'
eylese; koca, ikinci mehirden beraat eyler; birinci ise, kalır. Sirâcü'l -
Veh-hâc'da da böyledir.
Bir kinime, mehir
tesmiye edilmemiş karısına, cima' eylemeden, söylemeksizin, hulû' etse; biraz
menfâat sakıt olur (= düşer.) Kerderî'nîn Vecîz'înde de böyledir.
Bir kinişe, karısını,
bir mal mukabili hulû' ettikten (= bo-şadıktan)
sonra, hulû' bedeli artsa,
bu artış bâtıl (—geçersiz) olur. iVlezîd'dc de böyledir.
Bir kimse, karısını, kendisine bir kadın nikahlayıp onun
da mehrini vermek, üzere hulû' eylese; kadın, onun kendisine verdiği mehirden
fazlasını vermez. Hâvi'l - Kudsî'de de böyledir.
Bir kimse, karısını,
onun mehrine karşılık; bir de, çocukunu iki yıl emzirmek üzere hulû' eylese;
bu caizdir. Ve, bu kadın, çocuğu emzirmekle cebredilir. Eğer, bunun yapmaz veya
iki yıldan önce ölürse, emzirme kıymeti kocasına ödenir. Serahsî'nin
Muhıy-tı'nde de böyledir.
Bir kadın, mehri,
iddet nafakası, çocuğunu üç veya on sene yanında tutması ve nafakası üzerine
kocası üe muhâlea ederse; bu hıılû' sahih o'ur. Ve bunları yapmaya her ne
kadar, meçhul olsa bile cebredilir.
Eğer, kadın, kocasının
üzerine terkeder sonra da, kaçarsa, kocanın, o kadından nafakanın kıymetini
alma hakkı vardır. Kadının da, kocasından, çocuğun elbisesini isteme hakkı
vardır.
Fakat; çocuğun, hem
nafakası, hem de elbisesi üzerine muhâlea ederlerse; bu, kadının, kocasından,
elbise isteme hakkı olmaz. İster çocuk, memede olsun; ister, memeden kesilmiş olsun. Hulâsa'da
da böyledir.
Şayet, dirhemler
üzerine, muhâlea ettikten sonra, çocuğu, ücrehe emzirmek üzere, hulû' karşılığı
anlaşsalar; bu da, caiz olur. Fakat, koca, kadını, çocuğun nafakası ve elbisesi
ile yanında tutmak üzre icârlarsa; bu, caiz olmaz. Fethû'l - Kadîr'de de
böyledir.
Eğer, çocuğu; büiûğa
erişene kadar, kadının yanında tutması üzerine muhâlea ederlerse, bu sahih
olur. Bu, çocuk, kız olduğu sakıttır. Eğer, oğlan olursa; bu, sahih olmaz.
Çünkü, onun erkeklik edeplerini öğrenmeye ihtiyacı vardır ve onların ah'âkı
ile ah-lâkîanması gereklidir. Anası ile uzun süre kalırsa; kadm ahlâkı ile
* shlaklanır. Bu da, gizli olmayan bir
kötülük olur.
Eğer, anası başka
kocaya giderse; çocuğun babast, çocuğu, ittifak edip çocuğu kadının yanında
bırakmazlarsa —anasından ahr. Çünkü, bu, çocuğun hakkıdır. O zaman, bakılır : O
çocuğun emsalinin ecri (bakım ücreti) ne ise; koca, onu, kadından alır. Gerçekten,
müddet açıklanırsa; çocuğu tutmakla hum' sahih olur. Eğer, müddet beyan
edilmezse; sahih olmaz. İster, çocuk emiyor olsun; ister, memeden kesilmiş
olsun müsavidir.
Müntekâ'da : «Eğer
çocuk emiyorsa; sahih olur. Her ne kadar müddet beyan edilmese de, iki sene
emzirir.» denilmiştir. Hulâsa' da da böyledir.
İbn-i Semâ'a, İmâm
Muhammed (RA)'in şöyle buyurduğunu
nakîetmiştir :
Bir kadın, kocası ile,
üzerinde olan mehrine ve karnında olan çocuğu doğurunca, iki sene emzirmesine
karşılık, muhâlea etse, bu caiz olur. Eğer, kadın ölür veya karnında çocuk
olmazsa; emzirme bedelim kocasına iade eder. Eğer, çocuk, bir sene sonra
ölürse; bir senelik emme bedelini iade eder.
Keza, çocuğun emme
bedeli, annenin üzerindeyken, çocuk ölürse; kocası, iki senelik bede'i,
anasından ahr.
Eğer, anlaşmada, kadın
: «On sene bakarım.» demiş ve çocuk ölmüşse, koca, kadından, iki sene emme
ücreti; sekiz sene de, bakım ücreti ahr.
Ancak, muhâlea zamanında,
kadm : «Eğer, çocuk ölürse; benim üzerime bir şey yoktur.» derse; işte, o, şart
kılındığı gibi olur. İmâm Ebû Yûsuf (R.A.), böyle buyurmuştur. Fethu'l -
Kadîr'de de böyledir.
Bir koca, karısı ile,
çocuğuna on sene bakmak üzere muhâlea etse; kadın ise, çok fakir olup,
kocasından nafaka istese; şart kılanın yerine getirmesi için, kadına
cebredilir. îtinıad, bunun üzerinedir. Gâyetü's - Sürûcî'de de böyledir.
Bir kimse, karısını
huîıY ey'ese, aralarında da, bir küçük çocuk bulunsa ve bu çocuk bahanın
yamnda, senelerce kalacak olsa; bu hulû' sahihtir. Şart bâtıldır. Çünkü, küçük
çocuğun, ananın yamnda olması lâzımdır. Ve bu, onun hakkıdır. Ana-baba,, bu hakkı
ibıâl edemezler.
Kczâ, bir koca,
karısını, boşasa, çocuğuna bulûğa erişene kadar bakmak ve kadının mehrini ona
terk etmek üzere; boşasa; kadm da bunu kabul eylese; sonra da kadın bundan
kaçınıp, çocuğa bakmasa; gerçekten, kadın buna cebredilir ve eğer yapmazsa;
bulûğa kadar olan, durma ücretini kocasına vermesi lâzımdır.
Bir kadm, kocasıyla,
nafakadan ve evden beraat etmek üzere muhâlea etse, hulû' tamam olunca, koca,
nafakadan beraat eder; evde oturma ise, bâtıl olmaz.
Bir kadın, kocası.ile,
evde kalmak üzere, muhâlea etse; bu kadının, kocasının ev kirasını vermesi, lâzım gelir ve iddeti
orada bekler.
Bir kadın,, kocasıyla,
kocasından olan çocuğa bakmak üzere mühâlea etse; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) : «Bu
kadın, aldığı mehrini kocasına iade eder.» buyurmuştur.
Bir kadın, kocası ile,
mehrini çocuğuna veya bir yabancıya vermek üzere muhâlea etse; İmâm Muhammed
(R.A.) : «Bu hulû', caizdir. Mehir kocanındır. Çocuğa ve yabancıya bir şey
yoktur.» buyurmuştur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimse, karsına :
«Nefsini hulû' eyle» der; karısı da : Nefsimi, senden hulû' eyledim.» der ve
koca da, ona izin verir ve malsız olarak razı olursa; bu Muhâlea, caiz olur.
İmâm-ı Sâni, şöyie
buyurmuştur:
Bir kimse, karısına :
«Nefsini hulû' eyle» der; kadın, da : «Nefsimi hulû' eyledim.» derse; bu caiz
olmaz. Ancak, mal ile caiz olur. Fakat, mal sız olarak niyyet eylerse; bu
müstesnadır.
Şayet, başkasına :
«Kanun hulû' eyle.» dese; bu yabancı, mal ile de hûîû' edemez: Kerderî'nin
Vecîzl'nde de böyledir.
Bir kimse, karısına :
«Nefsini hulû' eyle» der; kadın da: «Nefsimi boşadım» derse; mal vermesi lâzım
gelir. Ancak, malsız niyyet eylemişse o müstesnadır. Serahsî'nin Muhıytı'nde de
böyledir.
Bir kadın,
kocasına : «Beni, bin dirheme karşılık, hulû1 eyle.»
der; kocası : «Sen, boşsun.» derse; bunda, ihtilâf etmişlerdir. Bazı âlimler :
«Kocanın sözü cevap olur ve hulû' tamam olur.» bazıları ise : «Talâk vaki
olur, fakat bu, hulû' olmaz.»
demişlerdir. Muhtar olan ise, kocanın sözünün cevâp olmasıdır.
Şayet, koca : «Ben,
bununla, cevap kasdeylemedim.» derse, onun sözü muteber ve bir şey olmaksızın,
talâk vâki olur.
Şayet, kadın, kocasına
: «Senden muhâlea ettim» der; kocası da, ona : «Seni boşadım.» derse; bazı
âlimler. »Bu, bir cevaptır. İkisinin arasında muhâlea tamam olur.» demişler;
bazıları da: Bu durumda, bir ric'î talak vâki olur.» demişlerdir.
Bazı âlimler ise :
Niyyetinin ne olduğu sorulur. Eğer : «Ben, onunla cevabı niyye't eyledim.»
derse; birinci mes'elede, cevap olur.
Uvgun olan. kocaya,
niyyetinin ne olduğunun sorulmnsıdır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kadın, kocasına :
«Beni, şöylece hulû1 eyle» der; o da, cevaben : «Seni, sünnetle boşadım.»
derse; işte bu, ihtidadır. Bunda, hilaf da yoktur. Gâyetü's - Sürûcî'dc de
böyledir.
Bir kadın, kocasına:
«Beni hulû' eyle.» veya '«Nefsimi, satın aldım.'i der; kocası da, ona cevaben
; »Sen boşsun.» derse; bu süz, «hulû' eyledim» yerindedir. Nevâzil'de ve
Fetvalar'da : «Eğer, onunla, cevabı irâde eylerse; cevap olur.» denilmiştir.
Bu kadının kocası :
«Seni, bir talâk sattım.» dese; bu, niyetsiz cevap olur. İmâmü'l-Üstâz
Zahîrü'd-Din: »Bu koca, karısına: «sen hoşsun'' veya. «seni, bir talâk halâs
eyledim» dese; niyetsiz cevap olur.» demiştir. Bu, Şemsü'l - İslâm
Evzencendî'nin de fetvû-sidır. Sahih olan da budur. Hulâsa'da da böyledir.
Bu durumda, koca
mehirden beraat eyler mi? Bu hususta, ihtilaf edilmiştir. Bazı âlimler. «Beraat
eder.» demişlerdir. Sahih olan da, budur. Zehıyre'de de böyledir.
Bir kimse, karısına ;
«İddetinin nafakası ve mehrin ile nefsini üç talâk satın ai.» der; kadın da :
«Satın aldım.» derse; sahih olan, koca bundan sonra : «Sattım.» demedikçe,
taiâk vâki olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Koca, bununla,
hakikati irâde eyler; —pazarlık kasdetmez-se— hüküm 'böyledir. Serahsî'nin
MuhiyU'nUe de böyledir.
Bir kimse, karısına :
«İddetinin nafakası \e mehrinle, nefsini satın al.» der; kadın da : «Satın
aldım.- derse; aralarında hulû' lamam olmuş olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir.
Bir kimse, karısına :
«iddetinin nafakası ve mehrinle, senin üç talâkını sana sattım.» der; karısı
da, ona cevaben : «Sattım.» der;-fakat «sandaldım.» demezse; FakıyhEbû'l Leys s
«Talâk vâki olma/.» buyurmuştur. Fetva da, buna göredir.
Şayet, kadın : «Sana
mehrimi sattım ve iddetimin nafakasını da sallını.» der; kocası da : «Satın
aldım; kalk ve git.» derse, /ahiren boş olmaz. Fakal, ihtiyat olan, bu durumda
eğer bundan önce, iki talâk yok idivse; nikâhı tazelemektir.
Şayet koca, karısına :
«îddetinin nafakasını da, talâkının mehrinî de, sana sattım.') der; kadın da :
«Ruhumla, satın aldım.» derse; talâk vâki olur. Fetâvâyi Kübrâ'da da bövîediv.
Bir kadm, kocasına :
«Talâkımı, sana sattım.» veya «bağışladım.» veya «mal eyledim.» der; kocası
da. niyeti boşamak olarak : «Kabul eyledim.» derse; bir şey vâki oîmaz.
Bir kimse, ka ^sna :
«îddetinin nafakasını, talâkının meh-rim Cebrâi'I Aleyhisseiâm'in, Nebi sallallâhu
aleyhi veselleme getir-d;ği gibi, sana sattım.» der; kadın da : «Kabul
eyledim.» derse; âlimler : «Eğer, kadm ıtemiz ise ve o taharetinde kocası ona
cima eylememişse; boşanmış olur.» demişlerdir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Şayet, koca : «Mehrine,
bedel; talâkını, sana sattım.» der; kadın da : «Seni boşadım; beni, sat.»
derse, mehriyle bâinen beş olur. Bu, «satın aldım.» demek gibidir. Bu durumda,
«nc't ta-lâk vâki olur.» diyen'er de olmuştur. Önceki kavil esahtır.
Şayet koca : «Bir
talâk sana sattım.» der, kadın da «satın aldım.» derse, nıeccâne'n, bir ric'î
talâk vâki olur. Çünkü, bu sarihtir. (= açıktır.) Serahsî'nin Muhıyitı'nde de
böyledir.
Bir kimse, karışma :
«Nefsini, sana sattım.» der; kadın da : «Satın aldım.» derse; bâin bir talâk, boş
olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimse, karısına :
«Üç bin dirheme, bir talâk'im sana sattım,» der; bunu üç defa tekrar eder;
kadın da her sözün arkasından: «Satın aldım» der ve sonrada, koca;
Tekrarlarımla, birinciden haber vermeyi irâde eyledim.» derse; hüküm
bakımından, sözüne inanılmaz, ve üç talâk vâki olur. Kadının da üçbin dirhem
vermesi lâzım gelir Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bu, HuJâsa'da ve
Kerderîmn Vecîzi'nde de böyledir. Fa-kıyh de, bunu alıp kabul eylemiştir.
Itâbiyye'de de böyledir.
Bir kulise, karınma :
«Gerçekten, seni hulû' eyledim.» der ve onunla talâkı niyyet eylerse, işte o,
bir talâk olur.
Şâyct, karısına :
«Gerçekten, seni bende olan, mehrine karşılık hulû' eyledim.» der; bunu dar üç
defa tekrarlar; karısı da : «Kabul eyledim.» veya «razı oldum.» derse; üç lalâk
boş olur. Çünkü, o ancak, kadının sözüyle vâki olur.
Bir kimse, karısına :
«Gerçekten, seni kübûreo eyledim; gerçekten, seni kübâree eyledim; gerçekten,
seni kübâree oyla-dim.» dese; fakat, bir şey belirtip isimlemese; karısı da
«Gerçekten, razı oldum.» veya «İzin verdim.» dese; işte bu, bir seysiz, üç
talâk olur.
Şayet, kadm :
«Gerçekten, ben nefsimi, senden bin dirhemle hulû'eyledim.» diye, üç def'â
tekrarlasa; kocası da : «İzin veridm.» veya «razı oldum,» deseydi; üç bin
dirhemle, boşanmış olurdu. Hu îâsa'da da böyledir.
Bir kimse, karısına :
Yetkini, sana, bin dirheme sattım.» der; kadm da, aynı mecliste : «Nefsimi
ihtiyar eyledim.» derse; bin dirhemle, talâk vaki olur.
Bir kimse, karısına,
bütün mehrinİ ve üzerindeki elbisesi
hariç, bütün malını talâkla satsa; karısı da satın alsa; üzerinde ise, çok
elbise bulunsa; bâin bir talâk vâki olur. Evde ve kadının üzerinde, —ziynet
eşyası— ne varsa, kadınım olur.
Bir kimse, karısına,
kadının mehirden kendi üzerinde olan malına karşılık, talâkını satsa; kadın da,
kocasının üzerinde meh-rinin olmadığını bilse; yoktur, o zaman, nc'î bir talâk
vâki olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kadm, kocasına :
«Nefsimi, sana sattım; sana verdiğime karşılık olarak» der ve bununla da,
iddetin dışında olanları irâde eder; kocası da : «Verdim.» derse; talâk vâki
olur. Bu, kadının, arabca olarak «nefsimi, sana sattım» dediği zaman olur.
Fakat, bunu farsça söylerse, mes'ele hâli üzere kalır ve sahih olur.
Bir kadm, kocasına :
«Mehrimi. sana bağışladım.» dedikten sonra; «Bana karşılık ver» der; kocası da
: «Sana, üç talâk karşılık verdim.» derse; kadm üç talâk boş olur. Mezîd'de de
böyledir.
Bir kimse, karısına,
kebap olmuş bir koyun başı satın almasını emretse; kadın da, satın alsa;
kocası ona farsça : «Başını verdin mi? (sattm mı?) » deyince, kadın, kebap
olan, başı istiyor zanniyle : «Sattım.»
dese; hulû' sahih olmaz. Ancak, ta'âka niyyet eylemişse; bir talâk vâki olur.
Hulâsa'da da böyledir.
bazı kimseler bîr
kadına : «Kadınların, erkekler üzerinde olan, bütün haklan, mehir ve iddet
nafakası gibi şeylerin hepsini talâkınla satın aldın mı » deseler, kadın da :
«Satın aldım.» dese; kocaya da : «Sen de sattın mı?» deseler, o da : «Sattım.»
cevabım verse, hulû' sahili olur. Ve koca, mehirden, nafakadan beraat etmiş
olur. Her ne kadar, «ondan, nefsini satın aldım.» demişse bile hüküm böyledir.
Çünkü, onun nefsini satmak, ancak kocasından olur. Fetâvâyî Kübrâ'da da
böyledir.
Bir kadın, nefsini
kocasından hulû' etmek isteyip, bir cemâat toplasa; o cemaat, önce kadına :
«Senin, onun üzernde olan, bütün haklarına karşılık, 'nefsini satın aldın mı?»
deseler; kadın : «Satın aldım.» dedikten sonra, kocasına : «Sattın mı?»
deseler; o da : «Sattım» dese, fakat kalbinde evin eşyası olsa, talâk hükmen
vâki oltır,
Bir kimse, karısını,
bir talâk hulû' ettikten sonra, karısı: «Niçin böyle yaptın?» der; o da, üç
defa : «Git.» bunu söylemesiyle," bir şey v^k\ olmaz. Çünkü, bu bir cevap
değildir.
Bîr kimse, karısını
hulû' edince; ona, «Kaç talâka niyyet eyle-din» denilse; 0 d&ı «ne kadar
dilerse» dese; eğer koca bir şeye niyyet eylemedi ise, bir talâk vâki olur.
Bir kadın, kocasına :
«Beni, hulû' eyle» der; kocası da, onu hulû eylerse; bir talâk vâki olur.
Farsça, olarak «seh bar» demekle, t>ir şey vâki olmaz. Fetâvâyi Kübrâ'da da
böyledir. [12]
Mehir olması caiz olan
şeylerin, huiıVda, bedel olması da, caizdir. Hidâye'de de böyledir.
Mııhâlea, şarap, iaşe,
kan, domuz eti üzerine vâki olsa; koca da, bunu kabul else; ayı ılık vâki
olur. Kadının üzerine, bir şey terettüp cime/. Bu kadın, mehrinden de, bir şey
vermez. Hâvî'l -Kıuîsî'dc de ilciyledir.
Bir kimse, karısını,
kendi nefsinin kölesine karşılık hulû' eylese veya ona karşılık boşasa; bir şey
lâzım gelmez. Burada, talâkın vukuu
için kabul de, lâzımdır.
Sonra, mal lâzım
olmayan yerlerde hu!û' veya bey' lafzı ile olursa; ikisi de hâin olurlar. Talâk
lafzı, ile olan yerlerde ise, duJ hûldan sonra, talâk, nc'î olur.
Bir koca, karısını, şarap;
veya —mehirden başka,'— kadının, kocasında olan alacağı; yahut, nefsinin
kefaletinden beraat; veyahut kadının kocasızdaki alacağını sonraya bırakmak,
karşılığında boşarsa; beraat de; sonraya bırakma da, —vakit belirli ise— sahih
olur. Bu durumda, talâk, ncî olur. IJtâbiyye'de de böyledir.
Eğer, hulû'da, olması
muhtemel bulunan şeylerin isimleri İle (o, mal olsun veya olmasın; meselâ Evde
veya elde olana karşılık) muhâlea etseler; bakılır : Eğer, elinde veya o
sırada evinde ise; işte, o şey kocanın olur. Eğer, evinde ve elinde bir şey
bulunmazsa; koca için, bir şey yoktur.
Keza, koyunun veya
cariyenin karnmda olana, karşılık muhâlea ederler; çocuk üzerine de, bir haber
buüunmazsa; hulû' vaktinde ne konuşulursa, işte o, kocanındır. Ancak, o, hâli
hazırda mevcut değil de sonra mevcut olacaksa (Şöyleki : o sene hurma ağaçlarının
vereceği hurmalara karşı veya o seneki kazanacağı kazanca kaışı, muhâlea
etseler), mehrini iade etmesi, kadına vacip olur. Onun, bulunup bulunmaması da
müsavidir.
Hulû' vakti, zamanda
vücut bulmaya bağlı olmayan; meçhul (= belirsiz) olan ve ne kadar olduğunada
vâkıf olmadıkları (şöyle-ki : Evde veya elde olan eşya veya meyvelerden hurma,
veya kc*-yunlaniun karnında olan veya koyanların memelerinde olan süt) yibi
'bir mala karşılık muhâlea etseler, eğer hulû' zamanı orada bu
isimlendirdiklerinden bir şey varsa; koca, ancak, onu alabilir. Eğer, bunlardan
bir şey yoksa, kadın mehirden, aldıklarını kocaya iade eder.
Hulü' zamanında, mal
veya belli miktarda (nakit) tesmiye edilmiş ve meselâ : Kadının elinde olan
dirhemlere veya dinarlara, yahut paralara karşı muhâlea edilmişse ve bu
dirhemler üç dirhemden az ise, miktarı malum olacaktır.
Eğer, üç dirhem veya
daha fazla ise işte o kocanındır. Eğer, kadının elinde üç dirhem ağırlığında
veya üç dinar ağırlığında bir şey yoksa, paralardan o miktarı, kocaya
verecektir. Eğer, kadının elinde iki dirhem varsa, onu, üç dirheme tamamlaması
emredilir.
Hulû' zamanı, mala
karşılık muhâlea ettikleri halde; kadın mal olmayan bir şeye işaret etse; Şöyleki
; Bir küp sirke üzerine, muhâlea etseler; fakat, o, şarap olsa; eğer, koca,
onun şarap olduğunu biliyorsa; kocaya, artık bir şey yoktur. Eğer, bilmiyorsa,
koca, kadının mehrine müracaat eder. Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kavlidir.
Muhiyt'te de böyledir.
Bir kimse, karısını,
bizzat bir köleye karşılık, muhâlea ettikten sonra; onun, hür olduğu meydana
çıksa veya öldüğü anlaşılsa; kadına verilen, geri iade edilir. Eğer, o köleye
hak sahibiyse; onun kıymetini öder. Eğer, kölenin kanı halâl ise, İmâm Ebû
Hanîfe (R.A.)'ye göre, köîenin kıymetine müracaat olunur. İmâ-meyn'e göre ise,
noksan ödenir.
Şayet, belli bir
köleye karşı muhâlea ederler, onun kıymeti de bin dirhem olursa; koca, kadına
vereceği bu köleye hak sahibi olsa; bu koca, karısına, bin dirhem ve kölenin
yarı kıymeti için müracaat eder. Çünkü, kölenin yansı, bin dirheme
satılmıştır. Ona hak sahibi olunca, onun bedeline rucû eder ki, o bin
dirhemdir. Kölenin yarısı ise, hulû' bedelidir. İşte onun için, kölenin yan
kiy-metine de., müracaat eder. Itâbiyye'de de böyledir.
Bir kadın, kocası ile,
mehri ve iddetinin nafakası üzerine muhâlea etseler; kocası da, ona yirmi
dirhem vermiş olsa; bu sahih sahih olur ve kadın, kocasına yirmi dirhem öder.
Kerderi'nin Ve-cîzi'n'de de böyledir.
Kadının kendi kölesine
karşılık, muhâlea edilse; köle de, kaçmış olsa; gerçekten kadın, onu tazmin
etmekten beraat eder. Kadının, gücü yeterse, onun aynım teslim etmesi; bundan
âciz olursa, kıymetini teslim etmesi gerekir. Sirâcü'l - Vehhâc'da da böyledir
.
Bir kimse, kısrak,
katır, eşek ve diğerleri gibi vasıflı hayvan üzerine, karısını hulû' etse; bu
hulû' . caiz olur. Bunlardan, orta halli
olan, birisi kocaya verilir. Kadın, muhayyerdir : Dilerse, orta halli bir
hayvan verir; dilerse, onun kıymetini öder.
Eğer, vasıfsız bir
hayvan üzerine hulû' ederse; tatâk vâki olur. Kadın, nikâhla, hak kazandığı
şeyi geri iade eder. Yenâbî'de de böyledir.
Muayyen dirhemlere
karşılık hulû etse; fakat onlar da, silinmiş bulunsa, yenisini almak İçin
müracaat eyler. Eğer, herevî bir elbiseye karşılık huâulaşsalar, kadın, orta
halli bir herevi elbiseyi kocasına, teslim eder. Serahsînin Muhıytı'nde de
böyledir.
Bir koca, karısına :
«Seni, hulû' eyledim.»; kadın da : »Kabul ettim.» derse; kadının menlinden bir
şey düşmez; eğer, «niyyet ettim.» derse— bir bâin talâk vâki olur. Her ne kadar
kadın, kabul etmemiş olsa bile böyledir.
«Koca : «Ben, talâk
murad eylemedim.» derse; talâk vâki olmaz. Hem diyâneten, hem de, kazaen,
sözüne inanılır.
Bir kimse, karısını
muhâlea eder; fakat, sahih bir karşılık söylemezse; sahib olduğunun hepsinden
beraat eder. Eğer, kocanın üzerinde, kadının mehri yoksa; kadın, kocasının
vermiş olduğu mehri iade eder. Çünkü, hulû'da bu mal örftür. Hulâsa'da da böyledir.
Bir kimse, karısına :
«Seni, şuna karşılık hulû' eyledim.» dese ve belli bir mal söylese; kadın,
kabul etmedikçe, talâk vâki olmaz. Eğer, koca; kadının, kabul etmesinden sonra
: «Ben, talâka, niyyet etmedim.» derse; hükümde, sözüne inanılmaz. Fetâvâyî
Kâ-dîhân'da da böyledir.
Eğer kocanın, kadının,
veya bir yabancının hükmü ile huüû'Iaş-salar; bu, caiz olur. Ancak, burda
mi'yar ( = ölçü) mehir ve mehr-i misildir.
Eğer, kocanın hükmüyle
hulûlaşırlar; koca da, karışma verdiği ile veya daha azı ile hükmederse; bu da
sahihtir. Eğer, bundan daha fazla ile hükmederse; o fazlalığı Ödemek gerekmez;
ancak, kadının ona razı olması müstesnadır.
Eğer, kadının hükmü
ile hulû'laşırlar; o da, kocasının kendine verdiği ile veya daha fazlasiyüa
hükmederse; bu da caiz olur. Eğer, ondan az ile hükmederse, noksan sabit olmaz;
ancak, kocası ona razı olursa; o zaman olur. Mebsût'ta da böyledir.
Eğer hüküm yabancıya
ait olur ve o miktarına mehir hükmederse; bu caiz olur. Fazla veya noksan ile
hükmederse; ziyâde olan, kadının rızası olmadıkça noksan olan da, kocanın rızası
olmadıkça, caiz olmaz. Bedâi'de de böyledir.
Bir kadın, kocasından,
kocanın babasını azâd eylemek üzere hulâlaşsa; oda öyle yapsa, ıtk kadın
tarafından olur. Baba da hür ve kadının azadlisı olur.
Şayet, kocanın
babasını, kadının azâd etmesi, üzerine hulûlaş-salar; kadın da öyle }!apsa; jtk
koca tarafından olmuş olur.
Sonra, önceki bölümde,
koca karısına verdiğini isteyebilir nü? Alimler bu hususta ihtilâf etmişlerdir.
Bazıları : «îster.» demişlerdir. Esahh olan kavle göre, hiç bir şey isteyemez.
Tatarhâniyye'de de böyledir. [13]
Bir kimse, karısını,
mal karşılığı boşar; kadın da, bunu kabul ederse; talâk vâki olur. Kadının,
mal vermesi gerekir. Bu, bâin talâk olur. Hidâye'de de böyledir.
Bir kimse, dâhil
olmadığı kadını; kadının, kendisinde olan, bin dirhemine karşılık boşasa;
halbuki, kadının olacağı üçbin dirhem olsa; bu paranın binbeşyüz dirhemi,
duhûlden önceki talâk sebebiyle, sakıt olur. Kocanın üzeıinde, binbeşyüz
dirhem, bakî kalır. Kadın, beşyüz dirhem için kocasına baş vuramaz. Bu, İmâm
Belhî'ye göre böyledir.
Başkalarına göre ise :
«Başvurur." ve alır. Fetva, da buna göredir. Kerderî'nin VecM'nde de
böyledir.
Eğer, koca, mehri üç
parça eder; bir talâkını, üçte bire karşılık boşar; ikinci ve üçüncüyü de,
böyle boşarsa; üç talâk vâki olur. Ve mehir, tamamen düşmez; ancak, üçte biri
düşer. Geride kalan üçte iki, kadının olur. Fetâvâyi Kübrâ'da da böyledir.
Şayet, kadın : «Beni,
bin ile üç talâk boşa.» der; kocası da, onu, bir talâk jboşarsa; kadına, üç bin dirhem vermek
gerekir.
Şayet, kadın : «Bin
üzerine, beni üç talâk boşa.» der; kocası da, onu bîr talâk boşarsa; İmâm Ebû
Hanîfe (R.A.)'ye göre, kadına bir şey gerekmez; koca da ric'at hakkına sahip
olur.
Eğer koca : «Nefsini
bin ile, üç talâk boşa.» veya «Bin üzerine boşa.» der; kadın da, bir talâk
boşarsa; bir şey vâki olmaz. Hîdâ-i ye'de de böyledir.
A Bir kadın, kocasına
: «Beni, bin dirhemle, üç- talâk boşa.» der; kocası da, onu, iki talâk ve bir
talâk boşarsa; bin dirhem vacip olur. Zahîrîyye'de de böyledir.
Bir kadın, kocasına :
«Beni, bin dirheme, bir talâk bu^a.» der; kocası da, ona : «Sen, bir lalâk
boşsun; bir talâk; bir talâÜçL»
derse; kadın, üç talâk
boş olur. Bir talâk, bin dirhem karşihğıda-Diğer iki ta'âka ise; bütün âlimlere
göre, bir şey gerekmez. Fetâ vâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimse; karısına :
«Sen, bin dirheme, dört talâk boşsun.» der; kadın da, kabul eylese, bin
dirheme, üç talâk vâki olur.
Şayet kadın, üç
talâk'ı, bin dirheme kabul ederse, talâk vâki olmaz.
Eğer kadın : «Beni,
bin dirheme, dört talâk boşa.» der; kocası da, onu üç talâk boşarsa; bu da bin
dirheme olur.
Eğer, bir talâk
boşarsa; binin, üçte birini alır. Fethul - Kadirde de böyledir.
Bir kadın, kocasına :
«Beni, bin dirheme, bir talâk boşa.» veya «Bin dirhem üzerine, boşa.» der;
kocası da «Sen, üç talâk boşsun.» der, fakat «bin»i söylemezse; İmâm Ebû
Hanîfe (R.A.)'ye göre, kadın, meccânen boşanmış olur. İmânıeyn'e göre bir
talâk, bin dirhem olmak üzere, üç talâk boş olur.
Bir kadın, kocasına :
«Beni, bin dirheme, bir talâk boşa.» der, kocası da : «Sen, bin dirheme, üç
talâk boşsun.» derse; kadın kabul etmedikçe, bir şey vâki olmaz. Tamamını kabûİ
eylediği zaman, üç talâk vâki olur.
îmâmeyn'e göre kadın,
kabul etmeyince, bir talâk boş olur; diğer iki talâk, vâki olmaz.
Eğer kabul ederse; üç
talâk boş olar; birine mukabil, bin dirhem verir; ikisi için, bir şey
gerekmez. Kâfî'de de böyledir.
Ebû Hasan'ın haber
verdiğine göre : Gerçekten, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) da, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'nin görüşüne, dönmüştür.
İbiî-i Semâa; «İmâm
Muhammed (R.A.)in de, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nm görüşüne döndüğünü haber
vermiştir. Gâyetü's-Sü-rûcî'de de böyledir.
Bir kimse, karısına :
«Sen, bin dirhem üzerine boşsun.» der; kadın da, kabû! ederse, bin dirhem
vermesi gerekir. Bu, «sen, bin dirhemle boşsun.» demek gibidir. Kabulde ise iki
vecih vardır. Hidâye'de de böyledir.
Koca, eğer : «Sen,
boşsun ve senin üzerine, bin dirhem vardır.» der; kadın.da, kabul ederse; \eya
kadın: «Beni boşa; sana bin dirhem vardır.» der; kocası da onu boşarsa; İmâm
Ebû Ha-trfe (R.A.)'ye göıv, malsız İmâmeyn'o göre, malla boşanmış olur.
Serahsî'nin MuhryU'nde de böyledir.
Şayet, koca, cevabına
ilâve eder ve «Seni, bin dirheme, üç talâk boşadım.» derse; İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre kabûu üzerinde durulur. Eğer, kadın kabul eylerse., üç talâk
vâki olur ve bin dirhem gerekir. Eğer, kabul etmezse; talâk bâtıl olur.
İmâmeyn'in kavline göre kadın kabul etsin veya etmesin,
bin dirhemle, üç talâk vâki olur. Fetâvâyî Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kadın, kocasına ;
«Beni, boşa; sana, bin dirhem var.» der; kocası da: «Senin isimlediğim bin
dirhem üzerine, seni boşadım.» der ve bunu, kadın kabul ederse; hem talâk,
vaki olur hem de, bin dirhem gerekir. Eğer, kabul etme/sc; talâk vâki olmadığı
gibi, malda îcabetmez. Bu, İmâm Ebû Hanile (R.A.Vye göre, böyledir. İmâmeyıVe
göre, hem talâk vâki olur; hem de mal gerekir. Serahsî'nin Mahıytinde de
böyledir.
Kadın : «Beni, bin
dirheme boşa.» der; kocası da «Sen boşsun.» ve bin dirhem üzeresin.> derse;
kadın bin dirhemle, boş ulur.
Şayet, koca : «Sen,
bin dirheme, üç talâk boşsun» der; kadın dil : «Kabul etlim, bir talâkı, bin
dirheme» derse; üç talak, bin dirhemde, vâki olur. Eğer : «İki bin dirheme,
kabul eyledim» derse, Ki hık vâki olur; bir dirhem lâzım gelmez.
Eğer, koca, karısına.:
«Bana, bin dirhem verirsen; artık, sen boşsun.» der; kadında, İkibin dirhem
verirse; talâk vaki olur. Eğer, ikibin ile, kabul ederse öyle olur. Gâyetü's
Süriıcî'dc de böyledir.
Bir kinişe, yabancı
bir kadına : «Eğer, seni nikahlarsam, bin dirhem üzerine, sen boşsun.» der;
kadın, kabul ettikten sonra da, o kadını nikahlarsa; önceki kabulüne itibâr
edilmez. Ancak, nikâhtan sonra, kabul etmesi gerekir. Nehru'İ-Fâîk'ta da
böyledir. Bir kadın; kocasına : «Bin dirheme, beni üç talâk boşa; beni, yüz
dinara, üç talâk boşa.» der; kocası da onu, üç talâk boşarsa; kadın, yüz
dinara, boşanmış olur. Eğer, koca. o malların ikistnide, islerse, ikiside,
kocanın olur. Zahirlyye'de de böyledir.
Bir kadın, kocasına :
«Beni ve kumamı, bin dirhem üzerine, boşa.» der; kocasıda, kumasını veya
kendisini boşarsa; rnehr-i misilleri müsavi ise, bin dirhemin yansım, vermesi
gerekir, şunun gibi-ki «Beni ve kumam?, bin dirheme boşa.» dest; eğer mehr-i
misilleri değişik olursa, bin dirhemden, boşanana hissesi nisbetinde
ve-r'lmesi gerekli'. Bazı alimlerimiz. Bu, İmâmeyn'in kavlidir, demişlerdir.
İmam Ebü Hanife (R.A.)'nin kavline göre, bir şey lâzım gelmez. Esahh olan
kavil, Öncekidir denilmiştir.
Bir kimsenin, iki
karısı: Bin dirheme (veya bin dirhem üzerine) boşa. deseler kocaları da onlardan
birisini, boşasa; boşanan kadın, hissesine düşeni verir. Diğerini de, aynı
mecliste boşarsa; o da hissesini Öder. Zehiyre'de de böyledir.
Eğer, onlardan
birisini boşamadan, önce meclisten ayn-lırlarsa; bu ayrılışları sebebiyle,
icapları batıl olur. Bundan sonra, ikisini de, boşarsa; talâk bedelsiz, olarak
vâki olur. Memsîit'ta da böyledir.
Bir kimse, karışma :
«Sen, bin dirheme boşsun.» der; karısı da : «Ben, bîr talâkın yansını, kabûî
eyledim. derse; hilafsız elarak, bu kadın, bin dirheme, bir talâk boşanmış
olur.
Şayet, kadın : «Onun
yarısını, beşyüz dirheme kabul eyledim.» derse, bâtıl olur.
Eğer, kadın, kocasına
: «Beni, bin dirheme boşa» der; kocası da : «Sen, yarım talâk boşsun.» derse;
bin dirheme, bir talâk boş olur. Koca ; «Sen, beşyüz dirheme, yarım talâk
boşsun.» dese; kadın, beşyüz dirheme, bir talâk boş olur. Muhıyt'te de
böyledir.
Bir kimse, karısına :
«Sen, sünnet üzre, bin dirheme üç talâk boşsun.» dese; kadın temiz ise, bin
dirhemin üçte biri ile, bir talâk vâki oîur. Sonra, ikinci temizliğinde, diger
talâk, bir şey gerekmeden vâki olur. Ancak, kocası yeniden nikâh ederse; o müstesnadır.
Scnra da, üçüncü talâk vâki olur.
Eğer koca ; «Sünnet
üzre, onlardan birisi, bin dirheme.» derse; bin dirhem, üçüncü talâk için olur.
Eğer bu, kadıncı dâhil olmadan olursa; bir şeysiz, bir talâk vâki olur. Sonra,
cntı tekrar nikahlarsa; talâk vâki olmaz.
Bir kimse, karısına :
»Sen, yarından sonra, bin dirheme, bir talâk boşsun, yarın da, bin dirheme, bir
talâk boşsun, bu günde, bin dirheme, bir talâk boşsun.» der; kadın da, bunu
kabul ederse; o anda,-bin dirhemle, bir talâk vâki olur. Yarın olunca, bir şey
vâki olmaz; daha önce, nikâh eylemesi müstesnadır. O zaman, bin dirhemle, bir
talâk daha vâki olur. Yarından sonra da, böyledir.
Bir kimse, karısına :
«Sen, iki talâk boşsun; bunlardan birisi, bin dirhemedir.» derse; o anda, bir
talâk vâki olur; ikincisi, kabule tealluk eder.
Bir kadın kocasına :
«Eğer, beni beşarsan; sana, bin dirhem vardır.» veya kocası, ona : «Eğer, bana
bin dirhem geürirsen; (veya bin dirhem verirsen, veya bin dirhem ödersen) sen
söylesin.» derse, o mecliste, denildiği gibi olur. Itabiyye'de de böyledir.
Bir şahıs, karısına :
«Bana, bin dirhem verdiğin zaman, (veya ne zaman verirse, o zaman) sen, üç
talâk boşsun» derse; kadın, kendi hali üzerinedir. İsteneni, o mecliste veya
ondan sonra verirse, talâk vâki olur. Kocası, onu men edemez, kendi de kabul
için cebredilmez.
Kocanın istemiş
olduğu, yanma bırakılınca, kadın; üç talâk boş olur. Bu istihsâlidir. Mebsût'ta
da böyledir.
Asıl olan : Koca, ne
zaman, iki talâktan, arkasından da maldan bahsederse; o mal, o, iki talâka
mukabil olur. Ancak, öncekini kemâlin vücûbuna, münafi vasfederse; bu
takdirde, mal ikinci ta'âka mukabil olur. Eğer, malın vücûbu, kadın üzerine
şart kıh-nırsa; ayrılık hâsıl olur.
Bir kimse, karısına :
«Sen. bu saat, bir talâk boşsun; yarın da, bin dirheme (veya bin dirhem
üzerine) boşsun.» veya «Bu gün, bir talâk yarın da, bin dirheme bir ricî talâk
boşsun.» der; kadın da, kabû! ederse, o anda, beşyüz dirheme, bir talâk; yarın
ise, birşey-iiz, bir talâk vâki olur. Ancak yarından önce, mülküne dönerse, o
müstesnadır. Fethu'I-Kadîr'de de böyledir.
Bir kimse, karısına :
«Sen, bu saat, bir talâk boşsun.» derse; ric'ata mâlik olur.
Yarında bin dirheme
boşsun» dese; kadın da bunu kabul eyle-se; o anda, bir talâk vaki olur. Bir şey
de, gerekmez. Yarın olunca, kadın, bir talâk daha boş olur. Bu durumda bin
dirhem de gerekir.
Bir kimse, karısına :
«Sen, bu gün, bâinen bir talak boşsun; yarın da, bin dirhem üzerine, bir talâk
boşsun.» dese; o anda, bir talâk vâki olur; bir şey gerekmez; yarın olunca da,
bir şeysiz, bir talâk vaki okır. Eğer, yarın olmadan, o kadım nikâhlar, sonra
da yarın gelirse; bin dirheme, kadın bir talâk daha boş olur.
Bir kimse, karısına :
«Sen, bir talâk boşsun; bir talâk da bin dirheme, boşsun.» der; kadın da, kabul
ederse; bin dirheme, iki talâk vâki olur. O bedel, ikisine döndürülür.
Keza, koca, karışma :
«Sen, bu gün, bir talâk boşsun; yarın da, bin dirheme, bir talâk daha boşsun.»
der; kadın da, kabul ederse; bugün, bin dirhemin yarısı ile, bir talâk vâki
olur. Yarın olunca da, bin dirhemin yansı ile bir talâk daha vâki olur. Eğer,
nikah boş kalırsa, böyledir.
Bir kimse, karısına :
«Sen, bu saat bir talâk boşsun; ben, ric'at hakkına sahibim. Yarm da, bir talâk
bin dirheme boşsun; ben ric'at hakkına sahibim.» veya : «Sen, bu saat, bâin bir
talâk boşsun; yarın da, bin dirheme bâin bir talâk boşsun.» veya : «Sen, bu
saat, bir şeysiz, boşsun ve yann da, bir şeysiz bin dirheme boşsun.» dtse; o
bedel, iki talâka sarf edilip; bir talâk, binin yansı bir talâk da, o anda,
binin yarısı ile vâki olur. Yarınki talâk meccani olur. Daha Önce, nikahlaması
müstesna. Eğer, yarından önce, kadım tekrar nikahlarsa; yarın olunca, binin
yarısı ile bir talâk daha vâki olur.
Bir kimse, karısına :
«Sen, bu saat; bir talâk boşsun, ben ric'al hakkına sahibim.» veya : «Sen
bâinesin» veya bir şeysiz boşsun; yarın bin dirheme bir talâk daha boşsun.»
dese,, bedel ikinci ıaTâka sarf edilir.
Eğer : «Sen, bu gün
bir talâk boşsun; ve yann bin dirhemle başka bir talâk daha boşsun; ben de,
ric'at hakkına mâlikim.» dese; bedel, iki talâka sarf edilir. Muhıyt'te de
böyledir.
Bir kimse, iki karışma
: «Biriniz, bin dirheme; biriniz ise, besyüz dirheme boşsunuz.» der; onlar da,
bunu kabul ederse; her ikisi de, beş yüz dirheme boş olurlar. Çünkü, diğeri her
birinde meşkûkdur. Şâyct : «Diğeriniz, yüz dinara...» demiş olsaydı; her
ikisine de, mevcut şüpheden dolayı, "bir şey gerekmezdi. İtâbiyye'de de
böyledir.
Bir kimse, karısını,
filanın nefsi kefaletinden beraat üzerine boşasa, talâk ric'î olur. Şayet,
karısını, filândan dolayı, karısının kefil olduğu, bin dirhemden beraatı için,
boşarsa; laJâk bâin olur. Tatarhâniyye'de de böyledir.
Bir kadm, kocasına :
«Beni, malımı sana tehir etmek üzere boşa» der; kocası da, onu boşarsa; eğer
te'hir için, malum bir gaye varsa, te'hir sahih olur; yoksa sahih olmaz. Talâk
ise, her halde ric'î olur. Hulâsa'da da böyledir.
Hulû' bedelinde,
te'cii sahih olur. Cehaletle beraber olursa; halde olan, malı te'cii sahih
olmaz.
Yerinin ziraatına,
hayvanına binmeye, veya kadının hizmetine karşılık muhâlea etmek caiz olur.
Fethu'l - Kadîr'dc de böyledir.
Erkek tarafından,
hulû'a itibar olunur. Talâka, talik edeni, kadının kabûîıı şarttır. Kocanın,
bundan dönmesi, sahih olmadığı gibi; bu, meclisten kalkması ile de, bâtıl
olmaz.
Kadına ulaştığı
takdirde, kadınm hazır olmadığı zamanda, sahih olur. Bu durumda kadın,
bulunduğu mecliste muhayyerdir.
Hulû'un şarta
bağlanması ve bir vakta izafe edilmesi sahihtir. Bizim : «Yarm olduğu zaman,
veya filân geldiği vakit, gerçekten, ben, seni bin dirhem üzerine, hulû'
eyledim.» dememiz gibi...
Kabul ise, o vaktin
veya o adamın geldiğinde, kadına aittir.
Satış gibi, karşılığın
temlikine de, itibar olunur. Bu sebeple, kabulden önce, dönmek de, sahih olur.
Meclisten kalkması sebebiyle ,de bâtıl olur. Gaybûbiyeti halinde, beklenmez.
Şarta taalluku, vakta izafesi de, caiz olmaz. Serahsî'nin Muhıytı'nde de
böyledir.
Hulû'da muhayyerlik
şartı, kadm için sahihtir; erkek için sahih değildir. KeSızü'd - Dekâik'te de
böyledir.
Mal üzerine boşamak,
ahkâmda, hulû' gibidir. Ancak, bedel bâtıl olursa, talâk bâin olarak, baki
kalır. Talâkın karşılığı bâtıl olunca, talâk, ric'î olarak, baki kalır.
Gerektiği zamanda, bâin olarak vâki olur. Serahsî'riin Muhiytı'nde de böyledir.
(Bir adam) karısına
«Bin dirhem üzerine, sen boşsun; üç güne kadar, ben muhayyer olmak üzere.»
dese, kadm, bunu kabul etse bile eylese, muhayyerlik bâtıî; talâk vâki olur.
Bir kimse, karısına :
«Bin dirhem üzerine, sen üç gün muhayyer olmakla, boşsun.» der; kadın da :
«Kabul eyledim.» dediği halde.kadın, üç gün içinde talâkı reddederse; iaiâk
bâtıl olur. Eğer talâkı, üç gün içinde ihtiyar ederse; talâk vaki o kır ve
kocasına bin dirhem vermesi gerekir. Kâfi'de de böyledir,
Karı-koca; nrüdükleri
halde, hulû'laşsalar; eğer, her birinin sözü, diğerinin sözüne muttasıl
(—bitişik) ise, huhV sahih oiur. Bitişik olmazsa, hulû' sahih olmaz. Taiâk da,
vâki olmaz. Hu-lâsa'da da böyledir.
Bir kadın, kocasına :
«Senden, beni bin dirheme, üç talâk boşamanı istedim; sen, beni, bir talâk
boşadm.» der; kocası da ona: «Bir talâk boşamamı istedin.» derse; kadının sözü
muteberdir. Bey yine getirmek kocaya aittir,
Bir kimse, karışma :
«Seni, bin dirhem üzerine, dün boşadım. Sen de, kabuİ e3r!emedin» der; kadın
da ; «Kabul eyledim.» derse; yeminli olarak kocanın sözüne inanılır. GâyeHi's -
Sürûcî'-de de böyledir.
Bir kimse, karısına :
«Dün, senin talâkını, bin dirheme sattım; s~" '1-7\ kabul eylemedin.»
der; kadın da : «Kabul eyledim.» derse; ? sözü geçerlidir. Çünkü, satışta
ikrar, kabul edenin
ikrarıdır. Zira, o,
ouuu varışıdır. Itâbiyye'de de böyledir.
Bir kadın : «Senden,
yû/ dirheme, beni boşamanı istedim.» der; kocası, da; «Hayır sen bin dirheme
istedin» der?e; kadının sözü geçerlidir. Beyyine getirmek ise kocaya aittir.
Keza, kadın ; «Sen,
beni, bir şey olmaksızın, huiû' eyledin.» der; kccası da : «Hayır, bin dirheme
hulû' eyledim.» derse; kadının sözü geçerlidir. Eğer, beyyineleri varsa;
kocanın beyyinesi geçerlidir. Mebsût'ta da böyledir.
Bir kadın, kocasına :
«Beni, bin dirheme, üç talâk boşamanı istedim, sen de, h'jai, bir talâk
boşadın.» der; kocası da : «Hayır, seni, üç talâk boşadım.» der ve aynı
mecliste bulunmakta olurlarsa, kocanın sözü geçerlidir. Eğer, meclisten
ayrılmışlarsa; kadının sözü geçerli olur. Kadın iddet içinde ise. Kocanın,
kadında; alacağı üç bin dirhem ve üç talâk vâki oîur.
Keza, bir kadın,
kocasına : «Ben, senden bin dirheme, beni ve arkadaşımı boşamanı istedim; sen
ise, birimizi boşadın.» der; kocası da : «Hayır, ben ikinizi de,, boşadım.»
derse; bu esnada aynı mecliste iseler; kocanın sözü muteberdir. O meclisten
ayrılmışlar-sa; kadının sözü geçerlidir. Kadının,, itirafından dolayı, beşyüz
dirhem vermesi lâzımdır. Sirâcü'l - VehJıâc'da da böyledir.
Eğer kadın : «Beni de,
arkadaşımı da hoşamadım.» der, bunu da, aynı mecliste söylerse; yeminli olarak,
kadının sözüne inanılır. Kocanın, mal için beyyinesi gerekir. Fakat, talâk,
kocanın ikrarı üzerine vâki olur. Mebsût'ta da böyledir.
Bir kadın, kocasıyla
bir mal üzerine muhâlea ettikten sonra; kocasına karşı, hulû'dan önce.
kocasının kendini üç talâk bo-şadığını, beyyineîese, sözü kabul edilir ve
kocasının aldığı, hulû' bedelini geri alır. Buradaki tenakuz, bey yinenin
kabulüne rhâni olmaz. Hulâsa'da da böyledir.
Şayet kadın, mecnun
olan kocasının, kendisini sıhhatli iken hulıV eylediğini beyyineîese; kocanın
velisi veya kendisi i fakat bulunca, kadını mecnun iken, hulû' ettiğini
beyyineîese; kadının beyyinesi, daha üstün olur.
Bir koca, karısına,
«üç talâki, bin dirheme yaptığım,» söyler; kansıda : «Bu, senden, geçmiş
zamanın ikrarıdır; ben, bunu kabul eylemiştim.» der; kocası da : Bu, benden,
gelecek zaman İçin ikrardır; kabul eyleme.» derse; kocanın sözü geçerlidir.
Eğer, ikisi de, beyyine ibraz ederlerse; İcadının beyyinesi kabul edilir.
Tatarlîâniyye'de de böyledir.
Bir kimse, karısına :
«Şu kölene karşılık, sen yann boş ol» der; kadın da, o anda kabul eâer; fakat
köleyi satarsa; yann olunca, kadının, o kölenin kıymetini, ödemesi gerekir.
Eğer, yarın olmadan, kocası, bu kadını, üç talâk boşarsa; mal bâtıl olur.
Şeyhü'I - İslâm Ali
bin Muhammed İsbîcâbî'den soruldu :
Muhâlea etmiş bir kan
- kocadan kocaya : «Aranızda kaç defa hulû' vardır? denilince, o : «Aramızda,
iki defa hulû' vardır." dese; karısı ise : «Hayır, bclkide, aramızda üç
defa hulû' vardır.» dese, durum ne olur?
İmanı yuyurduki :
Söz, kocanın sözüdür.
Necmü'd - Dîn en -
Nesefî şöyle buyurmuştur :
Bu mes'eleyi benden
sordular. Ben,: şöyle dedim: Bu, eğer aralarında nikâhın cereyanından sonra
oldu ve kadın da : Nikâh, sahih değildir. Çünk<:, nikâh hulû'dan sonra
oldu.» der; kocası ise: «Bu, sahihtir. Çünkü, o, iki hulû'dan sonra idi.»
derse; bu durumda, söz kocanın sözüdür. Fakat ihtilâf nikâhtan önceki iddetin bitiminden
sonra ise, aralarındaki nikâh caiz olmaz. İnsanlarm onların nikâhlarını
akdetmeleri de helal olmaz. Zahîrîyye'dc de böyledir.
Bir kadın, kocasından,
mal üzerine huhV etmesini talep etse; adam da, iki şahit tutsa; gerçekten
karısı : «Ben nefsimi senden kap karşılığı satın aldım» derse; bu lafız,
mühmeldir. Sonra da, hulû'laşmak için, kadı efendinin yanında toplamalar;
bunları kadının yanında söyleseler; kadı efendi de, bunları böylece duyduktan
sonra, koca : «Gerçekten, ben sattım demedim. Ancak, fürüftenı dedim.» dese,
iki şahit de, öyle söyleseler; kadı da bunları duysa hulû'un şahinliğine hüküm
verir. Şahitlerin şe-hâdetine itibar ve iltifat eylemez.
Fakat, kadı efendi :
«Ben anlayamadım; o, hâ harfi ilerni söyledi, yoksa fâ harfi ile mi söyledi?»
der; şahitlerde : «Gerçekten, o, fâ harfi ile söyledi.» derler ve kadı efendi
de böylece duyarsa; hulû'u ibtâl eyler. Şahitlerden, bazıları «füruhtem dedi»
diye şahitlik yaparlarsa, o zaman kadı efendi, hulû'un sıhhatine hüküm verir.
Füsûlü'I - İmâdiyye'de de böyledir.
Hulû' belirli bir
bedel karşılığı vâki olduğu zaman, kadın, onu mehri misil miktarı verir. Ve :
«Bu, hulû' bedelidir.» der; kocası da : «Ben, bunu hulû'a karşılık değil, başka
şey için aldım.» derse, kocanın sözü geçerlidir, denilmiştir. Zahîrü'd-Dîn el -
Mürğînânî bununla fetva vermiştir. Bazıları da : «Kadının sözü geçerlidir.»
dediler. Çür.;;ü, temlik kadından olur. Asıl olan da, budur. Mu-hryt'te de
böyledir.
Eğer, hulû'un,
vâki olduğu şeyin cinsinde veya nevinde
yahut mikdannda veyahut da sıfatında ihtilâf ederlerse; kadının sözü geçerli olur. Kocanın beyyine
getirmesi gerekir. Bedâi'de de böyledir.
Keza; kadın : «Ben bir
şeysiz hulû' oldum» der; yine ka-dınm sözü geçerlidir. Kocanın beyyine
getirmesi gerekir. (Fethü'I-kadir)
Eğer, karı- koca
arasında ihtilâf çıkar; kadın : «Hulû' aramızda, sahihtir.» der, koca ise :
«Kalktım, sonra hulû' eyledim.» derse; kocanın sözü geçerlidir. Ve bu hâî,
hulû'u inkârdır. Hulâ-sa'da da böyledir.
Bu kimse, karısını,
farşça hulû' edip • «Satın aldın ve sattım.» dedikten sonra : «Benim kalbimde,
gerçekten sattım dediğim, koyun başı idi.» veya «Füruhtem minol iykad;
dedim.v> Kadın ise; «fâ harfi ile fürüftenı dedin» dese; bu durumda kocanın,
yeminle söylediği söz, geçerlidir; denilmiştir.
Yalnız, hulû' bedeli
alınmışsa, bu durumda, onun sözüne itibâr edilmez ve bu sözü kabul edilmez.
Çünkü, açık olan, onun yalan söylediğidir. Onun sözü, hükmen de her ne kadar,
hulû' bedelini almış olmasa bile, kabûi edilmez. Çünkü, onun sözü, cevap
olmaktan çıkmıştır. Cevap ise, suâli takyid eder. Sual (= istemek) nefsin
temlikinden olur. Cevap ise, ona sarf olur. Buna göre «Kalbimde, gerçekten ben
paltomun kuşağını, sattım» demesi kabul edilmez. Fetvada buna göredir.
Koca konuştuğu zaman,
fürûhtem derken, eğer koyun başına veya paltosunun kuşağına işaret eder ve
bunun üzerine hulû' yaparsa; hulû' sahih olur. Bir şey gerekmez. Ancak, açıklama
yapar da : «Palto kuşağı sattım.» derse; bu durumda, hulû1 sahih olmaz.
Şayet koca, beyyine
getirir; koyun başı sattığına şahit tutar ve t «Ben, koyun başı sattım.» derse;
beyyinesi kabul olunur.
Şayet kadın, itiraz
eder ve nefsini sattığına beyyine getirirse; onun beyyinesi daha evlâ olur.
Buna göre, kocanın
beyyinesi daha evlâdır. Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse, diğerine :
«Karımı, hulû' eyle.» dese; onun, o kadım, malsız hulû' eylemesi caiz olmaz.
Mal ile olursa, bu sahih olur.
Bir kadın, bir adamı
bin dirheme kocasından huiû' eyle-rrjcye vekil etse; eğer vekil olan zat, hulû'
bedelini, gönderir de : «Bin dirhem üzerine kan m hulû' eyle» veya «Şu bin
dirhem üzerine» der veya bedeli nefsine izafe ederse (ister mülk, ister zımân
izafesi olsun) şöyieki : «Benim malımdan, bin dirhem üzerine, karını hulû'
eyle.» veya «Sana tazmin etmem üzerine, bin dirheme, karım hulû' eyle.» derse;
vekilin kabulü üzerine, hulû' tamam; kadın, bâine olur. Bedel, gönderilmiş ise,
o kadının üzerinedir; Onu, talep edebilir.
Eğer, bedel, vekile
muzâf kıhnmişsa, izâfet-i mülk ve izâfet-İ /.imândır. Artık o, kadından değil,
vekilden istenilir. Vekil ise, verdiğini, kadından ister.
Eğer kadın,
kocasından, kendisini hulû' etmeleri için, iki kişiyi vekil etmişse; o
vekillerden biri, kendisine arz edilen şey üzerine, kadını hulû' eder; o mal
da, kocaya teslim edilmeden vekilin elinde helak olursa; gerçekten vekil, onun
kıymetini kocaya tazmin eder. (= öder.) Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse; diğerine :
«Karımı boşa» der; o da, kadım mal mu kâh i i hulû' eder veya mala karşılık
boşarsa; işte bu, sahihtir. Ancak kadın kendisine dahil olunmuş bir kadınsa;
caiz değildir. Frkat, dâhi! olunmayan kadınsa, caizdir. Buna göre, vekil, hulû'
etmekle; vazifeli de, mutlak şekilde boşamışsa, münâsip elan, bunun caiz
olmasıdır. «Sahih olan budur.» denilmiştir. Çünkü, huîû' karşılıksız yapıldığı
gibi, karşılıkla olarak da yapılır. Bu iki hâle de, vekil tayin edilebilir.
Zahîriyye'de de böyledir.
Bir kimse, hulû'a
vekil edildikten sonra, kadın dönse; vekil bunu bilmiyorsa, bu dönüşle amel
edilmez.
Eğer kadın, kocasına,
huiû' için bir elçi gönderdikten sonra; lakat elçi, tebliğ etmeden önce, bu
kadın dönse; dönüşü, —elçi kadının, döndüğünü bilmese bile— sahih olur.
Bir kimse, iki kişiye
: «Karımı, mal olmaksızın hulû' ediniz» dese de, onlardan birisi hulû' yapsa,
talâk vâki olmaz..
Eğer, koca, iki adama
: <'Bin dirhemle, karımı hulû' yapınız." diye emrelse; onlardan biri :
«Ben, bin dirheme hulû' yaptım» diğeri de : «Ben de, buna izin verdim» dese,
İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) 'a göre bu caiz olmaz.
Şayet, onlardan birisi
: «Ben, onu bin dirheme hulû' yaptım.»; diğeri de : «Ben de, onu bin dirheme
hulû' yaptım.» derse; işte, bu caizdir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir şahıs ve karısı,
başka birini, bir şey üzerine, hulû,' yapmaya vekil etseler; vekil de : «Ben f
t İaneyi, şunun üzerine, kocasından hulû' eyledim.» dese; kadın huzurda olmasa
bile, bu caiz olur. Bazıları ise, «buna caiz oîmaz.» demişlerdir. Yani, bir
vekilin her iki taraftan olması caiz olmaz. Şu mesele ise, caiz olduğunun
delilidir. Hâkim Ebû'l-Fadl : «Bu, Aslin rivayetine muvafıktır ve sahihtir.»
demiştir. Itâbiyye'de de böyledir.
Bir kimse, diğer bir
şahsı; karısını, hulû' yapması için, vekil tayin etse, kadm da, vekile bir
kaftan (= elbise) verse ve aralarında hulû'laşma cereyan etse; sonra da, vekil
kaftanda bir arıza göres hulû' sahih olmaz. Eğer, kaftanın iki kolu yoksa,
hulû' sahih olmaz. Fakat, bir kolu yoksa, sahih ahır. Hulâsa'da da böyledir.
Bir takım adamlar, bir
kişinin yanına gelseler, o şahıs da, onları, karısının hulû' için vekil olarak
gönderdiğini zanneylese; onlarla İki bin dirheme karısını hulû1 eylese, kadın
ise, onları vekil gönderdiğini inkâr etse, eğer, onlar, malı kocaya
vermişlerse, talâk vâki olur; bedeli, onlara aittir. Eğer onlar, vermediler ve
koca, da, onların vekil olduklarını iddia etmediyse, talâk vâki olmaz. Ancak,
bunu iddia ederse; talâk vâki olur. Lâkin, mal gerekmez. Bu, koca, karısını,
hulû' eylediği zamandır. Eğer onlara, iki bin dirheme, bir talâk satarsa; Ebü
Bekir el İska! : «Bu da, hulû' da müsavidir.»
denmiştir, fetvada bunun üzerinedir.
Asıl Kitabi'nda :
Bir kimse, başkasına :
«Karımı, hulû' eyle eğer ona razı olmazsa; onu, boşa.» der; kadın hulû'a razı
olmaz, vekil ise onu bo-şar; sonrada, kadm : «Ben hulû'laşmak istiyorum.» der;
adam da, onu hulû' ederse, bu —önceki talâk ric'î ise— caiz oİur. Mııhıyît'te
de böyledir.
Bir kimse, başka bir
şahsa : «Şu köleye karşılık, karım hulû' eyle.» veya «Şu eve karşılık, hıüû'
eyle.» veya «Bin dirheme hulû' eyle» der; o, da, Öyle yaparsa; kabul etmek
kadına aittir. Eğer, kadın, hulû'u kabul ederse; boşanır. Ve belirlenen bedeli, ödemesi gerekir.
Eğer, bedele müslehâk olunursa, kadın onu tazmin eder.
Bir şahıs, başka bir
şahsa : «Karım, benim, şu köleme karşılık, hulû' eyle,» veya «...evime
karşılık...» veya «İki bin dirheme karşılık, hulû' eyle.» der; o adam da, öyle
yaparsa; hulû' vâki olur. Kadının kabulüne, ihtiyaç kalmaz. Kocasının : «Huiû'
eyledim.» demesiyle, hulû1 tamam olur. Yabancının : «Kabul eyledim.»
demesine, ihtiyaç yoktur.
Bir kadın, kocasına :
Filanın evine karşılık, beni hulû* eyle» veya «Filânın kölesine karşılık, beni
hulû' eyle» dese; hulû' vâki olur. O evin veya kölenin sahibinin kabulüne
ihtiyaç olmaz. Kadının, o evi veya o köleyi kocasına teslim etmesi lâzım gelir.
Eğer, mazereti varsa; onların kıymetini öder.
Koca önce başlamışsa
şöyleki : «Gerçekten, seni filanın evine karşılık, hulû* ettim veya boşadım.»
dese; kabul etmek kadına düşer; ev sahibine değil.
Eğer, kadının hazır
olduğu yerde, kocası, kölenin sahibi ile konuşur ve : "Karımı, senin
kölene karşılık, hulû' eyledim.» der; onun sahibi kabul etmeden önce kadın
kabul ederse, hulû' vâki olmaz.
Eğer, başlangıç
yabancıdan; bedel de, muhatabın gayrı-sından olursa; şöyieki : «Karını, filânın
kölesine karşılık hulû' eyle» veya «evine» veya «bin dirhemine... hulû' eyle.»
derse; kabul, evin veya kölenin yahut bin dirhemin sahibine âiı olur. Yabancı-:
nın, karısına âit olmaz.
«Karını, filân adam
tazmin . etmek üzere, bin dirheme hulû' eyle.» der; o adam da, Öyle yaparsa;
kabul, tazmin eyleyiciye ait olur; muhataba veya kadına âit olmaz.
Şayet, muhatap, kadın
ise; şöyle ki : bir, kadın : «Filân adamın, benim onda olan, bin dirhem
tazminatım üzerine, beni hulû' eyle.» der; o da, hulû' ederse, —o bin dirhemle—
hulû' vâki olur. Eğer, filan adam tazminatı kabul ederse; koca, istediğinden
alır. Şayet, o adam, kabul etmezse; koca, bin dirhemi kadından alır.
Bir kimse, diğerine :
«Karım, şu köleye karşılık, hulû' eyle,» der; adam da : «Hulû' eyledim.» der;
o köle ise, başka bir adaram olursa; o kölenin efendisine, iltifat olunmaz;
kabul kadına aittir. Câmu'l - Kebir'de de böyledir.
Karı ve kocanın vekili
bir çocuk veya bunak birisi veya köle olsa, bunlar hulû'laşmada kendilerini
vekil edenlerin yerinde bulunsalar, caiz olur. Mebsût'ta da böyledir.
Bir koca karısına :
«Nefsini hulû' eyle. (Veya hulû'laş) » dese bu mes'elede üç görüş vardır :
Birincisi : «Nefsini
bir mal karşılığı hıüû' eyle» desede bir miktar tayin eylemese, kadında : «Ben,
nefsimi, bin dirheme senden hulû' eyledim» dese; bu durumda, koca : «Razı
oldum.» demedikçe talâk vâki olmaz. Fetâvâyi Kâdîhftn'da da böyledir.
Bu,-zahir-i rivâyedir.
İbn-i Semâa'nın bir rivayetine göre, bu hulû' sahih olur. Bazı âlimler de, bunu
kabul etmişlerdir. Fü-sûlü'l - İmâdiyye'de de böyledir.
İkincisi : «Nefsini,
bin dirheme hulû' eyle.» der; kadın da «Hulû' eyledim.» derse; bin dirheme,
huîû' tamam olur, her ne kadar, kocası : «Razı oldum» demese bile... Sahih olan
da, budur.
Üçüncüsü : «Nefsini
hulû' eyle» der; başka bir şey ilâve etmez; kadın da : «Hulû'llaştım.» derse;
Müntekâ'da : İmânı Ebû Yûsuf (R.A.) 'un : «Gerçekten bu, hulû1 olmaz.»
buyurduğu rivayet olunmuştur.
İbn-i Semâa, İmâm
Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir.
Bir kimse, karısına :
«Nefsini, hulû1 eyle» der; kadın da : «Hulû' eyledim.» derse; bedelsiz, bir
bâin talâk vâki olur. Sanki o, karışma : «Nefsini, bana bâin eyle.» demiş
gibidir. Ekseri âlimler, bunu kabul etmişlerdir.
Eğer, hitap kadın
taralından olur ve kadın : «Beni hulû' eyle (veya bâin eyle) » der; kocası da
«Öyle yaptım» derse; denildiği gibi olur.
Eğer, hitap, koca
tarafından olursa, bu vecihler de müsavidir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimse, karısına :
«Nefsini, malsız lıulû' eyle.» der; kadın da : «Eyledim» derse; onun, bu sözü
ile, hulû' tamam olur.
Kadın, kocasına :
«Beni, malsız hulû' eyle.» der; kocası da : «Hulû' eyledim.» derse; talâk vâki
olur.
Bir kimse, karısına :
'«Nefsini, şuna karşılık hulû' eyle» dedikten sonra, ona, arabça telkin eder ve
kadın : «Hulû' ettim.» dediği halde, sözünün mânâsını bilmezse; bu durumda,
—sahih c'r.n kavle göre— kadın sözünün mânâsını bilmediği müddetçe, muhâlea
tamam olmaz. Serahsî'nin Muhıyti'nde de böyledir.
Yabancı bir şahsa, bir
başkası ; «Bin dirhemle, karımı boşa» der; adam da : «Boşadım.» derse; durulur
: Eğer, kadın razı olursa; talâk vaki olur; değilse, olmaz. Itâbiyye'de de böyledir.
Bir kimse, kızını, mal
mukabili, kocasına boşattirsa; kız büyükse; baba, boşama bedeli olan malı öder;
boşanma tamam dur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimse, büyük
kızını, onun rızasıyla, mehri üzerine bo-şatsa; boşama caiz olur. Eğer, izni
olmaksızın boşatırsa; bu caiz cima.
Şayet baba, mehri
ödemezse, boşama vâki olmaz. Öderse, boşama vâki olur.
Bu, haber kıza
ulaştığı zaman, kız razı olursa; boşama geçerli olur ve kocası mehirden
kurtulur. Bu durumda kız razı olmazsa, mehrini, kocasından ister.,Kerderfnİn
Vecîzi'nde de böyledir.
Bir kimse, küçük
kızını, mal mukabili boşatsa; kız da, buna razı olmasa; mehir sakıt olmaz, (—düşmez.)
Bu durumda, talâk vâki
olur mu? Burada iki rivayet vardır. Esahh olan ise, talâkın vâki olacağıdır.
Hidâye'de de böyledir.
Bir baba, bin dirheme,
küçük kızını» boşatsa, bu baba, bin dirhemi tazmin eder (= öder.) Boşama sahih
olur. Bin dirhem babaya aittir.
Küçük kız, mal
mukabili boşansa, o malda, kendisine öden-meşe, eğer kız kabul ederse; talâk
vâki olur. Mehîr sakıt olmaz (— düşmez). Eğer onun nâmına, baba kabul ederse,
burda da iki rivayet vardır : Şayet baba, mehri öderse; —o da, bin dirhemse—
talâk vâki olur. fslihsanen baba, beşyüz . dirhem öder. Hidâye'de de böyledir.
Bu hal, kıza cima'
yapılmamış ise böyledir. Eğer kıza, cima yapılmışsa, o zaman baba, kocaya
mehriıı tamamını Öder. Füsûlü'l - İmâdiyye'de de böyledir.
Eğer mal mukabili
boşama, koca ile, küçük kızın anası arasında olur ve şayet boşama bedelini ana
kendi malından öderse; boşanma tamam olur. Bu, yabancı ile yapılan gibidir.
Eğer, kendi malından ödemezse, talâk babada vaki olduğu gibi, vâki olur mu?
Burada, rivayet yoktur. Sahih olan, talâk vâki olmaz.
Eğer sözleşme yabancı
ile yapılır, o, da bedeli ödemezse; boşama hali durdurulur mu?
Bazıları : «Kızın,
sözleşmeye aklı eriyorsa; boşama, kızın kabul etmesine kadar durdurulur!»
Bazıları da : «Durdurulmaz.» demişlerdir.
Şayet, mal mukabili
boşanan kız küçükse, talâk vaki olur; mehir düşmez.
Eğer bu işi, küçük
kızın tayin eylediği vekil yaparsa; burda iki rivayet vardır :
Birincisi : Vekil
sahih ve boşama tamam olur. Vekilin kabulü, kızın kabulüdür.
İkinci rivayet :
Şayet, vekil boşama bedelini ödemezse, boşama vâki olmaz. Bu boşamanın yabancı
tarafından yapılması gibidir.
Bir baba, küçük oğlu
adına, mal mukabili boşama yapsa, bu sahih olmaz ve oğlununda izni beklenmez.
Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bize göre, sarhoşun ve
ikrah olunanın mal mukabili boşama yapması caizdir.
Sâbîninki batıldır
(—geçersizdir.) Bunağın ve baygının hâli de sabinin hâli gibidir. Mebsût'ta da
böyledir.
Câriye, mal mukabili
boşandırılsa veya kocası bir şey karşılığında boşasa; talâk vâki olur. O
halde, cariye, o şey için muâhaze edilmez. Ancak, azad edildikten sonra muâhaze
edilir.
Bir kadın, kocasında
olan mehri mukabili, hastalığı halinde hulû' edilse; iddeti içinde iken de
ölse; onun mirasında ve mehrinde kocasının hakkı vardır. Mebsût'ta da böyledir.
Eğer kocası, kadının
amcasının oğlu olur; kadın da kendisine cima' yapılmış bulunur; akrabalık
sebebiyle kadına varis olamazsa, (başka bir arabası olmak gibi) iddeti
bilmeden de kadın Ölürse; işte, o, zaman muhâlea bedeline ve yakınlık
sebebiyle mirasındaki hakkına bakılır. Eğer, boşama bedeli, mirası kadar veya
ondan a/, ise; kocaya muhâiea bedeli teslim edilir. Fakat, mîras hissesi,
muhâlea bedelinden fazla ise, diğer varislerin izni olmaksızın teslim edilmez.
Eğer kadm, kendine,
cima' yapılmayan bir kadınsa; nıehrin yansı duhûlden önceki boşama sebebiyle,
kocasına teslim edilir.
Bir kadının, malına
vâris durumunda bulunan iki amca oğlu olsa; onlardan birisi, bu kadım nikâhlasa
ve ona cima' yapsa; sonra da, o kadını, mehri mukabili ölüm hastalığında
boşasa; kadının da, o mehrinden başka hiç bir malı bulunmasa; iddeti bitmeden
de bu kadın Ölse; mehre, her iki kardeş ortak olurlar.
Şayet kocası, o
kadını, talâkı ric'i ile boşasa kadında iddeti bitmeden ölse; kadının mehrinin
yarısj, —kocası olması münâsebetiyle— kocasına; geri kalan yarısı ise veraseti
yönünden, kocası ile onun kardeşine —ortaklasa— ait olur. [14]
Zıhâr : Bir kimsenin,
kendi karısını veya onun rakabe-sini (—boynunu, ensesini) yahut nısf (= yarım),
sülüs (= üçte bir) sibi, belirli bir uzvunu; kendisine, nikâhı nıüebbeden haram
bulunan, bir kadına' veya onun bakılması caiz olmayan bir uzvuna teşbih
etmesi (= benzetmesi) demektir.
Buradaki haramhğm,
sıhriyet veya süt yönünden olması da müsavidir.
Benzeten şahsın i—
müzahirin) karısının; hür, câriye, mükâtebe, müdebbcre, ümm-ü veled veya ehl-i
kitap olması hal-leıi de müsavidir. Sirâcü'I - Velıhâc'da da böyledir. [15]
Zihann meydana gelmesi
için :
Kadının, zevce (—nikâhlı aile) olması gerekir.
Erkeğin ise : Keffâret
ehli olması gerekir.
Zimmînin, sâbî C—
çocuk) ve mecnûn 1= deli) gibi zıhâr'ı sahih olmaz. Fethu'I - Kadîr'de de
böyledir.
Bir kadın, kendisinin
emri olmadan, nikahlandıktan sonra, ona zıhâr yapılsa; sonra da, kadın nikâha
rıza gösterse; bu zı-hâr bâtıl (= geçersiz) olur.
Şayet, bir köle;
müdebber veya mükâteb karısını zıhâr eylese, tu zıhârı sahih olur. Sîrâcü'l -
Vehhâc'da da böyledir.
Bir kimse, cima'
eylediği veya eylemediği cariyesini zıhâr tylese bu, zıhâr, sahih olmaz.
Fethu'I-Kadîr'de de böyledir.
Keza, bir kimse;
karısına, muvakkat haram olan, üç ta-<âk boşadığı karısına teşbih etse (=
benzetse.) bu zıhâr, sahih olmaz. Muluyt'te de böyledir. [16]
Zıhânn Rüknü : Bir
kimsenin, kendi karısına : «Sen, bana anamın sırtı gibisin.» demesi veya o
makamda bir söz söylemesidir. Nihâye'de de böyledir.
Bir kimse karısına :
«Senin başın bana anamın, sırtı gibidir; veya yüzün veya omuzun veya fercin
fanamın sırtı gibidir) derse, bu zıhâr olur.
Keza, kansına : «Senin
bedenin, bana anamın sırtı gibidir; veya dörtte birin veya yarın...» demesi
veya buna benzer bir söz söylemesi, zıhâr olur. Bedâi'de de böyledir.
Bedenin tamamından
sayılmayan, el ve ayak gibi bir parça söylendiği zaman, zıhâr sabit
olmaz. Serahsî'nin Muhıytı'nde de
böyledir.
Bir kimse,
karısına : «Senin sırt m anamın
sırtı gibidir, vtya anamın karnı yibidir, veya anamın ferci gibidir, dese; bu
zı-. hâi- olmaz. Cevhereîü'n - Niyyire'de de böyledir.
Şayet : '(Sen, bana
anamın dizkapağı gibisin.» derse, bu kıyasda, zıhâr olur. Ve şâ3'C( : «Uyluğun,
anamın uyluğu gibidir." derse; bu da zıhâr olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir.
Bir kimse, karısının
bir uzvunu, anasının, bakılması caiz olmayan bir uzvuna benzetse; bu durumda,
yırtma benzetmiş gibi olur.
Keza, bir kimse,
böyle, nikâhı ebediyyen haram olan bir kadına benzetse, (bacısı, amesi, (=
halası) süt anası, süt bacısı gibi mahremlerine teşbih etse) zıhâr vaki olur.
Cevheretü'n - Ney-yire'de de böyledir.
Bakılması helal olan
şeye benzetirse (saç, yüz, baş, el ayak gibi) zıhâr olmaz Fetâvâyi Kadihân'da
da böyledir.
Şayet, koca, karısına:
Sen bana ananın sırtı gibisin, dese: zehretmiş dur. Bu kadına cima' etmiş
olması veya olmaması da müevidir.
Şayet, koca karısına:
Kızın gibisin, demiş olsa; eğer kadına cima' yapmışsa müzahir olur ve eğer
cima' yapmcmışsa müzahir elmaz. Sirâcü'I- Vehhâc'da da böyledir.
Bir kimse eğer
karısını, babasının karısına veya oğlunun karısına benzetirse; babası veya oğlu
karısına cima' etsin veya etmesin zıhâr olur.
Bir kimse, karısını,
babasının veya oğlunun zina eylediği bir kadına benzetirse; İmam Ebû Yûsuf
(R.A.). Bu zıhâr olur,» buyurmuştur sahih olan budur.
Bir kimse, karısını;
zina etmiş bulunduğu, -karısının kızma veya anasına benzetse bu zıhâr olur.
Zahiriyye'de de böyledir.
Bir kimse, şehvetle,
yabancı bir kadını Öpsc veya şehvetle cnun fercine baksa, sonrada, karısını o
kadınm kızma benzet-se müzahir olmaz. Bu imam Ebü Hanife (R.A.)' ya göre böyledir.
Muhiyt'te de böyledir. [17]
Zıhâr'dan dolayı,
cima' haram olur ve keffâretin en yükseği lâzım gelir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir.
Bir kimse, keffâretini
vermeden, zıhâr eylediği karısına cima' etse, keffâretten başka, istiğfar
gerekir; başka bir şey lâzım gelmez.
Zıhâr yapan,
keffâretini verene kadar, karışma dönemez, t yani cima' edemez.) Siçâcü'l -
Vehhâc'da da böyledir.
Bir kimse karısını zıhâr
ettikten sonra, onu talâkı bâin ile boşasa; sonra, bu kadım yeniden nikâhlasa
zıhar keffâretini vermedikçe cima helâl olmaz. İstimta' (= faydalanmak) da
helâl olmaz.
Keza, bir kimse,
câriye olan karısını zıhâr ettikten sonra, onu satın alsa ve ona sahip olduğu
için nikâhı batıl olsa; keffâretsiz, cima' caiz olmaz.
Keza, karısı hür olsa
ve İslâm'dan irtidâd edip dâr-i harbe gitse ve orada esir edilse; biîâhare de
kocası onu satın alsa; zıhar keffâretini vermedikçe, dma' edemez.
Keza, bir kirnse,
karısını zıhâr ettikten sonra, kendisi irtidâd eylese, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)
Ve göre, keffâretsiz dönüş yapamaz.
Keza, bir kimse
karısını üç talâk boşasa; onu bir başkası nikahladıktan sonra, önceki kocasına
dönse; zıhâr keffâretini vermeden, o kadına cima* helâl olmaz, Bedâi'de de
böyledir.
Karı - koca, birlikte
irtidat edip, sonra, tekrar İsâlm'a dönseler, İmâm Bbû Hanîfe (R.A.)'ya göre,
önceki zıhâr f zıhârdır. (Keffâret)
verilmedikçe cima' helâl olmaz.
Bunların tamam, ebedî
ve mutlak zıhâr hakkındadır. Fakat, zıhâr muvakkat olur, (bir gün, bir ay, bir
sene gibi beîli bir müddetle zıhar yapmak gibi...) ve koca, bu müddet içinde
karısı na, yakın olursa, keffâret gerekir. Yakın olmaz ve o müddetde tamam
olursa; keffâret düşer ve zıhâr bâtıl (—geçersiz) olur. Cev-heretü'n -
Neyyire'de de böyledir.
Karısını zıhar eden (
— müzahir), karısına cima etmek isterse; kadın, kocasını kendisinden
faydalanmaktan —keffâret verinceye kadar— men edebilir. Fethu'I - Kadîr'de de
böyledir.
Zıhâr yapan kimse
keffâretini vermezse; durumu hâkime bildirilir. O, da, onu keffâreti verinceye
veya kadını boşayıncaya kadar, hapseder. Zahîriyye'de de böyledir^
Koca, eğer :
«Keffâreti yaptım.» derse, sözüne inanılır, yalanı bilinmediği müddetçe, bu
böyledir. Nehrtıl - Fâık'ta da böyledir.
Şayet, bir koca,
karısına : «Sen, bana anamın sırtı gibisin.» derse; zıhâr yapmış olur. îster
niyyeti olsun; isterse, asla niy-yeti olmasın, müsavidir.
Ancak bu durumda,
şerefine, makamına, talâkına veya yemine niyyet ederse; zıhâr olmaz.
Şayet koca : «Ben,
geçmiş zamandan, haber vermek diledim.» demiş olsa; hükümde sözü tasdik
edilmez. Diyanetçe ise kendisi ile Alîahu Teâlâ arasındadır.
Keza, koca : «Ben,
senden müzahirim.» veya «Seni, zıhâr yaptım.» derse, bu durumda, zûıava niyyet
etsin veya etmesin, müzahir olur. Niyyeti ne olursa olsun, bu söz ancak zıhâr
olur. Eğer : «Maziden haber murad eyledim.» derse, bu sözü de yalan olur; hükmen
doğrulanmaz. Diyânetençe, tasdik olunur. Ve yine :
Bir kimse, karısına :
«Sen, bana anamın karnı, (veya uyluğu, veya terci) gibisin.» dese; bunların
hepsi, «sen bana anamın sırtı »ibişin." demek gibidir. Bedâi'de ele
böyledir.
Bir kimse, eğer ;
«Sen, benden anamın sırtı gibisin,» veya «bynim yanımda, anamın sırtı gibisin.»
Yahut benimle beraber, anamın sırtı gibisin.» dese; işte bunlar zıhâr; böyle
diyen de müzahirdir. Cevheretü'n- Neyyire'de de böyledir.
Bir kimse; karısına :
«Sen, anamsm.» dese; müzahir olmaz. Ancak, olan bu söz, has değildir;
mekruhdur. «Kızmışın, bacımsın»" gibi... sözler de böyledir.
Şayet karısına : «Sen,
bana anamın inişlisin veya anam gibisin.» der ve bununla, talaka niyyet
ederse; karısı, hâin olur. Zıhâra niyyet etmişse, öyle olur; yâni zıhâr olur.
Fethu'I - Kadîr'de de böyledir.
Eğer, bir niyyeti
yoksa, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, o sözü onun kerametine hamlederek bir
şey lâzım olmaz. Câmiu's Sa-ğîr'de de böyledir.
Sahih olan da, budur :
Eğer, haramlığa niyyet
etmişse, bu durum hakkında, rivayetler değişiktir. Sahih olan, ekser indinde,
zıhâr olduğudur?
Bir kimse, karısına :
«Sen, anam gibisin.» dese de; «Sen, bana anam gibisin.» demese, bir niyyetide
olmasa, bu sözünden doîa}'i bir şey gerekmez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimse, karısına :
«Eğer, sana cima' edersem; anamı cima' etmiş olayım.» dese, ona bir şey lâzım
olmaz. Gâyetü's-Sü-rûcî'dc de böyledir.
Bir kimse, karısına ;
«Sen, bana anam gibi haramsın.» dese ve talâka veya zıhâra yahut îlâya (=
yemine) niyyet etse, işte o, her neye niyyet etmişse, öyledir. Hiç bir şeye
niyyeti yoksa, İmâm -Muhammed (R.AJ 'e göre zıhâr olur. Hassâf : «Ebû
Hanîfe'nin mezhebinde, sahih olan budur» buyurmuştur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir.
Bir kimse, karısına :
«Sen, bana anamın sırtı gibi, haramsın.» dese ve talâka veya yemine niyyet
eylese, onlar olmaz; ancak, zıhâr olur. Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)ye göre
böyledir. Diğer iki imâma göre ise, talâk vâki olur.
Eğer, bu şahıs
haramlığa niyyet etmiş veya hiç niyyet etmemişse; bil-icma zıhâr olur.
Bir kimse, karısına :
«Sen, bana babamın sırtı gibisin.» veya «bir yakîni» veya ch' yabancının sırtı
gibisin.» dese müzahir olmaz. Serahsî'nin Muhıya'nde de böyledir.
Bir kimse, karısına :
«Sen, bana babamın veya oğlumun ferci gibisin.» dese, müzahir olur. İmâm Muhammed
(R.A.)'e göre ise, bu kadın, kocasından müzâhare olmaz. Fetvada buna göredir.
Sirâcü'I - Vehhâc'da da böyledir.[18]
Zıhârm şar,tı :
Kocanın, keffâret ehli olmasıdır. Zımmînin, sabinin (= çocuğun), delinin zihân
sahih değildir.
Bir kimse, zıhar
eyler; sonra da delirir ve iyüeşirse; işte bu, zıhâr hükmündedir. Fethu'l -
Kadîr'de de böyledir.
Zıhârm şartlarından
birisi de, bunak, baygın, zehirlenmiş veya, uyuyan bir kimse olmamaktır. Bu
gibi şahısların zıhârı sahih olmaz.
Latife ile yapılan
zıhar da sahih olur. Kasden, isteyerek söylenirse, zıhâr sahih olur.
Zoraki söyleyenin,
hatâ ile söyleyenin de —talâkı sahih olduğu gibi— zıhârı da sahih olur.
Muhayyer bırakılanın
da zihân sahih olur. Bedâi'de de böyledir.
Sarhoşun zihârı da,
zihârdır.
Ahrazın (= dilsizin)
yazı ile veya anlaşılır şekildeki işareti ile yaptığı zıhâr da, /ıhârdır.
Talâkı da geçerlidir. Tatarhâniyye'de de böyledir.
İslâm olmadan önce,
bir mecûsî zıhâr yapmış olsa, zihân sahilidir. Çünkü, keffâret ehlidir. Bahm'r
- Râık'ta da böyledir.
Zıhar, beynûneti C=
ayrı durmayı) gerektirmez. Sayıda da noksanlık gerektirmez. Zaman uzasa bile
böyledir. Tatarhâniyye'de de böyledir.
Küçük bir kızın;
retkâ, karna olan kadınların; hayız ve ni-fash olanların mecnûne ve kendisine
henüz cima' yapılmamış olan kadınların zıhârı da sahih olur, Gâyetü's -
Sürûcî'de de böyledir.
Bir kimse, karısını,
ric'i talâkla boşadıktaıı sonra, o kadını, iddeti içinde zıhâr eylese;"
zıhar sahih olur. Sirâcü'l - Vehhâc'da da böyledir.
Üç talâk boşanmış
kadın, zıhâr yapılmaz. Her ne kadar id-derinin içinde yapılsa bile sahih olmaz.
Hulû' edilmiş kadın da
zıhâr edilmez. Bedâi'de de böyledir.
Karısına zıhar yapmış
olan bir kimse, zıhârm peşinden karısını, boşasa ona keffâret yoktur.
Gıyâsiyye'de de böyledir.
Bir kimse, karısına :
«Sen, yarın, veya o bir gün bana anamın sırtı gibisin.» dese; bu şahıs; bir
defa zıhâr yapmış olur. Eğer : «Sen, bana, yarın ve yarından sonraki gün
gelince anamın sırtı gibisin.» derse; bu iki zuhur olur. Şayet, bu gün
yarından sonraki günün zıhârı için, keffâret yapsa, bu caiz olmaz! Muhiyt'te de
böyledir.
Eğer «Senrbana, her
gün anamın sırtı gibisin.» derse; işle o, bir zıharcbr; bir keffâretle iş
biter.
Bir kimse, karısına :
«Sen, bana her yeni günde anamın sırtı gibisin.» dese; her gün yenilendikçe,
zıhâr da yenilenir. Bu gün geçince, o günün zıhârı da, bâtıl olur. Ve o adam,
gelen gün için müzahir olur. Bu şahıs karısına, geceleyin yaklaşabilir; eğer o
gün keffâret yapmışsa; o günün zıhârı bâtıl olur.
Bir kimse, karısına :
»Her gün geldikçe, sen, bana anamın sırtı gibisin.» dese, o, gün gelince
karısından müzahir olur. O günün geçmesiyle, zıhârı sona ermez. Her yeni gün
geldikçe, yeniden müzahir olur. O zıhâr ancak keffâretle, bâtıl olur.
Camiu'I-Kebîr-dc de böyledir.
Müntekâ'da şöyle
zikredilmiştir :
Bir kimse, karısına :
«Ramazanın tamamında, Recebin tama mmda, sen bana anamın sırtı gibisin.» dese
ve Recebfde keffâret yerine getirse; ondan Receb ayının zıharı düşer,
tstihsanen, ramazanında zıharı düşer. Eğer şaban ayında keffâreti yerine
getirse, bu caiz olmaz.
Şayet bir kimse
karısına : «Ebediyen, cuma günü, sen bana anamın sırtı gibisin» dedikten sonra,
cumanın dışında, bir gün de keffâret eylese, caiz olmaz. Eğer cuma günü ederse,
—bütün cumalar jçin— caiz olur.
Bir adam karısından
müzahir olduktan sonra, bir başka adam, kendi karışma : «Sen, bana, filan
adamın karısı gibisin,» dese; işle o adam da, karısından müzahir olur.
Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse, karısından
müzahir olduktan sonra, başkası ona ortak olsa; veya karısına : «Sen, bana,
bunun gibisin» dese ve zıhâra niyyet eylese, zıhâr sahih olur.
Sonraki koca, ilk
kadın öldükten veya keffâreti yerine getirildikten sonra söylese, yine zıhâr
zıhardir. Itâbiyye'de de böyledir.
Bir kimse, üçüncü
katısına : «Seni şu ikinin zihârlarma ortak eyledim.» dese, bu şahıs, üçüncü
karısından, iki defa müzahir olur. Tezhîb'de de böyledir.
Bir kimse, karılarına
: «Siz, bana, anamın sırtı gibisiniz.» dese, hepsinden de müzahir olur, Her
biri için, ayrı ayrı keffâret gerekir. Kâfî'de de böyledir.
Bir kimse, karısını,
bir mecliste defalarca zıhâr eylese veya birçok mecliste ayrı ayn zıhâr
eylese, her bir zıhâr için ayrı ayrı keffâret gerekir. Ancak, ilk zıharı ile
niyyeti birse, o zaman tek keffâret kâfi olur, İsbîcâbî ve başkaları böyle
söylemişlerdir.
«Bir meclisle, birçok
meclis arasında fark var." denildi ise de, önceki söz mûtemeddir. Bahru'r
- Râık'ta da böyledir.
Bir kimsenin karısını,
şartlı zıhâr eylemesi sahih olur. Şöyle ki :
«Eğer, sen eve
girersen; (veya filanla konuşursan;) artık, sen bana anamın sırtı gibisin»
dese; bu zıhar, zıhar olur. Bedâi'de de böyledir.
Bir kimse, yabancı bir
kadına : «Seni, nikahlarsam; sen bana anamın sırlı gibisin.» dedikten sonra, o
kadını nikâhÜasa, müzahir olur.
Şayet : «Seni
nikahlarsam, ratık, sen boşsun ve seni ben nikahlarsam; sen bana anamın sırtı
gibisin.» dedikten sonra, o kadını nikahlarsa, talâk ve zıhâr ikisi de vâki
olur. Çünkü onların ikisi de, hil haidc vâki olmuşlardır.
Bir kimse, bir kadına
: «Seni nikahlarsam,» sen, bana anamın sırtı gibisin ve boşsun."
eledikten sonra, o kadını nikahlarsa; her ikiside lâzım olur : Yâni, hem zıhâr, hem de, talâk vâki olur.
Bir kimse, bir kadına
: «Eğer, sene nikahlarsam; sen, boşsun ve sen bana anamın sırtı gibisin.»
dedikten sonra, o kadım nikâh-lasa; talâk vâki oiur, /ıhar vâki olmaz. Bu, İmâm
Ebû Hanîfe (R.A.) 'ye göre, böyledir. Fetâvâyi Kâdihân'da da böyledir.
Bir kimse, yabancı bir
kadına : «Sen eve girersen, bana, Lfnamın sırı gibisin.» dese; bu sahih olmaz.
Hatta, o adam, aynı kadını nikâhlasa; o kadın da o eve girse; zıhâr olmaz. Bil
icmâ, bu
beyledir.
Zıhar şarta bağlanır,
sonra kadın bâin talâkla boşanır, sonra zıhar şartı yerini bulur; bu da, iddet
içinde olursa, zıhâr, zı-hardır. Bedâi'de de böyledir.
Bir kimse karısına :
«Aliah dilerse, sen bana anamın sırtı gibisin.» dese, bu zıhâr olmaz.
Fakat bu şahıs : «Sen,
bana; Filân adam dilerse, anamın sırtı gibisin.» veya "Eğer, sen
dilersen...» dese işte o, o mecliste, o şahsın dilemesine bağlıdır. Eğer
dilerse zıhâr, zıhâr olur. Fetâvâyi Kâ cîîhân'da da böyledir.
Bir kimse, karışma :
«Eğer sana cima edersem; artık, sen bana anamın sırtı gibisin.» dese ; bu
durumda, bu şahıs, yemin etmiş sayılır. Eğer, dört ay karışma yaklaşmazsa,
kadın bâinen boş olur. Dört ay içinde, karısına yaklaşırsa, zıhâr lâzım gelir.
Eğer, yemin sebebiyle,
kadın bâin olduktan sonra, yeniden nikârlarsa ve kadına yaklaşırsa, yine bu
şahıs, müzahirdir, Zıhâr keffareti gerekir. Mebsût'ta da böyledir. [19]
Keffâret : Zıhâr yapan
kimsenin, zıhârdan sonra, aynı karısına cima yapmak istediğinde, üzerine îâzım
olan şeydir.
Bu şahıs, zıhâr
sebebiyle, karısının haram olmasına razı olur ve ona yaklaşmak istemezse.,
keffâret lâzım, olmaz. Fakat, yaklaşmak isterse, keffâret vacip olur. Bunun
yerine getirmeye cebr olunur.
Şayet, bundan sonra,
cima' etmek istemezse, keffâret sakıt olur (— düşer).
Bu azimden sonra, kan
kocadan birisi ölürse, keffâret yine düşer. Yenâbî'de de böyledir.
Zıhar Keffâreti : Tam
bir köle azâd etmek ve bunu keffâret niyyetiyle yapmaktır. Cevheretü'n - Neyyire'de
de böyledir.
Köle hususunda,
kölenin müslüman, kâfir, erkek, kadın, küçük ve büyük olması müsavidir.
Nikâye'de de böyledir.
Bir kimse, keffâret
için, önce yarım köle azâd edip, cima' etmeden Önce yarım köle daha azâd etse;
bu caiz olur.
Eğer, bunu cima'dan
sonra yaparsa; İmâm Ebû Hanife (R.A.)' ye göre, caiz olmaz.
İki kişi arasında
ortak olan bir kölenin, sahiplerinden birisi, keffareti için, kendi hissesini
azâd etse, İmâm Ebû Hanîfe (R. A.) ye göre, bu caiz olmaz. İster zengin, ister
fakir olsun, bu böyledir.
Bir kimse, keffârete
niyyet etmeksizin, kölesini azâd etse; veya köleyi azâd ettikten sonra
keffârete niyet etse; bu caiz olmaz. Sirâcü'l - Vehhâc'da da böyledir.
Bir kimse, başka
birisiyle orak olduğu, iki köledeki yarım hisselerini; â^âd eylese, bu da caiz
oîmaz. Mebsût'ta da böyledir.
Sağır olan bir köleyi,
zıhâr, keffâreti için, azâd etmek caizdir. Ancak, bu .kölenin az bir şey
duyabilmesi gerekir. Şayet, hiç duymuyorsa, bu caiz olmaz. Muhtar olan görüş,
budur. Gâyetül -Beyân'da da böyledir.
Keffâret için,
ahras'(= dilsiz) köleyi azâd etmek caiz değildir.
Menfaata mâni olmadığı
vakit, bir gözü kör veya bir eli yok veya bir eli ile ayağı çaprazvâri kesik,
olan köleleri kefaret için azf.d eylemek caizdir. Fakat çaprama/Jama olmayan,
her ikiside bir tarafta bir eli ve ayağı kesik olan, köleyi azâd etmek, caiz
değildir.
Hidâye, de de
böyledir.
Menfaat ölmüş olduğu
için elleri, çolak köleyide, keffâret için azâd etmek caiz değildir. Mebsüf ta
da böyledir.
Zekeri kesik olan
köleyi; azâd caiz olur.
İki gözü kör olanı,
iki eli kesik olanı, iki ayağı kesik bulunanı, azâd, keffâret için caiz olmaz
Müdebberi, ümm-i
veledi, (çünkü, bunun ikisi bir yönden hürdürler) mükâtep olanı, (eğer
bedelinden bir kısmını ödemişse) caiz olmaz. Hiç; bir şey Ödemcmişse olur.
Kâfî'dc de böyledir.
Eğer köle, kitabet
ebedelini ödemeden âciz olur; sonrada adam onu azâd ederse; gerçekten, o caiz
olur. İsterse, daha Ünce bedelliden, bir kısmım ödemiş olsun, isterse hiç bir
şey ödememiş clsun müsavidir. Tahâvî Şerhi'nde de böyledir.
Enenmiş köleyi ve
kulakları kesilmiş köleyi, bize göre, keffâret için azâd etmek caiz olur.
Her iki elinin
başparmaklanda kesik olan köleyi, veya her elinden üç parmağı kesik olan
köleyi, azâd etmek caiz olmaz. Nihâ-ye'de de böyledir,
Her elden, başparmak
hariç, iki parmağı kesik olanı, yemekten aciz oİan dişsizleri, azâd eylemek
caiz, olur. Fethu'I-Ka-dîr'dc de böyledir.
Ratkâ, karna, amsâ,
bersâ, remdâ, hünsâ ve burnu kesik köleyi azâd —eylemek keffâret için— caizdir.
Aşvâ, mahrûme ve anîn
planlan da azâd etmek caizdir.
(Ratkâ — Fercinin
ağzında cima'ya mâni bir bez bulunan kadındır. Karna = Fercinde boynuza benzer
kemik bulunan kadındır. Amşâ = gözleri zayıf gören kadın; Bersâ = Alaca
hastalığı olan kadın; Remdâ = gözü ağrılı kadın. Hünsâ = Erkekliği dişiliği
bilinemeyen; Aşvâ = Gece gözü görmeyen kadın, Mahrûme — Burun de-"
likîeri bitişmiş olan. Anîn = cima' yapmaktan âciz olandır.)
Kaşları dökülmüş,
sakal kılları olmayan ve yine yemek yiyebilecek kadar dudakları kesilmiş olan
köleleri keffâret için azâd etmek caizdir.
Deli ve bunak olanları
azad etmek caiz değildir. Cinnet getirmiş sonra da iyileşmiş olan köleyi azâd
etmede caizdir. Bu, ifakat . halinde olursa böyledir.
Ölecek kadar, hasta
olanı azâd eimek 'caiz değildir. Eğer iyileşmesi ümid ediliyorsa caizdir.
Mürted olan köleyi
azâd, bazılarına göre caiz; bazılarına göre ise, caiz değildir, mürtedde (=
dininden dönmüş kadın) ihtilafsız caizdir. Muhıyjt'te de böyledir.
İbrahim'in, İmâm
Muhammed (R.A.) den rivayet ettiğine göre, O, şöyle buyurmuş :
Bir kimse, kanı helâl
olan, bir köleyi azâd etse ve sonra da, o köle affedilse, bu caiz olmaz.
Nihâye'de de böyledir.
İmâm Kerhî,
Muhtasar'da şöyle zikredmiştir :
Bir kimse, zıhardan
bedel kanı helâl olan bir köleyi azad eyîese caizdir. Mebsût'ta da böyledir.
Sağ olduğu
biliniyorsa, kaçan köleyi azâd etmek caizdir. Muhiyt'te de bö3'ledir.
Aciz yaşlıyı, haber
alınamayan gaibi azâd etmek caiz olmaz. Gâyetü's - Sürûcî'de de böyledir.
Keffâret'den bedel,
süt emen çocuğu azâd etmek caizdir. Şâj'ct cariyenin, karnında olan çocuğu azâd
ederse; bu keffâret olarak caiz olmaz. Sirâcü'l - Vehhâc'de de böyledir.
Felçliyi azâd etmek
caiz olmaz. (Çünkü, onun yarısı kurumuştur.)
Oturak köleyi de azad
etmek caiz olmaz.
Bir kimse,
keffâretinden dolayı, hasta olan kölesini azâd ey leşe; eğer, köle o
hastahkdaıı ölürse, caiz olmaz; iyileşirse, caiz olur. Tatarhâniyye'de de
böyledir.
Dâr-i harb'de, harbî
olan bir köleyi zıhâr keffâreti olarak azâd eylese caiz olmaz. Eğer dâr-i
İslâm'da azâd ederse, bu caiz olur. Mebsût Şerhinde de böyledir.
Bir kimse, gasp olunan
bir köleyi, keffaret-i zıhâr için, azâd eylese, bu, ona vâsıl olduğu zaman, bu
caiz o!ur. Şayet, gasbeden adanı, onun, o köleyi kendisine bağışladığını iddia
ederse, o vakit, keffâreti için onu azâd etmesi caiz olmaz. Baîıru'Y - Râik'la
da böyledir.
Bir kimse başkasının
keffâreti için, onun emri olmadan, kendi kölesini azâd eylese; bu caiz olmaz.
Bil - ittifak böyledi'r. Azâd edenin, azadı vâki olur. Eğer, o şahıs, emreder :
«Benim yerime, köleni azâd eyle." der; fakat, bedel söylemez ve o da azâd
ederse; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, itk vâki olur.
Eğer : «Bin dirhem
karşılığı, benim için azâd eyle.» der ve o da, azâd ederse; emreden ıtk etmiş
olur. Sirâcü'l - Vehhâc'da da böyledir.
Bir kimse, birini
vekil tâyin etse ve ona babasını satın alıp; bir ay sonra, onu keffâreti zihârı
için azâd eylemesini söylese; o da öyle yapsa, emredenin zıhâr keffâreti câtz
olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimseye, iki zıhâr
keffâreti, vacip olsa; o şahıs da iki köle azâd etse, fakat onlardan birisini,
bizzat niyyet etmese; ikisi de, caiz olur.
Keza, dört ay, oruç
tutar veya yüzyirmi fakire yemek yedirirse, caiz oh.tr.
Şayet, iki keffâıvt
için, bir köle azâd eyler, veya iki ay oruç tu I arsa işte bu o iki
kcfl'aretten hangisi için isterse; öyle olur.
Eğer bunu zıhar ve
kati keffâreti olduğu zaman yaparsa caiz olmaz. Hidâye'de de böyledir.
Bu, köle mü'min olduğu
takdirdedir. Eğer, köle kâfir ise zıhâr keffâreti sahih olur. Fethu'I - Kadîr'de
de böyledir.
Bir kimse, dört
karısını da, zıhâr eylese, sonra da, bir köle azâd eylese başka kölesi de
olmasa sonra, dört ay oruç tutsa arka arkaya, sonra hastaîansa da, altmış
fakiri doyursa ve hiç birisini de bizzat niyyet eylemese; istihsânen dördü
içinde caiz olur.
Müzahirden, karısı
bâin olarak boş olsa; sonra da adam, ondan bedel keffâret yapsa; o kadın da ya
bir adamın nikâhı altında olsa veya irtidâd edip; dâr-ı harbe gitse keffâret
caiz olur.
Allah'a sığınırız,
eğer adam irtidat etse; sonra da zıhâr keffâ-retinden dolayı, bir köle azâd
etse, bilâhare nıüslüman olsa, keffâreti caiz olur. Esahh olan da, budur.
Mebsût Şerhî'nde de böyledir.
Bir kimse, bir köleye
: «Eğer seni satın alırsam; sen hürsün.» dedikten sonra, onu satm alsa ve
zıhâr keffâretine de niyyet eylese; keffâret-i zıhâr, caiz olmaz. Şayet, daha
önce niyyet etmiş olsaydı, caiz olurdu.
Eğer, bir köleye :
«Seni satın alırsam; keffâreti yeminim için, s^n hürsün.» dedikten sonra, o
köleyi, keffâret-i zıhâr niyyetiiT-satın alsa; bu zıharı için caiz olmaz. Keza,
eğer : «Seni satın alırsam; hürsün.» dedikten sonra, «Seni satın alırsam;
zihârımdan dolayı hürsün.» dese ve sonra da, onu satm alsa, ıtk vâki olur.
Buna göre, «Eğer şu köleyi satm alırsam; işte o, zıhâr keffâretim için hürdür.»
sonra da «Eğer satm alırsam, keffâret-i yeminim için hürdür.» sonra da, o
köleyi satın alsa, işte o, zıhar keffâreti için hür olur.
Keza : «Eğer, onu
satın alırsam; filâne karımın zıhârı için hürdür.» dedikten sonra, diğer karısı
için, öyle söylerse, ve bilâhare o köleyi satm alsa, önceki kadının zıhârı
için, hür olur. Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse, zıhâr
eylediğini sandığı karısından dolayı, keffâret yapsa; sonra da zihânn başka
karısı için olduğu anlaşılsa keffâret caiz olmuş olmaz. Itâbiyye'de de
böyledir.
Zıhar yapan adam, azâd
edecek köle bulamazsa bu durumda, onun keffâreti, iki ay arka arkaya oruç
tutmakdır. O, iki ayın içine, Ramazan, Ramazan bayramı, Kurban bayramı ve
teşrik günleri girmez. Gâyetü'I-Beyân'da da böyledir.
Bir kimse, kendisinden
zıhâr eylediği karısına, unutarak gündüz; kasden, gece cima' ederse; bu şahıs,
İmâm Ebû Hanîfe (R. A.) ve İmâm Muhammed
(R.A.)'e göre, orucuna yeniden başlar.
Eğer, gündüz, kasden
cima' ederse, o takdirde, bil-icm-a orcu-na yeniden başlar. Tahâvî Şerhî'nde de
böyledir .
Bir kimse, zıhâr
eylediği kadından maada, karısı ile cima' eylese, eğer o cima'sı, tuttuğu
orcünu ifsâd ederse (= bozarsa) bil-ittifak, keffâret orcuna yeniden başlamak
lâzım olur. Eğer, orcunu ifsad eylemezse, (Şöyle ki : Cima' unutularak gündüz
veya gece yapılmış olsa.) o zaman bil-ittifak, oruca yeniden başlamak gerekmez;
oiucuna devanı eyler. Gâyetü'I-Beyân'da da böyledir.
Zıhar için, oruç
keffâreti yapan kimse, hastalık veya yolculuk sebebiyle bir gün iftar eylese;
o şahıs, oruca, yeniden başlar.
Keza, bir kimse
keffâret orucu (tutarken fıtır bayramı veya kurban bayramı, veya teşrik
günleri gelse, o şahıs; oruca yeniden başlar. Şayet, o günlerde, iftar etmez;
oruç tutarsa, yine, de keffâretini yeniler. Oruca, yeniden başlar Cevheretü'n -
Meyyire'de de böyledir.
Zıhâr yapan kimsenin
hilâl ile iki ay oruç utması her ne kadar, aylar yirmi dokuzar gün olsa bile,
caizdir. Eğer, hilâ'siz olarak başlar, sonra da, elli dokuz gün tamam olunca
iftar ederse, kef-fereti yeni baştan tutar. Eğer, onbeş gün tutar; sonra da,
hilâlle bir ay tutar ve o ayda yirmi dokuz gün olur ve sonra onbeş gün daha
tutarsa; bu İmâmeyn'in kavline göre, caiz olur. Fakat, İmâm Ebû Hanife (R.A.)'ye göre, caiz olmaz. Mebsût'ta da
böyledir.
Şa'ban ayı ile birlikte
Ramazan ayını, yolculukta tutan bir kimse zıhâr keffâretine niyyetle, böyle
yapsa, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kavline göre, caiz olur. Taltarhâniyye de de
böyledir.
Keffâret orucu tutan
kimse, unutarak iftar eylese; bir şey gerekmez. Nihâye'de de böyledir.
Bir kimse, arka arkaya
iki ay oruç tuttuktan sonra, köle azâd etmeye gücü hâsıl olsa; bu güçde
keffâret, orucunun son günü, güneş batmadan önce meydana gelse, oruçları
tatavvu (= nafile) olur. Köle azâd etmesi gerekir. Efdal olanı, o gününün
orucunu da tamamlamasıdir. Şayet tamamlamaz da iftar ederse; bize göre, kazası
gerekmez.
Eğer köle azâd etmeye,
gücü, orucun son günü güneş battıktan sonra, hâsıl olursa keffâreti sahih olur.
Tahâvî Şerhî'nde de böyledir.
Keffâret yapanın,
zengin veya fakirliğine itibar, keffârei zamamnadir. Yoksa, zıhâr vaktine
değildir. Hatta, bir kimse, zengin olduğu halde, müzahir; keffâret vaktinde
ise fakir olsa; keffâreti için, oruç tutması caiz olur.
Eğer bunun aksine
olur; meselâ : Zıhâr vakti fakir, keffâret vakti zengin olursa, oruç (tutması
caiz olmaz. Köle azadı gerekir. Siracü'I - Vehhâc'da da böyledir.
Bir köleye sahib olan
kimsenin —keffâret olarak— onu azâd etmesi lâzımdır. Ona ihtiyacı olsa bile,
yine böyledir, Nakid para ile köle satın, almaya gücü varsa, alıp azâd eder.
Eve, ev eşyasına . itibar yoktur.
Şayet, setr-i avret
yapacak kadar elbisesi yoksa; o zaman önce, elbise alır. Şu halde, itibar
zaruri ihtiyaçtan fazla olanıdır. Muhıyt' te de böyledir.
Hak üzerinde, alacağı
olan fakir, bir kimsenin, borçlulardan alacağını almaya,- gücü yetmezse;
keffârel için oruç tutar. Eğer gücü yeterse, oruç tutması caiz olmaz.
Malı olduğu halde,
—karşılığında— borcu da bulunan kimsenin de keffâret için, oruç tutması caiz
olur. Bahru'r - Râık'ta da böyledir.
Mukâfebe olsa bile,
köle için, oruç tutmak vardır. Şayet, o kölenin eiendisi, onun keffareti için,
köle azâd etse veya altmış fakire yemek yedirse; —kölenin isteğiyle bile olsa—
bu caiz olmaz. Neh-ru'l - Fâık'ta da böyledir.
Fakir bunun hilaf
madır. Onun için, bir başkasının köle azâd etmesi veya yemek yedirmesi caizdir.
Bedâi'dc tle böyledir.
Bir kimse, keffâretten
önce bir köle azâd eylese; sonra da, mal sahibi olsa, keffareti için, köle
âzâdı gerekir. Mebsût'ta da böyledir.
Bir köleyi,
efendisinin, zıhâr keffâretinden men etme hakkı yoktur. Nehrıı'l - Fâık'ta da
böyledir .
Nezir orucu ve
keffâret-i yemin orucu, bunun hilâfınadır. Efendisi, kölesini, bu oruçları
tutmaktan —isterse— men edebilir. Bedâide de böyledir.
Kölenin keffâret orucu
da arka arkaya iki ay olarak takdir edilmiştir. Tebyin'de de böyledir.
Serahsî'nin Mebsût
Şerhi'nde şöyle zikredilmiştir :
îki ay, oruç tutmaya
gücü yetmeyen müzahir, altmış fakiri doyurur. Sİrâcü'l - Vehhâc'da da
böyledir.
Yemek yeme, hususunda
fakir ile miskin müsavidir. Bahru'r - Râık'ta da böyedir.
Bu Keffâret bedelini,
zekât malının verilmesi caiz olmayan kimselere vermek, caiz olmaz.
Yalnız, bundan, zimmet
ehlinin fakirlerine de verilebilir. Bu İmâmeyıi'e göre böyledir. Bize göre,
İslâm fakirleri daha üstündür. Harp ehlinin fakirlerine, her ne kadar bizim
yurdumuzda güvence nKında olsalar bile verilmez. Mebsût Şerhi'nde de böyledir.
Bir kimse, araştırma
neticesi, keffâret bedelini, bir şahsa verse ve sonradan onun ehil olmadığı anlaşılsa,
İmâm Ebû Hanife (R.A) ve İmâm Muhammed
(R.A.)'e göre bu caizdir. Bahru'r - Râ-
ık'ta da böyledir.
Bir kimse, zıhâr
keffâreti için, bîr başkasını yemek yedirmekle görevlendirse, o da Öyle yapsa,
caizdir. Bu takdirde, memur, âmire müracaat edemez. Zâhir-i Rivâye de bu
böyledir. Hibe, borç uhna ihtimali olmasından şüphe etmemek için, müracâat
etmez. Kâfide de böyledir.
Eğer âmir : «Bana
müracaat eyle.» derse; memur da müracâat eder. Tatarhâniyye'de de böyledir.
Eğer memur, âmirin
emri olmadan, sadaka verse, bu caiz olmaz. Mebsût Şerhi'nde de böyledir.
Her Fakire buğdaydan
yarım sa' arpa ve hurmadan bir sa' veya bunların kıymetleri verilir. Kâfî'de de
böyledir.
Buğdayın unu da,
kavrulmuşu da, aynıdır. İtibar, yarım sa' olmasıdır. (Yani, beşyüz yirmi
dirhemİik bir ölçekdir.) Arpa unu ve kavrulmuşu da bir sa' dır. Cevhereitü'n -
Neyyire'de de böyledir.
Bir kimse, taze
hurmadan, yarım Ölçek verse, onun kıymeti de, yarı it ölçek buğdaya müsavi
olsa, bu caiz olmaz.
Keza, buğdaydan yarım
sa1 dan noksan buğday verse de, cnun kıymeti, bir sa' hurmaya bedel oîsa, yine
caiz olmaz.
Bunda aslolan : Her
cins, kendisine has kılınan halde olmalıdır. İtibar, kıymetine değildir.
Bir kimse, kıymeti iki
batman buğday yerine, üç batman darı verse caiz olur. Fakat buğdayı, darı
yerine verse, bu caiz olmaz. Muhiyt'te de böyledir.
Bir kimse, zıhâr
keffâreti için, bir fakire altmış gün, —her gün yarım sa1— buğday verse; bu
caiz olur. Sirâciyye'de de böyledir.
Bir kimse, bir fakire,
keffâret bedelinin tamamını bir günde verse; bu caiz olmaz. Ancak, bu bir
günlük iş için caiz olur. Bu, verdiğini, bir defada verirse böyledir.
«Aynı, günde ayrı ayrı
defalarda verirse, caiz olur.» diyenler de olmuştur. «Olmaz.» diyenlerde
olmuştur. Sahih olan olmamasıdır. Tebyîn'de de böyledir.
Bir kimse, otuz
fukaraya, her birine birer sa' buğday verse; bu caiz olmaz. Ancak, otuz
fukaraya, vermiş olur : otuz fukaraya daha vermesi gerekir.
Her fakire, yarım sa'
buğday verilir. Sircü'I - Vehhâc'da da böyledir.
Bir kimse, altmış
fakirin her birine, buğdaydan bir müd = (ölçeğin dörtte biri) verse; bu caiz olmaz. Ancak, ayni fakirlere, birer müd buğday daha
verirse, caiz olur. Şayet, aynı fakirleri bu-lamasa ve başka altmış fakire
birer müd buğday daha verse, keffâreti caiz olmaz. Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse,
mükâteblere, birer müd buğday verse; sonra da onlar, o buğdayı kendi bedelleri
için zengin olan efendilerine verseler; onlar da, tekrar onlara geri verseler,
bu caiz olmaz. Bah-ru'r - Râık'ta da böyledir.
Bir kimse, iki kadın,
zıhârına keffâret olsun diye, altmış fakire birer ölçek buğday verse; İmâm Ebû
Hanife ve Ebû Vûsuf (R.A.)'a göre bu caiz olmaz. Ancak, bir zıhâr keffâreti
olarak caiz olur. Kâfî'de de böyledir.
Şayet, yanm ölçek, bir
keffâret için verir; arkasından yarım ö;çek de, diğer keffâret için verirse;
bil-ifctifâk caiz olur. Gâyetü'l - Beyân'da da böyledir.
Bir kimsenin üzerinde,
ayrı cinsten iki keffâret bulunsa yukardaki şekilde vermesi, her iki keffâret
için ide, bil-iemâ caiz clur
Bir kimse, yarını köle
azâd eylese; bir ay da, oruç tutsa veya
otuz fakir doyursa, keffâreti caiz olmaz. Tahâvî Şerhi'nde de , böyledir.
Eğer, fakirleri, sabah
ve akşam doyurursa; az ile de doysa-lar, çok ile de doysalar, keffâret caiz
olur. Nİhâye'de de böyledir.
Fakirleri, iki sabah
veya iki akşam yedirse bu da caizdir.
Keza, onlara, bir
sabah, bir sahur veya ayrı ayrı iki sahur yemeği yedirse, caizdir. Bahru'r -
Râık'ta da böyledir.
En muvafık ve en âdil
olanı, sabah ve akşam yedirmekdir. Gâyetül - Beyân'da da böyledir.
Bir kimse, altmış
fukarayı, sabah doyursa; başka altmış fukarayı da, akşam doyursa, bu caiz
olmaz. Ancak, onlardan her hangi bir takımı, hem sabah, hem de akşam,
doyurursa, bu caiz olur. Tebyîn'de de böyledir.
Müstehap olan ; Sabah
ve akşam ekmek ve katık bulunmasıdır. Nİkâye Şerhi'nde de böyledir.
Buğday ekmeği hariç,
arpa ve mısır ekmeğinin yanında elbette bir katık bulunması, doymanın temini
için behemehal lâzımdır.
Şayet yemek yiyenlerin
arasında sabî (=-çocuk) varsa, bu caiz olmaz. Karnı tok olanlar olursa, yine
caiz olmaz. Tebyîn'de de böyledir.
Emsalleri işçilik
yapan, gençlerin bulunması caizdir. Mu-hıyt'te de böyledir.
Şayet, bir fakire,
altmış gün, sabah-akşam yemek yedirir-se, keffâreti caiz olur.
Fakat, yüzyirmi
fakiri, bir defa, doyurursa; onlardan altmışını, ayrı bir defa daha doyurması
lâzımdır. Sürcâcül - Vehhâc'da da böyledir.
Bir kimse, sabah
yedirse; akşamın da, bedelini verse; veya, akşam yedirse de; sabah yemeğinin
bedelini verse; keffâreti caiz olur.
Bakkâü'de şöyle
zikredilmiştir :
Bir kimse, sabah
yedirse ve bir müddet buğday verse; bunda iki rivayet vardır. fOlur veya olmaz)
Muluyt'te de böyledir.
Keffâret yemeğini,
zıhâr edilen kadına yaklaşmadan,-yedirmelidir. Eğer, bu arada yaklaşırsa;
yemeği yenilemek de gerekmez. (Meselâ : Bir kimse, müzahir olup; zıhâr
keffâreti için de, altmış fakire akşam yemeğini yedirse ve o gece, karısına
cima' eylese; yedirdiği akşam yemeğini yeniden yedirmesi gerekmez. Ayni
fakirleri, sabah yemeğinde de doyurursa, keffâreti yerine gelmiş olur. Bu
meyanda da istiğfar yapması icabeder. [20]
Bize göre Hân : İki
taraf dan, koca hakkında hadd-i kazf makamına (= yerine) kadın hakkında ise,
hadd-i zina makamına (eyerine) geçecek, lanete, Öfkeye yakın olan yeminlerle
kuvvetlenmiş şehâdettir. Kâfî'de de böyledir,
Bir kimse, karısına
: «zina eyledi.» diye, def'larca iftira eylediği /aman, ona bir defa
liân gerekir. MebsûL'ta da böyledir.
Umumun görüşü,
kan-koca aıasında lânetleşme, gerçeklen bir defa yapılır. Câmiu'l - Kebîr
Şerhi'nde de böyledir.
Bu hususda, affetmek,
vazgeçmek, sulh olmak yoktur.
Eğer, kadın, kocasını,
murafaadan önce affeder veya onunla mal mukabili sulh olup anlaşırsa; bu sahih
olmaz. Kadın, sulh bedelini kocasına iade eder. Kadının, bundan sonra, liân
talebinde bulunma hakkı vardır, Bu hakka dâir, niyabet caiz olmaz. Hatta
karı-kocadan birisi, liân için, bir vekil tâyin eylese, bu vekillik sahih
olmaz. Fakat; isbat için vekil tâyini, İmâm Ebû Hanife (R.AJ ve İmâm Muhammed
(R.A.) göre caizdir. Bedâi'de de böyledir. [21]
Liân'ın sebebi :
Kocanın, karışma, başkaları ile haddi gerektiren şekilde, zina eyledi; diye
iftira eylemesidir. Bu takdirde, ka-rı-koca arasında lânetleşme gerekir.
Sirâcü'l - Vehhâc'da da böyledir.
Bir adam, karısına :
«Ey zina eyleyen t» veya «Sen, zina ey-ledin.» yahut «Ben, senin zina yaptığını
gördüm.» dediği zaman, ena liân vâcib olur. Sirâcü'l - Vehhâc'da da böyledir.
Bir kimse karısına,
zina ile iftira ederse; kadın da bu, iftira sebebiyle had olunmayan bir
kadınsa, aralarında liân cereyan etmez.
Şöyle ki : Kadın şüphe
ile cima olunmuş, veya bundan Önce zina eylediği insanlar arasında açığa
çıkmış, veya babası bilinmeyen bir çocuğu olan bir kadın olur. Gâyetü'l -
Beyân'da da böyledir.
Bir kimse, karısına : «Sen,
haram olan cima' ile cima olundun.» veya «Ben, seni haram oîarak cima'
eyledim.» dese; l*ân ve hadd gerekmez.
Eğer, iftira lut
kavminin ameli ile, olursa, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre: Karı-koca arasında
üân ve hadd gerekmez, İmâ-meyn'e göre gerekir. Bedâi'de de böyledir. [22]
Liâmn şart/: Liân
yapacakların, karı-koca olmalarıdır. Ayrıca aralarındaki nikâhın sahih olması
gerekir. İster, cima'olsun; ister, olmasın, fark etmez.
Hatta, Önce iftira
edip, sonra da boşasa, (üç talâk olsun veya hâin talâk olsun) hadde, liân da,
gerekmez. Kczâ, eğer nikâh fâsid-sc, liân gerekmez. Çünkü, o mutlak karısı
değildir. Gâyetü'l - Beyân1 da da böyledir.
Bir kimse, boşadığı
kadını tekrar nikâhlasa, kadın da önceki iftiranın cezasını istese; artık, onun
için hadd ve Jiân yoktur. Sirâcül' - Vehhâc'da da böyledir.
Bir kimse, karısını,
ric'î talâkla boşasa; Hân'ı düşürmez. Zahîriyye'de de böyledir.
Bir kimse karısını,
bâin talâkla veya üç talâkla boşadıktan sonra, ona iftira etse; aralarında,
zevciyet olmadığı için, liân gerekmez,
Şayet, rıc'î talâkla
boşar; sonra da, kazfederse; Hân lâzım olur. Karısı öldükten sonra, iftira eden
kimseye de, bize göre lânetleşme yoktur. Bedâi'de de böyledir. [23]
Liân'in ehli : Bize
göre, şehâdete ehil olmaktır. Hatta; liân, karr-koca arasında, daha önce
iftiradan dolayı hadd yapilmışlarsa veya birisine hadd yapılmışsa, yahut her
ikisi de köle iseler, veya birisi köleyse; yahut ildsi de kâfir iseler; veya
birisi kâfir ise; veya birisi kâfir ise; veya ikiside ahras iseler; veya birisi
ahras ise, veya ikiside sabî iseler, veya birisi sabi ise veya ikiside deli
iseler, veya birisi deli,ise, bu durumda olanlara hadd ve ilân yoktur. Bunlardan
başkaları için, hadd ve lian vardır. Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse, bir adama,
iftira eylesede kendisine hadd yapılsa, sonra da karısına iftirada bulunsa,
onun üzerine liân yoktur, Mebsût'ta da böyledir.
Karı-koca ikisi de
fasık veya gözleri kör olsalar, liân lâzım olur. Çünkü, bu halde şehâdete
ehildirler.
Sağır bir adam, karısına
iftira ederse; liân gerekir Itâbiy-ye'de de böyledir.
Şehâdet mânâsı için,
liân ne zaman düşer? Bakılır : Eğer, koca tarafından ise, ona hadd lâzım olur.
Eğer, karısı tarafından ise, ona hadde liân da yoktur. Tahâvî Şerh*'de de
böyledir.
Şayet, karı koca,
ikisi de, kazf haddi görmüşlerse; işte o /.aman, hadd, erkeğe yapılır.
Hidâye'de de böyledir.
Koca köle; kadın da,
hadd yapılmış birisi olduğu zaman, kocası, karısına zina iftirası yaparsa; kazf
haddi yapılır. Eğer, kadın, zina yaptığım ikrar ederse, o zaman liâna ehil
olmaktan çıkar. Mebsûl'la da böyledir. [24]
Liân'ın hükmü :
Cima'nın ve öpmek sıkmak gibi, kadından faydalanmanın haram olmasıdır.
Fakat, Hân sebebiyle,
bizzat ayrılık hâsıl olmaz.
Hatta, bir kimse
karışım o halde iken, bâin talâkla boşasa, talâk vâki olur.
Keza, şayet erkek
kendisini yalanlarsa; nikâhı lâ/.ciemcdcn, cima1 helâl olur. NUıâye'de de
böyledir.
İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)
ve İmâm Muhamıned IR.A), şöyle buyurmuşlardır :
«Liân sebebiyle,
nâinen boşanma gibi, ayrılık vâki olur. Nikâh mülkiyeti gider ve birleşme
hürmeti sabit olur. Liân halinde, zevciyet devam etmez». Bedâi'de de böyledir.
Liânm istenilmesi
şarttır. Eğer, erkek ondan kaçınırsa, hâkim onu \ü\n yapana kadar veya kendini
yalancı tanıtana kadar habseder. Hidâye'de de böyledir.
Lâ netleşirken, kadına
da liân gerekir. Eğer, kadın razı olmazsa hâkim onu, lânetleşene veya kocasını
doğrulayana kadar hab-seder. Hidâye'de de böyledir.
Kadın için, efdâl olan, husûmeti (— düşmanlığı) ve liân isteğini terk etmesidir. Eğer
terketmezse, hakime dava açması güzel olur. Hakim de, Önce ona, vazgeçmesini
söyler ve ona : «Bırak bu işi, vazgeç bundan» der. Eğer, kadın terkeder vaz
geçerse; ne âlâ... Bundan sonra kadın yeniden dava ederse; buna da hakkı var'
dır. Bedâi'de de böyledir. [25]
Liânın sıfatı : Hâkim
önce, kocaya, dört defa şehâdet yaptınr.
Koca, her defasında :
Eşhedü billah... ( = Âllaha şahadet ederim ki, hakîkaten ben, doğru
söyleyenlerdenim. Kadına zina eyledi diye söz atmamda sadıkıın.» der. Ve
beşincide : «Kanma, zina etti; diye, söz alttığımda eğer, o adam (koca,
kendisi) yalancılardan-sa, Allah'ın laneti onun üzerine olsun» der. Bu
sözlerinin hepsinde de, karısına işaret eder.
Sonra, kadın da dört
sefer Eşhedü billâh (== Allah'a şehâdet ederim ki, kocam buna zina ile (söz)
atmasında, yalancıdır.» der-Beşincide : «Allah'ın gazabı, onun (kadının
kendisinin) üzerine olsun. Eğer, kocam, bana, zina sözünü atmasında doğru
söyleyenlerden ise.» der. Ve, kadın da, şehadetlerin hepsinde, kocasına işaret
eder. Hidâye'de de böyledir.
Liân esnasında, ayağa
kalkmak şart değildir. Ancak, böyle yapmak mensup olur. Bedâi'de. de böyledir.
Bize göre liân,
şehâdet lafzı üzerine yapılır. Hatta, bir kimse : «Ben, Allah'a yemin ediyorum
ki, gerçekden doğru söyleyenlerdenim.» dese liân sahih olmaz. Sirficü'j -
Vehhâc'da da böyledir.
Karı - koca,
lânetieştikleri zaman, hâkim aralarını açsa, ayrılık, kocası onu talâk ile
boşayana kadar vâki olmaz. Eğer, koca boşamaktan kaçınırsa; kadı aralarını
tefrik edip ayırır. Bu durumda, hâkim, aralarını tefrik edip ayırmadan önce,
ayrılık vâki olmaz; 2evciyet yerinde durur. Kocanın, kadını, boşaması, zihâr
i]âsıf aralarında olan mirâsda cereyan eder.
Onlardan birisi öldüğü
zaman, sübûtundan sonra, Handen imtina etseler biîe veya birisi imtina etse
bile hâkim onları cebreder.
Şayet kocası
lanetledikten sonra, kadın cinnet getirirse, liân sakıt olur. t = düşer). Had
de, yapılmaz.
Şayet, kan-koca
lânetleşmeden fariğ olduktan sonra, kadı efendiden aralarını ayırmamasını
isterlerse, kadı bunu kabul etmeyip, aralarını ayırır Cevher&lü'n -
Neyyİre'de de böyledir.
Hâkim aralarını Hândan
sonra ayırdığı zaman, çocuk anaya verilir. Bişr, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un
şöyle buyurduğunu ri-Vâyet etmiştir : Hakimin behemehal : «Aranızı ayırdım ve
şu çocuğun nesebini ondan (kadının kocasından) kesdim.» demesi lâzımdır.
Şayet böyle söylemezse çocuğun nesebi ondan» kesilmiş olmaz. Mebsût'ta da
böyledir.
Eğer, hâkim hata eder
ve liân tamamlanmadan önce, aralarım ayırırsa; bakılır : Eğer, her iki taraf
da liânm ekserisini yapmışlarsa; ayrılık geçerli olur. Eğer, iiânın fazlası
yapılmamış veya biri yapmışda diğeri yapmamışsa; ayrılık geçerli olm";:.
jiedai'de de böyledir.
Şayet, kadının
ilânından önce, kocanın Hânından sonra, araları açılmışsa; hüküm geçerli olur.
Hâkim müetehid olduğu için, bu böyledir. Zahîriyye'de de böyledir.
Eğer, hâkim, hata eder
ve Önce, kadından başlarsa; bu durumda, kadına Hânı yeniden yaptırır. Eğer,
yaptırmaz ye aralarını ayırırsa; ayrılık vâki olur. Ancak, gerçekten bu, kötü
bir şey olur. Yenâbî'de de böyledir.
Karı koca, bir hâkimin
yanında lânetleşseler, hakim ise, onların aralarını ayırmadan azledilse veya
ölse, artık ikinci hakim aralarındaki Hânı yeni baştan yaptırır. İmâm Ebû
Hanife (R.A.) ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un görüşleri budur. Fetâvâyi Kerhî'de de
böyledir.
Hakim, karı kocanın
aralarını ayırmadan önce, liânı bâtıl edecek, bir hâdise zuhur etse; şöyle ki:
lânetleşmeden ayrılmadan önce ikisininde, dili tutulsa veya birisi ahras olsa,
yahut irlidâd eylese; kendisini yalanlasa; bir başkasına zina iftirası yapmışta
cezalanmış olsa; koca karısını haranı olarak cima' eylemiş olsa Hân batıl (:-
geçersiz) olur. Had yapılmaz; ve araları da açılmaz.
Şayet, liândan
ayrılmadan önce bilisi cinnet getirirse; hâkim ara'arım tefrik edip ayırır.
Sirâcü'I - Vehhâc'da da böyledir.
Kan-koca
lânetle.şseler; hâkim de, aralarını ayırmasa; bunlardan birisi de bunasa,
hâkim, her ne kadar, bunaklık liân ehliyetini ihlâl ederse de, aralarını
ayırır.
Eğer, erkek, liân
yapar ve kadın yapmadan Önce aklını oynatır veya lânelleşmeden ayrılmadan önce
aklım kaybeder veya erkek, karısı lânetleşme yapmadan önce, akimi kaybederse;
araları tefrik edilmez. Kadına da liân yapması emredilmez.
Şayet îânetleşirler
sonra da gaip olurlar ve bilâhare de ayrılmaları için, vekil tutarlarsa,
araları tefrik edilir.
BU- şahıs; başka bir
şahsın karısına, zina iftirası yapar, o adanı da «Doğru söyledin. Karım, senin
dediğin gibidir.» derse; ikisi' de, icadına iftira etmiş olurlar. Şayet, yalnız
: Doğru söyledin.» der; fazla bir şey söy'cmezse; kazf etmiş olmaz,
Zâhiriyye'-de de böyledir.
Bir kimse, karısına :
«Sen, üç taiâk boşsun. Ey zâniye» dese; erkeğe liân değil hadd gerekir.
Şayet : «Ey zâniye,
sen üç talâk boşsun." demiş olursa; had de liân da gerekmem. Gâyetü's -
Sürûci'de de böyledir.
İmâm Ebû Hanife
(R.A.), şö}de buyurmuştur: Bir kimse, cima' etmemiş olduğu karısına :
«Sen boşsun; ey
zâniye, üç talâk." dese, işte bu üç talâk olur. hadd ve liân olmaz.
Bedâi'de de böyledir.
Eğer koca: «Ey zâniye!»
der; karısı da: «Sen, benden daha zânîsin.» derse, erkeğe liân lâzım olur.
Çünkü, kadının sözü ora kazf değildir. Gerçekten, onun mânâsı: «Sen, benden
zinaya daha güçlüsün.» demektir. İşte bunun için, bu şekilde yabancı birisi
söylese o'na hadd gerekmez.
Keza, bir koca,
'karışma: «Sen, fi İane kadından daha zâniye-sûı.» veya «Sen, insanların. e*ı
zâmyesisin» dese, had de liân da gerekmez.
Mebsut'ta da böyledir.
Şayet karışma: «Ey
zâni!» derse, işte o kazf ( = zinâ iftirası) olur. Zira, zâniye'nin sonundaki
te harfi terbim için, hazf edilmiştir. Kadının kocasına ; «Ey zârıiyehî» demesi
bunun hüâ-fı nadir; sahih olmaz.
Eğer : «Ey zâniye kızı
zâniye!» demiş olursa; işte bu hem karısına hem de, onun anasına iftira olur.
Itâhiyye'de de böyledir.
Eğer had isteğiyle,
hepsi toplanırsa; önce karının anası için hadd yapılır. Bu durumda liân sakıt
olur ( = düşer.)
Eğer, ana istekde
bulunmaz da, kadın istek yaparsa; aralarında lânetleşme yapılır; ana için de,
hadd gerekir.
Eğer, ana liândan
sonra istek yaparsa; zâhir-i rivâye'de bu böyledir.
Keza, şayet ana ölü
olur ve koca, karısına : «Ey zâniye kızı zâniye!» derse; karısının, ceza talebi hakkı vardır.
Eğer, her iki kazf
için de istek yaparsa, anası için hadd yapılınca; aralarındaki liân sakıt olup ( — düşer.)
Şayet, kadın; anası
için, ceza talebinde bulunmaz, fakat kendi nefsi için dava açarsa, liân
îcabeder. Talıâvî -Şerhi'nde de böyledir.
Bir kimse, yabancı bir
kadına zina iftirası yapsa; sun-ra da onu nikâhlasa ve kazfeylese, kadın da
îiâıı ve hadd isteğinde bulunsa;
lânetleşme yapılmaz.
Şayet, hadsiz ıliân
isteğinde bulunursa: aralarında lânetleşme yapılır. Bundan sonra hadd
talebinde bulunursa; hadd yapılır. Çünkü, hadd ile ilânı cem etmek meşrudur.
Scrahsî'nin Muhiytı'nde de böyledir.
Dört karısı olan, bir
şahıs, bir söz'e, hepsine birden kaz-feyler veya her birine ayıı ayrı
kazfeylerse; eğer koca ve karılan liân ehli iseler, her kazf için, onlardan her
biriyle ayrı ayrı lâ-netleşirler.
Eğer, koca Hân'a ehil
değilse, o zaman, kazt haddi yapılır. Hepsinden bedel olarak bir hadd kâfi
gelir.
Eğer koca, liân ehli
olur da, kanlarından bir kısmı liân ehli olmazsa; onlardan liân ehli olanlarla
lânelleşir; olmayan ar kalırlar. Bedâi'de de böyledir.
Hür olan bir adam,
zimmîye veya câriye olan karısına zina iftirası yapsa; kadın da müslüman olsa
veya azâd edilse, adama hadde yapılmaz, liân da yapılmaz.
Câriye olan karısı,
azâd edildikten sonra, kocası ona zina iftirası yapsa; aralarında nikâh baki
olduğundan, kocaya liân yapması gerekir. Eğer, kadın kendi nefsini ihtiyar
ederse, liân batıl olur. Kocanın mehir A/ermesi eğer o kadına cirna'
yapmamişsa, icabetmez.
Eğer kadın, nefsini
ihtiyar eylemezde, aralarında lânetleşme yapılır ve araları tefrik edilip
açılırsa; o zaman kocanın nısıf (—yarım)
mehir vermesi icâbeder.
Keza eğer, o kadına
cima' eylemiş sonra da, liân sebebiyle, araları ayırt edilmişse, iddeti içinde,
o kadına nafaka vermesi ve eve oturtması lâzımdır. Mebsûfc'ta da böyledir.
Kâfir olan kan -
kocadan, kadın, İslâm olsa, kocası ise olmasa, hâkim de, kocası ona zina
iftirası yapana veya çocuğunun nesebini nefyedene kadar, İslâm'ı arzetmese,
işte o zaman, kocaya hadd lâzım olur. Eğer, bir kısmı yapılır; sonra da,
müslüman dur; ikinci defa karısına zina iftirası yaparsa; İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a
göre baki kalan hadd yapılır; sonra da lânetleşirler. Ye-nâbî'de de böyledir.
Kazfi bir şarta
bağlıyan kimseye, hadd ve Hân gerekmez.
Keza bir kimse : «Seni
nikahlarsam; sen, zâniyesin.» veya «Eğer ,filân
dilerse; sen zâniyesin.» dese;
bıuüar boş sözlerdir.
Bir kimse, karısına :
«Sen, ben seni nikahlamadan Önce, muhakkak zina eyledin.» veya: «Ben seni
nikahlamadan önce, senin zina eylediğini gördüm.» dese, işte o adam, o gün
iftira eylemiş olduğundan, ona liân gerekir. Eğer: «Ben sana, seni nikahlamadan
önce zina iftirası yaptım.» derse, bu durumda, ona hadd yapılır. Çünkü, o, bu
sözüyle, nikahlanmadan önce söylediği sözü ikrar etmiş ölüyor. Bu şahıs, eğer
karısına: «Fercin zina edicidir.» veya «Cesedin zina edicidir.» veya «Bedenin
zina edicidir.» derse işte bu, zina iftirası olur. «Elin zina etti.» «Ayağın
zina etti.» 'demek bunun hilâfmadır. Yâni; bunlar zina iftirası sayılmaz.
Hangi lugatla zina söylenirse söylensin; bu iftiradır.
Bir kimse, dokuz
yaşındaki bir kıza, zina iftirası yapsa; ona hadd gerekir. Kız bulûğa erişince, falepde bulunabilir. Eğer kız dokuz yaşından aşağı olursa, bu durumda ta'zir gerekir. Ay-' m"de de böyledir.
Bir kimse, karışma:
«Seni bakire bulmadım. > dese dört İmâma ve onların ashabına göre, had'de
gerekmez liân da gerekmez. Gâyetü's-Sürûcî'de de böyledir.
Koca : «Onu, bir
adamla cima"' ederken gördüm.» dese; zina iftirası yapmış olmaz. Ve eğer:
«Son, zoraki zina yaptın veya «seninle, bir sabi zina eyledi.» dese, zina
iftirası yapmış olma/,. Mebsût'ta da böyledir.
Bir kimse, karısına:
«Sen, sabiyye iken ( — küçükken) zina eyledin.» dese, had ve liân gerekmez. Bu
halde iftira edici sayılmaz, Gâyetü's-Sürûcî'de de böyledir.
Ve eğer, karısına:
«Sen zina eyledin; karnında taşıdığın, zinadandır.» dese, apaçık zina sözünü
söylediği cihetten ve iftira yaptığı için lânetleşme olur. Hâkim ise, çocuğun
nesebini reddey-İçmez. Hidâye'de de böyledir.
Bir koca, karısına:
«Hamlin benden değildir.» dediği zaman, liân yoktur. Bu, İmâm Ebû Hanîfe
.(R.A.) ve İmâm Züfer (R.A.)'in kavlidir. İmâmeyn ise: «Eğer, kadın d çocuğu
altı aydan önce doğurursa, liân vardır. Altı aydan fazla bir zamanda doğurursa
liân yoktur.» demişlerdir. Doğrusu da budur, Muzma-rât'ia da böyledir.
Metinlerde olduğu
gibi, koca, karısına çocuğunu reddeder, kabul eylemez ve bunu, doğum anında
veya hemen doğumun arkasında, yaparsa; reddi sahih olur. Ve bu yüzen, liân
yapılır. Bundan sonra; yaparsa, yine liân yapılır; fakat neseb sabit olur.
Şayet, karısının yanında değildiyse, doğumdan da haberi yoksa; İmâm Ebû* Hanîfe
(R.A.)'ye göre daha önce de reddedebilir. İmâ meyn'e göre nifas müddeti içinde
reddeder. Çünkü neseb bilgiden sonra lâzım olur. Kâfî'de de böyledir.
Bir kadının kocası,
çocuğu sarahaten veya uclâleten ikrar ederse; bundan sonraki reddi sahih
olmaz. Bu durumda, doğum zamanı veya daha sonra reddetmesi müsavidir.
Sarahaten ikrar : «Çocuk
bendendir.» veya «bu, benim
ço cuğumdur.» demekti r.
Delâleten ikrar ise :
Doğum zamanı stısmasıdir. Gâyetü'1-Be-yân'da da böyledir.
Bii" kimsenin
karısı, bir çocuk doğursa, koca da, onu kabul etmese ve: «Bu çocuk, benden
değildir.» veya: «Bu çocuk zinadandır.» dese; bir takım yünlerden liân düşer.
Gerçekten, onun nesebi redd olmaz. Hadd gereksin veya gerekmesin müsavidir. Keza,
liân ehlinden ise, lânetleşme olmaz. Çünkü, o nesebi reddeyle-memiştir. Tahâvî
Şerhi'nde de böyledir.
Bir kimse, hür olan
karısının çocuğunu, reddeylese; kain, da, onu doğru!asa; had de liân da
yapılmaz. O çocuk, ikisinin çocuğudur. Redlcri tasdik olunmaz. İhtiyarda da
böyledir.
Bir koca, karısının
cocueuğuna, her ikisi bir arada olduğu halde, kabul etmese aralarında
innetleşme olmaz. Çocuk da reddedilmez. Yine böyle,
Kadın, câriye veya
mükârebe olsa ve azâd edilse; veya kâfir iken müslüman olsa, bu dunumla da
lânetieşme yoktur; ne-seb do rtddedi'mez. Serâhsî'nin Mtiluyti'ndc de böyledir.
Bir şahsın, karısı,
bir çocuk gctir.se, o da ölse, sonra da kocası onu reddeylese; çocuk unun
çocuğudur; linn lâzım. olur.
Keza, kadın Ölü olarak
iki çocuk doğursa; kocası da onları reddeylese; liân gerekir. Çocuklar onun
çocuğu sayılır.
Keza, karısı bir çocuk
getirse, koca da onu reddeylese, üân'-dan Önce de, çocuk ölse; kocaya Mân
gerekir. Çocuk, onun çocuğu sayılır. Bedâi'de de böyledir.
Kadın, bir doğumda,
iki çocuk doğursa; kocası da öncekini kabul, sonrakini reddelse; çocuklar onun
çocuğudur; liân gerekir.
Eğer önceki çocuğu
red; ikinciyi kabul ederse; çocuklar, onun çocuğudur ve ona iftira cezası
verilir, ve eğer.
Eğer, her ikisini
de kabul etmez, reddeder; sonra da, onlar- . dan birisi liândan önce ölürse; sağ
olandan dolayı liân yapılır;
çocuklar, onun çocuğu sayılırlar. Bedâi'de de böyledir.
Kadın, bir çocuk
doğursa; kocası da onu reddeylese; bu yüzen liân yapılır. Sonra yarın, bir
çocuk daha doğursa. bu çocuklar, adamın çocuklarıdır, liân geçmişdir. Eğer :
Bunlar, benim ço-cuklarınıdır.» derse; sözü doğrudur. Hadd yapılmaz. Ve eğer :
«İkisi de, benim değildir.» derse, yine ikisi de onun çocuğu sayılır ve hadd
yapılmaz.
«Liân sebebiyle, yalan
söyledim." dese hadd yapılır. Mebsût'-ta da böyledir.
Nikâhın mubah
olması için kadını dört1 d e la
doğrulamak .şarttır. Fakat, hadd
ve Hânın düşmesi için bir defa doğrulama' yetişir. Sirâcül-Vehhâc'da da
böyledir.
Bir kimse, karısını,
ric'î talâk ile boşasa; karısı da iki seneden bir gün noksan olmak üzere, bir
çocuk doğursa; koca onu reddeylese, sonra, kadın iki seneden fazla müddetli bir
çocuk daha doğursa; kocasıda onu kabul eylese; kadın bâin talâkla boş olur.
Liân ve hadd gerekmez. Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A. ve Ebû Yusuf (R.A.)'un
kavlidir. Şayet talâk bâin olsaydı; mesele hâli üzereydi.
Çocukların nesebi
sabittir. İmâm Hanîfe (R.A.) ve İmâm Ebû Yusuf
(R.A.) böyle söylemişlerdir.
İzâh'da da böyledir.
Hasan, İmânı Ebû Hanîfe
(R.A.)'nin şöyle buyurduğunu
rivayet etmiştir.
Bir batında, üç çocuk
doğuran bir kadının kocası; birinci çecuğu kabul, İkinciyi red ve üçüncüyü
yine kabul ederse; Jiân yapılır. Çocukların, hepsi de onun sayılır.
Eğer, birinciyi red,
ikinciyi kabul, ve üçüncüyü reddederse; hadd yapılır. Çocuklar, onun sayılır.
Keza, tek doğan
çocuğu, Önce kabul, sonra red, daha sonra yine kâ'.rjî ederse, çocuk kendinin
sayılır; liân yapılır. Önce red sonra kâbül ederse; çocuk kendinin sayılır ve
hadd yapılır. Serahsİ'nin
Mııhıytı'nde de
böyledir.
kimsenin nikahladığı
fakat cima' etmediği ve kendisini görmediği bir kadın bir çocuk doğursa; ve
kocası onu reddetse bu çocuk, kadına mal edilir ve liân yapılır. Koca, lam
mehir verir. Telhıys şerhi'nde do böyledir.
Bir kimse, iki
karısından birine cima' ettikten sonra, «üç lalâk boşdur.» dese ve açıklama
yapmasa; onlardan birisi ise talâk vaktinden sonra, iki seneden fazla bir
müddetle bir çocuk doğursa; değimi yapmıyanın boşandığı doğum yapanın nikâhlı
olduğu meydana çıkmış olur.
Eğer koca çocuğu reddederse;
hâkim, aralarında lanetlenme yaptırır. Çocuğun nesebi, mevcut sebepten dolayı
kesilmez.
Kocası yok olduğu
halde, doğum yapıp, emme müddetinden sonra, çocuğu memeden kesse ve hâkime
müracaatla isbatîa birlikte kendinin ve çocuğun nafakasına hüküm verdirse,
sonra da kocası, gelerek çocuğu reddetse; hâkim, aralarında lânetleşme
yaptırır Ve çocuğun nesebini keser; her ne kadar, daha önce hüküm verilmiş
olsa bile, durum böyledir. Câmiul-Kebîr'de de böyledir.
Bir kimse, bir kadın
nikâhlar, nikâh vaktinden altı ay sonra da, kadın, bir çocuk doğurursa; bu
durumda hâkim, çocuğun adamdan olduğuna; kocanın bu kadına cima' yaptığına; tam
mehre ve iddet nafakasına hüküm verir.
Şayet, kocası o çocuğu
reddederse; aralarında lânetleşme yapılır ve neseb kesilir. Her ne kadar, ona
ait olduğuna hükmedilmiş olsa ve tam mehir, iddet nafakası oisa da bu böyledir.
Keza, ric'i talâkla
boşanmış bir kadın, iki seneden fazla müddette, bir çocuk doğursa; bu ric'at
sayılır. Eğer, kocası çocuğu reddederse; hâkim, aralarında lânetîeşme
yaptırır. Ve çocuk, anasına mal edilir. Câmiu'I - Kebîr'de de bö}'lcdîr.
Eğer zina iftirası,
çocuk yüzünden olursa; hâkim, çocuğun nesebini reddeder ve onu anasına nisbet
eder.
Bu lânetleşnıenin
şekli : Hâkim, önce; koca olan adama emreder; o da : «Eşhedü biUâh... çocuğu
reddetmekle, ona (karısına) söylediğim sözümde elbette doğru
söylenenlerdenim.» der.
Kadın da : «Eşhedü
bülah... Bu adam, çocuğu kabul etmemek hususunda, söylediği sözde elbette
yalancılardandır.» der.
Şayet, koca, zina
iftirası yapmışsa; lânetîeşme şekli daha önce beyan edilmişti. Kâfî'dc de
böyledir.
Liân'dan sonra, hâkim,
karı-kocanın arasını ayırırsa; ço cuk, anasına ilzam olunur.
Bişr, İmâm Ebû Yûsuf
(R.AJ'un şöyle buyurduğunu rivayet e l mistir :
Hâkimin : «Elbette,
aranızı tefrik ettim (= ayırdım) ve bu çocuğun nesebini bu adamdan kestim.»
demesi gerekir. Şayet, böyle söytemezse; nesep o adamdan kesilmiş olmaz.»
Doğrusu da budur. Mebsut'ta da böyledir.
İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'a göre; Hâkim, sonra da, çocuğun nesebini keserek; anasına ilhak eder ve
: «Çocuğu nesebden çıkararak; anasına ilzam eyledim» der. Eğer, böyle
söyiemezse neseb kesilmiş olmaz. Kâfî'de de böyledir.
Mebsût'la : «Doğru
olan budur.» denilmiş; İbn-i Melek'iıı Mecmâu'I - Bahreyn Şerlıî'ndc de, böyle
söylenmiştir.
Liandan sonra, onların
ikisi veya onlardan sadece birisi bulunduğu zaman artık lânetleşmczler. Ve,
kendi nefsini, yalanlayınca da, nikâhları helâl olur.
Veya, onlardan
birisine her hangi bir insan zina iftirası yapmışla, ona hadd yapılmışsa; yahut
onlardan biri ahras olursa; veya kadının aklî muvâzenesi zayi olursa veya haram
olarak cima' yapılmış olursa-, veya onlardan birisi irtidâd eder sonra da
İslâm olursa; (gerçekten o ne zaman bu söylediklerimizden birisi olursa) İmâm
Ebû Hanife (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, o adamın, o kadını tezevvüc
edip alması, helâl olur. Sirâcül - Vehhâc'da da böyledir.
Karı-kocamn araları
ayrıldıktan sonra, kadın bunasa; bunaklık hakkında, liâna ehliyet bulunduğu
için, o kadını, p adamın nikahlaması caiz olmaz. Tahrîr'dc de böyledir.
Tenasül uzvu kesik
olan adamın, çocuğu reddetmesi sebebiyle, Hân meşru olmaz. Husyeleri olmayan
da, böyledir.
Mülâanc çocuğu
hakkında, bâzı hükümler vardır. Şöyle ki :
Alimler : «Miilâane
çocuğunun, babası hakkındaki şehâdeti kabul edilme/. Keza, o adamın da, o
çocuk hakkındaki şehâdeti, ka-hû! edilmez.
Keza, şayet babası, o
mülâanc çocuğuna, zekât verse veya bunun üksi olsa caiz olmaz. Keza, mülâanc
çocuğu, erkek olsa babasımnda onun anasından başka, bir karısından kızı olsa;
veya mü-Jâane çocuğu kız olsa, adamın da, başka bir karısından, oğlu olsa,
bunların birbirleriyle nikanlanmaları caiz olmaz.
Keza, bir başka adam,
«bu benimdir.» diye iddia eylese, bu sahih olmaz. Eğer, o adamın sözünü, bu
çocuk, bazı hükümlerde tasdik ederse; çocuk, yabancı adama iîhâk edilir. Ve
yine denildik!
Mülâane çocuk, s
\ibine, sahibi de, ona vâris olamazlar. Birbirinin nafakası ile dt., yükümlü
bulunmazlar. Zehiyre'de de böyledir.
Bir kadm, dava ederek
buna zina iftirası yaptı diye, kocasını şikâyet edip, dava açar; kocası da,
bunu inkâr ederse; kadının iki âdil şahidi olmadıkça, sözüne itabâr edilmez. Bu
hususta kadınların yaptıkları şahitlik de kabul edilmez. Şahitlik üzerine,
şehâ-det de, kabul edilmez. Bir hakimin, diğerine yazdığı mektup da kabul
ediimez. Bedâi'de de böyledir.
Şayet, kadm iki şahit
dinlettikten sonra, kocası da, iki —erkek— şahit, veya bir erkek iki kadın
şahit dinletir; bunlar da, kendisinin doğruiluğu üzerine şahitlik yaparlarsa;
adama karşı, liân ve had düşer. Eğer kadının beyyinesi yoksa; kocasının yemin
etmesini istemeye hakkı olmaz. Tahâvî Şerhi'nde de böyledir.
Koca, karısının,
kendisini doğruladığını iddia eder ve onun yemin etmesini isterse; buna da
hakkı olmaz. Kadının, yemin etmesi de, lâzım değildir. Mebsût'ta da böyledir.
Bir kinişe, karısının
zina ettiğine dâir, kendisi ile birlikte, dört şahit getirirse; bu kadına, liân
da zina haddi de gerekmez.
Eğer, bundan önce,
kocadan zina iftirası vâki olmamışsa; o za-man* şahitlikleri kabul oiunur. Ve
bize göre, kadına hadd cezası verilir. Eğer koca, daha önce, zina iftirası
yapmış ve sonra da, kendinden başka üç şahit getirmişse; işte, o üç şahit,
kadına iftira et7 tikleri için hadd olunurlar. Kocaya da liân gerekir. Eğer,
kendisiyle îirlikte üç şahit : «Bu kadın zina eyledi.» deseler ve şahitler âdil
İrişiler olmasalar; kadına hadd yoktur. Şahitlere de hadd gerekmez. Kocaya da
liân yaptırılma. Bedâi'de de böyledir.
Şayet koca ile
birlikte, üç kor adam, kadına zina eyledi» diye Şahitlik yapsalar, Körlere hadd
yapılır ve kocaya da, liân yaptırılır. Mebsût'ta da böyledir.
Bu kadının, iki oğlu;
kadının kocası üzerine, onun zina iftirası yaptığına şchâdette bulunsalar;
ikisinin de, şahitliği kabul edilmez.
Keza, bu kadının
babası ile bir oğlu şahitlik yapsalar; şahitlikleri kabul edilmez.
Eğer, iki şahitten
birisi, «İşte, bu adam zina iftirası yaptı.» diğeri de «bu çocuk, zinadandır.»
dedi diye şahitlik yapsa; şahitlikleri caiz olmaz.»
İki şahitten birisi;
«Arabca kelimeyle iftira eyledi.»; diğeri de: «Farsça kelimeyle, iftira eyledi.» dese,, şahitlikleri kabul
edilmez.
Şayet, iki şahitten
birisi : «Gerçekten, o : Karısına «sana filân zina eyledi» dedi; diğeri de :
«Ona : »Sana başka bir adam zina eyledi.» dedi» dese, kocaya, liân yaptırılır.
Eğer, ona, «bir kişi
ile zina yaptı» diye iftira etse, o adam da, gelerek; hadd talebinde bulunsa;
sopa haddi yapılır. Liândan men edilir .
İki şahit, kocanın
aleyhinde, «zina iftirası yaptı,» diye şahitlik yaparlarsa; koca, hapsedilir.
Şahitlerden sorulur:
Şayet şahitler : «Biz şahitlik yaparız ki : gerçekten, bu adam karısına ve
cariyesine zina iftirası yaptı; bunu da, bir kelime ile yaptı.» derlerse,
şahitlikleri caiz olmaz.
Eğer, bu adamın başka
kadından olan iki oğlu, babalarının aleyhine, «hem analarına, hem de, diğer kadına,
babalarının zina iftirası yaptığına» dair şahitlik yapsalar; şahitlikleri caiz
olmaz. Ancak, baba, köle olur ve daha önce de zina iftirasından hadd cezası
görmüş bulunursa şahitlikleri caiz olur.
Şayet, bu şahsın
aleyhine, iki şahit, «zina iftirası» ile şahitlik yaptıktan sonra, ikisi de
ölür veya gaip olurlar; hakim de henüz hüküm vermemiş bulunursa, işte o zaman,
hâkim, liân ile hükmeder. Aslında, ölüm ve gaip olmak, onların adaletini
kaldırmaz. Kör elmaları; irtidâd etmeleri veya fâsık olmaları, bunun
hilâfınadır. Mebsût'ta da böyledir.
Kadın'm dinlettiği
dört şahitten ikisi : «Bu adam, karısına, perşembe günü kazfeyledi. (= zina
iftirası yaptı)» der; diğer ikisi de : «Cuma günü kazfeyledi.» derse; İmâm Ebû
Hanîfe (R.A.)
göre lânetü esirler.
İmâmeyn ise, buna muhaliftir.
Tatarfıâııiyye'de böyledir.
Eğer koca, karısının
câriye veya zirnmîye olduğunu, kazf günü iddia ederse; liân icâbetmez. Ancak,
karısının hür ve islâm olduğu, hâkim tarafından biliniyorsa; o zaman, liân
yaptırılır.
Eğer koca, karısının
câriye veya kâfir olduğunu belgeler; kadın da, islâm old >unu hürriyetini
isbat ederse; kadının şahitlerine göre hükmedilir. Ancak, kocanın şahidi ile,
kadının İslâm-dan sonra irtidad ettiği sübût bulursa; hüküm, ona göredir.
Hâbiy-ye'de de böyledir.
Kazf eden şahıs, iki
kâhit dinletir ve onlar kadının zinayı kabul eylediğine şehâdette bulunurlarsa;
kocadan liân düşer. Zina haddi de gerekmez. Bir defa, ikrar edip kabul ettiği
zaman olduğu gibi...
Şayet, kadının
üzerine, bir erkek, iki kadın, böylece şahitlik ederlerse; istihsanen, liân
sakıt olur. (= düşer.)
Eğer, kocası, onun
zina eylediğini iddia eyler veya ona haram cima' yaptığını söylerse; kocaya
liân yaptırılır. Eğer kocası: «Ben, ona, o küçükken kazfeyledim.» der; kadın
da: «Bülüğâ eriştikten sonra eyledi.» derse; kocanın sözü geçerlidir.
Kadın, beyyine
getirirse, beyyinesi kabul edilir. Kadın, daha Önce kazfeylediğini söyler ve
şahit dinletirse; bu caizdir. Eğer, koca beyyine getirirde, bundan sonra, onun
ric'î talâkla boşandığını; bilâhare de onu nişanlayıp nikahladığını isbat
ederse, aralarında lânetleşme olmaz. Hade de yoktur. Mebsût'ta da böyledir. [26]
Innîn : Tenasül uzvu
olduğu halde, kadınlara cima' edemeyen kimsedir.
Bakirelerin dışında—
dul kadınlara veya kadınlardan bazılarına; hastalığı, zayıflığı, yaşlılığı
sebebiyle cima' edebilen kimse, lıiç cima' edemeyene göre innîn'dir. Nihâye'de
de böyledir.
Tenasül uzvunun
haşefesi, ferce dahil olan kimse, mnîn sayılmaz. Başı kesik olan zekerin, kalan
yeri giriyorsa yine, bu şahıs ınnîn sayılmaz. Bahru'r-Râik'ta da böyledir.
Bir kadın, kocasını
hâkime çıkarıp, onun ınnîn olduğunu iddia ve ayrılmasını talep ederse; artık,
hâkim erkeğe, kadına vasıl olabilip, olamadığım sorar. Eğer, kocası vâsıl
olamadığını (yâni cima' yapamadığını) kabul ederse; hâkim, bir sene müddet
tehir eder. Kadının kız, veya dul olması müsavidir. Eğer, kocası bunu inkar ve
kadına cima' yaptığım iddia ederse; kadın dul ise yemini ile birlikte, kocanın
sözü geçerlidir. Kocası, yemin edince; kadının hakkı bâtıl olur. Eğer,
yeminden kaçınırsa; bir sene tehir edilir, Kâfî'de de böyledir.
Eğer, kadın : «Ben,
bakireyim.» derse; kadınlar, ona bakarlar. Bir kadının bakması yeter. îki
olurlarsa, daha uygun olur. Eğer, onlar : «Bu kadın, duldur.» derlerse; yeminle
birlikte kocanın süzü geçerlidir. Sirâcu'l-Vehhâc'da da böyledir.
Eğer, koca yemin
ederse; artık, kadının hakkı yoktur. Eğer, yemin etmezse; bir sene, geriye
bırakılır.
Eğer, kontrol eden
kadınlar : «Bakiredir.» derlerse; yemin etmeksizin, kadının sözü geçerlidir.
Şâj^et, bu kadınlarda,
şüphe hâsıl olursa; o zaman, kadın İmtihan edilir. Âlimlerin bazıları : «Duvar
üzerine bevl etmesi emredilir. Eğer duvar üzerine atması mümkün olursa; işte o
kızdır; değilse duldur.»; bazıları ise : »Horoz yumurtası ile imtihan olunur.
Eğer yumurta ferce girerse kadın duldur; değilse, kızdır.» demişlerdir.
Sirâcü'I - Vehhâc'da da böyledir.
Kadınların bir kısmı,
«bakire,» bir kısmı da, «dul» diye şehâdette bulunurlarsa; onlardan başka
kadınlara, gösterilir. Şayet, cima' yapılmadığı sabit olursa; hâkim, bir sene
geriye bırakır. Erkek talep etsin veya etmesin, bu böyledir* Geriye bırakma
gününün tarihi yazılır ve ona şahit tutulur. Fetâvâyi Kâdîhan'da da böyledir.
Te'cilîn (= geriye
bırakmanın) başlangıcı, dâva tarihidir. Te'cil, yalnız, hâkimin bulunduğu
şehirde olur.
Hâkimin haricinde,
başkasının te'cüine itibar olunmaz. Zâbir-i rivâyetde, tecilde itibar, seneyi
kameriye (= ay hesabı sene) yedir. Sahih olan da, budur. Hidâye'de de
böyledir.
İmâm Ebû Hanîfe (R.A)'den Hasan'm rivayetine göre :
Gerçekten İtibar,
güneş senesinedir. Bu, ay senesinden, bir kaç gün fazladır. Şemsü'l - Eimme
Serahsi ihtiyat olarak, bu görüşü almıştır. Çoğunluk bu görüştedir. Mdbsût'ta
da böyledir.
Fetva bunun
üzerinedir.
Şemsü'l - Eimme Helvânî'den
rivayet edildiğine göre :
Şemsî Sene: 365 gün,
bir de günün dörtte biri ile günün yüz-yirmide bir parçasıdır. Kameri Sene ise
: 354 gündür. Kâffde de böyledir.
Müctebâ'da : «Şayet
te'cil ay içine rastlarsa; itibar senenin günlerinin sayışmadır.» denilmiştir.
Bahru'r - Râİk'ta da böyledir.
Senenin içine, Ramazan
ayı ve kadının hayız günleride dahildir.
Erkeğin ve kadının
hasta oldukları günler, hesaba alınmazlar.
Eğer, aynı senede adam
hasta olursa; o, hasta olduğu günlerin sayısı kadar, geriye bırakılır. Bu, İmâm
Muhammed (R.A.)'e göre böyledir. Fetva da, bunun üzerinedir. Fetâvâyi* Kübrâ'da
da böyledir.
Kocanın, hacca gitti
veya gaip olduğu günler hesaba, kalılır.
Fakat, kadın hacca
gider veya gaip olursa; bu günler hesaba dahil edilmez, Tebyîn'de de böyledir.
Dâva zamanı, kadın
ihramlı olursa; hâkim, kadın haccı tamamlayana kadar, te'cili geri bırakır.
Nihâye'de de böyledir.
İmâm Muhammed
IR.A.)'şöyle buyurmuşun- :
Eğer kadın, kocası
ihramlı iken dâva ederse; ihramdan çıktıktan sonra, bir sene te'cil edilir.
Müzahir iken, dâva
ederse; eğer kocanın köle azâd elmeye gücü varsa; o andan itibaren bir sene
te'cil edilir. Buna gücü yoksa, o zaman, ondört ay geriye bırakılır.
Eğer, hâkim, bir sene,
geri hırakdıklan sonra, adam müzahir olursa; o müddete, bir şey ilâve edilmez.
Bedâî'de de böyledir.
Kadın, kocasını cima'
edemiyecek halde, hasta bulursa; —hastalık uzasa bile— adam iyileşmedikçe,
te'cil yapılmaz.
Bunak bir kimseyi,
velisi evlendirir; o da, kadına yaklasuuuı/. .sa, hâkim, dava tarihinden itibaren,
bir sene te'cil eder. Fetâvâyi
Kâdîhan'da da böyledir.
Koca habsedilir,
kadının da oraya gelmesi yasaklanırsa; bu durumda geçen günler, hesaba alınmaz.
Eğer, kadının oraya varmasına izin verilir ve koca, hali yerde bulunursa; o
takdirde, o günler hesaba dâhil olmazlar.
Koca kadının mehrine
karşı hapsedilince de böyledir.
Şâyct, kadın
hapsedilir, koca ise oraya girebilir ve halvet mümkün olup bir arada
gecelerlerse; o günler müddete dâhil olur; değilse olmaz. Fetâvâyi Kâdîhan'da
da böyledir.
Müddet Lamam olunca,
kadın hâkime gelip, kocasının kendisine yaklaşamadığını; kocası da
yaklaştığını iddia ederse; kadın, aslında dul bir kadınsa, yeminle birlikte
kocanın sözü geçerli olur. Koca, yemin ederse kadının hakkı bâtıl (= geçersiz)
olur.
Koca, yeminden kaçınırsa, hâkim, kaduu muhayyer bırakıl. Eğer, kadın : "Ben
kızım.» derse, kadınlara muayene ettirilir. Bîr kadının muayenesi kâfi ise de;
iki olurlarsa, daha ihtiyatlı ve uyguıı olur.
Eğer, bu kadınlar :
«Duldur...» derlerse, yeminle birlikte kocanın sözü/geçerlidir. Eğer :
«Bakiredir; kızdır.» derler ve kocası da, yaklaşamadığını kabul ederse; hâkim,
kadını ayrılıp ayrılmamada serbest bırakır. Kâdîhân'm Cânılu's-Sağîr Şerhinde
de böyledir.
Kadın, kocasını
serbest bıraksa; veya kadın, meclisten kalksa; yahut, onu hâkimin adamları
kaldırsalar, veyahut da, kadın bir şey geçmeden önce, hâkim .kalksa, kadının
muhayyerliği bâtıl olur. Muhiyt'te de böyledir,
Bu, İmâm Muhammed
(R.A.)'den rivayet olunmuştur. Fetvada, bunun üzerinedir. Vâkıât'ta da
böyledir.
Eğer, kadın, ayrılığı
ihtiyar ederse; hâkim, kocasına, onu bâin talâkla boşamasını emreder. Eğer,
kocası, kaçınırsa; hâkim aralarını ayırır. Bu, İmâm Muhammed (R.A.)'in Asıl'da
söylediği gibidir. Tebyîn'de de böyledir.
Bu ayrılık, bâin talâk
olur. Kâfî'de de böyledir.
Kadına tam mehir
verilir. Eğer kocası onunla halvette bulunmuşsa, kadının iddet beklemesi
bil-icma' lazım gelir. Eğer, halvette bülunmamişsa; kama iddet beklemek yoktur.
Eğer mehir, mehr-i müsamma ise yarım mehir gerekir.
Eğer, mehir
belirlenmemişse, mut'a ( = bir parça menfaat) gerekir. Bedâî'de de böyledir.
Müddet, tam bir sene
geçer ve kadın, zamanında dâva etmezse; hakkı bâtıl olmaz. Her ne kadar, o
sene içinde; Kadın kocasına muvafakat yapmış olsa bile böyledir. Fetva da
bunun üzerinedir. Fetâvâyi Kübrâ'da da böyledir.
Koca, hâkimden bir
sene veya bir ay yahut daha fazla te'-cil etmesini isterse; hâkimin bunu
yapmaması uygun olur. Ancak, kadın, razı olursa yapabilir.
Kadın, önce razı
olursa yapabilir.
Kadın, önce razı olur;
sonra da vazgeçerse; geri bırakma işi bâ til olur. Kadının bunu yapmaya hakkı
vardır ve bu durumda kadın muhayyer kalır Nihâye'de de böyledir
Bir sene geçer; kadın
muhayyer bırakılmadan Önce hâkim ölür veya azledilirse, bu durumda kadın,
ikinci hakime baş vurur; Önceki hakimin tecil eylediğini isbat eder ve senenin
tamam olduğunu söyler. İkinci hâkim, iş birincinin üzerine bina eyler. Fetâvâyi
Kâ-dîhân'da da böyledir.
Hâkim aralarını ayırdıktan
sonra, iki şahit «kadının, hakim aralarını ayırmadan önce, kocasının kendisine
yaklaştığım kabul edip ikrar eylediğine» şahitlik yapsalar; hâkimin ayırması,
bâtıl olur. Eğer, «kadının, hâkim aralarını ayırdıktan sonra, ikrarına»
şahitlik yapsalar; kadının sözüne inanılmaz. Zahîfiyye'de de böyledir.
Bir koca, karısına,
tek bir defa yaklaştıktan sonra âciz olsa; kadına muhayyerlik hakkı yoktur.
Tebyîn'de de böyledir.
Eğer kadın, nikâh
zamanı, gerçekten, kocasının innîn olduğunu, kadınlara yaklaşamayacağını
bilirse; dâva hakkı olmaz. Eğer, nikâh zamanı bilemez, fakat, bundan sonra
öğrenirse; bu durumda, dâva hakkı olur.
Davayı (crkctmekle de
dâva hakkı bâtıl (—geçersiz) olmaz. Zaman, ne kadar uzarsa uzasın, kendisi
davaya razı olmazsa, bu böyledir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Hâkim, cima'dan âciz
olan bir şahsı, karısından ayırdıktan sonra, bu adam, o kadını tekrar
nikâhlasa; kadına, muhayyerlik hakkı yoktur. Bu şahıs, başka bir kadın
nikâhlar, bu sırada, o kadın da, bu adamın hâlini bilirse; Asi Kitabi'nda :
«Bu kadına da, muhayyerlik hakkı yoktur.» denilmiştir. Fetva da, bunun üzerinedir.
Serahsî'nin Muhıytı'ndc de böyledir.
Sahih olan, ikincinin
dâva hakkının olmasıdır. Kocası, ona vasıl olamadığı (= cima'
edemediği) zaman, bu böyledir.
Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimse, bir kadını
alıp, ona, bir defa cima' ettikten sonra, cima'dan âciz olsa ve ayrılsalar; o
kadını tekrar nikâhlasa ve cima' edemese; kadına muhayyerlik hakkı vardır.
Serahsî'nin Muhıytı'ndc de böyledir.
Bir adam, bir kadın
nikâhlar; ona fercinin haricinden mıı-karcııctte bulunur; her ikisinden de meni
iner; fakat fercine vasıl olmaz ve beraber kalkarlar, böylece o zamanlar geçer;
—sonra,— kız veya dul olan, bu kadın, hakime dâva ederse; hâkim, bir sene
Ir'cil eder. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir erkek, kadının
dübüründen idhal sebebiyle, ınnînliktcu çıkamaz. Mi'râcü'd - Dirâye'de de
böyledir.
Şayet, erkek, cima'
eder fakat suyu (= menisi) olma/, ve ineni inmezse, kadının dâva hakkı olmaz.
Nihâye'de de böyledir.
Yaşı büyük bir kadın,
kocasını cima'dan âciz olacak derece, de, küçük bulursa; onu buluğa ermesine
kadar bekler.
Fğer kadın küçük
olursa; velisi, onu ayırmaz.
Kadın, kocasını,
cima'dan âciz, bunak olarak bulursa velisi dâva eder ve bir sene tecil olunur.
Kâfi'de de böyledir.
Eğer bir cariyenin
kocası mnîn ise Jmâın Ebû Hanîfe (R.A.) ye göre muhayyerlik efendisine âiddir.
Fetvada bunun üzerinedir. Fetvâyî Kiıbrâ'da da böyledir.
Eğeı: Karıma
yaklaşmaya ümidim yoktur, derse; ınnîn, te-Vil olunur.
Hüıısâ, eğer erkekler
gibi bevi edebiliyorsa; işte o erkektir. Ve onun, kadın nikahlaması caizdir.
Eğer, bu şahıs kadma, yakla-samazsa, innîn gibi tecil.olunur. Mebsût'ta da
böyledir.
Müşkil lıünsânin
hükmü, innînin hükmü gibidir. Yâni karısı, kocasını hünsâ bulursa, dâva açar.
Sirâcü'l - Vehhâc'da da böyledir.
Kadın, innîn, retkâ
veya karna olursa te'cîl edilmez. Bedâi'-de de böyledir.
Bir kadın, kocasını
zekeri kesik olarak bulmuş olsa; hâkim, onu, o halde muhayyer bırakır, te'cil
eylemez. Fe'tâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimsenin zekeri,
hakikaten küçük olur ve kadının fer-eiııe yirmesi mümkün olmazsa; bu kimse,
zekeri kesik kimse, hükmünde olur. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.
Eğer, kadın : «Ben,
onu, zekeri kesik buldum.» der; ioca ise : «Ben, zekeri kesik değilim.» der ve
karışma mukavemette bulunursa; hâkim, onu bir şahsa gösterir. Eğer, o şahı .s,
onu, avret yerini açmaksızın, elbisenin dışından dokunmak suretiyle onlarsa,
Öyle yapar. Değilse, zaruretten dolayı, avret yerini açurarak bir erkeğe baktırır.
Erer, önce mukareneite bulunmuş sonra da. zekeri kesHnıisse; .lik, kadına
muhayycrMk hakkı yoktur. GâyeUi's - Sürûcî'de de böyledir.
Eğer, zekeri kesik
olan bir kimsenin karısı, nikâh zamanı, onun, bu durumunu biliyor idiyse; arhk.
ona muhayyerlik yoktur. Tahâvi.Şerhi'nde ele böyledir.
Kocasının zekerinin
kesik olduğunu önceden bilmeyen bir kadın, çocuk getirse; hâkim de, nesebini
tesbit ettikten sonra; kadm, kocasının haiini öğrense ve ayrılık talebinde
bulunsa; kadının, bum; hakkı vardır. Çünkü, çocuk ona cim asız ilzam edilmiş
olur. Muhıyt'-te de böyledir. .
Hâkimi, haheti
müteakip, kadın ile/.ekersiz kocasının aralarını, ayırdık lan sonra; iki
seneye kadar, kadın, bir çocuk doğurursa; bu çocuk, babaya nisbet olunur.
Hâkimin ayırması bâtıl (— ge çei'siz) olmaz.
Eğer, koca,kadına
vâsıl olduğunu iddia ederce; hu durumda, hakimin ayırması, batıl olur ve
çocuk, o imikte nisbel edilir. Zalûriy-ye'de de böyledir.
Yaşı küçük olan
kocasını, zekeri kesik bulan kadıma, dâvası sebebiyle, hâkim, aralarını tefrik
eder; bulûğa erişmesini beklemezse; sabi talaka (= boşamaya) ehil olur.
Bazıları da : Talâksız da, rîyn'ık okuv dedilerse de, Önceki kavil sahilidir.
Fakat, hakimin,
sabinin babası veya velisi dâva etmeden, ayırmaması .-viâcar. Eğer, v^ıisi vl
vasisi yoksa; dedesi dâva eder. O, da yoksa; hâkim, onun namına, bir davacı
nasbeder. Eğer, o davacı, bir belge getirebilirse; kadının hakkı bâtıl olur.
Nitekim, kadının, bu hâle razı olması veya nikâh sözleşmesi esnasında, bu
durumu bilmesi haile rinde de böyledir.
Bu durumda, bu kat i - kocanın araşan teipk
edilme/, t-- açılmaz.)
Eğer, davacı, kadından
yemin etmesini isterse; kadın yemin eder. Eğer, kadın, yeminden kaçınırsa;
araları açılmaz. Yemin ederse; aralan açılır. Gâyetü's - Sürûcî'de de
böyledir.
Şayet kadın, küçük
olur; onu babası evlendirmiş bulunur ve bu kadında, kocasını, zekeri kesilmiş
olarak bulursa; babanın davasıyla araları açılmaz. Kız, baÜğa olana kadar
beklenir.
Eğer, kadın, bulûğa
erişmiş olursa; mesele hâli üzeredir.
Kadın, bir adamı
kocasıyla beraber dâva için, vekil tutar; kendisi dâva da hazır oJmazsa; o
zaman, vekilin davasıyla, araları tefrik edilir mi İmâm Muhammed (İR.A.) bu
fash kitapda zikretmemiştîr. Bu hususta, âlimler ihtilâf eylediler : Bazıları :
«Araları tefrik edilmez (= ayrılmaz); kadının hazır olması beklenir.»
demişler; bazıları da : <'Araları ayrılır.» demişlerdir. Muhiyt'te de
böyledir.
Cariyenin, kocasının
zekeri kesik olduğu zaman; muhayyerlik, efendisine aiddir. Bu, İmâm Ebû Hanîfe
CR.AJ ve İmâm Züfer (R.A.)'egÖre böyledir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
SıhhaLı yerine gelme
imkanı olmayan bunağı, velisi evlendirip, ona, yaşlı bir kadın alır; bu koca
ise; zekeri kesik birisi olursa; hâkim, o halde, onların aralarını ayırır.
Zekeri kesik olmaz;
fakat kadına yaklaşamaz halde bulunur; ve cnun velisi de olmazsa; hâkim, bir
davacı nasbeder ve bir yıl tecil eyler. Eğer, yine vâsıl olamazsa; aralarını
tefrik eder ( = ayırır) Zehıyre'de de böyledir.
Kadında, bir ayıp
bulunursa; kocaya, muhayyerlik yoktur.
Kocada, cinnet,
alacalık, cüzzam varsa, bu durumlarda, kadına muhayyerlik yoktur. Kâfî'de de
böyledir.
İmâm Muhammed (R.AJ
şöyle buyurmuştur :
Eğer, cinnet yeni ise,
ınnîn gibi, bir sene tecil edilir. Sonra, kadın muhayyer bırakılır. Eğer, bir
seneye kadar iyilesmez.se; kadın, dilerse durur; dilerse, gider.
Devamlı cinnet halinde
olan kimse, zekeri kesik kimse gibidir. Biz, bu görüşü alırız, Havî'de de
böyledir. [28]
iddet, bilinen bir
zamanı beklemekdir. Hakikî veya şüpheli nikâhın sona ermesinden sonra, kadına
lâzımdır. Cima etmek veya ölüm sebebiyle te'kid edilmiştir. Nikâye Şerhi'ndc de
böyledir.
Bir kimse, caiz olan
bir nikâhla, bir kadın olsa ve ona dâhil olduktan ( = cima' eyledikten) veya
sahih halvetten sonra onu boşa-sa, kadına iddct gerekir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir.
Şayet, nikâh fasid
olur ve hâkim aralarım, duhûlden (= ci-ma'dan) önce tefrik ederse; iddet lâzım
olmaz.
Hâkim, aralarım,
halvetten sonra, tefrik ederse; iddct lâzım el ur.
Duhûlden sonra tefrik
ederse; aynhkdan itibaren, iddet gerekir. Ayrılık hükümle olmasa bile, bu şartlarda,
iddet gerekir. Zahîriyye'de de böyledir.
Fuzûlînin nikâhında,
cima' sebebiyle iddet vaGİb olmaz. Se-rahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Zina eden kadına iddet
gerekmez. Bu, İmâm Ebû Hanife (R. A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'in kavlidir.
Tahâvî Şerhi'de de böyledir.
Bir kimse :
«Nikahlayacağım her kadın; işte o, boştur.» deyip ve böyle söylediğini de
unuttuktan sonra, bir kadın nikâhlar ve ona cima' ederse; hatırladığı zaman,
kadın boş olur. Bir tam, bir de yarım mehir ve iddet gerekir. Nesep, kocadan
sabit olur. CYânıdo-ğan çocuk, o babanın olur. Hulâsa'da da böyledir.
Bir kimse, bir kadını
nikahlayıp, ona cima' ettikten sonra : «Ben, yemin etmiştim; eğer, dul kadın
alırsam; işte o, üç talâk boş olsun diye» der ve devamla: «Ben. onun dul
olduğunu bilmedim.» derse; bu ikrarı sebebiyle, talâk vâki olur. .
Sonradan, kadın bunu
doğralarsa, dühuîdan önce boşamış olduğu için nısıf (~ yarunJ mehir, ve duhul
sebebiyle de mehr-i misil lâzım olur. Kadına da, bu cima1 sebebiyle, iddet
lâzım gelir.
Kadına, nafaka yoktur.
Eğer kadın, kocasını
yalanlarsa; kadına, bir mehir gerekir ve nafaka ile oturacak ev lâzım olur.
Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Duhulden önce boşanmış
olan, dört kadına da, iddet bekleme yoktur.
Harbi olan bir kadın,
bizini yurdumuza güvenceli olarak girip, kocasını dâr-i harpde bıraksa; bir
sözleşme ile iki kız kardeş nikâh-tensa; aralan fesh edilir.
Dörtten fazla o.İan
kadınların, cem'i feshedilir. Hîzâne'de de böyledir.
Kadınların iddetleri,
icma' ile de sabittir. Timurtâşî'de de böyledir.
Bir kimse, karısını,
bâin veya nc'î yahut üç talâkla boşasa veya talâksız olarak, araları ayrılsa;
bu kadın, hür ve hayız gören bir kadın ise, bunun iddeti üç kuru'dur. C= üç
hayızdır.) İster, hür müs-lüman olsun; isterse kitabiye olsun, müsavidir.
Sirâcül - Vehhâc'da da böyledir.
Küçüklüğünden veya
büyüklüğünden dolayı hayız görmeyenler
için, iddet üç aydır. Nlkâye'de de böyledir.
Keza, bir gün kan
görüpde, sonra görmeyenin de iddeti, ay hesabı iledir. Sahih olan da budur.
Üç gün kan görüp,
sonra kanı kesilenin iddeti hayız iledir, her ne kadar hâli iyâse kadar uzasada
böyledir. Itâbiyye'de de böyledir.
Cevâmiu'l-Fıkih'da :
«Üç günden aşağı kan görenin iddeti, sahih olan kavle göre, ay hesabı ile belirlenir.
Üç gün, kan görenin iddeti ise, hayız ile belirlenir. Gâyetü's - Sürûeî'de de
böyledir.
Keza, eğer, kadın
küçük yaşta olursa, aylarla iddet sayar. Hayız olmaya başlayınca, ayların hükmü
bâtıl olur; hayızla iddet başlar. Sirâcül - Vehhâc'da da böyledir.
Ölüm veya talâktan
dolayı, ay hesabı ile iddcl beklemek vâcib olduğu zaman, ay başından
başlayacaksa; —ay, otuz günden noksan olsa bile,— hilâle itibar edilir.
Eğer, ay içinde
başlayacaksa; İmâm Ebû Hanîfe CR.AJ ve İmâm Ebû Yûsuf (R,A.) 'un bir rivayetinde,
günlerin adedinde talâkda doksan gün, ölüm de ise, yüz otuz gün muteberdir.
Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse, karısını,
ayın ilk yünü ikindi zamanı boşasa; o kadın, iddetini, ay hesabı ile beklemekte
ise, iddetinde hilâle itibar edilir. Günün bir bölümünün geçmesinden dolayı,
—ikinci, üçüncü günün girme hâlinin hilâfına— başkagünîerlc, onu tamamlamak gerekmez.
Fetâvâyi Süğrâ'da da böyledir.
Bir kimse, karısını
hayız halinde boşadığı zaman, bu hayız, kadının idde tinden sayılmaz; tam üç
hayız iddet beklemesi lâzımdır. Zahîriyye'de de böyledir.
Cariyenin,
müdebbereııin, ümm-ii veledin ve mükâtebeınn talâkda ve fesih de iddeti, —eğer
hayız görmüyorsa,— bir buçuk aydır. Kâfi'de de holledir.
Bir kimse, şüphe
yönüyle veya fâsid nikâhla cima' eylese; kocaya mehir lâzım olur. Kadına, hür
ise üç hayız. Câriye ise, iki hayız iddet gerekir. Adamm Ölmesi veya
aralarının ayrılması hâlinde de böyledir.
Eğer, kadın
küçüklüğünden veya büyüklüğünden dolayı hayız görmüyorsa, hür olanın iddeti üç
ay, cariyenin iddeti bir buçuk aydır. Gayetü'l - Beyân'da da böyledir.
Bir kimse, câriye olan
ve önceden dâhil olmuş bulunduğu karısını satın alsa; nikâhı bozulur. Bu
kadına iddet gerekmez. Kocanın, bu kadına, cima' etmesi haram olmaz.
kadın, başkaları
hakkında iddetli kadın gibidir. Başkası, o kadım iki hayız görene kadar
nikâhlayamaz. Serahsîmn Muhıytı'nde de böyledir.
Bir kimse, kendisinden
bir çocuğu olan, cariye karısını sa-tm ahp azâd ederse; kadına, üç hayız
müddeti, iddet gerekir. İki hay-zmda, nikâhlıların kaçındığı gibi kaçınır. Bir
hayzmda ise, bu şekilde kaçınmaz. (Yâni, son hay/ında, ziynetini takınabilir.)
Zahîriyye'de de böyledir.
Bir kimse, câriye olan
ve hayız gören karısını, satın alıp, azâd etse; azâd edildikleri.sonra, kadın
iki hayız daha görmekle, id-detini tamamlar ve hür kadınların kaçındığı
şeylerden kaçımı-.
Şayet, koca, onu, bâin
bir"'talâk boşadıktan sonra satın alsa; mülk-i yemininde olduğu için vat'ı
(= ciro ası) kocasına helâl olur. İki bâin talâk boşaması hâli ise, bunun
lıiîafinadır. Bu durumda, kocası, başkası nikâhla- -adan önce, onu
nikâhlayamaz. Eğer, iki hayz gördükten sonıa onu azâd ederse; nikâhtan dolayı
kadına iddet yoktur. Fakat, azâd etme iddeti vardır. Adamın, ondan bîr çocuğu
olsa adama hadd yoktur. îtâbiyye'dc de böyledir.
Mükâlep olan bir koca,
nikâhlısı olan cariyeyi satın alsa; nikâhı lasid ulma/. Mükâtcp, kitabet
badelini Ödcyemezsc; nikâhları baki kalır. Egcv, kitabet bedelini Öder ve sonra
da, kansını azad ederse; nikâh fâsid olur. Kadına iddet gerekmez. Fefâvâyi Kâdîhân'-da
da böyledir.
Mükâteb bir kimse,
câriye olan karısını satın alsa ve sonra da Ölse; kitabe! bedelini terekesinden
Ödeseîer; Ölümden Önceki nikâhı fâsid ölür.
Fâsid nikâh hakkında,
iki havız iddet, kadına vacip olur. Bu hâl, kadının o adamdan, çocuk doğurmadığı
ve adam kadına dâhil olduğu zamandadır. Eğer, kadın, adamdan çocuk doğunmuşsa,
üç hayz iddet bekler. Adam, kitabet bedeli bırakmadan Ölmüş; kadın da, ondan
cecuk doğurmamış ise, kadının iddeti, iki ay bes «ündür. Serahsî'nin
Muîııytrnde de böyledir.
Hayızla iddet
bekleyen, kadının hayız müddeti on günse; gus-1 e iliği gün, hayız gününden
değildir. Eğer, on günden aşağı ise, gıir sü> günü. hayız giinündendir.
.Eğer, kadın, kâfir
ise, iki halele de. hayız günü değildir. Cima-sı, kocasına helâl olur. Iddelin
son gününde ise, başkasına nikâb-îanması helâl olur. Sirasü'I - Yehhac'da da
böyledir.
Kadının iddeü hayız
il.c, hayız günleri de, on gün ulur; guslii, de hayız gününden olma:'.- kan
binefsihi kesilmiş bulunursa; üç İv vız sonra, ric'at bâtıl olur. Kadın,
kocasına helâl olur.
Koca, boşamamışsa, bu
böyledir. Eğer,, hoşamışs.ı, başka kocaya nikâhlanmasrcaiz olur.
Eğer, hayız günü on
günden aşağı olur. Gusül yapmamış veya kâmil bir namaz vakti geçmemiş
bulunursa; ric'at bâtıl olmaz. Ve bir başkasına nikâh da caiz olmaz. Bu,
kadının müslüman olduğu zamandadır. Fakat, kadın ehl-i kitabdansa kanın bizzat
kesilmesiyle, nc'at bâtıl olur. Kocasına ciması helâl olur. Başkasına da, nikâhı
caiz olur. Hayız müddeti, ister on gün olsun; isterse, daha az olsun
müsavidir. Sirâcü'l - Vehhâc'da da böyledir.
Hamilenin iddeti,
hamlini doğurmaktır. Kâfî'de de böyledir.
Hâmile hakkındaki
hüküm, —ister iddet gerektiği zaman hâmile olsun; ister, iddet gerektikten
sonra hâmile olsun,— değişmez. Feâvâyİ Kâdîhân'da da böyledir.
Bu hususta, kadın,
ister hür; ister, câriye ister, müdebbe-rc, mükâtebe, ümm-ü veled, müstesât,
müslüme, kitâbiyye... ne olursa olsun, hamilenin iddeti hamlini vaz ile biter.
Bedâi'de de böyledir.
İddet, ister
boşamayla; ister ölümle; ister mütâreke ile; isterse, şüpheli cima' ile olsun,
müsavidir. Nehru'l-Fâık'ta da böyledir.
Hamlin nesebinin sabit
olup olmaması ,da müsavidir. Bu hâl, hamile olan, zina ehli kadını nikâhlayanda
olur. Sirâcü't Vehhâc'da da böyledir.
Hamilelik, ölümden
sonra, iddet içinde meydana gelirse; Kerhı : «Bu, iddetin bitmesine bağlanır.»
demiştir. Sahih olan ise, Ölümden önceye bağlanır ve çocuğun nesebi Ölen
adamdan sayılır. Itâbiyye'de de böyledir.
Hamilelik sebebiyle
iddet bekleyene, belirli bir müddet yoktur. Boşanmadan veya Ölümden sonra,
—ister bir gün, ister daha az bir müddette, doğum yapsın— (müsavidir) İddeti
tamam sayılır. Cevfceretü'ıı - Neyyire'de de böyledir.
Asıl Kitabında : «Ölü
şerirde t^yatağnıda) yatarken karısı doğum yapsa; iddet tamamlanmış sayılır.»
denilmiştir.
Bu iddetin sonbuİrna
şartı : Doğan çocuğun hilkatinin belli olmasıdır. Eğer hilkati belli olmazsa,
(kan parçası, et parçasının düşmesi g;bi onunla idde t tamamlanmış olmaz.
Bedâi'de de böyledir.
İddet bekleyen kadın
hâmile olduğu zaman, iki çocuk do-ğursa; iddeti, son çocuğun doğumu ile sona
erer. Muhıyt'te de böyledir.
Eğer çocuğun çoğu
çıkarsa, bilginler dediler ki : Eğer talak ric'î ise ric'at hakkı sona erer.
Kocası o kadını İhtiyatın nikâh edemez. Çünkü helal olmaz. {F. Kâdıhan)
Hişam, İmâm
Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğunu nakle im işiir :
Bir kimse, hâmile olan
karısını boşadığı zaman, eğer çocuk ayak tarafından veya başı tarafından
çıkarsa; hüküm şu hale göredir : Başsız ayaklarla, gövdenin yarısı veya başla
birlikte gövdenin yarısı çıkarsa; iddet sona erer.
İmâm Muhammed (R.A.)
şöyle buyurmuştur :
« Beden, topuklardan,
omuzlara kadar olan yerdir. Zehıyre'de de böyledir.
Eğer kadın, hayızdan
kesilmiş,, bir kadınsa; iddeti üç aydır. Fetâvâyi, Kâdîhâıı'da da böyledir.
Hayızdan kesilmiş bir
kadın, ay hesabı ile iddetini beklerken; kan görse; idetinden geçen günler
sayılmaz. Yeniden üç hayız iddet bekler. Bunun mânâsı, «adet kanını görünce
iyâseüği batıl oldu.» demektir. Sahih olan da budur. Hidâye'de de böyledir.
Sadrü'ş - Şehîd : Eğer
görünen kan, hâlis ise, hayız kanıdır. Onunla iyâselik hükmü bâtıl olur.
Görünen şey bulanık veya yeşil renkte bir şeyse, o hayız olmaz.» demiştir.
Muhtar olan kavil budur. Fetva da bunun üzerinedir. Sirâcü'I-Vehhâc'da da
böyledir.
Mecmuu n - Nev&riÜ'de
: Hayızdan kesilen kadın, ay hesabı ile iddetini bitirdikten sonra, bir kocaya
vanr; orda ise, hayız görürse, bazılarına göre nikâh fâsid olur. Fakat hâkim,
hüküm verirse; nikâh caiz olur. Nikâhtan sonra, kan görürse; nikâh fâsid
olma/. (= bozulmaz.) Esahh olan ise, nikâh caizdir; hâkimin, hükmü şart
değildir. Hulasa'da da böyledir.
Hayızdan kesilmiş olan
kadın, aylardan bazısını bekledikten sonra hamile kalırsa; hamlini vaz edene
(= doğurana) kadar bekler. Fetâvâyi Kâdîhâıı'da da böyledir.
Hür kadının ölüm
iddeti, dört ay on gündür. İster cima' edilmiş olsun, ister olmasın; ister
müslüman, ister kitabî, işer küçük, ister büyük olsun; ister hayız görsün;
ister görmesin; kocası, ister hür olsun ister köle olsun müsavidir. Bu müddet
içinde hayız görsün görmesin fark etmez. Hâmile olduğu anlaşılırsa; hamlinin
vaz'mı bekler.
Bu şekilde iddet,
yalnız sahih olan nikâhda olur. Sirâcül -Vehhâc'da da böyledir.
Cumhur indinde muteber
olan, hayzm en uzun müddeti, on gece on gündüzdür. Mi'râcü'd - Dirâye'de de
böyledir.
Nikâhlı kadın câriye
olur ve kocası Ölürse; onun iddeti, iki ay, beş gündür.
İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre, müdebbere, mükâtebe, ünı-m-ü veled ve müstes'ât'ın hükmü de
böyledir. Gâyetü'l - Beyân'da da böyledir.
Kocası gaip olan
kadına, bir adam kocasının öldüğünü haber verir; iki adam da, sağ olduğunu
söylerse; eğer, öldüğünü habcı: veren adam, onun ölümüne şahit olmuş;
cenazesinde bulunmuş âdil bir kimse ise, kadın, o andan iibâren iddet beklemeye
başlar. İddeti bitince de, kocaya gidebilir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyleediv.
Bir kimse, kocası gaip
olan kadına, gelerek, kocasının Öldüğünü haber verse; o kadın ve ev ehli iyâli
musibet ehlinin yaptığını yapsa ve taziyeye başlansa; kadın iddetin tamamlayıp
başka bir kocaya gitse ve o "da kadına cima ettikten sonra, başka bir adam
gelerek, kadının kocasının sağ olduğunu söyleyerek : «Ben onu filan yerde
gördüm.» dese, kadının ikinci kocasıyla nikâhı ne olur? Onunla kalması helâl
olur mu? Kadın ne yapar? ikinci koca ne yapar?
İmâm şöyle buyurdu :
Eğer, kadın önceki
haberciye inanmışsa; ikinci haberciye inanması mümkün olmaz. Ve ikinci kocası
ile aralarında olan nikâh bo/ulmaz. Her ikisinin de nikâhlarım kabul etmeleri
gerekir. Nese-fiyye'de rîc böyledir.
Bir kimse, hayız gören
ve her ikisine de cima eylediği iki karısından bizzat birisini boşadiktan
sonra, adam Ölse; boşananın kim olduğu ise bilinmese; her ikisine'de Ölüm
iddeti gerekir. Ve bu müddet içinde de, üç hayzı tamamlarlar.
Keza, iki karısından
birisini, tayin etmeden (belirtmeden) üç talâk boşar ve açıklama yapmadan
ölürse; her ikisine'de ölüm id-deti beklemeleri ve üç hayzı tekmil etmeleri
gerekir. Fetâvâyi Kâ-dîhan'da da böyledir.
Bir kimse, karısına :
-<Eğer bu güjı eve girmezsem; işte sen üç talâk boş ol.» der; bir gün
geçtikten sonra ölür; eve girip girmediği de bilinmezse; bu kadına, ölüm iddeti
gerekir; hayız id-deti gerekmez. Mebsûtta da böyledir.
Evli olan bir sabi
(=çocuk) ölür ve ölümünden sonra da karısının hâmile olduğu anlaşılırsa; bu
kadın dört ay on gün iddet bekler.- Şayet koca, kadın hâmile iken ölürse; kadın
istihsânen, doğum yapana kadar iddet bekler. Her iki halde de, çocuk ölen sabiye
nisbet edilmez. Nesebi sabit olmaz. Hidâye'de de böyledir.
Bu kadının, sabinin
öldüğü gün hâmile olduğu, ancak sabinin öldüğü günden itibaren, altı aydan
noksan bir zaman içinde doğum yapması hâlinde bilinir. Ölümünden sonra hâmile
olduğu da, ancak, Ölümden altı aydan fazla bir müddetten sonra doğum yapması
hâlinde bilinir. CâmiuVSağîr'de de böyledir.
înnîn bir kimse,
karısı hâmile olduğu halde ölür; veya kadinın hamileliği, bu kocanın ölümünden
sonra, meydana çıkarsa; bu kadının iddeti doğum yapana kadardır. Zekeri kesik
kimseye gelince; bu şahıs, karısı hamile iken ölür veya hamileliği ölümünden
sonra meydana çıkarsa; bu hususta iki rivayetten birisi: Bu şahıs, nesebin
sübûtünde ve iddetin oğumla son bulmasında, normal kimse gibidir. İkinci
rivayette ise, o şahıs, sabi gibidir. Ccvheretüjı-Neyyire'de ide böyledir.
Evli olan bir deli
ölse; kadının iddet beklemesi ve çocuğun nesebi hükmünde sıhhatli olan adam
gibidir. Bahru'r-Râik'fa da böyledir.
Bir kimse, karısını
boşadıktan sonra ölse; eğer talâk: ric'i ise, iddet ölüm iddetine dönüşür... t
s ter sağlam iken, ister hasta iken boşasın, müsavidir. Boşama iddeti, yıkılmış
olur. Talâk bâin veya üç talâk olursa yine böyledir.
Kocanın sıhhati
halinde yapmış olduğu boşama sebebiyle, eğer kadın vâris olamıyor ise; iddet
ölüm iddetine çevrilmez.
Eğer hasta iken
yaptığı boşama sebebiyle, kadın vâris olur; sonra da, iddet bitmeden adam ölürse;
kadın, hem vâris olur, hem de dört ay on gün iddet bekler. Bu müdetin içine, üç
hayız dahildir.
Eğer kadın Ölüm iddeti
içinde, üç hay/.ı Lamanı edemezse; hurdan sonra tamamlar. Bu, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.) ve İmâm Mu-hamnıed (R.A.)'in kavlidir. Bedâi'de de böyledir. Bir mürted,
irti-dâdi halinde öldürülüp; karısı, ona vâris olsa; kadının iddeti, iki
müddetten en uzunudur. Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'e göre böyledir.
Bir ÜTîim-ü veledin
kocası Ölse, veya unu a/âd cLse; bu kadının, iddeti üçhayızdır.Bu, iddet
bekleyen olmadığı ve nikâh altında bulunmadığı zamandır. Bu kadına, iddet
müddetinde, nafaka da yoktur.
Eğer, hayız görmeyen
biriyse iddeti üç aydır.
Eğer, Ölen adam, bir
cariyenin veya müdebberenin kocası olursa, yahut kocası onu azâd etmiş olursa,
kadına bir şey lâzım elmaz. CYâni iddet gerekmez). Sirâcül-Vehhâc'da da böyledir.
Bir kimse, üram-ü
veledini nikahladıktan sonra ölse; o kadın kocasının nikâhı altında veya
kocasından talâk iddeti bekliyor olsa; efendisinin ölümü sebebiyle, Ölüm
iddeti "yokdur. Eğer efendisi, önce azâd eder; sonra boşarsa; bu kadın hür
kadınlar gibi iddet bekler.
Bir koca, câriye olan
karısını önce boşar sonrada onu efendisi azad ederse; eğer talâk ric'î olursa;
bu kadının iddeti hür kadınların iddetine çevrilir. Eğer, ta1 âk bâin ise,
çevrilmez.
Cariyenin iddeii son
bulduktan sonra, efendisi ölürse kadına ölüm
sebebiyle üç hayız iddet gerekir.
Eğer hem efendisi, hem
de kocası ölür ve kocasının önce Öldüğünü bilir ve ikisinin ölümü arasında iki
ay beş günden fazla müddet olduğunu da bilirse; bu durumda, o kadın iki ay beş gün iddet bekler. Bu
idet, cariyenin kocasının ölüm iddetidir.
Eğer efendisi ölürse;
iddet üç hayızdır.
Şayet, ikisinin ölümü
arasında iki ay beş günden az bir mütl-dei varsa; yine, câriye, iki ay beş gün
iddel bekler. Bu, kocasının ölüm iddetidir. Efendisi Ölünce,üzerine bir şey
terettüp eylemez. JBedâi'dc de böyledir.
Bir iimm-ii veledin
kocası ve eieudisi ölür; hangisininde önce öldüğü bilinmez; ölümlerinin
arasında da, iki ay beş günden az bir müddet olursa; ihtiyaten, bu kadın, dört
ay on gün iddet bekler.
Bu durumda, hayza
itibar edilmez. İkisinin ölümleri arasında, iki ay beş gün .veya daha fazla
müddet bulunduğu, bilinirse ozanın, kadının iddeti, dört ay on gündür. Bu,
müddet içinde de, üc hayzi tekmil eder.
Şayet, hangisinin önce
öldüğünü aralarında ne kadar müddet bulunduğunu bilemiyorsa; İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.) 'ye göre dön ay on gün iddet bekler. Bu müddet içinde, hayız iddeli
yoktur;, İroâmeyn'e göre, bu müddet içinde üç hayzi tekmil eder.
Kocası, onu rie'î
talâk ile boşamışsa; kocasından, ona miras yoklııi". Mebsût'ta da
böyledir.
EdebuI-Kâdî Kitabından
:
Bu- koca, hayız
görmeyen,'küçük karısını boşarsa; daha Önce bü kadına cima' etmiş olur; karısı
ise, kendinin misli cima' yapılan birisi olursa; bu kadının iddeti, üç aydır.
Ebû Ali en-Nesefî
şöyle buyurmuştur :
'Bu, kadın, mürahika
olmadığı zaman böyledir.'
Eğer mürâhıka olursa,
Ebû'I-Fazl: «Bunun iddeti, üç ayla sona ermez; belki de, yapjJan eima'dau
hamile olup olmadığının meydana çıkması için, bir müddet beklenir.» demiştir.
Timurtâşî'de de böyledir.
Bir kimse, küçük olan
karısını, boşadıktan sonra; üç ay dolmaya bir gün kalınca, kadın hayız görse;
üç hayız beklemedikçe, iddeti tamamlanmış olmaz.
Bir kimse, karısını
rie'ı talâkla boşar; kadın, üç havı/. müddeti iddet bekler ve iddeti bitmeye
bir tek gün kalınca kocası ölürse; o kadın, yeniden dür ay on gün daha iddet
bekler. Gâyetü'l-Beyân'da da böyledir.
Boşanan bir kadın, bir
veya iki hayız gördükten soma, hay/ı kesilse; yeniden üç ay iddet bekler.
Fetâvâyi Kâdîhâıı'da da böyledir.
Bir kimse, nikahı
altında bulunan bir cariyeyi ricı talâkla boşadığı zaman, onu efendiside azâd
eylese; iddeti hür kadınların iddetine çevrilir.
Eğer hayız görmeyen
bir kadınsa; üç ay iddet bekler. Şâyel hiiyız görüyorsa; üç hayız iddet bekler.
Fakat, kocası onu,
hâin talakla veya üç talakla boşar yahut koca ölür; sonra da o kadın iddeti
içinde azâd edilirse; iddeti, hürlerin iddetine çevrilmez. Ya iki hayız, veya
birbuçuk ay iddet bekler. Öîüm için de, iki ay beş gün iddet bekler. Haline
göre, iddet bekler. Gâyetü'l-Beyân'da da böyledir.
Yaşı küçük bir câriye,
cima'dan sonra boşansa, onun iddeti, bir buçuk aydır. İddeti biteceği sırada,
bulûğa erişip hayız göıse; iddeti hayız iddetine intikâl eder ve iki hayız
iddet bekler. Bu İddeti biterken de azâd edilse iddeti üç bayı/, olur. Bu
iddeti biterken ise, kocası ölse; dört ay on gün iddet lâzım olur. Itâbîyye'de
de böyledir.
ffi Talâk ( = boşama)
iddetiniıı başlangıcı, boşamanın hemen arkasından başlar.
Ölüm iddetinin
başlangıcı da, ölümün akabiclir. Eğer kadın boşandığını veya kocasının öldüğünü
bilmiyorsa ve iddet müddeti de geçmişse; bu kadının iddeti sona ermiş olur.
Hidâye'dc de böyledir.
Fâsid nikâhda iddet,
ayrılığın akabinde veya cima' edicinin cimaVııu terk etmeye azmettiği /amanda
başlar. Hidâye'de de böyledir.
Bir kimse, daha önce
karısını boşadığını, ikrar eder; kadın da, onu doğrular veya yalanlar yahut:
«Ben bilmiyorum» derse; bu durumda, iddet, adamın ikrar eylediği zamandan
itibaren başlar. Muhtar olan budur. Kitab'da İmâm Muhammed CR.A.) : «İddet,
talâk vaktmdan itibarendir.» buyurmuşur.
Yalnız, müteahhirîn,
iddetin ikrar vaktmdan iibâren olduğunu, ihiyar etmişlerdir. Hattâ, o adam
için, boşadiğı kadının kız kardeşini nikahlaması,—talâkını sakladığından
dolayı—, helâl olmaz. Fakat, bu kadının nafakasını ve oturacağı evi temin,
kocanın üzerine vâcib olmaz. Fetâvâyi Sugra'da da böyledir.
Bir kimse, beraberinde
duran karısını, üç talâk boşasa; eğer, talâkı ikrar etmişse iddet sona erer.
İnkâr ederse, iddet, ikrar vaktinden itibar olunur. İkisini de böyle işten
kaçındırmak için, bu böyle olur. Muhtar olan kavil de budur. İtabiyye'de de
böyledir.
Bir kimse, karısını üç
talâk boşayıp, bunu halktan sakla-sa; bunun üzerine kadında, iki defa hayız
görse ve kocası kadına cima' etse; kadın hâmile kaldıktan sonra; boşadığını
ikrar edip söylese; hamileliği boyunca; nafakasını vermesi gerekir. Çünkü, onun
iddeti, hamlini vaz edince sona erecektir, Fetâvâyi Kübrâ'da da böyledir.
Bir kimse cima'
eylediği karısına : «Her hayız olup ve icmizlendikçe, artık, sen boşsun.» dese,
kadın da üç defa hayız olsa; iddet, önceki talâk vaktinden itibârendir.
Fetâvâyi Kâdihftn'da da böyledir.
Bir kimse karısını
boşadıktan sonra; bunu inkâr karısı da, taîâkı isbât eder; hâkim de, aralarının
tefrikine hükmederse, gerçekten iddet, hüküm vaktinden değil, talâk vaktinden
itibârendir. Hulâsa'da da böyledir.
Bir cinsten veya iki
cinsten olan, iki iddet, bize göre, bir müdette sona erer.
Birincinin şekli:
Boşanmış kadın, bir defa hayız olur; sonra başka bir kocaya varır; ikinci koca,
ona cima' yapar ve araları açılır; bu ayrılıktan sonra, iki hayız daha görürse;
birinci kocasından iddeti sona erdiği için, ikinci kocasına nikâhlanabilir;
ayrılıklan itibaren üç hayız görene kadar, başka birine nikâhlc.namaz. Çünkü,
başkaları hakkında, ikincinin iddeû duruyor demektir.
Eğer, önceki talâk
ric'î talâk ise; birinci kocası, ikinciden ayrıldıktan sonra iki hayız
görmeden, tekrar o kadına müracaat edebilir.
Eğer ikinciden
ayrıldıktan sonra, üç hayız görürse, iki iddette sona ermiş olur.
İkinci şekil: Kocası
ölen kadın şüphe ile cima' yapılırsa; birîn-. ci idd&t, dört ay on gün
sonra sona erer. İkinci iddet ise, üç hayız görünce tamam olur. Fetâvâyi
Kâdîhan'da da böyledir.
Bir kimse, karısını
bâin bir talâk veya iki talâk boşadıktan sonra, haram olduğunu ikrar ederek, o
kadına cima' ederse; kadına, yeniden iddet beklemek gerekir. Böylece iddetler
birbirinin içine girerler. Birinci cima'nin iddeti sona erince ikincinin İddeti
vardır. İkincininki, sona erince de, üçüncünün iddeti bâkika-hr. Hattâ, bu hal
üzre, kadını boşasa talâk vâki olmaz.
Artık, aslolan:
Boşandıktan sonra, iddet bekleyen kadına, talâk lâhık olur. ( = yetişir.)
Cima'dan sonra iddet bekleyene talâk ulaşmaz.
Fakat, üç taîâk ile
boşanan kadına kocası haramlığım bile bile iddeti içinde cima' eder ve haram
olduğunu da ikrar ederse; iddet yeniden başlamaz; devam eder. Fakat, erkekde,
kadın da recm edilirler.
Keza, kadın : «Ben,
haram olduğunu bildim.» der; kendinde de ihsan şartları bulunursa, recm
olunurlar.
Şayet, şüphe iddia
eder ve: «Ben, helâl olduğunu sandım.» derse; her cima'nin iddeti yeniden
başlar ve bir birinin içine girer. Bu takdirde, kadın nafakaya hak sahibi
olamaz. Bu söyleediğimiz, talâkı ikrar ederek, cima' eden içindir.
Fakat, talâkı inkâr
ederse; işte o, iddete yeniden başlar. Ze-hıyre'de de böyledir.
Bir kimse, karısını,
üç talâk boşasa; bu kadını, obanda, bir başkası nikâhlasa ve cima' yapsa; sonra
bunların araları tefrik edilip ayrüsalar; kadın, her ikisi için de, üç hayız
iddet bekler. Nafakası da, oturacağı evde, önceki kocasına âiddir. Fetâvâyi
Kâdîhan'da da böyledir.
Bir kadın, Ölüm
iddetinde, kocaya gider; ikinci kocasıda ona cima' ettikten sonra; araları
ayırt edilirse; kadın, önceki kocadan geride kalan iddetini dört ay on güne
tamamlar. Üç hayız da, ikinci kocasından bekler. İkinci kocadan ayrıldıktan
sonraki hayız günleri, ölüm iddetinden sayılır Mî'râcü'd-Dirâye'de de böyledir.
Bir. kimse, mal veya
başka bir şey karşılığı, karısını bo-şar; sonra da, iddeti içinde, aynı kadına
cima' eder; bunu da, haram olduğunu bile bile yaparsa; her cima'nın iddeti
yeniden başlar. Ve iddetîer iç içe girerler. Bu hususta kadına nafaka yoktur.
Kerderî'nin VecÎ2İî'nde de böyledir.
Ehl-i kitap olan bir
kadın, bir müslümanın nikâhı altında olursa; bu kadın hür ise; müslüman hür
kadın gibidir. Câriye ise; câriye gibidir.
Eğer, zimmînin nikâhı
altında olursa; kocası ölünce, bu kadına iddet bekleme yoktur. İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre, dinlerinin ayrı olması halinde de bir fark yokdur. İmâmeyn'e
göre, bu kadına, iddet bekleme vardır. Sirâcü'I-Vehhâc'da da bövledir. [29]
Kocasından ayrılmış
(=boşanmış veya kocası ölmüş) kadın, bâliğa, müslüman olduğu zaman iddeti
içinde yas tutar. Kâfî'-de de böyledir.
Iİıdâd : Güzel koku
sürünmek, yağlanmak, sürmelenmek, kına yakınmak saç boyalamak, güzel, sarı ve
kırmızı elbise giymek (za'feran ile boyanmış elbise giymek yıkanmış olursa
müstesna) ince keten ve ipek elbise giymek, gerdanlık, bilezik gibi takılar
takınmak, süslenmek ve taranmak gibi şeylerden kaçınmaktır. Tatarhâniyye'de de
böyledir.
Şerasü'l-Eimme : «Bu
söylenen elbiselerden murad, taze ve süslü olanlarıdır. Fakat eğer eski olur
da, onlarla süslenilmez ise, onları giymede bir sakınca yoktur.» demiştir.
Muhıyt'te de böyledir.
Tarağın, seyrek dişli
tarafı ile taranmasında bir ebis yoktur. Sık dişli tarafıyla taranmak
mekruhtur. Çünkü, bu ziynet olur. Fetâvâyi Kâdîhan'da da böyledir.
Ancak bu kaçınma,
serbest haldeyken olur. Şayet zaruret halinde olursa o zaman bir beis olmaz.
Başından şikâyeti olan
veya gözü ağrıyan kadının, başını yağlayıp gözüne sürme çekmesinde sakınca
yoktur. Fakat bununla ziynet kasbedilmeyecektir. Kâfî'de. de böyledir.
Şayet, başım
yağlanmayı âdet edinmiş ve bunu terk edince, başının ağrıyacağından korkarsa,
bu durumda da yağlamasında bir beis yoktur. Muhıyt'te de böyledir.
İpek elbise giyinemez.
Çünkü onda ziynet vardır. Zaruret hâli müstesnadır. Aşı üe boyanmış elbise
giymesi de, helâl olmaz. Siyah boya ile boyanmış elbise giymekde bir beis
yoktur. Tebyîn'-de de böyledir.
Kadm fakir olur ve
boyalı tek bir kat elbisesinden başka giyeceği olmazsa, zarurete binâen, onu
giymesinde sakınca yoktur. Bunuda ziynet kasdiyle giymemelidir. Tahâvî
Şerhi'nde de böyledir.
Yas tutmak, küçüğe,
deliye, yaşlıya, kitab ehline, fâsid nikahdan iddet bekleyene, ric'î talâkla
boşanan kadına icab eylemez. Bu bize göre bönledir. Bedâi'de de böyledir.
iddet beklerken irndâd
eden bir kadın, eğer tekrar müslüman olursa; iddetinin kalan günlerinde yas
tutar. Cevheretü'n-Neyyire'de de *'Valedir.
Nikâhlı olan Câriye,
kocası Ölür veya bâin talâkla kendisini boşarsa, yas tutar. Müdebbire, ümm-ü
veled, mükâtebe, müstes'-ât'da bu durumlarda yas tutarlar.
Efendisinin ölümünde
veya kendisini azâd etmesi hâlinde, ümm-ü veled yas tutmaz. Şüphe ile cima'
olunmuş kadın da yas tutmaz. Fethu'l-Kâdîr'de de böyledir.
Kocası ölen veya
boşanan kadm, iddet beklerken, bir yabancının açıktan açığa, onunla evlenme
talebinde bulunması caiz olmaz. Bedâi'de de böyledir.
k MJda boşanan kadına,
kapalı söz söylemek de, bü-icmâ nıemnuaur. Bize göre, bâin talâkla boşanana da
memnudur. Kapah söz, yalnız kocası ölen kadına mahsusdur. Gâyetü's-Sürûcf-
de de böyledir.
(=kapah sözlün şekli: Kadına: «Ben evlenmek
istiyorum.» veya «Şu şekilde olan, kadını seviyorum.» der ve ayin kadmın
şeklini söyler; veya «Sen, ne iyisin; ne güzelsin.» «Sana hayranım.» «Senin
gibisi yoktur.»; «Allahu Teâlâdan, seninle benim aramı birleştirmesini rica
ediyorum; eğer AHah takdir eyledi ise, o olur...» gibi sözler söylemekdir.
Sirâcül-Vehhâc'da da böyledir.
Kadın, sahili
nilcshdan iddet bekliyen, hür, boşanmış, bâ-liğa, akıllı, müslüman hâli de
serbest ise; bu kadın, gece ve gündüz dışarı çıkmaz. Talâk ister üç, ister
bâin, isterse ric'î olsun müsavidir. Bedâli'de de "böyledir.
Kocası ölmüş olan
kadm, gündüzleri ve bâzan de geceleri dışarı çıkabilir. Evinden başka yerde
de, geceleyebilir. Hidâ-ye'de de böyledir.
Fâsid nikâhla nikâhlı
kadm, iddet beklerken kocasının yasakladığı hariç, dışarı çıkar. Bedâfde de
böyledir.
iddet bekleyen kadın,
câriye ise, efendisine hizmet için dışarı çıkar. İddetin, ölüm, hulû', boşama
için olması da farket-mez. Talâkm, bâin veya ric'î olması da müsavidir.
Eğer, iddeti içinde
azâd edilirse, geri kalan günlerini, hür kadınlar gibi bekler.
Kudûrî'de:«Eğer, o cariyeyi, efendisi çıkarmak istemezse; oda çıkmaz.
Efendisinin çıkarması müstesnadır. Mü-debbere, ümm-ü veled mükâtebe, dışarı
çıkmada câriye gibidirler.» denilmiştir; Muhıyt'te de böyledir.
Müstes'ât, İmâm Ebû
Hanîüe (R.A.)'ye göre; mükâtebe gibidir.
Ehl-i kitaba gelince,
kocasının izniyle dışarı çıkması helâl olur. Başkasının izniyle çıkamaz. Talâk,
ister ric'î; ister bâin; ister üç talâk olsun, müsavidir. Ölüm iddetinde de
böyledir. Evinin haricinde başka bir yerde de geceleyebilir. Mebsûtta da
böyledir.
Bu kadın, iddeti
içinde müslüman olursa; geride kalan günlerini hür müslüman kadın gibi geçirir.
Kocasının da, başkasının da izniyle dışarı çıkmaz.
Sabiyeye gelince, eğer
talâk ric'î ise, kocasının izniyle dışarı çıkabilir. Başkasının izniyle
çıkamaz. Talâk, bâin ise, kocasının izni olsa da olmasa da çıkabilir.
Ancak mürahaka ise, o
takdirde, kocasının izni olmaksızın dışarı çıkamaz. Muhıyt'te de böyledir.
Efendisi, ümm-ü veledi
azâd ederse, o dışan çıkabilir. Mecnûn ve bunak olan kadın da kitabiye gibidir.
Gâyetü's-Sürûcî'-de de böyledir.
Mecûsî olan bir
kadının kocası, sonradan müslüman olsa, kadm ise, İslâm'dan kaçınsa ve araları
açılsa, kocası ona dahil olmuşsa iddet gerekir. Kadın dışarı çıkabilir.
Yalnız, kocası isterse onu, suyunu korumak için, men edebilir. Kadından kocesı
böyle bir istekde bulunursa kadm onu kabul eder.
Müslüman bir kadın,
kocasının oğlunu öpse ve kocasıyla araları ayrılsa; bu cima'dan sonra olmuşsa,
kadına iddet lâzım olur. Ve kadının evinden çıkmaması îcâbeder. Bedâi'de de
böyledir.
Bir kadın, iddet
nafakası şartı ile kocasından boşansa ve nafaka temini için dışarı çıkma
ihtiyacı bulunsa; bu hususta, bazı âlimler : «Ölen k anın karısı çıkar.»
dediler. Bâzıları da : «Çıkma hakkı yoktur.» dediler. Muhtar olan da budur.
Fetâvâyi Kâdî-hân'da da böyledir.
En doğrusu da budur. Serâhsî'nin Muhiytı'nde de böyledir.
İddet bekleyen kadın,
Ölüm veya ayrılığın vuku bulduğu ve kendine izafe edilen evde, iddetini bekler.
Kâfî'de de böyledir.
Kadın, ehli iyâlini
ziyaret ediyor olsa veya evinden hariç bir evde bulunsa; boşama zamanı, kocası
emrederek, zaman geçmeden evine dönmesini ister. Ölüm iddetinde de böyledir.
Gâyetü'l-Beyân'-de de böyledir,
Kadın, ölüm iddetinde
evinden çıkmaya mecbur kalırsa; (evin yıkılmasından veya malının zayi
olmasından korkması veya evin icâr'i olup icarını Ödeme gücünün olmaması
gibi...) bu takdirde, evden çıkmasında bir beis yokdur. Eğer, icar vermeye
gücü yeterse, çıkmaz. Eğer, ev kocasının olur ve kocası da Ölmüş bulunursa;
kadın, o evde, kendi hissesinde oturur. Eğer, kendine, otıv masına yetecek bir
hisse, isabet ederse, ve mahremi olmayan vârislerinden kendisini setredecek
halde olursa, öyle yapar, (aynı evde oturur). Hidâye'de de böyledir,
Eğer diğer vârisüerin
haklarında ücretle oturuyor ve ücret vermeye de, gücü yetiyorsa, yine orada
oturur. Başka yere nakletmez. Mecmâu'l-Bahreyn'de de böyledir.
Özründen dolayı
nakleydiği zaman, nakleylediği ev, «ondan çıkması haram dan ev» menzilinde
olur. Bedâi'de de böyledir.
Kadın köyde duruyor ve
bir korkuyla karşılaşıyorsa; şehre gitmesine, genişlik vardır. Mebsût'ta dr:
böyledir.
İddet bekleyen bir
kadın, yalnız başına bir evde duruyor; hırsızdan ve komşularından korkmuyor;
ancak, orada gecelemekten korkuyorsa ve korkusu fazla değilse, o yerden
nakleylemez. Eğer, fazla korkuyorsa, nakletme hakkı vardır. Fetâvâyi
Kârîîhan'-da da böyledeir.
İçinde iddet beklenen
ev yıkılırsa; ölüm ve bâin talâk id-deti hakkında, yer seçmede tedbir lâzımdır.
Bu işi, koca gaip ise, kadın yapar. Boşamalarda, koca hazırsa, koca yapar.
Muhıyt'te de beyledir.
Bir kimse, karısını,
üç talâk veya bâin bir talâk boşasa; tek bir odadan başka da evi olmasa; halvet
vâki olmaması için, aralarına bir perde çekmeleri uygun olur.
Koca, fâsık olduğu
için, kadın, ondan korkarsa, oradan çıkıp, başka yerde oturur.
Ancak, kocanın çıkıp,
o evi karısına terk etmesi daha ev'â el ur.
Şayet hâkim, hür ve
güvenilir bir kadım, o kadınla berber bırakırsa; bu en iyisidir. Muhıyt'te de
böyledir.
Bir adam karısını
bâdiyede boşasa, kadın kccası ile bir çadırda duruyor olsa, kocası et ve su
için başka yere gitmek istese, kadımda nakledebilir mi? Bakılır eğer o yerde
kalmasında kadının nefsine ve malına zarar gelecekse kocası onuda nakleder
değilse orda bırakır. (Zehîrei
İddet bekleyen kadın,
yolculuğa çıkamaz. "Hacca gidemez. Kocasıyla da gidemez. Bize göre,
böyledir.
Beraber yolculuğa
çıksalar bile, kocası ric'at istemedikçe, ric'at etmiş olmaz. Fetâvâyi
Kâdîbân'da da böyledir.
İddet beküyen bir
kadın, evin salonuna ve balkonuna çıkar ve evin içinde istediği yerde yatar.
Ancak, aynı yerde başkası da oturuyorsa; onun menziline çıkamaz.
Kan—koca yolculuğa
çıktıktan sonra, adam, karısını bâin talâkla veya üç talâkla boşasa; yahut,
koca Ölse, kadının maksadı, az bir yolcultfksa; dilerse devam eder; dilerse,
geri döner. Bu hal, ister şehirde; ister, şehrin dışında olsun değişmez.
Yanında mahremi bulunsun veya bulunmasın, yalnız dönmesi evlâdır. Çünkü, iddet kocanın evinde
olacaktır.
Her kişi de,
yolculukda olur ve sahra da bulunurlarsa; dilerse kadın, mahremli veya
mahremsiz, geri döner; dilerse, devam eder. Dönmesi evlâdır.
Eğer, şehirde iseler,
kadın mahremsiz çıkmaz. İmâm Ebû Ha-nîfe (R.A.)'ye göre mahremi varsa,
böyledir. İmâmeyn'e göre, çıkar.
Bu kavil, İmâm-ı
A'zam'ın önceki kavildir. İkinci kavli ise daha açıktır.
Talâk, ric'î ise,
kadın, kocasına tâbi olur ve ondan ayrılmaz. Kâfî'de de böyledir. [30]
Âlimlerimiz, nesebin
şu üç mertebede, sübûta ereceğini ( = açiğa çıkıp, sabit olacağujı beyan
etmişlerdir:)
Birinci: Sahih nikâh
ve c mânada olan fasih nikâh. Bunda hüküm : Dı'vesiz[31]
nesebin sabit olmasıdır. Sadece, nefyedip, kabul etmemekle, tart edilmez.
Ancak, liân sebebiyle tart edilir. Karı— koca arasında lânetleşme olduysa;
senep nefyedilir. LâneÜeşme olmadıysa nesep reddedilmez. Muhıyt'te de böyledir.
İkincisi: Ümm-ü veled.
Bunda hüküm : Nesebin dı'vesiz- sabit olmasıdır. Bu, yalnız nefy sebebiyle,
reddedilir. Zahîriyye'de de böyledir.
Nihâye'de şöyle
zikredümişitr: Hâkim çocuğun reddine hüküm vermez veya aradan uzun müddet
geçmezse, koca nefy etme hakkına sahip olur. Fakat, hâkim hükmeder veya aradan
uzun süre geçerse; çocuk, kocaya ilzam edilir Tebyİn'de de böyledir.
Âlimler : «Ancak,
ümm-ü veledin çocuğu dı'vesiz olarak sâ-hit olur. Ancak, bunun efendisine helâl
olması ve onun da buna cima, etmesi gerekir. Fakat, helâl olmadığı zaman,
dı'vesiz olarak nesep sabit olmaz.
Ümm-ü veledi, efendisi
mükâtebe eyler veya câriye iki kişi arasında ortak bulunur ve onların birinden
çocuk doğurursa; bu durumlarda dı'vesiz, nesep sabit olmaz ( — Asıl baba
meydana çıkmaz.) Zahûiyye'de de
fcöyledir
Keza, cariyesine,
babasının veya oğlunun cima'sı sebebiyle; veya kendisinin, o cariyenin anasına
veya kızma cima'sı sebebiyle; bu cariyeye, cima' yapması haram ise, dı'vesiz
olarak, o cariyenin doğurduğunun nesebi sâbitolmaz. ( = Ash, belli olmaz.)
Ih-tiyâr'da da bejdedir.
Üçüncüsü : Câriye :
Bize göre, cariyenin doğurduğu çocuğun nesebi, dı'vesiz olarak belli olmaz.
Zâhîriyye'de de böyledir.
Müdebbirenin hükmü,
cariyenin hükmü gibidir. Efendisinin dı'vesi* olmaksızın, doğurduğu çocuğun
nesebi belli olmaz. Nihâye'de de böyledir.
Bir kimse, cariyesine,
azil yapmaksızın cima' ederse, o cariyenin doğurduğunu reddetmesi, o adama
helâl olmaz. Gerçek durum, Allahu Teâlâ ile kendisi arasındadır. O adamın,
çocuğu itiraf etmesi lâzımdır. Eğer, azil yaparsa; reddi caiz olur. İhtiyaride
d;j böyledir.
Bir kimse, bir kadın
nikâhlar; o kadın da, nikâhdan sonra, altı ay geçmedan, bir çocuk doğurursa;
bu çocuğun nesebi (=ash) belli olmaz.
Eğer, altı ay veya
daha fazla bir müddet geçtikten sonra doğurursa, kocası sussa da, itiraf etse
de, çocuğun nesebi; ondan olarak sabit dur. Eğer, koca doğumu inkâr ederse; tek
bir kadının, doğuma şahit olması kâfi, gelir. Hidaye'de de böyledir.
Bir kadın, doğurduğu
çocuğun birini, nikâh vaktinden itibaren altı aydan birgün noksan, diğerini
de, bir gün sonra doğurursa, o iki çocuğun aslı belli olmaz. Itâbiyye'de de
böyledir.
Burda aslolan: Bir
kadın ki, ona iddet gerekmez; bu kadının çocuğunun nesebi, kocasından sabit
olmaz. Ancak, koca kendinden olduğunu yakînen bilirse, o müstesnadır. Kadın,
altı aydan daha kısa bir müddette oğursa bile, bu böyledir. .__ Bir kadın ki,
iddet ona vâcib olur; işte o kadıma, doğurduğu çocuğun, kocasından olduğu sabit
olur. Ancak, koca yakinen bilirse ki, bu çocuk, kendinden değildir; o
müstesnadır. Boşanmış bir kadının, iki yıldan sonra, doğurması gibi...
İşte, bu böyle olunca
biz deriz ki : «Bir adam, ona cima' eylemeden önce, karısını boşasa; sonra da
o kadın talâk vaktinden sonra, altı aydan Önce, doğum yaparsa; neseb sabit
olur. Altı ay veya daha fazla bir müddetten sonra oğum yaparsa; nesep sabit
olmaz.
Bir kimse, yabancı bîr
kadına; «Seni, nikahladığım zaman , işte, sen boşsun.» O kadını nikâhlasa;
talâk vâki olur.
Sonra, bu kadın altı
ay tamam olunca, bîr çocuk doğurursa, ıesep sabit olur. Şayet, nikâh vaktinden
itibaren altı aydan az bir mamanda, doğum yaparsa; nesep sabit olmaz.
Cima'dan sonra boşamış
olursa; iki seneye kadar yapılan dorum, nesebi belli olur. Ve doğumla iddet
biter.
Eğer, iki seneden
sonra doğum yapar .ve taJâk da rıc'i olursa; /ire nesep 'sabit ulur. Koca o
kadına müraacat edebilir.
!"ğer, talak bâin
ise, koca di've etmedikçe sabit olmaz.
Eğer koca, dı've
ederse; nesebin sabit olması kadının tasdik edip etmemesine ihtiyaç varandır?
Burada iki rivayet
vardır. Rivayetin birinde. Buna ihtiyaç yoktur, denilmiştir. Bu, karısını
boşadığı vakit, duhûlden önce veya sonra, kocanın ölmesi ve karısının da,
kocanın ölümünden sonra, iki seneye kadar doğum yapması hâlidir Bu durumda
çocuğun, o adamdan olduğu, sabit olur.
Çocuk, ölüm vaktinden
sonra, iki senden ziyâde bir zamanda, doğursa; neseb sabit olmaz. Bunun tamamı,
birbirine yaklaşmadıkları, ve kadının büyük olduğu vakittedir. Bu durumda,
kadın hayız gören bir kadın oîsun veya olmasın müsavidir.
Fakat, kadın küçük
olur. kocası da onu boşar, bu cima' yapmadan önce olur; kadın da talâk
vaktinden itibaren, altı aydan az bir müddette çocuk getirirse; nesep sabit
olur.
Eğer, altı aydan fazla
bir müddette, çocuk getirirse; nesep sabit olmaz. Cinıa'dan sonra, boşadığı
takdirde, kadm hamile olduğu-, nu iddia eder; talâk da, ric'i olursa; yirmi
yedi aya kadar, neseb sabit olur.
Talâk bâin olursa; iki
seneye kadar neseb sabit olur.
Kadının, iddetinin
sona erdiğini ikrar eder; sonra da bir çocuk getirişe; bu da ikrar vaktinden
itibaren, altı aydan az zamanda o-Lursa; neseb sabit olur. Bu müddetten
fazlada, olursa; neseb sabit olmaz.
Şayet, dı've etme/, ve
susarsa; imam Ebü Hanife (R.A.) ve İmam Muhammed (R.A.)'e göre susması ikrar
yerinde olur. İmam Ebü Yusuf (R.A.)'a göre İse, gebelik divesi gibi olur.
Tahâvî Şerhi'nde 'le böyledir..
Ka.dm ölüm iddetinde
«Ben hamile. değilim.» der; bir gün sonra da.«
Ben hamileyim.» derse kadının
sözü geçerlidir.
Eğer, dört ay on gün
sonra : «Ben hâmile değilim» der sonra da:« Ben hamileyim." derse; sözü
kabul edilmez. Ancak, kocasının ölümünden sonra, altı aydan az bir zamanda, bir
çocuk getirirse; bu sözü kabul edilir. İddetinı bitti, sözü batıl olur.. Fetâvayi
Kadi-han'da da böyledir.
Kocası vefat eden
küçük bir kadın, hâmile olduğunu söylerse, o, büyük kadın gibidir. İki seneye
kadar, doğuracağı çocuğun nesebi sahilidir. Çünkü, kadının sözü mutaberdir.
Eğer, dört ay ongun
sonra, iddetinin bittiğini ikrar eder, sonrada altı aydan fazla geçtiği halde
doğum yaparsa; nesebi sabit olmaz, ve eğer hâmile olduğunu iddia etmez;
iddetinin sona erdiğinde ikrar etmese, İmam Ebü Hanİfe CR.A.) ve İmam Muhammed
(R.A.)'e göre on ay on günden aşağıda doğum yaparsa; neseb sabit olur. değilse
olmaz. Tebyin'dede böyledir.
Kocasından ayrılmış
olan bir kadın, - birini iki seneden az zamanda; diğerini, iki senden çok
zamanda; - iki çocuk doğursa; bu iki doğumun arasında da bir gün olsa, İmam Ebü
Hanife (R.A.) İmam Ebü Yusuf (R.A.)'a göre, çocukların nesebi sabit olur.
Za-hiriyye'de de böyledir.
Çocuğun bir kısmı, iki
seneden az müddete; kalan kismı-da iki yıldan fazla müddet içinde çıksa; iki
seneden az müddette çıkan kısmın bedenin yarısı ise, neseb sabit olur. Ayak
tarafından çıkınca bedenin çocuğu ise, neseb sabit olur. Bunu, İmam Muhammed
(R.A.) söylemiştir. Fethu'l- Kadir'de de
böyledir.
İddet bekleyen kadın,
bâin talâkla boşanmış veya kocası ü.müş bir kadın olur ve ik" seneye
kadar, bir çocuk getirir; kadının kocası veya ölünün veresesi, doğumu inkâr
ederler; kadın da bunu iddia eder; kocası hamli ikrar etmez ve hamil de belli
olmazsa neseb sabit olmaz. Ancek, iki şahidin şehâdetiyle veya .bir erkek iki.
kadının şehâdetiyle nese'b sabit olabilir. Bu, İmam 'Ebü Hanife (R.A.)'nın
kavilidir. Eğer, koca hamli ikrar eder veya hami açık olursa; bu durumda,
doğurmada, kadının sözü, muteberdir. Ebe kadın, şahit olmasa bile, İmam Ebü
Hanife (R.AJ'nın kaviline gö eğer iddet
bekleyen kadın, ric'i talâkla boşanmış bir kadın ise, onun sözü muteberdir.
Bedâi'de de böyledir.
Şayet, koca, bunun
gayrisini söylerse; sözü kabul edilmez Vârisler, ölüm iddeti bekleyen kadını
tasdik ederse; doğan çocuk onlara göre ölenin çocuğudur ve o da vârisdir. Bu,
irs hakkında açıktır. Çünkü, o hâlis veresidir. Kâfî'de de böyledir.
Bir kimse, iddet
bekieyen bir kadım nikâhlar; kadın da kendisini boşar veya ölen adamın
vefamndan sonra, iki seneden az müddet içinden, veya ikinci kocaya nikâh
oluğundan itibaren altı eiydan az müddet, içinde; bir çocuk doğurursa bu çecuk,
önceki kocanındır.
Eğer, kendisini
boşayan veyahut Ölen adamdan iki sene sonra veya ikinci adamın nikâhından
itibaren, altı aydan fazla bir rnüd-öette doğurmuşsa; çocuk, ikinci kocanındır; ve nikâh
da caizdir. Eğer, kadın, birinci kocasının ölümünden veya boşanmasından
itibaren iki yıldan fazla veya ikinci kocasının nikâhından itibaren altı aydan
az bir müddet içinde doğurursa; çocuk birinci kocanın da ikinci kocanın da
olmaz. Bu durumda ikinci kocanın nikâhı caiz olur mu? İmâm Ebû Hâr-ife (R.A.)
ve İmâm Muhammedi (B.A.)'e göre bu caiz
olur: Bu hâl evlenmeden, önce iddeti içinde evlenip evlenmediği bilinmediği
zamandır. Eğer bu bilinirse; ikinci nikâh
fasiddir. Bu durumda kadın, bir çocuk doğurursa; o çocuk önceki
kocasmdandır. Eğer önceki ( ~ kendini boşayan veya ölen) kocasından senra iki
senedan aşağı bir zamanda doğurduğunu isbat mümkün olursa bu böyledir. İkinci kocanın nikâhından
sonra, altı aydan fazla bir zaman
geçince, doğurursa yine böyledir. Çünkü, ikinci nikâh fasiddir. İmkân ölçüsünde, neseb,
sahih firaşa[32] mal edilir.
Eğer, nesebin, Önceki
kocaya isbâtı mümkün olmaz; ikinciye mümkün dursa; nesebin ikinciden olduğu
sabit olur. ŞÖyleki eğer birinci kocasının ölüm veya boşanmasından itibaren,
iki seneden fazla bir müddette ve ikinci nikâhtan itibaren altı aydan fazla bir
müddette doğurursa-, her ne .kadar nikâh fâsid isede, çocuk ikinci kocanındır..
Bedâi'de de böyledir.
Bir kimsenin
nikahladığı bir kadın, hilkati belli bir düşük yapsa eğer bu, dört ayda
olduysa, nikâh caizdir. Nesebin sahih ve ikinci kocaya ait olduğu anlaşılır.
Eğer, dört aydan bir gün noksan olsa, nikâh caiz olmaz Bahru'r- Râık'ta da
böyledir.
Bir adanı, bir kadınla
evlenir; kadın da bir çocuk doğurur ve aralarında ihtilaf çıkıp koca : «Ben,
seni şu avdan beri nikahladım.» karısı ise. «Hayır, şu aydan beri nikahladın»
derse: artık çocuk sabitü'I - nesebidir ve o kocadandır. Zahiriyye'de de
böyledir.
İmâm Muhammed ve Ebû
Yûsuf (R.A)'e göre yemin ettirilir. Ebû Hanife (R.A?) buna muhalefet etmiştir.
(Kâfi)
Bir şahsın nikahladığı
kadın, beş ay sonra, bir çocuk doğurur; kocası: Bu çocuk, benimdir, kadın ise
Hayır, belkide, o zinadandır.» derse; bir rivâyyette kocanın sözü geçerlidir.
Diğer bir ri-vâyyette ise, kadının sözü geçerlidir. Kadın, nikâh vaktinden iki
seneden fazla bir müddete doğurursa; mes'ele hâli üzeredir. Yâni, yine kocanın
sözü geçerlidir, Tatarhâniyye'de de böyledir.
Bir kimse, bir câriye
nikahlanıp boyadıktan sonra onu sa-ün alır; satın aldıktan sonra, altı aydan
eksik bir zaman içinde, cariye bir çocuk getirse; bu çocuk o cima' etlikten
sonradır. Bu hususta, talâkın rıc'i veya bâin olmasında bir fark yokur.
Eğer cima' etmeden
önce olursa, cariyede çocuğu talâk vaktinden altı aydan fazla bir zamanda
getirirse; çocuk adama ilzam edilmez. Eğer altı aydan eksik olursa ilzam
edilir.
Eğer, nikâh zamanından
itibaren, altı a}' veya daha fazla bir zamanda doğurursa bu böyledir ve eğer
bundan az bir müdddette bo-ğurursa; kocasına ilazım edilmez, eğer câriye olan
karısını, onu boşamadan Önce satın almış olursa, hükümler bizim söylediğimiz
gibidir. Tebyİn?de de böyledir.
Bir kimse, cariyenin
seni iki talâkla boşar ve kendisine o, ağır şekilde haram olur ve talâk
vaktmdan itibaren, iki yıla kadar doğurursa; neseb sabit olur.
Şayet, cima' yaptığı
karısı olan cariyesini satın alır; sonra da onu basarsa; câriye de, satın
aldıktan sonra, altı' aydan fazla bir müdette doğum yaparsa nesep sabit olmaz.
Ancak, kocası dı\e ederse, o zaman sabit olur. İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, ondan
nesep sabit olur.1 Di'vesiz olsa bile, iki seneve kadar, bu böyledir.
Keza, cariyeyi azâd
etmez, onu satar; o da, sattığı zamandan itibaren altı aydan fazla bir zamanda,
çocuk doğurursa. İmâm Ebû Yusuf (R.A.) 'a göre her ne kadar di Ve etse de,
nesebi sâibjiSt olmaz. Ancak, müşteri tasdik ederse; bu müstesnadır. İmâm Muhammed
(R.A.)'e göre tasdiksiz de, nesebi sabit olur.
Ümm-ü veledin efendisi
ölür veya onu azâd ederse; azad tarihinden itibaren, iki yıla kadar doğan
çocuğun nesebi belli olur. Itâbiyye'de de böyledir.
Bİr kimse, cariyesine
: «Eğer, karnında çocuk varsa; o bendendir.» der; doğumuna da, bir kadın şahit
olursa, bu câriye, o adamın ümm-ü veledi t = çocuğunun anası) olur.
Âlimler : «Bu, ikrar
vaktinden itibaren, altı aydan az bir müddet, içinde olursa, böyledir. Eğer,
altı ayda veya daha fazlada olursa una ilzam edilmez.» demişlerdir.
Bu kimse, cariyesine :
«Eğer, karnında çocuk varsa veya eper gebe isen; işte o, bendendir.» derse;
durum yukarıdaki gibidir.
Bu şahıs : «Bu, benden
hâmiledir.» derse; çocuk ona ilzam edilir.
Eğer, câriye altı
aydan, iki seneye kadar, çocuk getirirse; koca, onu reddedebilir.
Gâyetü'I-BeyânVla da böyledir.
Bir kimse, bir çocuğa
: «Bu, oğlumdur.» dedikten sonra, bu şalı ıs ölse; sonra, çocuğun hür bir kadın
olan anası gelse ve : «Ben, adamın karışıyım.» dese; o kadın, onun karışıdır.
Her ikisi de, Ölen adama vâris olurlar. Bu, o kadının hür olunduğu bilindiği
zamandır. Fakat böyle olduğu bilinmediği zaman; vârisler, o kadım, ölenin
ümm-ü veledi zanneder; kadın da nikâhlı olduğunu iddia ederse, vâris olamaz.
Câmiu's-Sağîr'de de böyledir.
Bir kimse, karısını üç
talâk boşadıktan sonra, onu başkası nikahlamadan, geri alsa, kadın da ondan bir
çocuk getirse; ikisi de nikâhın fasid olduğunu bilmiyorlarsa; artık neseb sabit
( = belli) olur.
İkiside, nikâhın
fasid(—bozuk) olduğunu bilseler bile İmam Ebii Hanife (R.A.)'ya göre, neseb
yine sabit olur. Nâsırînin Tec-nîsİ'nde de böyledir.
Bir adamın nikâhının
altında bulunan bir, kadının yanında bir çocuk olsa; ve o kadın : «Sen, beni bu
çocuğu, senden önceki kocadan doğurduktan sonra, nikahladın.» der; kocası da:
«Hayır, sen, onu benim mülkümde doğurdun.» derse; işte o çocuk bu kocanındır.
Şayet, çocuk kadının
haricinde kocasının elinde bulunmuş olsa; kocası: «Bu benim oğlumdur; senden
değildir.» kadında: «O, benim, senden olan, oğlumdur.» derse, kocanın sözü
geçerlidir. Kadının sözüne inanılmaz. Zahiriyye'de de böyledir.
Çocuk, adamın ve
karisinin elinde olduğu halde, koca: «Bu çocuk, benden önceki koçandandır.»
Kadın ise; «Hayır, o sendendir.» derse; bu çocuk, o adamdandır, Muhıyt'te de
böyledir
Bir adam, bir kadınla
zina yapıp, kadın hâmile kaldıktan sonra, o adam, o kadını nikâhlar ve kadın
doğum yaparsa; eğer doğum, nikâhdan altı ay fazla bir zaman sonra olmuşsa,
çocuğun nesebi sabit olur. Ve eğer, altı aydan noksan bir zamanda,
doğurmuş-sa, bu çocuğun nesebi sabit olmaz. Ancak, koca di've ederse, veya: Bu,
zinadandır, demezse, sabit olur.
Fakat: «Bu gerçekten
benimdir; zinadandır.» derse, çocuğun nesebi belli olmaz ve o adama vâris
olmaz. Yenâbİ'de de böyledir.
Bir adam, bir câriye
satın alır; o câriye de o adamdan bir.çocuk doğurduktan sonra, bir adam, onun,
kendi karısı olduğunu ve onu efendisinin, kendisine nikahladığını belgeîese;
kadın, o adamın olur. Çocuk ise, kocanın çocuğu olur. Efendisinin, dı'vesi ile,
çocuk azâd edilir.
Bir kadının eli
altında bir çocuk olsa, bir adamda o kadına :. Bu çocuk, nikâhlı olarak benim
senden olma çocuğumdur.» kadın ise : «Bu çocuk, senindir. Zinadandır.» derse;
çocuğun nesebi o adamdan sabit olmaz.
Eğer, bundan sonra o
kadın: Bu senin nikâhlı karındandır senindir.» dese, çocuk ikisinin olur ve
nesebi belli olmuş bulunur.
Bir müsüman,
mahremlerinden birisini nikahlarsa; o kadın da bir çocuk doğursa; imam Ebü
Hanüfe'yu ER.AJ göre nesebi onaan sabit olur. (Yani, o adam, o çocuğun babası o
çocuk da o adamın çocuğu olur.) İmâmeyn
buna muhaliftir, sebep: İmam Ebü Hanife'ye
(R.A.) göre, bu nikâh Fasid
İmameyn'e göre ise batıldır. Zehiyre'de de böyledir.
Bir kimse, karısı ile
halvel-i sahihada, yalnız kaldıktan sonra; onu, açıkça, boşasâ ve: «Ben, cima1
da bulunmadım.» dese; kadın ise, onu doğrulasa veya yalanlasa; kadına, tam
iddet ve tam mehır İcap eyler. Koca, bu kadına: «Sann döndüm dese müracaatı
sahih olmaz.
Şayet, kadın, iki
seneden az müddette bir çocuk getirir ve id-detinin sona erdiğin de itiraf
etmese, nesebi belli; müracaatı da sahih olur. Talâktan önce, cima yapmış
olduğu meydana çıkmış bulunur. Siracül- Vehhac'da da böyledir.
Fasid nikâhla
nikahlanmış olan, bir iimm-îi veledin kocası ona cima etse ve bu kadın çocuk
doğursa, bu çocuğun nesebi, bu adamdan sabit olur. Hizânetü-İ Müftin'de de
böyledir.
Konuşmaya gücü yetenin
imâsı ( = işareti) ile de nesep
sabit ( = belli) olur. Nihâye'dc de
böyledir.
Bir kimse, benzeri
cima olunmayan ve gebe kalmayan, küçük bir kadınla, oğlunu nikâhlasa; kadında
bir çocuk doğursa, o çocuğun nesebi lazım elamaz-. Kocanın babasının, kadına
verdiği mehirde.iâde ediımez. Eğer kadın, daha önce nikahlanmış, olduğunu
ikrar ederse o takdirde, hami müddeti, altı aylık aldığı nafaka kocasına geri
verilir. Zahiriyye'de de böyledir.
Mürahık bir sabinin,
kansı çocuk doğursa; nesebi sabit olur. Sirâciyye'de de böyledir.
İmâm Ebû Hanife'ye
(R.A.) göre, hicret eden kadının doğurduğu
çocuğun nesebi, harbi olan kocasına lâzım olmaz. Tinıur-taşî'de de böyledir.
Ham (—gebelik)
müddetinin en çoğu, iki; en azı, altı aydır. Kâfİ'de de böyledir.
Alimlerin, annesinin
görüşü bu müddet sahih riikâh vaktinden; itibaren başlar. Bazıları: Sahih
nikâhda, dühül ( — Cima etmek) şart değildir. Fakat, halvet elbette lâzımdır.
Fetâvâyi Kâdi-hân'da da böyledir. [33]
Çocuğa bakma ve onu
terbiye etme hususunda, insanlar arasında en çok hak sahibi olan nikâhın
mevcudiyeti halinde olsun veya ölüm, boşanma gibi, nikâhdan ayrılma halinde
olsun anadır.
Ancak irtidât etmir
veya fâcire (=günahkar, ahlaksız) ise; kendine güvenilir birisi değilse, o
müstesnadır. Kâfi'de de böyledir.
İrtidât eden k. .iın
dar-i harbe gidip gitmemesi müsavidir. Eğer, kadın tevbe ederse, işte o zaman
yine hak sahibi olur, Bahru'r Râık'ta da böyledir.
Keza, şayet, ana
hırsız veya şarkıcı veya ağıtçı olursa; çocuk bakımından hakkı yokdur.
Nehrul-Fâikte da böyledir.
Sahih rivayette, âciz
olan ana, çocuğa bakması için
zorlanamaz. Ancak, çocuğun zayi
olmasından korkulur, çocuğun-' da yakîni olmazsa o zaman zorlanır.
Baba, bunun
hi'lâfınadir. Anasına ihtiyacı olmayan çocuğu, brv ba, almak istemezse;
cebredilir. Kenz Şerh'inde de böyledir.
Eğer çocuğun anası
olmaz, bakmaya lâyık bir ehli de bulunmazsa; veya babası mahremi olmayan bir
kadın nikahlarsa; işte, o zaman herkesten daha evlâ olan, çocuğun anasının
anasıdir. Her ne kadar yukarıda, olursa olsun böyledir.
Eğer, anasının anası
olmazsa; —her ne kadar yukarda olursa da— en evlâsı, babanın anasıdjr.
Fethu'I^Kadîr'de de böyledir.
Hassaf, Nafakât
Kiitabı'nda : Küçük kız çocuğunun, —babası tarafından—, büyük annesi olursa;
babasının anasının anası gibi...) işte, o, anası tarafından olan, yakîni
menzilinde değildir. Bahru'r-Râik'ta da böyledir.
Eğer çocuğun anası
ölür veya evlenirse; ona, ana—baba bir kız kardeşi bakar.
O da, ölür veya
evlenirse; ona bir kız kadeşi bakar. O da, ölür veya evlenirse, ^na—taba bir
kız kardeşinin kızı bakar. O da ölür veya evlenirse; ana bir kız kardeşinin
kızı bakar.
Buradaki tertipte,
ihtilâf yoktur.
Bundan sonraki
rivayetlerde, ihtilâl", yalnız teyze ile haladadır. Nikâh Kitaibı'ndaki
rivayette : «Hala, teyzeden evladır.» denilmiş, Talâk Kitabı'nda ise : «Teyze,
haladan evladır." denilmiştir, ve
«Hala kızları, ana
baba bir hala olsun veya ana bir hala olsun, teyzelerden evlâdır.» denilmiş.
«Baba bir, hala
kızları ile teyze hususunda ihtilâf edilmiştir.
Sahih olan, teyze
evlâdır.
Baba ve ana bir teyze
en evlâ olanıdır.
Sonra, baba bir hala,
sonrada ana bir haladır.
Kardeş kızları,
halalai'dan evladır. Halalar da tertip, teyzcler-deki olan gibidir. Fetâvâyi
Kâdîhân'da da böyledir.
Bunlar olmazsa, çocuk,
ananın, ana baba bir olan halasına ( — teyzesine) soma, baba bir, sonra da ana
bir halasına ( = teyzesine) verilir. Sonra da bu tertip üzre amelerine (==
halalarına) verilir,
Ananın teyzesi,
babanın teyzesinden evlâdır. Bize göre, bu böyledir. Sonra, babanın teyzeleri,
sonra halaları, tertip üzre evlâdırlar. Fethu'l-Kadîr'de de böyledir.
Burda aslolan: Ana
cihetinden olan yakınlık, baba cihetinden olandan öncedir. İhtiyar'da da
böyledir.
Amcanın, dayının,
halanın ve teyzenin kızlarının, çocuk bakımında, hakları yoktur. Bedâi'de de
böyledir.
Bu kadınların bakım
haklan, ancak ve ancak, babanın bir kadınla evlenmesiyle bâtıl olur.
Eğer, bu kadınlar
çocuğun yakın akrabaları ile evlenirlerse; (Şöyle ki: Çocuğun, anne annesini
çocuğun, babasının babası'nm alması veya çocuğun teyzesini çocuğun amcasının
alması gibi...) bu takdirde bu kadınların bakım haklan bâtıl olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da
da böyledir,
Nikâh sebebiyle düşen
hak, onun kalkmasıyla geri döner. Hidâye'dc de böyledir.
Talâk ric'i olursa;
zevciyci durdukça, iddet bitene kadar, bakım hakkı geri dönmez. Kenz Şerhi'nde
de böyledir.
Eğer, çocuğun anası,
başka bir kocaya gider çocuğu da beraberinde tutarsa; babasının evinde,
çocuğun anne annesi varsa, baba çocuğunu anasından alır. Kız çocuğunun, yanında
durduğu büyük anesi onun hakkında hıyanette bulunursa, çocuğun halası onu,
ondan alır. Hiyânet açığa çıkarsa, böyle yapar. Omıye'de de böyledir.
Koca, çocuğun anasının başka kocaya gittiğini iddia
eder;
kadın da, bunu inkâr t
Jerse, artık kadının sözü geçerlidir.
Fakat, kocaya gittiğini
ikrar eder ( = kabul) ve onun kendisini boşadığım iddia eder ve eski hakkına
dönerse; şayet, kocası belli değilse; yine kadının sözü muteberdir. Eğer,'koca
belli ise; boşan-( ına sözünü o koca kabul etmedikçe, kadının sözü kabul
edilmez.
Kadınlardan çekilmek
lâzım olduğu veya sabi için kendi ehlinden bir kadın olmadığı zaman çocuk
asabesine verilir.
Önce babasına; sonra,
babasının babasına, ne kadar yukarı çıkarsa çıksın... Sonra, ana—baba bir,
erkek kardeşine; sonra, baba bir kardeşine; sonra, baba—ana bir kardeş oğluna;
sonra, ba-bi: bir kardeş oğluna; sonra, baba—ana bir amcaya; sonra, baba bir
amcaya verilir.
Amca oğullarına
gelince : Çocuk, önce baba—ana bir
amca oğluna^sonra, baba bir amca oğluna verilir.
Kız çocuğu ise, amca
oğullarına verilmez.
Eğer, küçük oğlan
kardeşlen veya amcaları varsa onların en salih olanları evlâ olur. Eğer bu
yönde müsavi iseler, yaşı en büyük olanı evlâdır. Kâfî'de de böyledir.
Tuhfetû'l-Fukahâ'da :
«Kız çocuğunun asabelerinde, amca oğlundan başka kimsesi yoksa, hâkim
muhayyerdir. Eğer, onda iyi bir hal görürse; kızı ona verir; değilse onu emin
bir kadına verir.» denilmiştir. Gayetü'1-Beyân'da da böyledir,
Kız çocuğunun asabesi
olmazsa; ana bir kardeşine verilir. Sonra, onun evlâdına; sonra, ana bir
amcasına; sonra ana—baba I.::, Cu.y.jnu;; ^nra, Lab;\ bir daysma; sonra, ana
bir dayısına teslim edilir. Kâfî'de de böyledir.
Dayıdan, ananın babası
daha uygundur. Ananın babası, ana bir
kardeşten de, evlâdır. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir. .
Erkek olan çecuk, azâd
edilmiş köleye verilir; kız ise, verilir:'-?. Kâfî'de de böyledir.
Çocuk bakımında, —azâd edilmemişlerse—
cariyenin ve
ümm-ü veledin hakkı
yokdur. Eğer, çocukla anası, bir adamın mülk-ü yemininde ise, aralan ayırdedilmez.
Tebyîn'de de böyledir.
ÜŞ Kızıp bakımında,
mahrem olmayanların, hakkı yokdur. Fasık olan akrabanın da hakkı yokdur.
Kifâye'dc de böyledir.
Ana ve büyük ana,
erkek çocuğu için, o ihtiyaçsız hâle gelene kadar, bakmaya elhakdırlar.
İhtiyaçsız hâl, yedi
yaş olarak takdir edildi. Kudûrî ise : «Yr.!nı/ başına, yeyip içme ve çişini
yapma hâline, kadardır.» demiştir.
Ebû Bekir Râzî :
''Dokuz yaş...» dedi. Fetva en öncekine (yedi yaşa) göredir.
Ana ve büyük ana, kı/a
bakmakda —bu ki/ hayız görene kadar— daha çok.hak sahihidirler. Hişâm'ın
Nevâdiri'nde, İmâm ıv5uhammed (R.A.)'den naklen: «Şehveı haddine kadar, baba
herkes den daha elyakdır.» denilmiştir. Bu, en sahih olanıdır. Tebyîn'-de
de böyledir.
Küçük kız, eğer iştah
halinde değilse; onun koçasıda varsa; çocuk bakma hususunda, analık hakkı
düşmez. Erkeklerin bakması
elverişli değildir. Gınye'de de
beyledir.
Erkek çocuk, yedi
yaşma girince; kız, buluğa erişince bakımlarına asabaları haklı olurlar. En
önce, en yakını evlâdır.
Erkek çocuk yetişinceye
kadar, asabaları, onu yanlarında tutarlar. Bundan sonra, bakılır: Eğer,
nefsinden emin durumu görünürse, yolu açılır; genç. dilediği yere gidebilir.
Eğer, onda güvenilir bir hal görülmezse babası, onu kendi haline bırakır,
arlık ona nafaka yoktur. Ancak, yapılan fazladan yapılır Tahâvî Şerhi' nde de
böyüedir;
Kucağız, eğer dul ise
ve nefsine güvenilir hâlde yoksa serbest bırakılmaz ve nefsine ısmarlanmaz.
Eğer, nefsine güvenilir halde ise, onda kimsenin hakkı yoktur. Yolu açılır o
sevdiğini yapar; dilediği yerde durur.
Bedâi'de de böyledir.
Kız, büluğâ erişen bir
kız ise; onun yakınları, onunla ilgilenirler. Eğer, onun fesad çıkarmasından
korkulmaz ise, akrabaları toplanıp onun haline bakarlar, onun iffetini,
namusunu mazbut görürlerse; artık, ondan korkmazlar; o, istediğini yapar;
istediği yerde durur. Muhıy'te de böyledir.
Kızın baba ve dedesi
yoksa, asabasmdan da kimse bulunmaz veya asabası olur da fasık olursa; hakim
onun haline bakar: Eğer, güvenilir halde görürse; onu, kız olsun, dul olsun, kendi
evinde yalnız başına bırakır; değilse, emniyetli bir kadının yanma koyar.
Çünkü, hâkim, müslümanlarm bakıcısı durumundadır. Kenz Şer-hi'nde de böyledir.
Şayet, bir kadın, bir
sabi ile gelir; babasından nafaka isler ve «Bu, senden kızımın oğludur; gerçekten,
anası öldü, bunun nafakasını ver.» der; baba da : «Doğru söyledin. Bu, benim
senin kızından oğlumdur; amma, bunun anası ölmedi o benim yanımda-dır.» der ve
o çocuğu ondan alırsa; adam da dediği gibi değilse; hakim ise, onun anasını
bilmek isteyince, bir kadın hazırlayıp : «Bu senin oğlundur ve benim oğlumdur.»
der çocuğun büyük anası da «Bu benim kızım değildir; benim kızım öldü. Bunun
anası o idi.» derse bu hususta, o adamla yanında olan kadının sözü geçerlidir.
Çocuk, o adama teslim edilir.
Keza, büyük ana
gelirde. «Bu kızımın oğludur ve bu adamdandır bunun anası öldü.» der, o adam da
: «Bu> çocuk benimdir. Senin kızından değildir. Benim başka kanılıdandır.»
derse, adamın sözü geçerlidir. Çocuğu o kadından alır.
Şayet, adam, bir kadın
getirir ve : «İşte bu çocuk benimdir ve bu kadındandır. Senin kızından
değildir.» der, büyük ana da: Hayır, bu kadın, bunun anası değildir. Bunun
anası, benim kızımdııv» der, o gelen kadın : «Sen, doğru söyledin. Ben; bunun
anası değilim Bu adam yalan söyledi: «Ben bu adamın, yalnız kansıyim.» derse;
baba, o çocuğu yanına alır. Zahirfyye'de de böyledir.
Sirâciyye'de
gerçekten, bakım ücretine, en çok hak sahibi olan nikâhlı değilse çocuğun
babasından ve iddet beklemiyorsa, anadır. Bu, ücret emzirme ücretinden başkadır:
Bahru'r- Râik'ta da böyledir.
Baba fakir olur; ana
da ücretsiz çocuğa bakmaktan kaçınır çocuğun annesi ise : «Ben ücretsiz
bakarım» derse; sahih olan, gerçekten, anne daha evlâdır. Fethu'I- Kadrî'de de böyledir.
Çocuk, ana babanın
birisinin yanında olduğu zaman, diğeri; ona bakmadan, ona teahüdden, çocuğun
yanında bulunduğu kimseyi men edmez Hâvî'de de böyledir.
Karı- koca arasında
zevciyet devam cdİ3forsa: şayet, koca o yerden çıkmak ve bakımda olan, küçük
çocuğunu bakıcısından almak isterse; çocuk ihtiyaçsız hâle gelene kadar buna
hakkı yoktur.
Eğer, kadın, bulunduğu
şehirden başka yere çıkmak isterse kocası onu men eder. Yanında çocuk olsun
veya olmasın fark etmez
Keza idet bekleyen
kadının yanında çocuk olsun veya olmasın başka yere gitmesi caiz olmaz.
Kocasının da onu çıkarması caiz olmaz. Bedai'de de böyledir.
Karı- koca araşma,
ayrılık düşünce; kadın iddeti çıktıktan sonra, çocuğun kendi şehrine götürmek
isterse, eğer, nikâh o şehirde vâki olmuşsa, buna hakkı vardır; değilse hakkı
yoktur.
Ancak, ayrıldıkları
yere yakınsa (şöyieki: Eğer, çocuğun babası, çocuğun görmek, için gidince, geceye
evine dönecek olursa) o müslesnâdır.
Eğer, kadın, kendi
beldesi olmayan bir yere gitmek istiyorsa; aralarında da nikâh yoksa, ( bun da
hakkı yoktur. Ancak, daha önce söylediğimiz gibi yakınsa, gidebilir. Mufuyt'de
de böyledir.
Şayet, kadın, aralan
yakın olmayan bir şehirden diğerine nak-letsc; o şehirde, aslında nikâh
sözleşmesi yapılan şehir olmasa; bunu yapamaz. Sahih olanda budur. Fetâvâyi
Kübrâ'da da böyledir.
Karı ve koca köylü
oldukları zaman, kadın, çocuğu kendi köyüne götürmek ister ve nikâhları da o
köyde kıyılmış olursa; bunu yapabilir. Eğer, nikâh başka köyde, kıyılmışsa;
buna hakkı olmaz. Eğer, köylerin arası uzak olursa; nikâhı kıyılan köy veya
başka köy olsa, oraya gidemez.
Baba, çocuğunu görüp;
geri aynı günde evine dönebilecek şekilde yakın olursa; o zaman, kadın
çocuğunu o köye götürebilir. Sirâcü'I-Vehhâc'da da böyledir.
Eğer koca şehirde
yerleşmiş olur; kadın da çocuğu köye götürmek ister; o köy de kendisinin köyü
olur ve orada nikahlanmış bulunurlarsa, götürebilir. Şehirden uzak olsa b^c
böyledir. Kendi kö-
yü olmadığı halde
nikâhı orada vâki olan yakın bir koy olursa çocuğu crayada götürebilir.
Şehirde olduğu gibi... Eğer, nikâh orda vâki olmamışsa, şehre yakın- da olsa;
kadının gitme hakkı yoktur. Berfâi'de de böyledir.
Eğer, kadın, çocuğu
köyden şehre götürmek ister, şehir ise nikâhının yapıldığı yer olmazsa
götüremez. Ancak, yukarda açıklandığı gibi, şehir yakınsa, götürebilir. IVIııhıyt'e
de böyledir.
Kadının, çocuğu harp
diyarına götürme hakkı yoktur. Kadın, orada nikahlanmış olsa veya kadın harbi
bulunsa bile, kocası müsiüman veya zimmî olunca, çocuğu götüremez.
Her ikisi de harbî
iseler, o zaman götürebilir. Bedâi'de doböyledir.
Ana ölür, çocuk,
ananın anasına kalırsa: işte o, çocuğu kendi şehrine, —her ne kadar nikâh o
şehirde yapılmış olsa bile— götüremez.
Keza, ümm-ü veled azâd
edilse, çocuğu babasının olduğu şehre götüremez. Büyük anneden başkası da, onun
gibidir. Brlıru'r-Râik'ta da böyledir.
Müntekâ'da, İbn-i
Semâ'a, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)un şöyle buyurduğunu rivayet emiştir :
Bir adam, Basra'da bir
kadm nikâhlar; o da, bir çocuk doğurduktan sonra, o adam çocuğunu Küfe Ve
götürür ve kadını bo-şar; kadın da, çocuğu hakkında da'va eder, ve çocuğunun
kendine verilmesini isterse; koca, o çocuğu daha Önce o kadının müsâde-siyle
gotürmüşse; çocuğu geri vermesi gerekmez. Kadına : «Sen, git onu al.» denilir.
Eğer, kadının, izni olmaksızın götürmüzse; kendisinin, o çocuğu kadına
getirmesi gerekir. Keza, İbn-i Semâa İmâm- Ebû Yûsuf (R.A) nın şöyle
buyurduğunu rivâye etmiştir :
«Bir adam, karısı ve
çocuğu ile brlikte Basra'dan Kûfe'ye çıksa, sonra kadm geri Basra'ya dönse;
sonra da, kocası onu boşasa; kocanm, o çocuğu kadına teslim etmesi gerekir.»
Zâhîriyye'de de
böyledir.
Karısını boşamrş olan
adam, çocuğunu bakıcısından alıp; onu, anasının hakkı olduğundan, yolculuğa
çıkıp, ona iade eylemesi hakdır. Fetâvâyi Sirâciyye'de de böyledir.
En doğrusunu, en iyi
bilen Allahu Teâla'dır. 380
Bir kadın, müslüman,
zımmî, fakir veya zengin olsun; cima' etsin veya etmesin; büyük olsun veya
—misli cima'edilir— küçük olsun; bu kadının nafakasını, kocasının temin etmesi
vaciptir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Kadının hür veya
mükâtebe olması da müsavidir. Cev-heretü'n-Neyyire'de de böyledir.
Âlimler, cima'ya
erişmiş ojaıı kadın hakkında, söz eyle inişlerdir. Muhtar olan
görüş : Kadın, dokuz- yaşına
girmemişse, cima'ya baliğ olup erişmemiştir. Fetva da bunun üzerinedir. Ta-tarhâniyye'de de
böyledir.
Sahih olan sinne ( =
yaşa) itibar yoktur. İtibar ancak tahammül ve kudrete ( = güç yetmesine) dir.
Kâfî'de de böyledir.
"Bir kadın küçük
olur, misli cima' edilme/, ve cima'ya elverişli olmazsa; bize göre, ona
cima'ya takati olana kadar, nafaka yoktur. İsler, kocasının evinde dursun;
isler, babasının evinde dursun, müsavidir. Muhıyt'te de böyledir.
Büyük kadın, kocasının
evine gitmemiş olsa bile, kocasından nafaka isteme hakkı vardır. Kocası, onun
naklini talep etmediği vakit, bu böyledir.
Belli âlimlerinden
bazıları: «Kocasının evine eslim edilmeyen kadına, nafaka yoktur.» demişlerdir.
Fetva ise, öncekine göredir. Fetâvâyi Giyâsiyye'de de böyledir.
Eğer koca, karısından
nakletmesini laleb eder; o da, kocasının evine gelmeyi reddetmezse; artık ona
nafaka vardır. Fakat, kocasının evine gitmeden kaçınır ve; kaçınması haklı
olursa; (Şöyle ki: Kocasının, mehrini Ödemesinden dolayı imtina ediyor
kaçınıyorsa,) o kadına, nafaka vardır. Eğer kaçınması haksız ise (meselâ :
Mebrini ödemişse veya muhri geriye bırakılmışsa yahul
mehrini kocasına
bağışlarmşsa,) artık kadına nafaka
yoktur. Mu-hıyt'te de beyledir.
Eğer kadın kocasının
evinden çıkmışsa; evine dönene kadar ona nafaka yoktur.
Eğer, kocasının evinde
durmaktan imtina ediyorsa, orda ihti-bas olduğu için, bu yukardaki durumun
hüâfınadir. Eğer, ev, kendinin mülkü olur; kocasını, oraya girmekten men
ederse; kadına, nafaka yofcdur. Ancak, onu kocasının menziline' çevirmek
istiyor veya onu kiraya veriyorsa ve kocasının evinden gitmeyi terk ediyorsa,
nafaka vardır. Eğer, koca, zoraki alınmış bir yerde oturuyor; kadında ondan
imtina ediyorsa, kadına nafaka vardır. Kâfî'-de de böyledir.
Kadın, nefsini
kocasına teslim ettikten sonra, mehrini almak için imtina ederse; nâşize
sayılmaz. İmâm Ebû Hanîfe' (R.A.) nin kavli budur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir.
Bir kimse, memleket
arzında ( = toprağında) oturuyor ve sultandan yer istiyor ve sultandan mal
alıyorsa; kadın da; «Ben, seninle memleket arzında oturmam ve" senin
malını yemem.» diyorsa; âlimler: «Nafakada hakkı yokdur.» demişlerdir.
Bu kadın, imtina
etmesinden dolayı, günakâr olur. Bazı âlimlerden soruldu :
Bir kadının, namaz
kılmayan kocasından , kaçınmaya hakkı var mıdır
Âlimler: «Kadının,
böyle yapmaya hakkı yoktur.» demişler dir. Zahîriyye'dc de böyledir.
Bir kadın kocasından
gizlenir veya kocasının gitmek istediği yerlere gitmekten kaçınır; kocası da,
mehrini tam Öderse; o kadının, nafaka hakkı yoktur.
Eğer, mehrini
ödernemişse, mesele hâli üzredir ve kadına nafaka hakkı vardır.
Bu, kadma cima'
yapmadığı takdirdedir.
Eğer cima' yapmışsa;
cevap, olduğu gibidir. İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)nin kavli budur. İmâmeyn ise,
«Kadına, nafaka yoktur. Mehrini versin veya vermesin, müsavidir.» demişlerdir.
Şeyhu'1-İmâm
Ebû'I-Kâsım es-saffar : «Bu onların zamanında olmuştur. Bizim zamanımıza
gelince, herne kadar mehrini ödemiş ölsada onunla yolculuğa çıkması doğru
olmuyor.» demiştir. Mu-hiyt'te de böyledir.
Borcu yüzünden
habsedilen kadına nafaka yoktur. Kerhî: «Kadın, ödemeye gücü yetmediği borcu
için hapsedil-se, artık, ona nafaka
vardır. Eğer gücü yettiği halde, borcunu Ödemediği için hapsedilirse; o
zaman, ona nafaka yoktur.» demiştir.
Fetva : «Her iki halde
de, ona nafaka yoktur.» sözü üzerinedir, Cevheretü'n-Neyyire'de de böyledir.
Bu, kocanın kadma bir
mecliste erişmeye gücü olmadığı zamandadır. Halbuki, koca, her yerde, ona
erişebilir. Böyle olunca âlimler: «Kadına nafaka vâcib olur.» demişlerdir.
Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimse, bir kadım
zoraki alıp kaçırsa veya zulmen hap-setse; Hassaf : «Gerçekten, o kadın,
nafakaya hak sahibi değildir.» demiş. Sadrü'ş-$ehîd Husânıü'd-Din'de, böyle
söylemiştir Fetva da buna göredir. Fetâvâyi Gıyâsiyye'de de böyledir.
Koca habsedilir (borcunu
ödemeye gücü yetsin veya yetmesin) veya kaçarsa; kadına, nafaka vardır.
Gâyetü's-Sürûcî'de de böyledir.
Kocanın zindana zulmen
hapsedilmesi hâlinde, ihtilâf vardır. Sahih olan, kadına nafaka vardır.
Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Koca başka yerde olur;
yolculuğa da gücü yeter ve kadına yiyecek, giyecek, hamule yollayıp, onun yanma
varmasını isteı-se; kadın ise, bir mahrem bulup varamazsa; nafaka müstehâk
olur. Kerderî'nin Vecîzi'nde de böyledir.
Bu gibi mes'elelerde
aslolan : Kadına bakılır: Eğer, ci-nta'ya elverişli değilse, ona nafaka yoktur.
Kocanın ister, cima'ya gücü yetsin, ister yetmesin; bu müsavidir.
Eğer kadın, cima'ya
takati olan biriyse, artık, ona nafaka vardır. Kocanın, cima'ya gücü, ister
olsun; isterse, olmasın değişmez. Muhıyt'te de böyledir.
Eğer koca küçük;
karısı büyük olursa; teslimiyet olduğu için, kadına nafaka vardır.
Keza, kocanın zekeri
kesik veya ınnîn ( — cima'dan âciz) veya cima'ya gücü yetmiyecek kadar hasta
ise veya hacca gitmişse, tes-limyef olduğu için, kadına nafaka vardır. Bedâi'de
de böyledir.
Eğer, ikisi de
(kan—koca) cima'ya güçleri yetmiyecek kadar küçüklerse, kadına nafaka yoktur.
Kendi tarafında acz olduğu için, cima'dan âciz kocanın karısı, böyîe küçükse,
önada nafaka yoktur. Tebyîn'de de böyledeir.
Kadın hasta olur ve
hastalığı, kendisini cima'dan men ederse; hasta alarak da, kocasının yanma
naklederse; naklinden önce de sonra da, nafaka hakkı vardır.
Böylece, nafakasını
istese ve kocasına nakletmekten (ergitmekten) kaçmmasa, nafaka hakkı vardır.
Eğer, kaçınırsa, Csıh-hatta olduğu gibi) o kadına nafaka yoktur. Zâhir~i
rivayet budur.
Kadın sıhhatli iken
gider; sonra, kocasının evinde cima'ya gücü yetmeyecek kadar hastalanırsa;
hilâfsız olarak, nafakası bâtıl ( = geçersiz) olmaz. Bedâi'de de böyledir.
Şayet, kadın, cima'dan
sonra, kocasının evinde hastalanir;-ark&sından da, babasının evine
naklederse; âlimler: «Eğer, bu haMe, kocasının evine nakli mümkün ölür, mahfe
ve emsali sey-lede nakletmezse; ona nafaka yoktur, eğer nakli mümkün değilse,
nafaka hakkı vardır.» demişlerdir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Kadın, ratkâ, karna,
veya deli ise; yahut, isabet eden bir belâ, onu cima'dan men etmişse; veya çok
yaşlandığı için cima' etmesi mümkün olmazsa; nafaka hakkı vardır. Bu arızalar,
ister, kocasının evine nakletmeden önce olsun; ister, sonra olsun; far-ketmez.
Nefsinden haksız yere men etmedikçe, nafaka hakkı vardır. Mumyt'te de
böyledir.
Kadın, farz olan
haccı; nakletmeden önce, yaparsa; eğer, hacci mahremsiz voya kocasız yapmışsa;
bu Kadın, nâşizedir.
Eğer kocası ile,
değil, kendi mahremiyle yapmışsa; bütün âlimlere göre bu kadına nafaka yoktur.
Eğer, kocasının evine
naklederse; İmâm Ebû Yûsuf CR.A.): «Ona, nafaka vardır.» buyurmuştur. İmâm
Muhanımed tR.A.) ise: «Ona, nafaka yoktur.» demiştir, czhar ( = en açık) olan
da budur. Sirâcüî-Vehlıâc'da da böyledir.
Eğer, kadm kocası ile
birlikte hacca gittiyse, bil-icma', ona nafaka vardır. Kocanın, sefer hariç,
hazer için, kadına nafaka vermesi lâzımdır. Kira gerekmez. Ancak nafile haç
yaparsa ve yanında kocası yoksa., nafaka gerekmez. Cevheretü'n-Neyyire'de de
böyledir.
Bütün görüşlere göre
namaz ve oruç, nafakayı düşürmez. Gâyeüî's-Sürûcî'de de böyledir.
Bir kimse, bir kadını
gebelikle itham ettikten sonra, kadının babası, o kadını, aynı adama,,
nikâhlar; bu defa da, kadının kocası onun gebeliğini inkâr ederse, nikâh caiz
olur. Kocanın üze-lüie, nafaka lâzım olmaz. Çünkü, o, o kadından faydalanmaktan
men olunmuştur. Bu memnûiyet kadın tarafındandır. Serahsi'nin Muhıylı'nde de
böyledir.
Fakat, koca, gebeliğin
kendinden olduğunu ikrar ederse, nikâh bil-ittifak sahih olur. O adam, kadına
cima' eylemekten memnu değildir. Bütün âlimlere göre, kadın nafakaya hak sahibidir.
Mulııyt'te de böyledir.
Bir kimsenin, müslüman
hür, câriye, veya zimmiyye kanlan olursa, bunların hepsi, nafaka bakımından
müsavidirler. Ta-tarhâniyye'de de böyledir.
Şüpheli nikâh
olanlara, nafaka yoktur. Huîâsa'da da boyitdir.
Fâsid nikâhda, nafaka
yokdur. Bundan do'ayı, kadına iddet de yoktur.
Şayet nikâh sahih ve
alenen yapılmış; hâkim de kadına, nafaka ayırmış; kadın da onu, bir ay
aldıktan sonra, nikâhın fasid-liği meydana çıkmışsa; (şahitlerin, o kadının süt
yönünden, kocasına kardeş olduklarını söylemeleri gibi ) hâkim, hemen
aralarını ayırdeder. Koca, kadından bir şey isteyemez, Zehıyre'de de böyledir.
Şahitsiz yapılan
nikâhda, nafaka olduğu icma' ile sabittir.
Bir kimse yemin eylese
veya karısından zihar yapsa; bu kadına, nafaka vardır.
Şayet, bu şahıs,
karısının bacısını veya halasını, yahut teyzesini nikâhlar; bunu da, o kadına
cima' edene kadar bilmez; sonra da araları aynlirsa; o kadının kız kardeşinin,
iddeti kadar kadından ayrılması vacip olur. Karısı için, nafaka vardır. Kız
kardeşi içinse, iddet gerektiği halde, nafaka yoktur. Bedâi'de de böyledir.
Kocası zengin oüan bir
kadının, hizmetçisi bulunursa; bu hizmetçiye de, nafaka vardır. Bu, kadın hür
olduğu zamandadır.
Eğer, kadın câriye
ise; onun hizmetçisine nafaka yoktur.
Hür olan kadının, iki
veya daha fazla hizmetçisi olursa, İmâm Ebû Haaîfe (R.A.) ve îmânı Mııhamnıed
(R.A.)'e göre, birden fazlasına nafaka yoktur. Âlimler: «Gerçekten; zengin
olan için, hizmetçiye de nafaka vermek vardır. Fakir içinse, karısına bile
nafaka yoktur. Kâfî'de de böyledir.
Burada, hizmetçi
hakkında da ihtilaf vardır. Bâzıları: «Bu,*-satm alınmış câriyedir.» dediler.
Eğer, câriye nıemlüke değilse, o hizmetçi için nafaka yoktur. Zâhir-i
rivâyetde: Eğer, koca fakir ise, onun hizmetçiye nafaka vermesi gerekmez. Her
ne kadar o, kadının hizmetçisi olsa bile, bu böyledir, bunu Hasan, İmâm Ebû
Hanîfe (R.A.)'den rivayet etmiştir. Sahih olan da, budur. Tebym'de de böyledir.
Bir adam karısına:
«Senin hizmetçilerinden, hiç birine nafaka vermem; yalnız, sana bir hizmetçi
veririm.» der; kansı da, buna razı olmazsa; koca, kadının hizmetçilerinden hiç
birine, nafaka vermekle zorlanmaz.
Memlûkeleri olan bir
kadın, kocasına: «Bunlara benim mehrîmden nafaka ver.» der; kocası da, onlara,
nafaka verir; sonra da kansı: «Ben verdiğin nafakaya, mehrime mahsup eylemem.
Çünkü, onları, sen hizmette kullandın.» derse; kocasının yaptığı infak, kadının
mehrine mahsup edilir. Fetâvâyi Kübra'da da böyledir.
Kadın, hâkimden,
kocasının kendisine nafaka vermesini isterse; eğer, adam sofra sahibi değilse,
hâkim, kadın için nafaka bağlar ve her ay, onu vermesini kocaya emreder. Muhiyt'te
de böyledir.
Kadının nafakası;
—fiatı ne olursa olsun—, dirhemler ve dinarlar ile takdir edilmez. Belki de,
günün narhına ( — piyasasına) göre takdir edilir. Piyasanın pahalı veya~ucuz
olması durumu değiştirir, Bedâî'de de böyledir.
Kadına, aylık nafaka
bağlanınca, artık, ona her ay nafakalarını veriniz. Eğer, kadın, nafakasını,
her gün isterse; akşam üstü istemesi gerekir. Fetâvâyi Kiibrâ'da da böyledir.
Koca, zengin olur da,
beyaz buğday ekmeği; kızartılmış et kebabı yerse; kadın da, fakir veya zengin
olursa; bu hususda ihtilâf olundu: Sahih olan, her ikisinin hallerine itibar
olunması-dır. Fetva da, bunun üzerinedir.
İkiside zengin ise,
nafaka zenginlerin nafakası dır. İkisi
fakir ise, nafaka fakirlerin nafakasıdir.
Kadın, zengin , kocası
fakir olursa, ona: «Kadına buğday ekmeği ile bir çorba yedir.» veya «İki çorba
yedir.» denilir.
Eğer, koca zengin
olursa, nafakayı artırır. Kendisi helva, ke-bab, çeşitli yemekler yerse; kadın,
her ne kadar fakir olsa ve evinde arpa ekmeği yese biîe durum böyledir.
Yalnız, kocanın,
bizzat kendi yediğini yedirmesi, üzerine vacip olmaz. Fakat, kadına, buğday
ekmeği ile bir veya iki çorba yedi-dr. Zâhir-i rivâyetde : İtibar, kocanın
haline göredir.
Âlimlerimizin
ekserisinin haber verdiğine göre: Tuhfe'de «Sahih alan, budur.»
denilmiştir. Fethu'i-Kadîr'de de
böyledir.
Âlimlerimiz buyurdular
kî : Koca için nıüstehap o!an : Kendisi zengin olduğu zaman, karısı fâkirse;
yediğini, kadınla beraber yemektir. Kitab'da: Nafakanın tâyini hususunda,
itibâr kocanın haline veya ikisinin hâline göredir. Kisvede C = giyimde) de
cevab aynıdır. Zehiyre'de de böyledir.
Koca fakir; kadın,
zengin olursa; hâli hazırda fakirlerin nafakası kadarı, kadına teslim edilir.
Artanı zimmetinde borç olarak kalır. Tebym'de de böyledir.
Bir koca, eğer: «Ben
fakirim. Benim üzerime, fakirlerin nafakası gerekir.» derse, onun sözü geçerli
olur. Ancak, karısı onun zengin o'duğunu belgelerse, o zaman zenginlerin
nafakasını vermesine hükmedilir. Kendisi de, beyyine ibraz ederse; yine kadının
beyyinesi geçerli olur. Her ikisinin de beyymesi yoksa; kadına, hakimden
hakkının alınmasmı talep edince, hakimin adamdan sorması güzel olur. Eğer bir
âdil kişi, onun zengin olduğunu, haber verirse; hâkin: onu kabul eylemez.
Ancak, iki âdil İçişi, haber verirse, o zaman, hâkim, zenginlerin nafakasını
vermesine hükmeder.
Şehâdet sözünü
söylemezîerse, bu haberde, âdet ve adalet şart kılındı. Şehâdet sözü şart
kılınmadı. Eğer şahitler: «Biz, o adamın zengin olduğunu duyduk.» derlerse; bu
sözleri, kabûi edilmez. Fetâvâyi Kâdîhâivda da böyledir.
Hâkim, fakir nafakası
hükmettikten sonra; adanı zengin-îeşse ve kadın, dâva etse; hâkim, bu nafakayı
zengin nafakasına tamamlar. Kâfî'de de böyledir.
Kadın: «Ekmek,
pişirmiyor; yemek, yapmıyorum.» dev-se; bü kadın, yemek pişirmek, ekmek yapmak
için zorlanmaz. Kocanın, ona, kolay hazır yemekler getirmesi ve onu ekmek
yapıp, yemek pişirmeden Önlemesi gerekir.. Fakiyh Ebû'I-Leys ; «Kadm. ekmek
yapmaktan ve yemek pişirmekten kaçınırsa; kocaya, kolay şeyler getirmesi vâcib
olur.»- demiştir.
Kadın, şayet eşraftan
birinin kızı olur ve ehline, bizzat hizmet edemezse, veya eşraftan olmadığı
halde, bir illet onun, ekmek yapıp, yemek pişirmesine mâni oluyorsa, bu
böyledir. Böyle değilse; kocanın, hazır yemek getirmesi gerekmez. Zehıyre'de de
böyledir.
Âlimler: «Bu işleri,
kadının yapması di^âneı yönünden—hâkim cebreylemese bile— vaciptir.»
demişlerdir. Bahru'r-Râ-ık'ta da böyledir.
Bir kimsenin, karısını
ekmek ve yemek pişirmek için kiralaması caiz olmaz. Kadının da, bunun için
ücret alması, caiz olmaz. Bedâi'de de böyledir
Kocanın un eleme,
yeme—>içme âletlerini kap ve kaşığı, ibrik, kazan, kepçe ve
benzerlerini temin etmesi vaciptir. Cevherelü'n
Neyyire'de de
böyledir.
Zâhir-i rivayette :
«Kadın ile hizmetçisinin nafakası arasındaki fark : Eğer, hizmetçi, bu işleri
görmekden kaçınırsa, hanımının efendisinin üzerine, onun nafakası vâcib
olmaz.» denÜmiştiı.
Vacip olan nafaka :
Yenilen, içilen, giyilen ve oturulan şeylerdir. Yenilen : Un, su, tuz, meyve ve
yağdır. Tatarhâniyye'dc de böyledir.
Kadına, yiyecekden,
kifayet miktarı ve katık takdir olunur. Fetîıu'l-Kâdîr'de de böyledir.
Kadına, temizlik
yapacağı şey, kirini giderecek tarak ve yağ gibi şeyler, başını yıkayacağı,
sabun çöğen ve emsali olan belde ehlinin adetleri, lâzımdır. Fakat, kendisiyle
lezzet alınan eşya, boya, sürme gibi şeyler lâzım değildir. Bunlar, kocanın
dileğine bırakılmıştır. İsterse, alır, hazırlar; isterse, almaz. Eğer, koca,
bunları alırsa; kadının kullanması icâbeder. Koku hazırlamak, kocaya lâzım
değildir. Ancak, onunla fena kokuyu giderecekse, o müstesnadır. Onunla, koltuk
altı kokusunu kesmek lâzımdır. Hastalığı için ilâç ve doktor ücreti kocaya ait
değildir. Sirâcü'İ-Veh-hâc'da da böyledir.
Kadının, gusledeceği
ve elbisesini yıkayacağı suyu__temin etmek, kocaya aittir.
Cevheretii'n-Neyyire'de de böyledir.
Ebû'l-Leys'in
Fevâları'nda: «Gusül suyunun parası, kocaya aittir. Abdest suyunun ücretide
kocaya aittir.» denümişir. İster, zengin olsun; ister fakir olsun, fark etmez. Fetva da, bunun
üzerinedir.
Ebeyi, eğer kadın
icralamışsa ; ücreti kadına; kocası icar-iamışsa; Ücreti, kocaya aittir. Eğer,
ebe ücretsiz gelmişse; onun he-dâyesi, kocaya ait olur. «Doktor ücreti gibi,
kadının vermesi de caiz olur.» denümişir. Kerderî'nin Veeîzi'nde de böyledir.
Bir kimse, köye gitse;
karısını da olduğu yerde bıraksa; hâkim, onun gıyabına, kadma nafaka hükmeder.
Bunun için sefer şart kılınmamıştır. Muhıyt'te de böyledir.
Bir kadın, hâkime
gelip ona ; «Ben, filanın oğlu, filanın oğlunun kızıyım. Kocam da filan oğlu filanın
oğlu filandır. Benden saklandı. Bana nafaka da koymadı.» der ve hâkimden,
nafaka bağlamasını ta'ep ederse; eğer gaip olan adamın, hazırda malı varsa;
(nafaka cinsinden dirhem gibi dinar gibi, yiyecek ve giyecek gibi), hâkim de, o
kadının, o adamın eşi olduğunu biliyorsa, ifratsız, tef-ritsiz, o maldan
kadının nafaka almasını emreder. Kadına nafakaya mâni bir hâl varmı diye yemin
verir. Kadından, bir de ke-fiî alır. Feiâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Eğer malı ye ^sa,
bizim üç imamımıza göre de : Borç yollu, nafaka hükmeylenıez.
Şayet, hazırda malı
var; fakat, hâkim, onların, nikâhım bilmiyorsa ve kadın beyyine getirişse İmâm
Ebû Hanîfe (R.A.)'ye güre bu kabul edilmez. İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'e göre kabûî
edilir ve nafaka hükmedilir.
Şayet adam gelirde, inkâr
ederse; hâkim ona kadına beyyine-shıi iade etmesini söyler. Eğer, kadın beyyine
getiremezse nafaka geri alınır. Hulâsa'da da böyledir.
Bu günün hâkimleri
nafakayı İmâm Züfer (R.A.) 'in yoluna göre takdir ediyorlar. İnsanların
ihtiyacından dolayı, diğer imamın yoluna uyuyorlar. Kerderî'nin Vecfzi'nde de
böyledir.
Gaip olan bir
kimsenin, başka bir adamın 3'amnda malı bulunsa; ve adamda onu itiraf eylese;
bu meyanda adamın karı-sıda olsa, gaib adamın malından hâkim karısına nafaka takdir
eder.
Keza hâkim, bu durumu
bilse de; adam itiraf etmese yine hâkim kadına nafaka takdir eder. O mal, o
adamın yanında, ister, emânet o'lsun, ister borç olsun, müsavidir. Bir de,
kefil alır. Ve yine hâkim, kadına, nafakayı düşürecek bir sebep olmadığına yemin
ettirir. Cevheretüfa-Neyyire'de de böyledir.
0 Eğer hâkim, zevciyet
ve maldan birini biliyorsa, bilmediği şey için ikrara ihtij-acı vardır. Sahih
olan da budur.
Elinden mal bulunan
bunu ikrar eylemez; hâkim de bunu bilmezse, kadından malın ^eya zevciyetin
veya her ikisinin de isbâ-tını ister. Gaip adamın malından, o kadına nafaka
hükmetmek için, böyle yapar. Veya, kadına borç etmesini emreder ve ona nafaka
hükmetmez, çünkü, o gaybe hükmetmek olur. İmâm Züfer: «ÎCadınm beyyinesini,
şahitlerini dinler; —Gaip adamın malı olsa
bile—, nikâhla ve nafaka vermekle hükmetmez. Ancak kadına, borç etmesini
emreder buyurmuştur. Bu günün hâkimlerinin ameli, bunun üzerinedir. Fetva da,
bununla verilir. Kenz Şerhi'ıv de de böyledir.
Bundan sonra, koca
dönerse bakılır ; Eğer, kadmm nafakası acele cdilmemişse, iş bitmiştir. Eğer
acele edilmiş olur; bunun üzerine de beyyine getirir veya getirmezse, kadına
yemin ettirilir. Kadın, yeminden kaçınırsa; işte o zaman, koca, rnuhey-yerdir.
îsterse, kadından, isterse, vekilinden alır Bedâi'de de böyledir.
Gaip adam geri gelir
ve nikâhı inkâr ederse; yemini ile birlikle, onun sözü geçerlidir. Yemin
ettiğinde, eğer mal emânetse, koca isterse, karıdan; islerse emânet yanında
olandan ahr. Borç ise, onuda alacaklıdan ahr. Sonra da, o borç sahibi, kadına
mü-râcât eder. Tatarhâniyye'de de böyledir.
Koca döner ve kadını
boşadığınj talâk iddetinin de bittiğini belgelerse; veren doğii alan tazmin
eder. Ancak, kocanın bey-yinesi : «Gerçekten, veren talâkı ve iddetin bittiğini
biliyor.» derse; bu müstesnadır. Itâbiyye'de de böyledir.
Eğer nafaka bedelini
veren : «Ben zevciyet i bildim; talâkı bilmedim.» derse, talâkı bilmediğine
dâir yemin edince ödeme yapmaz. Gâyetü's-Sürûcî'de de böyledir.
Emânet, kadına nafaka
vermede, borçtan evlâdır. Hâkim, borçluya veya emânet bırakılana emreder;
yanına mal bırakılan da : «Ben, malı, nafaka olarak kadına, verdim» derse; sözü
kabul edilir. Borçlunun sö/ii ise, işba t sız kabul edilmez. Feîâvâyi
Kâdîhân'da da böyledir.
Emânet bırakılan veya
kocanın evinde olan mal, kadının hakkının cinsi hilâfına olursa; o maldan,
nefsinin nafakası için, kadın bir şey satamaz.
Keza, bütün âlimlere
göre : Nafaka hakim de, bir şey satamaz. Ancak, evin ve kölenin icarından
verilir. Bu da, gaip için olur. Mu-hıyt'-te de böyledir.
Yiteri de gaip
olan yerindedir. Fetâvâyi
Kâdîhân'da da böyledir,
Hâkim, kocanın
malından kadına, nafaka verdiği zaman, kadının, o maldan, kifayet miktarı
alması gerekir.
Kadın hâkime müracâat
edip kocasının üzerine nafaka bağlanmasını talep eder; kocanın da, kadında
alacağı olur ve karısına : «Ondan, nafakana mahsup eyle.» derse; öyle yapılır. Muhiyt'te de böyledir.
Şayet, hâkim nafakayı,
pahaiı veya ucuz hükmetmiş olursa; o hâkim, hükmünü değiştirir. Zahîriyye'de
de böyledir.
Nafakadan aczi sebebiyle
ayrılmaz; ve ona borç etmesi emredilir. Kenz'de de böyledir.
Nafakadan aczinin
meydana çıkması, ancak ve ancak kocanın hazır olduğu zaman mümkündür. Adam,
karısından gaip olur: kadına da, bir nafaka bırakmazsa; kadın, dununu hâkime
iletir; hâkim, aczi sebebiyle, bunların aralarının tefrik edilmesini uygun
gören bir âîime yazarsa; ayrılık vâki olur mu? Şeyhu'l - İslâm : «Evet
nafakadan âciz olunca, tefrik olunurlar.» demiştir. Zehiyre sahibi: «Sahih olan
hâkimin, hükmü sahih değildir. Çünkü bu hüküm içinde içtihad olan bir hüküm
değildir.» demiştir. Gerçekten, acz bitmez. Nihâye'de de böyledir.
Kadın, kocasını,
nafaka hususunda dâva eder hâkini, hüküm veı-ene kadar, uzun bir müddet
geçerse; hâkim, bize göre, geçen zamanın nafakasını, kadına hükmetmez.
Muhıyt'te de böyledir.
Hakim takdir etmeden
ve kendileri razı olmadan önce, koca, karısına borç edip nafaka verse; kansına
müracaat ederek bunu geri alamaz. Bu, fazladan bir infak olur. Koca, hazır
olsun, gaip olsun, müsavidir. Hakimin takdiri veya kendilerinin rızalarından
sonra kadın kendi malından harcama yapsa, müracaat edip bunu kocasından
alabilir.
Keza kadın, kocasına
karşı borçlanırsa, (bu borç etme ister hâkimin izni ile olsun, ister izinin
hâricinde olsun müsavidir.) —bunu kocasına ödemez. — Bedâi'de de böyledir.
Hâkim, kadın için,
kocanın üzerine, her ay şu kadar nafaka takdir eder veya her ayın nafakasına,
aralarında razı olurlar ve aylar geçtiği halde koca nafakadan bir şey vermez;
kadın da, borç yapar veya kendi malından harcar; sonra da adam veya kadın
ölürse; bize göre, hepsi sakıt olur (= düşer)
Kuza, koca, bu durumda
kadım boşarsa; hâkimin takdirinden sonra toplanan nafakanın, tamamı sakıt olur.
Bu bizim kavlimizdir. Hâkim, kadına, bir nafaka takdir eder, fakat
borçlanmasını emretmezse bu böyledir. Eğer kadına, kocasına karşıt
borçlanmasını emrederse, kadın borçlanır. Sonra da, ikisinden birisi, Ölürse,
bu durumda nafaka bâtıl olmaz. Hâkim Şehid de böyle söyledi. Sahih olan da
budur.
Peşinen verilen
nafaka, geri iade edilmez. Her ne kadar, onlardan birisi ölse veya adam
karısını boşasa bile, böyledir. Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.) Fe göre böyledir. Fetva da, bunun üzerinedir. Mehru'i Fâık'ta da
böyledir.
Bir kimse, üç taİâk
boşadığı kadının nafakasını, iddeti bitince kocaya gitmesi İçin, verse; onu,
kendi nefsine nikahlayamaz. Şeyhu'1 - İmâm Ebû Bekir Muhammed bin FadI: «Eğer,
dirhemle t verse; istemek vardır. Ancak sıla (- akrabalık) için olursa bu müstesnadır.»
demiştir. Başka âlimler de : Nafaka vermesi şarttır. Ve şöyle söyler »'Bana
nikahlanman üzere, sana infak ediyorum,» ister "nikah etsin ister
etmesin, kadına müracaat eder. Demişlerdir. Eğer, böyle söylemez; ancak, o,
delâletle gerçekten bunun için in-i'âk ettiğini bilirse; bazıları «Müracaat edemez.»
dediler. Şeyhu'l -İmâra Üstâz Zahîra'd - Dîn : «Her haliyle müracaat eder.
Çünkü, o rüşvettir." elemiştir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Koca, fakir oiur; bunu
da, hâkim bilirse; hâkim, onu hab-setme/. Muhiyt'te de böyledir.
Hâkim, onun fakir olduğunu
bilmez; kadında hâkime müracâatla bahsedilmesini isterse, evvel emirde hâkim
onu habsetmez.
Fakat, hâkim infak ile
emreder;.ve : «Kadına infak eylemezsen hapsedilirsin.» diye haber verir.
Ancak, kadın bundan
sonra, ikinci üçüncü defa hâkime başvurursa, arlık hâkim onu hapseder.
Nafakadan hâriç, borç da böyledir.
Hâkim, kocayı, iki
veya üç ay habsettiği zaman, yine de, ondan, nafaka istenir. Bazı yerlerde,
dört ay diye'de zikredilmiştir..
Sahih olan, miktar
yoktur. Belki de, o, hâkimin re'yüıc bağlıdır. Eğer hâkimin görüşünün ağırlığı,
o adamın, malı olunca, borcun ödemesi şeklinde ise, onun yolunu arar. Talip,
onu tasarrufundan men edemez.
Eğer zengin ise
nafakasını ve borcunu, rızâsı olmaksızın çıkarmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir.
Şayet, hâkim, kocanın
vereceği nafakayı takdir eder; koca, ise, zengin olduğu halde, onu vermekden
kaçınır; karısı da, onun habscdilmesini isterse, o, hapsedilir. Yalnız, uygun
olan, onu evvel emirde hapsetmemek; belki de, onu iki veya üç oturum tehir
edip, her mecliste ikaz etmekdir. Yine de, vermezse, o takdirde, diğer
borçlarda olduğu gibi, o zaman habsetmek uygun olur. Bedâi'de de böyledir.
Bu kimse,
hapsedilmekle, nafaka, ondan kalkmaz. Ona, borçlanması emredilir. Adamın, eline
mal geçince, yeniden kendisine müracaat edilir. Eğer, koca, hâkime : «Kadım da
benimle beraber, hapseyle; yanımda, boş yer vardır.» dese bile, hâkim, kadını,
onunla birlikte hapsetmez. Muhayt'te de böyledir,
Koca, nafaka için
hapsedildiği zaman, hâkim, nafaka cinsinden olan şeyini, kadına teslim eder.
Adamın rızası olmasa da. Öyle yapar. Eğer, nafaka cinsinden olmazsa; ondan, bir
şey satılmaz. Fakat, adamın bizzat kendisine onu satıp borcunu ödemesi
emredilir. Diğer borçlarda böyledir. Bu, îmâm Ebû Hanîfe (R.A.3 ye göredir,
İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.J'e göre, adamın malı, nafaka
cinsinden olmasa bile satılıp, borcunun yerine verilir. Bedâi'de de böyledir.
İmâmeyn'egöre, hâkim
satışa, önce taşınır mallardan başlar. Eğer, onların parası nafaka borcuna
yetişmezse; o zaman da, taşınmaz malları satar. Zehiryre'de de böyledir.
Adamın, yalnız bir
sarığı olsa, nafaka için onun satımına zorlanmaz. Çünkü, giyilen şeyler diğer
borçlar için de satılmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Şayet geçmiş zamanda,
hâkimin ne kadar nafaka takdir eylediğinde, ihtilâf ederlerse; kocanın sözü
geçerlidir. İsbat kadına aittir. Kerderî'nin Vecîzi'nde de böyledir.
Kadın için, kocaya
nafaka takdir edildiği zaman, kadının kocası üzerinde mehrinden kalanı varsa;
adam da kadına bir şeyler verince; ihtilaf eyleseler; koca: «Bu, mehirdir.»
karısı da: «Hayır, bu nafakadandır.» derse, kocanın sözü geçerlidir.
Şeyhu'l - İslâm Haher
- zade : «Verilen şey, eğer mehir için verilmesi âdet olan şeydense, mehirdir.
Fakat, mehir için verilmesi âdet olan şeyden değilse, (et suyu gibi, ekmek gibi
bir tabak meyve gibi ve emsali söylerse) o zaman kocanın sözü kabul edilmez.
Mumyt'te do böyledir.
Nafakanın cinsinde
veya miktarında yapılan anlaşma veya verilen hükümde ihtilâf ederlerse;
kocanın sözü geçerli olur. Kadının, isbr.l etmesi gerekir.
Koca, karısına, bir
elbise gönderir; karısı da : «Bu, hediyedir.» der; kocası ise: «Bu, kisvedir.»
derse; yemin ile birlikte, kocamı} sözü geçerli oiur. Ancak, kadın, onun hediye
olarak gönderildiğini isbat ederse; o müstesnadır.
Bu meyanda, kocası da
onun hediye olmadığını belgelerse, kocan m belgesi muteberdir.
Keza, karı-kocaıun her
birî diğerinin ikrarını belgeleseler, iLi bar kocanın belgesincdiı*.
Keza, koca, dirhemler
yollar ve : «Bunlar, nafakadır." der; kadında : «Hayır, hediyedir.»
derse, kocanın sözü geçerlidir. Mebsütia da böyledir.
Koca, infak ettiğini
iddia eder; kadın, da bunu ınkaı ederse; yeminle birlikte, kadının sözü
geçerlidir. Mumyt'te de böyledir.
Bir kadın :
«Gerçekten, kocam benden uzaklaşmayı istiyor. Nafakam irin, kefil istiyorum,
dese; İmâm Ebû Hanîfe CR.AJ'ye göre böyle söylemeye hakkı yoktur. İmâm Ebû
Yûsuf (R.A.)'a göre istihsanen, bir aylık nafaka için, kefil alabilir. Fetva da
bunun üzerinedir.
Şayet, kocanın,
seferde bir aydan fazla kalacağı bilinirse İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre bir
aydan daha fazla içinde kefil alır. Hulâsa'da da böyledir.
Bir kimse, başka
birisinin karısına, kocalının yerine nala-ka
ve mehiı- ödese, bu nafakanın tazmini hâilidir. Ancak, her ay için bir
miktar belirlenmesi hâli müstesnadır. Aslında, kan kocanın, beraberce anlaşıp
koca, nafaka her ay, belli bir şey öderse bu güzel clur. Zehıyre'de de
böyledir.
Bir adamın, kadının
her aylık nafakası için, kefü olması, caiz cimaz; Yalnız, bir ay için kefil
olabilir.
Şayet kefil :
«Kocandan dolayı, bir senelik nafakana kefil oldum.» derse; işte o zaman, bir
senelik kefaleti caiz olur.
Keza, eğer : «Senin
nafakana, ebediyyen kefil oldum.» ve}'a «sağ olduğum müddetçe.» derse, hayatta
oldukça kefildir.
Bir adam, bir aylık
veya bir yjlhk nafakaya kefil olsa, kadının kocası da, onu, bâin veya nc'i
talakla boşasa, bu kefilden, iddet nafakası alınır.
Nafaka hakkında,
kadın, kocasını hâkime dâva eder; kocanın babası da kadına : «Nafakanı, ben
vereceğim." der ve yüz dirhem de verdikten sonra, kocası bu karısını,
boşarsa; baba, kadına nafaka için verdiğini, geri alamaz. Fetâvâyi Kâdihân'da
da böyledir.
Bir kadın kocasına :
«Ben, senin karın oldukça, sen benim nafakamdan ebediyyen uzaksın.» derse;
eğer hâkim, ona nafaka takdir etmemişse; bu beraat batıl (= geçersizidir. Eğer
hâkim, ona her ay için, on dirhem nafaka takdir eylemişse, birinci ayın nafakasını
ibra caiz olur; diğer aylannki olmaz.
Şayet, bir ay
geçtikten sonra : «Giden ayın ve gelen ayın nafakasını sana ibra eyledim.»
derse; kocası geçmiş ayın ve gelen ayın nafakasından uzak kalır. Daha fazlası
olmaz. Mezîd'de de böyledir.
Şayet kadın
:«Nafakamdan bir seneliğini sana ibra eyledim» dese bile, kocası, yalnız bir
aylık nafakadan uzak kalır. Fet-hu'l - Kadîr'de de böyledir.
Bir kadın, kocasıyla,
her ay için, üç dirhem nafakaya anlaşma yapsa; bu caiz olur. Sonra, nafakanın
bu cins sulh mes'ele-krindc asi olan, gerçekten nafakadan sulh, karı koca
tarafından, ne /aman bir şe^u hasıl olursa; hakimin o anlaşmaya göre, koca üzerine
naiaka takdir etmesi caiz olur. Bu sulh isler hâkimin takdirinden önce olsun,
ister sonra olsun, iki tarafın rızaları her ay için ne İse, nafaka odur.
Karı - koca bir şey
üzerinde anlaşma yapmışlarsa; hakimin ayrı yatan kocaya, haline göre, nafaka takdir
etmesi caiz olmaz. Meselâ : Anlaşma bir köle Veya bir elbise olarak vâki
olmuşsa, bakılır : Eğer, aralarında yapılan anlaşma, hâkimin hükmünden önce
ise, kadının nafakası odur.
Keza, aralarında kendi
rızaları ile, her ay için, bir şey tayin ekledikten sonra ise, itibar
aralarında olan sulha göredir.
Eğer, sulh hâkimin,
kadına takdir eylediği nafakadan ve yine aralarında her ay için razı oldukları
şeyden, sonra ise; bu sulha itibar olunur. Bu takdire itibaren faydası, bunu
artırmanın da, eksiltmenin de caiz olduğundandır. İşte, bu asi üzerine, bu
meseleler meydana çıkarılır.
Kadın, kocasıyla her
ay için, üç dirhem nafakaya, anlaşma yapsa; sonrada kadın : «Bu miktar bana
kafi gelmiyor.» dese; eğeı, koca zengin birisiyse, kadının dâva edip nafakasını
kifayet miktarına çıkartma hakkı vardır.
Keza, kadın, kocasıyla
anlaşma yapar da; her ay için üç dirheme razı olur; sonra da, kocası : «Benim,
buna gücüm yetmiyor.» derse; onun bu sözüne inanılmaz. Kadın, üç dirhemin
tamamını alır. Kitab'da denilmiş ki : «Yalnız, hâkim bu adamın durumunu bazı
insanlardan sorar. Onlar da hakikaten, bu adamın gücünün yetmediğini haber
verirlerse, nafaka noksanlaştınlıp, gücü yetecek hale konur, denilmiştir.
Giyimde de, sulh
böyledir. Kadın, yahûdi yapısı bir gömlek; zatiy yapısı bir çar; birde, şam
yapısı baş örtüsüne kocasıyla anlaşma yapmışsa, bu caizdir. Zehıyre'de de
böyledir.
Bir kimse karısıyla,
bir senenin nafakasına bedel olarak, bir kat elbiseye anlaşma yapar; onu da,
kadına verirse; bu caizdir. Bundan sonra, kadın, yine elbise isterse, bakılır :
Elbise üzerine yapılan anlaşma, eğer, hâkimin kadın için takdir eylediği
nafakadan veya her ay için, nafaka olarak bir şey üzerinde aralarında anlaşma
yaptıktan sonra ise; işte o zaman kadın, hâkimin takdir eylediği nafakaya veya
daha önceki aylık anlaşmalarına döner. Fakat, sulh önce elbiseyle yapılmışsa;
işte o zaman, kadın elbisenin kıymetine başvurur.
Meselâ : Kadının
nafakasından bedel, orta halli bir hizmetçi üzerine anlaşma yapsalar,. onun
içinde, bir müddet koysalar veya koymasalar; eğer bu, hâkimin takdirinden daha
önce ise caizdir. Bu anlaşma, hâkimin takdirinden sonra ise caiz değildir.
Muhiyt'te de böyledir.
Bir adamın iki karısı olduğu
zaman, biri hür diğeri efendisinin bir eve yerleştirdiği bîr câriye olsa; koca,
bunlarla, nafaka hususunda, anlaşma yapsa ve câriye için hür kadından daha
fazla nafaka şart koşsa, bu caizdir. Eğer, cariyenin efendisi, onu bir eve
yerleştirmemi şse; bu cariyenin kocası ile nafaka anlaşması yapması caiz
olmaz.
Keza, bir kocanın nikâhı
fâsid olan karısıyla, nafaka anlaşması caiz o'maz. Zehiyre'de de böyledir.
Kadın kocasıyla nafaka
ve giyimde, halkın benzerinde aldar
madiği miktardan fazla ile anlaşma yapması caiz olur. Bunun aksi olursa caiz
olmaz, fazla olan geri alınır o kadının mislinin nafakası verilir. (Hulâsa)
Bir köle, efendisinin
izniyle evlense; karısının nafakasını verir. Köle bunu temin için satılabilir
de. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Efendinin fidyesini
vermek gerekir. Eğer, köle ölürse; nafaka düşer. Cevheretü'n - Neyyire'de de
böyledir.
Müdebbir, efendisinin
izniyle evlenirse; kadının nafakası, kazancından ödenir. Mükatep de âciz
olmazsa böyledir. Şayet, âciz kalırsa, satılır.
Bunlar, efendilerin
izni olmadan evlenirlerse; onlara nafaka ve mehir yoktur. Kâfî'dede böyledir.
Bunlardan birisi, azâd
edilse; azâd olundukları zamandaki nikâhları caizdir. İstikbâlde, nafaka ve
mehir üzerlerine vacip olur.
İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)
'ye göre, tamamı azâd edilmeyen köle, mükâtep yerindedir. Muhıytt'te de
böyledir.
Bir kimse cariyesini
kölesine nikâhlasa; cariyeyi hazırlasın veya hazırlamasın, nafakası efendisine
âiddir. Kâfî'de de böyledir.
Eğer efendisi : «Ben,
ona nafaka vermem.» dese; onun nafakası, üzerine cebredilir. Tatarhâniyye'de
de böyledir.
Bir kimse, kızını, kölesine
nikahlarsa; kızın nafakası kölenin üzerinedir. Bedâi'de de böyledir.
Nikâhlı bir cariyeye,
eğer efendisi "bir ev hazırlarsa; ona, nafaka vardır; değilse, yoktur.
Müdebbere ile ümm-ü
veled de böyledir.
Cariyeyi efendisi
hazırlar demek, câriye ile kocasının aralarını beş, tenha bırakmak ve kendisine
hizmet yaptırmamak demektir.
Eğer, cariyeye bir ev
hazırlar; sonra da, kendisine hizmet, ettirmeye başlarsa; nafaka düşer.
Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir,
Câriye efendisine
hizmet ettiği nıüddetçe; kocasının üzerine nafaka yoktur. Şayet efendisi,
kocanın evini hazırlarsa; cariyede bazı vakıtlarda gelip efendisine, kendi
kendine hizmet eder, ona efendisi hizmet ettirmezse, âlimler :<'Nafaka
düşmez, (yâni; nafaka verilir.)» demişlerdir. Bedâi'de de böyledir.
Şayet câriye,
efendisinin olmadığı bir zaman da, onun evine geiir; efendisinin ehli ıyâli de,
onu kocasının evine gitmekten men eder ve kendilerine hizmet yaptırırlarsa, bu
cariyeye'nafaka yoktur. Mulııyıt'te de böyledir.
Mükâtebe, efendisinin
izniyle nikâhlanırsa; o hür kadın gibidir. Onun, hazırlanmaya ihtiyacı
yokttır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da bö\ledir.
Babamdan : «Bir kimse,
cariyesini, bir adama nikahladığı halde; uzun müddet, o câriye efendisinin
hizmetiyle meşgul bulunsa, geceleri de kocasına hizmet eylese; bu cariyenin
durumu nedir?» diye soruldu.
O, şu cevabı verdi :
- Gündüz nafakası,
efendisine; gece nafakası da, kocasına aittir.» Tatarhâniyye'de de böyledir.
Bir köle veya müdebber
veya mükâtep efendisinin izni ile evlense; karısı da, çocuk doğarsa, çocuğun
nafakası üzerine zorlammaz. Çocuğun anası, ister hür, ister câriye, ister
mütlebbere, ister mükatebe, isterse ürom-ü veled olsun, fark etmez.
Eğer, kadın mükâtebe
ise, çocuklarının nafakası ona aittir. Kadın, müdebbere veya ümm-ü veled ise
evladlan kendileri gibidir; nafakaları, efendilerinin üzerinedir.
Kadın hür olduğu
vakit, çocuğunun nafakası,— bu kadının malı varsa— onun üzerinedir. Eğer malı
yoksa o zaman çocuğun nafakası, akrabalarından en yakın olan vârisine aittir.
Keza, hür bir adam, bir câriye veya müdebbere veya mükâbere veya ümmü veled
nikahlarsa, cevap; köle müdebber, mükâteb hakkında verilen cevap gibidir.
Zehıyre'de, de böyledir
Cariyenin, ümmü
veledin veya müdebberenin efendisi fakir çocukların babası da, zengin ise; baba
onları infak etmekle cmrolunurmu?
Eğer, çocuk cariyeden
olmuşsa; baba nafakası ile emrolunmaz. Eğer çocuk ümm-ü veled veya müdebbereden
olmuş ise, baba onun nafakası ile emrolunur. Muhıyt'te de böyledir.
Sonra, baba, efendiye
müracaat eder ve çocuklara sarfetti-ğini ondan ister. Fetâvâyİ Kâdîhân'da da
böyledir.
Bir kimse kölesini ve
cariyesini mükâtebe yapmış ve onları da evlendirmişse, bunların bir çocuküarı
olunca, onun nafakası babaya değil, anaya aittir.
Bu, mükâtebin, kendi
cariyesine cima' edip ondan bir çocuk doğması halinde rnuhalifdir. îşte
burada, o çocuğun nafakası, mükâtebe aittir.
Eğer, mükâtep, başka
birisinin cariyesi ile evlenir; ondan da bir çocuk dcğar,"veya mükâtep, o
cariyeyi satm alana kadar, çocuk doğmaz, sonra doğarsa; artık, çocukların
nafakası mükâtebin üzerinedir. Muhıyt'te de böyledir.
Bu durumda, elbise de,
yaza ve kışa elverişli olarak, kocanın üzerine vâcibdir. Yenâbî'de de böyledir.
Elbise, senede iki
defa, altı ayda bir defa takdir edilir. Mebsût'ta da böyledir.
Şayet kadına altı ayda
bir, bir kat elbise takdir edilirse; onun için, o müddet çıkmadan, başka elbise
hakkı yoktur.
Eğer, allı ay geçmeden
önce, alman elbise yırtilırsa; fakat, bu, âdet üzere giyildiği zaman
yırtılmayacak ti ise, kocanın, yenisini alması gerekmez; değilse, gerekir.
Eğer, altı ay geçtiği halde, elbise ılımıyorsa, durması giyilmediğinden veya
başka elbise giyildiğinden; yahut bir gün onun, bir gün başkasının giyilmesi
sebebinden-se; onun için, başka bir kat elbise daha takdir edilir. Cevheretü'n
-Neyyire'de de böyledir.,
Eğer elbise veya
nafaka zayi olsa, veya çahnsa, -başkada elbisesi veya nafakası bulunmasa;
yeniden temini gerekir. Gâyetti's-Sürûcî'de de böyledir.
Kocanın, durumuna, göre karısına, üzerine oturacak
bir-sergi vermesi vâcibdir.
Eğer, koca zengin ise;
kış için tımfese denilen bir yaygı, yaz için de, şantiyen bir yaygı gerekir.
Eğer, koca, fakir ise; yaz için hasır, kış için de, bir keçe yaygı gerekir.
Tunfese ile sahtiyan sergi, hasırdan sonradır. Sirâcü'l - Vehhâc'da da böyledir.
İmam, Kita'b'da:
Hakim, hizmetçinin narasını takdir ettiği zaman, onun elbisesini de takdir
eder. Fakire kışın, keten bir gömlek, bir izâr ve ucuzundan bir üst giyişi;
yazın ise; bir gömlek,: bir de izâr gerekir Zengin için de; kışın zatıy denilen
bir gömlek; bir izâr ve bir üst giyişi; yaz için de onun aynısıdır. Kış
elbisesi yazdan fa/.İadır. Sonra, hizmetçi için baş örtüsü yoktur. Kadın
hizmetçi için, yeteri kadar ayakkabı da lâzımdır. Bu durum, beldelerin değişmesiyle,
değişir.
Soğuk, veya sıcak yerlerin
giyimleri, ayrı ayrıdır.
Hakim, hizmetçinin
nafakasında, kifayet miktarını, zaman ve mekânı göz Önüne alarak takdir edt:\
Ancak, hizmetçinin
kisvesi ( — elbisesi) hanımının elbisesinin dengine yetişmez. Muhıyt'te de
böyledir.
En doğrusunu, ancak,
Allahu Teâlâ bilir.
Kadının oturacağı yeri
temin, kocasının üzerine vaciptir. Bu ev, kadının ve kocanın ehlinden hâli bir
ev olacaktır Kadının seçmesi ise
müstesnadır. Keriz Şcrhi'nde de böyledir.
Bir adam, karısını
yanında hiç kimsenin olmadığı bir yerde oturtur; kadın da hâkime şikâyet
ederek, kocasının kendisini dövüp eziyet ettiğini söyler ve
hâkimden, kocasına emrederek, kendisini iyi kimselerin arasında oturtmasını; onların
kocasının yaptığı iyliği de kötülüğü de bilmelerini ister ve eğer hâkim, işini
kadının dediği gibi olduğunu bilirse; o zaman, kocasını haksızlıktan men eder.
Eğer, bunu bilmezse; o vakit, bakar:
Eğer, o ev^rn komşuları iyi kimselerse orada oturtur ve komşulardan o adamın ne
yaptığını sorar. Eğer, onlar kadının
söylediği gibi, söylerse, adamı zecreder ve yaptığından
men eder Eğer, komşular: Bu adamın karısına eziyet etmiyor derlerse hâkim,
onları orada bırakır. Eğer komşularında itimad edilir kimseler yoksa veya
bunlar koca tarafına meyi ediyorlarsa; hâkim kocaya iyi kimselerin arasında
oturmasını emreder, onlardan da durumlarını sorar ve haberlerine göre iş yapar
Muhıyt'te de böyledir.
Kadın, kumasıyla veya
görümcesiyle oturmaktan kaçınır; ev dar olur, fakat odaları bulunursa onu bir
oda da bırakır ve ondasına kilitlerse ar,tık, kadın kocasından, başka yere
gitme isteğinde bulunmaz. Eğer, o evde başka başka odalar yoksa, kadının bunu
isteme hakkı varıdır.
Eğer kadın : Ben
cariyen ile bir evde durmam, derse; bunda hakkı yoktur.
Keza, kadın «Ben senin
ümmü veledinle oturmam, derse; bunda da hakkı yoktur. Zahirîyye'de de
böyledir.
Bürhânü'l - Eimme bununla
fetva vermiştir. Kerderi'nin Vecizi'nde de böyledir.
Eğer koca kadının,
babasına veya anasını veya ehlinden birisini kadının yanma girmeden men etmek
isterse; bunda itilaf oldu: Bazıları: Ana ve babasını her hafta kadının yanma
girmeden men edemez dediler. Ancak onların yanında olmasından men eder.
Alimlerimiz bunu kabul eylemişlerdir, Fetva da bunun üzerinedir Fetvâyi
Kadihan'da da böyledir.
Bir koca karısını,
haftada bir defe ana ve babasının yanlarına gitmekten men edemez denilmiştir.
Fetvada bunun üzerinedir. Gâyetiis- SiirlirlMdır. Gayetüs- Sürüci'de de
böyledir.
Bir koca, karısını,
ana- babasının dışında ziyaretten men edebilir- mi? Bazı alimler Her ayda, bir
defa akraba ziyaretinden men edemez demişler; Belh alimleri ise: Senede bir
defa demişlerdir. Fetva da bunun üzerinedir.
Keza kadın bacısı,
teyzesi halası gibi mahremlerini, ziyaret etmek isterse; yukarda söylenenler
gibidir Felvâyî Kâdihan'da da böyledir.
Bir koca, karısını,
ana, babasından, başka kocasından olan çocuğundan ehlinin ona bakmasından ve
konuşmasından men edemez. Kadınla ne zaman isterlerse; görüşüp konuşurlar.
Hidâye-'dc de böyledir.
Mecmüu'n-nevâzil de:
«Eğer kadın ebe veya cenaze yıkayıcı ise veya kadının, başkasında veya
başkasının kadında hakkı vax*sa; kocasının izni, olsa da, olmasa da, kadın
çıkabilir. Hac da böyledir.
Bunlardan başka,
yabancıların ziyaretinden ve onların bayramlarından, düğünlerinden için kadına
izin vermez. O da izinsiz gidemez.
Şayet, koca izin
verir; o da giderse; her ikiside günahkâr olurlar.
Kadın, hamama
gitmekten de men olunur. Fethu'l - Kadîr'de de böyledir.
Eğer, koca, karısına,
bid'attan hâli vâız meclisine gitmesine izin verirse, bunda bir beis yoktur.
Kadın, kölesiyle
yolculuk yapamaz. Kölenin husyeleri olmasa bile, böyledir. Mecûsî olan oğlu
ile de, yolculuk yapamaz.
Bu zamanda, süt
kardeşi ile de yolculuk yapamaz. Başka bir kadın ile de, yolculuk yapamaz.
12-13 yaşlarında olan mürahik oğlan ile de yolculuk yapamaz.
Kadın, kızının kocası
ile, kocasının oğlu ile, anasının kocası üe yolculuk yapar. Kerderî'nin
Vecîzi'nde de böyledir.
Kadın için, kocasının
izni olmaksızın, onun evinden, bir şey vermek yoktur.
Farz orucun dışında,
izinsiz, oruç da tutamaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir. [34]
Boşanma cihetinden
iddet bekleyen, kadın, nafaka ve meskene müstehaktır. Tal <, ister rıc'î;
ister, bâin; isterse, üç talâk oîsun; Kadın hamile olsun veya olmasın; nafaka
hakkına sahipdir. Fetâvâyi Kâdîhân'da de böyledir.
Asi olan : Ayrılık,
her ne zaman, koca cihetinden olursa; kadına nafaka vardır.
Eğer, ayrılık kadın,
tarafından haklı bir sebeple olmuşsa, yine kadına nafaka vardır.
Eğer, günâh sebebiyle
olmuşsa, kadına nafaka yoktur.
Eğer, ayrılık,
kadından başkası tarafından olursa, yine nafaka vardır.
Lânetleşmiş kadın için
de, nafaka vardır.
Mal mukabili boşanmış
olan kadın içinde, nafaka vardır, Iylâ = YeiJâ t = yemin) eden için de nafaka
vardır.
îrtidâd eden koca ve
karısının anasına mücamaatta bulunan koca; kansma nafaka verir.
Keza mnînin karısı,
ayrılık isterse; onun da nafaka hakkı vardır.
Keza, ümm-ü veled ve
müdebbere azâd olunurlar da, kocalarının yanında dururlarsa; efendileri onlara
ev hazırlamış olur; onlar da ayrılık, isterlerse; nafaka hakları vardır.
Keza, küçük kız
yetişir de, nefsini ihtiyar ederse, nafaka hakkı vardır.
Keza, duhûlden sonra,
denklik olmadığından tefrik olunur (= birbirlerinden ayrılırlar) sa, kadına
nafaka hakkı vardır. Hulâ-sa'dâ da böyleûir.
Eğer, kadm irtidat
eder veya kocasının oğlu ile veya kocasının babası ile münâsebet kurar veya
şehvetle ona dokunursa; istihsânen, kadına nafaka yokdur. Oturma hakkı ise,
vardır.
Zoraki tecâvüze
uğrayan kadına, nafaka vardır. Bedâi'de de böyledir.
İrtidâd eden kadın,
tekrar müslüman olursa; iddeti bakidir. Ona nafaka yoktur. Kocasının evinden
ayrılan onun boşadığı kadın, bunun hilaf madır. Eğer, bu kadın, evden
ayrılmaktan vaz. geçerse; ona, nafaka
vardır. Serahsi'nin Muhiyti'nde de böyledir.
Bunda asi olan: Her
bir kadın ki, ayrılık sebebiyle, onun nafakası bâtıl olmaz; iddetle bir arıza
sebebiyle bâtıl olur; sonrada, o arıza iddet içinde giderse; o zaman, nafaka
avdet eder (= döner) . Ve ayrılık sebebiyle bâtıl olan, iddeti içinde,
nafakası avdet etmez her ne kadar ayrılık sebeb; zail olsa bile böyledir.
Bedâi'de de böyledir.
Bir kimse, karısını üç
talâk boşadıktan sonra, bu kadın irtidâd ederse; nafakası düşer, trtidât ettiği
için değil; fakat, nefsini hab-seyîediği için tevbe edene kadar kocasının evinde
olmaz.
Hatta irtidâd etmiş
olsa; fakat nefsini habseylemeyip kocasının evinde dursa; işte ona nafaka
vardır. Eğer tevbe eder ve kocasının evine dönerse; arıza zeval bulduğu için
(ki bu hapistir.) ona nafaka vardır. Bu hâl, talâk bâin veya üç talâk olduğu
zamandır, Ric'î talâka gelince; bundan iddet bekleyenler, irtidâd ederse; nefsini
habs etsin veya etmesin ona nafaka yoktur. Kâfî'de de böyledir.
Şayet kadm, kocasının
oğlu veya babası ile münâsebet kurar veya ona şehvetle dokunursa; eğer o,
ric'î talâkdan idd&t bekliyorsa, kadına nafaka yoktur. Ve eğer talâk bâin
ise, veya taîaksız iddet bekliyorsa ona nafaka ve ev vardır.
İddeti içinde irtidâd
edip de, dâr-i harbe giden kadın, bunun hilâfinadır. Sonradan gelip müslüman
oîsa bile, ona nafaka yoktur. Bedâi'de de böyledir.
Kocası ölen kadına,
nafaka yoktur. İster hamile olsun, ister. olmasın. Ancak, kadm ümm-ü veled olur
ve bu da hâmile bulunursa; ona bülün maldan nafaka vardır. Sirâcül - Vehhâc'da
da böyledir.
Kadının üzerine iddet
vâcib olduktan sonra, üzerinde olan hak sebebiyle, habsedilse; nafaka sakıt
olur. (= düşer.) Zahîriyye'-de de böyledir.
Nâşize olan bir
kadını, kocası boşarsa; onun, kocasının evine dönüp, nafaka alma hakkı vardır.
Her ne kadar, hayzm kalkmasıyla, iddet uzarsa bile, hayızdan kesilip, âyise
olup, ay hesabı ile iddeti bitene kadar nafaka hakkı vardır.
Kadın, hayizla olan
iddetini inkâr ederse; yeminle birlikte,' onun sözü geçerli olur.
Eğer, kocası, mm
«iddetinin bittiğini, ikrar eylediğini,» isbât ederse; nafakası düşer.
Şayet, kadının üzerine
iddet vâcib olur, da hâmile olduğunu iddia ederse; ona talâk vaktinden
itibaren, iki yıl nafaka vardır.
İki yıl geçerde, çocuk
doğurmaz ve «ben hâmile olduğumu zannetmiştim» der; bu müddet içinde de hiç
hayız olmaz; nafakasını da taleb ederse, ona hayızla olan iddeti bitene kadar,
nafaka vardır. Veya âyise olup aylarla iddeti bitene kadar nafaka vardır.
Fetâ-vâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Eğer kadın, üç ayda
hayız olup; iddetine hayızla yeniden başlarsa, ona nafaka vardır.
Keza, misli cima'
olunan küçük kadını kocası cima'dan sonra boşarsa; ona üç ay nafaka vardır.
Şayet bu arada hayız
olursa; iddete yeniden başlar. Üç hayız görene kadar, nafakası devam eder.
Bedâi'de de böyledir.
Harp diyarında olan
müslüraan karı - kocadan birisi, îslâm yurduna çıksa; diğeri de, ondan sonra
çıksa; kadına, nafaka yoktur.
îddetin'de nafakaya
müstehak olan; kisveye ( = elbiseye) de müstehak olur. Fejtâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir.
Bu nafakada, itibar,
yetecek kadaradır. Oda, kifayet mikr tarımn. ortasıdır. Bu, takdir edilmiş
değildir. Çünkü, bu nafaka, nikâh nafakasının benzeridir.
Nikâh nafakasında,
muteber olan, bunda da muteberdir. îddet bekleyen kadın, nafakası hakkında dâva
açmaz; hâkim de, bir şey takdir epemezse; i-idet bitene kadar, nafaka yoktur.
Muhıyt'te de böyledir.
Hâkim, —îddeti
içinde—, iddet bekleyene, nafaka takdir eder ve kadın kocaya karşı borç etsin
veya etmesin, kocasından bir şey almadan Önce iddet biter, ve hâkimin emriyle
borç ederse; bunun için, kocasına müracaat eder. Eğer, hâkimin emri
olmaksızın, borç yapmış veya yapmamışsa; nafaka düşer, denilmiştir. Sahih
olanda budur. Cevâhiru'I - Ahlâtî'de de böyledir.
Bir kimse, karısından
gaip olur; kadın, başka kocaya varır; o da bu, kadına cima* eder; önceki
kocası ise avdet edip (= dönüp) gelir; hâkim de, ikinci kocası ile kadının,
arasını tefrik edip (— açar) sa, bu kadının iddet beklemesi gerekir.
Kadına, ne önceki , ne
de ikinci kocası tarafından iddeti içinde, nafaka yoktur.
Bir kimse, karısına
cima' yaptıktan sonra onu talâkı selâse t— üç talâk) boşar; kadın da; iddeti
içinde, diğer bir kocaya varır, o adamda o kadına cima ettikten sonra, hâkim
aralarını ayırırsa; önceki kocasının, hem nafaka, hem de ev temini lâzımdır.
Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) 'ye göre böyledir.
Bir adamın nikahlı
karısı, başka bir kocaya varır; o da bu kadına cima' eder; durumu, hâkim
öğrenince aralarını tefrik eder; sonra da bunu kocası öğrenir ve kadını, üç
talâk boşarsa, bu kadının, iki kocasından da, iddet beklemesi vâcib olur. Ve,
hiçbirinden nafaka alamaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir. .
Bir adam câriye olan
karısını bâin talâk ile boşar; efendisi, o cariyeye, kocası ile birlikte ev
hazırlamış olduğundan nafaka vacip olur; sonra da, efendisi, onu kendisine
hizmet için çıkardığı için, nafaka düştükten sonra onu, kocasına iade eylemek
ister ve nafaka alırsa; buna hakkı olur. Her ne kadar, efendisi; kocası onu
boşayana kadar, ev hazırlamamış olsa bile böyledir.
Bu meselede Asi olan:
Her bir kadın ki, boşanma vakti kendisine nafaka vardır; sonra da nafaka
olmayacak bir hâli vardır; işte, bu durumda kadm, geri dönerse; nafaka alır.
Her bir kadın ki,
talâk vakti ona nafaka yoktur, nâşize hariç, -
diğerlerine nafaka yoktur. Bedâi'de de böyledir.
Bir kimse, ev
hazırlanmamış bir cariyeyi nikahlayıp, bilâhare rıc'î talâkla boşasa; onun
efendisi, kocasına o câriye için ev hazırlamasını ve ona nafaka vermesini
söyler.
Eğer, ialâk bâin
olursa, cariyenin efendisi, onunla kocasının arasım hâli kılamaz ve onun
kocasından nafakada isteyemez. Sahih olan budur. Çünkü, o lalâkdan önce,
nafakaya müstehak olmamıştı. Bâin talâkdsn da sonra müstehak olma?. Fetâvâyi
Kâdîhân'da â& böyledir.
Bir koca, karısını
ric'ı ( — dönüşlü) talâkla boşadıktan sonra; onu, efendisi azâd eylese; kadın
kocasından ev hazırlamasını ve nafaka vermesini talep eyler. Çünkü, artık
nefsine sahip olmuştur: Eğer, talâk bâin olursa, kocası da onu tek başına bir
ev. de hâîi bırakmıyorsa, işte o oturacak yer isteyemez.
Bu durumda nafaka
alabilir mi? Sahih olan, onuda alamaz.
Bir kimse, iimmü
veledini azâd eylese, ona, iddeti içinde nafaka yoktur. . ,
Keza efendisi, ölüp
ümm-ü veledi, ölüm Sebebiyle, azâd olunca, ölünün terekesinden ona nafaka
yoktur. Fakat, eğer kadının bir çocuğu varsa, kadının nafakası çocuğun hisesinde
vardır. Muhıyt'-te de böyledir.
Hassaf şöyle demiştir.
Bir kadın, kocasını
hâkime çıkararak, ondan nafaka talebinde bulunur; koca ise, hâkime: Ben, onu
bir sene önce, boşadım, der ve iddetini de çoktan bitirmiş olduğunu söyler;
kadın da boşanmayı inkâr ederse; gerçekten hâkim, adamın sözünü kabul ermez.
Adam, iki de şahit
getirse, hâkim onları da taılımaz adama emrederek, kadına nafaka vermesini
söyler.
Kadın o sene içinde,
üç hayız gördüğünü ikrar ederse, bu ka-dma, nafaka olmaz. Eğer, kocadan bir şey
almışsa; onu da geri verir Zehtyre'de de böyledir.
Kadın eğer: «Ben bu
sene, hayız görmedim» derse; kadının bu sözü geçerlidir. Ve ona nafaka vardır.
Eğer, kocası: «Sen
bana iddetinin tamam olduğunu haber verdin.» derse; kadının nafakasını ibtâl
hususunda, bu söz kabul edilmez Bedâî'de de böyledir.
Şayet, iki şahit, o
adamın karısını üç talâk boşadığma şahitlik yaparsa; kadın, talâkı ister
iddia, isterse İnkâr eydesin; hâkime lâyık olan, kocayı kadına yaklaşmakdan
men eder ve şahitlerin durumu ile meşgul olur. Kadın, kocasının evinden
çıkmaz. Kadının yanına, güvenilir bir kadın konulur. O kadın, iddalı kadına
kocasmm yaklaşmasını önler. Eğer, koca âdi bir kimse ise, böyle olur. O,
emniyetli kadının nafakası beytü'l - mâldan ödenir.
Eğer, kadın, hâkimden
nafaka ister ve : «Kocam beni, boşadı, veya boşamadı, veya boşayıp boşamadığmı
bilmiyorum.» derse; işte bu iki yönlüdür.
Eğer, kocası ona cima'
eylememişse, bıı durumda, hâkim, o kadına nafaka hükmetmez.
Eğer, cima' eylemişse;
artık, hâkim, o kadına iddet nafakası takdir eder.
Şahitlerden sorup suâl
edene kadar, dâva uzar ve îddet biterse; hâkim iddet nafakasının üzerine, bir
fazlalık yapmaz.
Eğer, şahitleri tasvip
eder ve karı- kocanın aralarını açarsa nafakadan aldığını, kadına teslim eder.
Muhiyt'te de- böyledir.
Eğer, kocası, ona
mübâh yollu bir şeyler vermişse, onları geri almaz. Tatarhâniyye'de de
böyledir.
Bir kadm, bir adamda
nikâhlı olduğunu isbât ettirirse, bu şahitlerin, şehâdeti devam ettiği
müddece, ona nafaka yokur.
Eğer, hâkim, o kadına
nafaka takdir etmeyi nıurad ederse, —gördüğü lüzum üzerine—, o zaman en uygun
olanı, hâkimin kadına : «Eğer, onun karısı isen, gerçekten, senin için o
adamın üzerine, her ay şu kadar nafaka takdir eyledim.» demesidir.
Eğer, erkek nikâhı
iddia, kadın inkâr eder ve koca beyyi-ne ibraz ederse; kadına nafaka yoktur.
İki bacı iddia eyler
de onlardan her biri : «Şu adam, bent nikâladı.» derse; adamda inkâr ederse,
kadınların ikisi iki bacıdan herbiri : «Şu adam beni nikahladı.» diye iddia
eder; o şahıs da bunu inkâr eder; kadınların ikisi de, nikâhın bulunduğunu ve
o adamın kendilerine cima' ettiğini isbât ederlerse; bu iki kadmiçin, bir
kadın nafakası vardır.
Bir kadın, kocasından,
bir aylık nafakasını aldıktan sonra, iki şahit, o kadının, kocasının süt kardeşi
olduğuna, şahitlik yapsalar, araları heman ayrılır ve kocası onun aldığı
nafakayı geri alır. Za-hîriyye'de de böyledir.
En doğrusunu bilen,
ancak Ailahu Teâlâ'dır. [35]
Küçük gocukların
nafakası, babanın üzerinedir. Bu hususta, babaya hiç bir kimse ortak olamaz.
Cevheretü'n Neyyire'de de böyledir.
Küçük çocuk, eğer meme
emiyor; anası da, babasının nikâhı altında bulunuyor; çocuk ise anasından
başka bir kadının sütünü alıyorsa; anası onu emzirmekle zorlanmaz.
Eğer, çocuk başka
kadının sütünü almıyorsa; Şemsti 1 - Eimme Halvânî : «Zâhir-i rivâyetde, ana
yine de zorlanamaz.» demiş; Şem~ sü'l Eimme Serahsî ise : «Zorlanır.» demiştir.
Bunun hilafı, söylenmedi. Fetva da bunun üzerinedir.
Her ne kadar, baba ve
çocuk için mal yoksa bile, bütün âlimlere göre, ana, çocuğu emzirmeye
zorlanır. Doğrusu da budur. Fetâ-vâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Emzikçi bulunduğu
zaman, çocuğu emzirtmek, —çocuğun malı yoksa— babanın üzerine vâcibdir.
Çocuğun malı varsa,
emzikçinin ücreti çocuğun malından verilir. Muhıyt'te de böyledir.
Ana olduğu halde, baba
çocuğun emekçisini icarlar. Bu emzikçi bulunduğu zamanda olur. Emzikçi
bulunmazsa; o zaman, çocuğu emzirmek için; anası cebredilir. Zâhir-i rivâyetde,
anası cebredilmez, denilmiştir. Kudürî ve Şemsü'l - Eimme önceki görüşe
meyletmişlerdir. Kâfî'de de böyledir.
Şart koşulmadığı
takdirde, emzikçinin çocuğun, anasının evinde ve çocuğun yanında kalması
gerekmez.
Emzikçi, ananın
yanında emzirmeye razı olmaz; emzirme ücreti anlaşmasında da şart koşulmazsa;
emzikçi çocuğu alır. evine götürür ve arada emzirir.
Veya : «Çocuğu
çıkarın; onu anasının evinin dışında emzire-yim. Sonra anasına götürün» der.
Eğer, emzirme ücreti
sözleşmesi yapılırken, emzikçinin, çocuğu anasının yanında emzirmesi şartı
konmuşsa; emzikçi kadın, o şarta uyma zorundadır. Kâdîhân'ın Câmiu's - Sağîr
ŞerM'nde de böyledir.
Bir adamın cariyesi
veya ümm-ü veledi, ikendisinden bir çocuk doğursa; o adam, onlara, o çocuğu
emzirmelerine cebreyler. Çünkü, onların sütü ve menfaati o adamındır.
Eğer, adam, o çocuğu,
başka bir kadına emzirtmek isterse; onlar da kendileri emzirmek isterlerse;
adamın dediği olur. Sirâcü I -Vehhâc'da da böyledir.
İmâm Muhammed (R.A.)
şöyle buyurmuştur :
Bir adam, çocuğunu
emzirtmek için bir aylığına bir emzikçi icaılarsa; ay tamam olunca; kadın
emzirmeden vazgeçer; çocuk da, başkasının sütünü almazsa; emzirmek, için
ücretli olarak o kadına zor kullanılır. Kerderî'nhı Vecîzi'nde de böyledir.
Eir kimsenin, karısını
veya ric'î lalâkla boşayıp da, idedet bekleyen kadını, çocuğunu emzirtmek için,
icârlaması caiz olmaz. Kâfî'de de böyledir ,
Bâin veya üç talâkla
boşanan kadın, iddet beklerken, çocuk emzirse; ücrete müstelıak olui. Fetva
da, bunun üzerinedir. Cevâhiru'I - Ahlâtî'de de böyledir.
İddeti sona eren
kadının, kendi çocuğunu ücretle emzirmenisi caiz olur.
Eğer, baba : «Ben, o
kadını icarlamadım.» der ve başka kadına giderse, ana da buna razı olursa;
yabancı kadının ücreti misilli ücret alsın veya hiç ücret almasın, ananın
emzirmesi daha evlâ olur. Eğer, fazla ücret isterse; koca zorlanmaz. Kâfî'de de
böyledir.
Eğer koca, nikâhının
altında olan veya iddet bekleyen bir kadını, çocuğunu emzirmek için ücretle
tutarsa; bu, çocuğu doğuran kadın değilse— caizdir. Hidâye'de de böyledir.
Şayet, emme ücretinde,
kendi karısıyla anlaşma yapar, ve bu anlaşma, nikâh halinde veya ric'i talak
iddeti halinde yapılmış olursa, caiz olmaz. Eğer, bâ in yada üç talâk
boşadıktan sonra, yapılmışsa, iki rivayetten birisi üzeirne caiz olur : Kan -
koca, bizzat bir şey üzerinde anlaşma yaparlarsa, caiz olur.
Olmayan şey üzerinde
yapılan anlaşma ise caiz olmaz. Ancak, o şey, o mecliste verilirse, caiz olur.
Her yerde yapılan
icarlama caizdir.
Vacip olan ücret,
kocanın Ölmesiyle düşmez. Çünkü, ücret, nafaka değildir. Zehiyre'de de
böyledir.
Sütten kesildikten
sonra, çocuğun nafakasını, babanın gücüne göre, hâkim takdir eder. Ve bu
çocuğun anasına verilir. O da, rocu^Jarına harcama yapar.
Eğer, ana güvenilir
kimse değilse, o çocuğa harcanmak üzre, başka birisine verilir.
Küçük çocukları olan
bir kadım, kocası boşar, bu kadın, çocukların, beş aylık nafakalarını aldığını
ikrar ettikten sonra : «Ben yirmi dirhem aldım. Bunların nafakasının benzeri,
bu müddet içinde, yüz dirhemdir.» derse Müntejkâ'da zikredildiğine göre,
gerçekten bu, onların nafakasının misli üzerine ise, kadının : «Yirmi dirhem
aldım.» sözü kabul edilmez.» Eğer nafakayı aldıktan sonra : «Nafaka zayi oldu.»
derse; bu durumda kadın, çocukların babasına müracaat ederek, onların
nafakalarının mislini (= benzerini, aynısını) ister.
Fakir bir adamın,
küçük bir çocuğu olsa, eğer adanı, kazanmaya güç yetiriyorsa; kazanıp,
çocuğuna nafaka vermesi vâcib olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Eğer adam, çalışmaya
razı olmaz ve çocukların nafakasını vermezse; cebredilir ve habsedilir. Muhıyt'te
de böyledir.
Eğer babanın kazanmaya
gücü yoksa; hâkim onun üzerine nafaka takdir eyler, ve anayada kocası adına
borç etmesini emreder. Sonra da, ana; gücü yettiği zaman, babaya, müracaat
eder.
Kczâ, baba, çocuğuna
vereeck nafakayı bulabildiği halde vcı-nıckdcn kaçınsa; hâkim, onun üzerine
nafakayı, takdir eder. Sonra, ana; ona müracaat eder.
Keza, hâkim, babaya
karşı nafakayı takdir eder; baba da nafa~ kasız olarak çocuğu terk ederse;
kadın, hâkimin emriyle, borç edip, çocuğa harcar. Sonra da, babaya müracaat
eder. Baba, vermediği nafaka için, eğer başka borçlan sebebiyle
habsedilmemişse— hapsedilir.
Şayet, hâkim, baba
üzerine, nafaka takdir eder; ana borç etmez ve çocuk halktan isteyerek yerse;
babaya bir şey için müracaat edilmez. Eğer, halkın verdiği; çocuğa kâfi
gelecek nafakanın yansı kadarsa; babanın nafakasından yansı düşer. Geri kalan
yan, baba adına borç edilir.
Keza mahremlerin
nafakası takdir edilse; fakat bu nafaka halktan istemekle temin edilse;
kendisine nafaka hükmedilene müracaat olunmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir.
Hâkim çocukların
nafakasını takdir ettikten sonra; kadına, borç etmesini emredince; o da, borç
etse ve babaya müracaat hakkı sabit olsa; baba bu nafakayı ödemeden geride mal
bırakarak ölürse; nafaka, o maldan alınır mı?
Asil'da zikredildiğine
göre, «Sahih olan, o maldan alınır.»
Fakat, hâkim, borç
etmeyi emretmemiş; kadın kendiliğinden borç etmiş; sonra da, baba, o borcu
ödemeden Ölmüşse; bilittirak, babanın terekesinden bir şey alamaz. Zehiyre'de
de böyledir.
Süt emmeden kesilen
çocuğun nafakası bundan sonra eğer çocuğun malı varsa, ondan alınır. Muhıyt'te
de böyledir.
Eğer, çocuğun malı
hazırda yoksa; babaya, ona infâk etmesi, emredilir. Sonra da, baba onun malına
müracaat eder. Eğer, baba, emirsiz harcama yapmışsa, müracaat edemez. Sirâcül -
Vehhâc'da da böyledir.
Eğer, küçük çocuğun
akarı, elbiseleri veya kumaşları varsa; veya, nafakaya ihtiyaç olunca, baba
bunların, hepsini de satabilir ve ona harcar. Zehiyre'de de böyledir.
Küçük bir çocuğun
babası fakir, dedesi zengin; küçüğün de malı olmazsa; dedeye, o çocuğa nafaka
vermesi emredilir. Bu da, baba üzerine, borç olur. Sonra da, baba, çocuğun
malına müracaat eder.
Eğer küçüğün malı
yoksa, bu harcama babaya borç olur. Kudû-ri'de de böyledir.
Sahih olan görüş : Gerçekten,
fakir baba ölüye ilhak olunur. Bu durumda, nafakanın dede üzerine isfihkaki
gerçekleşir. Zehiyre'de de böyledir.
Eğer baba, kötürüm;
çocuğun da, malı yoksa; nafaka dedeye hükmolunur. Dede, bu hususda hiç kimseye
müracaat edemez.
Keza, çocuğun babası
falar olur; anası ve büyük anası ise, zengin bulunursa; o anaya veya büyük
anaya, çocuğun nafakası emrolunur.
Baba kötürüm değilse,
bunların verdiği nafaka, bu babanın borcu olur.
Baba, kötürüm ise, bu
durumda, bir şey gerekmez.
Kâfir bir baba, müslüman
olan çocuğu için, nafaka hususunda cebredilir.
Keza, müslüman olan
baba, kâfir olan çocuğunun nafakası için zorlanır. Bu, çocuk kötürüm olursa,
böyledir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Nafaka hususunda, bu
ona, diğer akrabalardan daha evladır.
Hatta, çocuğun babası
fakir; anası ile büyük anasıda zengin olsa; kendi malından, o çocuğa nafaka
vermesi, büyük anaya değil de, anaya emredilir. Sonra da ana, babaya müracaat
eder. Zehiyre'de de böyledir.
Baba fakir; kardeş,
zengin olsa; zengin kardeşe, çocuğun nafakası emredilir. Sonra da, o kardeş,
babaya müracaat eyler. Serah sî'nin Muhıyto'nde de böyledir.
Çocuklardan, erkek
olanlar, kazanır hale gelseler, fakat ne iş yapacaklarını bilmeseler; babaları,
onları kazançlı bir işe verir. Veya ücretle çalışmalarını temin eder. Ve
nafakalarını ücretlerinden, kaznaçiarmdan öder.
Kızlara gelince, baba
onlan hizmetçiliğe ve ücretle iş yapmaya veremez. Hulâsa'da da böyledir.
Çocuklardan erkek
olanlar, iş yapma çağma gelip, kazanç yapmaya başladıkları zaman, baba, onların
kâr ve kazançlarını alıp, kendilerine harcar. Artanını da, onların buluğ
çağlarına kadar, onların adına muhafaza eder. Diğer, emlâklerini muhfaza eylediği
gibi.
Eğer baba, saçıp
savuran biriyse, hâkim onun elinden ahr ve o çocuklar bulûğa erişene kadar,
muhafaza etmek üzere yed-i emine teslim eder. Muhiyt'te de böyledir.
İmâm Halvânî : «Oğlan
büyük kişilerin evlâdından olur ve halk onu ücretle çâliştırmazsa, bu çocuk
âcizdir. İlim talebinde bulunan da böyledir. Onlar da, kazançtan âciz oldukları
zaman, nafakaları babalarından düşmez. Bu hal, şer'î ilimlerle meşgul oldukları
zaman böyledir. Felsefenin hezeyanı ve hilâfiyyat bunun hilâfmadır.
Kerderî'nin Vecîzi'nde de böyledir.
Kadınların nafakaları,
mutlaka, baba üzerine vacipdir. Hulâsa'da da böyledir
Büyük erkek çocukların
nafakaları, babanın üzerine vâcib değildir. Ancak, oğlan âciz olur; kazanç
yapamazsa (kötürürn olduğu vtiya hasta bulunduğu zamanlarda) nafakaları,
babaya vacip olur. Fetâvâyî Kâdîhân'da da böyledir.
Eğer küçük, fakir veya
kotürüm ise böyle olan oğlunun karısının nafakası da babaya aittir. Mebsut'ta
zikredüdiğine göre : «Bata, oğlunun karısının nafakası için, zorlanamaz.»
İhtÜyâr'da da böyledir.
Bulûğa erişmiş adam,
eğer kotürüm veya oturak veya her iki elide olmayan yâni bunlarla bir fayda
temin edemeyen bir kimse, yahut bunak veya felçli olur ve kendi malı bulunursa;
nafakası bu malından verilir.
Eğer, malı yok; fakat,
babası veya anası zengin ise, nafakası babanın üzerine vâcib olur.
Eğer, bunlar, hâkime
başvururlarsa; hâkim nafaka takdir eder ve o takdir edilen nafaka onlara
verilir. Muhıyt'te de böyledir.
Bir kadın, küçük
çocuklarının nafakaları hususunda kocasıyla anlaşma yaparsa; bu sahih olur.
Baba, ister fakir; ister zengin olsun bu müsavidir.
Bundan sonra bakılır.
Eğer üzerinde, anlaşma yaptıkları miktar, onların nafakalarından fazla ve bu
fazlalık insanların onda ai-dandığı kadarsa (şöyle ki : Kifayet miktarında
takdir edicilerin takdiri altına girerse) muaf olur.
Eğer, o fazlalık,
takdir edicilerin takdiri altına girmezse; işte o tarh edilir. (— çıkarılır.)
Eğer, üzerinde anlaşma
yapılan miktar onların nafakalarından neksan olur yani gelmezse, kâfi gelecek
miktara ulaştırılır. Zehiyre' de de böyledir.
Adam hazırda olmaz;
Mal : ise hazırda olursa; hâkim, onun malından nafaka vermeyi emretmez.
Yalnız, fakir olan
ana-babasma birde fakir olan küçük erkek ve kız çocuMara : kazançtan aciz büyük
çocuklara fakir olan, büyük kızlarına veya karısına verilmesini emreder. '
Sonra, eğer mal,
bunların yanında hazır olur; nesebde bilinir-be veya hakim durumu bilirse; o
maldan, onlara nafaka verilmesini emreder.
Eğer, neseb bilinmez
ve onlardan bir kısmı beyyine üe nesebin sabit olmasını talep ederlerse;
beyyineleri dinlenmez.
Eğer, adamın malı, bir
kişinin yanında emânette olur o da, ba-nu ikrar ederse; hâkim, ondan infak
edilmesini emreder.
Keza, bir adamda
alacağı olur; borçlu da, bunu ikrar ederse; hâkim ondan da infaz edilmesini
emreder.
Eğer, elinde, emânet
olan veya borçlu bulunan kimse, bunu inkâr eder ve beyyine ikamesini isterse;
hâkim buna iltifat eylemez. Bu, mal, mandadır. Dirhemler, dinarlar ve
yiyecekler ve emsali gibi, nafaka cinsinden olduğu zaman geçerlidir. Bedâi'de
de böyledir.
Gaip adamın; ana -
babasının veya çocuğunun yahut karısının yanında, onların hakları emsinden malı
olur; onlar da, o maldan nefisleri için harcama yaparlarsa; bu caizdir. Bunu,
sonradan, ödemezler.
Eğer, mal başkalarının
yanında ise, o zaman hâkimin emriyle, onlara verilir. Onlar, bu maldan harcama
yaparlcir ve yanında olan adam da, bunu ödemez. Eğer, hâkimin emri olmaksızın,
onlara verirse; o adam, zâmin olur; yâni, mal sahibine öder.
Bu, gaibin terk
eylediği mal, on-larm hakkı cinsinden olursa böyledir.
Fakat, onların hakkı
cinsinden olmaz; onlar da nafakaları için, gaibin malından bir şey satılmasını
isterlerse; bil-icma, muhtaç olan çocuğundan başkası, gaibin akarım arazisini
nafaka mukabili satamaz.
Muhtaç olan baba,
istihsânen nafaka bedeli olarak menkul olan (= taşınır) malı satabilir. Akan, o
da, satamaz.
Yalnız, gaibin küçük
çocuğu varsa; o zaman satabilir. Bu İmâm Ebû Hanîfe (R.AJ'nin kavlidir Kitabı Mefkud'da
yazılmıştır.
Hâli hazırdaki
âlimleri «nafaka ürerine vâcib olanlardan hiç bir kimse, arazî ve akarı satmaya
hak sahibi değildir.» buyurmuşlardır. Muhıyt'te de böyledir.
Bir baba, mal ve küçük
çocuklar terkederek Ölürse; çocukların nafakası, nasibi erindendir. (hisselerindendirJ
Keza, vâris olanların
tamamının nafakası, nasibi (= hissesi) dir. '
Keza, ölenin karısı,
mirastan, hissesi ııisbetinde alır. Hamile clsun veya olmasın, bu değişmez.
Eğer, Ölen adanı, bir
kimseye vasiyet eylemişse; bu vâsî, küçüklerin nasiblerini, infak eder.
Eğer, ölen adam, hiç
kimseye vasiyet etmemişse; artık hâkim küçüklerden her birinin nafakadan
ihtiyaçları nisbetinde, hisselerini mallarının müsait olduğu nisbette, takdir
eder.
Eğer, hizmetçiye
ihtiyaç varsa; küçük için, hizmetçi satın alınır. Çünkü, o, maslahat
cümlesindendir.
Keza, maslahat olanın
tamamından, hâkim çocuğun hissesinden satın alır.
Eğer, ölen adam, hiç
bir kimseye vasiyet eyîememiş olur ve onun büyük-küçük çocukları bulunursa;
nolardan herbirinin nasî-bi, bizim söylediğimiz gibidir. Ve hâkim, ölenin
malına, bir vâsî tâyin eder.
Eğer, o belde de hâkim
yok da, büyükler, küçüklerin nasible-rinden onlara infak yapmışlarsa, bu
nafakayı tazmin ederler. Bu, hükümde böyledir. Diyanetçe ise kendileri ile
Aüahu Teâlâ arasındadır. Onlara tazminat yoktur. Zehiyre'de de böyledir.
Âlimlerimiz,, şöyle
buyurmuşlardır. «Beraber yolculuk yapan iki kişiden birinin üzerine, baygınlık
geldi; diğeri de, onun malından ona masraf yaptı; ihtihsânen, onu ödemez.
Keza, öldüğü zaman,
onun malından, onu teçhiz eyledi, o masrafı da tazmin edip ödemez.
Keza, ticarette izinli
köleler beldelerde, olsalar da, efendileri ölse ve yolda infakda bulunsalar; bu
masrafları tazmin eylemezler. Fakat, hükümde, tazminatları gerekir.» Hulâsa'da
da böyledir.
Şayet, büyükler,
küçüklere infakda bulunurlar; sonra da, bunu ikrar etmezler ve küçüklerin
nasiblerinden, geride kalanı ikrar ederlerse; bunlara bir şey lâzım olmayacağı
umulur.
Keza, bir adam ölür;
kimseyede vasiyet etmez; kendinin küçük çocuklar ve bir başkasından da emâneti
bulunursa, hükümde, o emânet konulan adam, o maldan, çocuklara infakda
bulunamaz. Ölünün malını korur. Eğer, infâk eder; sonra da, Ölünün kendinde
malı olmadığına yemin ederse; muaheze olmamasını ümid ederim. Kerderî'nin
VecîzS'nde de böyledir.
En doğrusunu, ancak
Allahu Teâlâ bilir. [36]
Zengin oğul, fakir
olan, müslüman ana - babanın nafakası için cebrolunur.
Zimmi olan, baba ve
ananın nafakası için de, cebrolunur. Kazancı üzerine, takdir edilsin veya
edilmesin değişmez.
Harbî ile müstemen
olan, ana-baba bunun hilâfınadır. (Yâni, oğul onların nafakası için cebr
olunmaz). Zengin oğula, fakir olan, ana babaya vereceği nafakada, hiç bir kimse
ortak olamaz. Itâbiy-ye'de de böyledir.
Zenginlik, nisab île
takdir olunmuştur. Bu, İmâm Bbû Yûsuf
(R,A.) dan rivayet edilmiştir. Fetva da, bunun
üzerinedir. Nisab, .sadaka almanın haram olduğu nisabdir. Hidâye'de de
böyledir.
Erkek, kadın, karışık
oldukları vakit ana - babanın nafakası; eşit olarak, onların üzerinedir.
Zâhir-i rivâyetde böyledir. Fa-kıyh Ebû'l - Leys de, bunu almıştır. Fetva da,
bununla verilir. Ker-derî'i Vecîzi'nde
de böyledir.
Fakir bir adamın,
birisi çok zengin diğeride nisaba mâlik olan iki oğlu olsa; nafaka bunların
üzerine, müsavi şekildedir.
Şayet, onlardan
birisi, müslüman, diğeri de, zımnî ise; nafaka ikisinin de üzerine müsavi
şekildedir. Fdtâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Şeyhu'l - İmâm Şemsü'İ
- Einıme ve diğer âlimlerimiz şöyle buyurmuşlardır : Gerçekten, nafaka, iki
oğul üzerine, müsavi şekilde olur. Eğer, aralarındaki zenginlik farkı az ise
bu böyledir.
Fakat, aralarındaki
zenginlik farkı, fahiş derecede fazla ise, nafaka takdirinde de, araları
farklı olmalıdır. Ve öyle olması icâb-eder. Zehiyre'de de böyledir.
Bundan sonra, hâkim
ikisinin de üzerine nafakayı hükmeder de, onlardan birisi bundan kaçınır ve
babasına vermesi gereken nafakayı vermezse; artık, hâkim, diğerine nafakanın
tamamım vermesini emreder. Sonra da bu hissesi için, diğer kardeşine müracaat
eder.
Eğer fakir bir adamın
bir karısı olur ve o kadın da, adamın büyük oğlunun anası olmazsa; o oğul
babasının karısına nafaka vermek için cebredilmez.
Keza, oğul eğer
babasının ümm-ü veledine ve cariyesine nafaka için, cebredilmez. Ancak, babanın
bir illeti olur da, kendi işini kendi göremez; bir hizmetçiye muhtaç olursa, o
takdirde, babanın hizmetçisi, ister, nikâhlı karısı, ister, cariyesi isterse,
başka biri olsun, oğlu, babanın hizmetçisine nafaka vermek üzere cebredilir.
Muhıyt' de böyledr.
Baba fakir muhtaç
olur; muhtaç ve küçük çocukları da bulunur; bir de, zengin büyük oğlu olursa; o
büyük oğlan, babasının ve cnun küçük çocuklarının nafakası üzerine cebredilir.
Serahsî'nin ?VUıhiyiı'nde de böyledir.
Ana fakir olduğu
zaman, onun nafakası gerçekten, oğluna lâzım olur. Her ne kadar, oğlu da fakir
olsa ve kendisi de kötürüm olmasa, bile böyledir.
Oğul ana babanın
ikisine değilde ancak birine nafaka verecek güçte bulunursa; ana, daha
haklıdır.
Bir adamın, babası,
bir de küçük oğlu olsa, adam da bunlardan yalnız birine nafaka verme gücüne
sahip bulunsa; oğul daha haklıdır.
Bir adamın ana -
babası bulunsa; fakat bu şahsın, onların hiç birine nafaka vermeye gücü
yetmese; işte bunların ikisi de oğullarının yediğini beraber yerler.
Baba, bir kadına
muhtaç; oğlu da zengin olsa, babasını evlendirmek veya ona bir câriye satın
almak oğluna vacip olur.
Babanın iki veya daha
fazia karısı olsa; oğluna, o kadınlardan ancak birinin nafakasını vermek lâzım
olur. Onu, babasına teslim eder. Babada, onu kadınların arasında paylaştırır.
Cevhere-tti'n Neyyire'de de böyledir.
İmâm Ebû Yûsuf (R,A.)
şöyJe buyurmuştur :
Oğul, fakir ve
kuvvetli; baba ise, kötürüm olsa, ma'ruf şekilde, oğul kuvvette baba ile
ortaklaşır. Çünkü, ona ortaklaşmasa babanın ölmesinden korkulur.
Hassaf, Edebü'1-Kâdî
Kitâbı'nda şöyle demiştir: «Eğer, baba fakir olur, kazanç t olmazsa; oğul da,
fâk^r olur, fakat kazancı bulunursa; baba, hâk ıe: «Gerçekten, oğlum kazanıyor.
Bana nafaka takdir eyle.» derse; artık, hâkim, oğlanın kazancına bakar: Eğer
onda yiyeceğinden fazla bulunursa; oğlan babanın nafakası üzerine cebredilir.
Kendi yiyeceğinden
fazla bir şeyi olmazsa; hükümde bir şey lâzım olmaz. Fakat diyâneten
emrolunur. Bu, oğul bir olduğu zamandır.
Eğer, o oğlanın bir
karısıyla, küçük çocukları da olsa, babanın yanına girip, yiyeceğinden bir iyal
gibi, faydalandırması hususunda cebredilir. Bir şey vermekle zorlanmaz.
Eğer, baba kazançlı
ise, oğlan kazanç ve nafakaya zorlanır mı? Bunda ihtilâf eylediler. Bir kısmı:
«Cebrohumr.» bir kısmı da; Cebrolunmaz.» de'diler. Serahsî'nin Muhiyti'nde de
böyledir.
Ana cihetinden dede ve
baba; baba cihetinden olan dede gibidir.
Keza, ana tarafından
olan ninelere, baba tarafından olan nineler gibi nafaka takdir edilir. Dedeler
hakkında itibar edilene; nineler hakkında da, itibar edilir. JVİuhıyt'te de
böyledir.
Mahrem olan, zi-rahmin
tamamının nafakası — küçük ve fakir veya bulûğa erişmiş fakir kadınlar veya
kötürüm, kör erkek olurlarsa—, miras miktarı, vacib olur. Ve bunun üzerine,
zorlamada yapılır. Hidâye'de de böyledir.
İrsin, hakikatına
değil ehliyetine itibar edilir. Zengin olduğu zaman, zevil-erhamdan bir kimseye
nafaka hükmolunmaz. Her ne kadar fakir olsalar da, sıhhatli olanlarının
nafakaları başkalarının üzerine nümoiunnıa^.
Zevi'l-erhamdan, büyük
kadınların nafakaları gerekir. Eğer, bedenleri sağlam olur ve nafakaya muhtaç
olurlarsa bu böyledir. Zehıyre'de de böyledir.
Karısının nafakası
hakkında, kocaya, hiç bir kimse ortak olamaz. Hatta, kadının kocası fakir olsa,
o kocadan başka bir kocadan da, kadının zengin bir oğlu bulunsa; veya
babası;kardeşi zengin olsa, bu kadının nafakası, yine kocaya âiddir. Babasına,
kardeşi ne, oğluna âid değildir.
Fakat baba, kardeş ve
oğula emrolunur. O kadına nafaka verirler. Sonra da, kocasına genişlik
yelince, müracaat ederek sarfet-tiklerini ondan alırlar. Bedâi'de de böyledir.
Bir fakirin zengin
babası ve oğlunun oğlu olduğu zaman, onun nafakası, babanın üzerinedir.
Fakirin kızı ve
oğlunun oğlu olsa; o adamın nafakası, has-satan kızının üzerinedir. Her ne
kadar mîras aralarında müşterek clsa bile, böyledir. '
Fakir adamın, kızının
kızı veya oğlunun kızı ile, birde ana-baba bir kardeşi olsa, nafakası, kızının
çocuğu üzerinedir. Bu erkek olsun kız olsun fark etmez. Her ne kadar, miras,
kardeşin olur; kızın çocuğunun olmaz ise de, bu böyledir.
Fakir bir adamın;
zengin olan bir babası, bir de oğlu olsa; onun nafakası, oğlunun üzerinedir.
Her ne kadar, yakınlıkta müsavi olsalar da bu böyledir. Ancak, oğul'te'vil
itibariyle tercih olunur,
Fakir adamın, dedesi
ve oğlunun oğlu olsa; onun nafakası, mirasları miktarı her ikisinin üzerinedir.
Altıda bir, dedenin; kalanı oğlunun oğîunadır.
Fakir adamın; bir
kızı, bir de ana—baba bir bacısı olsa; bunların ikisi de, zengin bulunsalar;
onun nafakası, kızının üze-, rinedir. Her ne kadar bunlar mirasda müsavi
iselerde, bu böyledir.
Keza, fakir adamın,
müslüman olan bir kardeşi ile, nas-râni olan bir oğlu bulunsa, bunların ikisi
de zengin olsalar; her ne kadar mîras kardeşin ise de, nafaka oğlunun
üzerinedir.
Keza, fakir adamın,
"bir kızı ile birde azâdh kölesi olsa; bunlaım ikisi de zengin olsalar;
her ne kadar miras da, eşit olsalar-da,
nafaka kızın üzerinedir.
Keza; fakir kadının;
bir kızı, birde ana—baba bir bacısı olsa; her ne kadar mîrasda ortak iseler de,
kadının nafakası kızının üzerinedir. Muhiyt'te de böyledir.
Fakir adamın; anası ve
dedesi olsa; o'nun nafakası, bunların mîıasda olduğu gibi, üçte biri ananın
üzerine, ikisi de, dedenin üzerinedir.
Keza, fakir adamın;
anası, ana—baba bir kardeşi veya ana-baba bir kardeşinin oğlu, veya ana—baba
bir amacası. veya bir asabesi bulunsa; işte o adamın nafakasının üçte biri,
ananın üzerine; üçte ikisi diğer mirasçıların üzerinedir Ve mirasdaki hisseleri
gibidir;
Fakir adamın, dedesi
ve ninesi olsa; o'nun nafakası, herbi-risi için altıda birdir.
Fakir adamın, ana-baba
bir amcası; ana - baba birde halası buluiisa;o adamın nafakası halasının
değil, amcasının üzerinedir.
Keza, fakir adamın,
ana - baba bir amcası ile, ana - baba bir dayısı olsa; o adamın nafakası,
amcasının üzerinedir.
Fakir adamın, ana -
baba bir halası; ana-baba bir dayısı olsa, o adamın nafakasının üçte biri,
halası üçte biri de daysının üzerinedir.
Keza, fakir adamın;
ana - baba bir dayısı ile teyzesi olsa; o adamın nafakası, üçte bir olarak
ikisinin üzerinedir.
Fakir adamın; ana -
baba bir dayısı ile, ana - baba bir amcasının oğlu olsa; onun nafakası
dayısının üzerinedir. Mirası ise, amcası oğluna aittir. Çünkü, nafakanın
vücûbumın şartı, mîras ehlinden mahrem olan, rahm sahib' olmaktır. Şayet,
mahrem olmayan rahm sahibi olursa: (amca oğlu gibi) veya rahm olmayan mahrem
olursa, (süt kardeşi ve, süt bacısı gibi) veya akrabadan olmayan, mahrem olan
rahm olursa (süt kardeşi olan amca oğlu gibi) bunlara nafaka vâcib olmaz.
Tahâvî Şerhi'nde de böyledir.
Fakir adamın,
müteferrik üç tane kardeşi olsa, o adamın nafakası, ana - baba bir kardeşi ile,
ana bîr kardeşinin üzerinedir. Mî rafları kadar nafaka verirler. Ana bir
kardeşi, altıda birini verir.
Fâkn adamın; amcası,
halası, teyzesi olsa; o adamın nafakası, amcasının üzerinedir.
Eğer. amca fakir ise,
nafaka hala üe teyzenin üzerinedir. Burda asi olan : Mirasın tamamını alandır.
O, fakir olunca, ölü mesabesinde kılınır. Ölü mesabesinde kılınınca da,
nafaka, geride kalanlara mîrasdaki payları nisbetindedir.
Bir kimse kî, mirasın
bir kısmını alabilir, işte o ölü mesabesinde kılınmazda, nafaka, mîrasda
onunla beraber olanların mîras hisseleri nisbetindedir.
Bu aslın açıklaması :
Kazançtan aciz, fakir bir adamın, kazançtan âcİ7 fakir bir oğlu; veya küçük
bir çocuğun mütferrik üç kardeşi bulunsa; işte o babanın nafakası, ana-baba
bir kardeşinin ve, ana biv kardeşinin üzerinedir. Şoyleki: Ana bir kardeşinin
üzerine, nafakanın altıda birisidir. Altıda beşi de, ana - baba bir kardeşinin
üzerinedir. Çocuğun nafakası ise, hasseten ana-baba bir kardeşinin üzerinedir.
Bir adamın, müteferrik
üç tane bacısı olsa; o adamın nafakası, mirasları kadar, üçünün üzerinedir.
Beşde üçü, ana-baba bir bacının üzerine; beşte biri, baba bir bacının üzerine;
beşte biride, ana bir bacının üzerinedir.
Oğlunun nafakası, ana
- baba bir halanın üzerinedir. Şayet, oğlun yerinde kız olsa mesele hâli
üzeredir.
Kardeşleri hakkında,
babanın nafakası, ana-baba bir kardeşinin üzerinedir. Müteferrik bacıları
hakkında ise, ana-baba bir bacısının üzerinedir.
Keza, kızın nafakası,
ana-baba bir amcanın veya ana-baba bir halanın üzerinedir. Bedâi"de de
böyledir.
Gğu] ile beraber
bulunan baba, zenginlikte ihtilâf eyleseler, oğul : «o zengindir, nafakası
benim üzerime değildir» dese, baba da : «Ben fakirim» dese; Münteka'da
zikredilmiş ki, gerçekten söz oğu-lun sözüdür. Beyyine babanın beyyinesidir.
Babanın ben fakirim sözüne inanılmaz her ne kadar şahidi olsada ve eğer oğul
ikrar ederde o köle id: sonra azad edildi o zaman onun babanın nafakası oğu-lun
üzerine olur.
Şayet, baba, oğlunun
malından kendi için harcar sonra p"a cğul onu dâva eder ve : «Sen, zengin
olduğun halde harcama'yaptın» der; baba da : «Evet, yaptım; ben fakirim»
derse; da'va zamanı babanın hâline bakılır : Eğer, fakir ise, istihsânen, onun
sözü ge^ çerlidir. Eğer zengin ise, oğJunun sözü geçerli olur. Şayet, ikisi de,
beyyine getirirlerse; oğlun beyyinesi kabul edilir. Hulâsa'da da böyledir.
Babanın nafakası ve
elbisesi oğlunun üzerine takdir edildiği zaman; bir aylık nafaka ve bir.yılhk
elbiseyi, oğul verir; babası da : «Zayi oldu.» der ve eğer doğru söylediğine
inanılırsa, ikinci defa vermesi cebredilir. Diğer mahremler de böyledir.
Tatarhâmy-ye'de de böyledir.
Baba muhtaç olur; oğlu
da, ona nafaka vermeden kaçınır; durumu lu her vermek için hâkim de olmazsa;
baba, oğlun malından çalabilir.
Hâkimin bulunduğu
yerde, bir baba oğlunun malından çalarsa; günahkâr olur. Oğul ise, kifayet
miktarı vermeyince günahkâr olur. Babanın kifayet miktarı, alması da caiz olur.
Kifayet miktarının
üstünde çalması sebebiyle de günahkâr olur.
Keza, baba, muhtaç
olmadığı zaman, oğlunun üzerine nafaka yoktur. Babanında, oğlunun malından
çalması caiz olmaz.
Eğer babanın evi veya
hayvanı olursa; bize göre, oğlunun üzerine nafaka takdir edilir. Ancak, evinde
fazlalık olursa bu durumda, bir tarafında oturur; diğer tarafının satılması
babaya emredilir ve satılan kısmın parasını nefsine infak eyler.
Keza, babanın binek
hayvanı pahalı ise, onun satılıp daha ucuz bir hayvan alması ve fazla parayı
nafaka yapması emredilir.
Bu hususta, ana-baba,
evlad, diğer mahremler müsavidir. Sahih olan da budur. Zehıyre'de de böyledir.
Din ihtilafı (=
ayrılığı) ile nafaka vacip olmaz. Ancak, karı - koca, ana - baba, dedeler ve
nineler çocuk ve çocuğa müstesnadır.
Müslüman olan adama,
nasrâni olan kardeşinin nafakası vâcib olmaz.
Keza, müslüman olan
adamın nafakası, nasrânî olan kardeşinin üzerine vâcib olmaz. Hi'dâye'de de
böyledir.
Müslüman veya zimmî
olan bir adam, ehl~i harpten olan babasının, her ne kadar dâr-i İslâm'da,
güvence altında olsalarda, nafakası için, zorlanmaz.
Keza, güvenceli olarak
bize gelen harbî müslüman veya zimmi olan ana - babasının nafakası için
zorlanmaz.
Zimmet ehli kendi
aralarında, ehli İslâm gibidir. Her ne kadar, milletleri değişik olsa da bir
şey değişmez. Serahsî'nin Mu-myt'nde de böyledir.
Bir zımmî müslüman
olduğu zaman önün ehl-i İslâm olmayan bir karısı olur ve İslâm'a razı olmaz ve
aralan açılırsa; id-deti içinde, o kadına, nafaka yoktur.
Kadın müslüman olsa
da, kocası İslâm olmadan kaçınsa ve araları açılsa; kadın iddette durduğu
müddetçe, nafakası ve evi kocasının üzerine vâcibdir. Mebsût'ta da böyledir.
Harbî olan bir adam,
karısıyla beraber bize gelip, güven altına girse; kadın nafaka talep eylese;
hâkim ona nafaka takdir eylemez. Siyerdi Kebîr'de, İmâm şöyle buyurmuştur :
Şayet, hâkim, karının
nafakasını, ana - babanın nafakasını, çocuğun nafakasını, dâr-i harpte esir
olan müslümanm malından takdir eder; onlar da, esirin dâr-i harpte irtidâd
eylediğini belgeler; bunu da, hakimin, kadına nafaka takdirinden önce
yaparlarsa alınanı tazmin eder.
Eğer, kadın «bunu,
benim iddet nafakama mahsup ediniz.» derse, hâkim ona : «Sana, nafaka yoktur.»
der Muhıyt'te de böyledir.
Bir zımmî, mahremi ile
evlense, işte bu, dinlerinde olan gibidir. Kadın nikâh nafakası isterse; işte
bu, İmâm Ebû Hanife (R.A.)"nın kıyası üzerinedir. Ona, nikâh nafakası
takdir edilir. Âlimlerin icmâi ile, bu nikâh, şahitsiz yapılmışsa da, kadın
nafakaya müstehaktır. Zehıyre'de de böyledir.
En doğrusunu,-ancak
Allahu Teâlâ bilir. [37]
Kölenin ve cariyenin
nafakası, onun efendisinin üzerinedir. Köle ve cariyenin memlüke, müdebbere
ümm-ü veied, küçük, büyük, kötürüm, sıhhatli, kör gözlü, merhûrr ve icarlanmış
olması müsavidir. Muhjyt'te de böyledir.
Eğer, köle ve
cariyenin kazancı, nafakalarına kâfi gelmezse; geride kalanını, efendisi öder.
Kazançları fazla gelirse, fazlaları da efendisinin olur. Sirâcü'l Vehhâc'da da
böyledir.
Cariyenin misli, icara
verilmediği zaman, Cşöyleki : güzel olurda icarlayanın fitnesinden korkulursa)
efendisine, onun nafakasını vermesi emredilir. Fethu'l-Kâdîr'de de böyledir.
(ÜKöleye idfâyet
miktarı nafaka takdir edilir. Beldenin Örf ve adeti olan ekmek ve katık
verilir. Elbise de, böyledir. Gâyetü's-Sürûcî'de de böyledir.
Taharet için, kölenin
suyunu satın aîmak, efendisinin üzerine vâcibdir. Cevheretü'n - Neyyire'de de
böyledir.
Mükâtebenin ve yansı
azada edilmiş kölenin nafakası efendisinin üzerine vâcib olmaz. Bedâi'de de
böyledir.
Bir adamın kölesi
olur; o da kazanca mâlik bulnursa; na-Vikası efendisinin üzerine vâcib olmaz.
O köle. efendisinin
rızası olmadan, onun malından yiyemez.
Eğer, âciz ise yeme
hakkı vardır.
Eğer. köle kazanç
yapmaya kadir olur da, efendisi onu men
îderse; köle ona : «Bana, ya kazanç için izin ver veya bana nafaka .er.»
der. Eğer, efendisi çalışmasına
izin vermez; o zaman, köle • kendisinin malından, nefsi için harcama
yapar. Velvâliciyye'de de böyledir.
Satılan kölenin
nafakası, teslimden önce, satanın üzerine-ir. Elinde durduğu müddetçe, bu
böyledir. Sahih olan da, budur, fikâye Şerhi'nde de böyledir.
Emânet bırakılan,
ariyet konan kölenin nafakası, emânet ırakan ve ariyet verenin üzerinedir.
Bedâi'de de böyledir.
Bir adam, bir köleyi
gasbeylemiş olsa efendisine döndere-ıc kadar, onun nafakası gasbedenin
üzerinedir. Fetâvâyi Kâdîhân1-da böyledir.
Bir adamın elinde,
küçük bir köle olsa; başka birine «Bu îtnin kölendir; benim yanımda emânettir.»
der; o da, inkâr eder ve emânet olmadığına, Allah adına yemin ederse; o küçüğün
nafakası, zi'l - yed olan adamın Üzerinedir. (Yanın, köle yanında olan, cnu
elinde bulunduran, adamın üzerinedir.)
Eğer, köle, büyük
olursa; yemin verilmez. Onun nafakası, kime menfaati oluyorsa, onadır. İster,
ona malik olsun, ister olmasın. Gâyetü's - Sürûcî'de de böyledir.
Köle, iki kişinin
arasında olsa; onun nafakası da, İkisinin üzerinedir. Redâi'de de böyledir.
İki adamın, ortaklaşa
bir kölesi olsa, onlardan birisi hazırda bulunmasa; diğeri, ona hâkimin izni
olmaksızın, nafaka ver-:.e; arkadaşının da izni olmasa; nafakası tatavvû (=
fazlalık) olur. Fethu'l - Kadîr'de de böyledir.
İki adamın, ortak bir
köleleri olsa; birisi onu, ortağının yanında bırakarak; gaip olsa; diğer ortak,
işi hakime çıkarsa ve böyle olduğunu isbatlasa; hâkim muhayyerdir. İsterse, bu
beyymeyi kabul eder; isterse etmez. Şâyel, kabul ederse; ona nafaka ile emredip,
hüküm verir. Bu, emânet bırakma gibi olur. Fetâvâyi Kâdî-hân'da da beyledir.
Bir kimse, küçük
oğlanı veya cariyeyi, azâd ederse; azâd edenin üzerine, nafaka vâcib olmaz.
Ancak, o kimse, beytül - mâl-dnn nafakaların. Eğer, malı yoksa, bu böyledir.
İhtiyar, kötürüm,
hasta, köle beytü'l -mâldan nafakalanır. Bu, o ş3İısın, malı ve akrabası
olmadığı /.aman böyledir. Muz-n-fOvâfta da böyledir.
Bir kimse, şayet
kölesini azâd ederse; ve o, da, baliğ, sağlam-olursa, nafakası, kendi
kazanandandır. Bedâi'de de böyledir.
Bir kimse, kaçmış bir
köleyi, efendisine vermek için yakalar ve hâkimin emri olmaksızın, ona harcama
yaparsa; fazladan masraf etmiş olur. Bunu almak için, kimseye müracaat edemez.
Fetâ-vâyi Kâdîhan'da da böyledir.
Bir adam kocan bir
köleyi yakalar; onun sahibini arar, fakat, bulamaz ve hâkime gelerek haber
verir ve hâkimden, infakla emretmesini isterse; bu durumda, hâkim beyyinesiz,
onun sözüne iltifat etmez. Beyyine ikame ederse; ondan sonra, hâkim muhayyerdir:
Dilerse, kabul eyler, dilerse kabul etmez. Zehıyre'de de böyledir.
Bir adamın elinde olan
câriye üzerine, şahitler : «Gerçekten, o hür» diye, şehâdette bulunsalar;
beyyineleri kabul edilir. Hâkim, onların adaletini tanımazsa, onların hâlinden
sorar ve onların üzerine nafaka takdir eder. Bu nafakanın verilmesi için de,
cebir kullanılır. Bu kadını, âdil bir kadının yanına bırakır ve emin olan
kadının nafakası, beytü'l - mâldan Ödenir.
Eğer şahitleri
dinlemek uzun sürer, cariyenin sahibi; onun nafakasını verir; senra da, o
kadının hür olduğuna hüküm verilirse; sahibi ona müracaat edip, aldığı nafakayı
geri ister. Çünkü, onun haksız olarak nafaka aldığı meydana çıkmıştır.
Keza, bu cariye
izinsiz olarak, efendisinin malından yemiş-se eğer beyyinesi red olunursa;
câriye de efendisine iade edilir. Efendisi de, bu durumda bir şey için müracaat
eyliyemez. İzinsiz efendisinin malından aldığı zaman da durum böyledir.
Keza, bir adamın elinde
bulunan bir câriye hâkime şikâyet , edip efendisinin infak eylemediğini iddia
etse; hâkim, ya satmasını veya ona infak etmesini emreder.
Eğer, hâkim, nafaka
üzerine cebreder; o da nafakasını verir sonra da onun aslen hür olduğunu
belgeler; hâkim de onun hürriyetine hüküm verirse; efendi, bu nafaka için
müracaat eder. İzinsiz elarak onun malından aîdığı şeyi geri alır. İzni ile
yediğini geri alamaz.
Bir adam, diğer bir
adamın elindeki cariyeyi benim diye iddia -eylese; iddia olunan da, onu inkâr
etse; iddia eden iddiasının üzerine beyyine ibraz ederse; hâkim, o cariyeyi,
şahitlerden sorana kadar, yed-i emine teslim eder.
İddia olunan adama da,
görünüşte mal sahibi olduğu için, o cariyenin nafakasını vermesini emreder.
Eğer cariyeye, infak eyler, sonra da, iddia edenin beyyinesi reddedilip câriye
iddia olunan adama kalırsa; ona karşı yapacağı bir şey yoktur. Eğer, müddeînin
beyyinesi kabul edilir; hâkim, onu (= cariyeyi) iddia edene hükmederse; iddia
olunan adam, nafaka için müracaat edemez. Çünkü, onun gâsıp olduğu meydana
çıkmıştır. Câriye de, mağsûbedir. Ve gâsıbın malından yemiştir. Gasbolunanm
cinayeti; gasbedenin üzerinedir. Fetâvâyi Kâdîhan'da da böyledir.
Eğer cariyenin yerinde
köle olsa; mesele, hali üzeredir. Artık, hâkim, onu yed'i-emine bırakmaz.
Ancak, iddia olunan adam; kendi nefsi için ve köle için kefil bulamaz; iddia
eden adam da, mülâzemeti üzerine kadir olamaz; kölenin de iddia olunan adamın
elinde telef olmasından korkulursa; o takdirde, hâkim onu yed-i emine teslim
der. Câriye, bunun hüâfınadır.
Keza, iddia olunan
adam, fışkıyla bilinen, gılman ile beraber, suç işleyen birisi olduğu zaman
artık, hâkim, onu yed-i emine bırakır. Bu, yalnız bu dâvaya mahsus değildir.
Belki de, her yerde gulam sahibi gılmani İle beraber fücurda bulunduğu mârufsa,
o zaman, hâkim gulam (= genç oğlanı) onun elinden alıp yed-i emine bırakır.
Emri bil ma'ruf nehyi ani'l - münker yoluyla böyle yapar. Hâkim, yed-i emine
bırakınca; o köleye çalışıp, nefsi masrafını kazanmasını emreder. Şayet,
kazanca gücü yeterse böyle yapar.
Câriye, bunun hilaf
madır. Çünkü, o kazançtan âcizdir. Hatta, câriye kazanca kadir ve ekmekçi,
çamaşırcı ve emsali gibi tanınan birisi olsa; o zaman, kazançla emredilir.
Bunu, Şeyhu'l - İmâm Ebû Bekir el - Belhî ve Fakiyh Ebû İshale el - Hafz
söylemişlerdir.
Eğer, köle kazançtan
âciz ve hastalığı, küçüklüğü, yüzünden kazanamiyorsa; iddia olunan adama, ona
infak yapması emredilir.
Eğer, kölenin yerinde,
hayvan olsa, iddia edilen adam da, kefil balamasa; iddia edenin elinde de helak
olacağından korkulsa o zaman, hâkim iddia çelene : «Ben iddia olunanı, ona
infak etmekle cebretmiyorum; fakat, sen, onu yed-i emine teslim etmemi istersen
teslim c.ky'm; değilse, yed-i emine teslim etmem» der. Köle ve câriye bunun
hilafınadır. Muhıyt'te de böyledir. [38]
Bir adam, bir hayvana
sahip olsa o adamın, o hayvana bakması lâzım olur. Otunu ve suyunu verir.
Eğer, bundan
kaçınırsa, onun üzerine cebrolunmaz. O şahıs hayvanını satmaya da cebrolunmaz.
Ancak o adam,
diyâneten emrolunur. Bu husus, Allahu TeâJa ile kendi arasındadır. Emr-i
bil-ma'ruf ve ııehyi ani'l - münker. üzeredir. ,îster infak eder; isterse,
satar. Sahih olanda budur.
Hayvanın sütünü,
yiyeceğinin azlığından dolayı zarar görecek şekilde, fazla sağmak mekruhtur.
Sütü hiç sağmadan,
terk etmek de mekrûhdur.
Süt sağan kimsenin,
hayvana eziyet vermemek için, tırnaklarını kesmesi müstehâptır.
Yavrusu süt emen,
başka şey yemiyen hayvanın sütünün, yavrusu doyduktan sonra artanını almak
müstehapiır.
Hayvana gücünün
yetmiyeceği ağır yükü yükletmek devamlı gezdirmek, ve bunların gayrisini teklif
etmek mekruhdur. (Cevhe-reıtü'n - Neyyîre)
İki kişi, bir hayvana
ortak olur ve bunlardan birisi, o hayvana bakmaktan kaçınırsa; diğer şahıs,
hâkimden, «ortağına emrederek, hayvanın nafakasının verilmesini sağlamasını»
isteyince; hâkim, bakmaktan kaçınan şahsa : «Ya hissemi satarsın; veya ona
bakarsın.» der.
Bunu, Hassâf, Nafakât
isimli kitabında zikretmiştir. Muhıyt'te de böyledir.
Arılan olan bir
kimsenin, balın bir kısmını, arıların kovanında bırakması müstehâptır.
Kış mevsiminde, daha
çok bal bırakmak da müstehâptır.
Gıda olması için, an
kovanına, baî yerine başka bir şey bırakmak', —bal bırakmak kadar— güzel
olmaz. Cevheretü'n - Neyyire'de de böyledir.
En doğrusunu, ancak
AUâhu Teâlâ bilir; dönüş o'nadir. [39]
[1] İnnet: Erkeğin,., reuiıiiy yet uzvu bulunduğu halde,
mücameate muktedir olamaması hali. İktidarsızlık.
[2] Cüb ; ErkeMik uzvu ile bernber, husyjionnde, kesilmiş
olması hali.
[3] İbhaın : Kapalı bırakma, açıklamama, belli etmeme, gizli
kapn-klı Uılmn.
[4] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 3/191-204.
[5] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 3/207-217.
[6] Tahlil : Hürmet - i galizayı izale ederek, evvelki
koca için, nikâhı yenilemenin; helâl olmasına vesile olan, bir muameledirki,
buna hülle de denir.
[7] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 3/217-223.
[8] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 3/223-224.
[9] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları:
3/227-228.
[10] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 3/228-241.
[11] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 3/241-251.
[12] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 3/255-266.
[13] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 3/267-270.
[14] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 3/271-288
[15] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 3/291.
[16] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 3/291.
[17] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 3/292-293.
[18] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 3/293-296.
[19] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 3/296-300.
[20] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 3/300-310.
[21] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 3/313.
[22] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 3/313-314.
[23] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 3/314.
[24] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 3/314-315.
[25] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 3/315-316.
[26] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 3/316-328.
[27] In.net: Adem-i iktidar ( — iktidarsızlık) denilen
arızadır ki, erkeğin, recü-liyyet uzvu mevcut olduğu halde, mücâmaate muktedir
olamaması halidir. Bu durumda olan erkeğe ınnin denir.
[28] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 3/331-338.
[29] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 3/341-354.
[30] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 3/357-362.
[31] Dı've : Henüz doğmuş olan veya anama rahminde bulunan
bir çocu hakkında -Bu bendenir» veya hu «bu benim çocuğumdur» diye, ikrar ve
itirafta bulunmaktır.
[32] f-irflî : Bir kadının, kocası veya efendisi
için doğurduğunun teayyün
etmiş olmasıdır.
[33] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 3/365-373.
[34] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 3/383-405.
[35] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 3/406-412.
[36] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 3/413-421.
[37] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 3/422-429.
[38] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 3/430-433.
[39] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 3/434.