KİTÂBÜ'Ş-ŞÜRÛT

 

(BAZI AKİDLERLE İLGİLİ YAZIŞMALARDA BULUNMASI ŞART OLAN HUSUSLAR VE BU YAZILARA ÖRNEKLER)

 

1- HILY VE ŞİYÂT (= İNSAN VE HAYVANLARIN ŞEKİL VE SIFATLARI)

 

İnsanların şekil ve sıfatı anlamında hıly; hayvanların şekil ve sıfatlan anlamında da şiyât kelimesi kullanılır. Muhıyt'te de böyledir. [1]

 

İnsana, Muhtelif Safhalarda Verilen İsimler:

 

İnsan;

Ana karnında durduğu müddetçe cenin; Doğduğu zaman, velîd; Süt emdiği sürece, Radî; Yedi günlük olunca, satiîg; Sütten kesilince, katî;

Hareket etmeye başlayınca, dirâc; Boyu beş karış olunca hamasî; Revâdı düştüğü vakit, mesgûr;

Süt dişleri dökülüp, tekrar dişi çıktığı zaman, metğâr (se ilede okunur);

On yaşını geçince, nâş;

İhtilam olmaya yaklaşınca, yâfi' veya mürâhık; İhtilam olup, kuvveti toplanınca hazevv; Bu hallerin tamamında gulâm;

Bıyığı çıkmaya başlayıp, memesi bakla gibi olunca, vecîh; '    Delikanlı olunca fetâ veya şârîh;

Sakalı çıkıp gençliği gayeye erişince, müctemi'; Otuzla kırk yaş arasında, şâbb;

Altmış yaşma kadar kehl;

Sonra esmat,

Sonra mahlas,

Saç sakalı beyazlaşmca, becâl veya şeyh yahut dahm;

İçtima ile iktihâli arasında (müctemi' ile kehl sıfatları arasında) yahu, buhtu'ş-şeyb diye anılır.

İnsanlar beldelerinin cinslerine nisbet edilir: Türkî, Sindî, Hindî gibi...

Ve insanlar, yukarıda söylediğimiz gibi, hılyelenir; şekilleri ve sıfat­lan böylece belirlenir. [2]

 

İnsan Başının Şekilleri:

 

Er'es veya Rüâsî başı büyük olan kimse demektir.

Saftı: Alnın iki tarafı sıkışık ve başı ÎJarzemlilerin başı gibi olan kimse demektir.

Enze': Başının iki yanında saç bulunduğu hâlde, alnının üst tarafında saç olmayan kimse;

Esi a': Başının tepesinde ve önünde saçı olmayan ve başı küçük olan kimse;

Eğamm: Saçı çok olup, yüzüne sarkan kimse;

Em'al: Saçı dökülmüş olan kimse;

Rahbü'I-Cebhe: Alnı geniş olan kimse;

Eznek: Çatık kaşlı olan kimse;

Eblec: Kaşlarının arası açık olan kimse;

Ezecc: Kaşlarının arası -fazla- açık olmayan kimse (bu, açık kaşlılığın zıddıdır);

Mukavvisü'l-hâcibeyn: Kaşları hilâl gibi eğri olan kimse;

A'yen: Gözleri büyük olan kimse;

Câhızü'I-ayneyn: Patlak (iri) gözlü olan kimse;

Gâirü'l-ayneyn: Çukur gözlü olan kimse;

Nâniü'l-vecneteyn: Yanakları yumru olan kimse;

Rahsâreh: Yanakları yaygın olan kimse;

EkhalüM-ayneyn: Gözleri sürmeli gibi olan kimse;

Erorch: Bunun zıddı olup gözleri sürmeli gibi olmayan kimse;

Enver: Gözünün siyahı çok siyah; beyazı çok beyaz olan kimse;

Eşhel: Gözü, koyun gözü gibi olan kimse;

Eş kel: Gözünün beyazında kırmızılık olan kimse;

Ahval: Gözü şaşı olan kimse;

Akbel: Gözü şaşı olup burnuna bakan kimse;

A'meş: Göz kapakları kızarmış ve gözünün suyu akan kimse;

Ehdeb: Kirpikleri uzun ve çok olan kimse;

Ezreku'l-ayneyn: Gök gözlü kimse;

Ester: Yırtlak gözlüye denir.

Mükevkebii'I-ayneyn: Gözlerinde beyaz bir nokta olan kimse;

Eğmas: Gözü çapaklı kimse;

Ermas: Gözü şibikli kimse;

Ekna': Burnunun ortası yumru olan kimse;

Eşemm: Burnu çok koku alan; burnu uzun olan kimse;

Ezlef: Burnu kısa olan kimse;

Eftas: Burnu kalkık (yüksek) kimse;

Ehnes: Burnunun ucu sivri, ortası çökük olan kimse;

Ecda': Burnu kesik olan kimse;

Efveh: Ağzı büyük olan kimse;

Ehdel: Alt dudağı sarkık olan kimse;                  .

EPas: Sihay dudaklı kimse;

Eflah: Alt dudağı yarık olan kimse;

A'lem: Üst dudağı yarık olan kimse;

Edcam: Eğri burunlu kimse;

Maknau esnânihî: Dişleri ma'tufeye denir.

Ervak: Dişleri uzun olan kimse;

Ekess: Dişleri kısa olan kimse;

Edazz: Konuşurken üst çenesi aşağıya sarkıp, kayan kimse;

Eflec: Dişleri seyrek olan kimse;

Edred: Dişleri dökülmüş kimse;

Ehtem: Ön dişleri düşmüş olan kimse;

Eksam: Dişleri kırılan kimse;

Es'al: Dişinin üzerinde, bir dış daha biten kimse;

Meştabü'1-vech: Yüzünde, kılıç yarası izi bulunan kimse;

Ehyel: Yüzünde beni olan kimse;

Eşyem: Vücudunda ben bulunan kimse;

En m eş: Çil yüzlü kimse;

Eshâbü'l-Lıhye: Sakalında kırmızılık bulunan kimse;

En t ah: Köse (= sakalı çıkmayan) kimse;

Kessü'l-Lıhye: Sakalı çok olan kimse;

Âzam: Kulakları büyük olan kimse;

Esma: Kulakları küçük olan kimse;

Enâfi: Burnu büyük olan kimse;

Esf eh (= sef âhî): Dudakları büyük olan kimse;

Eşdak: Ağzı yırtık, büyük ağızlı olan kimse;

Esram: Kulakları kesik kimse;

Ecyed: Boynu uzun olan kimse;

Evkas: Boynu kısa olan kimse;

Asar: Boynu eğri olan kimse;

Medîkü'l-Kameh: Uzun boylu olan kimse;

Kasîrü'l-kameh: Boyu kısa olan kimse;

Merbûıf 1-halk: Orta boylu olan kimse; demektir. [3]

 

Atların Şekilleri

 

Hayl ismi, at cinsini içine alan bir kelimedir.

Feres, Arabların at anlamında kullandığı bir isimdir.

Berzûn (= yük beygiri): Acemce bir isimdir.

Hecîn: Babası arabî, anası acemî olan at demektir.

Mukraf: Babası acemi, anası arabî olan at demektir. ,

Fersü akmer: Ay renkli olan, beyaz at demektir.

Edğam: Göksünde beyazlık bulunan at;

Fersü verd: Gül renginde olan at;

Eğbes: Boz renkli at

Mefles: Derisinde para gibi benek bulunan at;

Medner: Dinarlar gibi, siyah beyaz damalı olan at;

Edbes: Siyahla kırmızı arasında pekmez rengi gibi bir rengi olan at;

Evrak: Kül renginde olan at;

Ersem: Üst dudağı ak (beyaz) olan at;

Elmaz: Alt dudaüı beyaz olan at.

Akrah: Alnında beyazlık olan at;

Akrah hafi: Alnındaki beyazlık, bir dirhemden küçük olan at;

Eğarr: Yüzü tamen beyaz olan at;

Egarru sfiil: Yüzündeki beyazlık, yukardan aşağı uzanan at;

Berzûnii zelûl: Yük beygiri;

Cümuh = şümus: Yük taşımayan at;

Berzûn ii demi: Kan rengi olan at.

Muğrer: Kiprikleri beyaz olan at;

Latım: Yüzünün yarısı beyaz olan at;

Erham: Başı beyaz olan at;

Asga: Başının ortası beyaz olan at;

Aknef: Kafası beyaz olan at;

Ezen: Kulağında beyazlık bulunan at;

Esfâ: Alnı dar olan at;

Ma'ref: Yelesi çok olan at;

Edra': Göksu ve boynu beyaz olan at;

Erhal: Sırtı beyaz olan at;

Enbat: Karnı beyaz olan at;

Ehsaf: Yan tarafı beyaz olan at;

Mahcel: Ayakları (bacakları) beyaz olan at;

A'sam: Ön ayakları beyaz olan at;

Ercel: Bir ayağı beyaz olan at;

Şayet, iki ayağından birisi beyaz olursa; ona a'samü'I-yümnâ veya a'samüi-yüsra denilir.

Yük beygirine a'ver denilmez. Fakat "sağ gözü" veya "sol gözü yok" denir.

Kuyruk ve yele bakımından aşkar ile kemiyet arasında şu fark vardır: Şayet yele ve kuyruk kırmızı olursa aşkar; siyah olursa kemiyet denir. Ön ayaklarından sağ ayağı beyaz olana mahceli'l-yedi'I-yümnâ veya mahceli'l-yedi'l-yüsrâ denir. Arka ayakları beyaz olursa, muhac-celi'l-yedeyn veya muhaccelfl-ricleyn denir.

Üç ayağı beyaz olursa, muhacceli's-selâs; mutlaki'l-yümnâ (veya yüsrâ) denir.

Beyazlık ön ayağının biri ile arka ayağının birinde olursa mümsikü'I-eyâmin, mutlaki'l-eyâsir veya mutlaki'l-eyİHh, mümsikü'l-eyâsir denir.

Beyazlık baldırın yarısına ulaşır veya üçte birine varırsa et-tafccfl denir.

Beyazlık arka ayaklarında olur da önde bulunmaz ise benini mahdem denir.

Beyazlık bir arka ayağında veya ön ayağının birinde olursa, men'al biyed veya men'al-bi'r-ricl denir.

Keza, atın yavrusuna mühr veya Felevv denir.

Bir yaşma girince hurûf; altı veya yedi aylık olunca asmaî denir.

Senesi geçince de havM denir.

îki yaşına girince ceza'; Üç yaşma değince sen!; dört yasında rnbt*; sonra da karın denir. Ondan sonra, özel bir ismi yoktur; müzekld denir. Cemisi müzâkki d ir.

Yirmi yaşında berem denir." denilmiştir. Atin yaşı en çok otuz-otui iki olur. "    Atin, yirmi dört üst, yirmi de alt çenece dişleri vardır.

Atın dişleri çok siyah olursa edhem ducûcî; yeşil ile siyah arasında ekheb; parlayan beyazlıkta olunca, eşhebi kırtasî denir. Atin kıllarının içine, beyaz kıllar karışırsa kemlyyeti sınâbî veya eşkan sınâb! denir. Bu kıllar smâbiye nisbet edilir. Sınâbî ise hardal demektir. Bu beyazlık muhalif şekilde, önün sağ, arkanın sol ayağında veya bunun aksine olursa, şekkal denir. Kuyruğu yan tarafından birine kadar eğri olursa, a'zel başı siyah kuyruğu kırmızı olunca da eblaku mutam denir. [4]

 

Deve, Sığır Ve Davarların Yaşları

 

Deve; bir yaşında ibnü mehad; sonra ibaü lebûn; sonra hıkka; sonra ceza'; sonra seni; sonra ruba1; sonra sedis; sonra bftzel; sonra mahlef; sonra mahlefi âm; sonra mahlefi âmeyn diye isimlendirilir. Ne kadar çoğalırsa çoğalsın böyledir.

Sığırlar ise, bir yaşında tcM'; sonra ceza'; sonra ruba'; sonra sedîs; sonra sâtiğ; sonra saliğ-i seneten diye isimlendirilir.

Koyuna gelince: Koyun altı aylık veya daha küçükse, hamel; yedi aydan bir seneye kadar cez'i sonra seni; sonra ruba'; sonra sedîs; sonra salig diye isimlendirilir. Bundan sonrası için özel bir isim yoktur.

Deve ve sığırın eşkâlini, bu günün erbabı daha iyi tanırlar. Onları tanımada, onun erbabma müracaat edilir. [5]

 

Değirmenle İlgili Lafızlar

 

Tâhûn (= tihânetü'r-rehâ): Su değirmeni. Su ile dönen değirmen. Tıbâne: Hayvanın döndürdüğü değirmendir. Tan üne: Su ile dönen değirmene denir." buyrulmuştur.

Meselâ, şöyle denilir:

Şu köydeki şu nehrin üzerinde bulunan değirmeni, hudûduyla, odalarıyla, çarkiyla, kanadlarıyla, kulpuyla, kovasıyla, değirmenin üze­rinde döndüğü demir çarkıyla sattı.

Nafir'un cemi Nevâir gelir ki, bu kelime değirmen çarkının kanatları demektir. Ve onların üzerine su dökülür ve bu kanatlar dönerler. [6]

 

Hamamla İlgili Lafızlar

 

Hammam,   hamîm'den,   fe'al   vezni  üzerine  bir   kelimedir, "frtchammar-recül.'' denir.

Bir adam hamama girince, onun hakikati, sıcak su ile yıkanmasıdır.

Siyakü vâzeh: Hamamın birinci evi (odası-bölümü) demektir. Buna eriah da derler.

Sanbur: Oluk demektir. Fincan ât, fincan'in cem'id ir, ar ab çadır.

Atİdedü'I-raereh: Hamam kabları demektir.

Evari (ârinin cem'idir): Hamamın havuzu demektir.

Et-tûn: Ateş ocağı; kiri al e: Ateş ocağı veya külhan demektir. Hanbeo ve mellâha (lamın şeddesiyle): Tuzla demektir. Avanz (ânza'nın cem'idir): Tahtaların üzerine bağlanmış odunlar demektir.

Kals: Kalın urgan demektir.

Tarraz; Taze bez dokunan yer.

Vehdet: Bez dokuyan kimsenin ayaklarını içine koyduğu çukur.

Tastı müennese: (Acemce bir isimdir. Çünkü ti ile te harfleri, arabçada bir kelimede cem olmaz): Tas demektir. Tasın cem'i tısas gelir. İsmi tasğîri tuseysete'dir. Tas'in cem'i, etsas ve tusûs da gelir.

 Fetâvâyi Hindiyye

Rukak: Yufka ekmek demektir. Bunun müfredi (= tekili) rukaka'dır.

Rağîf 'in cem*i ruğfan gelir. Bu kelime, yufka, pide manâsına gelir.

Minsefe: Elek demektir.

Mahver: Koyun ağılı.

Maâlik (mı'lak'ın cem*idir): Et asılan yer demektir.

Gadâir (gadâra'nın cem'idir): Ağaçtan yapılmış büyük tekne.

Dancîr de denir.

Mihras: Dibek dedikleri ve içinde buğday dövdükleri taşdan veya ağaçtan yapılmış şey.

Minhâzü'l-haven: Havan döveceği.

UJayye: Kırk dirhemlik bir ağırlık ölçüsü birimi.

Ukıyye rubaıyye: On dirhem.

Ukıyye msfiyye: Yirmi dirhem.

Kânun: Ocak; ateş yakılan yer.

Tennur: içinde ekmek pişirilen yer; fırın.

Hüdbed: Yoğurt olan süt.

Memahıd (Memhada'nın cem'idir): Sütün, içinde yoğurt olduğu kap.

Mirken: îçinde elbise boyanan kap.

tcâne: İçinde elbise yıkanan kap.

Medâk veya salaye: Üzerinde bir şey ezilen yassı ve düz bir taş. [7]

 

Demircilikte Kullanılan Bazı Âletler

 

Kîr: Kalın deriden yapılmış körük. Buna Zuk de denir. Kür: Çamurdan yapılmış ateş ocağı. Bu ettûn diye de isimlendirilir. Minfah (çoğulu menâfin); Demirci körüğü. Ulat (= sindân): Demir örs. Mitraka: Demir dövülen çekiç, Fıttîs: Büyük çekiç (= külünk, balyoz).

Kellûb: Kelbeten ve kıskaç denilen ve ateşin közünü çekmeye yarayan âlet. Bunun çoğulu kelâfîb'tir. Nişâstec: (Buna neşâ da denir) Nişasta. Kenti: Üzüm çubuğu; etrafı kerpiç duvarla çevrilmiş bağ.                

Kitâbü'ş-Şürût

Bahire zîr: Duvarın üstü. Dimas: Duvarın temeli. Arak: Duvar; duvarın tamamı. Zeracîn (çoğulu zercûn): Üzüm çubuğu. [8]

 

2- NİKÂHLA İLGİLİ YAZIŞMALARDA BULUNMASI ŞART OLAN HUSUSLAR

 

Bir baba, bulûğa erişmiş büyük kızını nikahlarken şöyle yazar; Filan ile filanenin bu evlenmesini; fîlânemn velisi; onun izniyle, rızasıyla, emriyle, şu kadar mehirle ve sahih, caiz, nafiz nikahla, âdil bir cemaatın huzurunda yaptı.

Onun kocasının, mehrini vermeye gücü yeter. Nafakasim verir.

Aralarında nikâhı bozacak bir sebeb yoktur. Nikâhın fesadını gerektiren bir sebep de yoktur.

Mehr-i müsemması, mehr-i mislidir.

Bu kız, bu nikâhla, onun karışıdır.

Bu mehir de onun üzerinde vacip ve lâzım bir borçtur.

Bunların tamamı, şu tarihte olmuştur.

Başka şekli:

Bunun üzerine şahitler şehâdette bulunurlar ve şöyle derler: Gerçekten filan şahıs, filane isimli kızını, bâliğa olduğu hâlde, onun nzasiyle, şu kadar mehirle, filan adama, şahitler huzurunda, sahih nikahla nikahladı. Gerçekten o filan da, söylenen bu mehir üzerine, bu mecliste, sahih nikâhla tezevvüc eyledi ve fîlâne, vasıfları söylenen bu nikâh sebebiyle, şu tarihte filanın karısı oldu. Şayet bu nikâhı kocanın babası, oğlu için kabul eder ve oğlan da bulûğa erişmiş olursa, şöyle yazılır:

Filan oğlu filan (bu kocanın babasıdır) oğlu için, bu sözleşmeyi kabul eyledi. Bu mehir de, bu mecliste, onun emriyle, sahih bir şekilde kabul edildi.

Diğer bir şekli de: Nikahı  kocanın ikrarını; kadının onu doğrulamasını; kadının ikrar edip, kocanın, onu doğrulamasını; velinin ikrar edip karı ve kocanın onu doğrulamasını yazmaktır. Zehıyre'de de böyledir.

Âlimlerin "velisiz nikâhın cevazındaki ihtilaflarından dolayı" bu bir ihtiyattır. [9]

 

Bulûğa Ermiş Bir Kızı Evlendirirken Yazılacak Hususlar

 

Veli, "mehir belirlenip, kıza haber verilince; onun sustuğunu veya ağladığını; onun bakire, âkile, bâliğa, aklı ve bedeni sahih, (sağlam) olduğunu" yazar.

Onun susmasına da filan ve filan şahit olurlar.

Bu şahitler, o kızı, adını, nesebini, filanın kızı filane olduğumu, bu vasıflarla yapılan akid (= sözleşme) sebebiyle onun, filanın karısı olduğunu" bilirler.

Kocanın adını ve mehrin açıklanmasını yazmak elbette gerekir. Çünkü, o almayınca, ihtilaf çıkıyor ve onun susması, nikâha razı okluğu için midir, yoksa razı olmadığı için midir belli olmuyor.

Kız   küçükse,   "onun   nikâhını,   -baba   velâyetiyle-   babasının yaptığı" yazılır.

Koca küçük ise, yine böyle yazılır.

Filan adam, filane isimli küçük kızını, babalık velâyetiyle, filan oğlu filan küçüğe, şu kadar mehirle, sahih, caiz, nafiz ve lâzım bir hâlde, her iki tarafın da razı olduğu, âdil şahitlerin huzurunda nikâh eyledi. Bu nikâhı da bu mehirle, bu küçük oğluna, babasi-babalık velâyetiyle- sahih bir kabulle, akid meclisinde kabul eyledi. Bu küçük oğlan, bu küçük kız için denktir. Zikredilen mehir de mehr-i mislidir.

Şayet baba, oğlunun yerine mehri kabullenirse, o da yazılır ve şöyle denir: Bujaaba, bu zevç (= koca) olan küçük oğlu için, küçük kızın, bü­tün mehrini sahih bir kabulle kabul eyledi. Ve buna, küçük kızın babası, bu mecliste, şifahan razı oldu.

Şayet baba, kendi malından mehr-i muaccel olarak bir şey verirse onu da şöyle yazar:

Gerçekten, bu çocuğun babası filan, kendi malından, zikredilen mehir cümlesinden olmak üzer,e, şu kadar dinarı.bu küçük kızın babası­na, -babalık velâyetiyle- verdi. O da, bunu sahih bir alışla teslim aldı. Ve koca için, bu kadar mehir, mehir cümlesinden olarak vâki oldu; geride şu kadar mehir kaldı.

Eğer baba» muaccel mehirden bir şey Öder; geride kalanı da ken­disi kabullenirse; bu da şöyle yazılır;

Gerçekten bu küçüğün babası, kendi malından ve mehir cümle­sinden, şu kadar dinar ödedi. O küçüğün karısı için geride kalan meh-ride, sahih bir kabul ile kabul eyledi. Ona velayeti olan da, ona razı oldu (veya şer'i şerife uygun olarak izin verdi.) der. Yazı da, böylece tamam olur.

Kadının babasından, "mehrin bir kısmını bağışlaması" dilenir veya "aldığını ikrar etmesi" istenirse; aldığını ikrar etmesi -ikrar akd meclisinde olursa- bâtıl olur. Çünkü, o mecliste bulunanlar, onun yalan olduğunu biliyorlar. İkrar başka bir mecliste yapılırsa; küçük için, kabz ikrarı sahih olur.

Kız ise, büyük için de böyledir; dul ise, elbette onun izni ve rızası gerekir.

Bağışa gelince, eğer küçük olursa; bağış sahih olmaz. Eğer büyük olur ve bağış onun rızası ve emriyle olursa, bağış sahih olur. Ve bu şöyle yazılır:

Bu kadının babası, onun rızası ile, mehir cümlesinden şu kadarını, akid meclisinde, bu koca için, şu kadar dirhem bağışta bulundu. Koca da, babadan, bu bağışı kendisi için sahih bir kabul ile kabul eyledi ve geride şu kadar mehir borcu kaldı.

Bu kadının, bağışa razı olduğunu ve izin verdiğini, şahitlerin haber verdiği zaman böyledir. Şayet, kadının izni bilinmiyor; ancak, baba kabul ediyorsa; o da şöyle yazılır:

Kadının babası, koca için, mehirden şu kadarını, onun emriyle bağış yapmıştır.

Şayet, kadın bunu inkâr ederse; ona tazminat gerekir. İhtiyat olan, bu durumda kadının nikâh meclisinde hazır bulunup, onun izniyle veli­sinin, onun nikahını yapması ve kendisinin mehrinin bir kısmım, kocasına bağışlamasıdır.

Den doğrusunu ancak, Allahu Teâlâ bilir. [10]

 

Bir Babanın, Küçük Bir Kızını, Bulûğa Ermiş Bir Kocaya Nikahlaması

 

Bir babanın, küçük kızını baliğ bir kocaya nikahlaması şöyle yazılır:

Filan, filâneyi -kız küçük olduğundan babasının babalık velayeti hakkıyla- babasının nikâhlamasıyla şu kadar mehirle, şu kadarı peşin, şu kadarı şu seneye kadar ödemek üzere vadeli mehirle tezvic eyledi. Bu hususta Allah'dan korkmasını, ona iyi davranmasını, Allahu Teilâ'hın emreylediği ve Onun Nebisi (S.A.V.)'nin sünneti üzerine iyi geçirmesini tavsiyede bulundu. [11]

 

Bir Kızı, Dedesinin Nikahlaması

 

Kızı tezvîc eden (= evlendiren) ced (= dede = babanın babası) işe, şöyle yazar:

Filan şahıs; hâfidesi (= torunu) olan, filan oğlunun kızı fîîaneyi -babası öldükten sonra- dedelik velâyetiyle (tezvic etti)..." der ve sonuna kadar, yazıya devam eder. [12]

 

Bir Kızı, Kardeşinin Evlendirmesi

 

Kızı nikahlayan, baba-ana bir kardeş veya baba bir kardeşse, şöyle yazar:

"Filan şahıs, kız kardeşi olan küçük füaneyi (ki o filan oğlu filanın kızıdır) baba ve ana bir kardeşlik veya baba bir kardeşlik velâyetiyle, tezvic eylemiştir."

O kızın, kardeşinden daha yakın birisi yoksa ve ona müslüman hâkimlerinden,    hükmü    sahih   ve   caiz   bir   hâkim   tarafından

 Fetâvâyi Hindiyye

hükmedilmişse, bu evlendirme caizdir. Zira, baba ve dedenin handndt olan kimselerin, küçüğün nikâhını yapması hususunda âlimler arasında ihtilaf vardır.

Tezvîc eden amca ise, o da şöyle yazar:  Filan şahıs; kardeşinin kızı olan füİaneyi, ana-bâba bir veya baba bir amcaitk velâyetiyle tezvic eyledi."

Kardeş hakkında söylenenler, amca hakkında da söylenmiştir.

Şayet, kadının kendisini tezvic edecek (= evlendirecek) bir velisi yoksa; bu kadın hâkimin izniyle, kendi kendini evlendirir ve: Filâne, şu kadar mehirle, âdil şahitler huzurunda, hâkimin izniyle, kendi nefsini, fülana tezvic-î sahih ile tezvic eyledi. Onun, hazırda da, gaipte de bir velisi yoktur." diye yazar.

Eğer, böyle bir kadın, kendisini hâkimin izni olmaksızın evlendi-rirse sonunda hâkime varır. Müslüman hâkkn.d^ bu nikâhın sıhhatine hükmeder ve kadın "Bu kocadan, mehir cümlesinden şu kadar dirhon aldım. Geride şu kadar kaldı." diye yazar. [13]

 

Köleyi Evlendirmek

 

Bir köle evlendirilirken, şu hususlar yazılır:

"Filanın kölesi filan,filan oğlu filanın kızı, baliğa ve hürre filane ile, efendisinin izniyle evlendiler. Bu evliliği efendisi emreyledi ve bu akid, âdil şahitler huzurunda şu kadar, sahih lâzım ve nafiz mehirle, kadının babası filan oğlu filan tarafından kadının rızası üzerine yapıldı. Nikâh şahindir." diye yazılarak, bu yazı tamam olur.

Şayet, kadın küçük ise, yazının sonuna hâkimin hükmü de ilâ­veten yazılır. Çünkü, babanın küçük kızım köleye vermesi, İmim Ebû Hanîfe (R.A.) ile İmâmeyn arasında ihtilaflı mes'eledir. [14]

 

Cariyenin Evlendirilmesi

 

Bir câriye evlendirilirken şu hususlar yazılır:

"Filan, filan oğlu filanın cariyesi ile evlendi." veya "Filan oğlu filanın cariyesi, filan oğlu filan efendisinin izniyle, şu kadar mehir karşılığı evlendi." diye, sonuna kadar yazılır.

Köylerde âdet» kocalar veya babalar, akarları veya araziyi kadınlara belirli bir bedelle satıyorlar. Onun parasını da mehre karşılık tutuyorlar.

Kfitip için uygun olan, besmeleden sonra, eğer satış kocadan ise, "Klan kızı fîlfine» filan oğlu filan kocasından etrafı dıvarla çevrili, evi yapılı, bağı veya beş dönüm ekime elverişli -köyün filan yerindeki- ara­ziyi, hudutları belli olmak üzere, şu kadara satın aldı." diye yazmaktır. Satış bölümünde tafsilatı gelecektir.

Katip "bedelini teslim aldu" sözüne varınca, şöyle yazar: "Bu iki sözleşmeci, bu bedelin tamamını müşteri olan kadının, kocasında olan mehrine karşılık, sahih bir şekilde, misilleme yaptı. Ve müşteri olan kadın, bu bedelden dolayı mehrinden berî oldu. Kocası da bu misilleme sebebiyle mehrin tamından beri oldu."

Sonra da şöyle yazılır: Müşteri kadm, satıcının teslimiyle, sahih bir alımla teslim aldı." der ve tarihini yazar.

Bu satış, mehirin tamamına değil de bir kısmına karşılıksa, o zaman, zifaf dan önce, nikâhta peşin mehri şart koşar ve şöyle yazar:

Bu bedelin tamamını, mehrin tamamına karşılık yaptılar. Onun peşin olması ve kadına verilmesi şart koşulmuştur.

Sonra da, devamla şöyle yazar: "Gerçekten, müşteri olan bu kadının, satıcı olan kocasında, mehrinden şu şu kadarı, onun üzerinde hak, vacip, lâzım, doğru ve sabit olarak -aralarında olan nikâh sebebiyle- borç kaldı." der ve tarihini yazar.

Şayet bu satış, kocanın babası tarafından yapılmışsa; o zaman da, "kadın, kocasının babasından, şu şu kadara satın aldı." der ve katip -söylediğimiz gibi- sonuna kadar yazar.

Bu takdirde de; kadın, satın aldığının bedelinden; kocanın babası ve koca da mehrin tamamından beri olurlar (= kurtulurlar). Misilleme hükmüyle; tarihi de yazılır.

En doğrusunu ancak Allahu Teâla bilir.

Bir adam karısını mehri ve nafakası karşılığı hal eylese, kadınla medhûle olsa, adam bunu böylece yazmak istese, şöyle yazar: Bu yazı, filan oğlu Manındır ve o, filan kızı filanın kocasıdır. İmim Ebû Hanî-fe (R.A.) ve arkadaşları böyle zikrettiler. Hassâf, Tahâvî, Semtî, Hilâl ve Ebû Zeyd eş Şurûtî, gibi âlimler, bu yazıyı biraz daha artırdılar:

Filan kızı fülâne dedikten sonra Ben, senin sohbetini sevmiyo­rum ve senden ayrılmak istiyorum." diye ilâve eder.

İmâm Ebû Hatıîfe (R.A.) arkadaşları da böyle yazarlardı. Halbu­ki Hassâf, Hilâl, Semti ve şurut ehlinin umuma, yazılarını artırarak: "Sen, beni, sahih ve caiz olarak, —bana asabamdan rakımın olan— velim tarafından hür, âdil, baliğ şahitlerin yanında, müsemma olan mehr-i muaccel ve müeccelimle nikahladın. Ben ise, senden mahri-mi almadım. Başka bir şey de almadım. Sen ise, bana dahil olup ci­ma eyledin. Ben ise, senin sohbetini kerih görüp, senden bana bir ziyan gelmeden, ayrılmanı istedim ve ben senden beni, benim sende olan bütün alacağıma karşılık hal etmeni istedim .Alacağını mehrim den şu şu kadar dirhemdi." der. İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve ushabı ile ehl-i şurutun tamamı şöyle yazarlardı:

"Biz korkuyoruz ki, Allahu Teâla'nın hududunu koruyanlayız da; sen beni, üzerinde olan mehrimin tamamı sebebiyle, bâine talâk laboşarsm."

"Biz korkuyoruz ki" yazısından sonra, yüce Âllahın kitabıyla teberrüken âyetini yazarlardı.

Ve onlar, talâk sözünü, kendi sözüne tercih ederlerdi ve "ben, senden, beni bâin talâk ile boşamanı istedim," diye yararlardı da "hal etmeni istedim." diye yazmazlardı. Çünkü, talâk hükmü, bâin olunca; bi'1-icmadır. Hal hükmü ise, sahabe ile selef arasında ihtilaflıdır. El­bette bil-icma olan, muhtelefün fîH (= kendisinde görüş ayrılığı olan) den daha evlâdır.

Ancak, "mehrimin tamamı, senin üzerinedir. O da şu şu kadar dır. diye yazdıklarında hulû sebebiyle düşen miktar malum olursa, o zaman ihtilaf haddinden çıkar. Çünkü, düşeni bilmemek tesmiye­nin sıhhatine mâni olur. Onun için, "bil-icma hal sahih olsun" diye söler ve devamla: "îddafim devam eddiği sürede, nafakamın tama­mı da..." der. Gerçekten, mehir ve nafakanın yazdmasıyla iktisar eyledi; fazla mal zikreylemedi: Şayet söylemiş, olsaydı, sahih olur­du. Zira, serkeşlik kadın tarafından oldu. Serkeşlik kadın tarafın­dan olunca da, kocanın daha ziyâde alması helâl olur. Hem diyane-ten, hem de kazaen, koca, verdiğinden daha fazlasını alabilir. Câ-"iı*'in rivayeti budur.

Hem diyaneten, hem de kazaen, koca, verdiğinden daha fazla­sını alabilir. Câmi'in rivayeti budur.

Fakat,Talâk kitabındaki bir rivayete göre de,Kadın tarafından olunca da, kocanın daha ziyâde alması helâl olmaz. Bu durum, kendisi ile Allahu Teâlâ arasındadır.

Şayet geçimsizlik (= serkeşlik) kadın tarafından olursa, mehir ve nafaka üzerine iktisar eylediler.

Kocanın, verileni alması, bi'l—ittifak helâldir. Sonra kocanın: "Kabul ettim." demesi yazılır. Böylece, "icabın kocadan olduğu" sabit olmuş olur. Çünkü, talâk, ancak kocanın icabı ile vâki olur.

Sonra, devamla, kadın şöyle yazar: "Senin üzerinde olan bü­tün mehrime ve iddetim müddetince olan bütün nafakama karşılık, beni hal eyledin." Tekid için de: "Ben de buna razı oldum ve kabul eyledim." der ve o da —kadının hali kabulü sabit olsun diye— yazılır.

Artık bu durumda, bütün rivayetlere görü, hal tamam olmuştur.

Selefe ittibâen de: "Bundan dolayı ben de seni hal eyledim. Ar­tık, bende bir hakkın kalmadı. Da'vâ, talep, mehir, nafaka ve baş­ka hiç bir isteğin kalmamıştır." der ve o da yazılır.

Bundan sonra kocanın zimmetinde bulunan mehre karşı hal vâki olursa; tazminat yazılır mı?

Bizim âlimlerimiz bunu yazmıyorlar.

Ebû Yead eş—Şurûti yazar ve:

'Tazminat gerekirse, ben sana tazminatta bulunurum." derdi. Tahâvî: "Bu sahih olmaz." buyurmuştur. İmâm Muhammed (R.A.) ve ehl-i şuruttan hiç bir ferd "Sen, beni hal ettin." demesi gerektiği­ni zikr etmemiştir.

Bazı müteahhirîn ise, bunu yazmayı, ihtiyar eylemişlerdir. Bu, sünnet vaktinde mubah; bu vaktin dışında mekruhtur. Bunun için, haTin ibâha veya kerâhe sıfatları bilinsin diye yazmaya ihtiyaç vardır. [15]

 

Talâkla İlgili Diğer Bir Yazı Örneği

 

Kadın için kocası tarafından bir vesika yazılır ve o vesikada şöyle denilir:

Filan oğlu filan "filan kızı filâneyi, tarafından kendi isteğiyle, kasden şu kadar dirhem olan mehrine karşılığında, tek talak ile, mu-hâlâa ettiğini" ikrar eyledi. Ve iddeti müddetince nafakası üzerine olmak ve kendi üzerinde olan bütün haklan karşılığında mühâlaa eyledi.

Şayet başka mal üzerine de şartlaşırlarsa, bütün dâva ve husû­metlerden, bütün bâtıl ma'nalardan ve istisnadan hâli, nafiz, caiz, sahih bir hâlde muhâlâa ederler. Ve: "Kadın, bu zikredilen şartlar­da, nefsini, sahih şekilde, hal eylemiştir." diye yazılır ve yazının ta­rihi de konulur. [16]

 

Talak Hususunda Koca İçin Yazılan Bir Vesika Örneği

 

Filan kızı filâne,. kasden (bilerek ve isteyerek) şöyle ikrar ey­ledi: "Gerçekten o, filan kocasından, şu kadar mehrine karşılık, bâ-ine bir talakla hal eyledi."

Keza, "iddet nafakasına karşılık, bir taiâk-ı bâine ile hal eyledi ve aralarında nikâh ve alaka kalmadı." diye yazılır ve yazı tamam olur.

Şayet halde şart koşarlar ve "mehrin üzerine fazla mal verilsin" isterlerse; o kadım bütün mehrini ve onun üzerine şu ka­dar dinar vererek hal ederse; bu mühâlaa caiz olur.

Eğer hal'deki fazlalık, bir yer ise, o da yazılır ve o yerin evsafı açıklanır. Bu yerin, uzunluğu, eni ve kıymeti de açıklanır.

Şayet, o fazlalık kıyemî bir şeyse, mühâlaa meclisinde, kadın, onu kocasından kabul eder ve kadın da'vâların tamamından teberrî eyler. Böylece yazı tamam olur.

Muhâlaa'da fazlalalık, bir eşya ise, "en ihtiyatlı olanı ziya­deyi dinarlar veya dirhemlerden yapmaktır" denilmiştir.

Sonra adam, o şartlarla satın alır ve onun bedelini, o ziyade ile misilleme yapar. Satılan şeye bir haksahibi çıkarsa, münazaa kalmasın diye böyle yapar.

Koca, bu mühâlaadan dönmek isterse; kâtip, kadın için şöyle yazar:

Filan şahıs, ikrarının geçerli ve caiz olduğu sırada kasden, nef­sini, filane isimli kadından; mehrinin tamamına karışık hal eyledi. Veya "mehrinin bakiyyesi ile iddet nafakası ve kadının nefsî malın­dan elli adet Nisâbûrî altını karşılığında hal" eyledi ve bunları/mti-hâlaa meclisinde kabul eyledi. Kadın da, mühâlaa meclisinde bunu kabul eyledi. Sonra, koca, bu kadından yirmi dönüm bağ, on dönüm yeri elli Nisâbûrî dinârarına satın aldı. Hudutları belli olan bu yirmi dönüm yere, bağın evi de dahildir. Bu yer, yirmi dönüm bağ­dır, (veya içinde evler olan bir yurttur:)

"Satın alman ve dört taraftaki hududu belli olan bu yerin elli Nisâbûrî dinar karşılığında, sahih bir satın alışla, satın alındığı ve hal olan kadının, sahih bir satım yaptığı; her iki akdedîcinin mezkûr bedelle misillime yaptıkları ve ikisinin arasında beraatlar vâki olduğu" yazılır. Böylece ikisinin, birbirine karşı da'vâ ve husûmet hakkı kalmaz. [17]

 

Bir Kimsenin, Dâhil Olmadığı Karısını Hal Etmesi

 

Bu husus şöyle yazılır:

Kadın, kendisine dâhil olunmadan ve halvetten önce, hal olur­sa; yarı mehir gerekir ve böyle yazılır. Duhûl vâki olmadığından, id­det gerekmiyeceği için, o yazılmaz ve iddet nafakası gerekmez.

Hulû'da da duhûlden önce iddet yoktur. [18]

 

Mühâlaada Kadın İçin Yazılacak Yazı

 

Bir koca, karısını hal eylese; onun hal olduğu yazılır.

Şayet, nikâhda tesmiye bulunmaz ve hal de dühûldan ve halvet­ten önce olur ve mehir de tesmiye edilmemiş bulunursa; bir miktar mal üzerine yazılır. Ve şöyle denir. Onu, duhûlden ve halvetten ön­ce, kadının, kocasının üzerinde olan bütün haklarına karşılık ola­rak, mühâlaa sahih olduğu hâlde hal eyledi. Zehiyre'de de böyledir.

Bir baba, küçük kızı filaneyi, kocasından, duhûlden sonra hal eylese (= mal mukabili boşatsa) bu da şöyle yazılır: Bunun filan ik­rar eyledi: Filâne küçük kızı, (yaşını da söyleyerek) filanın nikahın­da idi. Onun sahih nikahla helâli idi. Onun nikâhım, —babalık velayetide— babası yapmıştı. Ve bu nikâh, şahitlerin huzurunda yapılmıştı. Kocası da ona dâhil olmuş ve bir müddet iyi geçinmişlerdi. Sonra, kocası, onun sohbetinden hoşlanmadı. Babası da, kocanın sohbetinden hoşlanmadı. Babası, kızın mehrini de teslim almıştı. Me-hir de, şu şu kadardı. Ve kocası, kadını nefsinden —babasının isteği üzerine, bir talâk, şu kadar mehri ve üç aylık iddet nafakasına karşı­lık olarak, şu tarihden itibaren hal eyledi. Bu, kendisinde fesâd bu­lunmayan, caiz ve sahih bir mühâlaa olarak, ta'lıksız ve istikbâlde bir zamana izafe kilınmaksızın, böylece ve vasıflarda, kadın hal edildi. Bu durumda, kocanın, ona müracaat hakkı kalmadı. Hiç-bir yön­den, istek hakkı da kalmadı. Bu mühâlaayı da, hal meclisinde, iki taraf yüz yüze, şifahen kabul eylediler.

Kocanın beraatı yazılmaz. Çünkü koca, mehrin bakıyyesinden beri değildir. Hal', babanın malı sebebiyle olmuştur. Sanki, mehri ve nafakayı söylemeksizin, onun malı sebebiyle, hal vâki olmuş gi­bidir. Ancak, bu hal sebebiyle, kocadan mehir sakıt olmuştur. Ba­baların, "mehirden bir şey alma" ikrarları sahih olur; diğer velirin bu ikrarı sahih olmaz. [19]

 

Kadına Duhûlden Önce Yapılan Mühâlaa

 

Muhâlea, kadına duhûlden önce yapılırsa, mehrin bakıyyesi yazılır. İddet nafakası ise yazılmaz.

Bu hal'in hükmü, ayrılığın vaki olup, haramlığm sabit olmasıdır.

Ancak, küçük kız buluğa erişirse; geride kalan mehri için koca­sına müracaat eder. Bu hüküm sebebiyle de koca, kızın babasına mü­racaat eder. Ehl—i şurut'un ba'zıları, küçüğün hal'inde, babasının; onun mehrini ve iddet nafakasını takdir edilmiş belirli bir miktar ola­rak ikrarının' (= kabulünü) ihtiyar eylemişlerdir.

Sonra da "kocanın, onu bainen bir talâk boşadığım ikrar eylediği" yazılır. Bu yazı şöyle yazılır:

Filan oğlu filan (yani küçük kızın babası) ikrarının caiz olduğu hâlde, kasden kendi isteğiyle şöyle ikrar eyledi: "Küçük kızı filâne, filan oğlu filanın Karısı idi; nikâhının altında idi. Sonra, onun koca­sı filan, küçüğün sohbetini hoş görmedi ve onu bâine bir talâkla bo­şadı. Bu talak sebebiyle, küçük kız bâine oldu. Kızın da kocasında, şu şu kadar dirhem mehri vardı. Nafakası cihetinden de, şu kadar dirhem alacağı vardı. Babası olmam sebebiyle, ben bunların hepsini kızım için sahih bir alışla aldım. Kocası, bunların tamamım bana öde­di. Bu küçük kızın, kocasında hiç bir hakkı kalmadı; Hiç bir sebep ve hiç bir durum, husûmeti (= da'vayı) gerektirmez.

Bunların tamamını, sahih bir ikrar ile ikrar eder. Kızın kocası da bunu doğrular.

Yazıda bunların hepsi yazılır. Böyle yazılınca da artık, mehri ve iddet nafakası hakkında husûmet hakkı yoktur. Çünkü baba, "al­maya selâhiyetli olduğu hâlde, hepsini aldığını" ikrar eylemiştir. Mu-hıyt'te de böyledir.

Efendisi, cariyesini, mehrine ve iddet nafakasına karşılık hal yaptırsa; malından onu tazmin etmesinin gt* ekeceği söylenemez. Çün­kü efendi, —babanın hilafına— kocayı mehirden .ibra edebilir. Bu hakka sahiptir. Câriye değil efendi, "eğer kocanın üzerine borç olmasını" dilerse; bu durumda babanın, küçük kız için yazdığının aynısını yazar. Zahîriyye'de de böyledir.

Şayet, aralarında küçük, memeden kesilmiş bir çocuk olur ve koca, karısını, çocuk, kadının yanında kalip, onu bir sene veya iki sene kadının kendi malından beslemesi kaydıyla, hal ederse; bu da ba'zı eshab-ı şurutca, caizdir.

Fakıyh Ebû'l—Kasım es-Saffar: "Bu caiz olmaz." Çünkü, çocuk için nafaka, baba tarafından olacaktır." derdi.

Buna çâre: Bu çocuk için, kifayet miktarı dirhemler veya dinar­lar takdir edilir. Onu da haPda şart koşar. Sonra da, kocası, kadına o miktarı: "Besleme müddetinde, ona harcamasını" söyler veya onu, terbiye için ücret olarak verir. Şayet bunları yazmayı murad ederse şöyle yazar:

Filan (yani koca) şöyle ikrar eyledi: "Gerçekten o, karısı olan filâneyi, bâine bir talâkla üzerinde olan mehir, iddet nafakası ve ka­dının onun üzerinde olan bütün haklarına karşılık olarak ve bir de kadın, asına, taze ve kırmızı yüz Nisâbur dinarı —kendi malından olmak şartıyla— vermek üzere, istisnasız ve fâsid şartsız olmak kay-diyle, sahih bir muhâlaa ile hal eyledi. Bu meyanda, aralarında bir de küçük çocuk vardı. Hal'eyleyen koca, haTolunan kadından, "ço­cuğun, onun yanında başlangıcı şu gün, sonu şu gün olmak üzere tam bir sene kalmasını" istedi.

Böylece, o yüz dinarı, kadın, bu müddet içinde çocuğa sarf ede­cektir. Kadın da bunların tamamını sahih bir kabulle kabul eyledi." diye yazar.

Veya, şöyle yazar:

Hal' olunan kadın, hal' eden kocasından, onun küçük oğlunu, bu müddet içinde bakıp terbiye etmek üzere, şu gün başlayıp şu gün sona ermek üzere, bir sene yüz dinara sahih bir icarla icarladu

Veya.şöyle yazar: Kadın, o küçüğü, bir sene emzirmek ve bak­mak üzere, söylediğimiz gibi icarladi.

Sonra da hal eden koca, kendi nefsi yerine ilerde meydana gele­cek hadiselerde hakkını koruması ve bir vekil tayin eyledi.

Bu çocuk, terbiye müddeti bitmeden önce ölürse; o zaman, ko­ca, kadına, müracaat ederek; o yüz dinardan kalan müddetin karşı­lığını alması için bir vekil tayin etti. Biz, bunun için: "Eğer besleme müddeti içinde çocuk ölürse, kadın nefsini berî eylesin de kocası ona kalan için müracaat etmesin." diye, öyle yazdık.

Ibnü Semâa'mn Nevâdiri'nde, İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle bu­yurmuş olduğu zikredilmiştir:

Şayet, "çocuk besleme müddeti içinde ölürse, kadın kalan his­seyi ödemekten berîdir. (= uzaktır) diye şart koşarlarsa; bu da caizdir.

karlamada da aynı şekilde şart koşar ve öyle yazarsa; kalandan beri olur. Vekii tayin etmezse, bu da doğru olur. Zehıyre'de de böyledir.

Şayet kadının karnında cenin bulunur; kocası da hal akdin­de, "onu emzirmesini" isterse, cevap, selefden Hassaf'ın, Ebû Zeyd'in ve diğerlerin cevabı gibi mahfuzdur ve bu caizdir. Onu, akid zamanı artırır ve şöyle der: "Karnındaki çocuk, şayet sağsalim doğarsa, do­ğumundan itibaren iki yıl emzirecek ve ona bakacaktır. Çocuk, ister çift doğsun; ister erkek, ister dişi olsun, bu böyledir.

Şayet o çocuk, bu müddet içinde ölecek olursa; kadın kalan gün­lerin bedelinden beridir.

İmamlarımızın üçünden de bu çocuğun hafızası hakkında bir rivayet yoktur. Şeyhu'I—İmâm Ebû'l—Kasım es—Saffâr şöyle derdi: Ba­na göre esahh olan cenin hakkında bu sahih değildir. Çünkü, onun tasarrufu nafaka hükmündedir. Zahîrriyye'de de böyledir.

Burada çâre: Hal' akdi yapılırken, bir miktar mal takdir edi­lerek sonra o, icara izafe kılınır. Çocuk doğduktan sonra, kadın, hâ­mile olduğu çocuğu emzirir ve bakar (icarlamış gibi). [20]

 

Mühâlaada Vekâlet

 

Önce beyaz kağıdın üzerine vekilin kimliği yazılır ve şöyle de­nilir: "Bunu, filan vekil eyledi ve karısı filâneyi, söylenilen şartlar üzerine bir talâk-ı bâin ile hal eylemeye kendi makamına ikâme eyledi.

Sonra, "vekilin, sahih bir vekâletle vekil olduğu" yazılır.

Sonra da, onun "hal sözü" yazılır: "Filan vekil, müvekkili adına, filanın kızı, filane isimli kadını, duhûlden sonra, bir talâk bâine ola­rak, mehrinin kalanı ve iddet müddetinin nafakası ve kadının koca­sı üzerinde olan —ayrılmadan önce ve sonra olmak şartıyla— bütün hakları karşılığında hal eyledi. Gerçekten o filâne de, onun tarafından yapılan (kocası tarafından fülan vekilin hal'ini), sahih bir ka­bulle, şifâhan kabul eyledi." der ve yazı tamam olur.

Şayet vekil, kadın tarafından olursa; önce onun "kadının ve­kili olduğu" yazılır ve şöyle denir: Filanın kızı filâne, fülan zatı, ko­casından hal edilmesi hususunda kendi yerine vekil eyledi. Kocası filan oğlu filandır.

Sonra da hal yazılır ve yukarda zikredilen "vekil, müvekkilesi-ni, —vekâleti hasebiyle— kocası filandan hal eyledi." denilerek, ya­zıya sonuna kadar devam eder.

Eğer koca, hulû sebebiyle vekilden tazminat olmak isterse; bu tazminat mehri ve iddet nafakasıdır. Şöyle ki: Kadın vekili inkâr eder; şahitler de ölü veya kaybolmuş olurlar ve kocasından mehrini ve id­det nafakasını talep ederse; o zaman, şöyle yazılır: "Kadının vekili filan, onun kocası olan filandan, kadının mehir bedeli ile nafaka be­deli olan şu kadar dirhemi almıştır ve koca .mehrinin ve nafaka idde-tinin tamamından kurtulmuştur."

En doğrusunu ancak Allah bilir. [21]

 

Fuzûlî Bir Şahsın Mühâlaası

 

Bu da şöyle yazılır.

Şahitler, bu yazıya şöyle şehâdette bulunurlar: Gerçekten filan fuzuli; filandan, karısı filâneyi, kendi şahsi malından bin dirhem ver­mek üzere,Tcadının vekâleti ve emri olmaksızın —aksi takdirde taz­min etmek üzere— hal yapmasını istedi.

Adam da (yani koca da) bunu kabul eyledi ve karısı filâneyi bu mal karşılığında hal eyledi. Bunu, fuzûlî de kabul eyledi.

Bu durumda, kadın, kocasından bu hal sebebiyle baine oldu ve kan koca arasında zevciyet kalmadı.

Koca,, fuzûliden zikredilen.malı aldı ve fuzûlî de o maldan beri oldu.

Ancak koca, bu hal sebebiyle, kadının mehrinden kurtulamaz. Kadın, kocasından, dilediği zaman mehrini talep eder.

Şayet koca, mehri fuzuliye tazmin ettirmek isterse; önce kadın, mehri için kocasına müracaat eder. Koca da fuzuliye müracaat eder. Ve fuzûlî, mehri tazmin eder.

Eğer kadın, mehrini bir defa almış ise, ikinci defa alması hak­sızlık olur ve doğru olmaz.

Eğer fuzûlî ikrar ederek: "O, mehrini aldı." der ve "ikinci defa aldığını" zannederse; bu kadın için haksız bir alış olur. [22]

 

Duhûl Ve Halvet Hâli Olmadan Kadını Boşamak

 

Şayet talak bir ise, şöyle yazılır: İsimleri belirli şahitler şeha-dette şöyle bulunurlar: Filan adam, filanın kızı olan filane karısını duhûl ve halvetten önce bir talâk boşadı. O talâk da, bâine idi.

Ric'at yok; bir şarta bağlı değil ve bu talâk istikbâlde, bir za­mana izafe edilmemiş: bedel de şart kosulmamıstır.

Bu durumda, bu talâk sebebiyle, Kadın boş olmuştur.

Şayet talâk birden fazla ise; öylece (iki talâk ise, iki talâk; üç ., talak ise, üç talâk) yazılır ve kadın bâinen boşanmış olur.

Üç talâk olunca, "başka kocaya gitmeden, ona helâl olmaya­cağı; ağır şekilde haram olduğu" yazılır; hemen ayrılıp (= iddetini bekler.)

Sarih isimli kitab'da şöyle zikredilmiştir:

Duhûlden sonra olursa, şöyle yazılır:

Filan zat, karısına, ona cima ettikden sonra: "Sen, bir talâk di­yanetten boşsun." dedi. Ondan sonra da dönüş yapmadı. Kadın, bu bir talak sebebiyle iddeti vacibe içindedir. [23]

 

Halvet-i Sahîhadan Sonra, Duhûlden Önce Boşamak

 

Bu şöyle yazılır:

"Yazının sonunda, isimleri belirtilen şahitler, şehâdet ederler ki:

Filan adam, karısını, halveti sahihadan sonra; şer'i ve tabiî mâniler­den hali olarak, bir bâin talakla, nafize ve caize olarak boşadı ve bu sebepten dolayı, kadın ona haram oldu. Müsemmâ olan mehri-nin tamamı ve iddet nafakası da, adamın üzerine vacip oldu." deni­lir ve yazı tamam olur.

Şayet koca, bu halvet-i sahihayi, duhûl makamın da görmez de, mehrin ve iddet nafakasının te'kidine itiraz eder ve kadının tale­binden imtina ederse; uygun olanı, bu işi hâkime çikarmakdır. Böy­lece, onun için, mehrin  ve  iddet  nafakasının  kemal  derecesi hükmedilebilir.

Bundan sonra, şöyle yazılır:

Boşanmış bulunan bu kadın, sahih halvetten sonra, kocasından mehrini ve iddet nafakasını talep eyledi. Kocası da onu ödemekten "halvet-i sahiha, duhûl makamında olmaz." diyenlerin mezhebince imtina eyledi. Bunun üzerine, bu iş filan hâkime çıkarıldı. (Veya ha­kimin kim olduğunu yazmaz da,"müslümanlar arasında hükmü ge­çerli ve âdil hakime çıkarıldı" der.) Ve kadın, halvet-i sahihayı iddia edip boşandığını söyleyerek, mehrini ve iddet nafakasını istedi. Fa­kat, koca bunu inkâr etti ve bu iş hâkime çıkarıldı. O da mehrin ve nafakanın tamamını hükmeder.

Hâkim, halvet-i sahihayı, duhûl hükmünde görür ve öyle icti-had ederse; öyle hükmeder ve hükmün altım imza eder. (Yani, bu hükmü infaz eder). [24]

 

Kocanın, Boşanma Yetkisini, Karısının Eline Vermesi

 

Bir koca, karısının işini (= boşanma yetkisini) onun eline ver

mek istediği zaman, bu hususu çeşitli yazışma şekilleri ile yerine getirebilir. [25]

 

1- Mutlak Havale:

 

Burada, bu yetkinin kadına verilmesi hiç bir şarta bağlanma­mıştır. Bu da iki kısımdı.

A) Mutlak; B) Muvakkat Havale.

Bu nev'i şöyle yazılır:

Şu vakitte, isimleri belli şahitler, şöyle şehâdette bulundular: Bir adam, karısı fîlâneye, bir aylık veya bir senelik (başlangıcı şu gün; sonucu şu gün olmak üzere) kendi nefsini boşamaya yetkili kılarsa; "kadının bu ayda veya bu senede, ne zaman isterse, bâinen veya üç talâkda; kendisini boşama işini, ona havale eder; o da, bunu aynı mecliste, sahih bir kabul ile kabul ederse; —başka bir işle meşkul olmadan ve o meclisten kalkmadan— tevfiz tamam olur.

Şahitler şehâdette bulunarak şöyle derler: Filân zat, karısı fi-İanenin işini, (boşanma yetkisini) onun eline verdi. O dilerse, nefsini bir talâk; dilerse, üç talak boşar. Ne zaman isterse, o zaman boşar. Kadın da onu kabul eyledi" derler ve —yukarıda söylediğimiz gibi— sonuna kadar anlatırlar. [26]

 

2- Havaleyi Şartlara Bağlamak

 

Havaleyi şartlara Bağlamanın da bir kaç çeşidi vardır: [27]

 

A-) Tavfizi Gaybe Ta'lik Etmek (= Havaleyi Gaybe Bağlamak)

 

Bu kısım şöyle yazılır:

Şahitler, şöyle şahitlik ederler: Filan, karısı filânenin işini, "şu köyden gidip, kaybolduğu zaman" veya "şu yerden, bir aylık sefere çıktığı ve bir ay içinde geri dönmediği zaman" şartıyla, onun eline verdi. Bu şart tahakkuk edince, kadın dilerse, nefsini bâine bir ta-. lâkla boşar. Ve, buna dilediği zaman başlar. Kadın bunu, tevfîz mec­lisinde sahih bîr kabulle kabul etmesi hâlinde; bu, böylece yazılır ve yazı tamam olur. [28]

 

B-) Tevfizi, Peşin Mehrin Şu Vakte Terkedilmişine Ta' Lık Etmek

 

Bu kısım şöyle yazılır:

Kadının, bâin bir talakla boşanma işini, kocası, onun kendi eline "evveli şu, sonu şu olan ay geçene kadar; kocası mehrinin tama­mını vermez ise;" şartı ile verir; kadın da bunu kabul ederse; bu ka­dın, şart yerine gelmeyince, ne zaman isterse, o zaman nefsini bâine yapar. [29]

 

3- Havaleyi, Kumar Oynamak, İçki İçmek Veya Bedenin­de İz Bırakana Kadar Döğmek Şartına Bağlamak

 

Bu nev'in yazılma şekli de, yukarıda açıkladığımız yazı şekil­leri gibidir. [30]

 

4- Havaleyi, "Mevcut Kadın Üzerine, Başka Bir Kadın Nikahlama Şartına" Bağlamak

 

Bu husus, şöyîe yazılır:

Şahitler, şöyle şehâdette bulunurlar: "Gerçekten, o adam, han­gi yoldan olursa olsun, (ister vekilin akdiyle, ister fuzûlinin akdiyle) her hangi bir kadım, filâne karısının üzerine nikâh ederse; o takdir­de, nefsini üç talâk boşama yetkisi kadına aittir. Kadın da, bunu, tevfiz meclisinde, sahih bir kabul ile kabul eylemiştir."

Şart bulunduğu zaman (yani adam, o kadının üzerine, başka bir kadın nikahladığı zaman) önceki karısı istediği zaman kendi nefsini üç talâk boşar.

Nefsini boşadığı zaman da, evlâ olanı, vesikanın arkasına, o tev-fizi yazmaktır.

Şöyle ki: Şahitler şehâdet eder ki: Filan (yani kadının kocası) yazıldığı gibi, şarta havale eyledi. Ve o yazının ortasına: "Filanın karısı filâne, eline verilen tevfiz hükmüne uyarak, kendi nefsini isim­leri yazılı şahitlerin huzurunda şu tarihte tatlîk eyledi. (= boşadı) yazılır.

En doğrusunu, ancak Allahu Teâlâ bilir. Muhıyt'te de böyledir. [31]

 

4- KÖLE AZÂD ETMEKLE İLGİLİ YAZILARDA BULUNMASI ŞART OLAN HUSUSLAR

 

Bir adam kölesini azâd ettiğinde, onu yazmayı irade ederse; şöyle yazar: Filana mensup; filan oğlu filan ikrarının caiz olduğu bir hâlde kendi isteğiyle: kölesi ve memlûkesi olan filanı azâd ettiğim ikrar etti.

Veya şöyle yazar:

Buna şahitler şehâdette bulundu ki; gerçekden filan oğlu filan, şahitlerin huzurunda ikrarının sahih olduğu bir hâlde, aklının sabit, ikrarının caiz olduğu ve kendisinde hastalıktan bir emmare bulun­madığı ve ikrarının sıhhatine mâni bir hâl olmadığı hâlde, kölesi ve memlûkesi ve merkukası olup hintli genç bir köle olan filanı azad eyledi. Onun yaşını da açıkladı. Onu, hâlis malından ve mülkünden sahih, nafiz, tam ve lâzım bir şekilde; ondan dönüş olmamak üzere, azadı bir şarta da bağlanmaksızın azâd eyledi. Zehıyre'de de böyledir.

"Muhatara ve gelecek bir vakta ta'lik olmaksızın meccânen azad eyledi" diye yazar. Zahîriyye'de de böyledir.

Bu vecih, köle azâd etrnekde, hiç bir karşılık olmadan ve bek­lemeden, sırf Allah rızası yolunda ve sevabını O'ndan isteyip, O'-nun rızasını umarak ve onun çok şiddetli olan azabından kaçınarak; Allah Resulü (S.A.V.)'nün de (şu) va'dine rağbeten: (Ki Peygamber (S.A.V.) Efendimiz: "Kim bir köle azâd ederse; Allah da, onun her bir uzvuna karşılık, köle azâd eden şahsın, bir uzvunu cehennemden azâd eder. buyurmuştur.) bir köle azâd ederse; o (hint'li), köle efen­disinin itki sebebiyle, hür olur. Artık o köle, ne satılır, ne bağış ya­pılır; ne miras kalır; hiç bir yönden, ona bir yol yoktur. Başka biri­nin de yolu yoktur. Sağ olduğu müddetçe velâsı vardır. Ve azâddan sonra, azâd olunan da bunu tasdik edip, "azâd zamanı, onun kölesi olduğunu" şifahen söyler.

Bazı ehl-i şurut "azâd" lafzından sonra, şöyle yazarlar: Yüce Allah, onun her bir azasına mukabil, azâd edenin azasını ateşden azâd eder.

Bu azâd sahih ve caiz olur ve köle, efendisinin mülkünden ve köleliğinden çıkarılıp, hürriyeti kendi nefsinde olur. Onda, —velâ hakkının haricinde— kimsenin hakkı olmaz. Allah ve Resulüne ve âhiret gününe inanan bir kimse, onun köleliğini, rakabeliği ve eski köleliğine dönmesini istemez.

Köle de azâd zamanı, köleliğini tasdik eder.

Bu azad ediş, şu günde yapılmıştır." denir.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve onun ashabı, bu yazıyı şöyle yazarlardı:

Filan (ya'ni kölenin efendisi) şöyle söyler: "Gerçekten sen, — seni azâd edene kadar— benim kölem idin. Ben, seni Allah rızası için, Ondan sevab umarak azad eyledim. Ben, bu gün aklı yerinde; vücûdu hastalıklardan salim; işleri caiz olduğum hâlde, seni, caiz ve nâfız olarak ve hiç bir şarta bağlı olmaksızın, ihtilafdan uzak bir şe­kilde azâd eyledim. Bu sebeple, sen hür oldun; Benim veya bir baş­kasının, sana bir yolu yoktur. Senin velân, bu aydan şu seneye ka­dar, banadır." der.

"Allah rızası için.." diye yazılmasının sebebi: Çok zaman, in­sanlar riya için sum'a için azâd ederler.

"Aklım yerinde ve hasta olmadığım halde..." demesinin sebebi ise, hasta olunca, azâd etmiş olsa; malının üçde birinden azâd edil­miş olmasına itibar edilir.

"Sahih bir azad ile..." demesi; malının tamamından azâd edil­diğine itibar edilmesi içindir.

"Sahih azâd ile".... diye söylemesinin sebebi de, mecnunun, bu­nağın mahcurun < = ticaretten men edilmiş kölenin) azadları, bi'l-ittifak memnudur. Bu haller azadın sıhhatine manidir. Mahcurluk, itki fesâd eder. "Şartsız azâdlısın.." demesi sebebiyle de, ileride her hangi bir iddia olmasın diyedir.

"Veîân banadır..." demesi, selefe ittiba ve azad hükmünü açık­lamak içindir.

Bu bizim ashabımızın mezhebidir. Tahâvi, böyle yazmazdı.

Şayet azâd etmek, bir mala karşılıksa; "caiz ve nafiz azâd et­mekle..." dedikten sonra, şu kadar dinar karşılığında..." der ve "kö­lenin de onu kabul eylediğini" yazar. Ve: Bu ıtk, bu mal sebebiyle­dir." der.

Bundan sonra, eğer efendi, malı teslim almışsa, onu da yazar ve "azâd eden, azâd olunandan malı aldı." der. Veya almamışsa "borç olarak kalmıştır." der.

Ve netice olarak, "bu efendinin, bu azâdlıda, velâdan başka bir yolu yoktur." denir ve tarihi yazılır. [32]

 

Bir Kimsenin, Kölesini Ve Ona Nikâhlı Olan Cariyesi İle Bunların Çocuklarını Hep Birlikte Azâd Etmesi

 

Bu husus şöyle yazılır.

Bir kimse, İsmi ve sıfatı belirli filan kölesi ile bu köle ile nikâhlı olan ismi ve sıfatı belirli cariyesi fülâneyi ve bunların çocukları olan filan ve filanı (yani bunların tamamına sahib ve malik olan bu şahıs bunU nn) cümlesini Allah'ın rızasını kazanmak için ve onun sevabı­nı umarak azâd eylemiştir." denir ve —söylediğimiz gibi— sonuna kadar yazılır. [33]

 

İki Kışının Veya Bir Kaç Kışının Ortak Bulundukları Bir Köle­yi, Hep Birlikte Azâd Etmeleri

 

Köleye ortak bulunan şahıslar, bu azâd işlemini şöyle yazarlar: Bu yazı, filan oğlu filan ve filan oğlu filan tarafından, filan kö­leleri için yazılmıştır: "Gerçekten sen, bizim kölemizdin. Biz, seni azad eyledik." derler ve her biri, velâlannın bilinmesi için, yarı his­selerini tesbit ederler.

Mes'elenin kalan kısmı, "bir köle hakkında söylediğimiz gibi" yazılır.

Şayet, köle sahipleri, bir adamı o köleyi azâd etmesi için ve­kil yaparlarsa; yazının sonuna, şahitlerin şehâdetleri de yazılır.

Şöyle ki: "Gerçekden filan, filan ve filan zat; filanı —müşterek olan kölelerini azad eylemesi için— vekil eylediler. Bu üç kişi, o kö­leye aralarında müsâvî şekilde ortak idiler. Vekil de, o köleyi, karşı­lıksız olarak (= meccânen) —sahih bir azâdla ve o üç kişinin mülk­lerinden azâd eyledi. O köle, artık bu ıtk sebebiyle hür oldu. Onlar, bu köleyi satmazlar; miras bırakamazlar; hiç bir cihetten ona yolla­rı yoktur. Başka insanların da yolu yoktur. Velâ yolu müstesnadır. Çünkü, onların velâlârı, yaşarken de, ölünce de, öldükten sonra da mevcuttur. [34]

 

Mal Karşılığı Azâdda Vekilin O Malı Alması

 

Azâd mal karşılığı yapılır, vekil de köleden,o malı müvekkil­leri için alırsa bu durumda "kölenin mal mukabili azâd olmayı ka­bul eylediği ve vekilin, ondan o malı müvekkilleri için teslim aldığı" yazılır.

Şayet teslim almadı ise, teslim olmadığı yazılır. İki ortaktan birisi, kendi hissesini azâd eder; diğer ortak ise azâd etmezse; İmâm Ebû Hanîfc (R.A.)'ye göre susan ortak için, —azâd edilen zenginse— üç muhayyerlik vardır. Şayet fakir ise, iki muhayyerlik vardır.

İmâmeyn'e göre ise, eğer azad olunan zengin ise, o takdirde su­san ortağa yarı bedelim tazmin eder. (= öder). Eğer fakir ise, susan ortak için, genişlik hakkı vardır.

Her iki hâlde de kölenin tamamı azad olmuş olur.

Şayet susan efendi yazı yazdırmak isterse, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, şöyle yazdırır.

"Şahitler şehâdet ederler ki: Filan zat, ortağı olduğu kölede olan hissesinin tamamını azâd eyledi."

Ortağının ismi ve künyesi ile kölenin ismi ve künyesi yazılır. Ve yazıya devamla: "Azâd eden zat ortağından izinsiz olarak, sahih bir azâd ile azâd eyledi. Azâd olunan şahıs, o zaman zengin idi." diye yazılır. Böylece, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, susan ortak için üç muhayyerlik sabit olmuş olur:

Azad eden ortağına, —on dinar kıymetindeki— kendi hissesini tazmin ettirmek. Susan ortak, işi hâkime çıkardı ve azâd eden orta­ğını da'va eyledi. Hâkim de, onun, "on dinarı, buna ödemesine" hükmeyledi. Bu miktar da'vâcıya ödenecek bir borç oldu ve böylece azâd olunan şahıs, kendini azâd eden şahıs tarafından tamamen hür kılındı. Ve, velâsı da ona âit oldu. Bu yazı böylece tamam olur.

Köleye genişlik vermeyi ihtiyar ederse (= seçerse); yazı şöyle yazılır:

Susan zat, hissesi olan yarı kıymet hakkında, köleye genişlik hak­kını seçti. Ve yine iş hâkime çıkarıldı. Hâkimde "köleye genişlik hakkım" hükmeyledi. Köle gayret edecek. Bu köle, böylece ikisi ta­rafından azâd edilmiş oldu. Onun velâsı da ikisinin arasındadır.

Susan zat, kendi hissesini azâd etmeyi ihtiyar eylediği zaman söyle yazılır. "Kendi nasibini eylemeyi ihtiyar eyledi ve onu azâd eyledi. Bu köle de ikisi tarafından azâd edilmiş olarak hür oldu. Velâsı ise, ikisinin arasındadır."

Şayet azâd olunan şahıs fâkir olur ve onun için, İmim Ebû Ha-nîfe (R.A.)*ye göre, iki muhayyerlik tesbit edilmiş, bulunur; susan zat da genişlik vermeyi ihtiyar ederse; yazıyı şöyle yazar:

Azâd olunan bu zatın fakirliği malumdur ve bu insanlar indin­de de ma'rufdur. Susan şahıs da, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, bu köleye, yan kıymeti hakkında genişlik verilmesini ihtiyar eylemiştir. Filan hâkimde buna hükmetmiş bu köle ikisi tarafından azâd edil­miş oldu.

Bu kölenin velâsı, ikisinin arasında olur.

Eğer hissesini azâd etmeyi ihtiyar ederse (= seçerse); bu, zengin olduğu zaman yazıldığı gibi yazılır.

Hâkim de öyle hükmedince, yazı tamam olur.

Şayet köle, susan sahibinin hissesine karşılık, o mikdardan daha az bir miktara sulh olursa; o da şöyle yazılır:

Susan filan zat, yarı hissesinin kıymetine karşılık, şu kadar dir­heme, şu aya kadar va'deli anlaşma yaptı. O ay gelince, köle aya âit borcunu ödedi. Geride diğer ayların borcu kaldı."

Her ay geldikçe, onu ister. Böylece aylar tamam olunca şöyle yazar:

Gerçekten filan, filan şahısla ortak oldukları köleyi azâd eyle­di. Azâd olunan köle fâkir olduğu için ortağı, bu köleye yarı hissesi hakkında şu kadar ayda Ödemek üzre genişlik tanıdı. Köle de, o müd­det içinde borcunu ödedi. Kölenin yanında, —az veya çok— hiç bir şey kalmadı. Bu kölenin tamamını azâd eylediler. Ve, her ikisi de onun velâsma müşterektirler." denir ve yazı böylece tamam olur. [35]

 

Bu Azadın İmameyisin Kavline Göre Yazılması

 

Şayet, İmâmeyn'în kavli üzere yazmayı murad ederse, şöyle yazdır. "Filan zat, kölesindeki hissesinin tamamını azâd eyledi. Ona, filan ile ortak idiler. Kölenin ismi şudur."

İmâmeyn'in görüşüne göre, azâd olunan köle, insanlar arasında zengin olarak tanınır, susan şahıs da, hissesini talep edip, bu işi hâ­kime çıkarırsa; hakim " azâd olunanın yarı kıymetini ödemesini" hükmeder ve böylece yazı tamam olur.

Şayet, azâd olunan şahıs fâkir ise, şöyle yazılır:

Azâd olunan fakirdir. Fakirliği, insanlarca ma'ruftur. Susan zat, hissesinin kıymetini ödemesi hususunda köleye genişlik hakkı ver­miştir. Köle de, bunu kabul eylemiştir ve iş hâkime çıkarılmış; hâ­kim, azâd olunan şahsa, susan zatın, yarı kıymetini ödemesi için, genişlik verdiğine ve kölenin onu ödemesine hükmeylemesiyle, bu köle hür olmuş ve velâsının tamamı onu azâd eyleyene âit olmuştur." Yazı da böylece tamamlanır. Muhıyt'te de böyledir.

Bir köle, iki kişi arasında ortak olur ve ikisi de onu azâd eyle­meyi murad ettikleri hâlde, onlardan her birisi, önce kendi azad edin­ce, diğerinin kendisine ödeteceğinden korkarsa; burda ihtiyat: İkisi­nin bir adamı, o köleyi azâd eylemesi için vekil yapmalarıdır. En ih­tiyatlı olanı ise, her birisinin, kendi azadını, ortağının azadına ta'lık etmesidir. (= bağlamasıdır.) Bu durumda vekil, birinin hissesini azâd ederse; bu itak (= azad etme) geçerli sayılmaz.

Bu köleyi vekil azad eylediği zaman şöyle yazılır: Filan ve filanın vekili olan filan, onların müşterek kölelerini azad eylemeye vekildir. Onlar, o köleye aynı seviyede ortaktırlar. Vekil, onu sahih bir azâdla, ikisinin halis mülkünden meccânen azâd eyle­miştir. (Veya "şuna karşı azâd eylemiştir.") O zaman köle, bu mü­vekkillerin vekili vasıtasıyla hür olmuştur."

Sonra, —beyan eylediğimiz gibi— yazının devamı yazılır. On­ların, bu vekil yapma işleri, bir tedbirdir. Zahîriyye'de de böyledir.

Bir adam;  kölesini,  kendisine bir  sene hizmet etmesine karşılık" azad ederse; bunu şöyle yazar:

Şahitler, şahit oldular: Filan zat, adı ve sanı yazılı olan filan kö-. leşini sahih, caiz, nafiz bir şekilde, "kendisine bir sene hizmet etmesi" şartiyle azâd eylemiştir. Sene tam oniki aydır. Başlangıç günü şu gün, sonucu da şu gündür. Köle, o müddet içinde efendisinin hizmetini —nasıl ve nerde isterse,— görmek için, şer'-i şerife uygun olarak, gece-gündüz adet olan vakitlerde, gücünün yettiği kadar gayret eder. O köle, bu hizmeti yapınca, artık Allah için hür olacaktır. Ve efen­disinin —velâ hakkından başka— ona bir yolu kalmaz. Bu hizmet, mezküre ve meşrutadır." der ve yazıyı tamamlar. [36]

 

Azâd Bedeli İle İlgili Yazı

 

Azâd bedeli ile ilgili vesika şöyle yazılır:

Yazının sonunda isimleri bulunan şahitler şöyle şehâdette bu­lundular: Filân hintli, kasden şöyle ikrar eyledi: Filanın memlûkesi (= kölesi) filan, bir müddet hizmet eyledi ve kölesine, onu, '*şu şe­ye karşı azad edeceğini" söyleyip, onun kanaatini sordu. O da ka­bul eyledi. Efendisi de o bedelle, sahih bir şekilde azad eyledi; dönü­şü yoktur. Bu azâd ediş, bir şarta bağlı değildir; bir zurnana da izafe edilmemiştir.

Artık o köle, bu durumda hür olmuş ve nefsine sahip hâle gel­miştir. Şart koşulan o şey de, bu kölenin üzerinde borçtur. Ondan imtina etmemesi ve tamamını ödemesi hususunda onun ikrarına karşı, bu yazı tamamlanmıştır. Muhıyt'te de böyledir. [37]

 

Vasiyet Hükmüyle Köle Azâd Etmek

 

Vasiyet hükmüyle köleyi azâd etme şöyle yazılır:

Şahitler, şöyle şehâdette bulunurlar: "Gerçekten filan (ya'ni ölenin oğlu) kendi isteğiyle şöyle ikrar eyledi: "Babası filan sağlı­ğında, kendisine kölesi filanı, vefatından sonra, Allah rızası için azâd etmesini vasiyet etmiş ve buna karşı mal olarak hiç bir şart da koş-mamıştı. Babası tarafından yapılan,bu vasiyeti kendisi de kabul ey­lemişti. Sonra da babası öldü."

Bu vasiyet, babanın ölümünden sonra geçerli olur. Babasının vasiyet eylediği o köleyi, oğlu azâd eder. Bu yüzden o köle hür olur. Allah için ona hürriyetini veren şahsın, artık ona bir yolu kalmaz. Ne onu köle yapabilir; ne de hizmetinde kullanır. Ona genişlik hak­kı da tanınmaz. O babasının terekesinden olur ve onu azad eder. Artık ona, velâ hakkından başka bir şey yoktur. Şer'i şerifte böyle tesbit olmuştur." der ve yazı tamam olur. [38]

 

Bir  Kimsenin,  Bir  Cariyesini  Azâd  Ettikten  Sonra  Onu Nikahlaması

 

Bir kimse, bir cariyesini azâd ettikten sonra, onu kendisine nikahlarsa, bu hususlar şöyle yazılır:

Filân zat, ikrarının caiz, sahih ve geçerli olduğu sırada, kasden (= bilerek) şöyle ikrar eyledi: O, filâne hintli cariyeyi sahih bir şe­kilde azad edecek..." onu, öylece sonuna kadar yazar.

Sonra da, azâd yazısının arkasına şöyle yazar: Şu kadar mehir-le, kendi rızasiyle, şahitler huzurunda, sahih bir şekilde, onu, nefsi­ne nikâh eylemiştir." der ve yazı böylece tamam olur. En doğrusu­nu bilen, Allahu Teâlâ'dır. Zehıyre'de de böyledir. [39]

 

5- BİR KÖLE MÜDEBBER KILINIRKEN YAZILMASI ŞART OLAN HUSUSLAR

 

İmâm Muhammed (R.A.), el-"Asl kitabında, bu hususta yazılacak olan yazıya şu örneği vermiştir: "Bu yazı, filan oğlu filandandır. Kö­lesi olan filan oğlu filan, bu efendinin ölümümden sonra, Allah rı­zası için ve onun katından sevap talebiyle: "Seni azad eyledim. Bu gün, ben bedenen sahihim. Bir derdim ve başka bir şeyim yoktur." Bu, son cümleye ihtiyaç da yoktu. Zira, sağlam ile hastanın, köleyi müdebber eylemeleri arasında bir fark yoktur; ikisi de aynıdır.

Her ikisinde de malının üçte birine itibar edilir.

Halbuki Tahâvî: ('Seni, sağlığımda müdebber; ölümümden son­ra da hür kıldım." diye yazar ve şöyle derdi:

Ben iki lafzı cem eyledim. Çünkü, ba'zı âlimlerin mezhebinde: "İki lafzı cem etmeden müdebber olmaz." kavli vardır. Bu sözden ihtirâzen, ben iki lafzı cem ettim.

Sonra da efendi: "Senin ve senin azad eylediklerinin velâsı ba­na aittir." diye yazar.

Halbuki, Tahâvî: "Mezkûr tedbir sebebiyle, senin azâd eyledi­ğin kimselerin velâsı da benimdir." diye yazardı.

Zira, bazı âlimlerin mezhebinde "efendisi ölür; terekesini içine alacak kadar da borç terk ederse; o takdirde, müdebber azâd olmaz. Belki de köle olarak kalır da ve borç için satılır." Halbuki, efendi, bu hâlde ona velâ olmaz. Biz, alel ıtlak "velân banadır." diye ya­zarsak, bu, sözü söyleyen için hatâ olur. Yazıyı —imkân nisbetinde— hatâdan korumak ise vaciptir.

Bazı şürût ehli de bunu şöyle yazarlardı:

"Bu filan şahıs, kölesi hintti veya rum olan filanı, ölümünden sonra kayıtsız—şartsız ve sahih, nafiz, mutlak bir şekilde, müdeb­ber eyledi."

O köle satılmaz; bağışlanmaz; miras olarak terk edilmez; rehin bırakılmaz; bir mülkten, diğerine nakledilmez; ondan dönüş yoktur.

Bu efendi, durdukça onun efendisidir; ondan satmadığı köle­den faydalandığı gibi faydalanır.

O köle, efendisi öldükden sonra hürdür. Artık, ona varislerden hiç bir kimsenin yolu yoktur. Velâsı müstesnadır. Bu müdebber, tedbir zamanı, köle olduğunu tasdik edecektir. Bu, müdebberliğin sıhha-tindendir. Bundan sonra bu müdebberi, filan zata satmayı murad ederse; bu durumda müdebber, hükmü nafiz (= geçerli) ve âdil bir hâkime müracaat eder. Hâkim de "Müdebber kıldıktan sonra satış olmaz." diye hükmeder.

Âlimlerden bu sözle amel edenler, bu hususta vârid olan hadisi alıp kabul eylemiş ve hüküm meclisinde, şu günde, böylece, şahitlik yapmışlardır. [40]

 

Bir Köleye Ortak Bulunan İki Kişiden Birisinin, O Köledeki Hissesini Müdebber Eylemesi

 

Bu husus şöyle yazılır:

Filan adam, hissesinin tamamını müdeber eyledi. Onun hissesi, kölenin yansıdır. Hindli olan filan ile, yarı yarıya ortak bulunan kö­lenin yarısını, hayatta olduğu sürede mutlaka tedbir eyledi; ölümün­den sonra da, onu hür eyledi." der ve açıkladığımız gibi yazıp tamamlar.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, bu durumda —eğer müdebber zengin (imkanh) ise— üç muhayyerlik vardır. Şayet fakir ise iki mu­hayyerlik vardır.

İmâmeyn'e göre ise, tazminat hususunda, onun hakkı, eğer mü­debber zengin ise, tazmin etmesidir. Şayet fakir ise, hakkı genişlik ve ruhsattır.

Eğer her iki görüşe göre yazmayı murad ederse; ıtk (= azad et­me) bölümünde söylediğimizin aynısını yazar.

Tazmin bölümüne gelince, susan ortak, müdebberden hissesini —diğerinin müdembber eylediği günkü kıymetinden şu kadar dinar sağlam mal olarak— talep edince; onu âdil ve hükmü caiz olan bir hâkime, —bu hususta hüküm versin diye— çıkarır.

Hâkim "susan zat, müdebbirden hissesinin kıymetini alacaktır." diye hükmeder. Bu alış sebebiyle, müdebber kurtulur ve tamamı mü­debber olur.

Bu kölenin tamamı, —susanın haricinde— tamamen müdebbir tarafından müdebber olmuş oldu. Artık, ona susan ortağın veya başka bir şahsın bir yolu yoktur.

Müdebbir öldüğü zaman» bu müdebber Allah yolunda, filan için (yâni müdebbir için) hür olur. Artık, ona müdebbir veya vârisleri-1 nin —velâsı hâriç— hiç bir müdâhelesi yoktur. [41]

 

İki Kişinin Ortak Bulunduğu Bir Köleyi Müdebber Kılmak İçin Bir Kişiyi Vekil Tayin Etmek

 

Bu hususta da, "köleyi azâd etmek için, iki ortağın vekil tâ­yin etmeleri" durumunda açıkladığımız gibi yazılır:

Itak (= azâd etme) bölümüne gelince, vekil: "İkisinin yerine onu azâd ediyorum." veya "o, ikisinden bedel hürdür." yahut: "On­lardan birinin nasibi, sahibi tarafından hürdür." derse; bu kâfi gelir ve hâl-i hazırda, her ikisinin hissesi de azâd olmuş olur.

Tedbîr bölümünde ise vekilin "Bu köleden, her birinin hissesi­ni müdebber eyledim ve her birinin Hissesini ölmelerinden sonra hür kıldım." demesi lâzımdır. Ancak, böylece herbirinin ölümüyle, o köle hür olmuş olur.

Şayet: "Ben, onu, onların yerine müdebber eyiedim." veya "ölümlerinden sonra, hür eyledim." derse; ikisi de öldükten sonra, o köle azâd olmuş olur. Biri önce ölürse; ölmeyenin hissesi azâd ol­muş olmaz. Zehıyre'de de böyledir. [42]

 

6- Bir Cariyenin Ümm-ü Veled Edilmesi İle İlgili Yazılarda Bulunması Şart Olan Hususlar

 

Ümm-ü veled için, yazı yazma murad edildiği zaman, şöyle yazılır:

Şahitlerin tamamı, şöyle şehâdette bulundular: Filan adam, şa­hitlerin yanında, kasden şöyle ikrar eyledi: Rum veya hindli olan, ismini, sıfatını, yaşını söylediği cariyesinin, ümm-ü veledi olduğu­nu; mülkünde ve döşeğinde doğum yaptığını; oğlunun adının filan olduğunu; veya kızının adının filâne olduğunu; o cariyenin hayatın­da iken çocuğunun anası olduğunu; sahibinin, mülkünden faydalan­dığı gibi, ondan faydalandığını; onu satmaya; başkasına mülk etmeye yol olmadığını; ölümünden sonra, onun hürre olduğuna ve ölümün­den sonra, vârislerinin ona —velâsından başka— bir yolunun olmadığını" söyledi.

Şayet bu cariye, hilkati belirli veya bir kısmı belirli bir düşük yaparsa; o câriye de, efendinin ümm-ü veledi olarak vazıhr. [43]

 

7- Bir Köleyi Mükatep Kılmakla İlgili Yazılarda Bulunması Şart Olan Hususlar

 

Şurût ehli, kitabet işleminin, Önceleri nasıl yapılmakta olduğu hususunda ihtilaf ettiler.

İmâm Ebû Hanife (R.A) ve onun ashabı, bunu şöyle yazıyorlardı: Bu yazı, filanın memlûkesi filana karşı yazılmıştır. Tahâvi, Hassâf ve bir çok âlimlerimiz de şöyle yazıyorlardı. Bu yazı, filan oğlu filan tarafından, kölesi filan için yazılmıştır.

Ebü Yezîd eş-Şürûti ise: "Şahitler şehâdet ederler ki: "Gerçekden filan oğlu filan, onların huzurunda kasden, isteyerek, ismi künyesi, nesebi belirli filan kölesini aklı, bedeni sahih, ikrarı caiz olduğu hâl­de..." diye sonuna kadar yazardı. Bu konudaki yazıda ihtilaf etti­ler; fakat, alım-satım yazısında ittifak ettiler.

İmam Ebû Hanîfe (R.A.) ve ashabı şöyle buyurdular:

Alış-verişte yazı; küçük hakkında, baba veya vasî tarafın sahih olur, ahm-satımlan sahih olduğu gibi... Bunların fesihleride alım-satımda sahih olduğu gibi sahih olur.

Yûsuf bin Halid'de böyle söylerdi.

Tahâvî ve Hassâf ise, şöyle derlerdi :

Sözleşme yazılarında, önceki habere ihtiyaç vardır. Kâtip şöyle yazar: (Bu yazı) filanın memlükesî filan hakkındadır. Bu yazı, mü-hâlaa yazısı gibidir. Mühâlaada da, önce yapılan işten haber verme­ye "filan karısını hal eyledi" diye yazılması için ihtiyaç vardır. Son­ra mühâlaada "Bu yazı, filan tarafındandır" diye yazılır.

Aüm-Satım yazısı, bunun hilaf madır. Zira, orda önceki işi ha­ber vermeye ihtiyaç yoktur. Çünkü, o yazıda, satıcının mülkü, satı­şın sıhhati yazılmaz.

Ebû Yezîd eş-Şürûtî şöyle derdi:

Yazmak, her vecihte satış manasında değildir. Çünkü, ahm-satım bir mal mübâdelesidir; malı, malla değişmektir. Yazı ise, mal değil­dir. Hayvan borç, alacak yazışma sebebiyle tesbit edilir. Bu, —bir yönden— mühâlaa gibi de değildir. Zira, o vâki olduktan sonra, fesh ihtimali yoktur. Kitabette ise, —vukuundan sonra bile— fesh ihti­mali vardır. Böylece kitabeti, mühâlaa ve şıraya katmak, özür oldu. Biz, onu, ikrarlara ilhak ederiz. İkrarlarda, şahitlerin şehâd eti erinin varlığında hilaf yoktur. Kitabet de böyledir. [44]

 

Âlimlerimizin Kitabet Akdi İle İlgili Yazı Suretleri

 

Bu yazı, filan oğlu filanın, kölesi filana karşı, "bu kölenin, bin dirhemi, beş senede, her sene ikiyüz dirhem ödemesi için" yazılmıştır.

Kölenin, hâl-i hazırda efendiye ödediğini yazmazlar. İmâm Şâfn (R.A.)'nin kavline muhalefetten kaçınmak için böyle yaparlar. İmâm Şafiî (R.A.)'ye göre, verileni yazmak caiz değildir.

Biz: "Beş senede, her sene ikiyüz dirhem ödeyecektir." diye ya­zarız. Bu da, her sene ne kadar ödeyeceği belli olsun diye yazılır.

Sonra da, senenin hangi ay başlangıç ise, onu "ödemeye baş­landığı bilinsin diye" yazar.

Sonra da, "yazılanın tamamını, ödemeye ahdi misak eyledi." diye yazar. Bunu da, "köle, kitabet bedelini kazanmaya azmeyle-sin." diye yazar.

Bunu, ahm-satımda yazmaz. Çünkü, müşteri ödemeye mecbur­dur. Onu, fazla teşvike ihtiyaç yoktur. Fakat, mükâtep, kitabet be­delini ödemeye mecbur değildir. Onun için, onu teşvike ihtiyaç vardır.

Sonra, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve ashabı, kitabet senedinde "mü­kâtep, kitabeti devam ettikçe evlenemez; ancak, efendisinin izniyle evlenir." diye yazmadılar.

Tahâvî ve Hassâf (R.A.) bunu yazarlardı.

Keza, mükâtep, kitabet müddetince, denizde ve karada yolcu­luk yapabilir.

Biz: "Kitabet müddetince, evlenemez; ancak, efendisinin izniy­le evlenir." diye yazdık. Bu, Ebî Leylâ'nın kavlinden taharrüz (= ka­çınmak) içindir. Çünkü, o: "Efendisinin iznini almasa bile evienir." derdi. Ancak, kitabet akdi yapılırken şart koşarsa; o müstesnadır.

Biz: "Kitabet müddetince yolculuk yapar." diye yazdık. Bu da Medine âlimlerinden bazılarının kavilerinden kaçınmak içindir. Zi­ra, Medine âîimlerinden bazıları: "Mükâtep, efendisinin izni olma­dan, sefere çıkamaz. Ancak, şart koşulmuşsa o müstesnadır." demişlerdir.

Sonra şöyle yazılır: Şayet âciz kalır ve aylıklarını mahallinde ödeyemezse; o, tekrar köleliğe döndürülür.

Biz bunu da Câbir bin Abdillâh'ın kavlinden kaçınmak için şartsız yazdık.

Zira o şöyle demiştir:

Eğer, "mükâtep âciz kaldığı zaman, köleliğe döndürülür." di­ye şart koşulursa; o takdirde köle, buna ya razı olur veya öfkelenir. Bunun için, kitabet akdinde, bu sarf koşulmaz. Ancak kölenin ken­di rızası olursa, o zaman, bu köle, köleliğe döndürülebilir.

Ebû Yezîd eş-Şurûtî şöyle yazardı:

Şayet bir veya iki taksidini ödemeden âciz kalırsa, köleliğe av­det eder.

Biz, Ebû Yûsuf (R.A.)'un kavlinden kaçınarak yazdık. İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'in mezhebi şudur: Mükâtebin üzerinden taksit müddeti geçerse; efendisi, durumu hâkime çı­karır. Hâkim, duruma bakar: Mükâtebin hazır bir malını bulur ve o mal,.efendinin hakkı cinsinden olursa; onu efendisine verir. Şa­yet, hazırda malı yoksa, ona, "iki veya üç güne kadar getirmesi için mühlet verir. Eğer taksidini öderse ne âla... Aksi takdirde, onu kö­leliğe reddeder.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) ise: "İki ay geçmeden köleliğe reddedil­mez." buyurmuştur.

Şayet iki taksit müddeti geçene kadar ödemekten âciz kalırsa; bi'1-icma köleliğe reddedilir.

Sonra da şöyle yazar: Filanın, kölesinden aldığı helâldir. Şunu da tevehhüm ehlinin vehminden sakınmak için yazar: Kendine karşı akid yapılan şahsın akdi bozuldu. Köle, tekrar efendisi­nin mülküne döndü.

Efendinin, ondan kitabet bedeli diye aldığını, ona geri vermesi gerekir. O helâl olmaz; ancak, sahibi helâl ederse, o zaman helâl olur. Tahâvî, bunu yazmazdı. Çünkü, "aldığı o şey, kölesinin kazancı olduğundan, efendisine helâldir." derdi.

Sonra devamla şöyle yazardı: Şayet, üzerine yazılanın tamamı­nı öderse; o mükâtep Allah için hürdür.

İmâm Ebu Hanîfe (R.A.) ve arkadaşları, bunu yazarlardı. Tahâvî ise, yazmazdı, ve: "Bu, Hz. AH mezhebidir." derdi. Hz. Ali (R.A.)'ye göre, mükâtep, ödediği kadar azad oîur.

Abdullah ibni Mes'ud (R.A.) "Mükâtep, kitabet bedelinin üçte bi­rini veya dörtte birini öderse; azâd olmuş olur. Geride kalan borcu­nu, efendisine öder." buyurmuştur. Zeyd bin Sabit (R.A.), Abdullah bin Ömer (R.A.) ve Hz. Âişe (R.A.) şöyle buyururlardı: "Kitabet bedeli kaldığı müddetçe, azâd olmuş olmaz. Bu, Allah Resulü (S.A.V.)'nden rivayet olunmuştur. Ve bu, bütün âlimlerin mezhebidir (= yoludur.) Biz, "kitabet bedelinin tamamım ödeyince, fisebilillah hür olur." diye yazdık. Bu, tamamının ödenmesine bağlanmıştır. Ve bu, bir şart­tır. Hz. Ali (R.A.) ve İbni Mes'ud (R.A.) göre akdi gerektirmez.

Sonra da, devamla şöyle yazılır: "Onun velâsı ve atîkımn velâ-sı, filan içindir."

Bu da, selefe ittibâen yazılır.

Tahâvî, onun velâsını yazardı; fakat, onun atîkının velâsını yaz­mazdı. Zira onun atîkının velâsı, onun olmaz.

Azâd edilen şahıs, bir cariyeyi nikahlayıp; ondan da bir çocuğu dünyaya gelir ve o çocuğu, cariyenin efendisi azad ederse; işte o ço­cuğun velâsı, babanın efendisi olmaz. O çocuğun velîsi ananın efen­disi, olur.

Müteahhirînden pek çok kimse, Ebû Zeyd'in yazdığı gibi ya­zardı. O, kitabet akdini yazarken: "Bu kitabete, şu şahitler şehâdet ederler. Filan oğlu filan, şöyle ikrar eyledi: Kölesi filanı, (künyesiy-le birlikte yazarak) şu kadar dirheme sahih, caiz, nafiz, fesadsız mu­hayyer olmadan, mükâtep eyledi. Tehirsiz, üç güne kadar ödeme yap­maz veya bir kısmını ödemez ise, tekrar köleliğe dönecektir ve efen­disinin ondan aldığı helâldir.

Eğer, söylenildiği vecih üzerine, tamamını veya onun makamında olanı öderse; o zaman, o mükâtep hürdür. Ona, efendisinin de, onun vârislerinin de bir yolu yoktur. Velâsı müstesnadır. Çünkü onun ve­lâsı, sağlığında efendisinin; ölümünden sonra da, onun vârislerinindir.

Bunu, mükâtepe de bu veçhile kabul eder ve kitabeti doğrular -sa; bunun sıhhatine hâkim de, hükmedince mes'ele biter ve yazı ta­mam olur. Zehıyre ve Muhıyt'te de böyledir.

Bedel ölçülen, tartılan, sayılan veya arşınlanan bir şey veya bir hayvan olunca da, cevap aynıdır.

Yalnız hayvanın yaşı ve vasfı da —vasfında ve cinsinde bir ve­him kalırsa— yazılacaktır. Fakat söylenenin cinsinden olursa, bize göre caiz olur. Ancak, bazı âlimler buna muhalefet etmişlerdir. Hâ­kim hükmederse, o zaman, bu bi'1-ittifak caiz olur. Zahîriyye'de de böyledir.

Va'deli olan kitabette şöyle yazılır:

Bu kitabet; sahihdir, caizdir, geçerlidir ve birbirini takip eden on ay va'delidir. Başlangıcı, şu ayın başıdır, (hilâlinin ilk gözüktüğü zamandır.) Her ay geçdikce, mükâtep, noksansız ahdini yerine getirecektir.

Şayet bu malı^ bu müddet içinde ödemekten âciz. olursa; o za­man, tekrar köleliğe dönecektir." der.

Bu çok daha kuvvetlidir. Zira önceki hâlde, hükme ve rızaya ihtiyaç vardı. İkinci vecihde, bunlara ihtiyaç yokdur. Bilakis, bizzat kendisi, aczinden köleliğe avdet eder ve efendisinin, ondan almış ol­duğu kitabet bedeli, ona helâldir.

"Şayet, bütün taksitlerini ona; te'hirsiz olarak öder veya onun hâli hayatında, onun makamına kâim olan yere öderse; işte o hür­dür. Artık ona, efendisinin de, ondan sonra, vârislerinin de bir yolu yoktur; insanlardan da hiç bir kimsenin yolu yoktur. Ancak, velâsı müstesnadır." der ve kitabet tamam olur. [45]

 

Karı-Koca Olan Bir Köle İle Cariyenin Kitabeti

 

Bir kimse, karı-koca olan bir kölesiyle cariyesini (ikisini bir­den) mükâtebe ederse; şahitler, şöyle şehâdette bulunurlar:

Filan zat, kölesi filanı (ismiyle ve sıfatıyle) ve cariyesi filâneyi (ismiyle ve sıfatıyle belirterek) ikisini birden ve karı-koca oldukları hâlde şu kadar dirheme kitabete bağladı. Onu da, şu şu müddet içinde takside bağladı. Önceki taksidi şu ayda; son taksidi de şu ayda ödeyecekler.

Onlardan birisi, vekilini tazminat için kefil eyledi. Bu tazminat sahihdir, caizdir, meşrudur. Filân ve filâne, kitabet bedelini ödeme­ye, efendileri olan filâna vermeye, şu ayın şu gününde başlayacaklardır j

Ehl-i şuruttan bazıları, "bütün taksit şudur." denildikten sonra "onlardan biri, diğerinin de kitabet bedeli ödenmedikçe azad ol­maz." diye yazdılar.

Şayet, her birisi ayrı ayrı kefil gösterirlerse ta'n olunmazlar. Bu daha güzel olur.

Bundan dolayı, iki kölesini kitabete bağlayan kimse için şöyle yazılır: [46]

 

Bir Kimsenin İki Kölesini Mükâtep Kılması

 

Bu akid şöyle yazılır: Filân şahıs, filân ve filân kölelerini, ikisi­ni birden mükâtebe eyledi ve onu tek takside bağladı. Yukarıda soylediğimiz gibi, her ikisinden de malın tamamı alınmadıkça, onlar­dan hiç birisi azad olmuş olmazlar ve onlara bir şey yoktur. Ancak, kitabet bedelini öderlerse, o zaman hür olurlar. Eğer âciz kalırlarsa veya birisi âciz kalırsa; ikisi de köleliğe çevrilirler. Zehıyre'de de böyledir.

Şayet, bir kimse kölesini ve cariyesini mükâtebe eder; onlar da karı-koca olup bir de küçük çocukları bulunursa; şöyle yazılır:

Filan zat, kölesi filân ile o kölenin karısı olan cariyesi filâneyi ve çocukları filan, filan ve filâneyi —ki üçü de sabidirler ve babala­rının ve analarının evindedirler— hepsini birden, şu kadar meblağa karşılığında mükâtebe eyledi. Şayet filan, bu malı ödemekten veya bir kısmını ödemekten âciz olur yahut taksit gününü beş gün veya şu kadar gün geçirirse, o takdirde, efendisi onu, karısını ve çocukla­rını tekrar köleliğe çevirir. Önce almış olduğu kitabet bedeli de ken­disine ait olur.

Şayet mükâtep, o malın tamamını öderse; onların hepsi de hür­dürler. Efendilerinin, onlara hiç bir yolu yoktur. Ancak, velâ hakkı müstesnadır." denir ve yazı böylece tamam olur.

Bir kimse , müdebber olan bir kölesini, mükâtep ederse: "Belirli olan, filan müdebber kölesini, mükâtep eyledi." diye yazılır. Bir kimse, ümm-ü veledini kitabete bağlarsa: "Ümm-ü veledi olan filâneyi, kitabete bağladı." diye yazılır. Muhıyt'te de böyledir. [47]

 

Ortak Kölenin Kitabet Akdi

 

Bir kimse, kendisi ile bir başkasının ortak bulundukları bir köleyi, ortağının izniyle mükâtep ederse, bu şöyle yazılır:

Bu adam, hindli ve belirli bir kölenin tamamını, yarı yarıya ona ortak bulunan ortağının izniyle, şu kadar bedel karşılığında, mükâ­tep eyledi.

Mükâtep, kitabet bedelini, o iki efendisine ödeyince, hür olur. "Ortağının izni, hissesini almasıdır." denir ve yazı tamam olur.

Bir adam, ortağının izni olmadan, kendi hissesini mükâtep yaparsa; bize göre, ortaklardan birinin izniyle kitabet akdi yapılın­ca, o kölenin tamamını mükâtep alır.

Bu İmâmeyn'e göre böyledir. Çünkü, onlara göre kitabet ayrılık (bölünme) kabul etmez. Bir kölenin yarısını kitabete bağlayınca, onun tamamı kitabete bağlanmış olur. O zaman, şöyle yazılır: "Filan zat, hindli kölenin tamamını ortağınmda izniyle mükâtep eyledi. (Bu so­nuna kadar yazılır.)

Şayet, ortağının izni olmaksızın, kendi hissesini mükâtep eder­se; o kölenin tamamını mükâtep eylemiş olur. Burda ortağının his­sesine de sahip olmuş olur.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre ise, kitabet tecezzi kabul eyledi­ğinden; bu kitabet, kendi hissesinde kitabet olur. Sonra bakılır: Eğer ortağının izni yoksa; bu durumda ortağının bu akdi feshetme hakkı vardır. Eğer onun izniyle yapmışsa, fesh hakkı olmaz.

Bir kimse, bu kitabet akdini, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre yazdırmak isterse; şöyle yazdırır:

Filan oğlu filan, yarı hisse olan nasibinin tamamını, filanla or­tak bulunduğu filan köleyi, şu kadar bedel mukabilinde mükâtep eyledi.

Şayet mükâtip, (= kitabet akdi yapan efendi) o köleden, kitâbed bedeli olarak bir şey almışsa, susan ortağın onun yarısını alma hak­kı vardır. Her ne kadar, susan ortak izin vermemiş olsa bile bu böyledir.

Eğer izin vermişse yine böyledir. Ve, bu durumda yazılır: Ger-çekden ortağı hissesini kitabete bağlamaya ve kitabet bedelini teslim almaya izin verdi." denilir ve yazı tamam olur.

Kölenin tamamı bîr adamın olur da o, bu kölenin yarısını mükâtebe ederse; İmâmeyn'e göre, kitabet tecezzi kabul etmediğinden, yarısını mükâtep yapınca; tamamı mükâtep olmuş olur.

O takdirde: "Bu adam, filan kölesini mükâtep eyledi." diye yazılır.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, kitabet tecezzi kabul eylediğin­den, bu durum yazılır: "Filan oğlu filan, hissesi olan yarı hisseyi, şu kadar dirhem karşılığında ve sahih bu kitabetle kitabete bağladı. Kitabet bedelini ödeyince, bu kölenin, yarısı hür olur." denilir. An­cak, "onun için, bir yol yoktur." diye yazılmaz. Çünkü, yarısı ken­disine âit değildir. Onu söylemeyi terk eder. Sonra da, diğer yazıyı yazar. Muhiyt'te de böyledir

Kölenin kalan kazancı, diğer efendisinin olur. Ona hizmet ey­lemez. Ofıun hakkında efendisinin mülküyet hakkı da yoktur. Eğer o bir câriye olmuş olsaydı, işi hâkime çıkarılırdı. Zahîriyye'de de^ böyledir.

Bu surette, mükâtep kitabet bedelini öderse; yarısı azâd edil­miş olur ve kitabet bedelinden beri olur.

Yazı da böylece tamam olur. Geride kalan yarı için, ayrı bir ya­zı yazar.

Bir baba, küçük oğlunun kölesini mükâtep ederse; bu şöyle yazılır:

Filan adam, küçük oğlu filanın kölesi filanı, (vasfederek) şu ka­dar dinar karşılığında (ki bu, o kölenin, o günkü kıymetidir.- Ne faz­ladır ne de noksandır.) bu küçük, kendi işini kendisi yapacak vasıf­ta değildir; ancak, babası, babalık hükmüyle onun işine bakmaktadır.

Yazı, edâ yerine gelince de şöyle yazar: Kitabet bedelini ödediği zaman azâd olunur. Velâ hakkından başka, ona kimsenin yolu ol­maz. Onun velâsı ise, sağlığında o küçüğe aittir. Sonra da vârisleri­ne aittir." denilir ve yazı tamamlanır.

Şayet vasî, yetimin kölesini mükâteb yaparsa, şöyle yazar: "Filan vasî, evindeki küçük oğlu filan, kendi işini kendisi ya­pamadığından, vasilik hükmüne müsteniden, o küçüğün kölesi fila­nı mükâtep eyledi. O köle gençtir; vasfı şudur. Onu, şu kadara kar­şılık —kitabet sahih olmak kaydıyla— mükâtep eyledi." der.

Babanın oğlu hakkındaki yazı nasıl tamam olursa; bu da öylece tamam olur.

Bir mükâtep, kendi kölesini kitabete bağlarsa; şöyle yazar: Filan mükâtep, kendi kölesi olan hindli filanı, şu kadar bedel­le, sahih olarak mükâtep eyledi.

"... Kitabet bedelini öder..." dediğimiz yere varınca ikinci mü-katep kitabet bedelini tamamen ödeyince hür olur. Onun velâsı ise, mükâtebin efendisine aittir. Bu efendi hayatta olunca böyledir. Ölünce de velayet hakkı, bu efendinin geride kalanlarına aittir.

îkinci mükâtep ödeme yapınca, birinci mükâtep hâli üzerine­dir. Şayet önceki mükâtep azad olduktan sonra ödeme yaparsa; o zaman, velâsı, hayatta iken onun olur. Ölünce de geride kalan vâris­lerinin olur. Mnhiyt'te de böyledir. [48]

 

8- MÜVALÂT'LA İLGİLİ YAZILARDA BULUNMASI ŞART OLAN HUSUSLAR

 

Müvâlât akdi şöyle yazılır:

Şahitler, şöyle şehâdet ettiler: "Gerçekten filan şahıs nasrânî (ve­ya yahûdi yahut mecûsî veya putperest harbî idi veyahut aya, güne­şe, yıldıza ve benzeri şeylere tapan vesenî) idi. Allahu Teâlâ ona hi­dâyet ederek, onu iman ile tezyin etti. ( = süsledi) Ve Habibi Muham­ın ed sallallâhu aleyhi veseleme iman ile süsledi. Ve ona, takvayı ik­ram eyleyip, onu şirk elbisesinden soydu, çıkardı ve ona tevhid elbi­sesi giydirdi. Ona, Rubûbiyyetini ve ulûhiyyetini ve vahdaniyyetini ikrar ettirme iyiliğinde bulundu ve kendi tarafından, Muhammed (S.A.V.)'in getirdiğini tasdik ettirerek içinde bulunduğu küfür ve tuğ­yandan uzaklaşdırdı. Onun lisanına kelimei ihlası (ki eşhedü enlâ ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve resulünü kelime-i tayyibesidir.) söylemeyi nasip eyledi ve onu küfürden, sapıklıktan ve tağuta ibâdet etmekten uzaklaştırdı. Ona, kulları için razı oldu­ğu, doğru yolu gösterdi. Ve onu, eKm ıkabından kurtardı. Onun is-lâmiyetini filanın önünde kıldı yani o, o filanın önünde müslüman oldu.

Sonra da o, onun velîsi oldu. Şayet o bir cinayet işlerse; onun diyeti onun âkilesinedir. O da, çok zaman, beşyüz dirhemdir. Bu müs­lüman, ona (sonradan müslüman olana) vâris oldu. Bu, insanlar ara­sında hayatında da ölümünde de en haklı olandır. Onun velâsı, (vârisi yoksa ve sahih ve caiz müvâlât akdi yapmışlar, o filan da onu anlatıldığı gibi sahih bir kabulle kabul etmişse) o önünde müslüman olduğu şahsa aittir.

Çünkü, onun önünde müslüman olmuş ve onunla Allah'ın ah­di ve mîsakı ve Resulünün zimmeti üzerine, velâsından dönmemeye akid yapmış ve nefsini bu müvâlâta ilzam eylemiştir. Ve aralarında cereyan eden sözleşme yardım ve benzeri gibi şeyleri tazammun eder. Velâsı başkasına tahavvül etmedikçe bu böyleder. Nefisleri üzerine bu hususlarda şahit edindiler. Yazıda böylece tamam oldu. [49]

 

Müvâlât Akdi İçin Kısa Bir Örnek

 

Bu akid şöyle yazılır:

"Şahitler şöyle şehâdette bulundular:

Filan şahıs, bizim (filan, filanın) önümüzde müslüman oldu. Ve islâmını güzel eyledi." sözümüze kadar yazar ve devamla şöyle der: Onun, müslüman olan bir yakını yoktur. Asabasından uzağı da yoktur veya ferâiz ehlinden yahut zevi'l-erhamından da kimse yoktur. Velî­si,' önünde müslüman olduğu filandır ve muvâlâtı sahihtir. Arala­rında onun yerine âkile olmak üzere caiz olan bir akidleşme yaptı­lar. Şayet bir cinayet işlerse, şer'an onun akîlesi olacak; ölüncü — eğer yakın, uzak bir vârisi olmaz ise— vârisi olacak. O filan da, bu sözleşmeyi, sahih bir kabul ile —bedenleri sıhhatli, akılları yerinde, işleri geçerli olduğu halde, isteyerek (rağbet ederek,) tasarruf ve ik­rarlarının sıhhatine mâni bir şey olmadığı hâlde kabul eyledi. O şa­hıs, "velâsının başkasına çevrilmeyeceğine dair" ahdü misak eyledi. Ve nefisleri üzerine şahit edinerek, yazı tamamlandı.

Bu yazıya "müvâlâtün lâzimetün" diye yazmak uygun olmaz. Gerçekden   onun   için,   velânm  başkasına   hakkı   —ona   âkile olmayınca— vardır.

Bir kimse kendi kendine müslüman olur; bir başkasının önünde müslüman olmuş olmaz ve bu şahsa bir adam vâlî olursa; bu sa­hih olur.

Ve bu durum şöyle yazılır:

"Şahitler, şöyle şehâdet ettiler: Filân adam müslüman oldu; is-lâmiyetini de güzel eyledi. Uzaktan, yakından müslüman bir varisi de yoktur. Ona da, filan adam, sahih ve caiz bir müvâlâtla vâlî oldu ve onunla ona karşı âkile olması hususunda akidleştiler." denir ve sonuna kadar yazılır.

Şayet bir. adam, bir adamın önünde müsîüman olur ve ona, ondan başkası vali olmaz ise, bu sahihtir ve bu husus şöyle yazılır:

Şahitler, şöyle şahitlik ettiler: Filan şahıs, filanın yanında müs­lüman oldu. Ona kimse veli olmadı; onunla akidleşme de yapmadı. Ve filan adam, ona veli oldu." denilir ve önceki vecih üzere yazı ta­mamlanır. Şayet, müslüman olan o şahıs, bir cinayet işler ve onun diyeti beşyüz dirheme veya daha fazlaya ulaşırsa; o âkilesine âit olur.

Sonra, bu yazı şöyle yazılır:

Bismillâhirrahmanirrahîm... Bu, ikisinin arasında yazdığımız ya­zıdır. Gerçekten filan, cinayet işledi. Onun diyeti beşyüz dirhemdir. (Şayet, beşyüz dirhemden fazla olursa, onun mikdarını da açıklar.) Hakikaten filan ve onun kavmi, onu, müslüman bir hâkimin hük­müyle öderler. Hâkim onların üzerine hükmeder. Onun hükmü (na­fizdir, (- geçicidir.) [50]

 

Müslüman Olan İki Zimmînin Birbirine Velayeti

 

İki zimmî, müslüman olurlar ve birbirlerine de velî olurlarsa, bu husus da şöyle yazılır:

Şöyle şahitlik yapıldı; Filan ve filan nasrâni iken, Yüce Allah, onların ikisini de İslama hidâyet eyledi ve ikisi de güzelce müslüman oldular. Onlar müslüman olduktan sonra da, birbirlerine veli oldular ve sahih caiz olarak, "hayatta oldukça her biri diğerinin yükünü taşımak üzere" müvâlât akdi yaptılar.

Şayet birisi cinayet işler, onun diyeti ise beşyüz dirheme ulaşır veya daha çok olursa, bu akid geçerli olur.

Ve hangisi ölürse, diğeri ona vâris olur ve ondan sonraki atîki-na da velî olur.

Eğer onlardan herhangi birisinin, yakından veya uzakdan müs-lüman bir vârisi yoksa, (ashâb-ı ferâizden veya asabadan yahut zevil-erhamdan) o takdirde, onların her biri, diğerinin velisi olur. Bu mü-vâlat sahih ve akidleri caiz olur. Ve her biri, bu müvâlatı sahih bir kabul edişle kabul ederler. Onlardan her biri, diğeri için, velâları baş­kasına dönüşmesin diye ahd-i mîsak yaparlar ve bu hususta şahit edi­nirler. Yazı da böylece sona erer. Zehiyre'de de böyledir. [51]

 

9- SATIN ALIŞLA İLGİLİ YAZILARDA BULUNMASI ŞART OLAN HUSUSLAR

 

Bir adam bir yer almayı murad eder veya böylece yazı yaz­mayı murad ederse; şöyle yazar:

Bu evi, filan oğlu filan; filan oğlu filandan, mülk sahibi olan ve onu elinde bulunduran satıcının zikreylediği şehirde ve şu yerde şu mahallede, şu sokakta, şu mescidin yanında bulunan, dört tarafı hudutlu üçüncü ev (birinci hududu, filanın ma'rûfe (= bilinen, ta­nınan) evine bitişik; veya filan oğlu filanın evine mensûbe; ikinci, cü ve dördüncü hudutları da böyle ve dördüncü hududu sokağa biti­şik, kapısı sokağa açılan bu yeri, —yazıda yazılı olduğu vasıflarla— bu satıcıdan, bu müşteri satın aldı.

Hudutları yazılı bu yerin bütün haklarını; arsasını, binalarını, alt katını, üst katını, yollarını, su akacak yerlerini, hak olarak az çok nesi varsa hepsini, dâhilini, hâricini ve ona mensup olan her ne var­sa hepsini satın aldı.

Bedelin cinsini, nev'ini, miktarını, sıfatını ve buna benzer şey­lerini söyleyerek (cehaleti kaldırmak için) apaçık olarak: "Şu şu meb­lağa, sahih, caiz, nafiz {= geçerli) müfsid şartlardan ve ihanet sayı­lacak bâtıl ma'nalardan hâli olarak ve içinde aldatmak ve hıyanetlik olmaksızın emânet bırakılmış veya rehin konmuş olmadan, zoraki-lik de olmaksızın; satışa rağbetle ve ciddi bir satın alışla, satın alındı ve belirli bir kişi olan bu satıcı, belirli bir kişi olan bu müşteriden cinsi, nev'i, miktarı, sıfatı zikredilen bedelin tamamını teslim aldı. Müşteri, bunlaırn tamamını vermek suretiyle, tamamından berî oldu.

Ve bu müşteri, zikredilen satış akdinde yazılı olan şeyin tama­mını teslim aldı.

Satıcı da zikredilen bedelin tamamını, bütün mânilerden fariğ, niza'lardan hali olarak teslim eyledi ve akid meclisinden ayrıldılar.

Bunun tamamı, akid yapan satıcı ve alıcının ikrarından sonra­dır. Ve buna, her ikisi de razı olmuşlardır.

Müşterinin bir tazminatta bulunması gerekmez. Nefislerine karşı şahit edinirler. Ve onlardan her biri, ismini yazar. Sonunda da, — onlara karşı— bildikleri, anladıkları bir dille okunur ve onlar anla­dıklarını ve bildiklerini ikrar ederler.

Bunun tamamı, her ikisinin de bedenleri sıhhatli, akılları kemâle ermiş, isteyerek, hoşnutsuzluk olmaksızın, ikisinde de bir illet ( = Hastalık) Bulunmaksızın, ikrarlarının ve tasarruflarının, geçerliliği­ne bir mâni bulunmaksızın yapıldığına ve bunun tamamı, şu sene­nin, şu ayının şu gününde yapıldığına ve bu yazının satışların tama­mında asi olduğuna" ve böylece yazının sona erdiğine dâirdir.

Hal ve durumların değişmesi ile sözler de değişir.

İmim Muhammed (R.A.), el-Asl'da şöyle buyurmuştur:

Bir adam bir yer satın almak isterse; bunu şöyle yazar: "Bu ye­ri, filan satın aldı." der. İmâm Muhammed (R.A.), burada "bu, fila­nın sattığıdır; diye yazar." dememiştir.

Bunların her biri hakkında te'kide ihtiyaç vardır. Ve her biri iki lafızdandır ve diğerini zımnına alır. Çünkü, satış olmadan, satın alış tahakkuk etmez; satın alış olmadan da, satış tahakkuk etmez. ( = meydana gelmez.) Ancak bu, —sünnet sebebiyle— teberrük için ya-pıhr. Allah Resulü (S.A.V.), Ada bin Hâlid bin Hûde'den bir köle satın almak istediği zaman, bunun şöyle yazılmasını emreyledi; "Bu köle, Allah Resulü Muhammed (S.A.V.) tarafından Hûde oğlu Hâlid oğlu Ada'den satın alınmış bir köledir."

Peygamber (S.A.V.) Efendimiz: "Bu Hûde oğlu Halid oğlu Ada'mn sattığıdır." diye yazılmasını emretmedi.

İmâm Muhammed (R.A.) "Bu, satın alınandır; diye yazılsın." derdi. "Bu, satın almanın yazısıdır; diye yazılsın." demezdi.

Basra ehli ise: "Bu, satın alınanın kitabıdır. (= yazısıdır.)" di­ye yazarlardı. Çünkü onun bu sözü, beyaz kağıda yazılan yazıya işa­rettir ve satın almanın lâhikasıdır.

Yalnız, İmâm Muhammed (R.A.), sünnete teberrüken "Bu, satın alınandır." diye yazılmasını ihtiyar ederdi.

Çünkü, "bu, satın almanın yazısıdır." sözünün, isbata da, nef-ye de ihtimâli vardı. "Bu, satın alınandır." diye yazılınca, nefy ihti­malini def eder.

İmâm Muhammed (R.A.), satıcıyı ve müşteriyi zikrederken, onla­rın adını ve babalarının adım söyler; dedelerinin adını söylemezdi.

Bu, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un kavlidir. İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.) "Elbette, dedenin adı da söylensin." derlerdi.

Şayet müşteri veya satıcı ismi şöhret bulmuş'kimselerden olursa (Meselâ: Tavus, Ata, Şureyh ve benzerleri...) bu durumda, yalnız ismi kâfi gelir; nesebini söylemeye hacet yoktur.

Şayet, kendisinin ve babasının ismini söyleyip, kabilesinin ismini de söylerse; bu dedenin isminin yerine kâfi olur. Her ne kadar, en­gin bir kabile olsa bile, bu kadarı kâfidir. Zira, adı ve baba adı bir olan nâdirattandır.

Eğer yukarı kabilesini söylerse kâfi gelmez; o zaman, dedesinin adını da söyler. Bununla beraber dedenin ismini de söyler ve aynı künyede başkalarıda bulunursa o zaman bu kadarı da kâfi gelmez; başka bir şey daha söylemesi gerekir.

Eğer adını ve baba adını söyler; dedesinin ve kabilesinin adım söylemez; ancak sanatını söyler ve o sanata başkası ortak olmazsa;  (filan oğlu filan halîfe veya filan oğlu filan hâkim gibi...) ta'rif için bu kâfi gelir.

Şayet, sanatına başka ortak varsa, o, ta'rif için kâfi gelmez.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre böyledir.

Şekli tarif, esbabı tarifden değildir. Çünkü, o şekle başkası da benzer.

Fakat, yine de yazılması evlâ olur. Çünkü bu, ta'rifte fazlalıkdır.

Keza, başka şeyler de esbabı tarif (tarif için gerekli sebeplerden) değildir. Şayet yazarsa, o da evlâ ûiur.

Şayet, künyesini yazıp, başka bir şey yazmaz ve o şahıs, bu ta'­rif ile bilinirse muhal yoktur; o kâfi gelir. Ebû Hanife ve emsali gi­bi... Keza "filanın oğlu" diye yazılınca, tanınırsa; (ibnü ebi Leylâ gibi...) bu da, ta'rif için yeterlidir.

Şayet satıcı veya satan şahıs, filanın azadhsı ise, "filan hindîi emîr filan oğlu filanın azadhsıdır." diye yazılır.

Eğer, azad edilen bir şahsın azadlısı ise, "filan oğlu filanın azadiısı" diye yazılır.

Şayet satıcı veya müşteri bir adamın kölesi ise "filan hindli, filan oğlu filanın (efendisi tarafından, bütün ticaretlere izin verilmiş) kölesidir." diye yazılır.

Câriye hakkında da "hindli filâne, filan oğlu filanın cariyesi-dir." diye yazılır.

Mükâtep hakkında da, "Hindli filan, fiian oğlu filanın mükâ-tebidir." diye yazılır.

Mükâtebe hakkında da, "Hindli câriye, filan oğlu filanın mü-kâtebesidir." diye yazılır.

Sonra da-satJan yerin dört hududu yazılır.

O yer ma'rûfe ve meşhûre olsa bile, İmâm Ebû Hanife (R.A.)'nin kavline göre dört hududu yazılır.

İmâmeyn'e göre ise, bir yer ma'rûfe ve meşhûre olunca, onun hu­dudunu yazmaya ihtiyaç yoktur.

"Bu, satıcının mülküdür." diye yazılmaz. Çünkü, eğer Öyle ya­zılırsa; müşteri, "o yerin, satıcının mülkü olduğunu" ikrar etmiş olur. Ve, şayet o.yere bir hak sahibi çıkarsa; o zaman müşteri, satıcıya müracaat edemez. Ve parasını isteyemez.

Bu, İmâm Züfer (R.A.)'e ve medine eriline göre böyledir.

Çünkü müşterinin "o yerin, satıcının mülkü olduğunu" ikrarı, onun bedeli için müracaatına mânidir. Bunlar göz önüne alınarak, "satıcının mülküdür." diye yazılmaz.

Bütün âlimlerimize ve umum şurut ehline göre "Elindedir." di­ye de yazılmaz.

Ebû Yeâd eş-Şurûâ bunu yazardı. Bizim alimlerimizin delili (= hüc­ceti): Rivayet olunmuş ki: Peygamber (S. A.V.) Efendimiz, Hûde oğlu Ha'lid oğlu Ada'dan satın aldığı köleyi yazdı da;, "onun elinde" di­ye yazmadı. Çünkü, çok kerre, bunlar hâkime çıkarlar da, elde olu­şunu ikrar mülküyetini ikrar gibi olur. O takdirde, bir hak sahibi çıkarsa müşterinin parasına müracaat hakkı bâtıl olur. İşte bunun için ve böyle durumlardan kaçınmak için, bu yazılmaz. Lâkin, satıcı "kendi mülkü olduğunu ve elinde bulunduğunu" —bu bölümün ev­velinde yazdığımız gibi— söyler.

İmâm Muhammed (R.A.), Asi kitabında, "yazıya hangi hudud-tan başlanacağını" zikretmemiştir.

Yûsuf bin Hâlid ve Hilal, şöyle derlerdi:

Evin, kapısından başlanır. Sonra, oranın sağı, sonra orayı ta­kip eden yer, (sonuna kadar) yazılır.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A.), şöyle derlerdi:

"Kıble tarafından başlanır; sonra, sağ tarafı; sonra, sol tarafı .yazhr."

Bazı âlimler de: "Batı tarafından başlanır." demişlerdir.

Bu tertibi terk eder ve bu günkü yazıldığı gibi yazarsa; bundada bir beis yoktur. Çünkü hududları tanıma işi hâsıl olmuştur ve mak-sud, hudutları söylemektir.

Semti ve Hilal: "Önceki hudut, filanın evine kadardır.'* diye yazarlardı.

İmâm Muhammet! (R.A.) de: Bu benimde sevdiğim yoldur. Zira, yentehi (= varıncaya kadar) sözü; arada bir açıklık bırakmıyor." buyururdu. Muhıyt'te de böyledir.

Şayet iki yer arasında, bir aralık, açıklık varsa; Tahâvî şöyle buyurmuştur: "Bu durumda, kâtip muhayyerdir: Dilerse, önceki hu­dudu, o aralığa —açıklığa kadar yazar; dilerse, "filanın ma'ruf evi ile, buranın arasındaki açıklığa kadar..." diye yazar. Ve Tahâvî: "Bu, öncekinden daha evlâdır." buyurmuştur. Çünkü, vehim vardır. Onun biri kısmı satılan yere dâhil olabilir. Bir kısmı ise dâhil olmayabilir. Onun için, "bununla filanın evinin arasındaki, onları birbirinden ayı­ran açıklığa kadar..." diye yazılırsa; bu, vehmi def eder.

Bazı ehl-i şurût, "önceki hududu, filanın evine varıncaya ka­dar..." diye yazardı. Bizim âlimlerimiz bunu hoş görmediler ve şöy­le buyurdular: Uygun olanı, filan için, bilinen ma'rûf bir yere kadar yazmakdir. Veya "ona mensup olan yere kadardır..." diye yazar. Çünkü, "filanın yerine kadar..." deyince; bu alıcı ve satıcı tarafın dan, "o yerin, filana ait olduğuna" ikrar olur.

Şayet onlardan birisi o filandan, o yeri günlerden bir gün satın alır ve o yere bir hak sahibi çıkarsa; verdiği parasını geri almak için —İmâm Züfer, İbnü Ebî Leylâ ve Medine ehlinin görüşlerine göre— mü­racaat edemez. İşte bundan ihtiraz (~ kaçınmak) için, yukarıda söy­lediğimiz gibi yazar.

Biz ancak, "o yerin, hududu filanın yerine kadar müntehidir. Filânın yerine bitişiktir." sözünü ihtiyar eyledik.

"Hududunun birisi filanın yeri..." diye yazılmaz. Çünkü, bur-da İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'den iki rivayet vardır. O, şöyle buyurmuştur: Satışta, had mahduda dahildir. Satışın fesadına da sebep olabi­lir. Bir kimse, bir mescidi veya umumun yolunu hudûd kılarsa, satı­şı caiz olan bir şeyle, caiz olmayan bir şeyi cem etmiş olur. Bu du­rumda müşteri için muhayyerlik hakkı vardır.

Filanın yerini had kılar ve o şahıs, bu satış sebebiyle, o yeri tes­lim eylemezse; müşteri, satıcıya bedeli noksan öder. Çünkü, o bede­lin bir kısmı komşunun yeri karşilığmdadır. îşte bunun için, biz "bi­tişmeyi söylemeyi ve yazmayı"ihtiar eyledik.

İmâm Muhammed (R.A.) şöyle buyurmuştur:

Yazıda, "Ondan satın aldığı yer, filan yerdedir." diye yazılır.

Şurût ehli, yerin tamamını yazarlardı. Çünkü, bazen yer söyle­nir ve bu sözle oranın bir kısmı murad edilir ve tamamı söylenince de, bu söz, o yerin bir kısmına da ıtlak olunabilir. Bu vehmin gitme­si için "yerin tamamı" yazılır.

İmâm Muhammed (R.A.): "Hudutları, yazımızda belirtilen yeri sa­tın aldı; der." buyurmuştur.

Semtî ve Hilâl da, yazıda böyle yazarlar ve şöyle derlerdi: .

Yazımızda, söz satıcıya ve satın alana izafe edilir ve böylece bir­likte ikrar olur. Gerçekten o yazı, ikisinin de malıdır. Çok kere, sa­tıcı yazı hakkında niza' çıkarır. Bunun için böyle yazılır. Ve böylece o vehim de kalmamış olur.

Keza, "O yeri, tamam hudutlarıyle satın aldı." diye söylenir., (yazılır.)

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.) böyle yazarlardı.

İmâm Muhammed (R.A.), "hudutlanyla" diye yazmazdı. Çünkü, Öyle yazmış olsa, hudutlar da satışa dahil olurdu; bu durumda da fesad meydana gelirdi. Yukarıda geçtiği gibi...

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.) şöyle derlerdi: Kıyâs, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un kavlidir. Biz ise, örf sebebiyle kıyâsı terk eyledik. Zira, örf de "hududu ile" demekle; o hudutlar, satışa dahil olmazlar; ancak onun gerisinde olan yer satışa dahil olur.

Ebû Yezid eş-Şurûti, Şurût isimli kitabında şöyle buyurmuştur:

"Hudûduyle" demekle haddin satışa dahil olmasında kıyâs ve istihsan vardır: Kıyâsda, hadler satışa dahildirler; istihsanda ise dâ­hil değildirler.

Ebû Zeyd, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'ıın bir kavlinde "Had satışa dahil olmaz." buyurduğuna rivayet etmiştir.

Ben de ba'zı şurut nüshalarında şöyle gördüm:

Bu yerin hududu filanın yeridir. îkinci, üçüncü, dördüncü de böyledir.

"Onu hudûduyla aldı." diye yazılmaz. Çünkü had, satışa dâhil olur. Şayet, "hududunun birisi, filanın yerine kadardır, (veya onun yerine bitişmiştir.)" diye yazılmışsa; o zaman "hudûduyla satın al­dı." diye yazar.

Bazı muhakkik âlimlerimiz, Şurut kitabının şerhı'nde şöyle buyurmuşlardır:

Hududun birisi, filânın yerine bitişiktir," yazısı ihtiyat değildir; ihtiyatı terkdir. Çünkü had İmâm Ebû Hanife (R.A.) ve İmâm Muham-med (R.A.)'e göre satışa dahil değildir ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'tan gelen iki rivayetin birinde de böyledir.

Satıcının, müşterinin tasarrufunu bozmaya ve oraya yaptığı bi­nayı yıkmaya velayeti vardır. Bu durumda da, müşteriye zarar var­dır. Bu gizli değildir.

Keza, komşu olma sebebiyle, şuf a hakkının kesilmesi vardır. Çünkü gerçekten o, iki yer arasını fasl edip ayırdı. Şayet diğer yer satılır hududu da o yere bitişik yazılırsa; bu yalan olur. îşte böylece ihtiyatı terk etmiş olur.

Fakat biz, "hududunun biri, filanın yeri" diye yazarsak; işte burda —İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'tan gelen bir kavle göre— ihtiyatı terk vardır. Çünkü, bu durumda bir cihetten had satışa dâhil olur. Ve bir cihettende, gerçekden satıcı ve müşterinin, "o yerin, filanın mül-küyeti olduğunu" ikrar etmeleri olur. Ve onlara karşı bedele rucû hakkı çıkar. Zaman geçtikten sonra, günlerden bir gün, o yeri birisi satın alsa İmâm Züfer, İbnü Ebî Leylâ ve Medine ehlinin kavline göre, ancak bu iş bir vehimdir.

Keza, orası yer ise, yer; bina ise, bina olarak yazılır.

Arz yerin ismi olunca, onu söylemek te'kid içindir.

Binayı söylemek ise, elbette gereklidir. Çünkü yer, bina demek değildir. Bunda muhal yoktur.

İmâm Muhammed (R.A.) "aşağısı-yukarısı" diye de söylemedi. Mü-teahhirîn ise* bunun söylenmesini ihtiyar eylediler. Sahih olanı da budur. Çünkü, üstü söylenmeyince, müntefi olmaz; orası başkası­nın mülkü olabilir.

Aitı da söylenmediği zaman, oranın zemin katı bir başkasının olabilir ve satıcının mülkü olmayabilir. .

Semti ve Hilâl, "yukarısını da aşağısını da (= üstünü de, altını da" yazarlardı. İkisinin haricindeki âlimler ve Ebû Zeyd eş-Şurûtî de, böylece yazarlardı ve şöyle derlerdi: Çok zaman, evin altında bod­rum olur. Eğer müennes zamiri ile yazmaz ise, o bodrum ona dahil olmaz. Bodrumun, onun olup olmadığı bilinmez. '

"Üst" deyince tâ semaya kadar vehmedilirse, işte bu satış fâsid olur. Çünkü, hava satılmaz.

İmâm Muhammed (R.A.) onun yolunu zikreyledi ve onun hakları­na başkasını ilâve etmedi. Şurut ehli ise, hukukuna başkasını da kat­tılar. Zehiyre'de de böyledir.

Tahâvi şöyle buyurmuştur: Şurut ehlinin ekserisi (= çoğunlu­ğu) satılan yerin yolunu zikrettiler. Bizim ihtiyarımız da onun terk edilmesidir.

Su yolu da böyledir. Çünkü onlar, mutlak yolu zikreylediler; bu ise, umumun yoluna ıtlak olunur ki, onun satışı caiz değildir. Olukda böyledir. O, çok zaman, umumun yoluna dökülür.

Böyle ıtlak olunca da, satışı caiz olmayan şeylere dâhil olur ve satışı fâsid olur. Şayet "onun, yolu ve su yolu"- demişse, çok kerre evin yolu husûsi olmaz. O, onun haklarındandır. İşte o zaman, yok olanla var olan cem olmuş olur. Bu da akdi ifsâd eder.

En güzeli o yerin yolunu ve su yolunu asla söylememekdir. Çün­kü mürafık sözüyle maksûd hasıl olmuştur.

Şayet o evin husûsi yolu ve husûsî su yolu varsa, "mürafık" de­yince, bunlar da akde (= sözleşmeye) dahil olmuş olur. Mebsût'ta da böyledir.

Bazı müteahhirîn alimleri şöyle buyurmuşlardır: Şayet bu evin asla yolu yolsa veya kapısı umumun yoluna açılıyorsa; ihtiyat olan, "yol" sözünü terk etmekdir. Böylece Tahâvf nin buyurduğu gibi, malı olmayan bir şeyi, satmış olmaz.

Eğer, evin kapısı umumun yoluna çıkmıyor ise, ihtiyat olan yo­lu söylemekdir. Çünkü yol, söylenmeyince satışa dâhil olmaz.

Zahirü'r-rivâyede böyledir.

Ancak, Hassâf, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un şöyle buyurduğunu ri­vayet eylemiştir:

Burda ihtiyat olan, yolu zikreylemektir. Fakat, onu hukukun­da ilâve eder.

Şayet o evin, ammenin yoluna geçen bir yolu varsa, "umumun yoluna geçen yol" diye söylenir. Eğer haklarına ilâve ederse, bu da­ha evlâ olur.

Su yolunu söylemek de böyledir; sonuna hukukunu eklemez. Ehli şûrutun ba'zılan hukukunu eklerlerdi. Müteahhirînden  ba'zılan  da:   "Su  yolu  da,  yol  gibidir." buyurmuşlardır.

Şayet o evin su yolu yoksa ve oluk da umumun yolu üzerinde ise, o zaman yazılmaz.

Şayet umûmun yolu üzerinde değilse, su yoluda yazılır ve sonu­na nuküku eklenir. Keza, "az veya çok; içinde veya dışında ne varsa" ifâdesini şurût ehli yazmazlardı. Bilakis "küllü kalîlün ve kesîrün" diye vâv-ı atıfla yazarlardı. Ve şöyle derlerdi:

"Ev (~ veya)" kelimesi, şek içindir; münazaaya sebeb olur. Ve bu satışda haleli mucip olur. Ancak, İmâm Muhammed (R.A.), Hz. Ömer (R.A.)'e ittibâen, Vakf kitabı'nda böyle yazmayı ihtiyar eyledi. Çün­kü, Hz. Ömer (R.A.) "Ev (= veya)" kelimesiyle yazardı. Zira ev ke­limesi  bazanda  vav  ( = ve)  ma'nasma  gelir  ve ^ı j, ılrj.\ ) (= Hasan ve ibnü Şîrîn oturdular." denilir.

Yüce Allah'ın kitabı da, Hz. Ömer (R.A.A)'i te'yid eyliyor:  î «jdi au jı .LLyij) âyetindeki ev yezîdûne kelimesinin manâsı ve yezîdûne demektir. Yezîdû nedir.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) da şurût ehlinin söylediği gibi vav (= ve) harfiyle yazardı.

İmâm Muhammed (R.A.) "az veya çok ne varsa" sözünü ilâve et­medi. Şurut ehli ise onu yazarlardı.-

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'da bir rivayetinde böyle söylemiştir. Zira bu kelimeler, —satışı caiz olsun veya olmasın— evde bulunan şeyle­rin tamamını içine alır. İmâm Züfer (R.A.)'e göre ise, eğer evde satışı caiz olmayan bir şey bulunursa satış faisd olur.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, evde olan eşyadan satışı caiz ola­nı odun ve emsali gibi ne varsa tamamını içine alır. Domuz ve içki gibi satışı caiz olmayan şeyleri içine almaz.

Burda ihtiyat, ona bütün haklarım ilâve etmektir.

Üç, imânımız içinde ve dışında olan bütün hakları, böylece yazarlardı.

Onlardan sonra, Yûsuf bin Halid ve Hilâl'de böyle yazarlardı. Başka âlimlerimiz de "içinde olan bütün hakları ve dışında olan bütün hakları" diye yazarlar ve şöyle derlerdi: Gerçekten bu vecih-üzere yazmak, evin içinde dışında olan bütün haklarını içine alır. Böylece, en uygun olanı, "içinde olan bütün hakları ve dışında olan bütün hakları dahildir." diye yazmaktır. Zehıyre'de de böyledir.

Tahâvî, şöyle buyurmuştur:

Bize göre muhtar olan, "içinde olan bütün hakları ve dışında olan bütün hakları dahildir." diye yazmaktır. Mebsût'ta da böyledir.

İmâm Muhammed (R.A.) bundan sonra "Onun finası" "o evin et­rafı) diye söylemedi. Halbuki şurût ehli bunu yazarlardı.

İmam Muhammed (R.A.) onu zikreylemedi. Çünkü finânın" zik­redilmesi satışı bozar. İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, bu mes'elenin nasıl olduğu İbnü Semâa'nın Nevâdiri'ndedir.

İmâmeyn'e göre finâ (= evin etrafı) satıcının malıdır. Görülmü­yor mu ki, o, oraya kuyu kazıyor, hayvanım bağlıyor... İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) şöyle buyurmuştur: Finâ, satıcının malı.değildir. Bunun delili şudur:: O ammeye zarar verirse, kuyu kazmakdan menedilir. İmâmeyn'in kavli üzerine bir cihetten mülkü olduğuna itibar edilse bu durumda o, amme için de, mülk olur. Ona müşterek (ortak) gibi olurlar.

Bundan sonra İmâm, bedeli zikreyledi ve "şu kadara" dedi. Bedel (= satın alınan şeyin karşılığı) ya tartılan ya ölçülen olur

veya sayılan yahut arşınlanan bir şey veya para olur. Veyahut da hay­van veya akar olur.

Şayet bedel, tartılan bir şey olursa; o da ya dirhemler, dinarlar, fülüsler gibi nakidlerden olur veya za'feran gibi ipek gibi pamuk gi­bi diğer,tartılan şeylerden olur.

Şayet bedel nakidlerden ve (Meselâ) dirhemlerden olursa; o za­man, "şu şu kadar dirheme" diye yazılır ve dirhemin nev'i sâde gü­müş veya bakır karışımlı gümüş yahut kalay karışımlı gümüş gibi sıfatı yazılır. İyi, orta veya esk; gibi... Veya miktarı "şu şu kadar dirhem, vezni yedi miskal olmak üzre" şeklinde yazılır.

Bizim söylediklerimizin bazısını yazmak murad edilir ve eğer o belde de nakid belirli cins dirhemlerden olursa; o zaman sıfatını söy­lemeye hacet kalmaz.

Eğer nakid muhtelif cins olur ve tamamı da revaçda bulunur ve değerleri müsavi olursa; satış caiz olur ve bu durumda müşteri, satı­cıya hangi nev'i isterse onu verir. Fakat, katibin, onlardan birini ve ağırlık mikdarım yazması gerekir.

Şayet revaçta olmak bakımından aynı ve birbirleri karşıliğında bozulabiliyor 1 arsa (gitrîfiyye ve ıdliyede olduğu gibi...) o zaman, satış ancak birini açıkladıktan sonra caiz olur; aksi takdirde caiz olmaz. Kâtip, satışa karşı vuku bulan bedelin sıfatını, mikdarım, ağırlığını yazar.

Şayet nakidlerden birisi, daha fazla revaçda ise, satış ona çevri­lir. O zaman, sıfatını beyana ihtiyaç kalmaz. Fakat mikdarım ve ağır­lığını beyana ihtiyaç vardır.

Eğer bedel dinarlar ise: o zaman da "şu şu kadar Buharı (veya Nisâbûri yahut Herevî ve benzeri) dinarları" diye yazar. Tazeliğini, orta halli olduğunu veya zayıf bulunduğunu da yazar. Mikdarım ve ağırlık durumunu da yazar. Mekke miskâlleri, Harzem miskâlleri veya Semerkant mıskalları ve benzeri gibi... Çünkü, beldelerin miskalları muhtelifdir. (- değişikdir.)

Şayet bedel, hâlis altın veya hâlis gümüş ise, nev'ini, sıfatın1, ağırlığını bizim dediğimiz gibi yazar.

Burada dirhemlerin ve dinarların isimleri söylenmemiştir. Çün­kü bu isim darb olunmayan altın için kullanılmaz. O zaman, altında "şu kadar miskal hâlis, yeni, kırmızı aldatmaktan hâli ( = katkısız)' diye yazılır.

Eğer altın —saf değil— katkılı ise; bu durum da açıklanır. Gü-müşde de böyledir. Katkıntıdan ârî, hâlis, yeni gümüş diye yazılır. Bununla beraber damgalı veya külçe diye yazılır. Çünü o, bu iki ne­vi ile nevilenmiştir.

Diğer mevzûnât da böyledir. Onlarla yapılan sözleşme gibi, — nev'i sıfatı mikdarı— yazılır.

Şayet bedel, ölçülen cinsten ise, sözleşmede, olduğu gibi yazılır.

Buğday ise buğday yazılır ve nev'i yazılır; sulak yer buğdayı; kurak yer buğdayı; Nesef veya Buhara buğdayı gibi...

Sıfatı da yazılır; sarı, kırmızı, beyaz, taze, orta, eski gibi... Mik-darı da, "şu kadar ölçek" diye yazılır.

Arpa da böyledir. Onun da nev'i, sıfatı, mikdarı, öleceği yazılır.

Bunların (buğday ve arpanın) ağırlığı yazılmaz. Çünkü bu ikisi­nin ölçülen cinsten olduğu nasla sabittir. Mansus (= nasla sabit) olan bir hükmü değiştirmek caiz olmaz.

Buyu kitabında, âlimlerimizden iki rivayet vardır: Hasan bin Zi-yâd: "O, (yani ölçüleni tartmak caizdir." diye rivayet etmiştir.

Tahâvî ise: "O caiz değildir." diye rivayet etmiştir.

ihtiyat olan, ihtilaf haddinden çıkarmak için ölçüleceğini söylemekdir.

Bu, buğday ve arpa hali hazırda verilecek olduğu zaman böyledir.

Şayet va'deli ise, bizim söylediğimiz gibi, va'de mikdarı ile öde­ne mahallini de İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) kavline uymamaktan kaçın-nak için— söylemek de ihtiyata uygun olur.

Şayet bedel sayılan cinsten bir şey ise, onun da nev'i ve mik-ları yazılır.

Eğer bedel arşınla (uzunluk ölçüsü ile) ölçülen bir şey ise (bez, ;eten ve benzeri şeyler gibi...) ve biaynihî ise, o takdirde satış câiz-!ir. Ona işaret etmek gerekir. Onun sıfatı da yazılır. Akid meclisin­le hazır olup, ona işaret edildiğinde, zikredilir.

Eğer o, biaynihî değilse ve oda hâlde (peşin ödenecek) ise, caiz >lmaz. Eğer va'deli ise, caiz olur. Selem de olduğu gibi...

Sözleşmede vuku' bulduğu şekilde yazılıp; "o bezdir." denir, e onun nev'i, kalınlığı, inceliği, uzunluğu, beşyüz arşın veya altı-üz arşın olduğu veya benzeri şeyler yazılır. Arşının durumu da (Mülk arşını veya bez arşını yahut mesaha arşını gibi... yazılır. Va'de de açıklanır. Ödeme yeri de —eğer taşınması kolay olursa, İmâm Ebû Ha­nîfe (R.A.)'nin kavlinden taharzruz için— bildirilir.

Eğer bedel hayvan veya bir uruz ise, asla te'cili sahih olmaz. Zimmette borç olarak tesbiti de asla olmaz. Eğer ta'yin ederse sahih olur. Bedelin muayyen olduğu her yerde, elbette ona işaret etmek gerekir. Çünkü, huzurda olan, işaretle tanınır. Onu öylece yazar; sı­fatını yazar ve akid meclisinde işaretlendiğini yazar.

Şayet bedel hudutlu şeylerden ise (ev gibi, tarla gibi...) onun hudutlarını gösterir. İmâm Ebû Hanîfe (R.A.), İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) ve İmâm Muhammet! (R.A.) ve keza Hilâl: "Bu satın ahs^ şahindir." diye yazmadılar.

Ebû Zeyd eş-Şurûtî, ve bazı. ehl-i şurût: "Bu sahih bîr satın alış­tır." diye yazarlardı ve "Bunda şart yok; muhayyerlik yok; fesad yok; rehin yok; zorlama ve hoşnutsuzluk yok; bilakis bir müslüma-nın, diğer bir müslümana satışıdır." diye yazarlardı.

"Bunda şart yok." diye yazmaları; kimse iddia etmesin dîye-dir. Ve bunu, ihtiyat olarak yazarlardı.

"Bunda fesâd yok." diye yazarlardı. "Dönüş yok." diye ya­zarlardı ve benzeri, Nevâdir'in rivayeti üzerinedir. Fesadım iddia ede­nin sözü geçerlidir. Çünkü o mülkünün zevalini inkâr ^diyor. Bun­dan dolayı, ihtiyat olarak öyle yazılır. Tahâvî, şöyle buyurmuştur:

Bunlar yazılmaz ve onda muhayerinv ue yoktur. Bazı âlimler: "/  ıcı ve satıcılar akid meclisinde oldukça muhayyerdirler.

Tabâvî, şöyle buyurmuştur:

Müslümandan, müslümana yapılan satışın yazılması, sünnete te-berrükdür. Peygamber (S.A.V.), satın alış yazısının, —Hûde oğlu Hâlid oğlu Ada'dan köleyi satın aldığı vakit,— böyle yazılmasını em-reylemiştir. Zemyre'de de böyledir.

Âlimlerimiz, "şirâen sahîhan (= sahih satın alış) yazısını ve "müslümandan müslümana" yazısını da yazmadılar.

"Fesad yoktur." yazısını da yazmadılar. Çünkü, yazmış olsa; bu, müşterinin "satışın sıhhatini" ve "satılanın, satıcının malı olduğunu" ikrar olur.

Şayet müşterinin elinde iken, o satılan şeye bir hak sahibi çık­mış olursa; müşteri, parası için satıcıya müracaat edemez.

İmâm Züfer (R.A.) ve Ebû Leylâ ile Medine ehline göre, "şayet ara­larındaki satış bozulur; sonra da müşterinin eline geri dönerse; onu satıcıya teslim etmesi emri verilir. "Satıcının mülküdür." sözü ya­zılmadığı gibi, bu da yazılmaz.

Sonra, İmâm Muhammed (R.A.): "Filan oğlu filanın nakdidir. Yâni, müşteri bütün bedelden beridir. O ağırlığı yedi mıskal gelen şu şu kadar dirhemdir; der." buyurmuştur. "Filanın parasıdır. (-nakdidir.) sözü yazılmaz. Çünkü, "satıcı, teslim aldı." denilmemiştir.

Şayet bundan sonra satıcı: "Bana nakden ödedin." demiş olur; fakat "teslim aldım." demezse; bu sözü, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un kavline göre doğrulanır ye müşteri ondan beri öiur.

İmâm Muhammed (R.A.) de, bunu ihtiyar eylemiştir. Çünkü be­raatın ibtidâsı da, intihası da haber verilmiş oluyor. Vermek—almak, teslim almanın sıhhatini haber veriyor.

Eğer satıcı vekil ise, ve bu vekil, müvekkili tarafından onu al­maya izinli değilse, müşteri parayı ona vermekle kurtulmuş olmaz.

Eğer "ondan beri oldu." sözü yazılırsa; bu almanın sıhhatini ikrar olur.

Yûsuf bin Hâlid: "Müşteri beri oldu." yani "müşteri, satıcıya satış bedelinin tamamını ödedi." diye yazardı. Ve devamla, satıcı da :>ndan (filan oğlu filandan) tamamen aldı. O, ağırlığı yedi miskal ge-en, şu kadar dirhemdi." derdi.

Ebû Zeyd eş-Şurûtî, "filan oğlu filan (ya'ni satıcı) filan oğlu filandan (Ya'ni müşteriden) belirtilen bedelin tamamını aldı." diye ya­zardı. Ve devamla "filan oğiu filan<ya'ni müşteri) filan oğlu filana (ya'ni satıcıya) ağırlığı yedi miskal olan şu kadar dirhemi tamamen verdi ve ondan kurtuldu." diye yazardı. Muhıyt'te de böyledir.

Çünkü "almayı" apaçık söylemek vaciptir. Vermeyi söyle­mek de böyledir; taki, satıcı almış; alıcı vermiş olsun.

İbnü Ebi Leylâ şöyle derdi:

Kim alacaklısın da, alacağının cinsinden bir mal bulursa; onu alması yokur. Eğer alırsa, ona sahip oiamaz. Bilakis gâsıp olur. Onun için, "müşteri verdi." diye yazılır. İbnü Ebî Leylâ'nın sözünden ka­çınmak için böyle yazılır.

Tahâvî: "Filan oğlu filan, filan oğlu filana bedelin tamamını, tam olarak, noksansız verdi. Filan oğlu filan da onu teslim aldı ve ödeyecek şahıs tamamından beri oldu." diye yazardı. Çünkü, aima-yı da, vermeyi de tamamen açıklamak gerekir.

Vermeyi de, almadan önce söylemek gerekir. Çünkü almak için, vermek hükmü vardır. Hüküm ise, sebebden sonradır. Onun için, vermek önce söylenir.

İmâm Muhammed (R.A.) "satılan şeyin teslim alındığını" söyle­medi. Bedelin alımı gibi, onun da alındığını yazmaya ihtiyaç var. Çün­kü bu. müşteri için hüccet olur. Satılan şeyin de teslim alınmasına ihtiyaç vardır. Bu da satıcı için hüccet olur.

Şurût ehli burda ihtilaf eylediler: Semti, Hilâl ve Ebû Yezîd eş-Şurûtî bunu yazarlar ve söyler derlerdi: Filan oğlu filan —bu yazıda oldu­ğu gibi hudutları belli olan yeri— filana, tamamen teslim eyledi..

Tahâvî de: "filan oğiu filan; filana, müsemmada vâki olanın tamamını teslim eyledi." diye yazardı. Bu çok güzeldir.

Filan teslim eyledi." diye yazarlar da, "filan aldı." diye yaz­mazlar. Çünkü, bu anlaşılmaz. Bazı âlimlere göre, müşteri bedeli öde­diği zaman, satılan şeyi teslim alma hakkına ancak satıcının izniyle mâlik oiur.

Şayet o izin vermeden alırsa; gâsıp gibi olur.

Satıcı, onu elinden çıkarabilir.

Teslim" lafzı ihtiyar olundu; Çünkü, bu lafızdan satıcının iz­ninin olduğu anlaşılır. Bunun için, "teslim edildi." lafzını yazarız.

İmâm Muhammed (R.A.), el-Asl'da "alıcı ve satıcının satılanı görmelerini" söylememiştir. Bu da elbette gereklidir. Zira, ilim eh­linden bir kısmı: "Görmeden satış caiz olmaz." buyurmuşlardır. Gör­meden satın alışı da caiz olmaz.

Bazı âlimler de "Görmeden satmak caiz olur. Fakat satın al­mak caiz olmaz." demişlerdir. (Satan malını biliyor; fakat alıcı bilmiyor.)

Bazı, âlimler de: Her ikisi de caiz olur." buyurmuşlar ve an­cak, "müşterinin görme muhayyerliğini" sabit görmüşlerdir. Satıcı­nın görme muhayyerliğini ise sabit görmemişlerdir.

Bazı âlimler de: "Satışta satıcı; satın ahşda müşteri muhayyer olur. Bunu yazmak da —satışın caiz olması ve muhayyerliğin kalk­ması için— elzemdir.*' buyurmuşlardır.

Şurût ehli, bunun yazılması hususunda ihtilaf ettiler:

Semtî: Filan, filan ikrar eylediler. İkisi de yazılı olduğu gibi hu-dutlarıyle birlikte tamamım gördüler. Dâhilinde ne var ve haricinde ne varsa, hepsini açıkladılar. Az çok, ne varsa, sözleşme zamanı olan­ları gördüler; tanıdılar. Sonra satışını kabul eylediler." diye yazardı.

Ebû Zeyd'de, şöyle yazardı: Gerçekten filan (ya'ni müşteri) Ya­zılı yerin tamamına baktı ve razı oldu."

Semtî'nin söylediği daha güzel ve doğrudur. Çünkü ba'zı âlimle­re göre, bir kimse bir şey satar veya satın alır ve onu da görmez; sa­tış zamanı muayeneside olmazsa (yani hazırda olmazsa) işte bu caiz değildir. Biz "sözleşme zamanı gördük; yazdık." diyenlerden taharrüz ettik. (- kaçındık.) Önceki görüş, muhtaç olunmayan görüştür. Onu da söylemek, te'kid olur.

Âlimlerimize göre, satın alan şahıs evin dışına bakar da bir şey görmezse; onun görme muhayyerliği bâtıl olur. İmâm Züfer (R.A.)'e göre, evin haricinde ve dahilinde ne varsa, iyice bakar. Hasan bin Zi-yâd ev satın alan şahsın, onun azına da, çoğuna da bakması ve diğer yerlerine, binalarına ve emsali yerlerine iyice bakması görme muhay-yerliğindendir." buyurmuştur.

Biz, ihtilaftan hazerle (kaçınarak) bu şeyleri yazdık.

İmâm Muhammed (R.A.), —yukarıda geçtiği gibi— "akid ya­pan alıcı ve satıcı birbirlerinden ayrılırlar." demedi.

Hassaf da, onu yazmadı.

Şurût ehli ise, umumiyetle onu yazarlardı. Çünkü İmâm Safî (R.A.)'ye göre, akidleşenler için ayrılmadan önce meclis muhayyer­liği vardır. Bizim indimizde ise meclis muhayyerliği yoktur.

Çok kerre aralarında münazaa olur. Şafiî itikadına göre, onlar­dan birisi: "Ben meclisten ayrılmadan önce akdi fesh eylemiştim." der; diğeri de akdin geçerliliğini iddia eder. Bundan dolayı, biz "bu alım—satımdan sonra, akdin geçerli olduğu hâlde birbirinden ayrıl­dılar." diye yazdık. Böylece münazaa kesilmiş olur.

Şurut ehli bunun yazılması hususunda kendi aralarında ihtilaf eylediler.

Ebû Yezid eş-Şuiûti "Her ikisi de alım—satıma razı oldukdan sonra, tamamen ayrıldılar." diye yazardı.

Tahâvî de aynı şekilde yazardı.

Tahâvî müşteri hakkında, "bu ihtiyata daha yakındır." diye söy­lemedi ki, müşteri satın alınanı ikrar etmiş olsun. Zaman geçer ve sonra, bir gün o yere bir hak sahibi çıkarsa; —ba'zı âlimlerin kavli­ne sözüne göre— müşteri satıcıya parası için müracaat edemez.

İmâm Muhammed (R.A.), şöyle buyurdu:

Bu akde belirli şahitler şehâdette bulunurlar.

Ehl-i şurûttan ba'zılan: "Bunu yazının evveline yazarlar." dediler.

Bize göre, en güzeli, şahidlerin şehâdetini yazının sonuna yaz­maktır. Daha güzeli, şahitlerin isimlerini de tesbit edip yazmaktır. Mebsât'ta da böyledir.

İmâm Muhammed (R.A.) kısa kesip, başka bir şöy söylemedi.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'da, böylece kı­sa kestiler. Ehl-i şurût, Yûsuf bin Hâlid, Hilâl ve Ebû Zeyd şöyle yazar­lar "Belirli şahitler, filân ve filana karşı, bu yazıda olanın tama­mına ve her ikisinin vazıda olanın hepsini bildiklerini, ikrar eyledik­lerine ve onun sahih ve caiz olduğuna; şu senenin, şu ayının şu gü­nünde akdin yapıldığına" şahitlik yaptılar.

Ebû Yezid eş-Şurûtî, daha da uzun yazardı.

Yûsuf bin Haüd ve Hilâl şahitlerin şehâdetlerinin de, bunların is-batı için yazılmasını ihtiyar eylediler.

Müteahhirin âlimlerimizden bazıları, şöyle derlerdi: Bu yazı, üze­rinde durulan şeylerin tamamına (yani satış, satın alış, satın alanın teslim alması, satanın bedelini teslim alması gibi şeylerin tamamına) şamildir.

Akidleşenlerin birbirinden rızaları ile ayrılmaları gerekirse, taz-k minati söylemeleri de gerekir.

Bunlar, hakiki şahitlerin üzerinde duracağı şeylerdir. Bu şahit­lerin şehâdet edemiyecekleri ise satişda, suma yapmalarıdır. Taraf­lar kendi aralarında bir bedel kararlaştırıp, "bu, gizlide bin dirhem aleniyette (= açıkta) ise iki bin dirhem" demelerine de şahitler şe­hâdet edemez. Keza alıcı ve satıcının görmeleri, hakiki şahitlerin üze­rinde duramıyacağı şeydir. Çünkü şahit, kendisinden başkasının gör­düğüne vâkıf olamaz. Çok kerre insan bir şeye bakar, fakat onu gö­remez ve ona vakıf olamaz.

Keza, hakiki şahitler onların ne düşündüklerine de vakıf ola­mazlar. Ancak, şahitler bunları onların ikrarına göre söylerler ve bilirler.

Ebû Zeyd, "akılları başlarında; işlerinin caiz olduğu hâlde" söz­lerini de yazardı.

Tahâvî'de aynı şekilde yazardı. Tahâvî, "en sağlam, en ihtiyatlı diye yazmazdı.

Şahitlerin, sözleşme yapan satıcı ve satın alıcıyı tanıdıkları isim ve künylerini bildikleri de yazılır mı?

Semtî ve Hilâl bunları yazmazlardı; diğerleri bunları da yazardı.

Müteahhirin âlimlerinden bazıları şöyle buyurmuşlardır: Ahş-veriş yapan kimseler, insanlar arasında tanınan, şöhret bul­muş kimseler ise, onu yazmaya hacet kalmaz.

Şayet tanınmış kimselerden değillerse, onlara karşı yapılacak şa­hitlik için yazılırlar.

Onları her yönleriyle bilmek gerekir.

Huzurda olmadıkları veya öldükleri zaman, isimleriyle ve ne-sebleriyle tanımaya ihtiyaç vardır.

Akidleşenlerin ikrarlarına itimat etmek caiz olmaz. Umulur ki, onlardan her biri, ismini ve nesebini, bir başkasının ismi ve nesebi olarak söyler ve satılanı başkasının mülkünden çıkarmak ister. Böy­le bir durumda ise, akid yapanların isimleri ve nesebleri hakkında itimat etmek, başkalarının mülkünü ibtâle sebep olur. Bu hususta, insanlardan çoğu gaflettedirler; tanımadıkları iki kişiden ahm-satım lafzını veya karşılıklı ahm-verim ikrarını duyunca sonra da ve satı­lan şeyin sahibi öldükten sonra, o isimle şahitlik ediyorlar. Halbuki onların bilgileri yoktur. İnsanların emlâkim korumak ve nefsini de yalan ve iftira etmiş olmaktan korumak için, bu gibi şahitliklerden kaçınmak gerekir. [52]

 

Şahidin Nesebi Nasıl Bilinir?

 

Şahidin nesebini bilmenin yolu: Yalan üzerine toplanmaları tasavvur edilmeyen bir cemaatın, şahidin nesebini haber vermeleridir.

Bu, İmâm Ebn Hanîfe (R.A.)'ye göre böyledir.

İmâmeyn'e göre ise, bunun yolu, iki erkeğin veya bir erkek ile iki kadının şehâdetidir.

Şart koşulan bu cemaatın hazır olması güç olursa bu durumda İmâm Ebû Hanîfe (R.A.), iki şahit şahitlerin yanında, o cemaatin, şa­hitlerin nesebleri üzerine şehâdetlerine şahit olurlar. İhtiyaç olunca, o şahitler, bunların nesebleri üzerine yaptıkları şehâdetlerine şahit­lik yaparlar.

Elbette, bir kimsenin nesebi hakkında şahitlik yapan kimse­lerin, onun yüzüne bakmaları gerekir. Bazı âlimlerimiz: "Şahitlerin, gerçekten o filândır; demeleri; ona karşı helâl değildir. Amma onun huzurda olmadığı veya öldüğü zaman, şahitlerin şehâdetine ihtiyaç vardır. O takdirde şahitler, ismiyle, nesebiyle söyler.

Bilinmeyen bir adam hakkında, yalan üzere içtimaları (= top­lanmaları) Tasavvur edilmeyen bir cemaat şehâdette bulunurlarsa; İmâm-ı A'zâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre ismiyle nesebiyle söylerler.

İmâmeyn'e göre ise, bu-durumda iki şahidin onların yanında şe-hâdetleri olursa, o zaman ismiyle ve nesebiyle söylerler.

Biz, bu hususu, şehâdetler Kitabında tamamen anlatmıştık. [53]

 

Alışverişte, Ödemeye Kefaletin Nasıl Kaydedileceği

 

Bir müşteri, satıcıdan kefil alırsa bunu nasıl yazar? Bu mes'ele iki vecih üzerinedir:

1-) Ya tazminata (= ödemelere) bir şahsı kefil alıp, başka bir şeye karışmaz.

2-) Veya müşterinin, satıcı üzerinde bütün bütün haklarına karşı kefil alır. Bu haklar, bu satış sebebiyle bedelden, binanın, ziraatın ekinin parasından ne olursa olsun; kefalet caizdir. Çünkü, bu kefa­let borç sebebiyledir ve caizdir.

Kefalet Kitabında da böylece bildirilmiştir.

Birinci vecihte böyle değildir; orda, ancak satılan yere bir hak sahibi çıktığı zaman veya bedel geri verilirse kefalet geçerli olur; başka durumlarda geçerli değildir. Binanın, zirâatın, ekimin kıymetinden dolayı bir şey gerekmez. Çünkü tazminat —Örfde— istihkak zama­nı bedeli ödemek için olur. Kefalet de bu yönde kullanılır; bunun haricinde kullanılmaz.

Satış yazısı tamamlanınca "tazminatı mucip bir hal olunca; müş­teriye, satıcı parasını tazmin eder." diye yazılır. Veya bedeli, oldu­ğu gibi geri verir." denilir.

ŞeyhıTl-islâm. Şerhı'nde şöyle buyurmuştur:

Burda başka şartların da yazılması gerekir. Meselâ şöyle de ya­zılır: "Satışta şart olmaksızın, buna kefil oldu." Çünkü, şartlı satı­şa kefil almak, kıyâsen caiz değildir. İmim Zafer (R.A.), bunu kabul eylemiştir. Bu kavilden taharrüz için, bu da yazılır.

O şartlardan biri de, "kefalet, satıcının emriyle oldu." diye yaz­maktır. Çünkü, Osman cl-Bennâ'ya göre kendisi adına kefil olunan şah­sın emri olmaksızın yapılan kefalet sahih olmaz. Bu yüzden, —Osman el-Bennâ'nın kavline muhalefetten kaçınmak için— "satıcı emretti" diye yazılır.

O şartlardan birisi de, kendisi için kefil alman şahsın yani müş­terinin iznidir. Tazminat, kefalet meclisinde söylenilir. Çünkü, imâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, gaip bir kimse için kefalet —o kabul eylemediği zaman— caiz olmaz. Suret-i mah­sûsa bundan müstesnadır.'Bu, kefalet yazısında bir örftür. Onun için, tazminat meclisinde muhatap olması ve kefalete izin vermesi imam­ların kavline muhalefetten kaçınmak için şart koşulmuştur.

Şartlardan biri de: Onlardan her biri (ya'ni satıcı ve yabancı ke­filin her biri) adamının yerine ve onun emriyle kefildir. Çünkü, ço­ğu zaman, bunlardan biri hazırda olmaz ve diğeri de zor durumda olur da, hak sahibi hakkına vâsıl olamaz. Bu yüzden, birbirinin ke­fili olurlar ve böylece gaip olanın yerine, onun hakkını alabilir.

"Kefalet satıcının emriyle yazılır." sözü, Peygamber (S.A.V.) Efendimizin kavline muhalefetten kaçınmak içindir.

O şartlardan birisi de: Onlardan herbirini (yani satıcı, kefil ve husûmet vekilini) bu satış sebebiyle, (onlardan her birini) müşteri sağ­lığında ve ölümünden sonra, şöyle iddia ediyor. (Yani müşterinin valisi sahih bir vekâletle iddia ediyor.) Ne zaman o fesh olursa, ondan sonra vekile avdet edeceğinin söylenmesi gerekir. Bu, müşteri için sağlam bir tevsik olur. Çünkü, mal asıla vacip olmaz ise, kefilin üzerine de vacip olmaz. Zira kefil, asılın yükünü taşıyor demektir. Çoğu kerre, müşterinin üzerine istihkar, satıcının bulunmayıp kefilin hazır oldu­ğu zamanda olur ve müşterinin satıcı üzerindeki hakkını, —kefile karşı da'va sebebiyle— isbat etme imkânı olmaz. Çünkü kefil, gâi-bîn yerine hasım nasbedilmemiştir. Kefil, onun yerine vekil olma­mış olsaydı, husûmetde (= da'vada), onun veya başkasının emriy­le, kefil olması müsâvî olurdu.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre böyledir. İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'da böyle rivayet etmiştir.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.), İmlâ isimli kitabında şöyle buyurmuş­tur: Kefalet emirle (söylemekle) olursa; kefil, satıcı yerine da'vâ et­me ve da'vâ edilme hakkına sahip olur.

Şayet kefalet, emirsiz olursa; o takdirde kefil, satıcı yerine hasm olarak nasB edilmez.

İmâm Muhammed (R.A.) ise: "Kefalet emirle olsun, emirsiz ol­sun, kefil, satıcı yerine hasm olarak nasbedilir." buyurmuştur.

Bu yönden bu mes'elede ihtilâf olunca, uygun olanı onlardan her birinin vekâletini yazmaktır ki bu ihtilafdan kaçınılmış olsun.

Keza uygun olanı, kefili satıcının yerine husûmet hakkında ve­kil kılmaktır. Böylece, satıcının gaip olması hâlinde, müşterinin hak­kını isbatı mümkün olur.

Fakat, satıcının kefile vekil olmasına ihtiyaç yoktur. Çünkü, sa­tıcı satış sebebiyle, müşteriye karşı olan da'vâda asildir. Âlimler, bu­nun için bir vecih daha zikreylediler: O da "tazminat için, onun başka bir şeye karışmaması üzere, kefil tayin etmektir.

Fakat müşterinin satıcıda olan bütün haklarına karşı kefil edi­nirse; —söylediğiniz gibi— kefil olduğu şeyin miktarını beyan eder. Binanın, zirâatın, ekinin kıymetini (bir dirhemden, bin dirheme ka­dar) ve adedini söyler. Onların kıymetini fazla olarak söylemez. En doğrusunu, ancak Allahu Teâlâ bilir.

Satışta münazaa korkusundan dolayı ikrar alınır ve şöyle denilir:

Satış, münâzaasız ve rızası ile vâki oldu. Satıcının oğlu (veya karısı yahut babası) kendisi için, satılan şey hakkında, satış veya başka bir sebeble da'va hakkı vardır zanneder.

Tazminat yazısından fariğ olunca da şöyle ikrar eder: "Bu satı­cı filan oğlu filandır, (veya filan kızı filânedir ve bu satıcının karışı­dır.) ikrarın şartları kendisinde toplanmış olduğu hâlde, isteyerek, ikrar eylemiştir. Satıcı kendi mülkünü satmıştır. Satan şahsın, sattı­ğı şeyde hiç bir hakkı kalmamıştır. Hiç bir şey de da'vâ edemez. Bu müşteri, satın aldığı şeyin tamamına hak sahibi olmuştur. Bu satıcr, bu müşteriye karşı bir iddiada bulunduğu zaman o iddia bâtıldır; reddedilmiştir.

îkrar eden şahsın şifahen söylediği bu ikrara şahitler böylece şe-hâdette bulunurlar.

Veya şöyle yazılır: "—Beyan eylediğimiz gibi— filan ikrar   -ledi; yazılanın tamamını söyledi" denir. Ve satış, bedeli teslim aiış,, satılan şeyi teslim ediş ve satılan şey hakkında, satıcının tazminatı; satışın, onun emriyle, izniyle ve rızasiyle yapıldığı —yukarıda söyle­diğimiz gibi— sonuna kadar söylenir.

Veya, yazının başına, "filan oğlu filan, filan oğlu filandan, fi­lan oğlu filanın izniyle satın aldı." diye yazılır ve bedelin alındığı da söylenerek filanın emriyle ve izniyle alındı." denir ve Öylece yazılır. [54]

 

İki Evin Birlikte Satılması İşleminin Kayda Geçirilmesi

 

Ma'kûdün aleyh (= hakkında akid yapılan şey) iki ev ise, bu akid şöyle yazılır:

a-) Şayet bu evler birbirine bitişik iseler şöyle yazılır:

Birbirine bitişik olan ve yerleri şu köyde, şu mahallede bulunan ou iki evin tamamı, (bu evler daha öne geçtiği gibi vasfedilir ve ikisi-ninde hudutları yazılır) bütün hakları arsaları, binaları, altı, üstü bü­tün mürâfıkları, iki eve ait bütün haklar., içinde dışında olanların ta mamı, o iki eve ait az veya çok ne varsa hepsi yazılır ve yazı yukarı­da geçtiği gibi tamam olur.

b-) Eğer evler ayrı ayrı iseler, bu akid de şöyle yazılır:

Bir sokakta bulunuyorlarsa: "Şu köyde, şu mahallede, şu so­kakta bulunan evler." denir ve her ikisinin de hudutları ayrı ayrı yaz­dırılır. Yazı önceki gibi— tamam olur.

Şayet evler, iki ayrı sokakta olup, bu sokaklar da bir mahallede ise, öylece yazılır.

Evlerden birisinin yeri şu köyün şu mahallesinin şu sokağında, şu mescidin yanında ise onun hudutları belirtilerek yazılır. O bitince de diğer evin yeri şu köyün, şu mahallesinin şu sokağında" diye ya­zılır ve sonra da hudutları söylenip, öylece yazılır ve yazı biter.

Şayet sokaklar, ayrı ayrı iki mahallede iseler; mahalleleri ve so­kakları ile ayrı ayrı yazılır. Yazı da böylece tamamlanır.

Eğer bedelleri ayrı verilirse "Bedel bin dirhemdir. Birinci evin hudutları şudur ve bedeli altıyüz dirhemdir. Diğer evin hudutları şu­dur ve bedeli dörtyüz dirhemdir." denir ve yazı böylece tamamlanır. [55]

 

Bir Ev Topluluğundan Belirli Bir Evin Satış İşleminin Kaydı

 

Ma'kûdün aleyh (= üzerinde alış-veriş akdi yapılan) ev, bir ev topluluğundan, belirli bir ev ise, bu akid-nâme şöyle yazılır:

"Kışlık evin tamamını, ondan satın aldı. (veya yazlık evin ta­mamını...) yahut (bir katın tamamını...) veya (mutlağın tamamını) veya odunluğun tamamını) yahut helanın tamamını) veya (Hesap evi­nin tamamını, satın aldı." diye yazılır.

Şayet üzeriyle birlikte satın alıyor ise, "üzeriyle birlikte satm al­dı." diye yazılır. Veya "üzerinde olanın tamamıyla satın aldı." diye yazılır.

O evin yeri, mahallesi, sokağı ve hududunda yazılır. Sonra, o evin o yurtdaki yeri "girişin sağında;" veya "solunda;" veya "önün­de..." şeklinde ve nerede ise, olduğu yerde yazılır, "Sağdaki evler­den ikincisi...," veya "üçüncüsü..." yahut "soldaki evlerden ikin­cisi..." veya "üçüncüsü..." gibi...

Sonra, o evin hududu ve daha sonra da, o ev topluluğunun ta­mamı, hudûduyla, haklarıyla yoluyla beraber, büyük kapusuna ka­dar yazılır.

Uygun olanı, yolun enini de yazmaktır.

Şayet üstünü değil de altını satın alırsa, "satıcının altı." diye yazılır. Bu satışta, o yere başka bir şey dâhil olmaz.

Vehim-tevehhüm kalmasın diye sarih olarak, etraflıca yazılır.

En doğrusunu, ancak Allahu Teâlâ bilir. [56]

 

Bir Yerin, Belirli Bir Parçasını Satış İşleminin Kaydı

 

Ma'kûdün aleyh, bir ev topluluğunun belirli bir parçası ise, akidnâme şöyle yazılır:

"Yurttan belirli, taksim edilmiş, mukadder hissenin tamamını satın aldı. Bu yer, oranın yansıdır. Ve girişin sağ tarafıdır. Onun eni şu kadar arşın, boyu şu kadar arşındır. Dört hududu vardır: Bi­risi yurttan kışlık eve bitişiktir; ikinci hudut, yazlık eve bitişiktir. Ve şöyle şöyledir." [57]

 

Bir Evi Müstesna Kılıp, Onun Bulunduğu Yeri Satın Alma İşleminin Kaydı

 

Bir yer, orda bulunan evlerden biri istisna edilerek satın alı­nırsa; bu alış-veriş akdi şöyle yazılır:

"Üstten bir ev müstesna, buranın bütün evlerini, ondan satın aldı." veya "bir evin gayrisini...*' yahut "bir evden maadasını satın aldı." Bu yurt, şu yerdedir ve hududu şudur. Müstesna kılınan evin de yeri şudur; hududu şudur.

Müstesna kılınan evin hududunu bilmeye ihtiyaç vardır. Çün­kü müstesnayı bilmemek müstesna minhi bilmemek olur.

Bu akidde, —bilinen— bu müşteri yazıda yazılı olan yeri, — bilinen— bu satıcıdan, hudutları bilinen bu evi ve burada ne varsa, bütün hŞklarını, arsasını, binasını, altını, üstünü, yolunu, az çok ne varsa, dahilinde ve haricinde olan hakların tamamını satın almıştır. Ancak, hududu belli, hakkı ve arsası, binası büyük umûmî kapıya kadar yolu olan- —ve istisna kılman— ev hariçtir. Zehıyre'de de böyledir.

—Müstesna kılman evin— yolu zikredilir. Çünkü, onsuz ol­maz. O olmayınca, fesadı mucip olur. Tavandaki ağacı satmak gi­bi... Muhıyt'te de böyledir.

Evin görüldüğü zikredilirken şöyle yazılır:

"Gerçekten müşteri, bu müstesna olan evi gördü ve onu tanıdı." Bunun elbette yazılması gerekir. İmâm Muhammed (R.A.), el-AsıTda böyle buyurmuştur. Müstesna olan yeri görmek, görme muhayyerliği müntefî olsun ve satış bil-icma caiz olsun diye gereklidir. Çünkü evler, menfaat ba­kımından değişiktirler. Müstesnayı görmeden, o belli olmaz. Ve müs­tesnayı bilmemek, müstesna minhü bilmemek olur. Bu ise, satılan yerdir. Bunun içindir ki görmek şarttır. Bu mes'ele, asıl şartların hassalarındandır.

Diğer yazılarda, yalnız satılanın görülmesi şart koşulmuştu; baş­kasını değil...

Şurût ehlinin bazıları, bu durumda şöyle yazarlardı: Müşteri, satıcıdan şu yerdeki yurdun tamamını şu şu kadara sa­tın aldı. Yalnız ondan bir ev satıcıya kaldı."

İşte, bu yazış şekli hatâdır. Çünkü, bir yerin tamamının satımı ve oradan bir evin satıcıya kalması, —oranın bedeli bilinmediği için— fâsidtir. Zira, bir evin dışında olanı satın almış oldu; c dışta kalan evin parası taksim edilse; hissesi bilinmez.

Bu, tamamını alıp birini müstesna etmeye benzemez. Çünkü bur-da o evin haricinde kalan yeri, bedelin tamamı ile almış oldu; işte o caizdir.

Müstesna bir oda bile olsa böyledir .Bu durumda,onun hududu ve onunla birlikte başka bir oda daha varsa, onun da hududu (yok­sa yalnız onun hududu) yazılır. [58]

 

Bir Başkasının Yerinden Taksim Edilip Belirlenmiş Bir Yerin Satın Alınması İşleminin Kaydı

 

Ma'kûdün aleyh, bir başkasının yerinden, taksim edilmiş be­lirli bir hisseyi satın alırsa; akid-nâme şöyle yazılır:

Filan oğlu filan, filan oğlu filandan, iki sehimden birisini (ki o, bu yerin yarısıdır.) tamamen satın aldı. \ eya "—üç sehimden bi­rini, tamamen satın aldı." Yahut "dört sehimden bir sehmini tama­men satın aldı ve o dörtte birdir." denir ve böylece o yerin hududu yazılır; satın alınan yerin hududu yazılmaz.

Şayet, orası bir menzil olmuş olsaydı, hüküm bunun hilafına olurdu ve o zaman, o menzilden satılan yerin hududu yazılırdı.

Aradaki fark: Gerçekten menzilin hududu, muayyendir. Fakat yurt-dan satın alınan yerin hududu ğayr-ı muayyendir ve o yurdun hudu­du, hissenin de hudududur.

Teslim almaya gelince; "yurdun tamamını teslim aldı." diye ya­zılır. Çünkü nasip (- hisse) yurdun tamamında şâidir. Onun için, "tamamını teslim aldı." diye yazılır ve "üzerine satış vâki olan ye­rin tamamını teslim aldı." kaydı konulur.

Bazı muhakkik âlimler şöyle demişlerdir:

Nasibini (= hissesini) aldı." veya "Üzerine satış vâki olanı al­dı." diye yazılır. O da yurdun tamamından, iki senimden biridir. (Ya­ni, o yerin yarısıdır.) Çünkü, satıcının, satılan yeri teslim etmesi ge­rekir; satılmayanı değil...

İmâm Muhammed (R.A.), kitapların çoğunda şöyle buyurmuştur:

İki adam bir şeyi gasbeyleseler, onlardan her biri, o şeyin yarı­sını gasbeylemiş olur ve öyle tasavvur edilir.

Bunun içindir ki, bizim söylediğimiz gibi yazılır.

Alıcı ve satıcının görmesine gelince; "yurdun tamamım gördü­ler." diye yazılır.

imâm Zûfer (R.A.)'in kavline uymamaktan sakınmak için "mül­kün tamamını gördüler." diye yazılır. Çünkü, İmâm Zûfer (R.A.)'e göre, iki ortaktan birisi, iki hisseden, bir hisse satsa işte o satıcının ve ortağının hissesi olur. O takdirde de, kendi hissesinin yansını sat­mış olur ve onun için, "mülkünün ve hissesinin tamamını sattı." di­ye yazılır. Ve bil-ittifak mülkünün tamamını satmış olsun diye böyle yazılır.

En doğrusunu bilen Allahu Teâlâ'dır. [59]

 

Bir Kimsenin, Yarısı Kendisine Ait Olan Bir Yerin, Diğer Yarı Hissesini Satın Alma İşleminin Kaydı

 

Bir kimse, yarısı kendisine ait olan bir yerin diğer yarısını da satın alınca, alış-veriş akdi şöyle yazılır: Taksim olunmamış yarı, önce —satın alma veya başka bir sebeble— müşterinin idi. Şimdi ise, ta­mamı onun oldu.

Şayet, yansını belirsiz olarak satın alır; kalan yarıyı da icarlar-sa; bu satış senedine, —beyan eylediğimiz gibi— yazılır ve şöyle de­nir. Bu müşteri, geride kalanın tamamını icarladı. îcarlanan yer, bu hudutlu yerin, belirsiz yarısıdır. Üzerine sözleşme yapılan yer, bir seneliği şu kadar dirheme, menfaat için icarlanmiştır.

Ücretin peşin olduğu tasarrufu ve tazminatı da yazılır.

Senet böylece tamam olur. [60]

 

Bir Üst Katın Satılması İşleminin Kaydı

 

Ma'kûdün aleyh, üst katta bulunan bir ev olur ve onun altı da, satın alan şahsın olmazsa, bu alış-veriş akdi (senedi) şöyle yazılır:

Müşteri, ondan (satıcıdan) evin üzerinde bulunan odayı (veya kışlık evin üzerinde olan odayı), satın aldı. Denir ve o yerin hududu yazılır. Üstün hududu yoktur. Ancak, evin hududu vardır. Çünkü, satılan ev, o yöndendir. Zira onun üzerini ikrar, onun hudududur. Üstün hududu yoktur. O yerin hududu olunca, üstün hududunu yaz­maktan müstağni olunur. O zaman, üstün tamamını almış olur. (Ve­ya, evin üzerinde bulunan bir odayı almış olur.) Alt hâriçte kalır.

Bu satışa, o odanın altı dahil olmaz.

"O odanın yolu: Rum ağacından yapılmış merdivendir girişin sağ tarafındadır." diye azılır.

Şayet o odanın etrafında, başka odalar da varsa; uygun olan, onun hududunu yazmaktır. Veya bir hududunu yazmak ve "bu oda, filanın odasıdır." demek; İkinci, üçüncü ve dördüncüyü de böyle yazmaktır.

İmâm Muhammed (R.A.), "üzerinde oda olan yerin kaç arşın ol­duğunu As! kitabında yazmamıştır.

Tahâvî de, şurûtunda yazmamıştır.

Hassâf, üstün enini boyunu yazmayı şart koşardı.

Necmüddin en-Nesefî'den de böyle rivayet edilmiştir. Böylece ara­larında niza' çıkmaz ve ait kat yıkılınca, hakkı zayi olmaz.

Bazı âlimlerimiz: "Üst katın arşınını yazmak gereklidir." bu­yurdular. Zira üst kat, alt kat kadar olabileceği gibi, ondan noksan da olabilir.

En uygunu, yıkılınca niza' olmasın diye, onun ne miktar oldu­ğunu yazmaktır. İkinci defa yapmak isterse, niza' oimaz. İmâm Mu­hammed (R.A.), Asi kitabında şöyle buyurdu: Hududunun tamamı yazılır.

Şurût ehlinin bazıları, İmâm Muhammed (R.A.)'in bu kavlini ka­bul etmediler ve şöyle dediler:

"Hududu ile demenin bir ma'nası yoktur. Zaten üst katın hu­dudu yoktur."

Fakat bu söylenti bir şey değildir ve alt katın olduğu gibi, üst katın da hududu vardır. Yalnız, üstün hududu, kitin hudûduyla bi­linir. Bu bakımdan da üstün hududunda istiğna vaki olur. Sonra da İmâm Muhammed (R.A.), oranın arsasını ve binasını yazardı.

Hassâf, bunu yazmaz ve: "Üst için arsa olmaz." O hava üzerin­de duruyor.

Görülmüyor mu ki, üst kat, teslim alınmadan önce yıkılsa, sa­tış bozuluyor. Ve görülmüyor mu ki, üst kat yıkılınca, onun yeri sa­tılsa caiz olmuyor. Onun yerini yazmakta ne fayda var. Onun yeri yok ki..." derdi.

Bize göre, bir şeyin yeri, onun üzerinde bulunduğu yerdir. Üst kat da alt katın üzerinde olunca, o alt kat, üst katın yeri olur. Bu yönden binasını, yerini yazmak caiz olur. Bu, üst katın tamamı, satıcıya ait alt katın üstünde olduğu zaman böyledir. Fakat, üst katın bir kısmı satıcının üstünde, bir kısmı da başkasının yerinin üstünde ise; o zaman, "üst katın bir kısmı, satıcının alt katının üstünde; bir kısmı da başkasının alt katının üstünde..." diye yazar ve her birinin miktarım belirtir.

Keza, o üst kat, aynı binada iki evin üstü olmuş olsa, şöyle ya­zılır: "Bir kısmı, yazlık evin üstünde; bir kısmı da kışlık evin üsdün-dedir." denir ve her ikisinin de hudutları ve ne miktar oldukları yazılır.

En doğrusunu Allahu Teâlâ bilir[61]

 

İki Duvar Üzerine Yapılmış Olan Bir Yerin Satış İşleminin Kaydı

 

İki duvar üzerine yapılmış bir yerin satılması hâlinde şöyle yazılır:

"Müşteri, satıcıdan, ma'kûdün aleyh olan ve bu iki duvar üze­rine yapılmış bulunan yerin tamamını, şu şu hudutlar içinde, uzun­luğu şu kadar arşın, şu yerde, eni şu kadar arşın, yerden yüksekliği şu kadar arşın olan ve içinde odun bulunan yeri, bütün haklarıyla satın aldı." diye yazılır ve yazı böylece biter. [62]

 

Bir Örtme Satışı İşleminin Kaydı

 

Ma'kûdün aleyh (= alış-veriş akdi yapılan) yer, bir örtme ise, senet şöyle yazılır:

Müşteri, satıcıdan bir tarafı filânın duvarı üzerinde, diğer tara­fı filanın duvarı üzerinde bulunan örtmenin tamamını satın aldı.

Bunun açıklaması da önceki gibidir. Eğer sokak üzerinde ise, onu da iyice açıklar. Örtmenin enini, boyunu, kaç ağacı olduğunu ve bunun gibi hususları açıklar ve böylece yazılır. [63]

 

Altı Olmayan Üst Katın Veya Üstü Olmayan Alt Katın Satış İşleminin Kaydı

 

Altı olmayan bir üst kat veya üst olmayan bir alt katın satış senedi şöyle yazılır:

Evin dört tarafının hududu yazılarak "müşteri, satıcıdan, yal­nız altı (veya yalnız üstü) satın aldı." denilir. [64]

 

Ahırı, Samanlığı, Bahçesi Bulunan Bir Evin Satış İşleminin Kaydı

 

Ahırı, samanlığı ve bahçesi bulunan bir evin satış senedi şöyle yazılır:

Müşteri, satıcıdan müştemilâtında ahır, samanlık ve bahçe bu­lunan, şu yerdeki evi satın aldı.

Hamamı, değirmen evi varsa onuda yazar. Değirmeni; iki taşla dönen bir, iki, üç veya şu kadar değirmen diye belirtir. Ve şu yerde, mürâfıkı ile beraber tane öğütüyorsa onu da yazar.

Eğer evde yağ küpleri varsa onları; evde bulunan her şeyi yazar. [65]

 

Tek Bir Duvarın Satış İşleminin Kaydı

 

Bir tek duvarın satılması hâlinde; bü alış-verişin şu üç vecih-den hâli kalmayacağını bilmek gerekir:

1-) Müşteri, duvarı yeri ile beraber satın alabilir.

Bu durumda, "müşteri, satıcıdan şu yerde yapılmış bulunan du­varın tamamını, yeriyle birlikte satm aldı.'* diye yazılır ve sonra da "Bu duvar, şu yerde; filânın evine bitişik; uzunluğu, şu kadar arşın; eni, şu kadar; yüksekliği şu kadar arşın; şu yerden başlar, şu yerde biter; hadleriyle, haklarıyle, yeri ile, binası ile, az çok nesi varsa hep­siyle satın aldı. diye yazılır.

Bu duvarın yolu da yazılır mı?

Tahâvî, şöyle buyurmuştur:

Eğer duvar, müşterinin evine bitişikse veya büyük yola ulaşı­yorsa; bu durumlarda yola muhtaç olmadığından; yolu zikredilmez.

Eğer böyle değilse, elbette yolu da zikredilir ve yazılır.

2-) Duvar, başka yere nakledilmek için, yeri harici olmak üze­re satın alınmış olabilir:

Bu durumda, senet, duvarın, yeriyle beraber satın alınması gibi yazılır. Ancak, yeri istisna edilir. O yer satışın içine girmez.

Bu duvarın yolu da yazılmaz. Çünkü, onun yola ihtiyacı yoktur. .    İmâm Ebû Hanife (R.A.) ve arkadaşları, bunu yazarlardı.

Ehl-i şurûtun ba'zıları da —müşterinin onu yıkmasına delâlet etsin diye— "Müşteri, duvarı, yıkılmış olarak satın aldı." diye ya­zarlardı. Tahâvî ise: "Bu hatâdır. Çünkü, duvarın tamamım, yıkıl­mış olarak satm aldı, demiş olsa; bu durumda duvar yıkılmıştır. O zaman, mevcut olmayanı satın almış olur ki, o da caiz değildir.

Meselâ: Bir kimse, şu buğdayın ununu satın alsa veya şu susa­mın yağını satın alsa; bu caiz olmaz." buyurmuştur.

Fakat, "yıkmak üzere satın aldı." denirse, bu —beyan ettiği­miz gibi—caiz olur.

3-) Duvar, mutlak olarak satm alınmış olabilir.

Bu durumda, bu duvarın yeri —bunu söylemeksizin— satışa dâ­hil olur.

Hassâf, duvarı yeri ile beraber yazardı ve "Kalanı hâkimin hük­müne aittir." derdi. [66]

 

Bir Binayı, Yeri Hariç Olarak Satma İşleminin Kaydı

 

Satış akdine konu olan şey, yeri hâriç bir bina ise, senet belirli bir yerde bulunan şu binanın tamamım, müşteri, satıcıdan satın al­dı. Evler, kapılar, tavanlar, duvarlar, raflar, ağaçlar, eşyalar, ka­mış hasırlar ve bu binada her ne varsa, tuğla, kiremit kerpiç çamur, toprak gibi ve yerinin haricindeki her şey bu satışa dâhildir.

Şayet yeri istisna kılmamış olsa; bu da caizdir. Çünkü, bina ye­re tâbi değildir. Zehıyre'de de böyledir.

Fakat daha kuvvetli, sağlam ve te'kidli olsun diye, o.da yazılır. -   Şöyle yazmak da caiz olur:

Müşteri, satıcıdan yerim şümulünde olan şeylerin tamamını sa­tın aldı. Bu ev, şu yerdedir." denir ve hududu söylenir.

Sonra da "bu hudutlu yerin içinde olan şeylerin tamamını, — yeri hâriç,— aşağısını, yukarısını satın aldı." diye yazılır. Şahitler­den önce, bunu satıcı ikrar eyler ve "kendisinin o yerde hakkının kalmadığını; bütün haklarının müşterinin eline geçtiğini; diğer bü­tün insanların dışında olduğunu, ne var ne yok hepsinin müşteriye âit olduğunu; hak, vacip ve lazım bir iş olduğunu; o yerin oraya îca-beden nesi varsa, tamamının, sağlığında müşterinin olduğunu; ölü­münden sonra da yerine geçecek olanın olacağını;" şifahan söyler.

Fakat yıkmak ve ankazını nakletmek için satın alırsa, duvarı yık­mak için satın almakda olduğu yazılır. Bu hususu daha önce zikretmiştik. [67]

 

Bir Yerden, Yol İçin Biraz Yer Satın Alma İşleminin Kaydı

 

Bir yerden, yol yapmak için biraz yer satın alınması hâlinde, şu iki vecih söz konusu olabilir;

1-) Bir adam, bir yerden, büyük bir kapının eni ölçüsünde ve o büyük kapıya kadar uzanan bir parça yer satın alabilir.

Bu durumda, önce o parçanın hududu —muayyen bir ev alıyor­muş gib— yazılır.

Şayet, "yolun, eninin boyunun kaç arşın olduğunu" yazarsa; bu daha da sağlam olur.

2-) O yerin sahasının tamamından, taksim edilmemi> bir yol satın alabilir.

Bu durumda o yerin tamamının hududu ve o sahanın hududu yazılır. Yolun hududunu yazmaya ihtiyaç olmaz. Çünkü yol, yerin sahasında taksim edilmemiş bir yerdir.

Şayet yolun genişliğinin mikdarı yazılı olursa, işte bu daha sağ­lam olur.

Eğer açıklama yapmazlarsa, o zaman büyük kapunun genişliği kadar yolu olur.

Ba'zı şurut ehli; "Bu durumda yolun miktarını söylememiş olur­lar. Çünkü kapu, başka kapıyla değiştirilebilir," demişlerdir.

İmâm Muhammet! (R.A.), bunu caiz görmüştür.

Bu, yolun mülküyetini satın alınca böyledir.

Fakat, —mülküyetini değil de— gelip geçme hakkını satın alır­sa; işte bunda iki rivayet yardır:

Ziyâdâfın rivayetinde: "Caiz değildir." Denilmiştir.

İbnü Semâa'nın İmâm Muhammed (R.A.)'den rivayetine göre, ise caizdir.

Gelip geçme hâlinin yazılmasını irâde ederse, —bunu caiz gö­renlere göre— bu, —evin kapısının eni kadar— caiz olur.

Su yolunu satın almak da böyledir.

Su yolunun akım hakkım satın almak, —şurutun aslında— bi'l-itifak caiz değildir.

Şayet, su yolunun mülküyetini —ordan su geçsin diye— satın alır ve yerini, hududunu da bildirirse; bu caiz olur; değilse caiz olmaz. [68]

 

Binası  Müşteriye  Ait  O1an  Bir  Arsanın  Satış  İşleminin Kaydedilmesi

 

Üzerindeki bina müşteriye ait olan bir arsanın alış-veriş senedi şöyle yazılır:

"Müşteri, satıcıdan binaları ile beraber satın aldı." diye yazılmaz. Çünkü, binalar müşterinin mülküdür. Kendi mülkünü nasıl satın alır? İmâm Muhammed (R.A.), el-Asıl'da böyle buyurmuştur. Ehl-i şu-rût'tan bazıları da şöyle buyurmuşlardır: En güzeli, "müşteri, evle­rinin arsasını (yerini) satın aldı." diye yazılır. Çünkü "ev" örfte, mut­lak olarak binalar" demektir. Yazmak ise, bu ahş-verişi tevsik için­dir. Bu durumda uygun olanı, daha beliğ bir lafızla söylenip yazılmasıdır. [69]

 

Yarısı Müşteriye Ait Olan Bir Evin Diğer Yarısının Daha Sa­tın Alınması İşleminin Kaydedilmesi

 

Bir kimsenin , yarısı kendisine ait, bulunan bir evin, diğer ya­rısını satın alması hâlinde senet şöyle yazılır:

Filan oğlu filan, filan oğlu filandan, iki hisseden bir hisseyi ta­mamen satın aidi. O hisse, satıcının söylediği yerin tamamının, — taksim yapılmamış— yansıdır. Ö iki senimden, bir sehmi, müşteri­nin mülküdür. Bir sehim de satıcının mülküdür. Satıcı, bu söylenen sehmi, müşteriye, şu hudutla, şu kadara sattı." diye yazılır.

Satılan yerin hududuna hacet yoktur.

Daha önce, taksim edilmemiş yerin hududunu söylemiştik; o ta­mamının hudududur.

En doğrusunu, ancak Allahu Teâlâ bilir. [70]

 

Bir Vârisin, İki Kardeşinin Mirastaki Hisselerini Satın Al­ması İşleminin Kaydedilmesi

 

Bir vâris, iki kardeşinin mirastaki hissesini satın alırsa; bu şöyle yazılır:

Filan oğlu filan, kardeşi filan üe kız kardeşi filâneden (ki onlar, filanın çocuklarıdır ve anaları da filanın kızı frlânedir) şu yerdeki, şu hudutlu yerin tamamı olan hisselerini satın aldı.

Keza, "bu müşteri, onların şu yerdeki, şu hudutlu olan yerin içinde bulunan taksim edilmemiş kırk hisseden yirmi altı hissesini satın aldı. O yer, filan oğlu filanın ölümüyle mîras kalmıştı. Mirasçıları, karısı filâne, kızı filâne ve. iki oğludur. (Onlar, filan ve filandırlar. Bu satıcı; bu alıcıdır.) Ölenin terekesi, aralarında taksim edilince, sekizde biri karısına, bakisi erkek iki hisse, kız bir hisse olmak üzere evladına (= çocuklarına) kaldı.

Burada "asıl mesele sekiz sehimden olup, kırk sehim üzerinden taksim edilir. Bu kırk sehimden beş sehmi, karısına; ori dörder his­se, iki oğlua ve yedi hisse de kızına isabet eder. Bu mîras, akid gü­nünde, ellerinde taksim edilmemiştir. Müşterinin ondört hissesi var-.dır. O da diğer hisselerin içine karışmıştır.

İşte bu durumda, onlar, hisselerinin tamamını söylenilen bedel­le, müşteriye satarlar. O bedel her birinin hissesine göre olur. Müş­teri de, ma'kûdün aleyh (- üzerine alış-veriş akdi yapılmış olan) ye­ri, satın almış olur.

Ve bu senet, sonuna kadar böylece yazılır.

(Bu Taksimin Şeması: Muris: Ölü (Filan)

Varisler : Zevce  îbn Ibn Bint (karısı) (oğlu) (oğlu) (kızı) Hisseleri: Sümün Bakî (= 1/8) (= Geride kalan - 7/8)

Asıl mesele : 8'den kurulur ve tereke 40 hisse olarak taksim edilir. (8 x 5 = 40)

Buna göre, herkesin hissesi:

Zevce: (1/8) 1x5 = 5

Birinci oğul: (35 — 7 : 2) = 14

tkinci oğul : (35 — 7 : 2) = 14

Kız : (35 — 28 ) = 7

Yekûn (5 + 14 + 14 + 7) = 40)

Çocuklar: Baki (Geride kalan) = (7/8) 7 x 5 = 35

Erkek iki, kız bir alacağına göre, bu 35 hisse (2 + 2 + 1 =) 5'e bölünecek ve 35'in beşte biri olan 7 hisse kızın; bunun iki katı olan 14'er hisse de oğulların olacak.) [71]

 

Bir Kimsenin, Vârislerden, Kendilerine Mîras Kalmış Bulu­nan Bir Evi Satın Alması İşleminin Kaydı

 

Bir kimse, vârislerden, kendilerine miras kalmış olan bir evi satın alınca, bu husustaki senet şöyle yazılır:  -

Filan oğlu filan; filan, filan ve filâne ile onların analarından (ki o, filan oğlu filanın kızı filânedir.) —bu dördünden— hisselerinin tamamını, bir defada satın aldı. Bunlar mîras ortağıdırlar. Filan ölün­ce, geride karısı filâne, iki oğlu filan ve filan ile kızı filâne kaldı. Bun­lardan başka da, ölenin vârisi yoktur. Ve şu yerdeki, şu hudutlu evin tamını da geride mîras olarak bırakmıştır. İşte, hudutları belli olan bu evi, onun vârisleri, Allahu Teâlâ'nın taksimi üzerine taksim eyle­diler: Karısına sekizde bir verilip; kalanı evlâdına ikili birli taksim edildi. Farzın (= hissenin) aslı sekiz olup; taksim kırk sehim üzerine yapılınca, karısına beş hisse; her bir oğluna on dörder hisse ve kızı­na yedi hisse düştü. Bu ev, satış akdi yapılırken taksim edilmemişti. Onlar, bu evin tamamını müşteriye sattılar. Bu müşteri de, söyleni­len bedelle, bir defada, o evi satın aldı. Bedeli aralarında hisseleri­ne göre taksim eylediler.' Yazı, böylece tamamlanır.

En doğrusunu Allahu Teâlâ bilir. [72]

 

Dükkan Satışında Yazılması Gereken Senet

 

Ma'kûdün aleyh bir dükkan ise, senet şöyle yazılır: Müşteri, satıcıdan şu köyün, şu mahallesinin, şu sokağında bu­lunan (veya sokağın başında olan) dükkanı, tamamen satın aldı." diye yazılır.

Sonra da "hududuyla, haklanyle, yeri ile, binasıyla, kapısının üzerinde bulunan levhalariyle, kilidiyle ve anahtarıyla" satın alındı­ğını yazar.

Şayet onun üst katı varsa; onu da, altım da yazar.

Eğer, bu dükkan umûmun kanalı üzerine Yapılmışsa, "umû­mun kanalı üzerinde yapılmış bulunan dükkanın tamamı" diye yazılır.

Keza, "şu yerde, hududunun biri suyun geldiği cihete bitişik; ikinci haddi, filânın dükkanına bitişik; üçüncü haddi, boş yere biti­şiktir. Bu kanal, kendisinden su akan bir kanalddir." diye yazılır. [73]

 

Han Satışında Yazılması Gereken Senet

 

Alış-veriş konusu olan-yer, bir han ise, senet şöyle yazılır: Müşteri, satıcıdan, dört duvarı tuğla ile yapılmış, şu kadar dük­kanı müştemil; alt katında şu kadar odası bulunan; üst tarafında dört dükkanı olan hanın tamamını, hudûduyla, haklarıyla, yeriyle, bina­sıyla, duvarlarıyla, odalarıyla, dük kanlarıyla, yoluyla, (ilâ ahirihi...) tamamen satın almıştır.

Şayet üzerinde iki kat daha varsa "üç kat olan hanın tamamım satın aldı." diye yazılır ve bu yazı böylece sona erer. [74]

 

Bir Misafirhanenin Satışında Kaydedilmesi Gereken Şeyler

 

Ma'kûdün aleyh olan yer, bir misafirhane olduğu zaman, onun bütün vasfı söylenerek yazılır ve yazı tamam olur.[75]

 

Bir   Güvercinliğin   Satılmasında  Kaydedilmesi   Gereken Şeyler

 

Alış-veriş konusu olan yer, bir güvercinlik olursa, senet şöyle yazılır:

Girişleri ve bacaları kapalı olan ve güvercinlerini avlamaksızın yakalak mümkün bulunan şu güvercinliklerin tamamını, içindeki güveremlerinin tamamı ile, yuvalarıyla, yavrularıyla, yumurtalarıyla, dişisiyle, erkeğiyle birlikte satın aldı.

İçindeki güvercinlerin, müşteriye teslim edilmesi mümkün olsun diye, "girişleri ve bacaları kapalı" diye yazdık. Böylece, satış caiz olmuş olur.Şâyet teslimi mümkün olmayan bir şey satılırsa, bu caiz olmaz.

Âlimler şöyle buyurmuşlardır:

Uygun olanı, güvercinliği gece satın almakdır. Çünkü, güver­cinler gece gelip toplanırlar ve satılmaları mümkün olur. Gündüz ise, güvercinler nzık aramaya giderler; toplanmaları mümkün olmaz. Sa­tılan ve satılmayan birbirine katışır ve onları ayırmak da mümkün olmaz. [76]

 

Yağ Atölyesi Satılırken Kaydedilmesi Gereken Şeyler

 

Alış-veriş konusu olan yer, bir yağ atölyesi olursa; senet şöyle yazılır:

Müşteri, satıcıdan şu yerde, şu hudutlu, yağ atölyesinin tama­mını, âlet ve edevatıyla birlikte satın aldı. Hudutlarını, haklarını, ye­rini, binasını, sihâm-i erbaasını, taşın üzerine konulmuş ve senk sa' denen büyük değirmenini ve besnek Peşt denen diğer değirmenini, şu kadara; içinde ne varsa, (tası, tabağı, ocağının üzerine konmuş sim-sim kaynatılan demirden yapılmış kabını her neyi varsa) hepsini sa­tın aldı. [77]

 

Değirmen Satışında Kaydedilmesi Gereken Şeyler

 

Keza, üzerine alış-veriş, sözleşmesi yapılan yer bir değirmen ise, senet şöyle yazılır:

"Müşteri, satıcıdan şu köyde, şu nehrin üzerinde, şu hudutlu değirmenin tamamım, hudutlafıylâ,Tıakîarıyla, yeriyle, binasıyla, oda­larıyla, altıyla, üstüyle, kovasıyla, çarkıyla, dingiliyle, demirden ve ağaçtan yapılmış diğer aletleriyle, her şeyiyle, suyu ile, suyolu ile, tahtalarıyla, nesi var—nesi yok hepsiyle, hayvan koyacak yeriyle, hu­bubatı koyacak yerleriyle, bağıyla, bahçesiyle, ağaçlarıyla satın al­dı." denilir. Bundan sonra duruma bakılır: Eğer değirmen umûmun nehri üzerinde ise, bu durumda hududunun biri nehrin suyunun ba­tısında; ikincisi, umûmun yoluna bitişik; üçüncüsü, nehrin suyunun döküldüğü yere bitişik; dördüncüsü de filanın arazisine bitişik olduğu" yazılır.

Eğer değirmen, mülk olan bir kanal üzerine yapılmışsa, bu satı­şa, o da dâhil olur ve "özel nehir üzerine yapılmıştır." diye yazılır. [78]

 

Hamam Satışında Kayda Geçirilmesi Gereken Şeyler

 

Satış konusu olan şey, bir hamam ise, senet şöyle yazılır: Müşteri, satıcıdan, bir erkekler hamamının (veya bir kadınlar hamamının) tamamını satın aldı.

Birisi erkeklere, diğeri de kadınlara ait olmak üzere, iki ayrı ha­mam varsa; "... ikisini de satın aldı." diye yazılır.

Bir hamam olur ve erkekeler öğleden önce, kadınlar öğleden son­ra girerlerse; öylece söylenir ve öylece yazılır. Hamamda bulunan tah­ta sedir; hamamcının üzerine oturduğu tahda sedir; hashâne dedik­leri ve hatırlı kişilerin girdiği oda; hamamcıya mahsus ve hamamcı­nın gelirinin içine konduğu tahta sandık, keza elbise sandığı, gibi şeyler de yazılırlar.

Hududu, haklarının tamamı, yeri, binası, su ısıtma kazanı, su kuyusu, kovası, ipi, duvarları, su taslan, kül ocağı, su yolu odunluk çamaşır kurutma yeri ve benzeri şeyler de yazılırlar. [79]

 

Değirmen Satışı İle İlgili Başka Bir Senet Örneği

 

Ma'kûdün alevn olan değirmen evinin tamamı ve müştemila­tı; demirden, ağaçtan veya taştan yapılmış âletleri ve benzerleri yazılır. Âkidler (= alış-veriş sözleşmesi yapanlar) Bütün âletleri teker teker tanırlar; bilgileri onları kuşatır şâfi ve bunların tamamını tanı­dıklarını, sahih bir ikrarla ikrar ederler. [80]

 

Buzluk Satışında Kaydedilmesi Gereken Şeyler

 

Buzluk satışında senet şöyle yazılır:

Müşteri, satıcıdan, yerinde bulunan buzluğun tamamını satın al­dı. "Buz çukurundan üçü (veya ikisi yahut biri) ona aittir." denir ve odaları ve buzluğun eninin ve boyunun kaç arşın olduğu ve onla­rın hudutları tamamen yazılır. [81]

 

Tuzla Satışında Kaydedilmesi Gereken Şeyler

 

Bir tuzluk satın alınırken senet şöyle yazılır:

Müşteri satıcıdan tuzluğun tamamını ve ona ait olan havuzlan, tuz toplanan yer ve benzeri ne varsa hepsini ve hudunu satın aldı. [82]

 

İçinde Zift Veya Neft Kaynağı Bulunan Bir Yerin Satılışı Sırasında Kaydedilecek Şeyler

 

İçinde zift veya neft kaynağı bulunan bir yer satılırken senet şöyle yazılır:

Müşteri, satıcıdan içinde zift veya neft kaynağı bulunan bir yer satın aldı.

Biz "kaynak" diye yazdık; çünkü, bazı âlimler: "Kaynak yer sataşma dâhil olmaz. Çünkü, ondan ziraat bakımından bir menfaat mümkün değildir ve o, yer cinsinden de değildir." demişlerdir.

Biz, bundan ihtiraz olsun diye, böyle yazdık. Ve "bir zift ve neft duruyor." diye yazdık. Çünkü bunlar, tuzun tuzlada durduğu gibi duruyorlar ve söylenmeden satışa dâhil olmazlar. Gerçekden su, ku­yusundan pınarından (kaynağından) ayrılıp akar; halbuki, zift ve neft kaynağında durur. Su, satışta zikredilmez; halbuki zift ve neft, zik­redilir. Ve su, kuyusunda kuyu sahibi için mülk değildir; nasıl satı­lır? Zift ve neft böyle değildir.

En doğrusunu ancak Allahu Teâlâ bilir. [83]

 

Bir Nehrin (= Kanalın) Satılması İşleminin Kaydedilmesi

 

Bir nehir (= kanal) satılırken, onun başlangıcı ve sona erdiği yer, uzunluğu, genişliği ve derinliği söylenerek yazılır. Keza, bu nehrin (= kanalın) bir ismi varsa o isim de yazılır.

Hududu da yazılır. Eğer hududu ile iktifa edilmişse, arşınım yaz­mayı terketmekte bir beis yoktur. Çünkü hududunu söylemekle ge­reken bilgi hasıl olmuştur; maksud da odur. [84]

 

Nehrin  (=   Kanalın)  Yeri  İle  Birlikte  Satımı İşleminin Kaydedilmesi

 

Bir nehir (= kanal) yeri ile birlikte satıldığında, o nehir yazılır ve onun uzunluğu, genişliği, derinliği, ismi ve her taraftan harfmi-nin kaç arşın olduğu* kendiyle beraber yeri ve hududu yazılır ve yazı böylece tamamlanır. Mutoyt'te de böyledir. [85]

 

Bir Su Arkı Satılırken Kaydedilmesi Gereken Hususlar

 

Alış-veriş konusu olan şey, bir su arkı ise, senet şöyle yazılır: Müşteri, satıcıdan, şu köyde bulunan ve çıkış yeri şura olan, iki

tarafdaki harîmi şu kadar arşın gelen su arkını, hudutlarıyla, hakla­rıyla, yeriyle, altıyla, üstüyle satın aldı."

Ancak, nehrin üstü olmaz; fakat, nehrin genişliği uzunluğu, de­rinliği, iki tarafındaki harimi arşınla ölçülerek yazılır. [86]

 

Sadece Sulama Hakkının Satılması

 

Nehrin aslı olmaksızın, yapılan satış caiz olmaz. Zira şirb, su­dan nasiptir ve hissedir. Su ise toplanıp bir araya birikmeden mülk değildir. Mülk olmayanı satmak ise câİz olmaz. Gerçekten su, az olur, çok olur. O takdirde satılan meçhul olur ve bu mechûliyet satış ak­dinin fesadını gerektirir.

Bazı alimler ise: Eğer örf ise, —Belh ve Nesef şehirleri ile ben­zerlerinde olduğu gibi— bu satış caiz olur." buyurmuşlardır.

Çünkü bu şehirlerde örf olmuştur ve caiz görmüşlerdir. Peygam­ber (S.A.V..) Efendimiz de şöyle buyurmuştur: Müslümanların gü­zel gördüğü şey, Allahu Teâlâ indinde de güzeldir. Kadı İmâm Ebû Afi Huseyn bin Hadr en-Nesefî ve bazı alimler bununla fetva vermişlerdir.

Ba'zı âlimler de: "Caiz olmadığım" söylemişlerdir. Sahih olanı da budur. Zira sahih olan kıyas, ekseri beldelerin taâmüdür; ba'zı beldelerin taâmülü değildir. [87]

 

Bir Parça Yer Ve Bu Yer Sebebiyle Köyün Suyundan Satılması Örf Olan Bir Parça Su Satılırken Kaydedilmesi Gereken Hususlar

 

Bir parça yer ve bu yer sebebiyle köyün suyundan satılması örf Olan bir parça su satıırken, bu husustaki senet şöyle yazılır:

Müşteri, satıcıdan şu kadar yer ve şu kadar, (Bir sehimlik) — köyün suyundan— su satın aldı. Bu su, köyün pınarlanndandır. Eh-lince ma'lum ve ma'ruftur ve o, zikredilen yerlere taksim edilmiştir; bu da ehlînce ma'İumdur ve gizli tarafı yoktur. Bundan dolayı, müş­teri, o köyün su hisselerinden, o belirli yer için, su satın almıştır ve bu alım—satım ve hakları vuku bulmuş; yazı da tamam olmuştur. [88]

 

Müştemilatı Bulunan Bir Dükkan Satın Alınırken Kaydedil Mesi Gereken Şeyler

 

Alış-verişe konu olan şey, bodrumu bulunan veya altında şeri­ri olan yahut etrafında dükkan sahibinin oturması için yer bulunan bir dükkan olursa; ahş-veriş senedinde bu dükkanın tamamı ve al­tında bulunan bina veya şerirler, ticâret sahibinin ticâret için otur­duğu mak'ad ve o şeririn uzunluğu ve dükkanın hududu söylenir ve senet öylece yazılır. [89]

 

Bir Bez Dokuma Atölyesi Satılırken Yazılması Gereken Şeyler

 

Bir bez atölyesi satılırken, senede, o bezhane ve orada bez do­kumak için bulunan âlet ve edevatın tamamı yazılır ve sonra da o yerin hududu belirtilir. [90]

 

Bir Çulha Tezgahı Satılırken Kaydedilmesi Gereken Hususlar

 

Alış-verişe konu olan şey, belirli bir çulha tezgahı ise, bu hu­sustaki senet şöyle yazılır;

Bez hanenin müştemil bulunduğu sağ taraftaki (veya sol taraf­taki yahut ön tarafdaki) şu hudutlu yer (= bez tezgahı) satın alın­mıştır. Zehıyre'de de böyledir. [91]

 

Satın Alınan Yere Dâhil Olan Veya Dâhil Olmayan Şeyler

 

Bir adam bir yer veya bir köy satın aldığında hak kelimesini söylemezse; (yani; "bütün haklarıyla" demezse) bu durumda da bi­nalar ve ağaçların tamamı, bu satışa dâhil olur.

Üzüm bağları, elma, ayva ağaçları ve diğer nevi'ler; kamış, odun, ılgın ağaçlar ve benzerleri de bu satışa dâhil olurlar.

Bişr bin Velid, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un şöyle buyurduğunu riva­yet eylemiştir:

Kamış satışa dâhil olmaz.

Bişr: Bu, bü-ittifak böyledir." buyurmuştur.

Meyvesi olmayan ağaçlar ve ceviz ağaçlan hususunda müteah-hirîn âlimleri ihtilaf eylediler ve: "Ziraat gibi, bunlar da söylenmez­se, satışa dâhil olmaz." dediler. Bazıları da: "Dâhil olur." buyurdular.

Esahh olanı da budur.

Badlıcanın kökü müşterinindir.

Pamuk ve usfur da böyledir; bunlar, satışa dâhil olurlar.

Buna binâen, kökünü kesmeksizin bu sebzelerin meyveleri söy­lenmez ise, satışa dâhil olmazlar.

Eğer "bütün haklarıyla satın alınmıştır." denilirse; tamamı sa­tışa dahil olurlar.

Bu, İmâm Ebû Yûsuj (R.A.)'un kavlidir.

İmâm Muhammed (R.A.) ise: "Bunlar, satışa dâhil olmazlar. An­cak "az-çok ne varsa, bütün haklarıyla..." denilince bunlar satışa dâhil olurlar." buyurmuştur..

İmâm Muhammed (R.A.) şöyle buyurmuştur:

Bir adam, içinde za'feran bulunan bir yeri satarsa, onun soğanı satıcının olur.

Buna binâen keten, darı, nohut, bakla, mercimek (Bunların ta­mamı) ziraat menzilindedir. [92]

 

Bir Bağ Veya Bahçe Satılırken Senede Yazılması Gereken Şeyler

 

Ahş-veriş akdine konu olan şey, bağ veya bahçe ise "bütün hak­lan ile" derken; "ağaçlarıyla, bağıyle, bahçesiyle, bağ eviyle, yoncalığıyla, suyu ile sulamasıyle, direkleriyle, (hulâsa herşeyiyle)" de­nilmiş olur ve öylece yazılır.

Şayet orası bir köyde ise, "şu köyde" diye de yazılır. [93]

 

İçinde Hurma, Ekin Veya Yonca Bulunan Bir Yer Satılırken Kaydedilecek Hususlar

 

Böyle bir ahş-veriş akdinde,'senede "meyvesiyle, ziraatıyle, yoncasıyla" diye yazılır.

Eğer orda hasad olunmuş mahsûl veya toplanmış meyve varsa; yahut saman veya odun varsa; satışa, bunlar da dahil olur. Akid ya­pan (= sözleşen) tarafların "bunları, tamamen bildikleri"de söylenir.

Keza, kaç adet üzüm çubuğu (kökü) varsa; kaç adet üzüm çar­dağı (asma üzüm) varsa; havzın kenarında veya evin Önünde şu şu kadar nar ağacı, incir ağacı, şeftali ağacı, zerdali ağacı, muşmula ağacı ve benzerleri ne varsa hepsi yazılır.

O yerin kaç dönüm olduğu ve. toprağa kaç yük gübre saçıldığı ve her şeyi yazılır. Zahîriyye'de de böyledir. [94]

 

Bir Kanalla Birlikte İçinde Değirmen Bulunan Bir Ev Satı­lırken Yazılması Gereken Hususlar

 

İmâm Muharamed (R.A.), el-AsıPda şöyle buyurmuştur: Orada bulunan şeyler (şöyle) yazılır: Filan müşteri, filandan, şu kasabanın şu köyünde bulunan şu kanalın tamamını satın aldı ve onun üzerinde olan evi'de satın aldı. Keza, o evde bulunan değirmeni de satın aldı." denilip; kanalın uzunluğu, genişliği, derinliği de beyan edilir ve öylece yazılır.

İmâm Muhammed (R.A.) kanalın kenarını zirketmemiştir. Tatıâvî, bunu yazardı.

Bu, "sağ kenarı şu kadar arşın; sol kenarı, şu kadar arşın; ge­nişliği, şu kadar arşın; derinliği, şu kadar arşın; iki tarafın rızalarıyla vasfedildiği ve bilindiği gibi satılıp — alınmıştır." diye yazılır.

EbÛ Yesrid eş-Şurûfî: "Bu kanal bütün harîmi ile birlikte satın alınmıştır; diye yazılır." derdi.

Tahâvî de şöyle buyurmuştur:

Bizim yazdığımız en İhtiyatlı olanıdır. Çünkü âlimler arasında ihtilaf vardır: İmâm Ebû Hanife (R.A.): "Kanalın harîmi olmaz." buyurdu.

İnıâmeyn ise: "Kanalın, çamurunu atacak kadar harîmi vardır." buyurdular.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin sözü açıktır. Fakat, İmâmeyn'in "ça­mur atacak kadar" sözü, meçhuldür. (=belirsizdir.) Bu durumda ma'lum ile meçhul bir sıfatta satılmış olur ki bu muhataralıdır.

"Kanalın harîmi var." diyen kavle göre, eğer kanal sahibsiz bir yerden gidiyorsa, harimi vardır. Şayet, o yer sahibli ise, hirâmi yok­tur. Kanal için harım olmayınca, sıfatı vahide de, yok ile var birleş­miş olur ki, bu caiz olmaz ve bundan kaçınmak gerekir. Bu sebep­ten dolayı, beyan eylediğimiz gibi yazılır.

Bu en güzel ve sağlam olanıdır.

Sonra da hududu erbaası (= dört hududu) ve evi, değirmeni, onun bütün âletleri, taşı, ağacı, demiri, kovası, bütün haklan ve onun çarkı, kanatları, döşenmiş tahtaları, hayan konulacak yeri, nesi var­sa hepsi yazılır. Ve bizim beyan ettiğimiz gibi, yazı tamamlanır. Mu-hıyl'te de böyledir. [95]

 

Bir Kamışlık Satın Alınırken, Kaydedilmesi Gereken, Şeyler

 

Alış-veriş akdine konu olan yer bir kamışlık ise, senet şöyle ya­zılır:

Müşteri, satıcıdan şu yerdeki, şu hudutlu olan kamışlığı, duran kamışlafıyla ve kökleriyle birlikte satın aldı.

Şayet orda, hasat edilmiş (= biçilmiş) kamış varsa, o da satışa dâhil olur. Zehiyre'de de böyledir, [96]

 

Bir Gemi Satın Alınırken Kaydedilmesi Gereken Şeyler

 

Alış-veriş konusu olan şey, bir gemi olursa, satın alan şahıs se­nede şöyle yazar:

Ben, şu isimli gemiyi satın aldım. Bu gemi ağaçtan yapılmıştır. Şu kadar tahtası vardır. Eni şu kadar; boyu da şu kadardır. Onu, bütün aletleriyle ve edevatlarıyla, içinde—dışında kullanılan her şe­yiyle satın aldım." der ve böylece yazılır. [97]

 

Etrafında Yeri Bulunmayan, Hayvanların Su İçtiği Bir Pınar Veya Kuyunun Satın Alınması Sırasında Kaydedilmesi Gereken Şeyler

 

Alış-veriş akdine konu olan şey, havyanların su içtiği ve etra­fında yeri bulunmayan bir pınar (kaynak) veya kuyu ise, senet şöyle yazılır:

Müşteri, satıcıdan şu yerde olan kuyuya veya kaynağı satın al­dı. Onun hududu şöyledir.

Onun çevresinin ve derinliğininde kaç arşın olduğu yazılır.

Kuyu da böyledir ve kuyu tuğla ile örülmüştür.

Senet şöyle de yazılabilir: Kuyuyu veya pınarı, etrafındaki şu kadar arşın yeri, (Her cihetinden şu kadar arşın olmak üzre) satın aldı.

Eğer suyunu da açıklarsa; şöyle der: "Suyu temizdir; tatlıdır; kokusu yoktur; tuzlu ve acı değildir."

Bu, güzel ve ihtiyatlı olur.

Pınarda veya kuyuda ola» su, satışta yazılmaz. Çünkü o mal değildir; nasıl olur da satılır. Zemyre'de de böyledir.[98]

 

Büyük Bir Yerin Bir Parçasının Satılması

 

Şayet, satılan yer, büyük bir yerin bir parçası olur ve bu par­çanın da, belirli hududu bulunursa; (belirli bir ağaç gibi) o zaman, o yer hudutlandırılıp, sonra da öylece yazdırılır.

Hududun birisi dikili ağaçtır; ikinci, üçüncü ve dördüncü hu­dutları da böyledir." gibi... [99]

 

Büyük Bir Yerin Bir Parçasının Satılması Hususunda Başka Bir Senet Örneği

 

O belirli ağaç sökülür veya o büyük yeri hudutlayacak bir alâ­met olmaz ise, niza (= anlaşmazlık) çıkar.

Bunun için ondan bir parça olan yeri hudutlayıp, "doğusu şu, batısı şu..." denir. Daha sonra da eninin boyunun kaç arşın olduğu söylenir ve öyle .yazılır.

Keza, o küçük yer, büyük yerden istisna edilerek de belirlenir. [100]

 

Bir Köle Satın Alınırken Kaydedilmesi Gereken Şeyler

 

Satılan bir köle ise, onun cinsi ve ismi ve kimliği —söylediğimiz gibi— açıklanır.

Şayet, köle bulûğa ermiş ise, onun gailesiz, ibâdetlerini edâ ey­lediği söylenir.

Şayet "aybı yoktur." derse daha umûmi ve ihtiyatlı olur.

Dâ, ğâile ve habese'nin mânâları şöyledir:

Da': Dert, hastalık demektir. Bu, köle için bir kusurdur. (= ayıp­tır.) Bu derdin dışarıda bir alâmeti olsun veya olmasın, farketmez. Böbrek ağrısı, ciğer ağrısı, yürek ağrısı gibi... Öksürük, baras has­talığı, cüzzam hastalığı, mide bozulması, safra, karın ağrısı, fıtık, bağırsak yellenmesi... hulâsa bütün hastalıklar da böyledir.

Fakat delilik, vesvesecilik, yatağa akıtmak, gözdeki bozartı, fazla parmak, sağırlık, şaşılık, çolaklık, topallık, yara, pelteklik, koku al­mamak, bunların tamamı kusurdur; fakat dert değildir.

Ğâile: Kölenin kaçması, hırsızlık yapması veya cariyenin zâniye kölenin kefen soyucu veya yol kesici olması gibi şeylerin tamamı gailedir. Bunlar ancak kölede olur.

Habese: Bu da zina ve benzeri şeylerle elbisede bulunan sökük-yırtık demektir. [101]

 

Satılan Bağda Bulunan Meyve Veya Tarlada Bulunan Mahsûlün Kaydedilmesi

 

Satılan bir bağda veya tarlada bulunan meyve ve diğer mahsu­lât yazılır.

Sonra, o yer hudutîanır ve şöyle denir: "Şu hudut içinde bulu­nan bağın bütün meyvelerini satın alıyorum."

Meyveler, oldukları gibi vasıflandırılır. Olgunlaşmış bulunan üzüm, şeftali, zerdali ve ziraî mahsûller yazılır.

Ve ifratsiz tefritsiz koparılsın toplansın diye "şu kadar sahih dir­heme satın alınmıştır." diye-yazılır.

Sonra da eğer yetişme vaktine kadar, meyve ve ziraatı orada bı­rakmak isterse, onun için iki durum vardır:

1-) Dilerse şöyle söyler: "Gerçekten filan satıcı, müşteri için bu söylenilen belirli meyve satışını ağaçlarında, şartsız olarak şu vakte kadar erteledi." Bu durumda, o meyve ve ziraat, o vakte kadar bekletilir.

2-) Belirli bir ücretle, belirli bir vakte kadar icarlar. Sonra da müşteri "oranın hudutlarının tamamını, haklarını, şu şu aylara ka­dar kalacağını, şu tarihden itibaren icarlandığını, icarın sahih ve na­fiz olduğunu ve kendinde bir fesad ve muhayyerlik olmadığını ve bu müddet içinde orayı sulayabileceğini, yerin ve ücretin teslim alındığım" söyler ve öylece yazılır.

Bu durum, ziraatta geçerlidir; ağaçlarda geçerli değildir. Çün­kü, ağaçları bekletmek için icarlamak caiz değildir.[102]

 

Bir Kimsenin, Küçük Oğlu İçin, Kendi Kendisinden Bir Yer Satın Alması İşleminin Kaydı

 

Bir kimse, küçük oğlu için kendi kendisinden bir yer satın alır­sa, bu akid şöyle yazılır:

Filan oğlu filan, kendi küçük oğlu için, kendi kendinden —oğlu filan küçük yaşta olduğundan, babalık velâyetiyle, kıymetinden da­ha aza (ucuza), şu yerdeki, şu hudutlu, şu yeri satın aldı. Bedelini de teslim aldı.*' denir ve yazı tamam olur.

Eğer onu, bedeli çocuğun maundan almışsa, öylece söyler ve "ço­cuğun malından, bu bedeli, sahih bir alışla teslim aldı ve şu anda o yer elinde emânet olarak duruyor; babalık velâyetiyle onu koru­yor." denir. Ve "bu sözleşme, akid meclisinde, sahih ve temam ol­du. Bunların tamamını sahih bir ikrarla ikrar eyledi.

Baba, bedelden beraat ederse, o da şöyle yazılır:

Bu sözleşmeci, küçük oğlu için satın aldığı yerin bedelinin ta­mamını Ödemekle, sahih bir beraatla beraat eyledi ve o bedel, bera­at sebebiyle sakıt oldu. (= düştü.) Zahîriyye'de de böyledir.

Gerçekden baba, küçük oğluna bir şey satışta, başkasına muh­taç değildir.

Baba, küçük oğlundan, nefsi için bir şey satın almakda da baş­kasına muhtaç değildir. Mebsât'ta da böyledir.

Eğer baba, küçük oğlunun evini, kendi nefsi için satın alırsa: "Nefsi için, bu evin tamamını nefsinden satın aldı. Ev oğlu filanın­dır. Ve bedeli şudur. Bu günde, oğlu evindedir ve küçüktür. Malın­dan, filan oğlu için, bedelin tamamını teslim edip ve evin tamamını teslim alarak, bedeli şahitler huzurunda tarttı ve oğlu için teslim al­dı." dive vazıhr.

Görülmüyor mu ki, oğlunun alacağı olmuş olur ve ondan kur­tulmak isterse; o borcun karşılığım, şahitler huzurunda tartar ve: "Şa­hit olunuz; bunu, küçük oğlum filanın, bende olan şu kadar alaca­ğının yerine malımdan çıkardım. Onun adına teslim aldım." der.

Bazı âlimler şöyle demişlerdir:

Gerçekten baba, malından mal çıkarmakla ve ona şahit tutmakla, küçük oğluna olan borcundan beraat etmiş olmaz; borç olduğu gibi yerinde kalır.

Vasinin, yetimin malından, kendi nefsi için bir şey satın alması başkadır. Burda şart, onu kıymetinden daha fazlaya satın almaktır.

Burda ihtilaf bulunduğundan hâkimin hükmüne ilhak gerekir.

Şayet sabî, babasının izniyle, babasının malını satın alırsa; işte bu, ihtiyata babanın malından, çocuk için bir şey satmasından daha çok uygundur.

Bu alış-veriş şöyle yazılır:

İzinli küçük, kıymetinin misli kadarıyla babası filandan, —yalan, zulüm ve noksanlık olmaksızın— satın aldı." denir ve yabancılarda olduğu gibi senet (yazı) tamam olur. Zahîriyye'de de böyledir. [103]

 

Bir Müteveilî Veya Kayyım, Vakıf İçin, Mal Satın Alınca, Bu Nasıl Kaydedilir?

 

Fian kayyım, şu vakitte, (veya filan mütevellî şu vakitte), fi­lan hâkim tarafından, şu vakıf malının tamamına, gelirine, gelirinin artırılmasına kayyım (veya mütevellî) kılınmıştır.

İhtiyat olan, burada vakfeden şahsın, "o vakfm bütün geliri­nin satılıp— satın alınabileceğini ve imkân dahilin de böyle yapıla­rak o gelirin vakfa ilave edileceğini" söylemesidir. Zehiyre'de de böyledir. [104]

 

10- SELEM AKDİ İLE İLGİLİ YAZILARDA BULUNMASI ŞART OLAN HUSUSLAR

 

Selem akdi ile ilgili senetler şu üç şekilde yazılabilir:

1-) Bu senet, "filan şahsın, filana, şu kadar dirhemi teslim ettiğini ve bunu, o şahsa naklen verdiğini" beyan eder.

Aynı mecliste şöyle denir ve yazılır: "Islanmış ve rutubetli ol­mayan şu kadar ölçek buğdayı, şu tarihten başlamak üzere, şu müd­dete kadar sahih ve caiz bir selemle şartsız ve muhayyerlik hakkı ol­madan, fesadsız, —senette olduğu gibi— vasfedilen mahalde, şu şe­hirde teslim etmek üzere, akid yapıldı.

Bunu da kendine selem yapılan şahıs, selem sahibinden bunu kabul ederek, bütün dirhemleri, birbirinden ayrılmadan ve bir işle meşgul olmadan önce teslim aldı. Akd meclisinden, bir birinden mem­nun olarak ayrıldılar." diye yazılır.

Burda tazminat zikredilmemiştir. Çünkü, satılan teslim alınmış değildir.

2-) Tarafların ikrarları ve şahitlerin şehâdetleri şöyle yazılır: Filan ve filân şahitlerin huzurunda, filan şahıs, filana, şu kadar dirhem teslim eyledi." denir ve önceki gibi yazılarak yazı tamamlanır.

3-) Önce, kendisine selem yapılanın ikrarından başlanır ve se­lem sahibinin bu ikrarı doğrulaması, ona affedilir. Zahîriyye'de de böyledir. [105]

 

11- ŞÜF'A HAKKI İLE İLGİLİ YAZILARDA BULUNMASI ŞART OLAN HUSUSLAR

 

İmâm Muhammed (R.A.), d-Ani*da şöyle buyurmuştur:

Bir kimse, bir ev satın alıp, onun parasını da peşin ödeyerek evi teslim alır; bu evin de bir şefi'i olur ve o da şüf'a hakkını alır; evi satın alan şahıs da, bunu olduğu gibi yazdırmak isterse; nasıl yazdırır?

Bize göre şefi'in süf a hakkını alması, sahih talepten sonra olur.

Talep ise üç nevidir:

1-) Talebü'I-Müvâsebe;

2-) Talebü'l-İşhâd ve takrir,

3-) Talebü'l-Temlîk.

Şefi müvâsebe talebiyle talepte bulunur ve kendisi için hüccet olsun diye, onun yazılmasını isterse, o zaman şöyle yazılır:

Gerçekten filan, filandan, şu yerdeki, şu hudutlu evin tamamı­nı, şu kadar dirheme, sahih bir satın alışla satın aldı ve evi teslim alarak, parasını da peşinen ödedi. Bu evin şefîi olan filan şahsa, (onun şüf'aya istihkak sebebide söylenir.) Önceden, bu hudutlu evi, şu ka­dar paraya satıldığı haber verildi. Şefi'de akabinde; müvâsebe tale­biyle şüf'a hakkını talep etti ve hiç durmadan ve beklemeden, sahih bir taleple: "Ben, şu sebebden dolayı bu hudutlu evden şuf'a mı isti­yorum; dedi." denir ve bu yazı (senet) böylece tamamlanır.

Yazıda (senette) müşterinin adı ve satıcının adı yazıldı; halbuki burada, satıcının adı söylenmedi. Bu, bize göre caizdir. Çünkü, bazıda vali alımlarda, müşteri ve satıcı yabancı menzilindedirlef .Aneak, bazı âlimler: "Ev teslim oldukdan sonra, şüf'a alınır." buyurmuş­lardır. Biz, bundan kaçınarak, ikisinin adını da söyledik ve şefıin hak sahibi olma sebebini zikreyledik. Çünkü, âlimler sebeblerde, ihtilaf eylediler.

Bazılarına göre; şüf'a, kapılar sebebiyle olur; bazılarına göre ise; komşuluk sebebiyle olur. Bazılarına göre de; bitişiklik sebebiyle olur.

İmâm Safi, (R.A.)'ye göre, civar sebebiyle asla şüf'a hakkı sabit olmaz.

Bize göre, bir takım mertebeler üzerine şüf'aya hak sahibi olunur.

1-) Bir şeyde ortaklık sebebiyle şüf'a hakkına sahib olunur.

2-) Mülkün hukukuna ortak olmak sebebiyle şüf'aya hak sahi­bi olunur. Yol gibi...

3-) Civar (= komşuluk) sebebiyle, şüf'aya hak sahibi olunur.

En uygun olanı, şüf'a hakkını iyice açıklamakdir. Ancak böy­le olursa, hâkim, şüf'a hakkının başka bir sebep vasıtasıyla mahcub olup olmayacağını (- ortadan kalkıp kalkmayacağını) bilebilir.

Şüf'a hakkı, şefiin kendisine haber verilince, o talepte bulun­mazsa, —haber veren bir elçi ise— âdil olsun, fasık olsun; hür ol­sun, köle olsun; küçük olsun, büyük olsun (fark etmez) haber veri­lince, talepte bulunmaz ise (şüf'a hakkı ) sakıt ve bâtıl olur.

Hasan bin Ziyâd, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

Satışı iki erkek veya bir erkekle iki kadın söyler (= haber verir) şüf'a sahibi de talepte bulunmazsa; onun şüf'a hakkı bâtıl (geçersiz) olur.

İmâm Mnhammed (R.A.), İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin şöyle bu­yurduğunu rivayet etmiştir:

Muhbirde, şehâdetin aded veya adalet gibi bir tarafı bulunur; şüf'a sahabi de talebte bulunmazsa; şuf'ası bâtıl olur.

İmâmeyne göre, hangi sıfatla olursa olsun, bir kişi haber verince, şüf a sahibi talepte bulunmazsa; —muhbirin (= haber verenin) doğruluğu zahir olunca— şiira hakkı bâtıl olur.

tşte biz, tevehhüm edicinin tevehhümü kalmasın diye Önce ha­beri yazdık.

Şayet şefie bir veya iki habercinin haberi ulaştığı hâlde, o teva­tür haber için beklerse; şüf*a hakkı batıl olur.

Önce haber verildiği hâlde talebte bulunmaz; sonra ikinci defa haber verilince o zaman talebte bulunursa; bu talebi sahih olmaz. İşte biz, bunu ortadan kaldırmak için: "şüf a talebi, beklemeksizin, saatinde yapılacaktır.'* diye yazdık. Çünkü âlimler, muvâsebe tale­binin müddetinde ihtilâf eylediler.

Zâhirü'r-rivayede, beklemeksizin (fevrî olarak) talebde bulun­mazsa, şüf ası bâtıl olur.

Hişâm, İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğunu rivayet eylemiştir:

Şüf'a talebinin vakti, onu öğrendiği meclistir.

Şeyh Ebû'l-Hasan eLKerhî, bunu kabul eylemiştir.

Hasan bin Ziyad: "Üç gün bekler", buyurmuştur.

Bu, İbnü Ebî Leyla'nın kavli ve İmim Şafi'nin kavillerinden biridir.

Sonra, biz şöyle yazdık: Şüf a talebinin lafzı hususunda, insan­ların anlayabileceği hangi lafızla olursa olsun, onunla istek, murat oluyorsa işte o sahihdir. "Talep eyledim'*.: "İstiyorum." "Ben ta­libim." ve benzeri gibi sözler...

Muvâsebe talebinde, şahit edinmek gerekmez.

Keza, üç şeyden birinin hazır olması (satıcı, alıcı veya ev) mu­vâsebe talebinin sıhhati için şart değildir.

Sonra, muvâsebe talebi yapılınca, şahit edinme ve takrir talebi­ne ihtiyaç vardır.

Bu, talebin sıhhatinin şartı, talebin, satıcının veya satın alan şah­sın yahut satın alınan şeyin yanında olmasıdır. Bu talep, kendisine muhtaç olunan taleptir.

Müvâsebe talebi sırasında bunlardan birisi olmaz fakat müvâ-sebe talebi bunlardan birinin yanında olursa; o kâfi gelir, Temlik ta­lebi hariç, diğer taleblere ihtiyaç da yoktur.

Bu talebin müddeti, bu üç şeyin, birinin huzurunda temek-kün sebebiyle mukadderdir.

Şayet temekkün olduğu hâlde talep olmazsa, şüf a hakkı bâtıl olur.

Talepte, şahit edinmek lâzım değildir. Hatta, şahit dinletmese de, hasmı itiraf eylese; bu talebe kâfi gelir.

Uygun olanı ise, bu talep o eşyadan biriyle ve onlardan en yakı-myla olmaktır. Bu, şüf a kitabında böyle zikredilmiştir.

Eğer şefi, şahit talep ederek, yazıyı daha da kuvvetli eylemek isterse, öylece "filan, filandan satın aldı." diye baştan sona kadar yazılır. Sonra "filana (ya'ni şefia)", bu hudutlu yerin, şu bedelle sa­tıldığı haber verildi. Şefi, o saatte —söylediğimiz gibi— müvâsebe talebiyle şüf'a talebinde bulundu.

Sonra da tehirsiz ve takrirsiz, şahit ve takrir talebinde bulundu­ğu yazılır.

En doğru olanı, talebi satıcının ve müşterinin yanında yapması­dır. Çünkü âlimler bu hususta ihtilaf eylemişlerdir:

İbnü Ebî Leylâ: Şefi', satıcıdan, teslimden önce, da'vâdan sonra, şüf'a hakkını alır." buyurmuştur.

İmâm Şâfi (R.A.) ise "Her iki halde de müşteriden alır." buyurmuştur.

Bize göre satıcı ile da'vâ, teslimden öncedir. "Onlardan alır." sözünün yazılması, ihtiyattır.

Sonra şefi' da'vâlmm teslimine müsâade ederse, iş biter. Eğer teslimden kaçınırsa, o takdirde şefi', da'vâyı hâkime çıkarıp, şüf'asi sebebiyle, mülküyetini kendisine hükmetmesini ister.

Şefi, kitabın (yazının—senedin) tevsikini isterse; bu İmâm Muhammed (R.A.) e göre şöyle yazılır:

Bu yazı (- senet), filan oğlu filandandır. (Yani müşterîden-dir). Filan oğlu filan içindir. (Ya'ni şefi içindir.) Gerçekten ben, fi^ lan'oğhı filandan, şu yerde olan, şu hudutlu yeri, şu kadar bedelle satın aldım." denir ve satın alma hikâyesi böylece tamamlanır.

Sonra da "Sen ortaklık sebebiyle (veya karışıklık sebebiyle ya­hut komşuluk sebebiyle) şefi' oldun. Bu yerin satış haberi sana ula­şır ulaşmaz, müvâsebe talebiyle talepte bulundun ve şahit dinletme talebinde bulundun." der.

Her ikisi de söylediğimiz gibi yazılır.

"Talep sahihtir. Şüf'a hakkının sana tesliminin hükmünü icab ettiriyor ve şüf'a sebebiyle sana verilmesi gerekiyor. İşte bende onu sana veriyorum." der ve yazıyı böylece tamam eder. [106]

 

Şüf'a Hakkını, Vasinin Veya Babanın Talep Etmesi

 

Şüf a hakkını, baba veya vasî talep ederse; senet şöyle yazılır:

Filan küçük, bu eve.şefî idi. Müşteri bu sabînin şüf a hakkını inkar eyledi. Hâkim ona bu da'va hususunda yemin verdi. Müşteri, yemin etmekten kaçındı. Hâkim de onun aleyhine hükmeyledi. Şa­yet bedel dirhemler (veya dinarlar, ölçülenler, tartılanlar veya sayı­lanlar) ise, onu söyler ve şefinin onun mislini, satıcıya veya satın alana nakden ödediğini de söyler.

Şayet satılan, bir köle veya bir yer yahut kıymet sahibi başka bir şey ise, şefi, onu, kıymetiyle alır ve bu vesikaya (senede) öylece yazılır.

Şayet, bir evin, birden çok şefileri bulunur ve onlardan birisi gelip şüf'a hakkının tamamını alır; sonra da bir diğeri gelip, hak sa­hibi olduğunu isbat ederse; bunun hissesi, öncekinden alınıp, kendi­sine verilir ve şöyle yazılır:

Şahitler şöyle sehâdette bulundu: Filan oğlu filan, filan oğlu fi­landan şu evin tamamını, hudutlarıyla satın aldı ve teslim aldı. Akid meclisinden ayrıldılar.

Sonra da filan, şefi olarak geldi. Şartları yerinde olduğu halde, şüf'a hakkını istedi. Ona hükmedilerek, hâkim satıcıya veya müşte­riye o yeri ona teslim etmesini emreyledi. Öyle de yapıldı.

Sonra da filan oğlu filan geldi ve beyyinesiyle şefi' olduğunu isbat ederek; hâkimden, hakkının teslim edilmesini istedi.

Hâkim de, hissesinin teslimine hükmeyledi. Öyle de yapıldı.

İkinci şefi de hakkını almış oldu ve böylece yazı tamam oldu. Muhıyt'ie de böyledir. [107]

 

12- İCÂRELER VE MÜZÂRAA İLE İLGİLİ YAZILARDA BULUNMASI ŞART OLAN HUSUSLAR

 

îcârelerin bir nev'i de, Buhara ehlince yapılan uzun va'deli icâredir.

Böyle bir icârede, senet şöyle yazılır:

Filan oğlu filan, (kimliği ve meskeni söylenir.) îki evi içine alan bir yerin tamamını icarladı. O yer, iki katlıdır. îcara veren şahıs, "o yerin tamamının, kendi mülkü ve hakkı olduğunu ve elinde bulun­duğunu; şu köyün, şu mahallesinin, şu sokağında, mescidin yanın­da olduğuna; hudutlarından birinin filanın evine bitişik bulunduğu­nu; ikinci ve üçüncünün de böyle olduğunu; dördüncü hududun yo­la bitişdiğini; buraya girişin de ordan olduğunu; taraf ve etrafındaki bütün haklarının kendisine âit olduğunu; yerinin, binasının altının —üstünün, içinin—dışının, bütün haklarının arka arkaya otuzbir se­neden beri kendinin olduğunu ve sahih bir icarla icara vermek istediğini" söyler.

Müste'cir de (bizzat kendisi) bu hudutlu yeri sahih bir şekilde teslim alır.

İcara veren de, müste'cirden zikredilen ücretin tamamını sahih bir alışla teslim alır.

Ve senede "îcara verinin,müste'cirin peşin olarak ödediği ücre­ti aldığı; gerekirse tazmin edeceği ve icârenin tamam olduğu; isteye­rek, birbirinden ayrıldıkları; bu durumların tamamında tasarruflarımn geçerli hâlde bulundukları; bunları ikrar eyledikleri ve buna, ikisinin "de şahitlerinin olduğu; "tarihiyle birlikte yazılır.

Böylece, icâr-i tavîle  (= uzun süreli kira akdi) yazılmış olur.

Benzerleri de buna mukayese edilir. Zah'îriyye'de de böyledir. [108]

 

Müteahhirîn Âlimeerince Yazılan İcâre Akdi Senedi Örneği

 

Müteahhirîn âlimlerinin, bu hususta ihtiyar eyledikleri, örnek nüsha şudur:

Filan oğlu filan, filan oğlu filandan, evleri müştemil olan bir yerin tamamını icarladı. O mülk, onun mülküdür ve onun elindedir. Şu yerde şu hudutlarla hudutlu, haklarının tamamı, yeri, binası, yukarısı—aşağısı, içinde—dışında olanların haklan, az—çok ne varsa cümlesinin haklan, tam bir sene (on iki ay)— ayların başlangıcı şu ayın başı; sonu, şu senenin şu ayında;— şu kadar dirheme, (her ayın-hissesi şu kadar dirhem olmak üzere) sahih caiz nafiz, müfsid şart­lardan hâli, mubtil meâniden uzak olmak üzere icarladı. Bunların tamamı ecr-i misildir. Üzerine sözleşme yapılan yerde, bu icâre vu­ku bulduğu günde, bir noksan ve bir haksızlık olmamıştır. Müste'-cir,   bu   müddetin   tamamında,   bizzat   ma'ruf   bir   şekilde menfaatlanacaktır.

Bundan sonra, eğer müste'cir ücreti nakden (peşin) ödemişse, o da yazılır ve şöyle denilir:

Müste'cir, şu müddetten şu müddete kadar olan icarı, tamamen peşin olarak ödemiştir ve müşteri ücretin tamamından beri olmuş­tur. (= kurtulmuştur).

Şayet müste'cir, peşin ödememiş ise; o da yazılır ve şöyle denilir: Her ay geçtikçe, o ayın icar hissesini ödeyecektir. Bu ücretin tamamı bütün manialardan ve münâzâlardan fariğ­dir. İcarcı ve icara veren, birbirlerinden sahih ve temam sözleşme­den sonra ayrılmışlardır. Müste'cir, bunların tamamını görmüş ve anlamış ve ikisi birlikte nefisleri üzerine şehâdette bulunarak, bu ya­zı tamam olmuştur.

Şeyh'ul-İmâm Necmüddin en-Nesefî şöyle buyurmuştur: Kabzedilmemiş olan ücretin tazmin edileceği yazılmaz. Peşin alı­nan ücreti tazmin yazılır.

Şayet peşinle beraber ücret alınmışsa, ödetileceği yazılır. Peşin alı-tin aslını tazmin, başka bir borcu tazmin gibidir.

Buna binâen, dükkan icarı, yer icarı, değirmen icarı, hamam icarı ve hudutlu yer icarı yazılırlar. Zehiyre'de de böyledir.

En doğrusunu ancak Allahu Teâlâ bilir.

Şayet müste'cir, —yerinin dışında— bir bağı icarlarsa; uygun olanı bağın aslını (kökünü) yazmaktır; ağacım çubuğunu değil... Çün­kü, onları icarlamak bâtıldır.

Tarladaki ziraat da böyledir.

Filan oğlu filan, etrafı çevrili üzüm bağı olan yerin tamamını icarladı. îcâra veren şahıs o yerin, mülküyetinin ve hakkının kendi­ne ait olduğunu ve elinde bulunduğunu; bu yerinin Buhara köyle­rinden şu köyde olduğunu ve —olduğu gibi— hudutlarını yazdırır. Sonra da hudutlanyla, haklarıya, mürafıklanyla, icara veren şahıs, o yeri müste'cire sattıkdan sonra, onun olduğunu ve o bağda ne var­sa ağaçlar, yoncalar, üzüm çubukları dikmeler ve o yerde mahsûl­den karpuz, kavun, pamuk kökleri gibi ne varsa, şu kadar belirli be­delle ve sahih satışla sattı." diye yazılır.

Ve gerçekten bu müste'cir, bu belirli, bedelle, sahih satın alışla satın aldı.

Her ikisi de, sahih teslim alışla teslim aldılar.

Şayet icâre, ağaçların üzerinde meyve, çubuklar üzerinde yaş üzüm var iken yapıldı ise, onlar da söylenir ve yazılır. Zira, meyve, söylemeden satışa dahil olmaz.

Şayet bağda hilaf ağaç varsa; bu durumda "bu bağda bulunan bütün hilaf ağaçlar...'* diye söylenir. Çünkü hilaf ağaçlarda meyve gibidirler; söylenmeden satışa dâhil olmazlar.

Muhtar olan görüş budur.

Bu icâre, İmâm Muhammed (R.A.)'in el-Asl'da zikrettiği şu mes'eleden çıkarılmıştır:

Bir adam, iki adamdan, on seneliğine bir evi icarlar; sonra da, o iki adamın, kendini çıkaracaklarından korkup icâreyi kuvvetlen­dirmek isterse; bu duruma çâre şudur:

O evi, aylardan her ayın evveli için bir dirheme icarlar; ayların sonlan geride kalır. Bu durumda onlar, o evden karcıyı çıkaramazlar.

Gerçekten şöyle hikâye olundu: Bidayetinde satış muamelesi ya­zılıyordu; vaktaki Fakıyh Muhammed bin İbrahim el-Meydânı geldi. O zat, riba şübhesinden bunu kerih gördü ve icâreden bu nev'i meydana çıkardı. Ve bunu insanlar, malları sebebiyle kâra vasıl olsunlar ve onlar için arazi ve evlerinin menfaati "hasıl olsun diye yaptı.

Bu durumda senenin önleri için, az bir şey koydu ve malın ba­kiyesini senenin sonlarına bıraktı. Ve, her senenin son üç gününü müs­tesna kıldı. O üç günde, her iki tarafı da muhayyer bıraktı. Taraf­lardan her birisi için muhayerlik sabit olunca, icara veren —o yere ihtiyacı olursa— icâreyi, bu mahayyerlikte bozup malına kavuşur.

Sözleşmede üç günden fazla muhayyerliği şart koşmazlar. Zira, bu akdin fesadını gerektirir.

Bu, İmâra Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre böyledir. Hatta, feshin sa­hih olması için, sahibinin hazır olması şart kılınmamıştır. Bu, İmim Ebû Hanîfe (R.A.) ile İmâm Muhammed (R.A.)'e göre böyledir.

Gerçekten otuz bir sene olarak takdir eylediler. Çünkü her üç ayın arkasından, üç günü müstesna eyledi. Biz senedimizde— her se­nenin sonundan üç günü müstesna kılınca, bu müddet içinde müs­tesna günler üçyüz altmış gün eder. Bu da bir sene yapar. îcâre akdi otuz sene olarak kalır. Ancak akd, otuz sene içinde olur. Fazla sene­de olmaz. Zira otuz sene şer'i şerifde yarı ömürdür.

Peygamber (S.A.V.) Efendimiz: "Ümmetimin ömrü altmış ile yetmiş senenin arasındadır." buyurmuştur.

Yine Peygamber (S.A.V.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:

"Ölüm, altmışla yetmiş arasında galebe çalar."

İşte bu yüzden, yarı ömürden fazlasını kerih gördüler. Çünkü külde çokluk muteberdir; hatta, rek'atların çoğuna yetişen ekserisi­ne yetişmiş menzilinde olur.

Bu icarenin tecvizine, Şeyhu'1-İmâm Ebû Bekir Muhammed bin Fadl da muvafakat eylemiştir.

Keza, ondan sonra Buhara imamları da muvafakat eylemişlerdir.

Bunun üzerine, fetvada, imamlar bu günde, "bu icarenin cevazını" emreyledi. Şeyhn'l-İmâm Ebû Bekir bin Hâmid, ŞeyhıTI-İmâm Hafs es-Sefkerderî bu icâreyi tecviz eylemediler ve: "Bunda riba şübhesi var­dır." dediler.

Biz, bu fesadının vücuhlarını* İcârat kitabında zikreyledik.

Şeyhu'1-İmam Üstad Zahîriid-dîn el-Mürgînânî, şöyle buyurmuştur:

Gerçekten biz, bu icarenin sıhhatinin vecihlerini beyan eyledik ve ondan ribâ şübhesinin müntefi olduğunu açıkladık. Şayet bu yol tecviz edilmez ise, insanların ihtiyaçları halledilemez. Bundan dola­yıdır ki, hamama ücretle girmek caizdir. Halbuki ücret meçhuldür; daha suyu dökmemiştir.'

Âlimler, bu icarenin cevazında ihtilaf eylemişlerdir: Kadı İmâm Ebû'l-Âsım el-Âmirî tecviz eylememiştir.

Ba'zıları da tecviz eylemişlerdir.

Meselâ: Bir adam, bir kadını yüz seneye kadar nikâhlasa, işte o mut'a olur ve bu nikâh sahih olmaz. Bu hususta âlimlerimizden sahih rivayetler vâkidir. Her ne kadar, ikisi de bu müddete kadar yaşamasalarda bu böyledir ve itibar sözedir; oda nikâh için mubtil-dir. Zahîrriye'de de böyledir. [109]

 

Taksim Edilmemiş Bir Yerin Yarısını İcarlamak İçin Yapılacak Senetler

 

Filan oğlu filan, filandan söylenilenlerin tamamını icarladi; Bu yerin mülkü ve haklan icara verenindir. Ve bu yer iki sehimden bir sehimdir.

Ve bu yer, iki adamın arasında, taksim edilmemiş bir evin ta­mamının yarısıdır. O ev, şu yerdedir." denir ve böylece yazı tamamlanır.

Şayet ortaksız olan bir yerin yarısını icarlarsa; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, bu caiz olmaz.

İmâmeyn'e göre ise, caiz olur.

Eğer bîl-icma caiz olmasını isterse, şöyle yazılır: Ondan (zikre­dilen bütün evden) iki hissenin bir hissesini icarladı. Bu evin tama­mı mülküyeti de, hakkı da icara verenindir. Ve, onun elindedir. Evin yeri de şuradır." denir ve senedin sonuna hâkimin hökmü de ilâve edilir. Ve "Bu akdin sıhhatine, filan hâkim, —iki sözleşmecinin da'-vasından sonra— hükmeyledi." diye yazılır. Zehıyre'de de böyledir. [110]

 

Taksim Edilmemiş Bir Yerin Taksimi İçin Başka Bir Senet Örneği

 

îcarlanan malın tamamı için sözleşme yapılır; sonra da o söz­leşmenin yarısı fesh edilip yarısı baki' kalır. Bu durumda, hâkimin hükmüne ihtiyaç kalmaz. Akd tamamen bozulmaz ve bi'I-ittifak olur.

a îcarlanan yer güvercinlik olursa; işte o zaman otuz bir sene­den azına icarlar. Çünkü, güvercinlikler otuz seneye kadar aynı hâl­de kalmazlar. İşte bu durumda doğru görünen yazılır. Önce güver­cinlik arabca veya farsca olarak —beyan eylediğimiz gibi— yazılır. Sonra da şöyle yazılır:

"Filan oğlu filan, filan oğlu filandan, güvercinliklerinin güver­cinliklerini ve vasıfları bu senedin başına yazılmış olan edevatı arka arkaya beş seneliğine; —dört senesinin her altı ayın sonundan üç gün müstesna olmak üzere— bu tarihden itibaren, şu kadar dinara icar­ladı." denir ve dinarı da bizim vasfeylediğimiz gibi vasfedilir" Yazı böylece tamam olur.

Şayet icâre malım tazminat gerekirse, icâre yazısıtamam olduk­tan sonra o da şöyle yazılır:

Filan oğlu filan (onun kimliği ve meskeni yazıldıktan sonra) isimli icara veren bu zat,.müste'cirin isteğiyle, müstecir için söylenilen o ücretten, ödenmesi gereken şeyiicare fesh edildikten sonra, sahih bir ödeme ile ödedi. Müstecir de buna razı oldu ve onun ödeme yapma­sına sahih bir izinle izin vermişti." denir ve yazı sona erer.

Şayet müste'cir, icara verenden bir vekil ta'yin etmesini ve o yeri bir adama satmasını isterse, Basra ehli, müşteriden bedelini alma ve icâre malını müste'cire verme hususunda ittifak ettiler.

Sonra da mezkûr icar sahibi, filan oğlu filanı vekil yaptı ve onu satış hakkında kendi yerine koydu. îcâre akdi bozulduktan sonra o mahdut yeri, bedeliyle onu satın almaya istekli olan kimseye satma­ya vekil etti. İşte bu durumda icara veren bir vekil tâyin eder. Vekil de, tevkii meclisinde vekâleti sahih bir kabulle, muhatap olarak ka­bul eder.

Bunlar yazılır ve senet tamam olur.

Şayet müste'cir, o yeri, —tekrar müracaat etmek üzere— kendi şahsî malında imar etmek için izin ister, mal sahibide, o mahdut ye­re, ihtiyacı kadar masraf yapması için izin verirse, bundan sonra müs­te'cir hangi imarat olursa olsun, kendi malından israfsız ve tedbirsiz olmak üzere ve komşularından iki şahit huzurunda, harcama yapar. Ve ne kadar harcama yaparsa, onu sonra, mal sahibinden alır. [111]

 

İcâre Üstüne İcârede Yapılacak Senet

 

Bu husustaki isti'car senedi şöyle yazılır: Filan oğlu filan müste'cir ikrar eyledi. İsmi ve nesebi isti'car senedinde yazılıdır. Bu müste'cir, ikrarının caiz olduğu hâlde ve. iste­yerek ikrarda bulundu.

Keza, bu da isti'car senedinde yazılıdır icara veren hududu hak­lan ve mürafikı kendinin olduğu halde bu tarihden itibaren senedde mezkûr müstesna gününün gayrisini icâre müddetinin sonuna kadar, bizim vasfeylediğim iz gibi şu kadar dinara sahih icarla icara verdi. Filânda, ondan, zikredilen o yeri, şu kadar bedelle ve sahih bir icar­la icarladı ve aralarında teslim tamam olup şer'an icâre.sabit oldu. tcara veren şahıs, ücretin tamamını, sahih bir alışla aldı. Bu iki âkid, müstesna kılınan günlerde, icâreyi bozmakta muhayyer bırakıldılar ve senet de, sonuna kadar yazılarak tamamlandı. [112]

 

Bir Kimseyi Ücretle Çalıştırmak İçin Yapılan Akidlerde Yazılması Gereken Şeyler

 

Filan oğlu filan, filan oğlu filandan, tam bir seneliğine, şu ka­dar dirheme, nefsini icarladı; başlangıcı, şu ayın başı, sonu da şu ayın başıdır. Müste'cir, bu müddet içinde, ona istediği işi yaptırır. O, bu işleri yapmaktan kaçınamaz; ne emredilirse, onu yapar, bu akid ge­reğince, nefsini ona teslim eyledi. Ne isterse onu yaptırır ve her ay çıkdikca da ücretini öder.

Şayet onu, husûsi bir iş ve sanat için icarlamişsa; şöyle yazılır: Çeşitli tip elbiselerden dikmek için, icarlandı. Terzilik işinde ça­lışır ve neyi görür, severse, onu diker.

Kuyu kazmak için icarianan kimse de, eni, boyu ve derinliği be­lirlenen kuyuyu kazar.

Çobanlık yapmak üzere icarlarsa; şu kadar deveyi otlatır. Şu kadar ay, onu otlatmak, korumak, sulamak, götürüp—getirmek, ya­ralarını tedavi etmek, sağma zamanı gelince sütünü sağmak, görevi­dir. Sağdıktan sonra memesini yıkar. Onun ve yavrularının bütün ihtiyaçlarını temin eder. Kaybolanını arar. Ücreti şu kadar dirhem­dir." denilir ve ücretin peşin veya va-deli olduğu açıklanır. Ve bu yazı sonuna kadar yazılıp tamamlanır.

Şayet develer belirli değilse, yalnız onun ücretlisi olarak kalır; başkasına ücretle çalışamaz.

Şayet onlardan zayiat olursa, bil-icma onu tazmin eylemez; çün­kü bu, müşterek ecirdir. Müşterek ecîr olan çoban, zayi olan hayva­nı ödemez.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) böyle buyurmuştur.

İmâmeyn ise buna muhaliftir.

Şayet, bir kimse, diğerini Semerkat'tan, Buhârâ'ya kitap (mek­tup) taşımak için icarlar ve onun cevâbını getirmesini isterse; o tak­dirde öyle yapar ve cevabî mektubu ona getirir.

Bir adam, diğerini filana yazdığı mektubu filan köyde, filan ada­ma götürmek için —şu kadar ücretle ve sahih bir icâre ile— icarla-yıp, cevabını da kendine getirmesini söylerse; bu şahıs, söylenilen üc­reti, kendisini icarlayandan muaccel (= peşin) olarak, sahih bir alışla alır. Mektubu da sahih bir alışla alır ve onu Semerkant'tan Buhârâ'-ya kadar götürüp, onu, mektup kendisine yazılana verir. Cevabını da ondan alıp Buhâra'dan getirir ve Semerkant'da kendisini icarla-yan şahsa verir.

Yazı da böylece yazılıp tamamlanır. [113]

 

Hizmet İçin Köle İcarlama İşleminin Kaydedilmesi

 

Bir adam, diğerinden onun, Zeyrek isimli hindle kölesini icar-ladığmda icara veren şahıs, "onun, kendi kölesi olduğunu, hâlen elin­de bulunduğunu ve uzun boylu bir genç olduğunu ve kimliğini" söyler; Müste'cir de, onu tam bir seneliğine, (başlangıcı şu ay, sonu şu ay olmak üzere şu kadar dirheme sahih icâre ile ve kölenin gücü yettiği kadar onu çeşitli hizmetlerde işte kullanmak üzere icarlarsa; bu müd­det içinde, onun müste'cire hizmet etmesi helâldir. Onun aldığı üc­ret de helâldir. Bu, müste'cir, köleyi istediği işinde çalıştırır ve ona istediği hizmeti yaptırır. Onu, yolculukta da yanında götürebilir. Eğer başka bir işte çahşacaksa, onu da söyler.

Sonra da, ücretinin peşin veya vadeli olduğunu söyler. Yazı, böy­lece tamamlanır.

Onunla yolculuk yapması şarta bağlıdır.

Müste'cir, icarladığı köleden kendine, aile efradına ve misafiri­ne sabahtan akşama kadar hizmet etmesini isteyebilir. Zahîriyye'de de böyledir. [114]

 

Hizmet Ve Bir İş Yaptırmak İçin Köle İcarla Ma İşleminin Kaydedilmesi

 

Bir kimse, hizmet ettirmek ve başka iş yaptırmak maksadiyle bir köle icarladığmda, bu kölenin yapacağı bütün işleri açıklar, (yazar.)

Sonra da ücretin vadeli veya peşin olduğunu beyan eder. Vakti­ni de beyan eder.

Başka bir yerde ise, şöyle söylenmiştir: Çocuğu ve vakfı, uzun süre icarlamak caiz. değildir. Ancak mukâtaa olursa; bu caiz olur.

Bir kimse, filan adamdan, küçük bir çocuğu, işlerini düzeltmek için icarlasa; o günkü ecri misil olan ücretle icarlar. Bunu noksan-laştırmaz ve haksızlık etmez; Böylece yazılıp, sened tamamlanır. Za­hîriyye'de de böyledir.[115]

 

Küçük Bir Çocuğu, Babasından İcarlama İşleminin Kaydedilmesi

 

Bir adam, bir babadan, küçük oğlu filanı, şu müddet içinde, şu işte, şu kadar ücretle çalıştırmak üzere icarlasa; küçük çocuk o müddet içinde o işi yapar ve iş bitince de; ücretini, —babalık velâye-tiyie,— Müste'cir onun babasına teslim eder.

Böylece yazılır ve yazı tamam olur. [116]

 

Yiyecek Ve Giyecek Karşiliğinda Hür Bir Şahsi İcarlama İşlemince Yapılacak Senet

 

Bir adam, nefsini, filan adama, bir veya iki seneliğine, onun için gücünün yettiği kadar, şu işi yapmak üzere icara verir; o müs­te'cir de, "onun yaptığı işin ücreti olarak, her ay şu kadar dirhem vereceğini" söyler; ücretle çalışan şahıs da, müste'cirden, "yaptığı işin ücretini, yiyeceğe, katığa, giyeceğe ve diğer ihtiyaçlarına sarf et­mek için —sahih bir izinle— izin alsa; bu güzel olur. Müste'cir, bu­nu yasaklarsa; o, ancak onun tarafından yeni bir izinle me'zun olur. Ve nefsini müste'cire, sahih bir teslimle teslim eder. [117]

 

Süt Anne İcarlama Akdinde Yazılacak Şeyler

 

Süt anne icarlama akdinde, senet şöyle yazılır: "Filan oğlu filan, filanın kızı filaneyi, arka arkaya tam iki se­ne, başlangıcı şu ayın başı, sonu şu ayın başı olmak üzere icarladı." denir.

Süt anne de: "Şu senenin, şu ayından itibaren, filan müste'ci-rin şu isimli oğlunu, bu müste'cirin evinde, kendi sütümden emzir­mek ve terbiye edip beslemek ve emzirme işinde bir noksanlık ve ek-. siklik etmeksizin; her ayın hissesi de şu kadar dirhem olmak üzere yaptığımız sahih icâreyi kabul eyledim." der. Bu akid, mecliste yüz yüze yapılır. Çocuk getirilir; kadın onu tanır ve nefsini müste'cire, bu iş ve çocuğu emzirip bakmak için teslim eder. Her ay geçtikçe de ücretini alır. Her ücretini aldığı ay da yazılır. Veya peşin aldığı yazılır.

Kocasının ona izin verdiği; razı olduğu ve bu söylenilen emzir­me işi için teslim eylediği; kadının müste'cirin evinde kalmasına izin verip razı olduğu ve böylece birbirlerinden ayrıldıkları yazılır.

Bu senet, böylece tamam olur.

Şayet, bu akid, kocadan izinsiz yapılırsa; koca, akabinde onu fesh ve men eder. [118]

 

Bir Küçüğe San'at Öğretmesi İçin Bir Öğretici Karlama Akdi Senedinin Yapılması

 

Ta'lim zamanlarında, çocuğu iyice öğretmek ve şu kadar dir­hem ücretle, sanatın tamamını bütün yönleriyle, o müddet içinde, şu isimli çocuğa bildirmek üzere, filan şahıs icarlandı ve icarlayan şahıs, çocuğunu, san'at öğretecek şahsa teslim eyledi. Ücretin tama­mını da peşinen Ödedi." diye yazılır ve yazı tamam olur. Bu konu­da, daha tafsilatlı olarak, şöyle yazılabilir:

Dokuma sanatını iyice öğretmesi için, çocuğun velisi, Öğretici­yi, her ay şu kadar ücretle icarladı." denir ve (meselâ) dokumacılığı öğretmesi şart koşulur da, ona tatbikat yaptırması söylemez ise, bu caiz olmaz. Çünkü bu takdirde icâre, öğretmek üzerine vâki olur. Halbuki öğretmek ecirin amelinden değil; belki de öğrenenin fehmin-dendir ve ona karşı da icâre caiz olmaz. Kur'an öğretmek için icar-lamak gibi... Fakat, üstadı tamamen Öğretip, o çocuğu, o san'atı kendi başına yapacak hâle getirmek üzere icârlarsa, bu caiz olur. Maksûd da budur.

Bu, ücret dirhemler olduğu zaman böyledir.

Eğer, çocuğa bir sene san'at öğretmekte ittifak ederler; sonra da bu müddet içinde, talebe ustası için iş yaparsa; çalışırsa; bunun durumu şöyledir: Üstadı, çırağa bir senede, şu kadar ücrete, iyice öğretmek için icarlanır; sonra da üstad tilmizi (= talebeyi —çırağı) şu kadar ücretle, aynı sanatı kendisi için yapmak üzere, —ikinci sene— çocuğu icarlar. Bu, önceki gibi misilleme olur. [119]

 

Süt Anne Ve Öğretmen İcarlama Akdi

 

Filan oğlu filan, filan oğlu filanı, filan oğlu filan diye tanınan, akıllı ve mümeyyiz olup, mualliminin söylediğini anlayan ve öğretti­ğini öğrenen küçük oğluna terzilik işlerini öğretmesi ve çeşitli dikiş­le, çeşitli elbiseler dikmesini belletmesi için icarlamıştır. Bu icara tam bir yıl içindir ve başlangıcı şu; sonu şudur. Ücret yüz dirhemdir.

Sonra da bu üstad, babadan bu oğlunu, ikinci bir akidle —başka bir mecliste-—- icarlar. Devam eden ikinci sene, önceki senenin ücre­tine göre şart veya ona ilhak olmaksızın yahut önceki, ikinciye şart kılınmış veya ona ilhak edilmiş olmaksızın; bu çocuk, üstadına hiz­met edecek, terzilik işi yapıp elbise dikmek üzere sahih bir icarla icar-lanmıştır. Müddet tamam olunca da ücretini alacaktır." diye yazılır ve yazı tamamlanır. [120]

 

Yük Taşımak İçin Eşek Kiralama İşleminde Kaydedilecek Hususlar

 

Bir müste'cir, mekkâreciden (= hayvanlarla yük taşıyan şa­hıstan), her bir eşeğe şu kadar yük yükletip Semerkant'dan Buhâ-râ'ya, şu kadar dihem karşılığında, belirli beş eşeği sahih bir kira ile kiraladığında, mekkâreci, ona belirli beş eşeği gösterir; müste'-cirde onlara razı olup, yüklerini (şu kadar ağırlık olarak) mekkâre-ciye teslim eder ve o mekkâreci, bunu (yani, yükü Semerkat'dan Bu-hârâ'ya taşımayı ve o şehirde sahibine teslim etmeyi) kabul ederek, o yükün tamamını sahibinden sahih bir alışla teslim alıp, kirasmı da icabederse, kiralayana onu, sahih bir şekilde, şu günde tazmin et­mek üzere, ücretini peşin alır ve şayet e°şekler belirli olmaz ise, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve arkadaşlarına göre, bu Gâizdir.

Şeyh Ebû'l-Kâsim es-Saffâr ve ed-Debbusû "Bu fâsiddir. Çünkü, meç­huldür." buyurmuşlardır.

İmâmeyn'e göre, bu yazışma sahihtir. Şöyle yazılır: Filan, filan­dan, şu kadar batman pamuğu taşımayı kabul eyledi." Veya "Şu kadar adet cevizi taşımayı kabul eyledi," diye yazılır. Yahut: "Şu kadar ölçek buğdayı taşımayı kabul eyledi" diye yazılır. Veya: "Şu kadar elbiseyi taşımayı kabul eyledi" diye yazılır. Ve onların cinsi, ağırlığı, şu beldeden, şu şu eşekler veya develer üzerinde (her devede şu şu kadar batman yük olmak üzere) sahih ve caiz bir kabul ile ka­bul eylemiştir. Onda fesad yoktur; muhayyerlik de yoktur. Ve bu yazıya "Şu kadar dirheme taşımak üzere, Bağdad'tan, şu ayın şu gü­nünde, insanların tanıdığı yoldan gece ve gündüz muhafaza ederek götürüp, şu şehirde, şu mekânda ona teslim edecek ve ücretini ta­mamen teslim alacaktır." diye yazılacak ve yazı böylece tamamla­nacaktır. Zehıyre'de dp böyledir. [121]

 

Yük Taşıtmak İçin Belirli Develerin İcarlanması İşleminin Kaydedilmesi

 

Devler hakkındaki hüküm de, eşekler hakkında geçen hüküm gibidir.

Şayet deve helak olursa, icâre düşer. Ancak, develer muayyen olmaz ise, icâre düşmez.

Eğer mekkâreci şehirde ölürse, icâre düşer. Fakat sahrada ölür­se, —istihsânen— icare baki kalır.

Çıkış vaktini bildirmek gerekir. Şayet bir sene geçmişse icâre bâtıl olmuştur. İkinci sene, o yükü, aynı şartlarla taşıması gerekmez; an­cak, taşıyıcının, rızası ve sözleşmeyi tazelemek suretiyle taşıması hâ­li müstesnadır. [122]

 

Yük Taşımak İçin Gemi İcarlamak Ve Gemide Yük Kabul Etmek İşleminin Kaydedilmesi

 

Gemi icarlama işleminde, akid-nâme şöyle yazılır:

Yük sahibi, tahdadan yapılmış şu geminin tamamını, sahibin­den, nesi var nesi yok her şeyi ile bir aylığına (evveli şu gün, sonu şu gün), içinde şu miktar buğdayı şu beldeden şu beldeye, şu kadar dirhem ücretle taşımak üzere ve insanlarla beraber çıkıp, onlarla be­raber gitmek üzere icarladı.

îcâra veren de. icarın tamamını peşinen aldı..

"Müste'cir, icara verenin elinden gemiyi, her türlü mâniden, ve nizâdan hâli olduğu halde teslim aldı. Ve gördükten sonra da gerekirşe tazminat yapılmak üzere birbirinden ayrıldılar." denilir ve se­net yazılıp tamamlanır.

Şayet gemi konuşulanın aynı değil, gayrisi olursa, senet şöyle yazılır: ..."Şu kadar ağırlıkta, şu kadar ölçek buğdayı şu beldeden, şu beldeye şu tahtadan yapılmış hertürlü ayıbtaa selim, sahih bir ge­mide, bizzat kendisi ile insanlardan sevdiklerini ve avâne ile ücretli­lerini taşımak üzere..." der ve Böylece yazılır. Ve yazı önceki gibi sona erer. [123]

 

Taraflardan Birinin, İcâre Vesikası Yazılmasını İstemesi

 

Taraflardan biri, icâre vesikası yazılmasını istediğinde, kâtip onun icâre ikrarını yazar ve:

Filandan icâre matını teslim aldı" derse; bunda hatâ vardır. Çün­kü, bu durumda, kendisi için ikrar olunan şahıs gelerek isti'can in­kar edip, malın geri verilmesini irâde eylese; —ondan aldığım ikrar etmiş olduğuna göre— onun olur.

Burada şu iki durumdan birisi söz konusu olabilir:

1-) "Ücretim aldı." diye ikrarım yazıp, "filandan" diye yazmaz, Bu durumda, almak sahih olur ve ücret sakıt olur. (= düşer.) Şayet gelip isterse, "onu senden aldım." der.

2-) "Gerçekten ecir, bu müste'cirden düşmüştür. Ve ondan düş­mesi sahihtir." denilip Kabz söylenmemiş olabilir. Satın almada ve bedelde de böyledir. Zehıyre'de de böyledir. [124]

 

Bir Vakfın Mütevellisinden Yer İcarlama İle İlgili Yazışma

 

Filan hâkim, filânın vakfının tevliyesi sebebiyle işlerini, ı^an mütevellinin yapmasını kabul eyledi. Bu mütevelli, o vakıf cümle­sinden olan bağı, bütün hudutiariyle, haklariyle; (ağaçlan, üzüm çubukları ve kökleri, duvarları hariç) (başlangıcı şu, sonu şu) tam bir seneliğine ve şu kadar dirheme, icara verdi. Bu mütevelli, ücretin ta­mamını peşin olarak aldı.

Bütün ma'nilerden ve münazaadan fariğ olarak taraflar ayrıldılar.

Sonra da bu mütevelli dirhemleri o kabul edene geri verdi ve ona "haracını vermesini" söyledi. Vakti gelince, kanalını kazmasını ve ihtiyaç olunca, su yolunu (menfezini) tamir etmesini ve o dirhem­leri, bu işlere sarfetmesini söyledi.

îşte bu durumda, o mütevelli, bir cihetten vekil olmuş oldu. O da bu vekâleti, şifahî olarak kabul etti ve ikisi de buna karşı şahit tuttular.

Yazı böylece tamam olur. Muhıyt'te de böyledir. [125]

 

Husûsî Bir Kanal Üzerinde Bulunan Bir Değirmenin İcarlamasında Akdin Yazılma Şekli

 

Şahsa ait bir kanal üzerinde bulunan bir değirmen icarlandı-ğında akid şöyle yazılır:

Filan, filandan, özel bir kanalın üzerine yapılmış bulunan de­ğirmenin tamamını icarladı. değirmende beş sandık vardır; bunların dördü dönen değirmenler; beşincisi de şâmiha denen şeydir. Bu söy­lenenlerin tamamını ya'ni değirmeni icara verdi. Mülkiyet hakkı o-nundur ve onun elindedir. Yeri şu Kasabanın köylerinden filan köy­dedir. Bu değirmen, şahsî kanalın üzerine yapılmıştır. Bu değirmen suyunu şu dereden alıyor. Hududunun birisi özel kanaldır; ikinci, üçüncü ve dördüncü hudud da böyledir.

Şayet icarı mukâtaa yoluyla ise, değirmenin huduaunu söyle­dikten sonra, -"tamamım bir seneliğine veya arka arkaya iki yahut üç seneliğine başlangıcı şu senenin şu ayı olmak üzere, senenin her ayına veya her aya şu kadar dirhem ücretle, müste'cire fayda olsun diye, geliriyle birlikte icarladı. O değirmen, buğday veya arpa iste­diğini öğütür. İcarlayan her senenin ücretini sene sona erdikçe verir. Müste'cir, icarladığınin tamamını sahih bir alışla teslim aldı. Sanra da sözleşme meclisinden kalkıp birbirinden ayrıldılar." denilir ve yazı tamam olur. [126]

 

Buzluk İcarlama Akdinde Yazılacak Hususlar

 

Bir buzluk icarlandığı zaman, akid şöyle yazılır: Filan oğlu filan, şu buzluğun tamamını icarladı. îcara veren de, onun tamamını, mülkiyet hakkı kendisinin olarak ve o yer kendi elin­de bulunarak, hudutları bilinen bu yeri icara verdi.

Eğer bir yerde üç veya daha çok buzluk varsa; onların tamamı­nı icarladığım ve hudutlarını yazdırır ve: "Şu senede şu şu kadar dir­heme, sahih bir icâre ile, o buzluklara buz koyarak faydalanmak;se-' nesi gelince de icar hissesini vermek üzere icarladı." denir ve senet böylece yazılıp tamam olur. [127]

 

Aslı Vakfolunmuş Bulunan Bir Yerin İcâre Akdinin Yazılmasında Dikkat Edilecek Hususlar

 

—Buhârâ çevresindeki yerler gibi— aslı vakfolunmuş bulunan yerlerin icâre akdi şöyle yazılır:

= "Filan, filandan, etrafı duvarla çevrilmiş, evi yapılmış, beş dö­nüm bağı icarladı. îcara veren de o yerin mülküyet hakkı kendi elin­de olduğu hâlde, her şeyiyle icara verdi." denir. Önce söylendiği gi­bi yazılıp, akid-nâme tamamlanır.

Şeyhu'l-İmâm Hakim Ebû Nasr Ahmet bin Muhammed Semerkandî şöyle buyurmuştur:

Bizim, "yetim"le beraber "baba" lafzım söylememiz, müsamahadır.

Yetimlerin malına gelince; şayet yetimin bir evi var ve babası veya vasisi onu icara vermek istiyorsa, onu uzun vadeli olarak icara vermesi sahih olmaz.

Keza, baba veya vasî, yetim için bir yer icarlamak isterlerse; bu caiz olmaz. Zira, sene içinde icar, ecr-i misilden fazlalaşabilir.

Vakıflarda da bu böyledir.

Yetim için icarlamada durum şöyledir: Ecr-i misil olarak söz­leşme yapılır; icâre müddetinde icar artarsa artar ve bu dorumda baba ile vasî berâet ederler. İbraları, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.), ve İmâm Mu-hamraed (R.A.)'e göre sahih olur. Sonra da müste'cir için malı — icâre bozulana kadar— ikrar ederler.

îcâre bozulursa, müste'cir onların ikrar eylediği malı ister.

İmâm Muhammed (R.A.): "Onun için, bir başka durum daha var­dır: Baba veya vasî müstecirden icarı aldıklarını ikrar ederlerse; icâ­re bozulunca onu tazmin.ederler." buyurmuştur.

Şayet müste'cir tevsik ederse, kendisi i!e Ailahu Teâlâ arasındadır.

Gerçekten baba veya vasî icâre malını aldıklarını ikrar ederler­se, müste'cir kendisi ile Ailahu Teâlâ arasında olan maldan berat ede­mez. Burada, durum, ondan icar kadar bir şey satmak uygun olur.

Ehvat olanı da tamamından ibradır. Çünkü aldıklarını ikrar eder ve icâreyi de bozarlarsa, veya onlardan birisi ölürse; iki maî icab eder: Birisi ikrar eyledikleri, diğeri de icâre malı ...(ki, onu aldıklarım ik­rar etmişlerdi.) İbra sebebiyle de icâre malından bir şey tazmin eyle­mek gerekmez.

Burda kaçınması gereken şey vardır.

Bu yönlerin ba'zısında icara veren için, ba'zısında da icarlayan için zarar vardır. Çünkü ikrar olunan mal, müddetin sonuna kadar geri bırakılırsa onu icarlayan zarar görür. Ölüm veya muhayyerlik sebebiyle icâre fesh olursa; mal, müddetin sona ermesine kadar te­hir edilmekle müste'cir zarar görür.

Şayet te'cil, icârenin bozulma zamanı ne kadar olursa, fesh vakti meçhul olduğundan te'cil bâtıl olur; mal hâlde kalır. Bu defa da icara veren zarar görür. Çünkü müste'cir icarladığı yeri almıştır; elinde­dir; bedelsizdir.

Bunun yolu; Malı müddetin sonuna kadar erteleyip; sonra müs­te'cir, bu ertelemeyi ibtal için, bir vekil tayin eder.

Bu vecihlerden herhangi biriyle akd bozulursa, her iki taraf için de zarar zail olur. Vekilin ta'liki sahihdir.

Zâhirü'r-rivâyede, uzun müddet ile kısa müddet arasında vakfı hakkında bir açıklama.yapılmamıştır.

Tahâvî'de, Muhtasar'ında böyle buyurmuştur. Âlimlerden ba'zılan, "uzun müddeti" temellük korkusundan isbat eylediler. Burada durum, işi hâkime çıkarmaktır.

Yetim veya vakf için icarlamaya gelince, işte burda bazı durumlar cereyan eder.

İmâm Muhammed (R.A.) bir vecihde şöyle buyurmuştur: Otuz seneliğini bin dirheme akid yapar. Artık siz her sene ecr-i misle bakınız. Eğer ecr-i misi elli dirhem ise, on sene üzerine her se­ne dirhemlerin altıda biri; son sene de malın kalanı eklenir. Böylece akid ecr-i misil olur. Sonra da onuncu sene icâre fesh edilir ve akid

yenilenir.

Bu, Şeyhıı'l-Hâkim el-İmâm Ebû Nasr Ahmet bin Muhammed es-Semerkandî'nin zikreylediğinin tamamıdır. [128]

 

İcare Akdinin Feshedilmesi Nasıl Kaydedilir

 

îcâre akdi feshedilirken şöyle yazılır:

Filan, kendisi ile filanın arasında olan, hududları belirli yerin, şu tarihden, şu tarihe kadar, şu kadar dirheme yapılan icâre sözleş­mesini fesheyledi.

Bunu muhayyer olduğu için yaptı. Bugün de muhayyerdir; fesh sahihdir. Bunun üzerinede şahid edindi.

En sahih olan fesh, ortancıl günde yapılan fesihdir.

Çünkü son günde veya birinci günde yapılırsa ya muhayyerlik sabit olmadan evvel veya sabit olduktan sonra yapılmış olur. Yuka­rıda dediğimiz gibi olursa, ihtiyat olur. [129]

 

Terzilik Gibi San'at Ve İşlerde Usta İcarlama Akdinin Yazılması

 

San'atkar icarlamrken, icâre akdi şöyle yazılır:

İcara tutan filan şahıs, san'atkarı çeşitli elbise dikiminde çalış­tıracak ve dilediğine icara verecek ve onu sefere götürecektir. Şayet hizmet için, çalışma için,sanat için olduğunda, bunların tamamını beyan edecektir.

Sonra ücretini açıklayacak; peşin mi va'deli mi olduğunu ve va­de müddetini bildirecek; görme muhayyerliğini de beyan edecektir.

İmâm Muhammed (R.A.), başka bir yerde: "Küçük için veya vakf için uzun vadeli icâre caiz değildir." buyurmuştur. "Ancak, mukâtaa caiz olur." demiştir.

Mukâtaa yoluyla icarlamaya örnek:

"Mal sahibi, çocuğun işlerine bakan kayyıma icara verir. Üze­rine sözleşme yapılan şeyde, noksanlık ve haksızlık yapılmaz, ecr-i misil ne ise, icar o olur." denilir ve icara verilen yerin hududu söyle­nerek yazı tamamlanır. [130]

 

Mukataanın, Müste'cirin Yeri İçin Olması

 

Mukâtaa, müste'cirin yeri için olursa; —onun yerini muame-latda kullanmak gibi— şöyle yazılır:

Bir adam, bir yerini, bir başkasına, belirli bir mal karşılığında icara verdikten sonra, onu mukâtaa yoluyla, bir başkası, belirli bir karşılıkla icarlarsa; bu durumda, önceki icara veren, o yerin asıl sa­hibi üzerine ittifak yapılan ücreti tazmin ettirir. Uzun süreli icâre ta­mam olduktan sonra, dilerse; senedin arka tarafına şöyle yazar: Fi­lan şahıs, mukâtaa yoluyla, filandan, bunu icarladı.

Zikredilen zatın ismi ve kimliği ve icarlanan yerin mevzii, Hu­dudu, senetde açıklanır. Yazı böylece tamamlanır.

En doğrusunu ancak Alîahu Teâlâ bilir. [131]

 

Ziraat Ortaklığının Tevsiki İle İlgili Başka Bir Örnek

 

Bir adama, arazi sahibi tarafından zirâat arazisi ve tohumu ay­nen verilse, bu, şöyle yazılır: Filan şahıs, filan ziraatçıya, müzârara yoluyla, arazisinin tamamım verdi. Bu arazi zirâata elverişlidir. Ve bu yer, verenin mülküdür. Haklan onundur ve onun elindedir. Yeri filan köydedir. Hududu şu şudur. Bütün haklan onundur. Tohumunu da bizatihi arazi sahibi, şu Kadar kür temizlenmiş, beyaz, yeni sulu yer buğdayı ve şu kadar ölçek olarak vermiştir. Bunları, üç sene, bir­biri ardınca, şu ayın şu gününden, şu ayın şu gününe kadar, sahih müzâraa olarak verdi. Onda fesad yoktur. Muhayyerlik de yoktur. Müvâada'da yoktur. Ziraatçı, zikredilen tohumu, zikredilen araziye ekecektir. Bizzat kendisi ve ücretlileri, avenesi, öküzleri, âlet ve ede­vatı ile isteği şekilde çalışacak, Allah'ın çıkaracağı şeyin tamamın­dan, buğdayından, samanından veren ile alan arasında yarı yarıya veya üçte birli, (ittifaklarına göre) taksim edilecektir. Her iki taraf da, bunu sahih bir kabul ile kabul eylemişlerdir.*

Ziraatçı, söylenen yerleri ve tohumu, tamamen teslim almıştır ve alışı, sahih bir alıştır. Veren de sahih bir verişle teslim eylemiştir. Ve müzâraa meclisinden, her şey tamamlandıkdan sonra kalkıp ayrılmışlardır.

Tazminatı gerektiren bir hal otursa, veren, alana ödetecektir.

Daha sağlam olmasını isterlerse; hâkime müracaat ederek, bu­nu hükme bağlatırlar. Müslüman bir hakim, bu ortaklığın sıhhatına hükmeder.

Her ikisi de nefislerine karşı şahit edinirler ve yazı tamamlanır.

Durumun, vesikada açıklanmasını söyledik; çünkü, eğer on­lar susarlarsa, tohum sahibi belli olmaz.

Şayet tohumun ikisinin arasından olmasını şart koşarlarsa, şart­ları gibi olur,

Zahirü'r-rivâye'de böyledir.

Bundan dolayı şayet bir kimse, arazisini, ona, şu kadar sene ağaç dikmek üzere, başka birine verir ve ağaçlara ve çıkacak olan diğer şeylere yarı yarıya ortak olurlarsa, işte bu caizdir. Bu durumda diki­len ağaçiar, dikenindir; meyvelerine ortaktırlar. Bu işe bir vakit ta­yini gerekir ve o vakit, tamam olunca; o ağaçların sökülmesi söylenir.

Şayet tohum ayn değil ise, onu verenin reyi geçerlidir, O tak­dirde, "tohumla beraber..." diye yazılmaz. "Ziraat için, araziyi zi­raatçıya verdi." diye yazılır.

"O yeri, ziraatçı teslim aldı." diye yazılırken "tohumu da be­raber aldı." diye yazılmaz.

Eğer tohum, aynın "gayrisi ise, bu durumda rey ziraatçıya ait­tir. Ve bu durumda, tazminat ikisine râcidir.

Şayet arazide ziraat olgunlaşmadan, ona bir hak sahibi çıkarsa; müzâri,{ — ziraatci) muhayyerdir: Dilerse onu söker ve yeri verenle aralarında taksim ederler; dilerse, hissesini o yeri verene tazmin etti­rir ve ziraatın tamamı, verenin olur.

Şayet hak ziraatın dışında oiursa; "araziyi veren şahıs, ziraatçı­ya ecr-i misil öder ve tazminat ikisine birden râci olur. Tazminat za­manı da, her ikisi beraber tazmin ederler.'' diye yazılır. Ve yazı böy­lece tamamlanır. Muhıyl'te de böyledir.

Eğer arazi iki kişinin ortak olduğu bir arazi olur ve bu ortak­lardan birisi, Hissesini zirâat ortaklığına vermek isterse; vekisa şöy­le yazılır:

Filan şahıs, boş olan şu yerdeki hissesinin tamamını (ki hissesi, o yerin yansıdır; taksim edilmemişdir. (= muşadır...), iki senimden birisidir. Hudutları, haklan kendisine aittir.) Sahih bir müzâraa ile, üç sene arka arkaya, şu ayın başından itibaren, tohumuyla birlikte nafakası O masrafları), ücretlileri, avanesi ziraatçıya ait olmak üzere, Allah'ın çıkaracağına üçte birli (üçte biri arazi sahibine, üçte ikisi de ziraatçıya) olmak şartıyla verdi.

Ve yazı, beyan eylediğimiz gibi nihayet bulur.

Eğer, tohum ziraatci tarafından ekilmişse, ona ortak olurlar; yâni tohum ikisinin arasından olur. Tohum arazi sahibinden ise, o zaman, müzâraa fâsiddir. Çıkan mahsul tohum sahibinin olur. Âmile (- ça­lışana) ecr-i misil vardır.

Bir kimse, bir yerini, bir seneliğine, belirli bir ücretle icara ve­rir; sonra da o yeri, o şahsa zirâat için verir ve tohumu icara veren tarafından olursa; bu caiz olmaz. Şayet tohum müste'cir tarafından olursa, caiz olur. [132]

 

Muamele İşleminin Tevsiki

 

İmâmeyn'e göre, ağaçlar, üzüm çubuğu, yoncalık, bakliyat, ye­şillik, kamış kökleri, yetişmemiş meyveler hakkında muamelât caizdir.

Keza, yerde biten ve koparılan her şeyde yine muamelât caizdir.

Keza, İmâmeyn'e göre, Tuz, su halinde ise, onda da muamelât caizdir. Çünkü, onun suyunu sevk etmek gerekir.

İmâmcyn: "Zift ve neft hakkında muamelât caiz değildir." bu­yurdular. Çünkürbuniarda su şevkine ihtiyaç yoktur.

Bu şeylerin tamamında muamelat —nümâ bulması için ilaçla­maya muhtaç olurlarsa— câizciir; muhtaç olmazlarsa; muamelât ca­iz olmaz. [133]

 

Muamele İşleminin Kayda Geçirilmesi

 

Muamele işlemi şöyle yazılır:

Filan, filana şu yerdeki yeşilliğin tamamını (veya bağın tama­mını) verdi, içinde olan hurma ağaçları, meyve ağaçlan ile, yerin hu­dudunu da beyan eder. Hudutları ve hakları sahibine ait olmak üze­re, bir sene (on iki ay) arka arkaya, şu ay başından itibaren, sahih bir muamele ile verdi. Onda fesad ve muhayyerlik de yoktur. Çiftçi bunların tamamına bakacak, sulayacak, koruyacak; bağını budaya-cak, sararan ve kuruyan dalları kesecek; hurmalığı aşılayacak ve bi­zatihi kendisi ve ücretlileri çalışacak. Yüce Allah'ın çıkaracağına — şartlan gereğince—- ortak olacaklar. Ziraatci verilenin tamamını teslim alır. Tazminatı da zikrederler. Böylece yazı nihayet bulur.

Şayet bağ, ziraatda şâmil ise, o da yazılıp iki ayrı sözleşme ya­pılır; birisi diğerine şart olmaz. Yerin hududu söylenir. Sonra da "fi­lan, filana bağda olanın tamamını, ağaçlarını, meyvelerini, ay ba­şından itibaren beş sene mukâtaa muâmelesiyle ve yarısı çalışana (-âmile—ziraatciye), yarısı da mal sahibine olmak üzere verdi." de­nir. Daha sonra da ikinci bir sözleşme ile, "beş sene müddetle, o ye­ri, tohumuyla birlikte zirâat için verdi." denir ve beyan eylediğimiz gibi yazılır.

Tazminata gelince, "ikisinin birlikte tazmin edeceklerini, her bi­rinin teslim ve tesellüm edeceklerini" yazmakla yazı tamamlanır, za-hîriyye'de de böyledir. [134]

 

13- ŞİRKETLERLE İLGİLİ YAZİLARDA BULUNMASİ ŞART OLAN HUSUSLAR

 

inan ortaklığında yazılış şekli şöyledir: ' 'Filan ve filan takva (= Allah'tan korkmak) ve emâneti yerine getirmek, hoşa gitmeyen şeylerden ve hıyanetten kaçınarak; her bi­risi arkadaşına gizli ve aşikarda öğüt vermek üzere, inan ortaklığı Yapacaklardır. Her birinin, belirli bir sermâyeleri vardır." denir ve sermayeleri açıklanır. Bu sermayeler üzerine akid (=  sözleşme) yaparlar.

Bu vasıflarla ortaklık sahih ve caiz olur. Onda fesad olmaz.

Eğer, sermayenin tamamı ticârette kullanılacaksa, her iki ser­mâyede çeşitli ticâretlerde kullanılır, icar alınır; icar verilir; muhte­lif şekilde alım—satım yapılır; peşin veya veresiye verilir; her birisi ayrı ayrı veya birlikte ticâretle meşkul olabilirler. Kendi mallarım bir­birine katabilirler. İstedikleri kimselerin mallarını da kendi malları­na katabilirler.

Bu sermayeyi, istedikleri kimselere, mûdarabe olarak verebilirler.

Bu sermayeyi, ortaklardan her birisi, sevdiklerine ve istedikle­rine, toplu veya dağınık olarak emânet bırakabilirler. Ortaklardan her biri, bu sermayeyi dâr-i İslâm olsun, dâr-i harb olsun, kara ol­sun, deniz olsun, yolculuğa çıkabilirler.

Bu ortaklar beraber veya ayrı ayrı çalışabilirler.

Her biri, kendi re'yi iîe çalışabilir ve AUah'dan nzik diler. Onlardan her biri kâr edip, sermâyelerini artırabilirler." deni­lerek yazı tamamlanır ve ortaklar birbirinden razı olarak ayrılırlar. [135]

 

Vücûd Şirketinin Tevsik Edilmesi

 

İki kişi, aralarında vücûh şirketi kurduklarında, bu durumu şöylece yazarak vesikalandırırlar:

Filan» filanla, Yüce AUah'dan korkmak ve ona itaat ederek; emâr neti edâ ve gizlide aşikarda birbirlerine nasihat etmek üzre, bedenle­riyle vücûh ortaklığı yaptılar. İkisinin de sermâyesi yoktur.

Bu ortaklık, bazen inan ortaklığında, bazen de müfâveda or­taklığında olur.

inan ortaklığında, "ticârette ortaklaştılar; binefsihi satın almakta ve onlardan her birisi, bizzat kendi re'yi ile yalnız veya beraber ça­lışmak ve birlikte satmak; ve her biri ayrı ayrı satmak ve herbiri di­ğerini vekil etmek; bu vekâlet hasebiyle satış yapmak ve yapılan kârı aralarında yarı yarıya taksim etmek üzere ortak oldular." diye yazı­lır ve yazı tamam olur.

Müfâveda ortaklığında ise şöyle yazılır:

"Ticâretin tamamında, müfâveda ortağı oldular."-Binefsihîsatın almak üzere, ticâretlerinden ellerinde olanla birlikte satın alırlar. On­lardan her biri, kendi re'yi ile satın alır. Birlikte veya ayrı ayn satar­lar. Birbirlerini vekil yaparlar. Kazançlarını, yarı yarıya aralarında taksim ederler." diye yazılır ve yazı nihayet bulur.

Bu durumda birinin kârının diğerinden üstün olması caiz olmaz.

sahibine karşı vadia da caiz olmaz. [136]

 

Tekabül Şirketinin Tevsik Edilmesi

 

İki kişi, sermayesiz olarak husûsi bir ticâret için, tekabül cihe­ti üzerine man ortaklığı kurarlarsa; buna tekabül ortaklığı denir. Ve bu şirket şöyle tevsik edilir:

Filan ve filan terzilikte kendi elleriyle çalışmak üzere inan or­taklığı yaptılar. İnsanların tamamından terzilik işini beraber ve ayrı ayrı kabul eylediler. Bu ortakların ikisi bir veya her birisi münâsip gördükleri şahıslardan, şirketleri namına icarlama yaptılar. İhtiyaç oldukça birlekte veya ayrı ayrı çalışırlar. Ellerinde olan metâı, bir­likte veya ayrı ayrı satarlar. Böylece topladıklarını, aralarında yan yarıya taksim ederler, Vadiaya ( ='eksik satılana) da ortak olurlar ve aralarında bu ortaklık için sözleşme yaparlar. Yazıda böylece ta­mam olur.

Buna göre bütün ameller, temizlik(ilik, boyacılık ve emsali hep böyledir.

Şayet, ortaklardan birinin işi, terzilik; diğerinin işi temizlikçilik olursa; o zaman da "şu amelde, şu amelde ortak oldular." diye ya­zılır. Ve, bu ortaklık da caiz olur. Biri diğerinden fazla kazansa, bir şey gerekmez. Bu üç ortaklıktır.

Şayet sermâye olursa, man ortaklığı, müfâveda ortaklığı, tica­ret sınıflarının her sınıfında —az veya çok— ne varsa, sermaye açık­lanır. Sonra "Bunun tamamı ellerindedir. Onlardan her biri ticare­tin her sınıfından, peşin veya va'deli alıp—satırlar." diye yazılır.

Bu böiümde, kâr ve vadia şartı sahih olmaz.

Keza, sermayeleri müsavi olmaz ise, yine sahih olmaz.

Buna göre, takabbül şirketi, vücûh şirketi, vücûh şirketi, müfâ­veda ortaklığında söylendiği gibidir.

inan şirketinde de böyledir

Burda müfâveda ortaklığından bahşedilmiştir ve bütün şirket­ler böyledir. Her ortaklık hakkında iki nüsha vesika yazılır. [137]

 

Ortaklığın Feshedilmesinin Tevsiki

 

Şirketin feshedilmesini isteyen ortak, diğer ortağına karşı şa­hitlik eder ve şöyle der: Filân ve filan inan ortağı (veya müfâveda) ortağı idiler. (Nevini söyler ve" şu sene, ortaklık üzere idiler. Filanın sermâyesi şu kadar; filanın da şu kadar idi. Bir müddet beraber çalıştılar. Sonra ikisi de ortaklığı bozmak istediler. Aralarında olan malı tamamen taksim eylediler ve herbiri ondan hissesini aldı. Son­ra, her biri hesablarını gördüler ve herbirinin hesabının doğru oldu­ğunu anladılar. Taksimleri sahih ve caiz; fesadı ve muhayyerliği de yoktur. Malın tamamı huzurda, borçla meşgul olan mal yok. Ve or­taklardan her birisi beridir; hiç birinin diğerinde bir hakkı yoktur. Bu yazıdan sonra, da'vâ da yoktur," denip, yazı sonuçlandırılır. Şayet yazı mudârabe hakkında ise, o da aynı şekildedir. Zahîriy-ye'de de böyledir.

îki kişi, müfâveda veya inan ortaklığı kurmak isterler de, bi­rinin malı olmazsa; bu husus şöyle yazılır:

Malı olmayan ortak, malı olandan, onun sermâyesi kadar borç alır ve onu nefsine hisse kılar. "İsteyerek ayrılırlar..." sözünden sonra yazılır. Sonra ikinci ortak, ikrarının geçerli olduğu halde, her yö­nüyle tasarrufa yetgili iken, ortağı olan filana "şu kadar borcu ol­duğunu bu borcun ödenmesi lâzım, vacip, hak bir borç olduğunu; sahih bir karz ile ortağına, onun malından borçlanmış bulunduğu­nu; ortağının, onu, kendisine verdiğini; kendisinin de borç olarak onu teslim alıp, nefsine hisse kıldığını" ikrar eder. bu ikrar şahin­dir. Ortağı da onu doğrulamıştır. Tarihi de zikredilir ve yazı böylece tamamlanır.

Şayet ortaklığın hayvanlar hakkında olması istenirse; bu durum şöyle yazılır:

Bir adamın sığır veya koyunları var. Onları, ortaklık için birine vermek istiyor. Hasıl olacak kâra müsavi şekilde ortak olacaklar. Bu­rada durum: Sığır veya koyun sahibi, taksim edilmeksizin ortaklık yapmak istediği zata yarısını, —belirli bir bedel ile— satar ve tama­mını ona teslim eder. Böylece, o, onları korur ve otlatır. Onlardan meydana gelen kâra da yarı yarıya ortak olurlar.

Bu isteğin yerine gelmesi için, hayvanı olmayanın ikrarı yazılır ve şöyle denir: Filan oğlu filan, ikrarı caiz iken, isteyerek, elinde şu şu kadar sığır, şu şu kadar koyun bulunduğunu (koyunları tamamı­nı zikrederek)" ikrar eder. Koyunları söyledikten sonra, "bunların tamamı, ikisinin elinde idi." denir. Ve yarısı mülk, yarısı da sahibi tarafından emânet" olarak yazılır: Onun yarısı filanındır, (ya'ni sa­hibinindir.) Ve **Yüce Allah'ın vereceği rızık, muttasıl olan fazlalık olan ve munfasıl olan fazlalıkdan yarı yarıya olmak üzere, ortak ol­dular." diye yazılır.

Keza, filan, ikrarının caiz olduğu sırada, isteyerek," zimmetin­de hayvan sahibine şu kadar, lâzım, hak, vacip ve sahih sebeble borç olduğunu; bunun da, o hayvanların yansının bedeli olduğunu; on­dan müşaen (= taksim olmaksızın) satın aldığını; şer'i şeni iktiza-sınca onu teslim aldığını; alışının sahih olduğunu diğerini" de onu doğruladığını; bununda hitap olduğunu" söyler ve bu y oöylece tamam olur. Muhıyt'te de böyledir. [138]

 

14- VEKÂLETLERLE İLGİLİ YAZILARDA BULUNMASI ŞART OLAN HUSUSLAR SATIŞ İÇİN UMÛMÎ VEKÂLET:

 

Bir kimse, satış hususunda vekil tayin edilmek istendiğinde, vekâlet-nâme şöyle yazılır:

"Filan, filanı evinin tamamını satmak üzere" vekil tâyin eyle­di." denilir ve bu vekâlet-nâmeye o evin hududunu, mürâfikmı, bi­nasını, vekâletin sahih, caiz ve nafiz (= geçerli) olduğunu ve vekilin kendi reyi ile amel edeceğini, bu hususta istediği şahsı, vekil yapaca­ğını ve istediğine satabileceğini; her ne yaparsa caiz olacağını, sattı­ğının parasını alacağını; satılanı, müşteriye teslim edeceğini; o şah­sın bu vekâleti kabul eylediğini," yazar ve "bu vekâletin, bu vasıf­larla yüz yüze; birbirinden ayrılmadan ve bir Şeyle meşgul olmadan yapıldığım; müvekkilin, vekâlete konu olan şeyin tamamını vekile teslim eylediğini; onun, bu vekâlet hükmüyle iş yapacağını" yazılır ve bu yazı sonuna kadar yazılarak tamamlanır. Zabîriyye'de de böyledir. [139]

 

Alış - Veriş İçin Umumî Vekâlet

 

Alış-verişte bir şahsa umûmî vekâlet verileceği zaman, vekâlet-nâme şöyle yazılır:

"Filan, filanı söylenen hususların tamamında vekil tayin etti." denilir ve o şey vasfedilir. Ve şöyle yazılır:

Sahih ve caiz bir vekâletle, satmak ve satın almak için bu vekil; müvekkilin bütün mallarına, bütün emlâkine, satımı caiz olan bü­tün varlığına, (altından, gümüşten, elbiseden, araziden, köleden, hay­vandan, eşyadan, akardan, gelirlerden, ölçülenden, tartılandan ve müvekkilin sahibi olduğu —bunların dışında— neyi varsa hepsinden) vekil olduğu günden itibaren, az çok ne varsa cümlesinin satımına alımına ister müşaen (= taksim edilmemiş); ister taksim edilmiş ol­sun; ister toplu ister dağınık bulunsun, ne zaman ve nasıl isterse (is­tediği sınıf mallardan; meyvelerden araziden ve başkalarından) sa­tar ve bedelini alır; sattığını teslim eder ve bunların tamamını kendi reyi ile yapar. Taksimsiz olsun, taksimle olsun, toplu olsun, dağınık olsun bütün malları dilediği gibi, dilediği yerde, dilediği zaman ken­di reyi ile satar ve satın alır. Bu işleri ister peşin, ister vadeli olsun kendi reyi ile yapar. Dilediği şahsı vekil tâyin eder; istediğim azle­der. Nasıl ve ne zaman dilerse dilediğini yapar. Tekrar tekrar mü-, vekkili için teslim alır ve her ne alırsa, satın aldığı şeyin parasının tamamını müvekkilin malından öder. İsterse kendi şahsî malından öder. Sonra da onu müvekkilden geri alır.

Müvekkil, vekile bu vasfedilenlerin tamamını yapması için izin verir. Vekil de bunları şifahen (= yüz yüze) aynı mecliste kabul ey­lemiştir. Zehiyre'de de böyledir.

Bir kimse, başka birini her şeyine vekil yapmak isterse; vekâlet­nameyi şöyle yazar:

Filan, filanı, bütün malım muhafaza için vekil eyledi. O kimse, araziden, evlerden, akarlardan, gelirlerden, eşyalardan, kölelerden, kablardan ve diğer mallardan, gelir getireceklerin gelir getirmesine; tamire muhtaçların imarına bakar. İcara verilmesi gerekeni icara verir. Musalaha yapılması gereken ile musalaha yapar. Düşmesi gerekeni düşürür; ibrası gerekeni ibra eder; te'cili gerekeni te'cil eder. Muhiyt'te de böyledir.

Bu vekil, havale edilmesi gerekeni havale eder; rehin konul­ması gerekeni rehin kor ve dilediğini yapar. Zahiriyye'de de böyledir.

Bu vekil, ticârete ehil gördüğü kimseyi filanın bütün malına ortak eder. Üzerinde müvekkilin, hakkı bulunan şahsı da'vâ eder. İnsanlarda olan haklan alır.

Bu vekilin yaptığı bu işlerin tamamı caizdir. Muhiyt'te de böyledir. [140]

 

Umumî Vekâletname İçin Başka Bir Örnek

 

Vekâletnâme  yazının   sonunda,   şahitler   şöyle   şehâdette bulunurlar:

Filan, filanı, insanlar üzerinde hâli hazırda olan bütün hakları­nı istesin ve gelecekde onlar üzerinde olacak bütün hakları istesin ve onların yanında olan bütün hakları talepetsin diye (ister ayn olsun, ister alacak olsun; ister akardan olsun, ister araziden olsun; ister çok, ister az olsun; ister da'vâ, ister münazaa olsun; da'vâ, ister kadılar ister hâkimler, ister hükümdarlar ile olsun) vekil tayin eyledi. Vekil, sert isbat ve beyyine ikâmesi ile; gerekince yemin, gerekince hapis, gerekirse taksim; araziden, akardan, paradan evlerden, hayvanlar­dan, az çok ne varsa, (vekâlet akdi yapılırken ne varsa,) ve istikbâl­de meydana gelecek şeylerde hakkını almaya ve teslim alınması ge­rekeni teslim almaya; tazminat gerekirse ödetmeye; akar, emlâk, nak­lolunur mallardan ve başkalarından, sattığının bedelini almaya; sa­tın aldığının bedelini vermeye; senede ismini yazmaya, hulâsa bütün işleri yapmaya vekil edildi. Vekil olan şahıs da bunların tamamım kabul eyledi. Bunlar, tamamen şifahan söylendi ve böylece yazı ta­mam oldu. Muhıyt'te de böyledir. [141]

 

Nikâh Vekâleti İle İlgili Bir Örnek

 

Bir kadın, bir adamı, kendisini nikah etmesi için vekil yaptı­ğında, bu vekâlet-nâme şöyle yazılır:

Filan oğlu filanın kızı filâne, kendini evlendirmek hakkında, nef­sinin yerine filan oğlu filanı ikâme eyledi. Şu kadar mehir karşılı­ğında nikahlaması için sahih bir vekâletle vekil eyledi. O filan şahıs da, bu vekâleti, şu tarihten itibaren sahih bir kabul ile kabul eyledi.

Sonra da, besmele ile şöyle yazılır:

"Filani filaneyi, onun vekilinin nikâhı ile söylenilen mehirle, sa­hih ve caiz bir nikâhla, adil şahitlerin huzurunda, her ikisi de razı oldukları hâlde tezvic eyledi." diye yazılır ve yazı tamam olur. [142]

 

Diğer Şahısları Da Da'vâ Etmek Hususunda Vekâlet-Nâme Örneği

 

Filan, filanı bütün haklarını talep etmek ve insanların elinde (yanında) olan hakkım almak, da'vasına bakmak, yemin talebinde bulunmak, hapsedilmesini istemek, kefil istemek vekil istemek ve ne­tice olarak her şeyinde sahih bir vekâletle, vekâleti caiz ve nafiz şe­kilde, vekil yaptı ve onu nefsinin yerine ikame eyledi. Vekil de, bun­ları, vekâlet akdinin yapıldığı meclisde, sahih bir kabul ile kabul ey­ledi. Ve aynı meclisten ayrıldılar.

Sonuna kadar yazılarak yazı tamam olur.

En doğrusunu bilen Allahu Teâlâ'dır. [143]

 

Davaya Vekâlet Hakkında Başka Bir Önrek

 

Filan, filanı hukukunu talep için vekil eyledi ve nefsinin yeri­ne koydu. Ve müvekkili ona izin verdi: O da, dilediğim, —kendi gibi— vekil tâyin edebilir. İşte bu vekâlet şahindir, caizdir, nafizdir. Vekil de, bu vekâleti sahih bir kabul ile kabul eyledi ve sıhhati ta­mam oldukdan sonra da akd meclisinden ayrıldılar; yazıda nihayete

erdi.

En doğrusunu bilen Allahu Teâlâ'dır. [144]

 

Bir Verin Satışı Hususundaki Vekâletin Tevsiki

 

Bu vekâlet-nâme şöyle yazılır:

Filan, filanı, şu yerdeki, şu hudutlu yerini, bütün haklarıyla, ar-sasıyla, binalarıyla satması için vekil tayin edip, kendi makamına ikâ­me etti. Vekil onu, dilediğine satıp, bedelini alır. Dilediği kimseyi de kendisi vekil eder. Tazminat gerekirse ödetir. Kendisinden satın alan şahsa; sattığı şeyi teslim eder. Vekâleti sahihdir; caizdir; nafiz­dir, O da bu vekâleti sahih olarak kabul eylemiş ve bunu akid mecli­sinde açık ve şifahi olarak —ayrılmadan önce ve başka bir işle meş­gul olmadan— söylemiştir. Müvekkil, hakkında vekil edildiği vekil edildiği şeyin tamamım, o vekile teslim eylemiş; o da, onu, ondan almış ve bu vekâlet hükmüyle, o şeyin tamamı eline geçmiştir. Müş­teri belirli ye o şeyin bedeli mukadder ise, onu da iyice açıklar ve "onu, filana, şu kadara sattı." diyerek yazı tamamlanır.

En doğrusunu bilen Allahu Teâlâ'dir. [145]

 

Emlâki Koruma Hususunda Vekalet

 

Filan, filanı tarla, akar, hayvan, tartılan, ölçülen, köle, câri­ye, para, elbise, ve benzerleri gibi bütün mallarını korumak ve bun­ları faydalanır hâle getirmek için; zirâat işlerini görmek, bizatihi onu ekmek, dilediğine ziraat için ortağa vermek, gelirini yükseltici sebep­lere riayet etmek, tamir ve ıslahına bakmak, o mallara ihtiyaç oldu­ğu kadar sarfiyatta bulunmak için ve hiç bir şey satmayip, mallan muhafaza eylemek maksadıyla vekil tayin edip, onu, kendi maka­mına ikâme eyledi. Vekil de sahih, caiz ve nafiz bir vekâletle, bunla­rın cümlesini kabul eyledi. Zikreylediğimiz şartlarla, akid (= söz­leşme) meclisinde, cereyan eden şeylerin hepsi, açık, şifahen ve yüz yüze konuşuldu. Ve, tarihi atılarak, yazı tamamlandı. [146]

 

Satın Almaya Vekâlet İçin Başka Bir Yazı Örneği

 

Filan, filanı, şu yerdeki arazinin tamamını —sahih bir vekâ­letle,— filandan satın almak için vekil tayin eyledi.

Burada en ihtiyatlı olanı "arazisini, ve binasını satması caiz olan­dan satın almak için..." demektir.

Keza, az veya çok, beğendiği bütün mallardan satın almak üze­re, ve kendi re'yi ile hareket etmeye, ne yaparsa caiz ve geçerli ola­cağına, satın alınca parasını peşinen ödemeye, âmirin malından ve­receğine, dilerse kendi malından verip sonra geri alacağına, şayet satın aldığı malda, bir kusur bulursa; onu geri vereceğine; bunu görme muhayyerliği sebebiyle yapacağına; o şahsın bunların tamamına ve­kil olduğuna; kendinin.de istediği şahsı vekil edip, isteyince onu azl edeceğine" dair ifadeler yazılır ve vekilin bunları noksansız kabul eylediği, şifahen konuştukları da zikredilerek yazı tamamlanmış olur. [147]

 

İcâre Hakkında Vekil Tayini

 

"Filan, kendisi (müvekkili) için su hudutlu yerin tamamını, bü­tün haklarıyla beraber icarladı." denir ve sonuna kadar yazılır. Bu vekâlet, istediği kadar gün veya ay veya seneye kadar sahih, caiz ve nafizdir. Aynı zamanda, müvekkilinin malını icara verir; yaptığı her-şey caizdir. Bu vekil, icara verdiği şeyi, icarlayana (müste'cire) tes­lim eder; icarını alır. Ve bunların tamamını, kendi reyi ile yapar, di­lediği şahsı vekil yapar; dilediğim azl eder. Nasıl isterse ve ne ister­se, öyle yapar. Yaptığını tekrar tekrar yapar. Vekâlet kendisinde dur­duğu müddetçe, istediğini yapar.

Vekil, bu söylenenlerin tamamını ayrılmadan, önce: yüz yüze ola­rak kabul eder. Ve vekil o yerin bütününü, müvekkilinden teslim alır. Bunların tamamı, vekâlet hükmüyle eline geçmiş olur. tazminat ge­rekirse, yerine getirir. Şer'i şerifin icabmca hareket eder. Ve buna şahit edinir.

En doğrusunu Yüce Allah bilir. [148]

 

Belirli Bir Yeri İcarlamak İçin Vekil Tayininde Başka Bir Vekâletname Örneği

 

Filan şahıs, şu yerdeki, şu hudutlu yeri bütün haklarıyla icar-lamak üzere, filanı vekil tayin eyledi. Onu, fîlan'dan (yani icara ver­mesi caiz olan kimseden) vekâleti devam ettiği müddetçe, (dilediği kadar günler, aylar, seneler) müvekkilinin oturması için, ne zaman ve nasıl isterse icarlayabilir. Müvekkil, onu (vekili), kendi makamı­na kâim eyledi. Bu vekil isterse, kendisi sevdiği başka kimseyi vekil yapar ve vekâletten azleder. Müvekkili için icarlar; icarını, ister pe­şin öder; ister, va'deli öder. Parasını, ister müvekkilinin malından verir; isterse, kendi malından verip, sonradan müvekkilinden alır. lann hepsini kendi reyi ile yapar.

Sonra da "vekilin kabul eylediği tazminat" ve onun şahit edinmesi" zikredilir ve yazı, böylece tamam olur. [149]

 

Belirli Olmayan Bir Yeffl İcarlamak İçin Vekil Tayini İle İlgili Başka Bir Yazışma Örneği

 

Bir adam, diğerini vasfedilen şeyin tamamını icarlamak Üzre, müvekkilinin oturması için hangi ev olursa icarlaması için sahih bir vekâletle vekil tayin etti. Bu vekil, bir yerde bir ev görür ve onu mü­vekkili için istediği kadar müddetle icarlar ve ücretini istediği şeyden verir. Sonra, önceki gibi hareket edilir. [150]

 

Bir Araziyi Ziraat İçin Vermeye Vekâlet Hususunda Diğer Bir Yazışma Örneği

 

Filan, filanı şu hudutlu ve zirâata elverişli araziyi ziraat için vermek üzere sahih bir vekâlet ile vekil tayin eyledi.

Bu vekil, dilediği müddetle, istediği adama zirâat için verdi; to­humunu da verdi. Bu vekilin yaptığı iş, —çok veya az olsun, hepsi— caizdir.

Bunların tamamı için, kendisi de vekil tayin edebilir ve vekili ne zaman ve nasıl isterse, azladebilir. Bu vekil yaptığı işleri, hep kendi reyi ile yapar; istediğini, kendi makamına getirir. Ve ona kendine teslim edilenleri teslim eder. Müzâraa ( = ziraî ortaklık) olarak verir ve gerekeni, —müvekkili için— alır. Kendisi de bu vekâleti kabul eder. Yazıda, teslim, tazminat ve şâhid tutma hususu da zikredilir.

Şayet tohum müvekkilden ise, o da yazılır ve "tohum bu mü­vekkilindir." denir.

En doğrusunu Yüce Allah bilir. [151]

 

Müzâraa Arazisi Hakkında Başka Bir Vekâlet Örneği

 

Şu yerdeki arazinin tamamını müzâraa için sahibi olan ve zi­raat için vermesi caiz bulunan şahıstan alan bir kimse; o yere caiz olarak ve ekin ekmesi için bir vekil tayin ederse; bu vekil oraya, to­humu kendinden olmak üzere —ister yazlık, ister kışlık— bir mah­sul eker. "Bu vekil, kendi reyi ile çalışır." denilir. Ve yazının deva­mı önceki gibi yazılır.

Şayet tohum araziyi verenden ise, o da öyle yazılır. [152]

 

Muameleye Verilen Bir Bağı Alma Hususunda Vekil Tâyin Etmeye Dair Yazışma Örneği

 

Filan, filanı, şu yerdeki bağın tamamını almaya vekil eyledi. Bağın hududu, haklan tamamen onundur. Vekâleti şahindir. Sahi­binden, o bağı, muameleyi beraber yapmak için, —kaç ay ve sene isterse,— az çok bir nasib ile olan âmil, onu koruyacak, sulayacak, onun ıslahı için çalışacak ve istediği kimseyi vekil yaparak, onu ken­di makamına koyacak; bunların tamamını kendi reyi ile yapacak ve yaptığının tamamı geçerli olacak; aldığının tamamını müvekkili için alacaktır.

Kabulü ve şahit edinmeside zikredilerek yazı tamamlanır.

Bu durumda, bu vekâletle istediği bağı, istediği ağaçlan, istedi­ği zaman, istediği hisse ile alabilir; bu caizdir. Yazıya da böylece yazılır. [153]

 

Nesebi İsbat Ve Mîrâs Talep Etme Hususunda Bir Kimseyi Vekil Tayin Etme Yazısı

 

"Filan, filanı, bütün haklarını talep için filan babadan kalan mirası sebebiyle ve nesebini ve babasının öldüğünü isbat, vârislerin adedjni tesbit, da'va ve münazaa haklarına bakmak için vekil tayin etti." denilir ve yazı tamamlanır. [154]

 

Muhafaza İçin Vekil Tâyin Edilen Bir Kimseyi Müvekkilin İbra Etmesi İle İlgili Bir Yazışma Örneği

 

Filan şahıs, isteyerek şöyle ikrar eyledi: "Filanı, bütün yerle­rine, oraların imarma; mallarına, bütün harcamalarına; borçlarının ödenmesine; gelirini teslim almaya ve başka şeylere vekil tayin edip, yerine kâim ettikten sonra, onu vekâletten çıkarmak ve onun elinde olanların tamamını almak istese, bu durumda vekil, vekil olduğu gün­den itibaren, o güne kadar cereyan eden işleri sıhhatli bir şekilde he­sap eder. Ve vekil, elinde olanın tamamını eda eder. Bunları müvek­kiline vermekle beri olur ve bu müvekkilin o vekilde hiç bir hakkı kalmaz. Hiç bir yönden, da'vâ ve husumet hakkı da kalmaz. Vekil de bunlarm tamamını doğrular. İkisi de buna şahit edinirler ve yazı tamamlanır.

En doğrusunu Allah bilir. [155]

 

Bir Vekilin, Borcu Aldığını İkrar Etmesi İle İlgili Bir Yazışma Örneği

 

"Vekil olan şahıs, filandan, müvekkili için, onun emri ve onun musallat eylemesile, filandan alacağının tamamını aldı ve onu nok­sansız, tam olarak müvekkiline teslim etti ve o, talep olunandan berî oldu. Borçlu senedi vekile verdi. Ve müvekkil için, matlupte, onun üzerinde, yanında, beraberinde, elinde bir şey kalmadı ve bunların tamamından kurtuldu7" denir. Bu yazı da böylece tamam olur. [156]

 

Vekâletin İbtâl Olmamasını Temin Eden Hususlarla İlgili Yazışma Örnekleri

 

Bir kimse, diğer bir şahsı vekil tâyin edip, vekil de bunu kabul eyledikden sonra; müvekkil, vekili vekâletten azlederse; bu vekil, bu durumda da müstakil vekâletle vasfolunan durumların tamamında vekildir.

Diğer bir cihetten de, şöyle yazılır: bu vekil, ne zaman müvek­kil tarafından reddedilirse, o, müstekil vekâletle vasfolunan durum­ların tamamında, onun vekilidir.

İki emr cem olur ve bunlar, birbirine vav ile atf olunursa; bu sahih olur. O zaman şöyle yazılır: "Gerçekten müvekkil, ne zaman vekili"azl ederse, o, diğer bir yönden yine vekildir, [157]

 

Vekilin, Vekâletten Azlolunmamasına Başka Bir Örnek

 

Bir kimse, belirli bir müddet ve belirli bir icâre için, bir başka­sını vekil kılarsa; onu şöyle yazar:

Filan, filanı (on iki ay, birbiri peşinde ve başlangıcı şu ay ol­mak üzere) tam bir sene, şu kadar dirheme, sahih bir icâre ile icarla-dığında, bu icarede fesad yoktur, kara veren, müste'cire, —karşılık olarak aldığı malı—satabilir. Bütün mallarda böyledir; akar olsun,di-ğer emlâk olsun, a'yan olsun, menkul olsun satışı caizdir. Müste'-cir, icâre müddetince ona malik olamaz. İcara veren şahıs, o belirli icarın tamamını alır. Müste'cir de, tamamını ona verir ve ondan berî olur. [158]

 

Bir Kimsenin, Huzurda Olmayan Bir Şahsı Vekil Tâyin Etmesi Hususunda Bir Yazışma Örneği

 

Filan, filanı, şu işe vekil tâyin ettiğinde, bunu yazıp, "kabul" yerine gelince şöyle yazar: Tevkil (- vekil etme) meclisinde bulun­mayan filan, —haber kendisine erişince, onu kabul ederse— vekil tâyin edildi; bu durumda vekâleti geçerlidir. Bu haber, o vekile ulaş­tığı zaman, vekâleti kabul ederse; ona şahitler yazılır. Onlar: "Filan (ya'ni vekil) isteyerek ikrar eyledi." derler. Bu yazının tarihi de yazılır.

Keza, "yazıda olan şeylerin tamamına vekil tayin edildi." diye yazılır.

Bu kabul yazısında, besmele'den sonra "vaktaki, filanın tayin eylediği tevkil haberi, kendisine ulaşınca; onun tamamını, caiz bir kabul ile, kabul eyledi ve filanın vekil eylediğ her şeye söylendiği ve vasfolunduğu gibi vekil oldu." Bu yazı, böylece tamam olur. [159]

 

Vekilin Azli İle İlgili Bir Yazı Örneği

 

Vekilin azli hususunda şöyle şahitlik yaparlar: Gerçekten filan (yani müvekkil) bilerek şu ikrarda bulundu: Fi­lanı, bu nüshada yazılı vekâlet-nâmenin tazammun eylediği her şeye vekil eyledim.

Vekâlet-nâme nüshası:

Bismillahirrahmânirrahîm...

Bundan sonra... Şu günde, ona karşı hitap ederek, azlini ve ta-sarrufdan ei çekmesini filan ve filanın huzurunda söyledi. Onlar, buna şahit oldular ve kulaklarıyla duydular. Ve onlar, bu müvekkilin bu vekilin ayınlanyla, isimleriyle, nesebleriyle tanındıklarını biliyorlar ve bu söylenenlere karşı şahitlik yapıyorlar. Şayet azl şifahan olmaz ise; ona bir haberci yollar ve ona bunu bildirir. "Onu azleyledi; elini her şeyden çekti." sözünden sonra, "müvekkil, filan ve filanı tebliğci olarak, vekile yolladı ve onu azleylediğini, vekili bulunduğu her şeyden elini çekmesini ona bildirdi." diye yazılır. [160]

 

Bir Kimsenin, Alacaklısını, Evini Satmaya Vekil Tayın Etmesi Hususunda Yazışma Örneği

 

Filan şahıs, şöyle ikrar eyledi: gerçekden filan şahsın, şu ka­dar dirhem alacağı vardır. Bu alacak şu müddete'kadar te'cillidir. Eğer bu malı mahallinde ve bu müddet içinde ödemez ise, (sonu üç gün üç gecedir.) şu yerdeki, şu hudutlu evi istediği bedele satmaya sahih bir vekâletle vekil edildi. Ne zaman —o borç, ona vasil olmadan— azledilirse; işte o, bu satışa vekildir. Ve bedelini almaya da vekildir ve bu vekâleti geçerlidir. Borcunu ödemedikçe, bu veki­lini azledemez.

En doğrusunu bilen Yüce Allah'dır . Muhiyt'te de böyledir. [161]

 

Şüf'a Hakkı Talebi İçin Vekâlet Yazısı İçin Bir Örnek

 

Bu husustaki yazı şöyle yazılır:

Filan, filanı, şu evdeki şüf'ayı talep etmeye vekil eyledi. Evin hududu şudur. Şüf asını aldı ve hüccetle isbat eyledi. Ve vekili, husûmetde da'vâda bedeli ona vermekde ve evin şüf asını almakda ye­rine kâim eyledi. Filan da bunu kabul eyledi. [162]

 

Müdârabe Ortaklığının Kaydedilmesi

 

Buda şöyle yazılır: Filan, filana şu kadar dirhem verdi, (veya dinar verdi.) Ve bu nakdin vasıflan ile mikdarmı açıkladı. Bu mü-dârebe sahihdir. Bu müdârip orda amel etsin ve bir şeyler satın alsın diye, önce ticâret malından ve eşyalardan başlar; sonra, o satın aldı­ğını satar. Peşin veya veresiye vererek, müdârabe malı ile ticaret ya­par. Ticâret nev'üeri için, istediği kişiyi,... müdârabe malından sat­ması ve satın alması için vekil yapar. O da ticaret nevilerinden birini yapar. Bunlar, dâr-i İslam'a olsun, dâr-i harbe olsun, sefere çıkar­lar. Yolculukta kendi nefsi için harcama yapar ve yapdığımn tamamı Allah'ın tarafı ilâhisinden vereceği nzık için kendi reyi ile ya-ır. Kâra yan yarıya ortak olurlar.

Şayet bir noksanlık olursa işte o mal sahibine aittir. Eğer kâr ursa, işte ona ortakdırlar. Bu müdârip,.mudâraba malının tama-m sahih bir alışla teslim alır ve akid meclisinden, —her şey bittik-n sonra— sözleri ve bedenleri, birbirinden ayrılır ve bunların ta-Lamını ikrar ederler. Zehıyre'de de böyledir. [163]

 

15- KEFALETLERLE İLGİLİ YAZILARDA BULUNMASI ŞART OLAN HUSUSLAR

 

"Gerçekten filan, bir nefse, da'vâ için, onun emriyle kefil ol­du." sözümüze filan, ona nefsini teslim etmek için şahit oldu. Ne zaman,' onu iddia eder ve isterse; nefsini ona teslim etmeyi, hangi vakitte olursa olsun, —gecede veya gündüzde— aralarında, onu, on­dan men edecek bir hâil olmaksızın mütâlebe mümkün olursa; nef­sini ona teslim edecek. Filânda bu kefaleti, yüzyüze şifahi olarak kabul eyledi.                                                                 -

Şayet, kâtip dilerse, "filan, nefsinin filanın hasmı için, ne za­man dav'â ederse nefsini ona teslim için kefil olduğunu ikrar eyle­di." diye de yazabilir. Bunu sonuna kadar yazar.

Şayet, bu hususda daha kuvvetli vesika isterse, şöyle yazar: "Ke­fil, kendisi için kefil olunan şahsa, mekfûlün bihden berî oldu." Ve tarihini de yazar.

Keza, ne zaman iddia olunursa, o zaman hazır olur. İlâ ahirihi...

En doğrusunu Yüce Allah bilir. Mnhıyt'.te de böyledir. [164]

 

Mal Ve Cana Birlikte Kefil Olma Hâlinin Kaydı

 

Bu durum şöyle yazılır: Filan, ikrarının caiz olduğu hâlde şöy­le ikrar eyledi: O, filan oğlu filanın hasmı için, kefil oldu. Ne zaman isterse, o zaman nefsini teslim eder. Şayet istenildiği zaman nefsini teslim eylemezse; kendisinden dolayı kefil olunan şahıs yerine zâmin (borçlu) olur. Mekfûlün leh dirhemler veya dinarlardır. Kefalet şa­hindir; ona razı olmuştur. Ve buna, bi nefsihî, kefalet meclisinde sahih bir icazetle izin vermiştir. Onu da muhatap olarak tasdik eylemişdir. Şayet kefalette müddet varsa, "hasmı için" diye yazıldıktan son­ra; "filan, nefsini ona bir ay geçtikden sonra, —bu târihden itiba­ren ne zaman nefsi için talebde bulunulursa— teslim etmek için ke­fil olmuştur." diye yazılır. Zahîriyye'de de böyledir. [165]

 

Malla İlgili Kefalet Hakkında Başka Bir Örnek

 

Malla ilgili kefalette de, bi nefsihî kefâletde söylediklerimiz gibi yazılır.

Kabul sözünden önce, şöyle yazılır: "Şayet bu gün ödemez ve­ya talep edildiği zaman nefsini ona teslim eylemez ise," (ki ona kar­şı iddia edilen malın tamamına kefil idi.) Bundan sonra, filan kefil­den ve filan mekfûlün anhden, —her birinden— malın tamamını alır. Dilerse, bu malın tamamını ikisinden, dilerse, birisinden alır. Ne za­man ve nasıl isterse öyle alır. Alacağını alınca, onların ikisini de ib­ra eder; hiç birinde borç kalmaz. Bunların tamamı, matlup için, fi­lanın emri ile yapılır ve nefisleri üzerlerine şahit edinirler.

Şayet bir beldede teslimini şart koşarlarda, başka bir beldede teslim ederse; İmim Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, borcundan kurtulur.

İmâmeyn'e göre ise, şart koşulan yerde teslim edilmedikçe, berî olamaz.

Keza, hâkim meclisinde, teslim için "şu yerde" diye yer belirle­nir ve mekfûlün anh teslimden imtina ederse; teslim etmesi için, ona cebr edilir.

Keza, borçlu başka bir beldede olsa bile, talibin beldesinde ver­meye cebredilir.

Şayet, bunu inkâr ederse yemin verilir; beyyine olmayınca cebredilmez.

Bizim, "filan, borçlunun emriyle, malın (borcun) tamamım, filâna (alacaklıya) Öder," sözümüze şâhid şehâdette bulunur. Bu sa­hih bir tazminattır ve o malı vermek vaciptir. Filan, onu ne zaman ve nerede, ne şekilde isterse, öyle alır.

İki kefil olursa, şöyle yazılır: bu filan isterse, kefillerin ikisin­den alır; isterse, onların birinden alır. Eğer, onların birinden tama­men alırsa; her ikisi de beraat ederler. Eğer onlardan her birinin ke­faleti —arkadaşının yerine malın tamamına— şart kılınırsa o kefil­lerden, herbirinin, kendi hissenini tazmin edecekleri de yazılır. Mal (alacak) sahibinin, bu kefillerin, her ikisinden de talep etme hakkı vardır. [166]

 

Babanın Ölümünden Sonra, Oğlunun, Onun Borcunu Ödemesi

 

Filan adâmm, şu oğlanın babası üzerinde, şu kadar hak, vacip ve —ödenmesi—lazım olan alacağı vardır. Bu oğlanın babası öldü; onun şu kadar dirhemi veya şu kadar arazisi mirası olarak oğluna kaldı. Bu mîras, ölen babanın borcundan daha fazla olunca; oğlan o malın tamamından, babasının borcunu, alacaklısına, tazmin eder. (= öder.) Bu tazminat, sahih ve caizdir. Filan da, (alacaklı da) bu­nu şifahen kabul eylemiştir ve o mal, alacağının yerine, tazminat ola­rak filanın olmuştur. Artık, o malı vermekten kaçınmak doğru ol­maz. Alacaklı, ne zaman isterse o zaman alır. Tazminatı bozmaya hüccet de yoktur. Nefislerine karşı şehâdette bulunurlar.

Biz "elinde olan tereke" diye yazdık. Çünkü, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.), şöyle buyuruyor: Ölen zat, bir şey terketmez ve onun yeri­ne, başka bir insan, onun borcunu öderse; bu caiz olmaz.

Şayet ölen şahıs mîras bırakmazsa; şöyle yazılır: Filan Öldü; ge­ride bir şey bırakmadı. Oğlu, onun zimmetinden kurtulmak için, hak­kına riâyeten kendi malından tazminatta bulundu. Hâkim de, bunun cevazına hükmeyledi. Müslümanlar arasında bu kefalet sahih oldu ve tazminat gerekti. Yazı da böylece tamamlandı. [167]

 

Kefilin Ödediği Borcu, Mekfûlün Anh'in İkrar Etmesi İle İlgili Vesika Örneği

 

Kendisine kefil olunan şahıs, borcu, kefilin ödediğini ikrar eder­se; bu husus şöyle tevsik edilir:.

Filan, üzerinde filan için şu kadar dirhem borç olduğunu ve onun ödenmesinin sahih sebeple hak, vacip ve lâzım olduğunu" ikrar ey­ledi. Filan da ona talip için, onun emriyle, sahih bir kefaletle kefiİ oldu. Bu kefil, gerçekden, borçlunun yerine, o borcun tamamını ödedi ve kefil ikrar olunanı tasdik eyledi. Bunu da yüz yüze yaptı." denir ve yazı tamam olur. [168]

 

16- HAVALE İLE İLGİLİ YAZILARDA BULUNMASI ŞART OLAN HUSUSLAR

 

Havale yazısının sonuna, "müslüman şahitler, buna karşı şa­hitlik yaptılar." diye yazılır. Şahitlerin tamamı, şöyle şahitlik yaptı­lar: Filan şöyle ikrar eyledi: Filanın, filanda şu kadar dirhem hak, vacip ve sahih sebeble lâzım alacağı vardı. O filan, bu alacağın ta­mamını, bu talibe havale eyledi. Bu talip de muhatabe olarak bu ha­valeye razı oidu ve havale meclisinde kabul eyledi. Böylece, malın tamamı, bu havale sebebiyle, havale olunanın oldu. Artık filan için, bu malı vermekden kaçınma yokdur. Alacaklı ne zaman isterse o za­man alır. Yazı da böylece tamam olur. [169]

 

Havale Eden Kimsenin, Havale Olunan Şahısta Malı Olunca Yapacağı Mukayyed Havalenin Kaydı

 

Havale eden kimsenin, kendisine havale olunan kimsede malı (alacağı) olursa; bu durumda mukayyed olarak havale yapar ve bu havale şöyle kaydedilir;

Filanın, filanda şu kadar ve filanın da, filanda şu kadar malı vardı. Ona havale eyledi. O da havaleyi kabul eyledi.

Şayet asıl borçlunun beraatı şartıyla kefil olursa; bize göre, bu da bir havaledir.

Borç, senedli ve tarihli olur ve orada da "sahih sebeble, vacip borçtur."  diye yazılmış bulunursa; bu bir ikrar olur.

Eğer borç, satılan bir şeyin bedeli veya bir şeyin tazminatı ya­hut başka bir sebeble olmuş bir borç ise böylece sabit ve zahir olur.

Şayet havale va'deli olursa, şöyle yazılır: "Havale eden beri ol­du ve bu mal, ondan sakıt oldu. Bu mal, kendisi için havale edilen şahsın oldu. Kendisi için havale edilen şahısla, kendi üzerine havale olunun şahıs, borcu bir ay te'cil eylediler ve mühlet verdiler; bu za­man geçtikten sonra, alacaklı nasıl dilerse ve ne zaman isterse taleb-de bulunur. Artık ondan imtina yokdur. Malın tamamını öder.

Eğer acz zamanı, havale edene dönmeyi şart koşarlarsa; o da şöyle yazılır: bu mal, kendisine havale yapılan şahsa ulaşmaz ve üze­rine havale yapılan şahıs onu ödemekten —ölümü, kaybolması,— bunaması veya iflas etmesi yahut inatlaşıp vermemesiyle veya inkâr etmesi sebebiyle aciz olursa; bu havale, havale edene döner ve ala­caklı ondan talep eder. Muhıyt'te de böyledir. [170]

 

Havale İle İlgili Başka Bir Yazışma Örneği

 

Filan şanıs, isteyerek, şöyle ikrar eyledi: Onun, manın üzerin­de, şu kadar hak, vacip ve lâzım olan alacağı vardı ve o, kendi ala­caklısını, ona havale eyledi. O da havaleyi kabul eyledi.

Sonra da kendi üzerine havale olunan şahıs, alacaklıyı, kendisi­nin alacağı bulunan filan şahsa havale eyledi. O da bu havaleyi ka­bul eyledi.

Sonra da ikinci olarak üzerine havale olunan şahıs, bu belde­den başka bir beldeye gitti. Alacaklı hakkını almakdan aciz oldu. Kendine havale eden şahsa mürâccat eder; havale edecek şahıs ds —önceki gibi,— kendine havale eden şahsa mürâcat eder; sonra da ikinci defa kendisine havale olunan şahıs, gittiği yerden geri gelirse; önceki havale yapan şahıs, o malı, havale edilen şahsa vermesini — iki havalenin de bozulup, birbirlerine rücû etmeleri sebebiyle— ister ve o malın tamamını kendi üzerine havale edilen şahıstan alır. Önce-ki havâleci, "isteyerek malın tamamını aldığını; havale olunanın da tamamen verdiğini" ikrar eder ve bütün da'vâ, sahih bir beraatla beraat eder ve da'vâ kesilir; kimsenin kemsede alacağı kalmaz.

En  doğrusunu  bilen  ancak  AHahu  Teâlâ'dır.  Zehıyre'de de böyledir. [171]

 

Borcu Havale Eden Şahsın, Havale Ettiği Şahısta Alacağı Olursa, Bu Durum Nasıl Kaydedilir

 

Bir kimse, borcunu, alacaklı olduğu bir şahsa havale ederse; havale yazısında şöyle denilir:

Müslüman şahitler, şöyle şehâdette bulundular: "Filanın, filanda şu kadar alacağı vardı. Keza filanın da, filan­da şu kadar alacağı vardı. Borçlu, alacaklısını, kendisinin alacaklı olduğu şahsa havale eyledi. O da, bu havaleyi ve ona malı vermeyi kabul eyledi." denir. Ve sonuna kadar yazılır. Yazı da tamam olur. Zahîriyye'de de böyledir. Meselâ: 4ii, Veli'den alacaklı; Ahmet de Ali'­den alacaklı olduğunda; Ahmed, alacağını Ali'den istedi. Ali de, onu Veli'ye havale eyledi. Veli, onu ödeyince, da'vâ halledilmiş olur ve kimsenin, kimseye diyeceği kalmaz. [172]

 

Sulh İle İlgili Yazılarda Bulunması Şart Olan Hususlar

 

Da'va ve husûmetlerden sulh yazısı şöyle yazılır: *'Filan oğlu filan, şöyle ikrar eyledi." denilerek, onun ikrarı so­nuna kadar yazılır. Ve o, filanla, bütün da'vâ ve husûmetlerden sulh oldu. Bu husûmetler, şu kadar borçla ilgilidir. Taraflar karşılıklı ola­rak da'vâ ve husûmetlerin kesilmesi hususunda sulh ( = anlaşma) yap­tılar Da'vâcı da, bunu sahih bir kabul İle kabul eyledi. Sulh mecli­sinde, sulh talebinde bulunan borçlu, sulh bedelini ödedi. Sulh yap­tığı şahıs da, onu sahih bir alışla alıp, kabul eyledi.

Bu sulhdan sonra, hiç bir da'vâdan eser kalmadı; ne büyük, ne küçük, ne eski, ne yeni, ne susan, ne de konuşan, ne hayvan, ne de a'yan, ne menkûl, ne de mahdûd; ne dirhem, ne dinar, ne de kendi­sine mal denilen bir şeyle ilgili sebeblerden bir sebeble, vücûhlardan bir vecihle, da'vâ eseri kalmadı. Sulh yapan, sahih bir ikrarla ikrar eyledi. Sulhu kabul eden de bunu doğruladı.

Bu suret, bütün sulhlarda asıldır. [173]

 

Bir Yabancı İle Olan Da'vâdan, Küçük Çocuk Adına Sulh Olmak

 

Sulh olmak isteyen çocuğun babası ise, şöyle yazılır: Filan oğlu filan şöyle ikrar eyledi: Filan, bütün husûmetlerden, ismi şu o!an küçük oğlu (o isimde başka oğlu da yoktur.) Adına, şu kadar dirhem karşılığında suih oldu. Yakînen biliniyor ki, bu sulh, küçük için, husûmetin devamından daha hayırlıdır. O hakkın bu kü­çüğe ait olduğuna dâir âdil bir beyyine olmazsa; bu da'va def edile­bilir. O filan da bu suihu sahih olarak kabul eyledi. Bu bedel, bu küçüğündür. Onu, sahih bir alışla sulh meclisinde almıştır.

Şayet sulh yapan şahıs bir yabancı olur ve ona, hâkim, sulh için izin vermiş bulunursa; bu durumda senet şöyle yazılır:

Filan oğlu filan (kendine izin verilen şahıs) şöyle ikrar eyledi: Bu sulh, küçük için yapıldı ve füan oğlu filan hâkim tarafından bu sulhu yaptı ve sulh bedelini aidi. Bu durumu da ikrarının caiz oldu­ğu sırada, her yönüyle kasden ikrar eyledi ve iddia olunan şahısla bütün husûmetlerden bu küçük için sulh oldu ve buna hâkim tara­fından —sabînin, babası tarafından ve başkası tarafından vasisi bu­lunmadığı sırada, şu kadar dirhem karşılığında sahih şekilde bir sulh yapması için— izin verildi. Bu sulhun, sabî hakkında hayırlı olduğu yakînen biliniyor. Onun içindir ki bu sulh yapıldı." denilir ve yazı da tamam olur. Zehıyre'de de böyledir. [174]

 

Beyyinesi Olan Bîr Da'vâcının, Bir Çocuğa Karşı Açtığı Da'vâdan Sulh

 

Filan oğlu filan, şöyle ikrar eyledi: Belirli bir küçüğe karşı, fi­lan oğlu filan, babasının (veya vasisinin) huzurunda ve onun yüzüne karşı şöyle iddia etti: Sahih sebeble, bu babanın (veya vasinin) elin­de bulunan yerin tamamı, kendisinin hakkı ve mülküdür. O baba­nın (veya vasinin) elini ondan çekip, onu kendisine teslim etmesini talep ediyor. Yer elinde, bulunan şahıs da bunu inkâr ediyor ve ' 'Bu mülk, bu çocuğundur. Onun hakkı olup, babasının (veya vasisinin) elindedir. Bu bir hakdır. Ondan el çekme ve onu teslim etme yok­tur." diyor. İddiacı da, şehâdeti caiz olan şahitler getiriyor. Bu mal üzerine sulh yapılıyor (ki, bu sulh, çocuk hakkında daha hayırlıdır.)

Bu davadan dolayı da iki taraf babanın, sabînin malından da'vâcıya şu kadar dirhem vermesi üzerine anlaşma yapıyor. Bunu şifanı ola­rak da kabul ediyorlar ve küçüğün malından, anlaşma gereğince be­del veriliyor. Ve küçük için, onun aynında, parasında, kıymetinde, gelirinde, eski ve yeni bir hak kalmadığını ikrar ve bunu yüz yüze şifahen tasdik etmekle, hâkimin hükümüyle bir da'vâ kalmıyor. Ve yazı, —yukarıda geçtiği gibi— tamamİanıyor. Zehiyre'de de böyledir. [175]

 

Bir Kadın İle Vârisler Arasındaki Sulhun Kaydedilmesi

 

Bilinen şahitler, şöyle şehâdette bulundular: Filan oğlu filan, bu kadının kocası idi. Bu kadın, filan oğlu filanın kızı filânedir. Ve, sahih nikâhla, kocasının nikahlısıdır. Bu kadının kocası öldü. Geri­de tereke bıraktı; vârisler de bıraktı. Bunlar bir karısı ile oğullarıdır. (Oğullarının adı. ve adedi de zikredilir.) Tereke olarak, onların eline hudutları şu olan bir arazi ile hududu şu olan evi ve hudutları şunlar olan dükkanları ve isimlen şunlar olan köleler ile adedi, cinsi, sıfatı ve kıymeti beyan edilen şu elbiseleri ve hayvanlardan, atlardan, ka­tırlardan, eşeklerden, sıfatları ve adetleri bildirilen şunları bıraktı. Kadın, bundan sonra, bakiyye kalan mehrini iddia eder; onlar da, bunu ikrar ve inkâr etmezlerse; sulh, onlar için hayırlı olur. Ve ka­dının bütün haklarına karşı caiz' ve nafiz bir sulh ile anlaşma yapar­lar. Bu durumda, bu sulhte bir şart yoktur; fesad da yokdur; mu­hayyerlik de yoktur. Kadın, sulh bedelinin tamamını almıştır. Di­ğerleri de onu tamamen vermişlerdir.

Verilenin tamamı hudutlarıyla, vasıflarıyla, adetleriyle yazılır.

Bu sulh sebebiyle, bağlar, bahçeler, ağaçlar, meyveler ve bütün gelirleri onların olur. Kadının artık onlarda bir hakkı kalmadığı gibi bir talebi ve da'vâsı da kalmaz.

Her hangi bir sebeble, bundan önce yaptığı bütün da'vâ bâtıl olmuştur ve bundan sonraki beyyineler yalandır; iftiradır.

Bundan sonra istenecek olan yemin zulümdür düşmanlıkdır. Bu sulhu cümlesi yüzyüze, aynı Mecliste kabul etmişler ve iste­yerek birbirlerinden ayrılmışlardır. Zehıyre'de de böyledir. [176]

 

Terekede, Bir Başkasına Borç Olması Hâlinde Yapılan Sulhun Kaydedilmesi

 

Hudutları ve terekeden a'yanı zikrettikten sonra, şöyle deni­lir: "Filana ödenmesi vacip ve lâzım olan borç bıraktı. Filana da şu kadar borç bıraktı."

Sulh ve ödemeyi ikrardan sonra da şöyle denilir: "Artık, sulh ve ibradan sonra, kadının bir hakkı kalmadı. Hiç bir durumda, da'­vâ hakkı da kalmadı. Hakkı tamamen ödendi. Ancak, vasfedilen bor­cu müstesna... Çünkü, o sulha dahil değildir.

Şayet, o borç için de da'vâ olmamasını isterlerse, onu öderler ve şöyle yazarlar: Bu söylenenlerin tamamı, kadının bütün hakları ve ölenin bütün borçları şartsız olarak, mallarından ödendi ve ala­caklarını aldılar. Alacak ve da'vâ hakkı kalmadı." Ve, bu yazı so­nuna kadar yazılır. [177]

 

Vârislerin İçinde Küçük Bulunur; Sulh Da Kadının Mehri Ve Kocasından Kalan Terekeden Dolayı Yapılmış Olursa, Şöyle Kaydedilir

 

Yukarıda geçen, "kadın, kocasında kalan mehrini, vârislere karşı iddia eyledi." Lafzına kadar .—aynen— yazılır.

Bu mehir, kadın için terekede borç olur. Onun için, şahitler de iddiası üzerine şehâdette bulunurlar. O mehri, vârislerden biri de öde­medi. O küçük hakkında tavassutta ve sulhda bulunuldu ve arala­rında sulh cereyan etti. Hâkimin izniyle, mehir ve bedel da'vâsmda o sulhu büyük vârisler kabul ettiklerinden, küçük içinde, —kabul velayeti bulunan şahıs— sahih bir kabulle kabul eyledi. [178]

 

Vârislerden Bulûğa Erişmiş Bulunan Bir Kimse Tarafından Yapılan Sulhun Kaydedilmesi

 

Sulh, vârislerden bulûğa erişmiş biri tarafından yapılınca, akid şöyle yazılır:

Filan oğlu filan, şöyle ikrar eyledi: Gerçekten filan, filan ve fi-lâne (ki bunlar ana baba bir bacı ve kardeştirler.) Anaları filân kızı filane ile babaları fülanın terekesi ve terekede bulunan bütün hakla­rı hakkında husûmetlerden anlaşma yaptılar. Keza, yaptıkları bu sülhü (anlaşmayı) sahih bir kabulle kabul eylediler.

Malın üçtü biri, dörtte biri veya altıda biri hakkındaki sulhler .bu vecih üzeredir. Zehıyre'de de böyledir.

Şayet, terekede dirhemler ve dinarlar varise, sulh bedeli söy­lenirken, o dirhemlerden ve dinarlardan, fazla hisse olduğunu söy­lemek uygun olur. Zehıyre'de de böyledir.

İmâm Mubammed (R.A.)'den sorulmuş:

—Bir şahıs, bir yeri da'va ediyor ve sahibiylede sulh olmak isti­yor. O da, sulhu kabul etmiyor; bu caiz olur mu?

İmâm şu cevabı vermiş:

—Evet, caiz olur. İnkâra karşı sulh, bize göre caizdir.

İmâm Şâfî (R.A.) buna muhaliftir.

İbnü Ebi Leylâ da muhaliftir.

Şayet da'va olunan şahıs müddeîye karşı bir hüccet oisun diye bir senet yazmak isterse; şöyle Yazar:

Bu senet, filan içindir. Yâni iddia olunan filan şahıs tarafından yazılmıştır. Müddeî, "şu hudutlu ve şu yerde bulunan" evini iddia ediyor. Bu ev da'vâsı karşısında, yedi miskal ağırlığında olmak üze-ıe şu kadar dirhemle, senin iddia eylediğin şeyin,tamamına karşı sulh yaptık. Ben de buna razı oldum. Ona karşı sulh yaptım ve senden sulh bedeli olan şu kadar dirhemi tamamen aldım." der ve yazı tamamlanır.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.), İmâm Ebû Yûsuf ve İmâm Muhammed (R.A.) böyle yazarlardı.

Semti'de şöyle yazardı: "Bu yazı, filan oğlu filan tarafından, fi­lan oğlu filan içindir. Ben, sana karşı, şu hudutlu ve şu yerdeki evi iddia eyledim." der; "evini iddia eyledim." diye yazmaz.

Senti, şöyle buyururdu. Şayet "senin evin" diye yazsaydık, bu, "mülkün, iddia olunana âit olduğunu" ikrar olurdu ve bundan son­ra, nasıl olur da, onu, "benim" diye iddia edebilirdi; ve nasıl sulh yaparlardı?

Fakat, "elinde bulunan ev" diye yazarsak; bu, "o evin, müd-dea aleyhin olduğuna" delâlet etmez. O zaman da'vası sahih olur. Mülk kendinin olur ve Sulh da sahih olur. Muhıyt'te de böyledir. [179]

 

Birbirini Da'vâ Eden İki Kişi Arasındaki Sulh

 

Birbirini da'vâ eden iki kişi arasındaki sulh işleminde, sulh ya­zısının sonuna şöyle yazılır;

Şahitler, şöyle şehâdette bulundular: Filan, hüküm meclisinde, filana karşı şu kadar dirhemi iddia etti. O da, onu inkâr eyledi ve ona karşı sahih sebeblerle şu kadar dirhemi iddia eyledi.

Tereddütleri ve ihtilafları uzadı ve da'vâyı hüküm meclisine ilet­tiler. Husûmet çoğaldı; niza şiddetlendi; tevassutcular (= arabulu­cular) ortaya düştüler ve bunları sulha çağırdılar. Sulhun hayırlı ol­duğunu, Allah'ın kitabı ife bildirdiler.

Onlar da kabul ederek, anlaşma yaptılar: Filan, filana şu kadar dirhem verecek; o da onu kabul ederse; bu sulh sahih ve caiz olur; husûmeti keser. O da, ondan o verileni alır ve "Bir alacağının kal­madığını;" ikrar eder. Bütün da'valar beraat eder. diğeri de onu ka­bul eyleyip doğruladı. Birinin, diğerine karşı bir iddiası kalmadı. Da'­vâsı da kalmadı; talep edeceği bir şey de kalmadı.

En doğrusunu Allah bilir. [180]

 

Terekenin Taksiminden Sonra, Vekilin Tereke Davasından Sulh Olma İşleminin Kaydedilmesi

 

Şahitler, şöyle şehâdette bulunurlar: "Gerçekten filan, filâne-nin vekilidir. Vekâleti, onun tarafından da'va almak, sulh, ikrar, taz­minat ve vekâlet-i mutlaka için sabittir. Bu vekil filan, filan ve fila­na karşı şöyle iddia ediyor: Müvekkilesi onların babalarının karısı idi. Babaları filandır. Kadın, onun sahih nikâhla ve belirli mehir üze­rine karısı idi. O, bu onun nikâhının altında iken öldü. Ve şu şu ka­dar tereke bıraktı. Vârisler haksız yere, bu terekeyi istilâ eylediler. Kadın, onlardan mehrini ve mîras hakkım (bunların bedelinin tama­mını) istedi. Onlar da bunu kabul ettiler. Ve terekenin tamamım tak­sim eylediler. Kadının hissesini verdiler. O zaman vekil, bu taksim fâsiddir; sahih değildir; karışıklık hâsıl olmuştur; fahiş aldatma vardır; terekede saklamalar olmuş ve aralarında husûmet uzamıştır zannetti.

Bu durumda şehir halkının ileri gelenleri, bilgin kişileri topla­narak bir yerde sözleşme meclisi kurup bu mes'eleye hal çaresi bul­mak için, ara bulucu olarak filân hâkimin huzurunda, onları sulha çağırdılar. Onlar da ittifak eylediler. Müvekkile olan filâneye, bü­tün da'vâsına, husûmetine karşılık, şunu şunu vermeye razı oldular. Vekil de vekâleti hükmüyle, bütün da'vâsından, mehrinin bedelin­den, kocasının terekesinden, sahih, caiz ve bütün da'vâ ve husûmet­leri kesici, niza'lan def edici bir sulh ile sulh oldu. Diğerleri de bunu kabul eylediler ve cümlesini isteyerek sulh bedeli olan ve o tereke­den, bu müvekkile kadın için olan bu malın gerektiğini ikrar ettiler. Onlar, sulh bedeli olan evleri müştemil, şu yerde, şu hudutlu, kıy­metli şu olan yeri ve şu yerde, şu hudutlu ve bütün haklarıyla şu şu kadar kıymette, olan, şu bağı kadına verdiler.

Keza, vekil de bunu kabul eyledi; tamamı kadınındır. Kadın, mânilerinden fariğ olarak tamamım teslim aldı. Vârisler de, mezkûr sulh bedelinden beri oldular ve "bu iki yerin mülküyetinin, müvek­kile olan kadına ait olduğunu ve onların hakkı bulunmadığını, onlardan birininde başkalarinında hakkı bulunmadığını da'vâ da olmadığını" ikrar ettiler. Ve bu durum sonuna kadar yazılıp yazı tamamlanır. [181]

 

Bir Kadının Terekkesi Hususunda, Koca İle Baba Arasında Kasden Adam Öldürmeden Dolayi Mal

 

Şahitler, şöyle şehâdet ederler: Filan, (yani baba) ve filan (ya­ni koca) ikiside isteyerek, şöyle ikrar eylediler: Filâne öldü. Vâris ola­rak da koca ile babayı terk eyledi. Bunlar (şu, şu) belirli kişilerdir. Kadın mal da terk eyledi ve bu ikisi ona vâris oldular. Bunlardan başka da vâris bırakmadı. Terekenin yarısı, kocaya isabet eyledi. Ço­cuksuz öldüğü için... Babaya da, farîze olarak altıda bir hisse düş­tü. Kalanını da asabelik sebebiyle aldı. Kadın, şu yerdeki evin tama­mım mîras bıraktı. Onun terekesinin tamamı, kocasının elindedir; babasının elinde değildir.

Bundan sonra da koca, bütün haklan için, baba ile kızının tere­kesinden kendi hissesine karşı sulh oluyor.

Altın, köle ve hulliyettan aynın tamamı huzurlanndadır." Bu sulh sebebiyle, da'vâ halledilmiş olur. "Eğer bunlardan her biri, diğerini ölen kadının terekesinden, zikredilen bu sınıflardan dolayı dâ'vâ eder veya birisi, bir sebeble, onun sağlığında veya ölümünden sonra da'vâ eder; şahitler de şehâ­dette bulunur yahut yemin talebinde bulunur veya bir yazı çıkarırsa; bunların tamamı bâtıldır; merdudtur." denilir ve bu yazı (senet) ta­mam olur. [182]

 

Emânet Davasından Dolayı Yapılan Sulhun (= Anlaşmanın) Kaydedilmesi

 

Emânet da'vâsından dolayı yapılan sulh akdi şöyle yazılır: O, önceki da'vâsından dolayı sulh yaptı. Yani, onun yanına ema­neten bir şey konulmuştu ve o bu emâneti almıştı. Sonra da emânet sahibi, ondan bu emâneti istemiş; o da onu inkâr eylemiş ve bu emâ­net onun zımnında kalmıştı. Eğer o emânet, mislî veya kıymet sahi­bi) bir şey olduğunda, kıymet sahibi ise, ve bu durumda o da'vâ için şu kadar dirheme sulh olursa; bu sulh sahih olur. Emâneti inkâr et­mekle beraber o bedelle, o sulhu kabul ederse; bu kabulü sahih olur. [183]

 

Kasden Adam Öldürmeden Dolayı Mal Karşılığında Sulh Olmak

 

Bir adam, şöyle iddia eylese: Filan adam, babasını, demirle ve kasden, haksız yere, zulmen ve düşmanlıkla öldürmüştür. Ölen adam da, kendisinden başka vâris bırakmamıştır. Onun için kısas vardır.

Da'vâlı da bunu kabul ederek, "ona uyacağını; nefsini ona tes­lim edeceğini; kısasın yerine getirilmesini" söylese; sonra da bu da'-vadan dolayı karşılıklı sulh olsalar; onu da şifahî olarak, sahih bir sulhla kabul eylese; bu hâl husûmeti keser ve da'vacı, da'vâlıdan sulh bedelini alır. Böylece da'vâ beraat eder.

Şayet öldürülenin bir alacaklısı veya onun vasiyet eylediği her­hangi bir alacaklı çıkarsa; oğlu, kısas bedelinden onu tazmin eder. Bu tazminat, caiz ve sahih olur. Bu sulhdan sonra, hiç bir hak ve da'vâ kalmaz. İlâhirihi...

En doğrusunu Yüce Allah' bilir. [184]

 

Nefsin Haricindeki Kısastan Sulh

 

Bir adam diğerinin sağ elini, kasaen, zulmen, haksız olarak maf­salından kestiğini iddia ederek bu cinayet sebebiyle kısas talebinde bulunur; da'vâlı da sulh olmak ister ve da'vâcı da bunu kabul eder de, bir mal mukabili sulh olurlarsa; bu yazı da Önceki gibi yazılıp, tamam olur.

En doğrusunu Yüce Allah bilir. [185]

 

Hatâ İle Katilden Sulh

 

Bir kimse, diğerini da'vâ ederek: "Haksız olarak, Hata ile ba­bamı öldürdü. Ondan diyet talebinde bulunuyorum." der; diğeri de bu da'vâdan kurtulmak için "şu kadar dirheme, şu tarihden itiba­ren üç sene va'deli ve her sene o dirhemlerin üçte birini vermek üze­re," sulh olmak isterse; sahih bir suih ile sulh oldular; diye yazılır ve bunun sonuna da hâkimin hükmü ilâve edilir. [186]

 

Kasden Köle Öldürme Davasından Sulh Kaydedilmesi

 

Bu durumda suih-nâme şöyle yazılır:

Şahitler, şöyle şehâdette bulunurlar: Filan, filanın kölesi olan filan şahsı veya hintli köleyi yahut rumlu câriye filâneyi kasden, zul­men ve düşmanlıkla, demirle öldürdü. Kölesi ölen şahıs da müslü-manlar arasında hükmü geçerli ve âdil olan, şu hâkime müracaatla, beyyinesi ile birlikte kısas talebinde bulundu. Diğeri de (da'vâlı da) şu kadar dirheme sulh olmak istedi. Da'vacı bunu kabul eyledi ve sulh oldular. Bu durum sonuna kadar yazılır ve sonuna da hâkimin hükmü iîâve edilir.

Şurût Kitabı'nda, İmam Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğu ri­vayet edilmiştir:

Bir adam, diğerinin, "kardeşini kasden öldürdüğünü" iddia edip, "kendisinden başka, onun bir vârisinin olmadığını" söyler; diğeri de bu diyete karşılık, üç seneye kadar diyet bedelini ödemeyi kabul ederek, sulh talebinde bulunursa; bu sulh caizdir. Diyet bedelinden aza sulh olsalar; yine caizdir.

Ba'zı âlimler buna —yukarıda geçtiği gibi— muhalefet etmişlerdir.

Katil, bunu yazmayı murad ederse; şöyle yazar: Gerçekten kar­deşin fiian oğlu filanı, ben öldürdüm. Sen de onun vârisisin senden başkada, onun vârisi yoktur. Ben, seninle, kardeşinin kanına bedel olarak, şu kadar dirheme anlaşma yaptım." der ve yazı tamam olur. [187]

 

Küçükle Büyükler Arasındaki Kısastan Sulh İşleminin Kaydedilmesi

 

Bütün âlimlere göre, büyüğün sulhu caizdir.

İmâm Ebû Hanife (R.A.)'ye göre, bir büyük hakkını almaya sa-hibse; sulh yapma hakkına da sahihtir.

İmâmeyn'e göre ise, büyüğün sulhu, kendi nefsinde sahihdir. Kı­sas düşer; küçüğün hissesi, mal olarak baki kalır.

Şayet sulh yazılacaksa; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, büyük tarafından —söylediğimiz gibi— yazılır.

İmâmeyn'e göre de, sulh yazısı, büyüğün nasibi hakkında yazı­lır; başka değil... küçüğünde nasibi mal olur. Bir adam, kasden biri­sini öldürür ve onun da velisi olmazsa; imâm onun kanından bedel sulh olsa; bu bil-ittifak böyledir.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.) şöyle buyur­muşlardır: Kısas hakkını alan ve ona malik olan, sulha da mâlik olur. İmâm Ehfi Yûsuf (R.A.) ise "İmâm vasî gibidir; vasî ise sulha malikdir; imamda sulha mâliktir. Çünkü, burda müslümanlara fayda var­dır. Yazmak isterse böyle yazar. Zehıyre'de de böyledir. [188]

 

Satın Alınan Bir Şeyde Bulunan Bir Kusurdan Dolayı Yapılan Sulhun Kaydedilmesi

 

Şahitler şöyle şehâdette bulundular: Filan ile satıcı ve müşteri, isteyerek şöyle ikrar eylediler: Gerçekten filan, filandan şu kadar dir­heme, bir köle satın aldı. Karşılıkla teslim - tesellüm de yaptılar. Bun­dan sonra müşteri, bu kölede bir kusur buldu. Satıcı, kusurundan dolayı ibrada bulunmadı. Bundan sonra o aybı sebebiyle, müşteri bu kölleyi reddeyledi (geri verdi) ve onu da ikrar.eyledi. Satıcıda onu doğruladı. Zikredilen kusurdan dolayı, onun hissesi durduruldu. Sonradao ayb için şöyle anlaşma yaptılar: Satıcı, müşteriye şu kadar dirhem verecek; müşteri de o kusurdan vazgeçecek... Böylece sulh yaptılar. Sulh sahih oldu. Müşteri satıcıdan o bedeli aldı ve hakkın­dan vazgeçti ve birbirinden ayrıldılar. Yazı da tamam oldu. İkisi için de böyle yazılır. [189]

 

Maluma Karşı, Meçhul Bir Şeyden Sulh Olma İşleminin Kaydedilmesi

 

Şahitler, şöyle şehâdette bulunurlar: Filan: "kendisi ile fila­nın arasında ortaklık bulunduğunu; alıp, verdiklerini, mikdarını da bilmediklerini" söyledi. Artık birisi, sulh olmak istedi. Sulh olmaya ittifak ettiler ve ikisi de sulhu kabul eyledi. Yüz yüze anlaştılar."

Bu husustaki yazı, böylece tamam olur. Örneği, yukarıda geçmişti.

Bu yazının sonunda, hâkimin hükmü bulunur. Çünkü, meçhul için sulh, İmâm Şâfî (R.A.)'indinde caiz değildir. Bize göre ise, ma'lum bedel üzerine caizdir. [190]

 

Köle Davasından Sulh Hususunda Yazışma Örneği

 

Köle da'vasından sulh hususunda şahitler şöyle şehâdette bulunurlar:                                          -

Filan oğlu filan, filan oğlu filana karşı da'va açtı. Bu şahıs, is­minden başka bir şeyle tanınmıyor. Onun sahih mülkle olan kölesi, itaattan çıkmıştır. Kölelik hükmüyle, onun itaat ve inkıyad etmesini istiyor. Diğeri de bir şeye mukabil sulh teklifinde bulunuyor. Efendi de buna icabet ediyor ve o şeye karşı anlaşma yapıyorlar. Sulh sahih oluyor ve bunu da karşılıklı olarak kabul ediyorlar; bu durumu da yüz yüze konuşuyorlar. Bedelin tamamım da, efendi alıyor. Bu du­rumda da'vâcının, da'vâhda hiç bir şeyi kalmıyor. Bu sulhtan son­ra, da'vası ve husûmeti de kalmıyor.

Bu şekildeki sulh, hayvan hakkında da caizdir. Ve, bu da mala karşı ıtk gibidir.

Fakat, bunda velâ yoktur. Çünkü hayvan köleliği ikrar eylemez. Bu sulh-nâmede be'delin yeride zikredilir: Kölenin memleketi, genç­liği ve ayıplardan salim olduğu söylenir. Veya: "Câriye hindlidir; gençtir; ayıplardan salimedir." denilir.

Zimmette olan vasıflan belirli elbiseye karşı sulh yapmak da ca­izdir. Bunun cinsi, vasfı, sıfatı, va'desi açıklanır ve teslim yeri bildirilir. [191]

 

Mal Mukabili Nikâh Da'vâsından Sulh

 

Bir adam, bir kadına karşı "o kadının, kendi karısı ve sahih nikâhla helâli, menkûhası olduğunu ve bu kadının cima'dan sonra, itaatten kaçındığını veya duhûlden sonra itaatden çıktığını" söyle­yerek, kadına karşı mallardan bir sınıf eşya iddia ediyor; kadın da onu inkâr ediyor ve bir şey üzerine sulh (= anlaşma) yapılmasını is­tiyor; o da kabul ederek, nikâh da'vâsından sulh yapıyorlar ve bu mal ve husûmet da'vâsından, şu kadar dirheme, sahih bir şekilde an­laşma yapıyorlar. Kadın da, bunu sahih bir kabul ile kabul ediyor. Koca, bu sulhun bedelini sıhatli bir şekilde alıyor. Bundan sonra, nikâh ve mal da'vâsı kalmaz.

Bu durum, selefin kitabında mevcuttur.

Âlimlerimizden ba'zıları, bu ciheti bâtıl görüyorlar. Çünkü ni­kâhtan bedel almak veya mal almak muhtar olan bâtıldır. Bu gibi anlaşmalarda, mal ve tatbik sualsizdir. [192]

 

Nikâh Davasından Sulhla İlgili Başka Bir Örnek

 

Bir kimse, bir kadına karşı iddiada bulunarak, "o kadının, kendi karısı olduğunu ve malından şu kadar almış bulunduğunu; ken­disine itaattan imtina ettiğini" söylüyor.

Kitabü'ş-Şürût

Kadında bunların tamamını inkâr ediyor.

Sonra da bütün da'vaya karşı, şu kadarla anlaşma yapıyor. Bu­nu da şeraitine uygun olarak yazıyor.

Adam, bir kadına karşı nikâh iddiasında bulunuyor; kadın da bunu inkar ve başkasının nikâhını ikrar ediyor. O adam da, bunu ikrar ediyor. Bu durumda o kadını, ona sormadan ve talep etme­den, ihtiyaten bâinen bir talak boşar. Ve yazı da böylece tamamlanır. [193]

 

Nikâh Da'vâsından Sulh Hakkında Diğer Bir Örnek

 

Bir adam, "bir kadının kendisinin karısı ve helâli olduğunu; ondan bir oğlunun da bulunduğunu; adının filan olduğunu; kadının ise, kocasına itaatten imtina ettiğini" iddia ederek; onun, nikâh hü­kümleriyle itaatini ve inkıyadını ister; kadın da onun karısı ve helâli olduğunu kabul eder; fakat kocasının üç talakına, sefere çıkmaya­cağına; kadından ayrılmayacağına, başka bir yere gitmeyeceğine; ye­min ettiğini; ancak, kadının izniyle bunları yapabileceğine; halbuki, sefere çıkmış, kadından ayrılmış ve onun izni olmadan başka bir bel­deye gitmiş olduğunu; bunları yeminden sonra yapmakla, yeminin­de hânis olmuş (= yemini bozulmuş) üç talâk sebebiyle kendisinin ona haram olmuş; üç hayız görmeklede iddeti tamam olmuş; sonra da başkasıyla evlenmiş bulunduğunu; söyler ve bu haramlık beyyi-nelerle sabit olup, hâkim tarafından da doğrulanarak Hükme bağ­lanmış olursa; sonra da aralarında sulh vâki olursa, beyan eylediği­miz gibi yazılır ve yazı tamam olur. Zehıyre'de de böyledir. [194]

 

Hitanda (= Sünnet Yapmakta) Hata Yapmaktan Dolayı Yapılan Sulhda, Yazılacak Hususlar

 

Yazılır ki: Filan oğlu filan, ikrarının her yönü ile caiz olduğu bir sırada ikrar edip, filan oğlu filana karşı "onun küçük oğlu fila­nı, beş yaşında iken sünet eylediğini, süneti babasından izinsiz yap­tığını, ustura ile haşefesini kestiğini, bu uzvunun menfaatinin yok olduğunu ve eski haline dönmesine de imkan kalmadığını; çocuğun idrarını tutamadığını ve bu hususta bilir kişi olan cerrahların ittifak eylediğini; mevcut bu işten dolayı, tam diyet gerektiğim ve onu istediğini" diye iddiada bulunur; iddia olunan şahıs da, hâkimin hu­zurunda bunları ikrar edip, vasfedilen menfaatin kendi fiili ile zail olduğunu inkâr ederek, başka sebeblerden zail olduğunu" söyler ve aralarında da'vâ uzayıp; baba, iddiasını isbattan âciz kalır ve "böy­le devam etmektense, sulh olmak daha hayırlıdır." diyerek araların­da anlaşma yapıp; baba babalık velâyetiyle, şu kadar hâlis, yeni, gü­müş dirheme sulh olursa; artık o küçüğün, bu sulhdan sonra, da'vâ-lıya karşı yapacağı bir şey kalmaz. Az veya çok husûmet de kalmaz, îddia olunan şahıs da bunu kabul ederse, mes'ele hal edilmiş olur ve böylece yazılır. Zehıyre'de de böyledir. [195]

 

18- TAKSİMLE İLGİLİ YAZILARDA BULUNMASI ŞART OLAN HUSUSLAR

 

İmâm Muhammed (R.A.), Asi kitabında şöyle buyurmuştur:

Bir yeri aralarında taksim eden kimseler, bu taksimi yazmak is­terlerse, şöyle yazarlar: "Filan, filan ve filâne, filanın yapmış oldu­ğu birinci hududu şu, ikinci, üçüncü ve dördüncü hududu da şu şu ve şu olup bu hudutlar içinde olan evi kendi aralarında taksim eyle­diler."

Âlimler bu hususda ihtilaf eylediler:

Birincisi, başlangıçta, İmâm Ebû Hanîfe (R. A.) ve arkadaşları böyle başlarlardı.

Tahâvî: "Şâhidîer şehâdet ederler." diye başlardı ve "filan, fi­lan, filan sahih bir şekilde, kendileri, isimleri, nesebleri tanıtıp, ik­rarlarının, akılları, bedenleri yerinde ve bütün yönleriyle işlerinin caiz olduğu hâlde olduğunu yazardı.

İkincisi: İmâm Muhammed (R:A.): "Hududu şu şu olan evi, ar­şınla taksim eylediler; bu evden, filane şu kadar arşın yer; filane, şu kadar arşın yer; filana da şu kadar arşın yer (şu mevkide) isabet ey­ledi." diye yazar ve ev daha önce, ellerinde idi; mülkleri idi." diye yazmazdı. Ve şöyle yazardı: "Bunlar sıhhatli hallerinde akılları, vü­cutları yerinde ve her yönüyle işleri caiz iken, şöyle ikrar eylediler: "O ev, onların ellerinde mülkleridir ve her birinin hissesi şu kadar arşındır. Bu evin tamamı taksim edilmemiş muşadır. Ve o evdeki his­selerine her birisi razı olmuşlardır." Keza, her birinin, o evde, şu kadar arşın hudutlu yeri vardır: Filanın şu kadar; filanın şu kadar; filanın şu kadardır ve bu hudûduyle hakkıyla onundur.

Üçüncüsü: İmâm Muhammed (R.A.),taksimde tazminat yazmazdı.

Tahâvı ve ehli şurûtun tamamı: * 'Taksimde kime neresi isabet eder­se, orası ona verilecektir/' diye yazarlardır.

İmâm Muhemmed (R.A.), şöyle yazardı: Ortaklardan her birisi hu­dudu ve hakkı ile kendine isabet edeni alırlar, mâni ve nizadan fariğ olarak birbirinden ayrılırlar.

Müteahhirîn âlimleri şöyle yazarlardı:

Şahitler, şöyle şehâdette bulunurlar: Filan ve filan, filan evi bü­tün müştemilatı ile, yeri ile hududu ile hakları, murafıkları, arsası, binası az çok nesi varsa, hepsine aralarında müşterektirler ve elle­rindedir. Filanın şu kadar, filanın şu kadar, filanın da şu kadardır ve her birinin hissesi üçte birdir. Bunlar, bu taksime razı olmuşlar­dır. Filana isabet eden yer, kapıdan girişin sağ tarafıdır. Bu evin ka­pısı doğuya açılır. İçinde üç tane ev vardır; birine şu, birine şu, biri­ne de şu denir ve üzerinde iki oda, aralarında bir de sofa vardır. So­fanın uzunluğu şu kadar, genişliği şu kadar arşındır. Arşın da, bel­denin arşınıdır.

Onlardan birine isabet eden de, kapudan girince sol taraftadır." der; güzelce vasfını yapar. Üçüncüye isabet eden de giriş kapısının karşısında, evin sonundadır. Bu üç yerin hudutları belirlidir. Böyle­ce, her birine, o mahdut yerden hisseleri isabet eylemiştir; hadleri ve haklan kendilerine aittir. Evin giriş kısmı, dehlizi müşâ olarak terkedilmiştir; üçü de o yerden faydalanırlar. [196]

 

Taksim Edilen Evden, Her Hisse Sahibinin Kapı Açması

 

Bir evi aralarında taksim eden kimselerin müştereken ortak ol­dukları, şu yerdeki büyük yol sahih bir taksimle taksim olmuştur;

mtabü'şŞürût

caizdir; onda fesad yoktur; muhayyerlik yoktur. Her birisi, kendisi­ne isabet eden yeri almıştır. Bu taksim ve teslim bütün manilerden uzaktır. Ve onlar, bu taksim meclisinden, sahih bir taksimden son­ra, her biri görerek ve rızalarıyla yerlerini alarak, birbirinden ayrıl­mışlardır. Birbirlerinde hak kalmamış; da'vâ kalmamış; isteyecek bir şey de kalmamıştır. Bundan sonra açılacak da'vâ bâtıl ve merdut-tur. Ve nefisleri üzerine şahitlik yapmışlardır. Bu sonuna kadar ya­zılıp, yazı tamamlanır. Mohıyt'te de böyledir. [197]

 

Hayvan Taksiminin Mahiyeti Ve Bu Hususta Kayda Geçirilmesi Gereken Şeyler

 

Şahitler, şöyle şehâdet ederler: Filan, filan ve filan, şahitlerin yanında, ikrarları sahih, isteyerek, akılları başlarında bedenleri sağ­lam, işleri caiz olduğu hâlde şöyle ikrar eylediler: Babalan ölmüş ve geride tereke olarak, bir miktar at bırakmış; üç oğlundan başka da vâris bırakmamış ve onlar, bu terekeye ortak olmuşlar. Ortaklıkları alesseviye (= eşit bir şekilde) dif; birbirine müsavidir. Tereke ise sı­nıf, sınıf; renk renktir: Onlardan bir kısmı altı aylıktır; bir kısmı ise üç yaşındadır; bir kısmı da beş yaşındadır. Mirasta borç ve vasiyet yoktur. Bunları aralarında taksim etmek istedikleri zamanki hak ve adalet üzre toplandılar. O atlara, şu şu kadar kıymet takdir eyledi­ler. Sonra da onu hak ve adalet üzere hayfsiz ve aldatmaksızm tak­sim ettiler. Bu durumda filana şu; filana şu; filana da şu isabet etti. Hayvanların yaşlan ve kıymetleride yazılır ve her biri kendi hissesi­ne düşeni tanır.

Bu da kur'adan sonra olur. Onlar taksim yapıp hisseleri ayırın­ca, kendi rızaları ile kur'a çekerler. Kur'a sonunda, her biri kendine isabet eden hisseyi alır. Bu, birbirine teslim olur ve her biri diğerine karşı berat etmiş olur.

Bu durumda da'vâ ve husûmet kalmaz. Herkesin hissesine dü­şen kendinin olur.

Bundan sonra;, bir şeyi iddia bâtıl ve merdûd olur. Birbirinden razı olarak ayrılırlar. Ve buna da şâhid edinirler.

Deve, sığır ve koyun da böyledir; yaşları, renkleri ve sıfatları yazılır. [198]

 

Bir Kölenin Taksim Edilmesi İşleminin Kaydı

 

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.): "Vârisler, köleyi taksime cebredilmez." buyurmuş; İmameyi! ise: "Hâkim cebreyler." buyurmuşlardır.

Kölenin taksimi şöyle tevsîk edilir:

"... Babalan mîras olarak terketti." sözüne kadar, yukarıdaki ifade aynen yazılır. Buraya gelince, "köle (veya câriye) terkeyledi. İsmi ve sıfatı şudur." denir. Bunlar birden fazla olursa, isimleri ve sıfatları yazılır. Vârisler, kendi rızaları ile taksim ederler veya: "Kur'a atalım." yahut: "İşi hâkime çıkaralım." derler ve ondan taksimi üze­rine cebr isterler. Hâkim de gerekiyorsa cebr eder ve bir şahıs gön­dererek, adi ile kıymetlerini ta'yin ettirip, aralarında kur'a çektirir. Bu durumda: "Filâna şu, filana şu, filana da şu isabet eyledi." denir.

Şayet aralarında alış veriş gibi (veya başka bir) sebep varsa, o da beyan edilir.

Eşyalar, kaplar, tartılan ve ölçülen şeyler, mîrasda aynı şekilde taksim edilirler. Fakat, misliyatta kıymet zikredilmez. [199]

 

Mîras Taksiminin Tevsîk Edilmesi

 

Mîras taksimi, çeşitli şekillerde tevsîk edilebilir:

"Belirli şahitler, şöyle şehâdet ediyorlar: ...babalan öldü." sö­züne kadar, aynen yazılır; buraya gelince, şöyle denilir: "Çeşitli sı­nıflarda hayvanlar terkeyledi... Üç oğluna, mîras olarak şu kadar at ve kısrak (yaşı şu sıfatı şu), keza şu kadar erkek deve, şu kadar dişi deve, katırdan şu kadar; eşekten şu kadar, sığırdan şu kadar, koyundan şu kadar, akardan şu kadar (yerleri, hudutları şuralar) arazi ve dükkanlardan şu kadar (yerleri ve hudutları belirtilir.) yatak, yas­tık, sergi,--kaplar, elbiseler ve nakid paralar, terkeyledi. Bunlar, aralarında üçe taksim edilecektir. Şayet vârisler muhtelif ise, (ana, baba ve iki oğul; bir kız, bir karı ve emsali gibi...) o da öyle yazılır ve şöyle denilir: Vârisler, ana, baba, filan ve filânedir. İki oğlu da filan ve filandır. Bir kızı ise filâ-nedir. Tereke, bunlara ferâiz usûlüne göre taksim edilir: Karıya se­kizde bir; ana ve babaya altıda birer hisse verilir. Kalan, diğer varis­lerin olur ve erkekler, kızların iki misli alırlar. Ferîzanın aslı yirmi dörtden olur ve taksim yüz yirmiden yapılır: Karısı için onbeş hisse; ana ve babası için kırk hisse; (her birine yirmişer hisse) düşer. Oğ­lanların herbirine yirmi altı hisse; kıza ise onüç hisse isabet eder.

Meblağ ikibin dörtyüz dirhem olunca; karışma üçyüz dirhem isa­bet eder. Anasına dörtyüz; babasına dörtyüz; bin oğluna beşyüz yir­mi; bir oğluna beşyüzyirmi; kızına da ikiyüz altmış dirhem isabet eder.

Kadına isabet eden üçyüz dirheme mukabil, şu hudutlu evin ta­mamı verilir. Babaya, şu hudutlu bağın tamamı; diğerlerine de böy­le verilir ve böylece yazı tamamlanır. Zehıyre'de de böyledir. [200]

 

Mîras Kalan Hayvanların Taksiminin Tevsiki

 

Hayvanların tamamını biaynihî tanıdıktan, sıfatlarını, kıymet­lerini bildikten sonra, aralarında kendi rızalarıyla taksim ederler. On­lara bakarlar ve görürler. Ve onlara karşı, bilgileri, vukufları olur. Mîras tamamen borçdan vasiyetten hâli bulunur ve aralarında taksim ederler: Onlardan filâna, hisse olarak şu kadar dirhem kıy­metinde belirli kısraklar düşer. Filanın hissesine de, şu kadar dirhem kıymetinde atlar isabet eder. Böylece develeri de, sığırları da, kapla­rı da aralarında kendi rızalarıyla taksim ederler. Sonra da araların­da kur'a çekerler. Kime ne isabet ederse, o, onu alır. Filana şu; fila­na şu... Ve her biri, kendisine isabet edeni alır ve her biri aldığını ikrar ederek "birinin, diğerinde hiç bir hakkının kalmadığını ve bu terekede borç bulunmadığını" söyler. Bundan sonra, ne zaman bu hususda iddia olursa, işte o bâtıl ve merduttur. Ve birbirlerinden ay­rılarak şahit edenirler. Bu yazı da böylece tamam olur.

Buna, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A.), ve İmâm Muhammed (R.A.) muhaliftir. Çünkü muhtelif sınıflarda olan tere­kede kur'a ile taksim sahih değildir. Bu, satış gibidir. Halbuki kur'a ile satış, taş atma gibidir; yâni sahih değildir. Bu hususda hüküm, hâkime havale edilir. Zehiyre'de de böyiedir. [201]

 

Biri Gaip Bulunan Vârisler Arasındaki Miras Taksiminin Tevsiki

 

Vârislerden biri gaip olursa, mîras taksimi şöyle yazılır: Şahitler şehâdette bulundular..." ifadesi yazılıp şöyle devam edilir:

"... Filâne kadın öldü; geride kocasını gaip olarak bıraktı. O, filan oğlu filandır. Bir de küçük oğul bıraktı. O da filandır. Şu şu_ kadar da tereke bıraktı. Filan da —hâkim tarafından— onun naibi (vekili)dir. Şer'î nazar yoluyla terekeden gaibin hissesini: almak ve gaip gelene kadar onu muhafaza etmek için, tereke, vârisler arasın­da Allahu Teâlâ'nm ferâizi üzere, taksim edilir.

Ve: "Şu yerdeki, hududu belirli yer sahih bir taksimle gaibin hissesine düştü. O nâib de gaibin hissesini niyabet hükmüyle ve sa­hih bir alışla, şu ayın şu gününde teslim aldı." diye yazılır. Zehiyre'­de de böyledir. [202]

 

19- HİBE VE SADAKALARLA İLGİLİ YAZILARDA BULUNMASI ŞART OLAN HUSUSLAR

 

Şurût ehli hîbe ve sadakanın başlangıcında ihtilaf ettiler.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve arkadaşları:

"Filan oğlu filanın yazısıdır." diye yazarlardı.

Semtî de: "Bu, filan oğlu filanın hîbe yazısıdır." diye yazardı.

Tahâvî ise: "Bu, filan oğlu filandır." diye yazardı. Müteahhi-rînden olan şürût ehli, ise, Tahâvî'nin yazdığı gibi yazarlar ve yazının sonuna, şahitlerin şehâdetlerini de eklerler ve keza: "filan oğlu fi­lan, filana bağış yaptığını ikrar eyledi." diye yazarlardı.

İmâm Muhammed (R.A.) hîbe ve sadakada "hibe ve sadaka' 'diye yazmazdı.

Şurût ehlinin tamamı, "hîbe" diye yazarlardı. Çünkü hîbe, ka­bul edilmeden caiz olmaz.

Bu, bize göre böyledir. Hatta hîbe, müşâ olur ve taksim ihtima­li bulunursa; bize göre, yine caiz olmaz. İmâm Şafiî (R.A.) buna muhaliftir,

. Hibenin sahih olmasının şartı, onu alıp kabul eylemekdir.

Sadaka da bizim umûmi âlimlerimize göre böyledir.

İmâm İbrahim en-Nâhaî buna muhaliftir. O, şöyle buyururdu:

Sadaka olduğunu bilirse; teslim almasa bile caiz olur.

Hibenin sahih ve caiz olduğu da yazılır.

Bundan Sonra bakılır; eğer bağış, vâhib (= hîbe eden) tarafın­dan dönüşü olmayan bir hîbe ise (kan-kocadan birinin, diğerine ya­pılan hîbe ve mahremlerin birbirine hibesi, meselâ: babanın, büyük oğluna veya büyük kızına hîbesi yahut anasına hibesi veya kardeşi­ne, kızkardeşine hîbesi yahut kardeşinin oğluna veya kız kardeşinin oğluna veya dedesine, büyük annesine, amcasına, amesine, dayısı­na, teyzesine hîbesi gibi..,) bu hîbe sahih ve caizdir. Bağışlayan için dönüş yoktur." diye yazılır.

Şayet hîbe, dönüşlü olursa, "kat olunmuş (= kesilmiş)" diye yazılır.

Şurût Şerhi'nde: "Aslolan, bu surette kesilmiş (= kat olunmuş) diye yazmamaktır." denilmiştir. Müteahhirîn âlimler, bu hususta, şu yazı suretini ihtiyar etmişlerdir:

"Filan, filana, yurdun tamamını, müştemilatı olan evlerle bir­likte bağış yapmıştır. Yeri surdadır ve huduları şu yerlerdir. Hudûduyla, haklarıyla, arsasıyla, binalarıyla, altıyla, üstüyle, yoluyla; bü­tünüyle, çoğuyla, azıyla, dâhiliyle, hariciyle sahih, nafiz, caiz, tak­sim olunmuş, kendinde fesad bulunmayan, şart, ıvaz-bedel olmayan ve ikrah yolu bulunmayan bir hibedir. Ve hîbe edilen şeyi, kendisine bağış yapılan şahıs, hîbe meclisinde yüzyüze kabul eylemiştir. Ba­ğışlanan şey; bağış meclisinde, bağışlayan tarafından, her türlü meş­galeden, mâniden ve nizadan hâli olarak teslim edilmişdir. Bağışla­nan bu şey, kendisine bağış yapılan şahsın elinde, hîbe hakkıyla bulunuyor."

Hîbe ve sadaka yazısında, "sözleşme meclisinden birbirinden be­denen ayrıldılar." diye yazılmaz.

En doğrusunu bilen Allahu Teâlâ'dır. [203]

 

Karşılıklı Hibede Kayıt Örneği

 

"Filan, isteyerek şöyle ikrar eyledi; Filan evinin tamamını, müş­temilâtı İle, şu şeye karşı filana, hadleriyle ve hukuku ile bağışladı." denir ve yukarda belirttiğimiz gibi, sonuna kadar yazılır.

En doğrusunu ancak Allahu Teâlâ bilir. [204]

 

Bir Bağ Bağışlandığı Zaman Yapılacak Senet

 

Bağ bağışı ile ilgili senede, o bağın hududu, haklarının tama­mını, binaları, meyveli ve meyvesiz ağaçları, üzüm çubukları, fidan­ları, kanalları ve sulama hakkı ve her şeyi yazılır.

Şayet, ağaçların üzerinde meyve veya gül yahut kıymetli yap­rak varsa; (ipek böceği yaprağı gibi...) onları da (yazmak) söylemek gerekir. Çünkü, bunlar, söylenmezse, bağışa dâhil olmazlar. Bağışa dâhil olmayınca da bağış fesada gider. Çünkü, bu hâl teslimin sıh­hatine mânidir. [205]

 

Bir Karşılık Şartıyla Yapılan Hibenin Kaydedilmesi

 

Hîbe ( = bağış), bir ivaz (= karşılık) şartıyle yapılmışsa; şöyle yazılır:

"Filan, filana, vasıflan belli bir şey karşılığı hibede bulunup, şu yerdeki, şu hudutlu evin tamamını sahih, nafiz ve dönüşsüz ola­rak; şu yerdeki, şu hudutlu olan bağ karşılığında bağışladı.

Caiz, nafiz, kendisine bağış yapılan şahıs da mahzurdan fariğ, kabul olunmuş ve dönüşsüz olarak, bu şartlı bağışı kabul eyledi.

Her iki taraf da kendisine yapılan bağışlan tamamen teslim al­dılar. Teslim, her türlü manilerden hâli ve uzak bir halde vaki oldu.

Bu bağış sebebiyle, o evin tamamı filanın oldu. Ve o bağın ta­mamı da, ivaz (= karşılık) sebebiyle, filanın oldu.

Her ikisi de dönüş yapmayacaklardır.Ellerinde olan bu şeyler hîbe ve karşılık hükmüyle, kendilerinindir.

İkisi de bunu böylece ikrar eyledi ve bu hususta şahit edindiler.

Bu şahitlerin isimleri, yazının sonuna yazılarak, "bu yazı, şu ayın şu gününde yazılmıştır." ibaresiyle, yazı tamamlanır.

En doğrusunu bilen Yüce Allah'dır. [206]

 

Bağış Karşılıksız Yapıldığı Halde, Kendisine Bağış Yapılan Şahıs, Bir Karşılık Verirse, Bu Durum Nasıl Kaydedilir

 

Bağış karşılıksız olarak yapıldığı hâlde, kendisine bağış yapı­lan şahıs, bağış yapan şahsa bir karşılık verirse, bu durum şöyle yazılır:

"Kendisine, şu yerde, şu hudutlu yer bağışlanan filan şahıs, ba­ğış yapan şahsa, karşılık olarak, şu yerdeki evini höbe eyledi." denilir.

Her İkisi de yazılarına besmele ile başlıyarak şöyle devam ederler;

"Bu nüsha bağış nushasıdır. Kendisine bağış yapılan filan, ba­ğış yapan filana, hibede bulundu. Her ikisi de, karşılıklı olarak ba­ğışları kabul eylediler. Bağış yapan şahıs, bağışlanan şeyden dönme-. yecek; karşılık veren de verdiği karşılıkdan dönmeyecektir. Ve hîbe, şu günde vuku buldu." diye yazılır.

Bağışlanan şey müşâ olurda, taksim ihtimâli bulunmaz ise, (bir köle, bir hayvan, bir inci veya benzerleri gibi...) bunun hîbe edilme­si de hilafsız olarak caizdir.

Ve bu hîbe şöyle yazılır:

"Filan, filana iki sehim olan bu müşâm, kendi hissesini tama­men bağışladı." denir ve —yukarıdaki ifade— sonuna kadar yazılır.

Şayet bağışlanan şey, taksim ihtimali bulunan bir muşa ise (ev, bağ, tarla ve benzerleri gibi...) bunun hîbe edilmesi, bize göre fâsiddir.

İmâm Şâfî (R.A.) buna muhalifdir.

Bu da yazılacak olursa, hâkimin hükmüne havale edilir. Müs­lüman bir hakim, da'vâdan sonra, hükmederse; bu hüküm muteber olur. Ve iki sözleşmeci arasında uygulanır. [207]

 

Bir Kimsenin, Bir Evi, İki Kişiye Bağışlaması

 

Bir kimse, bir evi, iki kişiye bağışlarsa; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre bu bağış, iki kişi arasında müsavi olsa bile caiz olmaz.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre müsâvî olursa, caiz olur; fazla— noksan olursa; caiz olmaz.

İmâm Muhammed (R.A.)'e göre ise, her iki hâlde de caiz olur.

Ve bu hîbe şöyle yazılır:

"Filan; filan ve filana evleri ve odaları müştemil olan binasını bağışladı. Bu bina şu yerde ve şu hudutlar içerisindedir. Bütün hak­larını verdi. Bu binaya ikisi yarı yarıya ortaktırlar. Hîbe caizdir; nâ-, fizdir ve tamamen kabul edilmişdir. Bu bağış, bağışlayan tarafından teslim edilmiş; bağışlanan iki kişi de, bağış meclisinde, bağış hük­müyle, o yere yarı yarıya ortak olmuşlardır." denir ve hâkimin hük­mü de, yazının sonuna yazılır. [208]

 

Bir Evi, İki Kişi, Bir Defada Bir Şahsa Hibe Ederlerse, Bu Durum Nasıl Kaydedilir

 

Bir evi, iki kişi, bir defada, bir şahsa hîbe ederlerse; bu durum şöyle yazılır:

Filan ve filan; filana, bir defada, söylenilen evi bağış yaptı ve o ikisi, onun yarı yarıya müsâvî şekilde veya üçte birli olarak sahibi oldular. Üçte biri, birine; üçte ikisi de diğerine bağış yapıldı. Ev şu yerdedir. Hîbe sahihdir, nafizdir, kabul edilmiştir. Kendisine bağış yapılan zat, bağış yapanların ikisinden de kabul eylemiştir; ikisi de bağış yapılan şahsa, tamamını teslim eylemişlerdir. Bu yazı, şu gün­de yazılmıştır." [209]

 

Bir Kimsenin, Yabancı Bir Küçüğe, Bir Şey Bağışlaması

 

Bir kimse, yabancı bir küçüğe, bir şey bağışlarsa; bu durum şöyle yazılır:

Filan, filan oğlu filan küçüğe sahih, nafiz ve makbûze (- tes­lim alınmış) olarak, şunu bağışlamıştır ve onu da; o küçüğün babası olan filan oğlu filan, kabul eylemiştir. Hîbe edilen şey, küçük oğlu filanındır; babası, onu, babalık velayeti ile almıştır.

Şayet küçüğün babası yokta, anası varsa; durum şöyle yazılır:

Küçüğün anası filâne, bu bağışı, küçük için kabul eyledi. Kü­çük, onun evindedir ve onun babası ölmüştür. Başka da vasîsi yoktur.

Eğer küçüğün anası da yokta; bu küçük akrabalarından birinin evinde duruyorsa; (amcası, dayısı gibi...) şöyle yazılır:

Filan adam, küçüğün amcasıdır. (veya dayisıdır.) Ve bu hibeyi, küçük için kabul eylemiştir. Babası ve vasîsi yoktur.

Şayet küçük, akıllı ve mümeyyiz ise, o zaman şöyle yazılır:

Bu küçük, bu hibeyi kabul eyledi; akıllıdır, mümeyyizdir. Ve babası ölmüştür; vasîsi yoktur; yakın bir akrabası da yoktur. Bağış­lanan şeyi, kendisi teslim almıştır.

Bağışlayan şahıs da her türlü mânilerden ve nizamlardan fariğ olarak, şu günde teslim eylemiştir. [210]

 

Bir Kimsenin Küçük Oğluna Bağışta Bulunması

 

Bir kimse» kendi küçük oğluna, bir şey bağışladığında, bu du­rum şöyle yazılır:

"Filan, küçük oğlu filana, şu yerdeki şu hudutlu evin tamamını bağışlamıştır."

Bu yazı, —yukarıda olduğu gibi— sonuna kadar yazılır.

Teslim almaya gelince, şöyle yazılır:

Bu baba, kendi nefsinden küçük oğlu için, babalık velâyetiyle şu evin tamamını teslim almıştır.

Şeyhu'l-İmâm Necmü'd-din en-Nesefî (R.A.) Şorût isimli kitabında:

Baba, nefsinden teslim alır." buyurmuştur. İmâm Muhammed (R.A.) Şurût'un aslında: "Baba, nefsinden teslim alır." diye zikreylememiştir.

Şeyhu'l İslâm, şöyle buyurmuştur: "Söylenmez... Çünkü, bağış babanın elindedir. Baba, küçükden bedel olarak, (onun yerine) al­mıştır. İşte bunun için, İmâm Muhammed (R.A.) söylememiştir. Zira, bir adam küçük oğluna bağış yapınca kabul şart değildir.

İmâm Necmü'd-din en-Nesefî (R.A.) şöyle buyurmuştur: Keza, baba ölmüş olurda, ana küçüğe bir bağışta bulunursa, onu teslim almak anaya aittir. Durum böylece yazılır. En doğrusunu bilen Yüce Allah'dır. [211]

 

Bir Kimsenin, Kendisine Borçlu Olan Şahsa, Onda Bulunan Alacağını Bağışlaması

 

Bir kimse, kendisine borçlu olan bir şahsa, onda bulunan ala­cağını bağışlarsa; bu durum şöyle yazılır:

Filan, filanda bulunan bütün alacaklarını, ona bağışladı. Ve se­nede tarihi ile birlikte böylece yazıldı. Filan ve filan da sahildirler ki, alacağının tamamını, sahih bir bağışla bağışladı.

Bir kadın..mehrini kocasına bağışlarsa, şöyle yazılır:

Şu kadın, kocasının üzerinde olan mehrinin tamamını, ona bağışladı.

İşte bu da sahih bir bağıştır; kocaya bir iylik ve hukukuna riâ­yettir ve onu, mehir borcundan şartsız, ivazsız ibradır.

Kocası da bu hibeyi kabul eylemiştir. Bunu da yüz yüze yap­mışlar ve bu bağıştan sonra, bu kadının, kocasında mehirden bir hakkı kalmamıştır.

Bundan sonra, kadın iddia ederse, işte o bâtıldır ve merdûdedir.

Şeyhu'l-İmâm Necmü'd-dm en-Nesefî (R.A.) şöyle buyurmuştur:

Bu gibi yazılarda, borçlu olan şahsın, hîbeyi kabul etmesi şart­tır. Şemsü'l-Eimme Serahsî (R.A.)'de, Kefâle Kitato'nm Şerhinde ve Hibe Kitabfnm şerhinde; "Kabul şart değildir." buyurmuştur.

Nâtıfi'nin Vâkıâtı'nda da böyledir. Bütün âlimler de böyle buyurmuşlardır.

Üzerinde borç bulunan şahsın, borcunu bağış işleminde, bu ba­ğış, borçlunun kabulü bulunmadan da tamam olur.

Bunların tamamı, borçlu asıl olduğu zamandır; (borçlu) kefil olursa bi'1-ittifak, o kabul etmeden, hîbe tamam olmaz; ancak ka­bul ile tamam olur. [212]

 

Bir Kimsenin Evini Veya Başka Bir Şeyini Bir Fakire Tasadduk Etmesi

 

Bir kimse, evini veya başka bir şeyini, bir fakire tasadduk eder­se; bu durum şöyle Yazılır:

Filan, filana, şu yerdeki, şu hudutlu evin tamamını caiz, sahih, nâfız, içinde fesad olmayan, dönüşü de olmayan, karşılıksız bir şe­kilde, Allah'ın rızasını kazanmak için, O'nun sevabını umarak ve elem verici azabından kaçınarak, tasadduk eylemişdir.

Kendisine tasadduk edilen şahıs da, ayni yerin tamamını, kabul eyleyip, tasadduk hükmüyle teslim almıştır.

Bize göre, kendisine tasadduk edilen şahsın, tasadduk edilen şeyi teslim alması —hîbe bölümünde zikreylediğimiz ma'na için şarttır.

Sonra da şöyle yazılır: "Artık, tasadduk edenin teslimden son­ra, o sadakada hiç bir hakkı kalmamıştır. Da'vası ve husûmeti de kalmamıştır. Hiç bir cihetle, talebde bulunamaz. Şayet da'vâ ederse o da'va bâtıl ve merduddur." denir. Ve yazı, —önceki misâlde ol­duğu gibi— sonuna kadar yazılır. Zehıyre'de de böyledir. Sadakaya gelince, hibede olduğu gibi yazılır ve "Allah rızası için" ve "onun rızasını talep için" cümlesi ziyâde edilir. Zabîriyye'de de böyledir. [213]

 

20- VASİYETLERLE İLGİLİ YAZILARDA BULUNMASI ŞART OLAN HUSUSLAR

 

Vasiyet, hîbe ve sadaka manasınadır. Çünkü vasiyet ya fakir için, veya zengin için olur. Eğer vasiyet fakir için olursa, sadaka mâ­nasına olur, zengin için olursa, bağış mânâsına olur. Böylece, bu ke­lime, bu iki anlamda da kullanılabilir.

Vasiyet-nâme, İmâm Ebu Hanîfe (R.A.) tarafından şöyle yazılırdı:

Besmele'den sonra...

Bu, filan oğlu filanın vasiyetidir. O, Allah'dan başka ilah ol­madığına; O'nun bir olup, ortağının bulunmadığına; doğurmadığı­na; doğmadığına; karı ve çocuk edinmediğine; mülkte ortağının bu­lunmadığına ve yardımcısının olmadığına; en büyük ve yüce oldu­ğuna; Hz. Muhammed'in, O'nun kulu ve resûlu olduğuna; vahyinde güvenilir olduğuna; Cennet'in ve Cehennem'in hak olduğuna; kıya­met gününün geleceğinin de hak olduğuna, onda hiç bir şüphenin bulunmadığına ve Yüce Allah'ın, kabirlerde olanları dirilteceğine, sonunda Yüce Allah'a dönüleceğine tazarru edici olduğu halde, şe-hâdet eder. Gerçekten mülk O'nundur. Hayır ve şer yed-i kudretin-dedir. O'nun gücü, her şeye yeter.

Filan şahıs,.çocuklarına, karısına, akrabasına, kardeşlerine ve emrine itaat edenlere; (İbrahim (A.S.) ve Ya'kub (A.S.)'ıın evlatlarına vasiyet ettiği gibi vasiyet etti: (Ki onlar: "Ey çocuklarım! Gerçekten Yüce Allah, sizin için İslâm'ı din olarak seçti; siz ancak islâm ola­rak ölünüz." buyurmuşlardır.) Onların tamamına, Yüce Allah'dan hakkıyla korkmayı, gizlide ve âşikarada, sözlerinde ve işlerinde ona itaat etmeyi ve günahlardan kaçınmayı, dini dosdoğru tutup, ondan ayrılmamayı vasiyet eder.

Ve şöyle vasiyet eder: Yüce Allah'ın taatmdan, hiç bir fert müs-tagnî olamaz ve onun emirlerini yerine getirmekten de hiç bir kimse mistagnî olamaz.

Filan şöyle ikrar eyledi: Üzerimde, filana şu kadar; filana da şu kadar borç vardır.

Ve, şöyle vasiyet eylemiştir: Eğer ölüm vâki olursa, borcumun tamamı —teçhiz tekfin yapıldıktan sonra, ödensin. Sonra da, tere­kesinin, geride kalan sülüsüne (= üçte birine) bakılır ve bu üçte bir­den vasiyeti infaz edilir. (= vasiyeti yerine getirilir.) Borcu ödenir. Borcunun ödenmesinden sonra da terekesi, Yüce Allah'ın taksimi üzere taksim edilir. Gerçekten filan, filanı ölümünden sonra bütün işlerinde vasî kıldı. O vasî'de, yüz yüze bunu kabul eyledi. Ve bu durum üzerine, şahitler şehâdette bulundular. Ve böylece vasiyet yazısı tamamlanmış oldu. Zahîriyye'de de böyledir. [214]

 

Umumî Vasiyet Örneği

 

Umûmi bir vasiyet-nâme şöyle yazılabilir:

Nefsinde zâif, Yüce Allah'ın rahmetine muhtaç kul filan, aklı başında, işleri caiz olduğu hâlde şöyle vasiyet eyledi:

O, Allah'tan başka ilâh olmadığına, Onun, bir ve ortaksiz ol­duğuna; mülk ve hamdın O'na mahsus olduğuna; diriltici, öldürücü olduğuna; dâima hayatta olup hiç ölmeyeceğine; bütün hayrın yed-i kudretinde olduğuna; gücünün herşeye yeteceğine; doğmayıp, doğur­madığına; hiç bir şeyin ona denk olamayacağına; aile ve evlâd edin­mediğine; hükmünde, hiç bir ferdin ortak olamıyacağına; Muhem-med (S.A.V.)'in O'nun kulu, resulü, emîni, hidâyetle gönderileni olduğuna; O'nun, bütün dinlerin üzerine, hak dinîn zahir olması için gönderildiğine, müşrikler hoşlanmasalar bile, bunun bir gerçek ol­duğuna; Cennet'in, Cehennem'in, mizanın, nisabın, sıratın ye kıya­met gününün hak olduğuna; kıyamet gününün geleceğine, gelmesinde hiç bir şüphe olmadığına; Yüce Allah'ın, kabirlerde olanların tama­mını dirilteceğine şehâdet eder. Ve gerçekten o adam, Yüce Allah'ın Rabbi olduğuna; Dîninin îslam olduğuna; Muhammed (S.A.V.)'in nebi olduğuna razı oldu. Kur'ân'ın İmâm, kıblenin Kabe; mu'min-lerin kardeş olduğuna razı oldu. Bu şahıs, bunun üzerine yaşar; bu­nun üzerine ölür; Yüce Allah dilerse, bunun üzerine dirilir.

Bu şahıs Yüce Allah'a şöyle tazarru' ve niyaz eder. Allahu Teâ-lâ, bu kadar nimetlerini tamamlamıştır ve selb edip almamıştır; öle­ne kadar ihsanda bulunmuştur. Hayrın tamamı, Yüce Allah'ın kud­ret elinde olup, O, gücü her şeye yetendir.

Ve bu şahıs, şöyle şehâdet eder: Dünyadan Yüce Allah'a tevbe edilen, nadim olan ve işlediği kusurlara müteessir bulunup, bütün günahlarından bağışlanmayı yüceler yücesi dileyen, ve tevbeleri ka­bul edici hakkından, ümid ile O'nun affını ve bağışını dileyin, (Ki, O, Nebisi Muhammed (S.A.V.)'e indirdiği kitabında, kullarına va-ad ederek şöyle buyurmuştur: "O, öyle bir Allah'tır ki, kullarının tevbelerini kabul edip, günahlarını affeyler." Yüce Allah'ın sözü hak-dır; vadi hakdır. Rahmeti her şeyi kuşatmıştır. Rahmeti gazabını seb-kat eylemiş (- ileri geçmiş) tir. O ziyadesiyle bağışlayıcı ve merha­metlidir.) Bu adam ölümünden sonra kalacak olan vârislerine, ak­rabasına, arkadaşlarına, dostlarına ve emrine itaat edenlere; "ibâ­det edicilerle birlikte ibâdet etmelerini; hamd edicilerle beraber hamd etmelerini ve müslüman topluluğa nasihat etmelerini; Yüce Allah'­tan hakkıyla korkmalarını; insanlar arasında arabuluculuk yapma­larını; Allah'a ve Resulüne itaat etmelerini; samimiyetle inanıp iti­kat etmelerini vasiyet eyledi.

Ve onlara, İbrahim (A.S.) ile Ya'kub (A.S.)'un : "Ey oğullarım! Gerçekten Yüce Allah, size, îslâm'ı diri olarak seçti; sakın, siz İslâm dininin dışında ölmeyiniz." Vasiyetleri gibi vaseyit eyledi. Ve, "Yü­ce Allah'a açıkda ve gizlide, ibâdet etmelerini; sözlerinde, işlerinde her hâlü karlarında itaatli olmalarını; her türlü günahtan kaçınma­larını; dini dosdoğru tutmalarını; dinde ayrılık yapmayıp, ayrılma­malarını vasiyet eyledi.

Ve şöyle vasiyet eyledi:

Yüce Allah'ın, kullarının arasına adi olarak koymuş bulundu­ğu, halkı onunla sonuçlandırdığı, hiç bir kişinin kurtuluşu bulunma­yan Ölüm vâki olunca; Yüce Allah kendine kavuşulan günü günlerin en hayırlasi kılmıştır.

"-Terekesinden, ilk önce kefeni hazırlansın, hurıûtu, teçhizi ve defni yapılsın. Ma'ruf veçhile, üç gün ta'ziyeye gelenlere, sünnete uygun olarak, israfsız, tebzirsiz, taktirsiz yemek yedirsinler. Sonra da insanlara olan borçları ödensin. İnsanlarda olan alacakları alın­sın; emânetleri verilsin. Bu vasiyet, üçte bir malından yerine getiril-, sin ve vasiyetinde değişiklik (= tebdil) Yapılmasın. Kim, bundan son­ra tebdil ederse; günahı onadır. Gerçekten Yüce Allah hakkıyla işi-tici, kemâliyle bilicidir." diye vasiyet eder.

Şayet, bir kimseye "şu kadar dirhem" diyerek borç ikrarında bulunmuşsa ve tarihi de yazılı olup, kefili de varsa; keza, birine "şu kadar dirhem" borcu var ve onun kefili yoksa; veya filan oğlu fila­na, bir cihetten borcu varsa; keza alacaklarında kefilli olan varsa;-onların yerine getirilmesi için vasiyet eder. Şu yerde, hududu şu olan bir ev, şu yerde, hududu şu olan bir bağ, şu yerde, (köyde) şu hu­dutlu arazi, çarşıdaki hudutları.şu şu olan dükkanlar; diğer akarlar; köleler ve cariyeler (isimleri ve kimlikleri ile) altın, gümüş, hayvan­lar, ticâret malları (dükkanlarda olsun, evde olsun bakır kaplar, ka­lay kaplar, evde olan sergiler, yatak, yastık ve diğer eşyalar, ölçülen ve tartılan şeyler, ve netice olarak bütün mallar, vasıflarıyla beyan edilirler.

Önce "borcunun ödenmesini" vasiyet eder; sonra, "kendisinin başkalarında olan alacağının alınmasını," vasiyet eder.

Sonra terekeye bakılır: Bu terekeye basiret ve adalet ehli olan­lar, bir kıymet takdir ederler. Ve bu terekenin tamamından, üçte bi­rini vasiyeti olarak çıkarırlar ve sonra durum yazılır.

Bu terekeden —vasiyetinde varsa— hac parası çıkarılır. Farz olan hac ve onun yerine ( = bedel) hac ve umre yapılır. Kârin ise, hac ile umre ihramını birleştirir. Mütemeddî ise, ayrı ayrı ihrame girer. Bun­ların masrafı, —kifayet miktarı— vasiyet eden zat yerine (= bedel) hacca gidecek olan zata verilir. Eğer o zat... kaçınırsa, vasî istediği­ni yollar ve elverişli birini gönderir. O da afif, sağlam, kendi farz haccını yapmış, umresini yapmış bir kimse olur. Onun gidiş geliş ve şâir masrafı ödenir. O, israfsız, tefritsiz, taktirsiz harcama yapar. Şayet, bu nafakadan artan olursa, işte o, onun için vasiyettir. Ve eğer, hacca me'mur edilen zata genişlik olursa ne güzel... O zat hasta olur veya hacca gitmesine mâni bir hal olursa, o elinde olan hac parası, güvenilir ve bu işi yerine getirebilecek bir başkasına verilerek ona bu, işi yapması, söylenir. O da bu işi yaparsa caiz olur. Ve ona (bedel olarak hacca gidecek şahsa) "o dirhemleri, kendi dirhemine ve ar­kadaş lar inin. dirhemine, katması hususunda" izin verilir.

Vasiyet eden şahıs, vasiyetinde "üzerinde kazaya kalan nama­zın her vakti için, yarım ölçek buğday veya bir ölçek arpa yahut bir ölçek hurma veya bunların kıymetinin müsîüman fakirlere verilmesini" söyler.

Ve üzerinde kaç dirhen zekât borcu varsa, o da ödenir; fukara­ya verilir.

Keza, ayıplardan beri bir köle satın alınıp, yemin keffareti için, azad edilir, (veya zıhar kefareti diye yazılır.) Veya ramazanda kasden yediği oruç keffareti için verilir.

Keza, köprü veya misafirhane yahut mescid tamiri ve mescidin lambasına yağ veya hasır ve emsali gibi şeylere masraf edilmesini" vasiyet eder.

Keza, ayıplardan uzak olan "bir koyun veya bir sığır yahut bir deve satın alınıp, kurban bayramı günlerinde kurban kesilir ve eti yağı, başı, ayakları ve sakatatı fakirlere tasadduk edilir ve kesip yü­zene verilir; dilediğine, dilediği kadar verilir. Bu sevaba nail olmak için yapılır.

Vasi, bunu bizzat kendi eliyle yapar. İsterse, kendi ailesine de yedirir.

Keza, bir batman ekmek satın alıp, fakirlere tasadduk eder. Yaz günlerinde her cum'a günü buzlu su hazırlar ve onu sebil eder; gelen geçen içer.

Medresedeki ilim talebelerine de ayırır. Şu kadar dirhem de mü­derrise verilir.

keza elbise satın alınıp, fakir fukaraya dağıtılır.

Filâna şu kadar dirhem, filana bir cübbe. filâna bir sarık, fila­na yatağı ve yorganı veriiir.

Vasiyeti infaz edilip, yerine getirildikten sonra, geride kalan malı vârisleri arasında Yüce Allah'ın taksimi üzerine taksim edilir. Fülan için şu kadar; filan için şu kadar, (altıda bir, üçte bir, dörtte bir, sekizde bir, nısıf (= yarı) ve baki (= geride kalan) gibi belirli hisse­ler vardır.

Vasî, bütün işleri yerli yerinde yapar ve çocuklar küçük iseler onların umurunu (= islerini) düzeltmeye gayret gösterir.

Filan zat, bu vasiliği şifahi ( = yüz yüze) kabul eder ve şahit de edinirler. Yazının sonuna, şahitlerin isimleri yazılır.

Burada vasiyetine şunları da ilâve eder: Vasî için ve nefsi için, Yüce Allah'dan korkmayı, ondan haşyet eylemeyi, onun gizlide aşi­karda murakabesini bilirler.

Kendisine vasiyet edilen zat, hiç bir şeyden korkmaz.

Vasiyet eden şahıs vasiyetinden rücû edebilir. (= dönebilir), ve onu ibtâl eder, nesh eder ve başka bir vasî nasbedip, bu vasiyi, vasi­likten çıkarır.

İsterse vasinin işine şart koşar ve kendinin izni ve bilgisi olma­dan vasî bir şey yapamaz. Şayet izni ve bilgisi olmadan bir iş yaparsa, işte o merduddur; bâtıldır. Vasiyet eden şahıs bu hususlar üzeri­ne şahit edinir ve yazı tamam olur. [215]

 

Diğer Bir Vasiyetname Örneği

 

"Filan şahıs, "vefatından sonra, terekesinin tamamı hakkın­da, üzerinde olan borcu ödemeye, başkasında olan alacağını almaya ve vasiyetini yerine getirmeye vereseden küçük olanların velâlarını te'mine, belirlenen vasiyetleri ifaya, yapılması gereken bütün işleri yapmaya çalışması üzerine vasî kıldı."

Vasî, bunların tamamını kabul eder. Ve yüz yüze, bunların ta­mamı söylenerek, yazı tamamlanır. [216]

 

Bir Kimsenin Birden Çok Şahsa Vasiyette Bulunması

 

Bir kimse, diğer birine, ölümünden sonra hasseten borcunu öde­mesini; bir diğerine de —başka değil— yalnız hak ve adalet ölçüleri içinde vasiyetini yerine getirmesini vasiyet eyledi; her ikisi de vasiyet edileni yerine getireceklerdir. Ve ikisi de, bunu yüz yüze kabul eylediler.

Bir kimse, filana, "ölümünden sonra, bütün malını, muhafaza etmesini vasiyet eyledi; bu vasî, —başka değil,-— hasseten onların salahına bakacaktır.

Filana da "alacaklarını almasını ve hassatan onu muhafaza et­mesini,— başkasına karışmamasını"— vasiyet eyledi ve filana da "te­rekesinin tamamını (şu beldede ayn, deyn ne varsa hepsini) almayı ve onu hıfzetmeyi, —başka değil— hassaten onunla ilgilenmeyi" va­siyet eylediyse; İmâm Necmiiddin en-Nesefî (R.A.) bu hususta şöyle buyurmuştur:

Malı hakkında kime vasiyet kıldı ise onu bilmek gerekir, bu va­sî, o mal için, çocukları hakkında vasidir.

Şayet, vasiyet eden şahıs, bir hazıra vasiyet ettikten sonra bir gaibe de vasiyet ederse; o gâib geldiği zaman şöyle yazılır:

Filan, şu yerden gelene kadar filana, üzerinde olan borcu kaza eylemeyi, ve alacağım almaya, vasiyetini infazı, öldükten sonra bü­tün işlerini hak ile, adalet ile yürütmeyi" vasiyet eyledi.

İşte o gaip geldiği zaman, vasiyet hazırda olana değil o gelene âit olur. Bu defa da o, hak ve o adi ile —hazırın haricinde— hare­ket eder.

Bir kimse, hazırda bulunan filan, filan ve filana, terekenin ta­mamında amel emelerini vasiyet ederse; onlardan birisi, diğeri ol­mayınca bir iş yapamaz. Bu vasilerden biri ölür veya hasta olur da aciz kalırsa veya yolculuğa çıkarsa; onlardan geride kalanlar, vasiyyete kâmil ve velayettedirler. Tamamında adi ve hak ile hareket edi­lir. Vasiler de bu vasiyeti kabul ederlerse; infaz ederler. [217]

 

Hazırdaki Bir Vasinin Sefere Çıkıp, Yolculuk Esnasında Ölmesi Ve Onunda Başka Birine Vasiyette Bulunması Hâli

 

Bir kimsenin vasî tayin ettiği huzurdaki bir kimse, sefere çı­kar ve yolculuk sırasında ölür; başka bir şahsa da vasiyet ederse; bu durum şöyle yazılır:

Filan, isteyerek şöyle ikrar eyledi: Bir kimse, hazırda iken, ken­disine "öldükten sonra, bütün işlerini yapmayı" vasiyet eylemiş; ken­disi de bunu yüz yüze kabul eylemişti. Ve buna bir cemaat, —şu tarihte— şahit olmuşlardı. Ve kendisi sefere çıkıp vasilikten ayrıldı. Yolculukta da ölüm alâmetleri belirdi ve filana "bu seferdeki işleri­ni görmeyi" vasiyet eyledi. Sonra da "ondan geride kalanı —tebdil etmeksizin ve değiştirmeksizin— muhafaza eylemesini" vasiyet ey­ledi. O da, bunu, $ifahen kabul eyledi. [218]

 

Bir Ev Satın Alınıp, Onun Vakfedilmesini Vasiyet

 

Bir kimse, bir şey satın alıp, filan şahsı da, onun tamamı hak­kında —kendi ölümünden sonra,— sabit ve sahih bir vasiyet ile, bütün malının üçte birinden vasî tayin eder ve onun da belirli bir yer olup, vasiyet hükmüyle vakfedilmesini isterse; o evin tamamını müş­temilatı ile, şöyle şöyle deyip onun yerini ve hududunu vasfederek, söyler.

Bu durumda satın alan vasî, onu, vasiyet edenin malının üçte birinden, satıcıdan tamamen satın alır ve karşılıklı teslim tesellüm ederler.

Sonra da şöyle yazılır: Bu satıcı, müşteriden parasının tamamı­nı teslim aldı; müşteri de onun tamamını, vasiyet edenin malinin üç­te birinden verdi.

Bu yazı, önce müşterinin ikrarından başlar; şöyleki: Filan, fila­na, ölümünden sonra bütün işlerini vasiyet eyledi ve bu vasiyet sa­hihtir. Satın alan şahıs da isteyerek, İsrar eyledi ki: "O evi, filan­dan, vasiyet edenin malının üçte biriyle ve vasiyeti sebebiyle, vakfet­mek için satın aldım." diyerek, evin vasfını yerini belirtir.

Böylece vasî, satıcıdan "hududu belirli evi, vasiyet edenin ma­lının üçte birinden tamamen satın aldığını ve satıcının da bunun ta­mamını tasdik eylediğini" ikrar eder ve yazı da böylece tamamlanır. [219]

 

Satın Alınan Evin Vakfedilmesini, Satıcının İkrarı

 

Şahitler, şöyle şehâdette bulunurlar: "Gerçekten filan, isteye­rek şöyle ikrar eyledi: "Şu yerdeki, şu hudutlu evinin tamamını fila­na sattı; o filan da," ölümünden sonra, o evin umurunun tamamı­nı, sahih bir vasiyet ile vasiyet eyledi ve vasiyet eden bu şahıs, vasî-. ye, bu evi malının üçte birisiyle, satın alıp vakfetmesini, vasiyet ey­ledi." Yazı da böylece tamam oldu. [220]

 

Satın Alınıp, Vakfedilmesi Vasiyet Edilen Evle İlgili Diğer Bir Kayıt Örneği

 

Vasî, vasiyet eden şahsın malıyla ve onun sağ iken verdiği emir-e, ölümünden sonra, sahih bir vakfile, dâimi ve faydası fakirlere olmak üzere, şartsız olarak, şu yerdeki şu hudutlu evi satın aldı ve vakfeyledi. Satıcısı da bedelini teslim aldı. Müşteri ise, o yerin bede­lini vasiyet edicinin malından ödedi ve yazı tamam oldu. [221]

 

Vasinin Köle Satın Alması

 

"Vasiyet eden şahsın emriyle, filan şahıs, onun malının üçte birinden, filandan bir köle satın aldı. Onu satın almayı, filan şahıs vasiyet eylemişti, (veya bir cariyeyi satın aldı.) Ve, vasiyet edenin ye­rine onu azâd eyledi. Karşılıklı teslim tesellüm eylediler." denir ve tarihi de atılarak yazı tamamlanır. [222]

 

Vasinin Köle Satması

 

Filanın vasisi filan, filandan, belirli bir kölenin tamamını sa­tın aldı. Ve bu köle, vasiyet eden şahsın malı oldu? Vasiyet eden şa­hıs, bu vasiye "onu satmayı" vasiyet eylemişti. O da, onu, yasfedil-diği gibi sattı. Ve müşteri, satıcıdan, o köleyi tamamen, şu kadar dir­heme, bir müslümanın, bir müslümandan satın alışı gibi, sahih bir şekilde ve onu azad eylemek için satın aldı. Karşılıklı olarak teslim tesellüm yaptılar. Yazıda böylece tamamlanmış oldu. [223]

 

Belirli Bir Evi, Belirli Bir Şahsa Vasiyet Etmek

 

"Filan, filan için, köydeki şu hudutlu evinin tamamını; sahih, caiz ve müfsid şartlardan hâli bir vasiyet ile malının üçte birinden, borçdan tamamen fariğ (= uzak) olarak, yakınlığından dolayı, ona bir iyilik olsun ve akrabaya vasiyet ilede Allah'a bir yakınlık hâsıl etsin diye, sevaba nail olmak için vasiyet eyledi.

Vasî de, vasiyet meclisinde, sahih bir kabul ile şifahi olarak, ölüm hadisesi meydana gelince vasî olacağını kabul eyledi. Ve o, vasiye "ölümünden sonra kendi makamında olarak, o evi, kendisine vasiyet edilen şahsa —bu vasiyet sebebiyle,— vermesini ve sahih bir tes­limle teslim etmesini ve buna da şahit edinmesini" emretti.

Ve "bu ikrarı, aklı başında iken, caiz bir ikrarla yapmış ve ona karşı okunmuştur." diye yazılır. [224]

 

Bir Vasinin, Ölen Şahsa Bedel Olarak, Bir Şahsı Hacca Göndermesi

 

Vasinin, ölen şahsın yerine, bir şahsı hacca göndermesi yazı­sında, şahitlerin şehâdeti şöyle yazılır:

Filân, filanın vasisidir. Vasiliği her yönden, isteğiyle ikrarı se­bebiyle sabittir. Ölen zat, ölmeden önce şöyle vasiyet eylemiştir: Ölü­münden sonra, malının üçte birinden şu kadar dirhem, güvenilir, afif ve doğru olan bir adama verilip, buna bedel olarak farz bir hac ya­pılacak. Ve bu dirhemlerden gidiş geliş masrafı yapılacak."

Bu durumda o vasî, güvenilir ve hacca gücü yetecek doğru bir adam bulur. Ve o, kendi nefsî Haccını yapmış olur. Vasî, o malı, ölen zat için hac yapmak üzere ona verir. O da bunu sahih bir kabul ile kabul eder. Vasiyet edenin varisleri de (ki onlar, filan, filan ve filandırlar) bunu ikrarları sahih olduğu hâlde ikrar ederler. Ve "söy­lenilenlerin tamamı hak ve doğrudur." diyerek, bu vârisler de, bu vasiyete razı olmuşlardır. Vasî de onlara bu durumu bildirmiştir. Bu mal, üçte birden çıkarılıp, sahih vasiyet olarak yerine tevdî edilmiş­tir. Bu hususta da kendi nefislerine şahit edinmişlerdir. Ve yazı böy­lece tamamlanmıştır. [225]

 

Bedel Hacla İlgili Diğer Bir Örnek

 

Şahitler, şöyle şehâdette bulunmuşlardır: Gerçekten bu adam, filanın vasîsidir. Vasiliği sahih ve sabittir. Vasiyet eden, vasiye malı­nın üçte birinden şu kadar dirhem vermiş. Ve şöyle vasiyet eylemiştir: Kendisinin yerine hacca gitmesi için, güvenilir ve doğru bir adama hac parası verilsin ve o kendisine bedel olarak farz olan haccı yapsın."

Vasiyeti yapan şahıs bu vasiyet üzerine dururken, ondan dönüş yapmadan ve onu değiştirmeden öldü.

Bu durumda, malının üçte birinden hac masrafları olacak dir­hemler çıkarılır. Ve vasî, bu dirhemleri —hac için vasiyet edenin bel­desinden olmak üzere— hacca gidecek adama, —gidip gelene kadar— binmesi, giyinmesi, yemesi, azığı ve lâzım olan her şeyi, israfsız, tak-tirsiz harcaması için verir. O şahıs mikat mahallinden telbiye ederek geçip Yüce Allah'ın farz kıldığı riaccı, Peygamber (S.A.V.)'in sün­neti vechi ile, —başından sonuna kadar— ifâ eder. Muhalefet eder­se, tazminatı gerekir. Hacca gidecek zat, bu dirhemlerin tamamını alır ve bu da alacaklılardan önce olur.

Şayet hacı düşman tarafından men edilir veya hasta olur yahut başka bir sebeble hacdan menedilirse, buna karşılık, vacip olarak kur­ban kesmek gerekir. Vasî, onun da parasını verir.

Hacının, "bu haccı, vasfedildiği gibi yerine getireceğine" ahd-i mîsakta bulunması îcabeder.

Hacı bunların tamamını kabul edince, mesele halledilmiş olur. Bunu yüzyüze yaparlar ve hac parasının tamamı hacıya teslim edilir. Şayet o dirhemlerde fazlalık olursa; hacı, dönüşte onları vasiye geri verir. Bu dirhemler ölenden mîras olur.

Şayet dirhemler az gelirse; hacı kendi parasından harcar; dö­nünce de, vasiye müracaat ederek, ölen şahsın malının üçte birin­den, o kadarını alır. Ve yazı da böylece tamamlanır.

Şayet fazlalık hacıya verilirse; o da yazılır ve şöyle denilir: Na­fakadan artan kısım, hacdan döndükten sonra, o hacınındır. Bu var sıyet eden şahıstan vasiyettir.

Eğer hacının tazminatına, birisi.kefil olursa; o da şöyle yazılır: Filan zat, ölenden bedel hac yapacak... Hacı için, filan şahıs, ona vacip olanın tamamına kefil oldu.

Her biri tazminatın sahih olması için diğerinden, tazminat için kefil isteyebilir. Bunda fesad ve muhayerlik olmaz. Ve bunu, onlardan her biri, yüz yüze, birbirinden ayrılmadan önce, kabul ederler. Hacının adına kefil olan şahıs, hacının muhalefeti üzre, tazminatta bulunur ve hacının emriyle vasiye —tazminat gerektiği zaman— sa­hih ve caiz ve fesad yahut muhayyerlik bulunmayan tazminatla taz­min eder. Her birinin kefili, gerekince tamamını tazmin ederler. Ve —önceki gibi yazılarak— yazı tamamlanır. [226]

 

Ölen Şahıs Yerine Hacc-I Kıran Yapılmasını Emretmek

 

Bu husus, şöyle yazılır:

"Hacı ölenden bedel, umre ve hacc, (ikisini) bir ihramla yapa­caktır. Gidiş gelişine karşılık masraf edilecek ve mikat mahallinden ihrama girecek; önce umre fiillerini sünnet üzre yapacak, sonra da hac menâsikini Yüce Allah'ın emri üzerine yerine getirecek ve kıran için de bir kurban kesecek veya deve boğazlayacak; hangisi kolayı­na gelirse, —kendi nefsî malından,— onu kesecektir. [227]

 

Ölen Bir Şahıs Yerine Haccı Temettü' Yapılmasını Emretmek

 

Bu husus şöyle yazılır:

Vasiyet eden zat, kendinden bedel umre ve hac yapılmasını ve bunun için evinin bulunduğu yerden (şehirden) gidilmesini; haccın hac aylarında temettü' olarak, filan tarafından yapılmasını; önce um­re, sonrada hac yapılmasını" vasiyet eyledi. Vaside, iyi, güvenilir ve doğru bir kişi olup önceden kendisi için hac ve umre yapmış olduğu için o zatı seçti. Ve ona, ölenden bedel ( = ölenin yerine) umre ye hac yapması için hac masrafını verdi. Bu ha­cı, o paradan nefsi için harcama yapar ve gitmesi gelmesi için hay­van kiralar; elbise alır; yiyecek ekmek, katık ve başka ihtiyaçlar te­min eder. İsraf yapmaz. Mikat mahalline varınca, umre için ihrama girer ve sünnet üzere onun fillerini yerine getirir; sonra ihramdan çı­kar. Sonra da yalnız hac için ihrama girer; onun da menâsikini Yüce Allandın emri gereğince yerine getirir. Bunun için de bir kurban ke­ser veya kolayına gelen bir deveyi nahreder.

Şayet, hacı hastalanır veya ona semavi bir âfet dokunur yahut başka bir iş arız olur da haccı ifâdan kalırsa; bu durumlar karşısın­da zikredilen maldan elde kalanı olduğu gibi geri verir.

Satın aldığı şeylerle, kendisine teslim edilen diğer şeyleri istedi­ği birine vererek, onunla hacc-ı kıranı (veya temettuu) yapmasını ve bu hususta nefsinin makamına kâim olarak, bu vazifeleri yerine getirmesini'* emreder. Oda yüzyüze bunu kabul edince, yazı tamam­lanır. Muhıyt'te de böyledir. [228]

 

21- ARİYETLER LUKATALARLA İLGİLİ YAZILARDA BULUNMASI ŞART OLAN HUSUSLAR

 

Bir adam, bir evi, diğerine oturması için, ariyet olarak bırakır ve ev sahibi bunu kuvvetli olarak belirtmek isterse; bu husus Nasıl yazılır?

İmâm Muhammed (R.A.), bu hususta şöyle buyurmuştur:

Bu yazı filan oğlu filanındır. (Yani ariyet olarak koyanındır.) Filan oğlu filan (ya'ni ariyeti alan) tarafından yazılmıştır: "Sen, be­ni şu beldenin şu hudutlu, şu yerdeki ikinci (veya .üçüncü, dördün­cü) evine oturttun."

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve arkadaşları da böyle yazarlardı.

Tahâvî ve Hassâf da, şöyle yazarlardı:

"Beni, evine, benden başkası da oturmak üzere oturtun.

Bu durumda, bir yabancı da, bil-icma o evde oturabilir.

Ariyet veren, ariyet alan şahsa, "senden başkası da oturacak" dememiş ise, başkası, oturma hakkına sahib olamaz.

Bu, İmâm Şâfî (R.A.)'ye göre böyledir. Çünkü ariyet alan şahıs ariyet verenin izni olmaksızın, onu ariyet veremez.

Bize gelince: "Ariyet mutlak ise şöyle ki; Mal sahibi: "Sana ariyet verdim." der de; "senin menfaatlanman için" demez ise, işte o za­man, kendisi de faydalanır; başkasına da ariyet olarak verebilir.

Eğer ariyet mutlak değil de mukayyed ise (şöyle ki: Mal sahibi "Sana menfaatlanman için, ariyet olarak verdim." derse,) onu baş­kasına ariyet olarak veremez. Bir hayvana binmek; bir elbiseyi giy­mek gibi...

Şayet ariyet bırakılan şey, faydalanmak hususunda, insanlar ara­sında değişik mahiyetli şeyse; (bir ev gibi...) onu ariyet olarak verebilir.

İmâm Muhammed (R.A.), bundan sonra şöyle buyurmuştur: -

"Bana verdin. Ben de, senden şu senenin, şu ayında aldım." deyip tarihini yazar.

Gerçekten böyle yapar. Çünkü, ariyetin hükmü değişiktir. Âlim-onda ihtilaf eylediler.

Bizim âlimlerimize göre ariyet, emânettir. İmâm Şâfî (R.A.)'ye göre, mazmünedir. Teslim alınca tarihi yazılır. Böylece hâkime çı­kınca, onun ne zaman tazminat altına girdiğini, hâkim anlamış olur.

Ariyet alan, ariyet veren şahsa karşı "oturduğunu" yakmak is­terse; bunu nasıl yazar?

Âlimler şöyle buyurmuşlardır:

Oturan şahıs, bunu yazmaya muhtaçtır. Tâki, sahibi iddia ede­rek: "Sen, sözleşmesiz oturuyorsun." demesin... Hâkime çıktıkları zaman, sözleşme olmayınca, hâkim ecr-i misille hükmeder.

Keza, o yer yıkılırsa; sahibi onu ödetir. Bunun için de yazılma­ya ihtiyaç vardır.

Bunun yazılış şekli şöyledir:

Filan oğlu filandan, (ya'ni ariyet verenden), filan oğlu filana (ya'-ni ariyeti alana): "Ben, sana, şu mahalde, şu hudutlu evi, bizzat se­nin ve senin dilediklerin oturması için, —âriyeten— verdim. Ben, sana onu teslim eyledim; sen de şu senenin şu ayında teslim aldın." der. Yazı tamam olur.

Keza müteahhirin âlimlerinden, bu işi iyi bilenler yazının sonu­na şöyle yazarlardı: Şahitler, şöyle şehâdette bulundular: Gerçekten filan, şu yerdeki, şu hudutlu evin tamamın!, filana ariyet olarak, tam bir sene, (şu ayın başından itibaren, şu senenin şu ayına kadar) ve müddet içinde filanın oturması için (yâni ariyet alanın oturması için) verdi. Kendisi, ailesi, etbâı, misafiri ve dilediği başka insanlar, bu müddet bitene kadar, mezkûr yerde oturacaklardır. Tamamını, fi­lan ariyet olarak vermiştir. Müsteîr de onu, ondan teslim almıştır. Teslim alışı her türlü mâniden fariğdir. Mezkûr bina, ariyet olarak müsteîrin elindedir. Hudutları belirli olan bu yerin mülküyet hakkı, ariyet verenindir." denilir. Ve yazı tamamlanır. [229]

 

Bir Hayvanın Ariyet Olarak Bırakılması

 

Bir kimse, hayvanını, bir başkasına âriyeten bırakırsa; bu du­rum şöyle yazılır:

Hayvan sahibi için, filan şöyle ikrar eyledi: (yâni müsteîr, kas-den şöyle söyledi): "Şu sıfatta olan hayvanını filana, —ariyet olarak— binsin diye, şu günde şuraya kadar gidip gelmek ve her türlü zarar­dan uzak olarak geri teslim etmek üzere bıraktı. Bu şartlar altında, müsteîr de, o hayvanı teslim aldı. Ve ariyet hükmüyle, onun elinde­dir. Milkiyeti ise, ariyet verene aittir.

En doğrusunu bilen Yüce Allah'tır. Zemyre'de de böyledir.

Bir adam, bir duvarın üzerine, —ariyet olarak— ağaç Koy­mak istediğinde, ariyet veren şahıs, bu durumu yazmak isterse, şöy­le yazılır.

Filan, filandan, yirmi ağaçlık yeri, üzerine ağaç koymak üzere, ariyet olarak aldı. O divar müsteîrin duvarına bitişik ve evin sağ ta­rafında ve iki evin arasındadır. Şu yerden şu yere kadardır ve uzun­luğu şu kadar, yüksekliği şu kadardır. Duvarın tamamı, yeri ve bi­nası ariyet verinindir; mülkü onundur. Mesteîrin hiç bir hakkı yok­tur; yalnız, ağaçlarını üzerine koymak için ariyet hakkı vardır. Bu­nunla bir hak sahibi olamaz ve bu duvardan bir şeye, müstehik ola­maz. Onun daVâ hakkı da olmaz.

Şayet bir yol veya arazi sulamayı istiare ederse; o da böyle yazı­lır. Zahîriyye'de de böyledir. [230]

 

Bir Lükatayı (= Bulunan Bir Şeyi) İlân Etmek Ve Bu Hususta Şahit Edinmek

 

Bu husus şöyle yazılır:

Şahitler, şöyle şehadette bulundular:

Gerçekten filan, şu yerde, terk edilmiş bir şey buldu. Onun sa­hibini bulmak için, açık olarakt topluluk içinde nida edip çağırdı. Bu kimse, şer'i şerife imtisâlen, onu kullanamaz; zayi de edemez; onun muhafazasını terk de edemez. Sahibini bulabilirse onu redde­der. (= geri verir.) Muhıyt'te de böyledir. [231]

 

22- EMÂNETLERLE İLGİLİ YAZILARDA BULUNMASI ŞART OLAN HUSUSLAR

 

Emânetlerle ilgili yazılar şöyle yazılır:

"Fiian, isteyerek ve ikrarının yer yönüyle caiz olduğu hâlde şöyle ikrar eyledi:

Filan şahıs, filanın yanına, şunu muhafaza için bıraktı. O, şa­hıs, bu şeyi yabancıya vermiyecek; yanından çıkarmıyacak ve zaru­ret olmadıkça başka bir yere nakletmiyecek.

Eğer, onu zayi veya helak eder yahut ri'âyete muhalefet ederse; tazminatta bulunacak. Kendisine emânet bırakılan şahıs da bunu ka­bul eyledi ve muhafaza için o emâneti teslim aldı. Sahibi her ne za­man isterse (gece veya gündüz), bu emânet ona iade edilecektir. Bu emânet alma işi, şu ayın şu gününde meydana geldi." diye yazılır.

En doğrusunu bilen Yüce Allah'tır. Zehıyre'de de böyledir. [232]

 

23- İKRARLARLA İLGİLİ YAZILARDA BULUNMASI ŞART OLAN HUSUSLAR

 

Bu fasıl, bazı ikrar nevilerini içine almaktadır: [233]

 

1- Hemen Ödenmesi Gereken Bir Borcun İkrar Edilmesi

 

Bu husus şöyle yazıyageçirilir:

Filan isteyerek ve aklı başında, sıhhati yerinde, yaptığı işler ca­iz olduğu hâlde, kendisinde hastalıktan bir illet yok; başka bir illeti de yok; ikrarın sıhhatine mâni bir hâli de yok iken, şöyle ikrar etti:

"Kendi zimmetinde filan için, şu kadar dinar (veya şu kadar dir­hem) lâzım, hak, vacip, sahih sebeble hâl-i hazırda ödenmesi gere­ken ve vadeli olmayan borç vardır. Alacaklı bunu dilediği zaman is­teyecektir. Ondan beraat etmemiştir; ancak onu kendisine ödemek­le veya vekiline, vasisine veya vârisine vermekle beraat edecektir.

O malı, borçlu nefsî malından verir. Ancak, kendisine herhan­gi bir cihetten, teberru edilirse, o müstesnadır...

Kendisi için ikrar olunan şahıs da bunu yüz yüze, şifahen doğ­rular ve bu tasdik sahih olur. Tarihi de yazılarak bu yazı tamam olur. [234]

 

Borç Sebepleri

 

Bu borcun muhtelif'sebepleri olabilir: Bir eşyanın parası, atın parası, ev parası, bir kölenin bedeli gibi şeyler bu cümledendir. Borçlu, bunları, alacaklıdan satın almıştır. "Lâzım, hak, vacip borç" sözü­nün yanında, "altın parası" veya "kölenin parası" "ondan sahih bir akidle satın aldığı ve görüp teslim aldığı, razı olduğu ve bedelini kararlaştırdıkları, evin parası;" "bu para peşindir.1'; "satın alan şahıs tamamını tamdı; kusurdan berî olduğunu gördü." diye yazılır.

Eğer parası va'deli olmuş olsaydı, "şu senenin, şu ayına ka­dar..." veya "iki seneye kadar..." diye yazılırdı. Bu durumda, artık alacaklı, hâl-i hazırda (= hemen şimdi) alacağını isteyemezdi. An­cak va'de tamam olunca isterdi. Vadesiz borcu, alacaklı ne zaman ve nasıl dilerse, öyle ister. Ondan, borçluya beraat yoktur. İlâ ahirihi...

İkrar eden şahıs, kendisi için ikrar olunan kimseden, satılan o şeyi te'hirsiz olarak alır. Biz "satılan şeyi hâl-i hazırda, (sözleşme vaktinde) alır." diye yazdık. Çünkü bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin yoludur. O, şöyle buyururdu:

Bir kimse, "seneye kadar ödenecek" der de, seneyi açıklamaz ise "satılanı teslim aldığı seneye itibar edilir." Eğer, teslim almak, bir sene sonra ise, satış vaktinde değilse, itibar o seneyedir. Yazıya da böylece yazılır. [235]

 

Borç Verme Sebepleri

 

Borç verme sebeplen şu şekilde yazıya geçirilir: "Borç lâzım, hak, vacip ve sahih bir karz sebebiyledir. Alacak-h olan, nefsî malından borç verdi; diğeri de onu kabul eyleyip ihti­yaçlarına sarfeyledi. Ve, bu durumu, yüz yüze bunu ikrar eyledi. Va'deli borç yazılmaz. Çünkü borç te'cili kabul etmez. Muhıyt'-te de böyledir.

Ancak, bir mes'elede, borç te'cîii kabul eder. O da TahâvFnin zikreylediği şu mes'eledir:

Bir adam, filan oğlu filana, ölümünden bir seneye kadar sonra bin dirhem vasiyet eylese; işte bu te'cil sahihtir. Zahîriyye'de de böyledir. [236]

 

Gasben Borçlanma

 

Borç, gasp sebebiyle olursa şöyle yazılır:

Borç borçlunun gasbı sebebiyle lâzım, hak ve vaciptir. Alacak­lıdan şu kadar dirhem gasbeylemiştir. [237]

 

Zayi Etmek Sebebiyle Borçlanmak

 

Bir kimse, bir şeyi zayi etmesi sebebiyle borçlanmış olursa, bu durum şöyle yazılır: Borç, onun zayi etmesi sebebiyle lâzım, hak vacibdir. Ve borçlunun, zayi ettiği şeyin kıymetini ödemesi gerekir. [238]

 

Havale Ve Kefalet Sebebiyle Borçlanmak

 

Bir kimse, havaleyi kabul etmesi veya kefalet suretiyle borç-lanmışsa; bu durum şöyle yazılır:

Bu kimse filanın üzerinde olan borcun havalesini kabul etmesi sebebiyle, onu ödeyecekdir.

Bu kimse, filan adama kefil olduğundan dolayı, onun borcunu ödeyecektir. [239]

 

Bir Kocanın, Karısının Kalan Mehrini İkrar Etmesi Sebebi İle Borçlanması

 

Bir kimse, "karısının, kendi üzerinde kalan mehrini" ikrar eder­se; bu borç şöyle yazılır:

Kadının, kocasının üzerinde kalan mehri sebebiyle, bu borç lâ­zım, hak ve vaciptir. [240]

 

Borcunu İkrar Eden Şahsın, Buna Karşı Belirli Bir Şeyi Rehin Bırakması

 

Borcunu ikrar eden şahıs, buna karşılık olarak belirli bir şeyi rehin bırakmışsa; bu durum ikrar ve tasdikten sonra şöyle yazılır: "Gerçekten, borcunu ikrar eden bu şahıs, kendi malı olan şeylerden Bağdat yapısı, taze, eni ve uzunluğu şu kadar, kıymeti de şu kadar olan mendili, rehin bırakmıştır."

Veya "şu kadar eni ve boyu ve kıymeti olan, ipek kumaşı rehin bırakmıştır."

Yahut "Boyu ve eni şu kadar; rengi ve kıymeti şu olan, belli bir şeyi rehin bırakmıştır." "Alacaklıda, bunları teslim almış ve ala­cağına karşılık olarak borçlu borcunu ödeyene kadar, elinde tutmuş­tur. Ve bunların tamamı, şahitlerin gözü önünde yapılmıştır. [241]

 

Borcunu İkrar Eden Şahıstan Kefil Almak

 

Borçlu borcunu ikrar ve tasdik ettikten sonra, şöyle yazılır: Gerçekten filan şahıs (alacaklı), borçlu olduğunu ikrar eden şa­hıstan ikrar eylediği malın tamamına sahih caiz, nafiz bir şekilde ve ikrar edicinin rızası, kefil olanın da kabûlu ile, ve kefalet meclisin­de, yüz yüze olmak üzere, kendisi için borç ikrar olunan zat, ne za­man istertes, kefalet hükmüyle, alacağını kefilden istemek; dilerse asilden istemek üzere, filanı kefil almıştır. Bu kefilde, kefaleti kabul eylemiştir. [242]

 

Küçük Bir Çocuğun Kendi Üzerinde Bulunan Mehri İkrar Ettiğini Yazmak Sahih Olmaz

 

Nikâh sebebiyle, bir küçüğe mehir borç olursa, bu durum şöy­le yazılır:

Filan adam, küçük kızı filâneyi, —babalık velâyetiyle— filan adamın küçük oğlu filana nikah eyledi. Nikah âdil şahitler huzurun­da, sahih olarak yapıldı. Küçüğün babası da bu nikâhı, —küçük oğ­lu için,— kabul eyledi. Bu kız, o küçüğün karısı oldu. Mehir de üze­rine hak ve lâzım oldu. [243]

 

2- İki Kişinin, Bir Şahsa, Borçlu Olduklarını İkrar Etmeleri Ve Bunların Birbirlerine Kefil Olmaları

 

İki kişi, bir şahsa borçlu olduklarını ikrar eder ve bunlar bir­birlerine kefil olurlarsa, durum şöyle yazılır:

"Filan ve filan isteyerek, rağbet ederek, bedenleri sıhhatli, akılları başlarında, işleri geçerli, hiç birinde, ikrarlarının sıhhatine mani hiç bir illet (= hastalık) ve başka bir yaramazlık olmadığı hâlue şöyle ikrar eylediler:

"Üzerlerinde (zimmetlerinde) filan için, şu kadar dirhem, — sahih sebeble hak, lâzım ve vacip olan borç vardır. Bunların ikisi de zengin (= ganî) ve borçlarını ödeyecek durumdadırlar. Mal ve eşya­ya sahiptirler. Borçlarını, fazlasıyle ödeyebilirler. Ve bunlardan her biri, diğerine kefil olmuşlardır. Gerekirse borcun tamamını tazmin ederler.

İşte bu durumda alacaklı, dilerse, alacağını ikisinden biri alır; dilerse alacağının tamamını alana kadar —ayrı ayrı alır. Onlardan birini —diğerinin haricinde— beraat ettirmek ve borçtan kurtarmak doğru olmaz." diye yazılır ve yazı tamam olur. [244]

 

3- Senetli Bir Borçtaki İsmin Kime Ait Olduğunu İkrar Etmek

 

Şayet borç, senette bir adamın ismine yazılmış olur ve o ikrar ederek: "Bu borç filanındır; senetdeki ismi ariyettir." derse; durum şöyle yazılır: —Yazının sonuna—: "Şahitler, şöyle şehâdette bulun­dular: Gerçekte filan, isteyerek "filana borcu olduğunu" ikrar eyledi.

Bu sene de besmele ve tarih yazılır.

Sonra da şöyle yazılır: Filan şöyle ikrar eyledi: Bu malın tama­mı senette yazılı olan filana aittir; başka bir kimseye âit değildir.

Şayet, bir kısmı o filanın ise, o zaman da "bu borçtan şu kada­rı, filanındır." diye yazılır. [245]

 

4- Borcu İkrar Etmek

 

Filan şahıs, isteyerek, —ikrah (= zorlama) ile değil—- şöyle ik­rar eyledi:

Filanda, şu kadar, sahih sebeple, vacip hak. olan alacağı vardı. Bunu, ikisi birlikte ve âdil şahitlerin huzurunda, —senet hâlinde— Yazmışlardı. Alacaklı, o filandan, malının tamamını, noksansız ola­rak teslim aldı; borçluda noksansız olarak ödedi ve tamamından be­raat eyledi. Borçlunun ikrarının yazılı olduğu senet zâyî oldu. Bu du­rumda, bu senet her ne zaman meydana çıkarsa çıksın batıldır. ( = geçersizdir.) Onunla da'vâ edilmez.

Her hangi bir zamanda, vekil veya vasi yahut vâris, o senedle, o alacağın tamamını veya bir kısmını da'vâ edecek olurlarsa, işte o da'va bâtıldır. Filan oğlu filan da bu ikrarı caiz bir kabulle ve mu-hatab olarak kabul eyledi ve bu yazı da böylece tamamlandı. [246]

 

5- Alacaklının, Birbirine Kefil Olan İki Borçlunun Birinden, Alacağının Tamamını Aldığını İkrar Etmesi

 

Bir alacaklı, birbirine kefil olan iki borçlunun birinden, "ala­cağının tamamını aldığını" ikrar ederse, bu durum şöyle yazılır:

Filan (alacaklı) isteyerek şöyle ikrar eyledi: Filan ve filanda, mü­savi şekilde, şu şu kadar alacağı vardı. Onlardan her birisi de, diğe­rinin —o borcun tamamını tazmin hususunda, —kefilidir. Bu du­rumda, alacaklı alacağını, isterse ayrı ayrı; isterse ikisinden bir, — nerde ve nasıl isterse, öyle— alır.

Bu borçlulardan birisi, o borcun tamamını ödeyince, vacip olan borcun tamamı ödenmiş olur. Diğer borçlunun kefaleti hasabiyle olan borcu da düşer. Ve, her ikisi de borçtan beri olurlar. Âz veya çok borç kalmaz. Bundan sonra borç da'vası da olmaz. Borcun, tamamı veya bir kısmı; eskisi veya yenisi kalmaz.

Bunu da kendisi için ikrar olunan şahıs yüz yüze doğrular ve ikisi de buna şehâdette bulunurlar.

Şayet bu borçlulardan birisi, husûsi olarak kendi hissesini iddia ederse, o da şöyle yazılır:

"Bu iki borçludan filan, kendi borcunu ödedi ve ondan berî ol­du ve diğeri de onun kefaletinden berî oldu. Geride arkadaşının borcu kaldı. Bu borcunu ödeyen şahıs da ona kefil olarak duruyor."

En doğrusunu bilen Yüce AHah'dır. [247]

 

6- Bir Kimsenin, Diğerine Belirli Bir Miktar Buğday Borçlu Olduğunu İkrar Etmesi

 

Bir kimsenin, diğerine, bir miktar buğday borçlu olduğunu ik­rar etmesi şöyle yazılır:

Filan kimse, filan için, üzerinde ve zimmetinde şu kadar ölçek, taze, temiz, beyaz, güzlük sulu yer buğadayı vardır. Ölçek, Buhara halkınca bilinen uşârî ölçeğidir ve bu sahih sebeble, hak, lâzım ve vacip bir borçtur." diye ikrar eder. Ve isterse sebebini de açıklayıp, ondan "borç olarak" veya "selem olarak" sahih şartlarla aldığını söyler. Selemde, yazıya va'deyi de ilâve eder ve "va'deli olarak, şu yerde teslim etmek üzere aldı/' der. Kendisi için ikrar olunan şahıs bunu tasdik eder ve bunların tamamı yüz yüze olur. Yazı da böylece tamam olur. [248]

 

Ölçülen, Tartılan Veya Sayılan Bir Şeyden, Bir Miktar Borçlu Olmanın İkrar Edilişi

 

Ölçülen, tartılan veya sayılan bir şeyden, bir miktar borçlu olunduğu ikrar olunacağı zaman ikrar olunan şeyde mübalağa yapı­larak, onun sıfatı, miktarı yazılır: Buhara tartısıyla şu şu kadar bat­man, orta halli, kırmızı, temiz darı... veya Buhara tartısıyla, şu ka­dar batman, orta halli, beyaz darı...

Küçük dan olursa (cin darısı) o da şöyle yazılır: Orta halli, temiz, Buhara tartısıyla tartılmış, şu kadar batman küçük darı...

Susam da böyle yazılır: Şu kadar batman, temiz, siyah susam...

Pamuk şöyle yazılır: Buhara tartısıyla tartılmış. Şu kadar batman beyaz, orta halli, pamuk...

Sabun şöyle yazılır: Buhara tartısıyla tartılmış şu kadar batman, orta haili susamdan yapılmış sabun...    .

Yaş üzüm hakkında da şöyle yazılır. Buhara tartısıyla tartılmış şu kadar batman beyaz yaş üzüm; (veya kırmızı yaş üzüm...) Veya Tâif'in Buhara tartısıyla tartılmış beyaz yaş üzümü... (veya kırmızı .üzümü

Üzüm pekmezi şöyle yazılır: Yaş üzümden yapılmış, orta halli, Bu­hara tartısıyla tartılmış, şu kadar batman pekmez...

Keza, lamba yağı da: Şu kadar batman keten tohumundan veya pamuk çekirdeğinden çıkarılmış, Buhara tartısıyla tartılmış lamba yağı diye yazılır.

Diğer ölçülen veya tartılanlar da, bunlara kıyâsla yazılırlar. [249]

 

7- Bir Kadının, Mehrıne Karşılık Olarak, Bir Şey Satın Aldığını İkrar Etmesi

 

Filan kadın, isteğiyle şöyle ikrar eyledi: Kocası ve helâli olan filan şahısla, sahih nikâhla, âdil, şahitler huzurunda, nikahlanmış-tır. Şu Kadar dinar mehri vardır. Ve o, bu mehrinin tamamına, muh­telif cins eşyaları (tek tek beyan ederek) satın almıştır. Kadın, sahih bir vekâlet ile vekil eyledi ve gerçekten o, onların tamamını teslim âldı. Kocanın teslim edince, bunların tamamı onun oldu.

Keza, İmâmü'z Zâhid Necmü'd-din Ömer en-Nesefî (R.A.) şöyle bu­yurmuştur. Burda dikkat etmek gerekir. Çünkü, kadın tarafından, kocanın üzerinde olan mehir ile, kocanın, bir şey satın almaya vekil edilmesi, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre caiz değildir.

İmâmeyn'e göre ise, bu her haliyle caizdir.

İhtiyat ise, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kavline göre, hareket etmekdir.

Bunun için yazıya şu fazlalığı ilâve eder. "Filan oğlu filandan, kadının mehrinin tamamı ile satın aldı. Gerçekten kadın, onu satın almaya vekil eylemişti.

"Veya şöyle yazar: "Kadın onu belirli olan şu eşyaları, mehri-ne mukabil atmaya vekil eyledi." [250]

 

8- İki Kişinin Birbirlerine Olan Borçlarını Ödediklerini Ve Alacaklarını Aldıklarını İkrar Etmeleri

 

Bu durum şöyle kaydedilir:

Şahitler, şöyle şehâdette bulundular: Gerçekten filan ve filan, isteyerek şöyle ikrar eylediler: Onlardan her birinin, diğerinin üze­rinde veya yanında, önce yahut beraber, bir hakkı yokdur. Kendi­nin veya vekilinin ismi ile ve hiç bir sebeble, aralarında cereyan eden haklardan bir hak yoktur. Da'va, husûmet ve talep de yoktur. Eski veya yeni bir hak kalmamıştır. Herbiri, diğerine olan bütün hakları­nı tam ve vâfi olarak ödemiştir.

Artık ne zaman, onlardan birisi, arkadaşına karşı, herhangi bir sebeble bir iddiada bulunursa; o yalandır; bâtıldır; zulümdür. Ar­kadaşı, bunların tamamından bendir; dünyada ve âhirette genişlik içindedir. Ve her biri, bu beraatı kabul eylemiştir.

Bu yazı, noksansız olarak iki nüsha yazılıp, birer nüshasını yan­larına alırlar.

Böylelikle birisi, diğerine karşı da'vâya kadir olamaz. Şayet onlardan birinin, diğerine borcu olur ve onu öderse; bu durum da şöyle yazılır:

Gerçekten filan, filana olan borcunun tamamını ödedi. Artık onun üzerinde, yanında, elinde herhangi bir sebeble, bir hakkı kal­mamıştır." Ve yukarıdaki ifade sonuna kadar yazılır.

Ve "filan da bu ibrayı yüz yüze kabul eylemiştir." denir. Şayet, bir kısmını Ödemiş ve bir kısımım da te'ci! eylemişse, bu „ durum da olduğu gibi yazılır.

Ve bu durum hakkında da nefisleri üzerine şahit edinirler. Eğer bir kısmını ibra eder; bir kısmını da te'cil ederse; o da, öy­lece yazılır.

En doğrusunu bilen Yüce Allah'tır. [251]

 

9- Bir Kimsenin, Bir Akarın Başkasına Ait Olduğunu İkrar Etmesi

 

Bu durum, yazı ile şöyle tesbit edilir:

Filan, şahıs, şöyle ikrar eyledi: Şu yerdeki, şu hudutlu evin ta­mamı, hududu ile, hakları iie, mürâfıki ile ve ona mensup her şeyi ile, filanındır; onun mülkü ve onun hakkıdır. İkrar eden şahsın veya diğer bir insanın değildir. Kendisi için ikrar oİunan zat, buranın, ik­rar edenden ve diğer insanlardanda daha çok tasarruf hakkına sahiptir.İkrar eden şahsın, orada hiç bir hakkı yoktur. Ona, bir yolu da yoktur; da'va ve talebi de yoktur. Hiç bir sebeble, husûmeti de yoktur. Bunu, filan da tasdik eylemiştir." Ve bu yazı da, böylece tamam olmuştur. [252]

 

İkrar Edilen Akarın Hududununda Yazılması

 

Bir akarın başkasına ait olduğunu ikrar eden şahıs, onun hu­dudunu da yazdırabilir: Şöyle ki:

Bu akarın hakkı ve mülkiyeti filanındır. İkrar eden şahsın elin­de ariyet olarak bulunuyor. Kendisi için ikrar da bulunulan şahıs, o yere, en haklı olan insandır. Mülk ve tasarruf hakkı onundur. İk­rar edenin, onda bir hakkı yoktur. Kendisi adına ikrar olunan şahıs da, bunu böylece doğrulamış ve bu yüz yüze, şifahî olarak yapılmıştır.

Bu veçhe göre, ikrar başka bir hududa olursa yine böyledir. .

Şayet bir evi veya bir araziyi ikrar eder ve onu açıklamayı da murad ederse; şöyle yazılır:

Bu yerin tamamı ve bu ev filanındır. Ve ona teslimi vacip ve lâzımdır. İkrar eden şahıs, onu filana bütün hudut ve haklarıyla ve­rip teslim etmek için tanıttı. Onun sahih bir teslimle, müdafaasız ve münâzaasız teslim edilmesi vaciptir.

Şayet teslim etmezse, o takdirde tam kıymetini öder. Onun kıy­meti hususunda îkrar edicinin sözü geçerlidir. Kıymetini nasıl beyan ederse, onu teslim etmesi gerekir. "Tamamının kıymeti şu şu kadar­dır." der.

İhtiyat ve en doğru olanı da budur.

Şayet ev elinde değil ise, onu yazmayı isteyince onun, o evi tes-iim etmesi veya kıymetini ödemesi gerekir.

Eğer teslimden âciz olursa, o takdirde "ev elinde" diye yazmaz.

Şayet tazminatta bulunmuşsa, yazının sonuna: "Filan, filan, fi­lan için, şu hudutlu yerin tamamını tazmin eylemiştir ve ona teslim etmekle veya kıymetin vermekle tamamından halâs olmuştur. Ve ta­mamını filan filana sahih bir tazmin ile tazmin eylemiş, filan da bu ikrar ve tazminatı tamamen kabul eylemişdir.

Fakat insanların tamamına ödetmeyi murad ederse, bu hususta Tahâvi, İsa bin Ebân'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: Elimizde olan akarla ibtilâ olunduk. Eğer ikrar eder ve "o bir adamın" der­sek; o bizden tazminat talebinde bulunur.

Muhammed bin Hasan şöyle buyurmuştur;

Şayet ona icabet eder ve talebini tazmin ederseniz, bu tazminat bâtıl olur.

Hassaf, bu tazminatı bütün insanlardan caiz görmüş ve onu ya­zının sonuna "bütün insanlar tarafından" diye yazmıştır. Şayet ev, onun elinde bir vedia (= emânet) ise, şöyle yazılır: "İşte bu, kendisi için ikrar edilen şahıs tarafından, bunun elinde emânettir. Ona tes­lim eylemiştir. Ne zaman isterse, onun vermekten imtina hakkı yoktur.

Eğer akarı, büyük yaştaki bir çocuğu için ikrar ederse; bunu da yabancı için yazdığı gibi yazar.

Şayet çocuk küçük, ise, "mülk çocuğundur. O da filan oğlu fi-.landır; şu yaştadır. Mülk onun hakkıdır. İkrar eden şahsın elinde, bu mülk babalık velayetiyle, onun buluğ zamanına ve rüşde erene kadar muhafaza etmesi için bulunuyor. Bu husus da yüz yüze tasdik edilmiştir. Onu, tasdik hakkı olan tasdik eylemiştir." [253]

 

10- Bir Ev Ve İçindeki Şeylerin İkrar Edilmesinin Kayda Geçirilmesi

 

Böyle bir ikrarda, "Hududu ve haklan ile" sözünden sonra şöyle yazılır: İçinde bulunan şeylerin tamamı ile, elbiseden, eşyadan, paradan, ölçülen ve tartılan şeylerden, yatak, yastık, sergi, ev eşya­sı, altın, gümüş, tunç ve benzeri bakır, kalay, cam kablar, köleler ve hayvanlar ve az yahut çok başka ne varsa, her türlü malın tama­mı filanındır." denir. Ve yazı tamam olur. [254]

 

11- Bağ, Bahçe Ve Arazinin, Başkasına Ait Olduğunun İkrar Edilmesi

 

Ev ve içinde olan eşyalar gibi bağ, bahçe ve arazi içinde de mey­veler ve ziraat vardır. Çünkü,ziraat ve meyveler arazi ve bağ ikrarı­na dâhil olmazlar; ev ikrarına, eşyaların dâhil olmadığı gibi...

Eğer ikrar, arazi ve bağın aslına ait ise; bu evin aslına olan ik­rar gibi yazılır.

Eğer ikrar arazî ve bağ ve içinde bulunan şeylere ait ise, o za­man ev ve içinde oları şeylerle ilgili Yapılan ikrar gibi olur ve İçinde olan ziraat ve meyveler de yazılır.

Şayet ikrar, —evin dışında— sadece evde olan şeylere ait ise, o zaman "şu hudutlu, şu yerde olan evin içinde olan malların tama­mı, elbiseden, paradan, eşyadan, yatak, yastık, ve sergiden; altın ve gümüşten, köleden, cariyeden, sığır, deve ve koyundan, tartılan ve ölçülen, yenilecek, içilecek şeylerden ev eşyası, kaplar, tunç, bakır ve benzeri şeylerden cam ve sair eşyalardan her ne varsa; hepsi fila­nın hakkıdır." denir ve öylece yazılır.

Keza, ikrar, bağa ait değil de, bağda olan şeylere veya araziye değil de, arazide olan şeylere aitse, o zaman, ziraat yazılır. Şöyle ki: Filan şöyle ikrar eyledi: Ziraatın tamamı, ve o yerde ne varsa, yazı­lıp "tamamı, kendesi için ikrar olunan şahsındır." denir ve yazı böy­lece tamam olur. O yerin mülkiyeti, bu ikrardan hâriçtir.

"Şu şu hudutlu bağda, —bağın ağaçları hariç— bulunan mey­veler müstesnadır. Bağın yeri ve ağaçlan kendisi adına ikrar oluna­nın mülküdür." denir ve yazı tamam oiur.

En doğrusunu bilen Yüce Allah'tır. [255]

 

12- Mekana İzafe Edilmeyen Bir Ayanı İkrarın Kayda Geçirilmesi

 

Mekâna izafe edilmeyen a'yanı ikrar hakkında yapılan senet­te, baş tarafa besmele yazıldıktan sonra, şöyle devam edelir:

Filan şöyle ikrar eyledi: "Filan oğlu filan, ikrarının caiz, tasar-rufâtının nafiz olduğu hâlde, isteyerek ve rağbet ederek şöyle ikrar eyledi ve: "Bu a'yanın tamamı, (Sıfatı, miktarı, eni ve boyunun kaç arşın olduğunu ve kıymetini söyleyerek) filanın, mülküdür; Hakkı­dır ve onun tasarrufatına ikrar edenden de diğer insanlardan da da­ha çok hak sahibidir." der ve yazı tamamlanır. [256]

 

13- Bir Evin Mülkiyetinin Filana Ait Olduğunu İkrar Etmek

 

Bir kimsenin bu husustaki ikrarı şöyle yazılır: Filan şahıs, şöyle ikrar eyledi: Gerçekden şu hudutlu, şu yerde-.  ki yurt da bulunan, giriş kapısının sol tarafındaki (veya önündeki), bir hududu yurdun sahanlığına bitişik yazlık ev (veya kışlık ev) ikinci hududu yazlık (veya kışlık) eve bitişik; üçüncüsü sofaya bitişik; dördüncü hududu da abdesthaneye bitişik olan şu evin, bütün hu-dûdü ve hakları, yeri ve binası, üstü ve altı, yolu ve bodrumu, çoğu ve azı ile, —büyük kapıya kadar— filanın mülkü ve hakkıdır." Bu ikrar yazılır ve yazı tamam olur. [257]

 

Üst Katta Bulunan Bir Evin Mülkiyetinin Filana Ait Olduğunu İkrar Etmek

 

Bu husustaki yazı şöyle yazılır:

Filan, şöyle ikrar eyledi: "Kışlık evin üzerinde olan odanın ta­mamı (veya yazlık evin üzerinde olan odanın tamamı) şu sokakta, şu hudutta ve girişin sağ tarafında olan oda, —altı hariç— filanın­dır." dedi. Bu ikrar aynen yazılır. [258]

 

Bir Eve Ortak Bulunulduğunun İkrar Edilmesi

 

Bir kimse, bir eve, bir başkası ile beraber ortak bulunduğunu ikrar ederse; bu durum da, —yukarıda— beyan ettiğimiz gibi yazılır:

Şayet o ev, taksimden sonra ikrar edenin hissesine düşerse; onun tamamını kendisi için ikrar olunana teslim eder. Şayet diğerinin his­sesine düşerse ikrar eden şahıs, nasibi kadarın kıymetini, tazmin eder. (= öder.) [259]

 

14- Başka Birinin Yol Hakkını İkrar Etmek

 

Bir kimse, kendisine ait bir yerde, bir başkasının yol hakkı bu­lunduğunu ikrar ederse, bu durum şöyle yazılır:

Filan şahıs ikrar ederek şöyle dedi: "Gerçekden filan şahıs için, şu hudutlu yerde, şu yer ile şu yer arasında büyük kapıya varana ka­dar, yol hakkı vardır. Ve bu yol, başlangıçtan sonuna kadar, şu kadar arşın uzunlukta ve şu.kadar arşın enindedir. Bu yolun tamamı, bütün hududu ve hakları ile filanındır; onun mülküdür ve onun elin­dedir. Bu şahıs, ikrar eden şahıstan ve diğer insanlardan, —oraya— daha çok hak sahibidir ve elyaktır."

Bu ikrar aynen yazılır.

Eğer yola ortak iseler; bu yazıya "yola ortakdırlar." cümlesi ilâve edilerek yazılır. [260]

 

15- Bir Duvarın Başkasına Ait Olduğunu İkrar Etmek

 

İkrar edilen duvarın yeri, uzunluğu, eni ve yüksekliği yazılır. Duvarı, yeriyle, binasıyla birlikte yazmak gerekir. Biz, duvar hak­kında iki rivayetten ihtilafı zikretmiştik. O, bina ve yer için veya — başka değil— bina için isimdir. [261]

 

16- Nehir Ve Kanallarla İlgili İkrarlar

 

Nehir hakkında, şöyle yazılır: Filan şahıs şu yerdeki nehir hak­kında şöyle ikrar eyledi: Nehrin başlangıcı şura, nihayeti şura; şu yere akar; çıktığı yerden aktığı yere kadar uzunluğu şu kadar arşın; eni şu kadar arşındır. Nehrin tamamının toprağı her tarafından beş ar­şındır. Bütün hakları ve ondan çıkanın tamamı, kendisi için ikrar olunan şahsındır." diye bu ikrar aynen yazılır.

Bu yer, nehir değil,de kanal olursa; onun yeri ve binası da bu yazıya eklenir. [262]

 

17- Bir Müşterinin Satın Aldığı Şeyi İkrar Etmesi

 

Bir müşteri, bir şahsın vekilinden bir yer satın alırsa veya müş­terinin kendisi vekil olur ve müvekkili adına bir yer satın alırsa; bu durumlar şöyle yazılır:

İsmi ve kimliği senette zikredilen şu müşteri, ikrarı sahih, caiz ve diğer tasarrufu nafiz olduğu halde, isteğiyle şöyle ikrar eyledi: O senette yazılı yerin (veya senette yazılı evin) tamamını satın almıştır. Hududu da senette yazılıdır. Zikredilen satıcıdan, belirli bir bedel ile, filan oğlu filan için, onun vekili olarak ve bedelini de müvekkili­nin malından vererek satın almıştır. Ve o, üzerine sözleşme yapılan yeri, onun için teslim almıştır. O evin (veya o yerin) tamamı, filanın mülkü ve onun hakkıdır. Senette ismi geçen şahsın ismi ariyettir ve hak sahibinin vekilinin ismidir. Mülkün aslı filanındır ve onun hak­kıdır. İkrar eden bu şahsın ismi ariyettir. Müvekkili filandır ve o ye­re bütün insanlardan daha çok hak sahibidir. O yerin tamamı hak­kında ikrar eden şahsın bir da'vâsi yoktur. Başka bir şeyi de yoktur.

Şayet tamamı veya bir kısım hakkında iddiada bulunursa; — ister hâli hayatında olsun, ister ölümünden sonra olsun—' bu da'vâ-sı batıldır. Kendisi adına ikrar olunan şahıs da bunu tasdik eyledi ve bunların tamamı, şu günde, yüz yüze söylendi. [263]

 

Vekâleten Bir Şey Satın Alma İşleminin Yazıya Geçirilmesi

 

Filan şöyle ikrar eyledi: Gerçekten kendisi, şu mevkide, filan adamdan, şu kadar bedele bir ev satın almıştır. Bu alış senedine ön­ce besmele yazılıdır.

Sonra da söylediğimiz gibi "filan için satın aldı." diye yazılır. Şayet, satın alman şeyin yarısını kendi nefsi için, yansını da başkası için yazacaksa, şöyle yazar: Filan, isteyerek şöyle ikrar eyledi: "Şu yerdeki evi satın alırken, muşa olarak o evin yarısını kendi nef­si için satın aldı. Yarısını da — müşâ olarak (= taksim edilmeksizin) filan için— onun vekili olarak— satın aldı. Ve evin tamamına — bu müşaan satın alış sebebiyle— yarı yarıya ortak oldular. O yer, ikisi­nin elindedir. Yarısının parasını, nakden filanın malından, onun em­riyle ödedi. Bunu da kendisi için ikrar da bulunulan şahıs şifahi ola­rak tasdik eyledi" diye yazılıp, bu yazı tamamlanır. [264]

 

18- Bir V Asînin, Yetim İçin Satın Aldığını İkrar Etmesi

 

Bir vasî bir yetim için, bir yer satın aldığını ikrar edince, bu durum şöyle yazılır:

Filanın küçük oğlu için vasî olan zat, şöyle ikrar eyledi: Filan şahıs, filandan, bedeliyle evin tamamını, şu yetim için sabit vasî ola­rak ve vasîlik velâyetiyle satın aldı. Ve bu hükümle, bedelini de yeti­min malından ödedi ve velayeti hasebiyle satıcıya verdi. Bu ev, yeti­min oldu. Bu yetim, o eve bütün insanlardan daha fazla hak sahibi­dir ve ev onun hakkıdır. Senetteki isim ariyettir. İkrar eden şahsın o evin tamamında veya evin bir şeyinde, hiç bir hakkı yoktur. Vasî, yetim bulûğa erip, rüşde erişene kadar, onun için satın alınan şeyi teslim alıp korumaktadır.[265]

 

19- Bir Kimsenin, "Bir Şahsın Evinin, Diğerinin Elinde Ariyet Olduğunu İkrar Etmesi

 

Bir kimse, diğer bir şahsın elinde bulunan bir evin, onda âri-yeten bulunduğunu ikrar ederse; bu ikrarı şöyle yazılır:

Filan, isteyerek şöyle ikrar eyledi: "Kendisi dünya malından hiç bir şeye sahip değildi?. Üzerindeki elbiseden başka ne yerin üstünde bir şeyi var, ne de yerin altında bir şeyi vardır. Elbisesinin kıymeti de şu kadar dirhemdir. Bu şahıs filanın âlisenin içindedir ve onun evinde durmaktadır. Kendisine, o şahıs infak etmektedir. Onun, baş­kasında da bir malı mülkü yoktur; ne canlı, ne cansız ne de kendisi­ne mal denilen bir şey... Filan da, oturduğu yerin ariyet olduğunu tasdik eyledi. [266]

 

20- Bir Yerin Satış İşleminin Feshedildiğinin İkrarı

 

Bu ikrar şöyle yazılır:

Filan, isteyerek şöyle ikrar eyledi: Filan şahıs rızâsı ile, kasden, şu yerdeki, şu hudutlu evin kendi aralarında olan satışının tamamını feshetti. (= Bozdu.) Bütün sözleşmeyi nakz eyledi; sahih bir fesihle fesheyledi. Bu fesih o caizdir ve onda fesad ve muhayyerlik yoktur. Bunun ibtâline ma'na da yoktur. Evin tamamını, sahih bir redle ge­ri verdi. Artık, kendisi, için ikrar olunan şahsın üzerinde, yanında, elinde bir hak, bir ayn ve borç; ve satılan evden bir şey; rehin, vesî-ka veya bir sözleşme kalmadı. Kendisi için ikrar olunan şahıs da bu­nu tasdik eyledi. Bunun tamamı yüz yüze oldu. [267]

 

21- Rehnin Feshedildiğinin İkrar Edilmesi

 

Filan şahıs, kasden (- isteyerek) şöyle ikrar eyledi: Şu yerdeki şu hudutlu oağ, Dır mal karşılığı filanın elinde rehin idi. Borçlu, borcunu tamamen ödedi. İkrar eden şahıs da bu rehni fesh eyledi (= bozdu) ve bağı sabine reddeyledi. (- geri verdi.) Bu durumda ikrar eden şahsın ikrar olunan şahsa bir borcu kalmadı. İkrar olunanın da ikrar edende veya başkasında bir hakkı, da'vâsı veya husûmeti de kalmadı. Her birisi, diğerini doğruladı ve şehâdette bulundular:

En doğrusunu bilen Allah'dır. [268]

 

22- Satış Senedini Kaybetmek ? Satışl Feshetmekle İlgili İkrar

 

Filân kimse, isteyerek şöyle ikrar eyledi: O, filandan, şu yer­deki, şu hudutlu evin tamamını satın almıştı. İki taraf dan da teslim tesellüm vâki olmuştu; müşteri bedelini vermiş ve evi teslim almış, ev sahibi de, bu evin bedelini, o müşteriden teslim almıştı. îkrar eden filan şahıstan senedi istedi; o da onu vermekten aciz kaldı ve: "O kayboldu." dedi. Ve satıcıya bedelin tamamını ödediğini ikrar eyle­di. Satıcı, ondan berî oldu. Ve satışa dâhil olan şeyin tamamını müş­teriye teslim eyledi. îkrar eden şahsın satıcıda hiç bir hakkı kalmadı; ne da'vâ, ne husûmet ne aslında, ne gelirinde ne bedelinde ve nede kıymetinde... Bağın tamamı satıcınındır. Ve bu bağda, onun ikrar ediciden daha çok hakkı vardır. İkrar edici, bundan sonra senedi çı­karırsa, artık o bâtıldır. Yemin talebi de batıldır."

İkrar olunan zatda bunu doğruladı ve yazı böylece tamam oldu.

En doğrusunu, %ıncak Allahu Teâlâ bilir. [269]

 

23- Bir Kimsenin Kızına Çeyiz Vermesi İle İlgili İkrar

 

Bu husustaki ikrar şöyle yazılır: Şahitler şöyle şehâdette bu­dundular: Filan oğlu filan, kızı filâneyi, kendi hâlis malından ihsan ve atıfe olarak teçhiz eyledi. Aralarında şartlan yerinde sahih nikâhla nikâh cereyan edip kocasının evine zifafa gönderdi. Yüce Allah ha­yır ve bereket cemeylesin; kendilerine temiz ve çok zürriyet ihsan eyleşin. Kocanın yaptığı elbise de sıfatı ve kıymeti ile zikredilir. Kadı­nın elbisesinin nev'ini, sıfatını tafsilatıyla beyan eder ve ziynet eşya­larını, incisini, cevherlerini, sıfatları ve kıymetleriyle açıklar. Keza, yatağını, yastığını, sergisini; bakır, tunç, demir, kalay kaplarını açık­lar. Cariyesinin rûmîmi, yemenli mi olduğunu söyler kıymetini açık-Jar. Kölesinin kıymetini; cariyesinin nereli olduğunu ve kıymetini; bağının şu köyde olduğunu ve hududunu; çarşıda üç dükkanının ol­duğunu ve hududlarıni açıklar. Sonra senede besmele-i şerîfi yazar.

Sonra da: Filan, isteyerek ikrar eyledi ki; bu zikredilen şeylerin tamamı, cinsleriyle, nevîleriyle, sıfatlarıyla, kıymetleriyle kızı filâ-nenin hakkı ve malıdır. Onun elinde ve tasarrufunda olduğunu; ik­rar edicinin onda bir hakkının olmadığını; başka bir kimsenin de bir hakkının bulunmadığını; ne zaman ondan bir şey iddia ederse, o iddianın merdûd olduğunu" söyler ve nefsi üzerine şahit edinir ve yazıda böylece tamam olur.

Bu yazının sonuna şahitlerin isimleri ve babanın ikrarı ile koca­nın ikrarı yazılır. En doğrusunu ancak Allahu Teâlâ bilir. . [270]

 

24- Bir Kızın, Çeyizinin Anasına (Veya Babasına) Ait Olduğunu İkrar Etmesi

 

Bir. kızın, çeyizinin babasına veya anasına ait olduğunu ikrar etmesi çeşitli şekillerde yazılabilir:

1-) Kağıdın boş tarafına —daha önce beyan eylediğimiz gibi— cihaz (= çeyiz) yazıiır. Sonra da besmele ile başlanarak: Filan kızı filâne, isteyerek şöyle ikrar eyledi: Senette — cinsleriyle, nevileriyle, sıfatlarıyla, kıymetleriyle— zikredilen şeylerin tamamı babası fila­nındır ve sahih sebeple onun hakkıdır. Bu malların tamamı, kızın yanında ariyet olarak durmaktadır. Babası bunu yüz yüze doğrular ve ikisi de buna şahitlik ederler.

2-) Filâne, isteyerek şöyle ikrar eyledi:

Bilinen ve kendisine nisbet edilen elbesilerden, eşyalardan, ya­tak ve sergilerden, ziynet eşyası, altın gümüş, cevahir ve inciden; ba­kır, cam, demir, çanak-çömlek gibi kaplardan, ev eşyası gibi şeyler­den az-çok ne varsa; çeyiz olarak şu anda kadının kocası evinde bu­lunan şeylerin tamamı sahih sebeble babasının mülküdür.

Kızı böylece ikrar etmiştir. Babası da, bu durumu yüz yüze tas­dik eder ve ikisi de buna şahitlik yaparlar.

3-) Baba, kızına teslim zamanı, cehizi yazıp; "onu, ben ariyet yoluyla kızıma teslim eyledim." der.

Sadru'ş-Şehîd Husâmu'd-din, şöyle buyurmuştur:

Ehvat olan, babanın ondan belirli bir bedele satın alması ve sonra da kızın o bedelin tamamından vaz geçmesidir.

Bize göre ahvat olanı, önceki yazılandır.

En dorusunu bilen Yüce Allah'tır. [271]

 

25- Hayvan Satışının İkrar Edilmesi

 

Kağıdın baş tarafına, önce hayvanların cinsleri ve sıfatları — beyan ettiğimiz vecih üzere— yazılır.

Veya şöyle yazılır: "Filan oğlu filan şöyle ikrar eyledi: (diye so­nuna kadar yazılır.) O, filana (vasfını söyleyerek) şu kadar dirheme sattı. Diğeri de onu satın aldı. Bedelini teslim aldı ve satılan şeyi tes­lim eylemedi. Ne zaman isterse, o zaman teslim edecektir." der. Ken­disi adına ikrar olunan şahıs da onu tasdik eder. [272]

 

26- Nafakanın Alındığının İkrar Edilmesi

 

Bu husustaki ikrar şöyle yazılır: Filanın kızı filâne şöyle ikrar eyledi:

O, kocası filandan nafakasını ve giyeceğinin tamamını almış­tır. Şer'i şerifin emsali hakkında takdir eylediği kadar altı ay için, (başlangıcı şu, bitimi şu gündür.) sahih ve kâmil bir alışla almıştır. Kocası da onu yüz yüze olarak tasdik eylemiş ve yazı tamamlanmıştır. [273]

 

27- Kölenin Efendisi İçin Köleliğini İkrar Etmesi

 

"Filân hindli, ikrarını caiz olduğu hâlde ve isteyerek şöyle ikrar eyledi: Kendisi filanın kölesidir. Filan onun rakabesine sahih, caiz ve sabit bîr mülk ile mâliktir. Ve o köle, onun hizmetindedir. Ona hizmeti ve itaati vaciptir. Hizmetinden kaçınmak yoktur. Onu sat­mak ve mülkünden çıkarmak da yoktur. Filan da onun bütün ikra­rına şahittir." diye yazılır. [274]

 

28- Bir Cariyenin, "Efendisinin Ümm-ü Veledi Olduğunu" İkrar Etmesi

 

Rumî ve ya Hintli olan câriye şöyîe ikrar eyledi: O, filan oğlu filanın ümm-ü veledi ve elinde sahih ve tam bir mülkle mülküdür. Ve onun tasarrufu altındadır. Ve o câriye, efen­disinden bir oğlan doğurmuştur; ismi filandır. Veya bir kız doğur­muştur; ismi filânedir. O, efendinin evinde ve odasmdadır. Çocu­ğun nesebi, efendisinden sabittir. Bu kadın, bu çocuğu doğurma se­bebiyle, onun ümm-ü veledi olmuştur. Onun efendisine hizmeti ve itaati, onun üzerine vaciptir. Hayatta olduğu müddetçe, bundan im­tina edemez. Efendisi de bunu yüz yüze doğrulamıştır. En doğrusunu Allahu Teâlâ biîir. [275]

 

Efendinin Bir Cariyenin, Ümm-ü Veledi Olduğu İkrar Etmesi

 

Cariyenin ümm—ü veled olduğuna dair ikrar, efendi tarafın­dan okırsa; biz onu ümm-ü veledler bölümünde zikreyledik. Burada tekrar yazmıyoruz. [276]

 

Bir Cariyenin, Ümmü Veled Olduğunu, Efendinin, Oğlunun İkrar Etmesi

 

Eğer ikrar, efendinin oğlundan bu cariyenin, babasına ait ve onun ümm-ü veledi olduğuna ve bu cariyenin, babasının ölümüyle azâd edileceğine dâir olursa; bu husus şöyle yazılır:

Filan oğlu filan, isteyerek sıhhatli iken, aklı başında, işleri caiz olduğu halde, şöyle ikrar eyledi:

Filâne Rumî veya Yemenli yahut hindli câriye, babasının mem-lûkesi ve cariyesi idi. Ve, onun tasarrufu altında idi. Sahih bir mülk­le ona sahibti. Babası, onu hayatta iken ümm-ü veled edindi. O da babasından nesebi sabit bir oğlan doğurdu; (ismi filandır.) Ve o oğ­lanı doğurmak sebebiyle onun ümm-ü veledi oldu. Babası da, bunu hayatta iken ikrar eyledi; onun, ümm-ü veledi olduğunu doğruladı. Babanın ölümü sebebiyle de, o malının tamamından azâd edilmiş ol­du. Bu ümm-ü veledde ikrar edicinin bir hakkı yoktur; da'vâ hakkı da yoktur. Velâ yolundan başka, bir yolu da yoktur. Babasından son­ra, velâ hakkı onundur. Câriye de bunu yüz yüze olarak kabul eylemiştir.

Şayet oğlun ikrarı, "babası tarafından, kölenin tedbîri hakkında" ise, babasının ölümüyle, o köle azâd edilmiş olur. Kasd ve rağbetle ikrarının caiz olduğu durumda, ikrar şöyle yazılır: Ger­çekten adı belirli hintli köle, babası filanın mülki ve hakkı idi; sahih sebeple ona aitti. Ve hakikaten babası, onu, sağlığında sahih ve mut­lak şekilde müdebbere eyledi. Bunu babası ikrar da eyledi. Baba öldü; bu kölede azâd olmuş oldu. Ve, babanın terekesinin üçte birin­den çıkarıldı. Artık, bu oğlunun, o köleye karşı, velayet yolundan başka bir yolu kalmadı. Onu, mîras yönünden de da'vâ edemez. Ona karşı, husumeti de yoktur; Köle de, bunu yüzyüze tasdik eyledi. [277]

 

29- Bir Vârisin, Borçludan, Alacağı Aldığını İkrar Etmesi

 

Bu ikrar şöyle yazılır:

Filan, isteyerek şöyle ikrar eyledi:

Babası filan vefat eyledi. Onun da, filanda, şu kadar dirhem hak, vacip ve lâzım alacağı vardı. Babanın ölümüyle, o, oğluna mî­ras kaldı. Ondan başka da vârisi yoktur. Borçlu, borcunu tamamen ödedi ve ondan beraat eyledi. Bu ikrarı, filanda yüz yüze (şifahi ola­rak) kabul eyledi.

Şayet bu ikrar, kendisine vasiyet olunan şahıs tarafından yapıl­mış olsaydı; o da, şöyle yazılırdı:

Filan şöyle ikrar eyledi: Filan, hayatta ve aklı başında, ikrarı caiz, tasarrufâtı nafiz iken, ölümünden sonra bütün terekesini vasi­yet eyledi. Onun vârisi yoktur. Akrabası ve ailesi yani hiç bir vârisi yoktur. Vasî terekeyi, istediği gibi, istediği yerde, istediği kimseye verebilecektir. Bu meyanda, şer'î hüccetle filan adama, şu kadar va­cip, hak, lâzım borcu olduğu meydana çıktı. Ve alacaklı talepte bu­lundu. Vasî o malın tamamını ona verir; ikrar eden de onu ondan tamamen alır. Yazı da sonuna kadar yazılarak tamamlanır. En doğ­rusunu, ancak AUahu Teâlâ bilir. [278]

 

30- Bir Vasinin, "Yetimin Malının Kendi Yanında Olduğunu" İkrar Etmesi

 

Bu ikrar şöyle yazılır:

Filan vasî, şöyle ikrar eyledi: Gerçekten, filan küçüğün malı, vasiyet hükmüyle, kendisinin yanındadır. Şu kadar dirhem nakid, şu kadar a'yan mallar var. (Onları vasıflarıyla beyan eder.) "Onları muhafaza ve bulûğa erişince, rüşde ulaşınca kendisine, hiç itiraz et­meden teslim edeceğini" söyler. Bu ikrarı da, şer'an tasdik eder ve yazı tamam olur.

En doğrusunu, ancak Allahu Teâlâ bilir. [279]

 

31- Bir Yetimin, Bulûğa Erdikten Sonra, "Kendi Malını Vasîden Aldığını" İnkar Etmesi

 

Hüküm meclisinde, yetim, kendi isteğiyle şöyle ikrar eyledi: "Babası tarafından vasî yapılmış bulunan zatdan,'babasının tereke­sini tamamen aldı. Menkul, gayr-i menkûl, akar, arazi, hayvanat, gelirler, nakid, meyveler, bağ, bahçe ve başka ne varsa, tamamını vasî verdi. Ve bu oğul da caiz bir alışla, teslim aldı. Vaside, hiç bir şey kalmadı. Da'vâ ve husûmet de kalmadı. İkrar eden şahıs, bun­dan sonra her ne zaman vasiyi, bir an veya bir deyn borç için da'va ederse; (ister hayatında, ister öldükten sonra, ister vekili ister naibi ister vasisi tarafından olsun) cümlesi bâtıldır; merdûttur." der ve yazı tamamlanır. En doğrusun Allahu Teâlâ Bilir. [280]

 

Yetimin, Vasiden Malını Aldığını İkrarına Başka Bir Örnek

 

Filân, isteyerek şöyle ikrar eyledi:

Babası öldü. Vefatından önce, malının tamamını filana vasiyet eyledi. Borçlarım ödemesini, vasiyetini yerine getirmesini ve ölümün­den sonra vasiyetinin infazını —ondan dönmemek üzere— istedi. Bir oğlundan başka da vârisi kalmadı. Artık bu vasî, onun emrini Yeri­ne getirir; borcunu öder. Malının üçte birinden gerekli yerlere sarfe-der. Bulûğundan önce, vasiyet edenin oğluna ma'ruf şekilde yedirir, giydirir. Ve şöyle ikrar eyler: Artık çocuk bulûğa erişti; rüşde ulaştı; babasından kalan mallan alma zamanı geldi. Ve bu oğul, "o malla­rın babasından tereke olarak kalan şeylerin tamamını vasîden —irs sebebiyle— teslim aldığını" ikrar eyledi. Babasından Vasî, onları ta­mamen verdi. Cinsleriyle, nevileriyle teker teker, hiç bir şey gizli kal­mamak üzere, bilgisi bunları ihata eyledi ve ikrar eden vasî bütün da'vâlardan, husûmetlerden tamamından berî oldu. Artık, bundan sonra, ne zaman babasının terekesinden dolayı, az veya çok, eski veya yeni herhangi bir cihetle, da'vâ edecek olursa, işte o da'vâ bâtıl ve merdûttur. İkâme edeceği bütün belgeler, göstereceği bütün hüccet­ler ve isteyeceği yemin bâtıldır; tamamı yalandır.

Vasî, kendisi için ikrar olunandır ve hepsinden beraat eylemiş­tir. Dünyada ve âhirette genişlik ve ruhsat içindedir. Ve vasî, çocu­ğun bu ikrarım, yüz yüze kabul eymiştir. [281]

 

32- Bir Yetimin Malının Başka Birisine Verilmesine İzin Verdiğini İkrar Etmesi

 

Filan yetim isteyerek şöyle ikrar e- '«îdi: Onun için onsekiz se­ne tamam oldu. (Yani, on sekiz yaşını bitirdi.) Ön dokuzuncu sene­ye girdi. îhtilam oldu ve recüliyete (= erkekliğe) erişti. Ve emir, nehiy, hitap üzerine teveccüh eyledi.

Ve bu yetim, filan vasiye şöyle emretti: Babasının terekesini ve malının tamamını vasinin üzerinde, yanında, elinde babasının mîra-sından her ne varsa hepsini alıp anasına versin. (O, filanın kızı filâ-nedir.) Vasî de, ne var, ne yok tamamını anasına teslim eyledi. Vasî-nin yanında, babasının terekesinden hiç bir şey kalmadı. îkrar edici­nin anası da.bunu tasdik edip, "malın tamamım almış olduğunu' doğruladı. [282]

 

33- Zirâi Ortaklık Konusunu İkrarın Kaydı

 

Ziraî ortaklık ikrarı şöyle yazılır:

Önce, kağıdın baş tarafına, onlardan birinin adı ile baba ve de­desinin adını yazar. Sonra ikincisinide öylece yazar.

Sonra da kendi ismini yazar ve: "Bu buğday ve arpa benden­dir." der. Veya benzerini yazar.

Sonra da üçüncünün, dördüncünün, beşincinin —bu veçhile— isimlerini yazar.

Sonra nüshanın akabine besmele yazar devamla şöyle der:

İsimleri ve kimlikleri yazılı bu şahıslar, şöyle ikrar eylediler: Fi­lan oğlu filan (ki ismi ve nesebi yazılıdır.) buğday, arpa veya darıyı, (tamâmı vasfedilmiş olduğu hâlde) sahih borç sebiyle, hak, lâzım ve vacip bir borç olarak verdi. Bu şahıslar da, ondan, onu borç olarak ve şu köydeki araziye, tohum olarak ekmek üzere, onu teslim aldı­lar. Bu durumu da yüz yüze tasdik eylediler.

Yazının sonuna târihi de konulur.

En doğrusunu Allahu Teâlâ bilir. [283]

 

34- Bir Şey Öğrenmek İçin Ustaya Verilen Çocuk Hakkında Bu Ustanın İkrarı

 

Filan usta, kendi isteğiyle ve ikrarının caiz olduğu hâlde şöyle ikrar eyledi:

Filan şahıs, küçük çocuğu filanı, —babalık velâyetiyle— arka arkaya üç sene (başlangıcı şu senenin şu ayının başı, sonu şu senenin şu ayının başı) olmak üzere, şu işi yapmaya, şu kadar dirhem ücret­le, bu çocuğu, o işde gücü nisbetinde, gündüzleri çalışmak, (geceler cum'alar ve bayramlar hariç) üzere ve ustası onu, vakitleri dahilinde namaz kılmaktan men etmemek şartıyla, birinci sene her aylığına şu kadar dirhem ücret; ikinci sene, her aylığına şu kadar dirhem artır­mak üzere; üçüncü sene mehâreti ve işgüzarlığı sebebiyle şu kadar ücret ile, icarladı. Bu icar şahindir. Ve onu, küçüğün babasj tasdik eyledi. Bunun tamamı, şifahî (yüz yüze) olarak cereyan eyledi. Sonra, babanın ikrarı yazılır:

Baba, ustaya, "bu çocuğun ücretinden, kifayet miktarı, onun ekmeği, katığı, elbisesi ve diğer ihtiyaçları için ma'ruf veçhile, israf-sız, tefritsiz olarak, birinci senede harcaması için" izin verdi.

İkinci senede, birinci sene gibi ekmeğine, katığına, elbisesine ve dîğeL ihtiyaçlarına masraf yapılsın ve fazlası babasına verilsin.

Keza, üçüncü sene de birinci sene gibi ekmeğine, katığına, elbi­se ve diğer ihtiyaçlarına masraf yapılsın ve artanı babasına verilsin. Usta müstecir de bunu (yani baba tarafından, küçük için veri­len bu izni) kabul eder. Baba da küçüğü teslim eder ve sözleşme mec­lisinden, kavlen ve bedenen ayrılırlar. En doğrusunu bilen Yüce Allah'dır. [284]

 

 

35- Hîbe Edilen Bir Ev Hakkındaki İkrarın Kaydedilmesi

 

Filan, isteyerek şöyle ikrar eyledi: O, filana evin tamamını (müştemilatı ile, şu hudut üzerinde) Bağış yaptı.

Yani, bu evi ona, hudûdü ile, haklarının tamamı ile, sahih, ca­iz, nafiz, cevazının şartları tamam, fesaddan ve muhayyerlikten fa­riğ, karşılık şartı olmaksızın ve dönüş yapılmaksazın bağışladı.

Kendisine bağış yapılan da bunu sahih bir kabul ile hibe mecli­sinde kabûleyledi. Ve o evi, şahitlerin gözü önünde, sahih bir alışla teslim aldı. Bağışlayan da, sahih bir teslimle mâniden ve münazaa­dan fariğ olarak teslim eyledi. Sonra da birbirinden ayrıldılar.

En doğrusunu bilen, Yüce Allah'dır. [285]

 

24- BERÂAILERLE İLGİLİ YAZILARDA BULUNMASI ŞART OLAN HUSUSLAR

 

Bir maldan (borçtan) beraat yazısına, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve onun ashabı ile Semtf ve Hilâl er-Râzî şöyle başlarlardı:

Bu yazı, filan oğlu filan oğlu filan içindir. O üzerinde filan oğlu filan oğlu filana borç bulunan bir kimsedir.

Semti ve Hilâl bu yazıda "onu filan için yazdı." İbaresini ilâve ederlerdi.

Ebû Yead eş-Şürûlî de, yazının Sonuna, "şahitler, şöyle şehâdette bulundular: Filan oğlu filan (yâni borçlu olan) onların (şahitlerin) yanında "filane borcunun olduğunu," ikrar eyledi.

Bazı şürût ehli de şöyle yazarlardı:

Bu, filan oğlu filan için berâattir.

Müteahhirûn bunu ihtiyar eylediler. Onun, ona karşı şu kadar dirhem borcu vardı. Onun tamamını kaza edip, ödedi. O da tama­men sahih bir alışla aldı ve borcundan beri oldu. Ve ona karşı, bu sebebden dolayı bir da'vası kalmadı. Bundan sonra, her ne zaman ve herhangi bir sebeble, bir da'vâda bulunursa, işte o da'vâ bâtıldır; merdûddur. Beyyinesi de dinlenmez. Yemin de veremez. Hasım da olamaz. Bunların tamamından beridir. O, dünyada da, âhîrette de bir genişlik içindedir. Ve bu husus senede yazılmıştır.

Kaybolan senet ne zaman ele geçerse, oda geçersizdir. Onun için hüccet olamaz. Kendisi için ikrar olunan şahıs, bunların tamamını kabul eyledi ve bunlar yüz yüze şifahi yapıldı, tkisi de bunun üzeri­ne şahit edindiler. Ve bu yazı sonuna kadar yazılır. Mehir borcu da buna göredir. [286]

 

İki Kişinin Aralarındaki Alışverişlerden Tamamen Beraat Etmeleri

 

Filan ile filan arasında muamelat cereyan ederdi; birbirlerine alır, verir, satar, satın alırlardı. Havaleler, kefaletler, icâreler, emâ­net bırakmalar, müdârabeler, armağanlar senedü—senedsiz borçlar, rehinli—rehinsiz alacaklar, tazminatlar, emânetler, muhtelif yönler­den eşyalar alıp—verirler; hak ve doğru olarak hesap yaparlar ve al­ması icâbeden şeylerin tamamını sahih bir alışla, tam vâfi olarak alır; diğeri de noksansız olarak verir ve tamamen beri olur.

Bundan sonra, birinin, diğerinde hiç bir şeyi kalmaz. Ne yanın­da, Ne elinde, ne beraber, ne da'vâ, ne talep, ne husûmet, ne de her­hangi bir sebeble onu takip etmek... gibi bir hakkı kalmaz.

Artık bundan sonra, herhangi bir cihetle da'vâ ederse, işte o batıl ve merdûddur.

Şayet beraat almaksızın olursa, almak yazılmaz, hakkıyla mu­hasebe yaptılar da yazılmaz. Artık sahih, caiz, tam, vâfi berâatle be­raat etti; da'vâ da kalmadı husûmet de... gizli bir şey kalmadı, ye bu ibradan sonra hiç bir hak kalmadı. Yukarıda geçtiği üzere yazıda tamamlandı.

Şayet bir şey kalırsa o da şöyle yazılır: "Onun yanında, üzerin­de, beraberinde hiç bir şey kalmadı; ancak, üzerinde şu ayn veya şu borç kaldı." denir ve o şey beyan edilir. [287]

 

Mutlak İbra

 

Filan oğlu filan, filan oğlu filanı, bütün husûmetlerinden ibra eyledi. Onun üzerinde olan her şeyenden vaz geçti. Sahih tam bir ibra ile bu ibradan sonra husûmetlerin tamamı kesildi. Sonra —bir da'-vâ ve bir husûmet kalmadı. Ne az, ne çok, ne eski, ne yeni, ne canlı, ne cansız, ne hudutlu, ne hudutsuz, ne menkûl, ne gayr—i menkûl, ne ölçülen, ne tartılan, ne sergi, ne kap... Adına mal, mülk denilen hiç bir şey kalmadı. Sahih ikrar ile ve yüz yüze olarak ikrar eyledi ve kendisi için ikrar olunan şahıs da bunları tasdik edip doğruladı. Ve yazı tamamlandı. [288]

 

Hatâen Öldürmelerde, Önce Diyet Da'vâsı Açıp, Sonra İbra Etmek

 

Şöyle yazılır:

Filanın oğulları filan, filan, filan ikrarlarının caiz ve nafiz ol­duğu bir durumda ve isteyerek şöyle ikrar eylediler:

Filan oğlu filanı bütün daVâ ve husûmetlerden ibra eylediler. Daha önce, ona karşı babalarının diyet da'vâsı vardı. Onlar iddia edip, şöyle dediler: Filân adamın, babalarını kasden yumrukla vu­rarak öldürdüğünü ve onun üzerine, diyetin vacip olduğunu; onun da kendilerine mîras kaldığını; karşıdaki adamın ise, onu inkâr eyle­diğini; bu durumda davalarının ve husûmetlerinin tamamından sa­hih bir ibra ile vaz geçtiklerini" söylediklerini ve diğerinin de bunu sahih bir kabul ile kabul eylediğini yazarak, yazı tamamlanılır. Bu durumda şöyle yazılır:

Filan oğlu filan, ikrarının caiz ve nafiz olduğu durumda, iste­yerek şöyle ikrar eyledi:

Filanın oğulları ibra eylediler. Onlar filan, filan ve filandırlar. Onlar, haksız olarak, mücerred da'vâları sebebiyle, şu kadar mal al­dılar. Onlar, o adama karşı şöyle iddia eylediler: O, babalarına kas­den yumruk vurmuş; onu haksız olarak öldürmüş; bu sebebten, ona diyet vacip olmuş, oda, onlara mîras kalmış... Bu daVâları hakkın­da tutarlı bir delilleri de yoktur. Sultanın adamları sebebiyle çok dir­hem almışlardır.

Artık o adam, onlara, bu da'vâdan sahih bir ibra ile ibra eyle­miştir. Onlar da bunu sahih bir kabulle kabul eylemişlerdir. Yazıda böyece tamamlanmıştır. [289]

 

Tereke İle İlgili Bir Hususta Alacaklının İbrası

 

Filan şahsın, filan üzerinde şu kadar alacağı vardı. Bu adam öldü. Geride vârisleri filan, filan ve filan kaldı. Onlardan başka bir vârisi de yoktur. Şayet vâris, beşyüz dirhem üzerine anlaşma yapar; borç da bin dirhem olursa; artık alacaklı terekeye müracaat edemezi ancak, beşyüz dirhem için mürâcat eder.

Eğer kıymeti beşyüz dirhem olan bir araziye karşı anlaşma ya­parlarsa; bin dirheme müracaat eder. Bin dirheme müracaatı şart koşulmuşsa; ister fazla ödeme yapsın, ister bir şey söylemesin fark et­mez. "O teberrûdur." sözü doğrulanmaz. [290]

 

Alacaklının, Vasiden Alması

 

Şayet alacakı, alacağını vasiden almış; vasî de onu terekeden ödenmişse* mes'ele önceki bölümde yazıldığı gibi yazılır. [291]

 

Kasden Adam Öldürmede İbra

 

Bir kimse, şöyle iddia ediyor: Filan kasden ve zulmen oğlunu demirle öldürdü ve ona kısas vacip oldu. Babasından başka da vâri­si yoktur. O da, onu affeyledi. Oğlunun kanından ibra eyleyip onu öldürmesi sebebiyle lâzım olanın tamamından vaz geçti. Artık hiç bir sebeble, onda daVâ ve talep hakki yoktur. Artık her ne zaman da'vâ edecek olursa, o da'va bâtıldır.

Öldürme hata ile olursa, o da şöyle yazdır:

Onu hatâ ile öldürdü; kasden öldürmedi. Ona ve âkilesine diyet vacip oldu. Ölenin babasından Başka vârisi yoktur. Babası da, kati­li ve âkilesini affeyledi ve ibra eyledi. Mesele —önceki gibi— sonu­na kadar yazılır.

El kesme, yaralama, göz çıkarma gibi, nefsin dûnunda olur ve bundan dolayı diyet lâzım gelirse yine vacip olandan ibra eder.

Hırsızlıktan dolayı el kesme cezası hakkında af söylenmez. Fa­kat, ona karşı "sakladığı yerden şu kadar dirhemini çaldığını" iddia eder ve ona el kesme vacip olur. Sonra da "onun eve girmesine izin verdiğini" söyleyince, el kesme lâzım olmaz ve şöyle yazılır: Onun ikrarı müttehemdir. Bu sebeble bâtıldır. O, ondan bir şey çalmamış-tır. Onun iddiasından berîdir. Bundan sonra, ne zaman iddia ede­cek olsa, o bâtıldır. [292]

 

Hududları Belli Bir Yer Hakkındaki Davadan Beraat

 

Filan, Önceden filanı bütün arazi ve müştemilatından da'vâ ederdi. O arazinin yerini ve hududunu açıklar; sonra da bütün hu-dûduyla, haklarıyla mülkü ve hakkı olduğunu söyleyip elinde bulun­duğunu; başka bir kimsenin onda hakkı olmadığını belirttikten son­ra, "o yer hakkındaki da'vânın tamamından ibra etmiş olduğunu söylerse; bu ibradan sonra orda, da'vâ ve husûmet gibi hiç bir hakkı kalmaz.

Şayet kendisi veya makamına gelen birisi da'vâ edecek olursa, işte "o da'vâ bâtıl ve merduttur." der ve yazı tamam olur. En doğrusunu bilen Yüce Allah'dır. Zehıyre'de de böyledir. [293]

 

25- REHİNLERLE İLGİLİ YAZİLARDA BULUNMASI ŞART OLAN HUSUSLAR

 

Filan şahıs, ikrarının caiz, nafiz, sahih, aklı yerinde, işleri caiz ve ikrarına mâni hiç bir illet olmadığı hâlde, şöyle ikrar eyledi: Filân şahsın, kendi zimmetinde şu kadar dirhem ödüncü var. (veya parası var.) Ondan satın almış veya gasbeylemiş yahut emâneti helak eyle­miş; veya filanın havalesi yahut filanın kefaletidir. O, bu borç sebe­biyle, şu mevkideki, şu hudutlu yerin tamamını, sahih bir rehinle, had ve haklarıyla rehin koymuş ve ona vermiştir. O da tamamını hak­larıyla, mürâfıkıyla teslim almıştır. Ve o yeri, alacağı sebebiyle elin­de tutmaktadır .Artık rehin bırakanın rehni çözene kadar onun için bjr yolu yoktur. Kendisi için ikrar edilen şahıs da bunu doğrulamıştır. Bunların tamamı yüz yüze söylenmiştir. Şayet bu hususta bir vekil veya bir emin ta'yirı ederse, satışı hak­kında o da yazılır.

Eğer rehin bırakan şahıs, rehin alanın malını vermezse; artık, rehin alan isterse, o rehini sattırıp, bedelini —alacağı kadarsa— ala­cağının yerine alır.

Rehnin bedeli, alacağından fazla ise, alacağından artan kısmı rehin verene iade eder.

Şayet noksan olursa; rehin bırakan şahısta kalan, yine eski hâ­linde alacaktır; onu ister ve alır.

Şayet rehini, rehin alan satmaz da, başkası satarsa; o da şöyle yazılır:

Filan oğlu filan, rehini satmak için vekildir. (Veya onun emînf-dir.) Şu vakitte satacaktır. Artık onu, dilediği zaman satar ve ondan alacaklı oian zat, alacağını alır.

Eğer fazla olursa, artanı geri verir. Noksan olursa, alacağından kalanı ister ve alır.

Eğer rehinin âdil bir kişinin yanında olmasını şart koşarlarsa, o da şöyle yazılır:

Sahih bir şekilde rehini veren ve alanın karşılıklı rızaları ile, re­hini filan oğlu filanın —âdil olduğundan dolayı— yanına koydular. Gerçekten rehin koyan şahıs, rehni bu âdil kişinin yanına koydu. O da, onu her türlü mâni ve münazaadan fariğ olarak teslim aldı.

Eğer, o âdil şahsın satması şart koşulmuşsa; o da şöyle yazılır:

Rehin koyan ve rehin alan (= râhin ve mürtehin) "şu ayın ba­şında satılmak üzere" onu emin kıldılar.

Borçda vâde varsa, o da şöyle yazılır:

Zamanı gelince rehin satılır ve alacaklı onun bedelini alır.

Fazlası olursa, vekile iade eder.

Noksan olursa, borç hâli üzerine kalır; rehin alan, o arta kalan alacağını borçlusundan alır.

En doğrusunu Yüce Allah bilir. [294]

 

Borç Karşılığında Bir Evi Rehin Bırakmakla İlgili Muhtasar Bir Senet Örneği

 

"Filan, filana, şu yerdeki, şu hudutlu evin tamamını şu kadar dirheme karşılık olarak rehin bıraktı. Mürtehinin, rehin bırakan şa­hıs üzerinde, hak, vacip ve lâzım olan sahih bir sebeble alacağı var­dır. O da sahih, caiz ve nafiz, fesaddan ve muhayyerlikten uzak ola­rak rehin bıraktı." denir. Ve teslim alma ile şahit edinme de zikredilir.

En doğrusunu bilen Yüce Allah'tır. [295]

 

Rehin Hususunda, Rehin Alan Şahsın Yazacağı Yazı

 

"Mürtehinin, rehin veren şahsın üzerinde, şu şu kadar dirhem alacağı vardı. O da, sahih, caiz ve nafiz olarak rehin bıraktı." deni­lip sonuna kadar yazılır.

Şayet rehinin intifama izin verirse o da şöyle yazılır: "Gerçek­ten rehin bırakan zat, bu mürtehîne, bizatihi bu evde oturmasına, dilediğinide oturtmasına —şartsız olarak— izin verdi."

Bu durumda, o rehinden intifa (= faydalanma) mubah olur.

Artık bundan sonra,' yasaklasa bile, o mürtehin —önceki izin­den dolayı— rehin bırakan, rehnini alana kadar izinlidir. Mürtehin de bunu yüz yüze kabul eder ve yazı böylece tamamlanır. [296]

 

Menkûl Bir Şeyin Rehin Bırakıldığını İkrar

 

Filan, isteyerek, kasden şöyle ikrar eyledi: O, kölesi filanı (Kö­lenin ismini, sıfatını, kıymetini, söyler.) üzerinde olan şu kadar dir­hem borca karşılık rehin bıraktı.

Mürtehin, bizatihi o rehni muhafaza eder ve onu alacağı sebe­biyle elinde tutar; elinden çıkarmaz. Onu zayi etmez.- Şayet zayi ederse veya ondan bir şey zayi olursa, onu tazmin eder ve o mikdarı alaca­ğından düşer. Artık mürtehin, bunu kabul edince, sahih bir tasdikle tasdik eder ve yazı da tamamlanmış olur. Zehıyre'de de böyledir.

En doğrusunu bilen Allahu Teâlâ'dır. [297]

 

26- VAKIFLARLA İLGİLİ SENET ÖRNEKLERİ

 

1- Mescid Vakfiyesi

 

Bir müslüman, evini, müslümanlar için mescid ittihaz edince, o mescidi mütevelliye teslim edip, insanların girmesine ve orda na­maz kılmasına izin verir de içinde insanlar cemaatle namaz kılarlar­sa; o takdirde, o yer, âlimlerimizin ittifakı ile mescid olur.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'niri kavli diğer vakıflarda, bunun hilafı-nadır ve o da teslim ve kabzdır. İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Mb-hammed (R.A.)'e göre, mescid olması için teslim şarttır. İmâm Eba ¥!-saf (R.A.)'a göre, teslim şart değildir. Kabz müstesna...

İmâmeyn'e göre, iki yol vardır: Birincisi: mütevelliye teslim; İkinci­si: îçinde namaz kılmak... Zahiri mezhebde, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.): "Vakfeden, içinde namaz kılar veya başkası cemaatla veya cemaat-sız namaz kılarsa, o ev Mescid olur." buyurmuştur.

İmâm Muhammed (R.A.) şöyle buyurmuştur:

İçinde cemaatle namaz kıhnmadıkca, o ev mescid olmaz İmâm Ebt Yâstıf (R.A.)'a göre ise, o ev mescit şekline çevirince, mescid ohir; başka şeye ihtiyaç yoktur.

Ba'zı âlimler de, şerhlerde böyle söylediler.

Şeyhu'l-İraâra Necmüd-din en-Nese6 (R.A.), Şürûtu'nda şöyle demiştir;

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.): "Mescidin mütevelliye tesliminin şart olduğunu" zikreylemiştir ve "içinde cemaatla namaz kılınacağını" söylemiştir. İmâmeyn'e göre ise, Mescid şekline getirince mescid olur. buyurmuştur. Bir evin mescid hâline getirildiğini yazmak murad edi­lince nasıl yazılır?

İmâm Munammeö (R.A.) bu hususu zikretmemiştir.

Tahâvî ve Hassâf, bu hususu şöyle yazarlardı:

Filan oğlu filan, aklı yerinde, sıhhati yerinde, işleri caiz olduğu hâlde, isteyerek ve rağbet ederek kendi mülkü olan ve elinde bulu­nan bu evin tamamını mescid eylemiştir.

Ebû Yezid eş-ŞurâtFde şöyle yazardı:

"Şahitler, Şöyle şehâdette bulundular..." diye başlar ve duru­mu sonuna kadar yazardı.

Bazı müteahhirîn âlimleri şöyle buyurmuşlardır:

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve ashabının kıyâsına göre, en uygun ola­nı: "Bu yazı, filandandır.

Çünkü o, yerini mescid eylemiştir. Bu, o yer için bir hürriyettir. Kölenin azâd olması gibi... Kölenin azâd olmasında söylediğimiz gi­bi, üç imamımız da, "bu yazı filandandır." diye yazarlardı. Burada da böyledir.

Müteahhirîn âlimlerinin çoğunluğu, Ebû Yezid'in yazdığı gibi ya­zarlardı. O, "şahitler, şöyle şehâdette bulundular..." diye başlayıp, konuyu sonuna kadar yazardı.

Gerçekten filan, onların yanında ikrar eyledi ve onlar da ikrarı­na şahit oldular. Bedeni sıhhatli, aklı başında, işleri caiz olduğu ve hiçbir illet ikrarına mâni olmayacak birhâlde, arzının (yerinin) veya kendi mülkü olan ve elinde bulunan ve tasarrufunun altında olan evi­nin tamamını, heyetiyle, (köyde, şu mahallede, şu sokakta, şu dört hudut içinde) mescid eyledi. Allah rızâsı için, onun sevabını umarak ve elim azabından kaçarak mescid eyledi. Ve onu mülkünden çıkardi. Allah için beyt (= ev) kıldı. Kulları namaz kılsınlar, diye mescid eyledi. İçinde farz, nafile namazlar kılınsın; Yüce Allah'ın adı gece— gündüz anılsın; içinde ittikâfa girilsin; Kur'an okunsun; ilim öğre­nilsin; ders yapılsın; insanlara kapısı kitlenmesin; Diye mescid kıldı. Ve bunların tamamına izin verdi. Bu izinden sonra, cemaat ona gir­diler ve farz namazı cemaatla kıldılar. Şahitlerin gözü önünde, ezan okundu; kamet yapıldı. Ve buranın tamamı, Allah için ev; kullar için namazgah oldu. Burayı "mescid kıldığını" ikrar eden şahsın o yer­de hakkı kalmadı. Aslında, binasında, yolunda ve hududunda; ken­dinin veya vârislerinin onu bozma veya değiştirme gibi hiç bir şeyde hakkı kalmadı. Bu ikrarına da bir topluluk şahit oldular ve isimleri tesbit edildi. Şu ayın şu gününde tarihi konuldu.

Şayet, bu yazıda "cemaatla namaz kılındı." diye yazılmadı da "içinde namaz kılındı." diye yazıldı ise, ona yine kimsenin bir.yolu olmaz. [298]

 

2- Misafirhane Vakfiyesi

 

Bize göre İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin açık mezhebi, başka va­kıflar gibi, bundan da rücûun caiz olmamasıdır.

İmâmeyn'e göre, rücû caizdir. Bunu yazmak isterse; şöyle yazar: "Vakfeyledi." veya "Tasadduk eyledi."

Yahut şöyle yazar: "Bu yazıda vakf ve tasadduk zikredilmiştir.

Veya: Şahitler şöyle şehâdette bulundular..." denilerek sonuna kadar şöylece yazılır: Gerçekten filan şu yerdeki bu evleri, ve bu oda­ları, bu şufayı, sahih, nafiz ve caiz olarak Yüce Allah'a yakınlık ve Onun rızasını kazanmak maksadıyla, müştemilatı ile birlikte, vak­feyledi. Onda fesad yoktur. Ondan dönüş de yoktur. Onda ikrah da yoktur. Bu ev satılmaz; bağış yapılmaz; miras bırakılmaz ve ona hiç bir yönden ona sahip olunmaz; hiç bir veçhile telef edilmez. Onun ve bütün varlığın hakiki vârisi Yüce Allah'dır. Ve O, vârislerin en hayırhsıdır. Yolculardan gelip geçenler orda yatıp kalkacaklar; is­kân edeceklerdir. Yolcular dâimi olarak, heran her zaman oraya inip kalkarlar.

Şayet vakfedici şart koşarak "müslümanlar müsâfir olurlar; kâ­firler olamazlar." demişse; o da yazılır ve şöyle denilir: Müslüman­lar misafir olurlar; kâfirlerin misafir olması mümkün değildir.

Eğer şart," yalnız şart ilim ehlinin —başkassmın değ;ı— misa­fir olması" ise; o zaman ad şöyle yazılır: Sükkânı (ya'ni burda kala­cak olanlar) ilim ehli, muallimler, müteallimlerdir; başkası değildir.

Şayet, Kur'an ehlinin veya kıraat ehlinin misafir olmasını şart koşarsa; o da bu kıyas üzere yazılır.

Şayet vâkıf (= vakfeden) misafirhanenin tamiri için, başka bir vakıf yapmışsa; o icara verilir. İcarı ile, misafirhane tamir edilir. Vakıf yoksa, oradan bir kısım yer icara verilerek, oranın icarı ile, diğer yerler imar edilir. İmâr bitince de, icara verilen o yerler, icardan alınarak, eski hâlinde bırakılır.

Eğer vakıf, bir şart koşmamışsa, onun îman, içinde oturanlara âit olur.

Sonra şöyle yazılır: Vâkıf, vakfedilen o yeri, kendi mülkünden çıkardı ve mütevelliye teslim eyledi. Mütevelli onu her türlü mâni­lerden uzak olarak, teslim alır. Artık, o yeri, vali, hâkim, kayyım veya sultan tağyir ve tebdil edemez. Her kim değiştirip tebdil ederse, günahkâr olur ve Yüce Allah'ın gazabına maruz kalır. Allah ona ye­ter ve cezasını verir.

Vâkıf için onun niyetine göre ecir vardır.

Âdil hâkim hükmü müslümanlar arasında geçerli olan zat, bu hayrın cevazına ve lüzumuna hükmeder ve onun üzerine âdil bir ce­mâati şahit kılar. Ve onların isimlerini, yazının sonuna tesbit eder. Yazının yazıldığı günün târihini de yazar. [299]

 

3- Vakıf Olarak Mezarlik Yapmak

 

Bize göre, İmânı Ebo Hairife (R.A.) açık mezhebinde rücû caiz olmaz.

Hasan bin Ziyad, şöyle buyurmuştur:

Ölünün defnedildiği yerden, dönüş yapılmaz da, boş olan yer­den rücû edilebilir.

Hâkim Ebâ Nasr eJ-MehrevTnin şöyle dediği rivayet edilmiştir:

Nevâdir'de gördüğüme göre, İmâm Ebû Hamfe (R.A.): "Makbere-yi vakfetmek caizdir." buyurmuştur. İmâmeyn'e göre, Makbereyi vak­fetmek caizdir.

Bunda teslim şartı, —mescid mes'elesinde geçtiği gibi— ihtilaf­lıdır. Mescidi mütevelliye teslim ile mevtayı defin kıyâs edilmiştir.

Bu durum yazılmak istenirse şöyle yazılır:

Filan şahıs» yerini (= arazisini) —mevkiini ve hududunu söyleyerek— sahih ve caiz olarak vakfeyledi. Ve onu, makbere ( = mezarlık) kıldı. Müslümanlar oraya, her zaman ve devamlı olarak ölülerini defnederler. Onlar, hiç bir zaman meri edilmezler. Aralan da açılmaz.

Gerçekten o zat (vakfeden şahıs) insanların Ölülerini oraya def­netmelerine izin verdi. Ve bir topluluk, müslüman ölülerini oraya defneylediler. İşte orası, müslümanlar için mezarlık oldu.

Şayet "müslümanlardan bir taife oraya mevtalarını defneyledi­ler." denmese idi; bu yine de yazılırdı. [300]

 

4- Bir Kimsenin Arazisini Yol Olarak Vakfetmesi

 

Zahir-i mezhebde, bu vakıftan dönülüp dönülemiyeceği hilaf üzeredir.

Hâkim Ebû Nasr'ın İmâm Ebn Hanîfe (R.A.)'den rivayet ettiğine gö­re, gerçekten O, muvafakat üzeredir. Bu vakıf şöyle yazılır:

Filan şahıs, arazisini, umûmi insanlara yol olsun diye vakfeyledi.

Yoldan gelip geçme hususunda kâfir de müslüman gibidir.

Bu durumda yol, misafirhane gibidir.

Mezarlık bunun hilâfınadır. Çünkü mezarlıkta kâfir ile müslü­man cem olmaz.

Bu yazı, sonunda hakimin hükmüne ilhak olunur. Muhıyt'te de böyledir. [301]

 

5- Köprü Yapmak

 

Yazılış şekli: Şahitler şöyle şehâdette bulundular: Gerçekten filah şahıs, nehrin üzerine bir köprü bina eyledi. Nehir umûmi ise, sultanın iznini de yazar.

Nehir bir kavme mahsus ise, "filanın ve filanın izniyle..." der.

Nehir, belirli bir şahsın ise, "filanın izniyle..." der. Köprünün ağaçtan mı tuğladan mı, yapılacağını ve bir kemer üzerine mi, iki kemer üzerine mi, üç kemer'üzerine mi inşa edileceğini beyan eder.

"Bütün insanların gelip geçmesi için..." diyerek; bu yazıyı so­nuna kadar yazar.

En doğrusunu Yüce Allah bilir. Zetayre'de de böyledir. [302]

 

6- Allah Yolunda Atını Ve Savaş Eşyasını Vakfetmek

 

Bu husustaki vakfiye şöyle yazılır:

"Filan şahıs, bütün atlarını (ki onlar şu şu atlardır.) bütün silâ­hım (ki onlar da şu şu silâhlardır.) ebediyyen caiz ve kâim olduğu hâlde, Allah yolunda cihad için vakfeyledi. Fîsebüillâh cihad ehli, bunları her vakit, her zaman kullanacaklardır. Vermede ve almada serbestirler. Sevdiklerinden alırlar; ma'ruf üzere ve cihad için iste­dikleri gibi kullanırlar. Daha elverişli olanla değiştirebilirler. İhtiya­cı olduğu zamanda nefsi için habsedebilir." denir ve bunun üzerine yazı tamam olur.

Keza, bir kimse; kölelerini böylece sebîl yapsa; bunların tamk-mı caizdir. Ehl-i cihad, onları hizmette kullanırlar. İmâm Muhammed (R.A.)'e göre bunlar caizdir.

Bu durum da, yukarda olduğu gibi yazılır. "Su içirme" hususundaki vakıfta da "Ehl-i cihada su içirdi." diye yazılır.

Köleler hakkında da "cihad ehline hizmet edecekler." diye ya­zılır. Ve sonu, hâkimin hükmüne ilhak olur.

Bir kimse, hayvanlardan dişi koyunları sebil yaparsa; onların sütlerini, yavrularını, yünlerini tasadduk eder.

Hakim Ahmet es-Semarkandî Şürûl isimli kitabında şöyle buyurmuştur:

Ehl-i ilim için vakfı hakkındaki sözü dinlenmez. Siyer-i Kebîr'de şöyle zikredilmiştir:

Bir adam, koyunlarının karnındakini veya yünlerini yahut süt­lerini vasiyet eyîese; bu vasiyeti batıldır. Bu şeylerde vasiyet olmaz. Bunlar, bostanın geliri, ağaçların meyveleri gibi değildir...

Bu mes'ele, "koyunların sütlerini, yünlerini ve yavrularını vak­fetmenin caiz olmadıği"nın delilidir.

Ebûl-Leys es-Semerkandî'nin Fetvâlan'nda şöyle zikredilmiştir: Bir adam, bir misafirhaneye, ineğin memesinden çıkan sütü, yağı, misafirlerin çocuğuna vakfeylese; ba'zı âlimler; "Eğer o yerde va­kıflar hakkında bu hâl galebe çalarsa, da, caiz olması umulur." bu­yurmuşlar; ba'zıları da; "Mutlaka caiz olur. Çünkü bu, müslüman-ların beldelerinde örf olmuştur." demişlerdir.

Bu vakfın yazılış şekli: "Filan şahıs, şu şu kaaar deve veya şu şu kadar sığır yahut şu şu kadar koyun vakfeylemiştir; vakıf câizdir; nafizdir; onda fesad yoktur; donüşde yoktur. Bu vakıf satılmaz; bağış da yapılmaz." denilir. Ve vakfiye sonuna kadar yazılır. Ve on­lardan hâsıl olan sütler, yünler ve yavrular, misafirhanede kalan ço­cuklara sarfedilirler. Ve o çocuklardan, istenilene verilir. Sonra da kalanı filan mütevelliye teslim edilir, bu da sonuda hâkimin hükmü­ne ilhak olunur. [303]

 

7- Akarları Vakfetmek

 

Akarları vakfetmenin bir çok şekli vardır: [304]

 

1) Ev Vakfetmek

 

İmâm Muhammed (R.A.) "Bir kemsenin, sağlığında, evini miskin­lere vakfetmesi" konusu ile başlamış ve Vakf Babi'nda şöyle buyurmuştur:

Bir adam, sağlığında evini miskinlere sadaka etmek istese, bu caiz olur mu?

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.), bu hususta:

"Ev elinde iken ölürse, o ev, vârislerine mîras olur." dedi de 'caiz olmaz." demedi; "Gerçeken caiz olur." da demedi. Çünkü, İmâm Ebû Hanîfe (RA.)'ye göre, vakıf, aslında, vâkıfın mülkü üzeri­ne habsdir. Vakfedilen yerin gelirini ve meyvesini tasadduk; evin ve arazinin de menfaatini tasadduk ariyet gibidir. Ariyet ise caizdir.

Ariyet bırakan ölünce, o ariyet vârislere mîras olur. İmam'in kav­line göre, vakıf da böyledir.

Ben:

— "Buna bir çâre yok mu ki, bu sadaka caiz olsun ve onu hiç bir kimse bozamasm?" diye sordum İmâm, şöyle buyurdu:

—Sultan veya vâris bunu bozabilir. O şey üçte birden vasiyet edilmiş olunca, satılır ve tasadduk edilir, işte böylece siyânet hasıl olur. Çünkü o, ibtâlini murad eylemiştir. Ve biliyorki, ibtâl ile isti­fâde olmaz da, onun için ibtâl eylemez.

Sonra, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.), bu husustaki çâreyi öğretmek hu­susunda, şöyle buyurdu:

—Üçte birden vasiyet edilince, o satılır ve bedeli fakirlere ta-sadduk edilir. Ölümümden sonra "vakıfdır sadakadır." demez.

Şayet vakıf, ölümden sonraya izafe edilirse, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'yegöre bu caizdir ve lâzımdır. Ölenin malının üçte birinden çıkınca; vakıf ölümden sonraya muzaf olur. Vasiyyetin ma'nası da böyledir.

İbnü Ebi Leylâ'nın mezhebine göre, geliri ve meyveyi vasiyet et­mek caiz olmaz. Çok kerre hâkime çıkılır.

Görülüyor ki, İbnü Ebi Leylâ'ya göre, bu bâtıldır. Onun kavlin­den taharruz (= kaçınmak) gerekir. Buna göre, bu durum nasıl ya­zılır?" diye sordum İmâm-ı A'zan (R.A.) şöyle buyurdu:

—"Filan şahıs sağlığında, "evfnrn sadaka (= vakıf) olduğu hususunda" söz verdi. Bu ev Allah için vakıftır." diye yazılır.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nın arkadaşları ile Tahâvî ve Hassaf şöyle yazarlardı: "Bunu, filan oğlu filan tasadduk eyledi.

Ebû Yezîd eş-Şürûli de: "Şahitler şöyle şehâdet eylediler..." diye yazardı. Ve devamla: "filan şahıs, evinin tamamını tasadduk eyle­di." derdi.

Ba'zı müteahhirîn âlimleri de: "Bu yazı filandandır..." şeklin­de yazarlardı. Müteahhirîn âlimlerinin çoğu da: "Bu (ev), filanın vakf ve tasadduk eylediğidir." diye yazarlardı.

Bunların tamamı caiz ve güzeldir.

İmâm Muhammed, evi —fariğ olduğundan dolayı— vasıflamadi.

Tahâvî ve Hassâf ise: "Bu fariğ olmuş evdir." diye yazarlardı. Ha­kikaten bu da güzeldir. Çünkü evin meşguliyeti, sadakanın cevazına mânidir. Bu, mütevelliye teslim edilmesini şart görenlere göre böy­ledir. Bu ziyâdeye (ilâveye) mutlaka ihtiyaç vardır. Böylece Tahâvî ve Hassaf'a muhalefet edilmemiş olur.

Sonra da: "Alan için vakfedilmiş sadakadır." dedi. Gerçekten böyle söylemekle, o vakfı, mukayyed sadakadan- ayırmış oldu.

Tahâvî ve Hassâf "sadakatün mevkûfetün lillâhi azze ve celle mü-ebbedetün muharremetün muhtesebetün betletün bettetün" derler ve devamla şöyle yazarlardı: "Bu vakıf) bağış yapılmız; miras bırakıl­maz; hiç bir veçhile mülk olmaz; hiç bir hâlde telef edilmez; aslının üzerine kâim, şartları üzerine mahfûze; Allah yolunda (vakfedilmiştir.) Vârisi Allah'tır. Ve Allah, yerlerin, göklerin gerçek vârisidir. Ö, vârislerin en hayirlısıdır."

Sonra da "...icara verilir." derlerdi. Çünkü, vâkıf, gelerîni ta­sadduk etmeyi vasiyet eyledi. Gelerini tasadduk da ancak onu icara vermekle mümkün olur.

Gerçekten İmâm Muhammed (R.A.), "icâre-i mutlaka" diye söy­ledi; —tasadduk eden şahıs, icara verme hususunda açıklık murad ederse— bu ıtlak doğrudur.

Fakat, bir sene icara vermeyi murad ederse; senette "bir sene" diye zikreder. Bundan fazla vermez. Sene tamam olunca, bir sene daha verir.

Sonra da, "buranın geliri fakirlere tasadduk edilir." diye söy­ler. Nereye sarf edileceği iyice belli olsun diye "Elbette, geliri fakir­lere tasadduk edilecek..."'diye yazılır.Çünkü ebed, — İmâm Ebû Yû­suf (R.A.)'un kavline göre vakfın sıhhatinin şartlarındandır.

"Geliri fakirlere tasadduk edilecek." diye yazümasa bile, umû­mun kavline göre caizdir.

Yûsuf bin Hâlid'in kavline göre caiz değildir. Çünkü sadaka lafzı, buna delâlet etmez.

Vakfeden "bütün fakirleri murad eder." ve bu vakfın geliri bir fakire tasadduk edilecek olursa; bu caiz olur.

Şayet bir fakire vakfederse; bu caiz olmaz. Çünkü, onda ebedî­lik yoktur. Görmüyor musun; "malım sadakadır." sözüyle, "ma­lım fakirlere sadakadır." sözü arasında bir fark yoktur.

Meselede hilaf olunca, "miskinler" diye açıklamak gerekir. Böy­lece ihtilaf konusu aradan çıkmış olur.

Şayet tasadduk eden zat, gelirini, müslümanlafın fukara ve mis­kinlerine, tasadduk etmeyi istiyorsa; vakıf senedine şöyie yazılır: "Ge­liri, fukara ve miskinlerle ihtiyaç ehli olanlara, dâimi tasadduk olacaktır.

İmâm Muhammed (R.A.) bu yazıda, "önce geliri tahsil edilip imar ve ıslahına sarf edilir ve bütün ihtiyaçlarına harcanır; sonra da ar­tan fakirlere harcanır." demedi.

Halbuki, şurût ehlinin tamamı yazıya öyle başladılar. İmâm Mu­hammed (R.A.), bunu söylemedi. Çünkü, bu hususta nas vardır ve bu bir hakikattir ki, fukaraya tasadduk; imardan sonra olur. İmar­sız tanıirsiz, o yerin gelir getirmesi mümkün değildir. Şürût ehlinden olan müteahhirin âlimleri, arazi ve bağda "haracının ve vergisinin verilmesini" de yazarlardı. Çünkü, onlar olmadan olmaz.

Evlerde ve dükkanlarda da vergisi, bekçi parası ve benzen şey­ler yazılır.

Sonra da şöyle yazılır: Allah ve âhirete inanan hiç bir ferde, bu adakadan dönmek yoktur.

Tahâvî ve Hassâf, te'kid olsun diye, bu yazıyı biraz daha artırırlar ve "Allah ve âhirete inanan hiç bir ferde (bu kişi, ister hükümdar, İster hâkim, olsun) bu sadakadan dönmek, onu bozmak ve değiştir­mek, onu tebdil ve ibtal etmek helâl olmaz. Kim böyle yaparsa, ger­çekten o, büyük günah işlemiş olur. Tasadduk edenin ecri, niyetine göredir. Hisabı Allah'tandır."

Bazı âlimler şöyle buyurmuşlardır:

"Allah'a ve âhirete inanana sadakadan dönmek helâl olmaz." diye yazılmaz. Çünkü, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ya göre, bu sadakayı bozmak caizdir. Şayet bozarsa, o sahibinin mülküne avdet eder. ( = döner.) Bu durumda da adam günahkâr olmaz. O takdirde, bu söz yalan olur. Vakfettiği sırada bunu şart koşmuşsa, o vakıf bâtıl olur.

Sonra şöyle yazılır: Filan şahıs, bu evi, sadaka (vakf) ettikten sonra, filana (mütevelliye) teslim eyledi. O filan da evi teslim aldı.

"Teslim" sözü elbette söylenecektir. Çünkü, mütevelliye teslim İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, vakfın yanlarındandır.

İmâm Muhammed (R.A.), bu yazının sonuna: "Bu mütevelli, başkasını mütevelli ve vekil yapar." diye yazmazdı.

Uygun olanı ise, bunu yazmaktır. Çünkü, "vasi ve mütevelli, başkasını vekil yapamaz." diyen âlimler vardır. Ancak, kendisine böyle yapması söylenirse, o zaman yapar.

Azli de böyledir. Ancak, kendine yetki verilirse, azleder.

Sonra da şöyle yazar:

Eğer hükümdar veya başka biri reddeder yahut onda bir kimse­nin ta'nı ( = tenkidi, kınaması) bulunursa; işte o takdirde bu şey üç­le birden vasiyettir ve o satılıp bedeli fakir fukaraya tasadduk edilir. Bu, " vakıf, nakzdan ( = bozulmaktan) korunmuş olsun diye yazılır.

Bu yazının sonuna da, hâkimin hükmü —vakfın sıhhati kuv­vetlensin diye— ilâve edilir. [305]

 

Necmü'd-Dîn Nesefî'nin Yazdığı Bir Vâkıf Senedi

 

Bu, günahında müsrif kulun, sadakası ve vakfıdır. Onun hüs­nü zannı Rabbin afvıdır. Filan, Yüce Allah'ın rızasını istiyor ve se­vabını talep ediyor. O'nun rızasını arıyor ve elem verici azabından, şiddetli ikabından kaçıyor. Yüce Allah'ın kendi üzerinde olan son­suz nimetlerini görüyor; yanındaki nimetlere bakıyor ve görüyor ki, emsalinden yakınlarından hiç bir kimseye verilmemiş nimetleri, ken­disine vermiş. Yarattığı cinsler içinde, şan ve şeref içinde yaratmış; refah ve genişlik içinde yaşatıyor. Zikrini yükseltmiş ve sağlam eyle­miş; kadrini yüceltmiş, şerefli kılmış.

Sonra nefsine bakıyor ki, hassaları noksanlaşmış, kuvveti git­miş, sinirleri bozulmuş, arzusu azalmış, şekvası çoğalmış, saçı sakalı ağarmış, beli bükülmüş, zevali yaklaşmış, irtihal üzre ve âhireti için dünyasından almayı seviyor. Önceki hayatından, sonraki haya­tı için azık tedârik etmeye çalışıyor. Bu günden, yarın için, elinde olanın en güzelinden takdim etmek istiyor. Ölümü ve fakri için, ih­tiyaç vaktine azık tedârik ediyor.  Yüce  Allah:

= Siz, sevdikelirinizden infak etmedikçe, elbette iyiliğe nail olup erişemezsiniz.) buyurmuş...

Eserlerden ulaştı ve haberlerde nakledildi ki; cennetin kapusu üzerinde üç satır yazı vardır: Birinci satırda: Lâ ilahe illallah Mu-hammedün ResûluIIah (Allah'tan başka ilâh yoktur; Muhammed Al­lah'ın resulüdür.) .yazılı.

ikinci satırda: (= Ümmet günahkardır; halbuki Rab gafurdur. (= ziyadesiyle bağışlayıcıdır.) yazılıdır.

Üçüncü satırda ise: (= Yaptıklarımızı, tamamen bulduk. Önceden gönderdiğimiz şeyler bi­ze kazanç sağladı. Geride bıraktığımız bize zarar verdi) yazılıdır.

Ebû Hüreyre (R.A.), peygamber (S.A.V.) Efendimizin şöyle bu­yurmuş olduğunu rivayet etmiştir:

(= Âdem oğlu: "Malım, malım." der. Senin malın, ancak se­nin yeyip ifna eylediğin veya giyip eskittiğin yahut tasadduk edip alı­koyduğundan ibarettir."

Ukba bin Âmir el-Cühenî, Peygamber (S.A.V.) Efendimizin şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: Kıyamet gününde mü'mine, sadakası gölge olur.)

Peygamber (S.A.V.) Efendimiz şöyle buyurmuş­tur: Sadaka Rabbın gazabını söndürür.)

Artık sen, Yüce Allah'ın sana verdiği rızıktan, onun rızası uğ­runda, O'nun sana ilerde vereceğini umarak acilen harca...

Bu   hususta   peygamber   (S.A.V.)'in   şu   va'dına   rağbet et.

Bir kimsenin ölümünden sonra geride bıraktığı şeylerin en hayırlısı, şu üç seyir:

1-) Hayır dua eden iyi bir çocuk.

2-) Sevabı kendisine ulaşan carî bir sadaka;

3-) Ölümünden sonra kendisi ile amel edilen faydalı bir ilim.

Artık, bu kimse eceli yaklaşınca, amelinin kesilmemesini iste­yerek, malının hâlis ve en temizinden, kazancının en değerlisinden, vakıf ve tasaddukta bulunur.

En doğrusunu Yüce Allah bilir. [306]

 

2-) Medrese Yapıp Onu Vakfetmekle İlgili, Eski Bir Vakfiye Örneği

 

Büyük hükümdar, hükümdarların efendisi muzaffer şah, adli müeyyed, imâdu'd-devlet, tâeü'l-millet, İshak'ın babası, Yüce Al­lah'ın halifesi, Nasru Seyfin oğlu İbrahim, mü'minlerin emiri (Yüce Allah emrini yükseltsin ve yardımını aziz eylesin). Celil olan yüce Allah'a yakın olmak; O'nun bol sevabını ummak; azabından, ten­kilinden kaçmak; güzel va'dine ulaşmak ümidi ile, Kur'ân-ı Kerîm'-de buyurduğu üzere: Nefisleriniz için gönderdiğiniz hayırdan, Allah indinde, ecir yönünden daha hayırlı ve daha büyüğünü bulursunuz.)

Ve Nebiyyi'l-Muhtar'ın buyurduğu gibi:  (= Âdem oğlu öldüğü zaman, ameli kesilir; ancak üç kimseninki müstesna (yani bunların amelinin yazılması kesilmez.) Bunlar da: Ölümün­den sonra

1-) Hayır dua eden bir çocuk Dirakan;

2-) Sadakayı câriye bırakan;

3-) İnsanların amel eylediği hayırlı bir ilim bırakan; kimselerdir..

Bu şahıs, (Muzaffer Şah) amelinin kesilmemesini sevdi ve nefsi için Yüce Allah katında, kıyamet günü azık olsun diye, hayır tak­dim etmek istedi. Nida günü için, devamlı kalıcı bir zahire arzu eyledi. Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

(= O günde bütün nefisler hayırdan yaptığının tamamını hazır bulur.)

Bunun üzerine, o, ilim ve din ehlinin toplanması için "bir med­rese yapılmasını emretti."

Şehitliğe muttasıl mescidi, ilim öğrenecek yerleri, kütüphanesi, Kur'an öğrenmek için okutucuların oturması ve insanları terbiye edi­cilerin oturması için yerler; yüz numaralar, abdest alacak, banyo ya­pacak yerler; geniş bir saha ve bahçe; bütün müştemilatı ile yapılıp, tamam oldu.

Semerkant Şehri'nde Bâbu'l-Cedid diye tanınan yerde, bir hu­dudu ana caddeye bitişik; ikinci hududu, Turhan Bey'in kızı Melike Hâtûna âit sahaya bitişik; üçüncü hududu ilim talebelerine vakfedi­len binaya bitişik ve Mukassas Ahmed'in evine bitişik ve kasımın ba­bası, Ata'nın oğlunun evine bitişik ve Melike Hâtûna nisbet edilen hana muttasıldır. Dördüncü hududu ise Hayletâşînin avlusuna men­sup yere bitişik ve Emir Nizâmuddevle'ye mensub hânegâha bitişik ve Melike Türkan Hatuna ait eve bitişiktir.

Sonra hükümdar, bu hayrın devamını ve, seneler boyu böyle de­vamını istedi ve hayır yolu üzerine, sahih bir vakıfla, bu medresenin tamamını, bütün müştemilâtı muttasılâtı ile birlikte tasadduk eyle­di. İyi amelinin ikamesi (ayakta kalması) için, hanı ile, hamamı ile, ahırları, samanlıkları ile, hücreleri (odaları) ile, dört adet dükkanı ile (ki üçü giriş kapusun sol tarafında, birisi sağ tarafındadır); bir başka meşhur han (ki buna nimbilaş derler ve Sa'di Semerkant so­kağında, Zergûban mahallesinde Bagüçe Müflis denilen yerdedir.) bütün müştemilâtı ile (beş adet tuvalet, üç adet hücre, üç adet oda, beş adet ev, üç adet dükkan) Sa'di Semerkant sokağına bitişik Şîr Feruşan diye tanınan sokakta ayrıca bir halis han (ki müştemilatın­da sekiz hela ve büyük abdest hane; onbeş gurfe; onbeş ehvâ evi; iki yüz numara; dört dükkan) Sa'di Semerkant sokağına bitişik ve hân-i Sâmânî diye meşhur yer.(ki sa'di semerkant çarşısındadır.) Bu handa da, beş hücre üst katta; beş hücre de orta katta vardır.

Keza Erkek Hamamı diye ma'ruf, Sa'di Semerkant çarşısında, Köprü Başı Mahallesinde Hammad Sokağında bulunan hamam.

Keza, kira evleri, dokuma evleri, bağ evleri. Cermad köyünde tarlalar... (Bu köy^ Semerkant köylerinden bir köydür.) Bütün ara­zisiyle Anbarker köyü... (Ki bu köy de Semerkant köylerinden bir köydür.

Bu senet de yazılı olanların tamamı vakfeden şahsın hayatında ve ölümünden sonra, bütün hudutlarıyla, haklarıyla, mürafıklany-la, yoluyla, arazisiyle, hanlarıyla, dükkanlarıyla, ehvâ evleriyle, yüz-numaralarıyla, abdest alma yerleriyle, hücreleriyle, gurfeleriyle, bi­nalarıyla, ağaçlarıyla, duvarıyla, altıyla, üstüyle, tavanıyla, odunuyla, üstüvanesiyle, kapılarıyla, tuğlasıyla, kiremidiyle, hamamın yeriy­le, evleriyle, sakıfleriyle, odunuyla, ocağıyla, suyu ile, külü ve kül­hanı ile, çöplüğü ile, su yolu ile, havzı ile, arazileriyle, bağ evleriyle, ağaçlarıyla, akarlarıyla, üzüm çubuklarıyla, nehirleriyle, kanallarıyla, sulamaları ve bütün haklarıyla, harman yeri ve haklarıyla, su yolla­rı ve haklarıyla, az ve çok bütün haklarıyla, dâhilde-harîçte ne var­sa, bütünüyle; sahih, nafiz, vacip, müebbed, sırf Aziz ve Celil olan Allah rızası için, dönüş yapmamak, satılmamak, bağış yapılmamak, rehin bırakılmamak, temmellük edilmemek ve hiç bir şekilde telef edilmemek üzere, aslı üzerine kalmak şartıyla, tasadduk edilmiştir. Vârislerin en hayırlısı Yüce Allah'dır.

Bu vasıflarla vasıflanmış sadakanın gelirinin tamamı, her sene­nin, her ayında Yüce Allah'ın vereceği nzıkdan, önce vakfiyelerin imârına, yeni yeni ağaçların dikimine, mezkur medresenin bütün intiyaçlarma, aynı medresede tahsil yapan fakirlere (ki hanefî Mezhe­bine göre tedrisat yapılmaktadır.) Her sene, onlara vakfın gelirin­den üçbin altıyüz dirhem sarfedilir. Ve her ayın masrafı, üçyüz dirhemdir.

Keza mezkur medresede, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin ashabın­dan olan talebelere, her sene vakfın gelirinden on sekiz bin dirhem harcanır.

Bu harcamadan, senenin her ayma binbeşyüz dirhem tevzî edi­lir. Bunu, müderris o talebelere eşit bir halde veya bazısına daha fazla olmak üzere taksim eder ve herbirine ayda otuz dirhemden fazla vermez.

Keza, vakfın bu gelirinden ilim talihlerine her sene altıyüz dir­hem (senenin her ayında elli dirhem) Sarfedilir.

Keza, aynı medresede halka edeb ve terbiye öğretenlere, bin iki yüz dirhem (Her ay yüz dirhem) sarfiyat yapılır.

Keza, aynı medresede hocalık yapanlara ve Kur'an okutanlara, her sene bin ikiyüz dirhem (Her ay yüz dirhem) sarfiyat yapılır.

Keza, kıraat ve rivâyat âlimlerine ve aynı medresede halka Kur'an okutanlara, her sene, bu vakfın gelirinden binbeşyüz dirhem, (Her ay yüz yirmi beş dirhem) verilir.

Keza, şehitlikte devamlı Kur'an okuyan dört okuyucuya, bu vak­fın gelirinden, her sene üçbin dirhem, (Her birine senede yediyüz elli dirhem) verilir.

Keza, bu medresede ve şehitlikde talebelerin abdest aldığı yer­de, yüz numaralarda yanan lamba kandillerin yağları için, her sene, bu vakfm gelirinden yedi yüz dirhem sarfedilir.

Keza, aynı medresenin suyunu soğutmak için, buz parası ola­rak, yaz aylarında dörtyüz dirhem, bu vakfın gelirinden harcanır.

Keza, ekmek, et; medresedeki misafirlere ziyafet için; ramazan gecelerinde iftar sofrası için; bu vakfın gelirinden, üçbin üçyüz elli dirhem sarfedilir.

Keza, aynı medresede, ramazan gecelerinde, yakılan mum ve kokut ulan buhar için, bu vakfm gelirinden, elli dirhem sarfedilir. Ke­za, her sene, kurban bayramında kesilen kurban için, bu vakfm ge­lirinden bin dirhem ayrılır ve onun beşyüz dirhemine, kurban olma­sı caiz olan bir sığır satın alınıp, bu vakfı yapan zâtın niyetine kur­ban kesilir ve eti fukaraya tasadduk edilir. Kalan beşyüz dirhemine de kurban olacak vasıfta koyun satın alınıp, bu vakfı yapanın ana ve babası niyetine kurban kesilir ve etleri fakirlere tasadduk edilir. Keza, her âşûre gününde, bu vakfın gelirinden, elli fakire, elli kat elbise giydirilir ve âşûre gününün ziyafeti için satın alınan ek­mek, et ve diğer şeylere bu vakfın gelirinden bin dirhem sarf edilir. Keza, medrese ve şehitliğin hizmetine bakan, kapısını kitleyip, açan iki kapıcıya (Her birine altı yüzer dirhem olmak üzere) bin iki yüz dirhem verilir. Bunlar temizlik işlerine bakarlar; süpürürler, ha­sırları ve sergileri sererler; yüz numaraları temizlerler; lambaları ya­karlar ve diğer işleri görürler.

Keza, medrese ve şehitliğin umûmi işlerine bakan âlim bir kişi­ye bu vakfın gelirinden bin ikiyüz dirhem (Her ay yüz dirhem), verilir. Keza, aynı medresenin, birisi kütüphaneye diğeri ise başka işle­re bakan ve medresede yatıp kalkan iki elemanına bin iki yüz dir­hem verilir. Bunlar mütevellidirler.

Böylece, bu medresenin yıllık masrafı (toplam olarak) yirmi iki bin beş yüz dirhem olur.

/erin, göğün ve bütün varlığının hakiki vârisi Yüce Allah'tır. Hayru'İ-vârisîn olan da O'dur.

Şayet, günlerden bir gün, bu medrese ihtiyaçtan uzak kalırsa, o günün masrafı, muhtaç olanlara sarf edilir: elde tutulmaz. Bu sar­fiyat da Semerkant'ta ilim talebesi olan ve Ebû Haiafe (R.A.)'nin mez­hebinde bulunan kimselere yapılır. Eğer bu vasıfta ilim talebesi bu­lunmaz ise, o takdirde müsîüman fakirlere harcanır.

Gerçekden bu mutasaddık, bu vakfın tamamını, Ebn Tâhir Ab-durrahman bin Hasan el-GazzaK'yi bunun umuruna memur kılmış ve ona Allah korkusuyla emâneti edâ etmesini ve vakıf şartlarını yerine getirilmesini emreylemiş; şartlardan hiç birinin tebdil ve tağyir edilme­mesini istemiştir. O zat da bu vakfı sahih ve mânilerden fariğ olarak teslim almıştır. Şahitler de buna şehâdette bulunmuşlardır. Bu yazı sonuna kadar yazılarak, tamamlanır. [307]

 

8- Evlada Ve Evlâdın Evlâdına Bir Şey Vakfetme

 

Bir adam, evlâdına vakf yapmak isterse; bunda bazı vücuhlar vardır:

Birincisi: "Bu arazim, çocuğuma vakfedilmiş bir sadakadır." der.

Bu durumda, bu vakıf,birinci batına ait olur. Vâkıf, bu sözü ile sulbünden geleni murad eylemiştir; ikinci batın ona ortak olamaz. İkinci batından murad, oğlun oğludur. Vakfın geliri oğluna aittir. O olmayınca, bu gelir, fukaranın olur; ikinci batnın olmaz. Her ne kadar, birinci batından kimse kalmasa bile, bu gelir ikinci batından olana verilmez.

Şayet, birinci batından hiç kimse olmazsa; o takdirde, bu vak­fın geliri, ikinci batından olanın olur. Ondan aşağıda olan batınlar, ona ortak olamazlar.

Eğer birinci ve ikinci batından kimse bulunmaz; üçüncü, dör­düncü ve beşinci batından bulunursa; üçüncü batın ve aşağıdakiler (ne kadar çok olurlarsa olsunlar) Bu vakfın gelirine ortak olurlar. İkinci vecih: Vâkıfın: "Bu arazim, çocuğuma ve çocuğumun ço­cuğuna vakfedilmiş sadakadır." demesidir.

Bu durumda bu vakfın geliri, çocuğuna ve çocuğunun çocu­ğuna aittir. Batn-ı sâni ile murad, oğlunun oğludur; bunlara üçüncü batın ortak olamaz.

Üçüncü vecih: Vâkıfın: "Bu arazim, oğluma, oğlumun oğluna, oğ­lumun oğlunun oğluna vakfedilmiş bir sadakadır." demesidir.

Bu durumda, kıyasa göre^bu vakfın geliri o üç Batma tahsis edilir.

İstihsan da ise, her ne kadar aşağıda olursa olsun, o gelire bü­tün batınlar ortaktırlar.

Dördüncü vecih: Vâkıfın: "Bu yerim, veledime vakfedilmiş bir sa­dakadır." demesidir.

Bu durumda vâkıfın kendi sulbünden çocuğu olmaz da; oğ­lunun oğlu olursa, bu vakfın geliri, oğlunun oğluna verilir.

Sonradan kendinin bir oğlu dünyaya gelirse; bundan sonra, o vakfın gelirinin tamamı ona verilir.

Beşinci vecih: Vâkıfın: "Bu yerimi, evlâdıma, evlâdımın evlâdı­na, evlâdımın evlâdının evlâdına ve ebeden onların nesline vakfedil­miş bir sadaka kıldım" demesidir

Bu durumda, bu vakfın altına, vakfeytediği günden itibaren doğacak olan ve daha önce doğmuş bulunan bütün evlâdı dâhil olur ve bunlar, bu vakfın gelirine ortak olurlar. Bu vakfın geliri meyda­na çıkmadan ölen evlad, hisseden mahrum olur. Gelir meydana gel­dikten sonra ölen ise, ona hak sahibi olur ve ölenin vârisleri onun hissesini alırlar.

Bu durumda yukarıda olan batınla aşağıda olan batın müsavidir.

Ancak, vâkıf (vakfeden): "Önce yukardaki batın, sonrada onu takip eden batın alsın." derse; dediği gibi olur.

Eğer: "Yukarı batında kimse var iken; aşağı batında olana bir şey yok." demiş olursa; öyle olur.

Bu cins mes'eleler çoktur. Ve Vakıf Kitabı’nda yazılmıştır.

Bir kimse, bir yerini, evlâdına ve evlâdının evlâdına vakfetmek isterse; onu yazmak uygun olmaz ve o yeri, evlâdına ve evlâdının ev­lâdına, —ölümünden sonra— ebediyyen vakfeder.

Bu surette kendi çocuğu için vakıf eâiz olmaz. Çünkü o, başkası için vasiyet menzilindedir. Vârisâçin vasiyet de caiz olmaz; ancak, bu, diğer vârislerin izniyle caiz olur.

Oğlunun oğluna gelince, ona vakfetmek caizdir. Çünkü o, ba­basının sağlığında vâris olamaz. Fakat oğlun oğluna vakf caizdir. Ölümden sonraya izafe etmeden ve ona vasiyet etmeksizin, kendi sul­bünden olana vakfetmeyi caiz görenler de olmuştur.

Bu, İmâmeyn'in kavlidir.

Bu durumda,kendi sulbünden olanevlâdı,vakfedicinin sağlığın­da, bu vakfın gelirine hak sahibidir.

Onun ölümü ile de bu vakıf batıl olmaz.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye gelince, ölümünden sonra izafe edil­medikçe, vakıf sahih olmaz,

Biz: "bir adam, çocuğuna veya çocuğunun çocuğuna sağlığın­da vakfettiğinde, sulbî olan oğlu oldukça; bu vakfın gelirinin tama­mı, oğlunun oğluna verilmez." dedik. Çünkü, vakfedici, bu gelirin tamamını, kendi öz oğlu var iken, oğlunun oğluna vermez. Bu gelir, her sene oğlu ve oğlunun oğullarına —adam başı— taksim edilir, bu hisseler, oğlunun oğullarına vakıf yönünden isabet eyler; kendi oğ­luna ise, veraset yoluyla isabet eder. Hatta, karı, koca ve diğerleri, bu gelire ortak olurlar.. Çünkü, mîras, —ba'zısının haricinde— vâ­risleri bir kısmına tahsis edilmez.

Şayet kendi oğlu ölürse, işte o zaman, bu vakfın gelirinin tama­mı, —vakıf hükmü ile— oğulunun oğullarının olur.

Hilâl: "Bu mes'ele bu vecih üzeredir." demiştir.

Âlimler de: "Bu cevap doğrudur." demişlerdir.

Hatta bir adam önce kendi kendine; kendisinden sonra da fa­kirlere vakfeylese; bu caizdir.

Uygun olanı, öz oğlunun ölümünden sonra, oğlunun oğluna va­kıf etmesidir. Çünkü sağlığında oğluna isabet eden vakıf değildir; ancak oğlunun oğlu için vakıf ölümünden sonradır.

Oğluna, sağlığında ve ölmünden sonra vakfederse; bu vakıf, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre veledine karşı sahih olmaz. Bu zahirdir.

"Hâli hayatı" sözü, lâğivdir, boştur. Çünkü İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, sağlığında vakfetmek sahih değildir; çünkü bu, vâ­rise vasiyet olmuş olur.

İmâm ey rf e gelince onların kavli hususunda âlimler ihtilaf eyledi­ler: Bazıları; "Caiz olmaz. Çünkü, vakıf ölümden sonra, vasiyet olur." demişlerdir.

Bazıları ise: "Bu vakıf caiz olur. Çünkü, "ölümünden sonra" sözü, boş bir sözdür." demişlerdir. Bunun açıklaması: İmâmeyiı'e göre, vakıf, hâli hayatında sahih ve lâzım olur. Vakfeden şahsın ölümüy-lede batıl olmaz. —Bu husus önce geçmiştir. Ba'de mevtihi (= ölü­münden sonra) sözü, te'kiddir, Bu durumda vakıf, Ve, bu sabit ol­muştur. Vakfın butlanı gerekmez. En doğrusunu bilen Yüce Allah'tır. [308]

 

9- Taksim Edilmemiş Bir Ev Veya Bir Arazinin Vakfedilmesi

 

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un kavline göre, bu vakıf caizdir.

İmâm Mubammed (R.A.)'e göre ise caiz değildir Bir adam, bir yerinin tamamının veya bir Kısmının, sağ olduğu müddetçe, kendi nefsine vakfedihnesini; sonra da gelirinin fakirlere olmasını şart koşsa, bu vakıf İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, bâtıl­dır, (= geçersizdir.)

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) ise: "Bu vakıf sahihtir." buyurmuştur.

Bu vecih hakkında çok yerde ihtilaf mevcuttur:

Fatayh Ebu Ca'fer, şöyle buyurmuştur:

Eğer gelirinden yemeyi şart koşarsa, İmâm Muhammed (R.A.)'e göre caizdir. Ve şöyle yazılır:

"Bu vakıf, yaşadığı müddetçe nefsine aittir."

Bu mes'ele hâkime ulaşınca, o; eğer vakfın mütevellinin olma­sını murad ederse; şöyle yazılır:

Bu vakıf, yaşadığı müddetçe mütevellinindir.

Bu vakfın gelirini, mütevelli, Allah yolunda, hayır yolunda, iyilik yönünde, dilediği gibi harcar. O yer, vakfedilmiş bir sadakadır. Öl­düğü zaman, işte bu sadaka Allah Yolunda nafizdir.

Sonu hâkimin hükmüne ilhak olunur. Şayet, hâkimin re'yi, o vakfı veya onun bir kısmını satmak olursa; maslahat gereği, onun krymetiyle vakıf için daha faydalı olanı satın alır. Ve bu durumu şöyle yazar:

Vâkıf (= vakfeden şahıs), bu vakfı satmayı murad eyledi veya ondan bir kısmını maslahat icabı sattı ve parasıyla da bu vakıf için daha elverişli olan bir şey satın alıp, onun yerine koydu.

Şayet, hâkimin reyi onu bozmak, tebdil etmek şeklinde ise oda şöyle yazılır:

Vâkıf, bu vakfın yerine daha sevimli ve faydalısını koymak is­tedi ve onu daha faydalı bir şekle çevirdi.

Vâkıf bundan sonra ölürse; bu vakıf tebdil ve tağyir edilmez; artırılmaz ve eksiltilmez ve ona hiç bir kimse giremez ve çıkamaz. Bu vakıf hâli üzere kalır; hiç bir kimse, onu tağyir edemez

Şayet vâkıf, bu vakfı değiştirdikten sonra ölmüşse; bu durum­da, bu vakıf, vâkıf öldüğü zaman ne hal üzere ise, öyle kalır. [309]

 

Vakfın Sıhhati Hususundaki Hükmün Yazılış Şekli

 

Vakıf senedinin arka tarafına, besmeleden sonra şöyle yazılır:

Şehirde ve havâlisinde hükmü geçerli, imzası ve inâbesi nafiz, (Yüce Allah tevfîkini devamlı eylesin) evkaf, ahkâm ve kaza işleri­nin mütevellisi filan hâkim şöyle buyururdu: "Ben, bu vakfın sıh­hatine hükmeyledim. Bu vaîcif, senette (vakfiyede) vasfedilmiş ve açık­lanmıştır; caizdir, geçerlidir, lâzımdır; yerleri ve hududu yazılıdır.

Senette yazılı olan dükkanlar, misafirhane, han, hamam ve di­ğerleri ile onların müştemilâtı olan binalar ve onların üstünde — altında olan odalar, menziller sahanlık, mezkûr şartlar üzerine tescil edilerek, üzerine âdil kişilerden şahitler edinilir ve tarihi yazılarak, bu yazı tamam olur.

En doğrusunu bilen Yüce Allah'tır. Muhıyt'te de böyledir. [310]

 

27- HÂKİM TÂYİNİ İLE İLGİLİ YAZI ÖRNEKLERİ

 

Allahu Teâlâ'nın tevfik ve inâyetiyle bize göre, hâkimlerin ya­zısına, önce kitâbü'l-menâşir'den başlanır. İsmail bin Ubbad, bir insan, bir iş konuştuğu vakit, ona beyaz bir kağıt atar ve ona: "Bu işe âit vasiyetini yaz." derdi.

Semerkant hâkimi de şöyle buyurdu: Eğer, kitabeti'1-menşûru irâde edersen, şöyle yazarsın: Filan, filana, onun ilmini, diyanetini, nezâhatini, sıyânetini bilerek vasiyet eyledi ve ona hükümleri tanı­masını haber verdi ve onun, hayırlıların, iyilerin yoluna gitmekte ol­duğunu gördü. Onun için bir zelle tanımadı. Onda bir halel görmedi ve ona itimat eyledi, güvendi. Ve ona, şu beldenin hükümet işlerini havale eyledi. Ve ona: Aziz ve Celil olan Yüce Allah'tan gizlide ve aşikarda korkmasını ve ondan sakınmasını" söyledi. O, takaddüm edilenlerin en hayırlısı, en faydalısıdır: Ve hazırlananların en güzelidir.

Cenab-ı Hak şöyle buyurmuştur:

Gerçekten Yüce Allah, sakınan­lar ve muhsinler ile beraberdir."

Ve ona, "Kuran'ı düşünerek okuması, onun hüccet-i zahiresi­ni tefekkür edip, edille-i bâhiresini teemmül etmesi" söylenir.

Kur'an hakkın direğidir; sidkın yoludur, sevabın müjdeleyicisi, ikâbın korkuducusudur. Kur'an gizlileri açıklayıcı karanlıkları aydınlatıcıdır.

Allahu Teâlâ şöyle buyuruyor: (= Ona, bâtıl, ne önünden ne ardından (hiç bir suretle) yaklaşamaz. O, hamid (= herkes tarafından öğülen); hakîm (= hikmet sahibi) olan Allah'dan indirilmiştir.

Ve ona, "Allah resulü (S.A.V.)'in sünnetlerini ve eserlerini öğrenmesi" söylenir. Ve peygamberin hadislerini ve haberlerini te-ahhüd etmeyi; hükmüne ve vasiyetlerine onu müntehi kılmayı" söy­ler. Gerçekten O, hidâyete çağmadır. Ve O, nevasından hiç bir şey konuşmaz. Kim, onun emirleriyle emrederse zengin olur. Kim ya­saklarından, kaçınırsa, selâmet bulur. Gerçekten Allahu Teâlâ ken­di taâtı ile, O'nun taâtını yan yana kıldı. Kitâb-ı Muhkeminde, "onun sözüyle amel etmeyi kendi hitabiyle amel etme gibi" kıldı.

Ona "din ve ilim ehliyle oturması" söylenir.

"Fıkıh ve fehm ehli ile müdarese yapması ve onlarla gücü yetti­ği kadar müşâveret etmesi" söylenir. Çünkü sehiv ve galattan berî olamaz; zelel ve sakatdan da emin olamaz. Meşveret akıllıların yo­ludur. Mübâhase doğruyu buldurur.

Gerçekten Aziz ve Celil olan Allahu Teâlâ, Kerîm olan Resulü­ne, Hakîm olan kitabında şöyle  buyurmuştur:

(= İş hususunda onlarla istişare eyle. —İstişareden sonra da — Bir şeyi yapmaya karar verdin mi, artık Allah'a güven ve dayan. Ger­çekten Allah tevekkül edenleri sever.)

Keza, ona, kapıyı açmasını ve perdeyi kaldırmasını söyler. Böy­lece da'vâlı ve davacı ona ulaşabilirler.

Hâkime "mahkeme olanlara müsavi şekilde bakması" söylenir. "Hüküm zamanı, adaletle hükmetmesi" söylenir. "Hiç bir şekilde, hasmi kavlile ve fiil ile, diğerine üstün tutmaması" söylenir.

Allahu Teâlâ hükmü, almada ve yaymada, doğru ve âdil bir te­razi kıldı ve orada, şerif ile deniyi müsavi eyledi. Allahu Teâlâ'nın şu kavli ile zayıf için kuvvetliyi tuttu:

seni yeryüzünde halife kıldık. O halde,  insanlar arasında adaletle hükmet)

Ve hâkime şöyle söylenir: İki kişi muhakemelerine getirdikleri zaman, aralarında Kitabın nassı ile hükmeder. Şayet orada bulamaz ise, Allah Resulünün kuvvetli sünnetinden ve sahih selim eserlerin­den talep eder; orda da bulamaz ise, icmâ-i müslimînde arar; icma-da da bulamaz ise, bütün vüs'at ve taharrisinden sonra, kendi re'yi ile hükmeder. Muhakkak ki kitabı tutan hidâyete ermiştir. Sünnete tâbi olan kurtulmuştur. İcmaya sarılan hatâdan salim olmuştur. İc-tihadeden ise, Allahu Teâlâ şöyle buyurmuştur: (~ Bize itaat uğrunda mücâhede eden­lere (iç ve dış düşmanlarla savaşanlara) gelince, elbette biz onlara yollarımızı gösteririz.)

Ve hâkime "hududu tesbit etmesi" söylenir.

Şahitlerinin, âdil olmalarını ister.

Hâkimin suçluya acımaması gerekir.

Allahu Teâlâ şöyle buyurmuştur

(Kim Yüce Allah'ın hududunu çiğnerse, işte o zâlimin tâ kendisidir.)

Hâkime-şöyle denir: "Kim yanında şahitlik yaparsa, insanlar arasında temiz olanların sîreti meşhur, iffetli temiz, tama'dan salim olanların şehâdetini kabul edersin." Ve hâkime: "Dulları, yetimleri —velileri olmazsa— küfüvleri (= denkleri) ile evlendirmesi" söyle­nir. Hâkime, "âlim, da'vâ ve kaza ilmine muttali, tesecili bilen, şu-rût ve ahidleri muhafaza eden, sözleşme yazılarını tanıyan bir kâtip seçmesi" söylenir.

Bu kâtibe de, "hüküm defterini ve onda sabit olan vesikaları, sicilleri, vekâlet yazılarını, hapislerin isimlerini alması" söylenir.

Hak mefruzdur. Bâtıl metruktür. Hamd cennet meyvesidir. Şü­kür ni'meti bağlamakdır. Tama' nedamettir. Öfke aklı giderir. [311]

 

Hâkimin, Bir Kadının Nafakasını Takdir Etmesi

 

Hâkim, karısı için, kocaya nafaka takdir etmeyi irâde ederse; o kocayı huzuruna alır ve ona "karısı ve çocuğu için nafaka vermesini" emreder.

Eğer hâkim, kocanın, bu kadına nafaka vermeyeceğini bilirse; o takdirde, kocasına karşı, onun için her ay ihtiyacı kadar nafaka hükmedip, un, katık, yağ ve emsali ihtiyaçları veya bunların bedeli olan dirhemleri her ay verilmek üzere takdir eder.

Bu durumunda yazılması istenirse, şöyle yazılır:

Filan oğlu filan hâkim şöyle buyurdu:

Ben, filânın karısı filâne için, onun huzurunda, şu kadar dir­hem nafaka hükmeyledim. Ona, muntazaman her ay, "kadına bor­cunu ödemesini; emrettim ve bu yazının yazılmasını da —hüccet ol­sun diye— emrettim." der ve yazının tarihi de yazılır.

Şayet koca huzurda yokken kadın gelip nafaka talebinde bulu­nur ve "kocasının gaip olduğunu" söyleyip "kendisine nafaka bı­rakmadığını da" anlatarak beyyine de ibraz eder ve "filan oğlu fi­lan kızı filâne, filan oğlu filanın karışıdır. Ve kocası gaiptir." derse; bu durumda, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.): "Ben, gaibe karşı hükmeyle-mem." buyurmuştur. İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)-ise: "Gaibe karşı nafa­ka hükmedilir. Ve ne zaman gelir de onu ikrar ederse, o zaman na­fakası alınır." buyurmuştur.

İmâm Ebû Yûsof (R.A.)'a göre nafaka hükmedilince, o, kadın için bir alacak olur. Bununda yazılması istenince, şöyle yazılır: Filan oğ­lu filan hâkim, —söylediğimiz gibi— nafaka takdir eyledi ve onu imzaladı. [312]

 

Hâkimin, Kayyım Seçip Tayin Etmesi

 

Filan oğlu filan hâkim, şöyle buyurdu: "Filan şahsa ait vak­fın hâli bana getirildi. Vakıf muztaribdir,, işleri dağınıktır; ona gö­rüp gözetici birisi gerektir. Güvenilir bir cemaat, bunu bana söyledi.

Filan oğlu filan, iyi hâli ile doğruluğu ile vasfedildi. Ben de onu, o vakfı muhafaza, onun meyve ve gelirini artırması; gelirini, şartları­na uygun sarfetmesi için nasbeyledim ve ona Yüce Allah'dan kork­masını söyledim." der ve bu yazı tamamlanır. [313]

 

Vasî Veya Kayyım Üzerine Bir Murakıp Tâyin Edilmesi

 

Hâkim şöyle der: Filan oğlu filan, bana şöyle haber verdi: Fi­lan oğlu filan şu vakfın kayyumudur. (veya filan zatın terekesinin vasisidir.) Bu tereke, bir murakıba muhtaçtır. Ben, bu işi doğru bir haber olarak buldum. Hakikaten bu kayyum (veya vasî) onun hâlini murakabe edecek bir murakıba muhtaçtır. Bende, filâna karşı, — Onun fetâneti, zekâsı, doğruluğu, güvenilir oluşu— sebebiyle bir ih­tiyar meydana geldi ve onu ihtiyar ederek, o kayyum (veya vasiye). Karşı bu şahsı murakıp nasbeyledim. Ve, o vasî (veya kayyıma) şöy­le emreyledim: "Tereke hususunda kendi başına bir iş yapma. An­cak, bu murakıba danıştıktan sonra yap." Ve bununda yazılmasını, hüccet olsun diye emreyledim. "Ve Allah korkusuyla emreyledim." der. Zahîriyye'de de böyledir. [314]

 

28- YAZIŞMALARLA İLGİLİ ÇEŞİTLİ MESELELER

 

Söylediğimiz şeyden bir şey yazmak istersen, elbette târihini yazarsın ve tarihi iltibas ve iştibahı kessin diye yazının sonuna yazarsın.

Her memleketin ve her millet ehlinin bir târihi vardır. Olayları onunla tarihlendirirler ve vakıfları onunla bilirler. Rumlar için ta­rih, Zülkarneyn'in ölümünden itibaren başlar.

Fersler (Acemler), İranlılar için târih âdil hükümdarları olan Yez-decürd'ün ölümüdür ki, bu, onların son hükümdarlarıdır.

Arablann tarihi önce İsmail (A.S.)'ın çocuklarının Mekke'den çıkışları; sonra meşhur Fil Vakası senesi, sonra da Ömer ibni Hattab (R.A.)'dan itibaren hicrî senedir.

Hz. Ömer (R.A.), önce Nebî (S.A.V.)'in bisetini, tarih başlangı­cı irâde eyledi; sonra, vefatını tarih başlangıcı olsun istedi.

Sonra da: "Hicretten başlasın." dedi. Çünkü, hicret İslâm'da gelişme vaktidir. Önce ramazan ayın; sonra da^muharrem ayının ib-tidâsı (başı) yıl başı olarak, tarih başlangıcı oldu.

Arablann senesi, kameridir; diğerlerinin senesi ise şemsîdir. [315]

 

Vakıf Senedi Örnekleri

 

Vakıf senedinin (vakfiyenin) çeşitli yazılma şekilleri vardır. Bir örneğini aşağıya yazıyoruz.

Filan oğlu filan, Rabbine, yaratıcısına yaklaşmak; ilâhına, rı-

zık vericisine tevessül etmek, haşr ve neşr gününe azık hazırlamak için, tasadduk ve vakf eyledi. O gün, öyle büyük bir gündür ki, o günde, mal ve evlad fayda vermez. Ancak, Rabbin huzuruna selim bir kalb ile gelmek fayda verir. Bu şahıs, (vâkıf), uzun yolculuk için azık edindi... Dünyada gelip geçici bir yolcu gibi idi; hazırlık yap­maya gayret gösterdi... Ve cidden çalıştı... Ve kendi öldükten son­ra, amelinin kesilmemesini sevdi..., Beşerin Efendisi ve En büyüğü, mahşerde Livanın sahibi olan Peygamber (S.A.V.) Efendimiz: "İn­san ölünce, ameli kesilir..." hadisini buyurmuştur... Bu şahıs (va­kıf), genişlik vaktinde Rabbımn belâların definde, kendine yardım­cı olmasını ve cennetlere girmeye vesile olmasını diler... Hâlid bin Maldan, Peygamber (S.A.V.) Efendimizin şöyle buyurduğnu rivayet etmiştir:

( = İyilik ve kötülük, kıyamet gününde iki varlık olarak gelir. İyilik, iyilik yapanları cennete götürür. Kötülük de, kötülük ehlini cehenneme götürür. Dünyada iyilik ehli olanlar, âhirette de iyilik eh­lidirler. Dünyada kötülük ehli olanlar da, âhirette kötülük ehlidirler.)

"İşte bu şahıs, bu vakfın tamamını, hâlis niyetle, safi maksatla tasadduk eylemiştir." denilir ve vakfiye sonuna kadar —vasiyet ve vakf yazısında söylediğimiz gibi— yazılır. Yalnız, biz burda —yazı daha sağlam olsun diye— bir takım şeyler daha söyleriz: Vâkıf vak­fını evlâdına karşı yapacak olunca, bizim yazdığımız gibi, şöyle ya­zar: Bu vakfın gelirinin fazlasından, vakfeden şahsın evladı olan fi­lan ve filan ile filâneye devamlı olarak, —doğup tenasül edip, bir batından sonra diğer batın, bir nesilden sonra diğer nesil oldukça— sarf edilir. Ancak, yukarda bir batn var iken, aşağıdaki batından bi­rine nasip (hisse) verilmez.

Bu vakfın gelirinden, o şahsın evladının erkeklerine iki; kızları­na bir hisse verilir.

Şayet vakfeden şahıs, erkek kadın müsavi almalarını şart koş­muş ve: "Erkek-kadın, istihkakda müsavidirler; erkekler kadınlara üstün tutulmazlar." demişse; öyle olur; fakat, doğruya en yakını ön­cekidir. O, daha çok sevap getiren şekildir.

Bundan sonra şöyle yazılır:

Onlar inkıraza uğrayıp yok olurlar ve onlardan hiç kimse kal­mazsa; o zaman, vakfın geliri fakirlere, muhtaçlara sarfedilir.

Vakfeden bu şahıs, bu vakfı elinden çıkardı; diğer emlâkinden ayırdı ve onu, sahih bir teslimle mütevelliye teslim eyledi. Bundan 1 sonra o vakfın umuru, (işlerinin yürütülmesi) mütevelliye aittir. Mü­tevelli de o vakfı sahih bir teslim alışla teslim aldı. Şayet yazıya ilâve et de "zengin olan evlâd vakfın gelirinden almayacak; şayet fâkirle-şirse, alacak." derse; buda güzel olur.

Eğer evlâdına vakfetmez de, "fazlasını nefsine şart kılarsa" önce söylediğimiz gibi olur.

Şayet ölümünden sonra, salih bir kişinin, kendinden bedel (kendi yerine) hac yapmasını irâde ederse; oraya sarf edilir. Gidiş—geliş ki­fayet miktarı, —önceklikle— hac masrafına ayrılır. Ondan sonra, bu vakfın gelirinden âdem oğullarının en büyüğü. Âlemlerin Rabbı-nın Resulü Muhammed (S.A.V.)'den bedel bir kurban kesilir. İkin­ci bir kurban da vakfı yapanın babasından bedel; bir kurban da ana­sından bedel, (filan kızı filâne için); dördüncü kurban da vakfeden­den bedel kesilir.

Bunların tamamı her sene kurban günlerinde kesilir. Bunlar, bu adamın ölümünden sonra, Yüce Allah'a teberrük ve ona vesile için, böyle yapılır. Vakfın gelirinden bu kurbanları kesip derisini yüzene ücret verilir. Bu kurbanların etleri, yağları, kuyrukları, başları, ayak­ları, derileri, fakirlere ve ihtiyaç sahiplerine verilir.

Vakfın gelirinin fazlasından âşûre günü için, zağferan satm alı­nıp, helva yapılır.

Bundan da fazla olursa; kalan kısım, kazaya kalan namazı, ve­remediği zekatı, nezir borçları ve kefaretleri için fakirlere sarfedilir. Mütevellinin bunlardan yemesinde de bir günâh yoktur. Hem yer, hem de dilediğine yedirir.

Keza, vakfın gelirinin fazlasından, mahallenin su ihtiyaçları gö­rülür; buz alınır; buz yapılır ve saka ücreti verilir; böylece yaz gün­lerinde insanlara soğuk su dağıtılır.

Yüce Allah'a ve âhiret gününe inanmış olan, —valilerden, ka­dılardan, hâkimlerden— hiç bir kimseye, bu vakfın şartlarını değiş­tirmek, tebdil etmek, helâl olmaz.

Kim işittikten sonra tebdil eder, değiştirirse; işte onun günâhı, onu tebdil edenin üze rinedir. Allah'ın, melleklerin ve bütün insanların laneti onun üze rine olsun.)

En ihtiyatlı olanı, vakıfta, müslümanların hâkiminden birinin hükmünün bulunmasıdır. Böylece ihtilaf zâü olur. .

Vakfın sıhhati için, bu hükmün cereyan tarzı şöyledir: Senedin arka tarafına, vakıf için şöyle yazılır: Hâkim, filan oğlu filan mütevellidir. Kaza, ahkâm ve evkaf iş­lerine bakar; şu şehrin ve_çevresinin hükmü nafiz, imzası geçerli hâ­kimidir.   Ve O, şöyle der:

Ben, senette vasfı yazılı bu vakfın lüzumuna, cevazına, sıhhati­ne hükmeyledim. Tamamı hakkında, şu mevkide, şu hudutlu yer için­de dükkanları, misafirhaneleri, hanları, hamamları ve diğer bütün müştemilatı ve binalarıyla, altında —üstünde ne varsa, (odalar, sa­hanlıklar, mezilier her ne varsa,) mezkur şartlar ve vücuhlar üzeri­ne, bu vakfın sıhhatine hükmeyledim. Ve bu sadakanın cevazına hükmeyledim.

Selef bilginlerinden ve din âlimlerinden açıklanmış şartlarıyla, yollarıyla sıhhatine hükmeyledim ve vakfediciye bu hudutlar içinde olan vakfiyenin tamamından elini çekmesini teklif eyledim ve bu hu-susda belirli olan kayyuma teslimini emreyledim ve taarruzu terketmeşini, vakfın cevaz ve sıhhatine muhalif hareket yapmamasını söy­ledim. Bu vakıf ve sadakanın tamamı, hüküm meclisimde gizli ka­paklı olmaksızın, alenî ve apaçık bir şekilde cereyan eyledi. Ve ben, tescile yazılmasını hüccet olsun diye huzurumda olanlardan güveni­lir, doğru kişileri şahit ederek tarihininde emreyledim." Zahîriyye'de de böyledir. [316]



[1] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/531.

[2] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/531-532.

[3] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/532-534.

[4] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/534-536.

[5] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/536-537.

[6] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/537.

[7] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/537-538.

[8] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/538-539.

[9] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/540-541.

[10] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/541-543.

[11] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/543.

[12] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/543.

[13] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/543-544.

[14] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/544.

[15] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/544-545.

[16] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/7.

[17] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/8-9.

[18] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/9.

[19] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/9-10.

[20] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/10-13.

[21] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/13-14.

[22] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/14-15.

[23] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/15.

[24] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/15-16.

[25] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/16.

[26] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/16-17.

[27] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/17.

[28] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/17.

[29] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/17-18

[30] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/18.

[31] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/18.

[32] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/19-21.

[33] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/21.

[34] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/22.

[35] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/22-24.

[36] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/24-26.

[37] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/26.

[38] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/26-27.

[39] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/27.

[40] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/28-29.

[41] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/30-31.

[42] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/31.

[43] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/32.

[44] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/33-34.

[45] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/34-38.

[46] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/38-39.

[47] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/39-40.

[48] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/40-42.

[49] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/43-44.

[50] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/44-45.

[51] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/45-46.

[52] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/47-67.

[53] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/68.

[54] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/68-72.

[55] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/72.

[56] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/73.

[57] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/73-74.

[58] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/74-75.

[59] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/75-76.

[60] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/77.

[61] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/77-79.

[62] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/79.

[63] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/79.

[64] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/80.

[65] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/80.

[66] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/80-81.

[67] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/81-82.

[68] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/82-83.

[69] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/83-84.

[70] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/84.

[71] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/84-86.

[72] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/86.

[73] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/86-87.

[74] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/87.

[75] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/87.

[76] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/87-88.

[77] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/88.

[78] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/88-89.

[79] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/89.

[80] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/89-90.

[81] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/90.

[82] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/90.

[83] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/90-91.

[84] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/91.

[85] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/91.

[86] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/91.

[87] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/92.

[88] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/92.

[89] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/93.

[90] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/93.

[91] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/93.

[92] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/93-94.

[93] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/94-95.

[94] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/95.

[95] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/95-96.

[96] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/96-97.

[97] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/97.

[98] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/97.

[99] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/98.

[100] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/98.

[101] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/98-99.

[102] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/99-100.

[103] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/100-101.

[104] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/101.

[105] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/102.

[106] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/103-107.

[107] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/107-108.

[108] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/109-110.

[109] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/110-113.

[110] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/114.

[111] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/114-115.

[112] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/115-116.

[113] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/116-117.

[114] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/117-118.

[115] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/118.

[116] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/118.

[117] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/119.

[118] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/119.

[119] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/120.

[120] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/120-121.

[121] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/121-122.

[122] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/122.

[123] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/122-123.

[124] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/123.

[125] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/123-124.

[126] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/124-125.

[127] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/125.

[128] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/125-127.

[129] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/127-128.

[130] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/128.

[131] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/128-129.

[132] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/129-131.

[133] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/131.

[134] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/132.

[135] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/133-134.

[136] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/134.

[137] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/134-135.

[138] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/135-1337.

[139] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/138.

[140] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/138-140.

[141] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/140.

[142] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/140-141.

[143] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/141.

[144] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/141.

[145] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/142.

[146] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/142.

[147] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/143.

[148] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/143.

[149] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/144.

[150] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/144.

[151] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/144-145.

[152] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/145.

[153] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/145-146.

[154] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/146.

[155] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/146.

[156] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/146-147.

[157] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/147.

[158] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/147.

[159] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/148.

[160] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/148.

[161] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/149.

[162] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/149.

[163] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/149-150.

[164] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/151.

[165] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/151-152.

[166] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/152.

[167] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/153-154.

[168] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/154.

[169] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/155.

[170] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/155-156.

[171] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/156-157.

[172] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/157.

[173] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/158.

[174] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/158-159.

[175] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/159-160.

[176] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/160-161.

[177] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/161.

[178] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/161.

[179] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/162-163.

[180] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/163.

[181] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/164-165.

[182] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/165.

[183] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/165-166.

[184] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/166.

[185] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/166.

[186] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/167.

[187] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/167-168.

[188] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/168.

[189] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/168-169.

[190] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/169.

[191] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/169-170.

[192] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/170.

[193] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/170-171.

[194] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/171.

[195] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/171-172.

[196] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/173-174.

[197] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/174-175.

[198] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/175-176.

[199] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/176.

[200] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/176-177.

[201] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/177-178.

[202] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/178.

[203] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/179-180.

[204] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/180.

[205] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/181.

[206] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/181.

[207] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/182.

[208] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/182-183.

[209] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/183.

[210] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/183-184.

[211] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/184-185.

[212] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/185-186.

[213] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/186.

[214] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/187-188.

[215] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/188-193.

[216] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/193.

[217] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/193-194.

[218] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/194.

[219] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/194-195.

[220] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/195.

[221] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/195-196.

[222] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/196.

[223] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/196.

[224] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/196-197.

[225] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/197.

[226] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/197-199.

[227] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/199.

[228] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/199-200.

[229] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/201-203.

[230] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/203.

[231] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/204.

[232] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/205.

[233] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/206.

[234] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/206.

[235] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/207.

[236] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/207-208.

[237] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/208.

[238] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/208.

[239] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/208.

[240] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/208.

[241] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/209.

[242] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/209.

[243] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/209-210.

[244] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/210.

[245] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/211.

[246] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/211.

[247] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/212.

[248] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/212-213.

[249] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/213-214.

[250] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/214.

[251] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/215.

[252] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/216.

[253] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/216-217.

[254] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/218.

[255] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/218-219.

[256] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/219.

[257] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/219-220.

[258] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/220.

[259] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/220.

[260] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/220-221.

[261] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/221.

[262] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/221.

[263] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/222.

[264] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/222-223.

[265] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/223.

[266] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/223-224.

[267] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/224.

[268] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/224-225.

[269] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/225.

[270] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/225-226.

[271] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/226-227.

[272] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/227.

[273] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/227-228.

[274] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/228.

[275] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/228.

[276] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/229.

[277] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/229-230.

[278] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/230.

[279] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/231.

[280] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/231.

[281] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/232.

[282] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/232-233.

[283] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/233.

[284] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/234.

[285] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/235.

[286] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/236-237.

[287] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/237.

[288] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/237-238.

[289] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/238-239.

[290] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/239.

[291] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/239.

[292] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/239-240.

[293] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/240.

[294] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/241-242.

[295] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/242.

[296] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/243.

[297] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/243.

[298] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/244-246.

[299] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/246-247.

[300] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/248.

[301] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/248-249.

[302] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/249.

[303] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/249-251.

[304] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/251.

[305] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/251-255.

[306] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/255-257.

[307] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/257-262.

[308] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/262-265.

[309] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/265-266.

[310] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/266.

[311] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/267-269.

[312] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/270.

[313] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/270-271.

[314] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/271.

[315] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/272.

[316] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 14/272-276.