KİTABU'L-GASB. 2

1- GASBIN MANÂSI, HÜKMÜ VE GASBLA İLGİLİ DİĞER MESELELER.. 2

Gasbın Mânâsı: 2

Gasbın Şartı: 2

Gasbın Hükmü: 2

2- MAĞSÛBUN, GÂSIP VEYA BİR BAŞKASI TARAFINDAN TEGAYYÜR EDİLMESİ 4

3- HELAK EDİLDİĞİ HALDE, TAZMİN EDİLMESİ GEREKMEYEN ŞEYLER.. 12

4- GASBDA, TAZMİNATIN MÂHİYETİ VE KEYFİYETİ 14

5- GASBEDİLEN BİR MALIN, BAŞKA BİR MALA KATILMASI VEYA KARIŞMASI 16

6- MAĞSUBÜN MİNH'IN, MAGSUBU, GASIBTAN GERİ ALMASI HÂLİNDE TAZMİNAT GEREKİP GEREKMİYECEĞİ 18

7- GASB HAKKINDA DA'VA; MAĞSÛBÜN MİNH'LE GÂSIP ARASINDAKİ İHTİLAF VE GASB HUSUSUNDA ŞEHÂDET. 21

8- GÂSIBIN, MAĞSÛBTAN FAYDALANMASI 25

9- GASBEDİLEN ŞEYİ TELEF ETMEK.. 27

10- GASBEDİLEN ARAZİYE BİR ŞEY EKİP DİKMEK.. 28

11- MAGSUP BİR KÖLEDE MEYDANA GELECEK NOKSANLIĞI GÂSIBIN ÖDEMESİ 30

12- MAĞSUBU, GÂSIBTAN, BİR BAŞKASININ GASBETMESİ VE GASBEDİLEN ŞEYİ EMANET. 31

BIRAKMAK.. 31

13- HÜR, MÜDEBBER, MÜKÂTEP VEYA ÜMM-Ü VELED OIAN BİR ŞAHSIN GASBEDİLMESİ 34

14- GASB HUSUSUNDA ÇEŞİTLİ MES'ELELER.. 35


KİTABU'L-GASB

 

1- GASBIN MANÂSI, HÜKMÜ VE GASBLA İLGİLİ DİĞER MESELELER

 

Gasbın Mânâsı:

 

Gasb: Bir kimsenin, mukavvim ve muhterem bir malını, sarâlıa ten, delâleten veya âdete göre izni olmaksızın, iuıksı/ yere, elinden vc\;i daire-i tasarrufundan ahzetmektir.

Bu malın, sahibinin elinde (yanında) olup olmaması arasında bir fark yoktur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir Kimse, sahibi ile malı arasına hulul e\lese. buna tazminat ge rekmez. Çünkü, bu gasb değildir.

Bir adam, sahibini, malını korumakdan men eder u' o inal da zayi olursa; bu da gasb değildir ve tazminat gerekme/. Ycnâbî"dc de böyledir. [1]

 

Gasbın Şartı:

 

Ebû Hanîfe (R.A.)'yegöre, gasbın şartı, alman malın, menkûl { taşınır) mal olmasıdır.

Bu, aynı zamanda, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un da son kavlidir. Hatta, bir adam, bir akan gasbeylese, İnıânıeyn'e göre, bu tazmiruı ti mucip olmaz, Nihâye'de de böyledir. [2]

 

Gasbın Hükmü:

 

Gasıb, günahkar olur.

Bile bile, bir şeyi gasbeden şahıs o şeyi borçlanır ve öder. Eğer, gasbettiği bilinmez ve aldığı zannedilir veya aynını satın alır.

sonra, o şeye bir hak sahibi çıkarsa; gasıbm üzerine, o aynı (= o malı) sahibine vermesi vacip olur.

O malın zayi olması sebebiyle, bizatihi vermesi mümkün olmuyor­sa (kendi eliyle zayi etmesi veya başkasının eliyle zayi olması gibi) eğer bu şey mesliyyattan ise, (ölçülen, tartılan şeyler gibi) onun mislini mağ-sûba öder.

Mislinin ( = benzerinin) tükenmiş olması sebebiyle ona da gücü yet­mez ise, o şeyin, da'vâ zamanındaki kıymetini öder.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre böyledir.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.): "Gasb günündeki kıymetini öder." buyurmuştur.

İmâm Muhmmed (R.A.) ise: "O şeyin emsalinin tükendiği zamanki kıymetini öder." buyurmuştur. Kâfî'de de böyledir.

Misli (— benzeri) olmayan bir şey gasbediîince, bi'I-icma o şeyin gasbedildiği günkü kıymeti ödenir. Sirâcü'I-Vehhâc'da da böyledir.

Bir şeyin tükenmesi demek, onun satıldığı çarşıda bulunmaması demektir. O şey her ne kadar evlerde bulunsa bile, ona itibar edilmez. Tebyîn'de de böyledir.

Alimlerden pek çoğu, İmâm Muhammed (R.A.)*ın kavliyle fetva vermişlerdir.

Sadru'l-Kebîr Bürhânü'l-Eimme ve Sadnı'ş-Şehîd Hiisamü'd-Din ile diğer ba­zı âlimlerimiz de, İmâm Ebû Yûsuf (R.Â.)'un kavliyle fetva verdiler. Kifâ-ye'de de böyledir.

Sadra'I-İslâm Ebû'l-Yiisr Kitâbü'1-Gasb Şerhi'nde şöyle buyurmuştur: Her ölçülen şey, misli değildir. Her tartılan şey de mislî değildir.

Gerçekte mislî olan şey, tartılan ve ölçülen şeylerden, birbirine yakın olan şeylerdir; ayrı olanlar misliyyattan değildirler.

Muhıyt Sahibi, CâmiuVSağîr Şerhî'nde şöyle buyurmuştur:

Adediyyat da mütekâribedendir. Bunların tamamı, emsal sahibi- ' dirler. Ölçü yönünden olsun; tartı yönünden olsun, adet yönünden ol­sun bu böyledir.

Mislî olmayanların tamamı, kıyemî (= kıymet sahibi) olur.

Bâzincan gibi şeyler bu nevidendirler. Buna göre kıyâs, uygun olur.

Soğan, sarımsak mislî olan şeylerdendir. Bir kısmı küçük, bir kıs­mı büyük olsa bile, cinsi bir olduktan sonra, farketmez.

Şeyhü'l-İslâm Ali İsbîcâbî, Sahih Şerhi'nde şöyle buyurmuştur:

Bakır ve tunç misliyattandır.

Şeftali, kaysı gibi şeyler de misliyattandır. Çünkü adedidirler. ( = Sayılacak şeylerdendir.) Birbirine yakın olan şeylerdir. Fiisûlü'l-İmâdiyye'de de böyledir.

Yaş üzüm ve —herne kadar çeşidi çok isede— Kuru üzüm bir çeşit sayılır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Siyeri Kebîr'de şöyle denilmiştir:

Bir-kimse, başka birinin peynirini telef ederse; onun kıymetini öder. Peynir mislî olmayan bir şeydir. Bununla beraber, tartılan şeyler­dendir. Çünkü, peynir apayrı bir şeydir.

Peynir hakkında misline itibar edilirse, selem caiz olur. Zehıyre'de de böyledir.

Şahm (= İç yağı) ve Fahm (- Kömür) mislidirler. Toprak, kıymet sahibidir

Eğrilmiş ip-iplik-mislidir. Bayanmış şey mislidir. Gınye'de de böyledir.

Fetvalarda zikredildiğine göre, sirke, şıra mislidirler.

Un, kepek, kireç, alçı, pamuk, pamuk ipliği, yün, yün ipliği, sa­man, bütün nevileriyle keten, ibrişim (ipek) kalay ve pirinç dedikleri ma­den, demir, kına, civit, kurumuş reyhan gibi şeylerin tamamı mislidir.

Buz mislidir.

Fetâvâyi Reşîdü'd-dîn'de ve başka yerlerde: "Bunlar kıymete tabidirler" denilmiştir. Fevâdİd'de ise şöyle denilmiştir. Gerçekten su, kıymet sahibidir.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmam Muhammed (R.A.)'a göre, kâğıt mislidir.

Nar, ayva, hıyar, pancar, karpuz, kavun çeşitli şeyler yani ayrı ay­rı varlıklardır. Kıymete tabidirler.

Reşîdü'd- din'in Fatvâtan'nda şöyle zikredilmiştir:

Tartılan her şey, seçilmesi imkânı olmayan şeyle karıştığı zaman, bunların tamamı mislî olmakdan çıkarılıp, kıymet sahibi olurlar. Ba'-zan biri çok olur. Bazande biri az olur. Bazanda eşit (= müsavi) olur­lar. Bunların benzerlerine itibar edilir.

Gübre kıymete tâbidir.

Odun, yaprak, ağaç bunların tamamı kıymet sahibidir.

Sergi (hah, kilim, hasır) kamışdan yapılan sergi ve benzerleri kıy­met sahibidirler.

Keza ekmeğe katık olan yiyecekler, ham deri, olgun deriler, elbise gîbi* iğne gibi şeyler kıymet sahibidirler. Çünkü bunlar çeşitli şeylerdir.

Pişmiş yemek, yaş reyhan otu, bakliyyat, kamış, kuru odun kıy­met sahibidir.

Süt mislidir.

Yoğurtun uygun olanı, kıymet sahibi olmasıdır. Çünkü çeşitlidir; kimi tatlıdır kimi eskidir, kimi sulu kimi katıdır.

Kâdi Zahîrii'd-dînin Fetvâlan'nda şöyle zikredilmiştir:

Et hangi şekilde olursa olsun, —ister çiğ et, ister pişmiş et olusun— sahih olan kavil kryemîdir.

Bu bi'1-îcma böyledir. Füsûlü'l-İmâdiyye'de de böyledir.

Pişmiş et, iç yağı, kuyruk yağı ve yaş peynir, kıyemîdir. Gınye'de de böyledir.

Arpa ile karışan buğday, mislî olmadığından kıymetine göredir. , Hidâye'de de böyledir.

Kâdîhân, Câmiu's-Sağîr Şerhi'nin, Buyu' Bahsi'nde, şöyle buyurmuştur: Zâhir'ü-rivâyeye göre,  ekmek  kıyemîdir.  Füsûlü'l-Imâdiyyede de böyledir.

Güneşte iyice kurumuş zerdali misliyyattandır; kurumamış ola­nı ise kıyemiyattandır. Gınye'de de böyledir ı

Bazı âlimler: "Bakır ve tunç kıyemîdir." demişlerdir. Kâdîhân ise: "Mislidir." buyurmuştur. Füsûlü'l-İmâdiyye'de de böyledir.

Tuğla, kiremit, kerpiç gibi şeyler misliyyattandır.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'den bu hususta iki rivayet vardır. Gınye'de de böyledir.

Gasb olunan şey;

a-) Menkul (= taşınan) veya

b-) Gayri menkûl (= taşınamıyan), bir mal olur. Ev, arazi, bah­çe, bağ, değirmen ve benzerleri gibi...Menkul da

a-) Ya misli olur. (Ölçülen ve tartılan şeylerin bazıları gibi...)

Ve adedî olur. (Ceviz, fülûs ve benzerleri gibi...)

b-) Veya mislinin (= benzerinin) gayri olur. Hayvanlar ve ekilen şeyler gibi...

Adedi değişik olanlar ise, kavun, karpuz, nar gibi şeylerdir.

Gasbedilen şey, tartılan ve ondan bir şeyler yapılan şeylerden de olabilir.

Gayri menkulün gasb olanı, ev, akar, dükkan gibi şeylerdir.

Bunlar semavî bir âfetle yıkılabilirler veya sel gelip evi, bağ ve bah­çeyi tahrip edebilir. Araziye sel basıp, kıymetini düşürür, su altında ka­lır; bu durumda olanlara, tazminat gerekmez.

Bu, İmam Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmam Ebû Yûsuf (R.A.)'ün son kavli­ne göre böyledir. Tahâvî şerhı'nde de böyledir.

Sahih olanı da budur. Cevâhiru'l-Ahlâtî'de de böyledir.

Şayet, bu şeylere, başkaları vasıtasıyla bir zarar verilirse, bu za­rar onu meydana getirene ödettirilir. İmâm Ebû Hanice (R.A.) ile İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un görüşü budur.

Eğer, zarar gasbedenin eliyle meydana gelmişse, bu durumda taz­minatı bi'1-icma gâsıp yapar.

Zâd kitabında. "Sahih olan görüş bu iki imâmın görüşüdür." buy-rulmuştur. Müzmarât'ta da böyledir.

Taşınır malda olduğu gibi, gasbedilen ev ve araziye yapılan nok­sanlıklarda tazmin ettirilir. Bu bi'1-icmâ böyledir.

Noksanlığın manâ ve izahında görüş ayrılığı vardır. Nusayr Bin Yahya şöyle buyurmuştur:

"Duruma bakılır: Önceki kıymeti ile sonraki kıymeti arasında nok­sanlık varsa, o noksanlık tazminata tâbidir." Tebyîn'de de böyledir.

Elyak (en uygun) olanı da budur.

Fetva da bununla verilir. Fetâvâyi Kübrâ'da da böyledir.

Bir adam, başka birinin arazisini gasbedip, oraya kendi tohumunu eker; bir miktarda harcama yaparsa; İmâm Ebû Hanîfe (R. A.) ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, şöyle yapar: O yere, iki kür tohum ekmiş, bir kür-lük de harcama yapmış ve ordan sekiz kür mahsul almış, o yere.de bir kür değerinde noksanlık vermişse, işte ordan dört kür alır kalan dört kürü tassadduk eder. Tebym'de de böyledir.

Bir adam, birisinin döşeğinde uyur veya sergisinin üzerine otu­rursa; o gâsıp sayılmaz.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre gerçek gasp, bir şeyi yerinden ayırıp götürmeden önce tahakkuk etmez.

Kendi fi'liyle zayi etmedikçe de tazminat gerekmez. Felâvâ-yi Kâdî-hân'da da böyiedir.

Bir adamın kölesini gasbedip, bir işte öiene kadar çalıştıran kimse, o kölenin bedelini, efendisine öder. Zehtyre'de de böyledir.

Bir adam, başka birisinin kölesine: "Şu ağaca çık kaysi topla ve ye." der; o köle de ağaca çıktıktan sonra düşüp ölürse; emredene bir şey gerekmez. Şayet..."benim için çık." demiş olsaydı, tazminat gere­kirdi. Mııhıyl'te de böyledir.

Felâvâyi Kâdîhân'da da, bu böyledir. 

Bir adam, bir sabiye: "Şu duvarı yık." der ve o da, onu yıkar­ken ölürse tazminat gerekmez.

Şayet: "Benim için yık." derse, bi'I-icma tazminat gerekir.

Eğer sabiye: "Şu ağaca çık benim için meyve dök," der; çocuk da ağaca çıkıp o meyvelerden kendisi yerken meyve boğazına durup ölür­se, o adama tazminat gerekmez. Çünkü çocuğun yaptığı, onun söyledi­ği değildir.

Ebâ'l-Feth Muhammed Bin M ah mu d Bin Hüseyn El Esterûşnî Esile ve Ecvibe kitabında da böylece beyan etmiştir.

Bir adam, bir hayvanı, —sahibinin izni olmadan— çeker veya sürer yahut ona biner veya onun üzerine yük yükletirse ö hayvan, ister o hizmetten yorulsun; isterse yorulmasın, tazminat gerekir. Yeiiâbi ve Fusû'l-Imâdiyye'de de böyledir. [3]

 

2- MAĞSÛBUN, GÂSIP VEYA BİR BAŞKASI TARAFINDAN TEGAYYÜR EDİLMESİ

 

Gasbedilen bir mal, gasbeden tarafından bozulur hatta ismi de izâle (— yok) edilir ve onun menfaati büyütülürse, o mal kendisinden gasb olunan zatın mülkiyetinden çıkar ve gasbedenin mülki olur.

Gâsıp, gasbeylediği malın bedelini o malın sahibine ödemedikçe, o sebepten elde ettiği menfaat, ona helâl olmaz. Hidâye'de de böyledir.

Gasb edilen mal, gasbedenin elinde noksanlaşırsa, gasbeden şa­hıs, gasbeylediği mal ile birlikte, onun noksanını da tazmin eder.

Ancak o noksanlık, başkasının cinayeti sebebiyle olursa, malı gas-boiunan şahıs o noksanlık hakkında muhayyerdir: İsterse, gasbedene ödetir; Bu durumda gasbeden şahıs, cinayet sahibine müracaat eder. İs­terse, cinayet işleyene müracaat edip noksanlığın bedelini ona ödetir; o ödeyince müracaat edeceği bir yer yoktur.

Gasbedilen (= Zoraki, haksız yere alınan) mal, gasbedenin ya­nında, değerini artinrsa; işte o fazlalık, asıl mal sahibine iade edilir. Hu-lâsa'da da böyledir.

Bir adam, bir elbiseyi gasbedip, onu kırmızı veya sarı boya ile böyarsa; bu durumda elbise sahibi muhayyerdir; Dilerse elbisenin bo­yasız hâldeki bedelini ödetir ve elbise gâsıbın olur; dilerse, elbiseyi alıp, gasbedene boya oedelini öder; isterse, elbise sahibi elbiseyi satar ve pa­rasının, boyanmadan önceki kıymeti kadarını kendisi alıp, boyası ka­dar parayı da gasbedene verir. Mebsût'ta da böyledir.

Şayet gasbolunan elbiseye, başka birinin elbisesinin boyası do­kunursa; yine elbise sahibi muhayyerdir: Dilerse, boyanın bedelini öder; dilerse elbise satılır herkes hakkını alır. Serahsî'nın Muhıyü'nde de böyledir.

Gasbeden şahıs, elbiseyi siyaha boyarsa; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) "Siyah renk, elbisenin kıymetini eksiltir. O takdirde elbise sahibi mu­hayyerdir: Dilerse o elbiseyi gasbedene bırakır ve beyaz iken olan bede­lini alır; isterse, hem elbiseyi hem de eksilen bedelini alır.

İmâmeyn'e göre ise, siyah renk de diğer renkler gibi kıymetini artırır ve hükmü onun hükmü gibidir. Tahâvî Şerhı'nde de böyledir.

Sahih olan, imamlar arasında bu hususta ihtilaf yoktur. Çünkü İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin cevabı, siyaha boyandığı zaman elbisenin ku-surlanması veya kıymetinin eksilmesi hâline göredir.

İmâmeyn'in cevabı ise, örf ve âdet olarak boyanan elbise kıymetle­nir, cevap o zamana göredir. Müzmerâf'ta da böyledir.

Şayet boya, elbisenin kıymetini eksiltirse, (Şöyle ki: Elbisenin kıy­meti otuz dirhem iken, boya sebebiyle yirmi dirheme düşerse) İmâm Mu-h a nimeti (R.A.) şöyle buyurmuştur: "Elbiseye bakılır: Boya, elbisenin kıy­metini yirmi dirhemden yirmi beş dirheme çıkarır ve aslıda otuz dirhem olursa, adam elbisesini aldığı gibi beş dirhem daha alır. Tebyîn'de de böyledir.

Bir elbise sahibi, boyacıdan zoraki usfur alır ve elbisesini boya­tırsa, o usfurun bedelini kendisi tazmin eder. Yani, o kadar usfur verir. Serahsî'nın Muhıytı'nde de böyledir.

Bir adam, diğer bir adamın elbisesini, bir diğerinin de usfurunu gasbeder ve onunla, o elbiseyi boyar; sonra da her ikisi de gelirlerse, usfur sahibi, usfurunun misli veya kıymeti verilene kadar onu elinde tu­tabilir. Eğer usfurun misli yoksa, kıymetini alır.

Siyah boya da böyledir. Bu, bil-icma böyledir. Gasbedilen elbise bir adamın, boya ise başka bir adamın olur; ona karşı bir takdir de ya­pılmaz ise, istihsanda, elbise sahibi isterse, elbisesini alır; boyanın kıy­metini tazmin eder; isterse, elbise satılır elbisenin boyanmadan önceki kıymetini elbise sahibi alır; boyanın bedelini de boya sahibi alır. Meb-sûi'ta da böyledir.

Bir adam, diğer bir adamın hem elbisesini, hem de usfurunu gas­beder ve onunla, elbiseyi boyarsa; elbise sahibi, onu o hâlde alınca, gas­bedene başka bir şey gerekmez. Elbise sahibi isterse, hem elbise hem de boyasının kıymetini gasbene ödetir. Serahsi'ni.ı Muhıyü'nde de böyledir.

Usfur (- bir cins boya), elbise de başka bir adamın olduğunda, her ikisi de boyanmış elbiseyi almaya râzi olurlarsa; buna haklan yok­tur. Fakat elbise sahibi, elbiseyi alır da boyanın mislini veya kıymetini gâsıba verirse, boya sahibi gâsıbtan boyasının mislini alır. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Elbise rehin olur ve rehin alan onu boyarsa, o elbise rehinlikten çıkar. Rehin alan şahıs, onun kıymetini sahibine tazmin eder.

Elbise de boya da rehin olduğu takdirde, rehin bırakan şahıs ister­se, her ikisini de rehin alana ödetir; isterse, o hâline razı olur ve yine, rehin olarak râhinin yanında kalır. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Elbise sahibi, usfuru gasbederek, elbiseyi boyar ve satarsa, bu durumda boya sahibinin, müşteride bir hakkı yoktur.

Ancak, onun hakkı usfuru (boyayı) gasbeden şahıstadır. Tatarhâ-niyye'de de böyledir.

Bir adam, bir elbise gasbederek, onu kendi nefsi için, usfur ile boyar; sonra da onu satar veya o kaybolur ve elbise sahibi gelerek müş­teriyi da'va eder; boya sahibinin vekili de onu tevsik ederse; elbise sahi­bine hükmedilir ve alıcı ile satıcı arasındaki ahm-satım muamelesi bo­zulmuş olur. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Bir adam oir elbiseyi gasbedip onu dürüp bükerek katlar veya yıkarsa, sahibi onu alınca, gâsıba bir şey gerekmez. Çünkü, onu katla­mak malın değerini artırmaz. Ancak, sıfatını değiştirmiş olur. Yıkamak da kirini gidermek, olur. Esman (= bir nevi temizlik maddesi, çöven) ve sabun elbisede aynen kalır; suya da iltifat edilmez Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Bir adam sevik gasbedip, ona yağ kattığında, sahibi muhayyer olur: isterse, sevikî ödetir ve onu gasbedene teslim eder; isterse, onu alır ve yağını borçlanır.

cl-Asl'da şöyle zikredilmiştir:

"Sevikin kıymetini öder. Çünkü sevik, benzeri olmayan ve misli kalmamış durumundadır. Mislinden nıurad, "yerinde kalmamıştır." de­mektir". Hidâye'de de böyledir.

Bal ve yağa gelince, bunların asılları asıldırlar; birbirine katışın­ca, durum başka olur.

Yağ, miske katışınca, eğer yağ çoksa misk boya mesabesindedir. Eğer bu katışma birbirini bozar ve kıymetini artırmaz ise işte bu zayi olmuş hükmünde olur. Fetâvâyi Kerhî'de de böyledir.

Bir adam, diğerinin elbisesini gasbedip onu sökse ve dikmese, o takdirde duruma bakılır: Eğer sökülüş büyük zarar açmamışsa, (zayi olmak gibi...) artık, elbise sahibi muhayyerdir: Dilerse, elbisesi ile nok-sanlaşan kıymetini alır. Az noksanlık vermişse, elbiseyi terk etmez; de­ğilse, elbiseyi terk edip kıymetini alır.

Şayet söktükten sonra geri diker ve sahibinin hakkından da nok-sanlaşma olursa dikili zamanındaki kıymetini tazmin eder. Tahâvî Şerhi­nde de böyledir.

Bir adam, diğerinin elbisesini, fahiş bir şekilde yırtarsa; bu.du­rumda elbise sahibi muhayyerdir: Dilerse gâsıba, elbisesinin kıymetini tam ödetir ve elbise gasbenin olur. Çünkü o, ıslahı mümkün olmayacak şekiide helak etmiştir.

Sulh olmaları da doğru olmaz.

Şayet elbiseyi alırsa, noksanım ödetir. Çünkü, o, hakikaten bir yön­den noksanlaşmıştır.

Eğer az bir şekilde yırtarsa, gâsıp onu tazmin eder ve elbise sahibi elbisesini alır. Çünkü aslı durmaktadır ve her yönden kaimdir.

Yırtık fahiş (= çok) olursa, faydasının bir kısmı duruyor olsa bile, bir kısmı gitmiştir ve ona noksanlık isabet etmiştir. Z.irâ İmâm Mu ham-med (R.A.) el-AsI Kitabında: "Elbiseyi yırtmak; fahiş noksanlıktır ve fay­dasının bir kısmına nünâfidir." buyurmuştur. Kâfî'de de böyledir.

Şeyh Şemsü'l-Eimme Serahsî şöyle buyurmuştur. Yırtılan elbisenin hükmü, sahibinin muhayyerliğindcdir:

Eğer yırtık çoksa, isterse elbise ile birlikte noksanlığının karşılığını alır.

Yırtık az ise, o —diğer mallarda olduğu gibi— isterse, elbiseyi terk edip elbisenin bedelini veya benzerini alır. Noksanı tazmin etmede riba korkusu da vardır. Nihâye'de de böyledir.

Bir adam, bir elbise gasbettiğinde, o elbise, onun yanında bozu­lur veya sararırsa; sahibi, elbiseyi ve değerinin noksanını alır.

Bu noksanlık az olduğu zaman böyledir.

Şayet çok olursa, elbise sahibi elbiseyi almakla almamak arasında muhayyerdir.

Şayet gasbedilen şey ölçülen veya tartılan cinsten olur ve o gas-beden şahsın yanında taaffur ederse (= kokarsa); fesada giden o mağ-sup (- gasbolunan mal) gasbedenin olur ve onun mislini, sahibine öder.

Şayet mal sahibi, o malı, o durum da kabul eder ve alırsa, bu du­rumda gasbedene, başka bir şey gerekmez. Muhiyt'te de böyledir.

Eğer gasbolunan bir köle veya bir câriye olur ve gasbeden şahıs da onun elini veya ayağını kesmiş bulunursa; onun sahibi, köle veya ca­riyenin kıymetini gasbedene ödetir ve gasbolunanı, ona terkeder.

Dilerse, onu öylece alıp, noksanını, tazmin ettirir. Zahîriyye'de de böyledir.

Bir adam, diğerinin koyununu keserse; koyun, sahibi muhayyer­dir: Dilerse, o kuyunun kıymetini ödetip, koyunu ona bırakır; dilerse onu öylece alıp, noksanını tazmin ettkir.

Devesini kesmek de böyledir.

Zâhir'ü-rivâyede şayet hayvan, eti yenmeyen cinsten olur; gasbe­den de onun bir tarafını kesmiş bulunursa; sahibi, onun tamamım gas­bedene ödetir. Bu her yönüyle zayi olmuş gibidir; kölenin durumunda değildir. Çünkü, insanın bir tarafı kesilince menfaattan tam kesilmez; onun, kesilen yerinin diyeti ile birlikte geri alınması vardır. Hidâye'de böyledir.

Bu mes'ele Kübrâ kitabında da böyledir.

Nevâdîr'de şöyle zikredilmiştir:

Bir hayvanın kulağı veya bazı yeri kesilirse, noksanı.tazmin ettiri­lir. Hayvanın kulağının kesilmesi, az bir noksanlıktır.

Kuyruğunun kesilmesi de böyledir; noksanlığı nisbetinde. tazminat yaptırılır.

Şüreyh şöyle buyurmuştur;

Hâkimin eşeğinin kuyruğunu kesen şahıs, onun kıymetinin tama­mını öder. Başka birinin eşeğinin kuyruğunu kesen şahıs ise, noksanını öder. Başka bir şey gerekmez. Zehıyre'de de böyledir.

Bir adam, bir eşeğin arka veya ön ayağını kestikten sonra, o eşe­ğin Sahibi eşeği keserse, eşek sahibine bir şey gerekmez.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre böyledir. Fetâvâyi Kâdîhân'dâ da böyledir.

Bir adam, başkasının öküzünü döverek kaburgasını kırarsa, İmâ mı A'zam Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, kıymetinin tamamını öder.

İmâmeyn'e göre ise, meydana gelen noksanlığı öder. Gınye'de de böyledir.

Bir adam, yük taşıyan atın veya katırın yahut eşeğingözünü çı­karırsa, onun kıymetinin dörtte birini tazmin eder.

Bu, bütün hayvanlarda —şayet çalışıyorlarsa— böyledir; değilse, noksanını öder. İmâm Muhammerf (R,A.) CâmiıTs-Sağîr'de şöyle buyurmuştur:

Yük taşıyan sığır ve diğer hayvanlarda, gözün karşılığı, kıymetinin rub'udur. (- dörtte biridir.) Kasaplık koyunda ise, noksanlığı kadardır.

Kuzuda, kuşta, tavukta ve köpekte ise noksanlığı nis betin dedir. Muh­tar Şerhı'nde de böyledir.

Eşeğin iki gözünü çıkaran şahıs İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, dilerse eşeğin cüssesini —bedenini— teslim edip tam kıymetini alır; hem bedenini hem kıymetini almak olmaz Zahîriyye'de de böyledir,

Bir kimse, bİT koyunu kestikten sonra yüzer ve etini parça parça ederse; sahibi muhayyerdir: Dilerse öylece bırakıp koyunun kıymetinin tamamını alır; isterse, kesilmiş olarak alıp, noksanını tazmin ettirir.

Şayet kesilmiş hâlde alır ve noksanını ödetirse; Fakıb Ebû Cafer'e gö­re, etini alınca başka bir şey gerekmez.

Fetva ise, zâhirü'r rivâyeye göredir. Cevâhirul-Ahlâtî'de de böyledir.

Bir adam, başkasının eşeğini boğazlarsa; noksanını değil kıyme­tinin tamamam tazmin eder.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A)'ye göre böyledir.

İmâm Muhammed (R.A.)'e göre ise, eşeğini sahibi, eşeğin kıymetini ödetirse, eşeğin cesedini orda bırakır. Şayet eşeğin cesedini kendi alır­sa, kıymetinin noksanını ödetir. Zahîriyye'de de böyledir.

Altından yapılmış bulunan ve ayağı gümüş olan bir kap kırılır-sa; kıran şahıs, onun kıymetini altından öder. Kap gümüşten yapılmış bulunur ve ayağı altın olursa, kıran gümüş kıymetinden ödeme yapar Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, başka birinin gümüş bileziğini kırdığında bilezik sahi­bi muhayyerdir: Dilerse, öylece —kırılmış hâlde— alır; başka bir şey gerekmez. Dilerse, yapılmış hâldeki kıymetini ödetir.

Şayet bilezik altından ise, hüküh yine böyledir: Dilerse, kıymetini ödetir.

Cinsinin hilafına olan bir şey için, kıymeti, hükmedildikten sonra, her iki tarafta karşılıklı alıp vermeden ayrılırlarsa hüküm bâtıl (- ge­çersiz) olur.

Çünkü kıymet aynın (malın) yanında olr    kıymetidir.

Altın ve gümüş yapılmak suretiyle tartı kıymetine itibardan çıkmış olmaz.

Bunlardan başkası, (demir, bakır, tunç, kalay ve diğer şeyler...) ya­pım sebebiyle, vezniyattan çıkarlar.

Kalıba dökülmek sebebiyîe, tartı haddinden çıkmayan tartı İle sa­tılan adet ile satılmayan şeylerin hükmü de altın ve gümüş hükmünden çıkmaz.

Satılma mevziinde olup da tartılarak satılan şeyler, kalıplanmış al­tın ve gümüş hükmünde olmazlar.

Bir adam onu kırar ve onda bir kusur meydana getirirse —o ku­sur, ister çok olsun ister az olusun— sahibi muhayyer olur: Onun cin­sinden alır veya onu kırana dinar veya dirhem olarak ödetir. Kırılma­dan önceki kıymetini tazmin ettirir. Tahâvî Şerhı'nde de böyledir.

Bir başkasının kırılmış kılıcım zayi eden kimse, o kılıcın misli ka­dar demir tazmin eder. Hızânetü'l-Müftnf de de böyledir.

Dirhemleri ve dinarları kıran kimse, onların mislini tazmin eder. Kırılan şey de kıran şahsın olur.

Şeyhû'l-İslâm ve bazı âlimlerimiz şöyle buyurmuşlardır:

Bu, kırıklık noksanlığa sebep olduğu zaman böyledir.

Şayet kıymetine noksanlık yermiyorsa, bir şey gerekmez.

Kıran şahıs, o adamın dinar ve dirhemlerini öder.

Şemsü'l-Eimme şöyle buyurmuştur: "Kıran şahıs, onun mislini öder.

Şayet sahibi kendi malını alırsa; başka yere yapacağı bir şey kal­maz. Kırılması sebebiyle ister kıymetinde noksanlık olsun, isterse olmasın fark etmez.

Bir adam, başka birinin cariyesini gasbeder ve bu câriye yaşla­nana kadar onun yanında kalırsa; sahibi onu, o hâlde geri alır. Başka bir şey gerekmez.

Ancak, sahibi, gâsıptan kiymetindeki noksanlığı alır. Keza bir adam, genç bir köleyi gasbedip, onu ihtiyar olana kadar yanında tutarsa; onun asıl sahibi, o köleyi ve kiymetindeki noksanlığı alır.

Bu, kölenin kıymetindeki noksanlık az olduğu zaman böyledir.

Eğer noksanlık fazla ise, sahibi muhayyerdir: İster alır; isterse, terkeder.

Alimlerin ekserisine göre, bir adam, bir sabiyi gasbettiğinde o, gas-beden şahsın yanında ihtiyarlar veya yüzünde kıl biter yani sakallanır­sa; onun asıl sahibi, onu alır ve başka bir tazminat yaptırmaz.

Bir adam, bir cariyeyi gasbettiğinde bu cariyenin dişlen —gâsıbın yanında— kırıhrsa; sahibi, noksanlığını tazmin ettirir.

Bir adam, sanatkâr bir köleyi çaldığında o köle gâsıbın yanında, sanatını unutursa; asıl sahibi, noksanını gasbeden şahsa ödetir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam; güzel sesli bir köleyi gasbeder ve onun sesi, gasbeden şahsın yanında bozulursa; bu bir noksanlıktır.

Şayet köle şarkıcı olur ve gasbeden şahsın yanında, şarkı söyleme­yi unutursa; bu durumda gasbeden şahsa tazminat gerekmez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adam, genç bir köleyi gasbedip, onun kıvırcık olan saçını tı­raş eder; ve sonradan saç aynı şekilde bitmezse; bu noksanlık olmaz ve tazminat gerekmez. Serahsî'nın Muhıytı'de de böyledir.

Bir adam, gümüş veya altın yahut gümüşten veya altından yapıl­mış bir kap gasbedip, onu dirhem veya dinarlara tahvil ederse; o asıl, mal sahibinin mülkiyetinden çıkmış olmaz.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A)'ye göre böyledir. Sahibi, onu öylece alır; başka tazminat gerekmez. Onun amelî için, ona bir şey vermez.

İmâmeyn'e gelince, asıl mal sahibinin, dirhemleri veya dinarları al­maya yolu (hakkı)-yoktur. Ancak gasbedilen gümüş ve altının kıymeti­ni alır ve o dirhemler ve dinarlar gasbedenin olur.

Ilııce mi i. şöyle buyurmuştur:

Bir adam gümüş gasbedip, onu, yüzük, bilezik gibi bir şey yapar; veya altın gasbedip böyle bir şey yaparsa; onu öylece geri verir; başka tazminat gerekmez.

Keza, gasbeylediği gümüş ve altının şeklini değiştirir; uzatır veya kısaltır yahut daire veya dört köşe yapar ve kıymetinde bir değişiklik meydana gelmezse, bi'1-icmâ bir şey gerekmez. Asıl mal sahibi, gasbe­den şahıstan, o şeyleri öylece alır. Sirâcül'l-Vehhâc'da da böyledir.

Bir adam, dirhemleri gasbedip, onları eritir, fakat onu bir şey yamazsa; hilafsız olarak onlardan maUsahibinin hakkı kesilmez. —Hem onları hem de noksanlaşan kıymetini alır.— Muhyt'te de böyledir.

Bir adam fülüs gasbedip, onu kap haline çevirirse (yani o parayı eritip, kap yaparsa) onun bedelini fülûs olarak öder. Çüiikü, onun be­delinden, onu çıkarmış olmaktadır.

Bir adam, bakır gasbedip onu ibrik yaparsa; sahibinin hakkı kal­kar. —Yâni ibriği değil de bakırın bedelini alır.—

Kerhi şöyle buyurmuştur:

Bu durum san'at icrasından sonradır. Ağırlık olarak satılmaz. Şa­yet ağırlık olarak satılırsa, uygun olanı, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, mal sahibinin hakkının kesilmemesidir; sikkesiz gümüş gibi...

Şeyhûl-İmâm Şemsiil-Eimme Serahsî şöyle buyurmuştur:

Sahih olan cevap İmâm Ebû Hanife (R.A)'ye göre gümüşe muhalif

olmasıdır. Şayet bakır sahibi olan zat, ibriğin sahibi bakırın bedelini öde­dikten sonra, o ibriği kırarsa;.bu defa da o, ibriğin kıymetini ibrik sa­hibine öder ve kırdığı ibriği kendisi alır. Şemsü'l-Eimme şöyle buyurmuştur:

İki tazminat arasında mukayese yapılmaz. Ancak değerleri hesaplanır.

Bazı âlimler de, şöyle demişlerdir:

Aralarında anlaşma yaparlarsa, bu caiz olur.

Bazı âlimler, bunu şöyle açıklamışlardır: Eğer gasbedilen bakır, ben­zeri olmayan, —bulunmayan— cinsten ise, onun kıymetini ödemek ca­iz olduğu gibi mukayese de caizdir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, bir hayvan gasbettiğinde, o hayvan büyür ve kıymeti artarsa; asıl sahibi, onu öylece alır. Gasbedene bir şey gerekmez.

Keza bir adam yaralı veya hasta bir hayvan gasbedip, onu tedavi ederek iyileştirirse, asıl sahibi, onu öylece alır.

Keza, bir adam, bir araziyi gasbedip, orayı eker veya oraya hur­ma ağaçları diker; onu sularsa; o, yer sahibinin olur; gasbedenin mas­rafını vermek de gerekmez.

Şayet ekilen mahsul kemâle gelir (olgunlaşır) veya hurma yetişir ve onu gasbeden şahıs zayi ederse, tazminat gerekir. Tecrîd'de de böyledir.

Bir adam, hurma dalı gasbedip, onunla zenbil ( — sepet) yapar­sa, mağsubun minhin, ona karşı bir yolu yoktur.

Şayet hurma ağacını gasbeder ve onu yarıp odun ederse; o, asıl sa­hibinin olur. Çünkü, onun ismi değişmedi; ancak parçalara ayrıldı. Sirâcü'I-Vehhâc'da da böyledir.

Bir adam, başka birinin mushafmı gasbedip, onu noktalarsa; (ha­rekelerse) bu bir ziyâdeliktİr; mushaf sahibi muhayyerdir: Dilerse mus-hafının harekelenmeden önceki kıymetini tazmin ettirir; dilerse, adamın emeğinin karşılığını vererek harekeli mushafım alır.

Bu İmâm-Mufıammed (R.A)'in kavlidir.

Muafla ise, İmâm Ebû Yûsuf (R.A)'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: Mushaf sahibi, onu harekeleyene hiç bir şey vermeden öylece mus­hafım alır.

Bir adam, bir köle gasbedip, ona yazı yazmayı öğretmesine benzer. Başka bir şahısda, kâğıt gasbeder ve onun üzerine faydalı şeyler ya­zarsa, yine aynı olur.

Şeyhülislam şöyle buyurmuştur:

Asıl mal sahibinin hakkı munkati (= kesilmiş) olur. Kâdî İmâm Rüknü'l-İslâm Aliyyü'l-Sağdî de şöyle buyurmuştur:. Burda bilginlerin ihtilafı vardır. Sahih olanı, hakkının kesilmiş ol­mamasıdır. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, diğerinin ketenini gasbederek, onu eğirip; dokursa; o keteninin mislini veya kıymetini verir.

Eğer misli bulunmuyorsa, asıl sahibinin dokunan elbiseyi almaya yolu yoktur. Mebsûl'ta da böyledir.

Bir adam, diğerinin pamuğunu gasbedip, onu eğirir ve bez do­kur veya eğrilmiş ipliğini gasbederek, onu dokursa; asıl mal sahibinin, o bezden hakkı kesilir; ancak, pamuğun bedelini veya benzerini alır.

Şayet pamuğunu gasbedip onu eğırdiği hâlde, bez dokumazsa, bunda ihtilaf vardır: Sahih olanı, hakkının kesilmesidir. Zehıyre'de de böyledir.

Buğdayı gasbeden şahıs, onu un yaparsa; bize göre, bu un ken­disinin olur ve buğdayın mislini sahibine öder. Mebsûtta da böyledir.

Unu gasbeden adam, onu hamur yapsa; sahibinin ondan (hamur­dan) hakkı kesilir. —Ufîunu ödetir.— Kınyede de böyledir.

Unu gasbeden şahıs, onu ekmek yapar veya eti gasbeden onu pi­şirir yahut susamı gasbeden kimse, onun yağını çıkarırsa; asıl sahibinin hakkı kesilir. Onların asıllarını ödetir.

Zâhirü'r-rivayede âlimlerimiz böyle buyurmuşlardır.

Keza, bir kimse saç gasbedip, onu kapı yapar; veya demir gasbe­dip, onu kılıç yaparsa; asıl sahibinin, hakkı sakıt olur. Ancak onların kıymetini ödetir. Yaptığı kapı ve kılıç gâsıbın olur. Mumytte de böyledir.

Bir adam saç veya kereste gasbedip, onu ev yapımında kullanır veya kiremit gasbeder ve çatıya kor yahut kireç gasbeder ve onu evde kullanırsa; bize göre, bu gâsip, bunların tamamının kıymetini öder. Ken­disinden bunlar gasbedilen şahıs, bunlar için binayı yıkıp bozamaz. Sa­hih olanı budur. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, hatıl ağacı gasbedip, onunla bir ev yaptığında, onun sahibinin hakkı zayi olmaz; o ağacı konulduğu yerden alır.

Kadı İmâm Ebû Ali en-Nesefi, İmâm Kerhî'nin şöyle buyurduğunu nakletmiştir:

Bazı kitaplarda bu hususta tafsilat vardır:

Şayet hezenin (= hatılın) kıymeti,^vin kıymetinden az ise, onu al­mak yoktur; kıymetini alır.

Eğer onun kıymeti, evin kıymetinden fazla ise; o takdirde sahibi; ağacını alır.

Âlimlerimiz şöyle buyurmuşlardır:

Bu, bizim İmâm Muhammed (R.A.)'den öğrendiğimiz mes'eleye ya­kındır. O şöyle buyurmuştu: Bir adamın elinde inci taneleri bulundu­ğunda, onlardan birisi elinden düşer ve onu bir adamın tavuğu yutarsa; o zaman, duruma bakılır: Eğer tavuğun kıymeti incinin kıymetinden az ise, inci sahibi muhayyerdir: Dilerse, tavuğu kiymetiyîe sahibinden sa­tın alır; dilerse, incinin kıymetini tavuk sahibine ödetir.

Keza, bir adam, diğer birinin yanına bir deve köşeğini (= yav­rusunu) emanet bırakır; oda orada büyür ve bulunduğu evden dışarıya çıkamaz hâle gelir; ancak duvarını yıkmak suretiyle çıkarma imkanı bu­lunursa; o zaman duruma bakılır. Hangisinin değeri daha fazla ise, onun sahibi muhayyerdir.

Kitâbü'l-AsPda şöyle zikredilmiştir:

Bir gâsıbın, binasına koyduğu hatıl ağacını, evi bozup, sahibine ver­mesi helâl olur mu?

Burda iki durum vardır:

Eğer hakim, ağacın kıymetine hükmeyledi ise, evi yıkmak helâl olmaz.

Eğer böyle bir hüküm yoksa, âlimler ihtilaf eylediler: Bâzıları: "He­lâl olur.." bazıları da: "Helâl olmaz." dediler, Muhıyl'te de böyledir.

Marangoz olan bir kimse bir başkasının ağacını gasbederek, di­ğer bir adamın evine, ağaç sahibinin izni olmadan merdiven yaparsa;

bu merdivene, marangoz ve ev sahibi sahip olamazlar. Bu merdiven, ağaç sahibinin olur. Gınye'de de böyledir.

Bir adam, bir tahtayı gasbederek, onu gemide kullansa; veya ib­rişim ipli|i gasbederek onunla kendi karnını veya kölesinin karnını dik­se, mal sahibinin hakkı kesilir. Ancak mal sahibi, gâsıba onlarıa kıy­metini ödetir. Kerderî'min Vecîzi'nde de böyledir.

Bir adam, bir yeri gasbederek, orayı sürüp, içine ağaç diker veya bina yaparsa; ona: "Evi yık; ağaçlan sök; yerini sahibine teslim et." denilir.

Şayet evin yıkımı, ağaçların sökümü, o yerin kıymetini eksiltecek-se, o takdirde yer sahibi isterse yıkılmış binanın ve sökülmüş ağaçların kıymetini o ev ve ağaç sahibine öder. Çünkü o yer, o adamın sağlam mülküdür. Kâfi'de de böyledir.

Bir adam, gasbeylediği yere, aynı yerin toprağının kerpicinden bir duvar yaparsa; Fakıyh Ebû Bekir el-Belhî: "O duvar, o yerin sahibinin olur. Onu yapanın, hiç bir hakkı yoktur. Çünkü, o yerin sahibi" yık onu. "dese; toprağı, yine kendisinin olacaktır." buyurmuştur.

Ebû'1-Kâsim ve diğerleri ise şöyle buyurmuşlardır: Bir adam, sahibinin emri (izni) olmaksızın, onun bağına duvar örer ve toprak bir kıymet taşımazsa, duvar bağ sahibinin olur. Yapan şahıs ise, onu teberrüken yapmış olur.

Şayet toprakta bir kıymet varsa, bağ sahibi toprağın kıymetini ya­pan şahsa öder. Fetâvâyi Kâdi'hân ve Fetâvâyi Kübrâ'da böyledir.

Bir adam, başka birinin, bir arsasını gasbederek, içinebir ev ya­par veya ekin eker ve bilâhare sahibi gelerek, onları yıkarsa, bir şey ge­rekmez. Ancak, bunun için ev sahibinin ağacını veya tuğlasını kırma­mak şarttır.

Bir adam,.diğerinin bastonunu kırarsa; onu öder. Kırık çok az ise, onun noksanlığı kadar tazminat yapar. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Gasbedilen odun, kırıldığı ufandığı zaman, kıymetini eksiltmi­yor, bi'1-akis artırıyorsa; asıl sahibinin, hakkı zail olmaz. Gınye'de de böyledir.

Bir kimse gasbeylediği evi kireçle badana yaparsa c\ sahibine: "Bunun kirecinin parasını ver." denir. Ancak, ev sahibi buna razi olursa alınır.

Keza eve nakış (tezyinat) yapıldığında, ev sahibi, isterse, o evi ala­rak nakısın bedelini, nakış yapana verir; değilse, gâsıp evin kıymetini ev sahibine vererek, evi ondan alır.

Boya ile süslemişse ve boyanın kıymeti fazla ise, yine böyledir.

Hişâm, İmâm Ebû Yûsuf (R.A)'un şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

Eğer ev sahibi fazla olan boyanın kıymetini vermekten kaçınırsa, {razı olmazsa) boya yapana, "boyasını kazımasını" emreder ve ondan dolayı eve verdiği noksanlığı tazmin ettirilir. Gasb edilip de boyanan kapı da böyledir. Serahsî'nin Muhıyh'nde de böyledir.

Eğer kapının nakısı, boya ile değilde oyma ve delme yolu ile ya­pılmış olursa; o takdirde kapı zayi edilmiş sayılarak, tam kıymeti taz­min ettirilir.

Gümüş kap da böyledir. Yapılan nakış onu zayi edercesine ise, bu kabın kıymeti tazmin ettirilir. Muhıyl'de de böyledir.

Gasbedenden şahıstan, bir evi satın alan zat, o evi yıkıp, yerine yeni bir ev yaptıktan sonra, asıl ev sahibi gelirse; o müşteriye evinin ye­rini ve evinin kıymetini tazmin ettirir.

Fakiyh Ebû Cafer şöyle buyurmuştur: Bu, bütün imamların kavlidir.

Başka âlimler ise: "Bu, sadece İmâm Muhammed (R.A.)'in kavlidir." demişlerdir. Tatarhâniyye'de ve Zehıyre'de de böyledir.

Bir müslüman, diğer bir mislümanın içkisini (şarabını) gasbedip onu sirkeleştirirse; el-Asl'da şöyle buyurulmuştur:

İçki sahibi, o sirkeyi alır. Bu hususta, âlimler ihtilâf eylemişlerdir:

Bazılarına göre bu meselenin te'vili şöyledir:

Bir şey kıymeti olmayan bir şeyle sirke yapılırsa; (meselâ: Güneş­ten ahp, gölgeye koymak veya gölgeden alıp güneşe koymak yahut içi­ne, az tuz atmak veya içine az sirke dökmek gibi..) asıl sahibi, onu alır.

Fakat, onun içine, kıymet taşıyan tuz veya sirke dökülürse, İmâm Ebû Hanîle (R.A.)'ye göre, onun mülkiyeti, gasbeden şahsın olur ve onun üzerine bir şey terettüp etmez.

Imâmeyn'e göre ise, eğer gasbeden $ahis. içkinin içine tu/ atmışsa. o sirkeyi asıl sahibi alır ve içine atılan tuzun bedelini, gasbedene verir.

Şayet gasbeden şahıs, gasbeylediği içkinin içine sirke btrakmışsa; sirkesi miktarını geri alır; kalan asıl sahibinin olur. Gâsıbın sirkeyi gas­bedip de içine sirke dökmesi gibi olur... İster aynı saatte ekşisin; islerse bir müddet sonra ekşisin fark etmez...

Âlimlerimiz şöyle buyurmuşlardır:

Gasbedilen içkinin içine çok sirke dökülerek, o saattte sirke olur­sa; onun tamamı gasbedenin olur. Eğer az sirke döker ve o, bir müddet sonra sirke olursa, o takdirde, o şey ikisinin ortak malı olur. Miktarları nisbetince, ortak olurlar. Sirâcü'I-Vehhâc'de de böyledir.

Bir müslüman, diğer müslümamn içkisini gasbeylerse, o içkiyi geri vermesi gerekir mi?

Şayet vermez ise, kıyamet gününde sorumlu tutulurmu?

O müslümamn, o içkiyi sirke yapacağını bilirse, kkatiyetle geri ver­mesi vacip olur. Vermez ise, kıyamette sorumlu olur.

Şayet hâkim önünde murafaa olurlarsa; hâkim içki sahibinin hâli­ni tetkik eder.

Eğer o içki, ona geri verilince, onun sirke yapacağını bilirse, geri verilmesini emreder.

Şayet geri verilince, onu içki olarak içeceğini bilirse; o takdirde, gas­bedene, "o içkiyi, dökmesini" emreder.

Bu, şuna benzemektedir:

Bir adamın kılıcım, birisi aldığında; kılıç sahibi kılıcını almak için adama gelmiş; eğer kılıç yanında olan şahıs o kılıcı alınca, bir müslü-manı öldüreceğini iyice biliyorsa; onun, kılıcı ona vermesi uygun olmaz. Onu, kendi yanında bırakacaktır.

Şayet, öyle bir şeyin olmayacağını bilirse; o zaman, kılıcı ona ver­mesi mubahtır.

Bir müslüman, diğer müslümamn içkisini gasbedip onu içse; iç­ki sahibi onu da'va edemez; içen günâh işlemiştir. Cevâhinı'l-Ahlâtî'de de böyledir.

Bir adamın evinde bulunan içkinin içine tuz atılarak, sirke yapılsa; iste o sirke, sahibinin olur. "Bu işi sahibi yaparsa onun olur." de­nilmiştir. Ginye'de de böyledir.

Bir adam, sıkılmış üzüm suyunu gasb ettiğin de, bu onun. yanın­da sirke olursa, bu durumda gâsıp şıranın bedelini öder. Şayet önceki adam, onu içki yapacak idiyse, o zaman tazminat gerekmez mi?

Âlimler, bu hususta ihtilaf eylediler:

Şemsü'I-Eimme el-Halyânî "Sahih olan, o sirke onun olmaz." demiş­tir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, süt gasbedip onu yoğurt yapar veya yaş üzüm gasbe-dip onu kurutursa; onların sahibi, isterse aslını ödetir; isterse o hâlde alır; başka bir şey gerekmez. Bunların tamamı misliyâtta böyledir. Teh-zîb'te de böyledir.

Bir adam, yaş hurmayı gasbedip, onu kurutursa; sahibi muhay­yerdir: İsterse aynısını alır; isterse benzerini ödetir; başka bir şey gerek­mez. Hızânetâl'I-Müftîn'de de böyledir.

Bir adam, İaşenin derisini gasbedip onu dibagâta tâbi tutmuşsa, onu kıymetsiz bir şeyle dibağ yapmışsa, sahibi, onu meccanen alır.

Eğer kıymetli şeyle dibağladi ise, deri sahibi, o-şeyin kıymetini öde­dikten sonra derisini alır. Muhiyt'te de böyledir.

Bunun yolu.'Duruma bakılır: Eğer o deri, boğazlanmış olan bir hayvanın derisi olsaydı ne ederdi? Dibağdan sonra ne ediyor? Arasın­daki fark tazmin edilir. Zehıyre'de de böyledir.

Kudûri, kitabında şöyle buyurmuştur:

Bu, gasbeden adam, o deriyi sahibinin evinden almış ve onu dibağ etmişse, böyledir. Fakat, sahibi onu kaldırıp atmış; adam da onu atıldı­ğı yerden almış ve dibağ etmiş ise, asıl sahibinin onu alma hakkı yok­tur. Gâsıba gelince, o deriyi yanında tutar. Şayet deri sahibi, deriyi gas-bedenin yanında bırakır ve kıymetini ödetmek isterse, buna hakkı yoktur.

Eğer deri kesilmiş bir hayvanın derisi ise, sahibi deriyi alabilir.

Alimlerimiz: "Burdaki fark, lâş'e ile boğazlanmış olmasından do­layıdır."

Hâkim eş-Şehîd ise: "İkisi de birdir; aralarında fark yoktur." demiş­tir. Mnhıyt'te de böyledir.

Bir deri, gasbeden şahsın kendi isteğiyle olmamak şartıyla, onun yanında zayi (helak), olursa bir tazminat gerekmez. Deri nasıl dibağ edil­miş olursa olsun hüküm böyledir. Zehiyre'de de böyledir.

Dibağdan sonra, deriyi gâsıbm kendisi zayi ederse; kıymetsiz bir şeyle dibağ etmiş olması hâlinde, bi'I-icma deriyi sahibine öder.

Eğer kıymetli bir şeyle dibağ yapmışsa, İmâm Ebo Hanîfe (R.A) 'ye göre. bu durumda deri sahibine tazminat gerekmez. Tahâvî Şerhı'nde de böyledir.

Şayet gâsıp, deriyi sahtiyan, tulum, defter, çizme veya kürk gibi bir şey yapmışsa, bu durumlarda derisi gasbedilen şahsa bir şey gerekmez.

Eğer deri boğazlanmış bir hayvanın derisi ise, mağsûbün münh de­risinin kıymetini alır. Eğer deri, lâşe derisi ise, kendisinden gasbedilen şahıs bir şey alamaz. Nihâye'de de böyledir.

Bir adam, —Sahibi olan— çamurdan bir ibrik yaptığında bu ib­rik, eğer sahibi: "Ben söyledim." derse; ontın oiur; değilse, bu ibrik, yapanın olur.

Bir adam, toprak gasbedip, kerpiç veya ondan bir kap yaparsa; eğer o toprağın kıymeti varsa, o un yapılan buğday gibidir.

Şayet bir kıymeti yoksa; tazminat gerekmez. Mal sahibinin hakkı­nın kesildiği yerlerde, kendisinden gasbedilen şahıs., diğer alacaklılar­dan daha haklı olur. Eğer zayi olursa, gâsıbın malı olarak zayi olur. Bu rehin yerinde ve onun gibi değildir.

Bu, Müntekâ ve Kudûrî kitaplarında da böyledir. Mnhıyt'te de böyledir.

Bir adam, kıymeti beşyüz dirhem eden bir köleyi gasbedince bu köle hastalığından kurtulur ve kıymeti bin dirheme çıkarsa; bu durum­da kölenin sahibi muhayyerdir: İsterse hasta olduğu vakitteki kıymeti olan beşyüz dirhemi alır; isterse köleyi abr. Kendisi için ve gasbeden için, yapılacak başka bir şey yoktur. Fetâvâyi Kâdihân'da da böyledir.

Bir adam, diğer birisinin malını Küfe'de gasbedip onu Horasan'da geri verdiğinde, şayet Horasan'daki kıymeti Kûfe'deki Icıymetînin misli ise; malı gasbedilen şahsa, "onu alması" emredilir. Şayet Horasan'daki kıy­meti, Küfe'de ki kıymetinden noksan ise, malı gasbolunan şahıs muhay­yerdir: İsterse, Horasan'da malını alır; isterse, fitte-deki kıymetini alır. Bu ölçülen ve tartılan şeylerde, böyledir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, dirhemler ve dinarları gasbedince, onların sahibi^ gas-beden şahsı nerde bulursa, orada alır. Onun kıymetini isteme hakkı yok­tur. Şayet piyasada değişiklik olursa yine böyledir.

Bir adam, belirli bir mal gasbedince; malı gasbedilen adam, aynı malı, başka bir beldede, gasbeden şahısın yanında bulursa eğer değeri orada da gasbedildiği yerin değerinin misli veya ondan daha fazla ise. malı gasbedilen şahıs, o malım, orada alır; kıymet talebinde bulunamaz.

Şayet malın kıymeti orda daha az olursa; o takdirde, isterse malı­nı; İsterse gasbolunan yerdeki kıymetini alır.

Eğer gasbedilen mal mislî olur ve o da zayi olmuş bulunur; kıymeti ise, her iki yerde de aynı veya talep yerinde daha fazla olursa; gasbeden şahıs mislini verir.

Eğer talep mahallinde kıymeti daha az ise, mal sahibi muhayyer­dir. Dilerse, o anda, orada mislini alır; isterse gasbedilen yerde mislini alır. İsterse, gasbedilen yerdeki kıymetini alır.

Şayet gasbedilen şeyin kıymeti da'vâ mahallinde daha fazla ise, bu defa da gasbeden şahıs muhayyerdir: Dilerse, aynı yerde, onun mislini verir; dilerse, gasbeylediği yerdeki kıymetini verir.

Ancak malı gasbedilen şahıs, tehirini isterse, o müstesnadır.

Şayet kıymetler, her iki yerde de aynısı ise, malı gasbedilen şahıs, malının mislini ister. Serahsî'nin Muhıyt'nde de böyledir.

Mal sahibi, malını gasbeden şahsı aynı yerde, (yâni malının gas­bedildiği mahalde) bulur ve o zamanda da.piyasa noksanlaşmış ise, ma­lını aynen alır. Yoksa, bu malın gasbolduğu zamanki fazla olan kıyme-tını alamaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Münfekâ'da şöyle zikredilmiştir:

Bir adam, diğer bir şahsın, yüz dirhem değerindeki bir kür ouğda-yıni gasbettikten sonra, piyasa yükselir ve bir kür buğday, yüz elti dir­hem eder ve daha sonra da halkın elinde buğday harp ilan edilmesi veya benzeri bir sebeple bulunmaz hâle gelir ve değeri iki yüz dirheme yükse­lirse; bilâhere de gasbeden şahıs, o bir kür buğdayı zayi ederse; bu.du-rumda buğdayı gasbolunan zat, ikiyüz dirhem üzerinden tazmin ettirir. İtibar buğdayın zayi olduğu günün fiatınadır.

Bir adam, bir kür buğday gasbettiği zaman, onun ö zamanki kıy­meti ikiyüz dirhem olduğu hâlde, sonradan kıymeti, yüzelli dirheme düşer daha sonra da halkın elinde kalmaz ve kıymeti yüz dirheme iner ve o halde iken, gâsıbın elinde zayi olursa; buğdayı gasbedilen şahıs, onu yü­zelli dirhemden tazmin ettirir. İnsanların elinde mevcut iken, kıymeti yüzelli dirhem oludğundan dolayı, ondan fazlaya ödetemez. Zehıyre'de de böyledir.

Muttasıl  (= bitişik) ve munfasıl (= ayrı) olan mağsubun art­ması hali: Çocuk, süt, yün, yağ, güzellik gibi, gasbolunan bir şey ema-netmiş gibi olur. Ancak zayi olma hâli veya vermemek hâli böyle değil­dir. Mal sahibi gelip, malının fazlalığı ile birlikte, geri verilmesini talep eder; gasbeden de onu teslim etmekten, men ederse, bi'î-icma tazminat gerekir.

Şayet bir müşteriye satmış ve teslim etmiş olursa; mal sahibi, malı­nı ister gasbedene ödetir; isterse, müşteriye ödetir.

Şayet artan şey ademi (= insan) olmayan bir şey tarafından zayi edilmişse, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, malı gasbedilen şahıs onu Ödetemez.

İmâmeyn'e göre ise ödetir.

Sahih olanı da budur. SerahsPnm Mııhıyh'nde de böyledir.

Gasbedilen bir şey, gasbeden şahsın yanında artıp çoğalırca, mal sahibi, malını artanla birlikte geri alır. İster piyasa yönünden, isterse başka yönden artsın, fark etmez.

Şayet gâsıbın yanında, gasbeylediği şey zayi olursa; bi'1-icma, gas­bettiği günkü kıymetini tazmin eder.

Şayet gasbedilen şey bizatihi duruyorsa; gasbeden şahıs onu öylece sahibine geri verir.

Eğer vücûdunda bir noksanlık meydana gelmişse, onu tazmin eder. Piyasa yönünden noksanlaşırsa; onu tazmin eylemez.

Şayet noksanlaştıktan sonra telef olursa; gasbeylediği günkü kıy­metini öder.

Eğer artım yaptıktan sonra zayi etmiş; meselâ: Müşteriye sattıktan sonra, o müşterinin yanında zayi olmuşsa; bu durumda mal sahibi mu­hayyerdir: Dilerse gasbedildiği günkü kıymetini ödetir; bu takdirde, sa­tış caiz olur. Dilerse müşteriye sattığı günkü kıymetini ödetir; bu tak­dirde satış batıl olur; müşteri verdiği para için gasbedene mUrâcaat eder. Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre böyledir. Kerderî'nin Verîzi'nde de böyledir.

Bir adam, o anda kıymeti bin dirhem olan bir köleyi gasbeder ve bu kölenin kıymeti gasbtan sonra ikibin dirheme çıkar; bilâhare de onu bir başkası öldürürse; bu durumda, bu kölenin efendisi muhayyer­dir: Dilerse, gâsıba, gasbeylediği gün bin dirhem olan kıymetini ödetir; dilerse, katile öldürdüğü günkü ikibin dirhem olan kıymetini ödetir.

Şayet gasbeden şahsa, bin dirhem ödetirse; bu durumda gâsıp ka­tile müracaat ederek, ona, iki bin dirhem ödetir ve bin dirhemden faz­lasını tasadduk eder.

Şayet köle, gasbedenin yanında kendi kendini öldürdü ise, o tak­dirde gâsıp gasbeylediği günkü kıymeti olan bin dirhemi öder; kölenin kendini öldürdüğü günkü iki bin dirhem kıymetini ödemez. Sirâcü'l- Veh-hâc'da da böyledir.

Bir adam, diğerinin döğülmedik (sürülmedik) harmanını yaktı­ğında eğer buğdayın kıymeti, sapının kıymetinden az ise, sapının kıy­metini öder. Şayet buğdayı sapından ayrılmış ise, yanan samanın kıy­metini öder.

Bir adam, diğerinin sapını gasbederse, hem buğdayının hem de sapının bedelini öder. Kerderî'nin Vecîîi'nde de böyledir.

İmâm Muhamnted (R.A.) şöyle buyurmuştur,: Bir adam, diğerinin bir tek tane buğdayını gasbeylese; bir şey ge­rekmez. Çünkü, onun bir değeri yoktur^Zehıyre'de de böyledir.

Bîr çok insan, bir adamın birer adet buğdayını gasbeyleseler ve bunların toplamı bir ölçek etse, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) "Bir topluluk, bir adamın kıymet taşıyan bir şeyini gasbeyleseler, onun bedelini tazmin ederler. Şayet biri gelip bir tane alır; sonra da biri gelir, bir tane daha alırsa; bu şekilde alınınca tazminat gerekmez." buyurmuştur. Fe-tâvâyi Kâdihân'da da böyledir.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) şöyle buyurmuştur."

Bir adam, bir yumurta gasbedip, onu telef ederse; mislini tazmin eder.

Bu, İmâmın sonraki kavlidir. Önceki kavli: "Kıymetini öder." şek­linde idi. Muhıyt'te de böyledir.

Bir gâsıp, gasbeylediği kıymet sahibi olan bir şeyi tazmin edece­ği zaman duruma bakılır: Eğer o şey, sokakda (çarşıda dirhem mukabi­li satılan bir şey ise, onun yerine dirhemler verilir. Eğer dinar ile satılan cinsten ise, onun yerine de dinar ödenir. Şayet her ikisi ile de satılan bir şey ise, rey hâkimindir; malı gasbolunan şahsa bakıp, ona göre hük­meder, tsterse dirhemle hükmeder; isterse, dinarla hükmeder. Fetâvâyi KMhâiTda da böyledir.

Bir adam, bir koyunu gasbeyleyip, onu sağsa; onun sütünün kıy­metini de tazmin eder.

Bir adam, bir câriye gasbeyleyip, ona bir çocuk emzirtse; onun sütünün bedelini ödemez. Zehiyre'de de böyledir.

Bir adam, gasbeylediği eti pişirir veya kızartırsa; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre sahibinin bu etin kıymetini almaktan başka bir yolu yok­tur. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Bir adam, diğerinin yağını veya zeytin yağını döktüğünde onun içine fare düşmüş olsa bile, döken şahıs o yağın bedelini öder.

Bir adam, bir müslûmanın öğretilmiş av hayvanı olan parsını veya av kuşu olan Şahinini telef etse; onların kıymetini tazmin eder. (=» öder.) Bu, bize göre böyledir.

Bir adamın arsasına attığı gübresini, başka birisi telef ederse; önün kıymetini öder. Kerderî'nin Vecîzi'nde de böyledir.

Bir adam, diğerinin evine izinsiz girdiğinde, o ev4e hiç kimse olmasa, ve giren şahıs o evde otursa bile, o kimse, o evi gasbeylemiş olmaz. Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A) ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A)'ya göre böyle­dir. Sirâcü'l-Vehhâc'de de böyledir.

Bir adam, diğer birinin çatal kapısının bir kanadını veya iki pa-pucunun veya mestinin birini telef ettiğinde, onların sahibi, geride ka­lan tekleri, telef eden şahsa telef olan şeyleri tam olarak ödetir. Fetâvâyi Kâdîhân, Hulâsa ve Câmiü'l-Kebîr'de böyledir.

Bir adam, diğerinin yüzüğünün halkasının kırarsa onu öder. Kıy­metini ödömez. Kerderî'nin Vecîzi'nde de böyledir.

Bir adam, diğerinin eğerinin yüzengisini kırarsa, —eğer değil— kırdığı şeyi öder.

İki şey ayrı ayrı olur veya bir şey olduğu hâlde, onun bir kısmının, diğer kısmına zarar vermeden ayrılması mümkün olursa, bu aynen eğe­rin üzengisinde olduğu gibidir; telef edelen şey ödenir; tamamı öden­mez. Zehıyre'de de böyledir. [4]

 

3- HELAK EDİLDİĞİ HALDE, TAZMİN EDİLMESİ GEREKMEYEN ŞEYLER

 

Bir adam, diğerinin yumurtasını veya cevizini kırdığında, bunla­rın içi bozuk (çürük) çıkarsa; tazminat gerekmez. Çünkü, bu durumda;, onun kıymeti olmayan bir mal olduğu açığa çıkmış olmaktadır. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, diğerinin dirhemini kırdığında, onun kalp olduğu an­laşılırsa, onu kıran şahsın tazmin etmesi gerekmez. Çünkü onun sahte ve hileli olduğu meydana çıkmıştır. Tahâvî Şerhı'nde cîe böyledir.

Bir adam, birisinin hasırının liflerini telef eder veya kapısını ye­rinden söker yahut bir adamın atının eğerini alır veya te'lifatını bozar­sa, duruma bakılır: Şayet, aldıklarım veya bozduklarını yerine iade et­me imkânı varsa, iade etmesi emredilir. İadesi mümkün olmayan şeyin tazmin edilmesi gerekir. Tazminat yapılınca da, bozulan şey, bozan şahsa verilir. Serahsî'nin Muhıyt'inde de böyledir.

Bir adam, diğerinin na'lminin kayışını söktüğünde (çözdüğün­de) şayet o na'lin'herkesin kullandığı cinsten ise, bir şey gerekmez. Çünkü onu yerine takmak zor değildir. Eğer na'lin arabî olur ve yürümeyi nok-sanlaştırmaz ve zorlaştırmaz, bir kusur da yapmamışsa iadesi emredilir ve tazminat gerekmez. Şayet kusur yaptı, zarar verdi ise tazminat gere­kir. Zehıyre'de de böyledir.

Bir adam altın zinciri çözerse, onun kıymetini gümüşten Öder.

Keza, bir adam, kölesinin dişlerini altın ile bağlarsa onu atmış olur.

Bir kimse, bez dokuyucunun erişlerini çözüp, saçar ve dağıtırsa; o erişlerin kıymetine ve bir de eriş olmayanın kıymetine bakılır; arasın­daki fark tazmin ettirilir. Felâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adam, komşusunun duvarını yıkarsa; komşu muhayyerdir: İsterse, duvarın kıymetini ödetir; bu durumda yıkılan duvar, tazmin eden şahsın olur; isterse, noksanlığının kıymetini alır; bu durumda ise duva­rı, eski haline getirmek üzere cebredemez.

Duvarın kıymeti şöyle tesbit edilir:

O duvar olmadan, evin kıymeti ile; o duvar olduğu zamanki kıy­meti, nazara alınarak aradaki fazlalık bulunur. Zehiyrc'de de böyledir.

Bir adam, diğerinin kerpiçten yapılmış bir duvarım yıkıp, aynı­sını yenden yaparsa; tazminattan beri ( -  kurtulmuş) olur.

Duvar ağaçtan olur ve bir kimse onu yıkıp aynısını yaparsa; yine tazminattan beri olur.

Şayet aynı kereste ile yapmayıp, başka kereste ile yaparsa; — aralarında değişiklik olduğundan— la/mimutan kurtulmuş olmaz.

Şayet ikinci duvar daha taze, daha iyi keresteden yapılmışsa, taz­minattan kurtulmuş olur. Kerderi'ııin Vecizi* n de de böyledir.

Bir adam mescidin duvarım yıkarsa: ona, "onu yapması" emre­dilir. Aynı seviyede inşa eder.

Bir terzi, bir şahsın elbisesinin dikimini bozar, elbise sahibi de bunu bildiği halde, o elbiseyi .alıp lji\ cr^o; o ter/iye tazminat gerekmez. Kerderi'nin Vecizi'nde de böyledir.

Bir adam, başka birinin toprağını kaldırdığında; bu toprağın o yerde kıymeti olmadığı hâlde, alınması o yere noksanlık vermekte olur­sa; o noksanlığı tazmin eder.

Eğer bir noksanlık vermezse; bir şey gerekme/ ve o çukuru doldur­ması da emredilmez. Her ne kadar, bazı âlimler: "O çukuı u doldurur.11 demişlerse de hüküm böyledir.

Eğer toprakta bir kıymet varsa, onun kıymciıni uı/ııun Aİeı.

Bir.kimse, başka birinin ara/isine bir kuyu ka/aı: o kııyı- ıi.ı o Sc zarar verirse; noksanını la/min;ıt uerckiı.

Şayet bir zarar vermezse; bir şey gerekmez. Zehiyrc'de de böyledir.

Bir sarraf, dirhemleri sahibinin izniyle bozduğunda; onîardan bir dirhem düşerek kırıhrsa; tazminat gerekmez.

Muhiârü'l-Fetâvâ'da şöyle zikredilmiştir.

Eğer dirhem sahibi ona bozmayı emreylemişse; tazminat gerekmez.

Eğer, bunu emreylememiş olduğu hâlde insanlar o dirhemlerin bo­zulduğunu biliyorlarsa, tazminat gerekmez. Ancak biliniyorlarsa, taz­minat gerekir. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Bir adam, başkasının etini onun izni olmaksızın pişirirse, onu taz­min eder.

Eğer et sahibi, eti kazanda görür ve onu ocağa kendisi koyup, altı­na da odun kor; diğeri de gelip, o ateşi yakar ve et pişerse; istihsânen tazminat gerekmez.

Bu cins mes'eleler beş nevidir.

Birincisi, yukarıda zikretitiğimiz mes'eledir.

İkincisi: Bir adam, diğerinin buğdayını izinsiz öğütürse tazminat ge­rekir. Şayet buğday sahibi buğdayı merkebe yükletir; diğeri de gelip onu alır ve değirmene götürür, un yaparsa tazminat gerekmez.

Üçüncüsü: Bir adam, diğerinin testisini izinsiz olarak kaldırır ve o kırıhrsa onu tazmin eder.

Şayet testi sahibi, o testiyi bizzat kendisi kaldırır ve ona bir adam gelip yardım eder ve onun üzerine kaldırırken, testi kırıhrsa; aralarında kırılmış olur. Tazminat gerekmez.

Dördüncü mes'ele: Bir adam, sahibinin izni olmadan, hayvana yük yük­lediğinde, o hayvan zayi olursa; tazmin eder. Eğer o hayvana, kendisi biner veya yük yükletir ve sonra, yolda o yük düşer; başka bir adam da gelip, izinsiz olarak, o hayvanı zayi ederse; onu tazmin etmesi gerekir.

Eğer hayvanın üzerine bir şey yükletir ve o yük yolda düşer; bir adam da gelerek, onu sahibinin izni olmadan, kendisi taşır ve o, onun yanında zayi olur; hayvan da ölürse; tazminat gerekmez.

Beşinci mes'eie: Bir adam başkasının izni olmadan, onun kurbanı­nı, —bayram günlerinin haricinde— keserse; bu caiz olmaz ve tazminat gerekir.

Şayet bayram günlerinde keserse, caiz olur ve tazminat gerekmez. Çünkü burda izin delâleten sabittir.

Bu mes'elelerde delâlet vardır; delâlet —her ne kadar sarahat ol­masa bile— itibarı gerektirir. Onun hilffına bu böyledir. Zehıyre'de de böyledir.

İmâm Muhammet) (R.A.)'in söylediği mes'ele, Müzâraat Şerhinde bu mes'ele gibidir.

Şöyleki: Bir adam, evini yıkma işine hazır iken, başka birisi gelip, onun izni olmadan, o evi yıksa; istıhsânen bir tazminat gerekmez. İşte bu, bu cins mes'eleler dendir. İnsanların, onda ayrılık içinde olmadıkları, her işte —insanların her birinden, delâleten— yardım sabit olur; birşey gerekmez. Fakat yardıma ihtiyaç olmayan işlerde, (Meselâ: Bir adam yüzmek için koyunu bir yere asmış, başka birisi de gelip —izin almadan— onu yüzmüş.) ona tazminat gerekir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kasap, bir koyun satın alır; başka bir adam da gelerek onu boğazlarsa; eğer kasap, onu tutmuş ve boğazlamak için ayağını bağla-mışsa; onu boğazlayana tazminat gerekmez. Eğer bağlamamış ise, taz­minat gerekir. Suğrâ'da da böyledir.

Bir adam, bağında veya tarlasında, kendisine yani ziraatına za­rar vermiş olan bir hayvan bulup, onu hapseder ve bu hayvan orada ölürse; tazminat gerekir.

Eğer onu çıkarıp, dışarı sürer ve o da ölürse; tazmin eder. Eğer çıkarır da sevk etmezse, tazminat gerekmez. Keza hayvanı bir başkasının mezruatından çıkarır ve onun mezru-atı emin olacak bir yere sürerse; kendi tarlasından çıkaemiş gibi olur. Âlimlerin ekserisi şöyle buyurmuşlardır. O hayvan, sürüldüğü yerde ölürse; sürene tazminat gerekir. Fetva da bunun üzerinedir.

Bir adam, kendi tarlasında bir hayvan bulur ve onun üzerirv bi­nerek, koşturur; oda ölürse; tazmin eder.

Keza, onu çıkardıktan sonra, çok uzaklara sürerse; tazminat gerekir.

Bir başkası çıkarmış olursa; tazminat gerekmez. Hızânelü'I-Müitm'de de böyledir.

Bir çoban, sürüsünde yabancı bir inek gördüğünde, onu sürü­den çıkarıp, sürse tazminat gerekmez. Ancak* uzaklara sürerse, tazmi­nat gerekir. Fetâvâyi Kübrâ'da da böyledir.

Bir adam, tarlasında bir hayvan bulup, onu çıkarır ve sahibine vermek niyetiyle sürer; o da yolda yorulur veya ayağı kırıhrsa; tazmi­nat gerekir.

Ebû'1-Leys: "Biz, bunu kabul etmeyiz; ancak Muhammed bin Hasam­dan gelen rivayeti kabul ederiz, ö:" Ta;:minat gerekmez; buyurmuştur. Demiştir. ZatiSyriyye'de de böyledir.

Bir adam, ekininde bir sığır bulur ve "onun zarar verdiğini" sa­hibine söyleyip, "sığırını çıkarmasını" sığır sahibinden isterse; bu du­rumda hayvan sahibine bir tazminat gerekmez. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, diğerinin izni olmadan, onun eşeğini yabana sürer ve onun sıpasını kurt yer veya sıpa zayi olur; eşek geri gelirse; eşeği sıpa-sıyla birlikte sürmüş olması hâlinde tazminat gerekir.

Şayet sıpa kendiliğinden gitti ise, tazminat gerekmez. Kerdeiî'nin Ve cîzi'nde de böyledir.

Çoban, hayvanlarını tarlaya yakın götürür; hayvanlar da ziraatı tahrip ederlerse; çobana tazminat gerekir. Fıısûlü'l- İmâdiyye'de de böyledir.

Bir adamın hayvanı, —sahibi sürmeksizin— gece veya gündüz çıkıp gider ve başka bir adamın zirâatına zarar verirse, tazminat gerek­mez. Bu bize göre böyledir. Serabâ'nin Muhıyü'ndc de böyledir.

Bir adam, arazisini, tohumunu ve öküzlerini ziraat için bir baş­kasına verir; ziraatçı da öküzleri çobana teslim ettiğinde onlar zayi olursa; tazminat gerekmez. Çobana da tazminat gerekmez. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Bir adam, arazisini sulamak istediğinde; diğer biri, ona mâni olur ve.o mahsûl zayi olursa; tazminat gerekmez. Hulâsa'da da böyledir.

Bir adamın davar ağılına, başka birisi bir koyun bağlar; ağıl sa­hibi de onu ordan çıkarırsa; tazminat gerekir. Fetâvâyi Imâdiyye'de de böyledir.

Borçlu bir adam, alacaklısına, ona borcunu vermek için gelir ve ona, satıp parasını almak üzre, bir mal verir; o mal da satılmadan ön­ce, alacaKİımn yanında.helâk olursa; borçlunun malı olarak ölmüş olur; borç üzerinde kalır. Çünkü, bu durumda alacaklı, onu satmak için borç­lunun vekili olmuş olmaktadır.

Şayet borçlu malı verince, hiç bir şey söylememiş ve onu da ala­caklı almış olsaydı; sonra da: "sat da parasını ver." diye geri borçluya verseydi; oda borçlunun yanında zayi olsaydı. îşte o zaman alacaklının malı olarak zayi olmuş olurdu.

Çünkü alacaklı, alacağını almış ve borçluya "geri sat." diye verin­ce, onu vekil etmiş olurdu.

Vekilin yanında zayi olan; asilin yanında da zayi Olmuş, gibi olur. Fctâvâyi Kâdftân'de de böyledir.

Bir adam, başka birinin cariyesine cima eder ve bu câriye o cir madan dolayı ölürse, onun kıymetini, cima yapan şahıs öder.Tatarbâ-niyye'de de böyledir,

Bir kedi, birinin güvercinini öldürse tazminat gerekmez. Yani kedi sahibi, güvercinin bedelini ödemez. Müzmerâf ta da böyledir.

Bir adam kedisini yakalayıp, onu başka birinin güvercin veya ta­vuğunun üzerine atar; kedi de onu tutup yerse; âlimler: "Şayet kedinin sahibi, kediyi kasden tutup attı ise, tazminat gerekir. Eğer kediyi önce atar, sonra onu geri tutar; daha sonra da kediyi bırakırsa, tazminat ge­rekmez." demişlerdir. Felâvâyi Kâdihân'da da böyledir.

Bir adam, başkasının kurdunu veya aslanını öldürse tazminat gerekmez.

Şayet maymununu öldürürse bedelini tazmin eder. Çünkü maymun, bir kıymet taşıyan ve evde hizmet eden köpek gibidir. Serahsî'nin Muhıy-tı'nde de böyledir.

Bir adam, birinin domuzunu veya şarabını telef ettiğinde, onun sahibi, müslüman ise, öldürene —telef edene— tazminat gerekmez. Te­lef eden, ister müslüman olusun; ister olmasın, fark etmez.

Eğer içkisi veya domuzu zayi olan şahıs zimmî ise, telef eden şahıs onların kıymetini öder.

İTm^slüman veya zimmî/^^^^^^ şarabım te-lef ettikten sonra, o zimmî müslüman olur ve o zaman tazminat isterse; tazminat gerekir.

Bir zimmî, diğer bir zimmînin şarabım telef ederse, aynısını öde­mesi gerekir.

Sonradan, bu alacaklı veya her ikisi birden müslüman olurlarsa,

her ikisi de tazminattan berî olurlar.

Şayet, önce borçlu; sonrada alacaklı müslüman olur veya bu müs­lüman olmazsa; İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'dan gelen bir rivayete nazaran ve İmânı Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, içki vermediği gibi kıymetini de öde­mez. Bu, ödemeden önce müslüman olunca böyledir. Hâvî Şerhı'nde de böyledir.                                                                         

Bir adam, kasden besmelesiz kesilen .bir hayvanın etini telef eder­se, tazminat gerekmez. Tatarhântyye'de de böyledir.

En doğrusunu bilen Allah Teâlâ'dır. [5]

 

4- GASBDA, TAZMİNATIN MÂHİYETİ VE KEYFİYETİ

 

İmâm Ebû Yûsuf (R.A) şöyle buyurmuştur: Bir adam diğerinin sarığını yırtıp, sonrada onu yamasa; bu durumda, sarığın yırtılmadan önceki değeri ile yırtıldıktan sonraki kıymetine bakılır ve aradaki fazlalık taz­min edilir.

Bir adam, kendi mülküne bir kuyu kazar; bir başkasıda onu, top­rağı ile geri doldurursa; bu durumda kuyunun kazılmış hâli ile kazılma­mış halinin arasındaki fark tazmin ettirilir. Veya o şahıs, doldurduğu toprağı geri çıkarması hususunda cebredilir. Eğer kuyu sahaya kazılmış; ve su çıkmamışsa, onu doldurana bir şey gerekmez. Şayet su çıkmış ise, kuyu sahibi tazminat almayı hak etmiş olur. Kuyuyu dolduran şahıs, aradaki farkı tazmin eder, SerahsPnin Muhıyö'nde de böyledir.

Bir adam, diğerinin senedini veya yazılı bir hesap defterini yırt-sa, âlimler: "Tazminat gerekir." demişler ve "Esahh olan, yazılı olan kıymetini öder." buyurmuşlardır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, diğerinin tef, saz, davul, zurna, gibi çalgı âletini kı­rarsa, İmâmeyn'in kavline göre, kıranın tazminatta bulunması gerekmez. imâm Ebfi Hânîfe (R.A.)'ye göre ise tazmin eder. Ancak, imâmın (= dev­let başkanının, yetkilinin) emriyle kırarsa, tazmin etmez. Sadra 1-İslâm "Fetva, İmâmeyn'in kavli üzerinedir. Çünkü, insanlar arasında fesâd yay­gınlaşmıştır." demiştir. Şeyhû'I-İmâm Fahrûl-İslâm. Câmiu's-Sağîr Şerhin de şöyle buyurmuştur: Ebû Hanîfe (R.A)'nin kavli kıyas; İmameyn'in kavli ise istihsândır. Sadrû'l-İslâm şöyle buyurmuştur: Ebû Hanîfe (R.A.)'ye gö­re tazminat gerekince, onu fayda temin edecek bir imkana sahip edecek şekilde tazmin etmek gerekir. Bundan dolayı tavla ve satranç aletleri bu­nun hilafınadir. Çünkü, bu şeyleri terazi taşı —tartı aleti— yapmak im­kânı yoktur. Kadûrî'de şöyle zikredilmiştir; Ud ve saz gibi şeyler oyul­muş ağaç halinde tazmin edilirler. Müntekâ'da şöyle zikredilmiştir: Bun­ların tahta olarak kıymeti tazmin edilir. Muhiyt ve Zehıyre'de de böyledir.

Çocuklar için çalınan davul hilafsız olarak tazmin edilir. Tatarhâ-niyye'de de böyledir.

İmâm Muhammed (R.A.), buyurmuştur:

Bir müslüman nakışlanmış bin haçı telef ederse, ^-nakışsız ve şe­kilsiz olarak— mâdeninin kıymetini tazmin eder.

Eğer başı kopmuş bir heykeli tazmin ederse, onun kıymetini nakış­lı olarak öder. Çünkü o haram değildir ve nakışlı (= süslü) bir ağaç hükmündedir.

Bir adam, üzerinde erkek resimleri bulunan nakışlı bir sergiyi ya­karsa; onu nakışlı olarak tazmin eder. Çünkü aıyak altında tepelenen resimli şeyler haram değildir. Serahâ'nin Muhıyö'nde de böyledir.

Hişâm şöyle demiştir:

İmâm Mnhammed (R.A.)'e sordum:

—Bir adam, üzerinde nakışlı rgsim bulunan bir kapıyı yaksa, ne olur?

İmâm şu cevabı verdi:

—Resimsiz ve nakışsız olarak kapıyı tazmin eder. Şayet kapı sahi­bi resmin başını kesmişse —nakışlı bir ağaç gibi— nakışlı kapıyı tazmin eder Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam boya ile yapılmış resimli bir binayı yıksa, binanın kıy­metini ve boyanın kıymetini resimsiz olarak öder. Çünkü evde resimler menhiyyattandırlar. Sirâcü'l-Vehhac'da da böyledir.

Bir adam., üzerinde resim bulunan gümüş bir kabı kırıp telef eder­se; onun resimsiz hâlinin kıymetini öder. Eğer resmin başı yoksa o hâl­deki kıymetini öder. Hizânetü'l-MüfüVde de böyledir.

Bir adani şarkıcı bir cariyeyi öldürse, şarkı bilmeyen câriye kıy­metini öder. Ancak onun şarkı söylemişi kıymetini eksiltiyor ise, o tak­dirde öylece ödeme yapar. Çünkü, şarkı söylemek, ma'siyettir; caiz de­ğildir. Kıymetini azaltıyorsa o bir kusurdur. O takdirde, yan kusurlu­nun yerine kusursuzu öderse gasbedenin hakkı zayi olmuş olur. Sirâcü'I-Vehhâc'da da böyledir.

Şayet câriye sesi güzel biri olduğu hâlde, şarkı söylemiyor ise, —güzel sese ve çehreye sahibse,— onun mislini veya kıymetini tazmin eder.

Güvercin, uçarken çok dönen bir güvercin ise, ona.göre kıymeti ödenir.

Uzaktan gelen güvercinin kıymetine itibar edilmez.

Yarış atı da kıymetine göredir.

Talimsiz olan hayvanların kıymetlerinde fark gözetilmez. MuhiyC-te de böyledir.

Bir adam vuruşkan bir koçu veya dövüşken bir horozu telef ey-lese; o sıfatta ödeme yapmaz. Çünkü, onları vuruşturmak, dövüştürmek haramdır. Menfaatide mubah ve helâl olan bir şey değildir. Serahsî'nin MuhıytTnde de böyledir.

Bir adam, ceviz ağacının yaş ve küçük cevizlerini telef ederse; o ağacın cevizli olduğu haldeki kıymeti ile cevizsiz olduğu hâldeki kıymetleri arasındaki farkı öder.

Çiçekli ağaç da böyledir. Çiçekli hâlindeki kıymeti ile, çiçekleri dö­külmüş olduğu hâldeki kıymeti arasındaki fark, çiçekleri döken şahsa ödettirilir. Zahîyriyye'de de böyledir.

Bîr adam, bir ağacın dalım kesse (kırsa); kırdığı dal, kıran şah­sın olur ve o ağacın tamamının noksanlığını-tazmin eder.

Eğer yalnız dalın noksanlığını öderse, o dal ağaç sahibinin olur. Mül-lekıt'ta da böyledir.

Bir adam, diğerinin bağındaki çubuğu koparsa; telef ettiği ka­dar kıymetini öder.

Bunu tesbit etmenin yolu şöyledir:

O bağ, ağaçlarıyla ne kadar menfaat veriyordu; ağaçları yok olun­ca hâli ne oldu? İşte aradaki o fark tazmin edilir.

Bundan sonra bağ sahibi muhayyerdir: İsterse, koparılan ağaçları koparana verip kıymetini alır; isterse, onları kendi alır ve o nisbette az ödeme yaptırır.

Sahibinin izni olmaksızın, bir adamın evinde, bîr ağacını kıran kimse hakkında ev sahibi muhayyerdir: İsterse, o ağacı, o adama verip, kıy­metinin tamamım ahr.

Bunu tesbit etmenin yolu:

O ağaç var iken, evin kıymeti ne idi; yok olunca ne oldu? İşte ara­daki fark ödenir.

Eğer o ağacı vermez İse, onun kıymeti kadar tazminatı eksiltir. Kübrâ'da da böyledir.

Bir adam, diğer birinin ormanından bir ağaç kesip, onu itlaf eder­se, sahibine onun, odun olarak kıymetini tazmin eder. FüsûIü'Mmâdiyye'de de böyledir.

Bir adam, yanan tennurun {= tandırın, ocağın) başına gelip, içine su dökerse, verdiği zararı tazmin eder.

Nâtifi'nih Vâkıât isimli Kitabı'nda §öyle zikredilmiştir: Bîr adam, birinin fırınının ağzım açar ve o fırını soğutursa, fırını ısıtacak kadar odunun kıymetini öder.

Fırını icarlayan şahsa sorarak, \$u fırının, söndüğü müddette ne ka­dar menfaati zayi olmuşsa, onu tazmin etmek de mümkündür. Muhıyt'-te de böyledir.

Bir adam fırının ağzım açıp, onu soğutursa; onu ısıtacak kadar odunun kıymetini tazmin eder.

Fahnıddin Kâdîhân: "Sahih olan, icarcıya önce ısınmış fırınla, ikinci defa ısınma arasındaki farkı ödemektir." demiştir. Uimm'dc de böyledir.

Bir adam, diğerinin dikilmiş gömleğini sökerse; dikilmiş halin­deki kıymeti ile, sökülmüş hâlindeki kıymetine bakılır ve aradaki fazla­lık söken şahsa ödettirilir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adam, bir baskısının özel kuyusuna pislik atarsa; o kuyuyu temizlediği gibi, bundan başka, o kuyunun noksanlığını da tazmin eder.

Kuyu, umuma âit bir kuyu olursa, "onu temizlemesi" emredilir. Yâni o şahıs bu kuyunun suyunu tamamen boşaltıp temizler. Gınye'de de böyledir.

En doğrusunu Allahu Teâlâ bilir. [6]

 

5- GASBEDİLEN BİR MALIN, BAŞKA BİR MALA KATILMASI VEYA KARIŞMASI

 

Bir başkasının malını gasbeden bir kimse; gasbettiği malı, kendi malına veya başka birinin malına karıştırsa; burada iki durum söz ko­nusu olabilir:

a-) Bu şeyleri iç içe katmış olabilir.

b-) Bu şeyleri yan yana koymuş olabilir.

Şayet iç içe katmışsa, bunda da iki durum söz konusu olabilir.

1-) Bunların birbirinden ayrılması mümkün olabilir.

2-) Bunların birbirinden ayrılması, mümkün olmayabilir.

Aralarını ayırmak mümkün olmayan şey, ceviz yağım, bezir yağı­na karıştırmak veya arpa ununu, buğday ununa karıştırmak gibi..

Bu takdirde, onları karıştıran kimse, bi'1-icma, o mal sahibinin ma­lını tazmin eder. (= öder)

Şayet seçmek imkânı varsa (bir cinsin, aynı cinse katılması meselâ: Buğdayı buğdaya; sütü süte katmak gibi) bu durumda, İmâm Ebû Hatıîfe (R.A.)'ye göre, buğdayı kadar buğday, sütü kadar da süt verir.

İmâmeyiTe göre ise, mal sahibi muhayyerdir: Dilerse, hakkının mis­lini ödetir; dilerse, o katışmış şeye ortak olur ve hakkı kadarım alır.

Yan yana katmaya gelince buda iki nevidir.-

a-) Bunlar, birbirinden zahmetsiz seçilip ayrılabilir.

b-) Bunlar, birbirinden zahmetli olarak seçilebilir.

Şayet, zahmetsiz meşakkatsiz seçilen cinsten ise (dirhemleri dinarlara; beyazı siyaha katmak gibi...) onu, katan şahıs tazmin etmez. Mal sahibinin malını seçip, kendisine aynen verir.

Meşakkatli seçmeye gelince, (buğdayı, arpaya katmak gibi) d-Asl'da: "Bu durumda, katan şahıs mal sahibinin malım tazmin eder." denil­miş ve mal sahibinin muhayyerliği söylenmemiştir.

Bundan sonra ihtilaf vardır. Bazı âlimler: "Bu kavil İmâmeyn'in kav­lidir." demişlerdir.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, mal sahibi ortak olamaz. Çünkü buğday taneleri, arpadan hali olmazlar.Katan zat, mal sahibinin neyini kattı* ise, onun mislini ona tazmin eder. Ve, katıştırdığı şey kendisinin olur.

Bir kısım âlimler de: "Mal sahibi muhayyerdir. Bu kavil bi'l-ittifaktır." demişlerdir.

Diğer bazı âlimler ise: "Sahih olan, ona ortak olmamasıdır. Bu gö­rüş, bil-ittifak böyledir." buyurmuşlardır.

Bir adam, birinin buğdayını diğerinin arpasına karıştırıp, kendi­si de kaybolursa, aralarında anlaşma yaparlar ve o mahlutu (= karış­mış şeyi) birisi alır; diğerine malının kıymetini veya o kadar ölçeğini ve­rirse, işte bu.caizdir. Çünkü karışmış şeye ortaktırlar.    .

Ortakların, karışmış şeyi birbirinden satın almaları caizdir. Şayet anlaşmakdan kaçınırlarsa, o mahlut satılır; buğday sahibi, buğday his­sesine düşeni arpa sahibide arpasına düşen hisseyi alırlar.Serahsî'nin Mu-hıylı'nde de böyledir.

Hişâm, Müntekâ'da İmâm Mu hanı m td (R.A.)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir.

Bir adamın yanında kavrulmuş un, diğerinin yanında da yağ veya zeytin yağı bulunduğunda; birisi, onları birbirine katsa; bu takdirde se-vik (- kavrulmuş un) sahibi, yağ sahibine, yağının bedelini öder. Mu-hıyt'te de böyledir.

Bir adamın alçısı, diğerinin ununa karışır ve bunda ikisinin de kabahati olmazsa; bu karışım, o hâlde satılır ve her biri malının kıyme­tini alır.

Noksanhk olursa, ikisi de suçsuz olduğundan hiç birine tazminat gerekmez. Felâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adam, eski buğdayı, yeni buğdaya karıştırınca; eski buğda­yın sahibi, yeni buğday sahibine, benzerini tazmin eder.

Eğer dökülen buğday az ise, kattığı kadarına ortak olur.

Kudûrî'de şöyle zikredilmiştir:

Bir adam, buğdaya su dökerek onu ifsad eder ve ölçüsünü artırır-sa, buğdayın sahibi, su dökülmeden önceki kıymetini, ona ödetir. Onun mislini tazmin ettirmez.

Keza, bir kimse zeytin yağına su katsa veya zeytin yağını suya dökse; mislini değil de kıymetini borçlanır; mislini borçlanması caiz ol­maz. Çünkü bu bir gasp değildir.

Şayet önce gasbetmiş, sonra da onun üzerine su dökmüş olsaydı, mislini ödemesi gerekirdi.Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, taze dirhemleri, zayıf dirhemlere kattığında, bu şahıs taze dirhemleri tazmin eder. Tazeyi, zuyûftan ayırmayı bilirse, bu biraz zordur. Şayet ayırım yapamaz ise, tazminatta bulunur.

Ancak, tazenin taze; zayıfın zayıf olduğunu bilirse, —karışanların zayi olmaması halinde— o takdirde tazminatta bulunmaz.Seraha'nin Mu-hiyü'nde de böyledir.

Bir adamın elinde bulunan dirhemlere bakılırken, onların bir kıs­mı, başka birinin dirhemlerinin içine düşer ve karışır; dirhemlerine ka­rışan şahıs da, onu gasbederse; her ne kadar kasd olmasa bile bu bir cinayettir; tazminatı gerektirir.Zahiriyye'de de böyledir.

Bir kimsenin turuncu, diğerinkine karışsa, hangisininki çoksa; o diğerinkİni öder. Onunkide diğerinkine karışsa, hiç birine muhayyer­lik yoktur; her biri, diğerinkinin kıymetini öder.Muhiyt'te de böyledir.

Bir deve, inciyi yutar, o incinin kıymeti de deveden fazla olursa incinin sahibi, devenin kıymetini verir.

Şayet incinin değeri az bir şeyse, deve sahibine bir şey gerekmez.

Bir adam, diğerinin incisini yutar ve ölürse; ölen şahıs geride mal bırakmışsa, incinin bedeli ondan ödenir.

Eğer mal bırakmadı ise, karnı yarılıp inci alınmaz.

Bir adam, başkasının incisini yutar ve kendisi sağ olursa; onu öder; onu çıkarmasına bakılmaz.

Kabak teveği birinin mülkünde biter tanesi de başka birinin mül­künde olur ve kabak orda büyür; onu koparmadan ordan çıkarmak zor olursa; bu da tavuğun yutmuş olduğu inci gibidir; duruma bakılır: iki malın hangisinin kıymeti daha çoksa, o diğerinin kıymetini tazmin eder ve o, kendisinin olur.

Eğer kıymetini ödemekden kaçınırsa, o satılır; parası ikisinin ara­sında taksim edelir.Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir müste'cirin, sevdiği bir şey, icarladığı evde bulunur; onu da duvarı yıkmadan çıkarma imkânı olmazsa; duruma bakılır; Hangisinin kıymeti fazla ise, ona göre hareket edilir; ya duvar yıkılır ve bedelini, yıkan öder veya o şey çıkarılmaz; bedelini ev sahibi öder ve o onun olur.Muhiyt'te de böyledir.

Bir dirhem veya bL inci bir mürekkep hokkasına düşer ve hok­kayı kırmadan onu çıkarma imkanı olmazsa; bu iş hokka sahibi tara­fından yapılmış olması halinde, düşen şeyin kıymeti hokkadan fazla ise, o kırılır ve düşen şey çıkarılır. Bu durumda dirhemi veya incisi düşen Şahsa tazminat gerekmez.

Şayet düşüren şahıs dirhemin veya incinin sahibi ise, hokka kırılır ve düşüren şahıs hokkanın kıymetini tazmin eder. Dilerse hokka kırıla­na kadar sabreder.Cevheretü'n-Neyyire'de de böyledir.

Bir adamın hayvanı, başını birinin kazanının içine sokar ve ka­zanı kırmadan, onu çıkarma imkanı olmazsa; hayvan sahibi kazan sa­hibi ile birlikte bakarlar. Hangisinin kıymeti daha fazla ise, o diğerinin bedelini öder.

Eğer kıymetleri müsavîise, ikisini de satıp parasını aralarında pay ederler.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) şöyle buyurmuştur:

Bir adamın incisi birisinin ununun içine düşse; şayet onu karıştıra­rak; inciyi aramak una zarar verirse, o karıştırılmaz. Önce un satılana kadar beklenir.

Eğer onu karıştırarak, inciyi aramak zarar vermiyorsa, Bişr"îndyi arayıp bulmayı" emreylemiştir. Fetâyî Kâdîhâii'nda da böyledir.

Bir adam, deve yavrusunu birine emânet bıraktığında, o emânet bırakıldığı yerde büyür ve kapaıyı sökülmeden çıkamaz olursa; isterse ev sahibi deve yavrusunu emânet aldığı günün kıymetini öder ve onu ordan çıkarmaz; isterse, kapıyı söker; çıkarıp, sahibine verir.

Sadrü'ş-Şehîd, Vâkıat Kitabı'nda şöyle buyurmuştur: Bu Meseleye açıklık getirmek gerekir: Eğer devenin çıkarılması için, sökülecek yerin kıymeti deveden fazla ise, deve çıkarılmaz.

Fakat devenin kıymeti fazla olur ve ev sahibi de kapısını söktür-mekten kaçınıyor, buna razı olmuyor ise deve sahibine emredilir ve o yıkılan yerin aynısını tazmin etmek suretiyle devesini çikarır.

Hitan Kitabı'nda şöyle zikredilmiştir:

Bu, deve yavrusunu emânet eden şahıs onu oraya girdirdiği zaman böyle olur.

Şayet ev sahibi onu ariyet olarak almış ve oraya kendisi girdirmiş; o da orda büyümüş ise, deve sahibine: "İmkânın varsa deveni çıkar; yoksa boğazla ve parça parça çıkar." denilir.

Bu, deve olmaz da katır veya merkep olur ve kapının sökülmesi fazla zarar verirse cevap aynıdır.

Az zarar veriyorsa, kapıyı söküp bedelini öder. Bu istihsandır.Mu-hiyt'te de böyledir.

Nâtifi'nin Vâkıâü'nda şöyle zikredilmiştir:

İki adamın her birisinin, birer adet buz haneleri vardır. Birisi diğe­rinin buzluğundan buz alarak, kendi buzluğuna koyduğunda burda iki durum vardır.

a-) Aldığı buzu, ihtiyaca binaen alıp bir yere koymuş olabilir.

b-) İhtiyacı olmadan almış olabilir.

ihtiyacı olmadan almış olursa, onu ayira bilirse ayırıp geri verir. Değilse kıymetini tazmin eder.

İkinci halde de iki cihet vardır:

a-) Buzu buzluktan almış olabilir.

b-) Büzü, dışardan almış olabilir.

Dışardan aldı ise, bir şey gerekmez. İçerden aldı ise onu tazmin eder, (= öder) Talarhâniyye'de de böyledir.

Bir adam malını, başkasının malına karıştırırsa; onu tazmin eder.

Yalnız, üzerinde borç bulunan bir köleye, efendisi bin dirhem ve­rerek, "onunla eşya almasını" söyler; o kölede o dirhemleri, kendi dir­hemlerine katar; sonra da hepsiyle birlikte eşya alırsa; o takdirde, alı­nan eşya efendisiyle kendi arasında ortak olurlar.

Binü Seınâa, İmâm Muhammed (R,A.)'in-şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: Bir adam, diğer bir adama, iki dirhem verir; bir dirhem de başka biri verir ve "bunları, birbirine katmasını" söyler; o da öyle yaptıktan sonra; bunlardan birini kalp bulursa; kendisine inanılan şahsın sözü ge­çerli olur.

Şayet kendisine emniyet edilen zat: "Ben, bunun kime ait olduğu­nu bilemiyorum" derse; o takdirde, o emin olan şahıs, onu öder.

Dirhemleri ikisinin emriyle katmış olması hâli mestesnâdir.Serahsî'-nin. Mııliytı'nde de böyledir. [7]

 

6- MAĞSUBÜN MİNH'IN, MAGSUBU, GASIBTAN GERİ ALMASI HÂLİNDE TAZMİNAT GEREKİP GEREKMİYECEĞİ

 

İmam Kerhî şöyle buyurmuştur:

Mağsûbün minh (= malı gasbedilen şahıs), o mağsûb (= gasbedi-len şey) hakkında, bir ihdasta bulunursa; kendisi de, bu yüzden gâsıp (= gasbedici) olur. Çünkü, bu iş başkasının mülkünde vâki olmuş olur.

Bu durumda, gasbedilen mal, geri alınmış olur. Ve önceki gâsıp, tazminattan berî (= kurtulmuş) olur.

Keza, mağsûb {- gasbedilen şey) hizmet eden bir köle ise, hüküm yine böyledir.

Çünkü bu, gasb mahalli üzerinde elde olduğunu isbat ölür.

Şayet bir hâdise ihdas ederse, o yüzden ğasıb olur.

Mâlikinin, memlûkûnu (efendinin, kölesini) almış olması, gâsıbtan tazminatı düşürür. İster bilsin, isterse bilmesin fark etmez.

Zira hüküm bilgi değil, sebeb üzerine bina edilir.

Bu durumda gâsıb, önceki gasp sebebiyle gasıp olmaz. Ancak, ön­ce ğasbı ihdas etmiş olur.

Keza şayet gâsıp, bir kimsenin elbisesini giydikten sonra, elbise sahibi,onu geri alıp giyer ve o eskir, yırtılırsa;—tanısın veya tanımasın— önceki gâsıba tazminat gerekmez.

Keza, ikinci gâsıp, elbiseyi asıl sahibine satar veya bağışlar; 6 da onu giyer ve eskitirse; —tanısın veya tanımasın— yine, önceki gasıba tazminat gerekmez.

Keza, bir kimse, bir yemeği gasbettîkten sonra, onu mağsûbün minh'e yedirse; —tanısın, tanımasın— bu durumda da gâsıba tazminat gerekmez.

Keza, mağsûbün minh, gâsıbın evine gelip mağsûbu bizatihi yer­se; —onun, kendi malı olduğunu bilsin veya bilmesin— bu durumda da gâsıp tazminattan kurtulur.

Bir gâsıp, unu ekmek yaptıktan veya eti kızarttıktan sonra, onu, mağsûbün minh'e yedirirse, tazminattan berî olmaz. Çünkü o, mağsû­bün minh'in eline aynı hâlde verilmiş olmadı.

Gasbedilen bir cariyenin, gözünün biri kör olur veya gasbeden şahsın yanında iken dişi çıkıp düşer; sonra da gâsıp, onu Öylece geri ve­rir; bilâhare de, o cariyenin gözü malsahibinin yanında açılır ve dişi ye­niden çıkarsa; bu durumlarda gâsıp tazminattan berî olur. Zehıyre'de de böyledir.

Bir adam, bir köle gasbettiğinde, onun gözüne boz iner ve onu tekrar sahibine iade edip, tazminatını da verdikten sonra, kölenin sahi­bi, o köleyi gâsıba satar; onun yanında iken de gözündeki beyazlık zayi olursa; daha önce tazmin eylediği miktar için, Müracaat edip, onu kö­lenin efendisinden alır. Çünkü cinayet zail olmuştur. Zahîriyye'de de böyledir.

Bir adam, bir evi gasbettîkten sonra, o evi, sahibinden icarlar ve bu ev ikisinin de yanında olmazsa; gâsıp tazminattan kurtulamaz.

Şayet içinde oturuyor veya orda oturmaya gücü yetiyorsa üzerine icar vacip olacağından tazminat gerekmez. Kederinin VecbPnde de böyledir.

Bir gâsıp, gasbeylediği köleyi, sahibinden belirli bir duvar yap­mak için icarlarsa; yaptığı duvarın ücreti alınana kadar, köle tazminat altındadır. Efendisi, ücretini alınca, gâsıp tazminattan kurtulur. Ken­disine hizmet için icarlasa yine böyledir. Ücretini verince, tazminattan berî olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

İmâm Mubammed (R.A.), Cftaİ'de şöyle buyurmuştur:

Bir adam, diğerinin kölesini gasbettiktan sonra, onu efendisinden icarlasa; bu icar sahih ve kendisi müste'cir olur.

Onu îcâre hükmüyle almış olduğundan, tazminat gerekmez.

Çünkü onu alması, icâreye nâib olarak alması demek olur. (Satın almaya naip olma gibi...)

îcâre hükmüyle alınca da emin olmuş olur ve tazminat kalkar ve bir daha avdet eylemez.

Şayet, o köle, icâre müddetinde ölürse, emânet olarak ölmüş olur. Ve gasbeden şahsın, geçen müddetin icarım vermesi gerekir. Kalan günler, icâreden düşülür.

îcâre müddeti geçer ve köle hayatta olursa; tazminat olarak iade edilmez; normal olarak dönmüş olur.

Müntekâ'da şöyle zikredilmiştir:

Bir adam, diğerinin kölesini gasbettikten sonra; onu, mağsûbün minhten, her hangi bir iş yapmak üzere icarlarsa; efendisi, onun yaptığı işin ücretini alınca, gâsıp tazminattan berî olur. Çünkü ücret, üzerine vâcib olmuştur. Zehıyre'de de böyledir.

Bir efendi, gasbedilen kölesini, gâsıptan, ariyet olarak alsa; bu gâsıp, tazminattan berî olamaz.

Hatta bu efendi, o köleyi çalıştırmadan önce ölse; gâsıbm onu taz­min etmesi gerekir.

Efendi, gasbedene: "Gasbolunan şeyi sana iade eylemiştim." de­dikten sonra, o şey helak olsa; tazminat gerekir; Çünkü tazminattan kur­tulmamıştı. Vedîa akdi, koruma sözü, tazminata mâni değildir. Füsûlü'l-İmâdiyye'dc de böyledir.

Âlimler, şöyle buyurmuşlardır:

Mağsûbün minh, gasbedilen cariyeyi birine nikahlarsa; gâsıb taz­minattan berî olur.

Bu, İmâm Ebû Yûsuf(R.A.)un kıyâsıdır.

İmâm Ebû Hanife(R.A.)nin kıyâsında beri olamaz.

Bu görüş ayrılıkları, ahm-satımdaki ihtilaflarının fer'idir. Tezev-vüc ile teslim almış olur mu yoksa olmaz mı? Fakat, kocası ona cİna yaparsa; bil-icma gâsip tazminattan berî olur. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Bir cariyeyi gasbeden şahıs, o cariyeyi, mağsûbün minhten, bir iş öğrenmek üzere, icarlasa; bu caiz olur ve bu câriye gâsibm elinde iken, —o işi ondan öğrenmeden önce veya sonra— zâyı olursa; tazminat ge­rekir. Mağsûbeyi, elbise yıkamak için icarlasa da böyledir. Seraha'nin Muhiyh'nde de böyledir.

Bir adam, diğerinden bir kür buğday gasbettikten sonra, onu, mağsûbün minhe geri verip, ona: "Bunu, benim için öğüt." der; 6 da onu üğüttükten sonra, o buğdayın kendi buğdayı Olduğunu anlayıp, ken­disinden gasbolunan onu alırsa; un, onun olur.

Keza, bir adam, diğerinin ipliğini gasbeder ve sonra da ona vere­rek: "Bunu bez doku." der; o da, o ipliğin kendi ipliği olduğunu anlar­sa; bez kendisinin olur.

Keza, bir adam diğerinin hayvanını gasbeder; sonra da, hayvanı gasbedüen şahıs ölür ve onun vârisleri gelerek, onu gâsıbdan ariyet ola­rak alırlar; o hayvan da vârislerin yanında ölürse; bu hâllerin hepsinde, gâsip tazminattan berî olur. Fetâvâyi Kadfhftn'da da böyledir.

Gâsip, mağsûbu, hâkimin emriyle satsa, tazminattan kurtulmuş olur.

Sahibinin emriyle satması hâlinde de böyledir. Hizânetü'l-MüfuVde de böyledir.

Bir efendi gâsıba; "gasbolunan kölesini satmasını" söylerse; bu sahih ve o gâsıp vekil olmuş olur. Yalnız, söylemekle i azminattan çık­mış olmaz ve keza yalnız satmakla da tazminattan çıkmış olmaz. Hat­ta, köle parasını teslim etmeden önce ölürse; satış bozulmuş olur ve gâ-sıbın, kölenin kıymetini, sahibine vermesi gerekir

Keza, mağsûbün minh, mağsûbu, bizzat kendisi, —müşteriye tes­lim etmeden— satsa; gâsıp, tazminattan kurtulmuş olmaz.

Sonra gâsıp, mağsûbün minh'-in emriyle, mağsûbu satar; müşteri de, -^kusuru sebebiyle— mağsûbu, gâsıbe geri verir ve eğer red, müşteri teslim aldıktan önce olursa; gâsıp, aynı şekilde gâsıb halindedir.

Şayet, geri verme müşterinin köleyi teslim almasından sonra ise, gâsıplık avdet etmez. Zehıyre'de de böyledir.

Mal sahibi, gasbeden şahsa,  "gasbolunan koyunu, kurban kesmesini" söylese; kestiği kurban, kurban olur; fakat, gâsıp tazminat­tan kurtulmuş olmaz. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

Gâsıp, gasbeylediği şeyi sahibine verir; mağsûbün minh de onu aldığını, yazarsa; gâsıp, —mutlaka-tazminat— tan kurtulmuş olur.

Hâher-Zâde, Kitâbii'l-İkrar'da, bu mes'eleyi etraflıca yazmıştır. Mağ­sûbün minh, büyük ve bulûğa erişmiş bir kimse ise, cevap yazıldığı gibidir.

Şayet küçük ise, gâsıp, tazminattan berî olmaz.

Eğer, mağsûbün minh tazminattan kurtulmuş izinli köle ise, yine böyledir; yâni gasıp olur.

Şayet izinli değilse, gâsıp', tazminattan kurtulmuş olmaz.

Teslim almaya aklı yetmeyen bir çocuk olur ve korumaya aklı yet­mez ise, —gönderdiği, mağsûbu alsa bile— gâsıp, tazminattan berî olmaz.

Şayet yeri değişmeden önce (aynı meslişte) gönderirse; istihsânen gâsıp tazminattan kurtulmuş o,lur.

Eğer sabî, hem almaya, hem de muhafaza etmeye aklı yeten bi­riyse; burda ihtilap vardır:

FadB'nin Fetvâlan'nda denilmiştir:

Bu durumda —almaya, vermeye sabinin aklı eriyorsa— gâsıp, taz­minattan kurtulmuş olur.

Şayet aklı ermiyorsa, —tafsilata ihtiyaç yok— gâsıp, tazminattan berî olamaz.

Şayet gasbedüen şey, dirhemler olur ve onu da gasbeden zayi et­miş; sonra da onun benzerini sabiye reddeylemiş bulunur; o sabî de aklı eren biri olursa; gâsıp tazminattan berî olur.

Eğer izinli veya izinsiz köle ise, tazminattan bert olamaz. Mıhıyt'te de böyledir.

Bir adam, bir hayvanın üzerinden eğerini gasbettikten sonra, onu geri sırtına koysa tazminattan berî olamaz.Kerderî'nin Vecîzi'nde de böyledir.                                         .

Bir adam, odun gasbeder ve mağsûbün minh'i de icarlayıp, o odunla yemek pişirmek için, kazanın altını yaktırır ve o adam, o odun­ların kendi oduna olduğunu bilmezse; âlimler: "Bu hususta bir rivayet yoktur. Sahih olanı, gâsıp tazminattan beri olur" buyurmuşlardır. CevâhinTI-Ahlatı'de de böyledir.

Bir adamın, diğerinde alacağı olduğunda; hakkı kadar, onun bir malını alırsa; Sadnı'ş-Şehîd: "Muhtar olan, bu zat gâsıb olmaz. Çünkü şer'î izinle almış olur. Fakat, bu yüzden mazmunu aleyh olur. Çünkü bu, alacak alma yoludur" demiştir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adamın, başkasına borcu olduğunda; alacaklısından başka biri, onu alarak, alacaklısına verirse; âlimler, bu husustada ihtilaf eyle­diler: Nusayr İbni Yahya şöyle buyurdu:

Borcuna karşılık olur. Çünkü alıcı hakkını almış oldu.

Fetva da bunun üzerinedir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adam, uyuyan bir kimsenin parmağından, yüzüğünü çıkarıp, yine uyurken geri takarsa; tazminattan berî olur.

Ancak adam, uyanıp, sonra tekrar uyur; gâsıb da, o şahıs ikinci uyku hâlinde iken, parmağına yüzüğü geri takarsa; tazminattan berî olmaz.

Çünkü, öncekinde, uyurken reddeylemek gerekli idi; öyle yaptı; ikin­cide ise uyanık iken geri vermesi gerekirdi; öyle yapmadı.

Hülâsa: Uyuyan bir şahsın yüzüğünü, uyurken parmağına takmak; mectini ayağına giydirmek; baş örtüsünü başına koymak, tazminatı izâle olur.

İmâm Muhammed (R.A.): "îtibar, aynı meclise aittir" buyurmuştur.

Aynı mecliste olunca, diğer uykusunda da iade eylese, tazminattan ' berî olur.

Şayet mekânını değiştirmezse; hangi parmağına takarsa taksın, hangi ayağına giydirirse giydirsin, tazminat gerekmez.

Eğer uyuduğu yeri değiştirir ve sonra tekrar uyursa; ona, uyanık hâlinde vermedikçe, tazminattan berî olamaz. Kerdeifnin Vecîzi'nde de böyledir.

Bir adam, bir başkasının elbisesini, o bulunmadığı sırada ve onun emri olmadan giyip, geri çıkarır ve yerine koyarsa; tazminattan berî olmaz.

Âlimlerimiz bu hususta şöyle buyurmuşlardır:

Bu, elbiseyi, aynen onun giyildiği gibi giymesi halinde olur; yoksa, gömleğini omuzuna koymuş ve tekrar yerine bırakmışsa; buna tazmi­nat gerekmez. Bu, bil-ittifak böyledir.

İbnü Semfta, Miintekâ'da; İmâm Muhamraed (R.A.)'in şöyle buyur­duğunu nakletmiştir:

Bir adam, diğerinin izni olmaksızın elbisesini evinden alıp, giyer ve tekrar götürüp aldığı yere kor ve o orada zayi olursa; istihsânen alıp giyen şahsa, tazminat lâzım gelmez.

Keza bir adam, diğerinin hayvanını otladığı yerden alıp götürür; sonra da aynı yere getirip bıraktığı hâlde, sonradan, hayvan başka yere gidip zayi olursa; tazminat gerekmez.

Bu, istihsânen böyledir.

Bir kimse, bir hayvanı, sahibinin elinden zoraki alır; sonra da geri getirir ve sahibini veya; hizmetçisini jbulamaz ve o hayvanı otladığı yere bağlar o da zayi olursa; tazminat gerekir.

Şemsü'l-Eimme, Ariyet kitabının Şerhinde, bunu nâssen buyurmuştur. Zehıyıe'de de böyledir.

Bir adamın kesesinde, bin dirhemi olsa; bir başkası da onun ya­rısını alarak yarısını bir gün sonra geri koysa; tazminat gerekir. Gâsıp, onu keseye koymakla, tazminattan berî olamaz. Kerderî'nin Vecîzi'nde de böyledir.

Bir gâsıp, gasbeylediği bir şeyi, getirip, mal sahibinin evine kor; ev sahibi ise, onun kendi 'malı olduğunu bilmez; bir başkası da onu gö­türürse; —sahih olan—, önceki şahıs, tazminattan berî olur. SerahsS'nin Muhıyü'nde de böyledir.

Bir adam, gasbeylediği bir şeyi, telef eder ve onun kıymetini, hâ­kimin hükmü olmaksızın, öder; diğeri ise onu kabul etmez ve almazsa; gâsıp tazminattan berî olmaz.

Ancak, gâsıp, o şeyi mal sahibinin yanına kor veya evine bırakırsa' tazminattan berî olur. Kerderi'nin Vecîzi'nde de böyledir.

Gasbeden şahıs, mağsûbu, vârislerden birinin yanına bırakırsa; diğerinin hakkını vermiş olmaz. Eğer, bu işi hâkimin hükmü olmadan yaparsa, bu böyledir. Sirâciyye'de de böyledir.

Bir gâsıp, gasbeylediği şeyi, sahibine gönderir; o da kabul etmez ye gâsıp, onu tekrar evine getirince; o, orda zayi olursa; tazminat lâzım olmaz.

Onu geri getirmekle de yeniden gâsıp olmuş olmaz.

Şayet gasbeylediği şeyi, sahibine götürüp, onun eline geçecek şe­kilde bırakır ve tekrar geri alıp evine getirir; o da orda zâyı olursa; taz­minat gerekir.

Fakat, gasbeylediği şey, sahibinin yanında ve gâsıbın elinde iken, mal sahibi: "Onu al." der, ve o kabul etmez ise, bu durumda o, emâ­net gibi olur. Kerderî'nin Vecîzi'nde de böyledir.

Yetfme'de zikredildiğine göre, Ebû Usâme'den sorulmuş:

—Bir adam, diğerinin kesesinden, dirhemleri gasbedip onları har­cadıktan sonra, o dirhemlerin benzerini kesesine bırakır; sahibi de bu­nu bilmez ve dirhemler birbirine karışırsa; ne olur?

İmâm, şöyle buyurmuş:

—Kese sahibi, dirhemlerin tamamını sarfedene kadar, durulur. Ke­sesini başka yere götürürse, gâsıp tazminattan kurtulmuş olur.

Nusayr buyurmuş ki: Bir adam bir hayvanı yolda duruyor olarak görse, onu başka yere sürse tazminat gerekir.Titarhiniyye'de de böyledir.

Bir adamın, iki kür buğdayı olur; başka bir adam da, onun bir kürünü gasbettikten sonra; mal sahibi, diğer bir kür buğdayı ona emâ­net bırakır; o da, onlan birbirine katar; sonra da hepsi birden zayi olursa; gâsıp gasbeylediği buğdayı tazmin eder; öder emânet edileni ödemez. Serahrf'nin Mohıyb'nde de böyledir.

Bir adam, diğer birinin gemisini gasbeyleyip ona binerek, deni­zin ortasına varır; sahibi de ona orada yetişirse; onu gasbeden şahıstan geri istemez; fakat, o yerden itibaren, gideceği ve geldiği yer için, onu icara verir.

Şayet bir adam, diğerinin bir hayvanını gasbeder; hayvan sahibi de ona sahrada rastlarsa; —tehlikeli bir yerde— onu geri almaz, fakat, onu kiraya verir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, diğerinin bezini gasbeyleyip, onunla ölüsünü kefenler ve üzerine toprak örter, üç gün geçer veya geçmez, sonra kefen sahibi gelirse; gâsıp, ona kefeninin kıymetini öder.

Bez sahibi, bezin parasını alır; istihsânen kabri açıp, kendi bezini almaz.

Şayet bezinin kıymetini alamaz veya noksan alırsa; bu durumda bez sahibi muhayyerdir: İsterse hakkını kıyamete bırakır; isterse, kabri açarak

bezini alır. Öncekini yapması, hem dini, hem de dünyası için daha efdâldir.

Şayet kabri açar ve kefeni alırsa; onun noksanlığını, onu kefenle­yip defneden şahsa ödetir. Kübrâ*da da böyledir.

Bir adam, bir elbise veya dirhemler yahut bir hayvan gasbeder ve o şey, biaynihî durmakta olur; sahibi de onu, ona helâl ederse; gâsip tazminattan berî olur.

Gasbedilen şey, ister duruyor olsun; ister zayi olmuş bulunsun fark etmez.

Şayet zayi olmuşsa, alacağının ibrası olur; duruyorsa, gasbdan vaz­geçme olur ve.o mal gâsıbın yanında emânet olarak duruyor olur. Fetâ-vâyi Kâcfihân'da da böyledir.

Bir adam bir dal kopardığında, onun yerinde, başka bir dal bit­se bile, gâsıp tazminattan kurtulmuş olmaz.

Keza, gâsıp ziraatı hasat eder veya nebatatı toplar ve bunların yerinde yenisi biterse; hasadından ve kopardığından dolayı tazminat­tan berî olamaz. Füsûlü'l-ImâdiyyeMe de böyledir.

Nesefi'nin Fetvâlan'nda şöyle zikredilmiştir:

Bir adam, diğerinin, bir hatıl ağacını (hezenini) gasbedip binasına kor; veya birisinin bir dikmesini gasbederek, bağına diker; o da orada büyür; sonrada hak sahibi, onu keser; bilâhare de mal sahibi, gâsıba: "Hatılı sana bağışladım." derse; tazminattan berî olur.

Hişam'ın Nevizfl'inde şöyle zikredilmiştir: Bir adamın gümüş bir ibriği olur ve birisi gelip onu kırar; bir başkası da gelerek kırıklarını kı­rıp parçalarsa, birinci adam tazminattan berî olur; ikinci adam, ibriğin mislini tazmin eder.

Keza bir adam, diğerinin buğdayına su döker; bir başkası daha gelerek, onun üzerine su döküp, kıymetini çok daha noksanlaştırırsa; önceki şahıs, tazminattan berî olur; ikincisi onu tazmin eder; yani kıy­metini öder. Füsûlül-Imâdiyyc'de de böyledir.

Bir adam, diğerinin gümüş bir kabını kırar; onu tazmin etmeden önce de sahibi o kabı zayi ederse; önceki kırana bir şey gerekmez. Zira, tazminatta, kırılan şeyi, kırana vermek şarttır. O da zayi olduğu için, tazminat ortadan kalkmaktadır. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, bir şeyi gasbederek, korumak için alsa; veya onu — aldığı gibi— korumasına mal sahibi izin verse tazminattan berî olur.

Şayet gâsıp, gasbeylediği şeyden "muhafaza etmesi" söylenildi­ği hâlde, faydalanırsa; işte o zaman tazminat gerekir,

Buna binaen, bir adam, başkasının malını birine emânet bırakır, mal sahibide buna razı olursa; gâsıp tazminattan berî olur. Hnfâsa'da da böyledir.

Bir adam, diğerinin bir şeyini gasbeder; malı gasbedilen de kay­bolur ve gâsıp kadı'ya gelerek , ondan "ya gasbeylediği şeyi almasını veya ona nafaka hissesi ayırmasını" talep ederse; bu takdirde K&dı, ne alır; ne de nafaka takdir eder.

Şayet gâsıp, onun telef olacağından korkar hâkim de bu durumu bilirse; onu alıp-satmasında bir sakınca yoktur. Bu husus, hâkimin re*-yine göredir. Zahîriyye'de de böyledir.

En doğrusunu bilen Allahu Teâlâ bilir. [8]

 

7- GASB HAKKINDA DA'VA; MAĞSÛBÜN MİNH'LE GÂSIP ARASINDAKİ İHTİLAF VE GASB HUSUSUNDA ŞEHÂDET

 

Bir adam, diğerinin, "kendisinin cariyesini ğasbeylediğini" bel­gelerse; gâsıp, o cariyeyi getirip geri verene kadar habsedilir.

Ebû'1-Yüsr ve Serahtf şöyle buyurmuşlardır:

İmâm Mohammed (R.A.) "Bu da'va ve beyyine dinlenir ve esahtir. Çünkü gasp, bazan aniden (birden bire) olur.

Şahitlerini onun vasfını bilmeleri mümkün olmaz; değerini de bil­meyebilirler. Bu takdirde, onların evsafı hakkındaki bilgilerine itibar, mazeretlerinden dolayı düşer ve gasp fiiline şehâdetleri sabit olur.

Bekrân şöyle demiştir:

Bu beyyine,, hüküm verme hakkında sabit olmaz; ancak hapsin ge­rekliliği hakkında sabit olur. Hırsızlıkta olduğu gibi...

Akdıyye'de şöyle zikredilmiştir.

Bunların tamamı, câriye hayatta iken böyledir.

Eğer câriye zayi olmuşsa, davanın sıhhati için, cariyenin kıymetini bilmek şarttır.

Bu, bi'1-ittifak böyledir.

İmâm Muhammed (R.A.)'in "cariyeyi getirip, teslim edinciye ka dar..." sözü; aynına karşıdır. Yâni câriye hayatta olduğu zamandadır Şayet gâsıp: "Öldü." veya: "Kaçtı." yahut: "Onu sattım ve teslim ey ledim. Geri almaya gücüm yetmez." der; iddia sahibi de bunu doğru larsa;   o  zaman  cariyenin   kıymeti   —eğer  iddiacı   böyle   islerse hükmedilir.

Şayet onu yalanlarsa, hâkimin re'yi üzerine habsedilir.

Şayet cariyeyi getiimeye gücü yeterse, hapisten çıkarılır. Sonra da iddia sahibine: "Cariyeyi mi, kıymetini mi istiyorsun?" denilir.

Eğer kıymetini ister = ve bir değerde de ittifak ederlerse, o deŞer (= kıymet) hükmedilir.

Eğer kıymetde ihtilaf ederlerse, iddiacının beyyinesi geçerlidir.

Söze gelince, gâsıbın yeminli olarak söylediği sözü geçerli olur.

Eğer yemin edemezse, işte o ikrar gibidir.

Eğer yemin ederse, ikrar eylediği kıymet hükmedilir.,

Sonradan câriye meydana çıkarsa; eğer iddiacı beyyine hükmüyle veya gasbedenin tasdiki ile yahut gâsıbın yemin edemeyişi üzerine kıy­metini almışsa, bu durumlarda, o cariyeye karşı, sahibinin yapacağı bir şey yoktur.

Şayet gâsıbın sözü üzerine almış ve ona da pek râzi olmamışsa; o takdirde muhayyerdir: Dilerse yine cariyeyi alır; dilerse kıymetini alır.

Sahibi kıymetini alınca da, o câriye artık gâsıbın malı olur.

İmâm Kerhî, şöyle buyurmuştur:

Bu, cariyenin kıymeti, gâsıbın söylediğinden daha fazla olduğu za­man böyledir. Eğer, değerler aynı ise, bu durumda cariyenin asıl sahi­bine- bir yol yoktur. Tiraurtâşi'de de böyledir.

Zâhirü'r-rivâye'de cevap mutlakdır.

Sahih olan da budur. Mebsût'ta da böyledir.

Malı   gasbedilen   şahıs   gelip,   "cariyesinin   gâsıbın  yanında olduğunu" iddia eder; o da bunu inkâr ederek, iki şahit dinletir ve on­lardan birisi: "Bu cariyeyi filandan satın aldı." der; diğeri de: "Baba­sından mîras kaldı." derse; şehâdetleri caiz olmaz.

Eğer birisi "Satın aldı." der; diğeri de "Başka bir adamdan satın aldı." veya "...sadaka aldı." yahut "...bağış olarak aldı." derse yine şehâdetleri caiz olmaz.

Şayet her ikisi de birlikte; "Bu cariyeyi, bu adamdan gasbeyledi ve onu bir adama sattı ve teslim eyledi. O da, cariyeyi sahibine ver­di." derlerse; bu şehâdetleri caiz olur.

Şayet gâsıp, cariyenin parasını almış ve onu zayi etmişse; bu ca­riyenin parası, asıl sahibinin malı olarak zayi olmuş olur.

Müşterinin yanında meydana gelen (çocuk doğurma, kazanç yap­ma, cinayet diyeti ve bunların benzeri gibi bütün hâdiseler —eğer satın aldığı cariyeyi geri verip, verdiğini tekrar almadı ise— müşteriye aittir.

Şayet müşteri, o cariyeyi azad ederse; bu asıl sahibi izin vermedik­çe geçerli olmaz.

Bu, bize göre böyledir.

Şayet cariyesi gasbedilen zat; müşteri bu cariyeyi azad ettikten sonra, cariyeyi satana izin vermişse; bu satış istihsanen caiz olur.

Satış caiz olunca da müşterinin onu azâd etmesi de caiz olur.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un görüşleri­dir. İmâm Muhammed (R.A.)'de, İmâm Ebû Hanife (R.A.) ve İmâm Ebû Yü-sûf (R.A.)'da böylece rivayet eylemiştir. Mebsût'ta da böyledir.

Bir câriye hakkında, iki kişi, bir şahsı da'va ederler ve iddiacı­lardan birisi, beyyine ibrâziyle: "Bu Cariyeyi, Câriye yanında olan adam, filan vakit, benden gasbeyledi."; diğer iddiacı da, beyyinesiyle: "Bu Ca­riyeyi, Câriye yanında olan adam, filan vakitte benden gasbeyledi." der ve bunun söylediği vakit, öncekinin söylediği vakitten sonra olursa; imâm Ebû Hanîfe (R.A)'nin kıyâsına göre, bu câriye, ikinci adamın olur. Gâsıp önceki iddiacıya da cariyenin kıymetini verir. İmâm Ebû Yûsuf (R.A)'un kıyâsında ise, bu câriye birinci iddiacının olur ve gâsıp, ikinci iddiacıya bir tazminatta bulunmaz. Fetâvâyi Kâdihân'da'da böyledir.

Bir adam, Amr'e karşı iddiada bulunarak onun, "Memlûkesi olan cariyesini gasbeylediğini" söyler; Amr de: "Onun iddia eylediği cariye­yi, ondan yüz dirheme satın aldım." der ve ikisi de beyyine ibraz eder­lerse; Amrin beyyinesi kabul edilir. Cevâhiru'l-Ahlâtî'de de böyledir.

Bir adam, diğerinin yanında bulunan bir cariyeyi iddia ederek, "onu, gâsıbın, kendisinden gasbeylediğini" söyler; iddiacının şahitleri ise, "onun olduğunu" söylemezler ve "onun mülk olduğuna" şehâdet-te bulunurlar; hâkim de beyyine gereğince hükmeylemeyi irâde ederse; sattığına dair yemin verir mi?

İmâm şöyle buyurdu:

— Hayır vermez—. Ancak, Câriye elinde olan şahıs isterse, o müstesnadır.

İmâm Ebû Yûsnf (R.A.) ise: "Hasmı istemese bile hâkim —hüküm daha sağlam olsun diye— yemin verir." buyurmuştur.

Terekede alacağı olduğunu iddia eden şahsa, hâkim, bil-icma "ala­cağını aldı mı veya bağışlayıp vaz mı geçdi?" diye yemin verir. Her ne kadar hasmi iddia etmesede bile bu böyledir.

Bu mes'elede, İmim Ebû Yûsuf (R.A)'a göre, şehâdet vardır. Muhiyt'te de böyledir.

Bir adam, diğerinin elbisesini gasbeylediğinde, bir başkası, onun yerine, o elbiseyi tazmin etse ve kıymetinde ihtilaf eyleseler; kefil olan  . zat: "On dirhem." Gasbeden ise: "Yirmi dirhem" Elbise sahibi ise: "Otuz dirhem" dese; kefilin sözü geçerli olur; diğer ikisinin sözü de kabul edilmez.

Zira, kendisi için kefil edilenin iddia eylediğini, gâsıp daha fazla olarak ikrar ediyor. Herkesin ikrarı, kendi hakkında sahihdir; diğeri hak-kında sahih değildir. Bu durum karşısında —kefilin haricinde— gâsıp on dirhem daha ödeyecektir. Serahâ'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Gâsıp ile mağsûbün mînh arasında, mağsûb hakkında veya sıfa­tı yahut kıymeti hakkında, ihtilaf çıkarsa; gâsıbın yeminli olarak söyle­diği söz geçerli olur. Şayet gâsıp, bütün yönlerini, —mağsûbün minhin iddiası gibi— ikrar eder; sonra da: "Gerçekten ben verdim." veya "Ge­reken tazminatı yaptım." derse; onun sözüne inanılmaz. Malı gasbedi-len şahısın sözü geçerli olur. O almadığına dâir yemin eder.

Ancak gâsıbın belgelemesi hâli müstesnadır.

Şayet gâsıp, sağlam bir elbise veya sağlam bir köle gasbeylediği-ni ikrar eder; Mağsûbün minh de "Onun üzerinde, Cinayet diyeti olduğunu" söyler ve "onu, köle kendi fi'Iiyle işledi." derse; o tasdik edilmez, mağsûbün minh, yemin ettikten sonra, noksanlığı ile tazminat yapılır.

Mal sahibi, burhan getirerek: "Mağsubun kıymeti şu kadardır." der; gâsıp da öyle söylerse; mal sahibinin beyyinesi evlâ olur.

Eğer mal sahibinin beyyinesi bulunmaz; gasbeden de burhan ister; mal sahibi de iki şahit getirir ve onun birisi: "Gasbolunan şeyin kıymeti şu kadardır." der; diğeri ise; gâsıbın dediğine şahitlik yaparsa; şehâdet-leri kabul edilmez. Kerderi'nin Vecîzi'nde de böyledir

Gasıp "Ben, mağsubu sana verdim." der; mal sahibi de: "Ha­yır, vermedin. Senin yanında zayi oldu." derse, bu durumda mal sahi­binin sözü geçerlidir.

Şöyle ki gâsıp: "malını senin iznin ile almıştım." der; mal sahibi de onu inkâr eder; gâsıb da beyyine ibraz ederse; bu durumda da gasbe-dilen hayvan mal sahibine geri verilir.

Mal sahibi, "gâsıbın yanındaki hayvanın masrafını, kendi verdiğini" söyler ve "gâsbedenin onu itlaf eylediğini" belgelerse; onu tazmin ettirir. Şayet, mal sahibi, bunu isbat edemezse, tazminat gerekmez. Serah-sî'ninMuhıyt'inde de böyledir.

Gasbedilen bir ev olur ve sahibi de onun gasbedildiğini isbat eder ve "gâsıbın, evi yıktığını" söyler; gâsıp da beyyinesiyle önce reddedip, sonradan yıkıldığım iddia ederse; ev sahibinin beyyinesi evlâ ve geçerli olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Gâsıpla mağsûbün minh arasında, elbisenin kıymeti hakkında ih­tilaf ederler ve onu gâsıp zâyı ederse; bu durumda mal sahibinin beyyi­nesi geçerli olur. Fazlalık hususunda ise, yeminli olarak gasıbm söyle­diği söz geçerli olur.

Şayet, mal sahibinin gâsıbın inkârına karşı beyyinesi bulunmaz ve gâsıp, elbisenin kıymetini isbat ederse; yine beyyinesine iltifat edilmez ve yemin ettirilir.

Şayet birinin beyyinesi olmaz ve elbise sahibi de gâsıbın yemin et­mesini ister; o da: "Ben, yemini elbise sahibine reddeyliyorum." der ve onun yaptığı yemine göre verirse; böyle yapmaya hakkı yoktur.

Mal sahibi; buna razı olur ve "Ben yemin ederim." Jer; ikisi de bu duruma razı olurlarsa; bu şeriata muhalif olur ve yemin boşa yapıl­mış olur.

Şayet gâsıp "onun zayi malı olduğunu" söyler ve: "Ben, onu gas-beyledim." derse; elbise sahibi de onu inkâr ederek: "O herevî idi." veya "Mervî idi." derse; gâsıbın yeminli olarak söylediği söz geçerli olur. Gâsıp: "Ben herevî veya mervî olarak almadım." der ve yemin de ederse; o takdirde, elbise sahibine, gasbedenin dediği hükmedilir ve gâ­sıp, nıağsûbün minhin davasından kurtulur.

Şayet yemin edemez ise, müddeinin iddiası hükmedilir: Dilerse alır dilerse terkeder.   

Şayet gâsıp, eski bir herevî elbise getirerek: "İşte senden gâsbey-lediğim budur." der; elbise sahibi de: "Hayır, benim elbisem, onu.gâs-beyîediğin vakit yeni idi." derse; Bu durumda, gâsıbın yeminle birlikte söylediği söz geçerli, olur.

Şayet, her ikisinin de beyyineleri olursa; elbise sahibinin beyyinesi-ne itibar edilir. Ve elbise taze olarak gâsbedilmiş sayılır.

Eğer hiç birisinin beyyinesi olmaz ise, elbise sahibi gâsbedene ye­min verir ve elbise sahibi elbisesini alır.

Sonradan, elbise sahibi, "Onun, taze elbise olduğuna" dair beyyi-ne getirirse; gâsbeden aradaki fazlalık farkını öder. El-Asl kitabında böy­lece yazılmıştır.

Şenısii'l-Einıme Serahsi: "Bu, noksanlık az olduğu zaman böyledir. Eğer noksanlık fazla ise, artık elbise sahibi muhayyerdir: İsterse, o elbise ile birlikte, noksanlık farkını alır; isterse, o elbiseyi terk eder; almaz, üâs-bedilen elbisenin kıymetini ödetir, buyurmuştur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adamın yanında bulunan elbiseyi diğer bir şahıs iddia ede-" "O bunu benden gâsbeyledi." der; beyyine de ibraz eder; elbise > imi iAİa bulunan şahıs da beyyinesiyle: "onu, kendisine bağış yaptığını" söylerse; o elbise, yanında bulunduğu şahsa hükmedilir.

Keza, şayet ondan belirli bir bedel ile satın aldığını isbat eder ve­ya onun bunu ikrar ettiğini isbat ederse; bu durumda elbise, yanında bulunduğu şahsa hükmedilir.

Her ikisininde, yanlarında "birinin gâsbeylediği" ve "birinin sattığı" huşu unda beyyineleri bulunursa; bu durumda, o aralarında ya-rıyarıya ortaklaşa hükmedilir.

Eğer, ''Emânet olarak koyduğunu" belgelerse ve "ölen vârisi, onu mirasçı olarak yanına koymuş olduğunu söyler; diğeri de, "ölenin onu gâsbeylediğini" belgelerse; yine yarı yarıya hükmedilir.

Aynı   dirhemler  için  beyyine ibraz  eder  ve   "onu,   ölenin gâsbeylediğini" söylerse; O, ölenin alacaklısının hakkı olur. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, diğerinin yanında bulunan bir elbiseyi iddia ederek: "O gâsbdır." der ve bu hususta beyyine ibraz eder; diğeri de "o elbise­yi, elinde bulunan şahsın gâsbeylediğini" ikrar ederse; elbise, sahibine hükmedilir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, diğerine: "Bu cübbeyi, benden gâsbeyledin; astan da vardır." der; gâsbeden de : "Ben, onu astarsız gâsbeyledim." derse; bu durumda, gâsıbın yeminle birlikte söylediği söz geçerli olur. Yemin ederse cübbenin astarsız şekildeki kıymetini tarizim eder. Mebsût'ta da böyledir.

Şayet gâsıp: "Bu cübbeyi, senden ben gâsbeyledim. Sonra, onu astarladım. Astarı benimdir." veya "Bu yüzüğü gâsbeyledim. Fakat kaşı benimdir." veyahut "Bu yeri gâsbeyledim. Amma evi ben yaptım." veya "Bu arsayı gâsbeyledim. Amma ağaçlan ben diktim." derse; bunların hiç birine inanılmaz. Kerdeıî'nin Verîzi'nde de böyledir.

Eğer: "Bu sığırı filandan gâsbeyledim. Yavrusu benimdir. Be­nim yanımda yavruladı." derse; bu-sözü kabul edilir. Muhıyt'te de böyledir.

Mal sahibi, "gasbedilen malın, gasbedenin yanında öldüğünü" beyyineler; gâsıp da, "mal sahibinin yanında öldüğünü" beyyinelerse; bu durumda mal sahibinin belgesi üstün tutulur.

Mağsûbün minh'in şahitleri, şehâdette bulunurlar ve "gasbedi­len kölenin gâsbeden şahsın yanında öldüğünü" söylerler; gâsıbın şa­hitleri de "O gasbedilmeden önce, efendisinin yanında öldü" derlerse; bunların şahitlikleri kabul edilmez. Zira gasbolan sonra efendisinin ya­nında ölmesi, gasbin ifasını değil, reddini ifâde eder. Ve beyyineler gas-ba delâlet etmektedir.

Tazminat, önceki beyyineye göredir.

Efendi, beyyinesiyle "Gâsıp, kurban bayramı gününde, Kûfe'de gasbeyledi." der; Gâsıp da —beyyinesiyle— "Kendisinin, o gün Mek­ke'de olduğunu" söylerse; bu durumda da gâsıba, tazminat gerekir. Se-rahâ'nin Muhıyü'nde de böyledir.

Mâlik, nerde bulsa; kölesini gâsıbın elinden orada alır. Elinde olan malıda alır.

Gâsıp: "Mal benimdir." efendi ise: "Hayır benimdir." derse; eğer köle veya mal gasbedenin evinde ise o mal gasıbındır. Eğer mal evde değilse, o mal kölenin efendisinindir. Kerderî'nin Vecîzi'nde de böyledir.

Bişr, İmâm Ebû Yûsuf (R.A)'un şöyle buyurduğunu rivayet etmiş­tir: "Elbiseyi gasbeden şahıs: "Ben, onu boyadım." mal sahibi de: "Ha­yır; o zaten boyalı idi." derse, mal sahibinin sözü geçerli olur.

Buna binâen, bir evin yapımında ve kılıcın ziynetinde ihtilaf ettik­lerinde; her ikisi de beyyine ibraz ederlerse; gâsıbın belgesi daha geçerli olur.

Gasbedilmiş bir evin eşyasında veya kiremitlerinde yahut kapı­sında ihtilaf ettiklerinde; gâsıbın sözü geçerli olur. Beyyine söz konusu olunca ise, mal sahibinin beyyinesi geçerli olur.

Bir adam, diğerinin kölesini gasbedip, onu satar ve teslim edip, parasını da alır ve bu köle müşterinin yanında ölür; sahibi de: "Satıl­masını ben söylemiştim." derse, onun sözü geçerli olur.

Şayet: "Ben söylemedim. Fakat, bana haber ulaşınca izin verdim." derse; bu sözüne iltifat edilmez ve onun parasını almaya bir yolu olmaz. Ancak belgesi olursa, o müstesnadır. Çünkü ölümünden, önce izin vermiştir ve izni geçerlidir.

Hişâm'ın Nevâdiri'nde zikredildiğine göre; İmâm Muhammed (R.A)'den sorulduğunda; O, şu cevabı vermiştir:

"Bir adam, çarşıya gelerek, diğer bir adamın yağma su katsa veya içine bir şey atsa yahut sirkesine bir şey atsa ve buna şahitler şehâdette bulunsalar; bu suçu işleyen de: "Benim attığım necis idi." der; o şeyin içinden de ölü fare çıkarsa; bu şahsın sözü geçerli olur."

Tekrar soruldu:

Şayet böyle bir adam, kasden, bir kasabın dükkânına varır ve etin içine, bir şey atarak onu zayi eder; şahitler de buna şehâdette bulunur­lar; bu suçu: "O lâşe idi." derse; durum ne olur? İmâm şöyle buyurdu: Onun sözüne inanılmaz. Şahitler için genişlik vardır. Çünkü çarşı­da lâşe satılmaz. Fakat içinde fare ölüsü bulunan sirke, zeytin yağı ve benzeri şeyler, —çarşıda— satılabilir.

İbrahîn, İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir: Bir adam, diğerinin kerpicinden bir ev veya bir duvar yaparsa; o ev veya duvar kendisinin olur; diğerinin kerpicinin parasını öder. Ça­mur sahibi: "Ben söyledim." derse; onun sözü geçerli olur.

Bir adam, bir cariyeyi g-asbedip, sonra da onu satar veya müdeb-bere eder; yahut ümmü veled yapar; bilâhare de "onu, filandan gasbeylediğini" söyler; iddia sahibinin de beyyinesi olmazsa; gâsıp, ca­riyenin kıymetini tazmin eder; yaptığı işler bâtıl olmaz; çocuğun kıyme­tini ödemez.

Şayet davacının beyyinesi bulunursa: cariye de çocuk da ona hük­medilir. Serahsi'nin Muhıyb'nde de böyledir.                                

Bir adam: "Biz filan adamdan bir dirhem gasbeyledik, on kişi idik." derse; hakim, bin dirhemin tamamım ona hükmeder. Tatarhâm'yye'de de böyledir.

En doğrusunu Allahu Teâlâ bilir. [9]

 

8- GÂSIBIN, MAĞSÛBTAN FAYDALANMASI

 

Bir adam, diğerinin etini gasbeyleyip, onu pişirse; veya buğdayı­nı gasbeyleyip onu üğütüp un yapsa; onların kıymetlerini verir ve onla­rı helâl olarak yer.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kavlidir. İmâm Ebû yûsuf (R.A.)a gö­re, sahibi ile helalleşmedikçe yemesi haramdır.

Semerkant ehlinin fetvalarında şöyle denilmiştir:

Bir kimse, diğerinin bir yiyeceğini ağzına alır, çiğner ve çiğnemesi sebebiyle o zayi olmuş olur da onu yutarsa; helâl olarak yutmuş olur.

Bu İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin görüşüne göre böyledir. İmâmeyn ise buna muhaliftir.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.): "Bedelini vermek şartıyla helâl olur." bu­yurmuş; İmâmeyn ise"Bedeli verildikten sonra, helâl olur."demişlerdir. Muhıyt'te de böyledir.

Fetva, İmâmeyn'in kavli üzerinedir. Hulâsa'da da böyledir.

Bir adam, buğdayı gasbederek ektikten sonra, sahibi gelerek, buğ­dayını isterse; ancak buğdayının mislini alır. Mahsûle bir dahli olmaz.

Bu, bize göre böyledir.

Ancak, gasbedici için, gasbettiğinden fazlası tûb (= Temiz) olmaz.

Buna göre, bir adam bir çekirdek gasbedip, onu dikse; İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, onun bedelini tazmin etmedikçe, onun mahsûlü helâl olmaz ve ondan faydalanılmaz.

Zâhirü'r-Rivâye'de de böyledir.

Ve buna göre: Bir adam, bir yumurta gasbedip, onu tavuğun altı­na bırakır ve tavuk onu civciv çıkarırsa; bu mes'ele de ziraat mes'elesi

gibidir. —Yani yumurtanın sahibine, yumurtanın bedeli ödenir; fakat —bu durumda da— civcivden faydalanmak temiz bir şey olmaz.

Bir adam, diğerinin bahçesinden bir fidan söküp, dikse; o da bü­yüyüp ağaç olsa; onu diken şahıs, o fidanı söktüğü vakitteki değerini, sahibine öder ve o şahsa, ''O ağacı sökmesi" emredilir.

Onu sökmek zarar verecek olsa bile; bu ağacın bedeli sahibine öde­nir; ve ağaç sökülür. Kübrâ'da da böyledir.

Bir adam, başka bir adamın yerinden, bir fidan söküp, onu baş­ka birinin arsasına diker; bu ağaç büyüyüp meyve verirse; o ağaç, dike­nin olur. Fakat onun meyvesi, temiz olmaz.

Yer sahibi onu sökmesini emreder. Eğer diken adam bahara ka­dar, —onu söküp başka yere dikmek için mühlet isterse; yer sahibi razı

Olmadıkça» sökmesi gerekir.

Şayet ağacın dikili bulunduğu yerin sahibi, o ağacı dikenin rızası ile satın alırsa; işte bu caiz olur. Ve yer sahibi, bu durumda, o ağacı fidan iken olan kıymetini öder. Cevâhiru'l-Fetâvâ'da da böyledir.

Bir adam, diğerinin izni olmaksızın onun bir koyununu alıp ke­ser ve onu haşlar veya kızartırsa bu durumda, o koyunun kıymetini sa­hibine tazmin eder.

Eğer koyunun sahibi hazırda bulunmaz veya huzurda bulunduğu hâlde tazminata razı olmaz ise; onu kesip, pişirme; kızartma yeme ve yedirme ruhsatı yoktur. O etten bir başka şahsın almasına da —onu gas­bedip kesen şahısın, sahibinden izin alarak kıymetini tazmin etmesine kadar— ruhsat yoktur.

Şayet, koyunun kıymetini, hâkimin hükmüyle veya hâkimin hük­mü olmaksızın tazmin ederse; onun etinden yeme ve yedirme ruhsatı var­dır. Kıymetini bizzat öder veya borçlanırsa bu böyledir.

Eğer kıymetini tazmin edemezse, onu tasadduk eder.

Şayet sahibi, kıymetini almaya razı olmayıp etini arzu ederse; o, ister pişmiş, ister kızartılmış olsun > bunu yapmasına ruhsat yoktur. Sirâcü'l-Vetahâc'de de böyledir.

Bir adam, diğerinin boyasını gasbejdio, onunla bir elbise boyar; veya yağını gasbedip onu kavrulmuş una katarsa; —sahibini razı etmedikçe— ondan menfaat sağlamaya ruhsat yoktur. Muhiyt'te de böyledir.

İmâm Muhammed (R.A.) şöyle buyurmuştur:

Bir adam, on dinar gasbedip, onların içine bir dinar atar ve sonra da bir dinarını bir adama verirse, bu caiz olur.

Bundan sonra, bir dinar daha verirse; işte bu caiz olmaz Tatarhâniy-ye'de de böyledir.

Bir adam, bir câriyyeyi gasbedip onu kusurlar ve kıymetinde ih­tilâfa düşerler; cariyenin sahibi: "Onun kıymeti iki bin dirhem."; gas-beyleyen de: "Kıymeti bin dirhem." der ve bu hususta yemin ederse; o zaman, hâkim bin dirhem olarak hükmeyler. Bu durumda gâsıbm, onu, kendisine nızmet ettirmesi ve ona cima etmesi helâl olmaz. Onu satamaz da, ancak kıymetini tamamen öderse; o zaman müstesnadır.

Şayet gasbeden şahıs, hükümden sonra, onu noksan fiatla satarsa; azâd etmesi de caiz olur. Bu durumda da, onun sahibine kıymetini tam öder. Bu fâsid satın alıp da azâd etmek gibi olur. Fetâvâyi Kldihân'da da böyledir.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) şöyle buyurmuştur.:

Bir adamın buğdayını, sel, önüne katarak, başka birinin arazisine götürür; o buğday da orda biter ve buğday sahibinin buğdayı çıktıktan sonra, geride kalan olursa; o fazlayı tasadduk edince, bir şey lâzım gel­mez. Yerin noksanlığı içinde bir şey gerekmez. Muhiyl'te de böyledir.

Bir adam, gasbedilmiş bir elbiseye karşılık, bir kadın nikah ederse; ona cima etmesi helâl olur. Çünkü elbisenin sahibi olması, nikâha za­rar vermez. YenâbFde de böyledir.

Sadru'I-İslâm, Camiu's-Sağîr'de şöyle buyurmuştur:

Küçük olan birisi, bin dirheme bir câriye satın alırsa; ona cima et­mesi sahih olurmu?

Sahih olan kavle göre, cima eylemesi sahih olmaz. Çünkü, o bir nevî hapisdir. Nihâye'de de böyledir.

İbrahim, İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir.

Bir adam, başka birinden dirhemler gasbeyleyip, onunla, dinarlar satın alsa; o dinarları harcaması doğru olmaz. Çünkü dirhemler ayrıl­dıktan sonra, hak sahibi gelse, —dinarlar hakkındaki— satış bozulur. Şayet dirhemler, bilmisil olarak, gâsıba hükmedilirse, o takdirde, dinarlar da helâl olur. Zahiriyye'de de böyledir.

Âlimler şöyle buyurmuşlardır:

Bu kimse, o dirhemlerle evlense; kadına cima etme yetgisi (=ruhsatı) vardır Sirâcfi'I-Vehhâc'da da böyledir.

Bir adam, bin dirhem gasbedip, onunla iki bin dirheme müsevî yiyecek alıp, onu yese veya bağışlasa yahut tasadduk etse bil-icma bu caiz olmaz. Kerdeıf nin Vecîzi'nde de böyledir.

Bir kimse, hem gasbettiği şeyi, hemde onun kârını sarf ederse; bunda bazı vücuhlar vardır:

Bu kâr, ya tayin ile taayyün eder. Uruz gibi...

Veya tayin ile Teayyün etmez. Nakdeyn gibi...

Eğer Taayyün ederse, onu yemek —kıymetini tazmin etmeden— helâl olmaz.

Tazminattan sonra olursa, helâl olur. Ancak, kârı helâl olmaz. Çün­kü o temiz bir kâr değildir.

O, tasadduk da edilmez.

Şayet taayyün etmeyen kısımdan ise, İmâm Kerhî'ye göre, o da dört durumdadır:

Ya ona işaret eder ve ondan nakden verir.

Veya işaret eder ve başkasından nakden verir.

Yahut ıtlak eder ve ondan peşin öder.

Veya başkasına işaret eder ve ondan nakden öder. Bunların hepsi de temiz olur. Ancak önceki müstesnadır. O işaret edip ve nak­den verdiği şeydir. Âlimlerimiz ise: * 'Gasbeylediğini, sahibine ödeme­dikçe hiç bir hâlde temiz olmaz." buyurmuşlardır. Her haliyle, kârı da öyledir.

Muhtar olan cevap da budur. Bazı âlimler de: "Zamanımızda haramın  çoğalmış   olmasından  dolayı,   Kerhîn'ın  kavli  üzerine  fetva vermişlerdir.

Bunların tamamı, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'e göredir.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) ise: "O, bir şey tasadduk edemez." buyur­muştur. Takallub (= zoraki alma yoluyla) olması hâlinde ihtilafa sebep olmuştur.

Tazminat cinsinden olursa (Şöyleki: Dirhemleri tazmin edip de, elin­de cinsinin hilafına bedeli kalmış ise, dirhemi dirhemle tazmin gibi...) ve elinde kalan da yiyecek veya uruz gibi olursa, bil-icma, tasadduk ica-betmez. Tebyîn'de de böyledir.

Bir adam, "Filan benim malımı yedi; işte o helâl olsun." der; o da, onun malını mübahlığım bilmeyerek yerse; Nosayr bin Yahya "Bu Câizdir.Tazminat da gerekmez." buyurmuştur.

Bir adam: "Her kim, malımı yedi ise, o helâl olsun." derse, Ebfi Nasr bin Selâm: "İşte buda caizdir. Meçhule ibâhe caizdir." demiştir.

Fetva da buna göredir.

Bir adam, diğerine: "Malımdan yediğini sana helâl eyledim." der­se; bütün âlimlere göre helâl olur.

Şayet "Malımdan yediğinin tamamından vaz geçtim sana ibra eyledim." derse, bu gerçekten ibradır. Fetâyâyi Kâdîhân'da da böyledir.

"Dünyada Helâl eyledim." veya "âhirette helâl eyledim" yahut "Dünya ve âhirette tamamını helâl eyledim." derse; tamamı helâl olur.

"Dava etmiyeceğim veya istemeyeceğim" derse; bu bir şey de­ğildir. Hızâhetü'l-Müftin'de de böyledir.

Bir adam, gasbeylediği bir malı, kârı ile birlikte, geri verirse, bu kâr tasadduk edilmez.

Bir kimse zayi olan mağsûbun kıymetini veya kaçan kölenin kıy­metini tazmin eder ve onunla da kazanç temin etmiş bulunursa; bun­dan sonraki kârı tasadduk olur. Zehıyrc'de de böyledir.

Bir adam, bir köleyi gasbedip onu icara verse; İmâra Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, o ücret tasadduk edilir.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, o ücret temizdir.

Bir adam, bir köleyi gasbeyleyip onu icara verir ve kârını alırsa; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'e göre onu tasadduk eder ve kâr'ı tazminattan noksanlaştırır. Kâfi'de de böyledir.

Gasbolunan bir köle, gâsıbın ameli sebebi ile veya başka sebeple zayi olur; kölenin sahibi de onun kıymetini ve biraz da ücretinden öde­tir; baki kalanını-da tasadduk ederse; gasbeden şahıs ister zengin olsun, isterse fakir olsun caiz olur.

Sahih olan kavle göre gasbeden fakir ise, câîz olur Hulâsa'da da böyledir.

Bir adam, gasbeylediği bir köleyi, satıp parasını da alır ve bu mağ-sup müşterinin yanında iken zayi olur; mal sahibi de, onu müşteriye taz­min ettirir; müşteri de gâsıba başvurup parasını isterse; adam fakir ise, ücretinde yardım ister; zengin ise, isteyemez. Serahâ'nin Muhıyü'nde de böyledir.

Bir adam, umuma ait bir nehrin kenarına ağaç diker; o nehirle hiç ilgisi olmayan birisi de gelerek, o ağacı sökmek isterse, insanlara za­rar veriyor olması hâlinde, onu sökebilir. En iyisi, işi hâkime çıkarmak ve ağacın onun sökülmesine onun emir vermesi dir. Fetâvâyi Kübrâ'da da böyledir.

Bir adam, bir dükkân gösbederek, orda ticâret yapsa-ve kâr ey-lese; bu kârı temiz olur. Kerderi'nin Vecîzi'nde de böyledir.

tki kişinin ortak bulunduğu bir dükkan veya evde, ortaklardan birisi oturursa; —kârına ortak olmaları hâlinde— birisi diğerine icar ver­mesi gerekmez. Hizânetü'l-Müftin'de de böyledir.

Bir arazinin yanından akan umuma ait bir nehirin yanına birisi bir kanal kazar ve oraya, o nehrin suyundan akar; O-.adam da kanalı için bir değirmen yapmak isterse; mülküne yapabilir. Fakat umuma ait nehir için yapmak isterse, onda hakkı olmaz. Çünkü kendi şahsî malı değildir. Fetâvâyi Kübrâ'da da böyledir.

Ebâ el-Fadl el-Kirmânî'nin Fetvâlan'nda şöyle zikredilmiştir:

Bir adam, ipek böceğini gasbedip, onu çoğaltsa; ona bir şey gerekmez.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre böyledir.

İmâm Muhammed (R.A.)'e görede kıymetini tazmin eder.

Fetva ise zamanımızda İmâm Muhammed (R.A.)'e göredir. Gınye'de de böyledir.

Bir adam, ipek böceğini, başkasının ağacından gasbedilen yap­rağı ile beslerse; böceğin kıymetinden fazlasını tasadduk eder. Kerderî'-nin VecîzFnde de böyledir.

Müntekâda, İmâm Ebû Yusuf (R.A.)'m şöyle buyurduğu zikredilmiştir: Bir adam, bir yer gasbedip, içine dükkanlar, hamam veya mescid bina ederse; o mescidde namaz kılınır. Fakat hamamına girilmez. Dük­kanları icara verilmez:

İmâm "O dükkanlara bir şey satın almak için girmekte bir beis yok­tur." buyurmuştur.

Hişâm şöyle buyurmuştur:

Ben, o mescidde namaz kılmayı —temize çıkana kadar— (Yani ye­rinin bedeli sahibine tazmin edilene kadar) kerih görürüm.

Ve gasbedilen yere yapılan dükkanlardan alım-satım yapmayı da kerih görürüm.

Ancak gasb edildiğini bildiği hâlde, oradan alış-veriş yapanların şe-hâdetleri kabul edilir. Muhıyt'te de böyledir.[10]

 

9- GASBEDİLEN ŞEYİ TELEF ETMEK

 

Cinayet sahibi, avânesine bir şeyi almayı emredince, alma işinin zahirine bakılır: Caniye tazminat gerekmez; ancak alıcıya tazminat ge­rekir. Sa'yii gayret itibariyîede caniye bir şey gerekmez. Artık bu fetva­ya göre düşün..

Kâdi'İ-İmâm Fahruddin Han, şöyle buyurmuştur. Her hâlde alıcı taz­minat yapar.

Alan şahıs, âmirine müracaat eder mi?

—Eğer alınan şey, emredene verilmişse, ona müracaat eder.

Şayet kendisinin yanında zayi olmuş veya kendisi zayi etmişse, mü­racaat edemez. Eğer, âmirin emriyle, o şeyi âmirin bir ihtiyacına sarf eylemişse, onu, âmirin ihtiyacına, alan şahıs kendi malını harcamış makamındadır.

Bazı  âlimler:   "müracaatı  şart  koşmuşsa;   müracaat  eder." demişlerdir.

Âlimlerinin bazıları da : "Müracaatı şart koşmasa bile müraca­at eder." buyurmuşlardır. Esahh olan da budur. Muhıyl ve Füsûlü'l-İmâdiyye'de de böyledir.

Cani esiri —köleyi— mal sahibinin evinde görse, ona bir şey söy­lemese, veya ortak esirini ortağının yanında görseki bir mal aldı veya rehin olarak aldı, o rehinde zayi oldu hiç şüphesiz ortakda, canide onu ödemez. Çünkü emir vermedi ve taşımadı. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, diğerine: "Şu koyunu, kendisi için kurban kesmesini söyler; o koyun ise komşusunun olur ve memur öyle olduğunu bilirse, onu —kesmesi hâlinde— tazmin eder.

Bu şahıs, kendisine emredene müracaat edermi?

Eğer, kestiği koyunun emredenin olmadığını bilirse; bu emir sahih olmaz. Bu durumda, kesenin de müracaat hakkı olmaz.

Şayet öyle olduğunu bilmez ve onun söylediğini doğru zannederse, o takdirde müracaat eder. Zehiyre'de de böyledir.

Bir adam, başka bir adama, koyununu kesmesini söyledikten son­ra, o koyunu, o adam kesmeden önce, bir müşteriye satar; bundan son­rada, o adam, bu koyunu boğazlarsa; kıymetini, satıldığını ister bilsin, isterse bilmesin; müşteriye öder ve emredene de hiç bir şekilde müraca­atta bulunamaz. Çünkü, âmir onu kandırmış değildir. Fetâvâyi Zahîriy-ye'de de böyledir.

Ebû'l- Leys'ın Fetvalarında şöyle denilmiştir: Ebû Bekir'e sorulmuş:

—Bir adam, bir hayvanı, yıkamak için, nehrin kenarına getirdiğinde, bu adam, orada durmakta olan diğer bir adama: "Şu hayvanı nehre gir­dir." der; oda girdirince, hayvan boğularak ölür: söyleyen adam da, o hayvanın —sahibi değil— bakıcısı olursa; o su, herkesin girip hayva­nını yıkadığı ve hayvanını suladığı bîr yer ise, seyise de, hayvanı suya girdirene de tazminat gerekmez.

Şayet orası hayvanların yıkandığı yer değilse, işte o zaman hayvan sahibi muhayyerdir: İsterse seyise —bakıcıya— ödetir; isterse, kendisi­ne söylenene ödetir.

Burda, duruma bakmak gerekir; uygun olanı; emredene tazmina­tın gerekmemesidir.

Şayet seyis öderse o me'mura tazminat yazmasını emredemez.

Eğer, me'mur ödeme yapar ve bu me'mur, emredenin seyis oldu­ğunu bilmiyor, onu asıl mal sahibi sanıyorsa, ona müracaat eder. Mo-hıyt'te de böyledir.

Bir adam, diğerine: "Filanın elbisesini yırt." derse; tazminat söy­leyene değil de —elbiseyi yırtana aittir.

Şayet, emreden hükümdar veya kölenin efendisi ise, o takdirde em­reden tazminatta bulunur. Füsûlü'l-İmadiye'de de böyledir.

Bir adam, diğerine: "Benim elbisemi yırt." veya "Suya at." der; o da öyle yaparsa; tazminat gerekmez. Çünkü, me'mur onu sahibinin emriyle yapmıştır. Fakat, me'mur böyle yapmakla günahkar olur. Hızânetu'I-Müftin'de de böyledir.

Bir adam, diğerine: "Şu duvardan, benim için bir kapı aç." de­diğinde, emrettiği şahıs, denileni yapar ve o duvar başka birinin olursa; onu, açan tazmin eder. Çünkü başkasının malını telef eylemiştir. Sonra da kendisine emreden şahsa müracaat eyler

Şayet âmir "Şu duvardan bir kapı aç." der; fakat "...benim için aç." veya "...benin duvarımdan aç." demezse; bu durumda duvardan kapı açan şahıs, kendisine emreden şahsa müracaat edemez.

Ancak, emreden şahıs o evde oturuyor ise veya icarcı işe, o zaman ona müracaat edebilir.

Bir kadın, bir adama: "Şu toprağı at." der; adam, o toprağı at­tıktan sonra, kadının kocası gelerek: "Onu ben koymuştum; içinde al­tın vardır." der ve hakikaten altının olduğu da sabit olursa, onu me'­mur olan erkek yâni toprağı kadının sözüyle atan'adam tazmin eder. Hızânetü'l-Miiitin'de de böyledir. [11]

 

10- GASBEDİLEN ARAZİYE BİR ŞEY EKİP DİKMEK

 

Bir adam, başka birinin yerini gasbederek, orayı ekse, ektiği de bitse; yer sahibi yerini alabilir.

Bu durumda, ziraat yapan gâsıba: "ektiklerini, söküp kendi mül­küne götürmesi" söylenir.

Şayet gâsıp, bunu yapmaktan kaçınırsa arazisi gasbedilen şahıs* bu işi kendisi yapar.

Eğer, o yerin sahibi huzurda yoksa, mahsûl de kemâle gelmişse; o mahsûl gâsıbın olur.

Ancak, bu durumda o yerin sahibi gâsıba, şayet o yüzden yeri nok­sanlığa uğramışsa, o noksanlık için müracaat eder.

Âlimler noksanlığın ta'rifi hususunda ihtilaf etmişlerdir:

Bazıları: Ekimden önce, ne kadara icara verilir; ekimden sonra ne kadara icâre verilir bu duruma bakılır ve arasındaki fark noksanlık ola­rak alınır." demişlerdir.

Şemsii'l-Eimme de: "Doğruya en yakını buiJur." buyurmuştur.

Şayet, yerin sahibi, ekilen bitmeden önce gelirse; dilerse ekilen bi­tene kadar terk edip, sonra sökmesini emreder; dilerse, tohumunun pa­rasını verir. Zehıyre'de de böyledir.

Bir adam, diğerinin yerini gasbederek, oraya buğday eker; son-xa da davalaşırlar ve bundan sonra da tohum bitmez ise, bu durumda yer sahibi muhayyerdir: Dilerse o bitene kadar öylece terk edip, sonra sahibine "Ziraatını sök." der; dilerse, tohumunun kıymetini öder.

Şayet, onu ödemek isterse, nasıl öder?

Muhtar olan kavle göre, o kadar gelen başka bir yere, ne miktar tohum ekiliyorsa o miktarın bedelini Öder. Zahîriyye'de de böyledir.

Bir adam, kendi yerine tohumunu ektikten sonra, bir başkası da gelerek oraya, o da eker; önceki ekilen daha bitmemiş olur ve sonradan sulanınca, ikisi birden biterse; İmâm Ebû Hamle (R.A.)ye göre, bu du­rumda biten (= çıkan) mahsûl ikinci ekenin olur.

Çünkü, ona göre, bir cinsin diğer cinse karışması öncekini helak eder.

Birinci adamın, ikinciden tohum bedelini alma hakkı vardır. Fa­kat, kendi malında ekili olduğu için, intifa hakkını da alır.

Şayet, önceki tohumun ve yerin sahibi olan şahıs, yeniden gelip, bir defa daha oraya tohum eker ve orayı sular; tohumların tamamı bi­terse; onların tamamı yer sahibinin olur. Gâsıp da tohumunun mislini alabilir. Fakat, o başkasının yerine ekilmiştir.

Fetâvâyi Fadli'de şöyle denilmiştir: "Bu cevap doyurucu değildir.

Doyurucu cevap: Gerçekten gasbeden şahıs, ekilmiş olan tohumu­nun kıymetini tarla sahibine ödetir.

Tarla sahibi de, iki tohumunun kıymetini gâsıba ödetir.

Bunların tamamı, tohumlar bitmeden önce olursa böyledir.

Şayet ekilen tohum biter, sonra da bir adam gelerek, o yere tohu­munu eker ve onu sular ve ikinci ekilen biterse cevap dediğimiz gibidir.

O biten, bir daha biterse cevap yine dediğimiz gibidir.

Şayet birinci ekilipte biten, ikinci defada bitmez ise, İşte o zaman biten ekin, gâsıbın olur ve gâsıp, tarla sahibine bitmiş hâldeki tohumun kıymetini tazmin eder. Zehıyre'de de böyledir.

Nusayr'dan soruldu:

—Bir adam, tarlasına buğdayını ekse, bir başkası da gelerek, o da oraya arpa ekse ne olur?

İmam şu cevabı verdi:

—Ekilmiş buğdayın kıymetini tazmin eder.

Bunu, Muhammed bin Semâa, Muhammed bin Hasan'dan rivayet etmiştir.

Fakıyh Ebû'1-Ley s şöyle buyurmuştur:

Bu durum, buğday sahibinin, buğdayının ekilmiş şekildeki bedeli­ni ödenmesine razı olması hâlinde böyledir.

Fakat, buna razı olmaz ise, o zaman, muhayyerdir: Dilerse, bitene kadar öylece bırakır ve tazminatta da mahsûl meydana gelene kadar vaz geçer. Mahsul meydana gelip, hasad yapılırsa, herkes hissesi nisbetinde mahsûlünü alır. Zahîriyye'de de böyledir.

Muhiyt SahibFne soruldu:

—Bir adam diğerinin yerini gasbederek oraya pamuk ekse, mal sa­hibi de orayı sürerek başka bir şey ekse; bu durumda mal sahibi gâsıba bir tazminatta bulunur mu?

İmâm şu cevabı verdi:

—Hayır. Çünkü o haksız iş yapmıştır. İş hâkime çıksa, o da aynı­sını yapar. Füsûlü'Mmâdiyye'de de böyledir.

Bir adam, gasben, başkasının yerine pamuk tohumu atsa; oda bitse; mal sahibi bekler. Pamuk sahibi ise, o yerin noksanlığını tazmin eder. Gınye'de de böyledir.

Vâkıâtü'l-Fetâvâ'da şöyle zikredilmiştir:

Bir adam, ortak olduğu bir yeri, diğer ortağı dörtte bir hisseye sa­hip olmak üzere ekse; o yerde, öyle bir örf ve âdet olması hâlinde, üçte bir yer hissesi isteye bilir,mi?

Şöyle cevap verildi:

Hayır. Fakat hissesi olan yerin noksanlığının karşılığını tazminat olarak alır. Füsûlü'l- Imâdiyye'de de böyledir.

İmâm Muhammed (R.A) şöyle buyurmuştur:

İki kişinin ortak oldukları bir yeri, onlardan biri diğerinden izin . almadan ektiğinde, şayet ekilen biter; ikisi de kendi aralarında anlaşır­lar ve ekilen tohumun yarı bedelini ekmeyen ödeyip, mahsûlüne yarı ya­rıya ortak olurlarsa; bu caiz olur. Tohum çıkmadan önce, ikisi de razı olurlarsa işte o caiz olmaz.

Eğer ekilen biter, ekmeyen ise, onu sökmek isterse; o yeri yan ya­rıya taksim ederler; o, kendi hissesine düşen yerin ekinini sökebilir. Onun sökmesi sebebiyle yerine gelen noksanlığı da orayı eken tazmin eder. Fe­tâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

İmâm Muhammed (R.A.) şöyle buyurmuştur:

îki kişinin ortak bulunduğu bir yerin yarısını, onlardan birisi yok iken, diğeri eker ve ikinci sene de diğer yarısını ekmeyi murad ederse; bir şey gerekmez.

Fetva şunun üzerinedir: Eğer ekmek, o yere fayda verir ve bunu da bilirse, tamamını eker Gaip ortağı gelince, o müddet içinde, o da, o yerin tamamından faydalanır. Çünkü o râzi olmuştur. Bu delâleten sabittir.

Şayet ekimin zarar vereceğini o yerin değerini noksanlandıracağını bilirse; hazırda olan ortak, artık o yeri ekmez. Çünkü rıza sabit değil­dir. Zahîriyye'de de böyledir.

Dedem şöyle fetva vermiş:

Bir adam, diğerinin emri olmadan, onun yerini ektiğinde, mal sa­hibi "Niçin böyle yaptın?" deyince, ziraatçı: "Ortak olalım veya biri­mizin olsun diye ektim." derse; bu durumda ekilen şeyin tamamı yer sahibinin olur; ziraatçıya ecr-i misil verilir. Ffisûlö'l-İmadiyye'de de böyledir.

Şeyhû'l-İslâm Atâ bin Hamza'dan sorulmuş: -Bir adam kendi tohu­munu, izni olmadan, bir başkasının tarlasına ekerse; o yerin sahibi, o şahıstan yerin hissesini isteye bilir mi?

İmâm şöyle buyurmuş:

—Evet, o beldede örf ve âdet öyle ise ister. Zira birçok yerde, çı­kan mahsûlün üçte birini veya dörtte birini yahut yarısını veya her han­gi bir hisseyi vermek örftür.

Ona:

—Bu hususta rivayet var mıdır? denildi.

İmam:

—"Evet vardır. Mazına Kitabı'nın sonundadir." buyurdu.

Ebû Cafer'den sorulmuş:

—Bir adam, birine üzüm çubuğu verir; o da onu dikerse biter; bi­lâhare çubuğu veren şahıs ehli ıyali ile, o bağa girer, üzümden .yerler bir miktarda alıp götürürler; âmil ise, oraya az girip çıkan biri olursa; o çubuğu veren şahsa tazminat gerekir mi?

İmâm şöyle buyurmuş:

Yerler ve götürürler bu da izni ile olursa tazminat gerekmez.

Şayet nafakası üzerine vacip olanlardan ise, âmilin hissesi kadarını tazmin ederler.

Şayet izinli olursa, nafakaları vacip olanlara da tazminat gerekmez. Zahîriyye'de de böyledir.

En doğrusunu bilen Allahu Teâlâ'dtr. [12]

 

11- MAGSUP BİR KÖLEDE MEYDANA GELECEK NOKSANLIĞI GÂSIBIN ÖDEMESİ

 

Kudûrî şöyle buyurmuştur:

Bir adam, diğerinin kölesini veya cariyesini gasbettiğinde, o mağ-sûp, gâsıbın yanından kaçar ve daha önce hiç kaçmamış olursa veya zi­na eder yahut hırsızlık yapar ve daha önce bunları da hiç yapmamış olur­sa; bütün bu kusurların noksanlığı gâsıbın üzerinedir.

Keza, gözünün birinin kör olması, çolak olması ve benzeri ku­surlar, gasbedenin yanında olursa; gâsıp, onları tazmin eder. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, bir câriye gasbedip, onunla zina ettikten sonra, bu câ­riye ölse gâsıp onun kıymetini tazmin eder.

Bu durumda bi'1-ittifak had lâzım olmaz. Çünkü gasbin tazmina­tı, mağsübun, gasp vaktinde mülküyetine delâlet eder.

Ancak, önce zina eder ve sonra gasbeder ve daha sonra da câriye ölürse gâsıp, cariyenin kıymetini öder,

Bu, İmâm Ebû Hatife (R.A.) ve İmam Muhammed(R,A.)in kavlidir. On­dan had sakıt olmaz.

İmâm Ebû Yûsuf(R.A.)a göre, had sakıt olur. Tatarhâm'yye'de de böyledir.

Cariyenin gözüne, gasbeden şahsın yanında boz iner veya onu sıtma tutarsa; geri iade ederken noksanını da tazmin ederek iade eder.

Sonradan, bu cariyenin sıtması kesilir ve gözü açılırsa; cariyenin efendisi, aldığı noksanlık tazminatını gâsıba geri verir. Serahâ'nin Mu-hıyü'nde de böyledir.

Gasbedilen bir câriye, gâsıbın yanında zinadan hamile kalsa, sa­hibi onu noksanı ile birlikte alır.

İmam Ebû Yûsuf (R.A.) şöyle buyurmuştur:

Bu durumda, hamilelik, noksanına ve zina kusuru noksanına bakı­lır. Ekser olanını öder. Az olan, onun içine girmiş olur. Bu istihsandır.

İmâra Muhammed (R.A.)'e göre her ikisini de ayrı ayrı Öder. Bu kıyâsdır.

Bir câriye zinadan hâmile kalıp bir çocuk doğursa; doğum sebe­biyle hamilelik noksanlığı izâle olur. (= gider.) Zina kusuru kalır. Eğer zina aybı daha çoksa, gâsıp onu borçlanır ve hami kusuru ile birlikte tazmin eder.

Şayet hami kusuru daha çoksa, zina kusuru mikdarrna, hamileli­ğin son bulmasıyla müstehak olur. Onu gâsıba geri vermek gerekir.

Bir gâsıp, gasbettiği cariyeyi, sahibine, hâmile olarak geri verir ve bu câriye, doğum yaparken ölür, çocuk geride kalırsa; İmâm Ebû Ha-nîfe (R.A.)ye göre, bu gasıp, o cariyenin kıymetinin tamamını öder. İmâ-meyn ise: "Yalnız hamilelik noksanlığını öder." buyurmuşlardır.

Şayet cariye doğum sebebiyle ölürde çocuk geride kalırsa; gas-beylediği günkü kıymetinin tamamım öder. Çocuk sebebiyle hasıl olan noksanlığı ödemeye cebredilmez.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre böyledir. İmameyn'e göre ise, an­cak hami noksanım Öder; başka ödeme yapmaz.

Eğer çocuk ölürde, gâsıp, o cariyeyi, noksanı ile birlikte geri yol-larsa; çocu'ğun ölmesinden dolayı bir şey gerekmez.

Eğer her ikiside gâsıbın yanında ölürse; İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) "Ana­sının kıymetini, gasbeylediği günkü kıymetinden Öder; çocuğun kıyme­tini ödemez." buyurmuştur. Sirâcü'l-Vehhâc'de de böyledir.

Bir adam, bir cariyeyi gasbedip, ona zina ettikten sonra, o cari­yeyi efendisine geri gönderir ve ondan hamile kaldığı efendinin yanında meydan çıkar ve efendinin yanında doğum yaparken veya nüfâse hâlin­de iken ölürse; İmâm Ebu Hanîfe (R.A.)'ye göre eğer hami, efendiye geri vermesinden altı aydan daha kısa bir sürede, efendinin yanında meydana geldiyse; bu gâsip, cariyeyi gasbeylediği günkü kıymetini tazmin eder. Bir kimse, hür bir kadına zina eylese, bunun hilafınadır. O hamile kalır ve doğum veya nüfâse halinde Ölürse, zâni birşey ödemez. (Ona had uygulanır). Fetâvâyi Kadihin'da da böyledir.

Bir câriye, birşey çalar veya gâsıbın yanında zina eder; sonra da sahibinin yanına gönderilir ve eli kesilir veya yüz sopa vurulursa; imâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, bu durumlarda gâsıp zina haddini ve sirkat (= hırsızlık) haddini-darb ve zinadan dolayı noksanlığı kadar öder. Ve kıymetinin de yansını Öder.

İmameyn'e göre ise, zina ve hırsızlıktan dolayı noksanlığını öder; so­padan dolayı noksanlığını Ödemez. SerâhsFnin Muhıyt'nde de böyledir.

Şayet gâsıp, cariyeyi efendisinin yanına hamile olarak yollar; câ­riye de sopa yer ve ölürse; bi'1-icma, gâsıp noksanını Öder. Hulâsa'da da böyledir.

Eğer câriye, efendisinin yanında zina eder veya hırsızlık yapar, sonra da onu, gâsıp gasbedip zina ve hırsızlık hadlerini alır ve câriye o yüzden Ölürse; gâsiba tazminat gerekmez. Çünkü câriye, efendisinin yanında işlediği suçlar sebebiyle ölmüştür.

Keza, gâsıbın yanında kocasından hamile olur ve o da efendisinin yanında iken vuku bulmuş bulunur ve o yüzden ölürse, gasbedene taz­minat gerekmez. Çünkü, telef o yüzden olmuştur.

Şayet gâsıp, onu hamile olarak gasbetmiş olduğu hâlde, onu efen­disi veya kocası hâmile bırakmamış olur ve bu câriye gâsıbın yanında ölürse; gasbeden, onun kıymetini öder. Çünkü efendisinin fi'li ile ol­madığı gibi, onun sebebiyle de olmamıştır. Cevheretü'n-Neyyire'de de böyledi .

Hummalı, hamile, hasta veya yaralı bir cariyeyi bir kimse gasbe-der. ve bu câriye o yüzden, gasbedenin yanında ölürse; gâsıp onun kıy­metini tazmin eder.SerahsTnin Muhıyü'nde de böyledir.

Şayet câriye, gasbeden şahsın yanında hummaya yakalandıktan sonra, efendisinin yanma gönderilir ve orada, o hummadan dolayı ölürse; gasbeden onu tazmin eylemez. Bi'1-ittifak hummanın noksanlığını taz­min eder. Hul&u'da da böyledir.

Gasbedilen bir köle gâsıbın yanından kaçarsa, sahibi muhayyerdir. Dilersi, kölenin meydana çıkmasını bekler ve onu geri alır; dilerse hiç bekletmez ve gasbeden şahsa, o kölenin kıymetini ödetir.

Köle, bundan sonra meydana çıkarsa, bakılır: Şayet efendisi tam kıymetini almış ve tasdikleri sebebiyle veya beyyinesiyle yahut gâsıbın yemin edemeyişi ile ona razı olmuşsa, bize göre, artık efendinin, o kö-ledi bir hakkı kalmamıştır.

Şayet gasbedenin sözüyle ve yeminiyle almışsa, efendi serbesttir: isterse, kıymetini elinde tutup köleyi gasbedene teslim eder; isterse, kıy­metini geri vererek kölesini tekrar alır.

Gasbeden de kıymetini alana kadar köleyi yanında tutabilir.

Şayet kölenin kıymeti, gasbeden ödenmeden önce, köle gasbede­nin yanında ölürse, artık kıymeti geri verilmez. Fakat, gâsıptan, köle­nin almandan fazla olan kıymeti tekrar alınır.

Şayet kıymetin bir fazlalık yoksa, (alınan kıymet müsavi ise) bir şey gerekmez.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un rivayetine göre, kölenin kıymetinde bir değişiklik yoksa, gasbedilicisi muhayyer olmaz.

Zâhirü'r-rivayede ise: "Gasbedilenin sahibi muhayyerdir." buyrul-muş ve tafsilat verilmemiştir. Tahâvî Şerhi'nde de böyledir.

Eğer köle, gasbeden şahsın elinde iken, hür veya köle olan birini öldürür veya —adam öldürmenin dışında— bir cinayet işlerse: efendisi muhayyerdir: İsterse, köleyi verir; isterse, fidyesini verir ve diyetinin en azı ile de gasbediciye müracaat eder.

Bir kölenin kıymeti gasbedildiği zaman bin dirhem iken, sonra ikibin dirhem oldu ve daha sonrada, bu köleyi gâsıbın yanında, birisi öldürdü ise; efendisi muhayyerdir: İsterse, gasbedildiği günkü bin dir­hemi için, gâsıbı müracaat eder; isterse, ikibin dirhem için müracaat eder ve o fazla olan bin dirhemi tasaddukta bulunur; dilerse, katile önceki bin dirhem için müracaat eder.

Katil ise gâsıbı bir müracaatta bulunmaz.

Şayet bu durumda köle, kendi kendini öldürürse, gasıp gasbeyle-diği günkü bin dirhemi tazmin eder; -yoksa- öldüğü günkü iki bin dir­hemi tazmin etmez. Muhiyt'te de böyledir.

Gasbedilen bir köle gâsıbın yanından kaçarsa, İmâm Ebû Yûsuf  (R A )'a göre efendisi, tam kıymeti için gâsıba müracaat edemez. An­cak, -daha önce hiç kaçmamışsa- kaçma noksanhg! için müracaatta

bulunur.                                                                         

İmâm Muhammed (R.A.) ise: "Efendisi, tam kıymeti için, gasiba mü­racaatta bulunur/' buyurmuştur. Yenâbi'de de böyledir. En doğrusunu bilen Allahu Teâlâ'dır. [13]

 

12- MAĞSUBU, GÂSIBTAN, BİR BAŞKASININ GASBETMESİ VE GASBEDİLEN ŞEYİ EMANET

BIRAKMAK

 

Bir adam, gasbedilmiş bir şeyi gasbeden şahıstan gasbederse; gas-bedilen bu şeyin asıl sahibi, isterse Önceki gâsıba isterse sonrakine taz­min ettirir.   .

Şayet mal sahibi, önceki gâsıba tazmin ettirirse; bu şahıs ikinci gâ­sıba müracaat eder ve yaptığı tazminatı ondan alır.

Şayet mal sahibi, ikinci gâsıba.tazmin ettirmişse, o birinciye müra­caat edemez.

Mal sahibi, onlardan herhangi birisine tazmin ettirdiğinde, ikin­ciye tazmin ettirme hakkı yoktur.

Bu, İmâm Ebû Hanife (R.A.) ve İmânı Muhammed (R.A.)e göre böyledir. İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) ise: "Birinden teslim almamışsa, diğerinden alır." buyurmuştur. Serahsî'nin Muhıyü'nde de böyledir.

Mal sahibi, ister gâsıba, isterse gasıbtan gasbedene tazmin ettir­sin veya emanet konulanı ödetsin, diğeri tazminattan kurtulur. Hulâsa'-da da böyledir.

Bir şey, gâsibtan gasbeden şahıs, o mağsubu zayi eder ve kıyme­tini de önceki gâsıba öderse; tazminattan kurtulur.

İmânı Ebû Yûsuf (R, A.Han gelen bir rivayete göre, bu şahıs tazmi­nattan kurtulamaz. Ancak aynını verirse o takdirde kurtulur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Mağsup (= gasbedilen şey), gâsıptan gasbeden şahsın yarımda zayi olur; o da, kıymetini önceki gâsıba öderse; tazminattan berî olur.

Bu durumda, asıl mal sahibi, eğer kıymetini aynın karşılığı ise ve önceki maruf üzere almış ve bu beyyine ibrazı veya mal sahibinin tasdi­ki ile belli olmuşsa- ona tazminat yaptıramaz.

Şayet gâsıp İkrar eylemiş ve onu da mal sahibi tasdik etmemişse; ö takdirde, mal sahibi muhayyerdir; istediğine tazmin ettirir.

Şayet gâsıbm gâsıbı, mağsûbu satmış ve parasını da almış ve o parayı birinci gâsıb ondan almışsa; ona sahip olmadığı gibi, naip de de­ğildir. Onun satılmasına izin verme hakkı da yoktur. Hızânetü'l-Müftin'de de böyledir.                                        

Bu durumda, mal sahibi muhayyerdir, hangisini isterse ona taz­min ettirir. Çünkü hepsi de onun hakkına tecavüz etmişlerdir. Kendine emânet bırakılan şahıs da aynısıdır, Mutaiyt'te de böyledir.

Şayet gâsıp, gasbeylediği şeyi ariyet olarak bıraktı ise, sahibi han­gisine ödetirse, o, diğerine müracaat edemez. Eğer ariyet alan onu telef etmişse, tazminat ona aittir. Kerderi'nin Vecîzi'nde de böyledir.

Gasbeden şahıs gasbolunan şeyi bir adama bağışlar; o da orda zayi olursa, sahibi, bağışlanan şahsa onu tazmin ettirir; o ise gâsıba mü­racaat edemez. Serahsî'nin Mumytı'nde de böyledir.

Gâsıp mağsûbu satıp, onu teslim ederse; sahibi muhayyerdir: Di­lerse, parasını gâsıba tazmin ettirir; bu durumda satışı caiz olur. Diler­se, müşteriye ödettirir ve bu durumda müşteri, satıcıya başvurur; satış bâtıl ( = geçersiz) olur; tazminat için başvuramaz. Eğer satmış fakat tes­lim etmemişse; tazmin eylemez; mal sahibine onu geri verir. Kerderi'nin Vecîzi'nde de böyledir.

İbnii Semâa'nm Muntekâsı'nda İmâm Mutaammed (R.A.)'in şöyle bu­yurduğu zikredilmektedir:

Şayet, malı gasbedilen şahıs, önceki gâsıba tazmin ettirirse; o, bu­na razı olsun veya olmasın, hâkim, önceki gâsıba kıymetini hükmeder; o da ikinciye tazmin ettirir.

Hakim öncekine, mağsûbün minhin malının kıymetini hükmeyle-mezse; o zaman, mal sahibi, ikinci gâsiba müracaat ederek, malını ona ödettirir.

Şayet önceki gâsıp, tazminata razı olmaz veya kıymetini vermek is­temez ise, kölenin efendisi ikisini de huzuruna alır, ikincinin beyyinesi-ni kabul eder ve gasbedilen köleyi ondan alır.

Şayet, mal sahibi, onlardan herhangi birisine, mağsûbün kıyme­tinin yarısını veya üçte birisini yahut dörtte birisini tazmin ettirirse; ka­lan kısmını, diğerine tazmin ettirir. Zehıyre'de de böyledir.

İmâm Mıihammed (R.A.) Câmiû'l-Kebîr'de şöyle buyurmuştur: Bir adam, diğerinin bin dirhem kıymetindeki bir cariyesini gasbey-

Iediğinde bir bu cariyeyi; ondan da bir başkası gasbeder ve gasp sırasın­da, bu cariyenin kıymeti, yine bin dirhem olur ve mal sahibi, birinci gâ-sıba bin dirhem olarak tazminat yaptırıp, ondan onu alınca, ikinci gâ­sıp, tazminattan berî olur.

Şayet mal sahibi, ikinci gasıba tazmin ettirirse; bu defa da birinci gâsıp tazminattan berî olur.

Hatta, bu câriye, birinci gâsıbın yanında ölürse, mal sahibi, onun gasp vaktindeki kıymetini tazmin ettirir.

İkinci gasibdan cariyenin bedelini alırsa, câriye ikinci gâsbın memlükesi olur.

Şayet öncekinden kıymetini alırsa, câriye onun memlükesi olur. Sonradan, ikinci gâsıp, cariyenin kıymetini birinci gâsiba ödeyin­ce, bu defa da, o ikincinin memlükesi olur.

İlk gasb gününde, cariyenin kıymeti bin dirhem; ikinci gasb za­manı ise, kıymeti iki bin dirhem olur ve sonra da bu câriye ikinci ada­mın yanında kalsa ve birinci gâsıp, ikinciden iki bin dirhem kıymet alıp, onu da zayi etse; cariyenin sahibi, önceki gâsıba iki bin dirhem tazmin ettiremez. Ancak, bin dirhem tazmin ettirir. Zira gasp zamanı olan kıy­meti o idi.

Şayet cariyenin asıl sahibi, cariyenin kıymetini, birinci gâsıbın ya­nında hazır olarak bulur ve câriye de meydana çikıverirse; efendisi muhayyerdir: Dilerse, cariyeyi alır; dilerse, birinci gâsıbın, ikinci gasibdan aldığı kıymeti alır.

O takdirde, ikinci gâsıp, birinci gâsıba müracaat ederek, verdiğini geri alır.

Şayet cariyenin sahibi, birinci gasibdan cariyenin ikinci gasibdan alınan iki bin dirhem kıymetini alırsa, cariyeyi ikinci gâsıba teslim eder.

Birinci gâsibtan iki bin dirhemi alan efendi, onun bin dirhemini tasadduk eder.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'in kavlidir.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) ise: "Bir şey tasadduk eylemez; hepsi de tîb ( = temiz = helâl) dir."buyurmuştur. Muhıyt'te de böyledir.

Fetâvâyi Attâbiye'de şöyle zikredilmiştir: Gasbedilen bir câriye, gâ­sıbın yanında doğum yapar ve onları da (yâni câriye ile çocuğunu da) bir başkası gasbederse; bu durumda cariyenin asıl sahibi, birinci gâsı­ba, cariyenin kıymeti için, müracaat eder. Birinci gâsıb da ikinciye, hem câriye, hem de çocuğun kıymeti için müracaat eder.

Bir rivayete göre, çocuğun kıymetini tasadduk eder.

Şayet cariyesi gasbedilen mal sahibi, birinci gâsıpla eksik kıyme­te anlaşma yaparlar ve bu birinci gâsıb da, kıymetinin tamamını ikinci­den alırsa; fazla olanı, tasadduk eder. Tatarhâniyye'de de böyledir.

İbnü Semâa, Muhammed bin Hasan'a mektup yazmış ve sormuş: —Bir adam, diğerinin kölesini gasbettiğinde, onu, bu gâsıbın ya­nında, bir başkası hatâen öldürür; bu kölenin efendisi de, kölenin yarı kıymetini peşin olarak ihtiyar eder; katilin aknesinden de, yarı kıymeti­ni va'deli olarak isterse, bu olur mu?

Cevap:

—"Evet, olur." Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, diğerinin malını gasbettiğinde, o malı, ondan da baş­ka birisi gasbeder ve bu gâsıp malı gasbedilen şahsın alacaklısı olursa; burda muhtar olan, önceki malı gasbedilen zat muhayyerdir: İsterse, ma­lını önceki gâsıba ödetir; isterse, ikinciye ödetir.

Eğer öncekine ödetirse, ikinci kurtulmuş olmaz. Amma ikinciye Öde­tirse, birinci kurtulur. Zahîriyye'de de böyledir.

Bir köle gasbedildikten veya biri onu gasbeyledikten sonra, o kö­lede kaçtığında, efendisi, gâsıba: "Senin gasbeylediğin zaman, onun kıy­meti bin dirheih idi.der; sonra da onu bir başkası gasbeder ve o za­man da kıymeti iki.bin dirhem olur ve birinci gâsıp, kölenin efendisine: "Hayır, benim gasbeylediğim zaman, kölenin kıymeti beşyüz..tiirhejn idi. Benim yanımda kıymeti bin dirhem arttı; onun yarısı benimdir." derse; bu hususta efendinin sözü geçerli olur.

Şayet, önceki gasıp, birşey söylemese ve "Benim yanımda, kıymeti arttı." demeseydi; hakikaten artan kıymeti, kölenin efendisi ona verir ve kölesini alırdı.'

Efendisi köleyi almak isteyince, ikinci gâsıp, köleyi öldürürse; efendi muhayyerdir: İsterse, kölenin önceki kıymetini, önceki gâsıbtan alır; is­terse öldürenin akîlesinden, diyetini ister ve alır. Kâfi'de de böyledir.

Bazı fıkıh kitaplarında mütalâa eylediğime göre: Bir adam, bir köle gasbeylediğinde, onu, ondan da başka biri gasbeder ve bu köle onun yanında ölürse; bu durumda, efendisi muhayyerdir: İsterse, öncekine müracaat eder; o da ikinciyi takip eder; isterse, birinciden vazgeçer, ikin­ciye müracaat eder. O takdirde, .birinciye yapılacak bir şey kalmaz. Füsolü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

Bir adam, bir köleyi gasbederek, onu bir yere emânet bırakır; o da ordan kaçarsa; bu durumda kölenin asıl sahibi muhayyerdir: İs­terse, yanına emânet bırakılan şahsa ödetir; isterse, gasbedene ödetir.

Emânet edilene ödetirse, o da kendisine emânet bırakana müraca­at eder.

Kendisi bizatihi ödemeden önce de böyle yapar.

Şayet köle geri gelir de, onu kendisine emânet bırakılan iddia eder ve ödediği tazminatı isterse, buna hakkı vardır.

Şayet emânet bırakan şahıs, onun parasını vermeden önce, köle emâ­net bırakılan bu şahsın yanında ölürse; emânet bırakanın malı olarak Ölmüş olur.

Rehin de, icâre de böyledir. Kâfi'de de böyledir.

Efendisi irâde, etmedikçe, gâsıp, köleye hizmet yaptıramaz.

Şayet efendisi diler de, kıymetini alırsa, artık köle gasbedenin malı olur; ona, dilediğini yaptırır.

Şayet gasbedilen câriye olur ve onu, efendisi bizatihi geri isterse, gâsıbın tasarrufu bâtıl olur.

Yalnız ondan bir çocuk doğurmuşsa istihsanen nesabi sahih olur; fakat çocuk yine de köledir. Tatarhâniyye'de de böyledir.

İkinci gâsıbın, cariyeye cima etme hakkı efendisi, onun kıymeti­ni birinci gasbedinciden alana kadar veya birinci gâsıbın, kendisinden, cariyenin bedelini almasına kadar-yoktur.

Şayet câriye hayız ise, birinci; ikinci gâsıbdan bedeli alıp da asıl efen­disi, ondan almadan önce, yine-istibradan önce-cima yapamaz.

Şayet birinci gâsıp, ikinci gâsıptan, cariyenin bedelini aldığını ikrar eder ve bu da beyyine ile sabit olursa; artık cariyenin efendisi, ikinci gâsıba tazmin ettiremez; öncekine tazmin ettirir,

Keza, önceki gâsıp, "cariyeyi, ikinci gasbediciden aldığını" ik­rar eder ve "yanında da öldüğünü" söylerse; bu sözü kabul edilmez.

Bu hallerin tamamında, cariyenin sahibi ikinci gâsıba tazminat yaptırabilir.

İkinci gasbedici de birinciye müracaat eder ve kıymetini ondan alır.

Zehiyre'de de böyledir.

Bir kimse, diğerinin, atını gasbeylediğinde, ondan da bir başkası gasbeyîer; bu ikinci gasbediciden de, atın sahibi, o atı çalar; sonra da ikinci gâsıp, sahibinden, bu atı zoraki geri alır ve atın sahibi, ikinci gas-bediciyi, davadan aciz kalırsa; bu durumda birinciyi de dava edemez. Çünkü at onun eline geçince birinciden tazminat düşmüş olur. Kerderi'-nin Vecîzi'nde de böyledir.

Bir adam, bir başkasının malım gasbeylediğinde, bir başkası da, onu sahibine vermek için, ondan gasbeyleyip, sahibini de bulamasa; bu, onun uhdesinden çıkmış olmaz. Fakat, onu tasadduk ederse; ümid ede­riz ki; sevabı, onun sahibine sadaka olur.

Bir kimse, gasbolunan şeyi, sahibine vermek için, gasbedicinin yanından aynen çıkardığı hâlde, sahibini bulamazsa; bu adam gâsıptan gasbetmiş olur ve o şeyin kendi uhtesinden (zimmetinden) çıkması için, onu tekrar önceki gasbediciye vermesi gerekir. Cevâhıru'l-Fetâvâ'da dâ böyledir.

İbnü Semâa, İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğunu naklet-nıiştir: Bir hırsız, gâsıptan mağsûbu çalar ve bunun böyle olduğunu da kadı bilir; mal sahibi de huzurda bulunmazsa, kadı (= hâkim) malı alır ve onu gâsıbtan korur.

Bu hâkimin, gaibin malını tasarruf etme hakkı —muhafaza için ve­rildiği zaman, ibra için değil— vardır. Malın gâsib üzerinde olması, ga­ibin hakkının olmasının hâkim tarafından ibra edilmesi sebebiyle, sakıt olmaz. ( = dü:şmez.) Serahsî'nin MuhıytTnde de böyledir. [14]

 

13- HÜR, MÜDEBBER, MÜKÂTEP VEYA ÜMM-Ü VELED OIAN BİR ŞAHSIN GASBEDİLMESİ

 

İbnü Semâa'nın Münlckasf nda şöyle zikredilmiştir: Bir kimse, başka birinin karısını veya küçük kızını kandırıp (alda­tıp), kocasının veya babasının evinden dışarı çıkarırsa, o şahıs hemen —o kadını getirene veya halinden haber verene kadar— hapsedilir. İmâm Ebû Yûsuf (R.A.), şöyle buyurmuştur: Bir adam, bir sabiyi çaldığında, onun elinden de başka birisi çalar ve ölüp ölmediği de bilinmese tazminat gerekmez. Çocuğun halinden bir haber alınmaya kadar, ilk gâsıp hapsedilir. Muhıyfte de böyledir.

Bir adam, ehlinden hür bir sabîyi gasbeylediğinde, o çocuk, bu gâsıbın yanında, hasatalanarak ölse; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.): "Ona taz­minat gerekmez." buyurmuştur.

Eğer hastalanmaz ve bu yüzden ölmez; fakat onu vahşî hayvan par­çalar veya yılan sokar ve o yüzden ölürse; onun akîlesine cümleten di­yet gerekir.

Hür alan bir kimse için —küçük olsun, büyük olsun— tazminat gerekmez.

Çünkü gasp tazminatı temlik iktiza eder. Hür de ise, mülkiyet olmaz.

Yalnız cinayet olursa, telef sebebiyle tazminat (diyet) gerekir.

Küçükte mekân ihtilafı yoksa, gâsıba tazminat yoktur.

Şayet mekân ihtilafı bulunur ve gasbedilen sabîyi de gâsıbın yanın­da birisi öldürürse, küçüğün velisinin, istediklerini takip hakkı vardır. İsterlerse gâsıbtan diyetini alırlar; isterlerse, onu öldüreni takip eder ve diyeti ondan alırlar.

Şayet gâsibtan diyet almışlarsa; o da katile müracaat eder. Eğer katilden almışlarsa, o gasbediciye müracaat edemez. Bunların tamamı, akîle üzerinedir. Çünkü bu cinayet tazminatıdır.

Şayet sabî, kendi kendini öldürürse veya kuyuya düşerse yahut üzerine duvar yıkılırsa; işte o zaman gâsıp tazminatta bulunacaktır ve onun akîlesinin üzerlerine diyet gerekir; onlar da duvar sahibine müra­caat ederler.

Eğer o çocuğu, bir adam kasden öldürmüşse, çocuğun yakınları muhayyerdirler: Dilerlerse, katili öldürürler; gâsıp kurtulur; dilerlerse, gâsıba müracaat ederler; onun akîlesinden diyet alırlar.

Gâsıbm âkîlesi de, katilin malına müracaat ederler. Onların kısas isteme hakları yoktur. Sirâcü'I-Vehhâc'da da böyledir.

Bir adam, hür bir çocuğu gasbettiğinde, o çocuk suda boğulur veya yanarsa; onu tazmin eder, Vadesiyle ölüm müstesnadır. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Sabî kendi kendini öldürürse; fidyesi gâsıbın akîlesine aittir; sa-bînin akîlesine müracaat edemezler.

Keza sabî, nefsinden bir şey keserse (eli ayağı veya benzeri gi­bi...) diyeti gasbeden şahsın akîlesine aittir.

Sabî, bindiği hayvandan kendisini atarak ölse, yine böyledir. Bunların tamamı, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) kavlidir.

İmâm Muhammet) (R.A.) ise: "Sabinin kendi cinayeti yüzünden, gâ­sıba tazminat yoktur," buyurmuştur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir sabî, gasbedicinin yanında bulunan bir adamı Öldürür ve bu sabî babasına geri verilirse; öldürdüğü adamın diyetini, bu sabinin âkî­lesi öder. Ve onlar, sabiyi gasbedene müracaatta bulunamazlar. Sîrâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Bir adam, yanında efendisinin malı bulunan bir köleyi gasbeyle-se, malı da gasbeylemiş olur.

Hatta bu köle kaçsa, gasbedici hem malı, hem de köleyi tazmin eder.

Bir adam hür bir kimseyi gasbeder ve mağsubun üzerinde de el­bisesi bulunursa; gâsıbın o elbiseyi tazmin etmesi gerekmez. Çünkü, el­bise, mağsubun eli altındadır.

Fakat, bir kimse, üzerinde elbise bulunan bir köleyi gasbederse, o zaman, elbisesiyle birlikte tazminatta bulunur. Aynını tazmin eylediği gibi,.. Zira elbiseyi tazminat, aynım tezminata fâbidir. Füsûlü'l- İmâdiy-ye'de de böyledir.

Şayet mağsub müdebber olur ve o gasbedicinin yanından kaçar­sa, o takdirde tazminat gerekir. Çünkü, müdebber gasb sebebiyle taz­min edilir. Fakat mülk olmaz.

Hatta, geri efendisine verilse, ondan kıymeti alınır. Gâsıp, onu, kıy­meti için yanında tutamaz. Tahâvî Şerhı'nde de böyledir.

Bir adam, kıymeti bin dirhem olan bir müdebberi gasbettikten sonra, bu müdebberin kıymeti gâsıbın yanında fazlalaşıp, iki bin dir­hem olur ve ondan da bir başkası gasbeder; müdebber de o ikincinin elinden kaçar veya ölürse; onun sahibi, istediğine ödetir. Öncekine, bin dirhem üzerinden ödetir.

Gâsıbdan gasbeden de iki bin dirhem öder. Eğer önceki bin dirhem öderse, ikinciye iki bin dirhem olarak mü­racaat eder. Ve ona, o bin dirhem helâl olur. İkinci bin dirhemi yanında tutar. Eğer müdebber, efendisine gelirse; efendisinin bin dirhemi önceki gâsıba vermesi gerekir.

Birinci gâsıbın da, iki bin dirhemi, ikinci gâsıba vermesi lâzımdır.

Önceki gâsıp, bin dirhemi tazmin ettikten sonra, müdebber ikinci gâsıbın yanına geri gelir; efendisi, onu almaya gelmeden önce de, ikinci gâsıbın yanında ölürse; artık o, ödeme yapmaz. Çünkü, gasbden — efendinin birinci gâsıbdan tazmini sebebiyle— beri olmuştur.

Hatta efendisi, onu istese bile, ona mâni olabilirse ve sonra da mü­debber ölürse, o zaman tazminat gerekir. Çünkü sahibinden men, sahi­binden tekrar gasp olur.

Veya ikinci gasıb hataen onu öldürürse artık efendisi öncekinin ver­diği bin dirhemi geri verir ve ikincinin akîlesinine müracaatla iki bin dir­hem diyetini, onlardan alır.

Şayet efendi, önceki gâsiba bir şey ödetmemişse, ikinci gasıb da onu öldürmüş; sonra da birinciye —onun öldüğünü bildiği halde veya bilmeyerek— Ödetmişse; ikinci, efendiye tazminattan beri olur. Önceki gâsıp muhayyer kalır: İsterse, ikinci gâsıba gasp tazminatı yaptırır; is­terse, akilesine, diyetini tazmin ettirir. Kâbî'de de böyledir.

Bir adam, bir ümmü veledi gasbettiğinde, o, gâsıbın elinde ölür­se; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, onu, —eğer va'desiyle Ölürse— taz­min etmez.                                                              

Şayet, hür olan bir sabî sebebiyle Ölürse; gâsıp, onun o hâlde kıy­metini, kendi malından öder. Çünkü o, hür olan sahibin malından, mala daha elyak ve evlâdır. Şayet müdebbereyi gasbeder ve o da, onun ya­nında ölürse, onun kıymetini de gasbeden öder. Sirâcii'l- Vehhâc'da da böyledir. [15]

 

14- GASB HUSUSUNDA ÇEŞİTLİ MES'ELELER

 

Bir gâsıp,mağsubu, birine satar; buna da sahibi izin verirse; satış caiz olur.

Ancak, bunun için şu şartların içtima etmesi gerekir:

1- Satıcı ve alıcının, onun üzerinde akid yapmaları;

2- İznin da'vâdan önce olması.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, Zâhirü'r-rivâyede, paranın mevcudi­yeti —şayet satış dirhem ve dinarlarla olursa— şart değildir.

Şayet mal sahibi da'vâ açmış ve mağsûbu kendisine mal etmesini hâkimden istemiş; sonra da satışa razı olmuşsa, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) göre icazeti ( = izni) sahih olmaz.

Şemsü'l-Eimme Halvânî, Şeyhü'I-İslâm Hâher-Zâde ve Şemsü'l-Eimme Serah-sî, Şerhi'nde: "Zahirü'r-rivâyeye göre, şayet icazet zamanım sahibi bil­miyor ise icazet caizdir." buyurmuşlardır.

Şöyle ki: Köle, müşterinin elinden kaçtı ise, icazet caizdir; sahihdir.

Eğer gasbeden şahıs, kölenin parasını almaş ve o, elinde zayi ol­muş; sonra da sahibi satışa izin vermişse; o, artık mal sahibinin mülkü olarak zayi olmuştur. İntihada (= sonda) izin, ibtidada (= başta) izin gibidir; öyle itibar edilir. Muhıyt'te de böyledir.

Şayet, gâsıp, mağsûbün minhin izniyle, satış hakkına veya bağış hakkına sahipse, yahut miras hakkına sahipse; onu başkasına sattıktan sonra, satış bâtıl olmuştur. O, vakfedilmiş mülke karşı, haksızlık yapmıştır.

Bir adam, başka birine "şu yolda yürü. Çünkü, bu yol güvencelidir." der; o da o yolda giderken, onu hırsızlar soyarsa; bu durumda tazminat gerekmez.

Şayet: "Korkuyorsan, malını almaları hâlinde, ben onu öderim." demişse; geri kalan mesele hâli üzerinedir; tazminat gerekir.

Bu cins mes'elelerde, asıl olan; Aldatmanın olup olmamasıdır. Şa­yet aldatmışsa, tazminat gerekir.

Keza: "Bu yiyeceğin tamamı helâldir." der; onun içinde de ze­hir olursa; —onu bilmeyerek söylemiş olması hâlinde— tazminat gerek­mez. Muhiyt'te de böyledir.

Bir adam, —izin almadan— diğerinin hayvanının üzerine biner ve bu hayvanın sırtında bulunan yara parçalanıp yarıhrsa; Ebû'l-Leys "Bu yara, merhem sürülünce iyileşirse, tazminat gerekmez. O yaradan dola­yı kıymeti noksanlaşirsa, o müstesnadır. Şayet, bu hayvan, o yüzden ölürse, tam tazminat gerekir. Hayvan ölünce, aralarında ihtilaf çıkar­sa, o hayvanı kullananın yeminli olarak söylediği söz geçerli olur.

Eğer yemin ederse, tazminattan berî olur. Şayet yemin edemezse, tazminat gerekir demiştir. Fetâvâyi Kâdîhân'nda da böyledir.

Bir adamın nuülkünde bulunan hurma ağacının dalları, komşu­sunun mülkünün üzerine gittiğinden, o onu kesmek isterse; onu kesme­ye hakkı vardır.

İmâm Muhammed (R.A) böyle buyurmuştur. Nâtifî, Vâkıâl'ta şöyle yazmıştır:

İmâm Muhammed (R.A.)'in lafzı: "Hâkimin izni olmadan da kesebi­lir." demektir.

Burda iki yol vardır.

Şayet, o dallan sahibinin tarafına çekip bağlama imkânı varsa, di­ğerinin onu kesme hakkı yoktur. Bu durumda keserse, tazminat gerekir.

Fakat sahibinden onu geri çekmesini ister ve onu ağacına bağlatır.

Eğer bazı dallarını geri çekme imkânı var; bazılarını çekme imkânı yoksa, sahibinden, onları kesmesini ister ve o da razı olmazsa, hâkime müracaat eder ve hakim, ağaç sahibini, kesmesi hususunda cebreder.

Komşu böyle yapmadan önce, kendiliğinden keser ve kesilmeyecek olanı da keserse, —yukarda olsun aşağıda olsun— eğer bu, sahibine fay­dalı ise, tazminat gerekmez.

Şeyhü'l-İslâm, Kitâbü's-Snlh'da şöyle zikretmiştir:

Şemsü'l-Eimme Halvâni'nin, Sulh Kitabının Şerhî'nde yazdığına göre, bu yukarda söylenen gibidir. Şayet kesecekse, kendi mülküne ait olanı ke­ser; komşusunun bostanına —izin olmadıkça— giremez.

Âlimler şöyle demişlerdir:

Kendi tarafında olan dalları —zarar verdiği için keser— En iyisi, işi hâkime çıkarmaktır. Hâkim naibini gönderir. O, gereği gibi keser. (= kestirir) Şayet komşu kendiliğinden kesmiş ve ona meûnette bulun­muşsa, tazminat için müracaat edemez. Yani, o dalları kestirdiği için sarf ettiği parayı komşusuna ödetemez. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, diğerinin kumaşını gasbedip, onu gömlek yapar ve di­kerse; onu diken, o gömleğe hak sahibi olur ve kumaşın sahibi, kuma­şının kıymetini tazmin ettirir.

Keza, bir kimse, diğer bir adamın buğdayını gasbeyleyip, onu öğü­türse, o una hak sahibi olur. Buğdayı gasbolunan şahıs da, buğdayının kıymetini ödetir veya mislini (= benzerini) tazmin ettirir.

Keza, bir kimse, başka bir adamın etini gasbedip, onu kızartsa; ona hak sahibi olur; ancak, mağsûbün minhe, o etin kıymetini taz­min eder.

Şayet müstehak beyyinesiyle etin kızarmadan önce veya elbisenin, dikilmeden yahut buğdayın, öğütülmeden önce kendisinin olduğunu bel­gelerse; bu durumda mağsûbün mİnh, hiç bir şey için gâsıba müracaat­ta bulunamaz. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, bir kumaşı gasbedip, onu kesse, fakat dikmese; veya bir koyunu gasbedip onu, boğazlasa, fakat etini parçalamasa; o, sahi­binin hakkı olur. Sonradan ona bir hak sahibi çıkarsa, gâsıp tazminat­tan kurtulur. Füsûlü'I- Imâddiye'de de böyledir.

Bir köle efendisinin izniyle, su dolu ipriğini götürmekte iken bir başka adam, ona —efendisinden izinsiz— "Bir ibrik vererek" havuz­dan su getirmesini ister; bu köle ise yolda zayi olursa; o adam, kölenin tam kıymetini tazmin eder. Çünkü onun fii'li, efendinin fiilini nashet-miştir. (= bozmuştur) ve o adam, bu kölenin tamamını gasbetmiş ol­maktadır. Hizânetü'l- Mfiftin'de de böyledir.

Bir müslüman, bir ateş perestin (= mecûsinin) mevkûzesini gasp ve telef ederse; Sağnâkî'de: Nassan sabit ve sahih olan onu tazmin etme­sidir. Denilmiştir. Cevâhirü'I- Ahlâtî'de de böyledir.

Bir kimse, kökü bir başkasının binasının altına gitmiş olan bir ağacı keserse; bina sahibi o kökleri sökmekten men eder ve o köklerin kıymetini ağaç sahibine tazmin eder. Miiltekıt'ta da böyledir.

Bir kimse, iki adet yumurta gasbedip, o yumurtalardan birini bir tavuğun altına, diğerini de kendi tavuğunun altına kor ve ikisi de civciv olarak çıkarlarsa; civcivler yumurtayı gasbeden şahısın olur. Bu şahıs, o yumurtaların bedelini sahibine öder.

Bu yumurtalar, gasbedilmiş değil de emânet olarak bırakılmış ol­saydı; çıkarılan cicivler yumurta sahibinin olmazdı; kendisine emânet bırakılan şahsın olurdu. Kerderî'nin Vecîzi'nde de böyledir.

Yumurtalardan birisi gasp, diğeri de emânet olur ve o şahıs iki­sini de tavuğun altına koyar; ikisi de civciv olursa gasbedilen yumurta­nın civcivi, gâsıbın olur; emânet bırakılan yumurtanın civcivi ise, emâ­net sahibinin olur.

Bir adamın yanında, iki ölçek buğday bulunur ve bunun bir ölçeği emânet, diğeri ise gasp olur; rüzgâr bunları savurup, bir yere saçar; bunlar orada biterlerse; çıkan mahsûlün yarısı, emânet sahibinin; yarısı da gâ­sıbın olur.

Ancak, gâsıp, buğdayını gasbeylediği adama, bir ölçek buğday ve­ya bedelini verir.

Şayet, çıkan cicivlerin hangi yumurtaya âit olduğu bilinmezse; bu hususta gâsıbın sözü geçerli olur.

Şayet, o da: "Ben de tanımıyorum." derse; bu şahıslar, iki civcive cîe ortak olurlar gâsıp yumurtanın bedelini sahibine öder. Serahsî'nin Mu-'ııvlı'nde de böyledir.

Zâlim bir kimse, ölen bir adamın alacaklılarının alacaklarını, ölen zatın majmdaaalsa; ölen zat, alacaklılara karşı yine borçludur. Tatarhâ-niyye'de de böyledir.

Bir kimse, gasbettiği bir evi satıp, teslim ettikten sonra, onu gas-bettiğini ikrar eder ve bu hususta ev sahibinin de beyyinesi olmazsa; onun, müşteri hakkındaki ikrarı bâtıldır. Ve bu gâsiba, İmâm Ebû Hatife (R.A.)'ye göre gerekmez. İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un son kavli de budur. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, değirmenciye buğday getirerek, değirmenin sahanlığı­na koyup, değirmenciyede: "Onu, bu gece değirmenin içine koy." der; o da koymaz; bir hırsız da gelerek gece o buğdayı çalarsa; bu durumda değirmenin sahanlığının duvarı yüksek olur ve merdivensiz oraya çık­ma imkânı bulunmazsa, değirmenciye tazminat gerekmez. Durum, bu­nun aksine ise, tazminat gerekir.

Bir adam, mestlerini tamirciye —söküklerini dikmesi için— ve­rir; tamirci de onu dükkanın dış tarafına bırakıp, dükkanının kapısını açık bırakarak, mescide namaz kılmaya gider ve bir bekçi de bırakmaz, mestler de çalınırsa, tamirci onu tazmin eder. Çünkü, onu kendi zayi etmiş durumdadır. Kübrâ'da da böyledir.

Bir hamala, bir yere götürmesi için, yük verildiğinde, o hamal, kış gününde altından su akan ve üzeri buz tutmuş büyük bir nehrin ke­narına, o yükü geçirmek için —bir çok yerlerde olduğu gibi— gelir ve yükün bir kısmını başka birine yükletir; geçerlerken birinin yükü suya düşer ve şayet o yer herkesin öylece gelip geçtiği bir yer olursa; suya düşen yükü tazmin etmek gerekmez. Kübrâ'da da böyledir.

Bir adam, bir deve katarına gelerek, onların bir kısmını çözse, tazminat gerekmez. Çünkü, onlardan bir deve gasbetmemiş; sadece çöz­müştür. Füsûlü'l- Imâdiyye'de de böyledir.

Bir adam, zincirle bağlı bulunan bir kölesini; birisine verip ona: "Bunu, zinciriyle birlikte evine götür." der; o da, onu zincirsiz götürür ve bu köle kaçarsa; tazminat gerekmez.

Bir adam, izinsiz olarak birinin koyununu kırkıp, yününü keçe yaparsa, keçe onun olur.

Bu durumda, koyun sahibi muhayyerdir .isterse yününün mislini alır; onun kırkılması, kıymetini eksiltmiş ise, onu tazmin ettirir. Mııhıyt'te de böyledir.

Bir adam, gasbettiği bir cariyeyi evlendirdiğinde, kocası ona dâ­hil olduktan sonra, cariyenin efendisi, buna razı olmasa; nikâh caiz ol­maz. Kocanın, mehrini vermesi gerekir.

Kâdî Bedfii'd-dfrı: "Mehir efendinin hakkıdır. îçâre bunun hilâfma-dır. Zira, Ücret gasıbın olur.*' demiştir. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Gâsip, gasbettiği şeyin kazancını tasadduk eder; yoksa, o kazanç temiz bir kazanç değildir. Sirâcü'I-Vehhâc'da da böyledir.

Bir adam, diğer birinin kölesini veya bir hayvanını gasbettiğin-de, mağsûbün minh gaip olur ve gâsıp, hâkimden "mağsûbu alıp, ka­bul etmesini" veya "onun, tasarrufuna infak edilmesine izin" isterse; hâkim bu isteği kabul eylemez ve mağsûbu gâsıbın yanında bırakır; onun masrafı da gâsiba ait olur.

Şayet hâkim, mağsûbün nafakasını (= masrafını) mal sahibine hük­mederse; bu durumda malı gasbedilen şahsa bir şey gerekmez.

Şayet hâkim, gasbedicinin, mağsûba bir zararının dokunacağından korkarsa, o takdirde, (o köleyi veya o malı) satar ve bedelini —sahibi için— yanında tutar. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Şeyhul-İslâm Hâher-Zâde, KHâbüVSaıf in sonunda, şöyle buyurmuştur: Bir adam, dinar mukabili bir gümüş bilezik satın alıp, dinarı verdi­ği hâlde bileziği teslim almasa; bir başkası da gelerek, o bileziği alır ve müşteri onun almasına râzi olur ve bilezik alanın yanında zayi olursa; alan bu şahsa tazminat gerekmez. Zehıyre'de de böyledir..

Bir adamın evinde bir hedef bulunur ve ona okunu atınca, ok duvarı delip dışarı fırlar ve bir adamın bir şeyini ifsad eder veya bir adama isabet ederek onu öldürürse, tazminat gerekir.

Tazminat, oku atanın malından Ödenir. Ölenin diyeti de ok atanın akilesi tarafından verilir. Zahirriye'de de böyledir.

Ebû'l Kasım'dan sorulmuş:

—Bir adam, kamış yüküyle bir köye uğradığında, çocuklar sokak­ta ateş yakıp, bu ateşten de kamışa atarlar; kamış tutuşup, eşekle bir­likte yanar ve eşek yanarken, odun bulunan bir yere girer; yükselen ateş o odunu da yakmasın diye, o odunu eşeğin üzerine atsalar ve eşek ka­mışla birlikte yansa; ne olur? İmâm, şu cevabı vermiş:

Ateşi atanla, odunu eşeğin üzerine atan, birlikte tazminatta bulu­nurlar. Hâvî'de de böyledir.

Bir mahalle yanmaya başlar ve bir kimse sahibinin izni olmadan, birisinin evini yıkar; yangın da, o eve gelmeden sönerse; bu durumda, o evi yıkan şahıs, —bu işi, hükümdarın emri olmadan yapmışsa— evi tazmin eder.

Fakat günahkâr olmaz. Çünkü izinsiz birinin evini yıkmak, niyeti­ne göredir ve yıkan şahıs, bu cihetten ma'zurdur.

Keza, muzdar kalan bir kimse, başkasının izni olmadan yemeğini yerse, onu tazmin eder; günahkâr olmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Yüklü bir gemi karaya oturduğunda, bir adam geminin yükü ha­fiflesin diye bazı eşyaları gemiden çıkarır başka bir adam da gelerek ge­miden çıkarılan o eşyaları alıp götürse; bu durumda, bu eşyaları gemi­den çıkaran şahsa tazminat gerekir mi? —Burada iki durum söz konu­su olabilir:

Eşyaları, geminin batmıyacağını bildiği hâlde çıkarmış olabilir. O takdirde tazminat gerekir. Çünkü gâsıp durumuna düşmüştür.

Şayet geminin gark olacağından (batacağından) korktu ve, götü­ren adam da gemi emniyet altında değilken götürdü ise, tazminat gerekmez.

Eğer geminin batmasından emin olduktan sonra götürdü ise, taz­minat gerekir.

Bir fırıncı, fırını yakıp, onun içine ihtiyacından fazla odun atar, fırın yanar; ateş komşu eve atlar ve onu da yakarsa; bu durumda fırın sahibi yanan evi tazmin eder. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Nesefi'nin Fetvâlan'nda şöyle zikredilmiştir:

Bir adam, başkasının mülkünde, ondan izin almadan ateş yakar ve ateş başka yere geçerek, bazı malları yakarsa; bu durumda, o ateşi ya­kana tazminat gerekir diye sorulduğunda, İmâm, şu cevası vermiştir:

—Hayır; gerekmezmi? şayet ateşi, ateş yakılan bir yerde yaktı ise, o zaman tazminat gerekir. Füsûliil-İmâdiyye'de de böyledir.

Bir adam, bir köyün hayvanlarının yattığı yere, hiç kimseden izin almadan bir çukur kazıp içinde de ateş yakar ve oraya bir eşek düşerse, ne olur?

İmâm şu cevabı vermiş:

—Bu, bizim âlimlerimizin şu kıyâsı üzerinedir. Bir kimse, yolun üze­rine bir kuyu kazar; onun içine de birisi bir taş atar ve taş o kuyunun içinde olan bir adama isabet edip onu öldürürse; diyet kuyuyu kazana aittir. Eşek yandığı zaman ise, tazminat kuyuyu kazanadır. Hâvî'de de böyledir.

Bir adam, şehveti galebe çalmış bir deveyi, birisinin develiğine sokar; o da orda bir deveyi öldürürse; bu hususta âlimlerimiz ihtilaf eylediler:

Fakıyh Ebû'l-Leys, şöyle buyurmuştur:

Şayet, o şahıs deveyi sahibinin izniyle girdirmişse; tazminat gerek­mez. İzinsiz girdirdi ise, tazminat gerekir.

Fetva da bunun üzerinedir. Zahîriyye'de de böyledir.

Veberî'den sorulmuş:

—Bir adam, arazisini suladığında; menfezin ağzını kapamaz ve su komşusunun mahsûlünü basıp ifsad eder ve bir hayli zarar verirse; tazminat gerekir mi?

İmâm şöyle buyurmuş:

—Şayet kanal müşterek ise, —menfezin deliğini iyi kapatmadığı için— tazminat gerekir Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir kadın, kocasının pamuğunu eğirdiğinde, bunda bazı vecihler vardır:

1- Kadın, kocasının pamuğunu onun izni ile eğiriyor olabilir.

2- Kocası, kadının pamuğu eğirmesini yasaklamış olabilir.

3- Kocası ne izin vermiş, ne de yasaklamış, fakat bu konuda sus­muş olabilir.

4- Kocası, kadının pamuk eğirdiğini bilmiyor olabilir.

Şayet, kocası, kadına, pumuğu eğirmesi için izin vermişse, burada da şu dört ihtimâl vardır:                         

1- Koca, kadına: "Benim için eğir." Demiş olabilir.

2- "Kendin için eğir." Demiş olabilir.

3- "Bana ve sana elbise olmak üzere eğir." Demiş olabilir.

4- "Onu eğir." Demiş ve başka bir kelime ilave etmemiş olabilir. Birinci durumda, yani "Benim için eğir." Demesi hâlinde, eğirdiği

kocasının olur.

Eğer "Benim için, ücretle eğir." demişse, yine eğirdiği kocanın olur ve kadma ecr-i misil verilir. Ücretten bahsetmeyince, iplik kocanın olur. Kadın, bu işi nâfileten yapmış olur.

Şayet ihtilaf ederler de, kadın: "Ben ücretle eğirdim." kocası da: "Ücret zikredilmedi." derse; bu durumda, —yeminle birlikte— koca­nın sözü geçerli olur.

Eğer koca, karısına: "Kendi nefsin için eğir." derse; bu durumda iplik kadının olur ve kocası pamuğu ona bağışlamış bulunur.

Şayet ihtilaf ederler de, kocası: "Ben, sana eğirmen için izin ver­dim." der; kadın da: "Ben, senin için eğirdim." derse, yine —yine ye­minli olarak— kocanın sözü geçerli olur.

Eğer kocası, kadına: "Eğir de, seninle bana elbise olsun." derse; o iplik, koca ile kadının olur. Ve kadına ecr-i misil verilir. Çünkü o, bu durumda, pamuğun bir kısmım eğirmek için icarlanmış olur ve bu icâre fesada gider. Onun için ecr-i misil gerekir. Meselâ: Bir dokumacı­ya iplik verilip, ona: "Bez doku/' denildiği hâlde, o, elbise yapsa; onu, işi veren için dikmiş olur; kendisine ecr-i misil verilir.

Şayet koca: "Doku." dese de, başka bir şey söylemese; bu söz, koca için söylenmiş olur. Kadına bir şey vermek gerekmez. Çünkü teberru olarak dokumuş olur.

Görünüşte bunların tamamı kocanın izniyle olmuştur.

Eğer onu eğirmekten men eylemiş olsa kadın da, bu menden sonra eğirmiş bulunsaydı; eğirdiği kendisinin olurdu ve bezinin kıymeti kru'kocasına tazminatta bulunması gerekirdi. Çünkü o gâsıbe, müstehlike olmuş olurdu.

Buğday gasbedip, onu üğüten kimse, buğdayı tazmin eder; un ken­disinin olur.

Bu İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre böyledir. Eğer koca, izin verme­diği gibi, men de etmemiş olsa; kadın da eğirmiş bulunsaydı burada iki ihtimal söz konusu olurdu:

1- Koca, pamuk satıcısı olabilir.

Bu durumda iplik kadının; pamuk ise kocasının olur. Çünkü pa­muğu ticâret için almıştır. Görünüşte yasak sabittir.

2- Koca, pamuk satıcısı olmayabilir. Kadın, pamuk satın almış ve evine gelmiş ve onu eğirmiştir. Bu durumda eğrilen kocanın olmuş­tur. Kadına'ücret de yokdur.

Hişâm Nevâdiri'nde şöyle buyurmuştur;

Bir erkek, birisinin pamuğunu eğirdiğinde, aralarmî&uhtilaf çıkar ve pamuk sahibi:

"Benim iznimle eğirdin, iplik benimdir." diğeri de: "Ben, senin iznm olmadan eğirdim; iplik benimdir. Sana, pamuğunun bedeli vardır." der­se; bu durumda pamuk sahibinin sözü geçerli olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Gabedilen bir köle, gâsıbın elinde ölür ve gâsıb da: "Onu, fîlan-dan gasbeyledim." diye ikrar ederse; bu durumda kölenin bedelinin, ikrar olunan şahsa verilmesi emredilir.

Bir başka adam gelerek, "beyyinesiyle,gasbedilen o kölenin, ken­di kölesi olduğunu" isbat ederse; bu durumda hâkim, köleyi, beyyinesi olana hükmeder. Kıymet beyyine sahibine hükmedilince o, ikrar olu-nulan şahıstan alınıp, beyyine sahibine verilir.

Bu durumda, ikrar olunan şahsın gâsıba karşı yapacağı bir şey yoktur.

Şayet gasbedilen köle, hâkim tarafından, biaynihî gasbedene hü­küm yoluyla bağış veya miras yahut vasiyet olarak ulaştınlırsa, o tak­dirde, gâsıb, "o köleyi ikrar eylediği kimseye vermesi" emredilir.

Şayet, hüküm yoluyla gâsıba, o önceki alınandan başka bin dirhem daha erişir ve bu bağış veya satın alma yoluyla kendisine ulaşmış bulunursa, o takdirde, ikrar olunana vermesi emredilmez.

Fakat miras veya vasiyyet yoluyla vasıl olursa, onu geri vermesi em-rolunur. Zemyre'de de böyledir.

Sîyerü'l-Uyân'da şöyle zikredilmiştir:

Bir müslüman, diğer müslümamn tulumunu yarıp, şarabını dökse; şarabı tazmin etmek gerekmez; tulumunun bedelini öder Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir zimnıî, çarşıda içki satmaktan men edilir. O içkiyi birisi telef eylese, tazmin eder. Muhtyt'te de böyledir.

Fetâvâyi Hnlâsa'da şöyle zikredilmiştir:

Bir kimse, ehli zimmetin içkisini döker, kabını kırar, tulumunu ya­rar ve bunu da müslümanlann arasında yaparsa; ona iyilikle emredilir; tazminat gerekmez. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir adam, diğerinin yanındaki elbiseyi tutup çekse ve yırtsa; o şahıs, bu elbisenin kıymetinin tamamını tazmin eder.

O şahıs, arkadaşının elbisesini ona yapışan bir şeyi almak için çe­ker ve o yırtılırsa; bu durumda tutup çeken şahsa, onun yarısını tazmin etmesi gerekir. Füsûlü'l-İmadiyye'de de böyledir.

Bir adam, diğerinin elbisesinin üzerinde oturur; elbise sahibide bunu bilmeden, kalkar ve elbisenin üzerinde oturanın elbisesinden yır­tarsa, onun yansını, İmâm Muhammed (R.A.)'den gelen bir rivayete gö­re, elbisenin üzerinde oturan tazmin eder; diğer bir rivayete görede, onun noksanlığım tazmin eder. ttimad Zâhinı'r-rivâyeyedir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adam, belirli bir malı, satması için tellala verdiğinde, tellal onu bir dükkâna kor; dükkan sahibi de o şeyi alıp kaçarsa; onu tellal öder,

Nesefi ise" Şeyhu'l-İslâm Ebû'IH asan "d an naklen fatvalarında tazmin eylemez demiştir.

Sahih olan da budur. Bu iş olağandır."buyurmuş Muhıyt'te de böyledir.

Ebû'1-Fadl el-Kirmânî, işârâtü'l-Câmi'de: "Meta'da gasb tahakkuk etmez" demiş; Akdiyye kitabında ise: "Tahakkuk eder" denilmiştir.

Fetva da bunun üzerindedir. Kerderî'nin Vedzi'nde de böyledir.

Bir adam, birinin evine girdiğinde, ev sahibi, "oturmasını" söy­ler; o da bir yastığın üzerine oturur; onun altında da yağ şişesi bulunur ve oturan adam onu bilmez; şişe kırılıp, yağ dökülürse, bunların tama­mının tazminatı, oturan şahsa aittir.

Şayet şişe sedirin altında olur ve üzeri örtülü (= perdeli) bulunur; ev sahibi de "«İraya oturmasını" söyler ve şişe kırılıp yağ dökülürse; bu durumda, oturan şahsa tazminat gerekmez.

Ebû!l-Leys: "Yastıkda da tazminat gerekmez." buyurmuştur.

Bu,\bazı âlimlere göre de böyledir.

Kıyâsa yakın olan da budur. Çünkü yastıkta sedir gibidir ve sahi­binin izniyle oturmuştur.

Fetva da buna göredir. Fetâvâyi Kâdîhâo'da da böyledir.

Bir adam, diğerine evin üzerine oturma izni verir: o da, oradan izin verenin kölesinin üzerine düşerse; tazminat gerekir. Hülâsa'da da böyledir.

Bir tellâlın elinde, bulunan ve satmak istediği elbisenin, çalınmış bir elbise olduğu meydana çıksa: onu hemen aldığı adama gerir verir. Elbisesi çalınan şahıs, o adamdan, onu geri ister. Tellal: "Ben aldığım adama geri verdim" deyince, tazminattan beri olur.

Necmüddin'den soruldu:

—Talebeler muallimleri ile birlikte iken soğuk çıkar; duvardaki pen­cere de açık bulunur ve muallim çocuklardan birisine: "Şu havluyu al ve bu pencereyi (- deliği) —soğuğun gelmemesi için— kapat." der; ço­cuk kapattıktan sonra da o havlu zayi olursa; muallim mi, yoksa o sabi mi tazmin edecek?

imâm, şu cevabı verdi: —Hayır, ikisi de ödemeyecek. Çünkü orda pencerenin yanında— hepsi de hazır bulunmaktadırlar.

Yine aynı zattan soruldu:

Bir topluluk, yaş üzümden pekmez yaparlarken, —onlara pekmez yapmayı öğretmek için— bir kadın gelerek, onlardan hiç birisi söylemeden- bu kadın, bir fincan alıp, kaynayan pekmez kazanının içi­ne atar ve hararetin fazlalığından dolayı kazan taşıp, fincanı dışarı atsa ve o kırılsa; bu kadın, o fincanı öder mi?

İmâm, şöyle buyurmuş: . —Evet öder. Çünkü, onu, kendiliğinden atmıştır.

Yine, o zata soruldu:

—Bir adam ölse: sonra da üzerine duvarı yıkılsa ve duvardan para çıksa, hâkimde bundan haberdar olsa, o parayı toplatır ve vârislerin ara­sında taksim eder. Şayet parayı huzuruna alır ve o para, bir müddet ya­nında kaldıktan sonra, onlara taksim etmesi için o para ile birlikte bir şahsı yollar; gönderilen adam da vârislere, o parayı vermezse, o vârisle­rin hâkime o parayı ödetme hakları var mıdır?

İmâm, şöyle buyurdu: —Evet vardır.

Mecmûu'n-Nevâzil'de şöyle zikredilmiştir:

Bir câriye, diğer bir cariyeye verildiğinde o, kendisine verilen cari­yenin bikrini bozarsa; Muhammed bin Hasan: "O cariyeye, mehri misil ge­rekir. Bu, bize, Hz.Ömer (R.A.)'den gelmiştir." demiştir. Muhıyt'te de böyledir.

İmâm Muhammed (R.A.), şöyle buyurmuştur:

Bir adam, bir köleyi gasbettiğinde, kölesi ğasbedilen şahsa başka bir kimse: "yarın, onun kendisine verileceğini" ve "Şayet verilmezse, kendisine bin dirhem verileceğini" haber verir ve bu kölenin kıymeti ise beşyüz dirhem olur; bir gün geçtiği hâlde de gâsıp, köleyi teslim etmez­se; bu durumda onu tazmin edeceğini söyleyen şahsın beşyüz dirhem ödemesi gerekir; fazlasını ödemez.

Şayet, o kölenin kıymeti hususunda anlaşmaya varamazlarsa; bu durumda, kölesi ğasbedilen şahsın yeminle söylediği söz geçerli olur.

Eğer ihtilaf beşyüzle bin arasında olursa; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) .   ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre kefilin sözü geçerli olur.

Şayet kölenin sahibi, tazminat yaptırırken insanların aldanmış sa­yılmayacağı kadar farklı söylerse; öyle tazmin edilir.

Fakat, insanların aldatılmış sayılacağı şekilde söylerse, o fazlalık bâtıl olur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, başka birinin elbisesini gasbederek sırtına giyer; elbi­se sahibi de gelerek elbisesini çeker; gâsıp da, onun, elbisenin sahibi ol­duğunu bilmez ve elbise yırtılırsa; bu durumda gâsıba tazminat gerek­mez. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Şayet elbise sahibi: "Elbisemi geri ver." deseydi ve gâsıp onu vermeyince, çok kuvvetli bir şekilde çekmiş ve elbise yırtılmış olsaydı: yine gâsıba tazminat gerekmezdi.

Fakat, yavaşça çekse ve elbise yırtılmış olsaydı, o takdirde gasıbın, onun yarısını tazmin etmesi gerekirdi.

Eğer çekilen elbise, giyenin şahsına âit olmuş olsa ve başka birisi onu ister yavaş, isterse şiddetli bir şekilde çekmiş olsun, bu eibise yırtı­lırsa; çeken adam onun tam kıymetini tazmin eder. Fiisûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

Bir adam, gasbeylediği evde hastalansa, ziyaretine gidilmez. Süfyân-ı Sevrî'nin bu gibi şahısların yanlarına girip, onlarla birlikte yemek yediği rivayet olunmuştur,

Fakıyh':"Biz de bunu alırız." demiştir. Mültekıt'ta da böyledir.

Gasbedilen bir.câriye, doğum yapar; kâr eder; .bağış yapılır; el' kesilir; ona cima edilir veya benzeri şeyler olur ve o ölürse; gasbedildıgi günkü kıymeti ödetilir. Bu durumlarda çocuk, bağış, kazanç efendisi­nin olur. Mehir ve diyet ise gasbedenin olur. Hükümsüz anlaşma ya­parlarsa, hepsi efendisinin olur. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir oduncu, yol kenarındaki ağaçları evine götürmek isterse; halk ona mâni olur.

Eğer hayvanın üzerine koymuşsa, artık onların olmaz. Çünkü, on­ların mülkünde tasarrufu yoktur.

Ancak hayvanını girdirmiştir. Ona da hakkı vardır.

Eğer onu binaların üzerine atacak ve o da zarar verecekse: o za­man mâni olurlar. Fetâvâyi Kübrâ'da da böyledir.

Bir gâsıp, yaptığına nadim olduğu zaman, ona yapılacak bir şey yoktur.

Alimlerimiz şöyle buyurmuşlardır:

Bu durumda, gasbedilen şey sahibi gelene kadar bekletilir. Onun gelme ümidi kalmayınca, gâsıp, dilerse tasadduk eder. En güzeli, o şeyi zamanın imamına teslim eylemektir. Zira imâm, en güzel tedbir alıcıdır

ve onun görüşü güzeldir.

İmâm Muhammed (R.A.), Câmi-i Sağır isimli kitabında şöyle buyurmuştur:

Bir adam, bir köleyi gasbeylediğinde, o köle, kendi nefsini icâre verirse; yaptığı işi teslim edince, ücretini alması haktır. Bu kölenin aldı­ğı ücreti, onun elinden, onu gasbeden şahıs alıp, telef ederse; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, gâsıba tazminat gerekmez. İmâmeyn'e göre, taz­minat gerekir.

Eğer kölenin kazandığı ücret elde mevcut ise, bil-icma bu ücret kö­lenin asıl sahibinindir. Mumyt'te de böyledir.

Necmüddin Nesefi'nin naklettiğine göre, üstadından sorulmuş: —Bir  adam,  borcunun yerine,  diğerinin başından  emamesini ( = sarığım) alıp, ona, başına örtmek üzere küçük bir mendil verir ve: "Borcunu getirirsen, emâmeni veririm." der; adam da borcunu getirir; sarık ise, alan şahsın yanında zayi olmuş, olursa; ne olur? İmâm şu cevabı vermiş:

—O, rehin alınmış gibi zayi olur; gasbedilmiş gibi olmaz. Çünkü ona alacağının yerine bırakmış oldu ve öylece gitmesi rızasına işarettir. Fetâvâyi Attâbiyye'de de böyledir.

Bir adamın hayvanı, başka birisinin evinde öldüğünde; onun de­risi kıymetli ise, onu, ordan mal sahibi çıkarır.

Şayet derisinde kıymet yoksa, ev sahibi çıkarır.

Bir vekil, müvekkelinin alacağı yerine, birinden dirhemler alıp, onları kendi dirhemleriyle bir torbaya koyarak merkebin üzerine asar ve bu dirhemler zayi olursa; tazminat gerekmez. Çünkü, kendi malına ne yaptı ise, ona da öyle yaptı. Hâvî'de de böyledir.

Bir adamın hayvanı birinin evine girse, onu çıkarmak sahibine aittir. Çünkü o, başkasının evini meşgul etmektedir.

Keza, bir adamın kuşu, birinin kuyusuna düşerek ölse, onu çı­karmak kuşun sahibine âttir.(Suyu boşaltması gerekmez.) Fetâvâyi Köb-râ'da da böyledir.

Tefrîd'de şöyle zikredilmiştir: Bir adam, bir câriye satın alıp, on­dan bir çocuğu doğar; sonra da o cariyeye bir sahip çıkarsa; o çocuk, aslen hür olur ve onun kıymetini asıl efendisine tazmin eder. Hz. Ali ker-remellâhü veçhe de sahabilerin huzurunda böyle hükmeylemiştir.

Bu çocuğun kıymeti, da*va zamanındaki kıymetidir. Şayet çocuk ölür ve mîras terk ederse, mirası babasına âit olur. Efendisine bir şey gerekmez.

Bir adam, başka birinden bir câriye gasbedip onu bir başkasına satar ve satın alan, onun gasbedilmiş olduğunu bilmeyerek ona cima eder ve ondan bir çocuğu olur; o da kendi yanında ölür; sonra da cariyesi gasbedilen şahıs, elinde beyyinesiyle gelirse; o takdirde efendi, müşteri­den, cariyenin mehrini alır; o da satıcıya müracaat eder. Bu durumda efendi, isterse gasbeden şahıstan da alabilirdi.

Satış ise, bâtıl (— geçersiz) bir satıştır. Mehir gerekir. Sonra câriye ölmüş olsaydı veya geri verilmesine bir takım engeller bulunsaydı, o zaman da mehir gerekir mi idi?

Bu hususta iki rivayet vardır. Gasb, fâsid satış hükmündedir.

Gasbda mehir vardır.

Mehirde de iki rivayet vardır. Tatarhâniyye'de de böyledir.

İmâm Muhammed (R.A.), Câmi'de şöyle buyurmuştur: Bir adam, diğerinden bir câriye; bir başkası da aynı efendiden bir köle gasbeder; cariyeyi gasbedenle, köleyi gasbeden, karşılıklı değişim yoluyla alım-iatımı yapjp teslim de alırlar; sonra da durum efendiye bil­dirilir ve o da buna izin verirse; bu bâtıl olur.

Eğer sahipleri ayrı ayrı adamlar olsa ve onlara haber ulaşınca da razı olsalardı işte bu caiz ve câriye, köle sahibinin; köle de câriye sahi­binin olurdu.

Bu durumda köleyi gasbeden, kölenin sahibine, onun kıymetini taz­min eder; cariyeyi gasbeden de, onun kıymetini, câriye sahibine tazmin ederdi.

Şayet bidayette her iki sâhib izin vermiş olsalardı (Şöyleki: Köleyi gasbedene, onun efendisi: "Benim kölemle filânın cariyesini satın al." cariyenin sahibi de, onu gasbedene: "Benim cariyemle, filanın kölesini satın al." demiş olsaydı;) cevap aynı cevab olurdu.

Bir adam, diğerinden yüz dinar; başka biradam da, aynı şahıs­tan bin dirhem gasbettikten sonra, bu iki gâsıp birbirleriyle dinarlarla dirhemleri mubayaa edip, karşıklıklı teslim tesellüm ettikten, sonra da birbirinden ayrılsalar; bilâhare de asıl mal sahibi gelerek, bunların yap­tığı alım-satıma rıza gösterse; bu caiz olur. Muhiyt'de de böyledir.

Bir kimse, diğerinin karpuz veya kavunundan bir dilim koparsa, ondan sahibinin hakkı kesilmiş olmaz. Tamamını alırsa karpuz veya ka­vun yok olduğu için, hakkı kesilmiş olur. Ve bu durumda tam tazminat alır. Gmye'de de böyledir.

Bir adam, diğerinin kölesine "kaçmasını" söyler veya ona "Ken­dini öldür." der; o da, denileni yaparsa; bu kölenin kıymetini, o sözü söyleyen şahıs tazmin eder.

Şayet, bu şahıs, o köleye: "Efendinin malını telef et." demiş olur­sa; tazminat gerekmez. Hızânetu'l-Möftin'de de böyledir.

İmâm'dan sorulmuş:

—Bir adam, diğerinin pirincini gasbederek, onu kabuğundan çıkarsa veya buğdayını gasbederek, onu başağından çıkarsa; ne olur?.

İmâm, buyurmuş:

—Sahibinin hakkı baki kalır. Bu, bir koyunun kesilip, derisinin yü-zülmesi gibidir ki, o, sahibinin hakkıdır. Füsûlü'l-Im'âdıyye'de de böyledir.

Bir adam, camiin hadiminden izin almadan, kapusunun anahta­rını alıp, orayı açar ve içeriye sel girerek mescidin'sergilerini ifsat eder­se; kapıyı açana tazminat gerekir. Ünye'de de böyledir.

AH bin Cu'd'un şöyle dediği rivayet olunmuştur:

Ali bin Âsım'ın şöyle dediğini duydum:

İmâm Ebû Hanife (R.A.)'den sordum:

Bir adam, birinin bir dirhemini, diğerinin iki dirhemine katıp, iki dirhem zayi eder ve elinde bir dirhem kalır; onun da kime âit olduğunu bilmezse, o bir dirhem kimin olur?

İmâm, şu cevabı verdi:

Geride kalan bir dirhem, üçe taksim edilir: İki hissesi, iki dirhem sahibine; bir hissesi de bir dirhem sahibine verilir.

Ben, bu mes'eleyi İbnü Şübrime'ye sorduğumda, o, bana:

—Sen, onu başkasından sordun mu? dedi.

—Ben de

—Evet. Ebû Hanîfe'(R.A.)ye sordum. O da: "O dirhem, üçe taksim edilir." buyurdu; dedim.

O:

—Ebû Hanîfe hata eylemiştir. Ben öyle demem. Ben derim ki: O ka­lan dirhemin, iki dirhemden birisi olmak ihtimali de var; tek dirhemi olanın dirhemi olmak ihtimali de var. Öyle olunca, geride kalan bir dir­hemi, ikisinin arasında taksim ederim." buyurdu. Ben, cidden bu ceva­bı güzel buldum. Tekrar Ebû Hanife(R.A.)ye gittim ve mes'elede ihtilaf olduğunu ona anlattım. İmâm: "Sen tbnü Şübrime'ye mi gittin? Omu, sana böyle böyle söyledi ve cevap verdi:'* dedi; ben de "Evet" dedim. Bunun üzerine İmâm. Üçü, bir birine katışınca, ona ortak olurlar. O za­man, hangisi hangisinin olduğunu seçemez; onun tamamının üçte ikisi, iki dirhem sahibinin olur; üçte birisi de bir dirhem sahibinin olur, hangi dirhem gitse, sahibinin hissesi ile gider; geride kalan, aralarında üçte birli olarak kalır." buyurdu. CevherenVn-Neyyire'de de böyledir.

Bir adam, bir köleyi gasbedip, onu beşyüz dirheme —bir sene müddetle,— satar ve bu kölenin, mağsûbün minhe ait olduğu bilinir ve kölesi gasbediîen adam, gasbedene: "Sen, bu köleyi benden bin dirhe­me peşin satm alıp, onu benden teslim aldın. Sonra da onu, beşyüz dir­heme, bu adama sattım." der; gâsip da: "Ben senden kat'iyyen satm almadım. Fakat, sen bana bir seneye kadar beşyüz dirheme sat; dedin. bende senin dediğini yaptım." der; köle de müşterinin yanında durmakta bulunursa; köle müşterinin olur. Çünkü, her ikisi de onun satımında birleştiler.

Gasbedene de tazminat gerekmez. Çünkü, onun gasbedilenin satıl­masına dâir ikrarı vardır.

Gâsıba, Allah adına yemin verilir. Eğer yemin ederse, hiç bir şey gerekmez. Şayet yemin eylemez ise, malı gasbidilenin yaptığı iddia ge­reğince, sattığının parası ona verilir.

Şayet köle hayatta duruyorsa, kölesini geri ahr. Burda her iki dâva sahibi de davalarının doğruluğuna yemin ederler.

Şayet köleyi gasbeden şahıs, o köleyi, bir adama bağışlayın ona teslim ettikten sonra "onu, kölesi gasbediîen şahsın emriyle yaptığını'* iddia eder; kölesi gasbediîen de: "Ben, onu sana bin dirheme sattım. Sen ise, onu bağış yapmışsın.'* derse, bu mes'ele alım-satım bahsinde tafsilatını verdiğimiz gibidir.

Köleyi gasbeden adam, onu dövüp, öldürdükten sonra: "Ben, onu efendisinin emriyle dövdüm." der; efendi de: "Hayır; ben onu sa­na satmıştım. Sen, onu kendi malın olarak öldürdün." derse; önce gâ-sıp yemin eder.

Şayet yemin edemez ise, kölenin bedelini tazmin eder. Eğer yemin ederse, kölenin diyetini tazmin eder. Sonra da efendisine yemin verilir. Eğer, o da yemin ederse; kölenin bedelini alır. Eğer yemin edemez ise, ona tazminat gerekmez.

Sarhoş, akılsız, bir yolda uyur ve bir adam da, —korumak için— onun elbisesini alırsa; bu durumda, olan şahsa bir şey gerekmez.

Ancak, bu şahıs, başının altından elbiseyi parmağından yüzüğünü; cebinden parasını, —korumak için— alırsa; bu durumlarda tazminat gerekir. Çünkü onlar, zâten sahibi tarafından muhafaza altına alınmış­lardı. Kerderî'nin Vedzi'de de böyledir.

Bir adam, kendi ağzıyla "birinin kölesinin elini, —hata ile— kestiğini" söylediği hâlde, onun âkîlesi bunu yalanlar; sonra da, o kö­leyi birisi gasbeder ve köle, onun yanında ölürse; efendisi muhayyerdir: İster, cinayet sahibine, —üç senede— diyetini Ödetir; isterse, gasbedene, onun kıymetini tazmin ettirir ve onun hali hazırdaki malından alır. Elini kesen de, onu gasbeden şahsa kıymetinin yarısını Öder.

Şayet cani, onun kıymetini tazmin eylemişse, —ikrarı sebebiyle— gasbediciye müracaat eder. Makiyi'de de böyledir.

Bir adam, borçlu bir köleyi gasbettiğinde, o, gâsıbın yanında ölür­se; alacaklılar onun kıymetini gâsıbtan talep ederler. Gınye'de de böyledir.

Ebft HtMİd'den soruldu:

Elinde rehin bırakılmış bir ev bulunan bir kimsenin, elindeki bu evi, biri gasbederse; bu adam, alacağını borçlusundan İsteyebilir mi?

İmâm, şöyle buyurdu:

Duruma bakılır: Eğer ondan faydalanmak mubah olur ve o da, o menfaat ile birlikte gasbedilmiş bulunursa; karşılıklı talep etme hakları vardır.

Şayet menfaatsiz gasbedilmiş ise işte o zayi olmuş hükmündedir. Taîarhiuiyye'de de böyledir.

Bir müslüman, bir zimmînin, bir şeyini gasbeder veya çalar ve o müslüman, onun hakkını dünyada iken vermezse, kıyamet gününde azap görür.

Zimmînin muhakemesi çok şiddetli olacaktır.

Kâfire zulmetmek, müslümana zulmetmekten çok şiddetli olacak­tır. Çünkü kâfir ebediyyen cehennem ehlidir. İnsanlar tarafından kâ­firlere yapılan zülüm sebebiyle, onların cehennemde azapları hafifleti­lir. Onlar kafir oldukları için, müslümanın ona sevap vermesi veya müs­lümanın onların küfründen bir şey alması mümkün değildir. Fakat, ora­da, iki müslümanın birbirini affetmesi mümkündür.

Böyle olunca, üzerinde kafir hakkı bulunan kimse, onun karşılı­ğında azap görecektir.

Bunun için hayvan hakkı insan hakkından daha şiddetlidir. Bun­dan dolayı, herhangi bir hayvana zulmetmek doğru değildir. Kübrit'da da böyledir.

Ali bin Ahmed'den soruldu:

—Bir toplumun büyüğü, zulmen o toplumdan birşeyler alsa; sonra da nadim olup, aldıklarını geri vermek istese; olur mu?

İmam:

—"Evet olur." buyurdu. Tatartaâniyye'de de böyledir.

Bir kadının, bir kuyu yazlık; bir kuyu da güzlük buğdayı bulu­nur ve kız kardeşine, emrederek "Güzlük buğdayı, çiftçiye vermesini" söyler; o kız da hata ile yazlık buğdayı verir; sonra da kadın, kızını, ekiciyle birlikte tohumu nakletmeye gönderir; çiftçi de götürüp eker ve buğday çıktıktan sonra, onun yazlık olduğu anlaşılırsa; o üç kişiden han­gisine tazminat gerekir? Zira, kız kardeşi gâsibe olmuştur; ekici ile ka­dının kızı da gâsibenin gasibesi olmuşlardır. Kadın, bunlardan hangisi­ni isterse, ona tazmin ettirir.

Bu güzeldir; çok incedir. Bundan çok mes'ele çıkarılır. Gınye'de de böyledir.

Ebû Hâmid'den sorulmuş:

—Bir yolcu, eşyalarını bir beldeye götürmek için, bir gemiye kor; yanında da oğlu bulunur; sonra da kendisi Ölür; oğlu da o eşyaları o gemiden diğer bir gemiye —diğer vârislere vermek üzere— taşır ve ölü diğer gemide kalır; bu gemiler, ayrı ayrı yollardan giderler; sonra da, oğlanın bulunduğu gemi batıp, oğlan ölür; eşyalar da zayi olursa; o oğul, diğer vârislerin hisselerini tazmin eder mi? İmâm, cevaben: —"Hayır etmez." buyurmuştur.

Ona ikinci defa soruldu. İmâm şöyle buyurdu:

—Şayet, o yükü ikinci gemiye, vâriselerin bulunduğu yerden baş­ka bir yere götürmek için çıkardı ise, o takdirde diğer vârislerin hissele­rini tazmin eder. Tatarhaniyye'de de böyledir.

Câmiü'l-Esğar'da şöyle zikredilmiştir:

Bir adam, diğerine: "Bir bakırcıya ver de tamir etsin." diyerek, bir ibrik verir; o şahıs da unutup vermese; —emânet bırakılan bir şeyin unu­tularak verilememesi gibi— tazmin gerekmez.

Bunun, bir benzeri, Fetâvayİ Saîd'de de vardır. Şöyle ki: Bir adam, diğerine: "Şu ipliği dokumacıya ver." dese de, hangi do­kumacı olduğunu açıklamayıp."istediğine ver." de demese; o da bir do- kumacıya verince; bu ipliği biri ahp kaçsa; tazminat gerekmez. Bu, müvekkilin, vekile olan emrine muhalifdir.

Keza, halife, bir beldenin valisine: li—Belirli— bir şahıs hakkında hüküm ver." dese, bu sahih olmaz.

Şayet: "Her isteyene hüküm, ver." derse, bu sahih olur. Gmye'de de böyledir.

Yûsuf bin Muhımmed'den soruldu:

—Yaptığına pişman olan ve aldığı malı sahibine geri veren veya sa­hibini bulmadan ümidi kesilince, o malı tasadduk eden bir gasıbm, o malı fakire vermesi ve o fakirin alması caiz midir? Gâsıp o maldan men­faat sağlayabilir mi?

İmâm, şu cevabı verdi:

—O malı, fakirin kabulü caiz olmaz. İntifa da caiz yalnız sahibine veya vârisine vermesi gerekir.

Bu cevaba ancak sıkıntılı olunca icabet edilir. İnsanların mallan hakkında suhulet (= kolaylık) yoktur.

Bununla menfaat de temin edilmez.

Gâsıp, gâsıbı bulamayınca, o şey yaz mevsiminde zayi olacaksa; gâ-sıbı bulma ümidi de kalmaz veya gâsıba müracaat edilmesi gerekirse; durum nasıl olacaktır?

İmâm:

—Zayi olacağı korkusu gelene kadar bekletilir; sonra da satılarak parası —hak yerini bulana kadar— bekletilir. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir adam, geride bir mal ile borç bırakarak ölür ve insanların yanında da gasbedilmiş malı bulunur ve onlardan hiç bir şey, vârislere ulaşmazsa; artık burda kıyâs, bu vârislerin sevap hakları âhirete kalır. Çünkü, ona vâristirler.

tstihsân da böyledir.

Alacak, sahibi ölmeden önce zayi olursa, sevabı ona aittir. Çünkü o irs hakkında câri değildir. Eğer ölümden sonra olursa, sevap vârisin hakkıdır. Çünkü ölümle, o hak onların olmuştur. Zira zayi olan mal­lar, onların mallandır. Fetâvâyi Altâbiyye'de de böyledir.

ölen bir zatın, vadeli borcu olsa, Kıyamet gününde sorumlu tu­tulur mu?

Şayet borç, ticâret cihetinden ise sorumlu olmaması umulur. Eğer borç, gasp yönünden ise, sorumlu tutulur. Fetâvâyi Kübrâ'da da böyledir.

Bir adamın babası, borçlu olarak ölür ve onu unutmuş bulunur; oğlu ise, o borcu bilmekte olursa; onu öder.

Şayet oğlu da unutur ve ölürse; bu durumda o şahıs kıyamette so­rumlu tutulmaz. Zemyre'de de böyledir.

Bir evlâd, babanın malını çalsa; sonra da babası ölse; bu evlad âhirette sorumlu olmaz. Çünkü, çalınarak borç olan şey, kendisine in­tikal etmiş olur.

Hırsızlık cezası ayrı bir şeydir. Çünkü onu yapmakla, cinayet işle­miştir. Fetâviyi AtUbiyye'de de böyledir.

Bir adamın, başka birine borcu olup, onu ödemek istediği hâl­de, zulmeti men edilir ve borç sahibi ölür ve borç vârislere intikal eder­se; bu hususta âlimlerin çeşitli kavilleri vardır:

Bazıları: "Önceki zat için, da'vâ hakkı yoktur." demişlerdir.

Fakat muhtar olan, vârislerin ödemesidir. Öncekine zulmen mâni olmuştur. Onun borcu yok demektir. Borç vârislere intikal eylemiştir. Zabîriyye'de de böyledir.

Bir adamın, diğerinde alacağı olduğunda, o, "borçlunun Ölmüş olduğunu" duyar ve: "Ben, onu halal eyledim." veya "Ona bağışla­dım." der; sonra da onun sağ olduğu meydana çıkarsa; bu durumda alacaklı, onu isteyemez. Çünkü onu şartsız bağışlamıştır. Fetâvâyi Kâdî-hân'da da böyledir.

Bir adamın borçlu bulunduğu ve muhâkemeleştikleri bir şahıs ölür; onun vârisi de kalmazsa; borçlu şahıs, borcu nisbetinde, onun için tasaddukta bulunur. Bu, bir emanet gibi olur. Yüce Allah onu, kıya­mette ona eriştirir. Fetâvâyi Attâbiyye'de de böyledir.

Bir adamın, bir kadında alacağı olduğunda, ona gitmesi, birlik­te oturması ve onun elbisesini alması hakkınna sahiptir. Çünkü haram değildir.

Şayet kadın kaçıp bir halvete girerse; alacaklısı da —nefsinden emin ise— oraya girer. Bu emniyetine rağmen gözlerim muhafaza eder.

En efdali, zâlime vermediği malı, mal sahibinin helâl etmesidir. Hızânetü'l-MüftînMe de böyledir.

Bir adaman diğerinde alacağı olur ve onu almaya gücü yetmez­se; ondan vaz geçmesi, onu da'vâ etmesinden hayırlıdır. Çünkü ibrada âhiret azabından kurtulmak vardır ve böyle yapmak sevaptır. Fetâvâyi Kübrâ'da da böyledir.

Bir yüzüğün üzerine, sahibinin adını yazacak olan kuyumcu, yan­lışlıkla başka İsim yazsa; ıslahı mümkün değilse, — İmameyn'e göre— onu tazmin eyler. İmâm Ebû Htnîfe (R.A.) göre ise, her hâl-ü kârda tazmin eylemez. Kerderî'nin Vedzİ'nde de böyledir.

Bir adam, iki kişiyi eşeğe yiyecek toplamak üzere icârlayıp, iki­sine de iki eşek verir; bir zorba da onlardan, eşekleri alıp götürür; son­ra da o iki kişiden birisi onları geri alıp, diğerine iki eşek vererek, ken­disi geri döner; sonra da o adam, eşeğin birini bir yere sürer; o da orada zayi olursa; bu durumda eşeklerin sahibi muhayyerdir: Dilerse eşeği ken­disine teslim ettiği arkadaşına tazmin ettirir; dilerse, eşeği sürene öde­tir. Çünkü birinci adam eşeği diğerine vermekle haddini aşmıştır. İkinci de eşeği sürmekle haddini aşmıştır. Fetâvâyi Cevâhir'de de böyledir.

Altlı üstlü iki kat bir binayı gasbedip, üst katını bozanın duru­mu sorulduğunda, şu cevap verildi:

—Bu durumda, mal sahibi muhayyerdir: Dilerse, olduğu gibi gas-bedene terk edip tam kıymetini tazmin ettirir; dilerse yıkılan kısmın nok­sanlığını ödetir. Fetâvâyî Ebû'l-Feth'te de böyledir.

Bir adam, bir buzağıyı gasbedince, buzağının anasının sütü ku­rursa; Fakıyh Ebû Bekir el-Belhî: "Bu gâsiba, buzağı ve ineğin noksanlığı tazmin ettirilir. Çünkü, yavrunun ölümü, ananın noksanlığmdandır. Fe-tâvâyi Kâdîhâiı'da da böyledir.

Bir adam, bir köleyi gasbederek iple bağladığında; bu köle nefsini öldürür veya ölürse; onu, gâsıp tazmin eder. Fetâvâyi Kübrâ'da da böyledir.

Bir adam, elbiselerini satıp, parasını almadan önce de ölür; gö­rünen bir vârisi de olmazsa; onun alacaklarını, borçlulardan hükümdar alır.

Sonradan, bir vâris meydana çıkarsa, borçluların, borçlarını, o vârise vermeleri gerekir. Çünkü, vâris zahir olduğu zaman, hakkı da zahir ol­muştur. Sultanın, o şahsın alacağını alma hakkı ortadan kalkar. Fetâvâ­yi Kâdıtaân'da da böyledir.

Tecnîsti'l-Müntehab'ta şöyle zikredilmiştir: Ölen bir kimsenin evi­nin duvarı yıkılsa da, içinden parası çıksa hâkim de, onu alıp, ^başka­larından zoraki alınmış" bilerek onlara verse; bu hâkime tazminat ge­rekir. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir adam, bir sabîyi, ailesinden izinsiz olarak, kendi ihtiyacı için bir yere yollar; bu çocuk, oynayan gocukları görünce onların yanına varır; evin damına çıkar ve oradan Glurse; bu durumda onu, gönderen şahsın tazmin etmesi gerekir. Çünkü onu, kendi işi için gasbeylemiştir. Fetâvâyi Kâtöhân'da da böyledir.

Şemsü'l-İslâm'dan soruldu:

—Bir adam, başkasının kölesini veya cariyesini kendi işinde çalış­tırırken, o köle veya câriye kaçarsa, ne olur?

İmâm şöyle buyurdu: —O şahıs, mağsûbu tazmin eder.

Bir kimse ortak olduğu köleyi veya eşeği, ortağının izni olma­dan çahştınrsa, ne olur?

İmâm —"Ortağının hissesini gasbetmiş olur." buyurdu.

Nâtifi'nin Ecnâsı'nda şöyle zikredilmiştir: Ortak olduğu bir köle­yi, diğer ortağının izni olmadan çalıştıran şahıs hakkında iki rivayet vardır:

Hişâm'ın rivayetine göre, o şahıs gâsıp olur.

İbnü Rüstem'in rivayetine göre ise, gâsıp olmaz.

Mağsup hayvan olsaydı, her iki rivayette de çalıştıran gâsıp olur­du. İster binsin, ister yük taşıtsın fark etmezdi.

Bu zamanda bazı beldelerden gelen suallere, şöyle fetva verilmiştir: Bir adam odun kırarken, bir başkasının kölesi gelerek: "Baltayı bana ver; biraz da ben kırayım." der; odun sahibi buna razı olmaz; köle ise, baltayı onun elinden alıp, odun kırmaya başlar; birini kırar ve odun sa­hibine: "Bir odun daha ver; onu da kırayım." der; odun sahibi de bir odun getirip, ona verir; o köle, bu odunu kırarken, odundan bir parça sıçrayarak, kölenin gözünün birini kör ederse; Buhara âlimleri: "Odun sahibine bir şey gerekmez." diye fetva vermişlerdir. Zahîriyye'de de böyledir.

Bîr adamın evinde bir topluluk bulunurken onlardan birisi, bir aynayı alıp, ona baktıktan sonra, bir diğerine verir; o da bakar; daha sonra da, o ayna düşüp kırılırsa; bu durumda, hiç birine tazminat gerekmez.

Çünkü, bu hâllere delâleten izin vardır.

Şayet kullanılmasına rıza gösterilmeyen bir şey olursa, ona tazmi­nat gerekir.

Bir adam, oduncunun baltasını aldığında; o da, onu gördüğü hâl­de men eylemez ve alan şahıs, onu kullanırken kırarsa; tazminat gere­kir. Gıaye'de de" böyledir.

Bir adam, cariyesini, câriye alıp-satan bir kimseye, onu satması için yolladığında, o satıcının karısı, cariyeyi bir ihtiyacı için, bir yere gönderir ve bu cariyede kaçarsa; cariyenin sahibi, bu cariyeyi,— satıcı­ya değil— onu gönderen kadına tazmin ettirir. Çünkü satıcının ortaklı­ğı vardır. İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)ye göre de ortak için tazminat yokdur.

Elbise satıcı da böyledir. Kübrâ'da da böyledir.

Ebû'l-teys'in Fetvâlan'nda şöyle zikredilmiştir:

Bir câriye, efendisinin izni olmaksızın, câriye satıcısı olan bir şah­sa gidip "kendisini satmasını" istedikten sonra; oradan ayrılır ve nere­ye gittiği de bilinmez; satıcı: "Ben, onu efendisine geri gönderdim." der­se; bu durumda satıcının sözü geçerlidir. Bu satıcıya tazminat gerekmez.

Satıcı, o cariyeyi teslim almamışsa, ona "efendisinin evine gitmesini" söylemiş olduğu kabul edilir. Ve bu satıcının, o cariyeyi gasbettiğini in­kâr etmesi geçerli olur.

Fakat, bu satıcı, o cariyeyi yolda yakalamış veya efendisinin evin­den almış olursa; artık onun sözüne inanılmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, diğerinin hayvanına, onun izni olmadan biner ve bu şahıs indikten sonra, o hayvan ölürse; İmim Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre —eğer yerinden ayırmadıysa— tazminat gerekmez. Zira gasp, bir şeyi sahibinden izinsiz alıp, onu yerinden ayırmak demektir.

Muhtar olan da budur. Gıyâsiyye'de de böyledir.

Bir adam, birisinin hayvanının üzerine oturur; onu yerinden ayır­maz, hareket ettirmez, başka bir adam da, gelerek o hayvanı boğazlar­sa; tazminat onun üzerine bindiğinden dolayı ölmediyse —o hayvana binene değil de— onu boğazlayana ait olur.

Bir adam, birinin hayvanına binip ve boğazlamadan veya yerin­den ayırmadan önce sahibini men eylese; bir başkası da gelerek onu bo-ğazlasa, bu takdirde mal sahibi, onlardan hangisine isterse ona Ödetir.

Keza, bir adam, diğerinin evine girip, onun eşyalarını aldığı hâl­de inkâr eylese; —her ne kadar yerinden aynlmasa bile— tazminat gerekir.

Eğer inkâr etmez ise, tazminat gerekmez. Ancak, onu evden çıka­rır, yerinden ayırırsa; o zaman tazminat gerekir. Fetâvâyi Kadidin'da da böyledir.

Bir adam, bir başkasının evine girerek, ordan bir elbise çıkarıp, başka bir yere kor; o da, orada zayi olursa; bu. iki yerin (alınan ve bıra­kılan yerlerin) değişik yerler olması hâlinde tazminat gerekir; değilse ge­rekmez. Kübrâ'da da böyledir.

Bir adam, hâlî (= boş, ıssız) bir yerde bir adamı öldürdüğünde, onun yanında malı bulunur ve o mal da zayi olsa o malıda tazmin et­mek gerekir. Uyûn'da da böyle söylenmiştir.

Zahînı'd-dm d-Murğînanî ise: "Tazminat gerekmez." demiştir. Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)nin kavline uygun olanıdır.

tki kişinin ortak bulunduğu bir ahırda her birinin ineği bulunur ve bu ortaklardan birisi, ahıra girip, ortağının ineğini —başka inekleri süsmesin diye— bağlar; o inek de, hareket edip, o ipe takılarak boğu­lup ölürse; bu durumda bağlayana —şayet başka bir mekâna götürme­di ise— tazminat gerekmez. Hizânetn'l-Möftîn'de de böyledir.

Hükümdar, bir adamdan, belirli bir mal alıp, onu birinin yanı­na rehin olarak bırakır ve o mal, rehin alan şahsın yanında zayi olursa; —rehin alan şahıs, kasden zayi etti ise— tazmin eder. Bu durumda, mal sahibi, hükümdar ile rehin alanın arasında muhayyerdir.

Bundan dolayı, haraç alan me'mur (= câbi) rehin olarak bir şey alıp, onu da kasden zayi etse, tazmin eder.

Sarraf da böyledir.

Sarraf ve haraç me'murunun şehâdetlerinde de arıza vardır. Mu-hıyt'te de böyledir.

Mahallenin muhtarı, bir şeyi rehin alıp, onu isteğiyle zayi etse; tazmin eder. Eğer birinden alıp başka birinin yanına rehin kor ve o şa­hıs, bu rehni isteğiyle zayi ederse; rehin sahibi muhayyerdir: Dilerse, muh­tara, dilerse, rehin bırakılana ödetir. Tatartaâniyye'de de böyledir.

Semerkant Ehlinin Fetvalarında şöyle zikredilmiştir:

Bir adam, diğerinin başına giydiği şeyi, onun başuıdan alıp, bir baş­kasının başına koyduğunda, o, başından çıkarıp atar ve o şey zayi olur­sa; eğer o başa giyilen şey sahibinin gözü önünde atılmış ve onun, onu alıp kaldırma imkânı bulunduğu hâlde, o, alıp kaldırmamış ve zayi ol­muşsa; bu durumda, onu alana ve atana tazminat gerekmez; değilse o dam mahayyerdir: ister, başından alana, isterse onu atana tazmin etti­rir. Zehıyre'de de böyledir.

Bir adam namaz kılarken, başına giydiği külahı,(= berkü, san­gı veya benzeri) önüne düşer; bir adam da onu kaldırıp namaz kılan şahsın alabileceği bir yere kor ve onu birisi çalarsa; onu yerinden ayıran şahsa tazminat gerekmez.

Şayet, sahibinin onu almasına imkân olmayacak kadar uzak bir yere koymuşsa; onu yerinden ayıran şahıs tazmin eder. Ktibri'da da böyledir.

Fetâvâ'da zikredildiğine göre, Ebn Bekir'den, alış-veriş hususunda şöyle sorulmuş:

—Bir kimse, su satan şahıstan içmek için bir tas veya bir bardak alır; o da elinden düşerek kınlım; tazminat gerekmez. Hâvî'de de böyledir.

Semerkant Ehlinin fetvalarında şöyle denilmiştir:

Bir adam, çömlekçiye gidip, onun izniyle ve içine bakmak için bü­yük bir çanak alır; o da, elinden diğer çanakların üzerine düşer ve bir kaç çanak kınlırsa; elinden düşen çanağı tazmin etmez; diğer kırılanları öder. Zthîriyye'de de böyledir.

Bir kimse, hamama gidip ordan hamam tasını alarak, onu bir başkasına verir ve bu tas ikinci adamın elinden düşüp kınlırsa, önceki adama tazminat gerekmez. Muhiyt'te de böyledir.

Bir adam, sahibinin izniyle bir dükkana girip, orda bir yere elbi­sesini asar ve o düşerse; bu düşüş, onun, çekmek gibi bir fiiliyle olmadı ise tazminat gerekmez.

Keza, bir kimse, bir dükkandan sahibinin izni olmaksızın ve ona bakmak için bir şey aldığında, o şey düşüp kınlırsa, tazminat gerekmez. Ancak, öderse daha iyi olur.

Şayet İzniyle aldı ise, —izin ister sarahaten olsun, isterse delâleten olsun— o zaman ödemek gerekmez.

Bir adam, birinin evine izinli olarak girip, onun, izinsiz olarak .   bir kabmı, ona bakmak için alır, o da düşüp kınlırsa; giren şahıs, onu almaktan men edilmemişse, tazminat gerekmez. Çünkü, delâleten ona izin vardır.

Görmüyürmusun ki, birisi diğerinin ibriğini alıp su içerken, düşüp kırılsa tazminat gerekmiyor. Kübrâ'da da böyledir.

Mttntekâ'da şöyle zikredilmiştir: Bir adamın yarımda, diğer bir ada­mın emânet elbisesi bulunduğunda, emânet bırakılan şahıs, onun içine başka bir elbise koyduktan sonra, emânet sahibi, elbisesini ister; emâ­net bırakılan şahıs da, tamamım ona verir ve emânet bırakılan bu şah­sın kendi elbisesi zayi olursa, emânet sahibi, onu tazmin eder. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, birisim misafir ettiğinde; misafir orda bir şeyini unu­tur; ev sahibi de onun unuttuğu şeyi ona yollar ve yolda giderken, onu birisi gasbederse; —şayet o elbise, şehir içinde gasbedildi ise— tazmi­nat gerekmez; değil de şehir haricinde gasbedîldi ise, tazminat gerekir. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Bir adam, diğer birine asılıp onu çeker ve muhasemede bulunur­lar; kendisin çekilen şahsın bir şeyi düşüp zayi olursa; ona asılan şahıs onu öder.

Uygun olan, bu cevabı tafsilatlandırmaktır. Şöyleki: Eğer düşen mal mal, sahibine yakın düşer ve sahibi onu görür; alması da mümkün olursa tazminat gerekmez. — Kendisinin alması gerektiği hâlde, almamıştır. Fetevâyi Kâdîhân 'da da böyledir.

Bir kimse elbisesini temizlikçiden almak için, birini gönderildi­ğinde temizlemeci, yanlışlıkla başka birinin elbisesini verir; o da gönde­rilen zatın yanında zayi olursa; bu elbise temizlikçinin ise; tazminat yok­tur, şayet başka birininse elbise sahibi muhayyerdir: İster, temizlikçiye ödetir; isterse elçiye ödetir. Hangisine ödetirse ödetsin, o, diğerine mü­racaat edemez. Kerderî'nin Vecizinde de böyledir.

Ebû Bekir'den soruldu:

Bir adam, ortağının kendisine ait eşeğini, ondan izinsiz alıp, değir­mene görür ve bu eşek, değirmende yediği buğday sebebiyle, örüse, ne lâzım olur?

imâm şu cevabı verdi:

Delâleten izin bulunduğundan tazminat gerekmez.

Örf inancımıza göre, bunda hayreti gerektiren bir şey yoktur. Bu, delâleten izin olduğu zaman böyledir.

Sarahaten ( = açıktan açığa) izin yoksa, o zaman tazminat gerekir.

Hatta, bir baba oğlunun eşeğini böyle yapsa veya bunun aksine oğlu babasının eşeğini böyle yapsa veya karı, koca birbirlerinin eşeklerini böyle yapsalar ve eşek de Ölse, —bu durumlarda— delâleten izin olduğundan, tazminat gerekmez.

Şayet, bir adam karısının cariyesini kendi şahsî işine gönderir ve bunda da karısının izni bulunmaz; câriye de kaçarsa; tazminat gerek­mez. Gınye'de de böyledir.

Ağzı açılmış bir tuluğa bir adam uğradığı hâlde, ondan bir şey almasa, tazminat gerekmez. Şayet ahr da geri bırakırsa; sahibi yanında bulunuyorsa; bir şey gerekmez. Eğer yanında değilse, verdiği zarar nis-betinde tazminatta bulunur. Füsû'Mmâdiyye'de de böyledir.

Bir kimse bir hayvanı, başkasının evine soktuğunda; ev sahibi, onu çıkarır ve hayvan ölürse; bu durumda çıkarana tazminat gerekmez. Hızânelü'l-Müftin'de de böyledir.

Bir adam, elbisesini birinin evine bıraktığında, ev sahibi, onu el­bise sahibide hazırda olmadığı bir sırada dışarı atarsa; bu durumda ata­na tazminat gerekir. Hâbî'de de böyledir.

En doğrusu her türlü noksanlardan münezzeh olan en AUâhu Teâlâ bilir. [16]



[1] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 10/505.

[2] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 10/505.

[3] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 10/505-510.

[4] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 10/511-532.

[5] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 10/533-539.

[6] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 10/540-544.

[7] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 10/545-550.

[8] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 11/5-14.

[9] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 11/15-23.

[10] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 11/24-30.

[11] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 11/31-33.

[12] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 11/34-38.

[13] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 11/39-43.

[14] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 11/44-50.

[15] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 11/51-54.

[16] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 11/55-85.