1- GASBIN MANÂSI, HÜKMÜ VE GASBLA İLGİLİ DİĞER MESELELER
2- MAĞSÛBUN, GÂSIP VEYA BİR BAŞKASI TARAFINDAN TEGAYYÜR
EDİLMESİ
3- HELAK EDİLDİĞİ HALDE, TAZMİN EDİLMESİ GEREKMEYEN
ŞEYLER
4- GASBDA, TAZMİNATIN MÂHİYETİ VE KEYFİYETİ
5- GASBEDİLEN BİR MALIN, BAŞKA BİR MALA KATILMASI VEYA
KARIŞMASI
6- MAĞSUBÜN MİNH'IN, MAGSUBU, GASIBTAN GERİ ALMASI
HÂLİNDE TAZMİNAT GEREKİP GEREKMİYECEĞİ
7- GASB HAKKINDA DA'VA; MAĞSÛBÜN MİNH'LE GÂSIP ARASINDAKİ
İHTİLAF VE GASB HUSUSUNDA ŞEHÂDET
8- GÂSIBIN, MAĞSÛBTAN FAYDALANMASI
9- GASBEDİLEN ŞEYİ TELEF ETMEK
10- GASBEDİLEN ARAZİYE BİR ŞEY EKİP DİKMEK
11- MAGSUP BİR KÖLEDE MEYDANA GELECEK NOKSANLIĞI GÂSIBIN
ÖDEMESİ
12- MAĞSUBU, GÂSIBTAN, BİR BAŞKASININ GASBETMESİ VE
GASBEDİLEN ŞEYİ EMANET
13- HÜR, MÜDEBBER, MÜKÂTEP VEYA ÜMM-Ü VELED OIAN BİR
ŞAHSIN GASBEDİLMESİ
14- GASB HUSUSUNDA ÇEŞİTLİ MES'ELELER
Gasb: Bir kimsenin,
mukavvim ve muhterem bir malını, sarâlıa ten, delâleten veya âdete göre izni
olmaksızın, iuıksı/ yere, elinden vc\;i daire-i tasarrufundan ahzetmektir.
Bu malın, sahibinin
elinde (yanında) olup olmaması arasında bir fark yoktur. Muhıyt'te de böyledir.
Bir Kimse, sahibi ile
malı arasına hulul e\lese. buna tazminat ge rekmez. Çünkü, bu gasb değildir.
Bir adam, sahibini, malını
korumakdan men eder u' o inal da zayi olursa; bu da gasb değildir ve tazminat
gerekme/. Ycnâbî"dc de böyledir. [1]
Ebû Hanîfe
(R.A.)'yegöre, gasbın şartı, alman malın, menkûl { taşınır) mal olmasıdır.
Bu, aynı zamanda, İmâm
Ebû Yûsuf (R.A.)'un da son kavlidir. Hatta, bir adam, bir akan gasbeylese,
İnıânıeyn'e göre, bu tazmiruı ti mucip olmaz, Nihâye'de de böyledir. [2]
Gasıb, günahkar olur.
Bile bile, bir şeyi
gasbeden şahıs o şeyi borçlanır ve öder. Eğer, gasbettiği bilinmez ve aldığı
zannedilir veya aynını satın alır.
sonra, o şeye bir hak
sahibi çıkarsa; gasıbm üzerine, o aynı (= o malı) sahibine vermesi vacip olur.
O malın zayi olması
sebebiyle, bizatihi vermesi mümkün olmuyorsa (kendi eliyle zayi etmesi veya
başkasının eliyle zayi olması gibi) eğer bu şey mesliyyattan ise, (ölçülen,
tartılan şeyler gibi) onun mislini mağ-sûba öder.
Mislinin ( =
benzerinin) tükenmiş olması sebebiyle ona da gücü yetmez ise, o şeyin, da'vâ
zamanındaki kıymetini öder.
Bu, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre böyledir.
İmâm Ebû Yûsuf (R.A.):
"Gasb günündeki kıymetini öder." buyurmuştur.
İmâm Muhmmed (R.A.)
ise: "O şeyin emsalinin tükendiği zamanki kıymetini öder."
buyurmuştur. Kâfî'de de böyledir.
Misli (— benzeri)
olmayan bir şey gasbediîince, bi'I-icma o şeyin gasbedildiği günkü kıymeti
ödenir. Sirâcü'I-Vehhâc'da da böyledir.
Bir şeyin tükenmesi
demek, onun satıldığı çarşıda bulunmaması demektir. O şey her ne kadar evlerde
bulunsa bile, ona itibar edilmez. Tebyîn'de de böyledir.
Alimlerden pek çoğu,
İmâm Muhammed (R.A.)*ın kavliyle fetva vermişlerdir.
Sadru'l-Kebîr
Bürhânü'l-Eimme ve Sadnı'ş-Şehîd Hiisamü'd-Din ile diğer bazı âlimlerimiz de,
İmâm Ebû Yûsuf (R.Â.)'un kavliyle fetva verdiler. Kifâ-ye'de de böyledir.
Sadra'I-İslâm
Ebû'l-Yiisr Kitâbü'1-Gasb Şerhi'nde şöyle buyurmuştur: Her ölçülen şey, misli
değildir. Her tartılan şey de mislî değildir.
Gerçekte mislî olan
şey, tartılan ve ölçülen şeylerden, birbirine yakın olan şeylerdir; ayrı
olanlar misliyyattan değildirler.
Muhıyt Sahibi,
CâmiuVSağîr Şerhî'nde şöyle buyurmuştur:
Adediyyat da
mütekâribedendir. Bunların tamamı, emsal sahibi- ' dirler. Ölçü yönünden olsun;
tartı yönünden olsun, adet yönünden olsun bu böyledir.
Mislî olmayanların
tamamı, kıyemî (= kıymet sahibi) olur.
Bâzincan gibi şeyler
bu nevidendirler. Buna göre kıyâs, uygun olur.
Soğan, sarımsak mislî
olan şeylerdendir. Bir kısmı küçük, bir kısmı büyük olsa bile, cinsi bir
olduktan sonra, farketmez.
Şeyhü'l-İslâm Ali
İsbîcâbî, Sahih Şerhi'nde şöyle buyurmuştur:
Bakır ve tunç
misliyattandır.
Şeftali, kaysı gibi
şeyler de misliyattandır. Çünkü adedidirler. ( = Sayılacak şeylerdendir.)
Birbirine yakın olan şeylerdir. Fiisûlü'l-İmâdiyye'de de böyledir.
Yaş üzüm ve —herne
kadar çeşidi çok isede— Kuru üzüm bir çeşit sayılır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir.
Siyeri Kebîr'de şöyle
denilmiştir:
Bir-kimse, başka
birinin peynirini telef ederse; onun kıymetini öder. Peynir mislî olmayan bir
şeydir. Bununla beraber, tartılan şeylerdendir. Çünkü, peynir apayrı bir
şeydir.
Peynir hakkında
misline itibar edilirse, selem caiz olur. Zehıyre'de de böyledir.
Şahm (= İç yağı) ve
Fahm (- Kömür) mislidirler. Toprak, kıymet sahibidir
Eğrilmiş ip-iplik-mislidir.
Bayanmış şey mislidir. Gınye'de de böyledir.
Fetvalarda
zikredildiğine göre, sirke, şıra mislidirler.
Un, kepek, kireç,
alçı, pamuk, pamuk ipliği, yün, yün ipliği, saman, bütün nevileriyle keten,
ibrişim (ipek) kalay ve pirinç dedikleri maden, demir, kına, civit, kurumuş
reyhan gibi şeylerin tamamı mislidir.
Buz mislidir.
Fetâvâyi
Reşîdü'd-dîn'de ve başka yerlerde: "Bunlar kıymete tabidirler"
denilmiştir. Fevâdİd'de ise şöyle denilmiştir. Gerçekten su, kıymet sahibidir.
İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)
ve İmam Muhammed (R.A.)'a göre, kâğıt mislidir.
Nar, ayva, hıyar,
pancar, karpuz, kavun çeşitli şeyler yani ayrı ayrı varlıklardır. Kıymete
tabidirler.
Reşîdü'd- din'in
Fatvâtan'nda şöyle zikredilmiştir:
Tartılan her şey,
seçilmesi imkânı olmayan şeyle karıştığı zaman, bunların tamamı mislî olmakdan
çıkarılıp, kıymet sahibi olurlar. Ba'-zan biri çok olur. Bazande biri az olur.
Bazanda eşit (= müsavi) olurlar. Bunların benzerlerine itibar edilir.
Gübre kıymete tâbidir.
Odun, yaprak, ağaç
bunların tamamı kıymet sahibidir.
Sergi (hah, kilim,
hasır) kamışdan yapılan sergi ve benzerleri kıymet sahibidirler.
Keza ekmeğe katık olan
yiyecekler, ham deri, olgun deriler, elbise gîbi* iğne gibi şeyler kıymet
sahibidirler. Çünkü bunlar çeşitli şeylerdir.
Pişmiş yemek, yaş
reyhan otu, bakliyyat, kamış, kuru odun kıymet sahibidir.
Süt mislidir.
Yoğurtun uygun olanı,
kıymet sahibi olmasıdır. Çünkü çeşitlidir; kimi tatlıdır kimi eskidir, kimi
sulu kimi katıdır.
Kâdi Zahîrii'd-dînin
Fetvâlan'nda şöyle zikredilmiştir:
Et hangi şekilde
olursa olsun, —ister çiğ et, ister pişmiş et olusun— sahih olan kavil
kryemîdir.
Bu bi'1-îcma böyledir.
Füsûlü'l-İmâdiyye'de de böyledir.
Pişmiş et, iç yağı,
kuyruk yağı ve yaş peynir, kıyemîdir. Gınye'de de böyledir.
Arpa ile karışan buğday,
mislî olmadığından kıymetine göredir. , Hidâye'de de böyledir.
Kâdîhân, Câmiu's-Sağîr
Şerhi'nin, Buyu' Bahsi'nde, şöyle buyurmuştur: Zâhir'ü-rivâyeye göre, ekmek
kıyemîdir. Füsûlü'l-Imâdiyyede de
böyledir.
Güneşte iyice kurumuş
zerdali misliyyattandır; kurumamış olanı ise kıyemiyattandır. Gınye'de de
böyledir ı
Bazı âlimler:
"Bakır ve tunç kıyemîdir." demişlerdir. Kâdîhân ise:
"Mislidir." buyurmuştur. Füsûlü'l-İmâdiyye'de de böyledir.
Tuğla, kiremit, kerpiç
gibi şeyler misliyyattandır.
İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'den bu hususta iki rivayet vardır. Gınye'de de böyledir.
Gasb olunan şey;
a-) Menkul
(= taşınan) veya
b-) Gayri
menkûl (= taşınamıyan), bir mal olur. Ev, arazi, bahçe, bağ, değirmen ve
benzerleri gibi...Menkul da
a-) Ya misli
olur. (Ölçülen ve tartılan şeylerin bazıları gibi...)
Ve adedî olur. (Ceviz,
fülûs ve benzerleri gibi...)
b-) Veya
mislinin (= benzerinin) gayri olur. Hayvanlar ve ekilen şeyler gibi...
Adedi değişik olanlar
ise, kavun, karpuz, nar gibi şeylerdir.
Gasbedilen şey,
tartılan ve ondan bir şeyler yapılan şeylerden de olabilir.
Gayri menkulün gasb
olanı, ev, akar, dükkan gibi şeylerdir.
Bunlar semavî bir
âfetle yıkılabilirler veya sel gelip evi, bağ ve bahçeyi tahrip edebilir.
Araziye sel basıp, kıymetini düşürür, su altında kalır; bu durumda olanlara,
tazminat gerekmez.
Bu, İmam Ebû Hanîfe
(R.A.) ve İmam Ebû Yûsuf (R.A.)'ün son kavline göre böyledir. Tahâvî şerhı'nde
de böyledir.
Sahih olanı da budur.
Cevâhiru'l-Ahlâtî'de de böyledir.
Şayet, bu şeylere,
başkaları vasıtasıyla bir zarar verilirse, bu zarar onu meydana getirene
ödettirilir. İmâm Ebû Hanice (R.A.) ile İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un görüşü budur.
Eğer, zarar gasbedenin
eliyle meydana gelmişse, bu durumda tazminatı bi'1-icma gâsıp yapar.
Zâd kitabında.
"Sahih olan görüş bu iki imâmın görüşüdür." buy-rulmuştur.
Müzmarât'ta da böyledir.
Taşınır malda olduğu
gibi, gasbedilen ev ve araziye yapılan noksanlıklarda tazmin ettirilir. Bu
bi'1-icmâ böyledir.
Noksanlığın manâ ve
izahında görüş ayrılığı vardır. Nusayr Bin Yahya şöyle buyurmuştur:
"Duruma bakılır:
Önceki kıymeti ile sonraki kıymeti arasında noksanlık varsa, o noksanlık
tazminata tâbidir." Tebyîn'de de böyledir.
Elyak (en uygun) olanı
da budur.
Fetva da bununla
verilir. Fetâvâyi Kübrâ'da da böyledir.
Bir adam, başka birinin
arazisini gasbedip, oraya kendi tohumunu eker; bir miktarda harcama yaparsa;
İmâm Ebû Hanîfe (R. A.) ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, şöyle yapar: O yere,
iki kür tohum ekmiş, bir kür-lük de harcama yapmış ve ordan sekiz kür mahsul
almış, o yere.de bir kür değerinde noksanlık vermişse, işte ordan dört kür alır
kalan dört kürü tassadduk eder. Tebym'de de böyledir.
Bir adam, birisinin
döşeğinde uyur veya sergisinin üzerine oturursa; o gâsıp sayılmaz.
İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre gerçek gasp, bir şeyi yerinden ayırıp götürmeden önce tahakkuk
etmez.
Kendi fi'liyle zayi
etmedikçe de tazminat gerekmez. Felâvâ-yi Kâdî-hân'da da böyiedir.
Bir adamın kölesini
gasbedip, bir işte öiene kadar çalıştıran kimse, o kölenin bedelini, efendisine
öder. Zehtyre'de de böyledir.
Bir adam, başka
birisinin kölesine: "Şu ağaca çık kaysi topla ve ye." der; o köle de
ağaca çıktıktan sonra düşüp ölürse; emredene bir şey gerekmez.
Şayet..."benim için çık." demiş olsaydı, tazminat gerekirdi.
Mııhıyl'te de böyledir.
Felâvâyi Kâdîhân'da
da, bu böyledir.
Bir adam, bir sabiye:
"Şu duvarı yık." der ve o da, onu yıkarken ölürse tazminat gerekmez.
Şayet: "Benim
için yık." derse, bi'I-icma tazminat gerekir.
Eğer sabiye: "Şu
ağaca çık benim için meyve dök," der; çocuk da ağaca çıkıp o meyvelerden
kendisi yerken meyve boğazına durup ölürse, o adama tazminat gerekmez. Çünkü
çocuğun yaptığı, onun söylediği değildir.
Ebâ'l-Feth Muhammed
Bin M ah mu d Bin Hüseyn El Esterûşnî Esile ve Ecvibe kitabında da böylece
beyan etmiştir.
Bir adam, bir hayvanı,
—sahibinin izni olmadan— çeker veya sürer yahut ona biner veya onun üzerine yük
yükletirse ö hayvan, ister o hizmetten yorulsun; isterse yorulmasın, tazminat
gerekir. Yeiiâbi ve Fusû'l-Imâdiyye'de de böyledir. [3]
Gasbedilen bir mal,
gasbeden tarafından bozulur hatta ismi de izâle (— yok) edilir ve onun menfaati
büyütülürse, o mal kendisinden gasb olunan zatın mülkiyetinden çıkar ve
gasbedenin mülki olur.
Gâsıp, gasbeylediği
malın bedelini o malın sahibine ödemedikçe, o sebepten elde ettiği menfaat, ona
helâl olmaz. Hidâye'de de böyledir.
Gasb edilen mal,
gasbedenin elinde noksanlaşırsa, gasbeden şahıs, gasbeylediği mal ile
birlikte, onun noksanını da tazmin eder.
Ancak o noksanlık,
başkasının cinayeti sebebiyle olursa, malı gas-boiunan şahıs o noksanlık
hakkında muhayyerdir: İsterse, gasbedene ödetir; Bu durumda gasbeden şahıs,
cinayet sahibine müracaat eder. İsterse, cinayet işleyene müracaat edip
noksanlığın bedelini ona ödetir; o ödeyince müracaat edeceği bir yer yoktur.
Gasbedilen (= Zoraki,
haksız yere alınan) mal, gasbedenin yanında, değerini artinrsa; işte o
fazlalık, asıl mal sahibine iade edilir. Hu-lâsa'da da böyledir.
Bir adam, bir elbiseyi
gasbedip, onu kırmızı veya sarı boya ile böyarsa; bu durumda elbise sahibi
muhayyerdir; Dilerse elbisenin boyasız hâldeki bedelini ödetir ve elbise
gâsıbın olur; dilerse, elbiseyi alıp, gasbedene boya oedelini öder; isterse,
elbise sahibi elbiseyi satar ve parasının, boyanmadan önceki kıymeti kadarını
kendisi alıp, boyası kadar parayı da gasbedene verir. Mebsût'ta da böyledir.
Şayet gasbolunan
elbiseye, başka birinin elbisesinin boyası dokunursa; yine elbise sahibi
muhayyerdir: Dilerse, boyanın bedelini öder; dilerse elbise satılır herkes
hakkını alır. Serahsî'nın Muhıyü'nde de böyledir.
Gasbeden şahıs,
elbiseyi siyaha boyarsa; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) "Siyah renk, elbisenin
kıymetini eksiltir. O takdirde elbise sahibi muhayyerdir: Dilerse o elbiseyi
gasbedene bırakır ve beyaz iken olan bedelini alır; isterse, hem elbiseyi hem
de eksilen bedelini alır.
İmâmeyn'e göre ise,
siyah renk de diğer renkler gibi kıymetini artırır ve hükmü onun hükmü gibidir.
Tahâvî Şerhı'nde de böyledir.
Sahih olan, imamlar
arasında bu hususta ihtilaf yoktur. Çünkü İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin cevabı,
siyaha boyandığı zaman elbisenin ku-surlanması veya kıymetinin eksilmesi hâline
göredir.
İmâmeyn'in cevabı ise,
örf ve âdet olarak boyanan elbise kıymetlenir, cevap o zamana göredir.
Müzmerâf'ta da böyledir.
Şayet boya, elbisenin
kıymetini eksiltirse, (Şöyle ki: Elbisenin kıymeti otuz dirhem iken, boya
sebebiyle yirmi dirheme düşerse) İmâm Mu-h a nimeti (R.A.) şöyle buyurmuştur:
"Elbiseye bakılır: Boya, elbisenin kıymetini yirmi dirhemden yirmi beş
dirheme çıkarır ve aslıda otuz dirhem olursa, adam elbisesini aldığı gibi beş
dirhem daha alır. Tebyîn'de de böyledir.
Bir elbise sahibi,
boyacıdan zoraki usfur alır ve elbisesini boyatırsa, o usfurun bedelini
kendisi tazmin eder. Yani, o kadar usfur verir. Serahsî'nın Muhıytı'nde de
böyledir.
Bir adam, diğer bir
adamın elbisesini, bir diğerinin de usfurunu gasbeder ve onunla, o elbiseyi
boyar; sonra da her ikisi de gelirlerse, usfur sahibi, usfurunun misli veya
kıymeti verilene kadar onu elinde tutabilir. Eğer usfurun misli yoksa,
kıymetini alır.
Siyah boya da
böyledir. Bu, bil-icma böyledir. Gasbedilen elbise bir adamın, boya ise başka
bir adamın olur; ona karşı bir takdir de yapılmaz ise, istihsanda, elbise
sahibi isterse, elbisesini alır; boyanın kıymetini tazmin eder; isterse,
elbise satılır elbisenin boyanmadan önceki kıymetini elbise sahibi alır;
boyanın bedelini de boya sahibi alır. Meb-sûi'ta da böyledir.
Bir adam, diğer bir
adamın hem elbisesini, hem de usfurunu gasbeder ve onunla, elbiseyi boyarsa;
elbise sahibi, onu o hâlde alınca, gasbedene başka bir şey gerekmez. Elbise
sahibi isterse, hem elbise hem de boyasının kıymetini gasbene ödetir.
Serahsi'ni.ı Muhıyü'nde de böyledir.
Usfur (- bir cins
boya), elbise de başka bir adamın olduğunda, her ikisi de boyanmış elbiseyi
almaya râzi olurlarsa; buna haklan yoktur. Fakat elbise sahibi, elbiseyi alır
da boyanın mislini veya kıymetini gâsıba verirse, boya sahibi gâsıbtan
boyasının mislini alır. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.
Elbise rehin olur ve
rehin alan onu boyarsa, o elbise rehinlikten çıkar. Rehin alan şahıs, onun
kıymetini sahibine tazmin eder.
Elbise de boya da
rehin olduğu takdirde, rehin bırakan şahıs isterse, her ikisini de rehin alana
ödetir; isterse, o hâline razı olur ve yine, rehin olarak râhinin yanında
kalır. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Elbise sahibi, usfuru
gasbederek, elbiseyi boyar ve satarsa, bu durumda boya sahibinin, müşteride bir
hakkı yoktur.
Ancak, onun hakkı
usfuru (boyayı) gasbeden şahıstadır. Tatarhâ-niyye'de de böyledir.
Bir adam, bir elbise
gasbederek, onu kendi nefsi için, usfur ile boyar; sonra da onu satar veya o
kaybolur ve elbise sahibi gelerek müşteriyi da'va eder; boya sahibinin vekili
de onu tevsik ederse; elbise sahibine hükmedilir ve alıcı ile satıcı arasındaki
ahm-satım muamelesi bozulmuş olur. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.
Bir adam oir elbiseyi
gasbedip onu dürüp bükerek katlar veya yıkarsa, sahibi onu alınca, gâsıba bir
şey gerekmez. Çünkü, onu katlamak malın değerini artırmaz. Ancak, sıfatını
değiştirmiş olur. Yıkamak da kirini gidermek, olur. Esman (= bir nevi temizlik
maddesi, çöven) ve sabun elbisede aynen kalır; suya da iltifat edilmez
Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.
Bir adam sevik
gasbedip, ona yağ kattığında, sahibi muhayyer olur: isterse, sevikî ödetir ve
onu gasbedene teslim eder; isterse, onu alır ve yağını borçlanır.
cl-Asl'da şöyle
zikredilmiştir:
"Sevikin
kıymetini öder. Çünkü sevik, benzeri olmayan ve misli kalmamış durumundadır.
Mislinden nıurad, "yerinde kalmamıştır." demektir". Hidâye'de de
böyledir.
Bal ve yağa gelince,
bunların asılları asıldırlar; birbirine katışınca, durum başka olur.
Yağ, miske katışınca,
eğer yağ çoksa misk boya mesabesindedir. Eğer bu katışma birbirini bozar ve
kıymetini artırmaz ise işte bu zayi olmuş hükmünde olur. Fetâvâyi Kerhî'de de
böyledir.
Bir adam, diğerinin
elbisesini gasbedip onu sökse ve dikmese, o takdirde duruma bakılır: Eğer
sökülüş büyük zarar açmamışsa, (zayi olmak gibi...) artık, elbise sahibi
muhayyerdir: Dilerse, elbisesi ile nok-sanlaşan kıymetini alır. Az noksanlık
vermişse, elbiseyi terk etmez; değilse, elbiseyi terk edip kıymetini alır.
Şayet söktükten sonra
geri diker ve sahibinin hakkından da nok-sanlaşma olursa dikili zamanındaki
kıymetini tazmin eder. Tahâvî Şerhinde de böyledir.
Bir adam, diğerinin
elbisesini, fahiş bir şekilde yırtarsa; bu.durumda elbise sahibi muhayyerdir:
Dilerse gâsıba, elbisesinin kıymetini tam ödetir ve elbise gasbenin olur. Çünkü
o, ıslahı mümkün olmayacak şekiide helak etmiştir.
Sulh olmaları da doğru
olmaz.
Şayet elbiseyi alırsa,
noksanım ödetir. Çünkü, o, hakikaten bir yönden noksanlaşmıştır.
Eğer az bir şekilde
yırtarsa, gâsıp onu tazmin eder ve elbise sahibi elbisesini alır. Çünkü aslı
durmaktadır ve her yönden kaimdir.
Yırtık fahiş (= çok)
olursa, faydasının bir kısmı duruyor olsa bile, bir kısmı gitmiştir ve ona
noksanlık isabet etmiştir. Z.irâ İmâm Mu ham-med (R.A.) el-AsI Kitabında:
"Elbiseyi yırtmak; fahiş noksanlıktır ve faydasının bir kısmına
nünâfidir." buyurmuştur. Kâfî'de de böyledir.
Şeyh Şemsü'l-Eimme
Serahsî şöyle buyurmuştur. Yırtılan elbisenin hükmü, sahibinin
muhayyerliğindcdir:
Eğer yırtık çoksa,
isterse elbise ile birlikte noksanlığının karşılığını alır.
Yırtık az ise, o
—diğer mallarda olduğu gibi— isterse, elbiseyi terk edip elbisenin bedelini
veya benzerini alır. Noksanı tazmin etmede riba korkusu da vardır. Nihâye'de de
böyledir.
Bir adam, bir elbise
gasbettiğinde, o elbise, onun yanında bozulur veya sararırsa; sahibi, elbiseyi
ve değerinin noksanını alır.
Bu noksanlık az olduğu
zaman böyledir.
Şayet çok olursa,
elbise sahibi elbiseyi almakla almamak arasında muhayyerdir.
Şayet gasbedilen şey
ölçülen veya tartılan cinsten olur ve o gas-beden şahsın yanında taaffur ederse
(= kokarsa); fesada giden o mağ-sup (- gasbolunan mal) gasbedenin olur ve onun
mislini, sahibine öder.
Şayet mal sahibi, o
malı, o durum da kabul eder ve alırsa, bu durumda gasbedene, başka bir şey
gerekmez. Muhiyt'te de böyledir.
Eğer gasbolunan bir
köle veya bir câriye olur ve gasbeden şahıs da onun elini veya ayağını kesmiş
bulunursa; onun sahibi, köle veya cariyenin kıymetini gasbedene ödetir ve
gasbolunanı, ona terkeder.
Dilerse, onu öylece
alıp, noksanını, tazmin ettirir. Zahîriyye'de de böyledir.
Bir adam, diğerinin
koyununu keserse; koyun, sahibi muhayyerdir: Dilerse, o kuyunun kıymetini
ödetip, koyunu ona bırakır; dilerse onu öylece alıp, noksanını tazmin ettkir.
Devesini kesmek de
böyledir.
Zâhir'ü-rivâyede şayet
hayvan, eti yenmeyen cinsten olur; gasbeden de onun bir tarafını kesmiş
bulunursa; sahibi, onun tamamım gasbedene ödetir. Bu her yönüyle zayi olmuş
gibidir; kölenin durumunda değildir. Çünkü, insanın bir tarafı kesilince
menfaattan tam kesilmez; onun, kesilen yerinin diyeti ile birlikte geri
alınması vardır. Hidâye'de böyledir.
Bu mes'ele Kübrâ
kitabında da böyledir.
Nevâdîr'de şöyle
zikredilmiştir:
Bir hayvanın kulağı
veya bazı yeri kesilirse, noksanı.tazmin ettirilir. Hayvanın kulağının
kesilmesi, az bir noksanlıktır.
Kuyruğunun kesilmesi
de böyledir; noksanlığı nisbetinde. tazminat yaptırılır.
Şüreyh şöyle
buyurmuştur;
Hâkimin eşeğinin
kuyruğunu kesen şahıs, onun kıymetinin tamamını öder. Başka birinin eşeğinin
kuyruğunu kesen şahıs ise, noksanını öder. Başka bir şey gerekmez. Zehıyre'de
de böyledir.
Bir adam, bir eşeğin
arka veya ön ayağını kestikten sonra, o eşeğin Sahibi eşeği keserse, eşek
sahibine bir şey gerekmez.
Bu, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre böyledir. Fetâvâyi Kâdîhân'dâ da böyledir.
Bir adam, başkasının
öküzünü döverek kaburgasını kırarsa, İmâ mı A'zam Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre,
kıymetinin tamamını öder.
İmâmeyn'e göre ise,
meydana gelen noksanlığı öder. Gınye'de de böyledir.
Bir adam, yük taşıyan
atın veya katırın yahut eşeğingözünü çıkarırsa, onun kıymetinin dörtte birini
tazmin eder.
Bu, bütün hayvanlarda
—şayet çalışıyorlarsa— böyledir; değilse, noksanını öder. İmâm Muhammerf (R,A.)
CâmiıTs-Sağîr'de şöyle buyurmuştur:
Yük taşıyan sığır ve
diğer hayvanlarda, gözün karşılığı, kıymetinin rub'udur. (- dörtte biridir.)
Kasaplık koyunda ise, noksanlığı kadardır.
Kuzuda, kuşta, tavukta
ve köpekte ise noksanlığı nis betin dedir. Muhtar Şerhı'nde de böyledir.
Eşeğin iki gözünü
çıkaran şahıs İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, dilerse eşeğin cüssesini
—bedenini— teslim edip tam kıymetini alır; hem bedenini hem kıymetini almak
olmaz Zahîriyye'de de böyledir,
Bir kimse, bİT koyunu
kestikten sonra yüzer ve etini parça parça ederse; sahibi muhayyerdir: Dilerse
öylece bırakıp koyunun kıymetinin tamamını alır; isterse, kesilmiş olarak alıp,
noksanını tazmin ettirir.
Şayet kesilmiş hâlde
alır ve noksanını ödetirse; Fakıb Ebû Cafer'e göre, etini alınca başka bir şey
gerekmez.
Fetva ise, zâhirü'r
rivâyeye göredir. Cevâhirul-Ahlâtî'de de böyledir.
Bir adam, başkasının
eşeğini boğazlarsa; noksanını değil kıymetinin tamamam tazmin eder.
Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A)'ye
göre böyledir.
İmâm Muhammed (R.A.)'e
göre ise, eşeğini sahibi, eşeğin kıymetini ödetirse, eşeğin cesedini orda
bırakır. Şayet eşeğin cesedini kendi alırsa, kıymetinin noksanını ödetir.
Zahîriyye'de de böyledir.
Altından yapılmış
bulunan ve ayağı gümüş olan bir kap kırılır-sa; kıran şahıs, onun kıymetini
altından öder. Kap gümüşten yapılmış bulunur ve ayağı altın olursa, kıran gümüş
kıymetinden ödeme yapar Mebsût'ta da böyledir.
Bir adam, başka
birinin gümüş bileziğini kırdığında bilezik sahibi muhayyerdir: Dilerse,
öylece —kırılmış hâlde— alır; başka bir şey gerekmez. Dilerse, yapılmış hâldeki
kıymetini ödetir.
Şayet bilezik altından
ise, hüküh yine böyledir: Dilerse, kıymetini ödetir.
Cinsinin hilafına olan
bir şey için, kıymeti, hükmedildikten sonra, her iki tarafta karşılıklı alıp
vermeden ayrılırlarsa hüküm bâtıl (- geçersiz) olur.
Çünkü kıymet aynın
(malın) yanında olr kıymetidir.
Altın ve gümüş
yapılmak suretiyle tartı kıymetine itibardan çıkmış olmaz.
Bunlardan başkası,
(demir, bakır, tunç, kalay ve diğer şeyler...) yapım sebebiyle, vezniyattan
çıkarlar.
Kalıba dökülmek
sebebiyîe, tartı haddinden çıkmayan tartı İle satılan adet ile satılmayan
şeylerin hükmü de altın ve gümüş hükmünden çıkmaz.
Satılma mevziinde olup
da tartılarak satılan şeyler, kalıplanmış altın ve gümüş hükmünde olmazlar.
Bir adam onu kırar ve
onda bir kusur meydana getirirse —o kusur, ister çok olsun ister az olusun—
sahibi muhayyer olur: Onun cinsinden alır veya onu kırana dinar veya dirhem
olarak ödetir. Kırılmadan önceki kıymetini tazmin ettirir. Tahâvî Şerhı'nde de
böyledir.
Bir başkasının
kırılmış kılıcım zayi eden kimse, o kılıcın misli kadar demir tazmin eder.
Hızânetü'l-Müftnf de de böyledir.
Dirhemleri ve
dinarları kıran kimse, onların mislini tazmin eder. Kırılan şey de kıran şahsın
olur.
Şeyhû'l-İslâm ve bazı
âlimlerimiz şöyle buyurmuşlardır:
Bu, kırıklık
noksanlığa sebep olduğu zaman böyledir.
Şayet kıymetine
noksanlık yermiyorsa, bir şey gerekmez.
Kıran şahıs, o adamın
dinar ve dirhemlerini öder.
Şemsü'l-Eimme şöyle
buyurmuştur: "Kıran şahıs, onun mislini öder.
Şayet sahibi kendi
malını alırsa; başka yere yapacağı bir şey kalmaz. Kırılması sebebiyle ister
kıymetinde noksanlık olsun, isterse olmasın fark etmez.
Bir adam, başka
birinin cariyesini gasbeder ve bu câriye yaşlanana kadar onun yanında kalırsa;
sahibi onu, o hâlde geri alır. Başka bir şey gerekmez.
Ancak, sahibi,
gâsıptan kiymetindeki noksanlığı alır. Keza bir adam, genç bir köleyi gasbedip,
onu ihtiyar olana kadar yanında tutarsa; onun asıl sahibi, o köleyi ve
kiymetindeki noksanlığı alır.
Bu, kölenin
kıymetindeki noksanlık az olduğu zaman böyledir.
Eğer noksanlık fazla
ise, sahibi muhayyerdir: İster alır; isterse, terkeder.
Alimlerin ekserisine
göre, bir adam, bir sabiyi gasbettiğinde o, gas-beden şahsın yanında ihtiyarlar
veya yüzünde kıl biter yani sakallanırsa; onun asıl sahibi, onu alır ve başka
bir tazminat yaptırmaz.
Bir adam, bir cariyeyi
gasbettiğinde bu cariyenin dişlen —gâsıbın yanında— kırıhrsa; sahibi,
noksanlığını tazmin ettirir.
Bir adam, sanatkâr bir
köleyi çaldığında o köle gâsıbın yanında, sanatını unutursa; asıl sahibi,
noksanını gasbeden şahsa ödetir. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam; güzel sesli
bir köleyi gasbeder ve onun sesi, gasbeden şahsın yanında bozulursa; bu bir
noksanlıktır.
Şayet köle şarkıcı
olur ve gasbeden şahsın yanında, şarkı söylemeyi unutursa; bu durumda gasbeden
şahsa tazminat gerekmez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir adam, genç bir
köleyi gasbedip, onun kıvırcık olan saçını tıraş eder; ve sonradan saç aynı
şekilde bitmezse; bu noksanlık olmaz ve tazminat gerekmez. Serahsî'nın
Muhıytı'de de böyledir.
Bir adam, gümüş veya
altın yahut gümüşten veya altından yapılmış bir kap gasbedip, onu dirhem veya
dinarlara tahvil ederse; o asıl, mal sahibinin mülkiyetinden çıkmış olmaz.
Bu, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A)'ye göre böyledir. Sahibi, onu öylece alır; başka tazminat gerekmez. Onun
amelî için, ona bir şey vermez.
İmâmeyn'e gelince,
asıl mal sahibinin, dirhemleri veya dinarları almaya yolu (hakkı)-yoktur.
Ancak gasbedilen gümüş ve altının kıymetini alır ve o dirhemler ve dinarlar
gasbedenin olur.
Ilııce mi i. şöyle
buyurmuştur:
Bir adam gümüş
gasbedip, onu, yüzük, bilezik gibi bir şey yapar; veya altın gasbedip böyle bir
şey yaparsa; onu öylece geri verir; başka tazminat gerekmez.
Keza, gasbeylediği
gümüş ve altının şeklini değiştirir; uzatır veya kısaltır yahut daire veya dört
köşe yapar ve kıymetinde bir değişiklik meydana gelmezse, bi'1-icmâ bir şey
gerekmez. Asıl mal sahibi, gasbeden şahıstan, o şeyleri öylece alır.
Sirâcül'l-Vehhâc'da da böyledir.
Bir adam, dirhemleri
gasbedip, onları eritir, fakat onu bir şey yamazsa; hilafsız olarak onlardan
maUsahibinin hakkı kesilmez. —Hem onları hem de noksanlaşan kıymetini alır.—
Muhyt'te de böyledir.
Bir adam fülüs gasbedip,
onu kap haline çevirirse (yani o parayı eritip, kap yaparsa) onun bedelini
fülûs olarak öder. Çüiikü, onun bedelinden, onu çıkarmış olmaktadır.
Bir adam, bakır
gasbedip onu ibrik yaparsa; sahibinin hakkı kalkar. —Yâni ibriği değil de
bakırın bedelini alır.—
Kerhi şöyle
buyurmuştur:
Bu durum san'at
icrasından sonradır. Ağırlık olarak satılmaz. Şayet ağırlık olarak satılırsa,
uygun olanı, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, mal sahibinin hakkının
kesilmemesidir; sikkesiz gümüş gibi...
Şeyhûl-İmâm Şemsiil-Eimme
Serahsî şöyle buyurmuştur:
Sahih olan cevap İmâm
Ebû Hanife (R.A)'ye göre gümüşe muhalif
olmasıdır. Şayet bakır
sahibi olan zat, ibriğin sahibi bakırın bedelini ödedikten sonra, o ibriği
kırarsa;.bu defa da o, ibriğin kıymetini ibrik sahibine öder ve kırdığı ibriği
kendisi alır. Şemsü'l-Eimme şöyle buyurmuştur:
İki tazminat arasında
mukayese yapılmaz. Ancak değerleri hesaplanır.
Bazı âlimler de, şöyle
demişlerdir:
Aralarında anlaşma
yaparlarsa, bu caiz olur.
Bazı âlimler, bunu
şöyle açıklamışlardır: Eğer gasbedilen bakır, benzeri olmayan, —bulunmayan—
cinsten ise, onun kıymetini ödemek caiz olduğu gibi mukayese de caizdir.
Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, bir hayvan
gasbettiğinde, o hayvan büyür ve kıymeti artarsa; asıl sahibi, onu öylece alır.
Gasbedene bir şey gerekmez.
Keza bir adam yaralı
veya hasta bir hayvan gasbedip, onu tedavi ederek iyileştirirse, asıl sahibi,
onu öylece alır.
Keza, bir adam, bir
araziyi gasbedip, orayı eker veya oraya hurma ağaçları diker; onu sularsa; o,
yer sahibinin olur; gasbedenin masrafını vermek de gerekmez.
Şayet ekilen mahsul
kemâle gelir (olgunlaşır) veya hurma yetişir ve onu gasbeden şahıs zayi ederse,
tazminat gerekir. Tecrîd'de de böyledir.
Bir adam, hurma dalı
gasbedip, onunla zenbil ( — sepet) yaparsa, mağsubun minhin, ona karşı bir
yolu yoktur.
Şayet hurma ağacını
gasbeder ve onu yarıp odun ederse; o, asıl sahibinin olur. Çünkü, onun ismi
değişmedi; ancak parçalara ayrıldı. Sirâcü'I-Vehhâc'da da böyledir.
Bir adam, başka
birinin mushafmı gasbedip, onu noktalarsa; (harekelerse) bu bir ziyâdeliktİr;
mushaf sahibi muhayyerdir: Dilerse mus-hafının harekelenmeden önceki kıymetini
tazmin ettirir; dilerse, adamın emeğinin karşılığını vererek harekeli mushafım
alır.
Bu İmâm-Mufıammed
(R.A)'in kavlidir.
Muafla ise, İmâm Ebû
Yûsuf (R.A)'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: Mushaf sahibi, onu
harekeleyene hiç bir şey vermeden öylece mushafım alır.
Bir adam, bir köle
gasbedip, ona yazı yazmayı öğretmesine benzer. Başka bir şahısda, kâğıt
gasbeder ve onun üzerine faydalı şeyler yazarsa, yine aynı olur.
Şeyhülislam şöyle
buyurmuştur:
Asıl mal sahibinin
hakkı munkati (= kesilmiş) olur. Kâdî İmâm Rüknü'l-İslâm Aliyyü'l-Sağdî de
şöyle buyurmuştur:. Burda bilginlerin ihtilafı vardır. Sahih olanı, hakkının
kesilmiş olmamasıdır. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, diğerinin
ketenini gasbederek, onu eğirip; dokursa; o keteninin mislini veya kıymetini
verir.
Eğer misli
bulunmuyorsa, asıl sahibinin dokunan elbiseyi almaya yolu yoktur. Mebsûl'ta da
böyledir.
Bir adam, diğerinin pamuğunu
gasbedip, onu eğirir ve bez dokur veya eğrilmiş ipliğini gasbederek, onu
dokursa; asıl mal sahibinin, o bezden hakkı kesilir; ancak, pamuğun bedelini
veya benzerini alır.
Şayet pamuğunu
gasbedip onu eğırdiği hâlde, bez dokumazsa, bunda ihtilaf vardır: Sahih olanı,
hakkının kesilmesidir. Zehıyre'de de böyledir.
Buğdayı gasbeden
şahıs, onu un yaparsa; bize göre, bu un kendisinin olur ve buğdayın mislini
sahibine öder. Mebsûtta da böyledir.
Unu gasbeden adam, onu
hamur yapsa; sahibinin ondan (hamurdan) hakkı kesilir. —Ufîunu ödetir.—
Kınyede de böyledir.
Unu gasbeden şahıs,
onu ekmek yapar veya eti gasbeden onu pişirir yahut susamı gasbeden kimse,
onun yağını çıkarırsa; asıl sahibinin hakkı kesilir. Onların asıllarını ödetir.
Zâhirü'r-rivayede
âlimlerimiz böyle buyurmuşlardır.
Keza, bir kimse saç
gasbedip, onu kapı yapar; veya demir gasbedip, onu kılıç yaparsa; asıl
sahibinin, hakkı sakıt olur. Ancak onların kıymetini ödetir. Yaptığı kapı ve
kılıç gâsıbın olur. Mumytte de böyledir.
Bir adam saç veya kereste
gasbedip, onu ev yapımında kullanır veya kiremit gasbeder ve çatıya kor yahut
kireç gasbeder ve onu evde kullanırsa; bize göre, bu gâsip, bunların tamamının
kıymetini öder. Kendisinden bunlar gasbedilen şahıs, bunlar için binayı yıkıp
bozamaz. Sahih olanı budur. Mebsût'ta da böyledir.
Bir adam, hatıl ağacı
gasbedip, onunla bir ev yaptığında, onun sahibinin hakkı zayi olmaz; o ağacı
konulduğu yerden alır.
Kadı İmâm Ebû Ali
en-Nesefi, İmâm Kerhî'nin şöyle buyurduğunu nakletmiştir:
Bazı kitaplarda bu
hususta tafsilat vardır:
Şayet hezenin (=
hatılın) kıymeti,^vin kıymetinden az ise, onu almak yoktur; kıymetini alır.
Eğer onun kıymeti,
evin kıymetinden fazla ise; o takdirde sahibi; ağacını alır.
Âlimlerimiz şöyle
buyurmuşlardır:
Bu, bizim İmâm Muhammed
(R.A.)'den öğrendiğimiz mes'eleye yakındır. O şöyle buyurmuştu: Bir adamın
elinde inci taneleri bulunduğunda, onlardan birisi elinden düşer ve onu bir
adamın tavuğu yutarsa; o zaman, duruma bakılır: Eğer tavuğun kıymeti incinin
kıymetinden az ise, inci sahibi muhayyerdir: Dilerse, tavuğu kiymetiyîe
sahibinden satın alır; dilerse, incinin kıymetini tavuk sahibine ödetir.
Keza, bir adam, diğer
birinin yanına bir deve köşeğini (= yavrusunu) emanet bırakır; oda orada büyür
ve bulunduğu evden dışarıya çıkamaz hâle gelir; ancak duvarını yıkmak suretiyle
çıkarma imkanı bulunursa; o zaman duruma bakılır. Hangisinin değeri daha fazla
ise, onun sahibi muhayyerdir.
Kitâbü'l-AsPda şöyle
zikredilmiştir:
Bir gâsıbın, binasına
koyduğu hatıl ağacını, evi bozup, sahibine vermesi helâl olur mu?
Burda iki durum
vardır:
Eğer hakim, ağacın
kıymetine hükmeyledi ise, evi yıkmak helâl olmaz.
Eğer böyle bir hüküm
yoksa, âlimler ihtilaf eylediler: Bâzıları: "Helâl olur.." bazıları
da: "Helâl olmaz." dediler, Muhıyl'te de böyledir.
Marangoz olan bir
kimse bir başkasının ağacını gasbederek, diğer bir adamın evine, ağaç
sahibinin izni olmadan merdiven yaparsa;
bu merdivene, marangoz
ve ev sahibi sahip olamazlar. Bu merdiven, ağaç sahibinin olur. Gınye'de de
böyledir.
Bir adam, bir tahtayı
gasbederek, onu gemide kullansa; veya ibrişim ipli|i gasbederek onunla kendi
karnını veya kölesinin karnını dikse, mal sahibinin hakkı kesilir. Ancak mal
sahibi, gâsıba onlarıa kıymetini ödetir. Kerderî'min Vecîzi'nde de böyledir.
Bir adam, bir yeri
gasbederek, orayı sürüp, içine ağaç diker veya bina yaparsa; ona: "Evi
yık; ağaçlan sök; yerini sahibine teslim et." denilir.
Şayet evin yıkımı,
ağaçların sökümü, o yerin kıymetini eksiltecek-se, o takdirde yer sahibi
isterse yıkılmış binanın ve sökülmüş ağaçların kıymetini o ev ve ağaç sahibine
öder. Çünkü o yer, o adamın sağlam mülküdür. Kâfi'de de böyledir.
Bir adam, gasbeylediği
yere, aynı yerin toprağının kerpicinden bir duvar yaparsa; Fakıyh Ebû Bekir
el-Belhî: "O duvar, o yerin sahibinin olur. Onu yapanın, hiç bir hakkı
yoktur. Çünkü, o yerin sahibi" yık onu. "dese; toprağı, yine
kendisinin olacaktır." buyurmuştur.
Ebû'1-Kâsim ve
diğerleri ise şöyle buyurmuşlardır: Bir adam, sahibinin emri (izni) olmaksızın,
onun bağına duvar örer ve toprak bir kıymet taşımazsa, duvar bağ sahibinin
olur. Yapan şahıs ise, onu teberrüken yapmış olur.
Şayet toprakta bir
kıymet varsa, bağ sahibi toprağın kıymetini yapan şahsa öder. Fetâvâyi
Kâdi'hân ve Fetâvâyi Kübrâ'da böyledir.
Bir adam, başka
birinin, bir arsasını gasbederek, içinebir ev yapar veya ekin eker ve bilâhare
sahibi gelerek, onları yıkarsa, bir şey gerekmez. Ancak, bunun için ev
sahibinin ağacını veya tuğlasını kırmamak şarttır.
Bir adam,.diğerinin
bastonunu kırarsa; onu öder. Kırık çok az ise, onun noksanlığı kadar tazminat
yapar. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Gasbedilen odun,
kırıldığı ufandığı zaman, kıymetini eksiltmiyor, bi'1-akis artırıyorsa; asıl
sahibinin, hakkı zail olmaz. Gınye'de de böyledir.
Bir kimse gasbeylediği
evi kireçle badana yaparsa c\ sahibine: "Bunun kirecinin parasını
ver." denir. Ancak, ev sahibi buna razi olursa alınır.
Keza eve nakış
(tezyinat) yapıldığında, ev sahibi, isterse, o evi alarak nakısın bedelini,
nakış yapana verir; değilse, gâsıp evin kıymetini ev sahibine vererek, evi
ondan alır.
Boya ile süslemişse ve
boyanın kıymeti fazla ise, yine böyledir.
Hişâm, İmâm Ebû Yûsuf
(R.A)'un şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
Eğer ev sahibi fazla
olan boyanın kıymetini vermekten kaçınırsa, {razı olmazsa) boya yapana,
"boyasını kazımasını" emreder ve ondan dolayı eve verdiği noksanlığı
tazmin ettirilir. Gasb edilip de boyanan kapı da böyledir. Serahsî'nin
Muhıyh'nde de böyledir.
Eğer kapının nakısı,
boya ile değilde oyma ve delme yolu ile yapılmış olursa; o takdirde kapı zayi
edilmiş sayılarak, tam kıymeti tazmin ettirilir.
Gümüş kap da böyledir.
Yapılan nakış onu zayi edercesine ise, bu kabın kıymeti tazmin ettirilir.
Muhıyl'de de böyledir.
Gasbedenden şahıstan,
bir evi satın alan zat, o evi yıkıp, yerine yeni bir ev yaptıktan sonra, asıl
ev sahibi gelirse; o müşteriye evinin yerini ve evinin kıymetini tazmin
ettirir.
Fakiyh Ebû Cafer şöyle
buyurmuştur: Bu, bütün imamların kavlidir.
Başka âlimler ise:
"Bu, sadece İmâm Muhammed (R.A.)'in kavlidir." demişlerdir.
Tatarhâniyye'de ve Zehıyre'de de böyledir.
Bir müslüman, diğer
bir mislümanın içkisini (şarabını) gasbedip onu sirkeleştirirse; el-Asl'da
şöyle buyurulmuştur:
İçki sahibi, o sirkeyi
alır. Bu hususta, âlimler ihtilâf eylemişlerdir:
Bazılarına göre bu
meselenin te'vili şöyledir:
Bir şey kıymeti
olmayan bir şeyle sirke yapılırsa; (meselâ: Güneşten ahp, gölgeye koymak veya
gölgeden alıp güneşe koymak yahut içine, az tuz atmak veya içine az sirke
dökmek gibi..) asıl sahibi, onu alır.
Fakat, onun içine,
kıymet taşıyan tuz veya sirke dökülürse, İmâm Ebû Hanîle (R.A.)'ye göre, onun
mülkiyeti, gasbeden şahsın olur ve onun üzerine bir şey terettüp etmez.
Imâmeyn'e göre ise,
eğer gasbeden $ahis. içkinin içine tu/ atmışsa. o sirkeyi asıl sahibi alır ve
içine atılan tuzun bedelini, gasbedene verir.
Şayet gasbeden şahıs,
gasbeylediği içkinin içine sirke btrakmışsa; sirkesi miktarını geri alır; kalan
asıl sahibinin olur. Gâsıbın sirkeyi gasbedip de içine sirke dökmesi gibi
olur... İster aynı saatte ekşisin; islerse bir müddet sonra ekşisin fark
etmez...
Âlimlerimiz şöyle
buyurmuşlardır:
Gasbedilen içkinin
içine çok sirke dökülerek, o saattte sirke olursa; onun tamamı gasbedenin
olur. Eğer az sirke döker ve o, bir müddet sonra sirke olursa, o takdirde, o
şey ikisinin ortak malı olur. Miktarları nisbetince, ortak olurlar.
Sirâcü'I-Vehhâc'de de böyledir.
Bir müslüman, diğer
müslümamn içkisini gasbeylerse, o içkiyi geri vermesi gerekir mi?
Şayet vermez ise,
kıyamet gününde sorumlu tutulurmu?
O müslümamn, o içkiyi
sirke yapacağını bilirse, kkatiyetle geri vermesi vacip olur. Vermez ise,
kıyamette sorumlu olur.
Şayet hâkim önünde
murafaa olurlarsa; hâkim içki sahibinin hâlini tetkik eder.
Eğer o içki, ona geri
verilince, onun sirke yapacağını bilirse, geri verilmesini emreder.
Şayet geri verilince,
onu içki olarak içeceğini bilirse; o takdirde, gasbedene, "o içkiyi,
dökmesini" emreder.
Bu, şuna
benzemektedir:
Bir adamın kılıcım,
birisi aldığında; kılıç sahibi kılıcını almak için adama gelmiş; eğer kılıç
yanında olan şahıs o kılıcı alınca, bir müslü-manı öldüreceğini iyice
biliyorsa; onun, kılıcı ona vermesi uygun olmaz. Onu, kendi yanında
bırakacaktır.
Şayet, öyle bir şeyin
olmayacağını bilirse; o zaman, kılıcı ona vermesi mubahtır.
Bir müslüman, diğer
müslümamn içkisini gasbedip onu içse; içki sahibi onu da'va edemez; içen günâh
işlemiştir. Cevâhinı'l-Ahlâtî'de de böyledir.
Bir adamın evinde
bulunan içkinin içine tuz atılarak, sirke yapılsa; iste o sirke, sahibinin
olur. "Bu işi sahibi yaparsa onun olur." denilmiştir. Ginye'de de
böyledir.
Bir adam, sıkılmış
üzüm suyunu gasb ettiğin de, bu onun. yanında sirke olursa, bu durumda gâsıp
şıranın bedelini öder. Şayet önceki adam, onu içki yapacak idiyse, o zaman
tazminat gerekmez mi?
Âlimler, bu hususta
ihtilaf eylediler:
Şemsü'I-Eimme el-Halyânî
"Sahih olan, o sirke onun olmaz." demiştir. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, süt gasbedip
onu yoğurt yapar veya yaş üzüm gasbe-dip onu kurutursa; onların sahibi, isterse
aslını ödetir; isterse o hâlde alır; başka bir şey gerekmez. Bunların tamamı
misliyâtta böyledir. Teh-zîb'te de böyledir.
Bir adam, yaş hurmayı
gasbedip, onu kurutursa; sahibi muhayyerdir: İsterse aynısını alır; isterse
benzerini ödetir; başka bir şey gerekmez. Hızânetâl'I-Müftîn'de de böyledir.
Bir adam, İaşenin
derisini gasbedip onu dibagâta tâbi tutmuşsa, onu kıymetsiz bir şeyle dibağ
yapmışsa, sahibi, onu meccanen alır.
Eğer kıymetli şeyle
dibağladi ise, deri sahibi, o-şeyin kıymetini ödedikten sonra derisini alır.
Muhiyt'te de böyledir.
Bunun yolu.'Duruma
bakılır: Eğer o deri, boğazlanmış olan bir hayvanın derisi olsaydı ne ederdi?
Dibağdan sonra ne ediyor? Arasındaki fark tazmin edilir. Zehıyre'de de
böyledir.
Kudûri, kitabında
şöyle buyurmuştur:
Bu, gasbeden adam, o
deriyi sahibinin evinden almış ve onu dibağ etmişse, böyledir. Fakat, sahibi
onu kaldırıp atmış; adam da onu atıldığı yerden almış ve dibağ etmiş ise, asıl
sahibinin onu alma hakkı yoktur. Gâsıba gelince, o deriyi yanında tutar. Şayet
deri sahibi, deriyi gas-bedenin yanında bırakır ve kıymetini ödetmek isterse, buna
hakkı yoktur.
Eğer deri kesilmiş bir
hayvanın derisi ise, sahibi deriyi alabilir.
Alimlerimiz:
"Burdaki fark, lâş'e ile boğazlanmış olmasından dolayıdır."
Hâkim eş-Şehîd ise:
"İkisi de birdir; aralarında fark yoktur." demiştir. Mnhıyt'te de
böyledir.
Bir deri, gasbeden
şahsın kendi isteğiyle olmamak şartıyla, onun yanında zayi (helak), olursa bir
tazminat gerekmez. Deri nasıl dibağ edilmiş olursa olsun hüküm böyledir.
Zehiyre'de de böyledir.
Dibağdan sonra, deriyi
gâsıbm kendisi zayi ederse; kıymetsiz bir şeyle dibağ etmiş olması hâlinde,
bi'I-icma deriyi sahibine öder.
Eğer kıymetli bir
şeyle dibağ yapmışsa, İmâm Ebo Hanîfe (R.A) 'ye göre. bu durumda deri sahibine
tazminat gerekmez. Tahâvî Şerhı'nde de böyledir.
Şayet gâsıp, deriyi
sahtiyan, tulum, defter, çizme veya kürk gibi bir şey yapmışsa, bu durumlarda
derisi gasbedilen şahsa bir şey gerekmez.
Eğer deri boğazlanmış
bir hayvanın derisi ise, mağsûbün münh derisinin kıymetini alır. Eğer deri,
lâşe derisi ise, kendisinden gasbedilen şahıs bir şey alamaz. Nihâye'de de
böyledir.
Bir adam, —Sahibi
olan— çamurdan bir ibrik yaptığında bu ibrik, eğer sahibi: "Ben
söyledim." derse; ontın oiur; değilse, bu ibrik, yapanın olur.
Bir adam, toprak
gasbedip, kerpiç veya ondan bir kap yaparsa; eğer o toprağın kıymeti varsa, o
un yapılan buğday gibidir.
Şayet bir kıymeti
yoksa; tazminat gerekmez. Mal sahibinin hakkının kesildiği yerlerde,
kendisinden gasbedilen şahıs., diğer alacaklılardan daha haklı olur. Eğer zayi
olursa, gâsıbın malı olarak zayi olur. Bu rehin yerinde ve onun gibi değildir.
Bu, Müntekâ ve Kudûrî
kitaplarında da böyledir. Mnhıyt'te de böyledir.
Bir adam, kıymeti
beşyüz dirhem eden bir köleyi gasbedince bu köle hastalığından kurtulur ve
kıymeti bin dirheme çıkarsa; bu durumda kölenin sahibi muhayyerdir: İsterse
hasta olduğu vakitteki kıymeti olan beşyüz dirhemi alır; isterse köleyi abr.
Kendisi için ve gasbeden için, yapılacak başka bir şey yoktur. Fetâvâyi
Kâdihân'da da böyledir.
Bir adam, diğer
birisinin malını Küfe'de gasbedip onu Horasan'da geri verdiğinde, şayet
Horasan'daki kıymeti Kûfe'deki Icıymetînin misli ise; malı gasbedilen şahsa,
"onu alması" emredilir. Şayet Horasan'daki kıymeti, Küfe'de ki
kıymetinden noksan ise, malı gasbolunan şahıs muhayyerdir: İsterse, Horasan'da
malını alır; isterse, fitte-deki kıymetini alır. Bu ölçülen ve tartılan
şeylerde, böyledir. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, dirhemler ve
dinarları gasbedince, onların sahibi^ gas-beden şahsı nerde bulursa, orada
alır. Onun kıymetini isteme hakkı yoktur. Şayet piyasada değişiklik olursa
yine böyledir.
Bir adam, belirli bir
mal gasbedince; malı gasbedilen adam, aynı malı, başka bir beldede, gasbeden
şahısın yanında bulursa eğer değeri orada da gasbedildiği yerin değerinin misli
veya ondan daha fazla ise. malı gasbedilen şahıs, o malım, orada alır; kıymet
talebinde bulunamaz.
Şayet malın kıymeti
orda daha az olursa; o takdirde, isterse malını; İsterse gasbolunan yerdeki
kıymetini alır.
Eğer gasbedilen mal
mislî olur ve o da zayi olmuş bulunur; kıymeti ise, her iki yerde de aynı veya
talep yerinde daha fazla olursa; gasbeden şahıs mislini verir.
Eğer talep mahallinde
kıymeti daha az ise, mal sahibi muhayyerdir. Dilerse, o anda, orada mislini
alır; isterse gasbedilen yerde mislini alır. İsterse, gasbedilen yerdeki
kıymetini alır.
Şayet gasbedilen şeyin
kıymeti da'vâ mahallinde daha fazla ise, bu defa da gasbeden şahıs muhayyerdir:
Dilerse, aynı yerde, onun mislini verir; dilerse, gasbeylediği yerdeki
kıymetini verir.
Ancak malı gasbedilen
şahıs, tehirini isterse, o müstesnadır.
Şayet kıymetler, her
iki yerde de aynısı ise, malı gasbedilen şahıs, malının mislini ister.
Serahsî'nin Muhıyt'nde de böyledir.
Mal sahibi, malını
gasbeden şahsı aynı yerde, (yâni malının gasbedildiği mahalde) bulur ve o
zamanda da.piyasa noksanlaşmış ise, malını aynen alır. Yoksa, bu malın
gasbolduğu zamanki fazla olan kıyme-tını alamaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir.
Münfekâ'da şöyle
zikredilmiştir:
Bir adam, diğer bir
şahsın, yüz dirhem değerindeki bir kür ouğda-yıni gasbettikten sonra, piyasa yükselir
ve bir kür buğday, yüz elti dirhem eder ve daha sonra da halkın elinde buğday
harp ilan edilmesi veya benzeri bir sebeple bulunmaz hâle gelir ve değeri iki
yüz dirheme yükselirse; bilâhere de gasbeden şahıs, o bir kür buğdayı zayi
ederse; bu.du-rumda buğdayı gasbolunan zat, ikiyüz dirhem üzerinden tazmin
ettirir. İtibar buğdayın zayi olduğu günün fiatınadır.
Bir adam, bir kür
buğday gasbettiği zaman, onun ö zamanki kıymeti ikiyüz dirhem olduğu hâlde,
sonradan kıymeti, yüzelli dirheme düşer daha sonra da halkın elinde kalmaz ve
kıymeti yüz dirheme iner ve o halde iken, gâsıbın elinde zayi olursa; buğdayı
gasbedilen şahıs, onu yüzelli dirhemden tazmin ettirir. İnsanların elinde
mevcut iken, kıymeti yüzelli dirhem oludğundan dolayı, ondan fazlaya ödetemez.
Zehıyre'de de böyledir.
Muttasıl (= bitişik) ve munfasıl (= ayrı) olan
mağsubun artması hali: Çocuk, süt, yün, yağ, güzellik gibi, gasbolunan bir şey
ema-netmiş gibi olur. Ancak zayi olma hâli veya vermemek hâli böyle değildir.
Mal sahibi gelip, malının fazlalığı ile birlikte, geri verilmesini talep eder;
gasbeden de onu teslim etmekten, men ederse, bi'î-icma tazminat gerekir.
Şayet bir müşteriye
satmış ve teslim etmiş olursa; mal sahibi, malını ister gasbedene ödetir;
isterse, müşteriye ödetir.
Şayet artan şey ademi
(= insan) olmayan bir şey tarafından zayi edilmişse, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye
göre, malı gasbedilen şahıs onu Ödetemez.
İmâmeyn'e göre ise
ödetir.
Sahih olanı da budur.
SerahsPnm Mııhıyh'nde de böyledir.
Gasbedilen bir şey,
gasbeden şahsın yanında artıp çoğalırca, mal sahibi, malını artanla birlikte
geri alır. İster piyasa yönünden, isterse başka yönden artsın, fark etmez.
Şayet gâsıbın yanında,
gasbeylediği şey zayi olursa; bi'1-icma, gasbettiği günkü kıymetini tazmin
eder.
Şayet gasbedilen şey
bizatihi duruyorsa; gasbeden şahıs onu öylece sahibine geri verir.
Eğer vücûdunda bir
noksanlık meydana gelmişse, onu tazmin eder. Piyasa yönünden noksanlaşırsa; onu
tazmin eylemez.
Şayet noksanlaştıktan
sonra telef olursa; gasbeylediği günkü kıymetini öder.
Eğer artım yaptıktan
sonra zayi etmiş; meselâ: Müşteriye sattıktan sonra, o müşterinin yanında zayi
olmuşsa; bu durumda mal sahibi muhayyerdir: Dilerse gasbedildiği günkü
kıymetini ödetir; bu takdirde, satış caiz olur. Dilerse müşteriye sattığı
günkü kıymetini ödetir; bu takdirde satış batıl olur; müşteri verdiği para
için gasbedene mUrâcaat eder. Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre böyledir.
Kerderî'nin Verîzi'nde de böyledir.
Bir adam, o anda
kıymeti bin dirhem olan bir köleyi gasbeder ve bu kölenin kıymeti gasbtan sonra
ikibin dirheme çıkar; bilâhare de onu bir başkası öldürürse; bu durumda, bu
kölenin efendisi muhayyerdir: Dilerse, gâsıba, gasbeylediği gün bin dirhem
olan kıymetini ödetir; dilerse, katile öldürdüğü günkü ikibin dirhem olan
kıymetini ödetir.
Şayet gasbeden şahsa,
bin dirhem ödetirse; bu durumda gâsıp katile müracaat ederek, ona, iki bin
dirhem ödetir ve bin dirhemden fazlasını tasadduk eder.
Şayet köle, gasbedenin
yanında kendi kendini öldürdü ise, o takdirde gâsıp gasbeylediği günkü kıymeti
olan bin dirhemi öder; kölenin kendini öldürdüğü günkü iki bin dirhem kıymetini
ödemez. Sirâcü'l- Veh-hâc'da da böyledir.
Bir adam, diğerinin
döğülmedik (sürülmedik) harmanını yaktığında eğer buğdayın kıymeti, sapının
kıymetinden az ise, sapının kıymetini öder. Şayet buğdayı sapından ayrılmış
ise, yanan samanın kıymetini öder.
Bir adam, diğerinin
sapını gasbederse, hem buğdayının hem de sapının bedelini öder. Kerderî'nin
Vecîîi'nde de böyledir.
İmâm Muhamnted (R.A.)
şöyle buyurmuştur,: Bir adam, diğerinin bir tek tane buğdayını gasbeylese; bir
şey gerekmez. Çünkü, onun bir değeri yoktur^Zehıyre'de de böyledir.
Bîr çok insan, bir
adamın birer adet buğdayını gasbeyleseler ve bunların toplamı bir ölçek etse,
İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) "Bir topluluk, bir adamın kıymet taşıyan bir şeyini
gasbeyleseler, onun bedelini tazmin ederler. Şayet biri gelip bir tane alır;
sonra da biri gelir, bir tane daha alırsa; bu şekilde alınınca tazminat
gerekmez." buyurmuştur. Fe-tâvâyi Kâdihân'da da böyledir.
İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)
şöyle buyurmuştur."
Bir adam, bir yumurta
gasbedip, onu telef ederse; mislini tazmin eder.
Bu, İmâmın sonraki
kavlidir. Önceki kavli: "Kıymetini öder." şeklinde idi. Muhıyt'te de
böyledir.
Bir gâsıp,
gasbeylediği kıymet sahibi olan bir şeyi tazmin edeceği zaman duruma bakılır:
Eğer o şey, sokakda (çarşıda dirhem mukabili satılan bir şey ise, onun yerine
dirhemler verilir. Eğer dinar ile satılan cinsten ise, onun yerine de dinar
ödenir. Şayet her ikisi ile de satılan bir şey ise, rey hâkimindir; malı
gasbolunan şahsa bakıp, ona göre hükmeder, tsterse dirhemle hükmeder; isterse,
dinarla hükmeder. Fetâvâyi KMhâiTda da böyledir.
Bir adam, bir koyunu
gasbeyleyip, onu sağsa; onun sütünün kıymetini de tazmin eder.
Bir adam, bir câriye
gasbeyleyip, ona bir çocuk emzirtse; onun sütünün bedelini ödemez. Zehiyre'de
de böyledir.
Bir adam, gasbeylediği
eti pişirir veya kızartırsa; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre sahibinin bu etin
kıymetini almaktan başka bir yolu yoktur. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.
Bir adam, diğerinin
yağını veya zeytin yağını döktüğünde onun içine fare düşmüş olsa bile, döken
şahıs o yağın bedelini öder.
Bir adam, bir
müslûmanın öğretilmiş av hayvanı olan parsını veya av kuşu olan Şahinini telef
etse; onların kıymetini tazmin eder. (=» öder.) Bu, bize göre böyledir.
Bir adamın arsasına
attığı gübresini, başka birisi telef ederse; önün kıymetini öder. Kerderî'nin
Vecîzi'nde de böyledir.
Bir adam, diğerinin
evine izinsiz girdiğinde, o ev4e hiç kimse olmasa, ve giren şahıs o evde otursa
bile, o kimse, o evi gasbeylemiş olmaz. Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A) ve İmâm Ebû
Yûsuf (R.A)'ya göre böyledir. Sirâcü'l-Vehhâc'de de böyledir.
Bir adam, diğer
birinin çatal kapısının bir kanadını veya iki pa-pucunun veya mestinin birini
telef ettiğinde, onların sahibi, geride kalan tekleri, telef eden şahsa telef
olan şeyleri tam olarak ödetir. Fetâvâyi Kâdîhân, Hulâsa ve Câmiü'l-Kebîr'de
böyledir.
Bir adam, diğerinin
yüzüğünün halkasının kırarsa onu öder. Kıymetini ödömez. Kerderî'nin Vecîzi'nde
de böyledir.
Bir adam, diğerinin
eğerinin yüzengisini kırarsa, —eğer değil— kırdığı şeyi öder.
İki şey ayrı ayrı olur
veya bir şey olduğu hâlde, onun bir kısmının, diğer kısmına zarar vermeden
ayrılması mümkün olursa, bu aynen eğerin üzengisinde olduğu gibidir; telef
edelen şey ödenir; tamamı ödenmez. Zehıyre'de de böyledir. [4]
Bir adam, diğerinin
yumurtasını veya cevizini kırdığında, bunların içi bozuk (çürük) çıkarsa;
tazminat gerekmez. Çünkü, bu durumda;, onun kıymeti olmayan bir mal olduğu
açığa çıkmış olmaktadır. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, diğerinin
dirhemini kırdığında, onun kalp olduğu anlaşılırsa, onu kıran şahsın tazmin
etmesi gerekmez. Çünkü onun sahte ve hileli olduğu meydana çıkmıştır. Tahâvî
Şerhı'nde cîe böyledir.
Bir adam, birisinin
hasırının liflerini telef eder veya kapısını yerinden söker yahut bir adamın
atının eğerini alır veya te'lifatını bozarsa, duruma bakılır: Şayet,
aldıklarım veya bozduklarını yerine iade etme imkânı varsa, iade etmesi
emredilir. İadesi mümkün olmayan şeyin tazmin edilmesi gerekir. Tazminat
yapılınca da, bozulan şey, bozan şahsa verilir. Serahsî'nin Muhıyt'inde de
böyledir.
Bir adam, diğerinin
na'lminin kayışını söktüğünde (çözdüğünde) şayet o na'lin'herkesin kullandığı
cinsten ise, bir şey gerekmez. Çünkü onu yerine takmak zor değildir. Eğer
na'lin arabî olur ve yürümeyi nok-sanlaştırmaz ve zorlaştırmaz, bir kusur da
yapmamışsa iadesi emredilir ve tazminat gerekmez. Şayet kusur yaptı, zarar verdi
ise tazminat gerekir. Zehıyre'de de böyledir.
Bir adam altın zinciri
çözerse, onun kıymetini gümüşten Öder.
Keza, bir adam,
kölesinin dişlerini altın ile bağlarsa onu atmış olur.
Bir kimse, bez
dokuyucunun erişlerini çözüp, saçar ve dağıtırsa; o erişlerin kıymetine ve bir
de eriş olmayanın kıymetine bakılır; arasındaki fark tazmin ettirilir.
Felâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir adam, komşusunun
duvarını yıkarsa; komşu muhayyerdir: İsterse, duvarın kıymetini ödetir; bu
durumda yıkılan duvar, tazmin eden şahsın olur; isterse, noksanlığının
kıymetini alır; bu durumda ise duvarı, eski haline getirmek üzere cebredemez.
Duvarın kıymeti şöyle
tesbit edilir:
O duvar olmadan, evin
kıymeti ile; o duvar olduğu zamanki kıymeti, nazara alınarak aradaki fazlalık
bulunur. Zehiyrc'de de böyledir.
Bir adam, diğerinin
kerpiçten yapılmış bir duvarım yıkıp, aynısını yenden yaparsa; tazminattan
beri ( - kurtulmuş) olur.
Duvar ağaçtan olur ve
bir kimse onu yıkıp aynısını yaparsa; yine tazminattan beri olur.
Şayet aynı kereste ile
yapmayıp, başka kereste ile yaparsa; — aralarında değişiklik olduğundan—
la/mimutan kurtulmuş olmaz.
Şayet ikinci duvar
daha taze, daha iyi keresteden yapılmışsa, tazminattan kurtulmuş olur.
Kerderi'ııin Vecizi* n de de böyledir.
Bir adam mescidin
duvarım yıkarsa: ona, "onu yapması" emredilir. Aynı seviyede inşa
eder.
Bir terzi, bir şahsın
elbisesinin dikimini bozar, elbise sahibi de bunu bildiği halde, o elbiseyi
.alıp lji\ cr^o; o ter/iye tazminat gerekmez. Kerderi'nin Vecizi'nde de
böyledir.
Bir adam, başka
birinin toprağını kaldırdığında; bu toprağın o yerde kıymeti olmadığı hâlde,
alınması o yere noksanlık vermekte olursa; o noksanlığı tazmin eder.
Eğer bir noksanlık
vermezse; bir şey gerekme/ ve o çukuru doldurması da emredilmez. Her ne kadar,
bazı âlimler: "O çukuı u doldurur.11 demişlerse de hüküm böyledir.
Eğer toprakta bir
kıymet varsa, onun kıymciıni uı/ııun Aİeı.
Bir.kimse, başka
birinin ara/isine bir kuyu ka/aı: o kııyı- ıi.ı o Sc zarar verirse; noksanını
la/min;ıt uerckiı.
Şayet bir zarar
vermezse; bir şey gerekmez. Zehiyrc'de de böyledir.
Bir sarraf, dirhemleri
sahibinin izniyle bozduğunda; onîardan bir dirhem düşerek kırıhrsa; tazminat
gerekmez.
Muhiârü'l-Fetâvâ'da
şöyle zikredilmiştir.
Eğer dirhem sahibi ona
bozmayı emreylemişse; tazminat gerekmez.
Eğer, bunu
emreylememiş olduğu hâlde insanlar o dirhemlerin bozulduğunu biliyorlarsa,
tazminat gerekmez. Ancak biliniyorlarsa, tazminat gerekir. Sirâcü'l-Vehhâc'da
da böyledir.
Bir adam, başkasının
etini onun izni olmaksızın pişirirse, onu tazmin eder.
Eğer et sahibi, eti
kazanda görür ve onu ocağa kendisi koyup, altına da odun kor; diğeri de gelip,
o ateşi yakar ve et pişerse; istihsânen tazminat gerekmez.
Bu cins mes'eleler beş
nevidir.
Birincisi, yukarıda
zikretitiğimiz mes'eledir.
İkincisi: Bir adam,
diğerinin buğdayını izinsiz öğütürse tazminat gerekir. Şayet buğday sahibi
buğdayı merkebe yükletir; diğeri de gelip onu alır ve değirmene götürür, un
yaparsa tazminat gerekmez.
Üçüncüsü: Bir adam,
diğerinin testisini izinsiz olarak kaldırır ve o kırıhrsa onu tazmin eder.
Şayet testi sahibi, o
testiyi bizzat kendisi kaldırır ve ona bir adam gelip yardım eder ve onun
üzerine kaldırırken, testi kırıhrsa; aralarında kırılmış olur. Tazminat
gerekmez.
Dördüncü mes'ele: Bir
adam, sahibinin izni olmadan, hayvana yük yüklediğinde, o hayvan zayi olursa;
tazmin eder. Eğer o hayvana, kendisi biner veya yük yükletir ve sonra, yolda o
yük düşer; başka bir adam da gelip, izinsiz olarak, o hayvanı zayi ederse; onu
tazmin etmesi gerekir.
Eğer hayvanın üzerine
bir şey yükletir ve o yük yolda düşer; bir adam da gelerek, onu sahibinin izni
olmadan, kendisi taşır ve o, onun yanında zayi olur; hayvan da ölürse; tazminat
gerekmez.
Beşinci mes'eie: Bir
adam başkasının izni olmadan, onun kurbanını, —bayram günlerinin haricinde—
keserse; bu caiz olmaz ve tazminat gerekir.
Şayet bayram
günlerinde keserse, caiz olur ve tazminat gerekmez. Çünkü burda izin delâleten
sabittir.
Bu mes'elelerde
delâlet vardır; delâlet —her ne kadar sarahat olmasa bile— itibarı gerektirir.
Onun hilffına bu böyledir. Zehıyre'de de böyledir.
İmâm Muhammet)
(R.A.)'in söylediği mes'ele, Müzâraat Şerhinde bu mes'ele gibidir.
Şöyleki: Bir adam,
evini yıkma işine hazır iken, başka birisi gelip, onun izni olmadan, o evi
yıksa; istıhsânen bir tazminat gerekmez. İşte bu, bu cins mes'eleler dendir.
İnsanların, onda ayrılık içinde olmadıkları, her işte —insanların her birinden,
delâleten— yardım sabit olur; birşey gerekmez. Fakat yardıma ihtiyaç olmayan
işlerde, (Meselâ: Bir adam yüzmek için koyunu bir yere asmış, başka birisi de
gelip —izin almadan— onu yüzmüş.) ona tazminat gerekir. Muhıyt'te de böyledir.
Bir kasap, bir koyun
satın alır; başka bir adam da gelerek onu boğazlarsa; eğer kasap, onu tutmuş ve
boğazlamak için ayağını bağla-mışsa; onu boğazlayana tazminat gerekmez. Eğer
bağlamamış ise, tazminat gerekir. Suğrâ'da da böyledir.
Bir adam, bağında veya
tarlasında, kendisine yani ziraatına zarar vermiş olan bir hayvan bulup, onu
hapseder ve bu hayvan orada ölürse; tazminat gerekir.
Eğer onu çıkarıp,
dışarı sürer ve o da ölürse; tazmin eder. Eğer çıkarır da sevk etmezse,
tazminat gerekmez. Keza hayvanı bir başkasının mezruatından çıkarır ve onun
mezru-atı emin olacak bir yere sürerse; kendi tarlasından çıkaemiş gibi olur.
Âlimlerin ekserisi şöyle buyurmuşlardır. O hayvan, sürüldüğü yerde ölürse;
sürene tazminat gerekir. Fetva da bunun üzerinedir.
Bir adam, kendi
tarlasında bir hayvan bulur ve onun üzerirv binerek, koşturur; oda ölürse;
tazmin eder.
Keza, onu çıkardıktan
sonra, çok uzaklara sürerse; tazminat gerekir.
Bir başkası çıkarmış
olursa; tazminat gerekmez. Hızânelü'I-Müitm'de de böyledir.
Bir çoban, sürüsünde
yabancı bir inek gördüğünde, onu sürüden çıkarıp, sürse tazminat gerekmez.
Ancak* uzaklara sürerse, tazminat gerekir. Fetâvâyi Kübrâ'da da böyledir.
Bir adam, tarlasında
bir hayvan bulup, onu çıkarır ve sahibine vermek niyetiyle sürer; o da yolda
yorulur veya ayağı kırıhrsa; tazminat gerekir.
Ebû'1-Leys: "Biz,
bunu kabul etmeyiz; ancak Muhammed bin Hasamdan gelen rivayeti kabul ederiz,
ö:" Ta;:minat gerekmez; buyurmuştur. Demiştir. ZatiSyriyye'de de böyledir.
Bir adam, ekininde bir
sığır bulur ve "onun zarar verdiğini" sahibine söyleyip,
"sığırını çıkarmasını" sığır sahibinden isterse; bu durumda hayvan
sahibine bir tazminat gerekmez. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, diğerinin
izni olmadan, onun eşeğini yabana sürer ve onun sıpasını kurt yer veya sıpa
zayi olur; eşek geri gelirse; eşeği sıpa-sıyla birlikte sürmüş olması hâlinde
tazminat gerekir.
Şayet sıpa
kendiliğinden gitti ise, tazminat gerekmez. Kerdeiî'nin Ve cîzi'nde de
böyledir.
Çoban, hayvanlarını
tarlaya yakın götürür; hayvanlar da ziraatı tahrip ederlerse; çobana tazminat
gerekir. Fıısûlü'l- İmâdiyye'de de böyledir.
Bir adamın hayvanı,
—sahibi sürmeksizin— gece veya gündüz çıkıp gider ve başka bir adamın zirâatına
zarar verirse, tazminat gerekmez. Bu bize göre böyledir. Serabâ'nin Muhıyü'ndc
de böyledir.
Bir adam, arazisini,
tohumunu ve öküzlerini ziraat için bir başkasına verir; ziraatçı da öküzleri
çobana teslim ettiğinde onlar zayi olursa; tazminat gerekmez. Çobana da
tazminat gerekmez. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.
Bir adam, arazisini
sulamak istediğinde; diğer biri, ona mâni olur ve.o mahsûl zayi olursa;
tazminat gerekmez. Hulâsa'da da böyledir.
Bir adamın davar
ağılına, başka birisi bir koyun bağlar; ağıl sahibi de onu ordan çıkarırsa;
tazminat gerekir. Fetâvâyi Imâdiyye'de de böyledir.
Borçlu bir adam,
alacaklısına, ona borcunu vermek için gelir ve ona, satıp parasını almak üzre,
bir mal verir; o mal da satılmadan önce, alacaKİımn yanında.helâk olursa;
borçlunun malı olarak ölmüş olur; borç üzerinde kalır. Çünkü, bu durumda
alacaklı, onu satmak için borçlunun vekili olmuş olmaktadır.
Şayet borçlu malı
verince, hiç bir şey söylememiş ve onu da alacaklı almış olsaydı; sonra da:
"sat da parasını ver." diye geri borçluya verseydi; oda borçlunun
yanında zayi olsaydı. îşte o zaman alacaklının malı olarak zayi olmuş olurdu.
Çünkü alacaklı,
alacağını almış ve borçluya "geri sat." diye verince, onu vekil
etmiş olurdu.
Vekilin yanında zayi
olan; asilin yanında da zayi Olmuş, gibi olur. Fctâvâyi Kâdftân'de de böyledir.
Bir adam, başka
birinin cariyesine cima eder ve bu câriye o cir madan dolayı ölürse, onun
kıymetini, cima yapan şahıs öder.Tatarbâ-niyye'de de böyledir,
Bir kedi, birinin
güvercinini öldürse tazminat gerekmez. Yani kedi sahibi, güvercinin bedelini
ödemez. Müzmerâf ta da böyledir.
Bir adam kedisini
yakalayıp, onu başka birinin güvercin veya tavuğunun üzerine atar; kedi de onu
tutup yerse; âlimler: "Şayet kedinin sahibi, kediyi kasden tutup attı ise,
tazminat gerekir. Eğer kediyi önce atar, sonra onu geri tutar; daha sonra da
kediyi bırakırsa, tazminat gerekmez." demişlerdir. Felâvâyi Kâdihân'da da
böyledir.
Bir adam, başkasının
kurdunu veya aslanını öldürse tazminat gerekmez.
Şayet maymununu
öldürürse bedelini tazmin eder. Çünkü maymun, bir kıymet taşıyan ve evde hizmet
eden köpek gibidir. Serahsî'nin Muhıy-tı'nde de böyledir.
Bir adam, birinin
domuzunu veya şarabını telef ettiğinde, onun sahibi, müslüman ise, öldürene
—telef edene— tazminat gerekmez. Telef eden, ister müslüman olusun; ister
olmasın, fark etmez.
Eğer içkisi veya
domuzu zayi olan şahıs zimmî ise, telef eden şahıs onların kıymetini öder.
İTm^slüman veya
zimmî/^^^^^^ şarabım te-lef ettikten sonra, o zimmî müslüman olur ve o zaman
tazminat isterse; tazminat gerekir.
Bir zimmî, diğer bir
zimmînin şarabım telef ederse, aynısını ödemesi gerekir.
Sonradan, bu alacaklı
veya her ikisi birden müslüman olurlarsa,
her ikisi de
tazminattan berî olurlar.
Şayet, önce borçlu;
sonrada alacaklı müslüman olur veya bu müslüman olmazsa; İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'dan gelen bir rivayete nazaran ve İmânı Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, içki
vermediği gibi kıymetini de ödemez. Bu, ödemeden önce müslüman olunca
böyledir. Hâvî Şerhı'nde de böyledir.
Bir adam, kasden
besmelesiz kesilen .bir hayvanın etini telef ederse, tazminat gerekmez.
Tatarhântyye'de de böyledir.
En doğrusunu bilen
Allah Teâlâ'dır. [5]
İmâm Ebû Yûsuf (R.A)
şöyle buyurmuştur: Bir adam diğerinin sarığını yırtıp, sonrada onu yamasa; bu
durumda, sarığın yırtılmadan önceki değeri ile yırtıldıktan sonraki kıymetine
bakılır ve aradaki fazlalık tazmin edilir.
Bir adam, kendi
mülküne bir kuyu kazar; bir başkasıda onu, toprağı ile geri doldurursa; bu
durumda kuyunun kazılmış hâli ile kazılmamış halinin arasındaki fark tazmin
ettirilir. Veya o şahıs, doldurduğu toprağı geri çıkarması hususunda cebredilir.
Eğer kuyu sahaya kazılmış; ve su çıkmamışsa, onu doldurana bir şey gerekmez.
Şayet su çıkmış ise, kuyu sahibi tazminat almayı hak etmiş olur. Kuyuyu
dolduran şahıs, aradaki farkı tazmin eder, SerahsPnin Muhıyö'nde de böyledir.
Bir adam, diğerinin senedini
veya yazılı bir hesap defterini yırt-sa, âlimler: "Tazminat gerekir."
demişler ve "Esahh olan, yazılı olan kıymetini öder." buyurmuşlardır.
Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimse, diğerinin
tef, saz, davul, zurna, gibi çalgı âletini kırarsa, İmâmeyn'in kavline göre,
kıranın tazminatta bulunması gerekmez. imâm Ebfi Hânîfe (R.A.)'ye göre ise
tazmin eder. Ancak, imâmın (= devlet başkanının, yetkilinin) emriyle kırarsa,
tazmin etmez. Sadra 1-İslâm "Fetva, İmâmeyn'in kavli üzerinedir. Çünkü,
insanlar arasında fesâd yaygınlaşmıştır." demiştir. Şeyhû'I-İmâm
Fahrûl-İslâm. Câmiu's-Sağîr Şerhin de şöyle buyurmuştur: Ebû Hanîfe (R.A)'nin
kavli kıyas; İmameyn'in kavli ise istihsândır. Sadrû'l-İslâm şöyle buyurmuştur:
Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre tazminat gerekince, onu fayda temin edecek bir
imkana sahip edecek şekilde tazmin etmek gerekir. Bundan dolayı tavla ve
satranç aletleri bunun hilafınadir. Çünkü, bu şeyleri terazi taşı —tartı
aleti— yapmak imkânı yoktur. Kadûrî'de şöyle zikredilmiştir; Ud ve saz gibi
şeyler oyulmuş ağaç halinde tazmin edilirler. Müntekâ'da şöyle zikredilmiştir:
Bunların tahta olarak kıymeti tazmin edilir. Muhiyt ve Zehıyre'de de böyledir.
Çocuklar için çalınan
davul hilafsız olarak tazmin edilir. Tatarhâ-niyye'de de böyledir.
İmâm Muhammed (R.A.),
buyurmuştur:
Bir müslüman
nakışlanmış bin haçı telef ederse, ^-nakışsız ve şekilsiz olarak— mâdeninin
kıymetini tazmin eder.
Eğer başı kopmuş bir
heykeli tazmin ederse, onun kıymetini nakışlı olarak öder. Çünkü o haram
değildir ve nakışlı (= süslü) bir ağaç hükmündedir.
Bir adam, üzerinde
erkek resimleri bulunan nakışlı bir sergiyi yakarsa; onu nakışlı olarak tazmin
eder. Çünkü aıyak altında tepelenen resimli şeyler haram değildir. Serahâ'nin
Muhıyö'nde de böyledir.
Hişâm şöyle demiştir:
İmâm Mnhammed (R.A.)'e
sordum:
—Bir adam, üzerinde
nakışlı rgsim bulunan bir kapıyı yaksa, ne olur?
İmâm şu cevabı verdi:
—Resimsiz ve nakışsız
olarak kapıyı tazmin eder. Şayet kapı sahibi resmin başını kesmişse —nakışlı
bir ağaç gibi— nakışlı kapıyı tazmin eder Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam boya ile
yapılmış resimli bir binayı yıksa, binanın kıymetini ve boyanın kıymetini
resimsiz olarak öder. Çünkü evde resimler menhiyyattandırlar.
Sirâcü'l-Vehhac'da da böyledir.
Bir adam., üzerinde
resim bulunan gümüş bir kabı kırıp telef ederse; onun resimsiz hâlinin
kıymetini öder. Eğer resmin başı yoksa o hâldeki kıymetini öder.
Hizânetü'l-MüfüVde de böyledir.
Bir adani şarkıcı bir
cariyeyi öldürse, şarkı bilmeyen câriye kıymetini öder. Ancak onun şarkı
söylemişi kıymetini eksiltiyor ise, o takdirde öylece ödeme yapar. Çünkü,
şarkı söylemek, ma'siyettir; caiz değildir. Kıymetini azaltıyorsa o bir
kusurdur. O takdirde, yan kusurlunun yerine kusursuzu öderse gasbedenin hakkı
zayi olmuş olur. Sirâcü'I-Vehhâc'da da böyledir.
Şayet câriye sesi
güzel biri olduğu hâlde, şarkı söylemiyor ise, —güzel sese ve çehreye sahibse,—
onun mislini veya kıymetini tazmin eder.
Güvercin, uçarken çok
dönen bir güvercin ise, ona.göre kıymeti ödenir.
Uzaktan gelen
güvercinin kıymetine itibar edilmez.
Yarış atı da kıymetine
göredir.
Talimsiz olan
hayvanların kıymetlerinde fark gözetilmez. MuhiyC-te de böyledir.
Bir adam vuruşkan bir
koçu veya dövüşken bir horozu telef ey-lese; o sıfatta ödeme yapmaz. Çünkü,
onları vuruşturmak, dövüştürmek haramdır. Menfaatide mubah ve helâl olan bir
şey değildir. Serahsî'nin MuhıytTnde de böyledir.
Bir adam, ceviz
ağacının yaş ve küçük cevizlerini telef ederse; o ağacın cevizli olduğu haldeki
kıymeti ile cevizsiz olduğu hâldeki kıymetleri arasındaki farkı öder.
Çiçekli ağaç da
böyledir. Çiçekli hâlindeki kıymeti ile, çiçekleri dökülmüş olduğu hâldeki
kıymeti arasındaki fark, çiçekleri döken şahsa ödettirilir. Zahîyriyye'de de
böyledir.
Bîr adam, bir ağacın
dalım kesse (kırsa); kırdığı dal, kıran şahsın olur ve o ağacın tamamının
noksanlığını-tazmin eder.
Eğer yalnız dalın
noksanlığını öderse, o dal ağaç sahibinin olur. Mül-lekıt'ta da böyledir.
Bir adam, diğerinin
bağındaki çubuğu koparsa; telef ettiği kadar kıymetini öder.
Bunu tesbit etmenin
yolu şöyledir:
O bağ, ağaçlarıyla ne
kadar menfaat veriyordu; ağaçları yok olunca hâli ne oldu? İşte aradaki o fark
tazmin edilir.
Bundan sonra bağ
sahibi muhayyerdir: İsterse, koparılan ağaçları koparana verip kıymetini alır;
isterse, onları kendi alır ve o nisbette az ödeme yaptırır.
Sahibinin izni
olmaksızın, bir adamın evinde, bîr ağacını kıran kimse hakkında ev sahibi
muhayyerdir: İsterse, o ağacı, o adama verip, kıymetinin tamamım ahr.
Bunu tesbit etmenin
yolu:
O ağaç var iken, evin
kıymeti ne idi; yok olunca ne oldu? İşte aradaki fark ödenir.
Eğer o ağacı vermez
İse, onun kıymeti kadar tazminatı eksiltir. Kübrâ'da da böyledir.
Bir adam, diğer
birinin ormanından bir ağaç kesip, onu itlaf ederse, sahibine onun, odun
olarak kıymetini tazmin eder. FüsûIü'Mmâdiyye'de de böyledir.
Bir adam, yanan
tennurun {= tandırın, ocağın) başına gelip, içine su dökerse, verdiği zararı
tazmin eder.
Nâtifi'nih Vâkıât
isimli Kitabı'nda §öyle zikredilmiştir: Bîr adam, birinin fırınının ağzım açar
ve o fırını soğutursa, fırını ısıtacak kadar odunun kıymetini öder.
Fırını icarlayan şahsa
sorarak, \$u fırının, söndüğü müddette ne kadar menfaati zayi olmuşsa, onu
tazmin etmek de mümkündür. Muhıyt'-te de böyledir.
Bir adam fırının ağzım
açıp, onu soğutursa; onu ısıtacak kadar odunun kıymetini tazmin eder.
Fahnıddin Kâdîhân:
"Sahih olan, icarcıya önce ısınmış fırınla, ikinci defa ısınma arasındaki
farkı ödemektir." demiştir. Uimm'dc de böyledir.
Bir adam, diğerinin
dikilmiş gömleğini sökerse; dikilmiş halindeki kıymeti ile, sökülmüş hâlindeki
kıymetine bakılır ve aradaki fazlalık söken şahsa ödettirilir. Fetâvâyi
Kâdîhân'da da böyledir.
Bir adam, bir
baskısının özel kuyusuna pislik atarsa; o kuyuyu temizlediği gibi, bundan
başka, o kuyunun noksanlığını da tazmin eder.
Kuyu, umuma âit bir
kuyu olursa, "onu temizlemesi" emredilir. Yâni o şahıs bu kuyunun
suyunu tamamen boşaltıp temizler. Gınye'de de böyledir.
En doğrusunu Allahu
Teâlâ bilir. [6]
Bir başkasının malını
gasbeden bir kimse; gasbettiği malı, kendi malına veya başka birinin malına
karıştırsa; burada iki durum söz konusu olabilir:
a-) Bu
şeyleri iç içe katmış olabilir.
b-) Bu
şeyleri yan yana koymuş olabilir.
Şayet iç içe katmışsa,
bunda da iki durum söz konusu olabilir.
1-) Bunların
birbirinden ayrılması mümkün olabilir.
2-) Bunların
birbirinden ayrılması, mümkün olmayabilir.
Aralarını ayırmak
mümkün olmayan şey, ceviz yağım, bezir yağına karıştırmak veya arpa ununu,
buğday ununa karıştırmak gibi..
Bu takdirde, onları
karıştıran kimse, bi'1-icma, o mal sahibinin malını tazmin eder. (= öder)
Şayet seçmek imkânı
varsa (bir cinsin, aynı cinse katılması meselâ: Buğdayı buğdaya; sütü süte
katmak gibi) bu durumda, İmâm Ebû Hatıîfe (R.A.)'ye göre, buğdayı kadar buğday,
sütü kadar da süt verir.
İmâmeyiTe göre ise,
mal sahibi muhayyerdir: Dilerse, hakkının mislini ödetir; dilerse, o katışmış
şeye ortak olur ve hakkı kadarım alır.
Yan yana katmaya
gelince buda iki nevidir.-
a-) Bunlar,
birbirinden zahmetsiz seçilip ayrılabilir.
b-) Bunlar,
birbirinden zahmetli olarak seçilebilir.
Şayet, zahmetsiz
meşakkatsiz seçilen cinsten ise (dirhemleri dinarlara; beyazı siyaha katmak
gibi...) onu, katan şahıs tazmin etmez. Mal sahibinin malını seçip, kendisine
aynen verir.
Meşakkatli seçmeye
gelince, (buğdayı, arpaya katmak gibi) d-Asl'da: "Bu durumda, katan şahıs
mal sahibinin malım tazmin eder." denilmiş ve mal sahibinin muhayyerliği
söylenmemiştir.
Bundan sonra ihtilaf
vardır. Bazı âlimler: "Bu kavil İmâmeyn'in kavlidir." demişlerdir.
İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre, mal sahibi ortak olamaz. Çünkü buğday taneleri, arpadan hali
olmazlar.Katan zat, mal sahibinin neyini kattı* ise, onun mislini ona tazmin
eder. Ve, katıştırdığı şey kendisinin olur.
Bir kısım âlimler de:
"Mal sahibi muhayyerdir. Bu kavil bi'l-ittifaktır." demişlerdir.
Diğer bazı âlimler
ise: "Sahih olan, ona ortak olmamasıdır. Bu görüş, bil-ittifak
böyledir." buyurmuşlardır.
Bir adam, birinin
buğdayını diğerinin arpasına karıştırıp, kendisi de kaybolursa, aralarında anlaşma
yaparlar ve o mahlutu (= karışmış şeyi) birisi alır; diğerine malının
kıymetini veya o kadar ölçeğini verirse, işte bu.caizdir. Çünkü karışmış şeye
ortaktırlar. .
Ortakların, karışmış
şeyi birbirinden satın almaları caizdir. Şayet anlaşmakdan kaçınırlarsa, o
mahlut satılır; buğday sahibi, buğday hissesine düşeni arpa sahibide arpasına
düşen hisseyi alırlar.Serahsî'nin Mu-hıylı'nde de böyledir.
Hişâm, Müntekâ'da İmâm
Mu hanı m td (R.A.)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir.
Bir adamın yanında kavrulmuş
un, diğerinin yanında da yağ veya zeytin yağı bulunduğunda; birisi, onları
birbirine katsa; bu takdirde se-vik (- kavrulmuş un) sahibi, yağ sahibine,
yağının bedelini öder. Mu-hıyt'te de böyledir.
Bir adamın alçısı,
diğerinin ununa karışır ve bunda ikisinin de kabahati olmazsa; bu karışım, o
hâlde satılır ve her biri malının kıymetini alır.
Noksanhk olursa, ikisi
de suçsuz olduğundan hiç birine tazminat gerekmez. Felâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir.
Bir adam, eski
buğdayı, yeni buğdaya karıştırınca; eski buğdayın sahibi, yeni buğday
sahibine, benzerini tazmin eder.
Eğer dökülen buğday az
ise, kattığı kadarına ortak olur.
Kudûrî'de şöyle
zikredilmiştir:
Bir adam, buğdaya su
dökerek onu ifsad eder ve ölçüsünü artırır-sa, buğdayın sahibi, su dökülmeden
önceki kıymetini, ona ödetir. Onun mislini tazmin ettirmez.
Keza, bir kimse zeytin
yağına su katsa veya zeytin yağını suya dökse; mislini değil de kıymetini
borçlanır; mislini borçlanması caiz olmaz. Çünkü bu bir gasp değildir.
Şayet önce gasbetmiş,
sonra da onun üzerine su dökmüş olsaydı, mislini ödemesi gerekirdi.Muhıyt'te de
böyledir.
Bir kimse, taze
dirhemleri, zayıf dirhemlere kattığında, bu şahıs taze dirhemleri tazmin eder.
Tazeyi, zuyûftan ayırmayı bilirse, bu biraz zordur. Şayet ayırım yapamaz ise, tazminatta
bulunur.
Ancak, tazenin taze;
zayıfın zayıf olduğunu bilirse, —karışanların zayi olmaması halinde— o takdirde
tazminatta bulunmaz.Seraha'nin Mu-hiyü'nde de böyledir.
Bir adamın elinde
bulunan dirhemlere bakılırken, onların bir kısmı, başka birinin dirhemlerinin
içine düşer ve karışır; dirhemlerine karışan şahıs da, onu gasbederse; her ne
kadar kasd olmasa bile bu bir cinayettir; tazminatı gerektirir.Zahiriyye'de de
böyledir.
Bir kimsenin turuncu,
diğerinkine karışsa, hangisininki çoksa; o diğerinkİni öder. Onunkide
diğerinkine karışsa, hiç birine muhayyerlik yoktur; her biri, diğerinkinin
kıymetini öder.Muhiyt'te de böyledir.
Bir deve, inciyi
yutar, o incinin kıymeti de deveden fazla olursa incinin sahibi, devenin
kıymetini verir.
Şayet incinin değeri
az bir şeyse, deve sahibine bir şey gerekmez.
Bir adam, diğerinin
incisini yutar ve ölürse; ölen şahıs geride mal bırakmışsa, incinin bedeli
ondan ödenir.
Eğer mal bırakmadı
ise, karnı yarılıp inci alınmaz.
Bir adam, başkasının
incisini yutar ve kendisi sağ olursa; onu öder; onu çıkarmasına bakılmaz.
Kabak teveği birinin
mülkünde biter tanesi de başka birinin mülkünde olur ve kabak orda büyür; onu
koparmadan ordan çıkarmak zor olursa; bu da tavuğun yutmuş olduğu inci gibidir;
duruma bakılır: iki malın hangisinin kıymeti daha çoksa, o diğerinin kıymetini
tazmin eder ve o, kendisinin olur.
Eğer kıymetini
ödemekden kaçınırsa, o satılır; parası ikisinin arasında taksim
edelir.Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir müste'cirin,
sevdiği bir şey, icarladığı evde bulunur; onu da duvarı yıkmadan çıkarma imkânı
olmazsa; duruma bakılır; Hangisinin kıymeti fazla ise, ona göre hareket edilir;
ya duvar yıkılır ve bedelini, yıkan öder veya o şey çıkarılmaz; bedelini ev
sahibi öder ve o onun olur.Muhiyt'te de böyledir.
Bir dirhem veya bL
inci bir mürekkep hokkasına düşer ve hokkayı kırmadan onu çıkarma imkanı
olmazsa; bu iş hokka sahibi tarafından yapılmış olması halinde, düşen şeyin
kıymeti hokkadan fazla ise, o kırılır ve düşen şey çıkarılır. Bu durumda
dirhemi veya incisi düşen Şahsa tazminat gerekmez.
Şayet düşüren şahıs
dirhemin veya incinin sahibi ise, hokka kırılır ve düşüren şahıs hokkanın
kıymetini tazmin eder. Dilerse hokka kırılana kadar
sabreder.Cevheretü'n-Neyyire'de de böyledir.
Bir adamın hayvanı,
başını birinin kazanının içine sokar ve kazanı kırmadan, onu çıkarma imkanı
olmazsa; hayvan sahibi kazan sahibi ile birlikte bakarlar. Hangisinin kıymeti
daha fazla ise, o diğerinin bedelini öder.
Eğer kıymetleri
müsavîise, ikisini de satıp parasını aralarında pay ederler.
İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)
şöyle buyurmuştur:
Bir adamın incisi
birisinin ununun içine düşse; şayet onu karıştırarak; inciyi aramak una zarar
verirse, o karıştırılmaz. Önce un satılana kadar beklenir.
Eğer onu karıştırarak,
inciyi aramak zarar vermiyorsa, Bişr"îndyi arayıp bulmayı"
emreylemiştir. Fetâyî Kâdîhâii'nda da böyledir.
Bir adam, deve
yavrusunu birine emânet bıraktığında, o emânet bırakıldığı yerde büyür ve
kapaıyı sökülmeden çıkamaz olursa; isterse ev sahibi deve yavrusunu emânet
aldığı günün kıymetini öder ve onu ordan çıkarmaz; isterse, kapıyı söker;
çıkarıp, sahibine verir.
Sadrü'ş-Şehîd, Vâkıat
Kitabı'nda şöyle buyurmuştur: Bu Meseleye açıklık getirmek gerekir: Eğer
devenin çıkarılması için, sökülecek yerin kıymeti deveden fazla ise, deve
çıkarılmaz.
Fakat devenin kıymeti
fazla olur ve ev sahibi de kapısını söktür-mekten kaçınıyor, buna razı olmuyor
ise deve sahibine emredilir ve o yıkılan yerin aynısını tazmin etmek suretiyle
devesini çikarır.
Hitan Kitabı'nda şöyle
zikredilmiştir:
Bu, deve yavrusunu
emânet eden şahıs onu oraya girdirdiği zaman böyle olur.
Şayet ev sahibi onu
ariyet olarak almış ve oraya kendisi girdirmiş; o da orda büyümüş ise, deve
sahibine: "İmkânın varsa deveni çıkar; yoksa boğazla ve parça parça
çıkar." denilir.
Bu, deve olmaz da
katır veya merkep olur ve kapının sökülmesi fazla zarar verirse cevap aynıdır.
Az zarar veriyorsa,
kapıyı söküp bedelini öder. Bu istihsandır.Mu-hiyt'te de böyledir.
Nâtifi'nin Vâkıâü'nda
şöyle zikredilmiştir:
İki adamın her
birisinin, birer adet buz haneleri vardır. Birisi diğerinin buzluğundan buz
alarak, kendi buzluğuna koyduğunda burda iki durum vardır.
a-) Aldığı
buzu, ihtiyaca binaen alıp bir yere koymuş olabilir.
b-) İhtiyacı
olmadan almış olabilir.
ihtiyacı olmadan almış
olursa, onu ayira bilirse ayırıp geri verir. Değilse kıymetini tazmin eder.
İkinci halde de iki
cihet vardır:
a-) Buzu
buzluktan almış olabilir.
b-) Büzü,
dışardan almış olabilir.
Dışardan aldı ise, bir
şey gerekmez. İçerden aldı ise onu tazmin eder, (= öder) Talarhâniyye'de de
böyledir.
Bir adam malını,
başkasının malına karıştırırsa; onu tazmin eder.
Yalnız, üzerinde borç
bulunan bir köleye, efendisi bin dirhem vererek, "onunla eşya
almasını" söyler; o kölede o dirhemleri, kendi dirhemlerine katar; sonra
da hepsiyle birlikte eşya alırsa; o takdirde, alınan eşya efendisiyle kendi
arasında ortak olurlar.
Binü Seınâa, İmâm
Muhammed (R,A.)'in-şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: Bir adam, diğer bir
adama, iki dirhem verir; bir dirhem de başka biri verir ve "bunları,
birbirine katmasını" söyler; o da öyle yaptıktan sonra; bunlardan birini
kalp bulursa; kendisine inanılan şahsın sözü geçerli olur.
Şayet kendisine
emniyet edilen zat: "Ben, bunun kime ait olduğunu bilemiyorum"
derse; o takdirde, o emin olan şahıs, onu öder.
Dirhemleri ikisinin
emriyle katmış olması hâli mestesnâdir.Serahsî'-nin. Mııliytı'nde de böyledir. [7]
İmam Kerhî şöyle
buyurmuştur:
Mağsûbün minh (= malı
gasbedilen şahıs), o mağsûb (= gasbedi-len şey) hakkında, bir ihdasta
bulunursa; kendisi de, bu yüzden gâsıp (= gasbedici) olur. Çünkü, bu iş
başkasının mülkünde vâki olmuş olur.
Bu durumda, gasbedilen
mal, geri alınmış olur. Ve önceki gâsıp, tazminattan berî (= kurtulmuş) olur.
Keza, mağsûb {-
gasbedilen şey) hizmet eden bir köle ise, hüküm yine böyledir.
Çünkü bu, gasb mahalli
üzerinde elde olduğunu isbat ölür.
Şayet bir hâdise ihdas
ederse, o yüzden ğasıb olur.
Mâlikinin, memlûkûnu
(efendinin, kölesini) almış olması, gâsıbtan tazminatı düşürür. İster bilsin,
isterse bilmesin fark etmez.
Zira hüküm bilgi
değil, sebeb üzerine bina edilir.
Bu durumda gâsıb,
önceki gasp sebebiyle gasıp olmaz. Ancak, önce ğasbı ihdas etmiş olur.
Keza şayet gâsıp, bir
kimsenin elbisesini giydikten sonra, elbise sahibi,onu geri alıp giyer ve o
eskir, yırtılırsa;—tanısın veya tanımasın— önceki gâsıba tazminat gerekmez.
Keza, ikinci gâsıp,
elbiseyi asıl sahibine satar veya bağışlar; 6 da onu giyer ve eskitirse;
—tanısın veya tanımasın— yine, önceki gasıba tazminat gerekmez.
Keza, bir kimse, bir
yemeği gasbettîkten sonra, onu mağsûbün minh'e yedirse; —tanısın, tanımasın— bu
durumda da gâsıba tazminat gerekmez.
Keza, mağsûbün minh,
gâsıbın evine gelip mağsûbu bizatihi yerse; —onun, kendi malı olduğunu bilsin
veya bilmesin— bu durumda da gâsıp tazminattan kurtulur.
Bir gâsıp, unu ekmek
yaptıktan veya eti kızarttıktan sonra, onu, mağsûbün minh'e yedirirse,
tazminattan berî olmaz. Çünkü o, mağsûbün minh'in eline aynı hâlde verilmiş
olmadı.
Gasbedilen bir
cariyenin, gözünün biri kör olur veya gasbeden şahsın yanında iken dişi çıkıp
düşer; sonra da gâsıp, onu Öylece geri verir; bilâhare de, o cariyenin gözü
malsahibinin yanında açılır ve dişi yeniden çıkarsa; bu durumlarda gâsıp
tazminattan berî olur. Zehıyre'de de böyledir.
Bir adam, bir köle
gasbettiğinde, onun gözüne boz iner ve onu tekrar sahibine iade edip,
tazminatını da verdikten sonra, kölenin sahibi, o köleyi gâsıba satar; onun
yanında iken de gözündeki beyazlık zayi olursa; daha önce tazmin eylediği
miktar için, Müracaat edip, onu kölenin efendisinden alır. Çünkü cinayet zail
olmuştur. Zahîriyye'de de böyledir.
Bir adam, bir evi
gasbettîkten sonra, o evi, sahibinden icarlar ve bu ev ikisinin de yanında
olmazsa; gâsıp tazminattan kurtulamaz.
Şayet içinde oturuyor
veya orda oturmaya gücü yetiyorsa üzerine icar vacip olacağından tazminat
gerekmez. Kederinin VecbPnde de böyledir.
Bir gâsıp,
gasbeylediği köleyi, sahibinden belirli bir duvar yapmak için icarlarsa;
yaptığı duvarın ücreti alınana kadar, köle tazminat altındadır. Efendisi,
ücretini alınca, gâsıp tazminattan kurtulur. Kendisine hizmet için icarlasa
yine böyledir. Ücretini verince, tazminattan berî olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir.
İmâm Mubammed (R.A.),
Cftaİ'de şöyle buyurmuştur:
Bir adam, diğerinin
kölesini gasbettiktan sonra, onu efendisinden icarlasa; bu icar sahih ve
kendisi müste'cir olur.
Onu îcâre hükmüyle
almış olduğundan, tazminat gerekmez.
Çünkü onu alması,
icâreye nâib olarak alması demek olur. (Satın almaya naip olma gibi...)
îcâre hükmüyle alınca
da emin olmuş olur ve tazminat kalkar ve bir daha avdet eylemez.
Şayet, o köle, icâre
müddetinde ölürse, emânet olarak ölmüş olur. Ve gasbeden şahsın, geçen müddetin
icarım vermesi gerekir. Kalan günler, icâreden düşülür.
îcâre müddeti geçer ve
köle hayatta olursa; tazminat olarak iade edilmez; normal olarak dönmüş olur.
Müntekâ'da şöyle
zikredilmiştir:
Bir adam, diğerinin
kölesini gasbettikten sonra; onu, mağsûbün minhten, her hangi bir iş yapmak
üzere icarlarsa; efendisi, onun yaptığı işin ücretini alınca, gâsıp tazminattan
berî olur. Çünkü ücret, üzerine vâcib olmuştur. Zehıyre'de de böyledir.
Bir efendi, gasbedilen
kölesini, gâsıptan, ariyet olarak alsa; bu gâsıp, tazminattan berî olamaz.
Hatta bu efendi, o
köleyi çalıştırmadan önce ölse; gâsıbm onu tazmin etmesi gerekir.
Efendi, gasbedene:
"Gasbolunan şeyi sana iade eylemiştim." dedikten sonra, o şey helak
olsa; tazminat gerekir; Çünkü tazminattan kurtulmamıştı. Vedîa akdi, koruma
sözü, tazminata mâni değildir. Füsûlü'l-İmâdiyye'dc de böyledir.
Âlimler, şöyle
buyurmuşlardır:
Mağsûbün minh,
gasbedilen cariyeyi birine nikahlarsa; gâsıb tazminattan berî olur.
Bu, İmâm Ebû
Yûsuf(R.A.)un kıyâsıdır.
İmâm Ebû
Hanife(R.A.)nin kıyâsında beri olamaz.
Bu görüş ayrılıkları,
ahm-satımdaki ihtilaflarının fer'idir. Tezev-vüc ile teslim almış olur mu yoksa
olmaz mı? Fakat, kocası ona cİna yaparsa; bil-icma gâsip tazminattan berî olur.
Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.
Bir cariyeyi gasbeden
şahıs, o cariyeyi, mağsûbün minhten, bir iş öğrenmek üzere, icarlasa; bu caiz
olur ve bu câriye gâsibm elinde iken, —o işi ondan öğrenmeden önce veya sonra—
zâyı olursa; tazminat gerekir. Mağsûbeyi, elbise yıkamak için icarlasa da
böyledir. Seraha'nin Muhiyh'nde de böyledir.
Bir adam, diğerinden
bir kür buğday gasbettikten sonra, onu, mağsûbün minhe geri verip, ona:
"Bunu, benim için öğüt." der; 6 da onu üğüttükten sonra, o buğdayın
kendi buğdayı Olduğunu anlayıp, kendisinden gasbolunan onu alırsa; un, onun
olur.
Keza, bir adam,
diğerinin ipliğini gasbeder ve sonra da ona vererek: "Bunu bez
doku." der; o da, o ipliğin kendi ipliği olduğunu anlarsa; bez kendisinin
olur.
Keza, bir adam
diğerinin hayvanını gasbeder; sonra da, hayvanı gasbedüen şahıs ölür ve onun
vârisleri gelerek, onu gâsıbdan ariyet olarak alırlar; o hayvan da vârislerin
yanında ölürse; bu hâllerin hepsinde, gâsip tazminattan berî olur. Fetâvâyi
Kadfhftn'da da böyledir.
Gâsip, mağsûbu,
hâkimin emriyle satsa, tazminattan kurtulmuş olur.
Sahibinin emriyle
satması hâlinde de böyledir. Hizânetü'l-MüfuVde de böyledir.
Bir efendi gâsıba;
"gasbolunan kölesini satmasını" söylerse; bu sahih ve o gâsıp vekil
olmuş olur. Yalnız, söylemekle i azminattan çıkmış olmaz ve keza yalnız
satmakla da tazminattan çıkmış olmaz. Hatta, köle parasını teslim etmeden önce
ölürse; satış bozulmuş olur ve gâ-sıbın, kölenin kıymetini, sahibine vermesi
gerekir
Keza, mağsûbün minh,
mağsûbu, bizzat kendisi, —müşteriye teslim etmeden— satsa; gâsıp, tazminattan
kurtulmuş olmaz.
Sonra gâsıp, mağsûbün
minh'-in emriyle, mağsûbu satar; müşteri de, -^kusuru sebebiyle— mağsûbu,
gâsıbe geri verir ve eğer red, müşteri teslim aldıktan önce olursa; gâsıp, aynı
şekilde gâsıb halindedir.
Şayet, geri verme
müşterinin köleyi teslim almasından sonra ise, gâsıplık avdet etmez. Zehıyre'de
de böyledir.
Mal sahibi, gasbeden
şahsa, "gasbolunan koyunu, kurban
kesmesini" söylese; kestiği kurban, kurban olur; fakat, gâsıp tazminattan
kurtulmuş olmaz. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.
Gâsıp, gasbeylediği
şeyi sahibine verir; mağsûbün minh de onu aldığını, yazarsa; gâsıp,
—mutlaka-tazminat— tan kurtulmuş olur.
Hâher-Zâde,
Kitâbii'l-İkrar'da, bu mes'eleyi etraflıca yazmıştır. Mağsûbün minh, büyük ve
bulûğa erişmiş bir kimse ise, cevap yazıldığı gibidir.
Şayet küçük ise,
gâsıp, tazminattan berî olmaz.
Eğer, mağsûbün minh
tazminattan kurtulmuş izinli köle ise, yine böyledir; yâni gasıp olur.
Şayet izinli değilse,
gâsıp', tazminattan kurtulmuş olmaz.
Teslim almaya aklı
yetmeyen bir çocuk olur ve korumaya aklı yetmez ise, —gönderdiği, mağsûbu alsa
bile— gâsıp, tazminattan berî olmaz.
Şayet yeri değişmeden
önce (aynı meslişte) gönderirse; istihsânen gâsıp tazminattan kurtulmuş o,lur.
Eğer sabî, hem almaya,
hem de muhafaza etmeye aklı yeten biriyse; burda ihtilap vardır:
FadB'nin Fetvâlan'nda
denilmiştir:
Bu durumda —almaya,
vermeye sabinin aklı eriyorsa— gâsıp, tazminattan kurtulmuş olur.
Şayet aklı ermiyorsa,
—tafsilata ihtiyaç yok— gâsıp, tazminattan berî olamaz.
Şayet gasbedüen şey,
dirhemler olur ve onu da gasbeden zayi etmiş; sonra da onun benzerini sabiye
reddeylemiş bulunur; o sabî de aklı eren biri olursa; gâsıp tazminattan berî
olur.
Eğer izinli veya
izinsiz köle ise, tazminattan bert olamaz. Mıhıyt'te de böyledir.
Bir adam, bir hayvanın
üzerinden eğerini gasbettikten sonra, onu geri sırtına koysa tazminattan berî
olamaz.Kerderî'nin Vecîzi'nde de böyledir. .
Bir adam, odun
gasbeder ve mağsûbün minh'i de icarlayıp, o odunla yemek pişirmek için, kazanın
altını yaktırır ve o adam, o odunların kendi oduna olduğunu bilmezse; âlimler:
"Bu hususta bir rivayet yoktur. Sahih olanı, gâsıp tazminattan beri
olur" buyurmuşlardır. CevâhinTI-Ahlatı'de de böyledir.
Bir adamın, diğerinde
alacağı olduğunda; hakkı kadar, onun bir malını alırsa; Sadnı'ş-Şehîd:
"Muhtar olan, bu zat gâsıb olmaz. Çünkü şer'î izinle almış olur. Fakat, bu
yüzden mazmunu aleyh olur. Çünkü bu, alacak alma yoludur" demiştir.
Muhıyt'te de böyledir.
Bir adamın, başkasına
borcu olduğunda; alacaklısından başka biri, onu alarak, alacaklısına verirse;
âlimler, bu husustada ihtilaf eylediler: Nusayr İbni Yahya şöyle buyurdu:
Borcuna karşılık olur.
Çünkü alıcı hakkını almış oldu.
Fetva da bunun
üzerinedir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir adam, uyuyan bir
kimsenin parmağından, yüzüğünü çıkarıp, yine uyurken geri takarsa; tazminattan
berî olur.
Ancak adam, uyanıp,
sonra tekrar uyur; gâsıb da, o şahıs ikinci uyku hâlinde iken, parmağına yüzüğü
geri takarsa; tazminattan berî olmaz.
Çünkü, öncekinde,
uyurken reddeylemek gerekli idi; öyle yaptı; ikincide ise uyanık iken geri
vermesi gerekirdi; öyle yapmadı.
Hülâsa: Uyuyan bir
şahsın yüzüğünü, uyurken parmağına takmak; mectini ayağına giydirmek; baş
örtüsünü başına koymak, tazminatı izâle olur.
İmâm Muhammed (R.A.):
"îtibar, aynı meclise aittir" buyurmuştur.
Aynı mecliste olunca,
diğer uykusunda da iade eylese, tazminattan ' berî olur.
Şayet mekânını
değiştirmezse; hangi parmağına takarsa taksın, hangi ayağına giydirirse
giydirsin, tazminat gerekmez.
Eğer uyuduğu yeri
değiştirir ve sonra tekrar uyursa; ona, uyanık hâlinde vermedikçe, tazminattan
berî olamaz. Kerdeifnin Vecîzi'nde de böyledir.
Bir adam, bir
başkasının elbisesini, o bulunmadığı sırada ve onun emri olmadan giyip, geri
çıkarır ve yerine koyarsa; tazminattan berî olmaz.
Âlimlerimiz bu hususta
şöyle buyurmuşlardır:
Bu, elbiseyi, aynen
onun giyildiği gibi giymesi halinde olur; yoksa, gömleğini omuzuna koymuş ve
tekrar yerine bırakmışsa; buna tazminat gerekmez. Bu, bil-ittifak böyledir.
İbnü Semfta,
Miintekâ'da; İmâm Muhamraed (R.A.)'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir:
Bir adam, diğerinin
izni olmaksızın elbisesini evinden alıp, giyer ve tekrar götürüp aldığı yere
kor ve o orada zayi olursa; istihsânen alıp giyen şahsa, tazminat lâzım gelmez.
Keza bir adam,
diğerinin hayvanını otladığı yerden alıp götürür; sonra da aynı yere getirip
bıraktığı hâlde, sonradan, hayvan başka yere gidip zayi olursa; tazminat
gerekmez.
Bu, istihsânen
böyledir.
Bir kimse, bir
hayvanı, sahibinin elinden zoraki alır; sonra da geri getirir ve sahibini veya;
hizmetçisini jbulamaz ve o hayvanı otladığı yere bağlar o da zayi olursa;
tazminat gerekir.
Şemsü'l-Eimme, Ariyet
kitabının Şerhinde, bunu nâssen buyurmuştur. Zehıyıe'de de böyledir.
Bir adamın kesesinde,
bin dirhemi olsa; bir başkası da onun yarısını alarak yarısını bir gün sonra
geri koysa; tazminat gerekir. Gâsıp, onu keseye koymakla, tazminattan berî
olamaz. Kerderî'nin Vecîzi'nde de böyledir.
Bir gâsıp,
gasbeylediği bir şeyi, getirip, mal sahibinin evine kor; ev sahibi ise, onun
kendi 'malı olduğunu bilmez; bir başkası da onu götürürse; —sahih olan—,
önceki şahıs, tazminattan berî olur. SerahsS'nin Muhıyü'nde de böyledir.
Bir adam, gasbeylediği
bir şeyi, telef eder ve onun kıymetini, hâkimin hükmü olmaksızın, öder; diğeri
ise onu kabul etmez ve almazsa; gâsıp tazminattan berî olmaz.
Ancak, gâsıp, o şeyi
mal sahibinin yanına kor veya evine bırakırsa' tazminattan berî olur.
Kerderi'nin Vecîzi'nde de böyledir.
Gasbeden şahıs,
mağsûbu, vârislerden birinin yanına bırakırsa; diğerinin hakkını vermiş olmaz.
Eğer, bu işi hâkimin hükmü olmadan yaparsa, bu böyledir. Sirâciyye'de de
böyledir.
Bir gâsıp,
gasbeylediği şeyi, sahibine gönderir; o da kabul etmez ye gâsıp, onu tekrar
evine getirince; o, orda zayi olursa; tazminat lâzım olmaz.
Onu geri getirmekle de
yeniden gâsıp olmuş olmaz.
Şayet gasbeylediği
şeyi, sahibine götürüp, onun eline geçecek şekilde bırakır ve tekrar geri alıp
evine getirir; o da orda zâyı olursa; tazminat gerekir.
Fakat, gasbeylediği
şey, sahibinin yanında ve gâsıbın elinde iken, mal sahibi: "Onu al."
der, ve o kabul etmez ise, bu durumda o, emânet gibi olur. Kerderî'nin
Vecîzi'nde de böyledir.
Yetfme'de
zikredildiğine göre, Ebû Usâme'den sorulmuş:
—Bir adam, diğerinin
kesesinden, dirhemleri gasbedip onları harcadıktan sonra, o dirhemlerin
benzerini kesesine bırakır; sahibi de bunu bilmez ve dirhemler birbirine
karışırsa; ne olur?
İmâm, şöyle buyurmuş:
—Kese sahibi,
dirhemlerin tamamını sarfedene kadar, durulur. Kesesini başka yere götürürse,
gâsıp tazminattan kurtulmuş olur.
Nusayr buyurmuş ki:
Bir adam bir hayvanı yolda duruyor olarak görse, onu başka yere sürse tazminat
gerekir.Titarhiniyye'de de böyledir.
Bir adamın, iki kür
buğdayı olur; başka bir adam da, onun bir kürünü gasbettikten sonra; mal
sahibi, diğer bir kür buğdayı ona emânet bırakır; o da, onlan birbirine katar;
sonra da hepsi birden zayi olursa; gâsıp gasbeylediği buğdayı tazmin eder; öder
emânet edileni ödemez. Serahrf'nin Mohıyb'nde de böyledir.
Bir adam, diğer
birinin gemisini gasbeyleyip ona binerek, denizin ortasına varır; sahibi de
ona orada yetişirse; onu gasbeden şahıstan geri istemez; fakat, o yerden
itibaren, gideceği ve geldiği yer için, onu icara verir.
Şayet bir adam,
diğerinin bir hayvanını gasbeder; hayvan sahibi de ona sahrada rastlarsa;
—tehlikeli bir yerde— onu geri almaz, fakat, onu kiraya verir. Muhıyt'te de
böyledir.
Bir adam, diğerinin
bezini gasbeyleyip, onunla ölüsünü kefenler ve üzerine toprak örter, üç gün
geçer veya geçmez, sonra kefen sahibi gelirse; gâsıp, ona kefeninin kıymetini
öder.
Bez sahibi, bezin
parasını alır; istihsânen kabri açıp, kendi bezini almaz.
Şayet bezinin
kıymetini alamaz veya noksan alırsa; bu durumda bez sahibi muhayyerdir: İsterse
hakkını kıyamete bırakır; isterse, kabri açarak
bezini alır. Öncekini
yapması, hem dini, hem de dünyası için daha efdâldir.
Şayet kabri açar ve
kefeni alırsa; onun noksanlığını, onu kefenleyip defneden şahsa ödetir.
Kübrâ*da da böyledir.
Bir adam, bir elbise
veya dirhemler yahut bir hayvan gasbeder ve o şey, biaynihî durmakta olur;
sahibi de onu, ona helâl ederse; gâsip tazminattan berî olur.
Gasbedilen şey, ister
duruyor olsun; ister zayi olmuş bulunsun fark etmez.
Şayet zayi olmuşsa,
alacağının ibrası olur; duruyorsa, gasbdan vazgeçme olur ve.o mal gâsıbın
yanında emânet olarak duruyor olur. Fetâ-vâyi Kâcfihân'da da böyledir.
Bir adam bir dal
kopardığında, onun yerinde, başka bir dal bitse bile, gâsıp tazminattan
kurtulmuş olmaz.
Keza, gâsıp ziraatı
hasat eder veya nebatatı toplar ve bunların yerinde yenisi biterse; hasadından
ve kopardığından dolayı tazminattan berî olamaz. Füsûlü'l-ImâdiyyeMe de
böyledir.
Nesefi'nin
Fetvâlan'nda şöyle zikredilmiştir:
Bir adam, diğerinin,
bir hatıl ağacını (hezenini) gasbedip binasına kor; veya birisinin bir
dikmesini gasbederek, bağına diker; o da orada büyür; sonrada hak sahibi, onu
keser; bilâhare de mal sahibi, gâsıba: "Hatılı sana bağışladım."
derse; tazminattan berî olur.
Hişam'ın Nevizfl'inde
şöyle zikredilmiştir: Bir adamın gümüş bir ibriği olur ve birisi gelip onu
kırar; bir başkası da gelerek kırıklarını kırıp parçalarsa, birinci adam
tazminattan berî olur; ikinci adam, ibriğin mislini tazmin eder.
Keza bir adam,
diğerinin buğdayına su döker; bir başkası daha gelerek, onun üzerine su döküp,
kıymetini çok daha noksanlaştırırsa; önceki şahıs, tazminattan berî olur; ikincisi
onu tazmin eder; yani kıymetini öder. Füsûlül-Imâdiyyc'de de böyledir.
Bir adam, diğerinin
gümüş bir kabını kırar; onu tazmin etmeden önce de sahibi o kabı zayi ederse;
önceki kırana bir şey gerekmez. Zira, tazminatta, kırılan şeyi, kırana vermek
şarttır. O da zayi olduğu için, tazminat ortadan kalkmaktadır. Muhıyt'te de
böyledir.
Bir adam, bir şeyi
gasbederek, korumak için alsa; veya onu — aldığı gibi— korumasına mal sahibi
izin verse tazminattan berî olur.
Şayet gâsıp,
gasbeylediği şeyden "muhafaza etmesi" söylenildiği hâlde,
faydalanırsa; işte o zaman tazminat gerekir,
Buna binaen, bir adam,
başkasının malını birine emânet bırakır, mal sahibide buna razı olursa; gâsıp
tazminattan berî olur. Hnfâsa'da da böyledir.
Bir adam, diğerinin
bir şeyini gasbeder; malı gasbedilen de kaybolur ve gâsıp kadı'ya gelerek ,
ondan "ya gasbeylediği şeyi almasını veya ona nafaka hissesi
ayırmasını" talep ederse; bu takdirde K&dı, ne alır; ne de nafaka
takdir eder.
Şayet gâsıp, onun
telef olacağından korkar hâkim de bu durumu bilirse; onu alıp-satmasında bir
sakınca yoktur. Bu husus, hâkimin re*-yine göredir. Zahîriyye'de de böyledir.
En doğrusunu bilen
Allahu Teâlâ bilir. [8]
Bir adam, diğerinin,
"kendisinin cariyesini ğasbeylediğini" belgelerse; gâsıp, o cariyeyi
getirip geri verene kadar habsedilir.
Ebû'1-Yüsr ve Serahtf
şöyle buyurmuşlardır:
İmâm Mohammed (R.A.)
"Bu da'va ve beyyine dinlenir ve esahtir. Çünkü gasp, bazan aniden (birden
bire) olur.
Şahitlerini onun
vasfını bilmeleri mümkün olmaz; değerini de bilmeyebilirler. Bu takdirde,
onların evsafı hakkındaki bilgilerine itibar, mazeretlerinden dolayı düşer ve
gasp fiiline şehâdetleri sabit olur.
Bekrân şöyle demiştir:
Bu beyyine,, hüküm
verme hakkında sabit olmaz; ancak hapsin gerekliliği hakkında sabit olur.
Hırsızlıkta olduğu gibi...
Akdıyye'de şöyle
zikredilmiştir.
Bunların tamamı,
câriye hayatta iken böyledir.
Eğer câriye zayi
olmuşsa, davanın sıhhati için, cariyenin kıymetini bilmek şarttır.
Bu, bi'1-ittifak
böyledir.
İmâm Muhammed
(R.A.)'in "cariyeyi getirip, teslim edinciye ka dar..." sözü; aynına
karşıdır. Yâni câriye hayatta olduğu zamandadır Şayet gâsıp: "Öldü."
veya: "Kaçtı." yahut: "Onu sattım ve teslim ey ledim. Geri
almaya gücüm yetmez." der; iddia sahibi de bunu doğru larsa; o
zaman cariyenin kıymeti
—eğer iddiacı böyle
islerse hükmedilir.
Şayet onu yalanlarsa,
hâkimin re'yi üzerine habsedilir.
Şayet cariyeyi
getiimeye gücü yeterse, hapisten çıkarılır. Sonra da iddia sahibine:
"Cariyeyi mi, kıymetini mi istiyorsun?" denilir.
Eğer kıymetini ister =
ve bir değerde de ittifak ederlerse, o deŞer (= kıymet) hükmedilir.
Eğer kıymetde ihtilaf
ederlerse, iddiacının beyyinesi geçerlidir.
Söze gelince, gâsıbın
yeminli olarak söylediği sözü geçerli olur.
Eğer yemin edemezse,
işte o ikrar gibidir.
Eğer yemin ederse,
ikrar eylediği kıymet hükmedilir.,
Sonradan câriye
meydana çıkarsa; eğer iddiacı beyyine hükmüyle veya gasbedenin tasdiki ile
yahut gâsıbın yemin edemeyişi üzerine kıymetini almışsa, bu durumlarda, o
cariyeye karşı, sahibinin yapacağı bir şey yoktur.
Şayet gâsıbın sözü
üzerine almış ve ona da pek râzi olmamışsa; o takdirde muhayyerdir: Dilerse
yine cariyeyi alır; dilerse kıymetini alır.
Sahibi kıymetini
alınca da, o câriye artık gâsıbın malı olur.
İmâm Kerhî, şöyle
buyurmuştur:
Bu, cariyenin kıymeti,
gâsıbın söylediğinden daha fazla olduğu zaman böyledir. Eğer, değerler aynı
ise, bu durumda cariyenin asıl sahibine- bir yol yoktur. Tiraurtâşi'de de
böyledir.
Zâhirü'r-rivâye'de
cevap mutlakdır.
Sahih olan da budur.
Mebsût'ta da böyledir.
Malı gasbedilen
şahıs gelip, "cariyesinin gâsıbın
yanında olduğunu" iddia eder; o da bunu inkâr ederek, iki şahit
dinletir ve onlardan birisi: "Bu cariyeyi filandan satın aldı." der;
diğeri de: "Babasından mîras kaldı." derse; şehâdetleri caiz olmaz.
Eğer birisi
"Satın aldı." der; diğeri de "Başka bir adamdan satın
aldı." veya "...sadaka aldı." yahut "...bağış olarak
aldı." derse yine şehâdetleri caiz olmaz.
Şayet her ikisi de
birlikte; "Bu cariyeyi, bu adamdan gasbeyledi ve onu bir adama sattı ve
teslim eyledi. O da, cariyeyi sahibine verdi." derlerse; bu şehâdetleri
caiz olur.
Şayet gâsıp, cariyenin
parasını almış ve onu zayi etmişse; bu cariyenin parası, asıl sahibinin malı
olarak zayi olmuş olur.
Müşterinin yanında
meydana gelen (çocuk doğurma, kazanç yapma, cinayet diyeti ve bunların benzeri
gibi bütün hâdiseler —eğer satın aldığı cariyeyi geri verip, verdiğini tekrar
almadı ise— müşteriye aittir.
Şayet müşteri, o
cariyeyi azad ederse; bu asıl sahibi izin vermedikçe geçerli olmaz.
Bu, bize göre
böyledir.
Şayet cariyesi
gasbedilen zat; müşteri bu cariyeyi azad ettikten sonra, cariyeyi satana izin
vermişse; bu satış istihsanen caiz olur.
Satış caiz olunca da
müşterinin onu azâd etmesi de caiz olur.
Bu, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.) ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un görüşleridir. İmâm Muhammed (R.A.)'de, İmâm
Ebû Hanife (R.A.) ve İmâm Ebû Yü-sûf (R.A.)'da böylece rivayet eylemiştir.
Mebsût'ta da böyledir.
Bir câriye hakkında,
iki kişi, bir şahsı da'va ederler ve iddiacılardan birisi, beyyine ibrâziyle:
"Bu Cariyeyi, Câriye yanında olan adam, filan vakit, benden
gasbeyledi."; diğer iddiacı da, beyyinesiyle: "Bu Cariyeyi, Câriye
yanında olan adam, filan vakitte benden gasbeyledi." der ve bunun
söylediği vakit, öncekinin söylediği vakitten sonra olursa; imâm Ebû Hanîfe
(R.A)'nin kıyâsına göre, bu câriye, ikinci adamın olur. Gâsıp önceki iddiacıya
da cariyenin kıymetini verir. İmâm Ebû Yûsuf (R.A)'un kıyâsında ise, bu câriye
birinci iddiacının olur ve gâsıp, ikinci iddiacıya bir tazminatta bulunmaz.
Fetâvâyi Kâdihân'da'da böyledir.
Bir adam, Amr'e karşı
iddiada bulunarak onun, "Memlûkesi olan cariyesini gasbeylediğini"
söyler; Amr de: "Onun iddia eylediği cariyeyi, ondan yüz dirheme satın
aldım." der ve ikisi de beyyine ibraz ederlerse; Amrin beyyinesi kabul
edilir. Cevâhiru'l-Ahlâtî'de de böyledir.
Bir adam, diğerinin
yanında bulunan bir cariyeyi iddia ederek, "onu, gâsıbın, kendisinden
gasbeylediğini" söyler; iddiacının şahitleri ise, "onun
olduğunu" söylemezler ve "onun mülk olduğuna" şehâdet-te
bulunurlar; hâkim de beyyine gereğince hükmeylemeyi irâde ederse; sattığına
dair yemin verir mi?
İmâm şöyle buyurdu:
— Hayır vermez—.
Ancak, Câriye elinde olan şahıs isterse, o müstesnadır.
İmâm Ebû Yûsnf (R.A.)
ise: "Hasmı istemese bile hâkim —hüküm daha sağlam olsun diye— yemin
verir." buyurmuştur.
Terekede alacağı
olduğunu iddia eden şahsa, hâkim, bil-icma "alacağını aldı mı veya
bağışlayıp vaz mı geçdi?" diye yemin verir. Her ne kadar hasmi iddia
etmesede bile bu böyledir.
Bu mes'elede, İmim Ebû
Yûsuf (R.A)'a göre, şehâdet vardır. Muhiyt'te de böyledir.
Bir adam, diğerinin
elbisesini gasbeylediğinde, bir başkası, onun yerine, o elbiseyi tazmin etse ve
kıymetinde ihtilaf eyleseler; kefil olan
. zat: "On dirhem." Gasbeden ise: "Yirmi dirhem"
Elbise sahibi ise: "Otuz dirhem" dese; kefilin sözü geçerli olur;
diğer ikisinin sözü de kabul edilmez.
Zira, kendisi için
kefil edilenin iddia eylediğini, gâsıp daha fazla olarak ikrar ediyor. Herkesin
ikrarı, kendi hakkında sahihdir; diğeri hak-kında sahih değildir. Bu durum
karşısında —kefilin haricinde— gâsıp on dirhem daha ödeyecektir. Serahâ'nin
Muhıytı'nde de böyledir.
Gâsıp ile mağsûbün
mînh arasında, mağsûb hakkında veya sıfatı yahut kıymeti hakkında, ihtilaf
çıkarsa; gâsıbın yeminli olarak söylediği söz geçerli olur. Şayet gâsıp, bütün
yönlerini, —mağsûbün minhin iddiası gibi— ikrar eder; sonra da: "Gerçekten
ben verdim." veya "Gereken tazminatı yaptım." derse; onun
sözüne inanılmaz. Malı gasbedi-len şahısın sözü geçerli olur. O almadığına dâir
yemin eder.
Ancak gâsıbın
belgelemesi hâli müstesnadır.
Şayet gâsıp, sağlam
bir elbise veya sağlam bir köle gasbeylediği-ni ikrar eder; Mağsûbün minh de
"Onun üzerinde, Cinayet diyeti olduğunu" söyler ve "onu, köle
kendi fi'Iiyle işledi." derse; o tasdik edilmez, mağsûbün minh, yemin
ettikten sonra, noksanlığı ile tazminat yapılır.
Mal sahibi, burhan
getirerek: "Mağsubun kıymeti şu kadardır." der; gâsıp da öyle
söylerse; mal sahibinin beyyinesi evlâ olur.
Eğer mal sahibinin
beyyinesi bulunmaz; gasbeden de burhan ister; mal sahibi de iki şahit getirir
ve onun birisi: "Gasbolunan şeyin kıymeti şu kadardır." der; diğeri
ise; gâsıbın dediğine şahitlik yaparsa; şehâdet-leri kabul edilmez. Kerderi'nin
Vecîzi'nde de böyledir
Gasıp "Ben,
mağsubu sana verdim." der; mal sahibi de: "Hayır, vermedin. Senin
yanında zayi oldu." derse, bu durumda mal sahibinin sözü geçerlidir.
Şöyle ki gâsıp:
"malını senin iznin ile almıştım." der; mal sahibi de onu inkâr eder;
gâsıb da beyyine ibraz ederse; bu durumda da gasbe-dilen hayvan mal sahibine
geri verilir.
Mal sahibi,
"gâsıbın yanındaki hayvanın masrafını, kendi verdiğini" söyler ve
"gâsbedenin onu itlaf eylediğini" belgelerse; onu tazmin ettirir.
Şayet, mal sahibi, bunu isbat edemezse, tazminat gerekmez.
Serah-sî'ninMuhıyt'inde de böyledir.
Gasbedilen bir ev olur
ve sahibi de onun gasbedildiğini isbat eder ve "gâsıbın, evi
yıktığını" söyler; gâsıp da beyyinesiyle önce reddedip, sonradan
yıkıldığım iddia ederse; ev sahibinin beyyinesi evlâ ve geçerli olur. Fetâvâyi
Kâdîhân'da da böyledir.
Gâsıpla mağsûbün minh
arasında, elbisenin kıymeti hakkında ihtilaf ederler ve onu gâsıp zâyı ederse;
bu durumda mal sahibinin beyyinesi geçerli olur. Fazlalık hususunda ise,
yeminli olarak gasıbm söylediği söz geçerli olur.
Şayet, mal sahibinin
gâsıbın inkârına karşı beyyinesi bulunmaz ve gâsıp, elbisenin kıymetini isbat
ederse; yine beyyinesine iltifat edilmez ve yemin ettirilir.
Şayet birinin
beyyinesi olmaz ve elbise sahibi de gâsıbın yemin etmesini ister; o da:
"Ben, yemini elbise sahibine reddeyliyorum." der ve onun yaptığı
yemine göre verirse; böyle yapmaya hakkı yoktur.
Mal sahibi; buna razı
olur ve "Ben yemin ederim." Jer; ikisi de bu duruma razı olurlarsa;
bu şeriata muhalif olur ve yemin boşa yapılmış olur.
Şayet gâsıp "onun
zayi malı olduğunu" söyler ve: "Ben, onu gas-beyledim." derse;
elbise sahibi de onu inkâr ederek: "O herevî idi." veya "Mervî
idi." derse; gâsıbın yeminli olarak söylediği söz geçerli olur. Gâsıp:
"Ben herevî veya mervî olarak almadım." der ve yemin de ederse; o
takdirde, elbise sahibine, gasbedenin dediği hükmedilir ve gâsıp, nıağsûbün
minhin davasından kurtulur.
Şayet yemin edemez
ise, müddeinin iddiası hükmedilir: Dilerse alır dilerse terkeder.
Şayet gâsıp, eski bir
herevî elbise getirerek: "İşte senden gâsbey-lediğim budur." der;
elbise sahibi de: "Hayır, benim elbisem, onu.gâs-beyîediğin vakit yeni
idi." derse; Bu durumda, gâsıbın yeminle birlikte söylediği söz geçerli,
olur.
Şayet, her ikisinin de
beyyineleri olursa; elbise sahibinin beyyinesi-ne itibar edilir. Ve elbise taze
olarak gâsbedilmiş sayılır.
Eğer hiç birisinin
beyyinesi olmaz ise, elbise sahibi gâsbedene yemin verir ve elbise sahibi
elbisesini alır.
Sonradan, elbise
sahibi, "Onun, taze elbise olduğuna" dair beyyi-ne getirirse;
gâsbeden aradaki fazlalık farkını öder. El-Asl kitabında böylece yazılmıştır.
Şenısii'l-Einıme
Serahsi: "Bu, noksanlık az olduğu zaman böyledir. Eğer noksanlık fazla
ise, artık elbise sahibi muhayyerdir: İsterse, o elbise ile birlikte, noksanlık
farkını alır; isterse, o elbiseyi terk eder; almaz, üâs-bedilen elbisenin
kıymetini ödetir, buyurmuştur. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adamın yanında
bulunan elbiseyi diğer bir şahıs iddia ede-" "O bunu benden gâsbeyledi."
der; beyyine de ibraz eder; elbise > imi iAİa bulunan şahıs da beyyinesiyle:
"onu, kendisine bağış yaptığını" söylerse; o elbise, yanında
bulunduğu şahsa hükmedilir.
Keza, şayet ondan
belirli bir bedel ile satın aldığını isbat eder veya onun bunu ikrar ettiğini
isbat ederse; bu durumda elbise, yanında bulunduğu şahsa hükmedilir.
Her ikisininde,
yanlarında "birinin gâsbeylediği" ve "birinin sattığı" huşu
unda beyyineleri bulunursa; bu durumda, o aralarında ya-rıyarıya ortaklaşa
hükmedilir.
Eğer, ''Emânet olarak
koyduğunu" belgelerse ve "ölen vârisi, onu mirasçı olarak yanına
koymuş olduğunu söyler; diğeri de, "ölenin onu gâsbeylediğini"
belgelerse; yine yarı yarıya hükmedilir.
Aynı dirhemler
için beyyine ibraz eder
ve "onu, ölenin gâsbeylediğini" söylerse; O,
ölenin alacaklısının hakkı olur. Mebsût'ta da böyledir.
Bir adam, diğerinin
yanında bulunan bir elbiseyi iddia ederek: "O gâsbdır." der ve bu
hususta beyyine ibraz eder; diğeri de "o elbiseyi, elinde bulunan şahsın
gâsbeylediğini" ikrar ederse; elbise, sahibine hükmedilir. Muhıyt'te de
böyledir.
Bir adam, diğerine:
"Bu cübbeyi, benden gâsbeyledin; astan da vardır." der; gâsbeden de :
"Ben, onu astarsız gâsbeyledim." derse; bu durumda, gâsıbın yeminle
birlikte söylediği söz geçerli olur. Yemin ederse cübbenin astarsız şekildeki
kıymetini tarizim eder. Mebsût'ta da böyledir.
Şayet gâsıp: "Bu
cübbeyi, senden ben gâsbeyledim. Sonra, onu astarladım. Astarı benimdir."
veya "Bu yüzüğü gâsbeyledim. Fakat kaşı benimdir." veyahut "Bu
yeri gâsbeyledim. Amma evi ben yaptım." veya "Bu arsayı gâsbeyledim.
Amma ağaçlan ben diktim." derse; bunların hiç birine inanılmaz.
Kerdeıî'nin Verîzi'nde de böyledir.
Eğer: "Bu sığırı
filandan gâsbeyledim. Yavrusu benimdir. Benim yanımda yavruladı." derse;
bu-sözü kabul edilir. Muhıyt'te de böyledir.
Mal sahibi,
"gasbedilen malın, gasbedenin yanında öldüğünü" beyyineler; gâsıp da,
"mal sahibinin yanında öldüğünü" beyyinelerse; bu durumda mal
sahibinin belgesi üstün tutulur.
Mağsûbün minh'in
şahitleri, şehâdette bulunurlar ve "gasbedilen kölenin gâsbeden şahsın
yanında öldüğünü" söylerler; gâsıbın şahitleri de "O gasbedilmeden
önce, efendisinin yanında öldü" derlerse; bunların şahitlikleri kabul
edilmez. Zira gasbolan sonra efendisinin yanında ölmesi, gasbin ifasını değil,
reddini ifâde eder. Ve beyyineler gas-ba delâlet etmektedir.
Tazminat, önceki
beyyineye göredir.
Efendi, beyyinesiyle
"Gâsıp, kurban bayramı gününde, Kûfe'de gasbeyledi." der; Gâsıp da
—beyyinesiyle— "Kendisinin, o gün Mekke'de olduğunu" söylerse; bu
durumda da gâsıba, tazminat gerekir. Se-rahâ'nin Muhıyü'nde de böyledir.
Mâlik, nerde bulsa;
kölesini gâsıbın elinden orada alır. Elinde olan malıda alır.
Gâsıp: "Mal
benimdir." efendi ise: "Hayır benimdir." derse; eğer köle veya
mal gasbedenin evinde ise o mal gasıbındır. Eğer mal evde değilse, o mal
kölenin efendisinindir. Kerderî'nin Vecîzi'nde de böyledir.
Bişr, İmâm Ebû Yûsuf
(R.A)'un şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Elbiseyi gasbeden şahıs:
"Ben, onu boyadım." mal sahibi de: "Hayır; o zaten boyalı
idi." derse, mal sahibinin sözü geçerli olur.
Buna binâen, bir evin
yapımında ve kılıcın ziynetinde ihtilaf ettiklerinde; her ikisi de beyyine
ibraz ederlerse; gâsıbın belgesi daha geçerli olur.
Gasbedilmiş bir evin
eşyasında veya kiremitlerinde yahut kapısında ihtilaf ettiklerinde; gâsıbın
sözü geçerli olur. Beyyine söz konusu olunca ise, mal sahibinin beyyinesi
geçerli olur.
Bir adam, diğerinin
kölesini gasbedip, onu satar ve teslim edip, parasını da alır ve bu köle
müşterinin yanında ölür; sahibi de: "Satılmasını ben söylemiştim."
derse, onun sözü geçerli olur.
Şayet: "Ben
söylemedim. Fakat, bana haber ulaşınca izin verdim." derse; bu sözüne
iltifat edilmez ve onun parasını almaya bir yolu olmaz. Ancak belgesi olursa, o
müstesnadır. Çünkü ölümünden, önce izin vermiştir ve izni geçerlidir.
Hişâm'ın Nevâdiri'nde
zikredildiğine göre; İmâm Muhammed (R.A)'den sorulduğunda; O, şu cevabı
vermiştir:
"Bir adam,
çarşıya gelerek, diğer bir adamın yağma su katsa veya içine bir şey atsa yahut
sirkesine bir şey atsa ve buna şahitler şehâdette bulunsalar; bu suçu işleyen
de: "Benim attığım necis idi." der; o şeyin içinden de ölü fare
çıkarsa; bu şahsın sözü geçerli olur."
Tekrar soruldu:
Şayet böyle bir adam,
kasden, bir kasabın dükkânına varır ve etin içine, bir şey atarak onu zayi
eder; şahitler de buna şehâdette bulunurlar; bu suçu: "O lâşe idi."
derse; durum ne olur? İmâm şöyle buyurdu: Onun sözüne inanılmaz. Şahitler için
genişlik vardır. Çünkü çarşıda lâşe satılmaz. Fakat içinde fare ölüsü bulunan
sirke, zeytin yağı ve benzeri şeyler, —çarşıda— satılabilir.
İbrahîn, İmâm Muhammed
(R.A.)'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir: Bir adam, diğerinin kerpicinden bir
ev veya bir duvar yaparsa; o ev veya duvar kendisinin olur; diğerinin
kerpicinin parasını öder. Çamur sahibi: "Ben söyledim." derse; onun
sözü geçerli olur.
Bir adam, bir cariyeyi
g-asbedip, sonra da onu satar veya müdeb-bere eder; yahut ümmü veled yapar;
bilâhare de "onu, filandan gasbeylediğini" söyler; iddia sahibinin de
beyyinesi olmazsa; gâsıp, cariyenin kıymetini tazmin eder; yaptığı işler bâtıl
olmaz; çocuğun kıymetini ödemez.
Şayet davacının
beyyinesi bulunursa: cariye de çocuk da ona hükmedilir. Serahsi'nin Muhıyb'nde
de böyledir.
Bir adam: "Biz
filan adamdan bir dirhem gasbeyledik, on kişi idik." derse; hakim, bin
dirhemin tamamım ona hükmeder. Tatarhâm'yye'de de böyledir.
En doğrusunu Allahu
Teâlâ bilir. [9]
Bir adam, diğerinin
etini gasbeyleyip, onu pişirse; veya buğdayını gasbeyleyip onu üğütüp un
yapsa; onların kıymetlerini verir ve onları helâl olarak yer.
Bu, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'nin kavlidir. İmâm Ebû yûsuf (R.A.)a göre, sahibi ile helalleşmedikçe
yemesi haramdır.
Semerkant ehlinin
fetvalarında şöyle denilmiştir:
Bir kimse, diğerinin
bir yiyeceğini ağzına alır, çiğner ve çiğnemesi sebebiyle o zayi olmuş olur da
onu yutarsa; helâl olarak yutmuş olur.
Bu İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'nin görüşüne göre böyledir. İmâmeyn ise buna muhaliftir.
İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.): "Bedelini vermek şartıyla helâl olur." buyurmuş; İmâmeyn
ise"Bedeli verildikten sonra, helâl olur."demişlerdir. Muhıyt'te de
böyledir.
Fetva, İmâmeyn'in
kavli üzerinedir. Hulâsa'da da böyledir.
Bir adam, buğdayı
gasbederek ektikten sonra, sahibi gelerek, buğdayını isterse; ancak buğdayının
mislini alır. Mahsûle bir dahli olmaz.
Bu, bize göre
böyledir.
Ancak, gasbedici için,
gasbettiğinden fazlası tûb (= Temiz) olmaz.
Buna göre, bir adam
bir çekirdek gasbedip, onu dikse; İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, onun bedelini
tazmin etmedikçe, onun mahsûlü helâl olmaz ve ondan faydalanılmaz.
Zâhirü'r-Rivâye'de de
böyledir.
Ve buna göre: Bir
adam, bir yumurta gasbedip, onu tavuğun altına bırakır ve tavuk onu civciv
çıkarırsa; bu mes'ele de ziraat mes'elesi
gibidir. —Yani
yumurtanın sahibine, yumurtanın bedeli ödenir; fakat —bu durumda da— civcivden
faydalanmak temiz bir şey olmaz.
Bir adam, diğerinin
bahçesinden bir fidan söküp, dikse; o da büyüyüp ağaç olsa; onu diken şahıs, o
fidanı söktüğü vakitteki değerini, sahibine öder ve o şahsa, ''O ağacı
sökmesi" emredilir.
Onu sökmek zarar
verecek olsa bile; bu ağacın bedeli sahibine ödenir; ve ağaç sökülür. Kübrâ'da
da böyledir.
Bir adam, başka bir
adamın yerinden, bir fidan söküp, onu başka birinin arsasına diker; bu ağaç
büyüyüp meyve verirse; o ağaç, dikenin olur. Fakat onun meyvesi, temiz olmaz.
Yer sahibi onu
sökmesini emreder. Eğer diken adam bahara kadar, —onu söküp başka yere dikmek
için mühlet isterse; yer sahibi razı
Olmadıkça» sökmesi
gerekir.
Şayet ağacın dikili
bulunduğu yerin sahibi, o ağacı dikenin rızası ile satın alırsa; işte bu caiz
olur. Ve yer sahibi, bu durumda, o ağacı fidan iken olan kıymetini öder.
Cevâhiru'l-Fetâvâ'da da böyledir.
Bir adam, diğerinin
izni olmaksızın onun bir koyununu alıp keser ve onu haşlar veya kızartırsa bu
durumda, o koyunun kıymetini sahibine tazmin eder.
Eğer koyunun sahibi
hazırda bulunmaz veya huzurda bulunduğu hâlde tazminata razı olmaz ise; onu
kesip, pişirme; kızartma yeme ve yedirme ruhsatı yoktur. O etten bir başka
şahsın almasına da —onu gasbedip kesen şahısın, sahibinden izin alarak
kıymetini tazmin etmesine kadar— ruhsat yoktur.
Şayet, koyunun
kıymetini, hâkimin hükmüyle veya hâkimin hükmü olmaksızın tazmin ederse; onun
etinden yeme ve yedirme ruhsatı vardır. Kıymetini bizzat öder veya borçlanırsa
bu böyledir.
Eğer kıymetini tazmin
edemezse, onu tasadduk eder.
Şayet sahibi,
kıymetini almaya razı olmayıp etini arzu ederse; o, ister pişmiş, ister
kızartılmış olsun > bunu yapmasına ruhsat yoktur. Sirâcü'l-Vetahâc'de de
böyledir.
Bir adam, diğerinin
boyasını gasbejdio, onunla bir elbise boyar; veya yağını gasbedip onu kavrulmuş
una katarsa; —sahibini razı etmedikçe— ondan menfaat sağlamaya ruhsat yoktur.
Muhiyt'te de böyledir.
İmâm Muhammed (R.A.)
şöyle buyurmuştur:
Bir adam, on dinar
gasbedip, onların içine bir dinar atar ve sonra da bir dinarını bir adama
verirse, bu caiz olur.
Bundan sonra, bir
dinar daha verirse; işte bu caiz olmaz Tatarhâniy-ye'de de böyledir.
Bir adam, bir
câriyyeyi gasbedip onu kusurlar ve kıymetinde ihtilâfa düşerler; cariyenin
sahibi: "Onun kıymeti iki bin dirhem."; gas-beyleyen de:
"Kıymeti bin dirhem." der ve bu hususta yemin ederse; o zaman, hâkim
bin dirhem olarak hükmeyler. Bu durumda gâsıbm, onu, kendisine nızmet ettirmesi
ve ona cima etmesi helâl olmaz. Onu satamaz da, ancak kıymetini tamamen öderse;
o zaman müstesnadır.
Şayet gasbeden şahıs,
hükümden sonra, onu noksan fiatla satarsa; azâd etmesi de caiz olur. Bu durumda
da, onun sahibine kıymetini tam öder. Bu fâsid satın alıp da azâd etmek gibi
olur. Fetâvâyi Kldihân'da da böyledir.
İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)
şöyle buyurmuştur.:
Bir adamın buğdayını,
sel, önüne katarak, başka birinin arazisine götürür; o buğday da orda biter ve
buğday sahibinin buğdayı çıktıktan sonra, geride kalan olursa; o fazlayı
tasadduk edince, bir şey lâzım gelmez. Yerin noksanlığı içinde bir şey
gerekmez. Muhiyl'te de böyledir.
Bir adam, gasbedilmiş
bir elbiseye karşılık, bir kadın nikah ederse; ona cima etmesi helâl olur.
Çünkü elbisenin sahibi olması, nikâha zarar vermez. YenâbFde de böyledir.
Sadru'I-İslâm,
Camiu's-Sağîr'de şöyle buyurmuştur:
Küçük olan birisi, bin
dirheme bir câriye satın alırsa; ona cima etmesi sahih olurmu?
Sahih olan kavle göre,
cima eylemesi sahih olmaz. Çünkü, o bir nevî hapisdir. Nihâye'de de böyledir.
İbrahim, İmâm Muhammed
(R.A.)'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir.
Bir adam, başka
birinden dirhemler gasbeyleyip, onunla, dinarlar satın alsa; o dinarları
harcaması doğru olmaz. Çünkü dirhemler ayrıldıktan sonra, hak sahibi gelse,
—dinarlar hakkındaki— satış bozulur. Şayet dirhemler, bilmisil olarak, gâsıba
hükmedilirse, o takdirde, dinarlar da helâl olur. Zahiriyye'de de böyledir.
Âlimler şöyle
buyurmuşlardır:
Bu kimse, o
dirhemlerle evlense; kadına cima etme yetgisi (=ruhsatı) vardır
Sirâcfi'I-Vehhâc'da da böyledir.
Bir adam, bin dirhem
gasbedip, onunla iki bin dirheme müsevî yiyecek alıp, onu yese veya bağışlasa
yahut tasadduk etse bil-icma bu caiz olmaz. Kerdeıf nin Vecîzi'nde de böyledir.
Bir kimse, hem
gasbettiği şeyi, hemde onun kârını sarf ederse; bunda bazı vücuhlar vardır:
Bu kâr, ya tayin ile
taayyün eder. Uruz gibi...
Veya tayin ile Teayyün
etmez. Nakdeyn gibi...
Eğer Taayyün ederse,
onu yemek —kıymetini tazmin etmeden— helâl olmaz.
Tazminattan sonra
olursa, helâl olur. Ancak, kârı helâl olmaz. Çünkü o temiz bir kâr değildir.
O, tasadduk da
edilmez.
Şayet taayyün etmeyen
kısımdan ise, İmâm Kerhî'ye göre, o da dört durumdadır:
Ya ona işaret eder ve
ondan nakden verir.
Veya işaret eder ve
başkasından nakden verir.
Yahut ıtlak eder ve
ondan peşin öder.
Veya başkasına işaret
eder ve ondan nakden öder. Bunların hepsi de temiz olur. Ancak önceki
müstesnadır. O işaret edip ve nakden verdiği şeydir. Âlimlerimiz ise: *
'Gasbeylediğini, sahibine ödemedikçe hiç bir hâlde temiz olmaz."
buyurmuşlardır. Her haliyle, kârı da öyledir.
Muhtar olan cevap da
budur. Bazı âlimler de: "Zamanımızda haramın çoğalmış
olmasından dolayı, Kerhîn'ın
kavli üzerine fetva vermişlerdir.
Bunların tamamı, İmâm
Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'e göredir.
İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)
ise: "O, bir şey tasadduk edemez." buyurmuştur. Takallub (= zoraki
alma yoluyla) olması hâlinde ihtilafa sebep olmuştur.
Tazminat cinsinden
olursa (Şöyleki: Dirhemleri tazmin edip de, elinde cinsinin hilafına bedeli
kalmış ise, dirhemi dirhemle tazmin gibi...) ve elinde kalan da yiyecek veya
uruz gibi olursa, bil-icma, tasadduk ica-betmez. Tebyîn'de de böyledir.
Bir adam, "Filan
benim malımı yedi; işte o helâl olsun." der; o da, onun malını mübahlığım
bilmeyerek yerse; Nosayr bin Yahya "Bu Câizdir.Tazminat da gerekmez."
buyurmuştur.
Bir adam: "Her
kim, malımı yedi ise, o helâl olsun." derse, Ebfi Nasr bin Selâm:
"İşte buda caizdir. Meçhule ibâhe caizdir." demiştir.
Fetva da buna göredir.
Bir adam, diğerine:
"Malımdan yediğini sana helâl eyledim." derse; bütün âlimlere göre
helâl olur.
Şayet "Malımdan
yediğinin tamamından vaz geçtim sana ibra eyledim." derse, bu gerçekten
ibradır. Fetâyâyi Kâdîhân'da da böyledir.
"Dünyada Helâl
eyledim." veya "âhirette helâl eyledim" yahut "Dünya ve
âhirette tamamını helâl eyledim." derse; tamamı helâl olur.
"Dava etmiyeceğim
veya istemeyeceğim" derse; bu bir şey değildir. Hızâhetü'l-Müftin'de de
böyledir.
Bir adam, gasbeylediği
bir malı, kârı ile birlikte, geri verirse, bu kâr tasadduk edilmez.
Bir kimse zayi olan
mağsûbun kıymetini veya kaçan kölenin kıymetini tazmin eder ve onunla da
kazanç temin etmiş bulunursa; bundan sonraki kârı tasadduk olur. Zehıyrc'de de
böyledir.
Bir adam, bir köleyi
gasbedip onu icara verse; İmâra Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'e
göre, o ücret tasadduk edilir.
İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'a göre, o ücret temizdir.
Bir adam, bir köleyi
gasbeyleyip onu icara verir ve kârını alırsa; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm
Muhammed (R.A.)'e göre onu tasadduk eder ve kâr'ı tazminattan noksanlaştırır.
Kâfi'de de böyledir.
Gasbolunan bir köle,
gâsıbın ameli sebebi ile veya başka sebeple zayi olur; kölenin sahibi de onun
kıymetini ve biraz da ücretinden ödetir; baki kalanını-da tasadduk ederse;
gasbeden şahıs ister zengin olsun, isterse fakir olsun caiz olur.
Sahih olan kavle göre
gasbeden fakir ise, câîz olur Hulâsa'da da böyledir.
Bir adam, gasbeylediği
bir köleyi, satıp parasını da alır ve bu mağ-sup müşterinin yanında iken zayi
olur; mal sahibi de, onu müşteriye tazmin ettirir; müşteri de gâsıba başvurup
parasını isterse; adam fakir ise, ücretinde yardım ister; zengin ise,
isteyemez. Serahâ'nin Muhıyü'nde de böyledir.
Bir adam, umuma ait
bir nehrin kenarına ağaç diker; o nehirle hiç ilgisi olmayan birisi de gelerek,
o ağacı sökmek isterse, insanlara zarar veriyor olması hâlinde, onu sökebilir.
En iyisi, işi hâkime çıkarmak ve ağacın onun sökülmesine onun emir vermesi dir.
Fetâvâyi Kübrâ'da da böyledir.
Bir adam, bir dükkân
gösbederek, orda ticâret yapsa-ve kâr ey-lese; bu kârı temiz olur. Kerderi'nin
Vecîzi'nde de böyledir.
tki kişinin ortak
bulunduğu bir dükkan veya evde, ortaklardan birisi oturursa; —kârına ortak
olmaları hâlinde— birisi diğerine icar vermesi gerekmez. Hizânetü'l-Müftin'de
de böyledir.
Bir arazinin yanından
akan umuma ait bir nehirin yanına birisi bir kanal kazar ve oraya, o nehrin
suyundan akar; O-.adam da kanalı için bir değirmen yapmak isterse; mülküne
yapabilir. Fakat umuma ait nehir için yapmak isterse, onda hakkı olmaz. Çünkü
kendi şahsî malı değildir. Fetâvâyi Kübrâ'da da böyledir.
Ebâ el-Fadl
el-Kirmânî'nin Fetvâlan'nda şöyle zikredilmiştir:
Bir adam, ipek
böceğini gasbedip, onu çoğaltsa; ona bir şey gerekmez.
Bu, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre böyledir.
İmâm Muhammed (R.A.)'e
görede kıymetini tazmin eder.
Fetva ise zamanımızda
İmâm Muhammed (R.A.)'e göredir. Gınye'de de böyledir.
Bir adam, ipek
böceğini, başkasının ağacından gasbedilen yaprağı ile beslerse; böceğin
kıymetinden fazlasını tasadduk eder. Kerderî'-nin VecîzFnde de böyledir.
Müntekâda, İmâm Ebû
Yusuf (R.A.)'m şöyle buyurduğu zikredilmiştir: Bir adam, bir yer gasbedip,
içine dükkanlar, hamam veya mescid bina ederse; o mescidde namaz kılınır. Fakat
hamamına girilmez. Dükkanları icara verilmez:
İmâm "O
dükkanlara bir şey satın almak için girmekte bir beis yoktur."
buyurmuştur.
Hişâm şöyle
buyurmuştur:
Ben, o mescidde namaz
kılmayı —temize çıkana kadar— (Yani yerinin bedeli sahibine tazmin edilene
kadar) kerih görürüm.
Ve gasbedilen yere
yapılan dükkanlardan alım-satım yapmayı da kerih görürüm.
Ancak gasb edildiğini
bildiği hâlde, oradan alış-veriş yapanların şe-hâdetleri kabul edilir.
Muhıyt'te de böyledir.[10]
Cinayet sahibi,
avânesine bir şeyi almayı emredince, alma işinin zahirine bakılır: Caniye
tazminat gerekmez; ancak alıcıya tazminat gerekir. Sa'yii gayret itibariyîede
caniye bir şey gerekmez. Artık bu fetvaya göre düşün..
Kâdi'İ-İmâm Fahruddin
Han, şöyle buyurmuştur. Her hâlde alıcı tazminat yapar.
Alan şahıs, âmirine
müracaat eder mi?
—Eğer alınan şey,
emredene verilmişse, ona müracaat eder.
Şayet kendisinin
yanında zayi olmuş veya kendisi zayi etmişse, müracaat edemez. Eğer, âmirin
emriyle, o şeyi âmirin bir ihtiyacına sarf eylemişse, onu, âmirin ihtiyacına,
alan şahıs kendi malını harcamış makamındadır.
Bazı âlimler:
"müracaatı şart koşmuşsa;
müracaat eder." demişlerdir.
Âlimlerinin bazıları
da : "Müracaatı şart koşmasa bile müracaat eder." buyurmuşlardır.
Esahh olan da budur. Muhıyl ve Füsûlü'l-İmâdiyye'de de böyledir.
Cani esiri —köleyi—
mal sahibinin evinde görse, ona bir şey söylemese, veya ortak esirini
ortağının yanında görseki bir mal aldı veya rehin olarak aldı, o rehinde zayi
oldu hiç şüphesiz ortakda, canide onu ödemez. Çünkü emir vermedi ve taşımadı.
Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, diğerine:
"Şu koyunu, kendisi için kurban kesmesini söyler; o koyun ise komşusunun
olur ve memur öyle olduğunu bilirse, onu —kesmesi hâlinde— tazmin eder.
Bu şahıs, kendisine
emredene müracaat edermi?
Eğer, kestiği koyunun
emredenin olmadığını bilirse; bu emir sahih olmaz. Bu durumda, kesenin de
müracaat hakkı olmaz.
Şayet öyle olduğunu
bilmez ve onun söylediğini doğru zannederse, o takdirde müracaat eder.
Zehiyre'de de böyledir.
Bir adam, başka bir
adama, koyununu kesmesini söyledikten sonra, o koyunu, o adam kesmeden önce,
bir müşteriye satar; bundan sonrada, o adam, bu koyunu boğazlarsa; kıymetini,
satıldığını ister bilsin, isterse bilmesin; müşteriye öder ve emredene de hiç
bir şekilde müracaatta bulunamaz. Çünkü, âmir onu kandırmış değildir. Fetâvâyi
Zahîriy-ye'de de böyledir.
Ebû'l- Leys'ın
Fetvalarında şöyle denilmiştir: Ebû Bekir'e sorulmuş:
—Bir adam, bir
hayvanı, yıkamak için, nehrin kenarına getirdiğinde, bu adam, orada durmakta
olan diğer bir adama: "Şu hayvanı nehre girdir." der; oda
girdirince, hayvan boğularak ölür: söyleyen adam da, o hayvanın —sahibi değil—
bakıcısı olursa; o su, herkesin girip hayvanını yıkadığı ve hayvanını suladığı
bîr yer ise, seyise de, hayvanı suya girdirene de tazminat gerekmez.
Şayet orası
hayvanların yıkandığı yer değilse, işte o zaman hayvan sahibi muhayyerdir:
İsterse seyise —bakıcıya— ödetir; isterse, kendisine söylenene ödetir.
Burda, duruma bakmak
gerekir; uygun olanı; emredene tazminatın gerekmemesidir.
Şayet seyis öderse o
me'mura tazminat yazmasını emredemez.
Eğer, me'mur ödeme
yapar ve bu me'mur, emredenin seyis olduğunu bilmiyor, onu asıl mal sahibi
sanıyorsa, ona müracaat eder. Mo-hıyt'te de böyledir.
Bir adam, diğerine:
"Filanın elbisesini yırt." derse; tazminat söyleyene değil de
—elbiseyi yırtana aittir.
Şayet, emreden
hükümdar veya kölenin efendisi ise, o takdirde emreden tazminatta bulunur.
Füsûlü'l-İmadiye'de de böyledir.
Bir adam, diğerine:
"Benim elbisemi yırt." veya "Suya at." der; o da öyle
yaparsa; tazminat gerekmez. Çünkü, me'mur onu sahibinin emriyle yapmıştır.
Fakat, me'mur böyle yapmakla günahkar olur. Hızânetu'I-Müftin'de de böyledir.
Bir adam, diğerine:
"Şu duvardan, benim için bir kapı aç." dediğinde, emrettiği şahıs,
denileni yapar ve o duvar başka birinin olursa; onu, açan tazmin eder. Çünkü
başkasının malını telef eylemiştir. Sonra da kendisine emreden şahsa müracaat eyler
Şayet âmir "Şu
duvardan bir kapı aç." der; fakat "...benim için aç." veya
"...benin duvarımdan aç." demezse; bu durumda duvardan kapı açan
şahıs, kendisine emreden şahsa müracaat edemez.
Ancak, emreden şahıs o
evde oturuyor ise veya icarcı işe, o zaman ona müracaat edebilir.
Bir kadın, bir adama:
"Şu toprağı at." der; adam, o toprağı attıktan sonra, kadının kocası
gelerek: "Onu ben koymuştum; içinde altın vardır." der ve hakikaten
altının olduğu da sabit olursa, onu me'mur olan erkek yâni toprağı kadının
sözüyle atan'adam tazmin eder. Hızânetü'l-Miiitin'de de böyledir. [11]
Bir adam, başka
birinin yerini gasbederek, orayı ekse, ektiği de bitse; yer sahibi yerini
alabilir.
Bu durumda, ziraat
yapan gâsıba: "ektiklerini, söküp kendi mülküne götürmesi" söylenir.
Şayet gâsıp, bunu
yapmaktan kaçınırsa arazisi gasbedilen şahıs* bu işi kendisi yapar.
Eğer, o yerin sahibi
huzurda yoksa, mahsûl de kemâle gelmişse; o mahsûl gâsıbın olur.
Ancak, bu durumda o
yerin sahibi gâsıba, şayet o yüzden yeri noksanlığa uğramışsa, o noksanlık
için müracaat eder.
Âlimler noksanlığın
ta'rifi hususunda ihtilaf etmişlerdir:
Bazıları: Ekimden
önce, ne kadara icara verilir; ekimden sonra ne kadara icâre verilir bu duruma
bakılır ve arasındaki fark noksanlık olarak alınır." demişlerdir.
Şemsii'l-Eimme de:
"Doğruya en yakını buiJur." buyurmuştur.
Şayet, yerin sahibi,
ekilen bitmeden önce gelirse; dilerse ekilen bitene kadar terk edip, sonra
sökmesini emreder; dilerse, tohumunun parasını verir. Zehıyre'de de böyledir.
Bir adam, diğerinin
yerini gasbederek, oraya buğday eker; son-xa da davalaşırlar ve bundan sonra da
tohum bitmez ise, bu durumda yer sahibi muhayyerdir: Dilerse o bitene kadar
öylece terk edip, sonra sahibine "Ziraatını sök." der; dilerse,
tohumunun kıymetini öder.
Şayet, onu ödemek
isterse, nasıl öder?
Muhtar olan kavle
göre, o kadar gelen başka bir yere, ne miktar tohum ekiliyorsa o miktarın
bedelini Öder. Zahîriyye'de de böyledir.
Bir adam, kendi yerine
tohumunu ektikten sonra, bir başkası da gelerek oraya, o da eker; önceki ekilen
daha bitmemiş olur ve sonradan sulanınca, ikisi birden biterse; İmâm Ebû Hamle
(R.A.)ye göre, bu durumda biten (= çıkan) mahsûl ikinci ekenin olur.
Çünkü, ona göre, bir
cinsin diğer cinse karışması öncekini helak eder.
Birinci adamın,
ikinciden tohum bedelini alma hakkı vardır. Fakat, kendi malında ekili olduğu
için, intifa hakkını da alır.
Şayet, önceki tohumun
ve yerin sahibi olan şahıs, yeniden gelip, bir defa daha oraya tohum eker ve
orayı sular; tohumların tamamı biterse; onların tamamı yer sahibinin olur.
Gâsıp da tohumunun mislini alabilir. Fakat, o başkasının yerine ekilmiştir.
Fetâvâyi Fadli'de
şöyle denilmiştir: "Bu cevap doyurucu değildir.
Doyurucu cevap:
Gerçekten gasbeden şahıs, ekilmiş olan tohumunun kıymetini tarla sahibine
ödetir.
Tarla sahibi de, iki
tohumunun kıymetini gâsıba ödetir.
Bunların tamamı,
tohumlar bitmeden önce olursa böyledir.
Şayet ekilen tohum
biter, sonra da bir adam gelerek, o yere tohumunu eker ve onu sular ve ikinci
ekilen biterse cevap dediğimiz gibidir.
O biten, bir daha
biterse cevap yine dediğimiz gibidir.
Şayet birinci ekilipte
biten, ikinci defada bitmez ise, İşte o zaman biten ekin, gâsıbın olur ve
gâsıp, tarla sahibine bitmiş hâldeki tohumun kıymetini tazmin eder. Zehıyre'de
de böyledir.
Nusayr'dan soruldu:
—Bir adam, tarlasına
buğdayını ekse, bir başkası da gelerek, o da oraya arpa ekse ne olur?
İmam şu cevabı verdi:
—Ekilmiş buğdayın
kıymetini tazmin eder.
Bunu, Muhammed bin
Semâa, Muhammed bin Hasan'dan rivayet etmiştir.
Fakıyh Ebû'1-Ley s
şöyle buyurmuştur:
Bu durum, buğday
sahibinin, buğdayının ekilmiş şekildeki bedelini ödenmesine razı olması
hâlinde böyledir.
Fakat, buna razı olmaz
ise, o zaman, muhayyerdir: Dilerse, bitene kadar öylece bırakır ve tazminatta
da mahsûl meydana gelene kadar vaz geçer. Mahsul meydana gelip, hasad
yapılırsa, herkes hissesi nisbetinde mahsûlünü alır. Zahîriyye'de de böyledir.
Muhiyt SahibFne
soruldu:
—Bir adam diğerinin
yerini gasbederek oraya pamuk ekse, mal sahibi de orayı sürerek başka bir şey
ekse; bu durumda mal sahibi gâsıba bir tazminatta bulunur mu?
İmâm şu cevabı verdi:
—Hayır. Çünkü o haksız
iş yapmıştır. İş hâkime çıksa, o da aynısını yapar. Füsûlü'Mmâdiyye'de de
böyledir.
Bir adam, gasben,
başkasının yerine pamuk tohumu atsa; oda bitse; mal sahibi bekler. Pamuk sahibi
ise, o yerin noksanlığını tazmin eder. Gınye'de de böyledir.
Vâkıâtü'l-Fetâvâ'da
şöyle zikredilmiştir:
Bir adam, ortak olduğu
bir yeri, diğer ortağı dörtte bir hisseye sahip olmak üzere ekse; o yerde,
öyle bir örf ve âdet olması hâlinde, üçte bir yer hissesi isteye bilir,mi?
Şöyle cevap verildi:
Hayır. Fakat hissesi
olan yerin noksanlığının karşılığını tazminat olarak alır. Füsûlü'l-
Imâdiyye'de de böyledir.
İmâm Muhammed (R.A)
şöyle buyurmuştur:
İki kişinin ortak
oldukları bir yeri, onlardan biri diğerinden izin . almadan ektiğinde, şayet
ekilen biter; ikisi de kendi aralarında anlaşırlar ve ekilen tohumun yarı
bedelini ekmeyen ödeyip, mahsûlüne yarı yarıya ortak olurlarsa; bu caiz olur.
Tohum çıkmadan önce, ikisi de razı olurlarsa işte o caiz olmaz.
Eğer ekilen biter,
ekmeyen ise, onu sökmek isterse; o yeri yan yarıya taksim ederler; o, kendi
hissesine düşen yerin ekinini sökebilir. Onun sökmesi sebebiyle yerine gelen
noksanlığı da orayı eken tazmin eder. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
İmâm Muhammed (R.A.)
şöyle buyurmuştur:
îki kişinin ortak
bulunduğu bir yerin yarısını, onlardan birisi yok iken, diğeri eker ve ikinci
sene de diğer yarısını ekmeyi murad ederse; bir şey gerekmez.
Fetva şunun
üzerinedir: Eğer ekmek, o yere fayda verir ve bunu da bilirse, tamamını eker
Gaip ortağı gelince, o müddet içinde, o da, o yerin tamamından faydalanır.
Çünkü o râzi olmuştur. Bu delâleten sabittir.
Şayet ekimin zarar
vereceğini o yerin değerini noksanlandıracağını bilirse; hazırda olan ortak,
artık o yeri ekmez. Çünkü rıza sabit değildir. Zahîriyye'de de böyledir.
Dedem şöyle fetva
vermiş:
Bir adam, diğerinin
emri olmadan, onun yerini ektiğinde, mal sahibi "Niçin böyle
yaptın?" deyince, ziraatçı: "Ortak olalım veya birimizin olsun diye
ektim." derse; bu durumda ekilen şeyin tamamı yer sahibinin olur;
ziraatçıya ecr-i misil verilir. Ffisûlö'l-İmadiyye'de de böyledir.
Şeyhû'l-İslâm Atâ bin
Hamza'dan sorulmuş: -Bir adam kendi tohumunu, izni olmadan, bir başkasının
tarlasına ekerse; o yerin sahibi, o şahıstan yerin hissesini isteye bilir mi?
İmâm şöyle buyurmuş:
—Evet, o beldede örf
ve âdet öyle ise ister. Zira birçok yerde, çıkan mahsûlün üçte birini veya
dörtte birini yahut yarısını veya her hangi bir hisseyi vermek örftür.
Ona:
—Bu hususta rivayet
var mıdır? denildi.
İmam:
—"Evet vardır.
Mazına Kitabı'nın sonundadir." buyurdu.
Ebû Cafer'den
sorulmuş:
—Bir adam, birine üzüm
çubuğu verir; o da onu dikerse biter; bilâhare çubuğu veren şahıs ehli ıyali ile,
o bağa girer, üzümden .yerler bir miktarda alıp götürürler; âmil ise, oraya az
girip çıkan biri olursa; o çubuğu veren şahsa tazminat gerekir mi?
İmâm şöyle buyurmuş:
Yerler ve götürürler
bu da izni ile olursa tazminat gerekmez.
Şayet nafakası üzerine
vacip olanlardan ise, âmilin hissesi kadarını tazmin ederler.
Şayet izinli olursa,
nafakaları vacip olanlara da tazminat gerekmez. Zahîriyye'de de böyledir.
En doğrusunu bilen
Allahu Teâlâ'dtr. [12]
Kudûrî şöyle
buyurmuştur:
Bir adam, diğerinin
kölesini veya cariyesini gasbettiğinde, o mağ-sûp, gâsıbın yanından kaçar ve
daha önce hiç kaçmamış olursa veya zina eder yahut hırsızlık yapar ve daha
önce bunları da hiç yapmamış olursa; bütün bu kusurların noksanlığı gâsıbın
üzerinedir.
Keza, gözünün birinin
kör olması, çolak olması ve benzeri kusurlar, gasbedenin yanında olursa;
gâsıp, onları tazmin eder. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, bir câriye
gasbedip, onunla zina ettikten sonra, bu câriye ölse gâsıp onun kıymetini
tazmin eder.
Bu durumda
bi'1-ittifak had lâzım olmaz. Çünkü gasbin tazminatı, mağsübun, gasp vaktinde
mülküyetine delâlet eder.
Ancak, önce zina eder
ve sonra gasbeder ve daha sonra da câriye ölürse gâsıp, cariyenin kıymetini
öder,
Bu, İmâm Ebû Hatife
(R.A.) ve İmam Muhammed(R,A.)in kavlidir. Ondan had sakıt olmaz.
İmâm Ebû Yûsuf(R.A.)a
göre, had sakıt olur. Tatarhâm'yye'de de böyledir.
Cariyenin gözüne,
gasbeden şahsın yanında boz iner veya onu sıtma tutarsa; geri iade ederken noksanını
da tazmin ederek iade eder.
Sonradan, bu cariyenin
sıtması kesilir ve gözü açılırsa; cariyenin efendisi, aldığı noksanlık
tazminatını gâsıba geri verir. Serahâ'nin Mu-hıyü'nde de böyledir.
Gasbedilen bir câriye,
gâsıbın yanında zinadan hamile kalsa, sahibi onu noksanı ile birlikte alır.
İmam Ebû Yûsuf (R.A.)
şöyle buyurmuştur:
Bu durumda, hamilelik,
noksanına ve zina kusuru noksanına bakılır. Ekser olanını öder. Az olan, onun
içine girmiş olur. Bu istihsandır.
İmâra Muhammed
(R.A.)'e göre her ikisini de ayrı ayrı Öder. Bu kıyâsdır.
Bir câriye zinadan
hâmile kalıp bir çocuk doğursa; doğum sebebiyle hamilelik noksanlığı izâle
olur. (= gider.) Zina kusuru kalır. Eğer zina aybı daha çoksa, gâsıp onu
borçlanır ve hami kusuru ile birlikte tazmin eder.
Şayet hami kusuru daha
çoksa, zina kusuru mikdarrna, hamileliğin son bulmasıyla müstehak olur. Onu
gâsıba geri vermek gerekir.
Bir gâsıp, gasbettiği
cariyeyi, sahibine, hâmile olarak geri verir ve bu câriye, doğum yaparken ölür,
çocuk geride kalırsa; İmâm Ebû Ha-nîfe (R.A.)ye göre, bu gasıp, o cariyenin
kıymetinin tamamını öder. İmâ-meyn ise: "Yalnız hamilelik noksanlığını
öder." buyurmuşlardır.
Şayet cariye doğum
sebebiyle ölürde çocuk geride kalırsa; gas-beylediği günkü kıymetinin tamamım
öder. Çocuk sebebiyle hasıl olan noksanlığı ödemeye cebredilmez.
Bu, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre böyledir. İmameyn'e göre ise, ancak hami noksanım Öder; başka
ödeme yapmaz.
Eğer çocuk ölürde,
gâsıp, o cariyeyi, noksanı ile birlikte geri yol-larsa; çocu'ğun ölmesinden dolayı
bir şey gerekmez.
Eğer her ikiside
gâsıbın yanında ölürse; İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) "Anasının kıymetini,
gasbeylediği günkü kıymetinden Öder; çocuğun kıymetini ödemez."
buyurmuştur. Sirâcü'l-Vehhâc'de de böyledir.
Bir adam, bir cariyeyi
gasbedip, ona zina ettikten sonra, o cariyeyi efendisine geri gönderir ve
ondan hamile kaldığı efendinin yanında meydan çıkar ve efendinin yanında doğum
yaparken veya nüfâse hâlinde iken ölürse; İmâm Ebu Hanîfe (R.A.)'ye göre eğer
hami, efendiye geri vermesinden altı aydan daha kısa bir sürede, efendinin
yanında meydana geldiyse; bu gâsip, cariyeyi gasbeylediği günkü kıymetini
tazmin eder. Bir kimse, hür bir kadına zina eylese, bunun hilafınadır. O hamile
kalır ve doğum veya nüfâse halinde Ölürse, zâni birşey ödemez. (Ona had
uygulanır). Fetâvâyi Kadihin'da da böyledir.
Bir câriye, birşey
çalar veya gâsıbın yanında zina eder; sonra da sahibinin yanına gönderilir ve
eli kesilir veya yüz sopa vurulursa; imâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, bu
durumlarda gâsıp zina haddini ve sirkat (= hırsızlık) haddini-darb ve zinadan
dolayı noksanlığı kadar öder. Ve kıymetinin de yansını Öder.
İmameyn'e göre ise,
zina ve hırsızlıktan dolayı noksanlığını öder; sopadan dolayı noksanlığını
Ödemez. SerâhsFnin Muhıyt'nde de böyledir.
Şayet gâsıp, cariyeyi
efendisinin yanına hamile olarak yollar; câriye de sopa yer ve ölürse;
bi'1-icma, gâsıp noksanını Öder. Hulâsa'da da böyledir.
Eğer câriye,
efendisinin yanında zina eder veya hırsızlık yapar, sonra da onu, gâsıp
gasbedip zina ve hırsızlık hadlerini alır ve câriye o yüzden Ölürse; gâsiba
tazminat gerekmez. Çünkü câriye, efendisinin yanında işlediği suçlar sebebiyle
ölmüştür.
Keza, gâsıbın yanında
kocasından hamile olur ve o da efendisinin yanında iken vuku bulmuş bulunur ve
o yüzden ölürse, gasbedene tazminat gerekmez. Çünkü, telef o yüzden olmuştur.
Şayet gâsıp, onu
hamile olarak gasbetmiş olduğu hâlde, onu efendisi veya kocası hâmile
bırakmamış olur ve bu câriye gâsıbın yanında ölürse; gasbeden, onun kıymetini
öder. Çünkü efendisinin fi'li ile olmadığı gibi, onun sebebiyle de olmamıştır.
Cevheretü'n-Neyyire'de de böyledi .
Hummalı, hamile, hasta
veya yaralı bir cariyeyi bir kimse gasbe-der. ve bu câriye o yüzden, gasbedenin
yanında ölürse; gâsıp onun kıymetini tazmin eder.SerahsTnin Muhıyü'nde de
böyledir.
Şayet câriye, gasbeden
şahsın yanında hummaya yakalandıktan sonra, efendisinin yanma gönderilir ve
orada, o hummadan dolayı ölürse; gasbeden onu tazmin eylemez. Bi'1-ittifak
hummanın noksanlığını tazmin eder. Hul&u'da da böyledir.
Gasbedilen bir köle
gâsıbın yanından kaçarsa, sahibi muhayyerdir. Dilersi, kölenin meydana
çıkmasını bekler ve onu geri alır; dilerse hiç bekletmez ve gasbeden şahsa, o
kölenin kıymetini ödetir.
Köle, bundan sonra
meydana çıkarsa, bakılır: Şayet efendisi tam kıymetini almış ve tasdikleri
sebebiyle veya beyyinesiyle yahut gâsıbın yemin edemeyişi ile ona razı olmuşsa,
bize göre, artık efendinin, o kö-ledi bir hakkı kalmamıştır.
Şayet gasbedenin
sözüyle ve yeminiyle almışsa, efendi serbesttir: isterse, kıymetini elinde
tutup köleyi gasbedene teslim eder; isterse, kıymetini geri vererek kölesini
tekrar alır.
Gasbeden de kıymetini
alana kadar köleyi yanında tutabilir.
Şayet kölenin kıymeti,
gasbeden ödenmeden önce, köle gasbedenin yanında ölürse, artık kıymeti geri
verilmez. Fakat, gâsıptan, kölenin almandan fazla olan kıymeti tekrar alınır.
Şayet kıymetin bir
fazlalık yoksa, (alınan kıymet müsavi ise) bir şey gerekmez.
İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'un rivayetine göre, kölenin kıymetinde bir değişiklik yoksa,
gasbedilicisi muhayyer olmaz.
Zâhirü'r-rivayede ise:
"Gasbedilenin sahibi muhayyerdir." buyrul-muş ve tafsilat
verilmemiştir. Tahâvî Şerhi'nde de böyledir.
Eğer köle, gasbeden
şahsın elinde iken, hür veya köle olan birini öldürür veya —adam öldürmenin
dışında— bir cinayet işlerse: efendisi muhayyerdir: İsterse, köleyi verir;
isterse, fidyesini verir ve diyetinin en azı ile de gasbediciye müracaat eder.
Bir kölenin kıymeti
gasbedildiği zaman bin dirhem iken, sonra ikibin dirhem oldu ve daha sonrada,
bu köleyi gâsıbın yanında, birisi öldürdü ise; efendisi muhayyerdir: İsterse,
gasbedildiği günkü bin dirhemi için, gâsıbı müracaat eder; isterse, ikibin
dirhem için müracaat eder ve o fazla olan bin dirhemi tasaddukta bulunur;
dilerse, katile önceki bin dirhem için müracaat eder.
Katil ise gâsıbı bir
müracaatta bulunmaz.
Şayet bu durumda köle,
kendi kendini öldürürse, gasıp gasbeyle-diği günkü bin dirhemi tazmin eder;
-yoksa- öldüğü günkü iki bin dirhemi tazmin etmez. Muhiyt'te de böyledir.
Gasbedilen bir köle
gâsıbın yanından kaçarsa, İmâm Ebû Yûsuf
(R A )'a göre efendisi, tam kıymeti için gâsıba müracaat edemez. Ancak,
-daha önce hiç kaçmamışsa- kaçma noksanhg! için müracaatta
bulunur.
İmâm Muhammed (R.A.)
ise: "Efendisi, tam kıymeti için, gasiba müracaatta bulunur/'
buyurmuştur. Yenâbi'de de böyledir. En doğrusunu bilen Allahu Teâlâ'dır. [13]
Bir adam, gasbedilmiş
bir şeyi gasbeden şahıstan gasbederse; gas-bedilen bu şeyin asıl sahibi,
isterse Önceki gâsıba isterse sonrakine tazmin ettirir. .
Şayet mal sahibi,
önceki gâsıba tazmin ettirirse; bu şahıs ikinci gâsıba müracaat eder ve
yaptığı tazminatı ondan alır.
Şayet mal sahibi,
ikinci gâsıba.tazmin ettirmişse, o birinciye müracaat edemez.
Mal sahibi, onlardan
herhangi birisine tazmin ettirdiğinde, ikinciye tazmin ettirme hakkı yoktur.
Bu, İmâm Ebû Hanife
(R.A.) ve İmânı Muhammed (R.A.)e göre böyledir. İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) ise:
"Birinden teslim almamışsa, diğerinden alır." buyurmuştur.
Serahsî'nin Muhıyü'nde de böyledir.
Mal sahibi, ister
gâsıba, isterse gasıbtan gasbedene tazmin ettirsin veya emanet konulanı
ödetsin, diğeri tazminattan kurtulur. Hulâsa'-da da böyledir.
Bir şey, gâsibtan
gasbeden şahıs, o mağsubu zayi eder ve kıymetini de önceki gâsıba öderse;
tazminattan kurtulur.
İmânı Ebû Yûsuf (R,
A.Han gelen bir rivayete göre, bu şahıs tazminattan kurtulamaz. Ancak aynını
verirse o takdirde kurtulur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Mağsup (= gasbedilen
şey), gâsıptan gasbeden şahsın yarımda zayi olur; o da, kıymetini önceki gâsıba
öderse; tazminattan berî olur.
Bu durumda, asıl mal
sahibi, eğer kıymetini aynın karşılığı ise ve önceki maruf üzere almış ve bu
beyyine ibrazı veya mal sahibinin tasdiki ile belli olmuşsa- ona tazminat
yaptıramaz.
Şayet gâsıp İkrar
eylemiş ve onu da mal sahibi tasdik etmemişse; ö takdirde, mal sahibi
muhayyerdir; istediğine tazmin ettirir.
Şayet gâsıbm gâsıbı,
mağsûbu satmış ve parasını da almış ve o parayı birinci gâsıb ondan almışsa;
ona sahip olmadığı gibi, naip de değildir. Onun satılmasına izin verme hakkı
da yoktur. Hızânetü'l-Müftin'de de böyledir.
Bu durumda, mal sahibi
muhayyerdir, hangisini isterse ona tazmin ettirir. Çünkü hepsi de onun hakkına
tecavüz etmişlerdir. Kendine emânet bırakılan şahıs da aynısıdır, Mutaiyt'te de
böyledir.
Şayet gâsıp,
gasbeylediği şeyi ariyet olarak bıraktı ise, sahibi hangisine ödetirse, o,
diğerine müracaat edemez. Eğer ariyet alan onu telef etmişse, tazminat ona
aittir. Kerderi'nin Vecîzi'nde de böyledir.
Gasbeden şahıs
gasbolunan şeyi bir adama bağışlar; o da orda zayi olursa, sahibi, bağışlanan
şahsa onu tazmin ettirir; o ise gâsıba müracaat edemez. Serahsî'nin Mumytı'nde
de böyledir.
Gâsıp mağsûbu satıp,
onu teslim ederse; sahibi muhayyerdir: Dilerse, parasını gâsıba tazmin
ettirir; bu durumda satışı caiz olur. Dilerse, müşteriye ödettirir ve bu
durumda müşteri, satıcıya başvurur; satış bâtıl ( = geçersiz) olur; tazminat
için başvuramaz. Eğer satmış fakat teslim etmemişse; tazmin eylemez; mal
sahibine onu geri verir. Kerderi'nin Vecîzi'nde de böyledir.
İbnii Semâa'nm
Muntekâsı'nda İmâm Mutaammed (R.A.)'in şöyle buyurduğu zikredilmektedir:
Şayet, malı gasbedilen
şahıs, önceki gâsıba tazmin ettirirse; o, buna razı olsun veya olmasın, hâkim,
önceki gâsıba kıymetini hükmeder; o da ikinciye tazmin ettirir.
Hakim öncekine,
mağsûbün minhin malının kıymetini hükmeyle-mezse; o zaman, mal sahibi, ikinci
gâsiba müracaat ederek, malını ona ödettirir.
Şayet önceki gâsıp,
tazminata razı olmaz veya kıymetini vermek istemez ise, kölenin efendisi
ikisini de huzuruna alır, ikincinin beyyinesi-ni kabul eder ve gasbedilen
köleyi ondan alır.
Şayet, mal sahibi,
onlardan herhangi birisine, mağsûbün kıymetinin yarısını veya üçte birisini
yahut dörtte birisini tazmin ettirirse; kalan kısmını, diğerine tazmin
ettirir. Zehıyre'de de böyledir.
İmâm Mıihammed (R.A.)
Câmiû'l-Kebîr'de şöyle buyurmuştur: Bir adam, diğerinin bin dirhem kıymetindeki
bir cariyesini gasbey-
Iediğinde bir bu
cariyeyi; ondan da bir başkası gasbeder ve gasp sırasında, bu cariyenin
kıymeti, yine bin dirhem olur ve mal sahibi, birinci gâ-sıba bin dirhem olarak
tazminat yaptırıp, ondan onu alınca, ikinci gâsıp, tazminattan berî olur.
Şayet mal sahibi,
ikinci gasıba tazmin ettirirse; bu defa da birinci gâsıp tazminattan berî olur.
Hatta, bu câriye,
birinci gâsıbın yanında ölürse, mal sahibi, onun gasp vaktindeki kıymetini
tazmin ettirir.
İkinci gasibdan cariyenin
bedelini alırsa, câriye ikinci gâsbın memlükesi olur.
Şayet öncekinden
kıymetini alırsa, câriye onun memlükesi olur. Sonradan, ikinci gâsıp, cariyenin
kıymetini birinci gâsiba ödeyince, bu defa da, o ikincinin memlükesi olur.
İlk gasb gününde, cariyenin
kıymeti bin dirhem; ikinci gasb zamanı ise, kıymeti iki bin dirhem olur ve
sonra da bu câriye ikinci adamın yanında kalsa ve birinci gâsıp, ikinciden iki
bin dirhem kıymet alıp, onu da zayi etse; cariyenin sahibi, önceki gâsıba iki
bin dirhem tazmin ettiremez. Ancak, bin dirhem tazmin ettirir. Zira gasp zamanı
olan kıymeti o idi.
Şayet cariyenin asıl
sahibi, cariyenin kıymetini, birinci gâsıbın yanında hazır olarak bulur ve
câriye de meydana çikıverirse; efendisi muhayyerdir: Dilerse, cariyeyi alır;
dilerse, birinci gâsıbın, ikinci gasibdan aldığı kıymeti alır.
O takdirde, ikinci
gâsıp, birinci gâsıba müracaat ederek, verdiğini geri alır.
Şayet cariyenin
sahibi, birinci gasibdan cariyenin ikinci gasibdan alınan iki bin dirhem
kıymetini alırsa, cariyeyi ikinci gâsıba teslim eder.
Birinci gâsibtan iki
bin dirhemi alan efendi, onun bin dirhemini tasadduk eder.
Bu, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'in kavlidir.
İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)
ise: "Bir şey tasadduk eylemez; hepsi de tîb ( = temiz = helâl)
dir."buyurmuştur. Muhıyt'te de böyledir.
Fetâvâyi Attâbiye'de
şöyle zikredilmiştir: Gasbedilen bir câriye, gâsıbın yanında doğum yapar ve
onları da (yâni câriye ile çocuğunu da) bir başkası gasbederse; bu durumda
cariyenin asıl sahibi, birinci gâsıba, cariyenin kıymeti için, müracaat eder.
Birinci gâsıb da ikinciye, hem câriye, hem de çocuğun kıymeti için müracaat
eder.
Bir rivayete göre,
çocuğun kıymetini tasadduk eder.
Şayet cariyesi
gasbedilen mal sahibi, birinci gâsıpla eksik kıymete anlaşma yaparlar ve bu
birinci gâsıb da, kıymetinin tamamını ikinciden alırsa; fazla olanı, tasadduk
eder. Tatarhâniyye'de de böyledir.
İbnü Semâa, Muhammed
bin Hasan'a mektup yazmış ve sormuş: —Bir adam, diğerinin kölesini
gasbettiğinde, onu, bu gâsıbın yanında, bir başkası hatâen öldürür; bu kölenin
efendisi de, kölenin yarı kıymetini peşin olarak ihtiyar eder; katilin
aknesinden de, yarı kıymetini va'deli olarak isterse, bu olur mu?
Cevap:
—"Evet,
olur." Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, diğerinin
malını gasbettiğinde, o malı, ondan da başka birisi gasbeder ve bu gâsıp malı
gasbedilen şahsın alacaklısı olursa; burda muhtar olan, önceki malı gasbedilen
zat muhayyerdir: İsterse, malını önceki gâsıba ödetir; isterse, ikinciye
ödetir.
Eğer öncekine
ödetirse, ikinci kurtulmuş olmaz. Amma ikinciye Ödetirse, birinci kurtulur.
Zahîriyye'de de böyledir.
Bir köle
gasbedildikten veya biri onu gasbeyledikten sonra, o kölede kaçtığında,
efendisi, gâsıba: "Senin gasbeylediğin zaman, onun kıymeti bin dirheih
idi.der; sonra da onu bir başkası gasbeder ve o zaman da kıymeti iki.bin
dirhem olur ve birinci gâsıp, kölenin efendisine: "Hayır, benim
gasbeylediğim zaman, kölenin kıymeti beşyüz..tiirhejn idi. Benim yanımda
kıymeti bin dirhem arttı; onun yarısı benimdir." derse; bu hususta
efendinin sözü geçerli olur.
Şayet, önceki gasıp,
birşey söylemese ve "Benim yanımda, kıymeti arttı." demeseydi;
hakikaten artan kıymeti, kölenin efendisi ona verir ve kölesini alırdı.'
Efendisi köleyi almak
isteyince, ikinci gâsıp, köleyi öldürürse; efendi muhayyerdir: İsterse, kölenin
önceki kıymetini, önceki gâsıbtan alır; isterse öldürenin akîlesinden,
diyetini ister ve alır. Kâfi'de de böyledir.
Bazı fıkıh
kitaplarında mütalâa eylediğime göre: Bir adam, bir köle gasbeylediğinde, onu,
ondan da başka biri gasbeder ve bu köle onun yanında ölürse; bu durumda,
efendisi muhayyerdir: İsterse, öncekine müracaat eder; o da ikinciyi takip
eder; isterse, birinciden vazgeçer, ikinciye müracaat eder. O takdirde,
.birinciye yapılacak bir şey kalmaz. Füsolü'l-Imâdiyye'de de böyledir.
Bir adam, bir köleyi
gasbederek, onu bir yere emânet bırakır; o da ordan kaçarsa; bu durumda kölenin
asıl sahibi muhayyerdir: İsterse, yanına emânet bırakılan şahsa ödetir;
isterse, gasbedene ödetir.
Emânet edilene
ödetirse, o da kendisine emânet bırakana müracaat eder.
Kendisi bizatihi
ödemeden önce de böyle yapar.
Şayet köle geri gelir
de, onu kendisine emânet bırakılan iddia eder ve ödediği tazminatı isterse,
buna hakkı vardır.
Şayet emânet bırakan
şahıs, onun parasını vermeden önce, köle emânet bırakılan bu şahsın yanında
ölürse; emânet bırakanın malı olarak Ölmüş olur.
Rehin de, icâre de
böyledir. Kâfi'de de böyledir.
Efendisi irâde,
etmedikçe, gâsıp, köleye hizmet yaptıramaz.
Şayet efendisi diler
de, kıymetini alırsa, artık köle gasbedenin malı olur; ona, dilediğini
yaptırır.
Şayet gasbedilen
câriye olur ve onu, efendisi bizatihi geri isterse, gâsıbın tasarrufu bâtıl
olur.
Yalnız ondan bir çocuk
doğurmuşsa istihsanen nesabi sahih olur; fakat çocuk yine de köledir. Tatarhâniyye'de
de böyledir.
İkinci gâsıbın,
cariyeye cima etme hakkı efendisi, onun kıymetini birinci gasbedinciden alana
kadar veya birinci gâsıbın, kendisinden, cariyenin bedelini almasına
kadar-yoktur.
Şayet câriye hayız
ise, birinci; ikinci gâsıbdan bedeli alıp da asıl efendisi, ondan almadan
önce, yine-istibradan önce-cima yapamaz.
Şayet birinci gâsıp,
ikinci gâsıptan, cariyenin bedelini aldığını ikrar eder ve bu da beyyine ile
sabit olursa; artık cariyenin efendisi, ikinci gâsıba tazmin ettiremez;
öncekine tazmin ettirir,
Keza, önceki gâsıp,
"cariyeyi, ikinci gasbediciden aldığını" ikrar eder ve "yanında
da öldüğünü" söylerse; bu sözü kabul edilmez.
Bu hallerin tamamında,
cariyenin sahibi ikinci gâsıba tazminat yaptırabilir.
İkinci gasbedici de
birinciye müracaat eder ve kıymetini ondan alır.
Zehiyre'de de
böyledir.
Bir kimse, diğerinin,
atını gasbeylediğinde, ondan da bir başkası gasbeyîer; bu ikinci gasbediciden
de, atın sahibi, o atı çalar; sonra da ikinci gâsıp, sahibinden, bu atı zoraki
geri alır ve atın sahibi, ikinci gas-bediciyi, davadan aciz kalırsa; bu durumda
birinciyi de dava edemez. Çünkü at onun eline geçince birinciden tazminat
düşmüş olur. Kerderi'-nin Vecîzi'nde de böyledir.
Bir adam, bir
başkasının malım gasbeylediğinde, bir başkası da, onu sahibine vermek için,
ondan gasbeyleyip, sahibini de bulamasa; bu, onun uhdesinden çıkmış olmaz.
Fakat, onu tasadduk ederse; ümid ederiz ki; sevabı, onun sahibine sadaka olur.
Bir kimse, gasbolunan
şeyi, sahibine vermek için, gasbedicinin yanından aynen çıkardığı hâlde,
sahibini bulamazsa; bu adam gâsıptan gasbetmiş olur ve o şeyin kendi uhtesinden
(zimmetinden) çıkması için, onu tekrar önceki gasbediciye vermesi gerekir.
Cevâhıru'l-Fetâvâ'da dâ böyledir.
İbnü Semâa, İmâm
Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğunu naklet-nıiştir: Bir hırsız, gâsıptan
mağsûbu çalar ve bunun böyle olduğunu da kadı bilir; mal sahibi de huzurda
bulunmazsa, kadı (= hâkim) malı alır ve onu gâsıbtan korur.
Bu hâkimin, gaibin
malını tasarruf etme hakkı —muhafaza için verildiği zaman, ibra için değil—
vardır. Malın gâsib üzerinde olması, gaibin hakkının olmasının hâkim
tarafından ibra edilmesi sebebiyle, sakıt olmaz. ( = dü:şmez.) Serahsî'nin
MuhıytTnde de böyledir. [14]
İbnü Semâa'nın
Münlckasf nda şöyle zikredilmiştir: Bir kimse, başka birinin karısını veya
küçük kızını kandırıp (aldatıp), kocasının veya babasının evinden dışarı
çıkarırsa, o şahıs hemen —o kadını getirene veya halinden haber verene kadar—
hapsedilir. İmâm Ebû Yûsuf (R.A.), şöyle buyurmuştur: Bir adam, bir sabiyi
çaldığında, onun elinden de başka birisi çalar ve ölüp ölmediği de bilinmese
tazminat gerekmez. Çocuğun halinden bir haber alınmaya kadar, ilk gâsıp
hapsedilir. Muhıyfte de böyledir.
Bir adam, ehlinden hür
bir sabîyi gasbeylediğinde, o çocuk, bu gâsıbın yanında, hasatalanarak ölse;
İmâm Ebû Hanîfe (R.A.): "Ona tazminat gerekmez." buyurmuştur.
Eğer hastalanmaz ve bu
yüzden ölmez; fakat onu vahşî hayvan parçalar veya yılan sokar ve o yüzden ölürse;
onun akîlesine cümleten diyet gerekir.
Hür alan bir kimse
için —küçük olsun, büyük olsun— tazminat gerekmez.
Çünkü gasp tazminatı
temlik iktiza eder. Hür de ise, mülkiyet olmaz.
Yalnız cinayet olursa,
telef sebebiyle tazminat (diyet) gerekir.
Küçükte mekân ihtilafı
yoksa, gâsıba tazminat yoktur.
Şayet mekân ihtilafı
bulunur ve gasbedilen sabîyi de gâsıbın yanında birisi öldürürse, küçüğün
velisinin, istediklerini takip hakkı vardır. İsterlerse gâsıbtan diyetini
alırlar; isterlerse, onu öldüreni takip eder ve diyeti ondan alırlar.
Şayet gâsibtan diyet
almışlarsa; o da katile müracaat eder. Eğer katilden almışlarsa, o gasbediciye
müracaat edemez. Bunların tamamı, akîle üzerinedir. Çünkü bu cinayet
tazminatıdır.
Şayet sabî, kendi
kendini öldürürse veya kuyuya düşerse yahut üzerine duvar yıkılırsa; işte o
zaman gâsıp tazminatta bulunacaktır ve onun akîlesinin üzerlerine diyet
gerekir; onlar da duvar sahibine müracaat ederler.
Eğer o çocuğu, bir
adam kasden öldürmüşse, çocuğun yakınları muhayyerdirler: Dilerlerse, katili
öldürürler; gâsıp kurtulur; dilerlerse, gâsıba müracaat ederler; onun
akîlesinden diyet alırlar.
Gâsıbm âkîlesi de,
katilin malına müracaat ederler. Onların kısas isteme hakları yoktur.
Sirâcü'I-Vehhâc'da da böyledir.
Bir adam, hür bir çocuğu
gasbettiğinde, o çocuk suda boğulur veya yanarsa; onu tazmin eder, Vadesiyle
ölüm müstesnadır. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.
Sabî kendi kendini
öldürürse; fidyesi gâsıbın akîlesine aittir; sa-bînin akîlesine müracaat
edemezler.
Keza sabî, nefsinden
bir şey keserse (eli ayağı veya benzeri gibi...) diyeti gasbeden şahsın
akîlesine aittir.
Sabî, bindiği
hayvandan kendisini atarak ölse, yine böyledir. Bunların tamamı, İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.) kavlidir.
İmâm Muhammet) (R.A.)
ise: "Sabinin kendi cinayeti yüzünden, gâsıba tazminat yoktur,"
buyurmuştur. Muhıyt'te de böyledir.
Bir sabî, gasbedicinin
yanında bulunan bir adamı Öldürür ve bu sabî babasına geri verilirse; öldürdüğü
adamın diyetini, bu sabinin âkîlesi öder. Ve onlar, sabiyi gasbedene
müracaatta bulunamazlar. Sîrâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.
Bir adam, yanında
efendisinin malı bulunan bir köleyi gasbeyle-se, malı da gasbeylemiş olur.
Hatta bu köle kaçsa,
gasbedici hem malı, hem de köleyi tazmin eder.
Bir adam hür bir
kimseyi gasbeder ve mağsubun üzerinde de elbisesi bulunursa; gâsıbın o
elbiseyi tazmin etmesi gerekmez. Çünkü, elbise, mağsubun eli altındadır.
Fakat, bir kimse,
üzerinde elbise bulunan bir köleyi gasbederse, o zaman, elbisesiyle birlikte
tazminatta bulunur. Aynını tazmin eylediği gibi,.. Zira elbiseyi tazminat,
aynım tezminata fâbidir. Füsûlü'l- İmâdiy-ye'de de böyledir.
Şayet mağsub müdebber
olur ve o gasbedicinin yanından kaçarsa, o takdirde tazminat gerekir. Çünkü,
müdebber gasb sebebiyle tazmin edilir. Fakat mülk olmaz.
Hatta, geri efendisine
verilse, ondan kıymeti alınır. Gâsıp, onu, kıymeti için yanında tutamaz.
Tahâvî Şerhı'nde de böyledir.
Bir adam, kıymeti bin
dirhem olan bir müdebberi gasbettikten sonra, bu müdebberin kıymeti gâsıbın
yanında fazlalaşıp, iki bin dirhem olur ve ondan da bir başkası gasbeder;
müdebber de o ikincinin elinden kaçar veya ölürse; onun sahibi, istediğine
ödetir. Öncekine, bin dirhem üzerinden ödetir.
Gâsıbdan gasbeden de
iki bin dirhem öder. Eğer önceki bin dirhem öderse, ikinciye iki bin dirhem olarak
müracaat eder. Ve ona, o bin dirhem helâl olur. İkinci bin dirhemi yanında
tutar. Eğer müdebber, efendisine gelirse; efendisinin bin dirhemi önceki gâsıba
vermesi gerekir.
Birinci gâsıbın da,
iki bin dirhemi, ikinci gâsıba vermesi lâzımdır.
Önceki gâsıp, bin
dirhemi tazmin ettikten sonra, müdebber ikinci gâsıbın yanına geri gelir;
efendisi, onu almaya gelmeden önce de, ikinci gâsıbın yanında ölürse; artık o,
ödeme yapmaz. Çünkü, gasbden — efendinin birinci gâsıbdan tazmini sebebiyle—
beri olmuştur.
Hatta efendisi, onu
istese bile, ona mâni olabilirse ve sonra da müdebber ölürse, o zaman tazminat
gerekir. Çünkü sahibinden men, sahibinden tekrar gasp olur.
Veya ikinci gasıb
hataen onu öldürürse artık efendisi öncekinin verdiği bin dirhemi geri verir
ve ikincinin akîlesinine müracaatla iki bin dirhem diyetini, onlardan alır.
Şayet efendi, önceki
gâsiba bir şey ödetmemişse, ikinci gasıb da onu öldürmüş; sonra da birinciye
—onun öldüğünü bildiği halde veya bilmeyerek— Ödetmişse; ikinci, efendiye
tazminattan beri olur. Önceki gâsıp muhayyer kalır: İsterse, ikinci gâsıba gasp
tazminatı yaptırır; isterse, akilesine, diyetini tazmin ettirir. Kâbî'de de
böyledir.
Bir adam, bir ümmü
veledi gasbettiğinde, o, gâsıbın elinde ölürse; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre,
onu, —eğer va'desiyle Ölürse— tazmin etmez.
Şayet, hür olan bir
sabî sebebiyle Ölürse; gâsıp, onun o hâlde kıymetini, kendi malından öder.
Çünkü o, hür olan sahibin malından, mala daha elyak ve evlâdır. Şayet
müdebbereyi gasbeder ve o da, onun yanında ölürse, onun kıymetini de gasbeden
öder. Sirâcii'l- Vehhâc'da da böyledir. [15]
Bir gâsıp,mağsubu,
birine satar; buna da sahibi izin verirse; satış caiz olur.
Ancak, bunun için şu
şartların içtima etmesi gerekir:
1- Satıcı ve
alıcının, onun üzerinde akid yapmaları;
2- İznin
da'vâdan önce olması.
İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre, Zâhirü'r-rivâyede, paranın mevcudiyeti —şayet satış dirhem ve
dinarlarla olursa— şart değildir.
Şayet mal sahibi da'vâ
açmış ve mağsûbu kendisine mal etmesini hâkimden istemiş; sonra da satışa razı
olmuşsa, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) göre icazeti ( = izni) sahih olmaz.
Şemsü'l-Eimme Halvânî,
Şeyhü'I-İslâm Hâher-Zâde ve Şemsü'l-Eimme Serah-sî, Şerhi'nde:
"Zahirü'r-rivâyeye göre, şayet icazet zamanım sahibi bilmiyor ise icazet
caizdir." buyurmuşlardır.
Şöyle ki: Köle,
müşterinin elinden kaçtı ise, icazet caizdir; sahihdir.
Eğer gasbeden şahıs,
kölenin parasını almaş ve o, elinde zayi olmuş; sonra da sahibi satışa izin
vermişse; o, artık mal sahibinin mülkü olarak zayi olmuştur. İntihada (= sonda)
izin, ibtidada (= başta) izin gibidir; öyle itibar edilir. Muhıyt'te de
böyledir.
Şayet, gâsıp, mağsûbün
minhin izniyle, satış hakkına veya bağış hakkına sahipse, yahut miras hakkına
sahipse; onu başkasına sattıktan sonra, satış bâtıl olmuştur. O, vakfedilmiş
mülke karşı, haksızlık yapmıştır.
Bir adam, başka birine
"şu yolda yürü. Çünkü, bu yol güvencelidir." der; o da o yolda
giderken, onu hırsızlar soyarsa; bu durumda tazminat gerekmez.
Şayet:
"Korkuyorsan, malını almaları hâlinde, ben onu öderim." demişse; geri
kalan mesele hâli üzerinedir; tazminat gerekir.
Bu cins mes'elelerde,
asıl olan; Aldatmanın olup olmamasıdır. Şayet aldatmışsa, tazminat gerekir.
Keza: "Bu
yiyeceğin tamamı helâldir." der; onun içinde de zehir olursa; —onu
bilmeyerek söylemiş olması hâlinde— tazminat gerekmez. Muhiyt'te de böyledir.
Bir adam, —izin
almadan— diğerinin hayvanının üzerine biner ve bu hayvanın sırtında bulunan
yara parçalanıp yarıhrsa; Ebû'l-Leys "Bu yara, merhem sürülünce
iyileşirse, tazminat gerekmez. O yaradan dolayı kıymeti noksanlaşirsa, o
müstesnadır. Şayet, bu hayvan, o yüzden ölürse, tam tazminat gerekir. Hayvan
ölünce, aralarında ihtilaf çıkarsa, o hayvanı kullananın yeminli olarak
söylediği söz geçerli olur.
Eğer yemin ederse,
tazminattan berî olur. Şayet yemin edemezse, tazminat gerekir demiştir.
Fetâvâyi Kâdîhân'nda da böyledir.
Bir adamın nuülkünde
bulunan hurma ağacının dalları, komşusunun mülkünün üzerine gittiğinden, o onu
kesmek isterse; onu kesmeye hakkı vardır.
İmâm Muhammed (R.A)
böyle buyurmuştur. Nâtifî, Vâkıâl'ta şöyle yazmıştır:
İmâm Muhammed
(R.A.)'in lafzı: "Hâkimin izni olmadan da kesebilir." demektir.
Burda iki yol vardır.
Şayet, o dallan
sahibinin tarafına çekip bağlama imkânı varsa, diğerinin onu kesme hakkı
yoktur. Bu durumda keserse, tazminat gerekir.
Fakat sahibinden onu
geri çekmesini ister ve onu ağacına bağlatır.
Eğer bazı dallarını
geri çekme imkânı var; bazılarını çekme imkânı yoksa, sahibinden, onları
kesmesini ister ve o da razı olmazsa, hâkime müracaat eder ve hakim, ağaç
sahibini, kesmesi hususunda cebreder.
Komşu böyle yapmadan
önce, kendiliğinden keser ve kesilmeyecek olanı da keserse, —yukarda olsun
aşağıda olsun— eğer bu, sahibine faydalı ise, tazminat gerekmez.
Şeyhü'l-İslâm,
Kitâbü's-Snlh'da şöyle zikretmiştir:
Şemsü'l-Eimme
Halvâni'nin, Sulh Kitabının Şerhî'nde yazdığına göre, bu yukarda söylenen
gibidir. Şayet kesecekse, kendi mülküne ait olanı keser; komşusunun bostanına
—izin olmadıkça— giremez.
Âlimler şöyle
demişlerdir:
Kendi tarafında olan
dalları —zarar verdiği için keser— En iyisi, işi hâkime çıkarmaktır. Hâkim
naibini gönderir. O, gereği gibi keser. (= kestirir) Şayet komşu kendiliğinden
kesmiş ve ona meûnette bulunmuşsa, tazminat için müracaat edemez. Yani, o
dalları kestirdiği için sarf ettiği parayı komşusuna ödetemez. Muhıyt'te de
böyledir.
Bir adam, diğerinin
kumaşını gasbedip, onu gömlek yapar ve dikerse; onu diken, o gömleğe hak
sahibi olur ve kumaşın sahibi, kumaşının kıymetini tazmin ettirir.
Keza, bir kimse, diğer
bir adamın buğdayını gasbeyleyip, onu öğütürse, o una hak sahibi olur. Buğdayı
gasbolunan şahıs da, buğdayının kıymetini ödetir veya mislini (= benzerini)
tazmin ettirir.
Keza, bir kimse, başka
bir adamın etini gasbedip, onu kızartsa; ona hak sahibi olur; ancak, mağsûbün
minhe, o etin kıymetini tazmin eder.
Şayet müstehak
beyyinesiyle etin kızarmadan önce veya elbisenin, dikilmeden yahut buğdayın,
öğütülmeden önce kendisinin olduğunu belgelerse; bu durumda mağsûbün mİnh, hiç
bir şey için gâsıba müracaatta bulunamaz. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, bir kumaşı
gasbedip, onu kesse, fakat dikmese; veya bir koyunu gasbedip onu, boğazlasa,
fakat etini parçalamasa; o, sahibinin hakkı olur. Sonradan ona bir hak sahibi
çıkarsa, gâsıp tazminattan kurtulur. Füsûlü'I- Imâddiye'de de böyledir.
Bir köle efendisinin
izniyle, su dolu ipriğini götürmekte iken bir başka adam, ona —efendisinden
izinsiz— "Bir ibrik vererek" havuzdan su getirmesini ister; bu köle
ise yolda zayi olursa; o adam, kölenin tam kıymetini tazmin eder. Çünkü onun
fii'li, efendinin fiilini nashet-miştir. (= bozmuştur) ve o adam, bu kölenin
tamamını gasbetmiş olmaktadır. Hizânetü'l- Mfiftin'de de böyledir.
Bir müslüman, bir ateş
perestin (= mecûsinin) mevkûzesini gasp ve telef ederse; Sağnâkî'de: Nassan
sabit ve sahih olan onu tazmin etmesidir. Denilmiştir. Cevâhirü'I- Ahlâtî'de
de böyledir.
Bir kimse, kökü bir
başkasının binasının altına gitmiş olan bir ağacı keserse; bina sahibi o
kökleri sökmekten men eder ve o köklerin kıymetini ağaç sahibine tazmin eder.
Miiltekıt'ta da böyledir.
Bir kimse, iki adet
yumurta gasbedip, o yumurtalardan birini bir tavuğun altına, diğerini de kendi
tavuğunun altına kor ve ikisi de civciv olarak çıkarlarsa; civcivler yumurtayı
gasbeden şahısın olur. Bu şahıs, o yumurtaların bedelini sahibine öder.
Bu yumurtalar,
gasbedilmiş değil de emânet olarak bırakılmış olsaydı; çıkarılan cicivler
yumurta sahibinin olmazdı; kendisine emânet bırakılan şahsın olurdu.
Kerderî'nin Vecîzi'nde de böyledir.
Yumurtalardan birisi
gasp, diğeri de emânet olur ve o şahıs ikisini de tavuğun altına koyar; ikisi
de civciv olursa gasbedilen yumurtanın civcivi, gâsıbın olur; emânet bırakılan
yumurtanın civcivi ise, emânet sahibinin olur.
Bir adamın yanında,
iki ölçek buğday bulunur ve bunun bir ölçeği emânet, diğeri ise gasp olur;
rüzgâr bunları savurup, bir yere saçar; bunlar orada biterlerse; çıkan mahsûlün
yarısı, emânet sahibinin; yarısı da gâsıbın olur.
Ancak, gâsıp,
buğdayını gasbeylediği adama, bir ölçek buğday veya bedelini verir.
Şayet, çıkan
cicivlerin hangi yumurtaya âit olduğu bilinmezse; bu hususta gâsıbın sözü
geçerli olur.
Şayet, o da: "Ben
de tanımıyorum." derse; bu şahıslar, iki civcive cîe ortak olurlar gâsıp
yumurtanın bedelini sahibine öder. Serahsî'nin Mu-'ııvlı'nde de böyledir.
Zâlim bir kimse, ölen
bir adamın alacaklılarının alacaklarını, ölen zatın majmdaaalsa; ölen zat,
alacaklılara karşı yine borçludur. Tatarhâ-niyye'de de böyledir.
Bir kimse, gasbettiği
bir evi satıp, teslim ettikten sonra, onu gas-bettiğini ikrar eder ve bu
hususta ev sahibinin de beyyinesi olmazsa; onun, müşteri hakkındaki ikrarı
bâtıldır. Ve bu gâsiba, İmâm Ebû Hatife (R.A.)'ye göre gerekmez. İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'un son kavli de budur. Mebsût'ta da böyledir.
Bir adam, değirmenciye
buğday getirerek, değirmenin sahanlığına koyup, değirmenciyede: "Onu, bu
gece değirmenin içine koy." der; o da koymaz; bir hırsız da gelerek gece o
buğdayı çalarsa; bu durumda değirmenin sahanlığının duvarı yüksek olur ve
merdivensiz oraya çıkma imkânı bulunmazsa, değirmenciye tazminat gerekmez.
Durum, bunun aksine ise, tazminat gerekir.
Bir adam, mestlerini
tamirciye —söküklerini dikmesi için— verir; tamirci de onu dükkanın dış
tarafına bırakıp, dükkanının kapısını açık bırakarak, mescide namaz kılmaya
gider ve bir bekçi de bırakmaz, mestler de çalınırsa, tamirci onu tazmin eder.
Çünkü, onu kendi zayi etmiş durumdadır. Kübrâ'da da böyledir.
Bir hamala, bir yere
götürmesi için, yük verildiğinde, o hamal, kış gününde altından su akan ve
üzeri buz tutmuş büyük bir nehrin kenarına, o yükü geçirmek için —bir çok
yerlerde olduğu gibi— gelir ve yükün bir kısmını başka birine yükletir;
geçerlerken birinin yükü suya düşer ve şayet o yer herkesin öylece gelip
geçtiği bir yer olursa; suya düşen yükü tazmin etmek gerekmez. Kübrâ'da da
böyledir.
Bir adam, bir deve
katarına gelerek, onların bir kısmını çözse, tazminat gerekmez. Çünkü, onlardan
bir deve gasbetmemiş; sadece çözmüştür. Füsûlü'l- Imâdiyye'de de böyledir.
Bir adam, zincirle
bağlı bulunan bir kölesini; birisine verip ona: "Bunu, zinciriyle birlikte
evine götür." der; o da, onu zincirsiz götürür ve bu köle kaçarsa;
tazminat gerekmez.
Bir adam, izinsiz
olarak birinin koyununu kırkıp, yününü keçe yaparsa, keçe onun olur.
Bu durumda, koyun
sahibi muhayyerdir .isterse yününün mislini alır; onun kırkılması, kıymetini
eksiltmiş ise, onu tazmin ettirir. Mııhıyt'te de böyledir.
Bir adam, gasbettiği
bir cariyeyi evlendirdiğinde, kocası ona dâhil olduktan sonra, cariyenin
efendisi, buna razı olmasa; nikâh caiz olmaz. Kocanın, mehrini vermesi
gerekir.
Kâdî Bedfii'd-dfrı:
"Mehir efendinin hakkıdır. îçâre bunun hilâfma-dır. Zira, Ücret gasıbın
olur.*' demiştir. Tatarhâniyye'de de böyledir.
Gâsip, gasbettiği
şeyin kazancını tasadduk eder; yoksa, o kazanç temiz bir kazanç değildir.
Sirâcü'I-Vehhâc'da da böyledir.
Bir adam, diğer
birinin kölesini veya bir hayvanını gasbettiğin-de, mağsûbün minh gaip olur ve
gâsıp, hâkimden "mağsûbu alıp, kabul etmesini" veya "onun, tasarrufuna
infak edilmesine izin" isterse; hâkim bu isteği kabul eylemez ve mağsûbu
gâsıbın yanında bırakır; onun masrafı da gâsiba ait olur.
Şayet hâkim, mağsûbün
nafakasını (= masrafını) mal sahibine hükmederse; bu durumda malı gasbedilen
şahsa bir şey gerekmez.
Şayet hâkim,
gasbedicinin, mağsûba bir zararının dokunacağından korkarsa, o takdirde, (o
köleyi veya o malı) satar ve bedelini —sahibi için— yanında tutar. Fetâvâyi
Kâdîhân'da da böyledir.
Şeyhul-İslâm
Hâher-Zâde, KHâbüVSaıf in sonunda, şöyle buyurmuştur: Bir adam, dinar mukabili
bir gümüş bilezik satın alıp, dinarı verdiği hâlde bileziği teslim almasa; bir
başkası da gelerek, o bileziği alır ve müşteri onun almasına râzi olur ve
bilezik alanın yanında zayi olursa; alan bu şahsa tazminat gerekmez. Zehıyre'de
de böyledir..
Bir adamın evinde bir
hedef bulunur ve ona okunu atınca, ok duvarı delip dışarı fırlar ve bir adamın
bir şeyini ifsad eder veya bir adama isabet ederek onu öldürürse, tazminat
gerekir.
Tazminat, oku atanın
malından Ödenir. Ölenin diyeti de ok atanın akilesi tarafından verilir.
Zahirriye'de de böyledir.
Ebû'l Kasım'dan
sorulmuş:
—Bir adam, kamış
yüküyle bir köye uğradığında, çocuklar sokakta ateş yakıp, bu ateşten de
kamışa atarlar; kamış tutuşup, eşekle birlikte yanar ve eşek yanarken, odun
bulunan bir yere girer; yükselen ateş o odunu da yakmasın diye, o odunu eşeğin
üzerine atsalar ve eşek kamışla birlikte yansa; ne olur? İmâm, şu cevabı
vermiş:
Ateşi atanla, odunu
eşeğin üzerine atan, birlikte tazminatta bulunurlar. Hâvî'de de böyledir.
Bir mahalle yanmaya
başlar ve bir kimse sahibinin izni olmadan, birisinin evini yıkar; yangın da, o
eve gelmeden sönerse; bu durumda, o evi yıkan şahıs, —bu işi, hükümdarın emri
olmadan yapmışsa— evi tazmin eder.
Fakat günahkâr olmaz.
Çünkü izinsiz birinin evini yıkmak, niyetine göredir ve yıkan şahıs, bu
cihetten ma'zurdur.
Keza, muzdar kalan bir
kimse, başkasının izni olmadan yemeğini yerse, onu tazmin eder; günahkâr olmaz.
Muhıyt'te de böyledir.
Yüklü bir gemi karaya
oturduğunda, bir adam geminin yükü hafiflesin diye bazı eşyaları gemiden
çıkarır başka bir adam da gelerek gemiden çıkarılan o eşyaları alıp götürse;
bu durumda, bu eşyaları gemiden çıkaran şahsa tazminat gerekir mi? —Burada iki
durum söz konusu olabilir:
Eşyaları, geminin batmıyacağını
bildiği hâlde çıkarmış olabilir. O takdirde tazminat gerekir. Çünkü gâsıp
durumuna düşmüştür.
Şayet geminin gark
olacağından (batacağından) korktu ve, götüren adam da gemi emniyet altında
değilken götürdü ise, tazminat gerekmez.
Eğer geminin batmasından
emin olduktan sonra götürdü ise, tazminat gerekir.
Bir fırıncı, fırını
yakıp, onun içine ihtiyacından fazla odun atar, fırın yanar; ateş komşu eve
atlar ve onu da yakarsa; bu durumda fırın sahibi yanan evi tazmin eder.
Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.
Nesefi'nin
Fetvâlan'nda şöyle zikredilmiştir:
Bir adam, başkasının
mülkünde, ondan izin almadan ateş yakar ve ateş başka yere geçerek, bazı
malları yakarsa; bu durumda, o ateşi yakana tazminat gerekir diye
sorulduğunda, İmâm, şu cevası vermiştir:
—Hayır; gerekmezmi?
şayet ateşi, ateş yakılan bir yerde yaktı ise, o zaman tazminat gerekir.
Füsûliil-İmâdiyye'de de böyledir.
Bir adam, bir köyün
hayvanlarının yattığı yere, hiç kimseden izin almadan bir çukur kazıp içinde de
ateş yakar ve oraya bir eşek düşerse, ne olur?
İmâm şu cevabı vermiş:
—Bu, bizim
âlimlerimizin şu kıyâsı üzerinedir. Bir kimse, yolun üzerine bir kuyu kazar;
onun içine de birisi bir taş atar ve taş o kuyunun içinde olan bir adama isabet
edip onu öldürürse; diyet kuyuyu kazana aittir. Eşek yandığı zaman ise,
tazminat kuyuyu kazanadır. Hâvî'de de böyledir.
Bir adam, şehveti
galebe çalmış bir deveyi, birisinin develiğine sokar; o da orda bir deveyi
öldürürse; bu hususta âlimlerimiz ihtilaf eylediler:
Fakıyh Ebû'l-Leys,
şöyle buyurmuştur:
Şayet, o şahıs deveyi
sahibinin izniyle girdirmişse; tazminat gerekmez. İzinsiz girdirdi ise,
tazminat gerekir.
Fetva da bunun
üzerinedir. Zahîriyye'de de böyledir.
Veberî'den sorulmuş:
—Bir adam, arazisini
suladığında; menfezin ağzını kapamaz ve su komşusunun mahsûlünü basıp ifsad
eder ve bir hayli zarar verirse; tazminat gerekir mi?
İmâm şöyle buyurmuş:
—Şayet kanal müşterek
ise, —menfezin deliğini iyi kapatmadığı için— tazminat gerekir Tatarhâniyye'de
de böyledir.
Bir kadın, kocasının
pamuğunu eğirdiğinde, bunda bazı vecihler vardır:
1- Kadın,
kocasının pamuğunu onun izni ile eğiriyor olabilir.
2- Kocası,
kadının pamuğu eğirmesini yasaklamış olabilir.
3- Kocası ne
izin vermiş, ne de yasaklamış, fakat bu konuda susmuş olabilir.
4- Kocası,
kadının pamuk eğirdiğini bilmiyor olabilir.
Şayet, kocası, kadına,
pumuğu eğirmesi için izin vermişse, burada da şu dört ihtimâl vardır:
1- Koca,
kadına: "Benim için eğir." Demiş olabilir.
2- "Kendin
için eğir." Demiş olabilir.
3- "Bana
ve sana elbise olmak üzere eğir." Demiş olabilir.
4- "Onu
eğir." Demiş ve başka bir kelime ilave etmemiş olabilir. Birinci durumda,
yani "Benim için eğir." Demesi hâlinde, eğirdiği
kocasının olur.
Eğer "Benim için,
ücretle eğir." demişse, yine eğirdiği kocanın olur ve kadma ecr-i misil
verilir. Ücretten bahsetmeyince, iplik kocanın olur. Kadın, bu işi nâfileten
yapmış olur.
Şayet ihtilaf ederler
de, kadın: "Ben ücretle eğirdim." kocası da: "Ücret
zikredilmedi." derse; bu durumda, —yeminle birlikte— kocanın sözü geçerli
olur.
Eğer koca, karısına:
"Kendi nefsin için eğir." derse; bu durumda iplik kadının olur ve
kocası pamuğu ona bağışlamış bulunur.
Şayet ihtilaf ederler
de, kocası: "Ben, sana eğirmen için izin verdim." der; kadın da:
"Ben, senin için eğirdim." derse, yine —yine yeminli olarak— kocanın
sözü geçerli olur.
Eğer kocası, kadına:
"Eğir de, seninle bana elbise olsun." derse; o iplik, koca ile
kadının olur. Ve kadına ecr-i misil verilir. Çünkü o, bu durumda, pamuğun bir
kısmım eğirmek için icarlanmış olur ve bu icâre fesada gider. Onun için ecr-i
misil gerekir. Meselâ: Bir dokumacıya iplik verilip, ona: "Bez doku/'
denildiği hâlde, o, elbise yapsa; onu, işi veren için dikmiş olur; kendisine
ecr-i misil verilir.
Şayet koca:
"Doku." dese de, başka bir şey söylemese; bu söz, koca için söylenmiş
olur. Kadına bir şey vermek gerekmez. Çünkü teberru olarak dokumuş olur.
Görünüşte bunların
tamamı kocanın izniyle olmuştur.
Eğer onu eğirmekten
men eylemiş olsa kadın da, bu menden sonra eğirmiş bulunsaydı; eğirdiği
kendisinin olurdu ve bezinin kıymeti kru'kocasına tazminatta bulunması
gerekirdi. Çünkü o gâsıbe, müstehlike olmuş olurdu.
Buğday gasbedip, onu
üğüten kimse, buğdayı tazmin eder; un kendisinin olur.
Bu İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre böyledir. Eğer koca, izin vermediği gibi, men de etmemiş olsa;
kadın da eğirmiş bulunsaydı burada iki ihtimal söz konusu olurdu:
1- Koca,
pamuk satıcısı olabilir.
Bu durumda iplik
kadının; pamuk ise kocasının olur. Çünkü pamuğu ticâret için almıştır.
Görünüşte yasak sabittir.
2- Koca,
pamuk satıcısı olmayabilir. Kadın, pamuk satın almış ve evine gelmiş ve onu
eğirmiştir. Bu durumda eğrilen kocanın olmuştur. Kadına'ücret de yokdur.
Hişâm Nevâdiri'nde
şöyle buyurmuştur;
Bir erkek, birisinin
pamuğunu eğirdiğinde, aralarmî&uhtilaf çıkar ve pamuk sahibi:
"Benim iznimle
eğirdin, iplik benimdir." diğeri de: "Ben, senin iznm olmadan
eğirdim; iplik benimdir. Sana, pamuğunun bedeli vardır." derse; bu
durumda pamuk sahibinin sözü geçerli olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Gabedilen bir köle,
gâsıbın elinde ölür ve gâsıb da: "Onu, fîlan-dan gasbeyledim." diye
ikrar ederse; bu durumda kölenin bedelinin, ikrar olunan şahsa verilmesi
emredilir.
Bir başka adam
gelerek, "beyyinesiyle,gasbedilen o kölenin, kendi kölesi olduğunu"
isbat ederse; bu durumda hâkim, köleyi, beyyinesi olana hükmeder. Kıymet
beyyine sahibine hükmedilince o, ikrar olu-nulan şahıstan alınıp, beyyine
sahibine verilir.
Bu durumda, ikrar
olunan şahsın gâsıba karşı yapacağı bir şey yoktur.
Şayet gasbedilen köle,
hâkim tarafından, biaynihî gasbedene hüküm yoluyla bağış veya miras yahut
vasiyet olarak ulaştınlırsa, o takdirde, gâsıb, "o köleyi ikrar eylediği
kimseye vermesi" emredilir.
Şayet, hüküm yoluyla
gâsıba, o önceki alınandan başka bin dirhem daha erişir ve bu bağış veya satın
alma yoluyla kendisine ulaşmış bulunursa, o takdirde, ikrar olunana vermesi
emredilmez.
Fakat miras veya
vasiyyet yoluyla vasıl olursa, onu geri vermesi em-rolunur. Zemyre'de de
böyledir.
Sîyerü'l-Uyân'da şöyle
zikredilmiştir:
Bir müslüman, diğer
müslümamn tulumunu yarıp, şarabını dökse; şarabı tazmin etmek gerekmez;
tulumunun bedelini öder Tatarhâniyye'de de böyledir.
Bir zimnıî, çarşıda
içki satmaktan men edilir. O içkiyi birisi telef eylese, tazmin eder. Muhtyt'te
de böyledir.
Fetâvâyi Hnlâsa'da
şöyle zikredilmiştir:
Bir kimse, ehli
zimmetin içkisini döker, kabını kırar, tulumunu yarar ve bunu da müslümanlann
arasında yaparsa; ona iyilikle emredilir; tazminat gerekmez. Tatarhâniyye'de de
böyledir.
Bir adam, diğerinin
yanındaki elbiseyi tutup çekse ve yırtsa; o şahıs, bu elbisenin kıymetinin
tamamını tazmin eder.
O şahıs, arkadaşının
elbisesini ona yapışan bir şeyi almak için çeker ve o yırtılırsa; bu durumda
tutup çeken şahsa, onun yarısını tazmin etmesi gerekir. Füsûlü'l-İmadiyye'de de
böyledir.
Bir adam, diğerinin
elbisesinin üzerinde oturur; elbise sahibide bunu bilmeden, kalkar ve elbisenin
üzerinde oturanın elbisesinden yırtarsa, onun yansını, İmâm Muhammed
(R.A.)'den gelen bir rivayete göre, elbisenin üzerinde oturan tazmin eder; diğer
bir rivayete görede, onun noksanlığım tazmin eder. ttimad Zâhinı'r-rivâyeyedir.
Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir adam, belirli bir
malı, satması için tellala verdiğinde, tellal onu bir dükkâna kor; dükkan
sahibi de o şeyi alıp kaçarsa; onu tellal öder,
Nesefi ise"
Şeyhu'l-İslâm Ebû'IH asan "d an naklen fatvalarında tazmin eylemez
demiştir.
Sahih olan da budur.
Bu iş olağandır."buyurmuş Muhıyt'te de böyledir.
Ebû'1-Fadl el-Kirmânî,
işârâtü'l-Câmi'de: "Meta'da gasb tahakkuk etmez" demiş; Akdiyye kitabında
ise: "Tahakkuk eder" denilmiştir.
Fetva da bunun
üzerindedir. Kerderî'nin Vedzi'nde de böyledir.
Bir adam, birinin
evine girdiğinde, ev sahibi, "oturmasını" söyler; o da bir yastığın
üzerine oturur; onun altında da yağ şişesi bulunur ve oturan adam onu bilmez;
şişe kırılıp, yağ dökülürse, bunların tamamının tazminatı, oturan şahsa
aittir.
Şayet şişe sedirin
altında olur ve üzeri örtülü (= perdeli) bulunur; ev sahibi de "«İraya
oturmasını" söyler ve şişe kırılıp yağ dökülürse; bu durumda, oturan şahsa
tazminat gerekmez.
Ebû!l-Leys:
"Yastıkda da tazminat gerekmez." buyurmuştur.
Bu,\bazı âlimlere göre
de böyledir.
Kıyâsa yakın olan da
budur. Çünkü yastıkta sedir gibidir ve sahibinin izniyle oturmuştur.
Fetva da buna göredir.
Fetâvâyi Kâdîhâo'da da böyledir.
Bir adam, diğerine
evin üzerine oturma izni verir: o da, oradan izin verenin kölesinin üzerine
düşerse; tazminat gerekir. Hülâsa'da da böyledir.
Bir tellâlın elinde,
bulunan ve satmak istediği elbisenin, çalınmış bir elbise olduğu meydana çıksa:
onu hemen aldığı adama gerir verir. Elbisesi çalınan şahıs, o adamdan, onu geri
ister. Tellal: "Ben aldığım adama geri verdim" deyince, tazminattan
beri olur.
Necmüddin'den soruldu:
—Talebeler muallimleri
ile birlikte iken soğuk çıkar; duvardaki pencere de açık bulunur ve muallim
çocuklardan birisine: "Şu havluyu al ve bu pencereyi (- deliği) —soğuğun
gelmemesi için— kapat." der; çocuk kapattıktan sonra da o havlu zayi
olursa; muallim mi, yoksa o sabi mi tazmin edecek?
imâm, şu cevabı verdi:
—Hayır, ikisi de ödemeyecek. Çünkü orda pencerenin yanında— hepsi de hazır
bulunmaktadırlar.
Yine aynı zattan
soruldu:
Bir topluluk, yaş
üzümden pekmez yaparlarken, —onlara pekmez yapmayı öğretmek için— bir kadın
gelerek, onlardan hiç birisi söylemeden- bu kadın, bir fincan alıp, kaynayan
pekmez kazanının içine atar ve hararetin fazlalığından dolayı kazan taşıp,
fincanı dışarı atsa ve o kırılsa; bu kadın, o fincanı öder mi?
İmâm, şöyle buyurmuş:
. —Evet öder. Çünkü, onu, kendiliğinden atmıştır.
Yine, o zata soruldu:
—Bir adam ölse: sonra
da üzerine duvarı yıkılsa ve duvardan para çıksa, hâkimde bundan haberdar olsa,
o parayı toplatır ve vârislerin arasında taksim eder. Şayet parayı huzuruna
alır ve o para, bir müddet yanında kaldıktan sonra, onlara taksim etmesi için
o para ile birlikte bir şahsı yollar; gönderilen adam da vârislere, o parayı
vermezse, o vârislerin hâkime o parayı ödetme hakları var mıdır?
İmâm, şöyle buyurdu:
—Evet vardır.
Mecmûu'n-Nevâzil'de
şöyle zikredilmiştir:
Bir câriye, diğer bir
cariyeye verildiğinde o, kendisine verilen cariyenin bikrini bozarsa; Muhammed
bin Hasan: "O cariyeye, mehri misil gerekir. Bu, bize, Hz.Ömer (R.A.)'den
gelmiştir." demiştir. Muhıyt'te de böyledir.
İmâm Muhammed (R.A.),
şöyle buyurmuştur:
Bir adam, bir köleyi
gasbettiğinde, kölesi ğasbedilen şahsa başka bir kimse: "yarın, onun
kendisine verileceğini" ve "Şayet verilmezse, kendisine bin dirhem
verileceğini" haber verir ve bu kölenin kıymeti ise beşyüz dirhem olur;
bir gün geçtiği hâlde de gâsıp, köleyi teslim etmezse; bu durumda onu tazmin
edeceğini söyleyen şahsın beşyüz dirhem ödemesi gerekir; fazlasını ödemez.
Şayet, o kölenin
kıymeti hususunda anlaşmaya varamazlarsa; bu durumda, kölesi ğasbedilen şahsın
yeminle söylediği söz geçerli olur.
Eğer ihtilaf beşyüzle
bin arasında olursa; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) .
ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre kefilin sözü geçerli olur.
Şayet kölenin sahibi,
tazminat yaptırırken insanların aldanmış sayılmayacağı kadar farklı söylerse;
öyle tazmin edilir.
Fakat, insanların
aldatılmış sayılacağı şekilde söylerse, o fazlalık bâtıl olur. Muhıyt'te de
böyledir.
Bir adam, başka
birinin elbisesini gasbederek sırtına giyer; elbise sahibi de gelerek
elbisesini çeker; gâsıp da, onun, elbisenin sahibi olduğunu bilmez ve elbise
yırtılırsa; bu durumda gâsıba tazminat gerekmez. Tatarhâniyye'de de böyledir.
Şayet elbise sahibi:
"Elbisemi geri ver." deseydi ve gâsıp onu vermeyince, çok kuvvetli
bir şekilde çekmiş ve elbise yırtılmış olsaydı: yine gâsıba tazminat
gerekmezdi.
Fakat, yavaşça çekse
ve elbise yırtılmış olsaydı, o takdirde gasıbın, onun yarısını tazmin etmesi
gerekirdi.
Eğer çekilen elbise,
giyenin şahsına âit olmuş olsa ve başka birisi onu ister yavaş, isterse
şiddetli bir şekilde çekmiş olsun, bu eibise yırtılırsa; çeken adam onun tam
kıymetini tazmin eder. Fiisûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.
Bir adam, gasbeylediği
evde hastalansa, ziyaretine gidilmez. Süfyân-ı Sevrî'nin bu gibi şahısların
yanlarına girip, onlarla birlikte yemek yediği rivayet olunmuştur,
Fakıyh':"Biz de
bunu alırız." demiştir. Mültekıt'ta da böyledir.
Gasbedilen bir.câriye,
doğum yapar; kâr eder; .bağış yapılır; el' kesilir; ona cima edilir veya
benzeri şeyler olur ve o ölürse; gasbedildıgi günkü kıymeti ödetilir. Bu
durumlarda çocuk, bağış, kazanç efendisinin olur. Mehir ve diyet ise
gasbedenin olur. Hükümsüz anlaşma yaparlarsa, hepsi efendisinin olur.
Tatarhâniyye'de de böyledir.
Bir oduncu, yol
kenarındaki ağaçları evine götürmek isterse; halk ona mâni olur.
Eğer hayvanın üzerine
koymuşsa, artık onların olmaz. Çünkü, onların mülkünde tasarrufu yoktur.
Ancak hayvanını
girdirmiştir. Ona da hakkı vardır.
Eğer onu binaların
üzerine atacak ve o da zarar verecekse: o zaman mâni olurlar. Fetâvâyi
Kübrâ'da da böyledir.
Bir gâsıp, yaptığına
nadim olduğu zaman, ona yapılacak bir şey yoktur.
Alimlerimiz şöyle
buyurmuşlardır:
Bu durumda, gasbedilen
şey sahibi gelene kadar bekletilir. Onun gelme ümidi kalmayınca, gâsıp, dilerse
tasadduk eder. En güzeli, o şeyi zamanın imamına teslim eylemektir. Zira imâm,
en güzel tedbir alıcıdır
ve onun görüşü
güzeldir.
İmâm Muhammed (R.A.),
Câmi-i Sağır isimli kitabında şöyle buyurmuştur:
Bir adam, bir köleyi
gasbeylediğinde, o köle, kendi nefsini icâre verirse; yaptığı işi teslim
edince, ücretini alması haktır. Bu kölenin aldığı ücreti, onun elinden, onu
gasbeden şahıs alıp, telef ederse; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, gâsıba
tazminat gerekmez. İmâmeyn'e göre, tazminat gerekir.
Eğer kölenin kazandığı
ücret elde mevcut ise, bil-icma bu ücret kölenin asıl sahibinindir. Mumyt'te
de böyledir.
Necmüddin Nesefi'nin
naklettiğine göre, üstadından sorulmuş: —Bir
adam, borcunun yerine, diğerinin başından emamesini ( = sarığım) alıp, ona, başına
örtmek üzere küçük bir mendil verir ve: "Borcunu getirirsen, emâmeni
veririm." der; adam da borcunu getirir; sarık ise, alan şahsın yanında
zayi olmuş, olursa; ne olur? İmâm şu cevabı vermiş:
—O, rehin alınmış gibi
zayi olur; gasbedilmiş gibi olmaz. Çünkü ona alacağının yerine bırakmış oldu ve
öylece gitmesi rızasına işarettir. Fetâvâyi Attâbiyye'de de böyledir.
Bir adamın hayvanı,
başka birisinin evinde öldüğünde; onun derisi kıymetli ise, onu, ordan mal
sahibi çıkarır.
Şayet derisinde kıymet
yoksa, ev sahibi çıkarır.
Bir vekil,
müvekkelinin alacağı yerine, birinden dirhemler alıp, onları kendi
dirhemleriyle bir torbaya koyarak merkebin üzerine asar ve bu dirhemler zayi
olursa; tazminat gerekmez. Çünkü, kendi malına ne yaptı ise, ona da öyle yaptı.
Hâvî'de de böyledir.
Bir adamın hayvanı
birinin evine girse, onu çıkarmak sahibine aittir. Çünkü o, başkasının evini
meşgul etmektedir.
Keza, bir adamın kuşu,
birinin kuyusuna düşerek ölse, onu çıkarmak kuşun sahibine âttir.(Suyu
boşaltması gerekmez.) Fetâvâyi Köb-râ'da da böyledir.
Tefrîd'de şöyle
zikredilmiştir: Bir adam, bir câriye satın alıp, ondan bir çocuğu doğar; sonra
da o cariyeye bir sahip çıkarsa; o çocuk, aslen hür olur ve onun kıymetini asıl
efendisine tazmin eder. Hz. Ali ker-remellâhü veçhe de sahabilerin huzurunda
böyle hükmeylemiştir.
Bu çocuğun kıymeti,
da*va zamanındaki kıymetidir. Şayet çocuk ölür ve mîras terk ederse, mirası
babasına âit olur. Efendisine bir şey gerekmez.
Bir adam, başka
birinden bir câriye gasbedip onu bir başkasına satar ve satın alan, onun
gasbedilmiş olduğunu bilmeyerek ona cima eder ve ondan bir çocuğu olur; o da
kendi yanında ölür; sonra da cariyesi gasbedilen şahıs, elinde beyyinesiyle
gelirse; o takdirde efendi, müşteriden, cariyenin mehrini alır; o da satıcıya
müracaat eder. Bu durumda efendi, isterse gasbeden şahıstan da alabilirdi.
Satış ise, bâtıl (—
geçersiz) bir satıştır. Mehir gerekir. Sonra câriye ölmüş olsaydı veya geri
verilmesine bir takım engeller bulunsaydı, o zaman da mehir gerekir mi idi?
Bu hususta iki rivayet
vardır. Gasb, fâsid satış hükmündedir.
Gasbda mehir vardır.
Mehirde de iki rivayet
vardır. Tatarhâniyye'de de böyledir.
İmâm Muhammed (R.A.),
Câmi'de şöyle buyurmuştur: Bir adam, diğerinden bir câriye; bir başkası da aynı
efendiden bir köle gasbeder; cariyeyi gasbedenle, köleyi gasbeden, karşılıklı
değişim yoluyla alım-iatımı yapjp teslim de alırlar; sonra da durum efendiye
bildirilir ve o da buna izin verirse; bu bâtıl olur.
Eğer sahipleri ayrı
ayrı adamlar olsa ve onlara haber ulaşınca da razı olsalardı işte bu caiz ve
câriye, köle sahibinin; köle de câriye sahibinin olurdu.
Bu durumda köleyi
gasbeden, kölenin sahibine, onun kıymetini tazmin eder; cariyeyi gasbeden de,
onun kıymetini, câriye sahibine tazmin ederdi.
Şayet bidayette her
iki sâhib izin vermiş olsalardı (Şöyleki: Köleyi gasbedene, onun efendisi:
"Benim kölemle filânın cariyesini satın al." cariyenin sahibi de, onu
gasbedene: "Benim cariyemle, filanın kölesini satın al." demiş
olsaydı;) cevap aynı cevab olurdu.
Bir adam, diğerinden
yüz dinar; başka biradam da, aynı şahıstan bin dirhem gasbettikten sonra, bu
iki gâsıp birbirleriyle dinarlarla dirhemleri mubayaa edip, karşıklıklı teslim
tesellüm ettikten, sonra da birbirinden ayrılsalar; bilâhare de asıl mal sahibi
gelerek, bunların yaptığı alım-satıma rıza gösterse; bu caiz olur. Muhiyt'de
de böyledir.
Bir kimse, diğerinin
karpuz veya kavunundan bir dilim koparsa, ondan sahibinin hakkı kesilmiş olmaz.
Tamamını alırsa karpuz veya kavun yok olduğu için, hakkı kesilmiş olur. Ve bu
durumda tam tazminat alır. Gmye'de de böyledir.
Bir adam, diğerinin
kölesine "kaçmasını" söyler veya ona "Kendini öldür." der;
o da, denileni yaparsa; bu kölenin kıymetini, o sözü söyleyen şahıs tazmin
eder.
Şayet, bu şahıs, o
köleye: "Efendinin malını telef et." demiş olursa; tazminat
gerekmez. Hızânetu'l-Möftin'de de böyledir.
İmâm'dan sorulmuş:
—Bir adam, diğerinin
pirincini gasbederek, onu kabuğundan çıkarsa veya buğdayını gasbederek, onu
başağından çıkarsa; ne olur?.
İmâm, buyurmuş:
—Sahibinin hakkı baki
kalır. Bu, bir koyunun kesilip, derisinin yü-zülmesi gibidir ki, o, sahibinin
hakkıdır. Füsûlü'l-Im'âdıyye'de de böyledir.
Bir adam, camiin
hadiminden izin almadan, kapusunun anahtarını alıp, orayı açar ve içeriye sel
girerek mescidin'sergilerini ifsat ederse; kapıyı açana tazminat gerekir.
Ünye'de de böyledir.
AH bin Cu'd'un şöyle
dediği rivayet olunmuştur:
Ali bin Âsım'ın şöyle
dediğini duydum:
İmâm Ebû Hanife
(R.A.)'den sordum:
Bir adam, birinin bir
dirhemini, diğerinin iki dirhemine katıp, iki dirhem zayi eder ve elinde bir
dirhem kalır; onun da kime âit olduğunu bilmezse, o bir dirhem kimin olur?
İmâm, şu cevabı verdi:
Geride kalan bir
dirhem, üçe taksim edilir: İki hissesi, iki dirhem sahibine; bir hissesi de bir
dirhem sahibine verilir.
Ben, bu mes'eleyi İbnü
Şübrime'ye sorduğumda, o, bana:
—Sen, onu başkasından
sordun mu? dedi.
—Ben de
—Evet. Ebû
Hanîfe'(R.A.)ye sordum. O da: "O dirhem, üçe taksim edilir." buyurdu;
dedim.
O:
—Ebû Hanîfe hata
eylemiştir. Ben öyle demem. Ben derim ki: O kalan dirhemin, iki dirhemden
birisi olmak ihtimali de var; tek dirhemi olanın dirhemi olmak ihtimali de var.
Öyle olunca, geride kalan bir dirhemi, ikisinin arasında taksim ederim."
buyurdu. Ben, cidden bu cevabı güzel buldum. Tekrar Ebû Hanife(R.A.)ye gittim
ve mes'elede ihtilaf olduğunu ona anlattım. İmâm: "Sen tbnü Şübrime'ye mi
gittin? Omu, sana böyle böyle söyledi ve cevap verdi:'* dedi; ben de
"Evet" dedim. Bunun üzerine İmâm. Üçü, bir birine katışınca, ona
ortak olurlar. O zaman, hangisi hangisinin olduğunu seçemez; onun tamamının
üçte ikisi, iki dirhem sahibinin olur; üçte birisi de bir dirhem sahibinin
olur, hangi dirhem gitse, sahibinin hissesi ile gider; geride kalan, aralarında
üçte birli olarak kalır." buyurdu. CevherenVn-Neyyire'de de böyledir.
Bir adam, bir köleyi
gasbedip, onu beşyüz dirheme —bir sene müddetle,— satar ve bu kölenin, mağsûbün
minhe ait olduğu bilinir ve kölesi gasbediîen adam, gasbedene: "Sen, bu
köleyi benden bin dirheme peşin satm alıp, onu benden teslim aldın. Sonra da
onu, beşyüz dirheme, bu adama sattım." der; gâsip da: "Ben senden
kat'iyyen satm almadım. Fakat, sen bana bir seneye kadar beşyüz dirheme sat;
dedin. bende senin dediğini yaptım." der; köle de müşterinin yanında
durmakta bulunursa; köle müşterinin olur. Çünkü, her ikisi de onun satımında birleştiler.
Gasbedene de tazminat
gerekmez. Çünkü, onun gasbedilenin satılmasına dâir ikrarı vardır.
Gâsıba, Allah adına
yemin verilir. Eğer yemin ederse, hiç bir şey gerekmez. Şayet yemin eylemez
ise, malı gasbidilenin yaptığı iddia gereğince, sattığının parası ona verilir.
Şayet köle hayatta
duruyorsa, kölesini geri ahr. Burda her iki dâva sahibi de davalarının
doğruluğuna yemin ederler.
Şayet köleyi gasbeden
şahıs, o köleyi, bir adama bağışlayın ona teslim ettikten sonra "onu,
kölesi gasbediîen şahsın emriyle yaptığını'* iddia eder; kölesi gasbediîen de:
"Ben, onu sana bin dirheme sattım. Sen ise, onu bağış yapmışsın.'* derse,
bu mes'ele alım-satım bahsinde tafsilatını verdiğimiz gibidir.
Köleyi gasbeden adam,
onu dövüp, öldürdükten sonra: "Ben, onu efendisinin emriyle dövdüm."
der; efendi de: "Hayır; ben onu sana satmıştım. Sen, onu kendi malın
olarak öldürdün." derse; önce gâ-sıp yemin eder.
Şayet yemin edemez
ise, kölenin bedelini tazmin eder. Eğer yemin ederse, kölenin diyetini tazmin
eder. Sonra da efendisine yemin verilir. Eğer, o da yemin ederse; kölenin
bedelini alır. Eğer yemin edemez ise, ona tazminat gerekmez.
Sarhoş, akılsız, bir
yolda uyur ve bir adam da, —korumak için— onun elbisesini alırsa; bu durumda,
olan şahsa bir şey gerekmez.
Ancak, bu şahıs,
başının altından elbiseyi parmağından yüzüğünü; cebinden parasını, —korumak
için— alırsa; bu durumlarda tazminat gerekir. Çünkü onlar, zâten sahibi
tarafından muhafaza altına alınmışlardı. Kerderî'nin Vedzi'de de böyledir.
Bir adam, kendi
ağzıyla "birinin kölesinin elini, —hata ile— kestiğini" söylediği
hâlde, onun âkîlesi bunu yalanlar; sonra da, o köleyi birisi gasbeder ve köle,
onun yanında ölürse; efendisi muhayyerdir: İster, cinayet sahibine, —üç senede—
diyetini Ödetir; isterse, gasbedene, onun kıymetini tazmin ettirir ve onun hali
hazırdaki malından alır. Elini kesen de, onu gasbeden şahsa kıymetinin yarısını
Öder.
Şayet cani, onun
kıymetini tazmin eylemişse, —ikrarı sebebiyle— gasbediciye müracaat eder.
Makiyi'de de böyledir.
Bir adam, borçlu bir
köleyi gasbettiğinde, o, gâsıbın yanında ölürse; alacaklılar onun kıymetini
gâsıbtan talep ederler. Gınye'de de böyledir.
Ebft HtMİd'den
soruldu:
Elinde rehin
bırakılmış bir ev bulunan bir kimsenin, elindeki bu evi, biri gasbederse; bu
adam, alacağını borçlusundan İsteyebilir mi?
İmâm, şöyle buyurdu:
Duruma bakılır: Eğer
ondan faydalanmak mubah olur ve o da, o menfaat ile birlikte gasbedilmiş
bulunursa; karşılıklı talep etme hakları vardır.
Şayet menfaatsiz
gasbedilmiş ise işte o zayi olmuş hükmündedir. Taîarhiuiyye'de de böyledir.
Bir müslüman, bir
zimmînin, bir şeyini gasbeder veya çalar ve o müslüman, onun hakkını dünyada
iken vermezse, kıyamet gününde azap görür.
Zimmînin muhakemesi
çok şiddetli olacaktır.
Kâfire zulmetmek,
müslümana zulmetmekten çok şiddetli olacaktır. Çünkü kâfir ebediyyen cehennem
ehlidir. İnsanlar tarafından kâfirlere yapılan zülüm sebebiyle, onların
cehennemde azapları hafifletilir. Onlar kafir oldukları için, müslümanın ona
sevap vermesi veya müslümanın onların küfründen bir şey alması mümkün
değildir. Fakat, orada, iki müslümanın birbirini affetmesi mümkündür.
Böyle olunca, üzerinde
kafir hakkı bulunan kimse, onun karşılığında azap görecektir.
Bunun için hayvan
hakkı insan hakkından daha şiddetlidir. Bundan dolayı, herhangi bir hayvana
zulmetmek doğru değildir. Kübrit'da da böyledir.
Ali bin Ahmed'den soruldu:
—Bir toplumun büyüğü,
zulmen o toplumdan birşeyler alsa; sonra da nadim olup, aldıklarını geri vermek
istese; olur mu?
İmam:
—"Evet
olur." buyurdu. Tatartaâniyye'de de böyledir.
Bir kadının, bir kuyu
yazlık; bir kuyu da güzlük buğdayı bulunur ve kız kardeşine, emrederek
"Güzlük buğdayı, çiftçiye vermesini" söyler; o kız da hata ile yazlık
buğdayı verir; sonra da kadın, kızını, ekiciyle birlikte tohumu nakletmeye
gönderir; çiftçi de götürüp eker ve buğday çıktıktan sonra, onun yazlık olduğu
anlaşılırsa; o üç kişiden hangisine tazminat gerekir? Zira, kız kardeşi gâsibe
olmuştur; ekici ile kadının kızı da gâsibenin gasibesi olmuşlardır. Kadın,
bunlardan hangisini isterse, ona tazmin ettirir.
Bu güzeldir; çok
incedir. Bundan çok mes'ele çıkarılır. Gınye'de de böyledir.
Ebû Hâmid'den
sorulmuş:
—Bir yolcu, eşyalarını
bir beldeye götürmek için, bir gemiye kor; yanında da oğlu bulunur; sonra da
kendisi Ölür; oğlu da o eşyaları o gemiden diğer bir gemiye —diğer vârislere
vermek üzere— taşır ve ölü diğer gemide kalır; bu gemiler, ayrı ayrı yollardan
giderler; sonra da, oğlanın bulunduğu gemi batıp, oğlan ölür; eşyalar da zayi
olursa; o oğul, diğer vârislerin hisselerini tazmin eder mi? İmâm, cevaben:
—"Hayır etmez." buyurmuştur.
Ona ikinci defa
soruldu. İmâm şöyle buyurdu:
—Şayet, o yükü ikinci
gemiye, vâriselerin bulunduğu yerden başka bir yere götürmek için çıkardı ise,
o takdirde diğer vârislerin hisselerini tazmin eder. Tatarhaniyye'de de
böyledir.
Câmiü'l-Esğar'da şöyle
zikredilmiştir:
Bir adam, diğerine:
"Bir bakırcıya ver de tamir etsin." diyerek, bir ibrik verir; o şahıs
da unutup vermese; —emânet bırakılan bir şeyin unutularak verilememesi gibi—
tazmin gerekmez.
Bunun, bir benzeri,
Fetâvayİ Saîd'de de vardır. Şöyle ki: Bir adam, diğerine: "Şu ipliği dokumacıya
ver." dese de, hangi dokumacı olduğunu açıklamayıp."istediğine
ver." de demese; o da bir do- kumacıya verince; bu ipliği biri ahp kaçsa;
tazminat gerekmez. Bu, müvekkilin, vekile olan emrine muhalifdir.
Keza, halife, bir
beldenin valisine: li—Belirli— bir şahıs hakkında hüküm ver." dese, bu
sahih olmaz.
Şayet: "Her
isteyene hüküm, ver." derse, bu sahih olur. Gmye'de de böyledir.
Yûsuf bin Muhımmed'den
soruldu:
—Yaptığına pişman olan
ve aldığı malı sahibine geri veren veya sahibini bulmadan ümidi kesilince, o
malı tasadduk eden bir gasıbm, o malı fakire vermesi ve o fakirin alması caiz
midir? Gâsıp o maldan menfaat sağlayabilir mi?
İmâm, şu cevabı verdi:
—O malı, fakirin
kabulü caiz olmaz. İntifa da caiz yalnız sahibine veya vârisine vermesi gerekir.
Bu cevaba ancak
sıkıntılı olunca icabet edilir. İnsanların mallan hakkında suhulet (= kolaylık)
yoktur.
Bununla menfaat de
temin edilmez.
Gâsıp, gâsıbı
bulamayınca, o şey yaz mevsiminde zayi olacaksa; gâ-sıbı bulma ümidi de kalmaz
veya gâsıba müracaat edilmesi gerekirse; durum nasıl olacaktır?
İmâm:
—Zayi olacağı korkusu
gelene kadar bekletilir; sonra da satılarak parası —hak yerini bulana kadar—
bekletilir. Tatarhâniyye'de de böyledir.
Bir adam, geride bir
mal ile borç bırakarak ölür ve insanların yanında da gasbedilmiş malı bulunur
ve onlardan hiç bir şey, vârislere ulaşmazsa; artık burda kıyâs, bu vârislerin
sevap hakları âhirete kalır. Çünkü, ona vâristirler.
tstihsân da böyledir.
Alacak, sahibi ölmeden
önce zayi olursa, sevabı ona aittir. Çünkü o irs hakkında câri değildir. Eğer
ölümden sonra olursa, sevap vârisin hakkıdır. Çünkü ölümle, o hak onların
olmuştur. Zira zayi olan mallar, onların mallandır. Fetâvâyi Altâbiyye'de de
böyledir.
ölen bir zatın, vadeli
borcu olsa, Kıyamet gününde sorumlu tutulur mu?
Şayet borç, ticâret
cihetinden ise sorumlu olmaması umulur. Eğer borç, gasp yönünden ise, sorumlu
tutulur. Fetâvâyi Kübrâ'da da böyledir.
Bir adamın babası,
borçlu olarak ölür ve onu unutmuş bulunur; oğlu ise, o borcu bilmekte olursa;
onu öder.
Şayet oğlu da unutur
ve ölürse; bu durumda o şahıs kıyamette sorumlu tutulmaz. Zemyre'de de
böyledir.
Bir evlâd, babanın
malını çalsa; sonra da babası ölse; bu evlad âhirette sorumlu olmaz. Çünkü,
çalınarak borç olan şey, kendisine intikal etmiş olur.
Hırsızlık cezası ayrı
bir şeydir. Çünkü onu yapmakla, cinayet işlemiştir. Fetâviyi AtUbiyye'de de
böyledir.
Bir adamın, başka
birine borcu olup, onu ödemek istediği hâlde, zulmeti men edilir ve borç
sahibi ölür ve borç vârislere intikal ederse; bu hususta âlimlerin çeşitli
kavilleri vardır:
Bazıları: "Önceki
zat için, da'vâ hakkı yoktur." demişlerdir.
Fakat muhtar olan,
vârislerin ödemesidir. Öncekine zulmen mâni olmuştur. Onun borcu yok demektir.
Borç vârislere intikal eylemiştir. Zabîriyye'de de böyledir.
Bir adamın, diğerinde
alacağı olduğunda, o, "borçlunun Ölmüş olduğunu" duyar ve: "Ben,
onu halal eyledim." veya "Ona bağışladım." der; sonra da onun
sağ olduğu meydana çıkarsa; bu durumda alacaklı, onu isteyemez. Çünkü onu
şartsız bağışlamıştır. Fetâvâyi Kâdî-hân'da da böyledir.
Bir adamın borçlu
bulunduğu ve muhâkemeleştikleri bir şahıs ölür; onun vârisi de kalmazsa; borçlu
şahıs, borcu nisbetinde, onun için tasaddukta bulunur. Bu, bir emanet gibi
olur. Yüce Allah onu, kıyamette ona eriştirir. Fetâvâyi Attâbiyye'de de
böyledir.
Bir adamın, bir
kadında alacağı olduğunda, ona gitmesi, birlikte oturması ve onun elbisesini
alması hakkınna sahiptir. Çünkü haram değildir.
Şayet kadın kaçıp bir
halvete girerse; alacaklısı da —nefsinden emin ise— oraya girer. Bu emniyetine
rağmen gözlerim muhafaza eder.
En efdali, zâlime
vermediği malı, mal sahibinin helâl etmesidir. Hızânetü'l-MüftînMe de böyledir.
Bir adaman diğerinde
alacağı olur ve onu almaya gücü yetmezse; ondan vaz geçmesi, onu da'vâ
etmesinden hayırlıdır. Çünkü ibrada âhiret azabından kurtulmak vardır ve böyle
yapmak sevaptır. Fetâvâyi Kübrâ'da da böyledir.
Bir yüzüğün üzerine,
sahibinin adını yazacak olan kuyumcu, yanlışlıkla başka İsim yazsa; ıslahı
mümkün değilse, — İmameyn'e göre— onu tazmin eyler. İmâm Ebû Htnîfe (R.A.) göre
ise, her hâl-ü kârda tazmin eylemez. Kerderî'nin Vedzİ'nde de böyledir.
Bir adam, iki kişiyi
eşeğe yiyecek toplamak üzere icârlayıp, ikisine de iki eşek verir; bir zorba
da onlardan, eşekleri alıp götürür; sonra da o iki kişiden birisi onları geri
alıp, diğerine iki eşek vererek, kendisi geri döner; sonra da o adam, eşeğin
birini bir yere sürer; o da orada zayi olursa; bu durumda eşeklerin sahibi
muhayyerdir: Dilerse eşeği kendisine teslim ettiği arkadaşına tazmin ettirir;
dilerse, eşeği sürene ödetir. Çünkü birinci adam eşeği diğerine vermekle
haddini aşmıştır. İkinci de eşeği sürmekle haddini aşmıştır. Fetâvâyi
Cevâhir'de de böyledir.
Altlı üstlü iki kat
bir binayı gasbedip, üst katını bozanın durumu sorulduğunda, şu cevap verildi:
—Bu durumda, mal
sahibi muhayyerdir: Dilerse, olduğu gibi gas-bedene terk edip tam kıymetini
tazmin ettirir; dilerse yıkılan kısmın noksanlığını ödetir. Fetâvâyî
Ebû'l-Feth'te de böyledir.
Bir adam, bir buzağıyı
gasbedince, buzağının anasının sütü kurursa; Fakıyh Ebû Bekir el-Belhî:
"Bu gâsiba, buzağı ve ineğin noksanlığı tazmin ettirilir. Çünkü, yavrunun
ölümü, ananın noksanlığmdandır. Fe-tâvâyi Kâdîhâiı'da da böyledir.
Bir adam, bir köleyi
gasbederek iple bağladığında; bu köle nefsini öldürür veya ölürse; onu, gâsıp
tazmin eder. Fetâvâyi Kübrâ'da da böyledir.
Bir adam, elbiselerini
satıp, parasını almadan önce de ölür; görünen bir vârisi de olmazsa; onun
alacaklarını, borçlulardan hükümdar alır.
Sonradan, bir vâris
meydana çıkarsa, borçluların, borçlarını, o vârise vermeleri gerekir. Çünkü,
vâris zahir olduğu zaman, hakkı da zahir olmuştur. Sultanın, o şahsın
alacağını alma hakkı ortadan kalkar. Fetâvâyi Kâdıtaân'da da böyledir.
Tecnîsti'l-Müntehab'ta
şöyle zikredilmiştir: Ölen bir kimsenin evinin duvarı yıkılsa da, içinden
parası çıksa hâkim de, onu alıp, ^başkalarından zoraki alınmış" bilerek
onlara verse; bu hâkime tazminat gerekir. Tatarhâniyye'de de böyledir.
Bir adam, bir sabîyi,
ailesinden izinsiz olarak, kendi ihtiyacı için bir yere yollar; bu çocuk,
oynayan gocukları görünce onların yanına varır; evin damına çıkar ve oradan
Glurse; bu durumda onu, gönderen şahsın tazmin etmesi gerekir. Çünkü onu, kendi
işi için gasbeylemiştir. Fetâvâyi Kâtöhân'da da böyledir.
Şemsü'l-İslâm'dan
soruldu:
—Bir adam, başkasının
kölesini veya cariyesini kendi işinde çalıştırırken, o köle veya câriye
kaçarsa, ne olur?
İmâm şöyle buyurdu: —O
şahıs, mağsûbu tazmin eder.
Bir kimse ortak olduğu
köleyi veya eşeği, ortağının izni olmadan çahştınrsa, ne olur?
İmâm —"Ortağının
hissesini gasbetmiş olur." buyurdu.
Nâtifi'nin Ecnâsı'nda
şöyle zikredilmiştir: Ortak olduğu bir köleyi, diğer ortağının izni olmadan
çalıştıran şahıs hakkında iki rivayet vardır:
Hişâm'ın rivayetine
göre, o şahıs gâsıp olur.
İbnü Rüstem'in
rivayetine göre ise, gâsıp olmaz.
Mağsup hayvan olsaydı,
her iki rivayette de çalıştıran gâsıp olurdu. İster binsin, ister yük taşıtsın
fark etmezdi.
Bu zamanda bazı
beldelerden gelen suallere, şöyle fetva verilmiştir: Bir adam odun kırarken,
bir başkasının kölesi gelerek: "Baltayı bana ver; biraz da ben
kırayım." der; odun sahibi buna razı olmaz; köle ise, baltayı onun elinden
alıp, odun kırmaya başlar; birini kırar ve odun sahibine: "Bir odun daha
ver; onu da kırayım." der; odun sahibi de bir odun getirip, ona verir; o
köle, bu odunu kırarken, odundan bir parça sıçrayarak, kölenin gözünün birini
kör ederse; Buhara âlimleri: "Odun sahibine bir şey gerekmez." diye
fetva vermişlerdir. Zahîriyye'de de böyledir.
Bîr adamın evinde bir
topluluk bulunurken onlardan birisi, bir aynayı alıp, ona baktıktan sonra, bir
diğerine verir; o da bakar; daha sonra da, o ayna düşüp kırılırsa; bu durumda,
hiç birine tazminat gerekmez.
Çünkü, bu hâllere
delâleten izin vardır.
Şayet kullanılmasına
rıza gösterilmeyen bir şey olursa, ona tazminat gerekir.
Bir adam, oduncunun
baltasını aldığında; o da, onu gördüğü hâlde men eylemez ve alan şahıs, onu
kullanırken kırarsa; tazminat gerekir. Gıaye'de de" böyledir.
Bir adam, cariyesini,
câriye alıp-satan bir kimseye, onu satması için yolladığında, o satıcının
karısı, cariyeyi bir ihtiyacı için, bir yere gönderir ve bu cariyede kaçarsa;
cariyenin sahibi, bu cariyeyi,— satıcıya değil— onu gönderen kadına tazmin
ettirir. Çünkü satıcının ortaklığı vardır. İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)ye göre de
ortak için tazminat yokdur.
Elbise satıcı da
böyledir. Kübrâ'da da böyledir.
Ebû'l-teys'in
Fetvâlan'nda şöyle zikredilmiştir:
Bir câriye,
efendisinin izni olmaksızın, câriye satıcısı olan bir şahsa gidip
"kendisini satmasını" istedikten sonra; oradan ayrılır ve nereye
gittiği de bilinmez; satıcı: "Ben, onu efendisine geri gönderdim."
derse; bu durumda satıcının sözü geçerlidir. Bu satıcıya tazminat gerekmez.
Satıcı, o cariyeyi
teslim almamışsa, ona "efendisinin evine gitmesini" söylemiş olduğu
kabul edilir. Ve bu satıcının, o cariyeyi gasbettiğini inkâr etmesi geçerli
olur.
Fakat, bu satıcı, o
cariyeyi yolda yakalamış veya efendisinin evinden almış olursa; artık onun
sözüne inanılmaz. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, diğerinin
hayvanına, onun izni olmadan biner ve bu şahıs indikten sonra, o hayvan ölürse;
İmim Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre —eğer yerinden ayırmadıysa— tazminat gerekmez.
Zira gasp, bir şeyi sahibinden izinsiz alıp, onu yerinden ayırmak demektir.
Muhtar olan da budur.
Gıyâsiyye'de de böyledir.
Bir adam, birisinin
hayvanının üzerine oturur; onu yerinden ayırmaz, hareket ettirmez, başka bir
adam da, gelerek o hayvanı boğazlarsa; tazminat onun üzerine bindiğinden
dolayı ölmediyse —o hayvana binene değil de— onu boğazlayana ait olur.
Bir adam, birinin
hayvanına binip ve boğazlamadan veya yerinden ayırmadan önce sahibini men
eylese; bir başkası da gelerek onu bo-ğazlasa, bu takdirde mal sahibi, onlardan
hangisine isterse ona Ödetir.
Keza, bir adam,
diğerinin evine girip, onun eşyalarını aldığı hâlde inkâr eylese; —her ne
kadar yerinden aynlmasa bile— tazminat gerekir.
Eğer inkâr etmez ise,
tazminat gerekmez. Ancak, onu evden çıkarır, yerinden ayırırsa; o zaman
tazminat gerekir. Fetâvâyi Kadidin'da da böyledir.
Bir adam, bir
başkasının evine girerek, ordan bir elbise çıkarıp, başka bir yere kor; o da,
orada zayi olursa; bu. iki yerin (alınan ve bırakılan yerlerin) değişik yerler
olması hâlinde tazminat gerekir; değilse gerekmez. Kübrâ'da da böyledir.
Bir adam, hâlî (= boş,
ıssız) bir yerde bir adamı öldürdüğünde, onun yanında malı bulunur ve o mal da
zayi olsa o malıda tazmin etmek gerekir. Uyûn'da da böyle söylenmiştir.
Zahînı'd-dm
d-Murğînanî ise: "Tazminat gerekmez." demiştir. Bu, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)nin kavline uygun olanıdır.
tki kişinin ortak
bulunduğu bir ahırda her birinin ineği bulunur ve bu ortaklardan birisi, ahıra
girip, ortağının ineğini —başka inekleri süsmesin diye— bağlar; o inek de,
hareket edip, o ipe takılarak boğulup ölürse; bu durumda bağlayana —şayet
başka bir mekâna götürmedi ise— tazminat gerekmez. Hizânetn'l-Möftîn'de de
böyledir.
Hükümdar, bir adamdan,
belirli bir mal alıp, onu birinin yanına rehin olarak bırakır ve o mal, rehin
alan şahsın yanında zayi olursa; —rehin alan şahıs, kasden zayi etti ise—
tazmin eder. Bu durumda, mal sahibi, hükümdar ile rehin alanın arasında
muhayyerdir.
Bundan dolayı, haraç
alan me'mur (= câbi) rehin olarak bir şey alıp, onu da kasden zayi etse, tazmin
eder.
Sarraf da böyledir.
Sarraf ve haraç
me'murunun şehâdetlerinde de arıza vardır. Mu-hıyt'te de böyledir.
Mahallenin muhtarı,
bir şeyi rehin alıp, onu isteğiyle zayi etse; tazmin eder. Eğer birinden alıp
başka birinin yanına rehin kor ve o şahıs, bu rehni isteğiyle zayi ederse;
rehin sahibi muhayyerdir: Dilerse, muhtara, dilerse, rehin bırakılana ödetir.
Tatartaâniyye'de de böyledir.
Semerkant Ehlinin
Fetvalarında şöyle zikredilmiştir:
Bir adam, diğerinin
başına giydiği şeyi, onun başuıdan alıp, bir başkasının başına koyduğunda, o,
başından çıkarıp atar ve o şey zayi olursa; eğer o başa giyilen şey sahibinin
gözü önünde atılmış ve onun, onu alıp kaldırma imkânı bulunduğu hâlde, o, alıp
kaldırmamış ve zayi olmuşsa; bu durumda, onu alana ve atana tazminat gerekmez;
değilse o dam mahayyerdir: ister, başından alana, isterse onu atana tazmin ettirir.
Zehıyre'de de böyledir.
Bir adam namaz
kılarken, başına giydiği külahı,(= berkü, sangı veya benzeri) önüne düşer; bir
adam da onu kaldırıp namaz kılan şahsın alabileceği bir yere kor ve onu birisi
çalarsa; onu yerinden ayıran şahsa tazminat gerekmez.
Şayet, sahibinin onu
almasına imkân olmayacak kadar uzak bir yere koymuşsa; onu yerinden ayıran
şahıs tazmin eder. Ktibri'da da böyledir.
Fetâvâ'da
zikredildiğine göre, Ebn Bekir'den, alış-veriş hususunda şöyle sorulmuş:
—Bir kimse, su satan
şahıstan içmek için bir tas veya bir bardak alır; o da elinden düşerek kınlım;
tazminat gerekmez. Hâvî'de de böyledir.
Semerkant Ehlinin
fetvalarında şöyle denilmiştir:
Bir adam, çömlekçiye
gidip, onun izniyle ve içine bakmak için büyük bir çanak alır; o da, elinden
diğer çanakların üzerine düşer ve bir kaç çanak kınlırsa; elinden düşen çanağı
tazmin etmez; diğer kırılanları öder. Zthîriyye'de de böyledir.
Bir kimse, hamama
gidip ordan hamam tasını alarak, onu bir başkasına verir ve bu tas ikinci
adamın elinden düşüp kınlırsa, önceki adama tazminat gerekmez. Muhiyt'te de
böyledir.
Bir adam, sahibinin
izniyle bir dükkana girip, orda bir yere elbisesini asar ve o düşerse; bu
düşüş, onun, çekmek gibi bir fiiliyle olmadı ise tazminat gerekmez.
Keza, bir kimse, bir
dükkandan sahibinin izni olmaksızın ve ona bakmak için bir şey aldığında, o şey
düşüp kınlırsa, tazminat gerekmez. Ancak, öderse daha iyi olur.
Şayet İzniyle aldı
ise, —izin ister sarahaten olsun, isterse delâleten olsun— o zaman ödemek
gerekmez.
Bir adam, birinin
evine izinli olarak girip, onun, izinsiz olarak . bir kabmı, ona bakmak için alır, o da düşüp
kınlırsa; giren şahıs, onu almaktan men edilmemişse, tazminat gerekmez. Çünkü,
delâleten ona izin vardır.
Görmüyürmusun ki,
birisi diğerinin ibriğini alıp su içerken, düşüp kırılsa tazminat gerekmiyor.
Kübrâ'da da böyledir.
Mttntekâ'da şöyle
zikredilmiştir: Bir adamın yarımda, diğer bir adamın emânet elbisesi
bulunduğunda, emânet bırakılan şahıs, onun içine başka bir elbise koyduktan
sonra, emânet sahibi, elbisesini ister; emânet bırakılan şahıs da, tamamım ona
verir ve emânet bırakılan bu şahsın kendi elbisesi zayi olursa, emânet sahibi,
onu tazmin eder. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, birisim
misafir ettiğinde; misafir orda bir şeyini unutur; ev sahibi de onun unuttuğu
şeyi ona yollar ve yolda giderken, onu birisi gasbederse; —şayet o elbise,
şehir içinde gasbedildi ise— tazminat gerekmez; değil de şehir haricinde
gasbedîldi ise, tazminat gerekir. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.
Bir adam, diğer birine
asılıp onu çeker ve muhasemede bulunurlar; kendisin çekilen şahsın bir şeyi
düşüp zayi olursa; ona asılan şahıs onu öder.
Uygun olan, bu cevabı
tafsilatlandırmaktır. Şöyleki: Eğer düşen mal mal, sahibine yakın düşer ve
sahibi onu görür; alması da mümkün olursa tazminat gerekmez. — Kendisinin
alması gerektiği hâlde, almamıştır. Fetevâyi Kâdîhân 'da da böyledir.
Bir kimse elbisesini
temizlikçiden almak için, birini gönderildiğinde temizlemeci, yanlışlıkla
başka birinin elbisesini verir; o da gönderilen zatın yanında zayi olursa; bu
elbise temizlikçinin ise; tazminat yoktur, şayet başka birininse elbise sahibi
muhayyerdir: İster, temizlikçiye ödetir; isterse elçiye ödetir. Hangisine
ödetirse ödetsin, o, diğerine müracaat edemez. Kerderî'nin Vecizinde de
böyledir.
Ebû Bekir'den soruldu:
Bir adam, ortağının
kendisine ait eşeğini, ondan izinsiz alıp, değirmene görür ve bu eşek,
değirmende yediği buğday sebebiyle, örüse, ne lâzım olur?
imâm şu cevabı verdi:
Delâleten izin
bulunduğundan tazminat gerekmez.
Örf inancımıza göre,
bunda hayreti gerektiren bir şey yoktur. Bu, delâleten izin olduğu zaman
böyledir.
Sarahaten ( = açıktan
açığa) izin yoksa, o zaman tazminat gerekir.
Hatta, bir baba
oğlunun eşeğini böyle yapsa veya bunun aksine oğlu babasının eşeğini böyle
yapsa veya karı, koca birbirlerinin eşeklerini böyle yapsalar ve eşek de Ölse,
—bu durumlarda— delâleten izin olduğundan, tazminat gerekmez.
Şayet, bir adam
karısının cariyesini kendi şahsî işine gönderir ve bunda da karısının izni
bulunmaz; câriye de kaçarsa; tazminat gerekmez. Gınye'de de böyledir.
Ağzı açılmış bir
tuluğa bir adam uğradığı hâlde, ondan bir şey almasa, tazminat gerekmez. Şayet
ahr da geri bırakırsa; sahibi yanında bulunuyorsa; bir şey gerekmez. Eğer
yanında değilse, verdiği zarar nis-betinde tazminatta bulunur. Füsû'Mmâdiyye'de
de böyledir.
Bir kimse bir hayvanı,
başkasının evine soktuğunda; ev sahibi, onu çıkarır ve hayvan ölürse; bu
durumda çıkarana tazminat gerekmez. Hızânelü'l-Müftin'de de böyledir.
Bir adam, elbisesini
birinin evine bıraktığında, ev sahibi, onu elbise sahibide hazırda olmadığı
bir sırada dışarı atarsa; bu durumda atana tazminat gerekir. Hâbî'de de
böyledir.
En doğrusu her türlü
noksanlardan münezzeh olan en AUâhu Teâlâ bilir. [16]
[1] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 10/505.
[2] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 10/505.
[3] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 10/505-510.
[4] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 10/511-532.
[5] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 10/533-539.
[6] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 10/540-544.
[7] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 10/545-550.
[8] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 11/5-14.
[9] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 11/15-23.
[10] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 11/24-30.
[11] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 11/31-33.
[12] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 11/34-38.
[13] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 11/39-43.
[14] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 11/44-50.
[15] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları:
11/51-54.
[16] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 11/55-85.