KİTABÜ'L-İCARE. 3

1- İCÂRENİN MÂNASI, RÜKNÜ, LAFIZLARI, ŞARTLARI, ÇEŞİTLERİ, HÜKMÜ, İCÂRE AKDİNİN.. 3

KEYFİYETİ VE SIFATI 3

İcâre'nin Mânası 3

İcâre'nin Rüknü. 3

Îcâre Lafızları 3

İcâre'nin İnikadına, Sıhhatine, Geçerli Olmasına Ve Lüzumuna Ait Şartlar 5

İcârenin İnikadına Ait Şartlar 5

İcâre'nin Sıhhatinin Şartları 5

İcarenin Lüzumunun Şartları 6

İcârenin Çeşitleri 6

İcarenin Hükmü. 7

İcârenin Akid Keyfiyeti 7

İcârenin Sıfatı 7

2- ÜCRETİN NE ZAMAN LÂZIM OLACAĞI VE MÜLK VE BAŞKA ŞEYDEN BUNA TEALLUK EDENŞEYLERİN BEYANI 8

3- İCÂRE AKDİNİN VAKİ OLDUĞU VAKİTLER.. 11

4- ECÎRİN, ÜCRETTEKİ TASARRUFU.. 12

6- İKİ ŞARTTAN BİRİ İLE VEYA İKİ YAHUT DAHA ÇOK ŞARTLA YAPILAN İCÂRE  17

İcâre Akdinde Vakit İle Yapılan İşin Bir Araya Gelmesi 19

7- MÜSTE'CİRİN İCÂRESİ 20

8- LAFIZSIZ İCÂRE AKDİ YAPMAK VE İCÂREYE MÜNÂFÎ BİR ŞEYİN BULUNMAMASINA RAĞMEN İCÂRE AKDİNİN YAPILMASI 22

9- ECÎRİN İŞİ BIRAKMASI HALİNDE TESLİM EDİP ETMİYECEĞİ ŞEYLER.. 26

10- ÇOCUK BAKICISININ ÜCRETİ 27

11- HİZMET İÇİN İSTİCAR (= ÜCRETLE ADAM TUTMAK) 30

12- İCÂRENİN TAKSİM EDİLME ŞEKLİ 34

13- MÜSTE'CİRİN, KİRAYA TUTTUĞU ŞEYİ, SAHİBİNE VERMESİNE TEALLUK EDEN MES'ELELER.. 34

14- SAHİH BİR İCÂRE YAPTIKTAN SONRA, BU İCÂREYT YENİLEMEK VE İCÂREDE ARTIŞ YAPMAK.. 35

15- İCÂREDE CAİZ OLAN VE OLMAYAN ŞEYLER.. 36

1- İcâre Akdini Bozan Şeyler 36

2- Mekân Şartı Bulunmasından Dolayı Fasid Olan Akidler 39

3- Değirmencinin Ölçeği Ve Bunun Mahiyeti 41

4- İcarlanan Şeyin, Bir Başkası Tarafından Meşgul Bulunması Halinde İcârenin Fesadı 42

16- ÎCÂREDE ŞÜYÛVMES'ELELERİ VE TA'AT, MEÂSÎ VE MUBAH FULLER İÇİN İSTİ'CAR.. 44

Taat Ve İbadet İçin Adam Kiralanır Mı? Bunlar İçin Ücret Verilir Mi?. 44

İcâresi (= Kiralanması) Caiz Olmayan Şeyler 46

İcâre Hususunda Değişik Mes'eleler 50

17- MÜSTE'CİR VE ÂCİRİN YAPMALARI ÎCABEDEN ŞEYLER.. 52

İcâre İle İlgili Diğer Bazı Mes'eleler 52

18- İKİ ORTAK ARASINDA CEREYAN EDEN İCÂRE VE İKİ ECÎRİN İSTİ'CARI 54

19- ÖZÜR SEBEBİYLE İCÂRENİN FESHİ; İCÂREDE ÖZRÜN SALİH OLUP OLMAYACAĞI VE İCÂRENİN FESHİNE TEALLUK EDEN HÜKÜM BULUNUP BULUNMADIĞI 55

20- ELBİSE, EMTİA, ZÎNET EŞYASI, GÖÇEBE ÇADIRI VE BENZERLERİNİ İCARLAMA   63

21- MÜSTE'CİRE TESLİM EDİLMESİ GEREKMİYEN İCARE. 66

22- MÜSTE'CİRÎN MEN EDİLDİĞİ VE ÂCİRİN MEN EDİLMEDİĞİ TASARRUFLAR   68

23- HAMAM VE DEĞİRMEN İCARLAMAK.. 70

24- ACİR VE MA'KÛDÜN ALEYHE KEFALET. 73

25- ÂCİR, MÜSTE'CİR VE ŞAHİTLER ARASINDA MEYDANA GELEN İHTİLÂF  73

1- Âcir, Müste'cir Ve Şahitler Arasında Bedel Hakkındaki İhtilâf 73

2- Acir'le Müste'cirin, Ücretteki Kusur Hususundaki İhtilafları 79

26- BİNMEK İÇİN HAYVAN İCARLAMAK.. 85

27- MUHALEFET, İSTİMAL, ZİYA TELEF VE BENZERİ HALLERDE TAZMİNAT MESELELERİ 88

28- HAS VE MÜŞTEREK ECÎRİN HÜKMÜ.. 97

1- Ecîr-i Hâs Ve Ecîr-i Müşterek Arasındaki Farklar Ve Bunun Hükümleri 97

Ecîr-i Hasın Hükmü: 98

Ecîr-i Müşterekin Hükmü: 98

2- Ecîr Konusunda Çeşitli Meseleler: 111

29- İCAREDE VEKİL TAYİN ETME. 112

30- BUHÂRA'DA YAPILAN UZUN SÜRELİ İCÂRE. 112

31- İŞ ÜZERİNE İSTİCAR VE İSTİSNA.. 115

32- İCARE HAKKINDA MUHTELİF MESELELER.. 119


KİTABÜ'L-İCARE

 

1- İCÂRENİN MÂNASI, RÜKNÜ, LAFIZLARI, ŞARTLARI, ÇEŞİTLERİ, HÜKMÜ, İCÂRE AKDİNİN

KEYFİYETİ VE SIFATI

 

İcâre'nin Mânası

 

İcâre: Cins ve miktar bakımından malum bir menfaati, malum bir bedel (= ivaz) karşılığında başka bir şahsa, muayyen bir zaman için temlik veya ibaha etmektir. Hidâye'de de böyledir. [1]

 

İcâre'nin Rüknü

 

karenin Rüknü: Bir menfaatin, bir bedel mukabilinde, belirli bir müddet için temlikini ifade eden îcab ve kabûl'den ibarettir.

İcare, böyle bir icab ve kabul ile mün'akid (= akdedilmiş) olur. [2]

 

Îcâre Lafızları

 

İcare de, alış-veriş gibi mazi (= geçmiş zaman) sığası ile aktedilir. Müstakbel (- gelecek zaman) veya emir sîgası ile aktedilmez.

Bunun içindir ki "İcar edeceğim."; "İsti'car edeceğim." gibi lafız­larla icare mün'akid (= akdedilmiş) olmaz.

İcâre akdinin sahih olması için, akid taraflardan birisi: "Ben bu evi icara verdim." der; diğeri de: "kabul eyledim." veya "İcarladmı." der;

İcare lafızlarından birisi, istikbal (= gelecek zaman) ifade eden sözlerden olursa, icare akdi yapılmış olmaz.

Meselâ: Birisi "Bana icara ver." der; diğeri de: "İcarladım." derse, bu akid olmaz. Nihâye'de de böyledir.

Şemsü '1-Eimme    Halvâ nî,    Kitabü '1-Sulh    Şerhı'nde    şöyle buyurmuştur:

İcâre, hibe ve sulh sözîeriylede akdedilir.

Şemsü'l-Eimme Serahsî de şöyle buyurmuştur:

İcâre, ariyet sözüyle de yapılır. Bu durumda acir, evin menfaatini, diğerine, bir aylığını on dirheme bağışlar veya bir şeyi aylığı on dirheme, ariyet bırakır.

Ebû Tahir ed-Debbas, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin şöyle buyurduğunu hikaye eylemiştir:

İcare tabirinde, menfaati önce veya sonra istemek lazım olmaz. Zahîriyye'de de böyledir.

Bir adam: "Bu yerim, her ay bir dirhem karşılığında bağıştır, icaredir." veya "...icaredir, bağıştır." dese, işte bu, iki durumda da icaredir.

Bu icarenin geçerli olup olmadığı kitapta zikredilmemiştir. "Geçerli olmaz. Taraflardan her biri, teslim almadan önce dönüş yapabilir. Yine onlardan her birisi, teslim almadan önce sözleşmeyi bozabilir. demiştir.

Şayet adam eve oturmuşsa ev sahibine ecr-i misil verir. Muhıyt'te de böyledir.

Şayet, acir (= kiraya veren kimse):  "Şu evimin bir aylığına karşılık şu kadar ücretle, menfaatini sana temlik eyledim." derse, bu icare caiz olur.

Eğer: "Şu evin aylığına karşılık, şu kadarla menfaatini sana icara verdim." derse, esahh olan kavle göre, bu icarede sahih olur. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Kitâbü's-Sulh'da şöyle zikredilmiştir:

Bir adam, bir yerin bir parçasını iddia eder; da'valı da bunu inkar eder ve taraflar, davacının belirli bir evde, on sene oturması üzere, anlaşma yaparlarsa, bu anlaşma caiz olur.

Da*vah şahıs, anlaşma yaptığı kişiden o yeri icarlarsa, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, bu caiz olur; İmâm Muhammed (R.A.)'e göre ise caiz olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

V n veri. bir adama satmış olsa. bazı alimlerimize göre, bu caiz olmaz. "Gerçekten vakti terk ettiğinden dolayı, süknânın satımı caiz değildir. demişlerdir.

Bazıları da: "Vakti terk etmese bile, satışı caiz olmaz." buyurmuşlardır. Zehiyre'de de böyledir.

Bir adam, diğerine: "Her bir aylığına, şu kadar ücretle bu yerin menfaatini sana sattım." veya: "Bu ay şu kadar karşılıkla menfaatini sana sattım." derse, Uyun kitabında: "Bu icare fasiddir." denilmiştir. Nihâye'de de böyledir.

Şemsü'l-Eimme Halvânî şöyle buyurmuştur:

İcâre akdinde (= sözleşmesinde) satış lafzı, alimler arasında ihti­laflıdır. Zahir olan kavle göre "satış" sözüyle, —şayet vakit bulunursa— icare sahihdir. Gıyasiyye'de de böyledir.

Bir adam, diğerine: "Senden, şu köleyi, hizmetine karşılık, ayda şu kadar vermek üzere satın aldım." dese, bu icare fasid olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğu nakledilmiştir:

Bir adam, diğerine: "Şu köleyi, sana bir sene hizmet etmek üzere, şu bedel karşılığında verdim." derse, bu icare caiz olur. Hulâsa1 da da böyledir.

İmâm Muhammed (R.A.) şöyle buyurmuştur:

Bir adam, başka birisinden, belirli olmayan kazanları icarlamak isterse, kazanlar arasında, uyumsuzluk bulunduğundan ve kiminin büyük, kiminin küçük olduğundan dolayı, bu icare caiz olmaz.

Şayet adam, bir kazan getirir, müste'cir de onu, kirasıyla kabul ederse, işte bu caiz olur. Bu icare, teati sebebiyle olmuş olur. Zahîriyye'de de böyledir.

Teâtî yoluyla yapılan, uzun vadeli icare sözleşmesi geçerli olmaz. Keza,  birinin:   "Yanıma  rehin  mi  koydun?"   demesi  üzerine,

diğerinin: "Öyle yaptım." sözü de geçersizdir. Bu durumda, her ne kadar ikisinin muradı da icare olsa bile, bu sözlerle icare akdedilmiş olmaz. Hulâsada da böyledir.

Yetime de şöyle zikredilmiştir: İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'dan sordum:

   Gemiye binen  veya hacamat yaptıran  (kan  aldıran)  yahut hamama giren veya su satan kimsenden su içen ve sonra da bunların ücretim ödeyen bir kimsenin durumu nedir?

İmâm, şu cevabı verdi:

  Bunlar istihsânen caizdir. Bu gibi durumlarda önceden akid yapmaya (= sözleşmeye) ihtiyaç yoktur. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir adam, diğerine: "Şu yerin seneliği bir dinardır; ona razı mısın?" der; diğeri de: "Evet." karşılığını verir ve acir o yerin anah­tarını, müste'cire verirse, işte bu icaredir.

Bir adam, diğerine: "Sana, evinin bir senelik menfaatına karşılık, kölemi sattım." der; diğeri de bunu kabul ederse, bu da bir icaredir. Gmye'de de böyledir.

Bir adam, icareyi ileriki bir zamanda bir vakte izafe eylese ve meselâ: (<Şu evimi, sana yarın icara verdim." dese veya buna benzer bir söz söylese, işte bu icare caizdir.

Şayet, o vakit gelmeden önce sözleşmeyi bozmak isterse, bu hususta İmâm Muhammed (R.A.)'den iki rivayet vardır: Rivayetin birinde: "Bozmak sahih olmaz." diğer rivayette ise: "Sahih olur." buyurulmuştur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, başkasına "Şu hayvanımı, yarın bir dirheme icare verdim." dedikten sonra, o hayvanı, başka bir şahıs o günden itibaren, üç güne kadar icarîasa; yarın olunca da önceki icarci hayvanı isteyerek ikinci icarlamayı bozmak dilese, burada da alimlerimizden iki rivayet vardır: Rivayetin   birinde:    "Birinci   icarcı,    ikinci   icarı   bozar." denilmiştir.

Bu görüşü Nasıyr kabul etmiştir.

İkinci rivayete- göre ise, birincinin, ikinci icareyi bozma hakkı yoktur.

Bu görüşü de Fakıyh Ebû Ca'fer, Fakıyh Ebû '1-Leys, Şemsü'I-Eimme Halvânî ve îsâ bin Ebân kabul etmişlerdir.

Fetva da bunun üzerinedir.

Şemsü'l-Eimme Serahsî şöyle buyurmuştur:

Bana göre esahh olan, izafe edilen icare vaktinden önce lazım olur. İkinci zat, birincinin hakkım alamaz.

Bu, önce, yarına izafe edilip, sonra da başkasına icara verdiği zaman böyledir.

Şayet icare yarma izafe edilir de, bundan sonra, sahibi onu bir başkasına satarsa, Müntekâ'da bu hususta iki rivayet zikredilmiştir: Birinci rivayette: "İcare veren şahıs, vakti gelmeden Önce o şeyi satamaz." denilmiş; diğer rivayette ise: "Vakti gelmeden, satar veya bağışlarsa bu caiz olur." denilmiştir.

Fetva: "Satış caiz; izafeli icare batılıdır.

Bu, Şemsü'l-Eîmme Halvânî'nin ihtiyarıdır.

Sonra; satış geçerli olup,-hakimin hükmüyle ve kusuru yüzünden, satılan bu şey geri verildi veya vakti gelmeden bağışdan döndü, ise, önceki icare hali üzerine avdet eder. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Ebû'i-Leys'in Fetvâları'nda şöyle zikredilmiştir:

Bir kimse, diğerine: "Ay başı gelirse, şu evi sana icara verdim." veya "Yarın olursa, gerçekten şu evi sana icara verdim." derse, —her ne kadar, burada ta'lik varsa da— icare caiz olur. Gınye'de de böyledir.

Şemsü'I-Eimme Serahsî, şöyle buyurmuştur: Alimlerimizden bazıları, feshi (akdi bozmayı), ayın gelmesine veya

her hangi bir vaktin gelmesine izafe etmek sahihtir. Ayın veya herhangi bir vaktin gelmesine, feshi talik etmek sahih değildir." buyurmuşlardır. Fetva da bu kavle göredir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Hür olan bir kimse: "Bir ay çalışmama karşılık, nefsimi şu kadara sattım." derse, bu icare de şahindir. Zahîriyye ve Huiâsa'da da böyledir.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) şöyle buyurmuştur:

Bir kimse, diğerine satmak üzere bir elbise verip, ona: "Şu kadardan fazlasına satarsan, o fazlalık senindir." derse, i$te o fazlalık onun olur.

Bu icare ciheti üzerinedir.

Bu icare ise fasiddir ve şayet, elbise onun yanında zayi olursa, tazmin eder. [3]

 

İcâre'nin İnikadına, Sıhhatine, Geçerli Olmasına Ve Lüzumuna Ait Şartlar

 

İcârenin muhtelif şartları vardır:

1) İcârenin in'ikâdina (= İcâre akdinin yapılmasına) ait şartlar;

2) İcârenin nefazına (= geçerliliğine) ait şartlar;

3) İcârenin sıhhatine ait şartlar;

4) İcârenin lüzumuna (= lazım gelmesine, bağlayıcı olmasına) ait şartlar. [4]

 

İcârenin İnikadına Ait Şartlar

 

İcârenin in'ikâdı için, akidlerin (= akid, anlaşma, sözleşme yapan kişilerin) ehliyetli (yani: Âkil ve mümeyyiz) olmaları, îcabm kabule muvafakati ve îcap ile kabulün hakikaten veya hükmen bir mecliste vuku bulması şarttır.

Deli ve aklı ermeyen çocuğun sözleşmesi sahih değildir.

Buluğ sözleşmenin şartlarından değildir.

Bize göre bulûğ sözleşmenin geçerli olmasının şartlarından da değildir.

Hatta, akıllı bir sabî (= çocuk), malını veya nefsini icara verse, eğer ticarete izinli ise, bu sözleşmesi geçerlidir. Eğer izinli değilse, velîsinin iznine bakılır. Bize göre, bu böyledir.

Keza, izinsiz bir sabî, nefsini icara verse, çalışsa ve yaptığı işi de teslim eylese, ecre (= ücrete) hak kazanmış olur. Bu ücreti de kendisinin olur.

Hürriyet de akidde (= sözleşmede) şart değildir.

Bize göre, kölenin akdi —eğer ticarete izinli ise geçerlidir. İzinli değilse, efendisinin iznine bakılır.

İzinsiz bir köle, nefsini icara verse, ona ecr-i müsemmâ ( = konuşulan ücreti vermek) gerekir. Bu ücreti de efendisinin olur.

Şayet, sabî ve köle icarcının yanında zayi olurlarsa, bu durumlarda tazminat gerekir. Çünkü, işveren onları çalıştırmakla, gasbetmiş gibi olur. Zira, efendi ve veliden izin almamıştır.

Şayet müste'cir hata ile o köleyi veya sabiyi öldürürse, onların baba taraf akrabalarına diyet öder ve kölenin bedelini öder.

Mükâteb hem icare alır; hem de verir. Yalnız sözleşme kasdî olmalıdır.

Âkidlerin, müslüman olması da şart değildir. Bir müslümamn bir zimmî veya harbî ile icarlaşmaları caizdir.

İcârenin sıhhatli ve geçerli olması için akid yapan şahsın malik veya vekil yahut da velayeti haiz bulunması da şarttır.

Mülk ve velayeti olmadığı için fuzûlî'nin icaresi geçerli olmaz. Ve, bize göre, fuzûlinin akdi (= sözleşmesi), o şeyin sahibinin icazetine mevkuf bulunur. (Mal sahibi izin verirse, fuzûli şahsın yaptığı icare akdi geçerli olur.)

İcâre akdinin sıhhatli ve geçerli olmasının şartlarından biri de, ma'kûdün aleyh'in (= akid konusu olan şeyin) hazır olmasıdır.

Fuzûlî icara verdiğinde mal sahibi de menfâat temininden sonra, izin verse, işte bu icare caiz olmaz. Bu durumda ücret, sözleşme yapanın olur. Çünkü, ma'kûdün aleyhin (= üzerine sözleşme yapılanın) men­faati gerçekten yok olmuştur.

Halbuki vekilin icaresi, —velayeti olduğundan dolayı— geçerlidir.

Keza, babanın, vasinin, hakimin ve hakimin emininin icareleri de geçerlidir. Çünkü bunlarda, şer'an izin vardır.

Babadan, vasîden, dededen ve-onun vasisinden ve diğer mahrem olan zi rahimden (şu saydıklarımızdan) birisi bulunur ve sabî de icare müddeti tamam olmadan bulûğa erişirse, bu durumda, bu çocuk muhayyerdir: İsterse icareyi devam ettirir; isterse, bozar.

İcârenin in'ikadının ve geçerli olmasının şartlarından birisi de müste'cirin, icarladığı yeri akid de ta'cil şartı olmadığı zaman, teslim almasıdır.

Müste'cir teslim almadan sözleşme müddeti biterse, mal sahibi hiç bir ücret alamaz.

Şayet müddetin bir kısmı geçer de, müste'cir o zaman teslim alırsa geçen zaman için ücret olmaz.

İcârenin in'ikâdmm ve geçerli olmasının şartlarının birisi de, akidde muhayyerlik şartının bulunmamasıdır.

Eğer sözleşmede muhayyerlik bulunursa, bu muhayyerlik müddeti geçerli olmaz. [5]

 

İcâre'nin Sıhhatinin Şartları

 

İcârenin sıhhatinin şartlan şunlardır:

1) İcâre akdi yapanlardan ikisinin de, buna razı olmaları şarttır.

2) Ma'kûdün aleyh olan (= üzerine akid yapılmış bulunan) men­faatin belirli olması da —münazaayı men etmesi bakımından— şarttır.

Şayet, ma'kûdün aleyh meçhul (= belirsiz) olursa, nizâa sevkeder ve bu, akdin sıhhatine manidir.

3) Menfaat mahallini açıklamak da şarttır.

Şayet, bir adam: "Şu iki yerden birini, sana icara verdim." veya "Şu iki köleden birini, sana icara verdim." yahut "Şu iki san'atkârdan birini icarladım." derse, bu akid sahih olmaz.

İcârenin sıhhatinin şartlarından biri de, —evde olsun, arazide olsun dükkanlarda olsun, emzikci kadın kiralamada olsun— icar müd­detini açıklamakdır.

İcarlanan yerlerde ne iş yapılacağının açıklanması şart değildir. Kiraya tutan şahıs, orada ne yapacağını söylemese bile icare caiz olur.

Arazi de ise, ne iş yapılacağı elbetteki açıklanmalıdır.

Hayvan karlamada ise, müddeti, yeri ve kiralayanın bineceği veya yük taşıyacağı açıklanmalıdır.

İcârenin sıhhatinin şartlarından birisi de,  kiralanan şey zayi olunca, ne yapılacağının açıklanmasıdır.

Keza, kiralanılan şeyin ta'ymi yapılacak; cinsi, nev'i, mikdarı; temizlikçinin ve terzinin elbiseyi nasıl yıkayıp, nasıl dikeceğinin beyanı; icarlanacak çobana, otlatacağı hayvanların cinsi, mikdarı, açıklanacak, at mı otlatacak, deve mi, sığır mı, koyun mu bildirilecek ve adedi açıklanacaktır.

Fakat, özel hizmetçi hakkında bunlar şart değildir. Yani, ona yapacağının ne olacağını, nev'ini, mikdarını, sıfatını söylemek şart değildir.

Ancak, buna da icar müddetinin açıklanması şarttır.

Çocuk emzirici kadın işe, hizmet için icârlanan köle menzüindedir.

karenin sıhhatinin şartlarından biri de, ücretin ma'kudün aleyhin cinsinden olmamasıdır. Oturacak yeri, oturacak yere; hizmetçiyi de, hizmetçi karşılığında icarlamamak gerekir.

İcarenin sıhhatinin şartlarından biri de menfaatin hakiki ve meşru olmasıdır.

Kaçan köleyi icarlamak caiz olmadığı gibi, günah kazandıracak bir şeyi icarlamak da caiz değildir. Birinci de istifade, makdure değil; ikinci de ise, meşru değildir.

İcarenin   sıhhatinin   şartlarından  birisi   de,   icârlanan   şahsın yapacağı iş, farz veya vacib olmamalıdır.

Onun yapacağı iş, o icarlanmadan önce üzerine farz veya vacib olmuş ise, bu şahsı icarlamak sahih olmaz.

tcarenin sıhhatinin şartlarından biri de, menfaatin mu'tad bir şey olmasıdır. Halk arasında taamül olmayan icare caiz olmaz.

Üzerinde elbise kurutmak için ağaç icarlamak caiz değildir.

İcarenin sıhhatinin şartlarından biri de, icârlanan şey taşınır cinsten ise, elle tutulabilir olmasıdır.

Şayet tutulmaz, yakalanmaz ise, icare sahih olmaz.

İcarenin sıhhatinin şartlarından biri de, ücretin belirli olmasıdır. [6]

 

İcarenin Lüzumunun Şartları

 

İcarenin lüzumunun şartlarından biri, akdin sahih olmasıdır.

İcarenin lüzumunun şartlarından biri de, sözleşme ve teslim alma vaktinde icârlanan şeyde, —faydasına halel veren, bir— kusur bulun­mamasıdır.

Bu şartlardan biri de,  icârlanan  şeyin,  icarlayan için meri olmasıdır.

İcarenin lüzumunun şartlarından biri de, icârlanan şeyde menfaata halel getirici bir aybın meydana gelmemiş olmasıdır. O şeyde men­faate halel getirici kusur meydana gelirse, akde lüzum kalmaz.

İcarenin lüzumunun şartlarından birisi de, akidlerin (— sözleşenlerin) birinde, özür meydana gelmemesidir; müste'cerde de özür olmamasıdır.

Şayet onların birisinde veya icarlanan şeyde özür meydana gelirse, akde lüzum kalmaz.

Bu şartlardan biri de icarlayan şahsın icarladığı kölenin azad edilmemesidir.

Şayet bir adam kölesini bir seneliğine icara verir ve altı ay geçince de onu azad ederse, bu durumda icarlayan muhayyerdir. Dilerse, icare hali üzerine devam eder; dilerse, onu bozar.

İcarenin lüzumunun şartlarından biri de, babası veya babasının vasisi yahut dedesi veya dedesinin vasisi veyahut da hakim veya hakimin emini tarafından icara vermiş olan sabinin (—   çocuğun) bulûğa erişmemiş olmasıdır. [7]

 

İcârenin Çeşitleri

 

İcareler, ma'kûdün aleyh itibariyle iki nevidir:

1) A'yanın menfaatleri üzerine yapılan icareler: Bu a'ynlardan her birine ayn-ı me'cûr, ayn-ı müste'cer denir.

Bu nev'i icare, üç kısma ayrılır.

a) Ev ve arazi gibi, akarı icare;

b) Elbise, zinet eşyası ve nakliye gibi, ufûzu icare;

c) Hayvanları icâre.

2) İnsanların çalışmalarından ibaret olan menfaatler üzerine yapılan icareler: Sanatkârları, terzileri, katipleri ve benzerlerini icarlamak gibi... [8]

 

İcarenin Hükmü

 

İcarenin hükmü: Müste'cirin menfaate, mucîrin de ücrete an be an mâlik olmasıdır. Yani müste'cir menfaati istifa ettikçe, mucir de o nis-bette ücret almaya hak kazanmış olur. [9]

 

İcârenin Akid Keyfiyeti

 

İcârenin akdedilme keyfiyetine gelince; bize göre icare: Hâl-i hazırda iki akidin arasında yapılan bir akiddir. Ve icare fayda sağlaması hasebiyle, bir müddet mülk hükmündedir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir. [10]

 

İcârenin Sıfatı

 

İcârenin sıfatı: Bütün alimlerimize göre icare: Rü'yet (= görme) ve kusur muhayyerliği şartından ârî ve sahih olduğu vakit, lazım olan bir akiddir. Bedâi*'de de böyledir.

İcârede, tartılan, ölçülen ve nükud gibi alış-verişte kullanılan şeyler semen (= paha = bedel)'dir. İcarede salih olan da ücrettir. Paha olmaya elverişli olmaz. Elbiseler ve köleler, a'yan gibi ücret olmaya elverişli olurlar. Kâfî'de de böyledir.

Şayet ücret, dirhem veya dinarlar olursa, bunların miktarını, mutlaka açıklamak gerekdir. "O, şu kadardır." gibi...

Bunların sıfatını beyan etmek de gerekir. "Yeni" veya "eski" gibi...

İcarede, beldelerin nakdi üzerine akid vaki olur. Eğer o beldede nakid bir ise, ona göre akid yapılır. Nihâye'de de böyledir.

Bir beldede, muhtelif nükûd bulunur ve bunlar revacda da müsavi olurlar, bir kısım, diğerinden üstün olmazsa, bu durumda akid caiz olur ve icarlayan şahıs dilediği nakdi icar olarak verir.

Şayet biri diğerinden üstün olursa, bu durumda örfün hükmü uygulanır.

Revaç yönünden nakidler müsavi olurlar ve bir kısmı, diğerleri ile bozuluyorsa, bu durumda akid fasiddir.

Şayet, o nakidlerden biri daha revacda ise, işte o zaman akid caizdir. Revacda olana, diğeri bozdurulur. Muhiyt'te de böyledir.

Eğer ücret, ölçülen, tartılan veya sayılan cinsten bir şey ise, o zaman mikdarı ve sıfatı beyan edilir.

Şayet taşınmasında güçlük varsa, verileceği yer şart koşulur.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre böyledir.

İmâmeyn'e göre, bunun şart koşulması gerekmez.

Eğer ücretin taşınmasında zorluk bulunur ve ifa yeri de açıklanmamış olursa, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kıyasında icare fasid olur. îmâmeyn'e göre ise, fasid olmaz.

Onu bir yere veya eve bırakır ve her hangi bîr yerden taşımış olursa, taşıma ücretini alır.

Şayet, başka bir yere koymasını talep ederse, bunu yapmaya mü­kellef değildir. Bilakis o yere koymayı teşvik etmişlerse, öyle yaparlar. Şayet yükü taşımada zahmet yoksa nerde bulursa orda alır. Serahsî'nin Muhıyt'te de böyledir.

Vakit tayinine ihtiyaç yoktun Şayet bir açıklama yapmışsa, işte o va'de olur. Satışın bedeli gibi...

Şayet ücret, para veya elbise ise, miktarını, sıfatını, vaktini belirtmek gerekir. Çünkü o zimmette beklememiş olur.

Ancak selem (veresiye) vermişse, o zaman selem şartına riayet edilir.

Şayet ücret, köle, cariye veya hayvanat ise, onu mutlaka belirtmek gerekir ve ona işaret etmek icabeder.

Eğer ücret, bir menfaat ise, o iki durumda olur: Cinsinin hilafına olursa (süknaya karşılık, hayvana binmek veya mezrûata karşılık elbise giymek ve benzeri şeyler gibi...) bu durumlarda icare caizdir.

Keza bir adam, bir evi, bir kölenin hizmeti karşılığında icarlasa, bu da caizdir.

Karşılık aynı cinsten olursa, bu caiz olmaz. Bir evde oturmaya mukabil, bir evde oturmak; bir hayvana binmeye karşılık, bir hayvana binmek; bir yeri ekmeye bedel, bir yeri ekmek gibi... İşte bu şekildeki icare fasiddir. Sirâcü'i-Vehhâc'da da böyledir.

Bişr'in Nevâdiri'nde İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un şöyle buyurduğu nakledilmiştir:

Ücret fülûs olduğu zaman, artık pahalansın veya ucuzlasın, teslim almadan önce olursa, ücret o konuşulan fülûs olur; başkası olmaz.

Eğer bu fülûs piyasadan kalkarsa, onun kıymeti ödenir. Keza, ücret, tartılabilen veya ölçülebilen bir şeyden olmuşsa, —müddeti tükerimeden önce— o da fülûs gibidir. Muhiyt'te de böyledir.

Bir adam, bir cariyenin hizmeti karşılığında, bir kölenin hizmetini icarlasa; bu icare,—cinsleri bir olduğu     için— fasiddir. Siracü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Bir adam, sığır verip de, eşek alırsa, —cinsleri ayrı olduğundan— bu icare caiz olur. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Fetâvâyi Ebû'l-Leys'de şöyle zikredilmiştir:

Harman sürmek için, bir öküzü, diğer bir öküze bedel olarak icar-lamakta hayır yoktur. Çünkü menfaalar bir cinstendir.

Sonra, menfaati, menfaata mukabil tutmak akdi bozar; icarlayan şahıs ecr-i misil öder.

Bu, zahirü'r-rivayede böyledir.

Bir köleye iki kişi ortak bulunduklarında, o köle, ortaklardan birine hizmet edip', diğerine etmese, bu durumda kölenin hizmet etmediği ortağa, bir karşılık (ücret) verilmez.

Ebû'l-Hasan, Cami Kitabı'nda şöyle buyurmuştur:

Bir köleye iki kişi ortak bulunduğu zaman, bu ortaklardan birisi, bu köledeki hissesini, bir ay kendisi ile dikiş yapması, karşılığında da bir ay diğeri ile kuyumculuk yapması, üzere icara verse, işte bu caiz olmaz. Gerçekten bir köleyi, böyle çalıştırmak caiz olmaz. Fakat, iki köle bulunur ve bunlar ayrı ayrı işte çalışırlarsa, o caiz olur. Muhiyt'te de böyledir.

En doğrusunu bilen Allah'u Teâlâ bilir. [11]

 

2- ÜCRETİN NE ZAMAN LÂZIM OLACAĞI VE MÜLK VE BAŞKA ŞEYDEN BUNA TEALLUK EDENŞEYLERİN BEYANI

 

Ücret, yalnız akid ile mülk olmaz.

Bize göre, onu aynen veya borç olarak teslim almak da gerekmez. Kâfî'de de böyledir.

İmâm Muhammed (R.A.), Cami isimli kitabının Taharri Bölümü'nde böylece buyurmuş ve bütün  alimler: "Bu  şahindir." buyurmuşlardır. Nihâye'de de böyledir.

Ücrete, şu üç ma'nanm biriyle hak kazanılmış olur. Ta'cil şartı veya ta'cil yahut ma'kûdün aleyhin (=  üzerine akid yapılan şeyin) istenmesi...

Bu üç şeyden birisi bulunursa o zaman, ücrete müstehak olunur.

Tahâvî Şerhî'nde de böyledir.

Ücret samha olursa, menfaatlerinin sabitleşmesi ve faydalarının istenmesi gerekir.

Hatta bir ev veya bir dükkan belirli bir müddetle icara verilir, icara tutan şahıs da bu müddet içinde, —gücü yettiği halde, girip oturmazsa—, ücret vermesi gerekir. Muhıyt'te de böyledir.

Şayet, bu müddet içinde, icarlanan yerden faydalanmaya mani bir arıza çıkarsa, (icarcıdan evin gasbedilmesi veya icarlanan yer, su basması yahut o yerin suyunun kesilmesi veya icarlanan kölenin hasta olması yahut kaçması gibi...) bu miktar ücreti düşürür. Serahsî'nin Muhıyü'nde de böyledir.

İcâre fesholunur mu?

Hidaye sahibi: "Fesholur." buyurmuştur. Kâdî Fahrü'd-Dîn, ve Fadlî: "Bozulmaz." demişlerdir. Tebyîn'de de böyledir.

Bir adam, evini icara verip, onu teslim ettiğinde, bu ev boş olur ve bir odasında icara veren şahsın eşyası bulunur veya tamamını teslim ettikten sonra, bir odasını ayırırsa, o odanın hissesi ücretten düşer. Her ne kadar, icara veren şahıs, kendisine izafe eylediği o yerden, gücünün yettiği kadar faydalanmayı şart koşmuş olsa bile, bu böyledir. Hulâsa'da da böyledir.

O yerin faydasını temine asla gücü yetmez veya adamın kendi nefsine izafe eylediği yerin haricinden istifade ederse, bu durumda da kendisine izafe edilen yerin ücreti düşer.

Hatta bir adam, bir hayvanı, bir gün binmek üzre icarladıktan sonra, o hayvanı evinde habseyleyip,ona binmez ve o gün geçerse, şayet o hayvanı şehirde binmek için kiralamışsa, kendi nefsine izafe eylediği yere kadar binmeye gücü yeteceğinden dolayı, onun kirasını öder. Eğer şehirin haricinde binmek üzere kiralamış ve onu şehirde tutmuşsa, belirli bir yere kadar ücret gerekmez.

Eğer o hayvanla, o gün, o yere gitmiş, fakat o hayvana binmemişse, yine ücret gerekir.

Şayet, o yere, o günün haricinde gitmişse, ücret gerekmez. Her ne kadar, nefsine izafe eylediği yere, o gün gitmeye gücü bulunsa bile, bu böyledir. Çünkü o yere, o gün gitmeye gücü yetmiştir. Zehıyre'de de böyledir.

Müste'cire, mal sahibine: "Oturacağın yer şurasıdir. Yalnız kapısı açılmıyor." der; müste'cir de bir müddet   sonra:   "Oturmadim." karşılığını verirse, o yerin kapısını açmanın güç olmaması halinde, kira vermesi gerekir.

Şayet kapıyı açmaya gücü yetmezse, kira vermesi lazım gelmez.

İcare veren şahsın: "Kapıyı kıramadın mı? Eve giremedin mi?" demesine ihtiyaç yoktur.

Şayet ücret muaccel ise, icara veren onu talep eder. Zira, onun için, evini elinde tutmuştur.

Eğer kira va'deli ise, müddeti gelmeden kirayı alamaz.

Eğer kira aylık ise, bir ay dolunca kirasını alır.

Şayet icara veren şahıs, icarını aldıktan sonra, icardan eksiltme yaparsa; ondan düşer. Azalttığı miktarı, icarcıya verir. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.

Bir ev veya arazinin sahibi, icarı, günlük isteyebilir. Temizlikçi, ekmekçi ve terzi ücretini işini yaptıktan sona ister. Eğer, bu şahıslar, iş verenin evinde yapıyorlar ve yapacakları işi bitirmemişlerse bu durumda iş veren şahıs, ev icarı isteyemez.

Hidâye Sahibi ve Tecrîd Sahibi böyle demişlerdir. Mebsût Sahibi, Fahru'l-İslam, Cami Şeriu'nin sahibi, Kâdîhân sahibi: "İcarladığı evde bir kısmını dikmişse, o miktarının ücretini verir." buyurmuşlardır. Tebyîn'de de böyledir.

Bir kimse, yükünü bir yere götürmek için icarladığı hayvanı, yolun bir kısmına kadar götürdükten sonra, icar sahibi, o mikdarın ücretini istese, buna hakkı vardır. îcarlayan şahsın, o miktarı vermesi gerekir.

Fakat, icarcı, gideceği yere kadar gitmesi hususunda icar sahibini cebreder. İcara tutan şahıs, tam yerine varınca da, tam ücretini öder.

Bir kimse, yükünü bir yerden başka bir yere götürmek için, birini kiralar, o da bu yükün bir kısmını götürürse, zahirü'r-rivayede, o şahıs götürdüğü kadarın hissesini alır. Kalanı da taşımaya cebredilir. Onu taşıyınca da, ücretini tam alır. Tahâvî Şerhî'nde de böyledir.

Bir evi icarlayan şahıs, onun kirasını peşin öderse, geri isteyemez. Eğer bu ücret, bir ayn ise, o ev sahibinin yanında bir emanet veya ariyet olur. îcarede peşin alınmanın şart koşulmasiyle, ücrette mülküyet olmaz. Gıyâsiyye'de de böyledir.

Fetâvâyi Ahû'da şöyle zikredilmiştir:

Bir adam, diğerine: "Benim için, şu sirke kabımı, kapıya kadar taşı." der; o adam da taşır ve bu kabdaki şeyin içki olduğunu görürse bu durumda ücret alabilir mi?

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, ücret alamaz. İmâm Muhammed (R.A.) de, böyle buyurmuş ve: "Onun içki olduğunu biliyorsa ücret alamaz; değilse alır." demiştir. Tatarhâniyye'de de böyledir.• Bir adam, gelinini süslemek üzre, on günlüğüne ziynet eşyası icar-layıp, onu teslim aldığında gelini süslemese, bile icar gerekir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Hişam, Nevâdiri'nde şöylebayurmuştur: İmâm Muhammed (R.A.)'den sordum:

— Bir adam, Mekke'ye kadar binmek üzre, bir binek kiralayıp, onu özürsüz olarak evinde bırakır ve binmezse, durum ne olur?

İmâm şu cevabı verdi:

— Faydalanamadığı için, kira gerekmez. Ancak, o bineğe bir zarar isabet ederse, tazmin eder.

Keza,  bir  kimse,  Mekke'ye kadar giymek üzere,  bir elbise kiraladığı halde onu giymezse, kira gerekmez.

Mekke'ye gitmek için, bir aylığına hayvan icarlayıp da, ona bin­meyen ve götürmeyen kişi de kira ödemez. Zehiyre'de de böyledir.

Faside olan icarede, ücretin vacib olması için, menfaatin haki­katen temin edilmiş olması şart koşulur. Ve gerçekten, icara verilen şey müste'cire teslim edilir. Teslim işlemi olmaz ise, icar da olmaz.

Bunun açıklanması Cami Kitabı'nda yapılmıştır. Şöyleki: Bir adam, diğerinden bir köle satın alır ve onu teslim almadan, bir aylığına, satan zata icara verirse, bu icare batıldır.

Şayet satıcı, onu icar hükmüyle kullansa bile, icar gerekmez. Muhıyt'te de böyledir.

Ali bin Ahmed'den soruldu:

  Bir adam, diğerinden dikili bir ağaç satın alıp, onu beş sene yerinde bırakır; bu müddet içinde de, ağacın kıymeti artar; sonra da satın alan zat, o ağacı kökünden sökmek ister ve yer sahibi: "Bu müddet içerisinde, burda durduğunun kirasını ver." derse, buna hakkı var mıdır?

İmâm:

  "Bu müddet için, kira yoktur." buyurdu. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir adam,  "şu yere gideceğim." diyerek, giymek üzere, bir gömlek kiralar ve bu gömleği evinde giyip, o yere de gitmezse, Fakiyh Ebû  Bekir  el-Belhî:   "Ona  kira yoktur.  Çünkü,  sözüne muhalefet etmiştir. Gömleği öder." demiştir.

Fakıyh Ebû'l-Leys de: "Bana göre, kira gerekir. Sözünde muhalefet yoktur. Çünkü ücret giyme karşılığıdır; gitme karşılığı değildir." demiştir. Kâdî Fâhru'd-Dîn ise: "Eğer gömleği evinde giymişse, gömleğe zarar verip vermeme noktayı nazarından, aynı mekanda giymiş gibidir." demiştir.

Uygun cevap Fakıyh Ebû'J-Leys'in cevabıdır. Kübrâ'da da böyledir.

Bir temizlikçi, inkar ederek: "Benim yanımda, bu adamın elbisesi yoktur." der; sonra da, olduğunu ikrar ederse, inkardan önce, elbiseyi yıkamış olması halinde kendisine ücret verilir.

İnkârdan sonra yıkamışsa, ücret verilmez. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Boyacı hakkında ise, inkardan önce boyamışsa ücret lazım gelir.

İnkardan sonra boyamışsa, elbise sahibi muhayyerdir: İsterse elbi­sesini alıp, boyama ücretini verir; isterse, elbiseyi bırakıp kıymetini ödetir.

Dokuyucu hakkında da, şayet inkardan önce dokumuşsa, ücret lazım gelir. İnkârdan sonra dokumuşsa, dokuduğu kendisinin olur; ipliğin mislini geri verir. Hulâsa'da da böyledir.

Bir adam, bir hayvan icarladığında, yarı yolda bunu inkar ederse, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.): "İnkârdan önceki mesafenin icarını verir; inkardan sonranınkini vermez." buyurmuştur.

İmâm Muhammed (R.A.) ise: "İcar ondan düşmez; çünkü, icara veren yok ki, yarı yolda, hayvanını ondan geri alsın... Kendi elinde icar hükmünde kalır." buyurmuştur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir adam, bir köleyi, bir seneliğine kiralayıp, onu teslim alır; senenin yarısı geçince de icarı inkar ederek, "o kölenin, kendisine ait olduğunu" iddia eder; inkar eylediği gün kölenin kıymeti ikibindirhem olur ve böylece bir sene geçer ve bu kölenin kıymeti bin dirheme düşer; sonra da o köle, müste'cirin yanında —kıymeti de bin dirhem olarak— ölürse, bu hususta Hişam, İmâm Muhammed (R.A.)'in: "Müste'cirin, icarı ile bir sene sonraki kıymetini tazmin etmesi gerekir." buyurduğunu nakletmiştir. Zahîriyye'de de böyledir.

Hişam şöyle demiştir:

İmâm Muhammed (R. A.)'e sordum:

— Ücretle tazminat nasıl olur?

İmâm:

—"İçtima etmezler." buyurdu ve şu açıklamayı yaptı. "Ücret, köleyi bir sene çalıştırdığı içindir. Tazminat ise, sene geçtikten sonradır, zira sene dolar dolmaz, köleyi sahibine vermesi gerekirdi; vermedi. O şahsın üzerine, bu yüzden tazminat gerekti. İkisinin lüzumunun sebebi de ayrı ayrıdır.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un kıyası ise: "Uygun olanı, inkardan önceki kirayı ödememesidir; inkardan sonra da kira sakıt olur. Muhıyt'te de böyledir.

Eşyanın hakikatmda san'atının eseri bulunmayan hiç bir san'at sahibi (hamal, gemici ve temizlikçi gibi...) bi'1-icma, ücret sebebiyle, o eşyayı habsedemez. (elinde tutamaz.) Zehıyre'de de böyledir.

Eşyanın hakikatmda amelinin eseri bulunan kimse ise, o ücretine karşılık, o eşyayı habseder. (elinde tutar.)

Ancak ücret, vadeli ise, o zaman habsedemez.

Bez dokuyan, berber, odun kıran ve benzer bir iş yapan ve eşya onun ameli sebebiyle başka hale gelmiş olan herhangi bir kimse (ki, o işi gasbeden şahıs yapsa, o şey kendisinden gasbedilmiş olan şahsın mül­kiyetinden çıkar) bu gibi şahısların —ücret mukabilinde— eşyayı hab-setme hakkı vardır.

Bunların tamamı, o şahsın, bu işi dükkanında yaptığı zamanda böyledir. Şayet bu işler, müste'cirin evinde yapılırsa, habsetme hakkına sahib olamaz. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.

Çamaşırcı elbiseyi yıkadığında, şayet yaptığı işin eseri elbisede görünüyorsa (sabun ve benzeri şeyler kullanma gibi...) onun da hab­setme hakkı vardır.

Şayet amelinde eser yok da, yalnız kirini temizlemişse burda ihtilaf vardır. Esahh olanı, her halde habs hakkının olmasıdır. Nihâye'de de böyledir.

Ücreti için, bir şeyi habs (elinde tutma) hakkı olan bir kimsenin yanında, habseylediği şey zayi olursa, onu tazmin etmesi gerekmez. Bu durumda kendisine de ücret verilmez.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre böyledir. Tahâvî Şerhî'nde de böyledir.

İcarlanan kimsenin, elindeki şey, kendi sun'î olmadan, —ücreti için habsetmeyen kimsenin yanında zayi olduğunda, şayet o şeyde, ame­linin eseri varsa; (terzinin dikmesi, boyacın boyaması gibi...) ücret sakıt olur.

Eğer o şeyde amelinin tesiri yoksa, (hamal gibi, yük taşıyıcı gibi...) ücret düşmez. Muhıyt'te de böyledir.

Eğer o aynı, habs hakkı olmayan bir kimse habseder; ve bu ayın zayi olursa, gasb tazminatıyla ödeme yapar. İcara veren muhayyerdir: Dilerse ma'mul olarak kıymetini Ödetir ve ücretini verir; dilerse ma'mul olmayarak kıymetini ödetir, ücret vermez. Muzmarât'ta da böyledir.

Elbise sahibi, dokuyucuya: "Elbiseyi evine götür, biz cum'adan gelince, evime gelde ücretini vereyim." der; bir hırsız da gelerek onun yanından elbiseyi çalarsa, Fakıyh Ebû Bekir ei-Belhî: "Şayet dokuyucu, sahibine vermiş, o da aldıktan sonra ücretini vermek için geri dokuyu­cuya vermişse, bu durumda elbise rehin olmuş olur. Zayi olduğu zaman, ücretiyle beraber zayi olur. Şayet elbise sahibi onu emaneten vermişse, dokuyucu onu tazmin eylemez; ücreti, elbise sahibinin üzerinde hali üzere kalır. Eğer dokuyucu o elbiseyi ücretini vermediği için vermemişse, burda alimler ihtilaf eylediler:  Aralarında birşey  karşılığında sulh yaparlarsa, bu güzel olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Kiralanan zat çamaşırcı olur ve elbise sahibi, ona "ücretini verene kadar, elbiseyi yanında tutmasını" söylemiş bulunur, elbise de zayi olmuş olursa, bu da ihtilaflıdır: Kıyasa göre bu mes'ele, dokuyucunun mes'elesi gibidir. Tafsilat önceki gibidir. Muhiyt'te de böyledir.

Dokumacı, bir adam için bez dokuduğu halde, onu —ücretini almak için— sahibine vermekten kaçınır, sahibi de onu almak için çekince, bez yırtıhrsa, dokuyucuya tazminat gerekmez.

Şayet her ikisinin birlikte çekmesiyle yırtıhrsa, dokumacıya yan tazminat gerekir. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

Simsar, satmasını emreyleyen bir kimsenin elbisesini satar ve onun parasını, yine sahibinin emriyle, ücretini verene kadar yanında tutar ve o meyanda da, bu para çalınırsa, alimlerimizin kavline göre, tazminat gerekmez.

Keza-, yük sahibi, hamala: "Ücretini verene kadar taşıdığın şey yanında kalsın." der ve taşınan şey de çalınırsa, hamal onu tazmin etmez. (= ödemez)

Çünkü, o aynda simsarın fiili için bir eser yoktur.

Aynda (eşyada) amelinin eseri olmayan kimsenin o eşyayı ücret için habsetmeye hakkı da olmaz. O şey onun yanında emanettir. Rehin değildir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adam, diğerinden borç mukabili bir ev icarlar ve müste'cirin, icara verende alacağı bulunursa, bu icare caizdir.

Keza, müste'cir alacağına karşılık bir köle icarlasa, bu da caizdir. Şayet icare feshedilirse, müste'cir önceki alacağı için icarladığı şeyi habseder. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, kendisinin alacağı bulunduğu bir adamın evini, icar-layıp, icar sebebiyle de borcunu azaltır; icarın müddeti de biterse, geride kalan alacağı için, evi habsedemez. (elinde tutamaz) Şayet icare müddeti geçtikten sonra, bir müddet daha o evde kalırsa, o müddet için kira ödemez. Fetâvâyi Kübrâ'da da böyledir.

Bir adam, evini icara verip, icarını peşin alır, müste'cire evi teslim etmeden   icara   veren   adam   ölürse,   bu   durumda   akid   fesholur. Müste'cirin, peşin verdiği ücret mukabili, evde oturma hakkı olmaz. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Fasid olan icarede, müste'cirin, peşin verdiği para mukabili evi habsetme (elinde tutma) ve ondan faydalanma hakkı vardır. Hulâsa'da da böyledir.

Hâkim şöyle buyurmuştur:

Bir adam, belirli bir müddet için, bir köleyi icarlayıp, ücretini de peşin ödedikten sonra da köleyi icara veren zat ölse, müste'cir geride kalan müddete kadar, o köleyi hizmetinde kullanır.

Şayet köle ölürse tazminat gerekmez. Geride kalan müddetin karşılığı olan icar bedelim, icara verenden geri alır. Muhıyt'te de böyledir.

En doğrusunu bilen Aîlah'u Teâlâ'dır. [12]

 

3- İCÂRE AKDİNİN VAKİ OLDUĞU VAKİTLER

 

Belirli müddet üzerine yapılan akid ( = sözleşme) sahihdir. İster, o müddet bir gün gibi kısa olsun; isterse bir yıl gibi uzun olsun farketmez. Muzmerât'ta da böyledir.

Müddetin ne zaman başladığı hususunda, bir vakit belirlenmişse, ona itibar edilir.

Eğer, böyle bir vakit belirlenmemişse bu durumda, başlangıç o şeyin icarlandığı zamandan ibarettir. Kâfi'de de böyledir.

Bir adam, evini, bir aylığına muharrem ayında icara verdikten sonra, başka birine, safer ayına icara verirse, akid muharrem ayı hakkında geçerli olur. Çünkü o, Önce, bu evi muharrem ayında kiraya tutana vermiştir. O ay çıkıncada, evi safer ayı için icarlayana teslim eder. Sirâcü'I-Vehhâc'da da böyledir.

Bir adam, evini bir ay veya belirli birkaç aylığına icara verir, sözleşme de ayn evvelinde yapılırsa, ihtilafsız, icar, ayın hilal vaktinden itibaren başlar. Hatta ay, bir gün noksan olsa, icar tam alınır. Ayın bazı günleri geçmiş olsa, bi'Mcma otuz gün, bir ay sayılır.

Ayların icarına gelince, işte onda iki rivayet vardır: İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'den gelen rivayete göre, bütün ayların günlerine itibar edilir. Diğer bir rivayette ise, içinde bulunduğu ayın tekmiliyle, kalan aylarda hilala itibar edilir. Bedâi'Me de böyledir.

Şayet icare, her ay üzerine, —ayın ortasında vaki olmuşsa, o ayın son gününe itibar edilir; ondan sonra da —hilafsız— aylar devam eder. Muhiytte de böyledir.

Eğer, başlı başına, bir senelik icare ayın başında yapılmışsa, bu durumda on iki kamerî aya itibar edilir.

Eğer ay başı değilse, sene üçyüz altmış gün olarak kabul edilir.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kavlidir.

Bu, aynı zamanda İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un da kavlidir.

îmâm Muhammed (R.A.)'e göre ise: "O ayın günlerine, kalan onbir ayında hilallerine itibar edilir.

Bu, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'tan da rivayet olunmuştur. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, evmi aylığı bir dirheme icara verirse, bu akid bir ay için geçerli olur. Diğer aylarda fasiddir. Birinci ay tamam olunca, taraflar­dan herhangi birisi icareyi bozabilir. Zira sahih akid tamam olmuştur.

Şayet bütün ayların adını söylerse, bu caizdir. Zahirü'r-rivaye'ye göre, taraflardan herbiri, giren ayın gece ve gündüzünde muhayyer­dirler; Fetva da zahirü'r-rivayeye göredir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Şayet, taraflardan birisi, bu icareyi ayın içinde feshederse, bu fesh geçerli olmaz.

"Geçerli olur." diyenlerde olmuştur.

Ebû Nasr Muhammed: "Şayet, ayın içinde feshedilirse, bu fesh, ayın başında geçerli olur; hilâl görülünce şüphe kalmaz." demiştir.

Eğer iki veya üç aylığını Önceden verirse, ücreti verilen aylar çıkana kadar, her iki taraf da icareyi feshedemezler. Tebyîn'de de böyledir.

Mucir (= icara veren) ve müste'cir ( = icarlayan)'dan her hangi birisi, diğeri olmadan icarı feshederse, bi'1-icma, bu fesh sahih olmaz. SerahsTnin Muhıytı'nde de böyledir.  

Bir adam, diğerine: "Şu evi, her aylığı bir dirheme bir seneliğine sana icara verdim." derse, bu bi'1-icma caiz olur. Zira, müddet ve ücret belirlidir. Özürsüz olarak, sene tamam olmadan bu icareyi taraflardan hiç biri feshedemez. (bozamaz) Bedâi"de de böyledir.

Bir adam, bir evi, bir seneliği on dirheme icarlasa, bu sahih olur. Çünkü, her ne kadar, aylığını belirtmedi ise de, müddetin ücreti bellidir. Kâfî'de de böyledir.

Bir adam, diğer bir adamı, şu işi yaptırmak üzere, bir günlüğüne icarladığında   alimler:   Şayet   örf,   güneşin   doğumundan   batımına kadarsa, işte o, o zamana kadar çalışır. Eğer örf güneşin doğumundan ikindiye kadar çalışmaksa, işte o, o kadar çalışır. Her ikisi de örfse, o günkü sözlerine itibar olunur. Onlar ya, "akşama kadar." derler veya "ikindiye kadar" diye anlaşırlar.)" demişlerdir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Evde ücretle çalışacak şahıs, şafakta kalkıp, ışığı yakar. Şayet oruç tutulacaksa, sahur yemeğini getirir. Abdest suyunu hazırlar. Kış ise, sabah ve akşam ocağı yakar. Efendi uyuyana kadar ayaklarını ve bedenini  ovarlar ve bu gibi işleri yapar.  Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Bir adam, birgün binmek için, bir hayvan icarladığında, ona fecrin doğuşundan, güneşin batışına kadar biner.

Geceliğine kiralarsa, güneşin batımından, fecrin tulûuna kadar biner; fecrin tulûunda geri verir. Hızânetü-1-Müftm'de de böyledir.

Bir kimse, "gündüz bineceğim." diye kiraladığı hayvana ne kadar binebilir?

Bu mes'ele kitap'da (el-Asl'da) zikredilmemiştir. Bazı alimler: "Ona, güneşin doğmasından, batmasına kadar biner." buyurmuşlardır. Çünkü nehar, beyazın (aydınlığın) ismidir.

Bazıları da: "Bu bir lügattir. Gece ilegündüzün arasını ayırır. Fakat, avam-ı nas bunu ayıramaz; cevap gün gibidir." demişlerdir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

"...Yarın..." diye hayvan kiralayan kimse için müddet sabahtan başlar. Bu şahıs, o hayvanı öğleden sonra geri verir.

Alimler: "Buörfdür." dediler.

Bizim örfürnüz ise, sabandan akşama kadardır. Zira ışânın ismi, bizim örfümüzde güneşin batmasından sonradır.

Yine böyle, bir adam: "Bu eşeği, geceye kadar bir dirheme aldım." derse bizim örfümüzde müddet güneş batana kadardır. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, bir marangozu on günlüğüne icarladığmda müddet, bir sonraki günden itibaren başlar.

Şayet "...yazın on günde..:" derse, bu sahih olmaz. Çünkü o meçhuldür. "Ayın başından itibaren on gün..." demedikçe, sahih olmaz. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.

Ebû Bekir'den soruldu:

— Bir adam, diğerine, çalışması için iki dirhem verdiğinde, o adam bir gün çalışıp ikinci gün çalışmazsa durum ne olur?

İmâm şu cevabı yerdi:

— Eğer işin günlerini söyledi ise, bu caiz olur ve o işi yapması için zorlanır. Şayet iki gün yapmaz ise, artık ondan iş istenmez.

Eğer, "günlerden iki gün denilmişse" bu icare fasiddir. Çalıştığı gün için, ecr-i misil verilir. Hâvî'de de böyledir.

Fadlî'niri Fetvâlan'nda şöyle zikredilmiştir:

Bir adam, belirli bir işi yapmak üzere, başka bir adamı, bir günlüğüne icarlarsa —farz namazlar hariç— o şahsın gün tamam olana kadar çalışması gerekir. Bu şahıs başka bir işle meşgul olmaz.

Semerkant Fetvâları'nda ise: Bazı alimler: "O adam, sünnet namazları da kılar; nafile kılmamasında ittifak vardır." demişlerdir. Fetva da buna göredir. Zehıyre'de de böyledir.

Garib bir rivayette, Ebû AH ed-Dekkak şöyle buyurmuştur: Müste'cir, şehirde icarladığı bir adamı, cum'a namazından men edemez. Ve cuma ile meşguliyeti kadar zamanın ücretini cami uzaksa, düşürür. Şayet cami yakınsa, ücretten düşüremez.

Eğer cami uzak olur ve çalışan şahıs günün dörtte biri kadarını cuma ile meşgul olarak geçirmiş bulunursa, ücretinden dörtte birini düşürür.

Şayet çalışan zat: "Namazla meşguliyetim sebebiyle, yevmiyemin dörtte birini kes." demiş olsa bile, müste'cirin buna hakkı yoktur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, bir iş için, bir adamı, bir ay icarladığı zaman, örf olarak, cum'a günü, buna dahil olmaz ve icarlanan şahıs, ise sabah namazından sonra başlar. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Bir adam, bir marangozu, "bir gün, geceye kadar" icarlar; başka birisi de, ona, "bir dirheme, bir pergel yapmasını" söyler; o da onu yaparsa; o adamın onun, icarlanmiş olduğunu bilmesi halinde, bu helal olmaz; değilse helâl olur. Marangoz da müste'cirinden, o bir dirhemi düşer veya helalleşir. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.

Ücretle çalışan bir şahıs, önceki çalıştığı yerden yemek yemesi ve benzeri yönlerden daha hayırlı bir yer bulur veya önceki yerde yevmiyesi bir dirhem iken, ikinci yerde iki dirhem olursa, onun başka yerde çalışması —şayet ona daha önce yüz dirhem verilmişse— caiz olmaz. Tatarhâniyye'de de böyledir.

En doğrusunu bilen Allah'u Teâlâ'dır. [13]

 

4- ECÎRİN, ÜCRETTEKİ TASARRUFU

 

İcarı veren şahıs, müste'ciri, ücretinden ibra eder veya,bunu ona bağışlar, yahut tasadduk eder ve bu, o şahıs kendisine bir menfaat sağlamadan olur; sözleşmede de "ücretin peşin olacağını" söylenmemiş olursa, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, bu caiz olmaz. Ücret ister ay olsun; isterse, borç olsun, icare hali üzere kalır; fesholmaz.

İmâm Muhammed (R.A.)'e göre ise; eğer ücret borç ise, müste'cir kabul etsin veya etmesin, bu akid caiz olur; icare bozulmaz.

Şayet ücret ayn olur, diğeri de onu bağışlamış, o da, onu bile bile kabul etmiş olursa, akid kabul olur. Eğer bağışı kabul ederse, icare fesh olur. Eğer reddederse, batıl olmaz ve icare hali üzerine kalır. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, ücretinden vazgeçer veya onu bağışlarsa, ücretin peşin olması şartıyle akid yapmışlarsa, bu bi'1-icma sahih olur. Akid hali üzre kalır. Ücretin tamamından vaz geçip sadece bir dirhemini müstesna kilsa, bu bi'1-icma sahih olur. Çünkü bu, alacağından düşme yerindedir.

Şayet ücret bir ayn ise, ondan vazgeçmek sahih olmaz. Gıyâsiyye'de de böyledir.

Şayet, bu tasarrufat icara verenden ise, menfaati aldıktan sonra, bu bila hilaf caizdir. Muhıyt'te de böyledir.

Ebû'1-Leys, Nevazîli'nde şöyle buyurmuştur:

İcarlayan kimse, bir kimseyi ramazanda icarlasa, bu caiz olur mu? İmâm, İmâm Muhammed (R.A.)'in kavline göre şöyle buyurmuştur:

— Şayet senelik icarlamışsa, caiz olur. Aylarca icarlamiş da o aylara ramazan giriyorsa, yine sahih olur. Sadece ramazan için icarlamak, caiz olmaz. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Biz de bu görüşteyiz. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.

Senenin yarısı geçtikten sonra, icara veren şahıs, icara tutanı bü­tün ücretinden ibra eylese veya ücretini ona bağışlasa, o zaman, iş veren ücretin tamamından kurtulmuş olur.

Bu, İmâm Muhammet! (R.A.)'in kavlidir.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre ise, yarısından kurtulur, yarısı kalır. Muhıyt'te de böyledir.

Hâkimü'ş-Şt'hîd Müntekâ'da şöyle buyurmuştur:

Bir adam, bir yerini belirli dirhemler karşılığında, bir adama, icara verip, kirasını da alır; müste'cir de o yeri ekmez, icara veren de, icarı ona bağışlar ve ona verir; sonra da her hangi bir yönden bu icare bozulursa, müste'cir icarcıya müracaat ederek, verdiği ücreti geri alır. Ancak, seneden, geçen ayların hissesini alamaz.

Şayet, icara veren şahıs, o yeri icarı teslim almadan bağışlamış olursa, bu durumda müste'cir, hiç bir şey için müracaat edemez. Muhıyt'te de böyledir.

İcara veren zatın, icarlayandan herhangi bir mal satın alması, bü­tün alimlerimize göre caizdir. Ve bu adam, sözleşme gereğince, satın aldığı şeyin parasını icara bedel tutabilir.

İcar fazla ise, fazlasını alır.

Satın aldığının parası, icar bedelinden fazla ise, o fazlayı verir. Zehıyre'de de böyledir.

İcarlanan zat, iş yapamazsa, sattığı şeyin parası için müracaat eder;  ancak  sattığı malı  geri  alamaz.   Serahsfnin Muhıytı'nde de böyledir.

Ücret dirhemler olduğunda, onun yerine, icarcıdan un, zeytin yağı veya başka bir şeyi karşılık olarak almak caizdir. Gıyasiyye'de de böyledir.

Âcir (= icara veren) ile müste'cir, icarda sarf işlemi yaparlar; (şöyleki ücret alan şahıs, alacağı dinarlara karşılık olarak dirhemleri alır) ve bu muamele menfaatten yani ücretli, ücrenini hak ettikten sonra olur veya ücretin peşin olmasını şan koşmuşlarsa, bi'1-icma bu musarefe (sarf işlemi) caiz olur.

Şayet bu sarf işlemi, ücreti hak etmeden, peşin olmasını da şart koşmadan önce olursa, mes'ele ihtilaflıdır. İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)*un önceki kavline ve İmâm Muhammet! (R.A.)'in kavline göre caiz olur.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'ım sonraki kavlince, bu sarf —amel yapılmadan önce ayrılırlarsa—batıldır. (= geçersizdir)

Bu, ücret alacak olduğu zaman böyledir.

Fakat, ücret bir ayn ise, (sikkelenmemiş gümüş gibi...) o takdirde, müste'cir dinarlara karşılık onu verebilirse, caiz olmaz. İster menfaatten önce, isterse sonra olsun, müsavidir. İster peşin şartı olsun, ister olmasın aynıdır.

el-Asi'da şöyle zikredilmiştir:

Musâfefe (= sarf işlemi) ücrete karşılık, olmak üzere ve belirli bir şeyi on dirheme taşıması şartıyle icare akdi yaparlar ve işi yapacak şahıs, hiç taşımadan veya bir müddet taşıdıktan sonra, yolun yarısında ölürse, bu durumda icarlayan şahıs, ücretin tamamını vermez; yarısını verir, (ki bu beş dirhemdir).

Bu, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre böyledir.

İmâm Muhammed (R.A.)'de bu görüştedir.

Ancak, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un sonraki kavline göre, bu sarf sahih değildir; müste'cir, ecri tam hak etmemiştir; maksat hasıl olmamıştır.

Bir hamal, yük taşımadan öldüğünde, bir hamalın varisleri, onun daha önceden almış olduğu dinarları, icarlayan şahsa geri verirler. Bu durumda, bu hamalın varislerine bir şey verilmez.

Şayet hamal, yarı yolda ölür, onun varisleri de dinarları icarlayana verirlerse; bu durumda onun varislerine ücretin yarısı verilir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, evini, yemiş satan bir şahsa seneliğini belirli dirhemler, karşılığında icara verdikten sonra, başka bir adam, ev sahibinden, evin iki aylık icarını, borç olarak ister; ev sahibi de "icarcısı olan yemiş satıcısına vermesini" söyler; o adam da yemiş satan şahıstan, bu iki aylık ücret kadar un, zeytin yağı ve başka şeyler satın alırsa, bu caizdir. Yemiş satan şahsın, bu adamada bir alacağı olmaz. Fakat ev sahibinde o miktar alacağı olur. Ev sahibi bizzat kendisi almış ve o adama borç vermiş olur. Mebsût'ta da böyledir.

Şayet borç isteyen şahıs, yemiş satan şahıstan ücrete karşılık, dinar almış olsaydı, yine bu da caiz olurdu. Ücret vacib olduktan sona, o dinarla  ahm-satım  yapması, bi'I-ittifak caizdir. Şayet ücret vacib olmadan ve peşin  olma şartı bulunmaksızın,  almış olsaydı,  İmâm Muhammed (R.A.)'e ve İmâm Ebıı Yûsuf (R.A.)'un önceki kavline göre, bu caiz olur; İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un son kavline göre caiz olmazdı.

Yemiş satan şahsın, bir adam da dinar alacağı olur; evin icarı ise, her ay için on dirhem olursa, bir ay geçtikten sonra da, ev sahibi, "iki aylık icarı, o adama borç olarak vermesini" söyler; adam da buna razı olursa, işte bu caizdir. Muhıyt'te de böyledir.

Ev sahibi, "bir dinara, on dirhem vermek üzere, dirhemleri borç olarak alırsa, bu caiz olmaz. Borç veren şahsın, borç alan şahısta yirmi dirhemi alacağı bulunur; bunu da adam eve hiç oturmadan, iki aylık icar olarak alır, bu icarın da peşin olmasını şart koşar; bu, yemişçinin de hoşuna gider; ona karşılıkda un, zeytin yağı ve benzeri şeyler verir veya on dirheme bir dinar verir, sonra da ev sahibi ölür, adam da henüz eve oturmamış buluriur yahut bu ev yıkılır veya bu eve, başka birisi sahib çıkarsa, yemiş satan şahıs, kendisinden borç alan şahsa müracaat edemez; fakat, ev sahibine yirmi dirhemini almak için başvurur. Bu durumda ev sahibi de, bu yirmi dirhem için, borçlusuna müracaat eder. Mebsût'ta da böyledir.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un  önceki  kavline göre ve İmâm Muhammed (R.A.)'in kavline göre, ev sahibine yirmi dirhemi için mü­racaat eder.

Fakat, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un son kavline göre, müşteri ihtiyaçlarını aldı ise, ona yirmi dirhem için müracat eder. Eğer dinar aldı ise, bu durumda ev sahibine yirmi dirhem için müracaat edemez; kendi­sinden dinar alan şahsa müracaat ederek ondan dinarını alır. Çünkü o,ö dinarı, fasid hükme göre almıştır. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, bir ev icarlayarak içine oturduğunda, bu eve bir hak sahibi çıkarsa, icarı, icara veren şahıs alır ve onu tasadduk eder. Çünkü icara veren şahsın, onu gasbeylediği meydana çıkmıştır. Serahsî'nin Muhiytı'nde de böyledir.

Bir adam, elbise karşılığında bir ev icarladığı zaman, bu evin ücreti o, elbisenin kıymetinden fazla olur ve bu ev sahibinin de hoşuna giderse, bu icare tamamdır.

Keza, cinsi ayrı olan her şey hakkında da hüküm böyledir.

Bir adam, bir evi on dirheme icarlamak ister; ev sahibi de onu bir dinara icara verirse, bu da hoştur. Zira, on dirhemle bir dinar arasında, kıymetçe bir fark yoktur. Mebsût'ta da böyledir.

Şayet ev sahibi, icarı ay başı gelmeden Önce peşin ister, müste'cir de buna razı olmazsa, geçen günlerin icarını vermesi için müste'cir zor­lanır; oturmadığı günlerin icarı için ise, cebredilemez. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, —oturmakta olduğu— evinin bir aylığını, belirli bir elbise karşılığında icara verirse, bu ev sahibi, o elbiseyi müste'cire satamadığı gibi —teslim almadan önce-r- başkasına da satamaz.

Keza, belirli olan urûzdan, hayvanatdan, ölçülen ve tartılandan şeylerle, altın ve gümüş parçasından olan bir şeyi de teslim almadan satamaz. Mebsût'ta da böyledir.

Eğer ücret ölçülen ve tartılan cinsten olur, bizzat olmazda vasıfları belirlenmiş bulunursa, onu teslim almadan önce, müste'cire satmakta bir beis yoktur.

Bu, ya istifa (vermek) vacib olduğu veya "peşin" şartı bulunduğu zaman böyledir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, belirli bir şeyi sattırmak isterse, bu,   mecliste o şeyi teslim alsın veya almasın caiz olur. Biaynihî olmayan bir şeyi de ayrıl­madan teslim alırsa, sattırır.

Şayet teslim almadan önce ayrılırlarsa, alım-satım bozulmuş olur. Bu durumda onu, başkasına da satamaz. Şayet, bir kimse alacağını, alacağı olmayan şahsa satarsa, bu caiz olmaz. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, bir evi belirli bir köle karşılığında, bir seneliğine kiralar; ev sahibi de o köleyi, —daha müste'cirden almadan ve evi de müste'cire teslim etmeden önce azad ederse; işte bu azad ediş batıldır. Çünkü, ücrete menfaatsiz sahip olunmaz veya peşin alma sebebiyle sahib olunur; burda bunlar yoktur.

Şayet, ev sahibi köleyi teslim almış ve evi müste'cire teslim etmeden önce, onu azad etmiş olsaydı, işte bu caiz olurdu. Muhıyt'te de böyledir.

Ev teslim alınıp, oturma işi tamamlanırsa, bu durumda yapılacak bir şey kalmaz.

Şayet eve bir başkasının sahib çıkmasıyla icare fesholur veya iki tarafdan birinin ölümüyle yahut evin yıkılması, suya batması sebebiyle faydalanma hakkını kaybederse, azad edilen kölenin kıymeti müste'cire ödenir.

Şayet köleyi teslim alır; evi icarlayan da evde bir ay kalır; sonra da her ikisi birlikde köleyi azad ederler; köle de müste'cirin yanında bulu­nursa, o zaman evinin kaç aylık kirası geçmişse, kölenin o kadarlık değerini azad etmiş olur. Müste'cirin de geride kalan kısmını azad eylediği muhakkakdır. Geride kalan kirada bozulmuş olur. Mebsût'ta da böyledir.

Eğer müste'cir, kalan günlerde aynı evde oturursa, ecr-i misil öder. Gıyâsiyye'de de böyledir.

İcara tutan şahıs, orada oturacağı müddeti, icara veren şahıs köleyi teslim almadan tamamlar ve bu köle ölür veya ona bir hak sahibi çıkarsa, bu durumda, icara veren şahsa, ecr-i misil ödenmesi gerekir; icare  fasid olur;  ücret de belirlenenden fazla olamaz.  Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Keza, icara veren şahıs, köleyi, kusuru sebebiyle geri verir; müste'cir de evde oturmuş olursa, bu durumda icarenin aslı bozuk olduğundan, icar olarak ecr-i misil vermesi gerekir. Gıyâsiyye'de de böyledir.

Şayet müste'cir, köleyi icar sahibine verir; —o o köleyi azad eden kadar da— evde oturmaz ve bu köleyi azad ederse, bu azadı geçersizdir. Çünkü köle kendi malı değildir. Teslimi sebebiyle mülkünden çıkmıştır.

Ancak, kendi mülkü olması halinde onu azad edebilir. Mebsût'ta da böyledir.

Müste'cir evde bir ay oturduktan sonra, köle henüz müste'cir teslim etmeden önce ve müste'cirin yanında zayi olursa; bu durumda müste'cir, evin sahibine, evin benzerinin icarı kadar icar verir. Ki buna, ecr-i misil denir.

Bidayette fasid olan icare buna muhaliftir. Çünkü, aynı aya ait olan kölenin kıymetinden fazla ecr-i misil verilmez. Muhıyt'te de böyledir.

İcara veren şahıs, müste'cirin izni olmadan, icar olan şeyi alıp-sattıktan sonra, müddet geçerse, satış caiz olur.

Şayet icare bozulursa, müste'cir icara veren şahsa müracaat ederek sattığı malın değerini alır.

Eğer ücret, bir köle olur; o da peşinen alınmış ve acir onu azad etmiş bulunur veya bu köle onun yanında ölmüş olur; sonra da icare feshe­dilmiş bulunursa, bu durumda müste'cir, kölenin kıymetini icara veren şahıstan (~ âcir'den) geri alır. Şayet icare, icar müddetinin yansı geçtikten sonra bozulmuşsa, bu defa da müste'cir; kölenin değerinin yansım geri alır. Gıyasiyye'de de böyledir.

Bir adam, evini belirli bir köle mukabili, bir seneliğine"icara verir; müste'cir de bir ay oturduğu halde köleyi.vermez ve onu azad ederse; azadı sahih olur ve müste'cir, o ay için, ev sahibine, bir aylık ecr-i misil öder; geri kalan icare bozulur.

Keza, bir adam, belirli bir şeye karşılık, bir ev icarladığı halde o şeyi teslim etmez ve o helak olursa tam ecr-i misil gerekir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

En doğrusunu bilen Allah'u Teâlâ'dır. [14]

Bir adam, başka bir adamı, sofraya belirli yirmi kazan koyması için icarladığı halde, o adam, kazanların onunu bırakıp, diğer onunu bırakmadan kaçınır ve icarlayan şahıs, icarlandığı vakit o kazanları görmüşse, o şahıs diğer kazanlar için de cebredilir. Şayet görmemişse, cebredilmez.

Bu mes'elenin aslı, İmam Muhammed (R.A.)'in şu kavlindedir: Bir adam, bir çamaşırcı ile, belirli bir bedelle, on elbiseyi yıkamasını şart koşarak anlaştığı halde, o adam elbiseleri görmez ve onlar yanında olmazsa, bu icare fasiddir. Eğer elbiseyi gösterir; çamaşırcı da razı olursa, bu durumda icare caiz olur. Zehıyre'de de böyledir.

Elbiselerin  cinsini  söylemesi  durumunda  ise,   ŞeyhuH-İslâm Haher-zâde: "Bu durum, müste'cirin görmeyen bir kimse olması gibidir. Yani bu icare fasiddir." demiştir.

Şemsü'l-Eimme Serahsî ise: "Eğer sıfatının açıklanması ona baliğ oldu. (ulaştı) yani amelinin mikdarmı bu açıklama sonunda anladı ise, bu durumda çamaşırcı, o elbiseyi görmüş gibidir. Ve icare caiz olur. Çamaşırcı hakkındaki bu söz ile önceki durum da aynıdır." demiştir.

Bu durumlar, fetva verilirken iyi düşünülmelidir. Muhıyt'te de böyledir.

İbnü Semâa'nın Nevâdiri'nde İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un şöyle buyurmuş olduğu nakledilmiştir:

Bir çamaşırcı (temizlikçi), bir adamla, onun merevî olan elbisesini, bir dirheme yıkamak üzere anlaşır ve taraflar buna razı olurlar ve bu çamaşırcı, elbiseyi gördüğü zaman:"Ben buna razı değilim." derse, onun buna hakkı vardır.

Terzi de böyledir.

Burada aslolan. Nefsinde (kendisinde) ihtilaf bulunan herhangi bir işin mahallinde ihtilaf olursa, bu sebeple burada görme muhayyerliği sabit olur; onu mahallinde görecektir. Mahallinde ihtilaf olmayan bütün işlerde, o mahallinde görülünce, muhayyerlik sabit olmaz.

Çamaşırcı, terzi mahallinde ihtilaf vardır.Bunun için de, her ikisin­de de görme muhayyerliği vardır. Ve bu tesbit edilmiştir.

Bir adam, başka bir şahsı, bir buğday yığınını ölçmek üzere icarladığında  icarlanan   adam,   buğdayı  görünce:   "Ben  buna  razı değilim." derse; bu durumda bunu söylemeye hakkı yoktur.

Keza, bir adam diğerini kan aldırmak üzere, bir dânike icarlar; o da razı olur; sırtını görünce de: "Ben buna razı değilim." derse, onun da bunu söylemeye hakkı yoktur. Çünkü, burda yapılacak iş hususunda ihtilaf yoktur. İcarcı ne dediyse, o yapılacaktır. Zehıyre'de de böyledir.

Bir adam, diğerini, şu kadar pamuğu çuvallamak veya şu elbiseyi yıkamak üzere icarladığı halde, icara tutanın yanında pamuk ve elbise olmasa bu icare caiz olmaz.

Eğer yanında olur fakat o icarlanan şahıs bunları görmemiş olursa, bu durumda icarlanan adam muhayyerdir. Elbiseyi görecektir; pamuğu görmesine lüzum yoktur. Hızânetü'l-Fetâvâ'da da böyledir.

Hişam'ın   Nevâdiri'nde,   İmânı   Muhammed   (R.A.)'in   şöyle buyurduğu rivayet olunmuştur:

Bir adam bir eve karşılık, bir seneliğine bir köleyi icarlayıp, bu köleyi yarım sene çalıştırır ve bu köleyi icara veren şahıs, eve bakar; —o ana kadar da görmemiş olur ve: "Bunun bana lüzumu yoktur." derse; buna hakkı vardır ve bu durumda kölesinin altı aylık ecr-i mislini alır. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, görmeden bir bağı icarlar; bağ sahibi de icara vermeden önce, o bağın ağaçlarını satmış olursa, bu icare sahih olur. Ancak, bu durumda müste'cir,  görme muhayyerliğine sahip olur.  Şayet bağa masraf  yaparsa,   bu  durumda  görme   muhayyerliği   geçersiz   olur. Zehıyre'de de böyledir.

Eğer müste'cir o bağdan (meyvesinden) yerse, bu durumda görme muhayyerliği batıl olmaz. Çünkü onu, müşteriden yemiş olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

İcarede,  kusur muhayyerliği de sabittir,  (mevcuttur.) Alım-satımda olduğu gibi...

Ancak, icarede ister teslim almadan, ister teslim aldıktan sonra, müste'cir münferittir, (yalnızdır.) Alım-satımda ise, müşteri teslim almadan önce, münferittir; teslim aldıktan sonra, hükme veya rızaya ihtiyacı vardır. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, bir ev icarlayıp, onu da teslim aldıktan sonra, onda oturmaya mani bir kusur bulursa (ağacının kırık olması gibi...) bu. durumda icarlayan şahsın muhayyerlik hakkı vardır. Her ne kadar, bu kusur teslim aldıktan sonra meydana gelmiş olsa bile, onu geri verir. Çünkü akid, menfaata manidir; kusurun mevcudiyeti, faydadan öncedir ve o, akid zamanı varmış gibidir. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.

İbrahim, İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğunu nak-letmiştir:

Bir adam, diğerine: "Seni, bu gün, şu düz yerde, filan yere yol­lamak üzere icarladım." der; o adam da oraya o gün değil de, bir kaç günde giderse; bu akid "o gün, o yere gidilmesi üzerinedir; o işin yapıl­ması üzerine değildir." Yani müste'cir iş ile zamanı cem edecektir, (yani o işi, o gün yapacaktır. Ve akdi de bu şekilde yapacaktır. Bu iş, icarcının gücü yetmeyen bir iş olmayacakdır. O takdirde, icarcı icara hak kazanır ve nefsini o zamana bağlar. Zehıyre'de de böyledir.

Bir adam, diğerine: "Ben bu evi, sana, her aylığı bir dirheme icar7 ladım;  ramazan  ayının icarını da sana bağışladım."  veya  "Sana, ramazan ayının icarı yoktur." derse, bu icare fasidedir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir adam, seneliği şu kadar olmak üzere, bir hamamı icarladığında ta'tilinden dolayı, icarın iki ayını düşse, bu icare fasid olur.

Şayet: "Muattal olduğunun icarını düşmek üzere kiraladım." demiş olsaydı, bu icare caiz olurdu.

Eğer: "Tatil günlerinin icarı senin için yoktur." dese ve onu da açıklasaydı, yine bu icare caiz olurdu. Hızânetü'I-Fetâvâ'da da böyledir.

Bir kimse, yanmış bir dükkanı, her aylığı beş dirheme tamir etmek ve harcadığını hesap etmek üzere icara tutar ve imar ederse, bu icare de fasiddir.

Eğer icarlayan şahıs, bu dükkanda kalıyorsa, ecr-i misil vermesi gerekir.

Müste'cirin bu dükkana ne sarfetmiş olduğu ve ecr-i misli tamir eylediği zata aiddir. Zehıyre'de de böyledir.

Harap olmuş ve içinde yıkılmayan yerleri de bulunan bir hanı, bir adam ma'mur yerlerini her aylığına karşılık onbeş dirheme; harap olan yerleri de kendi parasıyla tamir etmek üzere her aylığını beşer dirheme icarlar; masrafının tamamının da ücretinden öder; harap yerleri de tamir edip, oradan faydalanmaya başlarsa, bu kare fasid olur.

Şayet tamir icara verene aitse, müste'cir tamir eden icarcıya, ecr-i misil verir. İcara veren şahıs da, müste'cirden, o tamir eylediği dükkan­ları geri alır. Tamir halindeki dükkanlar hakkındaki icare caizdir; orda bir fesad yoktur. Muhıyt'te de böyledir.

Müste'cirin, icar olarak, taşınması zor olan bir yükü, aynen vermeyi şart koşması, caiz olmaz. Şayet taşınmasında bir güçlük yoksa caiz olur. Gıyâsiyye'de de böyledir.

Bir adam, içinde üzüm suyu kaynatmak için, bir aylığına, bir kazan icarlar ve icara veren müste'cire geri vermesini; şart koşarsa, bu akid sahih olmaz.

Şayet, bunu şart koşmazsa, bir aylık ücretini vermek gerekir. İş, ayın ortasında da bitse, sonunda da bitse değişmez. Hâvî'de de böyledir.

Gıyâsiyye'de şöyle zikredilmiştir:

Bu durumda bir ay geçerse onun için ücret verilmesi —müddeti kalsa bile— gerekmez. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Şayet: "Ben, onu senden her gün için icarladım." derse, bu ayın ortasında işin bitmesi hali gibi olur. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Bir adam, diğerinden testi (topraktan yapılmış çanak, çömlek) icarladığında, icara veren zat: "Sağlam olarak geri vermezsen, her gün­lük kirası bir dirhemdir." der; icarcı da teslim alır ve o kırılırsa, ücreti caizdir; kırıldığı güne kadar geçen günler için, birer dirhem öder. Tatar­hâniyye'de de böyledir.

el-Asl'da şöyle zikredilmiştir:

Bir adam, diğerinden bir seneliğine, üç gün muhayyerlik şartıyle, bir ev kiralar; ve adama "Evi almadan razı olursan, yüz dirheme; olmaz isen elli dirheme" der ve o da buna razı olursa, bu durumda bu akid fasiddir. Eğer icarcı o evde oturursa, —üç günlüğü için— ecr-i misil ödemesi gerekir. Diğer günler için, tazminat gerekmez.

Muhayyerlik müddeti geçtikten sonra, bu ev yıkılsa, bedel ödemez.

Eğer muhayyerlik, ev sahibinin hakkı olsaydı, hüküm buna muhalif olurdu. O takdirde, icarcıya, muhayyerlik müddetinde ev yıkılması halinde tazminat gerekirdi.

Şayet müste'cir: "Ben, üç gün muhayyerim; eğer razı olursam yüz dirhem veririm." demiş olursa, bu icare caiz olur. Üç gün de otursa icarını öder; oturduğu kadar ücret öder. Ev yıkılırsa, tazminat ta bulunmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, diğerine, "dönümü şu kadara" diye bir arazi kiraladığında, şayet o yer, bir dönümden az ise, icarcı muhayyerdir; değilse, her dönümü için söylediği icarı Öder. Fetâvâyi Gıyasiyye'de de böyledir.

Bir adam, aylığını belirterek bir ev kiralar, bir müddet geçer sonra da söylediği müddet gelmeden önce, evi teslim etmek istemeyip bilahare teslim etmek istese, müste'cir bundan kaçınamaz.

Keza, icara veren şahıstan evi istediği halde, o birkaç gün vermeyip, sonra vermek isterse, bu durumda da müste'cir almamazlık yapamaz.

Bir adam, iki ev kiraladığında, bu evlerden birisi yıkılır veya birinden faydalanmayı men eden, bir mani çıkar yahut birinde bir kusur bulunursa, icara tutan şahıs, her iksini de terk edebilir. Bedâi"de de böyledir.

Bir adam, iki ev kiralar, teslim aldıktan sonra da, bunlardan birisi yıkılırsa, bu durumda diğerinde muhayyerlik yoktur. Teslim almadan önce yıkılırsa, hüküm buna muhalifdir. Mebsût'ta da böyledir.

Nesefî'nin Fetvalarında şöyle zikredilmiştir:

Bir adam, suyu aktığı müddetçe belirli bir ücret karşılığında bir değirmen icarlarsa, bu şart fasiddir ve şer'-î şerife muhaliftir; ücret ödenmesi gerekmez. Su kesilir kesilmez, bu akid bozulur. Hâvî'de de böyledir.

Bir adam, diğerinden, "her gün, onunla yirmi ölçek un öğütmek üzere" bir öküz kiralar ve bu müste'cir, o öküzle, ancak on ölçek un öğütebilirse, bu durumda, bu müste'cir muhayyerdir: Dilerse, razı olur; dilerse öküzü geri verir.

Eğer razı olursa, günlük ücretini tam verir.

Geri vermesi halinde de, çalıştırdığı günlerin ücretini tam verir. Az iş yaptı diye, ücretten düşüremez. Çünkü icar vaktinde, ücret söylenmiştir. Onun için, —bir şey öğütmemiş olsa bile— o icara hak kazanmıştır. Zehıyre'de de böyledir.

Bir adam, Bağdad'a gitmek üzere bir hayvan kiraladığında, gece­leyin bu hayvanın gözünün görmediğini anlar veya süratli gitmediğini yahut benzeri bir kusurunu görürse, bu hayvanın kendisini icara tutmuş, olması halinde, muhayyerdir: Akdi değiştirir ve durumuna göre icar tayin eder.

Eğer, bizzat o hayvanla değil de, başka bir hayvanla gitmişse, sözleşme zimmetinde kalır. O zaman, bu hayvanın kusurunu isbat etme cihetine gider. Mebsût'ta da böyledir.

Haniye Hulâsası'nda ve Ta'lîki'l-İcâre'de şöyle zikredilmiştir: Bir icare, diğerinin bozulmasıyla feshedilir.

Meselâ: Bir adam, hayvanını birine icara verdikten sonra, bir başkasına: "Eğer aramızdaki icareyi bozarsam, sana icara verdim." derse, bu caiz olmaz.

Camiu'l-Fetâva'da şöyle zikredilmiştir:

Bir adam, diğerini toprak kazmak için icarlar veya ona "yanında olan toprağı, filan yere taşıyıp, o topraktan, her gün bin kerpiç yap­masını" söyler, yapacağı kerpicin vasfını da beyan ederse, bu caizdir. Tatarhaniyye'de de böyledir.

Bir ev sahibi, kiraya tutan şahısla "binasının üzerine ağaçlar koymak veya evin üzerini açmak yahut tavanını süpürmek veya evini sıvamak şartiyle "akid yaparsa, bu icare caiz olur.

Şayet, bir kimse, diğer bir adamı kerpiçle bina yapmak üzere icarlar ve duvara taşıyacağı çamur da uzaktan gelecek olursa, işi yapacak adam muhayyer olur.

Eğer daha önce görmüşse muhayyerliği kalmaz.

Eğer binanın duvarının uzunluğunu, genişliğini, yüksekliğini şart koşarsa, bu akid caiz olur. Çünkü yapılacak iş bellidir. San'at ehli onu bildiğinden aralarında kırgınlık olmaz. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, diğerini kerpiçten bir bina yapmak üzere icarlayıp bu evin enini ve boyunu şartla bağlasa; bu icare caiz olmaz. Zira yapılacak iş belli değildir. Yani bu evin ne kadar yükseklikte olacağı belirtilmemiştir. Ve bu durum ileride ihtilafa sebep olur. Muhıyt'te de böyledir.

En doğrusunu Allah'u Teâlâ bilir. [15]

 

6- İKİ ŞARTTAN BİRİ İLE VEYA İKİ YAHUT DAHA ÇOK ŞARTLA YAPILAN İCÂRE

 

İcarede aslolan, şudur: Eğer icare, iki şeyden birisi karşılığında yapılmışsa, her birinin adını ve ücretim söylemek gerekir.

Meselâ: "Şu evi, sana beş dirheme (veya şu diğer evi, on dirheme, İcara verdim." demek gibi... Bu söz, iki dükkan veya iki köle yahut iki mesafe ve benzeri şeylerde böyledir.

Alimlerimize göre bunların tamamı caizdir.

Keza, üç şey arasında muhayyer bırakıldığında dört şey söylerse, bu caiz olmaz.

Bu, boyama çeşitlerinde ve elbise dikiminde böyledir.

Üç şey söylenirse caiz olur; ondan fazla söylenirse caiz olmaz. Bu alım-satım delaletiyle böyledir.

Ancak icare, muhayyerlik şartı olmadan da sahih olur; alım-satım ise sahih olmaz. Ona muhayyerlik şartı koşulabilir. Zehiyre'de de böyledir.

Bir adam, bir terziye bir kumaş vererek, ona: "İranlıların giydiği gibi dikersen, sana bir dirhem; türklerin giydiği gibi dikersen sana iki dirhem ücret var.'' veya boyacıya "Bu elbiseyi sarı renge boyarsan, sana bir dirhem; za'ferana boyarsan iki dirhem ücret vardır." derse bu caiz olur.

Şayet:   "Sen  dikersen,  ücretin bir dirhem;  çırağın (taleben) dikerse, ücretin yarım dirhem..." derse, bu dikiş, ister farisi, ister rûmî olsun müsavidir. Bedâi"de de böyledir.

Keza, kaçan bir köle için: "Filan yerde bana verirsen, sana şu kadar ücret; filan yerde verirsen, şu kadar ücret veririm." derse, bu caiz olur.

Keza, bir terziye: "Şu elbiseyi dikersen, sana bir dirhem; şunu dikersen, yarım dirhem ücret vardır." derse, bu caiz olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Eğer: "Şu evde, Attar (= koku satan şahıs) oturursa, icarı bir dirhem; demirci oturursa iki dirhem..." veya "...terzi oturursa bir dirhem; demirci oturursa iki dirhem..." derse, bu icare, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre caiz olur.

İmâmeyn'e göre ise fasid olur.

Bir  adam,  "Hîre'ye  kadar  yarım  dirheme...'' icarlar  ve "Kadisiye'ye kadar gidersem, iki dirhem..." derse, bu da caiz olur.

İmâm Muhammed (R.A.) şöyle buyurmuştur:

Bu mes'elede hilaf yoktur. Ancak, açıklama yapılmamışsa, bütün alimlere göre caiz olmaz. Şayet Hîre'ye kadar üzerine bir kür arpa yük­letmek üzere, yarım dirheme icarlar ve üzerine bir kür buğday yükleyip bir dirhem ücret verirse, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, caiz olur; İmâmeyn'e göre ise caiz değildir. Kâfî'de de böyledir.

Bir adam, belirli bir yere kadar, yük taşımak üzere on dirhem ücretle; kendi binmesi halinde ise, beş dirhem ücretle bir hayvan kira­layıp, taraflar böylece akid yaparlarsa, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre bu caizdir. İmâmeyn buna muhaliftir. Alimler, "Ebu Hanîfe (R.A.)" ibaresinde ihtilaf eylediler.

Ev ve hayvan mes'elesinde, teslim eder ve icarcı içinde oturmazssa veya hayvanı teslim eder de icarcı binmez ve yük de yükletmezse, bazı alimler: "Söylediklerinin en azım ücret olarak verir." dediler. Sahih olan da budur. Tebyîn'de de böyledir.

Kerhî şöyle buyurmuştur:

Bir adam, Bağdat'tan Kasr'a gitmek üzere beş dirheme; Kûfe'ye kadar gitmek üzere ise, on dirheme bir hayvan kiralarsa, Kasr*ın mesa­fesinin Küfenin mesafesinin yarısı kadar olması halinde, bu akid caiz olur.

Eğer bu mesafe yarıdan az veya çok olursa, bu durumda akid fasid olur.

Bu, İmâm Muhammed (R.A.)'e göre asıldır. îmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre bu akid her iki halde de caizdir.

Hakimü'ş-Şehîd, Müntekâ'da şöyle buyurmuştur:

Bir adam, diğerinden, üzerine binip Kûfe'ye gitmek üzere, on dirhem ücretle, bir hayvan kiraladığı halde, onunla Kasr'a kadar gider,

bu mesafe de Kûfe'nin yarısı kadar olursa, bu durumda beş dirhem ücret vermesi caizdir.

Şayet: "Kasr'a kadar gitsem bile, ücreti on dirhemdir." demişse, bu durumda beş dirhem vermesi caiz olmaz. Muhıyt'te de böyledir.

İbnü Semâa, İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir:

Bir adam, diğerini icarlayıp ona: "Bir hayvan yükü herevî, bir hayvan yükü zatî vardır; hangisini istersen, onu bizim eve götür. Eğer zatîyi götürürsen sana bir dirhem; şayet herevîyi götürrüsen iki dirhem ücret veririm." der; adam da ikisini birlikte götürürse, bu icare caizdir. Hangisini önce yüklerse, o icare malı olur. Diğerini yükler, hayvanda o yükden dolayı zayi olursa, bi'1-icma onu tazmin eder. Aynı yükü ikisine taksim ederse, her birine yarı ücret öder. Ve onlardan her birinin yarısını tazmin eder.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre böyledir.

İmâmeyn'e göre eğer zayi olurlarsa, her ikisinin de tam bedelini öder.

Hişam'm   Nevadiri'nde,   İmâm  Muhammed   (R.A.)'in v şöyle buyurduğu nakledilmiştir:

Bir adam, diğerine: "Eğer şu hayvana, şu yere kadar götürmek üzere odun yüklersem, sana bir dirhem; eğer şu hayvana şu yere kadar götürmek üzere yüklersem, sana iki dirhem..." der ve o odunu ikisine birden yüklerse, ücretin çoğu olan iki dirhemi verir. Bu iki yükte, İbnü Semâa rivayetinde muhalefet vardır. Zehiyre'de de böyledir.

Bir adam, terziye: "Eğer bugün dikersen bir dirhem ücretin var; yarına bırakırsan, yarım dirhem veririm." derse, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.):  "Önceki şart geçerli olur.  ikinci şart sahih olmaz." buyurmuştur.

İmâmeyn ise: "Her iki şart da sahih olur. Eğer, birinci gün dikerse, söylediği bir dirhemi vermesi gerekir. Şayet yarma bırakırsa, ecr-i misil gerekir ve bu yarım dirhemden aşağı düşmez." buyurmuşlardır.

Nevadir'de ise: "Bu ecr-i misil, yarım dirhemden fazla olamaz." denilmiştir.

Kudurî'de de "Sahih rivayet, Nevâdiri'in rivayetidir." denilmiştir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Şayet bu terzi, üçüncü gün dikerse, bi'1-icma kendisine ecr-i misil verilir. İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'den gelen "bir dirhemden fazla olmaz; yarım dirhemden de az olmaz." rivayetinde ihtilaf vardır. Bu, el-Asl ve Cami Kitabı'nm sahih rivayetidir ve bi'1-icma'dır. Fetâvâyi Kübrâ'da da böyledir.

Bu "bu gün" ile "yarın" sözünün birlikte söylendiği zaman böyledir.

Fakat akid, o gün için yapılmış olursa (şöyleki: "Bu gün dikersen, sana bir dirhem ücret vardır." dediği halde, o, birgün sonra dikerse) aynı dirheme müstehak olur mu?

tmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'den: "Ona ücret yoktur." ve "Ona ücret vardır." diye iki rivayet gelmiştir. Serahsî'nin Muhiytı'nde de böyledir.

Şayet yansım bugün, yarısını da yarın dikerse, ecr-i misil ödenir. Ve bu dörtte bir dirhemden az olmaz. İmâmeyn'e göre, dörtte üç dirhem olur. Timurtaşî'de de böyledir.

Eğer yarın başlar ve o gün dikerse, tmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre sahih olan, önceki şarta uymasıdır. Fetâvâyi Gıyasiyye'de de böyledir.

Keza: "Eğer bugün dikeren, bir dirhem veririm. Şayet yarın dikersen sana ücret yoktur." der; o da, o gün dikerse, bir dirhem ücret alır. Eğer yarın dikerse, ecr-i misil vardır. Bu, bi'1-icma bir dirhemden de fazla olamaz. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

"Şayet, bu gün dikmezsen, hesabı bir dirhemdir; yarın dikmezsen hesabı nısıf (= yarım) dirhemdir." derse, bu akid fasiddir. Çünkü, meçhuldür.

Keza: "Rûmî kumaştan dikmezsen, ücreti şu; farisi kumaştan dikmezsen ücreti şudur." derse; bu da yapacağı işin belirsizliğinden dolayı fasiddir.

Eğer: "Seni yarın kiraladım; bana bir dirheme dikeceksin." der; terzi de o gün dikerse, ona ücret yoktur. Çünkü bu izafet sahihdir. Gıyasiyye'de de böyledir.

Eğer, terzinin bir günlüğünü, bir dirheme icarlar; o da başlayıp, her gün bir dirheme dikerse, bu icare kıyasen fasiddir. İstihsânen ise caizdir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir. [16]

 

İcâre Akdinde Vakit İle Yapılan İşin Bir Araya Gelmesi

 

Bir adam, o gün geceye kadar çalışmak üzere, bir dirheme, bir boyacıyı veya ekmekçiyi yahut bir başkasını iearlarsa, bu icare, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre fasiddir.

İmâmeyn'e göre ise istihsânen caizdir. Ve iş, bir günlükten azdır. Hatta, o şahıs işini öğlede bitirse bile, ücretini tam alır. Eğer o gün biti-remese, bir gün sonra tamamlar.

Bu ihtilaf üzerine: "Bir adam, bir hayvanı Kûfe'den, Bağdad'a kadar gitmek üzere, belirli bir ücretle, üç günlüğüne icarlâyıp, mesafe müddetini ve yapacağı işi de söylese, hüküm yine böyledir.

Keza "belirli bir yiyecek maddesini, bir yerden başka bir yere sabandan akşama kadar nakledeceğini" söylese, bu da bu hilaf üzeri­nedir. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, bir terziyi, "bu gömleği, bu gün, bir dirheme dikmek üzere" icarlasa, bu icare İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre caiz değildir.

Şayet "Bana gömlek dikmek için..." veya "Bana ekmek yapmak için... der de, gün tayin etmezse, bu icare bi'1-ittifak caiz olur.

Şayet "bu kumaştan, bu gün dikmek için..." derse, bu da caiz olur. Fetâvâyi Gıyasiyye'de de böyledir.

Bir adam, diğerinden, "günde yirmi ölçek un üğütmek üzere," bir öküz icarlasa, bu icare caizdir. Bunun hilafı söylenmemiştir.

"Bu cevap İmameyn'in  kavlidir."  diyen alimlerimiz olmuştur.

Fakat, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, bu icarenin kıyasen fesadı uygun olur. Ekmek yapmak meselesi gibi...

Bazı alimlerimiz de: "Bilakis bu mes'ele, bi'1-icma caizdir." demişlerdir. Şayet ekmekçiye: "Şu kadar undan, şu kadar ekmek yapa­caksın..." diye şart koşulmuşsa, ne zaman bitirirse bitirsin, bi'1-icma, ücretini tam alır. Yapacağı iş söylendikten sonra diyecek kalmaz. Zehıyre'de de böyledir.

Bir adam, bir terziye kumaş vererek: "Kesip, bir gömlek dikme­sini" söyler ve "o gün bitirmesini" tenbih ederse veya bir adama, "yirmi geceye kadar Mekkeye gitmek üzere", bir deveyi on dinar ücretle kiraya verirse, bu durumlarda, ücreti fazlalaştıramaz.

İmâmeyn'e göre bu icare caizdir.

Şayet o müddet içinde varamasa bile, bu böyledir.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) şöyle buyurmuştur:

Bir adam, belirli günler için, birisinden bir hayvan kiralayıp, kirasını da zikreylernese bu icare, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre caiz olmaz.

İmâmeyn'e göre ise, bu icare caiz olur.

Bir adam, bir terziye: "Seni, bugün şu gömleği dikmen için ücretle tuttum. Ücretin de bir dirhemdir." veya bir ekmekçiye: "Şu-undan, bu gün ekmek yapmak üzere, bir dirheme seni kiraladım." dese, İmâm Ebû Hanîfe (R. A.)'ye göre, bu caiz olmaz,.

İmâmeyn'e göre ise caiz olur.

İmâm Kerhî şöyle buyurmuştur:

Bu mes'elenin ikisinde de ihtilaf yoktur.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'den gelen rivayet sahihdir. Gerçekten o, önce ameli sonra ücreti söylüyor. Fakat, önce vakti, sonra ücreti, sonra da işi söylese veya önce işi, sonra ücreti söylemiş olsa, bu durumlarda akid fasid olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

İcare fasid olduğu zaman, eğer onun fesadı, cehaleti yüzünden olur ve ücret belirlenmemiş bulunursa, bu durumda eçr-i mislin en yüksek haddi ödenir.

Fakat,icarenin fasid oluşu şart hükmüyle meydana gelmiş bulunursa, bu durumda da ecr-i misil gerekir. Fakat o, belirlenen ücretten fazla olamaz. Zahîriyye'de de böyledir.

ei-AsI kitabında da böyledir.

Bir adam, kölesini bez dokumayı öğretmesi için, bir dokumacıya verip, ona "şu kadar ücretle, üç ayda dokumacılığı öğretmesini" şart koşsa, bu caiz olmaz.

İmâmeyn'e göre bu akdin caiz olması —her ne kadar, öğretmeye gayret sarf etmese bile— uygundur.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre aslolan: Eğer bu şahıs vakit ile ameli akidde cem ettiyse, işte bu akid caiz olmaz; gerçekten fasiddir. Şayet her birini bir yön üzre söyledi ve aralarını açtı ise, yine akdin ifradı caiz olmaz.

Bir adam, diğerini, kireçle ev yapmak üzere, günden geceye kadar ücretle kiralasa, bu —vakit ile ameli cem etmesi halinde, hilafsız caiz olur.

Fakat, işi ayrı, mikdarmı ayrı söylerse, caiz olmaz. Hatta, bir cihetten ameli söyler ve o yönden akdin ifradi caiz olursa (Şöyieki: binanın mikdarını söylerse) İmâm Ebû" Hanîfe (R.A.)'ye göre, caiz olmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, diğer bir adamı "her ay, bir dirheme ve her gün akşama kadar un üğütmek üzere icarlasa, bu icare akdi fasiddir.

Bu mes'ele, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre doğrudur.

İmâmeyn'e göre ise müşkildir.

Bazı alimlerimiz şöyle buyurmuşlardır:

Bu mes'ele de İmâmeyn de, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin görüşüne dönmüşlerdir.

Bazıları ise: Bu. mes'elede, İmâmeyn'in sözleri, kıyasda söylenmedi." demişlerdir.

Şeyhu'1-İmâm Ebû Bekir bin Fadl: Bu cins mes'elelerde aslolan: Bir adam, bir iş için diğerini icarladığında, eğer bu iş, işçinin o gün yapacağı bir işse ve gücü de o işi yapmaya yeterse, icare sahih olur. Vakit söylensin veya söylenmesin bu böyledir.

Mesela: "Bir adam, diğerine: "On batman unu, bir dirheme bana ekmek yapman için, seni icarladım." derse, bu icare caiz olur.

Şayet ekmekçinin aletleri, unu ve benzeri şeyleri hazır ise, her ne kadar çalışma miktarını söylemesede bile, bu böyledir.

Fakat onu söylese de "Bu gün akşama kadar ekmek pişirmen için, seni bir dirheme kiraladım." dese işte bu da caizdir.

Eğer: "Şu duvarımı on dirheme yap." derse, vaktini söylese de, söylemese de bu icare caiz olur.

Şayet: "Şu harmanı saç." der de, vaktini söylemezse, bu caiz olmaz. Eğer vaktini açıklarsa, o iki durumda olur:

Önce zamanını, sonra ücretini söyleyebilir. Şöyleki: "Seni, bu gün bir dirheme, şu harmanı saçmaya icarladım." derse, bu caiz olur. Çünkü, onu belirli bir iş için icarlamıştır.

Ancak, ücretini işi açıkladıktan sonra söyler ve onu da değiştirmez ve ücreti evvel söyleyip, sonra da işi söylerse (Meselâ: "Seni, bugün bir dirheme şu harmanı saçmaya kiraladım." derse, işte bu caiz olmaz. Çünkü, akid önce ücret üzerine yapılmış olmaktadır. Ancak ücret, iş söylendikten sonra açıklanacaktır. İş ister bilinsin ister bilinmesin, vakit de ücretin beyanından sonra olacaktır. Geriye bırakılmayacaktır.

Vaktin zikri, menfaat üzere akid zamanı vaki olursa, bu caiz olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

En doğrusunu bilen Allah'u Teâlâ'dır. [17]

 

7- MÜSTE'CİRİN İCÂRESİ

 

Bize göre, müste'cir,  halkın menfaatinde fazla veya noksan olmayan bir şeyin icaresine malik (sahip) olur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, bir şey icarladığmda, eğer o şey taşınan cinsten bir şey ise onu teslim almadan önce, bu icare sahih olmaz.

Şayet taşınan cinsten olmayan bir şeyi icarlamak istiyorsa, teslim almadan önce de, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, bu içare caiz olur.

İmâm Muhammed (R.A.)'e göre ise caiz olmaz. Alım-satım gibi...

Bazıları da: *'Teslim almadan, bi'1-ittifak caiz olmaz. Alım-satımda ise ihtilaf vardır." demişlerdir. Tahavî Şerhî'nde de böyledir.

Bir adam, bir ev icarlayıp onu da teslim aldıktan sonra, kendisi bir başkasına icara verse, işte bu caizdir. Ücret kendi icarladığı bedel kadar veya ondan daha az yahut daha fazlaya da osla caizdir. Ancak, eğer ikinci ücret, birinci ücretin cinsinden olursa, fazla olan kısmı temiz olmaz. Onu tasadduk etmek gerekir.

Eğer cinsi ayrı ise, bu fazlalık temiz olur.

Şayet eve, kuyu kazmak, onu sıvamak kapı ve penceresini yeni-r lemek veya bir arızasını gidermek gibi bir ilave yapmışsa, o takdirde aldığı fazlalık da temiz olur.

Süpürme işine gelince, onda ziyadelik yoktur. Onu istediğine icar-layabilir. Demirci, çamaşırcı, değirmenci ve bunlara benzer kişilerle, bina için kerpiç yapan kişi gibi... Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Bir adam, müste'cire malından bir şeyi icara verir ve o şey artan cinsden olursa, bu fazlalık helal olur. Muhıyt'te de böyledir.

Hassaf, Hiyel -Kitabı'nda şöyle buyurmuştur: Bir adam, bir ev kiraladıktan sonra, o evde bir temizlik yapar; sonra da o evi bir başka­sına, —kendi kiraladığı ücretten fazlasıyla— kiraya verirse, bu fazlalık, o adam, için temiz bir kazanç olmaz. Şayet icara verirken: "Ben, bu evi temizledim." der; diğeri de bunu bilirse, bu icar temiz olur. Zehiyre'de de böyledir.

Şeyhu'I-İslâm Şerhû'l-Hiyel Kitabı'nda şöyle buyurmuştur:

Eğer icarlanan şey bir arazi ise, orayı icarlayan kişi de o yerde bir yıl çalıştıktan sona, orayı kendi icarladığı fiattan fazlasına, kiraya verirse bu kira helâldir.

Kendisinde emek bulunan her hangi bir şeyi, fazla ücretle icara vermekte bir beis yoktur.

Şayet, bir kimse, icarladığı yere kanal kazarsa, Hassaf: "Bu kimse için de fazlalık tîb (~ temiz) olur." buyurmuştur.

Kâdî İmâm Ebû Ali en-Nesefî: "Alimlerimiz, bu hususta tereddüt etmişlerdir. Bazıları, bu fazlalığı kolay bir amel saydılar; bazıları da kolay bir amel saymadılar.'' demiştir.

Bışr'in Nevâdiri'nde İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un şöyle buyurduğu nakledilmiştir:

Bir adam, sıfatları bir olan ve biri —diğerinden ziyade bulunan iki şey icarlayıp onlardan birini ıslah eylese, her ikisini de fazla ücretle icara verebilir.

Şayet sıfatları muhtelif (ayrı ayrı) olursa kendi icarladığı bedelden fazla ücretle icara veremez. Muhıyt'te de böyledir.

İmâm Ebû Ali en-Nesefi, hocasının şöyle dediğini rivayet etmiştir: Bir müste'cirin, önceki icarcıdan icarlaması sahih olmaz. Eğer onu, bir başkasından icarlar ve o şahıs da daha önceki müste'cirden icarlamış olursa, bu sahih olur.

İmâm Halvânî, İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

Üçüncü adam, icarladığı yeri bırakmadıkça, mal sahibinden orayı icarlamak caiz olmaz."

Ben de bu görüşteyim. Ekseri alimler de: "Sahih olan da budur." buyurmuşlardır.

Fetva da bunun üzerinedir. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.

Bu durumda önceki müste'cirden, ücret düşer mi?

— Eğer, üçüncü icarci ikinci müste'cirden evi teslim almışsa; birin­ciden icar düşer; eğer teslim almamışsa, düşmez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

İcare sahih olmayınca, bu bir önceki akdi bozmak olmaz mı? Burda alimler,  ihtilaf etmişlerdir: Sahih olan Ikavle göre akid bozulur.

Bunu Tahâvî zikreylemiştir. Sirâcü'I-Vehhâc' da da böyledir.

Halvânî şöyle buyurmuştur: -

Bir müste'cir, icarladığı yeri, bir başkasına icara verirse —denildiği gibi— birinci icare feshedilmiş olur. Çünkü, o sahih değildir. Zira ikinci icare fasiddir. Fasid olan da sahih olanı vermeye güç yetiremez.

Alimlerin ekserisi ise: "Aynı halde durmakta olurlarsa, fesho-lunmaz.. Hatta bu icare tamam ve önceki batıl olur. İkinci batıl olmaz. Zira, ikinci icare, birinciyi feshetmiştir. Bilakis menfaatin saatte mey­dana gelmesi sebebiyle müste'cire teslim edilmiştir.

Şayet, asıl sahibi, ikinciden icarlarsa, geri ister, Çünkü hudûs eden menfaattan men eder ve menfaat müstecire geçer. Bir müddet devam ederse, gerçekten menfaatten mani olduğundan önceki akid zarureten bozulur. Hatta önceki müste'cir, bir müddet geçtikten sonra, içinde oturmak üzere evi geri isterse, kalan müddet için buna hakkı vardır. Çünkü önceki sözleşme bozulmuştur. O halde menfaate halel gelmiştir. Ve bu, gerçekten önceki akdi feshetmiştir; kudreti ortadan kalktığı için geride kalan da helak olmuştur. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.

Şayet icara alan şahıs, bu icare hükmüyle oturuyorsa, ona ücret yoktur. Hâvî'de de böyledir.

Eğer müste'cir,  müste'ceri,  sahibine ariyet  olarak bırakırsa, —alimler arasında bu hususta görüş ayrılığı olmaksızın,— ücret sakıt olmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Şayet müste'cir, evi, ev sahibinin babasından, oğlundan, mükâ-tebinden veya borçlu kölesinden icarlarsa, bu icare caiz olur. Bütün rivayetlere göre, bu durumda önceki icare fesholmaz.

Eğer kölenin üzerinde borç yoksa, içare caiz olmaz. Eğer-o teslim etmişse, önceki icare feshedilmiş sayılmaz. Tatarhâ-niyye'de de böyledir.

Bir adam, bir arazi kiraladıktan sonra, onu kiralayan zat bir ziraatçıya ekmesi için verir ve tohum mal sahibinden olursa bu caiz olmaz. Çünkü, zahirü'r-rivayeye göre bu caiz değildir.

Eğer tohum müste'cir tarafından ise, bu icare caiz olur. Çünkü, önceki bölümde icarlayan şahıs, müste'cir durumunda olmakta ikinci durumda ise, müste'cer durumunda olmaktadır. Zehıyre'de de böyledir.

Müste'cir, bir yeri, sahibinden, o yerde belirli bir iş yapmak için icarlarsa, bu icare sahih olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

İbnü Semaa'mn Nevadiri'nde, İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğu nakledilmiştir:

Bir adam, diğerinden bir ev veya bir yer icarladığmda, bu müste'cir oraya bir bina yapar; sonra da onu, önceki icara veren şahsa icara verir, veya ariyet bırakırsa, işte bu, önceki icareyi bozar. İbnü Semâa'nın "Önceki icare" bölümüne göre, müste'cirin hissesi, mal sahibine ait olur.

Hakimü'ş-Şehîd şöyle demiştir:

"Bu mes'elede, yalnız binanın gasben icaresinin cevazına delil vardır. Şayet gasbolunanı bir başkasına icara verir, sonra da gerçekten müste'cir onu gasbedene icara verip ondan icar alırsa, o icar gasıbın olur ve aldığı ücreti asıl sahibine geri vermesi gerekir. Mumyt'te de böyledir.

Gasb edip icara veren şahsa, bir müddet sonra mal sahibi tarafından izin verilirse, akid —izinden sonra— mal sahibi tarafından yapılmış gibi olur.

Çünkü gasıb, burada fuzûli durumunda kalır.

Şayet mal sahibi izin vermez ve icare müddeti tamam olursa, ica-renin tamamı gasıbın olur.

Meselâ: Bir efendi, kölesini bir seneliğine icara verdikten sonra, sene esnasında onu azad eder ve bu köleye icara verme izni verirse, bu durumda geçen günlerin icarı, efendinin olur. Gelecek günlerin icarı ise, kölenin olur.

Kudûrî şöyle demiştir:

İcâre akdi, diğer akidler gibidir. Menfaat temininden önce izin veri­lirse, ücret mal sahibinin olur.

Eğer menfaattan sonra izin verilirse, âkidin ücretine itibar olunmaz.

Eğer icare müddeti geçtikten sonra izin verilirse, önceki zamanın da, sonraki zamanın da ücreti, mal sahibinin olur. İmâm Muhammet! (R.A.) önce böyle buyurmuştur. Kerderî'nin Vedzi'nde de böyledir.

Gasbeden adam, gasbeylediği yeri, senlerce icara verir ve seneler geçtikten sonra, mal sahibi "ben izin verdim." diye iddia ederse, sözü beyyinesiz geçerli olmaz.

Şayet: "Ben emreylemiştim." derse, sözü kabul edilir. Tatarhâ-niyye'de de böyledir.

Müste'cir, fasid bir icarede bulunur; onu da bir başkasına kendisi, sahih bir şekilde icara verirse bu caiz olur. Suğra'da da böyledir.

Nisab: "Bu sahihdir." demiştir. Siraciyye'de de bununla fetva verilmiştir.

Zahîrü'd-dîn el-Mürğînanî'de böyle demiştir. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir müste'cir, fasid bir icare yapar ve onu, başkasına sahih bir icare ile icara verirse önceki icare ikinciyi nakz eder. (= bozar)

Mesela: Bir adam bozuk bir alışla, bir şey satın alır, caiz olan bir icare ile de onu icara verir; müste'cir de onu bir başkasına icara verir veya başkasına ekmesi için verir; sonra da önceki müste'cir önceki akdi bozarsa, ikinci akid bozulur mu? Alimler, bu hususta görüş ayrılığına düşmüşlerdir. Sahih olan kavil, bunun bozulmasıdır. Müddet ister bir olsun, isterse ayrı ayrı olsun farketmez. Muhıyt'te de böyledir.

Müddetin ,bir olmasının manası: İkinci akdin fesh günlerinin, birinci akdin fesh günleri ile aynı olmasıdır. Suğra'da da böyledir.

Bir adam, başka birinden uzun süreli bir yer icarladıktan sonra, onu icarlayan bu zat,, o yeri kendisine icara veren şahsın kölesine icara verir ve onun efendisinin izni olmadan icara vermiş olursa, o malın aslını köleden almış sayılmaz. Fakat, bu köle, efendisinin izni ile icarlamışsa, bu hususta Şeyhu'1-İmâm tevekkuf etmiştir. (= durmuş, —efendinin iznini—beklemiştir).

Sahih olan, şayet bu köle efendisinin izni ile icarlamış ise, bu efen­disi binefsihi icarlamiş gibi olur. Cevâhirü'l-Ahlâtî'de de böyledir.

Eğer köle, medyun (= borçlu) değilse, bu böyledir. Kübrâ'da da böyledir.

Bir adam, evini, aylığı bir dirheme icara verip, onu teslim ettikten sonra da, bu evi, bir başkasına satarsa, bu durumda müşteri, evin icarını,  o müste'cirden,  kendisi  alır.  Müddet geçmiş olsa bile,  bu böyledir.                                   

Müşteri, evin parasını, ev sahibine verirse, bu böyledir ve evi müşteriye geri verip müste'cirden aldığı kirayı da ev parasına sayar.

Evi satan şahıs, kira için almış olduğu dirhemleri, getirip müşteriye teslim eder.

Alimler: "Müşteri, icarcıdan önce geçen aylara mahsuben para ister ve alırsa, aldığı, bu müşterinin olur, evi satanın olmaz." demişlerdir.

Müşteri, evi satana: "Evi bana verdiğin günden beri, aldığımı ev parasına mahsup ediyorum." der ve önceki satış geçerli olmuş olursa, öyle sayar. Aksi takdirde müşterinin icar alma hakkı olmaz.

Eğer satış anında her ikisi de, satılan evin kirasını, satan adamın almasını şart koşmuşlarsa, bu satış fasid olur. Zahîriyye'de de böyledir.

Evden ayrı olan bir çadırı, bir adam icara verdiğinde, icara tutan şahıs, bu çadırı, başka birine icara verirse, bunda insanların ihtilafı yoktur.

Şayet onu icarlayan kimse, bu çadırı mutfak yaparsa, tazmin eder. Ancak, çadır tek gözlü olursa, o müstesnadır. Tatarhâniyye'de de böyledir.

En doğrusunu bilen Allah'u Teâlâ'dır. [18]

 

8- LAFIZSIZ İCÂRE AKDİ YAPMAK VE İCÂREYE MÜNÂFÎ BİR ŞEYİN BULUNMAMASINA RAĞMEN İCÂRE AKDİNİN YAPILMASI

 

Bir adam, bir aylığına bir ev icarlayıp bu evin içinde iki ay otu­rursa, bu durumda ikinci ay için icar yoktur. Bu, kitabın cevabıdır.

Alimlerimizin: "Bu durumda, —ikinci ây için— icar icabeder." dediği rivayet olunmuştur. Kerhî ve Muhammet! bin Seleme, iki rivayet arasında, —tafsilatsız olarak— faydalanmakla faydalanmamak husus­larına muvafakat eylemişlerdir.

Ev, hamam ve arazi hususunda Sadru'ş-Şehîd bununla fetva vermiştir. Hızânetü'l-Fetâvâ'da da böyledir.

Bir adam, diğerinin evinde sözleşmesiz oturuyor olsa eğer bu ev faydalanılacak bir halde ise, ücret gerekir.

Eğer fayda sağlamayacak halde ise icar gerekmez.

Ancak ev sahibi bir ücret hükmeder ve diğer şahıs bundan sonra oturursa, o takdirde oturan şahıs icara razı olmuş sayılu.

Alimlerimiz: "Menfaat sağlayan bir yerse, ücret gerekir. Ve oturan şahıs, Örf ne ise, ona göre icar verir. Akid ve mülk te'viliyle oturursa, (şöyleki: Ev ve dükkan, iki kişinin olur ve onlardan birisi oturursa) bu durumda oturana —her ne kadar, bu yer gelir getirecek halde olsa bile— ücret yotur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir hana bir adam indiği zaman onun ücret ödemesi gerekir; "ücretsiz oturdum." dese bile, o şahsa inanılmaz.

Muhammet! bin Seleme ve Ebû Nasr bin Selâm böyle söylemişlerdir.

Ebû Bekir el-Fadlî'de bu görüşü kabul etmiştir.

Ebû'I-Leys ve Fahru'd-dîn: "O, ücretle oturur. Ancak örfe göre, o bir zâlim veyagasıb yahut ordu kumandanı veya ücret veremiyecek derecede miskin ise, bunlar müstesnadır." buyurmuşlardır. Müzmarat'ta da böyledir.

Fayda temin eden dükkanlardan birisinde, bir adam oturursa, tbnü   Seleme:  Bu   şahsın   ecr-i   misil   ödemesi   gerekir. Bu  şahıs gasbeylediğini söylese  bile, —eğer   mal   sahibinin olduğunu  ikrar ediyorsa— ona inanılmaz. Şayet kendisinin olduğunu söylüyorsa, ücret gerekmez. Sahibi isbat ederse, o başkadır." demiştir.

Hamam da böyledir... Gasben girdiğini iddia eden kimseden de hamam ücreti alınır. Kerderî'nin VecizFnde de böyledir.

Bir adamın, üzerinde çamaşır yıkanan taşları olur; bir çamaşırcı da taşların sahibi ile, hiç bir şart koşmadan o taşı kullanır ve şayet örfte, onu kullanan kişinin ücret vermesi bulunmazsa, bu durumda bir şey gerekmez.

Eğer bu durumda ücret vermek örf ve adetse ve o adam da taşların sahibinden izin almamışsa, ücret olarak ecr-i misil verir. Kübrâ'da da böyledir,

Bir adam, diğer birinin evini, belirli bir ücretle bir seneliğine icara tutar; sonra da o evde, ikinci sene de oturup icarını verirse, o ücreti geri istemeye hakkı yoktur. Usulen, şayet o ev, icarlık olarak yapılmamış ise oradan çıkması gerekirdi; değilse verdiği ücreti geri isteyemez. Gınye'de de böyledir.

Müntekâ'da, İmâm Muhammed (R.A.) şöyle buyurmuştur:

Ev sahibi gasbediciye (= evi zoraki alan şahsa): "Bu ev benimdir. Burdan çık. Eğer oturursan, şu kadar icar vereceksin." der; gasbeden de bunu inkar eder; sonra da ev sahibi beyyine ile evin kendisine aid olduğunu isbat eder ve o zamana kadar da bir ay geçmiş olursa, bu durumda gasıbın ücret vermesi gerekmez.

Eğer gasıb, bu evin davacıya ait olduğunu ikrar eder ve ev sahibinin de rızası ile oturursa; bu durumda ev sahibinin istediği (şart koştuğu) ücreti verir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, bir seneliğine, bin dirhem karşılığında bir ev kiralar; sene tamam olunca, ev sahibi ona: "Bu gün evi boşalt; değilse her gün için, bir dirhem ücret ödeyeceksin." der; adam da evi boşaltmayıp, bir zaman daha oturur ve bu kiracı bunu ikrar ederse, ev sahibinin söylediği ücreti öder.

Hişam, İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir:

Şayet adam, bir müddete kadar eşyalarını çıkaramazsa ne olur?

— Bu durumda ecr-i misil vermesi güzel olur. Eğer ihmal eder, eşyalarını çıkarmazsa, her gün için ev sahibinin dediğini verir. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Bir adam, her bir aylığı üç dirheme olmak üzere bir dükkan kiralar; bir ay geçince, bu dükkan sahibi: "Razı isen, her aylığı beş dirhem; değilse, dükkanı tahliye et (- boşalt.)" der; müte'cir de hiç bir cevap vermez, fakat dükkanda oturursa, o zaman, her aylığına beş dirhem icar öder. Çünkü, oturmaya razı olmuştur. Eğer müste'cir: "Ben, beş dirheme razı değilim."der ve yine oturursa, o takdirde önceki akid gereğince, üç dirhemden ödeme yapar. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adam, genç bir köleyi kiralamak istediğinde, bu gencin sahibi: "Yirmi dirhem..." müste'cir de: "On dirhem." der ve bu halde aynlır-larsa, bu genç kölenin ücreti yirmi dirhem olur.

Şayet müste'cir: "Hayır, on dirhemdir." der ve genci alıp giderse, bu durumda sahih olan, müste'cirin açıkça söylediği on dirhem ücrettir. Cevâhiru'I-Ahlâtî'de de böyledir.

Bir adam, diğerine: "Şu evin seneliğini bin dirheme icarladım. Her aylığı yüz dirhemdir." derse, bu durumda senelik icar bin ikiyüz dirhem olur.

Fakıyh şöyle buyurmuştur:

Eğer her ayın icarını, yüz dirhem olarak kasdetmişse, bu böyledir. Fakat, galat olarak söylemişse, seneliği bin dirhemdir.

Şayet ev sahibi "kasden söyledi." diye iddia ederse, icare feshedilir.

Müste'cir de yanlış söylediğini iddia ederse, bu durumda ev sahi­binin sözü geçerlidir. Hulâsa'da da böyledir.

Eğer, —bu durumda— icarcı, bir seneden fazla, o evde oturur, sonra  da dediğini   inkar  ederek:  "Bu    ev benimdir.'' Veya "Gasbeyledim." yahut: "Ariyettir." derse, o takdirde icar gerekmez. Eğer dediğini beyyinelerse, inkarından sonra ücret ödemez.

Bu, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'ıın kavlidir. Çünkü, o gasıbdır.

İmâm Muhammed (R.A.) ise: Ücret sabit olur. Çünkü ev, daha önce elinde ücretle bulunuyordu." demiştir.

Şayet, bu evin, yerinde, bir hayvan veya bir eşya olmuş olsaydı mes'ele hali üzere olurdu; fark etmezdi. Ve müddet geçtikten sonra da müste'cir aynı icarı öderdi.

Eğer ücreti vermeden, elindeki icare zayi olursa, onu tazmin eder. Çünkü, gasıb durumundadır. Eğer, icara verenin varisleri, icarenin devamına razı olurlarsa, müste'cir yine aynı icarı, onlara öder. Vere­seden icarenin ibkasını isteyenin veya alacaklıların sözü geçerlidir. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir adam, diğerine. "Bu çuvalın bir aylığım kaç dirheme icar-ladınız?" der; o da:  "İki dirheme..." karşılığım verince müste'cir: "Hayır, bir dirheme..." deyip çuvalı alır gider ve aradan da bir ay geçerse,   bu   durumda   sahih   olan,   ücretin   bir   dirhem   olmasıdır. Cevâhiru'l-Ahlâtî'de de böyledir.

Bir çoban, koyunları, aylığı belirli bir ücretle otlatır ve koyun­lardan birinin sahibine:  "Şu zamandan beri, senin koyununu göre­miyorum; sen ise, onun için bana her gün bir dirhem veriyordun." der; koyun  sahibi  de  bir  şey  söylemeden,  koyunlarını  çobanın yanına bırakırsa, nu durumda her gün için, bir dirhem öder. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Bir kimse, diğer bir şahsı, "kanal kazmak üzere, aylığını ,şakadar dirheme" icarladıktan sona, bu müste'cir ölür ve vasi, icarlauan zata: "Yaptığın işe devam et; ben senin ücretini habsetmem." der ve müddet de tamamlanır; sonra da vasi o yeri satar; müşteri de icarlanan zata: "Sen  işine  devam  eyle;  ben  senin  ücretini habsetmem.   (tutmam, veririm." derse; bu durumda icarlanan zat, ilk önceki icarının aynını, ölenin terekesinden —vasinin kendisine söylediği güne kadar— alır.

Vasinin kendisine söylediği günden itibaren, müşterinin kendisine söylediği güne kadar da çalıştığı günlerin ücretini, vasiden alır. Sonra da müşterinin söylediği günden itibaren çalıştığı günlerin ücretini ise, müşteriden alır. Ölenin terekesinden alacağı ücreti, anlaşmalarına göre alır. Diğerlerinden ise, ecr-i misil olarak yevmiyesini alır. Şayet onlar, ilk önceki zatın akdini biliniyorlarsa, bu böyledir. Şayet biliyorlarsa, o minval üzre ücret vermeleri gerekir. Muhiyt'te de böyledir.

Bir adam, diğerinden, on dirhem ücretle bir eşek kiralar ve bu dirhemlerin bazısı yeni, bazısı zayıf olur; kiraya veren şahıs ise: "Ben, tamamını yeni olarak isterim." der; müste'cir de:  "İstediğini yap." derse; bu bit va'd (= söz verme)dir. Bu durumda bir şey gerekmez. Ücreti artırmak ister, müste'cir de razı olursa, yine böyledir. Zehıyre'de de böyledir.

el-Asl'da şöyle zikredilmiştir:

Bir kimse, belirli bir yere kadar gitmek üzere, bir hayvan icarladığında, bu hayvanın sahibi yarı yolda ölürse, bu hayvanı kiraya tutan şahıs sözleşilen yere kadar gider; icarı da tam öder.

Bir adam, bir aylığına bir gemi kiralar; bir müddet geçer ve müste'cir denizin ortasında bulunur; aralarında icare akdi yaparlar; yolun ortasında kalma korkusu, mal ve can korkusu olur icarlayacak başka vasıta bulunmaz, şikayet edecek hakim bulunmazsa, bu durumda ikinci defa yapılan icare akdinin durumu nedir?

Alimlerimiz şöyle demişlerdir:

Şayet icarlayacak başka vasıta bulursa, onu icarlayıp yükünü ona yükletir; önceki icareyi bozar.

Keza şayet ölüm o yerde gelir de, orda icarlayacak bir vasıta bulabi-lirse, önceki icareyi bozar. Bir hayvan kiralayıp o mekâna kadar gider. Yolda o hayvanın nafakasını temin eder. O, teberru olur. Ölen zatın varislerine, bu masrafı için müracaat edemez. Zehıyre'de de böyledir.

Bir kimse, icarladığı şeye, hakimin emriyle harcama yapar ve bu hususta beyyinesinî de ibraz ederse, varislere müracaat ederek, yaptığı masrafı alır. Hulâsa'da da böyledir.

Bir adam, diğer birini, hayvanını sürmesi için kiraladığında onun ecri, onu kiralayan şahsa ait olur; bu şahıs, onun varislerine müracaat edemez. İcarlanan şahıs, o yere varıp, işi hakime çıkarır ve hükmü ölenin varislerine gösterir ve hakim o şahsın —o yere varmak için— ikinci hay­vanı icarlamasım uygun görmesi, müste'cirin de güvenilir, doğru bir adam olduğunu bilmesi, hayvanın da kuvvetini görüp, varislere malların vasıl olacağını bilmesi halinde onu icarlar.

Şayet müste'cirin o hayvanı satacağını anlar ve hayvanın zafını görür onun varislere varmayacağını, bu yüzden onların büyük zarara uğrayacaklarını bilirse, o hayvanı kendisi satar ve bedelini hıfzeder.

Şayet müste'cir hayvanın parasını peşinen ödemişse, hakim icareyi fesheder ve hayvanı satar. Müste'cir iddia ederse, hakim beyyine ister ve hakim ölen için bir vasi tayin eder ve beyyineyi o dinler. Muhıyt'te de böyledir.

İmâm Muhamed (R.A.), Siyer-i Kebîr'de şöyle buyurmuştur: Sefine (- gemi) meselesinde, icare müddeti tamam olur ve sefine de denizde kalır, içinde de zeytin yağı bulunur; müste'cir ise başka gemi bulamaz; icara veren şahıs da tekrar icara vermekten kaçınırsa, orada imam mevcut ise, işi ona götürür ve o her günlüğüne bir icar tayin eder.

Bu durumda izin, imamdan olur. İbnü Semâa, Nevâdiri'nde bu meseleyi İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'tan nakletmiş ve onun: "bu mes'eleyi imama çıkarmak şart değildir. Bilakis müste'cir, icara verene: "Gemiyi, yevmiyesi şu fiata icarladım." der veya arkadaşlarından birisi vasıtasıyla icarlanır.

Eğer gemi sahibi, bundan kaçınır ve gemiyi vermek istemez veya sahrada zeytinyağı tulumunu vermek istemezse, bu durumlarda müste'cir arkadaşlarından gemiyi boşaltmaları ve —başkasını temin ederek— tulumu ona aktarmaları hususunda yardım talebinde bulunur.

Bir adam başkasının evinde oturuyor ve ev sahibi, ev gelir temini için hazırlanmış olduğu halde,— bu evini icara vermekten kaçınıyorsa, bu mes'ele de yukarıdaki gibi çözülür. Fakat içinde oturan bizzat kendisi icarlar ve: "Her aylığını şuna icarladım." derse, bu durum gemi mes'ele-si gibi olmaz. Zehıyre'de de böyledir.

Bir adam, bir yer icarlayıp, orayı ektikten sonra ölür ve müddette bitmiş olmazsa, varisler ziraat yetişene kadar bekler. Çünkü icare, mazaret sebebiyle bozulur.

Keza icara veren ölürse, icara alan şahıs, eski icar üzerine, mahsu­latı kaldırana kadar devam eder.

İcar müddeti bitince, icarcıya "o yeri terk etmesi" emredilir.

İstihsanda, ona: "Hali hazırda olan ziraatını'al." denir ve "İstersen ecr-i misille, zamanını bekle." diye söylenir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

el- Asl'da şöyle zikredilmiştir:

Yerin icare müddeti bitince, şayet mahsûl yaş ise sökülüp, biçilir.

Müntekâ'da ise: "O yer, ecr-i misliyle, mahsul yetişene kadar terk edilir. Yaş olan ziraat sahibi ölürse, söylenilen güne kadar —ziraatın bir zarar görmemesi için— bekletilir. Bu cins hallerde, ecr-i misliyle icare devam eder. Böylece müste'cirin, madur olup ziyan etmesi önlenmiş olur.

Şayet icara veren ölmüş, müddet de tamam olmamışsa, ecr-i misil gerekmez; önceki akid üzerine icare devam eder. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, bir seneliğine bir yer kiralayıp, orayı ektikten sonra, müste'cir orayı başka birisine satarsa, bu durumda icare bozulur ve ekim zamanına kadar bekletilir; sattığı adam ekine ortak olur. ,Ve mahsulü yarı yarıya bölüşürler. Hızânetü'I-Müftîn'de de böyledir.

İmâm Ebû Yûsuf (R. A.) şöyle buyurmuştur:

Ziraat müddeti tamam olur ve mahsûl de çıkmazsa, bu durumda icare bozulur ve yer, sahibine teslim edilir. Tekrar icarlaması halinde, bu yer ziraatçıya geri verilir. Şayet içindeki mahsûl alınmamışsa, mahsûl çıkana kadar icare bekletiir ve ecr-i misil ödenir. Timurtaşî'de de böyledir.

Müddet tamam olmadan, mahsûl yetişip çıkarılır ve icarcı tekrar ekip, sonra onu da çıkarırsa, bu durumda ona, yer sahibi ile ortak olurlar.

Eğer onlardan biri, diğerine galebe çalarsa, diğerinin hissesini tazmin eder. Gıyasiyye'de de böyledir.

Bir adam, bir yer kiralayıp orayada ağaç diker, sonra da icare vakti tamam olursa, sahih olan görüşe göre, bu durumda yer sahibi müste'cirine "yerini tahliye edip, boşatmasını" söyler. Şayet o ağaçları yer sahibinin izni olmadan dikti bu böyledir. Şayet izni ile dikmişse, yer sahibi, o ağaçlara sahip olamaz.   

Eğer o ağaçların sökülmesi o yere fazla zarar veriyorsa, o takdirde yer sahibi ağaçların kıymetini ödemek suretiyle, satın alır. Onları söktü-rürse, zarar kendisine aittir. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Bir adam, diğerinden bir dükkan kiralayıp, onun içine sirke küp­leri koyar ve icare müddeti tamam olduğu halde, müste'cir bu dükkanı boşaltmaktan kaçınırsa, yer değiştirmek ve ordan çıkarmakla sirkeye bir zarar gelmiyecek olması halinde, bu müste'cire, o dükkanı boşaltması emredilir.

Eğer tahville bozulacaksa, müste'cire: "İster boşalt; istersen sirke­lerin olgunlaşana kadar, beklet ve ecr-i mislini —Önceki ücreti değil— ver." denir.

İcara veren veya icarlayan şahıslardan birisi ölür ve müddet de sona ermemiş olur, dükkanı boşaltmak da kolay gelmezse istihsanen önceki icar akdi devam eder. Kıyas da ise, müddet bittikten sonraki har gibi, ecr-i misil gerekir. Muhıyt'te de böyledir.

Hazırda olmayan bir adamın icara verdiği evin müddeti biter; icarcxıda, bir sene daha oturursa, o sene için kira gerekmez.

Çünkü oraya izinli oturmamıştır.

Keza, icar müddeti biten evin müste'ciri, hazırda olmaz, bu ev de onun karısının elinde bulunursa, bu kadın icarla orda oturamaz. Fetâ­vâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Emâlî kitabında İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğu nakledilmiştir:

Bir adam, belirli bir yeri, seneliği bir takım belirli dirhemlere kira­layıp onu ektikten sonra, icara veren zat ölür, mahsûl de yetişmezse, bu durumda müste'cir —icare hakkında, hasadını kaldırana kadar— muhayyerdir. Kefil, kalan günlerin ücretinden vaz geçemez.

Keza, icara veren şahıs değil de icarlayan şahıs ölürse, bu durumda onun varisleri muhayyerdir: İsterlerse, mahsûl yetişene kadar bekletirler ve mahsullerini toplarlar; kefil kefaletten vaz geçemez.

Eğer icara veren zat: "Ben razı değilim; icarı ölenin varisleri versin." derse; buna hakkı yoktur.

Şayet sene tamam olduktan sonra müste'cir ölür, ziraatta bakliyat cinsinden bir şey olursa, bu durumda varisler, onu ecr-i misille terk edip, zamanını beklerler. Ücreti de kendi mallarından verirler; ölenin tereke­sinden vermezler. Muhiyt'te de böyledir.

Bir adam, bir yer icarlayıp onu eker; sonra da her iki taraf icareyi bozarlarsa, ziraatın bakliyattan olması halinde, o yer, ecr-i misille ziraatçının elinde —mahsulü toplayabilmesi için— kalır mı? "O yer ziraatcinin elinde bırakılmaz." denilmiştir, "...bırakılır." diyenler de olmuştur.

Bunu söyleyenler, İmâm Muhammed (R.A.)'in Müzraa Kitabı'nda bulunan şu delili gösterdiler:

Bir adam, bir yerini başkasına, ziraat için verdiğinde, o adam, o yeri ekmeyip, ikinci seneye bırakır ve ikinci sene eker, bundan da bir mahsûl alamaz; yer sahibi de ona, "mevcut mahsûllerini sökmesini" emreylese, bu mümkün olmaz. Yerin icarının yansı, mahsul toplanana kadar, —ziraatı koruma gayesiyle—geri kalır ve ziraatçı, icarın yarısını —ecr-i misil olarak— tarla sahibine borçlanır. İşte burda, ziraatı ikinci seneye terk ettiğinden, hakkının butlanı (= geçersizliği) vardır. Böyle olmasına rağmen, şer-î şerif, yine de onun hakkını korumuş ve yerin ecr-i misil üzerinden icarının yarısını verdirmiştir. Zehıyre'de de böyledir.

En doğrusunu bilen Allah'u Teâlâ'dır. [19]

 

9- ECÎRİN İŞİ BIRAKMASI HALİNDE TESLİM EDİP ETMİYECEĞİ ŞEYLER

 

Bir adam, evinde söylediği işi yapmak üzere, bir adamı icarlasa, icarlanan zat da müste'cirin evinde yapacağı işi bırakıp onu yapmasa ve o iş müste'cirin yanında bozulsa veya zayi olsa, bu durumda karcıya ücret vardır. Yani bu durumda, o işi icarcı yaptırmamış demektir. Meb-sut'ta da böyledir.

Bir adam, ekmek yapmak üzere birini icarladığında, o şahıs ekmeği fırından çıkarır ve ekmek onun ameli olmaksızın yanmış olursa, bu durumda, icarlanan şahsa ücreti verilir ve onun tazminatta bulunması da gerekmez. Bu, o şahsın, ekmeği müste'cirin evinde yaptığı zaman böyledir. Kâdîhân'ın Câmiu's-Sağîr Şerhî'nde de böyledir.

Ücretle tutulan şahıs, ekmeğin bir kısmını tandırdan çıkarsa, o nisbette ücrete müstehak olur. Yenâbi"de de böyledir.

Şayet ekmeği müste'cirin evinde yapmaz ve onu yakarsa, bu durumda, bu şahsa ücret verilmez. Camiu's-Sağir Şerhî'nde de böyledir.

İcarcı hamuru, tennûra (tandıra) yapıştırdıktan sona, çıkarmaya gelir ve ekmek elinden düşerek yanarsa, işte o zaman, onu öder.

Şayet onun kıymetini pişmiş ekmek olarak öderse, ücretini alır. Fakat, onun kıymetini un olarak öderse, ücret gerekmez. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Şayet ekmek, çıkmadan önce tandırda yanarsa, —ister bu ekmek, müste'cirin evinde, isterse ecirin (= icarlanarı şahsın evinde yapılsın— bu durumda ecire ücret yoktur. Nihâye'de de böyledir.

Emek tandırdan çıktıktan sonra çalındığında bu ekmek müste'cirin evinde yapıldı ise, ücretliye ücreti verilir.

Eğer kendi evinde çalındı ise, ona ücret verilmeyeceği gibi, tazminat da gerekmez.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre böyledir.

İmâmeyn'e göre ise, tazmin eder. (- öder) Cevheretü'n-Neyyire'de de böyledir.

Bir   adam,   kendi' evinde   bir   şey   dikmek   üzere»   bir   terzi kiraladığında bu terzi elbiseliği kesip dikime hazırladıktan sonra, bu elbiselik çalınsa,  bu terzi yaptığı işin karşılığına müstehak olamaz. Çünkü o, onu  vinde  yaptı;  ücret  ise  dikim  karşılığı  olarak  şart koşulmuştu; dikim işi de yapılmadı.

Keza, bir adam, belirli bir undan, kendi evinde ekmek yapması için, bir adamı icarladığında, o adam unu eleyip hamur yaptıktan sonra ve ekmeği pişirmeden önce, bu un çahnırsa, bu durumda da o adam ücrete müstehak olmaz. Çünkü ücret, ekmek pişirme karşılığıdır; o da yapılmamıştır. Ve ancak, onun işlerinden bazıları yapılmış olmaktadır. Muhıyt'te de böyledir.

Keza, bir adam, diğerini, "bur su kuyusu kazıp, onun duvarını tuğla ve kireçle örmeyi şart koşarak" icarlar; icarianan şahıs da, denileni yapıp, suyu çıkarırsa.ücretin tamamını alabilir.

Şayet, su çıktığı halde, duvar yapılmazsa çalıştığının mukabili olan ücretini alır. Zira asıl gaye suyun çıkmasıdır. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, diğer bir şahsı, arsasına bir ev yapmak veya iki duvarın arasının üzerini kapatmak yahut iki tarafını yapmak veya bir kuyu kazmak veyahut bir kanal açmak veyahut da bunlara benzer bir şeyi yapmak üzere kiralar; o şahıs da yapacağı işin bir kısmını yaparsa, yaptığı iş kadar ücret isteme hakkı vardır. Fakat tamamını yapmaya zorlanır.

Hatta yaptığı ev yıkılır, kuyu çöküp, su altında kalır vey buna benzer arızalar olursa, yine de çalıştığı kadarın ücretini alır.

Şayet bu işler, mal sahibinin mülkünde yapılmaz ise, yapacağı işi tam yapıp teslim etmeden önce, ücret alamaz.

Bu işler, teslimden önce zayi-olursa, bir ücret verilmesi gerekmez.

Bir adam, diğerine sahrada bir yer göstererek, orada bir kuyu kazmasını söylerse, İmâm Muhammed (R.A.) "Bu bir teslim alma olmaz. İş veren şahsın, bizatihi kuyunun nereye kazılacağım göstermesi gerekir." buyurmuştur.

Sahih olan budur.

Müste'cirin kendi mülkünde de böyledir. İcarcı müste'cirin yakınında olsa bile, müste'cir: "Ben sana, buraya kuyu kaz; demedim." diyebilir. Bedâi"de de böyledir.

el-Asl kitabında şöyle zikredilmiştir:

Bir adam, sahra yolunda bir kuyu kazmak üzere, bir adamı icarlar; o da kuyuyu kazarsa, sahibine teslim etmedikçe ona ücret yoktur.

Alimlerimiz şöyle buyurmuşlardır:

İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, kuyu kazacağı yeri beyan şart değildir. Bu, kendi mülkünün dışında olursa, onun beyan edileceğine işarettir, Zehıyre 'de de böyledir.

Bir adam, kendi mülkünde kerpiç yapması için bir şahsı kiralasa, kerpiç kuruyup hafifleyinceye kadar, o şahıs ücrete hak sahibi olmaz.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kavlidir.

İmâmeyn ise: "Hafifleyip onu kaldırana kadar hak sahibi olmaz." buyurmuşlardır.

Kerpici yaptıktan sonra, o zayi olursa, bu durumda ücret almaya hakkı vardır.

Şayet mülkünün haricinde yapıyorsa, kerpici teslim etmedikçe, ücretini alamaz.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, dikerse, İmâmeyn'e göre ise, üst üste yığarsa, ücreti hak eder. Bedâi"de de böyledir.

Şayet kerpiç, teslim almadan Önce zayi olursa, o ister kerpici üst üste yığdıktan sonra olsun, isterse önce olsun kerpiç onu yapan şahsın malı olarak zayi olmuş olur. Yenâbi'de de böyleidr.

Bir adam, belirli bir tip kerpiç yapması için, bir adamı icarlar ve o şahıs, bu kerpici tuğla halinde pişirir; odunu da kerpiç sahibinin olursa, bu caizdir.

Şayet kerpiç —tuğla— pişerken kırılırsa, ona ücret yoktur. Piştikten sonra çıkarılması ecire aittir. Tandırdan ekmeği çıkarmanın ekmekçiye ait olduğu gibi...

Eğer çıkmadan önce kırılırsa ecirin malı olarak kırılır.

Fırının olan (ocağından) çıkarır ve müste'cirin yerine korsa, ecrini hak etmiş olur ve tazminattan da berî olur.

Eğer tuğla ocağı tuğlacının malı ise, bu böyledir. Sahibine teslim edne kadar ücret alamaz. Mebsût'ta da böyledir.

Kudûrî'de şöyle zikredilmiştir:

Terzi, müste'cirin evinde dikiyorsa, bir kısmım dikmesi halinde, ona ücret yoktur. Çünkü, henüz menfaat sağlanmamıştır.

Zayi olursa tazminat da yoktur.

Diktiği kadarı için de ücret alamaz.

Bu, Asi kitabında zikredilene muhalifdir.

Kudûrî şöyle d-emiştir:

Eğer dikmiş bitirmişse ecri vardır.

İmâmeyn'e göre, amelden fariğ olmadan önce veya teslimden evvel zayi olursa, tazminat gerekir; tazminattan kurtulamaz. Ancak teslim ile kurtulur.

Eğer elbise zayi olursa, sahibi muhayyerdir: Dilerse kumaşın kıymetini ödetir; terziye ücret vermez; dilerse dikilmiş kıymetini öder ve ona ücret verir. Muhıyt'te de böyledir.

En doğrusunu bilen Allah'u Teâlâ'dır. [20]

 

10- ÇOCUK BAKICISININ ÜCRETİ

 

Belirli bi'r ücretle, çocuk bakıcısı tutmak caizdir. Hidâye'de de böyledir.

Bir çocuğa hizmet etmesi için, bir köle icarlamak caiz değilse de, bir kadın bakıcı icarlamak caizdir. İmâm Ebü Hanîfe (R.A.), kadın bakıcıyı caiz görmüş ve istihsan eylemiştir.

Bu kadının yemesi, giymesi orta halli olacaktır. İmâmeyn ise: "İcmâen, kadın bakıcıya yedirmek şart değildir." demişlerdir. Fetâvâyi Kübrâ'dada böyledir.

Şayet,   kadının,   çocuğu   kendi   evlerinde  emzirmelerini  şart koşarlarsa, o kadın bu durumda, o evden izinsiz çıkamaz.

Hasta olur veya benzeri bir hal zuhur ederse, o zaman, izinsiz çıkabilir.

Emzikci kadını, evlerde tutmak da yoktur. Şayet, —evde kalmasını— şart koşmamışlarsa, kadının kendi evine gitme hakkı vardır. Çocuğu da götürebilir. Serahsî'nin Muhıyti'nde de böyledir.

Kadının özrü, emzirmesine mani bir hastalıksa, hasta olunca evden çıkabilir. Mebsût'ta da böyledir.

Şayet bu husus sarih olarak konuşulmamış ve örfün "emzikci kadının, sabiyi babası evinde emzirmesi" şeklinde olduğu, halk arasında zahir ise, öyle yapılır. Mnhıyt'te de böyledir.

"Yemesinin ve giyiminin emziren kadına ait olduğu" icare zamanı şart   koşulmamışsa,    bu   durumda   bunlar   müste'cirin   üzerinedir. Hulasa'da da böyledir.

Şayet çocuk, emziren kadının yanında zayi olur veya düşüp ölür veya sabinin ziyneti yahut elbisesi çalınırsa, bu durumlarda, emzikci kadın bir şey ödemez. Mebsût'ta da böyledir.

Müste'cir, emzikci kadını dirhemler karşılığında kiralarsa, bu durumda onun mikdarmı ve sıfatını bildirmek ve onu vermek gerekir.

Şayet tartılan ve yan ölçülen cinsten bir şeyle icarlamşsa, elbette onun da miktarını ve sıfatını açıklamak gerektir.

Şayet elbise mukabili icarlamışsa, onun da bütün vasıflarını açıklanması gerekir. Muhıyt'te de böyledir.

Eğer yiyecek mukabili icarlanmışsa,  değeri,  sonra yiyeceğin nerede verileceği, vasfı ve vadesi söylenirse, işte bu bi'1-icma caizdir.

Biz yiyeceğin söylenmesiyle, onun alınacağı ücretin dirhemlerini ve yiyeceğinin verileceği yeri kasdediyoruz.

Şayet yiyecek açıklanır, mikdarı da söylenirse, işte o da1 caizdir. Va'deli yapılması caiz olmaz. Ödenme yeri şart koşulur. Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R. A.)'ye göre böyledir.

îmâmeyn'e   göre  ise,   bu   şart  değildir.   Siracü'l-Vehhâc'da   da böyledir.

Emzirmesine karşılık, emzikci kadının, sabiye karşı ne şekilde hareket edeceği  kendisine  söylenir ve  anlaşma yapılır.  Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bu kadın, bebeğin elbisesini sidiğinden ve necasetinden temizler. Terinden ve kirinden dolayı yıkaması için zorlanmaz.

Sahih olanı budur. Cevâhiru'l-Ahlâtî'de de böyledir.

Bu kadın, çocuğu yıkar ve onu yağlar. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Kadın, emzireceği çocuğun yiyeceğini yapar; onu yumuşatır. Onun sütünü bozacak bir şey yemez. Yiyeceğini bozacak bir şey yapmaz.

Sabî hastalanırsa, onu reyhan ile yağ ile tedavi eder. Emzikcinin bunların yapılmasını ve yerini bilmesi gerekir.

Fakat, bizim memleketimizde örf, sabinin ehlinin bilmesi ve yap­masıdır.

Fetva da bunun üzerinedir. Cevâhirü'I-Ahlâtî'de de böyledir.

Eğer sabi yemek yiyor ise, emzikci ona yiyecek almaz. Yiyeceğin tamamı, çocuğun ailesine aittir. Emzîkcinin vazifesi, onu yapıp hazır­lamaktır. Gayetü'l-Beyân'da da böyledir.

Aslolan, icare, kadının yapabileceği şeylere karşılıktır ve örf, adet ne İse odur. Muhıyt'tede böyledir.

Emzikci kadın çocuğun ana ve babasının işini yapmakla yükümlü değildir. Ancak, yaparsa onu teberru olarak yapmış olur.

Emzikci kadın, çocuğu yalnız bırakamaz. Gıyasiyye'de de böyledir.

Çocuk bakıcısının veya emzikcinin, özürsüz olarak icareyi bozma hakları yoktur.

Özür ise, çocuk sahibinin çocuğa süt almaması, gerekli şeylerini temin etmemesidir.

Bakıcının görevine son vermeyi mubah kılan Özürler ise; hastalığı, hırsızlık yapması, günah işlemesidir. Günah işleme özrü, kâfirlerde müstesnadır, Çünkü, onların inancında, bir adam bir bakıcı kadın kira­larsa, bunlar suç sayılmaz. Müslüman için onun kafire, facire olduğu, deli, ahmak bulunduğu bilinirse, icâre bozulur. Zahîyre'de de böyledir.

Bakıcı tarafından özür olan şeyler şunlardır:

Hastalık yüzünden çocuğu emzirecek kadar gücünün olmaması ve bu kadının hamile bulunmasıdır. Zehıyre'de de böyledir.

Eğer çocuk sahipleri, bakıcıya dilleri ile eza ederler ve o da buna rıza gösterirse, durur; değilse durmaz ve bu durumda gitmeye hakkı olur. Mebsût'ta da böyledir.

Şayet kadının, çocuk bakıcılığı bilinmiyorsa ve onun kusuru varsa anlaşma bozulur. Eğer biliniyorsa, buna muhalifdir. Onu bilmemek demek, onun bakıcılığa elverişli olduğunu bilmemek demektir. Muzma-rât'ta da böyledir..

Bu kadının, çocuğa bakması, zoraki oluyorsa, anlaşma —her ne kadar önceden bilinmemiş olsa bile— bozulur. Gıyasiyye'de de böyledir.

Alimler, bakıcı hakkında şöyle buyurmuşlardır:

Bakıcı, şeni bir kadın olur ve emzirmeden kaçınır, onu ihmal ederse, o zaman icare feshedilir. Cevheretü'n-Neyyire'de de böyledir.

Şayet çocuk, o kadına ısınmış ve bundan dolayı da başkasının sü­tÜnü emmiyor; bu  kadının da emzikci    olduğu    bilinmiyorsa, zahirü'r-rivayeye göre,  İmâm  Ebû  Yûsuf  (R.A.): "Şayet  çocuğun durumundan korkuluyorsa, icare fesholunmaz." buyurmuştur.

Şeyhu'l-Eimme Halvânî de: "İtimad, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göredir." buyurmuş ve İmâm Muhammed (R.A.)'in: "...olmaz." demesinin te'vili: Şayet çocuk başka türlü gıda ile besleniyorsa, o zaman olmaz." veya: "Başka bir kadının sütünü emiyorsa, o zaman olmaz." demiştir.

Şayet böyle değilse, kavil İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un kavli gibidir.

Fetva da buna göredir. Muhıyt'te de böyledir.

Şayet emzikci kadının kocası olur ve bu kadın, ondan izinsiz olarak nefsini icara vermiş bulunursa; kocası bu icareyi bozabilir.

Bazıları: "Eğer kadının kocası ma'ruf değilse, bu böyledir; denilmez ve icare bozulmaz. Fakat kocası mar'uf olur ve karısının bakıcılığına nza göstermezse, icareyi fesh eder." demişlerdir. Zehıyre'de de böyledir.

Emzikci (bakıcı) kadının kocası, belirli bir kişi olur; kadın da bir aylığına icarlanır; ay geçer; çocuk ise, başka bir kadını emmezse; kadının, nefsini kocasının izni olmadan icare vermiş olması, kocanın da razı bulunmaması, çocuğun da ölüm korkusu olması halinde koca, ona mani olamaz. Şayet çocuk başkasını emmez ise, fetva da buna göredir. Cevânirü'l-Ahiâtî'de de böyledir.

Uyûn'da şöyle zikredilmiştir:

Şayet koca, kadını icare olarak teslim etmiş; sabinin ehli de, kadının hamileliğinden çocuğa bir zarar geleceğinden korkuyorlarsa, o kadını, evlerinden men edebilirler ve'kadın buna mani olamaz. Zehıyre'de de böyledir.

Çocuk sahibi, emzikci kadının akrabalarının, evine gelmelerine mani olabilir.

Keza, Zehıyre'de şöyle zikredilmiştir;

Emzikci kadının kendisini akraba ziyaretinden; akrabasını da bu kadını ziyaretten, —şayet bu hal, sabiye zarar veriyorsa— men edebi­lirler. Eğer zararı yoksa, men edemezler. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Emzikci kadın, hane halkının izni olmadan, kendi ziyaretçilerine yemek yedirem ez.

Şayet, emzikci kadının bir çocuğu onu ziyaret ederse, ev sahipleri, onun evde kalmasına mani olabilirler. Mebsût'ta da böyledir.

Evden çıkarmak veya buna benzer şeyler çocuğa zarar verirse, o zaman çocuk sahipleri, kadının, o çocuğu çıkarmasına mani olma hak­kına sahiptirler.

Şayet böyle bir durum yoksa, mani olamazlar. Kadının ihtiyacı olur ve bir namaz vakti kadar, evden çıkarsa, bu hal onun ücretine noksanlık vermez. Muhiyt'te de böyledir.

Sabî veya emzikci (bakıcı) ölürse, bu icare fesholur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

el-Asl'da şöyle zikredilmiştir:

Bir adam, küçük çocuğu için, bir emzikci tutup, icarladıktan sonra, bu adam veya çocuk ölürse, bu icare bozulmaz. Ebû Bekir el-Belhî şöyle buyurmuştur:

Çocuğun babasının ölümüyle, emzirme icaresi, —çocuğun malı olsun veya olmasın— bozulur.

Bazı alimler ise: "Çocuğun babasının ölmesiyle, hiç bir halde icare bozulmaz." demişlerdir.

İmâm Muhammed (R. A.) şöyle buyurmuştur:

Emzikcinin ücreti, sabinin mirasından alınır.

Bazıalimler ise: "Bu, baba hayatta iken olursa, böyledir. Fakat ecir baba hayatta iken olursa, terekenin tamamından ödenir. Babanın ölü­müyle icare bozulmaz. Her halinde, sabinin kendi malından ve hisse­sinden ödenir." demişlerdir.

Sahih olan da budur.

Nevâzil'de şöyle zikredilmiştir:

Bir adam, süt emen çocuğuna, emzikci bir kadın tutar, bu kadın çocuğu aylarca emzirir; çocuğun babası da ölür ve aylarca halası ona emzikci bulursa, emzikci ücretini alır.

Şayet babası, emziriciyi icarlarken, çocuğun malı olmazsa, babanın öldüğü günden itibaren, ücret ödeme görevi halanın (= amenin) olur. Sonra bakılır; eğer vasiyeti ve çocuğun da malı varsa, hala ona müracaat eder; yoksa, müracaat etmez.

Şayet baba, çocuğun malından icarlamışsa; ecrin tamamı çocuğun malından ödenir. Zehıyre'de de böyledir.

Şayet, babası icar akdi yaparken, çocuğun malı olmaz; sonra bu çocuğa mal isabet ederse; bu mes'ele babama soruldu ve buyurdular ki: Mal isabet etmeden önceki günlerin icarı babaya; sonraki günlerin icarı da çocuğa ait olur.

Bir adam, iki çocuğunu emzirmek üzere, bir kadın kiralar ve bu çocuklardan birisi ölürse, ücretin yarısı kaldırılır. Bu durumda baba, ikinci çocuğu, ölenin yerinde tutamaz. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, bir çocuğunu emzirmek için, iki emzikti kadın icarlarsa, bu da caizdir.

Ücret, aralarında, sütlerine karşılık olarak tevzi edilir.

Şayet her birinin sütü aynı ise, ücret aralarında yarı yarıya taksim edilir. Eğer değişikse, ücret nisbetlerine göre verilir.

Bu kadınlardan birisi ölürse, ölen hakkındaki sözleşme batıl olur; diğeri ücret hissesiyle kalır. Mebsût'ta da böyledir.

Emzikci kadın, birini emzirirken, ikinci bir çocuk daha alamaz. Şayet başka bir çocuk daha alır ve önceki ile birlikte onu da emzirirse, —bunun, önceki çocuğa zarar vermesi halinde— akid fasid; ken­disi de günahkâr olur. Bedâi'dc de böyledir.

Kendisine, tam ücret ödenir ve ondan bir şey tasadduk etmesi de gerekmez. Hızânetü'l-Müftîn'nde de böyledir.

Ücreti ona helaldir. Önceki ücretinden bir eksiltme yapılmaz. O çocukları şartları gereğince emzirmişse, ihtilaf eden müddet kadarını düşer. Gıyasiyye'de de böyledir.

Emzikci, çocuğu kendi hizmetçisine verip, ona emzirtirse, istihsanen, ücretini tam olarak alır. Şayet bizzat kendisi emzirmeyi şart koşmuş, sonra da hizmetçisine emzirtmişse, sahih olan görüş, ücrete hakkının olmamasıdır. Zehıyre'de de böyledir.

Evlâ olan, ücrete hakkının olmasıdır. Fetâvâyi Suğrâ'da da böyledir.

Şayet emzikci bir sene emzirir, sene sonunda sütü kalmaz ve o çocuğu hizmetçisine emzirtir; ikinci sene de o emzirirse, bu durumda, bu kadına tam ücret Ödenir.

Eğer çocuğu hizmetçisi ile birlikte emzirirlerse, yine tam ücret alır; hizmetçisine ayrı bir ücret verilmez.

Şayet, kendisinin sütü kesilir ve başka bir emzikci icarlarsa, ona, şart koştuğu ücreti öder; kendisi ücretini tam olarak alır.

Bu, istihsanen böyledir.

Kıyasda ise, kendisine ecir verilmez; fazlasını tasadduk eder. Meb-sût'ta da böyledir.

Emzikci kadın, —müddeti bitene kadar— çocuğa koyun sütü içirir ve yemek yedirirse, ona ücret yoktur. ,

Eğer inkar ederse, bu böyledir.

Ancak: "Ben buna hayvan sütü içirmedim; kendim emzirdim." derse, istihsanen yeminle birlikte onun sözü geçerli olur.

Şayet çocuk sahibi, iddiasını belgelerse, emzikciye ücret verilmez.

Şeyhu']-İmâm ŞemsiTI-Eimme Halvânî şöyle demiştir:

Mes'elenin açıklaması sırasında şahitler: "Bu çocuğa hayvan sütü içirdi." derler ve "kendi emzirmedi." diye şahitlik yaparlarsa böyledir. Fakat, "kendi emzirmedi." derler ve bununla kifayet ederlerse şehadet-leri kabul edilmez. Çünkü bu şehadet, önceki bölüme muhalif ve mak­sadın dışındadır. Zira, burdaki nefy isbatın içine girer. Kadın da şahit dinletirse onun şahitleri kabul edilir. Zehıyre'de de böyledir.

Şayet bir baba, çocuğunun anasını, onu emzirmek için icarlarsa, nikahının altında iken, kendi nefsî malıyla icarlamış olması halinde, bu caiz olmaz. Çünkü bizatihi kendini icarlamış gibi olur... Onun hizmet­çisini de, müdebberesini de icarlayamaz.

Eğer mükâtebesinin icarlarsa, o caiz olur.

Şayet çocuğun malıyla icarlarsa, İbnü Semâa, İmâm Muhammed (R.A.)'in: "...bu caiz olur." buyurduğunu nakietmiştir.

Bu, o kadın babanın nikahı altında olduğu zaman böyledir.

Fakat, boşadıktan sonra emzirtir ve talak ric'î bir talak olursa, bu icar, yine caiz olmaz.

Şayet talak, bain bir talak ise, zahirü'r-rivayede, bu icar caiz olur. Bu, o çocuğu, bu kadının kendisi doğurduğu zaman böyledir. Başkasının doğurduğunu emzirecekse, icar caizdir. Muhiyt'te de böyledir.

Boşanmış bir kadının iddeti bittikten sonra, kendi çocuğu da olsa, icarla emzirmesi caizdir.

İcare müddeti bitmeden önce, aynı kadını nikahlaması halinde, durumun ne olacağı hususunda, babamdan bir rivayet yoktur.

Ben bunu, Şeyhu'1-İmâm Zahîrüddin el-Mürğînanî'ye sordum: O, şu cevabı verdi: "Önceki akid bozulmaz; icare icaredir. Zahîriyye'de de böyledir.

Bir adamın, anasını, kızını, bacısını emzikci- olarak kiralaması caizdir. Onların ücretlerini vermesi gerekir.

Mahremlerin tamamı böyledir. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, sokağa atılmış bir çocuk bulur ve ona bir emzikci tutarsa, ücretini tatavvû' olarak öder.

Müntekâ'da şöyle zikredilmiştir:

Bir adam, kendi .karısını, çocuğun malından ücret vermek üzere, (aynı çocuğun anasını) icarlasa bu caiz olur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Nafakası üzerine farz olan  kimseye,  yetimin  emzirilmesi de farzdır.

Şayet yetimin varisleri olmaz ve bir başkası da ona tatavvu olarak emzikci tutmazsa, bu yetim, beytü'l-mâlden ücreti verilerek, bir emzik­ciye verilir.

Bir baba, çocuğuna bir emzikci icarladığında, anası onu emzikciye teslim etmez ve: "Emzikci benim yanımda  emzirsin." derse; bu durumda baba ananın yanında emzirecek bir  emzikci kiralar. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Semerkant ehlinin fetvalarında şöyle denilmiştir:

Bir adam, çocuğunu emzirmesi için, bir emzikciyi, bir seneliği yüz dirheme icarlar; çocuk da sene tamam olmadan önce ölürse, bu durumda emzikci kadın, o ölene kadar emzirdiğinin karşılığını ecr-i misil olarak alıp, artanını geri verir. Zehıyre'de de böyledir.

Bir adam, seneliği yüz dirheme, bir emzikci kadın icarlar ücreti de her ayın başında verecek olur; kadın ise, çocuğu iki ay onbeş gün emzirir ve sabi ölürse, alimler: "Bu durumda ecr-i misil, aylara taksim edilir; iki ay onbeş güne ne kadar düşerse, kadına o ödenir. Geri kalan sahibine verilir. Çünkü bu icare fasiddir. Kadına ecr-i misil gerekir. Belirlenen ücret üzerine bir şey artılınmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

İzinli bir cariye, nefsini, çocuk emzirmek için icara verebilir. Mükâtebede böyledir.

Mükâtebin cariyesi de böyledir. Çünkü, kazanç mükâtebindir.

Keza, izinli bir köle veya mükâtep, cariyelerini emzikci olarak icare verdikten sonra; mükâtep kitabet bedelini ödemeden aciz kalırsa, İmâm Muhammed (R.A.)'egöre, bu durumda icare rkdi bozulur.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)' göre ise bozuîm iz.

Şayet, bir mükâtebe, bir emzikci icarladıktan sonra, kitabet bedelini ödeyemezse, bu akid bozulur. Gıyasiyye'de de böyledir.

Bir müslümankadının bir kafir çocuğunu, ücretle emzirmesinde bir beis yoktur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir müslümanın da, kafir bir kadım emzikci olarak kiralamasında bir beis yoktur. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adamın, bir koyunu; oğlağı veya çocuğu emzirmek için kira­laması caiz olmaz. Siracü'l-Vehhâc'da da böyledir. [21]

 

11- HİZMET İÇİN İSTİCAR (= ÜCRETLE ADAM TUTMAK)

 

Alimlerimiz şöyle buyurmuşlardır:

Bir adamın, hür bir kadını veya bir cariyeyi hizmet için karlaması, —yabancı ile halvetin kerahatinden dolayı— mekruhtur. Zahîriyye'de de böyledir.

Hür bir kadın, kalabalık bir ailede ücretle hizmet edebilir. Bunda bir beis yoktur. Bu kadının yalnız kalması mekruhtur.

Bununla fetva verilir. Fetâvâyi Kübrâ'da da böyledir.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) şöyle buyurmuştur: Bir adam, kendi karısını, aylığı belirli bir şey karşılığında icarlarsa, bu caiz olmaz. Evinde ekmek yapması, yemek pişirmesi, çocuğunu emzirmesi gibi şeyler için icarlaması, caiz olmaz.

Ev işi gibi olmayan işler için kiralarsa, (hayvan otlatması ve benzeri gibi...) bu durumda icar caiz olur. Çünkü onları yapmak bu kadının görevi değildir. Muhıyt'te de böyledir.

Eğer kadın cariye ise, kocasının onu icarlaması caizdir. Huİâsa'da da böyledir.

Sayrafiyye kitabında şöyle zikredilmiştir:

Bir adam, ekmek pişirmek üzere bir kadın icarlarsa, o ekmeği yemek için icarladı ise, bu caiz olmaz. Satmak için icarladı ise, caiz olur. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir  kadın, kocasını hizmeT için kiraladığında, koyunlarım otlatmak için icarlarsa, işte bu caiz olur. Koca isterse, bu akdi bozar ve hizmet etmeyebilir.

Zahirü'r-rivayede böyledir.

Ebû İsmet Sa'd-İbni Muaz el-Mervezî, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: Gerçekten bu batıldır.

Hakim de, Muhtasar'ında böyle buyurmuştur: Kadın çalışmakla, kocasından ücret almaya müstehak olmaz. Kölenin icaresi caizdir.

Cariye de böyledir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir. Haher Zade de bununla fetva vermiştir.

İster hür, ister köle olsunlar, ana ve babayı icarlamak caiz olmaz. Kâfir olsalar bile böyledir. Şayet, bunlar çalışırlarsa, ecr-i misil ödenr. Serahsî'nin MuhıyU'nde de böyledir.

Büyük baba veya büyük anneyi, hizmet için icarlamak caiz olmaz. Şayet  bunlar  hizmet  ederse,  konuşulan  ücret  verilir.  Muhıyt'te  de böyledir.

Bir adam, veya kadın, evinde hizmet etmesi için —köle olan— oğlunu icarlarsa,  bu caiz olmaz.  Oğul hizmet etse bile, ona ücret gerekmez.

Ancak hür veya mükatep olursa, o müstesnadır. Hulasa'da da böyledir.

Şayet oğul hür olur, ana-babadan birisi de onu koyunlarını otlatmak üzre veya başka bir iş için icarlarsa, işte bu caizdir. Zehıyre'de de böyledir.

Bir kadın, kocasına: "Ayaklarımı oğ, sana bin dirhem vereyim." der; kocası da "yeter artık, fazla istemiyorum." diyene kadar oğarsa, bu icare  batıldır. Bu  cevap, Ebû İsmet'in cevabına muvafık ve zahirü'r-rivayeye muhaliftir. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Kardeşlerin, birbirlerini ücretle çalıştırmaları caizdir. Diğer akraba da böyledir.

Bazı alimler: Büyük amcayı, hizmette, ücretle 'çalıştırmak veya büyük kardeşi çalıştırmak caiz olmaz." buyurmuşlardır. Muhıyt'te de böyledir.

Bir müslüman, kafire, kendi nefsini ücretle hizmet etmek için icara verip gitse, bu caizdir; ancak mekruhtur.

el-Fadlî şöyle buyurmuştur:

İçinde zillet (hakaret) bulunan hizmeti yapmak caiz olmaz. Ziraatçılık ve su sulamak bunun hilafınadır. Hulasa'da da bönledir.

Bir adam, bir köleyi, iki ay çalıştırmak için, bir aylığı dört, diğer aylığı beş dirheme olmak üzere icarlarsa onlardan önceki ay için dört dirhem, alması caizdir. Hatta önce bir ay çalışsa, dört dirheme hak kazanır. Fakat ikinci ayı, birinci aydan önce çalışırsa, bu defa da beş dirhemi hak etmiş olur. CamiuVSağîr Şerhi'nde de böyledir.

Bir adam, diğerini üç aylığına "iki ayı, bir dirheme; bir ayı ise, beş dirheme" olmak üzere, icarlarsa, işte o zaman, önceki iki ay, bir dirheme olur. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, bir köleyi hizmet için kiraladığı zaman o köle, şartsız ve izinsiz yolculuk yapamaz.

Bu, şehirde bulunulduğu ve, yolculuk hazırlığı olmadığı zaman böyledir.

Fakat, yolculuk hazırlığı varsa, alimler, bu durum hakkında ihtilaf eylediler. Kendisi mü safir ise, köle de sefere çıkar. Cevheretü'n-Neyyire'de de böyledir.

Bir adam, Kûfe'de, hizmet için bir. köle icarladığmda, hizmet edeceği yeri açıklamazsa, bu takdirde, o köleyi Kûfe'de hizmet ettirir. Kûfe'nin haricinde hizmet ettirme yetkisi yoktur. Çünkü, Kûfe'de istih­damı halin delaleti ile sabittir.

Şayet yolculuğa çıkarırsa, tazminat gerekir.

İmâm Muhammed (R.A.) böyle söylemiştir.

Bir kimse, bir yer iddiasında bulunduğunda, davacı şahıs ile, onun kölesinin bir yıl hizmet etmesine karşılık ve o köleyi ehline götürmemek üzere, anlaşma yaparlarsa;

Şeyhû'1-İmâm Şemsü'l-Eimme Halvânî, Kitâbü's-Sulh Şerhinde: "Bu sözüyle, o köleyi ehline götüremez." demiştir.

Şeyhu'1-İmâm Şemsü'l-Eimme Serahsî de, sulh meselesi ile icare mes'elesini  ayırmıştır. Sulh meselesinde,   hizmet  sahibine, "köle  ile sefere  gidebileceğini"   söylemiş  ve:   "Müste'cir  ise,   köle  ile  sefere çıkamaz." demiştir. Muhıyt'te de böyledir.   

İmâm   Muhammed   (R.A.):    "Müste'cir,   ecîrini   dövemez." buyurmuştur. Zahîriyye'de de böyledir.

Müste'cir, ücreti köleye verir; akid yapan da bu kölenin kendisi olursa, bu durumda müste'cir, ücretten kurtulmuş olur.

Şayet akid yapan köle değilse, müste'cir ücretten berî olamaz; o ücreti, kölenin efendisine vermesi gerekir. Zehıyre'de de böyledir.

Müste'cir, icarladiği köleye evde her işi görmesini teklif eder. Elbise yıkamasını, elbise dikmesini, hamur yoğurup, ekmek yapmasını teklif ettiğinde, köle bunları güzel yapıyorsa, yaptırır. Yoksa, hayvan­larını otlatmasını evinden eşyaları indirmesini veya eve çıkarmasını, koyun sağmasını, kuyudan su çıkarmasını ister.

Şayet akid yaparken, "her hangi bir san'atı yapacağını" söyle-' memişse, bu böyledir.

Müste'cir icarladığı zatın yemeğini vermekle mükellef değildir. Şayet verirse, bu tatavvu (= fazladan) vermiş olur. Veya bunu vermek örf ise, yine verir.

Müste'cir isterse, icara tuttuğu bir köleyi başkasına icara verebilir.

Müste'cir, icarladığı kadınla evlenir ve ona: "Bana ve aile efra­dıma hizmet eyle; sana şu kadar ücret vardır." derse; o öyle olur.

Keza, bir kadın müste'cir icarladığı erkekle evlenir ve ona: "Bana hizmet eyle." derse, buna hakkı vardır. Mebsût'ta da böyledir.

Müntekâ'da, İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğunu, İbrahim nakletmiştir:

Bir adam, bir köleyi, bir seneliğine icara verdikten sonra, bu köle, efendisinin, kendisini, icareden önce azad eylediğini, beyyinelerse, bu durumda ücret kölenin olur,

Şayet köle: "Ben, hürüm" derse, akid fasid olur. Eğer, bu durumda beyyinesi olmaz ise, hakim onu, efendisine geri verir. Çalıştığının ücreti de efendisinin olur.

Sonra hürlüğünü isbat eder ve "efendisinin —icareden önce— azad eylediğini" söylerese, ücret kölenin de olmaz; efendisinin de olmaz. "İcâre fasid oldu." denilmedikce, ücret kölenin olur.

Şayet bu köle baliğ olmaz ve azledildiğini iddia eder; onu da efendisi icare vermiş, sonra da: "İcareyi feshettim." demiş; bundan sonra da o köle çalışmışsa, baki mes'ele hali üzre kalır; yani ücret, kölenin olur.

Bu hal, bir çocuk bulup onu icara verenin durumunda olur. Zehıyre'de de böyledir.

Bir adam, kölesini bir seneliğine icare verir, altı ay geçtikten sonra da, bu efendi, o köleyi azad ederse, bu durumda, o köle muhayyerdir: İsterse icareyi devam ettirir; isterse bozar. Feshederse akrd batıl olur ve müste'cir   ücretten   düşer.   Geçmiş   günlerin   ücreti   efendinin   olur. Bedâi'de de böyledir.

Bu, kölenin üzerinde borç olmadığı zaman böyledir. Eğer ala­caklısına harcarsa, artan efendisinin olur. Gıyasiyye'de de böyledir.

Şayet efendisi izin verir ve icare müddeti de tamam olursa ücretin tamamı kölenin olur.

Eğer icareyi ihtiyar edip onu bozmaz, ücreti de tamam alırsa, bu durumda ücretin tamamı efendinin olur. Kölenin, bu durumda ücret alma hakkı yoktur. Ancak, efendisi vekalet verirse o müstesnadır.

Bu, müste'cir ücreti peşin vermediği ve efendinin de ücreti peşin almayı şart koşmadığı zaman böyledir.

Şayet müste'cir peşin vermiş' veya efendi peşin almayı şarta bağlamış, köleyi de azad eylemiş, köle de çalışmayı seçmişse, ücretin tamamı efendinindir.

Eğer köle icareyi feshetmişse, ücretin yarısı müste'cire geri verilir. Bu, ister köleyi efendisi icare versin; ister köleye nefsini icara vermesi hususunda izin vermiş bulunsun, böyledir.

Şayet, köleyi efendisi icare verir; sonra da müddetin yarısında azad ederse, kalan ücreti köle alır.

Eğer köle izinli değilse ve kendi nefsini efendisinin izni olmaksızın icara vermiş ve efendisi de bu müddet içinde onu azad eylemişse, bu durumda köleye muhayyerlik, hakkı yoktur. Bedâi"de de böyledir.

Eğer köle, efendisinden izinsiz olarak nefsini icara vermiş, kendisi de bil fiil çalışmışsa bu icare sahih ve ecrini alma hakkı olur. Müste'cir onu geri isteyemez.

Şayet, bu durumda azad edilmiş olursa, bu kölenin muhayyerlik hakkı olmaz. Zira kendisi akid yapmıştır. Ücreti, bi'1-ittifak kendisinin olur.

Azad olmadan önce ölürse icare sahih olmaz ve bu durumda müste'cir, o kölenin kıymetini, efendisine öder ve ücret vermez. Gıya-siyye'de de böyledir.

Bir adam, bir köleyi, bir aylığına icarlayıp,onu teslim aldıktan snora, ikinci ay köle kaçar veya hasta olur; müste'cir de: (<Teslim aldığım zaman, hasta oldu veya kaçtı/' der; efendisi dp: "Hayır bir müddet sonra kaçtı." derse, bu durumda müste'cirin sözü geçerlidir. O an köle kaçmamış veya hasta olmamış olsa, efendinin sözü geçerli olur. Timurtâşî'de de böyledir.

Bir adam, bir köleyi gasbeder; bu köle de kendini icara verip çalışırsa bu icare sahih, ücret de kölenin olur.

Bu bi'1-icma böyledir. Köle ücretini aldıktan sonra, onu gasbeden şahıs alıp, yese, tazminat gerekmez.

tmâmeyn: "Tazminat gerekir." buyurmuşlardır. Bir efendi, icara verdiği köleyi bulsa, onu bi'1-icma alabilir. CamîuVSağîr'de de böyledir.

Bir mükâtep, bir köleyi icara verdikten sonra, kitabet bedelini ödemekten aciz kalırsa, bu icare İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre batıl olmaz. îmâmyn'e göre ise, b^atıl olur.

Bu mükâtep azad edilirse, bi'lricma icare bakî kalır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adam, kendi kölesini icara verdikten sonra, o köleye bir hak sahibi çıkar ve bu icareye izin verirse, icare hak olur. Ve ücret kölenin asıl sahibinin olur.

Eğer ücret alındıktan sonra izin vermişse, ücret, bu akdi yapanın olur.

Bir müddet geçtikten sonra,izin verirse, Önceki icare de, sonraki icare de İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) göre, kölenin asıl sahibinin olur.

İmâm Muhammed (R.A.) ise: "İzinden önceki ücret, köleyi gasbe-denin; sonraki ise sahibinin olur." demiştir. Zahîriyye'de de böyledir.   ,

Baba,   babanın  babası  veya  bunların  vasileri,   bir  küçüğün çalışmasına izin verirler, o da gücü nisbetinde çalışırsa, bu caiz olur.

Baba mevcud iken, çocuğa dede ve vasi, yeli olamazlar.

Babanın vasisi dededen öncedir.

Çocuğun, babası veya babasının babası ve her ikisinin vasileri de yoksa o çocuğa —yanında durduğu— akrabaları izin verebilirler.

Çocuk, bir akrabasının evinde dururken, ona başka bir akrabası izin verir ve bu akraba evinde durduğundan daha yakın olursa (Meselâ: Çocuk amcasının yanında dururken, bu çocuğun anası, onu icara verirse) İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, bu caizdir.

İmâm Muhammed (R.A.)'e göre ise, caiz değildir.

Şayet evinde durduğu akrabası, çocuğun kazancını ona harcamı­yorsa, onun malını tasarruf hakkına sahip olamaz. Çocuğun malını bağışlaması gibi...

Çocuk ev sahibine bağışta bulunursa, o zaman-, onu istediği yere sarfedebilir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Gıyâsiyye'de şöyle zikredilmiştir:

Bir çocuğa, babası ve büyük babası infakta bulunma zorunluğundadır. Onlar, buna mecburdurlar.

Eğer çocuğun kendi malı bulunur ve hakim de —mutlaka— hüküm verirse, o maldan sarf ederler. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Baba, büyük baba (dede) ve bunların vasileri, küçük kölenin akarını icare verebilirler. İsterse o, kendi evlerinde olmasın...

O takdirde, İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, veremezler. Üstadım da, böyle fetva vermiştir. Zira onlar, çocuğun nafakasını temine mecburdurlar. Fetâvâyi Kübrâ'da da böyledir.

İki vasiden birisi, yetimi icara vermeye yetkilidir.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre böyledir. Köleyi veremezler. İmâm Muhammed (R.A.) ise: "Köleyide verebilirler." buyurmuştur. Çünkü onun mülkünü ona tasarrufa yetkilidir. Siraçü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Bir sabiyi, babası, dedesi veya bunların vasileri yahut hakim veya onun emini icara verdiklerinde, bu çocuk, bu müddeti içinde bulûğa erişirse, bu durumda, muhayyerdir: İsterse, işine devam eder; isterse icareyi fesheder.

Eğer bunlardan birisi, kendini değil de, bu çocuğun malını icara vermiş olurlarsa, çocuk bulûğa erişince, onu feshedemez. Bedâi"de de böyledir.

Bir baba, nafakası veya elbisesi karşılığında küçük oğlunu bir seneliğine, icara verir ve sene tamam olursa, baba, ecr-i misil ücretini isteyebilir.

Sabi onu babasına teberru edebilir.

Baba, ihtiyacı miktarında, çocuğa yeme, giyme masrafı yapar. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Kâdîhân: Elbisesini geri alır; ecr-i mislini verir. En doğru olanı da budur. Çünkü, onu meccânen vermiştir." buyurmuştur. Gınye'de de böyledir.

Babası, amcası olmayan bir yetimi, hakimin hükmü olmaksızın, bir akrabası evine alır; on sene orda kaldıktan sonra, bu yetim bulûğa erişirse, o zat, bakımı için ecr-i misil isteyebilir. Gmye'de de böyledir.

Bir adam, nefsini veya kölesini bir yetimin işinde çalışmaya icar-lasa, bu caiz olmaz. Mebsût, Cevâhirü'l-Ahlâtî ve Muhıyt'te de böyledir.

Yetimin veya kölenin vasisi, onu kendi nefsî mali için icarcı tutsa, uygun olanı bunun caiz olmasıdır. İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A.), böyle buyurmuşlardır. Kübrâ'da da böyledir.

İki yetim için vasî olan bir kimse, bunlardan birini, diğerinin malı için icarlasa, bu caiz olmaz. Birinin malını, diğerine satmasının caiz olmadığı gibi... Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adam, bir küçüğü, kendi nefsi için icarlarsa, bunun caiz olduğunda hiç şüphe yoktur. Zahîriyye'de de böyledir.

Baba, küçük çocuğu için, nefsini veya malını icara verir; yahut küçük çocuğunun malını kendisi için icarlarsa, bunlar caizdir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Ticaretten men edilmiş bir sabî, nefsim icara verirse, bu caiz olmaz.

Mahcur olan köle de böyledir.

Şayet, bi'1-fiil çalışırsa, istihsanen belirli ücretini alır; bu caizdir.

Şayet çalışırken ölürse, sabinin baba tarafına, müste'cir diyet öder ve ücretini de verir. Eğer köle ise, kıymetini efendisine öder. Kölenin çalıştığına karşılık ücret ödemez. Muhiyt'te de böyledir.

Şayet hakim, bir adamı, yetimin malında çalıştırmak için icar-larsa, bu durumda ecr-i misil gerekir.

Eğer fazla olursa ödenmesi icabetmez.

Şayet kasden çalıştırırsa, hakim o fazlalığı kendi malından öder.

Eğer küçük çocuğun veya yetimin evini icara verir; ücreti de ecr-i mislinden düşük olursa, bu caiz olmaz.

Şayet müstecir evde oturuyorsa ecr-i misil öder. Bu durumda ecr-i mislin en yüksek haddi olacaktır.

Eğer bir adam, o evde gasben oturuyorsa, onun ücret vermesi gerekmez.

"Evin noksanına bakar ve ecr-i misli verir. Hangisi yetim için hayırlı ise onu yapar." denilmiştir. Gıyâsiyye'de de böyledir.

Bir adam, bir sabiyi, diğer biriyle birlikte bir iş yapması için, oturtur; o adam da bu sabiye bir kat elbise verir; sonra da bu sabi, kendiliğinden onun yanında çalışır ve o adam da sabiye keten bez verir; sabi de onu dikmesini isterse, bu durumda o-adamın verdiği elbiseyi alması için, bir yol yoktur. Çünkü, onu dikmekle hakkı kesilmiştir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir. [22]

 

12- İCÂRENİN TAKSİM EDİLME ŞEKLİ

 

Bir içarenin müddeti, mesafesi hakkında akid sahih olursa, akid vaki olunca, içarenin menfaati devam ettikçe teslim etmesi vacip olur. Muhıyt'te de böyledir.

Üzerine akid yapılan şeyin teslimi, faydasının temin edilmesi ile olur. Teslim, menfaata mani değildir.

Şayet menfaate mani bazı arıza çıkarsa, (Meselâ: karcının elinden, icarladığı ev zoraki alınır veya icara verilen yeri su basarsa yahut icara verilen yerin sulama suyu kesilirse veya köle hasta olursa yahut icarlanan köle kaçarsa) o mikdarın ücreti düşer. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Şehirde, icar yerini boşaltmakla birlikte, anahtarını da teslim etmek, o yer ile anahtarı teslim alan şahsın arasını serbest bırakmak halinde, o yer anahtarın teslim edildiği günden itibaren, icara verilmiş ve teslim edilmiş olur. Her ne kadar, icara tutan şahıs oraya oturmasa bile, bu böyledir. Köyde anahtar teslim edilir; ev de şehirde olursa, bu durumda ev, teslim edilmedikçe, teslim işlemi yapılmış sayılmaz. Her ne kadar anahtar icarcının elinde olsa bile, bu böyledir. Gınye'de de böyledir.

Bir adam, diğerine dükkanını icare verip, anahtarını da teslim eder; müste'cir kapıyı açamaz ve anahtarı bir müddet kaybedip, sonra bulursa, eğer kapıyı açması mümkün ise, ücret anahtar verildiği günden itibaren   başlar.   Şayet,   kapıyı   açması   mümkün   değilse,   —kapı açılmadıkça ücret gerekmez. Zehiyre'de de böyledir.

Bir adam, bir yerde bir ev kiraladığında, o evde oturan bulunur; kiraya veren şahıs, tutan şahısla orayı başbaşa bırakır; ay başı gelince de evin kirasını ister; icarcı da: Ben, evde oturmadım. O evde filan otu­ruyor." karşılığını verir; oturan şahıs da onu ikrar veya inkar ederse, hali hazıra hükmedilir. Eğer evde icarcı oturuyorsa, icarı o öder. Şayet zoraki oturan oturuyorsa, ona ücret yoktur. Bu hususta onun sözü geçerlidir. Şayet hali hazırda ev boş ise, müste'cir ücretini tazmin eder. Mebsût'ta da böyledir.

Müntekâ'da, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un şöyle buyurmuş olduğu nakledilmiştir:

Müste'cir, hasta bir köleyi getirir veya köle kaçmış olur ve köleyi icara veren şahıs, bu köleyi müste'cirin çalıştırdığını isbat ederse; ücre­tini alır. Her ne kadar, müste'cir "köle hasta oldu." veya "kaçtı." der ve belge de getirse bile, icara verenin belgesi kabul edilir. Muhıyt'te de böyledir.

Şayet bir ev icara verenin eşyası ile dolu veya tarlası ekili olursa, sahih olan kavle göre, bu icare sahih olur. Teslim etmedikçe ve evi boşaltmadıkca icar gerekmez.

Eğer evi boşaltır ve teslim ederse, icar lazım olur.

Şayet evin bütün odalarını boşaltır, yalnız bir odasını meşgul ederse, onun hissesini icardan düşer.

Eğer sahibi, icare fesh edilmeden önce, o odayı da boşaltmış olursa, onun da icarını alır. Giyasiyye'de de böyledir.

Müste'cir içinde otururken, evin bir kısmı veya bir duvarı yıkılır ve bu müste'cir, kalan kısmında oturursa, bu durumda ücretten bir şey eksiltilmez. Tatarhâniyye'de de böyledir. [23]

 

13- MÜSTE'CİRİN, KİRAYA TUTTUĞU ŞEYİ, SAHİBİNE VERMESİNE TEALLUK EDEN MES'ELELER

 

İmâm    Muhammed   (R.A.)   el-Asl   isimli    kitabında   şöyle buyurmuştur:

Müste'cir., icarladığı şeyi sahibine reddedemez. İcara veren de, verdiği yeri, icarcıdan alamaz.

İcare, ariyet gibi değildir. Zelııyre'de de böyledir.

el-Asl kitabında İmâm Muhammed (R.A.) şöyle buyurmuştur: Bir adam, belirli bir ücretle bir değirmen icarlayıp, bir ay onunla un öğütür ve onu evine taşır; şehir olsun, şehrin harici olsun, o değirmeni taşımakta da güçlük yoksa, onu sahibine iade eder. Bu hususta, ariyet ile icare birdir. Kıyasda böyledir. İcarda mal sahibi, ariyette ise ariyet alan şahıs taşıyacakdır. Alimlerimiz, bunu açıklarken: İcare ve ariyette, evden çıkarmak mal sahibinin izniyle olmuşsa, icârede mal sahibi, ariyetle müsteir taşıyacaktır. Şayet evden çıkış mal sahibinin izni olmaksızın olmuşsa, geri getirmek müste'cir ve ariyet alan şahsa aittir. Muhıyt'te de böyledir.

Müşterek ücrette, çamaşırcı, boyacı, dokuyucu gibi olanlarda, getirmek ücreti alan şahsa aittir. Çünkü red, teslim almayı nakz eder. İşte o zaman, kim menfaat temin etmişse, red ona ait olur.

Bu durumda, menfaati ecîr temin etmiştir. Çünkü, ecir için ücret vardır; o da bir ayndır. Elbise sahibi için olan menfaat, ayn değildir. Ayn ise, ayn olmayandan hayırlıdır. İşte o takdirde, red menfaati ayn olana aittir.

Bu, şuna muhalifdir: Bir adam, kölesini veya hayvanını icara verir, müste'cir de işini bitirirse, işte o zaman, red mal sahibine aittir. Çünkü müste'cir, menfaat görmüştür. İcara veren için ise, ayn vardır. Zehıyre'de de böyledir.

Bir adam, ihtiyacını temin için, bir hayvanı, binmek üzere şehirde, belirli bir vakit için icarlar ve vakti geçerse, onu sahibine teslim etmek ona ait değildir. İcara veren şahıs gidip, onu müste'cirin evinden teslim alacaktır.

Hatta, bir gün kaldığı halde, mal sahibi varıp onu almaz ve hayvan karcının yanında zayi olursa, tazminat gerekmez. İcara veren şahıs, ister istesin; isterse, istemesin müsavidir. Çünkü, onu teslim etmek, müste'cire ait bir görev değildir.

Şayet, şehirde belirli bir yerde icarlar ve gidip gelmeyi şart koşarsa, işte o zaman müste'cir şart koştuğu yere getirmekle yükümlüdür. Çünkü, onu orda vermesi gerekir. Zira, icarede akid, ancak red ile son bulur.

Eğer bu şahıs, evine kadar biner, orada da bekletir ve hayvan zayi olursa kıymetini tazmin eder. Çünkü, sözleşme mahallini tecavüz etmiş olmaktadır.

Şayet mal sahibi, müste'cire: "Gideceğin yere kadar bin, git; geri evime dön. derse bu durumda bile müste'cire, o hayvanı icarcının evine getirme mecburiyeti yoktur. Zira evine dönünce, icajremüddeti bitmiştir; artık, geri tarafı emanettir. Bedâi"de.de böyledir.

Müste'cir, icar sahibinin hayvanım, evine gitsin diye başı boş sah-verse, bu geri verme sayılmaz. Bu hayvan, yolda zayi olursa, tazminat gerekmez.

Mal sahibi başka bir yere gider, müste'cir de hayvanını ona teslim için oraya gider ve bu hayvan yolda ölürse, tazminat gerekir. Zira bel­deden çıkmakla gasıb durumuna düşmüştür. Muhıyt'te de böyledir.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) şöyle buyurmuştur:

Bir adam, bir şehirden diğer bir şehre gitmek üzere, bir hayvan icarladığı halde, onu evinde bekletip gideceği yere gitmez ve bu hayvan ölürse; şayet insanların hazırlık yapabilecekleri bir müddete kadar bek­letti ise, tazminat gerekmez; icar gerekir. Eğer daha fazla bekletti ise, icarlıktan çıkar gasb hükmüne girer.

İmâm Muhamnıed (R.A.) ise tafsüatsız: "Tazminat gerekir." buyurmuştur. Zehıyre'de de böyledir.

Müntekâ'da şöyle zikredilmiştir:

Bir adam, bir hayvan icarladiğında, onu icara verenin ahırına getirip bağlar veya üzerine kapuyu kapatırsa, bu durumda zayi olsa veya ölse bile tazminat gerekmez. Çünkü, sahibinin yapacağı her şeyi, o yapmıştır. Bunları yapınca da tazminattan berî olur.

Şayet, sahibinin ahırına veya arsasına bırakır ve bağlamaz veya üzerine kapıyı kitlemezse, o zaman, ölmesi veya zayi olması halinde tazminat gerekir. Muhiyt'te de böyledir. [24]

 

14- SAHİH BİR İCÂRE YAPTIKTAN SONRA, BU İCÂREYT YENİLEMEK VE İCÂREDE ARTIŞ YAPMAK

 

Üzerinde anlaşma yapılan şey hakkında, icara veren veya icar-layan tarafından artırma yapılır ve bu fazlalık meçhul (= belirsiz) olursa, o takdirde caiz değildir. Bunu ister icara veren, isterse icarlayan artırsın müsavidir.

Şayet icara veren şahıs tarafından, müste'cire belirli olarak artım yapılırsa, işte bu caizdir. Bu da, ister icara verilenin cinsinden olsun, isterse cinsinin hilafına olsun müsavidir.

Şayet artım müste'cer tarafından yapılırsa, bu icarlanan şeyin cin­sinden olması halinde caiz olmaz. Şayet icarlanan şeyin hilafından olursa, caiz olur. Zehıyre'de de böyledir.

Müste'cir, icarı —bir müddet geçtikten sonra— artınrsa, bu faz­lalık sahih olmaz. Fakat onu düşürmek sahih olur. Tatarhâniyye'de de böyledir.

İbrahim, İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

Bir adam, diğerinden ücret alarak buğday vermek üzere, bir yer icarlar; icara veren de, onu bir kür artırır, diğeri de buna razı olursa, caizdir.

Diğer bir adam, icarlanan yerin ücretini bir kür artırır, mülk sahibi de ona verir; önceki müste'cir de gidip önceki gibi, bir kür de kendisi artırıp icareyi yenilerse, ikinci icare geçerlidir; birincisi, ikinci icarenin yapılması sebebiyle fesholmuştur.

Bu mes'ele, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'dan soruldu: —Birinci icarcı, ikinci icarcıya karşı artım yapar, ev sahibi de bu ziyade ücretle, öncekine verirse durum ne olur? tmâm cevaben, şöyle buyurdu:

— Ev sahibi icareyi yenilerse, Önceki icarenin hükmü bozulur. Eğer yenilemez ise, Önceki icare bozulmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Bir evi gasbedip, icara veren, sonra da onu satın alan kimsenin durumu ve:"—Onu ikinci defa icare verebilir mi? denildi.

İmâm şöyle buyurdu:

— Önceki icare geçerlidir. Onu kabul etmesi, hem efdal hem de çok temizdir. Havı'de de böyledir.

Bir araziyi, uzun va'deli veya kısa vadeli icarlamakta bir beis yoktur; yeterki icarı belirli olsun. Bir arazi yirmi seneliğine veya daha fazlaya icarlanabilir.

Bu, memlûke olan arazi de böyledir.

Fakat, arazi, mevkûfe olur ve bir kimse onu uzun müddetle icarlar, piyasa da da artma ve eksilme olmazsa, İmâm Muhammed (R.A.)'e göre bu da caizdir.

Bir adam, bir yeri, belirli bir işi yapmak üzere, belirli bir ücretle kiraladıktan sonra, ayın ortasında, "başka bir işi yapıp, bir dirhem daha vereceğini" söylerse, bu durumda ikinci icare, birinciyi fesheder. Hatta iki ücret geçerli olmaz; bilakis önceki ücreti ikinci icadar yükseltir.

İkinci işi yapıp bitirdiği zaman, o nisbette ecrini verir. Sonra da yine önceki icareye avdet eder. (- döner) Muhıyî'te de böyledir. [25]

 

15- İCÂREDE CAİZ OLAN VE OLMAYAN ŞEYLER

 

Bubab'da:

1) İcâre Akdini Bozan Şeyler;

2) Mekân Şartından Dolayı İcâre Akdini Bozan Şeyler;

3) Değirmencinin Ölçeği ve Bunun Mahiyeti;

4) İcara Tutulan Şeyin, Tutandan Başkasınca Meşgul Edilmesinden Dolayı, İcare Akdinin Feshedimesi; olmak üzere dört bölüm vardır. [26]

 

1- İcâre Akdini Bozan Şeyler

 

İcare akdi, bazı kere, çalışacak şahsın yapacağı işin miktarını bilmemesinden dolayı feshedilmiş (= bozulmuş) olur.

Meselâ: İş veren, işin yapılacağı yeri belirtmez; işçi, —cehaleti yüzünden— menfaatinin miktarını bilmez ve onun ne kadar çalışacağı açıklanmazsa, bu gibi hallerde şart fasid ve akde muhalif olur.

İcâre akdinin fesadı, ecr-i misü'den dolayı da olabilir. Akid esnasında belirlenen ücret üzerine —eğer bu mal (= ücret) belirli olursa, o artırılamaz. Şayet bu ücret belirlenmemişse, o zaman da, ecr-i mislin yüksek haddi verilmez.

Bu durumda, akid batıl (= geçersiz) olursa, ecr-i misil de gerekmez. Ve ayn da, —akid ister sahih, ister fasid, isterse batıl olsun— müste'cirin elinde mazmûne (= ödenmesi gereken şey) olmaz. Gıyasiyye'de de böyledir.

Bir adam, diğerine:  "Şu evi, hudûdiyle, hukukiyle, senenin —tamamında değil— on aylığına, şu vasıflı ve şu kadar dirheme icara verdim." der ve ilaveten: "Eğer dilersen, sen oturacaksın." der ve sıhhatinin şartları söylenirse; bu icare sahih olur mu?

İmâm şu cevabı vermiştir:

— Hayır çünkü, müddetin başlangıcını söylememiş ve o belirsiz olmuştur. Elbette, "şu günden, şu saattan itibaren..." demesi gerekirdi. Çünkü ancak, bu şekilde vaktin ne zaman başlayıp, ne zaman biteceği belli olur. Fetâvâyi Nesefî'de de böyledir.

Arazinin icaresinde, mutlaka beyan lazımdır. Yani ziraatçılık mı, ağaç dikimi mi, bina inşası mı veya benzeri bir şey mi yapılacak onun belirtilmesi gerekir. Eğer bu açıklama yapılmazsa, bu icare fasid olur.

Ancak onun için, menfaat istediği kadar temin edilmişse, o müs­tesnadır. Bedâi"de de böyledir.

Şayet, arazi de ziraat yapacağını beyan etmez ve: "Ben, orada istediğimi ekip dikeceğim." demezse, bu durumda icare fasid olur. Tebyîn'de de böyledir.

Hayvan icaresinde, elbette müddeti veya mekânı beyan edilmesi gerekir.

Şayet bu beyan yapılmaz ise, o icare de fasiddir.

Keza, icarîayacağı hayvana binecek mi, yük mü taşıtacak; ne kadar yük yükleyecek, kim binecek? bunlar açıklanacaktır.

Hizmet için köle icaresinde, giymek için elbise icaresinde, pişirmek için kazan icaresinde elbette müddet açıklanacaktır.

Şayet bu eşyaları icarlama esnasında husumet meydana gelirse, artık hakim icareyi fesheder.

Eğer araziyi eker, hayvana yükü yükletir veya biner elbiseyi giyer, kazan da yemeği pişirir, böylece bir müddet geçerse, istihsanen konuştukları icare vardır.

Şayet hakim icareyi fesheder; sonra da yine o araziyi eker; hayvana yük yükletir; elbiseyi giyerse, bir şey gerekmez. Zira bu gasb olur. Bedâi"de de böyledir.

Bir kimse, binmek için kiraladığı hayvana, kimin bineceğini söylemez veya kiraladığı araziye ne ekeceğini açıklamaz da, bunları fesihten sonra açıklarsa, bu icare caiz olur. Gıyasiyye'de de böyledir.

Bir kimse, bir araziyi, buğday ekmek için icarladığı halde, oraya sebze ekerse, tazminat yapar; bu durumda ücret yoktur. Bedâi"de de böyledir.

Bir kimse, bir yük devesinin, üzerine un, bulgur, sirke, zeytin yağı ve benzeri şeyler gibi bir yük yüklemek için bir deve kiraladığında, ona ne yükleyeceğini söylemezse, işte bu kıyasen fasid; istihsali caizdir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, Mekke'ye kadar götüreceği bir yük devesini icarlayıp, ona iki kişi bindirecek olsa, elbette binecek olan kişileri göstermesi gerekir. Şayet çıkış zamanında, ihtilaf ederlerse, itibar kafilenin çıkış vaktinedir. Ondan önceki vakte itibar edilmez.

Keza, hayvanı icara verenin "Hac vaktinin geçmesinden kor­kuyorum." demesine itibar edilmez.

Şayet şart koşarlarsa ona itibar olunur, ve şartın gereği yerine geti­rilir. O takdirde, daha önce Kabe'ye gidebilir. Çünkü, icare ona muzaf kılınmıştır. Giyasiyye'de de böyledir.

Bir adam, mahmilli yük devesini kiralayıp, bu yük devesine neyi yükleteceğini açıklar ve yükü de dediğinden az olursa,onu ölçülen, tartı­lan,   yenilen şeylerle tamamlayabilir. Bunu, hem giderken, hem de gelirken yapabilir. Taşıyıcı şahsın, buna hiç bir yerde itiraz hakkı yoktur.

Şayet iki kişi bindirmeyi şart koşmuşsa, bu durumda sahibinin rızası olmadan, o iki kişinin haricinde, başka iki kişiyi bindiremez. Çünkü, binecek şahısların ayrı olmaları hayvana zarar verebilir. Mebsût'ta da böyledir.

Şayet, yükleteceği hediyeyi de söylerse, bu güzel ve ihtiyata uygun olur.

Her mahmele ne kadar su koyacağını da söylemelidir. Mahmele koyacağı kitap, kırba, çadır, kubbe ve sair ihtiyaç maddelerini de beyan etmelidir. Bunları şart koşarsa, caiz olur. Yokuşu çıkarken, icarcının hayvana binmesi şart koşulmalıdır; bu şart olursa caizdir; değilse, binmefii caiz olmaz. Ecir için, yokuşun açıklamasında İki söz vardır. Birisi: İcarlayan her sabah ve akşam hayvandan iner ve bu zamanda eciri bin­dirir. İkinci söz: Eciri her merhalede, bir fersah ve emsali zamanda bindirir. Bu mütearifdir. Odun yüklüde olsa arkasına binebilir.

tmâmeyn: "Biz Mekke'den alınacak hediyenin, şu kadar batman olacağının şart koşulmasını uygun görürüz." buyurmuşlardır. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, üzerine buğday yüklemek üzere, bir deve veya bir eşek kiralar ve buğdayın ne kadar olacağını söylemez, işaret de etmezse, bazı alimlere göre, bu icare caiz olmaz. Bazılarınca ise, caiz olur.

Bu hususta adet ve an'aneye bakılır.

Zahir olan da budur.

Fetva da buna göredir, Cevâhirü'l-Ahlâtî'de de böyledir.

Bir adam, bir hayvan veya belirli bir şey icarlar ve akid esnasında da, bir açıklama yapmazsa, işte bu caiz olmaz. Ancak, icarlamadan önce açıklama yapılırsa, caiz olur. Fetâvâyi Attabiyye'de de böyledir.

Bir kimse, Semerkanl'a kadar gitmek üzere, bir hayvan kiralarsa, bu caiz olur. Çünkü o, belirli bir yerin adıdır.

Buhara'ya kadar gitmek üzere icarlarsa, bu caiz olmaz. Çünkü o, bir beldedir. Fetvada muhtar olan bunun da caiz olmasıdır. Zira, bu sözle örfen, şehre gitmeyi murad eylemiştir. Cevâhirü'l-Ahlâtî'de de böyledir.

Bir kimse, Fars'a (îran'a) gitmek üzere, bir hayvan kiralarsa, bu icare fasiddir.  Çünkü,  Fars denilen yer,  Horasan,  Harzem,  Şam, Ferğana, Maveraünnehir, Hind, Hata, Dest, Rum, Yemen, Belh, Herât, Evzencd beldelerinin ismidir. Ve bunların her biri, bir vilayet adıdır. En yakınına gitse, ecr-i misil gerekir; daha ileriye gidemez. Ve her biri bir beldedir; birine vasıl olsa diğerine vusûlu gerekir. Kerderî'nin Vedzi'nde de böyledir.

Bir adam, üzerinde her ay on batman un Öğütmek üzere bir hayvan icarlar ve neyi öğüteceğini de söylemezse, her neyi öğütürse Öğütsün caiz olur. Çünkü, öğütüceği şeyler bilinen şeylerdir.

Eğer yük haddini tecavüz ederse, tazminat gerekir.

Şayet, müddetini ye neyi ne kadar Öğütüeceğini söylemezse, bu icare caiz olmaz.

Eğer: "Her gün, on ölçek buğday üğüteceğim." derse, işte bu caiz olur. Gıyâsiyye'de de böyledir.

Bir adam, un öğütmek için, yevmiyesi bir dirheme bir hayvan icarlar; Öğüteceği şeyin de buğday mı» arpa mı olduğunu açıklarsa, kitapta "bunun caiz olduğu" yazılmıştır. Şayet öğüteceği şeyin miktarını açıklamamışsa, bazı alimler ve İmâm Ebfi Bekir Hâher-Zade "Elbette, günde ne kadar öğüteceğini de söylemesi gerekir. buyurmuştur. Fetva da bunun üzerinedir. Zahîriyye'de ve Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adam, bir yurt veya ev icarladığında, orada ne yapacağını açıklamazsa, istihsanda bu caiz olmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, diğerini bir şey satmak veya satın almak üzere kiralarsa, işte bu caiz olmaz.

Şayet, bu şekilde kiralanan şahıs, bir şey satıp bedelini alırsa, işte o bedel, onun yanında emanet olur. Gıyasiyye'de de böyledir.

Vaktini önce söyleyip, sonra da: "Ben, onu, bu gün bir dirheme kiraladım; onu bana satman üzere (veya benim onu, şu fiata almam üzere..." derse bu caiz olur.

Eğer, önce ücretini söyler; sonra da vaktini söylerse (Meselâ: Ben, onu bir dirheme, bu gün icarladım; satın almam ve satman üzere..." derse, bu caiz olmaz. Ve bu icâre fasid olur. Adam tam iş yaparsa, ecr-i misil (o beldede de örf her ne ise) o şekilde Ödenir.

tmâm Muhammed (R.A.), buna çare olarak şöyle buyurmuştur:

Onu simsara verip ona: "Bunu malum bir fiata satın al veya sat." der; ücretini söylemez; sonra da bu simsara, yaptığı iş için, bir hediye verir. İşte bu, caiz olur.

Simsar ecr-i misil alırsa, ona helal olur mu?

Bu hususta alimlerimizin muhtelif kavilleri vardır:

Şeyhu'1-tmâm Hâher-Zâde: "Helâl olur." buyurmuştur.

tmâm Muhammed (R.A.), başka şeylere de, kitap da böylece işarette bulunmuştur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Fasid bir icarede, müste'cir, icarladiğı şey zayi olursa, onu Ödemez. Sahih icarede olduğu gibi...

Hasan bin Ali el-Mürğînânî'den soruldu:

—Bir adam, koyun kanı ile bir elbiseye nakış yapıp, onu da siyah nakış ile birlikte karıştırsa; bu iş, kansız yapılsaydı, elverişli olumluydu? Ve bu işe bedel, ücret alabilir mi? Bu ücret temiz olur mu?

İmâm: "Evet." buyurdu. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir kimse, kuru bir kanalı, su akıtıp kendi yerini sulamak üzre veya değirmen döndürmek üzre yahut evinin üzerindeki oluktan, evinin suyunu akıtmak üzre veya oluğunda çamaşır suyunun akması için, yahut helasına idrar, necaset atmak üzere icarlarsa, işte bu caiz olmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, başka birim, helasına abdest suyu dökmek üzere icar-lasa, bu caiz olmaz. Zahîriyye'de de böyledir.

İmâm Muhammedi (R.A.)'in şöyle buyurduğu rivayet olunmuştur: bir  adam, suyu akan ma'ruf bir yeri  icarlarsa,   bu  caizdir.

Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Nehirdeki suyu karlamak caiz olmaz. Kanal ve kuyu da böyledir.

Nehri ve kanalı, suyu ile birlikte icarlamak da caiz olmaz. Çünkü bunlar, helak olabilirler.

Fetva da, umumî belvâ olduğundan dolayı, bu caiz olur.

Bir araziyi, suyu ile birlikte icarlamak da böyledir.

Bir evi, onun üzerine ev yapmak üzre icarlamak, Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre caiz değildir.

İmâmeyn'e göre ise, caizdir. Zira, bir evin üstü, o evin altı gibidir.

Bir yeri üzerine bina yapmak üzere icarlamak —her ne kadar binanın miktarı belli olmasa bile— caizdir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Yürümek üzere veya insanların yürümesi için, bir yol icarlamak, el-Asl kitabında, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre caiz değil; İmâmeyn'e göre ise caizdir.

Çeşmeler de tmâmeyn'in kavli üzeredir. Hulasa'da da böyledir.

Bir adamın evinin üzerinden, kendi evine gitmek için, orayı kar­lamak, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre caiz değil; İmâmeyn'e göre caizdir.

Evin altından gitmekte de durum aynıdır.

Şeyhu'I-İmâm Ahmed et-Tırvavisî: Uygun olanı, bu şekildeki icare-lerin caiz olmamasıdır. Bu icmâan böyledir." demiştir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, diğerinin evinin dış tarafını, bir ay orda yatıp gecelemek veya oraya eşyalarını koymak üzere icarlasa, bu hususta alimler ihtilaf eylediler: Bazıları: "Caiz olmaz."; bazıları da: "Caizdir." demişlerdir.

Sahih olan da budur. Çünkü, üzerinde akid yapılan belirli yerdir. Bedâi"de de böyledir.

Bir adam, belirli bir vakte kadar, aşağı katın üzerine, bina yapmak üzere, icarlasa, bu caiz olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Câmİu'l-Esğâr kitabında şöyle zikredilmiştir:

Hallâf, İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

Müste'cirin bir ev yapması veya bir müsafirhane yapması, şayet icarcıya zarar vermiyorsa, bunda bir beis yoktur.

Ebû'I-Leys el-Kebîr, bununla fetva vermiş ve:('Bu kabul edilir." demiştir. Hâvî'de de böyledir.

Belirli bir yeri veya belirli bir evin üzerini, belirli bir müddetle karlamak, sonra da oradan su akıtmak caizdir.

Bir adam, bir yerini icara verir; müste'cir de o yerde kanal kazıp su akıtır veya duvarını, karcı üzerine bina yapsın diye, icara verir veya üzerine ağaç  korsa;  bu durumların tamamında, icare caiz olmaz. Suğrâ'da da böyledir.

Bir adam, belirli bir ücretle, her ay evine bırakmak üzere bir oluk icarlarsa, bu caiz olur. Eğer oluk icara verenin duvarında olursa caiz olmaz. Zahîriyye'de de böyledir.

Mer'a, (otlak) karlamak caiz değildir. Şayet arazi icarlarsa bu caizdir.

Ancak, kim bir otlak karlamayı murad ederse, bunun çaresi şudur: O araziden bir çadır yeri veya koyunlarını yatırıp kaldırmak için bir ağıl yeri icarlar ve böylece icare sahih olur. O mer'adan faydalanmak da caiz olur. Muhıyt'te de böyledir.

Camiu'l-Fetâvâ'da: Böyle bir yere girmek isteyen kimse, men edilir." denilmiştir. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir adam, belirli bir köle için, bir mer'ayı icarlar ve bu köle bir sene orda çobanlık yaparsa, otlattığı hayvanlardan tazminat yapmaz. Şayet onu efendisi azad eder veya satarsa, bu caizdir. Ve o takdirde, kıymetini tazmin eder. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, kuyu çarkını, ipini veya kovasını, koyun sulamak için icara verirse, bu, —cehalet sebebiyle— fasiddir. Ancak, vaktini tayin ederse caiz olur. Mebsût'ta da böyledir.

Bir kimsenin, üzerine ağaç veya perde koymak yahut delik açmak için bir duvar kiralaması caiz olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adam, belirli bir yeri kazıklar çakıp, orda iplik ıslah etmek ve onu örmek için icarlarsa, bu caiz olur. Çünkü bu, insanların yaptığı şeydir.

Şayet bir duvar icarlayıp, kazık çakar, ibrişimi ıslah eder ve orda dokumacılık yapmak isterse, o caiz olmaz. Bazı alimlerimiz: "Bu insan­ların icarladığı bir şey değildir." dediler.

Örf ve adete göre, bizim diyarımızda bu caizdir.

Bazı alimler: Bu teamül halindedir. Bütün mevsimlerde yapılır." buyurmuşlardır.

Hişam'ın Nevâdiri'nde: Çakmak için, kazık kiralamak da caizdir." denilmiştir. Zehıyre'de de böyledir.

Üzerinde ibrişim ıslah  edilen kazıkları  (direkleri) icarlamak sahihtir.

Üzerinde eşya takılı direkleri icarlamak caiz olmaz. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.

Meyvesi müste'cirin olmak üzere, ağaç icarlamak caiz olmaz.

Keza, bir ineği, bir koyunu sütü için icarlamak caiz olmaz. Serahsfnin Muhıytı'nde de böyledir.

İmâm Kerhî, Muhtasarında şöyle buyurmuştur:

Bir kimse, bir hurma ağacını veya yerde yatan bir ağacı, üzerine elbise sermek için icarlarsa, bu caiz olmaz.

Müntekâ'da şöyle zikredilmiştir:

Bir adam, üzerinde çamaşır kurutmak üzere, bir ev üstü icarlasa bu caiz olur. Muhıyt'te de böyledir.

Üzerinde çamaşır kurutmak için ağaç icarlamak, caiz değildir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, diğerinden Bağdad'a gitmek üzere bir hayvan icarladığında: "Oraya varınca, ne istersen veririm." derse, bu icare caiz olmaz. Çünkü, bedel belirli değildir.

Keza, "kendi veya hayvan sahibi neye hükmederse, onu vereceğini" söylerse, yine, bu icare caiz olmaz.

Şayet: "Benim rızam yirmi dirhemdir. Ondan fazla da, noksan da olmaz." derse, yine icare fasiddir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, arkadaşlarının icarladiğı hayvanların benzerini, icarlar, yalnız o hayvanlar muhtelif vasıflarda olurlarsa, bu icare fâsid olur.

Şayet hepsinin icarı malum ve hepsi de. on dirhem olup, fazla noksan olamazlar ve bu da bilinirse, bu durumda, icare caiz olur.

Eğer ücretler değişik ve o hayvanın benzerlerinden kiminin icarı fazla, kiminin noksan olur; durumları da muhelif bulunur; on tane veya daha az yahut çok olurlarsa, ortalama bir icar lazım olur. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir. [27]

 

2- Mekân Şartı Bulunmasından Dolayı Fasid Olan Akidler

 

kareyi akdi gerektirmeyen şartlar bozar.

Meselâ: Bir kimsenin ücretle tuttuğu, bir şahsın, kendi fiiliyle veya başkasının fiiliyle telef ettiği bir şeyi ödemesi, veya ortaklaşa yapılan işte telef olan bir şeyi, —kendi işi olmaksızın— ödemesi gibi...

Bu, tmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin görüşüdür.

Fakat, akdi iktiza eden bir şey şart koşuhırsa (Meselâ: Müşterek ecirde, kendi fiiliyle telef eylediğini ödemesi) bu akdi bozmaz. Cevhe-retü'n-Neyyire'de de böyledir.

Bir adam, bir aylığına, bir köleyi "eğer köle veya müste'cir hasta olursa, kalan günleri ikinci ayda tamamlaması" şartıyle icarlarsa, bu icare de fasiddir. Serahsî'nin Muhiytı'nde de böyledir.

Bir adam, bir köleyi, her ayda şu kadar gün, "yiyeceği müste'cire ait veya hayvanın yiyeceği müste'cire ait olmak şartiyle icarlarsa; kitabda "caiz olmaz." diye yazılmıştır. Fakıyh Ebû'I-Leys: "Hayvan hakkında, önceki bilginlerin sözlerini alırız. Fakat bu zamanda, kölenin müste'cirin malından yemesi adettir." buyurmuştur. Zahîrîyye'de de böyledir.

İçinde insan ve hayvan yiyeceği bulunan her icare fasiddir. Ancak, çocuk emziricinin yiyeceği ve giyeceği icarcıya aittir. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, diğerinden, aylığı on dirheme şu şartlaki "bir gün oturup, sonra çıkarsa, ön dirhem vermek şartıyle" bir ev icarlarsa bu icare de fasiddir.

Bir hayvanı, "emîr ne zaman hayvanına binerse, o da o zaman binmek şartıyle," kiralarsa, bu da icarlanan hayvana ne kadar binileceği belli olmadığından fasiddir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, belirli bir ücretle, bir ev icarladığında, bu evi icara veren, icarcıya "evi suvamasını" "kapısını  takmasını",  "üzerine (tavanına) bir ağaç koymasını" şart koşarsa, işte bu icare de fasiddir.

Keza, içine kanal veya kuyu kazmak şartiyle icara verse veya sınır yapmak üzere icara verse bu icare fasidedir. Bedâi"de de böyledir.

Bir adam, evini diğerine tamirine bakmak şartiyle, oturmaya verse, bu durumda icar gerekmez. Bu, bir ariyet olur. Çünkü ücrette ev bakımı şart koşulmaz. Zira, tamir evin masrafıdır. Ariyetin masrafı da müsteîre aittir. Fetâvâyi Suğrâ ve Gıyâsiyye'de de böyledir.

Bir adam, Bağdad'a gitmek üzere, "Eğer Allahu Teâlâ veya başka biri bir ikramda bulunursa, yarısını o hayvanın sahibine vermek şartıyle bir hayvan icarlarsa, bu icare de fasiddir; ecr-i misil gerekir.

Bir kimse, Bağdad'a gitmek üzere bir hayvan icarlar ve: "Şayet Bağdad'a varırsam, on dirhem; değilse bir şey yok." derse bu icare de fasiddir ve gittiği yol kadar ecr-i misil gerekir. Mebsût'ta da böyledir.

Müste'cire, o yerin haracını vermeyi şart koşan, icara veren şahsın icaresi alimlerimize göre fasiddir. Suğrâ'da da böyledir.

Şayet arazi, arazi-i öşriyye olur; sahibi de onu icara verir ve müste'cire, "öşrünü vermeyi" şart koşarsa, İmâmeyn'e göre, bu icare caizdir. İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre ise, caiz değildir. Zehıyre'de de böyledir.

Eğer, icara veren şahıs, müste'cire:  "Harcım ver; sana icar yoktur." derse, bu icarede fasiddir.

Keza, hayvan hakkında da, icara tutan şahsa, icara veren şahıs: "Yolun yarısından dönsen bile, tam ücret vereceksin." derse, bu icare de fasiddîr.

Keza hayvanı icarlayan: "Bugün filan yere varamazsam ücret yoktur." derse icare fasiddir ve ecr-i misil vardır.              

Eğer hayvanın yiyeceğini müste'cire şart koşar; o da ona bir şey yedirmez ve hayvan ölürse, tazlminat gerekmez.

Keza, bir. kimse, icarlayan şahsa, "icarladığı şeyi, kusursuz iade etmesini" şart koşar, o da kusurlanır veya ölürse, bu caiz olmaz.

Keza, icarladığı eve, kendi tuğlasından, bir ev yapmasını şart koşarsa bu icare caiz olmaz.

Keza, terziye, dikeceği elbisenin astarını ve diğer malzemesini, kendinden olacağını şart koşarsa, o da öyle yaparsa; tuğlasının veya astar ve pamuğunun ecr-i misli vardır. Hallaç (= yün atıcı) ve neddaf (= pamuk atıcı) bunun hilafınadır. Gıyasiyye'de de böyledir.

Bir adam, diğeri bir adamı şehirden uzak bir köyde, odun kesmesi için icarlar; gitme —gelme ücreti de müstecire ait olursa, alimler: "Bu durumda müste'cir, gitme-gelme parasını vermez." demişlerdir. Şayet böyle şart koşarlarsa, icare fasid olur.

Uygun olan, bu cevabı tafsilatlandırmakdır. Şayet kesilecek ağaçlar, müste'cir tarafından biliniyor ise, böyle olur. Eğer bilinmiyorsa ve vakti de belirtilmemişse icare sahih olmaz. Şayet vakti belirtilirse, bu durumda icarcıya, söylenen ücretten başkası yoktur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

İmâm Muhammed (R.A.), CamiuVSağîr'de şöyle buyurmuştur: Bir adamın, bir yeri orayı kazıp ekmek veya sulamak üzere dirhem­leri karşılığında icarlamasi caizdir.

Eğer iki defa sürer veya onu gübreler ve böyle bir şartla icarlarsa işte bu icare fasiddir.

îki defa sürmek hususunda ihtilaf edilmiştir. Bazı alimIer:"Onu bir defa sürmüş olur; geri verir." buyurdular; bazıları da:"İki defa sürer." dediler. Bu hal, beldelere göre değişiktir. Örf ve adete uyulur. İki defa sürülen yerde, şart caizdir.

Keza, gübre atılan yerde, gübre, müste'cir tarafından olur ve men-faatıda ikinci yıla kalırsa, akid fasiddir. Fakat aynı seneye ait olursa, akid sahihdir. Muhıyt'te de böyledir.

Hâher-Zâde şöyle buyurmuştur:

Müste'cire, "icare müddeti içinde, tarlanın sürülmüş olarak geri verilmesi" şart koşulursa, bu icare fasid olur.

Sahih olanı da budur.

Fakat, "icare müddeti bittikten sonra, sürülmüş olarak verilmesi" şartı varsa, bunda iki durum vardır. Eğer tarlayı icarlayan zata, icara veren adam: "Ben, sana icare müddeti bitince, tarlayı sür, teslim et; dedim." derse, işte bu caiz ve sahihdir.

Eğer: "Ben, sana icare müddeti bitince, şuna karşılık sür dedim." derse, işte bu sahih değildir.

Şayet, icare müddeti bitince, o yeri sürmek ıtlakı varsa, caizdir.

Hilaf zahirü'r-rivayededir.

Biz, bunun sıhhatine fetva verdik.

Sahih olanı da budur ve bununla fetva verilir. Suğrâ'da da böyledir.

Bir tarlaya kanal kazılması, müste'cire. şart koşulursa bu akid fasid olur.

Alimlerden bazıları, ark ile kanalı bir birinden ayırdılar ve "Ark yapmayı şart koşmak, sahilidir." dediler.

Önceki kavil, esahh olan kavildir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, diğerine, evini, seneliği yüz dirheme ve oturmamak üzere kiraya verirse, bu icare fasiddir.

Şayet evini icara verirken, icarcıya "senden başkası oturmayacak" diye şart koşarsa, bu icare caiz olur.

Bu şartta, icara veren şahıs için, menfaat vardır.

Şeyhu'I-İslâm, Şerhı'nde şöyle demiştir:

Elbette burda açıklama gerekir. Bize göre, ikinci suretin açıklaması şudur:

Şayet evde tuvalet çukuru yoksa, abdest suyu çukuru yoksa bu durumda, icara veren şahsa, şart koşmakta bir fayda yoktur. Çünkü, kendisi başkasının oturduğu için, bir sıkıntı görmüyor ve icare faside olmuyor.

Birinci suretin te'vili ise şöyledir. Evde, her iki çukur (kuyu) da vardır; bu böyle olunca, bu şartta da, ev sahibine bir menfaat vardır. Sözleşmesinde şart gerekmez; ifsadı gerekir.

Eğer birinci surette icare fesada gider ve müste'cir evde oturursa, ecr-i mislin son haddini öder. Muhıyt'te de böyledir.

Eğer, evin bir senelik ücretini, müezzinlik veya imamlık bedeli olarak söylerse bu durumda ecr-i misil gerekir.

Şayet.o zatlar evde otururlarsa, onlara ezan veya imametlik ücreti yoktur. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, diğerinden, aylığı on dirheme, kendisi ve ailesinin oturması şartiyle, o evi tamir etmek ve onu sıvamak üzere bir ev kiralar ve bu evde de yıkıkhk olmaz, adam bekçi ücreti ve hükümdar tarafından istenilen ücreti verirse, bu icare fasid olur.

Alimler, şöyle demişlerdir:

Bu cevap sahihdir. Çünkü, ev sahibine karşı ta'mirat —nefsinde— meçhuldür. Bekçi ücreti ise, o evde oturana aittir. Bu şart meçhul bir şart değildir; akdi fesad eylemez. Oturmasaydı ecirde olmazdı; oturunca ecr-i misil vardır. Ecr-i mislinde müsemmayı (komşulan bedel) geçmemek üzere, en yukarı haddi vardır.

Akid, belirli olan müsemmâ ile birlikte fesada gidince, ecr-i misil lazım olur. O da müsemmayı tecavüz etmez.

Hatta müsemma beş dirhem; ecr-i misil de on dirhem olsa, —başka değil— yalnız beş dirhem gerekir.

Şayet akid, müsemmayı bilmemezlikten dolayı veya müsemmanın olmadığından dolayı bozulursa, en yüksek olan ecr-i misil lâzım olur.

Keza, bazısı belirli bazısı belirsiz olursa, yine ecr-i mislin en yükseği gerekir. Bu, müsemmadan fazla olduğu zaman böyledir. Fakat, mü-semmâdan noksan olursa, biz: "Müsemmanın tamamı belli ise, akid başka bir sebeble bozulmuş ve müsemmadan aşağı düşmüştür." deriz. (Şöyleki: Ecr-i misil beş dirhem; müsemma da on dirhem olursa; işte o zaman, beş dirhem gerekir. Müsemmanın bir kısmı malum, bazısı meçhul olursa, ma'Ium olan mikdardan aşağı düşmez) Bekçi ve sıva meselesi gibi... Çünkü, burda ma'Ium mikdardan noksan değildir. Ecr-i misil, beş dirhem olursa, müsemmadan ma'Ium olan dirhemi öder. Muhıyt'te de böyledir. [28]

 

3- Değirmencinin Ölçeği Ve Bunun Mahiyeti

 

Üğütücünün ölçeğini sureti: Bir adam, diğer birinden, un öğütmek için, ve öğütülen undan bir ölçek vermek şartıyle, bir öküz icarlar veya öğüttüğü unun yarısını veya üçte birini yahut buna benzer bir kısmını vermek şartıyle bir insan icarlasa, bu icareler fasiddir.

Bunun caiz olmasını, isteyen şahıs buğday sahibine, taze undan, bir ölçek un vermesini şart koşar ve "bu buğdaydan" demez. Veya taze undan, bu buğdayın dörtte biri diye şart koşar. Çünkü, dekik bizzat buğdaya izafe edilmiş olmaz. Zimmet gerekir. Kendisine işaret olunanın caiz olduğu gibi, zimmet de alacak olur. Caiz olunca da, alması da caiz olur ve o buğdayın dörtte birininin ununu —eğer dilerse— vermek de caiz olur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, diğerini, un öğütmesi için icarlar; icar olarak da o undan ekmek veya bir dirhem ile ondan bir ölçek vermeyi söyler yahut bir koyunu bir dirheme kesmesini ve "etinden bir rıtıl vereceğini" söylerse,    bunlar    fasiddir.    Zira    muhataralıdır;    kesin    değildir. Gıyâsiyye'de de böyledir.

Bir adam, diğerine, sıkıp, yağını çıkarmak ve ondan kendisine bir miktar yağ vermek üzere, susam verir veya etinin bir kısmını vermek üzere, bir  koyun  kesmesini  söylerse, işte bu da caiz olmaz. Hizânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Öğütülecek  unun  bir  kısmını  vermek  üzere,   öğütmek  için değirmen   icarlamak   sahih   değidlir.   Ebî'I-Mekârim   Şerhi'nde de böyledir.

Bir adamı, "taşıyacağı buğdaydan bir ölçek icar vermek üzere" kiralamak veya "bir merkebi taşıyacağından, bir ölçek kira vermek üzere icarlamak' * elbette caiz değildir.

Eğer yükletilirse, bir ölçeğin kıymetini geçmemek üzre ecr-i misil verilir.

Şu, buna muhalifdir: Taşıyacağı yükün cinsinden olmamak üzere, yarısı kadar icar vermek, fesadı gerektirmez.

Bu da şuna muhaliftir: tki kişinin  ortaklaşa  odunları bulunduğunda, onlardan birisi keser, diğeri toplarsa ona, ecr-i baliğ verilir.

İmâm Muhammed (R.A.), böyle buyurmuştur. Kâfî'de de böyledir.

Bunda aslolan: Her ne zaman, taşıyıcının taşıdığından ücret alması,  icarı  fesada veriyorsa,  iş yapan  ücrete  müstehak olunca, taşıdığından bir şey almaya hak sahibi olmaz. Alırsa, icare batıl olur. Tebyîn'de de böyledir.

Bir adam, diğerini pamuk toplatmak için icarlayıp, ona: "Sana ücret olarak, bu pamuktan on batman veririm." derse bu caiz olmuyor.

Şayet "...bu pamuktan" demez fakat "...pamuktan, on batman veririm." derse; caiz oluyor. (Yani yaptığı işten ücret alamıyor) Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, bir dokumacıya iplik vererek: "Bunu, yansı sana olmak üzere doku." derse, bu durumda bez, sahibinin oluyor. Belh alimleri bu icareyi caiz gördüler. Bu icare, zaruret zamanında taamüldür. Sahih olan, kitabın cevabıdır. Çünkü, ücret olarak öğütülen şeyden bir ölçek vermek caiz olmadığı gibi, bez dokuyucuya da ecr-i misil vardır. Camiu's-Sağîr Şerhı'nde de böyledir.

İzinli veya izinsiz bir köleye, kiraladığı hayvanın taşıdığı yükün yarısını vermek fasiddir. Ona da ecr-i misil verilir.

Eğer izinli ise veya efendisinden icarlandı ise böyledir.. Değilse, efendisine icar verilmez.

Eğer o kölesine eziyet ederse, ona ecir verilmez; kıymeti ödenir.

Eğer efendisi teslim ederse, istihsanen ecir verilir. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, bir yerini, ağaç dikmesi için, birine yeri ve ağacına ortak olmak üzere verirse, işte bu caiz olmaz; ağaçlar yer sahibinin olur; çalışana da ücreti verilir. Ona, "diktiği ağaçları sökmesi" söylenmez. Eğer o ağaçların meyvesinden yemişse, ücretine sayılır. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, diğerine çalıştırsın diye bir hayvan verir, o da, onu Allah'ın kendilerine vereceği rızkı, aralarında taksim etmek üzere, icara verir ve bu amil, insanlardan ücret alırsa, bu ücretin tamamı, mal sahi­binin olur. Çalıştıran şahsa ecr-i misil vardır.

Şayet hayvanı icara vermedi de kendisi çalıştırdı ise, ücreti çalıştıranın olur; hayvan sahibine ise, ecr-i misil verilir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, diğer bir adama, onunla su taşısın diye, bir deve verir, o da suyu satar; Allah'ın verdiği kadar rızık kazanır ve buna da ortak olurlarsa bu da fasiddir. Deveyi suda kullanırsa, satığı suyun parası kendinin olur ve deve sahibine ecr-i misil verir. Bu, balık avlamak için verilen ağ gibidir.  Bu ağ, tutulacak balığa ortak olmaları şartıyle verilmişse, o zaman, balık tutanın olur. Şebeke (balık ağı) için ağ sahi­bine ecr-i misil verilir. Zehıyre'de de böyledir.

Bir adam, diğerine, eşyalarını taşımak üzre devesini kiraya Verir, o adam da bu deveyi, insanlara —devenin kazancına ortak olmak üzere satarsa, işte bu da fasiddir. Karın tamamı, kiralayanındır. Deve sahibine ecr-i misil vardır. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir adam, diğerine, içinde buğday satmak ve Allah'ın vereceği rızkı aralarında taksim etmek üzere, bir ev verir; adam da bu evi teslim alıp içinde buğday satar ve kâr ederse, kârın tamamı buğdayı satan şahsın olur. Ev sahibine, evinin ecr-i misli vardır.

Şayet ev sahibi, evi icara verir, adam da içinde —kâr'ı ortak olmak üzere— buğday satarsa, bu da fasiddir. Kâr ev sahibinin olur; satıcıya ecr-i misil vardır. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam,  diğerine:  "Seni yevmiyen bir dirheme kiraladım. Avladığın şeye ortağız." derse, işte bu da fasiddir.

Bu durumda avlanan şeyler icarlayanındır; avlayana ise ecr-i misil vardır.

Şayet, bir köleyi kazancının yarısına icarlar veya çobanı, koyunların sütüne kiralar yahut bir kısmına veya yününe karşılık kiralarsa, bu caiz olmaz. Onlara ecr-i misil vardır. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir adam, diğerine bir inek verip "bak, yedir, içir; sütünün, yağının yarısı senin, yarısı benim." derse; bu icare fasiddir. İnek sahibi, ineğe bakan şahsa, yedirdiğinin parasını verir. Bakım ücreti verir. Yedirdiği şayet inek sahibinin kendi mülkünden ise, bîr şey gerekmez. Eğer süt mevcut ise, onu geri alır. Eğer telef olmuşsa, bedelini alır. Eğer adam sütü peynir yapmışsa; peynir, onu yapanın olur; o şahıs, sütün bedelini, inek sahibine öder. San'atla mal sahibinin hakkı kesilmiştir.

Bunun caiz olmasının çaresi: Adam ineğin yarısını para ile satar ve onu adama teberru eder; sonra da sütü, yoğurt, tarhana yapmasını emreder. Bu durumda, ona, yarı yarıya ortak olurlar.

Keza, bir adam, diğerine, "yumurtasına ortak olmak üzere" biı tavuk veya ipeğine ortak olmak üzere, ipek böceği verirse, bunların hiç birisi caiz olmaz. Mahsûlün tamamı mal sahibinindir; diğerine ecr-i misil vardır. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.

Şayet, kendisine inek ve tavuk verilen şahıs, onları bir başkasına ortağa verir; ve o sonrakinin elinde zayi olursa, önceki tazmin eder.

Şayet bu şahıs, kendisine ortağa verilen ineği, mer'aya yollarsa, bu örf olduğu için tazminat gerekmez. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, diğerine ipeği yan yarıya ortak olmak üzere ipek böceği verir ve bu böceklerden çoğu da dışarı çıkar; ortak da: "çoğu öldü." der; böcek sahibi de: "Böceklerin kıymetini ver; ben ortaklıktan vaz geçtim." derse, bu sözü, bir kıymet ifade etmez. Böcekler sahibine verilir; diğeri masrafını alır. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.

Bir adam, diğerinin ipek böceğini veya yumurtasını gasbedip, onu bekletir; böcek ipek yapar; yumurtalarda civciv olurlarsa, o ipek ve civ­civler kimin olur?

Şemsü'i-Eimme Halvânî'nin şöyle buyurduğu rivayet olunmuştur:

Eğer kendiliğinden olmuşlarsa, sahibinin olur.

Burda çare: Yumurta sahibi; yumurtasının yarısını satar; tavuk sahibi de onun yarısını satar; sonra da onu teberru ederler ve civcivlerin yarısına sahib olurlar. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adamın, diğer bir şehirde alacaklı olduğu birisi olur ve bir başkasına: "Oraya git, ondan mal al; ondan alırsan sana on dirhemi vardır." der; o adam da gidip alırsa ona ecr-i misil verilmesi gerekir. "On dirhemini al." şartı fasiddir. Çünkü, bu buğdayın unu manası­nadır. Cevahirü'l-Fetâvâ'da da böyledir.

Bir kimse, "şu şekilde bir iş yap." diye bir adamı icarlar; işi de söylemez veya kan ve lâşe için icarlarsa, bu durumlarda, en yüksek ecr-i misil lazım olur.

Keza, dirhemlerin adedini söyler de, ağırlığını söylemez, o beldede de dirhemler değişik olursa, hangisi daha çok kullanılıyorsa, ondan Ödeme yapar. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.

Bir adam, diğerini, meşelikten odun kesmesi için icarlar; karşılık olarak da, o meşelikten beş kucak odun vereceğini söylerse, bu da caiz olmaz. Şayet: "Seni beş kucak oduna kiraladım. Şu meşelikten odun kesmene karşılık." demiş olsaydı, bu caiz olurdu. Eğer: "Bu meşelikten keseceğin odundan, sana beş kucak vereceğim." derse, bu caiz olmaz. Çünkü verilecek odunda cehalet vardır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir. [29]

 

4- İcarlanan Şeyin, Bir Başkası Tarafından Meşgul Bulunması Halinde İcârenin Fesadı

 

Bir adam, bir ev içarladığmda, o evde, icara veren şahsın eşyası bulunursa, Kerhî, Muhtasarında İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'den gelen rivayette bu icare caizdir; "evin eşyasının çıkarılıp, öyle teslim edilmesi söylenir.'' demiştir.

Fetva da buna göredir.

Ancak, eşyayı çıkarmak fazla zarar veriyorsa, o müstesnadır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

İçinde ekili bir şey bulunan yeri ve bağı icarlamak ziraata mani ise, bu icare fasid olur.

Eğer sahibi, onu söker de teslim ederse, o zaman caizdir. Çünkü ,-mani zail olmuştur.

Şayet mahsul yetişmiş ve onun hasadı da zarar vermiyorsa, icare caizdir ve hasadın kaldırılması söylenir.

Eğer, icare müddetinden bir müddet, dava edilmeden geçer ve hasad kaldırılırsa, müste'cir muhayyerdir: İsterse, o yeri teslim alır ve ücretini verir; isterse, almaz; vaz geçer.

Bu, içinde oturmak için kiralanan evin hilafınadır. îcara veren bir müddet teslim edemezse müstecire muhayyerlik yoktur; yeniden akid yaparlar Serahsî'nin Muhiytı'nde de böyledir.

Bir adam, içinde bir sene duracak sebzesi olan bir yeri, icarlarsa, bu icare fasid olur.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre böyledir.

Şayet yer sahibi, onları söker; müstecir de: "Ben, böylece boş olarak teslim alıyorum." derse; işte bu caizdir.

Bundan önceki yapacakları icare hükmünün husûmeti batıldır. Sonra sökerse, icare sahih olmaz. Yeniden akid yaparlarsa, o müstes­nadır.

Şayet icare müddeti, —husûmetten önce— bir gün veya iki gün geçer; sonra da adam sökümünü yaparsa, müste'cir muhayyerdir. Dilerse, aynı icare üzerinden teslim alır; yalnız geçen günlerin hissesini düşer; dilerse, vaz geçer, almaz, Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Ziraat yetişmemiş olur; adam da icarenin cevazını dilerse bu durumda, çare şudur:

Eğer ziraat tarla sahibinin ise, icarciya orda çalışmak üzere, orayı verir; emeğinin karşılığı çıkacak mahsulün bedelinden yüzde onunu ona verecek olur. Sonra da, mal sahibi, adama verdiği yeri teslim eder. Bila­hare de istediği yeri ona icara verir.

Eğer ziraat mal sahibinin değilse; uygun olanı ziraat senesi geçtikten sonra, icara vermektir. O zaman, icare caiz olur. Zira gelecek zamana izafe edilmiş olur. Bağ ve bahçede de çare böyledir. Muhıyt'te de böyledir.

Diğer bir çare: Eğer ziraat mal sahibinin ise, belirli bir bedelle, o yeri satar; karşılıklı teslim-tesellüm yaparlar. Sonra o yeri, ona icara verir..

Şayet o mezrûat başkasına geçmiş, olursa, o müddettea sonra, orayı icara verir.

Eğer bu çarelerin dışında icara verirse, sonra da hasad toplanmadan teslim ederse, bu icare caiz olur. Hulâsa'da da böyledir.

Bir adam, arazisinin bir kısmı ekili, bir kısmı boş olarak, icara verirse, işte bu icare fasidedir.

Önceki rriezrûatın fesadiyle boş olan yerin icaresi de fasiddir. Cev-heretü'n-Neyyire'de de böyledir.

Fadlî'nin Fetvâlan'nda şöyle zikredilmiştir:

Bir adam, bir yerini bir kısmı ekili, bir kısmı boş olarak icara verirse, meşgul olan yerin dışında kalan, boş yerin icaresi caiz olur. Eğer aralarında ihtilaf çıkarsa, icara verenin sözü geçerli olur. Muhıyt'te de böyledir.

Ziraata elverişli olmayan yeri icara vermek caiz değildir. Çünkü, orada ziraatten bir fayda beklenmez. Bedâi"de de böyledir.

Yeşil hâldeki arpayı, biçmek üzre birisi satın alır veya açık akid yaparlarsa, bu satın alım sahih olur.

Sonra da o yeri belirli bir müddete kadar, o yeşil arpayı terk etmesi için icarlarsa, caiz olur.

Eğer icarcı orayı terk eder; mahsul yetişirse, ücreti satanın olur. İcare sahih olduğundan, fazlalık da helal olur.

Şayet o yaş arpayı satın almak için, o yeri icarlar, arpa olgunlaşana kadar, ma'lum bir müddet de koymazlarsa, müddet belli olmadığından, bu icare fasid olur.

Eğer o yerde, o arpayı terk eder; o da olgunlaşırsa, ecr-i misil gerekir.

Hurma ağacı bunun hilafınadır. Ona, asla ücret gerekmez. Fiatı kadar meyvesi de helal olur.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve imâm Muhammed (R.A.)'e göre, bu fazlalığı tasadduk eder.

Fakat, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, her halde de helâl cîur. Zehıyre'de de böyledir.

Bir adam, hurma ağacının üzerindeki hurmayı satın aldıktan sonra, o hurmalar yetişene kadar, ağacını icarlasa, bu caiz olmaz. Çünkü bu, insanların yaptığı bir icare şekli değildir. Muhıyt'te de böyledir.

Eğer parasını peşin ödemişse, geri alır. Meyvedeki artım da helal olur. Zehıyre'de de böyledir.

Bir adam, hurma ağacında bulunan meyveyi satın aldıktan sonra, —o hurma ağacı hariç—, o yeri icarlarsa, bu da caiz olmaz. Çünkü hurma ağacı, onunla meyvesi arasında bir haildir. Zira, müste'cir, icara verenin mülkünde meşguldür.

Keza, önce yaş hurmaları satın alsa, sonra da yerlerini icarlasa, bu caiz olmaz. Çünkü yaş hurmaların kökü, icara verenindir.

Şayet hurma ağacını satın alır ve onun üzerinde de meyvesi bulunur ve satın alan zat, o ağacı sökmek ister; sonra da ağaç yerinde kalsın diye, o yeri icarlarsa, işte bu caiz olur.

Keza, yaş hurmaları satın alıp, kökleri kalır; sonra da o hurmalar yetişsin diye, o yeri icarlarsa, bu da olmaz. Fakat, yaş hurmaları ağaçları ile birlikte onları sökmek için satın alır; sonra da onları sökmemek için ve hurmaları yetişsin diye, o yeri icarlarsa bu da caiz olur. O yeri her haliyle icarlarsa, yine caiz olur. Muhiyt'te de böyledir.

Yetime'de zikredildiğine göre; babamdan soruldu:

Bir adam, diğerinden, bostan ekmek için, belirli bir şey karşılığında, bir yer icarlar ve o yerin yanında, ıslahı için toprak ve gübre bulunur; müddeti belirtmezler ve o gübrenin fiatını da konuşmazlarsa, bu icare sahih olur mu?

Babam şu cevabı vermiş:

—Sahih olmaz.

Ona denilmiş ki:

—Müste'cir onu, tohum ve saire masrafına sarf ettikten sonra, onu açıklasa, isti'car fasidedir. Mal sahibine, onun bedelini öder mi?

— "Evet." buyurmuş. Talarhâniyye'de de böyledir.

Bir adam, bir şahsın, kölesini kendisine sattığı halde, -teslim etmeden Önce, onu, o şahıstan, bir aylığına, bir dirheme, ekmek pişirmeyi veya dikiş dikmeyi öğretmesi için icarlarsa, işte bu caizdir. Onun ücreti verilir.

Eğer bu köle, satanın yanında iken, o ay tamam olmadan önce veya sonra ölürse, satıcının malı olarak ölmüş olur. Bu bir teslim alış olmaz.

Keza, bir kimse, satın aldığı köleyi, çamaşırı yıkamak, elbiseyi dikmek için icarlarsa, bu da caizdir. Bu köle de ölürse, müşterinin malı olarak ölmüş olur.

Şayet müşteri muhafaza etmek için, şu fiata diyerek icarlarsa, bu icare de fasid olur. Çünkü, teslim edene kadar, onu korumak satıcıya aittir.

Keza, rehin alan şahıs, onu icarlarsa, eğer ona bir şey öğretmek için İcarlamışsa, bu caizdir.

Keza mal sahibi, gasbolunan malım icarlarsa, tafsilat yukarıdaki gibidir. Graye'de de böyledir.

Noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah'u Teâlâ, en doğrusunu bilir. [30]                 

 

16- ÎCÂREDE ŞÜYÛVMES'ELELERİ VE TA'AT, MEÂSÎ VE MUBAH FULLER İÇİN İSTİ'CAR

 

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, müşa'nın karesi —taksimi kabul etsin veya etmesin— fasiddir.

Fetva da bunun üzerinedir. Fetâvâyi Kâdlhân'da da böyledir.

İmâmeyn'e göre, hissesini (nasibini) açıklamak şartıyle caizdir. Eğer muşa sahibinin hissesini açıklamazsa, caiz değildir.

Muğni'l-Fetvâ'da şöyle zikredilmiştir. Müşaın    icaresinde, İmâmeyn'in kavli geçerlidir. Tebyîn'de de böyledir.

Ortak olmadığı halde, müşterek evde hissesi bulunan, müşaın hissesinin icare sureti veya yarısı kendsinin olan köle ve hayvanın icare şekli şudur: Alimler şunda içtima etmişlerdir. Ortağın, —muşa, taksimi kabul etsin veya etmesin— tamamını veya kendi hissesini icare vermesi caizdir. Hulâsamda da böyledir.

Bir adam, muşa bulunan şeyin tamamını icara verdikten sonra, yarısını feshederler veya birisi ölür yahut birinin hissesine, bir hak sahibi çıkarsa, geride kalan hakkında icare baki kalır.

Nısab'da ve Suğra'da müşadaki cevazın yolu şudur: Hakimin hükmü veya hakimin hükmüyle bu caiz olur. Eğer hakime çıkmada mazeret bulunur veya her ikisinin de akdi ile icare yapıldıktan sonra, birisi hissesini feshederse, diğeri yerinde kalır. Müzmarât'ta da böyledir.

Bir adam, iki kişiye icara verse, bu icare caizdir. Onlardan her birisi, o şeyden hisseleri kadar faydalanırlar. Kâfî'de de böyledir.

Arazisi hariç.olmak üzere, bir evi icara vermek, caiz olmaz. İmâm Mu ham m ed (R.A.), Nevâdir'de: "Caiz olur." buyurmuştur. Kadî İmâm Ebû Ali en-Nesefî, bununla fetva verirdi. Alimlerimiz de böyle söylediler.

Keza, bina mülk, arsa vakıf olursa, o binayı icara vermek caiz olmaz. Çünkü şüyu vardır.

'' Bu, caiz olur." da denilmiştir.

Bir adam, bir yurdu icara verir, o yurdun içinde de başkasının icarladığı bir ev bulunursa; bu icare —o evin dışında kalanlar için— caizdir.

Buna Halvânî'nin bulduğu çare şudur:

Bina bir adamın, arsa da başka bir adamın olur ve ev sahibi, binasını icara verir; arsa sahibi vermezse, bu olur.

Alimler bu hususta ihtilaf etmişlerdir.

Fetva "caiz olması" üzerinedir.

Arsa sahibine, ev sahibi, evini icara verse, bunun cevazında şüphe yoktur; bu caizdir.

Binasız arsayı icarlamakda caizdir. Hulâsa'da da böyledir.

Yetîme'de zîkredildiğine göre, Hasan bin Ali'den sorulmuş:

—Bir adam, diğerine: "Muşa olarak şu evin yarısını sana icara verdim." der; bu ev de tamamen boş olursa, bu boş yerin icaresi sahih olur mu, olmaz mı? İmâm şöyle buyurmuş:

— Boş olan yer de caiz olur. Tatarhâniyye'de de böyledir. [31]

 

Taat Ve İbadet İçin Adam Kiralanır Mı? Bunlar İçin Ücret Verilir Mi?

 

İbadetlere  karşı  icar (ücret) vermek caiz değildir.  Kur'an öğretmek, Fıkıh Öğretmek, Ezan okumak, Zikretmek, Ders Vermek, Hac ve umre yapmak, ücreti gerektirmez. Hulasa da da böyledir.

Mescid yapmak, misafirhane yapmak, köprü yapmak karşılığında ücret almak caizdir. Bedâi"de de böyledir.

Lügat ve terbiye öğretmek İçin ücret almak, bi'1-icma caizdir. Siracü'I-Vehhâc'da da böyledir.

Belh alimleri: "Kur'an öğretmek için, belirli bir müddet, belirli bir ücrete adam icarlamak caizdir.'' diye fetva vermişlerdir.

Aslında, "bu iş icarsız yapılmış veya icarlarken müddet söylen­memiş ise, Kur'an öğretene ecr-i misil verileceğine dair" fetva vermişlerdir. Muhiyt'te de böyledir.

Şeyhu'1-İmâm Ebû Bekir Muhammed bin Fadl, şöyle buyurmuştur:

Kur'an öğretmek üzre icarlanan zata, ücretin verilmesi için, icar-layana cebredilir. Ve o sebebden dolayı habsedilir.

Bununla fetva verilir.

Fıkıh ve emsali ilimleri öğretmek üzre icarlamak da böyledir. Zamanımızda muhtar olan fetva budur. Fetâvâyi Attabiyye'de de böyledir.

Bir adam, çocuğuna yazı yazmak, yıldız bilgilerini, tıb bilgisini rüya tabirini öğretmek için, bir adam icarlasa, bu bi'1-icma caizdir.

Fadlî'nin Fetvâlan'nda şöyle denilmiştir:

Bir adam, bir muallimi, sabiye (= çocuğa) ezber için veya yazı için yahut elif cüzü (hece) okutmak için icarlarsa, bu caizdir.

Şayet onu hazik yapmayı şart koşarsa, el-Asl Kitabı'nda: "Bu şart, fasiddir. denilmiştir.

Şurût Kitabı'nda şöyle denilmiştir: Bir adam, çocuğuna veya köle­sine, hesab ilmi öğrenmek için, ücret verse, bu caiz olmaz. Bunları öğrenmelerine gayret sarfetmesi caizdir.

Yine  Şurût  Kitabı'nda,   İmâm  Muhammed  (R.A.)'in  şöyle buyurduğu nakledilmiştir:

Bir adam, çocuğuna san'at öğretmesi için, bir adam icarlayıp, müddetini de açıklasa (Şöyleki: "Şu ameli öğretmen için, seni bir ay icarlıyorum." dese) bu akid caiz olur. O müddet gelince, adam ücreti hak etmiş olur.

Çocuk o müddet içinde, ister o işi öğrensin, isterse öğrenmesin farketniez.

Şayet müddeti belirtmez ise, o akid fasid olur.

Eğer o işi öğretmişse ecr-i misle hak sahibi olur; öğretmemişse bir ücret yoktur.

Netice: îkî rivayetten muhtar olanına göre, öğretim ücreti caizdir. Muzmarat'ta da böyledir.

Bir adam, çocuğunu, bir san'atkanrı yanma, o san'atı öğretmesi için verse, çocuk da o san'atı yarım senede öğrense, öğretene ecr-i misil vardır. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.

Bir adam,  diğer bir adamı, bir yere hapsedip, ona terbiye öğretmesi için icarlasa, bir şey gerekir mi?

Bu durumda, baba, mürüvvetine göre, öğreticiye mükâfat verir. Cevahiru'l-Fetâvâ'da da böyledir.

Fetvalarda şöyle zikredilmiştir:

Bir adam, bir muallimi (öğretmeni) aylığı dokuz dirheme, iki çocuğun birisine, terbiye; diğerine de Kur'an öğretmesi için icarlar; adam da: "Kur'an öğretmek benim san'atım değildir. Sen başka muallim icarla; benim ücretimi ona ver." der; o adam da öyle yapar ve sabilerin babası, ücreti ikiye böler ve terbiye hocası: "Muallimin aylığı adet olarak her ay yarım dirhem veya bir dirhemdir. Ben, senin yaptığına razı değilim." derse; baba sonradan tuttuğu muallime vereceği ve onun hakkı kadar olan ücreti, diğerinin ücretinden düşer. Havî'de de böyledir.

Bir adarn» belirli bir ücretle, bir muallim icarladığmda, çocukların sayısını söylemese, bu icare caizdir. Mültekıt'ta da böyledir.

Alimler, kabre karşı, belirli bir müddetle Kur'an okumak için adam icarlamak hususunda ihtilaf eylediler. Bazıları "caiz değil;*' bazı­ları da '' caizdir.'' dediler.

Muhtar olan da,  bunun caiz olmasıdır.  Siracü'l-Vebhâc'da da böyledir.

Bîr adam,  çocuğuna,  şu san'atı  öğretsin diye,  ustaya dört seneliğine verip; baba, "dört seneden önce çocuğu habsederse, ustasına yüz dirhem; iki sene sonra habsederse, yüz dirhem vereceğini" şart koşsa, bu şarta uymak lazım gelmez. Fakat ta'limi için, ecr-i misil vardır. Cevâhirü'I-Fetâvâ'da da böyledir.

Ahû Fetvâlan'nda şöyle zikredilmiştir:

Bir adam, çocuğunu bir muallime yollar ve ona birçok eşya gönderir; o muallim de bir ay öğrettikten sonra, kaybolursa, o çocuğun babası, ona gönderdiği şeyleri alabilir mi?

İmâm şöyle buyurdu:

  Eğer o şeyleri ücret olarak gönderdi ise, aylık kirasından fazla olanı alabilir. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir adam, içindeki şiir veya fıkıh yahut başka bilgileri okumak için, kitap içarlarsa, bu caiz olmaz. Her ne kadar, okumuş olsa bile, ücret vermek de gerekmez. Kur'an icarlamak da böyledir.

Bunların tamamı şu kimseye benzemektedir: Bir bağ icarlayıp, kapısını açarak, ünsiyet olsun diye, —içeri girmeden— kapıdan bakmak gibidir... Veya bir güzel icarlayıp da, ünsiyet olsun diye, yüzüne bakan kimse gibidir...                                  .

Bunların tamamı, batıldır. Bu akidlerle, bunlara ecir yoktur. Meb-sût'ta da böyledir.

Bir adam, diğer birini, mushaf veya şiir yazsın-diye icarlayıp, yazı şeklini de açıklarsa, bu şekildeki icarlaması caizdir.

Şeyhu'I-İmâm Haher-Zâde: "Bu mekruh değildir." buyurmuştur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adam, yazı yazmak için, bir kalem icarladığmda, eğer müdde­tini açıklarsa bu icare sahih olur; değilse,    sahih    olmaz. Hizânetü'NMüftîn'de de böyledir.

Bir vasi veya mütevelli, bir yetimin evini veya bir vakfı ecr-i misilden aşağıya icara verirse; bazı alimler: "Bu durumda ecr-i misil gerekir." buyurdular.

Hassâf a:

—Sen, böyle fetva verir misin? denildi. O da:

— Evet, veririm." buyurdu.

Kâdî de: "Ben de bu durumda Hassaf m dediği gibi— ecr-i misil olarak ücret verilmesine fetva veririm." buyurdu. Hâvî'de de böyledir. [32]

 

İcâresi (= Kiralanması) Caiz Olmayan Şeyler

 

Teğannî (şarkı,  türkü ve emsali) nevha (sesli ve söyleyerek ağlamak) zurna, davul gibi şeyleri icarlamak caiz değildir.

Lehviyat (eğlence) şiir okuma ve diğerleri için, ücret yoktur. Bunların tamamı, üç İmamımızın kavlidir. Gâyetü'l-Beyân'da da böyledir.

Bir adam, şarkı öğrenmek için birini icarlasa veya bir zimmî bir köleyi, enemek (erkekliğini yok etmek) için bir adamı icarlasa, caiz olmaz.

"Bu, öküz ve at için caiz olur." denilmiştir.  Giyâsiyye'de de böyledir.

Bir adam, diğerini ücretini vermek üzere içki taşıtmak için icar­lasa, o şahıs ücret alabilir.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R. A.)'ye göre böyledir. İmâmeyn ise: "Ona ücret almak yoktur." buyurmuşlardır.

Bir zimmî, içki taşıtmak için, bir müslümanı icarlayip, "içsin veya içmesin" demese, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre icaresi caiz olur. İmâmeyn'e göre, caiz olmaz.

Bir zimmî, diğer bir zimmîyij içki nakli için icarlasa, bu bi'1-ittifak caizdir.  Çünkü,  içki  onların yanında —bize  göre— sirke gibidir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir zimmî, bir müslümandan, bir hayvan veya bir gemiyi üzerinde içki taşıtmak için kiralasa, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, bu caizdir.

İmâmeyn ise "...caiz değildir." buyurmuşlardır.

Müşrikler,   bir   müslümanı,   kendilerinden   olan   bir   ölüyü, defnedileceği yere kadar taşıması için icarlasalar; eğer onu, kendi mak-berelerine kadar taşıtacaklarsa, bu bi'1-ittifak caizdir.

Şayet bir beldeden, başka bir beldeye taşıtacaklarsa, İmâm Muhammed (R.A.): "Eğer taşıyıcı, onun cîfe olduğunu bilmiyorsa, onun için ücret almak vardır. Eğer biliyorsa, ücret almak yoktur." buyurmuştur.

Fetva da bunun üzerinedir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir zimmî, bir müslümandan, içinde içki satmak üzere bir ev icar­lasa; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, caizdir. İmâmeyn'e göre ise, caiz değildir. Muzmerât'ta da böyledir.

Bir zimmî, diğer bir zimmîden, içinde içki satmak üzere, bir ev icarlasa, bu bi'1-ittifak caizdir. Zehıyre'de de böyledir.

Bir zimmî, bir müslümandan, içinde oturmak üzere, bir ev icar­lasa, eğer içinde içki içer veya salibe tapınır yahut içine domuz korsa, bu sakıncalıdır. Çünkü, müslüman, ona, bu durumda evini icara vermeme­lidir. Ancak içinde oturmak için verebilir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir zimmî, bir müslimandan, bir ev icarlayıp, oriu kendi nefsi için, ibadetgâh yapsa, o men edilmez. Zira onu, kendi nefsi için ibadetgâh yapmakla, müslüman şehirlerinde, dininin şiarını açıklamak için iba­detgâh ihdas etmiş olmaz. Şayet, bu şahıs, orayı cemaat için ibadetgâh yapar ve içinde çan çaldırırsa; o evin sahibi olan müslüman, onu men eder.

Keza, eğer içinde içki satmak isterse, ev sahibi onu men eder. Zira, bu gibi işleri müslüman beldelerinde izhar etmekten men edilir.

Bir zimmî, bir müslümanı, ona İaşe veya kan taşıtmak için icar­lasa, bu bi'1-ittifak caizdir.

Bir zimmî, diğer bir zimmîden, içinde ibadet etmek üzere bir ev icarlaması caiz olmaz.

Bir zimmî, bir müslümanı domuzlarını otlatmak için icarlasa, müslümanın, buna —içkide olduğu gibi— muhalefet etmesi gerekir.

Bir zimmî, bir müslümanı lâşe satmak üzre icarlasa, bu caiz değildir. Zehıyre'de de böyledir.

Bir müslüman, nefsini bir mecûsiye, onun ateşini yakmak üzere icara verse; bunda bir beis yoktur. Hulâsa'da da böyledir..

Hişam'ın   Nevâdiri'nde,   İmâm   Muhammed   (R.A.)'in   şöyle buyurduğu nakledilmiştir:

Bir adam, diğerini, kendisi için bir suret yapmak üzere icarlasa; evde veya bir çadırda, insanların temsillerini yapmak üzre icarlasa; gerçekten ben, bunu çok kerih görür, ücretini de almasını söylerim.

Hişam bunu açıklarken: "Boyama olursa ücretini alır." demiştir. Zehiyre'de de böyledir.

Bir adam, diğerini put yapmak için veya elbiselerinin üzerine resimler yapması için icarlar ve boyası da mal sahibinden olursa bir şey gerekmez. Hulasa'da da böyledir.

«Bir adam, diğerini, evini resimlerle süslemek üzere, icarlasa boyası da müste'cirden olsa, ona ücret yoktur. Siradyye'de de böyledir.

Bir adam, diğerini, tanbur yapmak üzere icarlasa, adam da yapsa ücreti temiz olur. Ancak, o yüzden günahkar olur, Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.                                                           

Bir kimse, farsca veya arabca şarkı yazdırmak için bir. kimseyi icarlasa, bunun ücreti helal, yazması günahtır. Kerderî'nin Veci/fnde de böyledir.

Bir adam, sihirden kurtulmak için, ta'viz yazdırsa, kağıdını, yazısını beyan ederse ücret sahih olur.

Bu dostu olan erkeğe veya kadına mektup yazdırmak gibi caizdir ve ücreti temizdir. Ginye'de de böyledir.

Bir zimmî, bir müslümanı, bir havra veya kilise yaptırmak üzere icarlasa, bu caizdir ve ücreti helaldir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir zimmî, diğer bir zimmîden veya bir müslümandan, içinde ibadet etmek üzere bir kilise icarlasa, bu caiz olmaz.

Keza, bir müslüman, diğer bir müslümandan içinde namaz kılmak için bir mescid kiralasa, bu da caiz olmaz. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir adam, bir müslümandan, içinde farz veya nafile namaz kılmak üzere bir ev icarlasa, bu icare bizim alimlerimizce caiz değildir.

Keza, bir zimmî, zimmet ehlinden bir adamı, ibadet için kiralasa, bu da caiz olmaz. Zehiyre'de de böyledir.

İbrahim bin Yûsuf'tan soruldu:

—Bir adam, nefsini bir hiristiyana çan çalmak için icara verse, her gün beş defa çalacak ve her gün için beş dirhem alacak, başka iş içinde iki dirhem alacak nasıl olur?

İmâm şöyle buyurdu:

—Nefsini onlara icara veremez. Rızkını başka yerden arar. Onlar için içki olsun diye üzüm suyunuda sıkamaz. Bunun ücreti de mek­ruhtur. Havî'de de böyledir,

Bir adam, diğerini davul çalmak için icarlarsa, eğer eğlence için olursa, bu caiz değildir. Şayet savaşa çıkmak için olursa, caizdir. Gayetü'l-Beyân'da da böyledir.

Eğlence için olmayan davulu icarlamak ve icare müddetini söylemek caizdir.

Bir adamı, cîfe taşıtmak veya mürtedi öldürtmek yahut bir koyunu veya bir geyiği boğazlatmak için icarlamak caizdir.

Bir adamın, bir doktoru veya sürmeciyi yahut cerrahı, tedavi için icarlaması ve müddetini söylemesi caizdir. Gıyasiyye'de de böyledir.

Bir efendi, kölesini çulhaya, onun yanında bir sene kalıp bez dokumayı öğrenmesi için verse, efendinin, onun ustasına veya ustanın, bu kölenin efendisine, bir şey vermesi caizdir. Diğer işler de böyledir. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.

Bir adam, diğerinin yanına, öğrenmek için çalışmak üzere, köle­sini verir ve her iki taraf da bir şart koşmazsa, örfe bakılır: Eğer kölenin sahibinin ücret vermesi gerekiyorsa, o verir. Şayet ustanın vermesi gere­kiyorsa, o, efendisine ücret verir. Zira örf şart gibidir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Natıfî'nin Vâkıâtı'nda şöyle zikredilmiştir:

Bir adam, diğerine: "Şu eşyayı sat; sana bir dirhem vardır." veya: "Şu eşyayı satın al; sana bir dirhem vardır." der; o da öyle yaparsa, ona, bir dirhemi geçmemek üzere, ecr-i misil vardır.

Dellal ve simsar içinde ecr-i misil vardır. Her on dinar fazlaya sat­ması halinde, ona bir şey artırmak haramdır. Zehiyre'de de böyledir.

Bir adam, bir elbiseyi tellala verip ona: "Onu, on dirheme sat; fazlası seninle benim aramdadır." derse; İmâm Ebû Yûsuf (R.A.): "Eğer on dirheme satar veya hiç satamazsa, ona ^her ne kadar, zahmet çekmiş olsa bile— ücret yoktur. Şayet oniki dirheme veya daha fazlaya satarsa, amelinin ecr-i misli vardır." buyurmuştur.

Fetva da bunun üzerinedir. Gıyasiyye'de de böyledir.

Bir adam, bir şeyi artırma suretiyle satmak ister ve bir adama ilan etmesini söyler; sonra da o şey, o adam ilan ettiği halde sahibi tarafından satılırsa, alimler: "Eğer bir müddet belirtmişse, ilan eden şahsa, ecr-i müsemma vardır.

Şayet vakit tayin etmemiş, fakat ilan etmesini söylemişse, yine ecir caizdir,

Fakıyh Ebû'1-Leys (R.A.): "Ona bir şey yoktur. Zira adet halk arasında —satışta ittifak etmemiş olmaları halinde— ona ücret verme-mekdir." demiştir.

Muhtar olan da budur. Zahîriyye ve Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adam, dellala: "Şu yerimi arz et ve sat. Şayet satabilirsen, sana şu kadar ücret veririm." der; dellal da bu işi tamamlayamaz ve onu son­radan başka bir dellal satarsa, Ebû'l-Kasıın "önceki dellal, ona arz etti ise, —gayreti ve çalışması kadar— ona ecr-i misil vardır." demiştir.

Ebû'1-Leys ise: "Bu kıyasdır. îstihsanen —eğer kendisi bırakmışsa— ona bir ücret lazım gelmez.'* demiştir.

Biz bu görüşü kabul ederiz. Muvafık olanı da budur.

Ya'kub'un kavlide budur.

Muhtar olan da budur. Fetâvâyi Kübrâ'da da böyledir,

Nikahda dellallık ücret gerektirmez. Fadlî böyle fetva vermiştir.

Zamanımızın alimleri de ecr-i misil verilir diye fetva vermişlerdir. Bununla fetva verilir. Cevâhirü'l-Ahlâtî'de de böyledir.

Satış dellalı, dellaliyesini aldıktan sonra, satış her hangi bir sebeble bozulursa, dellaliyesi ona aittir. Bu, bir terzinin elbiseyi dik-dikten sonra, sahibinin, onu geri sökmesi halinde, terzinin ücretini alması gibidir. Hızânetü'l-Müftîn'nde de böyledir.

Bir adam, diğerini o gün diken kesmesi için icarlar; o da öyle yaparsa, ona bir ücret yoktur. Kestiği diken kendisinin olur.

Nasıyr şöyle diyor:

Ebû Süleyman'dan sordum:

— Bir adam, diğer birini geceye kadar odun kesmesi için icarladığmda, eğer icarlayan şahıs "gün" diye söylediyse, bu icare caiz ve odun, karcının olur.

Şayet böyle demedi de "şu odunu kes." dedi ise, icare fasiddir ve odun yine icarcının olur; diğerine de ecr-i misil verilir.

Şayet odun, müste'cirin kendi malı ise, bu icare caizdir.

Nasıyr şöyle demiştir:

Bir insan, odun etmek için veya av avlamak için başkasından yardım istediği zaman, işte o, o odunu kesenin, o avı avlayanındır.

Üstadımız şöyle buyurdu:

İnsanların ekserisi, odun kesmede olsun, ot toplamada olsun, diken kesmede olsun, kar toplamada olsun birbirlerine yardım ederler. O zaman, mülk yardım yapanların olur. Bunun ekseri insanlar bilmiyorlar. Helallaşmeden veya birbirinden izin almadan önce, onu infak ediyorlar. İşte o takdirde hepsinin de ya mislini veya kıymetini almaları gerekiyor. Onların da, cehaletleri sebebiyle, bundan haberleri olmuyor. Gafletle­rinden dolayı bilmiyorlar. Allah'u Teâlâ; bizi cehaletten korusun; O'na sığmıyoruz. Ve bize bilgi ve amel versin. Âmin.

Bir  adam,  diğerini av avlasın,  iplik  eğirsin,  husumet,  borç değiştirme veya borç alma için icarlarsa, bunlar caiz olmaz.

Eğer, böyle bir akid yaparlarsa, ecr-i misil gerekir.

Şayet müddetini belirtirse, hepsi de caiz olur.

"Avı ta'yin ederse, —müddetini belirtse bile— caiz olmaz." denilmiştir.

Eğer belirli olarak avladığı şeyi alacağını beyan ederse, bu durumda icare caiz olur.

İmâm Muhammed (R.A.) buna muhaliftir. Gıyasiyye'de de böyledir.

İmâm Muhammed (R.A.) şöyle buyurmuştur:

Bir adam, diğerine "şu kurdu (veya şu aslanı) öldür; sana bir dirhem vereyim." der; adam da kurdu veya aslanı avlarsa; ona ecr-i misil vardır; o da bir dirhemi geçemez. Bu av müste'cirin oİur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

el-Asl'da şöyle zikredilmiştir:

Bir adam, tuğla ve kireçle bir duvar yapmak üzre icarlanır; ücreti de söylenir; "tuğla, şöyle şöyle olacak."; "kireç de şu kadar kilo olacak" denilir fakat duvarın eni ve boyu söylenmezse, bu icare, kıyasen fasid olur. İstihsanen ise, sahih olur. Zehıyre'de de böyledir.

Bir adam, diğerini tuğla ve kireçle duvar örmek üzre icarladığı zaman; icarlanan zat bu duvarın enini boyunu bilmekte olursa, bu icare sahih olur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir kimse, bir adama kuyu kazdıracaksa, yerini tayin etmesi, kuyunun genişliğini, dirinliğini bildirmesi ve bodrum kazdıracaksa yine aynı şekilde hareket etmesi gerekir. Ancak, bu şekilde icare sahih ve caiz olur. Giyasiyye'de de böyledir.

Bir adam, diğerini, kuyu kazdırmak üzre icarlar ve kuyunun uzunluğunu, genişliğini, derinliğini beyan ederse, bu icare istihsanen caiz olur ve insanların aldığı ücretin ortalamasını alır. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.

Bir adam, diğerine, evinde bir kuyu kazdıracak olursa, bu icarenin caiz olması için, o kuyunun derinliğini ve genişliğini söylemesi gerekir.

Kuyu kazan şahıs, bir miktar kazdıkdari sonra, çok sert ve kırılması güç bir kaya ile karşılaştığında, eğer onu sökmeye gücü yeterse ne âla... Şayet buna gücü yetmez ve alet ve edevatı da bulunmazsa, bu durumda o şahıs cebredilmez. (İllâda kuyuya kazacaksın." denilmez.)

Bu durumda, o şahıs ücrete hak kazanır mı?

Çalıştığı kadarının bedelini alabilir mi?

İmâm Muhammed (R.A.), bu mes'eleyi kitabda zikretmemiştir.

Şemsü'l-Eimme Evzecendî'nin fetvasında: Müste'cirin mülkün de çalıştığı ise, buna hakkı vardır. Onun mülkünün gayrisinde, çalışmışsa ücret gerekmez. Muhıyt'te de böyledir.

Şayet   bir   adam,   kuyuyu   kazarken,   o   kuyunun   üzerine çökeceğinden korkarsâ, bu durumda onu kazması caiz olmaz. Tahâvî Şerfaı'nde de böyledir.

Ancak, taraflar toprak kısmının, her arşının bir dirheme, sert ve taş kısmının, her arşınının iki dirheme, su içinde kazılan her arşının da üç dirheme olmasını şart koşarlar ve kuyunun genişlik miktarı da bildi-rilirse, bu icare caiz olur. Zehiyre'de de böyledir.

Kuyu kazan şahıs, onun bir kısmını kazıp, ücretin bir miktarını almak isterse; kuyunun müste'cirin mülkünde olması halinde, buna hakkı vardır.  Kazdıkça,  kazdığı kadarının ücretini alır.  Hatta, bu kuyuyu su basar veya rüzgar toprak doldurarak, orayı yer seviyesine çıkarsa bile, kazan şahsın ücretinden bir şey eksiltilmez.

Şayet başkasının mülkünde ise, kazacak şahıs, onu kazıp teslim etmedikçe, ücret isteyemez.

Hatta, teslim etmeden önce, bu kuyuyu su basar veya o toprakla dolarsa, kazan şahıs ücret alamaz. Yenâbi"de de böyledir.

Mal  sahibinin yerinde bulunmaması' halinde, kuyu tamamlanmadıkça,müste'cir onu teslim almaz.   Gıyâsiyye'de   de böyledir.

Bir adam, kendi yurdunda bir kuyu kazdırmak için birisini icarlar; sonuna varmadan da su çıkar ve bu suyun içinde, şart koşulan hadde kadar kazmak imkânı bulunursa, bu durumda kuyucu, o hadde kadar kazar. Şayet, bunu yapmak için başka alete ihtiyaç olursa, bu durumda adama cebredilmez. Zehiyre'de de böyledir.

Kanal, bodrum, tuvalet çukuru gibi yerlerde şart yerini bulmadan su çıkarsa, başka imkan kalmayınca, bu durumda özür makbul olur. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, kuyu kazıcıları, on arşın eninde, on arşın uzunluğunda olmak üzere ve derinliğini de açıklayarak bir kuyuyu on direme kazmak üzere icarlar; onlar da beşe beş ebadında ve verilen derinlikte bir kuyu kazarlarsa, bu durumda, onlara, ücretin dörtte biri verilir. Zahîriyye'de de böyledir.

Bir adam, mezar kazmak için, bir adam icarlar ve bu mezarın boyunu, enini, derinliğini beyan ederse, bu icare istihsanen de kiyasen de caiz olur.

Şayet bunları belirtmezse, bu kıyasen caiz olmaz; istihsanen caiz olur. Bu durumda, insanların kazdığı mezarların orta hallisini kazılması gerekir. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Mezar kazacak şahsa, mezarın yerini tarif ederler; o da bu yeri, yumuşak bulur; sonra da —bir arşın kazınca— kaya çıkar ve burada diğer insanlar, bu şekildeki yeri kazıyor olurlarsa; ona da kazması husu­sunda —her ne kadar, lahdi ve ortasının yarılması açıklanmamış olsa bile— cebredilir ve o beldenin adetine uyulur. Mezar, Kûfe'de kazılı-yorsa, orada adet lahid yapmaktır. Başka yerde, yarmak demek mezarı yarmaktır. Mebsût'ta da böyledir.

Nevâzil'de şöyle zikredilmiştir:

Kabir parasının nereden verileceği sorulduğunda, cevaben şöyle denilmiştir.

Bu, kefen hükmündedir. Ve ölenin malının tamamından verilir. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Tecrîd'de şöyle zikredilmiştir:

Bir kimse, bir cenazeyi taşımak veya bir ölüyü yıkamak için, bir adam icarladığmda, bu adamdan başka, o ölüyü yıkayacak kimse veya o adamlardan başka bu cenazeyi taşıyacak kimse yoksa, onlara ücret verilmez.

Şayet başkalarıda varsa, onlara ücret verilir. Eğer mezar kazanlar da böyle ise, onlara da ücret verilmez. Eğer ücret alırlarsa, bu, onlara helal olmaz. Hulasada da böyledir.

Bir adam, diğer bir adamı, kabir kazdırmak için kiralar; o da kazar ve kabirden su çıkar veya müste'cir gelmeden önce, mezara başka birisi defnedilirse, o yerin, müste'cir mülkü olması halinde, adama ücreti ödenir. Şayet mülkü değilse, ona ücret yoktur. Zehıyre'de de böyledir.

Şayet müste'cir gelip, mezarla icarcıyı başbaşa bulur ve bundan sonra da oraya su dolar veya başka birisi defnedilirse ecir, ücretini tam alır. Çünkü, icarlanan şahıs, müste'cire, üzerinde anlaşma yapılan şeyi tam teslim eylemiştir.

Müste'cir ölüyü defneder ve icarladığı adama: "Toprağım at; üze­rini kapat." derse, ecîr, kıyasen bundan kaçınabilir. Bu durumda o, cebredilmez. Fakat, o beldenin adamlarının bu durumda ne yaptıklarına bakılır: Eğer mezar kazan şahıs, onun üzerini de örtüyorsa, o da Öyle yapar. Kûfe'liler böyle yapıyorlar... Yok eğer, mezar kazan şahsın mezarı kapatmadığı bir belde de iseler, bu durumda, mezarı kazan şahıs, onu kapatması hususunda zorlanamaz.

Şayet ölü sahipleri, "lahde konan ölünün üzerine kerpiçleri örme­sini" isterlerse, bu durumda da ecir (= ücretli) onu yapması için zorla­namaz. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam,  diğerini kabir kazmak üzere icarladığında, hangi mezarlığa kazacağını söylemezse, bu icare istihsanen caiz olur.

Bu akid, mahalle ehlinin defnedildiği mezarlığa çevrilir.

Alimlerimiz, Küfe halkının Örfü üzerine bu cevabı vermişlerdir. Çünkü, orda her mahallenin bir mezarlığı vardır. Bu mezarlık, o mahal­leye mahsustur; ölülerini oraya defnederler.; başka mahallenin mezarlığına defnetmezler.

Fakat bizim diyarımızda, ölülerimiz, başka mahallenin mezarına da defnedilir.

Mezar, söylenilen yere kazılır.

Eğer her mahallenin özel mezarlığı varsa, o mahallenin ölüleri başka mahallenin mezarlığına götürülmezler.

Şayet tek mezarlıkları varsa, mezar kazan şahsın kazdıran şahıs yerini söylemeden, mezarı, o mezarlığın her hangi bir yerine kazması ve ücretini alması caiz olur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, diğerine "mezar kazmasını" söylediği halde, mezarın yerini söylemez, mezarcı da o beldenin haricinde bir yere mezar kazarsa, ona ücret lazım olmaz.

Ancak, ölü oraya gömülecek olursa, o zaman ücret gerekir. Ölü sahihlerinin, o şahıstan, kabri çamurla veya kireçle sıvamasını istemeye hakları olmaz. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, mezar kazıcıya, mezarın yerini güzelce tarif eder ve oraya mezar kazmasını söyler; o adam da mezarı başka birinin yerine kazarsa; o yerin sahibi, isterse buna muvafakat eder; isterse, ölüyü oraya defnetmez; Öylece terkeder. Şayet, ölü sahipleri, durumu, ölü defnedil­dikten sonra anlarlarsa, işte o da, muvafakat ve rıza olur. Hulâsa'da da böyledir.

Kuyu veya mezar kazan kimse, kazısı esnasında, bir kaya ile karşılaşsa, ücretini artırmak gerekmez. Yerin yumuşak olduğu zaman, ücretinin eksilmediği gibi... Hszânetüü-Müftîn'de de böyledir. [33]

 

İcâre Hususunda Değişik Mes'eleler

 

Bir adam, Fırat Nehrinin kenarına, insanların hayvan veya bağ, bahçe sulamaları için bir su yolu açar ve ondan da ücret almak isterse, bu caiz olur.

Şayet kendi mülkü üzerine bir bina yapmış ve sulama bedeli için icara varıyorsa, bu caiz olmaz. Mülkü olmayan şahsa icara vermesi de caiz olmaz. Çünkü, icare onun helakma sebep olur.

Eğer, orada sulayıcılar dursunlar, yanına da hayvanlarını koysunlar diye icare verirse, işte bu caiz olur.

Fakat, bu şahıs, o su yolunu ammenin mülkü üzerine yapar, sonra da onu icara verirse, bu da caiz olmaz. İçinde sulayıcılar, etrafında da hayvanları dursa bile farketmez. Zehıyre'de de böyledir.

Dirhemleri, dinarları ve bunların sikkelenmemişlerini, keza bakır ,ve kalaydan olan paraları sikkelenmemiş olsalar bile icara vermek caiz değildir.

Ölçülen ve tartılan şeyleri de icara vermek caiz olmaz. Çünkü, onların ayniyle intifa mümkün değildir. Ancak kendileri zayi olurlar; aynıları değil de menfaatları icara dahil olursa, o zaman bunları icara vermek caiz olur.

Bir adam, tek bir gün için, dirhemler veya buğday icarlar; ne için icarîadığmı da açıklamazsa, durumun ne olacağı el-AsI kitabında zikre-dilmemiştir.

Şeyhu'i-İmâm Hâher-zâde şöyle buyurmuştur:

Bu akdin caiz olması için, onunla intifa edileceğine hamlolunur, Buna, "caiz değil demek" evla olur.

İmâm Kerhî'de buna meyletmiştir. Muhıyt'te de böyledir.

Dirhemleri ve dinarları, onlarla dükkanları süslemek için icar-lamak caiz olmaz.

Keza, koklanılması gereken şeylerden, koklamak maksadıyla misk ve od gibi şeyler icarlanmaz. Çünkü bunlarda, maksud olan menfaat yoktur. Bedâi"de de böyledir.

Bir şeyler-tartmak için terazi icarlamak caizdir. Zira onda maksûd olan menfaat vardır. Fetâvâyi Attâbiyye'de de böyledir.

Terazi taşını (kilo, gram gibi ölçü birimini) sabahtan akşama kadar icarlamak ve onunla bir şeyler tartmak caizdir.

Serahsî: "Bu durumda ücret gerekir." buyurmuştur.

H.assâf ise: "Eğer o bir kıymet taşıyor ve onu icarlamak adet ise, ücret gerekir; değilse gerekmez." demiştir.

Şemsü'l-Eimme'nin kavli de bunun üzerinedir.

"Her haliyle ücret gerekir." denilmiştir. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.

Uyun'da şöyle zikredilmiştir:

İçinde kerpiç kesmek üzere bir yer kiralansa, bu icare fasid olur. Çünkü, bu durumda topıak da, kerpiç de karcının olur. Toprağın bede­lini, yerin sahibine vermesi icabeder.

Eğer bir şey söylenilmemişse, o toprağın kıymeti ecr-i misildir.

Şayet toprak bir kıymet taşımıyorsa veya o toprağı ordan kaldırmak toprak sahibi için bir fayda sağlıyorsa, ona bir şey gerekmez. Zehıyre'de de böyledir.

Şayet toprağın noksanlığı, o yerin kıymetini düşürecekse, icarcı, o noksanı tazmin eder. O da ecr-i misle girer; değilse bir şey gerekmez. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.

Bir hakim, kısas ve hadleri yerine getirmek için, bir adamı icar-larsa, Şeyhu'I-İmâm Şemsü'l-Eimme: "Eğer, vaktini açıklamadı ise, bu caiz olmaz." demiştir.

Şayet kısas ve had cezalarını yerine getirmek veya elinin kesilmesi yahut hüküm meclisinde bir ay kalması için belirli bir ücretle kiralarsa, bu icare caiz olur. Çünkü üzerinde anlaşma yapılan şeyde, o müddet içinde menfaat vardır.

Fakat, bir açıklamada bulunmadan icarlarsa, bu durumda maksûd olan menfaat meçhuldür ve bu durumda ne zaman fayda temin edileceği belli olmadığından, icare fasid olur. Bu şekilde yapılan şeylerde de yine ecr-i misil gerekir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Şayet, her ay belirli bir miktar vermek üzere bir akid yapılırsa, bu akid caiz olur. Çünkü, üzerinde sözleşme yapılan hususta, bir menfaat mevcuttur ve o da ma'lumdur. Şayet miktarı açıklanmaz ise, bu hakimin, kifayet miktarı beytü'l-mâldan alması gibidir. Böylece hakim, bu alacağı şeyi belirli aylara taksim ederse, caiz olur. Mebsût'ta da böyledir.

Kısas olan bir adamı, borcu azalsın diye, diğerinin icarlaması halinde, ona ücret verilmez.

Siyer-i Kebîr'de, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) "Caiz olmaz." buyurmuşlardır. İmâm Muhammed (R.A.) ise: "Caizdir." buyurmuştur.

Keza, imam (= devlet başkanı), bir adamı, irtidat etmiş birisini veya esirleri öldürmek için veya kendi nefsindeki kısasını ödemek için icarlarsa; İmâmeyn'e göre, bu icare caiz olmaz.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre ise, bü gibi icareler caiz olur.

Şayet İmam o şahsı —nefsini öldürmek değil de— kısas için kendi elini kesmek üzere icarlarsa, bu, icare bi'1-ittifak caiz olur. Serahsî'nin Muhıyti'nde de böyledir.

—Nefsin dışında— kısas için yapılan icar, caizdir.

Deve boğazlamak için, adam icarlamak caizdir. Siracü'I-Vehhâc'da da böyledir.

Bir komutan, bir müslümana veya bir zimmîye: "Eğer sen, şu sü­variyi öldürürsen, sana yüz dirhem vardır." der; o da, onu öldürürse, bu durumda o şahsa, bir şey verilmez. Çünkü bu cihad ve taat babıdır; bunu yapan kimse, ücret haketmiş olmaz.

İmâm Muhammed (R. A.) şöyle buyurmuştur:

Şayet zimmîye söylemişse, ona ücret verilmesi gerekir. Askerlerin komutanı, öldürülecek şahısları göstererek: "Kim, bunların başlarını keserse, ona on dirhem vardır." derse bu caizdir. Çünkü, bu bir cihad değildir. Fetâvâyi Kâdîhân'da ve Suğrâ'da da böyledir.

İmânıeyn, şöyle buyurmuşlardır:

Düşman emîrinin (= komutanının) başı kesilmiş olur ve müslüman emiri: "Kim o başı getirirse, ona şu rütbe verilecektir." der; asker dört bir tarafa dağılır ve bunların birisi, o başı alıp gelirse; bu durumda, ona bir şey verilmez.

Zira, başın gelmesine bir ihtiyaç yoktur.

Şayet, bu komutan, askerlerden birini tayin eder ve: "Eğer, onun başını getirirsen sana şu vardır..." derse veya askerlere "Hanginiz, onun başını getirirse, ona şu vardır." derse, bu durumda, o tayin edilen adamın başını kesip getiren kimseye va'd edilen şey verilir.

Şayet İslam ordusu, dar-i harbde bulunur; ganimet alırlar ve orada kıtal edecek hiç bir erkek bulunmaz, orada sadece kadınlar ve çocuklar ve mal bulunur ve komutan: "Bu gece, —sabaha kadar— bu kuyuları kim koruyacak?" der ve askerlerin hepsi birden, sabaha kadar korur­larsa; bu durumda komutan, onlara söz verdiği şeyi verir.

Bazı alimlerimiz, bu uususta şöyle söylemişlerdir:

Bir toplulukla, bu şekilde akid yapmak doğru olmaz. Zaman tesbit edilir ve sıra ile, koruyan şahıslara ücreti ödenir. Bu şekilde sıra ile yapı­lan icare caizdir. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir adam, bir şeyini kaybettiğinde:  "Kim, onun yerini bana gösterirse, ona şu vardır." der; bir adam da onun yerini gösterirse, işte ona bir şey yoktur.

Şayet bir adama: "Beraber gidelimde göster." der; o da beraber giderse, ona ecr-i misil vardır.

Siyer-i Kebîr'de şöyle zikredilmiştir:

Bir seriyyenin emîri (= öncü birliğin komutanı): "Bana filan yeri kim gösterirse, ona şu vardır." dese; bu sahih olur. Belirttiği ücreti, gösteren şahsa verir. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.

Bir adam, av avlamak üzere eğitilmiş bir köpek icarlarsa, ona ücret gerekmez.

Avlamak için yetiştirilmiş kuşlar da böyledir. Bazı rivayetlerde: "Şayet bu hayvanlar için, bir müddet belirtmiş ise, ücret gerekir." denilmiştir.

Eğer belirli bir vakit tayin edilmemişse, ücret gerekmez.

Müntekâ'da: "Bir kimsenin, evindeki fareleri tutması için kedi icarlaması caiz değildir." denilmiştir.

Alimler: "Bir kimsenin, evini koruması için köpek icarlaması da caiz olmaz." demişlerdir.

Bir adam, evini süpürmek için, bir maymun icarlasa, uygun olanı, —müddetinin  belirtilmesi  halinde—  bunun  caiz  olmasıdır.   Çünkü maymun —kedinin hilafına— verilen işi yapar. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Müntekâ'da şöyle zikredilmiştir:

Bir adamın, ötsün diye bir horoz kiralaması caiz olmaz. Buna benzer şekilde insanların yapmadığı şeyi yapmak ve satmak, icarlamak caiz olmaz. Muhıyt'te de böyledir,

Tekeyi (erkek keçiyi) dişisine çekmek için icarlamak caiz olmaz. Bu, bütün hayvanlarda böyledir. Siracü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Bir adamın, üzerine oturmamak ve yatıp uyumamak üzere, süs olarak sermek için, evine alacağı yaygıyı icarlaması caiz değildir.

Bir kimsenin, gütmek için bir hayvan icarlaması caiz olmaz. Zahî-riyye'de de böyledir.

Bir adamın, insanların görmesi için kapısına bağlamak üzere, bir hayvan icarlaması caiz değildir.

Keza, bir kimsenin güzel görünsün diye, kullanmayıp eve koyacağı kaplar (= süs eşyaları) icarlaması veya "evi varmış." desinler diye, içinde oturmayacağı bir evi icarlaması da caiz değildir.

Keza, bir kimsenin, çalıştırmayacağı bir köleyi veya evine koyacağı dirhemleri icarlaması caiz değildir; fasidedir ve bunlara ücret ödenmez.

Şayet, bu şahıs, bu şeylerden bi'1-fiil faydalanırsa, icareleri caiz olur. Hulasa'da da böyledir.

Müntekâ'da şöyle zikredilmiştir:

Bir adam, bir teke veya koç icarlayıp onları delalet ojsun diye, sü­rüsüne sevkeylese, bu caiz olmaz. Muhıyt ve Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adam, diğerinin biçilmiş ve otu toplanmamış yerini veya kırkmak için koyununu icarlarsa, bu kareler fasiddir; kıymetleri mal sahibine ödenir. Çünkü, onun malıdır. Akid fasiddir. Şu mes'ele buna muhalifdir: Otlağı, koyunlarını otlatmak için icarlamak caizdir;-bu durumda tazminat gerekmez.  Çünkü o mubahtır.  Gıyâsiyye'de de böyledir.

Müntekâ'da şöyle zikredilmiştir:

Bir ay takınmak için bir kılıç icarlamak veya bir ay ok atmak üzıe, bir yay kiralamak caizdir.

İçine, belirli bir müddet tuzak kurmak için, bir yer icarlamak caizdir. Kerderî'nin Vecizî'nde de böyledir.

Bir adam, diğerine zoraki almış olduğu (= mağsûb) bir bakır göstererek: "Şu kadar ücrete, bana bir ibrik yap." der; o adam da, bu bakırın mağsub olduğunu bile bile, ipriği yaparsa; ücretini alır. Gınye'de de böyledir.

Bir hırsız veya bir gasıb, çaldığı veya zoraki aldığı bir şeyi, güzelleştirmek için, icara verse bu caiz olmaz. Çünkü, başkasının malını nakletmek (= yerini veya şeklini değiştirmek) ma'siyettir. Serahsî'nin MuhıytTnde de böyledir.

En doğrusunu bilen Allah'u Teâlâ'dır. [34]

 

17- MÜSTE'CİR VE ÂCİRİN YAPMALARI ÎCABEDEN ŞEYLER

 

İcarlayan şahıs, icaraladığı şeyin gerektirdiği harcamayı yapar. Ücret, ister ayn olsun, ister menfaat olsun müsavidir. Muhıyt'te de böyledir.

İcarlanan hayvanın yiyeceği, İçeceği icar alanın üzerinedir. Çünkü o, onun malıdır,

Eğer icarlayan şahıs sahibinin izni olmadan, ona yedirirse, işte o nafile olur. İcara verene müracaat ederek ondan bir şey alamaz. Cevhe-retü'n-Neyyire'de de böyledir.

Evin icarı, tamiri, sıvası, oluğunun ıslahı ve yapılacak başka işleri, ev sahibinin üzerinedir.

Keza, evde kalsın diye bırakılan perdeler, ev sahibinindir.

Eğer ev sahibi perde takmamışsa, müste'cir takar; sonra da, kendisi çıkarken, bu perdeleri çıkarır. Şayet kusurunu görerek icarladı ve razı olduysa, buna bir diyecek yoktur.

Umdetü'l-Fetâvâ'da şöyle zikredilmiştir:

Bir adam, bir ev icarladığı zaman, o ev saman dolu olur ve tavanı akıyor olursa, ev sahibi onun tavanını ıslaha cebredilmez. Çünkü hiç bir mülk sahibi, mülkünü ıslaha cebredilmez. Zahîriyye'de de böyledir.

Bir adam, bir ev icarladığmda, onun camları olmaz veya üzerinde kar bulunur ve bunu da icarcı bilmekte olursa, bu durumda muhayyerlik hakkı olmaz. Gınye'de de böyledir.

Su kuyusunu ve tuvalet çukurunu ıslah etmek (= tamir etmek) ev sahibine aittir. Fakat o, bunları yapması hususunda cebredilmez.

Bunlar, müste'cirin fiili ile dolmuş olursa, alimler: "Şayet, evde icare müddeti geçmişse ve süprüntü varsa, onu icarcmın kaldırması gerekir. Çünkü, bu, onun fiiliyle olmuştur. İçine toprak koymak gibi... Eğer icarcmın fiili olmadan olmuşsa, kıyasen yine onun taşıması gerekir; nakli ona düşer. Süprüntü gibi... kül gibi...

Kiraya tutanlar, kiraya tuttukları yeri güzelleştirirler; örf ve adet üzerine mal sahibine teslim ederler.

Şayet müste'cir bir şeyi ıslah ederse, o bir teberru olur; ücretten düşülmez. Bedâi"de de böyledir.

Pencerenin camı, merdivenin tamiri icara verene aittir. Yağmış bulunan karı kaldırmak mes'elesinde alimler arasında ihtilaf vardır.

Bu hususta muteber olan örfdür. Gınye'de de böyledir.

Kanalı  kazma,  sınırı tayin ve ıslah da icara verene aittir. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Bir adam, içinde su kuyusu bulunan bir ev icarladığında, ev sahi­binin izni olmadan, o kuyudan içecek ve abdest alacak su alma hakkına sahiptir. İster bu kuyunun olduğunu bilsin, isterse bilmesin böyledir. Şayet, bu kuyuya fare düşer veya orda bir arıza olursa, onun ıslahı iki­sine de gerekmez. Zehiyre'de de böyledir.

Bir hamam icarlandığı zaman, onun külünü, gübresini, yıkanıla­cak yerini temizlemek icarcıya aittir.

Eğer, bunların yapılması icara veren şahsa şart koşulursa, bu icare fasid olur.

Eğer müste'cire şart koşulursa, icare caiz olur. Eğer müste'cir, kü­lünü temizlemeyi inkar ederse, onun sözü geçerli olur. Fetâvâyi Kâdî-hân'da da böyledir.

Bir kimsenin icarladığı eşek yolda yorulur ve kiralayan şahıs, başka bir adama, "ona birşeyler yedirmesini" söyler; o da öyle yapar ve bu şahıs, o eşeğin başkasına ait olduğunu bilmekte olursa, sarfettiği masraf için kimseye müracaat edemez. Çünkü, o teberru olur. Eğer eşeğin kendisine söyleyenden başkasına ait olduğunu bilmiyorsa, kendi­sine söyleyene müracaat eder. Her ne kadar, amir: "Ben ödemem." dese bile böyledir. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir. [35]

 

İcâre İle İlgili Diğer Bazı Mes'eleler

 

Burda aslolan: : İcare bir amel (= iş) üzerine vaki olduğu zaman, o amelle ilgili her şey —her ne kadar icarede söylenmemiş olsa bile— ona tabidir.

Bu hususta, örfe müracaat edilir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, elbise dikmesi için, bir terzi icarladığı zaman, kumaş, elbise sahibinden olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adam, elbise diktirmek üzere bir terzi icara tuttuğu zaman, onun iplik ve iğnesi —örf böyle ise— terziye aittir.

Bizim örfümüzde, iplik elbise sahibine aittir.

Eğer elbise harir (ipek) ise, elbise dikilen iprişim elbise sahibine aittir.

Fırından ekmek çıkarmak, ekmekçiye aittir.

Kazandan yemek çıkarmak, —düğün (velime) yemeği için icar-lanmışsa— aşçıya aittir. Yoksa, özel olarak icarlanmışsa, aşçıya ait olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, yük taşıtmak için hayvan icarladığı zaman, palan, urgan, çuval... örfe göredir.

Hayvanı binmek için kiralamışsa, yine gem ve eğer örfe göredir. Muhıyt'te de böyledir.

Semerkand'a veya Buhârâ'ya kadar gitmek üzere bir hayvan icar-Iayan kimse, geri dönüp gelince, istihsanen, bu müste'cirin o hayvanı getirip mal sahibine teslim etmesi gerekir. Hızânetü'l-Fetâvâ'da da böyledir.

Bir adam, bir hayvanı, yükünü sahibi yükletmek üzere kiralarsa, yükü, o hayvandan indirmek de, hayvan sahibine ait olur. Fakat onu eve taşımak,onun görevi olmaz. Şayet o beldede örf böyle ise, öyle olur. Hizânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Yükü eve taşımak  hamala ait olduğunda,  onu  evin  üstüne çıkarmak, ona ait olmaz. Ancak, bu şart koşulursa, o halde şarta uyulur. Buğdayı veya benzeri şeyleri bir yere dökmek de böyledir; şarta bağlıdır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.     .

Ebû'1-Leys Nevâzil'de şöyle buyurmuştur:

Değirmen bendini —kanalım— kazmak, onu icara verene aittir. Zira, susuz değirmenden menfaat elde etmek mümkün olmaz. Ancak, suyu ile menfaat hasıl olur. Su da kanalsız akmaz.

Fakat, "kanalını kazmak, müste'cire ait" diye akid yapmışlarsa, bu müstesnadır. Serahsî'nin Muhıyti'nde de böyledir.

Bir adam, bir yaprak kağıt kiraladığında, onun beyaz kalması şart koşulursa, bu icare fasid olur. Mürekkep (le yazılması) şart koşulursa, caiz olur. Hızânetü'I-Müftîn'de de böyledir.

İmâm Muhammed (R. A.)'den sorulmuş:

Bir adam, elbise yıkaması için, bir çamaşırcı icarladığında, bu elbi­seyi yıkanacak yere kim götürecek?

İmâm şöyle buyurmuş:

— "Ben çamaşırcının götürmesini güzel görüyorum. Ancak, çamaşırcı, sahibinin götürmesini şart koşmuşsa, işte o müstesnadır. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Sırtında,   buğday   taşıması   için,   bir   hamal   veya   hayvan icarlandığmda, ipi ve çuvalı, taşıyanlara aittir.

Ebû'1-Leys: Bizim örfümüzde, her halde, çuval mal sahibinin olur. Ancak, şart koşar da icarlayan zat, ipin de, çuvalın da hamaldan olmasını isterse, o zaman, öyle olur. Zira ip, yükün bağlanıp düşmeme­sine yardım aletidir." demiştir,

Bir adam, yük taşıtmak üzere bir hamal icarlayıp, gideceği yeri belirtir; bu hamal oraya varınca, o yükü o eve indirir; sonra da sahibine, onu tartıp teslim eder; ancak sahibi onu, o yerden bir müddet kaldırmaz; ücreti hakkında da birbirlerini dava ederler; ev sahibi de, o hamaldan işkaliye icarı isterse; alimlerimiz: "Eğer onlardan birisi, o yeri icarlamış ise, icar orayı kiralayana aittir. Şayet hamal kiralanmamış bir yere koymuşsa, tartılıp teslim edildikten sonra, bu yerin kirası, hamalı kira­layan şahsa aittir.

"Bu icar, hamala ait." diyenler de olmuştur.

Yük taşıtan şahıs, hamaldan, o yükü ikinci defa tartmasını talep ederse, hamal bunu yapması hususunda zorlanamaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Ebû Bekir (R.A.)'dan sorulmuş:

— Satılan bir şeyi ölçen şahsın ücretini kim verecek? İmâm, şu cevabı vermiş:

— Satıcı verecek... Satılan şeyi tartan şahsın ücretini ise müşteri ( = satın alan şahıs) verecek... Hâvî'de de böyledir.

Ebû Bekir (R.A.)'den sorulmuş:

 Bir adam, bağında yaş üzüm sattığı zaman, bu üzümleri kim toplayacak ve kim tartacak?

İmâm, şu cevabı vermiş:

  Götürü usûlü satmışsa, toplayıp bir araya yığmak müşteriye aittir. Şayet tartım şartıyla satmışsa, bu işler satıcıya aittir. Ancak, satıcı ihaleye verirse, tartmak üzerine vacib olmaz. Fakat, o tartılarak satılır. Şayet müşteri, satıcıyı doğrularsa, o tartmakla mükellef değildir. Şayet yalanlarsa tartması ona teklif edilir. Tatarhâniyye'de .de böyledir.

Ebû'l-Kâsım (R.A.)'dan sorulmuş:

Belirli bir yığın buğday ödünç alındığı zaman, onu taşımak, buğay sahibine mi, yoksa borç alana mı ait olur? İmâm şu cevabı vermiş:

— Borç alana ait olur. Ancak, borç alan şahıs, diğerine: "Bir adam icarla da, onu taşıt." derse, o takdirde, onu taşıtmak borç verene ait olur. Sonra da borç veren bu şahıs, borç alana müracaat ederek verdiği hammaliyeyi ondan alır. Hâvî'de de böyledir.

Ebû Nasr ed-Debbûsî'den sorulmuş:

   Bir hamal yolda durup, günlerce bekler ve yük sahibinden taşıdığı kaplar için daha çok hammaliye almak isterse, durum ne olur?

İmam, şu cevabı vermiş:

Bu hamalın yolda beklemesi gasb olur; aldığı ücreti geri vermesi gerekir. Beklediği yerden itibaren, mal sahibinden alacağı hammaliyeyi, mal sahibine öder. Kapların ücreti taşıtana aittir. Tatarhâniyye'de de böyledir.

En doğrusunu bilen Allah'u Teâlâ'dır. [36]

 

18- İKİ ORTAK ARASINDA CEREYAN EDEN İCÂRE VE İKİ ECÎRİN İSTİ'CARI

 

Uyûn'da şöyle zikredilmiştir:

İki kişi bir yiyecek maddesine ortak bulundukları zaman, onlardan birisi, diğerinden bu yiyecek maddesindeki hissesini kendi evine taşımak için bir hayvan icarlar; bu mahsul de taksim edilmemiş olur ve o mahsû­lün tamamını, o yere taşırsa, ücret vermesi gerekmez.

Bu ortaklardan birinin bir gemisi olur ve o mahsûlü, bir beldeye taşımak ister ve ortağı, gemi sahibine: "Gemini bana icara ver; ben de hissemi oraya götüreyim. Senin hisseni de götüreyim." der; o da öyle yaparsa bu icare caiz olur.

Keza, iki ortak, mahsûllerini öğütmek istediklerinde, birinin değirmeni olur ve diğeri, onun yarısını icarlar ve: "Senin köleni, ikimizin ortak olduğu, şu mahsûlü taşıması için icarladım." derse; işte bu caiz olmaz.

Onu, muhafaza için icarlaması da caiz olmaz.

İmâm Muhammed (R.A.) şöyle buyurmuştur: İki ortağın birisi, diğerinden bir iş yapma durumunda olan bir şey icarlar ve ondan bir iş yapması istenirse, işte bu caiz olmaz. Şayet o işi yaparsa,, ona ücret ödenmez.

Hayvan da böyledir.

Bir kimsenin ortağından icarladığı şey, bir işte çalışmaz ise, işte onu icarlamak caizdir. Çuval ve emsali şeyler gibi...

Ebû'1-Leys, şöyle buyurmuştur: Bu görüş, Mebsût'un görüşüne muhaliftir. Çünkü orda Müdârabe Kitabf nda şöyle yazılmıştır:

Bir adam, ortağından bir ev veya bir dükkan icarlasa, ona ücret gerekmez.

Kudurî'de şöyle buyurmuştur:

Ortak malın aynında iş yapacak olan şeyler icara müstehak değildir.

Meselâ: İki ortaktan birisi, diğerinden bir şey icarlasa bu caiz olmaz. Kendisini kölesini veya hayvanını ortak mahsulü bir yere taşımak için icarlamak gibi..

Müşterek malda çahştırrnaksızın ücrete müstehak olmayan şeyleri icarlamak ise caizdir. Ortaklardan birinin, diğerinin evini icarlayıp, içine mahsul komyası veya gemisine yük yükletmesi yahut çuvalını, değirmenini icarlaması gibi...

Fahrüddin Kâdîhân, Fetvâları'nda: "Uyun ve Kudûrî'nin dediği üzerine amel edilir." demiştir. Kübrâ'da da böyledir.

İbnü Semâa'nm Nevâdiri'nde şöyle zikredilmiştir:

Bir adam, iki kişiyi bir dirheme, eve odun taşımaları için icarladığında, onlardan birisi, o odunun yarısını taşırca, ona yarım dirhem verilir. Şayet çalışmadan ve yük taşımadan önce ortak olmaz­larsa, bu datatavvû' (nafile) olur.

Keza, bina yapmak veya kuyu kazmak için iki kişiyi icarlarlar ve icarlanan bu iki kişi ortak olurlarsa, icarlayan şahıslar, onların ücretle­rini tam olarak verirler; onlar da onu, aralarında ortaklık hükmüne uygun olarak taksim ederler. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, elbise diktirmek üzere, ortağının köledeki hissesini icarlarsa, bu caiz olur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

el-Asl Kitabında şöyle zikredilmiştir:

Bir adam, bir toplumu bir kanal kazmak için icarlarsa, bu icare sahih olur. Onların hepsi, çalışır; yalnız bir kısmı diğerinden daha çok çalışırsa, ücret aralarında adam başına göre verilir.

Bir adam, iki hayvan icarlayıp, ikisinin üzerine karışık yirmi ölçek yük yükletecek olursa, bu durumda, birine, on ölçekten fazla yükletemez.

Şayet birine on ölçekten fazla yükletirse, ücreti de ona göre taksim eder. Çünkü, iki hayvan arasında değişiklik vardır.

Bazı alimlerimiz: "Eğer yük farkı, pek fazla değilse, ücretler müsavi verilir. Fakat fazla olursa, müsavi verilmez." buyurmuşlardır.

Şayet bir mazaretten dolayı veya hastalandığı için ona yük yüklet-mediyse, aralarında da ortaklık yoksa, hastanın ücreti düşürülür.

Eğer ortak iseler, her ikisinin de ücreti verilir.

Ebû'l-Leys'in Fetvâları'nda şöyle zikredilmiştir:

İki san'atkârdan biri, diğerinin san'at âletlerini icarlar; sonra da o aletlere, bu iki şahıs ortak olurlarsa; ücretin aylık olması halinde, önceki ay için ücret gerekir. Ondan sonraki aylar için ücret gerekmez. Çünkü önceki ayda ortaklık, sahih icareden sonra olmuş oldu ve o icareyi ibtâl eylemedi. İkinci ayda ise, ortaklık icareyi sebka,t etti ve o ortaklık anlaşması, icareyi ibtâl eyledi.

Şayet aletleri senelik olarak icarlamış olsaydı, icare vacib olurdu. Çünkü icare sahih olmuştur ve onun üzerindeki ortaklık cereyanı, ica-reye mani olmaz.

Muhammed bin Seleme şöyle buyurmuştur:

Ortaklık icareyi gevşetir. Bunun şekli şudur:

Bir adam, diğerinden bir dükkan icarladıktan sonra o dükkanda yapılacak işe, dükkan sahibi ile ortak olurlarsa; Muhammed bin Seleme'nin fetvasiyle amel edilir. Ecrin ikisi de, —ondaki amel yönünden— düşer. Çünkü, ma' kudu aleyh, teslim edilmemiştir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kadın, evini kocasına icare verir ve hepbirlikte o evde, oturur-larsa, bu durumda o kadına icar verilmez. Bu, yemek pişirmek, ekmek yapmak için icare yerindedir.

Uygun olanı ise, bunun caiz olmasıdır. Fetâvâyi Kadîhân'da böyle zikredilmiştir. Esahh olan da budur. Kübrâ' da da böyledir.

Bir aylığına, evini, kocasına icara veren kadın, bu ev ile kocasını başbaşa bıraktığı halde, bu evi icarlayan koca, o evde bir ay bu kadınla beraber kalırlar ve bu müste'cir "Ben icar vermem; çünkü sen, beni ev ile başbaşa bırakmadın." derse, o zaman, yine icare yoktur. "Bazıla­rınca ise, ev kendi elinde olduğu için, icare vardır." denilmiştir. Muhıyt'te de böyledir.

En doğrusunu bilen Âllahu Teâlâ'dır. [37]

 

19- ÖZÜR SEBEBİYLE İCÂRENİN FESHİ; İCÂREDE ÖZRÜN SALİH OLUP OLMAYACAĞI VE İCÂRENİN FESHİNE TEALLUK EDEN HÜKÜM BULUNUP BULUNMADIĞI

 

Aslında icare, —ayn'm, karşılığı olmadan helak olması halinde, —bir özür bulunmadan da feshedilebilir.

Meselâ: tcare akdinin yazılması halinde, bu yazının zayi olması gibi.. Ve, icarlanan bir yerin ziraat için sürülmesi ve fakat tohumun kimin tarafından verileceğinin belli olmaması halinde., bu icarenin özür­süz olarak feshedilebileceği gibi..

Vâkıât'ta, bu cevabın muhafaza edilmesinin gerekliliği hususunda pek çok malumat vardır. Gınye'de de böyledir.

İcare, bize göre, özür sebebiyle bozulabilir. Onun da bazı yönleri vardır:

Özür, ya akidlerin biri tarafından olur veya ma'kudün aleyh ( = üzerinde akid yapılan şey) tarafında olur.

Bazı rivayetler de: "Özür tahakkuk ettiği zaman, icare bozulmaz." denilmiş; bazılarında ise: "...bozulur." denilmiştir.

Bazı alimlerimiz de, bu hususta tevakkuf etmişler (= durup> bek­lemişler) ve: *'Şayet icare, bir garaz (= maksad) için yapılmış, o garaz da ortadan kalkmış ise veya bir özür, şer'î bir akid üzerine icareyi bozuyorsa, bu durumda icare kendiliğinden bozulur.

Mesela: Bir kimse başka birini yemek yemesi halinde, elini kesmesi için veya ağrıdığı vakit dişini kırmak için icarlar ve bu adam yemek yemekten ve diş ağrısından da kurtulursa, icare bozulmuş olur. Zira böyle bir akdin cereyanı şeriatta mümkün değildir.

Bir adam, Bağdad'a kadar gidip, bîr şahıstaki alacağını istemek için veya kaçan bir kölesini aramak için bir hayvan icarladıktan sonra; borçlusu   gelir   veya   kaçan   köle   yerine   dönerse;   bu   icare   akdi kendiliğinden bozulmuş olur. Çünkü maksad hasıl olmuş ve garaz yok olmuştur.

Keza, bir adam, evinde bir arıza var zanniyle, bir adamı, o evi yıkmak üzere icarlar; sonra da evde hiç bir arıza olmadığı görülür veya velime yemeği yapmak üzere bir aşçı icarlar o sırada da gelin öîüverirse, bu durumlarda icare, kendiliğinden geçersiz olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Geçmişte yapılan şer'î akdin bozulmasına mani olmayan fakat, bu akdin bozulmasını gerektiren bir nevi zarar meydana çıkarmış olan her özür akdin bozulmasını gerektirir. Bu durumda feshe ihtiyaç vardır. Zehiyre'de de böyledir.

Özür tahakkuk edip, akdin feshine ihtiyaç hasıl olunca, özür sahibi yalnız başına, bu akdi bozabilir mi? Bu durumda hakimin hük­müne veya diğer akidin rızasına ihtiyaç var mı?

Bu hususlar da da görüş ayrılıkları olmuştur.

Sahih olan ise şudur:

Şayet özür açkda ise, tek taraflı akid feshedilebilir. Böyle değil de, meşkuk (= şüpheli) ise, o zaman, akidiek taraflı feshedilemez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

İcarlanan şeyde kusur vaki olur ve bu kusur, yapılacak işe mani olacak durumda olmazsa,  bu  durumda icarlayan  şahıs  muhayyer kalamaz.

Meselâ: Hizmet için icarlanan bir kölenin gözünün biri yok olsa veya saçı dökülse, bunlar onun hizmetine halel getirmez.

İcarlanan bir evin, yıkılan duvarı, oturmaya halel getirmese, icar feshedilmez.

Şayet kusur, menfaata halel getirirse, kölenin hasta olması; hay­vanın sırtının yağır olması (yük taşıyamaz hale gelmesi) yıkılan bir duvarın o evi oturulamaz hale getirmesi gibi durumlarda, müste'cir muhayyerdir: îsterse o kadar faydalanıp, bedeli tam öder; isterse akdi nakzeder. (= bozar) Serahsfnin Muhiytı'nde de böyledir.

Eğer müste'cir akdi bozmadan önce, evi icara veren zat, duvarını yaparsa, bu durumda kusurun ortadan kalkmış olmasından dolayı, müste'cir hiç bir şekilde, bu akdi feshedemez. Hastalanan bir kölenin, icare akdi feshedilmeden önce, iyileşmesi gibi...

Şayet müste'cir arızanın kalkmasından önce akdi bozmak isterse, o takdirde, fesh ev sahibinin huzurunda olacaktır.

Eğer ev sahibi hazır değilse, müste'cirin akdi bozma hakkı yoktur. İcara veren şahıs yokken, müste'cir tamirat yaptırırsa, tamir ücreti ken­disine ait olur.

Çünkü, eğer oturursa, akid bakidir ve yaptırdığının faydasıda ken­disine aittir. Kübrâ'da da böyledir.

Şayet ev tamamen yıkılırsa, ev sahibi hazır olmasa bile, akid bozulmuş olur.

Şayet müste'cir bozulan evin yerinden faydalanıyorsa, icare devam eder.

Hâher-zâde, bu icarenin devamı görüşündedir.

Şemsü'l-Eimme ise ev tamamen yıkılınca akid bozulmaz; fakat, ücret akid ister fesh edilsin, isterse edilmesin, ücret sakıt olur. ( = düşer.)" buyurmuştur. Suğrâ'da da böyledir.

Eğer ev yıkılır ve icarcı, evin yerinde oturursa, bu durumda icar gerekmez.

Şayet evin bir kısmı yıkılır; kalan kısmında oturursa, ücretten hiç bir şey noksanlaştınlmaz.

Keza, bir kimse, üç odalı bir evini icara verdiği halde, bu evde iki oda  bulunursa,   bu  durumda  icarcı  muhayyerdir;   ecirden  bir  şey düşüremez.  Fakat isterse,  icardan vaz geçip,  icar akdini  fesheder. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

İcarlanan evin yıkılması üzerine, icare bozulunca, icare de düşer. Meselâ: Bir gasıb, bir şeyi gasbederse, o şahsın, icareyi feshetme yetkisi vardır ve bu durumda icar gerekmez. Fakat icare anlaşması bozulmuş sayılmaz. İmâm Muhammed (R.A.), el-Asl'da buna işaret buyurmuştur.

İcarlanan ev yıkılır ve müste'cir icare müddetince, orda oturmak isterse, icara veren şahıs, onu, bundan men edemez. Ve müste'cir, bu binanın yapılmasını, icara veren şahıstan, icareyi feshetmeden önce isteyebilir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

İmâm Mühammed (R.A.) şöyle buyurmuştur:

Bir gemi bozulduğunda onun tahtasına binen icara cebredilir mi?

Hayır edilmez. Bu geminin zayi olmasıyla, akid bozulmuştur. Fakat o gemi başka bir gemiye döndürüldüğünde, —bir gasıbın, tahtaları gas-bedip, onu da bir gemi yapması halinde, onun o gemiye sahip olması gibi, o şahıs yeni geminin sahibi olur. Serahsî'nin Muhiytı'nde de böyledir.

ei-Asl Kitabında şöyle zikredilmiştir:

Müste'cir bir mazereti sebebiyle evden çıkarsa; icar düşer. Ziyâdât Kitabında ise: "Düşmez; ancak icareyi fesh ederse, düşer." denilmiştir. Fetâvâyi Attâbiyye'de de böyledir.

Bir adam, bir ev icarladığmda, o evin bir kısmı yıkılır; icara veren de hazırda olmaz veya inadından hazır bulunmayıp hakimin meclisine gelmezse, icare fesholmaz. Hakim, onun adına bir vekil tayin eder ve o, icareyi fesheder. Gmye'de de böyledir.

Bir kölenin efendisi, icara verdiği bu köleyi, yolculuğa çıkarmak isterse, bu özür değildir. Bu durumda, icare de feshedilmez. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, akarını icare verdikten sonra, kendisi yola çıkarsa, bu da müste'cir için özür sayılmaz. Çünkü, her ne kadar, icarcı bulunmasa bile, müste'cir ondan faydalanıyor.

Şayet müste'cir yolculuğa çıkmak isterse, işte bu bir özürdür. Çünkü müste'cirden oturmadığı evden icar alınmaz. Siracü'I-Vehhâc'da da böyledir.

İcara veren zat, icarı fazla bulursa, icareyi feshedemez. Bu fazlalık iki kat bile olsa, bu böyledir. Gâyetü'I-Beyân'da da böyledir.

Bir yeri icarlayan şahıs, sanat değiştirmek isterse (Mesela: Ticareti terk edip, ziraatçılık yapacak olursa veya bir yeri ekmek için kiraya tuttuğu halde onu terkeder, ekmezse ve ticaretle uğrayacağını söylerse) işte bunlar özürdür. Bedâi"de de böyledir.

Bir kimse, bir çarşıda, ticaret yapmak için bir dükkan icarladıktan sonra, o çarşı muattal olur ve ticaret yapmak imkanı kalmazsa; icareyi fesh eder. Zira, bu bir özürdür. Gınye'de de böyledir.

Bir adam, Kûfe'den Bağdad'da gitmek üzere, bir deve icar­ladıktan sonra, bir katır karlamak isterse, o bir özür olmaz.

Fakat, bu deveyi veya başka bir hayvanı satın alırsa, işte o, özür olur.

Bir adam, Bağdad'a kadar bir hayvan icarladıktan sonra, seferden geri kalması icabeylese; veya hacca gitmek üzere bir deve icarladıktan sonra, o yıl hacca gidemese; yahut hastalansa, veya sefere çıkmakdan aciz kalsa, bunların tamamı özür sayılır.  Fetâvâyi Kâdîhâh'da da böyledir.

Bir kimsenin, icara tuttuğu ev yıkılır ve icara veren şahsın da başka evi olmazsa,  —icarlayan şahsın,  orda oturmayı irade ettiği müddetçe— bu icare bozulmuş olmaz.

Eğer şehirden çıkmak isterse, yine icare bozulmaz. Çünkü, bir zarara uğramış değildir ki akdi bozsun...

Şayet ev sokakda olur ve oradan bir ev satın alıp müstecir borçlanır veya iflas eder ve o sokaktan kalkarsa, işte bu, onun için bir özürdür ve bu durumda icare bozulur.

Keza, icara tutan şahıs, başka bir beldeye gitmek.ister ve ev sahibi, evden çıkmasını istemezse, bu durumda hakim müste'cire "çıkmasının zarurî olup olmadığı hususunda'', yemin verir.

Keza, müste'cir, bir ticaretten, başka bir ticarete geçmek isterse, bu da bir özürdür. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, içinde bir iş yapmak üzere bir dükkan icarladiktan sonra,  o dükkanda,  o  san'attan başka bir san'at yapmak isterse, yapacağı ikinci san'at, o dükkanda kolaylıkla yapılabilen bir meslek olması halinde icareyi bozmaz; değilse bozar. Çünkü, Özür tahakkuk eylemiştir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adam, icarladığı evden daha ucuzunu bulsa, bu bir özür olmaz.

Keza, bir kimse, bir ev satın alıp, oraya taşınmayı murad eder veya bizzat bir hayvanı Bağdad'a kadar icarlar; sonra da icarlayan zat o evden çıkmamak isterse, işte bunlar birer Özürdür.

Şayet hayvan sahibi hakime şikayet eder ve hakim ona: "Sabreyle, eğer giderse, hayvanınla gider. Çünkü kiralanan, hayvanın adımlarıdır. Eğer götürürse, ondan faydalanır. O takdirde icar gerekir. Eğer binmez veya hastalanır yahut bir şeyden korkar veya hayvana bir arıza isabet eder ve ona binme imkanı kalmazsa, bu özürler müste'cir için makbul olan özürlerdir.

Şayet hayvan sahibi hastalanırsa bu durumda icare bozulmaz. Keza,   müste'cirin   alacaklısı,   hayvanı   habsederse,   yine   icare bozulmaz.

Bir adam, diğerini, bir yükü, bir yere götürmek üzere icarladığında, yolun bir kısmını gittikten sonra; gitmek istemez ve icareyi oraya bıra­karak, ücretin yarısını isterse; alimler: "Eğer geride kalan yarı yol, aynı kolaylıkta veya aynı zorlukta ise, götürdüğü kadarının ücreti verilir." demişlerdir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adam, evini icara verdikten sonra, bu icare akdini bozmak isterse; onu satıp, bedelini aile efradına nafaka yapacak olması halinde, buna hakkı vardır. Kübrâ'da da böyledir.

Evini kiraya veren bir kimsenin müstecirinin alacaklısı gelir ve müste'cir evin ücretini (= icarını) —ona verme mecburiyetinde kalırsa; ev sahibinin bu icareyi bozma hakkı vardır. En uygun olanı, bu durumda icara veren şahıs, işi hakime çıkarır; akdi o bozar; yoksa kendisi bizzat bozmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Müste'cirin, ev sahibinin borcu için, evi satması doğru olmaz. Fetvâ'da bunun üzerinedir. Sirâciyye'de de böyledir.

Bu durum hakime haber verilir ve icarcı, icarın kalkmasını isterse, bu durumda hakim, akdi bozmaz. Şayet, müste'cirin bizzat kendisi satar veya icara verene veya başkasına satmasını emrederse, hakim onu kabul eder.

Bu emir, hakime duyurulur ve satıcı, alacaklının beyyinesini isbat ederse, bu durumda hakim, o beyyineyi tasdik edip, bu icareyi bozar ve müşteriden evin bedelini alıp, alacaklıya teslim eder.

Hakim hükmünü verene kadar, müstecirin ev sahibine icar vermesi zaruridir. İcar ev sahibinin olur ve o, ona helal olur.

Keza, icara veren zat, durumu hakime haber vermeden önce, kendisi evini satar; sonra da durum hakime haber verilirse, bu durumda da müste'cir, —icara veren şahsın gerçekten borçlu olduğunun hakim tarafından bilinmesi halinde— icarı, ev sahibine öder.

Fakat hakim, ev sahibinin borçlu olduğunu bilmez; örf de ev sahi­binin ikrarına göre hareket etmek olur; alacaklı da alacağını ikrar eder; müste'cir de bunu inkar ederse, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, o yer satılır; icare düşer.

İmâmeyn'e göre ise, bu yer satılmaz; icare devam eder. Muhıyt'te de böyledir.

Hakim, bu evi sattığı vakit,  önce müste'cirin alacağını öder artanını da diğer alacaklıya verir.

Eğer ev sahibi borçlu olarak ölürse, bu durumda en haklı olan müste'cirdir rehinde olduğu gibi...

Şayet arazi ekili ise,  mahsul yetişene kadar,  borç için akid bozulmaz.

Mahsul olgunlaştığı zaman, borcu yüzünden habsedilen şahıs, o mahsulü idrak etmesi için hapisten çıkarılır.

Şayet müşteri o yerin icara verilmiş olduğunu bilirse, alımını fes­hetmez; sabreder.

İcâre müddeti tamamlanınca, mahsulü, mal sahibi müste'cirin izni olmadan satmış; müstecir de bu satışı reddetmişse, bu durumda bey' ( = satış) bozulur mu?

Alimler bu hususta ihtilaf etmişlerdir.

Esahh olan kavil ise, bu satışın bozulmamasıdır. Eğer müste'cirin izni ile satmış ise, bu icare bozulmuştur. Gıyasiyye'de de böyledir.

Müste'cir, aczi sebebiyle fukara olduğu veya bir kazanç temin edemediği yahut hastalandığı için icareye muhtaç olsa, bu durum akdin devamına mani olmaz. Hulâsa'da da böyledir.

Bir adam, önce kölesini icara verir; sonra da onu satarsa; bu bir özür değildir. Ve icareyi bozmaz. Çünkü, akdin devam etmesinde ona bir zarar yoktur. O köle, icare müddetine kadar, müste'cirin tasarru­funda kalır. Nihâye'de de böyledir.                   -

Evini icare veren zat, kâr zahir oldu diye, evini sattığında, bu ica­reyi bozmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adam; bir seneliği yüz dirheme bir köle icarlar ve bir batmanda içki verecek olur; karşılıklı teslim-tesellüm yapıldıktan sonra da icara veren zat, akdin fesadından dolayı icarı bozarsa, buna hakkı vardır. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir terzi, birlikte çalışmak üzere bir köle icarladıktan sonra, iflas eder veya hastalanır ve o sokaktan çıkmak isterse, bu bir özürdür. Fakat başka bir iş yapmaya intikali Özür olmaz. Çünkü o terziyi ister o mahalde istihdam eder; isterse diğer bir dükkanda çalıştırıp ücretini verir. Tjmurtâşî'de de böyledir.

Bir adam, diğerini, elbisesini yıkatmak veya gömleğini biçtirmek yahut evinin duvarını ördürmek veya tarlasına tohum ektirmek için icarladıktan sonra, o,onu yapmazsa, işte bu bir özürdür.

Bir kuyu kazdırmak için icarlasa yine aynıdır.

Hacamat yaptırmak ve kan aldırmak için icarlayıp, sonra da bundan vazgeçse, bu da aynı şekilde özür sayılır.

Şayet bu durumlarda, icarlanan zat, o işi yapmaktan kaçınırsa, ona cebredilir ve bu durumda icare bozulmaz. Muhiyt'te de böyledir.

Bir adam, bir arazi icarladığında o yeri kum basar veya o yer sertleşip, sürülüp ekilmez hale gelirse, bu icare batıl (~ geçersiz) olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Şayet bu araziyi su basar ve ekilmez hale gelirse, bu da icarenin bozulmasına sebeb olabilir.

Nevazil kitabında şöyle zikredilmiştir:

Şayet suyu kesilecek olursa, yine fesh hakkı sabit olur.

Eğer, bu araziye ekin eker ve o halde de ecr-i misille o yeri bir başkasına terkeder, o da razı olursa, bu işlem geçerli olur. Hulâsa'da da böyledir.

Bir adam, ziraat için bir arazi icarladıktan sonra, başka bir yeri ekmek istese, bu bir özür sayılmaz.

Nevazil'de şöyle zikredilmiştir:

Bir köyde bir arazi icarlayan bir kimse, sonra onu bırakıp, başka bir köyden bir yer icarlarsa, —bu köylerin arasında sefer müddeti olan (90 kilometrelik bir mesafa bulunması halinde,— bunu yamaya hakkı olur. Şayet bu mesafeden az ise, hakkı yokdur. Çünkü sefer müddetinden aşağı olan mesafe hakkında çok ahkam vardır. Bir mahalden, bir mahaîe gitmek gibi... Timurtâşî'de de böyledir.

Müste'cir hastalanıp, ziraatçılıktan aciz kalır ve kendisi bizzat ekemez ise, işte bu bir özür olur.

Şayet başkası ektirmez ise bu özür olmaz. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Bir adam, bir köleyi, hizmet için icarlar ve bu köle hasta olursa, bu durumda müste'cir, icareyi feshedebilir.

Şayet bu hale müstecir rıza gösterirse, bu durumda icara veren şahıs, icareyi feshedemez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

İcarlanan bir köle kaçarsa, bu da bir özürdür.

Şayet, bu durumda müste'cir icareyi feshetmez ve bu köle geri gelirse, kaçtığı günlerin icarı düşer ve akid baki kalır.. Serahsî'nin Muhiytı'nde de böyledir.

Şayet icarlanan köle hırsız olursa, müste'cir onun icaresini fesh eder. (- bozar)

Bu kölenin efendisinin bu icareyi fesh hakkı olmaz. Mebsût'ta da böyledir.

Eğer icarlanan köle, yapacağı işi başaracak kabiliyette olmazsa, bu hal, müstecir için, fesh sebebi olmaz.

Şayet yaptığı işi bozarsa, bu durumda müste'cir muhayyerdir. Muhıyt'te de böyledir.

Belirli bir hayvan, yük taşımak üzere kiralanır ve bu hayvan ölürse, bu durumda bu icare fesh olur. Fakat hayvan, belirli olmaz ise, yerine başka bir hayvan getirir. Zehıyre'de de böyledir.

Belirli bir hayvan kiraya verildiğinde, o hayvan hastalanırsa, bu hal, kiraya veren için özür olur.

Bir başkasını, verir ve o hastalanırsa, bu hal özür olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Müste'cir yolun bir kısmında ölürse, o kadar mesafenin ecri alınır. Geride kalanın hesabı batıl (= geçesiz) olur.

Hişam,   İmâm   Ebû  .Yûsuf   (R.A.)'un   şöyle   buyurduğunu nakletmiştir:

Bir kadın, kurban bayramı günü, farz olan tavafı yapmadan Önce doğum yapar; icarcı olan deveci de onunla birlikte kalmaya razı olmazsa, işte bu bir özürdür; icare bozulur. Çünkü kadın,' tavaf etmeden Mekke'den çıkamaz; deveci de o müddet bekleyemez.

Şayet kadın önce doğum yapmış olur ve bir hayız müddeti kadar veya daha az bir zamanı kalmış olursa; bu durumda deveci beklemeye mecburdur. Sirâcü'I-Vehhâc'da da böyledir.

Bir adam, bir sene süre ile bir iş öğretmek üzere, bîr adamı icarlar; senenin yarısı geçtiği halde o adam bîr şey öğretmezse, gördüğüm rivayete göre, bu durumda müste'cir icareyi fesh eder.

Şeyhu'I-İmâm Aliyyü'l-İsbîcâbî'de benim gördüğüm gibi fetva vermiştir. Suğrâ'da da böyledir.

Bir adam, bir şey satın alıp, onu bir başkasına icare verdikten sonra, o şeyde bir kusur belirir ve o kusuru sebebiyle, müşteri onu satan şahsa geri verirse, bu durumda, icare akdi feshedilir. Muhıyt'te de böyledir.

Tecrîd'de şöyle zikredilmiştir:

Bir adam, nefsini bir iş veya bir san'at icra etmek için icara ver­dikten sonra, o işi yapmama hakkı yoktur.

Şayet, o iş kendi işi değilse ve onu yapınca ayıplanacaksa, bu iş akdini feshetme hakkı vardır. Hulâsa'da da böyledir.

Bir kadın, kendi nefsini, yapınca ayıplanacağı bir işe icara verdiği zaman, o kadının ehli, onu, o işten çıkarır ve icare feshedilir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir değirmenin suyu, fazla miktarda azalmış olursa, müste'cirin icareyi fesh etme hakkı vardır.

Natıfî'nin Vâkıatı'nda şöyle zikredilmiştir:

Su azalmış olduğu halde, değirmeni döndürüyor ancak eski halinin yarısı kadar öğütebiliyorsa; bu durumda da müste'cir değirmeni redde­debilir. (~ geri verebilir) Şayet reddetmiyor ise, buna razı oluyor demektir.

Keza, bu değirmenin suyu bazı zaman kesiliyor; müste'cir ise, burayı belirli bir bedelle aylık olarak icarlamış bulunuyorsa, bu durumda müste'cir muhayyerdir.

el-Asl'da şöyle zikredilmiştir:

Su gelene kadar icar fesh edilmezse, gelecek ayların icarı verilir; susuz ayların icarı kalır.

tmâm Muhammed (R.A.), el-Asl kitabında "bu hususun hesaplan­ması hakkında alimlerin ihtilaf ettiklerini" yazmıştır. Bazıları: "Bir ayda on gün su kesilirse, o aydan on günlük icar düşer. Bu da aylığın üçte birisidir." demişlerdir.

Şeyhu'I-İslâm: "Esahh olan da budur," buyurmuştur. Zehıyre'de de böyledir.

Bir adam, içinde değirmen bulunan bir evi icarlar ve onlardan her birinin hakkını da söylerse; değirmen buna dahil olmaz. İcara veren zat değirmeni kaldırır.

Şayet evleri değirmeniyle birlikte icarlarsa, o zaman da, değirmen de onun hakkıdır.

Eğer suyu kesilirse, sene geçene kadar, onu geri vermez.

Eğer o ev, değirmensiz bir menfaat temin etmiyor ise, icar evle değirmenin arasına taksim edilir. O hücrenin icar hissesi düşer; diğerinin hissesi kalır.

Değirmen olmayınca menfaat vermeyen ev hakkında müste'cirin yapacağı bir şey yoktur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

İbnü Semaa'nın Nevâdiri'nde, İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğu nakledilmiştir:

Bir adam, bir su değirmenini, alet ve evi ile birlikte, suyu da akmakta olduğu halde icara tuttuktan sonra, bu değirmenin suyu kesi­lirse, bu bir özürdür.

Şayet, bu değirmeni, suyu kesik iken icarlar ve bu değirmene su temin etmek için masraf yaparsa, bu masraf kendisine ait olur.

Şayet kanal kazıp suyu akıtır; sonra da o su ile kendi ziraatını sulayıp, icar vermeyi de terk ederse, bunu yapmaya hakkı yoktur; değirmenin icarını öder.

Şayet mezrûatına, suyunu akıtılmamasından dolayı büyük bir zarar isabet ederse, işte bu bir özürdür. O takdirde, icareyi terkeder. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, bir arazi icarladığında, onun suyu kesilirse; bu arazinin nehirle veya yağmurla sulanıyor olması halinde, yağmur suyu kesilirse, ücret verilmesi gerekmez.

Bir adam, bir arazi icarlar ve ekmeden önce, bir müddet geçerse, o geçen müddet için icar yoktur.

Mesela: Bir gasıb, bir yer gasbeyleyip, onu ekmiş ve ona afet isabet ederek, ziraat yok olmuş veya ekdikten sonra su basmış ve ekilen şey bitmemiş ise, İmâm Muhammed (R.A.)'den gelen bir rivayete göre bu durumda icare ücretinin tamamı ödenir.

Diğer bir rivayette ise, bir adam bir yeri icarlayıp eker ve oranın suyu azalır veya tamamen kesilir; icara veren şahıs da, hakime baş vurursa, bu durumda hakim, ecr-i misille, ziraat yetişene kadar bekle­mesini söyler.

Eğer bundan sonra su gelir ve bu yeri sularsa, icarda bir eksiltme yapamaz. Muhtârül-Fetâvâ'da da böyledir.

Ziraat tamamen   zayi olursa, icar gerekli olmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimsenin icarladığı arazinin suyu kesilince, ziraat susuz da meydana gelirse, bu durumda suyun kesilmesi Özür olmaz.

Şayet susuz olmaz ise, o, özür olur. Her ne kadar, bu hal, icareyi feshetmese bile, icare yoktur.

İcareyi fesh etmez, sonra da ziraatı sularsa, bu durumda fesh hakkı kalmaz.

Eğer su, arazinin bir kısmına, yetecek kadarsa, o zaman icarcı muhayyerdir: Dilerse, o yer nisbetinde icar öder. Gıyâsiyye'de de böyledir.

Yerini icara veren bir kimse, icara verdiği bu yerden, bir ağaç söktüğünde, eğer bu ağaç, faydalı ve maksûde olan bir ağaç ise, bu durumda müste'cir icarı feshedebilir. Zehıyre'de de böyledir.

Fetâvâyi Ahû'da şöyle zikredilmiştir: KâdîBedîu'd-Dîn'den Sorulmuş:

— Bir müste'cir, icarladığı yerin ağacından satmak üzere mal sahi­binden izin alsa ne olur?

İmâm şu cevabı vermiş:   

— İcare bozulmaz. Yine sorulmuş:

— Müste'cir, on dirheme icarladığı bir yeri: "Dokuz dirheme satın aldım." deK satıcı da: "Ben, onu on dirheme sattım." derse; durum ne olur?

İmâm şöyle buyurmuş:

— Bu da fesh değildir. Yine sorulmuş:

  Bir adam, bir evi belirli bir icarla tutup, bir müddet de içinde oturduktan sonra, Harzem askerlerinin korkusundan çıkıp gider; mal sahibi de onu başka birine icare verir; önceki adamdan da icarı peşin almış olur ve önceki icarcı gelirse, bu durumda, ikinci icarcıyı, oradan çıkarabilir mi? Ve oturduğu kadar için gereken icarı ondan alabilir mi?

İmâm şu cevabı verdi:

— Evet, —eğer o evi, icareyi fesh etmeden terk etti ise ve ev sahibine başkasına icara vermeye izin verdi ise— alır.

Şayet izin vermediyse, ev sahibi gasıb olur; ücret de kendinin olur; müste'cire bir şey gerekmez. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir adam, diğerinden, aylığı bir dirheme, bir köle icarlar; köle de hastalanıp iş yapamaz hale gelir, fakat başka bir iş yapabilecek halde olursa, müste'cir, isterse icareyi bozar.

Eğer bozmaz ve bir ay geçerse, o ayın ücretini vermesi gerekir. Şayet hiç bir iş yapamayacak şekilde hastalanmış olursa, ona icar gerekmez. Zehıyre'de de böyledir.

Bir adam, diğer birini gösterdiği yere bir kuyu kazmak üzere icar-layıp, çevresini de gösterir ve on arşın derinliğinde olacağını, her arşınına şu kadar icar vereceğini de şarta bağlar; adam da bir kaç arşın kazınca ölür; kuyu sahibi ise, kalan kısmını başkasına kazdırırsa, icarı hissesine isabet eden kadar verir. Çünkü kazılan kuyular için, üst tarafın kazısı ile alt tarafın kazısı bir değildir. Üst taraf kolay olduğu için, ucuz; alt taraf zor olduğu için, pahalı olur. Elbette. kıymetleri cem etmek adaletin tahakkuk etmesi için gerekir. Sonra, üst tarafın ücreti, ile, alt tarafın ücreti açığa çıkınca, en alt kısmın kıymeti, bir üstün kıymetinin iki katı olarak hisseler taksim edilir. Muhıyt'te de böyledir.

(Buna bir örnek verelim: Birinci adam altı arşın kazınca ölürse, ücretten hissesi ne olacaktır?

Şayet sonuncu arşının kazım ücreti yirmi dirhem olursa, dokuzuncu ve sekizinci arşınların kıymeti de yirmi dirhem olur. Ve sekizinci arşının hissesine on dirhem düşer.

O zaman yedinci ve altıncı arşınların ücreti beş dirhem olur. Beşinci arşının hissesine 2 Vı (= iki buçuk) dirhem düşer.

Beşinci arşının hissesi, iki buçuk dirhem olursa, dördüncü ve üçüncü arşınların ücreti 1 XA dirhem eder. Geride kalan ikinci ve birinci arşınlar da yarım dirhem ve bir de dirhemin sekizde birisi (yani 5/8 dirhem) olur.

Bu durum muvacehesinde birinci adamın kazdığı altı arşın, kuyunun hissesi meydana çıkmış olur ki, bu da: 5/8 + 1 1/4 + 2 1/2 = 5/8 + 5/4 + 5/2 = 5 + 10 + 20/8 = 35/8 = 4 3/8 (= dört tam üç bolü sekiz) dirhem eder.)

Uyün'da şöyle zikredilmiştir:

Bir adam, diğerinden bir arazi icarlayıp, onu eker; sulayacak su bulamaz ve ektiği şey kurursa; oranın susuz olduğunu bilerek icarlamış olması halinde ücretini vermesi gerekir.

Eğer, suyunun olduğunu bilerek icarlar, fakat suyu olmaz veya kurursa, bu durumda kiraya tutan şahıs muhayyerdir.

Şayet, ekilen şeyler susuzluktan mahvolursa, bu durumda ücret sakıt olur. Kübrâ'da ve Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, ziraat için bir yer icarladığında büyük kanal harab olur ve adam bu araziyi sulamaktan aciz kalırsa, icareyi feshedebilir.

Şayet icareyi bozmaz ve bir müddet zaman geçerse, bu durumda icar vermesi gerekir.

Bu halde duruma da bir çare vardır; şöyleki: İcarladığı yere bir şey eker ve bu hallerin birine gücü yetmezse, bu durumda o şahsın ücret vermesi gerekmez.

Keza, suyu kesilmez fakat, bu yeri sel basar ve ziraat imkanı kal­mazsa, yine icar gerekmez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adamr dağ arazilerinden bir yer icarlayıp onu eker; yağmur da umûmî olarak yağmaz ve ekin bitmez ve bir sene geçtikten sonra yağmur yağıp, ekilen o tohum biterse, İbnü Semâa, İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir:

Bu durumda mahsulatın tamamı müste'cirindir ve o yere kira da yoktur.

Üstadımız şöyle buyurmuştur:

Bir yerde nebat bitmeden önce, oraya kira vermek yoktur. Fakat nebat bittikten sonra, o yerde biten ziraatın bekletilmesi gerekir ve oraya ecr-i misil ödenir. Kübrâ'da da böyledir.

Müntekâ'da şöyle zikredilmiştir:

Şayet yağmur yağmaz ve o sene ekilen bitmez de, üzerinden bir sene geçer, sonra da mahsûl yetişirse, bu mahsûl eken şahsındır; fazlasını tasadduk eder. Eğer mal sahibi: "O benimdir." derse, buna hakkı olmaz. Hulâsa'da da böyledir.

Ebû'l-Leys'in Fetvâları'nda şöyle zikredilmiştir:

Bir adam, bir mevkide iki adet su değirmeni icarlar ve kanalını temizlemek, kazmak da icar veren şahsa ait olur ve bu şahıs birinin kanalını kazar ve bu suyu ikisine taksim edince, yapılacak işe noksanlık verirse, akde riayetsizlikten dolayı, icara tutan şahıs muhayyerdir: Şayet akdi bozmazsa, ikisinin ücretini de verir.

Eğer su, yalnız birine kafi gelir ve tutan şahıs icareyi feshetmezse, onlardan birinin icarını verir.

Eğer icarları değişik ise, icarı yüksek olanın ücretini —su ona tam kafi geliyor ise— öder. Muhıyt'te de böyledir.

Bir  adam,  bir  çadır icarlar ve onun  kazıkları  kınlırsa,  bu durumda, ücret gerekir. Müste'cir, bu sebeple icarı feshetmez.

Şayet, bu çadırın ortadaki uzun direği kınlırsa, bu durumda, bu çadırı tutan şahıs, ücret vermez. Zehıyre'de de böyledir.

Bir adam, bez dokuyucu bir şahsı: "Şu iplikleri doku." diye icarladığında, onun tezgahı kırılır ve uzun müddet yapamazsa, icar fes­hedilir. Bu, kırığın fazla olması halinde böyledir. Gınye'de de böyledir.

Bir müste'cir, icarladığı evde, içki içmek gibi, faiz yemek gibi, zina ve livata yapmak gibi açık bir kötülük yapıyorsa, ona iyilikte emredilir.

Bu durumda, kiraya veren şahıs da, komşuları da, onu evden çıkaramazlar.

Keza, kiraya tutan şahıs, o evi hırsız yuvası yaparsa, durum yine böyledir. Hızânetü'l-Müfrîn'de de böyledir.

Bir adam, diğerinin dükkanını, bir seneliğine icarlar, bu dükkanın arkası da bir mescide dayalı olur; bir sene geçer ve bu müddet içinde, mescid o tarafından, o dükkandan üç kerre hırsızlık yapılırsa, bu durumda müste'cir, akdi nakşedebilir mi?

— "Eder" denilmiştir. Zehiyre'de de böyledir.

Bir adam, diğerini sahrada çamur yapmak üzere, veya benzeri bir iş için, bir günlüğüne icarlar; o günde yağmur yağarsa, icarcı sahraya çıkınca, ona ücret yoktur.

Zahîrü'd-Dîn el-Mürğînânî  böylece  fetva  vermiştir. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Şemsü'l-Eimme'den soruldu:

  Bir adam, bir köyde, belirli müddetle bir hamam icarlar ve insanlar oradan dağılıp kaçarlar; icare müddeti de geçerse, bu durumda icare vermek gerekir mi?

İmâm şöyle buyurmuş:

— Şayet hamam adam bulamazsa, icare gerekmez.

Rüknü'l-İslâm Aliyyü's-Sağdî'de cevaben:

— "İnsanların tamamı değil de, bir kısmı gitmiş olursa, ücret gerekir.' * demiştir.

Cevabın doğrusu da budur. Zehıyre'de de böyledir.

Bir adamın icarladığı evde, karısının oturmaması özür sayılmaz.

Yapılan icare akidlerinin tamamı, akidin (= akid yapan şahsın) ölmesiyle, infisah eder.  (=   bozulur) Akid yapılmamış ise, Ölümle bozulmaz.

Eğer akid yapanın vekili, babası, vasisi isterlerse, yine akid bozulur. Keza,   vaktin  mütevellisi  ölürse,   akid  bozulur.   Zehîyre'de  de böyledir.

İcâre akdini  bir  hakim  yapınca,  onun  ölümüyle,  bu  icara bozulmaz. Hulâsada da böyledir.

Bir müste'cir, icare akdinin feshedilmesinden sonra, bir müddet daha tuttuğu yerde te'vil ile, oturursa, ondan fayda temin etmiş olması halinde, bu şahıs —vermesi gereken icarı verene kadar— hapsedilir.

Muhtar olan da budur..

Keza, vakıfta da, icara veren şahıs öldükten sonra, icarcı otu­rursa, muhtar olan görüş, kitabın cevabıdır.

O da ücret istenilmeden, bir ücret vermemektedir.

Fakat ücret istenildikten sonra, ödemez ise, o.zaman ilzam olunur, (suçlanır) Aynı öncekinin durumuna düşer yani habsedilir. Aradaki fark, önce istenilecek olmasıdır.

Muhıyt'te:   "Her   durumda   icar   gerekir."   buyurulmuştur. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.

İcârede fuzûlî icareden Önce ölürse, akid geçersiz olur. Eğer sonra ölürse, geçersiz olmaz. Hizânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Fuzûlînin (= yabancı bir adamın) icaresinin sıhhat şartı, şu dört şeyle kâim olur: Âkidin (= akdi yapan iki kişi), malik ve ma'kûdün aleyh. Eğer bedel para ise, onun mevcut olması şarttır. Bu durumda şart, beş olur. Suğrâ'da da böyledir.

İcara verenin ve icara tutanın cinnet getirmesi sebebiyle, icare bozulmaz. Zahîriyye'de de böyledir.

İcara veren ve İcara tutan şahıs irtidad edip dar-i harbe giderler ve hakim de dar-i harbe gittiklerine hükmederse, icare batıl (= geçersiz) olur.

Şayet icare müddetinde, tekrar müslüman olarak dar-i İslam'a gelirlerse, bu durumda icare eski haline dönüşür. Yani caiz olur. Hızâ-netü'l-Müftîn'de de böyledir.

İki adam, bir kişiye, bir ev icar verdikten sonra, icara veren bu iki kişiden birisi ölürse, onun hissesi batıl olur. Bu bize göredir; sağ kalanın hissesi baki kalır.

Keza, iki kişi, bir adamdan bir ev icarladiklarında, onlardan birisi ölür ve varisleri icarenin aynı halde kalmasını isterlerse, öyle kalır. Akid yapan şahıs da, buna razı olursa, bu caizdir. Bedâi"de de böyledir.

İki kişi, bir adamdan bir arazi icarladiktan sonra, bu icarcılardan birisi ölürse, icare sağ kalan hakkında batıl (= geçersiz) olmaz. Hali üzere kalır; icare fesholmaz. Bu hal, bir özür de sayılmaz.

Bu durumda çıkan mahsûlü, icarlayan şahısla, ölenin varisleri, yarı yarıya taksim ederler. Terekeden de arazinin hisselerine düşen icarını öderler.

Onun ölümüyle, icare bozulmaz. Eğer ziraat mevcut ise, bu varis­lere intikal eder.

İcare de ne konuşulmuş ise odur. Ecr-i misil gerekmez. Mahsulat olgunlaşana kadar bu böyledir.

Ve bu sahihdir.

Yalnız icare müddeti biter ve ziraat mevcut bulunursa, o zaman ecr-i misil olarak varislerin elinde kalır. Cevâhiru'I-Fetâvâ'da da böyledir.

Müste'cir, miras veya bağış yoluyla, aynen icarladığı şeye sahib olurlarsa, bu durumda icare batıl olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, rhüste'cire: "İcarladığını sat." der; o da: "Olur." derse, bu durumda, onu satmadıkça, icare fesholmuş sayılmaz. Gmye'de de böyledir.

Bazı alimlerin şöyle dediği hikaye olunmuştur:

İcara veren şahıs, müste'cire: "İcâreyi sat." der; o da, onu bir başkasına satarsa, bu caiz olur. Şayet icare yeri, rehin olur ve rehin alan şahıs, rehin veren şahsa: "Onu, filana sat." der; o da satarsa, bu caiz olmaz. Zehıyre'de de böyledir.

Müste'cir, uzun süreli bir icarede, icare malını ister; icara veren de: "Olur." veya farsça: "Olur, veririm." yahut: "Müsade et." derse, bu durumlarda icare fesholur.

Şeyhu'1-İmâm Üstad Zahîrüddîn el-Mürğînânî de böylece fetva vermiştir.

Şayet icara veren zat: "Yakında hasıl olur." derse, bu durumda fesholmaz.

Eğer: "Olur; yakında vereyim." derse, icare fesholur.

Eğer: "Benim malım değildir; benim olmuş olsa, sana veririm." derse, bu durumda icare fesholmaz.

Uzun va'deli icare malının bir kısmını, icarını istemeksizin verirse; bu durumda icare —malın tamamını vermedikçe— fesholmaz.

Sadru'ş-Şehîd ve bazı alimler, ekserisine itibar etmişlerdir ve Üstad Kâdî şöyle buyurmuştur:

Delâletli almış olsa bile, icare fesh olur. Fesh yoluyla olsa, yine fesh olur; mal, ister az olsun isterse çok olsun, bu böyledir.

Muhıyt'te şöyle buyurulmuştur:

Delaletsiz olur ve bu feshe delalet ederse, tamamını almadıkça fesh olmuş olmaz.

Bu, bazı alimlerin kavlidir.

İmâm   Zahîrü'd-dîn,   bununla   fetva   vermiştir. Hulâsa'da da böyledir

Buhârâ Fetvâlan'nda şöyle denilmiştir:

Müste'cir, icara veren şahsa: "Bu icare evini bana sat." der; diğeri de: "Olur." derse, bu durumda icare bozulur.

Şayet icara veren zat:  "Evi satıyorum." der; icare alan da: "Olur." karşılığını verirse, bu icare bozulur.

Müste'cir, icara veren şahsa: "Bu evi, bana satar mısın?" der; icara veren şahıs da: "Onu satıyorum." derse, Burhânüddin ve Kâdî-hân: "İcare bozulmaz." buyurmuşlar; Kadı Bediüddin ise: "bozulur." buyurmuştur.

kara  veren  şahıs,   icarlayan   şahsa:   "Ben,   bu  evi,   filana satıyorum." der; icarlayan şahıs da: "Onu sat." derse, bu durumda da icare bozulur. Ginye'de de böyledir.

icare veren şahıs: "İcare malını sözleştim." der; icarlayan şahıs da: "Malının icarını al; sanki ben onu infak ediyorum." karşılığını verir; icara veren şahıs da: "Sen bilin." derse; Burhânüddin: "Bu durumda icare bozulmaz." buyurmuş; Kâdî Bedîü'd-din ise: "Eğer feshe niyet etmişse bozulur; değilse bozulmaz." buyurmuştur.

İcara veren şahıs, icarlayan şahsa: "İcare malını sen al." der; icarlayan da:"Olur." derse, bu durumda icare bozulur.

Müste'cir: "îcare malını bana ver." der; icara veren şahıs da: "Olur." derse; bu durumda da icare bozulur.

Celâlii'd-dîn, bununla fetva vermiş; Kâdîhân ise, bunun hilafına "Bozulmaz." diye fetva vermiştir.

Fuzûlî de böyledir. FüsûIü'I-Imâdiyye'de de böyledir.

İcare veren şahsın elçisi, icarlayan şahsa: "Sana icara veren şahıs bu malı al diyor." der; müste'cir de: "Olur." derse, bu durumda da icare bozulur. Gmye'de de böyledir.

İcara veren şahıs bir kişi, icarlayan ise, iki kişi olurlar ve icara veren şahıs, o malı onlardan birine verirse, —diğerinin haricinde— onun icarı fesholur.

Şayet icara veren iki kişi; icara alan bir kişi olursa; birinin verme­siyle, yine icare fesholur. (= bozulur) Vermeyinin icare hissesi kalır. Birisi öldüğü zaman da böyledir.

Muhıyt'te:   "Anahtarı birisi verirse,  onun hissesi bozulur." denilmiştir.

Müste'cir, icara veren şahsa, bir adam yollar ve icara veren şahıs ona: "Dirhemleri hazırla, gel, teslim al." der; müste'cir gelir; icara veren şahıs da: "Ben dirhemleri sana infak eyledim." derse, bu durumda icare bozulmaz. Hulâsa da da böyledir.

Müste'cir, icara veren şahsa:  "Sen icare verirken, ben onun hudutlarını bozdum." derse, bu durumda icare fesh olmuş olur.

Müste'cir hududu söylemez ve icara veren şahsa da izafe etmezse, yine böyledir.

Keza, icara veren şahıs icarlayan şahsa:  "Sana hududlarım söylediğim yerin icaresini fesh ettim."  derse,  bu  fesh sahih olur. Zehıyre'de de böyledir.

Bir adam, evini icara verir ve icare müddeti bitmeden bu evi satarsa, bu alış-veriş satıcı ile alıcı arasında caizdir.

Hatta icare müddeti bitince, müşterinin onu alması gerekir; almamazlık yapamaz.

Ancak müşteri evin teslimini ister ve bu icare müddetince mümkün olmaz ise, bu durumda hakim aralarındaki sözleşmeyi bozar. Çünkü o, teslimi caiz olan müddette teslim etmemiştir. Tahâvî Şerhî'nde de böyledir.

İcara veren şahıs, icara verilen şeyi, icara verdiği adamdan izin almadan bir başkasına satarsa, bu alış-veriş satan ve satın alan şahıslar hakkında caizdir. Bu durumda icarı yenilemeye ihtiyaç yoktur.

Bu alış-veriş icara veren şahıs hakkında, icare hakkından vaz geçinceye kadar caiz olmaz.

Sahih olan da budur. Muhıyt'te de böyledir.

Müste'cir satışa izin verince, bu satış —hepsinin hakkında da— caiz olur. Fakat, müste'cirin elindeki mal, —malına kendisi varana kadar— boşaltılmaz. Satışa razı olması icareye de, yani onun feshine de rıza göstermesi demek olur.

Bazı alimlerimiz: "îcara veren şahıs, icara verilen şeyi, icara verdiği zatın izni olmadan satar ve müşteriye, onun rızası ile teslim ederse, bu durumda,  icara tutan şahsın,  onu hapsetme  (elinde tutma) hakkı kalmaz. Teslim etmeden satışa izin verirse, bu durumda, evi elinde tutma hakkını zayi etmiş olmaz.

İcara veren zat, icara verdiği şeyi, kendisine icara verdiği adamın rızası ile satıp, icareyi de fesheder veya ikisi birlikte akdi bozarlar yahut mezruatm müddeti tamam olur ve bu durumda bırakırlarsa, —hilafsız— satış caiz olur.

Şayet müste'cir, icara veren şahsa, karşı, bütün husûmetini ibra edip, da'valarmdan vaz geçer sonra da mezruat olgunlaşır ve icara veren şahıs, onun gelirini kaldırır müste'cir de gelerek nefsî gelirini talep ve dava ederse, bu davası sahih olu rmu?

"Uygun olanı, davasının dinlenmesidir. Çünkü hasılat ibradan son­ra olmuştur. Şayet icara veren şahıs, geliri kaldırdıktan sonra, müste'cir ibrada bulunup, —husumet ve davadan vaz geçer; daha sonra da gelir iddasında bulunursa, bu durumda davası dinlenmez. (= kabul edilmez.) denilmiştir. Muhıyt'te de böyledir.

Müste'cir izin verir ve icara verilen yeri, icara veren şahıs satar ve böylece icare feshedildikten sonra, bir kusuru yüzünden, müşteri, o yeri geri verirse; bunun fesh yoluyla olmaması halinde, icareye rücû edilmez; burda şek yoktur.

Eğer red, fesh yoluyla olursa, bu durumda icareye dönülür mü? Vâkıâtü'I-Fetâvâ'da, Kâdî İmâm ez-Zerencerî: "Bu durumda, ica­reye rücû edilmez." demiştir.

Şeyhu'l-İslâm  Abdurreşîd  bin  Hüseyin:   "Ona  rücû  edilir   ." demiştir. Hulâsa'da da böyledir.

Rehin bırakılan bir evin bodrum katı, bir seneliğine icarlandıktan sonra, sene geçmeden önce, borç ödenirse, bu icare feshedilir. Bu borç ister rıza ile, isterse zoraki ödensin farketmez. Gınye'de de böyledir.

Uzun va'deli senedde, "her biri için, muhayyerlik müddetinde fesh velayeti vardır; ister arkadaşı olsun, isterse olmasın." denilirse, durum ne olur?

Kâdî İmâm Ebû Ali ve başkaları: "Gerçekten bu akid, şartın şer'-i şerife muhalif olduğu için— fasid olur.

Fadlîise: "Akid bozulmaz; zira, akdin içinde muhayyerlik müddeti mu;yoktur. Bu hükmüle her biri fesh hakkına sahihtir; mülk muhayyerliği ile değil..." demiştir.

Biz, İmâm Muhammed (R.A.)'in: "Bu akid bozulmaz." buyurduğuna dair bir rivayet bulduk. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.

Fetâvâyi Ahû'da zikredildiğine göre, Kâdî Bedîu'd-Dîn şöyle demiştir:

Bu icare fesholur ve icare malının bir kısmı alınır. Bir kısmı da tehir edilir.

Kadı Cemâlü'd-dîn'e soruldu:

— İcara veren, şahıs, icara verilen yeri satar; bu haber de müste'cire ulaşır ve o, müşteriye gelerek:  "Duydum ki sen, benim icarlamış olduğum   yeri   satın   almışsın.   Bana   mühlet   ver   de,   mahsûlümü toplayayım.'' derse, ne olur?

O, şu cevabı verdi:

— Bu satış caiz ve fetva sahihtir. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir kimse, bir vakfı on seneliğine icara verir; beş sene sonra da bu şahıs Ölür ve bu vakıf başka bir musarrıfın eline geçerse, bu şahıs icareyi bozar.  Geride kalan ücreti  ölenin terekesinden ister.  Gınye'de  de böyledir.

Ticarette izinli bir köle, kazandığı bir şeyi icara verdikten sonra, ticaretten men edilse, bu icare batıl olur.

Şayet, bir mükatep kendi nefsini icara verdikten sonra, bedelini Ödemekten aciz kalırsa, bu durumda icare batıl olmaz.

Keza, izinli bir köle, nefsini icara verdikten sonra ticaretten —izinden— men edilirse, İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, bu icare feshedilmiş olmaz. Zahîrü'd-Dîn böyle zikretmiştir.

En doğrusunu Allahu Teâlâ bilir. [38]

 

20- ELBİSE, EMTİA, ZÎNET EŞYASI, GÖÇEBE ÇADIRI VE BENZERLERİNİ İCARLAMA

 

Bir kadının, belirli günler boyunca belirli bir ücretle, bir gömlek icarlamasi caizdir.

Bu kadın, bu gömleği, gün boyunca ve bir de gecenin evvelinde ve ahirinde giyer; ikisinin arasında giyemez.

Şayet elbise soğuktan veya sıcaktan koruma veya güzellik elbisesi ise, bunlar da böyledir.

Eğer elbise böyle değil de basit, zelil bir elbise ise, onu gecenin tamamında da giyebilir.

Diğer elbiseleri gece boyu giyer ve o yırtılırsa, onu tazmin eder. ( = öder)

Eğer bu elbise gece yırtılmaz da, gündüz yırtılırsa, tazminat gerekmez.

Diğer elbiseler ile de gündüz yatıp uyumak yoktur. Eğer yatar, uyur ve elbise bu yüzden yırtılırsa, onu tazmin eder.

Uyuduğu zamanlar gasıb olduğundan, o saatlere icar yoktur. Önce ve sonraki giydiği zamanlar için icar vardır. Çünkü, icare sona ermemiştir ve icare akdi devam etmektedir.

Ücret taksimi, bu saatlere göre, nasıl yapılır?

o şahsın giydiği saatlerle, giymediği saatler hesaplanır.

Eğer elbise sıyanet (= koruma) elbisesi ise, bu böyledir. Zillet elbi­sesi için, böyle bir durum yoktur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kadın, elbiseyi dışarda giymek için icarladığı halde, onu içerde giyse yine icarını verecektir.

Keza, o elbiseyi giymese ve dışarıya da çıkmasa, yine icarını vere­cektir.

Keza, o elbiseyi fare yer veya yanar yahut bit düşerse, yine icarını verir.

Şayet, hizmetçisine veya kızına "giymelerini" söyler; onlar da giyer ve bu elbise, yanarsa tazminat gerekir. Bu durumda kadın, o elbiseyi yabancıya giydirmiş hükmünde olur. O zaman icar gerekmez. Mebsût'ta da böyledir.

Hizmetçisi izinsiz olarak giyerse, o zaman tazminat gerekmez. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir kadın, bir dirheme, bir günlüğüne, dışarda giymek üzere, bir elbise icarlar; bu elbise de, o gün zayi olursa; icar yoktur. Eğer zayi olduğunda ihtilafa düşerler ve elbise sahibi: "Bu gün zayi olmadı." der; kadın ise: "Bu gün zayi oldu." derse; yeminle birlikte, mal sahibinin sözü geçerli olur.

Şayet münazaa zamanı, elbise kadının yanında yoksa, bu durumda kadının sözü geçerli olur.

Bu hal, elbise kaybolup, sonra bulunduğu zaman böyledir.

Eğer elbise bulunmaz ise, İmâm Muhammed (R.A.) bu hususta bir şey buyurmamıştır. Uygun olanı kadının sözünün geçerli olmasıdır.

Eğer elbiseyi kadından çalarlar ve o yanarsa, tazminat gerekmez.

Şayet, bu suç kadının kendi eliyle yapılırsa, o takdirde tazminat gerekir. Zehıyre'de de böyledir.

Bir adam,  belirli bir müddet için, bir elbiseyi kendisi giymek ve başkasına giydirmemek şartiyle icarlarsa onu bir başkasına giydiremez.

Onu, adet olan giyim süresinden fazlada giyemez. Sabah kalkınca, akşam yatana kadar giyer.

Gece onunla yatamaz. Eğer yatar ve bu elbise yırtılırsa, onu öder.

Giyme vakti gelince, o elbiseyi giymeden teslim ederse tazminat gerekmez.

Eğer elbise (pijama gibi...) içinde yatarak uyunan cinsten ise, onunla yatıp uyumak caiz olur. Onu, izar yapması da caiz olur. Çünkü onunla yatılır. Rida yapar ve o elbise yanarsa, tazminat gerekir. Eğer köle izinsiz giyerse, tazminat köleye ait olur. Ve azad olmasına tealluk eder.

Bir kimse, dışarı çıkmak için icarladığı bir elbiseyi içeri de giyer veya hiç giymezse, tazminat gerekmez; icar gerekir.

Bir kimse, aylığı bir dirhem ücretle, bir elbiseyi, giymek üzre icar-layıp, senelerce o elbiseyi evinde bekletirse her ayı için bir dirhem icar gerekir. Eğer o müddet içinde, giymiş olsaydı bu elbise eskir, yırtilırdı.

Bir kimse, elbiseyi sabahdan akşama kadar giymek üzere icarlar ve on gün geri vermezse, her günün icarını verir.

Bu istihsânen böyledir.

Ziynet giysileri, göçebe çadırı, hayma ve kubbe, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, elbise gibidir.

İmâm Muhammet! (R.A.)'e göre ise, ev gibidirler.

Bir adam, kara bir çadırı, evinde kurmak için kiraladığı halde, onu sahraya kursa, tazminat gerekir.

Onu, başkasına ariyet olarak da veremez.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre elbise gibidir; yani tazminat gerekmez. Gıyasiyye'de de böyledir.

Bir adam, diğerinden bir göçebe çadırı icarlayıp onu teslim alırsa, onu başkasına icara verebilir. (Ev de   olduğu   gibi...) Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adam, evine koyup, içinde gecelemek üzere, bir aylığına bir çadır icarlasa, bu caizdir. Bunu, nereye kuracağını söylemeden icare akdi yapsa, yine caiz olur.

Kendi evine koyacağını söylediği halde başka bir eve koysa, bu da caizdir.

Bu durumların hepsinde de icarın ödenmesi gerekir.

Şayet güneşin veya yağmurun altına kor ve orada, çadır bir zarara uğrarsa, tazminat gerekir. Şayet çadırı teslim ederse, istihsânen icar gerekir. Mebsût'ta da böyledir.

Çadırı kendi yurduna kuracağını şart koşar; ancak, başkasının yurduna kurar; fakat yurtlar (kabileler) aynı şehirde olursa, tazminat gerekmez.

Şayet şehirden dışarı çıkarır veya köye götürürse, o zaman icar değil, tazminat gerekir. İster teslim etsin, isterse helak olsun farketoez.

Bir adam, bir göçebe çadırını icarlayıp, onu gölgesinden fayda­lanmak üzre Mekke'ye götürürse, işte bu caizdir. İster kendi gölgelensin, isterse başkaları gölgelensinler farketmez. İnsanlarda değişiklik olmadığı için bu böyledir.

Şayet o kubbenin veya çadırın yahut haymenin içine lamba yakar ve onları islendirirse, tazminat gerekmez.

Eğer içinde yemek pişirirse tazminat gerekir. Çünkü, bu insanların yapmadığı bir adettir. Ancak böyie yapmak adetleşmişse, yine tazminat gerekmez. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, hacca gidip gelene kadar, bir göçebe çadırı icarlayıp, onunla da hacca gitse, bu caiz olur.

Eğer nereye gideceğini açıklamazsa, bu böyledir.

Şayet hac vakti değilse, bu durumda kaç günde gidip geleceğini açıklamadan yapılan icareler, fasiddir.

Bu, kıyasen de, istihsânen de böyledir.

Eğer, çıkış günü belli olursa, ileri geri olmamak üzere, yapılan icare istihsânen caizdir. Zehıyre'de de böyledir.

Göçebe çadırı, kendine bir güçlük uygulanmadan yırtılırsa, taz­minat gerekmez.

Çadır yırtılmaz, ancak müste'cir: "Ben, onun altında gölgelen-'medim." der ve onu da alıp Mekke'ye götürmüş olursa, icarım öder.

Şayet bu çadırın orta direği kırılır ve onu kurmaya imkan olmazsa, o takdirde icar gerekmez.

Eğer aralarında ihtilaf çıkarsa, bu iki durumda olabilir:

Ya kırıldığında ittifakları olduğu traide, mikdannda ihtilafları vardır. Bu durumda, müste'cirin sözü geçerli olur.

Veya kırılıp kırılmadığı hakkında ihtilafları olabilir.

Şeyhu'l-İslâm, Şerhı'nde şöyle buyurmuştur:

Hale hükmedilir. Eğer müste'cir kendi kendine, direği dikmiş ve çadırı kurmuş ise tam icar gerekir. Muhıyt'te de böyledir.

Çadırın kazıklarına itibar edilmez. Çünkü, onun icarcı tarafından temini adettir.

Şayet kazıklar demirden iseler, onlar da direk gibiddir-. Eğer kendi kendine o kazıkları çıkarır ve çadırı kurarsa,  icar gerekir. Gryasiyye'de de böyledir.

Eğer göçebe çadırının içinde ateş yakarsa, bu kandil gibidir; adetse bir şey gerekmez

Şayet adet değilse veya adeti tecavüz etmişse tazminat gerekir.

O zaman, bakılır. Faydalanılmaz hale gelmişse, tamamı tazmin eder; yok eğer,-basit şekilde arızalanmışsa, o miktarını tazmin eder; icarı tam öder.

Eğer zararsız teslim ederse, adet de budur.

Kıyasen de, istihsanen de tam icar gerekir; tazminat gerekmez. Muhiyt'te de böyledir,

Bir adam, Türkiye'den Kûfe'ye kadar, aylığı belirli bir ücretle, çadır icarlar ve içinde ateş yakacağını ve yatacağını  söylerse,  bu durumda, bu çadır yansa bile tazminat gerekmez.

Şayet, bu çadırın içinde kölesi veya misafiri gecelerse, yine tazminat gerekmez.

Bir kimse, Mekke'ye götürmek üzere bir çadır kiralayıp onu Kûfe'de bırakır; geri dönene kadar orada kalırsa, kira değil tazminat gerekir. Bu durumda, çadırı kiralayan kimsenin yemin ederek söylediği söz geçerli olur. Çünkü o, onu Kûfe'den çıkarmamıştır.

Keza, Kûfe'de ikâmet edip, Mekke'ye gitmez ve çadırı da sahibine teslim etmezse, bu da önceki gibidir. (Yani tazminat gerekir.)

Şayet çadırı başka birine verir; o da, onu sahibine götürür ve çadır sahibi, teslim almadan kaçınırsa; bu durumda müste'cir, tazminattan berî olur. Adamdan da tazminat düşer; ona icar da yoktur. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, bir çadır icarlar ve onu, sahibine vermek üzere, bir yabancıya verir; o adam da bu çadırı sahibine verirse, her ikisi de berî olurlar.

Şayet çadır sahibi, onu kabulden kaçınırsa, buna hakkı yoktur.

Eğer çadır, o adamın yanında, sahibine iletmeden önce helak olursa İmâmeyn'e göre, çadır sahibi muhayyerdir. Dilerse, müste'cire ödetir; dilerse o adama ödetir.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin bu husustaki kavli nakledümemiştir.

Alimler şöyle buyurmuşlardır:

Uygun olan onun kavlidir. Şöyleki: Eğer bu çadırı, müstecir gas-betmeden vermiş ise, (yani uzun süre çadırı yanında bekletmeden vermiş ise), bu durumda adama tazminat gerekmez.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kavline göre, ikinci adam tazminat yapmaz. Ancak birincisi tazminat yapar. Fakat müste'cir fazla tutmakla gasbetmiş durumuna düşerse, hem gasıb, hem de zamin olur.

Sonra da ikinci adama verince, mal sahibi muhayyer olur. îsterse Öncekine ödetir; isterse, ikinciye ödetir.

Şayet müste'cir ödeme yaparsa, o, diğer adama müracaat edemez.

Fakat ikinci adam öderse, müste'cire müracaat eder ve tazminatı ondan alır. Muhıyt'te de böyledir.

Eğer adam göçebe çadırı ile Mekke'ye gider ve geri gelir; icara veren şahıs da, ona: "Onu evime kadar götür." derse, buna hakkı yoktur. Eşya sahibi olsaydı, buna hakkı olurdu.

Çadırla Mekke'ye gitmez, onu Kûfe'de bırakır ve tazminata uğrarsa; icar düşer; müste'cir onu eve kadar götürür. Mebsût'ta da böyledir.

İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe (R.A.) şöyle buyurmuştur:

Biri Basra'lı, diğeri Kûfe'li olan iki adam, bir göçebe çadırını, Kûfe'den, Mekke'ye götürmek üzere, belirli bir ücretle, icare akdi yapıp gider, geri gelirler ve tekrar onu Mekke'ye götürürler ve aralarında ihtilaf çıkar; Basralı: "Ben, Basra'ya gideceğim."; Kûfeli de: "Ben de Kûfe'ye dönmeyi istiyorum." der ve onlardan herbirisi, çadırı gitmek istedikleri yere götürmek isterler ve şayet, Basralı, bu çadırı, arkadaşının izni olmadan, Basra'ya götürürse bu durumda, bu çadırın tamamını, Basralı öder; Kûfeliye bir şey gerekmez. İkisine de geri götürme ücreti gerekmez.

Eğer arkadaşının izni ile götürürse, yine Basralı çadırın tamamını tazmin eder; Kûfeli de yarı hissesini tazmin eder. İkisine de icar vermek gerekmez.

Eğer Kûfe'li, o çadırı, Basralının izni olmadan Küfeye götürürse; bu durumda o çadırın bedelinin yansını tazmin eder; o da basralının hisse-sidir. Kendi hissesini tazmin etmez. Ric'atı hakkında da kiranın yarısını ödemesi gerekir. Basralıya ric'at (= dönüş) için, bir şey gerekmez.

Şayet Kûfeli, arkadaşı olan Basralının izniyle, bu çadırı Küfeye götürürse, Basralıya, kendi hissesi için tazminat yoktur.

İmâm Muhammed (R.A.)'e göre hissesini ona ariyet koymuş veya emanet bırakmış olursa, durum yine böyledir.

Şöyleki: "Onunla senin sıran olduğu gün faydalan; benim sıram olduğu gün ise, onu koru." derse, bu böyledir.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre eğer Kûfeliye emanet ederse cevap aynıdır.

Şayet nasibini ona ariyet eder veya icara verirse, Basralının hissesini tazmin etmesi icab eder. Kûfelinin tazminat cevabı da aynı Basralı gibidir. Her ikisine de tam icar gerekir.

Şayet Basralı nasibini emanet bırakırsa, bu böyledir. Zira, Kûfelinin imsaki ( = tutması) da, Basralının tutması gibidir...

Eğer ona ariyet olarak, bırakırsa, Basralıya icar yoktur. Çünkü ona muhaliftir. Şayet mes'elelerini hakime çıkarırlar ve kıssayı anlatıp dava ederlerse; hakim dilerse, çadırı ikisinin yanında bırakır; dilerse, icare hükmünü fesheder. Hakimin re'yi, icarenin feshinde, hazırda olmayana bakmakdır;

Eğer icareyi bundan sonra feshederse, basralının hissesini de Kûfe­liye icara verir. Eğer, Kûfeli buna rağbet gösterirse, bu da diğer icare-Ierden evla olur. Bu icare, bi'1-ittifak caizdir.

Şayet hakim, müşaı icara verir ve Kûfeli buna rağbet etmezse, bu defada, —eğer bulursa— bir başkasına icara verir. Bu icare de caizdir.

Eğer müşaı icara vermek istediği halde, talip bulamazsa, Basralının hissesini, —onu dürüst bir adam görürse— Kûfeliye emanet bırakır ki, bu şahıs, çadırı sahibine kadar götürsün... Dilerse, çadırı her ikisinin yanında bırakır. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, Mekke'ye gidip gelmek üzere bir çadırı icarladığı halde onu Mekke'de bırakırsa, gittiği günlerin icarını verir; bıraktığı günden itibaren de çadırı tazmine der, Çadır ise kendisinin olur.

Eğer dava etmezlerse, bu böyledir. Hatta bir daha hacca giderse çadırım alır ve dönüş icarı olmaz. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Hasan (bin Ziyâd)'ın şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:

Altım altınla gümüşü gümüşle icarlama da bir beis yoktur.

Biz de bu görüşü alırız. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, bir ev icarladığında, bu evde altın levhalar bulunursa, bu icar caizdir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, belirli bir hulliyatı (= süs eşyasını), belirli bir ücretle sabandan akşama kadar giyinmek üzere icarladığı halde, onu günün ekserisinde evde tutarsa, gasıb olur.

Alimler: "Bu, talepten sonra veya bir müddet kullandıktan sonra olursa, böyledir. Fakat, onu muhafaza için evde durdurursa, gasbetmiş olmaz." demişlerdir.

Muhafaza etmek için bekletmenin haddi şudur:

Eğer, onu kullanma mahallinde tutmuşsa, bu lçullanmakdır; kul­lanmak mahallinin haricinde tutmuşsa, bu da muhafazadır.

Bu, halhali koluna, bileziği ayağına takmışsa; kamîsi başına sarık yapmış ve imamesini boynuna koymuşsa böyledir. Yani, bunların tamamı o şeyi korumak için yapılmış sayılır.

Şayet bunları başkalarına giydirmişse, icare müddetini tazmin eder. Çünkü, insanlar hulliyatı başka başka yani değişik halde kullanırlar Fü-sûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

Şayet günlüğünü belirli bir ücretle kiralar, sonra da onu bir ay habsedip, bilahare gelirse, her günün ücretini öder.

Eğer sabahdan akşama kadar bir günlük icarlamış da, on gün ver­memişse, icare şarta göredir. Diğer günler kıyasen fasiddir. Istihsanen (se caizdir. Zehıyre'de de böyledir.

Ayn olsun, hayvanat  olsun, eşya olsun, ev olsun bütün müste'cirler menfaat görmedikleri zaman, icareyi fesh ederler ve icar düşer. Ancak istifade ettikleri kadarının icarını verirler.

Şayet fesad zamanında ihtilaf ederlerse, bütün zamanlar için şahid getirenin sözü geçerli olur.

Eğer icara verilen şey hal-i hazırda salim olur ve bazı zamanlarında istifade edilmemiş bulunur ve bu günlerde ihtilaf çıkmış olursa, müste'cirin yeminli olarak söylediği söz geçerli olur. Çünkü o icarın bir kısmını inkar etmektedir. Giyâsiyye'de de böyledir.

En doğrusunu bilen Allah'u Teâlâ'dır. [39]

 

21- MÜSTE'CİRE TESLİM EDİLMESİ GEREKMİYEN İCARE

 

Bir adam, terziye, bir elbiseyi dikmesi için verir; terzi de onu biçtiği halde, dikmeden Ölürse, İmâm Ebu Süleyman: "Ona, biçme ücreti verilir." buyurmuştur.

Sahih olan da budur. Zahîriyye'de de böyledir.

Kâdî Fahrü'd-dîn: "Fetva bunun üzerinedir." buyurmuştur. Küb-râ'da da böyledir.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) şöyle buyurmuştur:

Bir kimse, bir hayvan icarlayıp, onunla, gideceği yere kadar gider vt söylediği yere kadar da ona bindikten sonra onu geri verir ve onunla yim evine gider, bilahare de vaz geçip, geri verirse, gittiği yer hesap edilir vt ona göre icarı verir.

İmâm Semâa'nın Nevâdiri'nde, İmâm Muhammed (R.A.)'ir şöyle buyurduğu nakledilmiştir:

Bir terzi, birinin elbisesini bir ücretle diker ve onu sahibi teslin almadan önce, başka birisi geri sökerse, bu durumda terziye ücre verilmez. Aynı terzi, onu tekrar dikmek, için de cebredilmez.

Eğer önceki akid ile cebredüirse, bu durumda o akid işin tamam lanmasıyle sona ermiştir.

Şayet, bu elbiseyi terzi kendisi sökmüşse, yeniden dikmesi gerekir Çünkü terzi, elbiseyi sökmekle, o işi yapmamış gibi olmuştur.

Keza, iskâf'm ( = baş örtüsü diken) şahsın durumu da böyledir. Kervancı da, böylece bir yükü alır; yerine götürmeyip, aynı yer bırakırsa, ona ücret ödenmez.

Fetvalar da böylece zikredilmiştir. "Cebredilir." denilmemiştir.

Fakat, uygun olanı'—gemi mes'elesinde olduğu gibi— cebredilme-sidir.

Keza, bir gemici, yiyecek maddesini yükletip, belirli bir yere giderken, rüzgar gemiyi önceki yere geri getirirse, bu durumda da gemi­ciye ücret verilmez. Çünkü, iş yerini bulmamıştır.

Şayet gemici, artık o yükü taşımak istemezse, cebredilir.

Şayet, mal sahibinin dönen gemiden malını almaya gücü yetmezse, gemici, onun gücünün yeteceği yere kadar götürür ve ecr-i mislini alır.

Şayet gemiyi rüzgar geri getirince, mal sahibi: "Senin gemin gerekmez; ben başka gemi kiralayacağım." derse buna hakkı vardır.

Bunu, Hişâm rivayet etmiştir. Zehıyre'de de böyledir.

Bir adam, belirli bir yere gitmek üzere, bir katır kiralayıp, ona binerek, yolun bir kısmını gittikten sonra, katır sert başlılık (huysuzluk) yaptığından, adam geri dönerse, bindiği kadarının ücretini verir.

Eğer müste'cir, kadıya: "Katır sahibi bana geldi ve bana katırı icarladığım yere götürmemi söyledi." derse, ona: "Gideceğin yere kadar git; icarını ver." denilir. Muhıyt'te de böyledir.

Bu şahıs, ailesi fertlerini getirmek için icarlar; onlardan da bazıları Ölmüş   olur   ve   geride   kalanları   getirirse,    Fakiyh   Ebû   Ca'fer el-Hindııvânî: "Eğer efradın ailesi belirli ise, ona göre de icare yapmışsa, bu böyledir değilse, ücretin tamamını öder." demiştir. Tebyîn, Kâfî ve Hidâye'de de böyledir.

Gitmiş olduğu halde, onların hiç birini icarladığı hayvana bin-dirmese bir şey gerekmez. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir kimse, mektuplarını,filan şahsa götürmek ve cevabını alıp getirmek üzere, bir adam icarlar; bu adam gider ve o adamı ölmüş bulur ve mektupları oraya bırakarak veya yırtarak geri dönerse, alimlerin kavillerine göre, onu tutan şahıs, yalnız götürme kirası öder.

Bazıları da: Eğer kitapları yırttıysa, bir fayda temin edilmediği için, icar gerekmez. Eğer orda bıraktı, sonra da ölen şahsın varisleri o kitap­lardan faydalandılarsa, —yırtmanın hilafına— burada garaz hasıl olmuş demektir." demişlerdir. Fetâvâyi Kâdfhân'da da böyledir.

Bir adam, mektuplarını Basra'ya götürmek ve cevabını getirmek üzere, bir adamı kiralar; bu adam oraya kadar gider ve mektupları vereceği şahıs ölmüş olduğundan, mektupları geri getirirse, İmâm Ebû Hantfe (R.A.) ile İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre ücret yoktur.

İmâm Mııhammed (R.A.) ise: Gitme ücreti vardır." buyurmuştur. Şayet kitapları geri getirmez ve o adamın varislerine veya vasisine verirse, bi'l-icma tam ücret gerekir.

Şayet, o adamı bulamazsa ne olur?

Bu söylenmemiştir.

Mektuplar orda bırakılıp, geri dönülür.

Bu hususta, alimlerimiz arasında ihtilaf vardır.

Bu ihtilaflardan bir kısmını zikrettik.

Alimlerden bir kısmı: "Gidiş ücreti verilir." demişlerdir.

Bu, geri gelmeyi de şart koşarsa, böyledir.

Şayet geri gelmeyi şart koşmazsa bu durumun cevabı, kitabda zik-redilmemiştir.

Biz: "Şart koşulmamış ve kitaplar orda bırakılmış; sonra da o mektuplar adamın eline geçmiş (yok iken var olmuş) veya varisinin eline ulaşmış ve o adam ölmüşse, ecir tam olarak ödenir." deriz.

Keza, adamı bulmuş ve ona vermiş; o da okumadan, cevabsız olarak geri vermişse, tam ücret gerekir. Çünkü vüs'at mevcuttur.

Eğer adamı bulamamış veya bulmuş da mektubu ona vermemiş ve geri getirip, sahibine vermişse, kendisine ecir (= ücret) yoktur, imâm Muhammed (R.A.): "Gitme ücreti vardır." buyurmuştur.

Mektubu orda unutmuşsa, bi'l-icma gitme ecri de yoktur. Hulasa'da da böyledir.

Âlimler, bi'l-icma şöyle demişlerdir:

Bir kimse, filan adama götürmek üzere, kendisine verilen mektubu götürmezse,  ona ücret yoktur.  Bu,  cevabım getirmek şartı olursa, böyledir.

o şahıs, bu mektubu başkasına verir ve o da gidip cevabını getirirse, ücreti tam ödenir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, mektubunu Bağdad'da birine vermek üzere, bir adamı icarlar; bu adam gittiği halde, onu ölmüş olarak veya yok olarak bulur ve mektubu, onun varislerine bırakırsa, bu durumlarda bu adama, tam ücret gerekir.

Bu, bi'I-icma böyledir. Suğra'da da böyledir.

Ecir  (=   ücretli)  ücretini,  gönderilenden  değil  de,  gönderen şahıstan alır. Muhiyt'te de böyledir.

Alimler, şunun üzerinde ittifak etmişlerdir:

Bir adam, diğerini, bir yiyecek maddesini, Bağdad'da filan şahsa götürmek için icarlar; bu adam da gittiği halde, o şahsı bulamaz veya bulur fakat yiyeceği ona vermeyip geri getirirse, ona ücret yoktur. Zehıyre'de de böyledir.

Hişam, İmânı Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

Bir adam, bir yere gitmek üzere bir gemi icarlar; onu yükletir ve, gidip gelmesini şart koşar; gemici gemisiyle gider; fakat onun dediği yeri bulamayıp, geri gelirse bu durumda geminin gitme kirası verilir.

Şayet gemiciye: "Senden gemini filan yerden, buraya kadar yü­kümü taşımaküzre, şu kadar ücretle kiraladım." der; fakat adam orada o yükü bulamazsa, ona kiradan bir şey yoktur. Serahsf nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir adam, bulunduğu yere, başka bir beldeden yük taşıması için, hayvanlar icarladığında, hayvanların sahibi: "Oraya gittim; fakat, yükü bulamadım." der ve onun gittiğine, onu kiralayan zat inanırsa, ona gitme kirasını öder.

Mecmûıi'n-Nevâzil'de şöyle zikredilmiştir:

Bir adam Bağdat'dan Medâin'e gitmek ve oradan bu hayvanın bir yük yükleyerek gelmek için bir hayvan kiralar; Medâîn'de de istediği yükü bulamazsa, gitme icarının verilmesi gerekir.

Şayet Medâin'den yük yüklemek üzre icarladığı halde, sözleşme yerinden icarlamasa idi; ücret gerekmeyecekti. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.

Bir kime, bir kuyudan ot veya yiyecek taşımak üzere, bir adam icarlayıp, ücretini de belirtir; bu adam da gider ve oraa« oir şey bulamazsa, ücret, gitmesi, yük taşıması ve geri dönmesine taksim edilir gitmesi kadarına ücret gerekir. Zira gitmek müste'cir içindir.

Bu, kuyunun adım, yerini söylediği zaman böyledir. Eğer, söyle memişse, gidişinin ecr-i misline nazar edilir. Verilecek ücret ondan fazi; olmaz. Yani gitme hissesi, ecr-i misilden fazla olmaz. Kübrâ'da di böyledir.

Fadlî'nin Fetvâları'nda şöyle zikredilmiştir:

Bir adam, şehirde değirmenden un getirmek üzere veya bir köydeı buğday getirmek için, bir hayvan icarlayıp orayada gitti ve buğday öğütülmüş olarak bulamadı veya köyde buğdayı bulamadı; şehre ger döndü; duruma bakılır: Eğer: "Bu hayvanı, senden şu yere kadar icar ladım; değirmenden un getireceğim." demişse; ücretin yarısını ödemes gerekir. Fakat: "Bu hayvanı, senden bir dirheme icarladım; tak değirmenden, buraya un getireyim." demişse; bu durumda gitme ücret de ödemez. Muhiyt'te de böyledir.

Bir adam, diğerini, "filan yere gitmek ve filan şahsı kendisim davet etmek üzere", bir ücretle yollar; adam da oraya kadar gittiğ halde,, o adamı bulamazsa, bu durumda ona, söylenilen ücret ödenir Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

En doğrusunu bilen Allah'u Teâlâ'dır. [40]

 

22- MÜSTE'CİRÎN MEN EDİLDİĞİ VE ÂCİRİN MEN EDİLMEDİĞİ TASARRUFLAR

 

Bir adam, bir yurt veya bir ev icarladığmda, istediği kimse onu teslim etmese bile, istihsanen bu icare caizdir. Müste'cir orda oturur eşyalarım da içine koyup, yapmak istediği işi de yapmaya başlar... Binaya zarar vermemek kaydiyle, abdest almak, çamaşır yıkamak gibi şeyler zarar vermez.

Burada değirmen, demircilik ve çamaşırcılık gibi şeyleri yapmak rızasız caiz olmaz. Ancak, ev sahibinin rızası olursa, bunlar yapılabilir.

Bazı alimlerimiz: ' 'Eğer su değirmeni yapmak isterse, —el değirmeni değil— o olmaz." buyurmuşlar; bazıları da: "Eğer el değirmeni de eve zarar veriyorsa, ondan da men edilir." demişlerdir. Şayet binaya zarar vermiyor ise, ondan men edilmez.

Şeyhu'1-İmâm Şemsü'l-Eimme Halvânî buna meyletmiştir.

Fetva da bunun üzerinedir. Muhiyt'te de böyledir.

Müste'cir, —ahırı yoksa— icarladığı eve hayvanını, devesini, koyununu bağlar.

Safi Şerhı'nde: "Küfe örfünde, bu yoktur." denilmiştir. Yani müste'cir, oraya ayrıca ahır yapmaz.

Fakat, Buhârâ menzillerinde, hayvanlar kapıya bağlanırlar.

Şayet bir hayvan, bir adama varınca, adam onu öldürür veya hay­vanın üzerine duvar yıkılırsa, tazminat gerekmez. Hulasa'da da böyledir.

Bir adam, bir yurttan bir ev kiralar; o evde de ondan başka oturan olur; hayvanını eve alır ve kapısında durdurur ve bu hayvan bir adama vurur, adam Ölür veya hayvan duvarı yıkarsa; veya misafiri gelir ve onun hayvanı kapıda durarak, vurup bir adamı öldürürse, o önceki oturan­lardan icarcıya ve misafire tazminat gerekmez.

Ancak adam hayvanın üzerinde iken, o birisini tepeleyip öldürürse, işte o zaman tazminat gerekir. Mebsût'ta da böyledir.

Yemek pişirmek için evde odun kırmak ve benzeri şeyleri yapmak eve zarar vermeyeceğinden dolayı, kiraya oturan şahıs bunlardan men edilmez.

Bunlar örf ve adettir.

Fakat adetin üstünde ve eve zarar verecek şekilde bir şey yapılırsa, bu, ancak ev sahibinin rızası ile yapılabilir; başka türlü yapılamaz.

Uygun olan, bu ince mes'eleye biraz tafsilat getirmektir.

Şöyleki: Yapılmasına yüzde yüz ihtiyaç olan ve yapılmadan olmayan şeyler» âdette cereyan edenler, (her evde çamaşıra vurmak gibi) eve zarar vermeyen şeyler yapılabilirler. Tebyîn'de de böyledir.

Şayet evde, demircilik, çamaşırcılık gibi bir şeyler yapılır ve bu ev yıkılırsa, tazminat gerekir ve kıymeti ödenir.

Çünkü demircilik ve çamaşırcılık, oturma eseri değildir. Bu durumda tazminat yapılınca,  icar  gerekmez.  Nihâye'de de böyledir.

Bu hususları, İmâm, kitapta zikretmemiştir.

Tazmin edilmeyince icar gerekir mi? Bura ev içidir. Uygun olan, icarın gerekmesidir. Zehıyre'de de böyledir.

Yapılan demircilik ve benzeri işlerden. dolayı ev yıkılmazsa, kiyaseti, bunlardan ayrıca ücret alınmaz. İstihsanen, eğer sözleşmişlerse ücret alınır.

Şayet ihtilaf - ederler ve müste'cir: "Ben, demircilik icarı veriyorum."; ev sahibi de: "Hayır, sen oturma kirası veriyorsun." derse, evi icara verenin sözü geçerli olur.

Keza, bir nevi'in haricinde diğer nev'in icarını inkar eder ve beyyine getirirlerse, yine müste'cirin beyyinesi kabul edilir. Nihâye'de de böyledir.

Bir adam, diğerinden, içinde demirci oturtmak üzere, bir ev icar-ladıktan sonra, orada bîr çamaşırcıyı oturtmak isterse, bunu yapabilir.

Eğer her ikisininde mazarratı bir veya çamaşırcının zararı daha az ise, bu böyledir.

Değirmen de böyledir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, oturmak için bir ev veya bir yurt kiraladığı halde, oturmaz ve orayı, buğday veya arpa, hurma deposu yaparsa ev sahibi, onu bundan men edemez. Zahîriyye'de de böyledir.

Bir adam, bir ev icarlayıp, buranın içine abdest almak için, bir kuyu kazar ve bu kuyuya bir insan düşüp ölürse, duruma bakılır: Eğer o kuyuyu, ev sahibinin izni ile kazmış ise, tazminat gerekmez. Bu ev sahi­binin bizzat kendisinin kazmış olduğu kuyu gibi olur.

Şayet ev sahibinin izni, haberi olmadan kazmış ise, o zaman taz­minat gerekir. Zehiyre'de de böyledir.

Bir adam, bir dükkan birinden; bir başka dükkan da başka biri­sinden icarlayıp, ikisini birleştirirse, aradan kaldırdığı, yıktığı duvarı tazmin eder. Ve dükkanların icarlarını tamam  öder. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

Bir adam, diğerinden seneliği on dirheme bir ev icarladıktan sonra, o evden çıkar ve o evde, kendi ailesi bir kazı yapar; veya bir takım insanlar gelerek, ücretsiz olarak oraya otururlar ve bu ev yıkılırsa, bu durumda iki hal vardır. Bu evi, ya evin sakinleri, veya başkaları yıkmış olur. Her iki halde de müste'cire tazminat gerekmez.

Bu durumda, bu evde oturanlara tazminat gerekir mi? Yoksa, son­radan gelenler mi tazmin ederler.

Eğer yıkılmaya oturanlar sebeb olmamişlarsa, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un bir kavline göre, ikisine de taz­minat gerekmez.

İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, tazminat gerekir. Ev sahibi muhayyerdir: Dilerse, önceki aileye ödetir; onlar sonraki oturanlara, müracaat edemezler. İsterse, sonraki oturanlara ödetir. Bunlar önceki­lere müracaat ederler.

Şayet yıkımına sonraki oturanlar sebeb olmuşlarsa, bi'1-icma onlar tazmin ederler. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, bir ev kiraladığında, o evde ne yapacağım söylemez ve kendisi ile o eve başkası da girer ve bu ev yıkılırsa, tazminat gerekmez. Mebsût'ta da böyledir.

Müste'cir icarladığı eve girdikten sonra, ev sahibi, hayvanını o eve bağlayamaz.

Eğer, bağlar ve bu hayvan birini öldürse ev sahibi onu tazmin eder. Ancak müste'cirin izni ile hayvanı oraya girdirmiş olması hali müstes­nadır.

Evini ariyet vermek bunun hilaf madır. Eğer ariyet alanın izniyle hayvanı eve girdirmişse, bu caizdir. O yüzden, öleni de tazmin eylemez.

Bu, evin tamamını icara verdiği zaman böyledir.

Fakat, evin belirli bir yerini vermemişse, hayvanını o eve sokabilir. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.

Bir adam, diğerinden, aylığı bir dirheme, bir ev kiralar bu evde de, bir kuyu bulunur ve ev sahibi icarcıya: "Kuyuyu derinleştir ve toprağım çıkar." der; o da çıkarıp, evin sahanlığına (ortasına) atar, orda da bîr adam ölürse, müste'cire tazminat gerekmez.

Ev sahibi, o toprağı ister evin sahanlığına atmasına izin versin, isterse vermesin, farketmez. Bu, müste'cir kuyuyu kazıp, çamurunu sahanlığa attığı zaman böyledir.

Şayet bu işi, ev sahibi müste'cirin izni ile yapar ve yine bir adam ölürse, tazminat gerekmez.

Şayet  müste'cirin  izni  olmaksızın  yaparsa,  o  zaman  tazminat gerekir.

Bunun cevabı şuna benzemektedir. İcarlanmış eve, bir başkasının eşyasını koyar; o yüzden de bir adam ölür ve bu, toprak sahanlığa atılınca veya müslümanların yollarına attığı zaman meydana gelirse, onu atan şahıs, evi icara verene de icarlayana da —müsavi olarak— tazminat öder. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, bir ev icarladığmda, bu evin çöplüğüne, süprüntü topraklarım atarsa, bu evin değersiz bir yer olması halinde bir şey gerekmez. Eğer bu hal, eve zarar verecekse, bunu açıklamak gerekir. Gınye'de de böyledir.

Bir adam, ziraat yapmak için bir yer icarladığı zaman onun suyu ve yolu bulunursa, bunların şart koşulmamış olması halinde bir şey gerekmez.

Keza, bir kimse, yolundan bahsetmeden bir ev icarlasa, bir şey gerekmez. Kâdîhân'in Câmiu's-Sağîri'nde de böyledir.

Bir kimse, dilediğini ekmek üzere, bir seneliğine, bir yer îcarlarsa, oraya hem baharda, hem de sonbaharda iki defa istediğini ekebilir. Gınye'de de böyledir.

İki adam, iki ev kiralar, bu evlerin her birinde, başlı başına bir yer bulunur ve onlardan her birisi, o yerde bir iş yapar; o evlerden birisi veya ikisi yıkılırsa, bu durumda icarcılardan hiç birine tazminat gerekmez.

Şayet o evleri sahibinin izni olmadan kullanırlarsa, yıkılanların tamamını tazmin ederler.

Yıkılan yerler, icara dahil olmayan yerler ise, bu böyledir.

İki adam, bizzat çalışmaları için, iki dükkan kirlarlar ve onlardan birisi, hem kendisi çalışır, hem de bir adam icarlar ve orada birlikte kalırlar; diğer arkadaşı ise buna razı olmayıp:*'Hissende oturt." derse, ortağının hissesine zarar vermemekte olması halinde birşey gerekmez. Yok eğer, zarar veriyorsa, mani olabilir.

İki kişi, ortaklaşa, bir dükkan kiralayıp, arlarında "birisi dük­kanın ön kısmında duracak; diğeri de arka tarafında kalacak" diye şart koşarlarsa; bu iş bir şey gerektirmez.

Eğer bu şart icara verenle koşulursa, akid fasid olur. Giyasiyye'de de böyledir.

Bir adam, bir ev icarlayıp ona bir tennur (= tandır) yapar veya icarlanan eve, bir ocak yapar ve o yüzden de bazı komşuların evleri veya icarladığı evin bir kısmı yanarsa, ona tazminat gerekmez. İster o işi ev sahibinin izniyle yapsın, isterse izinsiz yapsın farketmez.

Eğer, bu müste'cir, halkın yapmadığını yapar, yakmadığını yakar ve ihtiyata riayet etmezse o takdirde tazminat gerekir. Füsûlü'l-Imâdiy-ye ve Zahîriyye'de de böyledir.

Bir adam, bir yeri icarlar veya ariyet olarak alır; aldığı bu yerin yerde kalan firezini de yakar ve o yüzden, başkalarının firezleri (- ekin biçildikten sonra tarlada kalan sapları) yanarsa, bu durumda tazminat gerekmez.

Zira bu bir mübaşeret değildir. Çünkü bu, kendi mülkünde tasar­ruftur.

Sadnı'ş-Şehîd, şöyle buyurmuştur:

Bir adam, kendisine ait olan bir yerde diken veya saman yaktığında, rüzgar, ateş çıngılarını komşunun arazisine götürür ve onun mahsûlü yanar ve ateş o yere yanmış adeten ateş parçalarının yetişemiyeceği kadar uzak bir yerde yakılmış olursa, o zaman tazminat gerekmez. Çünkü, bu iş ateşin işidir. Yok eğer, komşusunun arazisine yakın yere yakmışsa ve bu yer ateşin alevi, çıngısı sıçrayacak kadar yakınsa, işte o zaman taz­minat gerekir. Çünkü her ne kadar kendi arazisinde yakmış olsa bile, onu, zararı komşusuna dokunacak tarzda yakmıştır. Gıyasiyye'de de böyledir.

Bir adam, belirli bir hayvanı, üzerine yük yükletmek için icarladığı zaman,   hayvan  sahibi  kendi  eşyalarını  da  ona yüklemek  isterse; müste'cir onu bundan men edebilir.

Bununla beraber, yükünü yükler hayvan da istenilen yere ulaşırsa, hayvan sahibi, söylenilen ücretin tamamını alır.

Şu, bunun hüafınadır:

Bir adam, bir ev kiralar; ev sahibi de, o yerin bir kısmını, kendi eşyası ile meşgul ederse, müste'cir onun hissesi kadarını icardan düşer. Suğra'da da böyledir.

Tahâvî Şerhî'nde şöyle zikredilmiştir:

Bir müste'cir, icarladığı şeyi, ariyet olarak, emanet olarak ve icar olarak verebilir; onun bu hakkı vardır.

Bu mes'ele, mutlak olarak zikredilmiştir ve açıklaması şöyledir:

Bu, müste'cirin bir şeyi olur ve o menfaatta başkalarına karışmazsa, böyle olur; değilse, onu icara da, ariyete de veremez.

Hatta, bir adam, kendisi binmek üzere, bîr hayvan icarladığmda, onu başkasına icara veremez; ariyet de bırakamaz. Çünkü, insandan insana fark vardır. Gınye'de de böyledir.

Fetâvâyi   Ahû'da  zikredildiğine  göre   Kâdî  Bedîu'd-Dîn'den sorulmuş:

Bir müste'cir, icarladığı şeyi alacaklısına rehin olarak bırakır ve bu şey icar müddetince, alacaklının elinde kalırsa, bu durumda müste'cire icar gerekir mi?

İmâm şöyle buyurmuş:

— Gerekmez; rehine koyduğu için, zamanına dahil olmuştur. Zayi olduğundan tazminat gerekince de, ücret gerekmez.

Şayet olduğu gibi, selametçe teslim ederse, o müstesnadır.

Eğer alacaklısı rızasız almışsa, ücret gerekir. Çünkü onun için geri vermeye velayet hakkı vardır. Tatarhâniyye'de de böyledir.

En doğrusunu bilen Allah'u Teâlâ'dır. [41]

 

23- HAMAM VE DEĞİRMEN İCARLAMAK

 

Hamam ve hacamet ücreti almak caizdir. Cevâhirü'l-Ahlâtî'de de böyledir.

Bir adam, belirli bir ücretle, bir aylığına bir hamam icarlarsa, bu caiz olur. Hamam; ister erkek hamamı olsun, isterse kadın hamamı olsun farketmez.

Yalnız ücretlerini belirli kılacaktır.

Kıyasda hamam icarlamak yoktur; istihsanda ise bu caizdir.

Alimlerimiz: "Bu, iki hamamın kapısı bir olursa, böyledir. Fakat her hamamın kapısı ayrı ayrı ise —her ikisinin icarlarını da belli etmeyince— akid caiz olmaz." demişlerdir. Mumyt'te de böyledir

Bir kimse, bir hamamı, hududu ile birlikte icarlarsa, bu akde hamamın tabileri de girer; bunları "su kuyusu, su yolu, gübresini atacak yer gibi" ayrıca söylemeye hacet kalmaz. Çünkü bunlarsız menfaat olmaz.

Hamamın suyu, havuzu, kazanı gibi şeylerinin tamiri hamamcıya aittir. Bu şeyler, he aylığı müste'cire ait olmak üzere şart koşulur ve onun faydalanmasına da izin veriliyor olursa, caizdir.

Bu bir çaredir ki: Harcamada, onun yerine bir naib olmuş olur. Meselâ: Hayvan sahibi, müste'cire, "hayvanın ücretinin bir kısmını, ona yedirmesini" emreder; işte bu istihsanen caizdir.

Veya: "Hamamın bir aylık ücretini, ona sarf etmen için, sana terk ediyorum." der; işte bu da caizdir.

Şayet: "Ben, bunun masrafı (tamiratı) için, şu kadar harcadım." derse; bu isbatsız caiz olmaz. Veya, onu bildiğine dair hamam sahibi yemin eder. Giyasiyye'de de böyledir.

Eğer müste'cir, onun sözünü isbatsız kabul edecekse, buna çare şudur:

Hamam sahibine on dirhem verir; sonra da o, bu on dirhemi geri ona verip ona "tamir için sarf etmesini" söyler. Böylece emin olur.

İkinci bir çare: Müstecirden isbatın düşmesi için, hamamın tamiratı miktarına adil bir kimseyi tayin eder; onun sözü masrafa emniyet olur. Gıyasiyye ve Muhıyt'te de böyledir.

Taraflar aralarında bir adam tayin ederler; o da masraf parasını alıp sarf eder müste'cir: "Ona, ben verdim." der; hamam sahibi de onu yalanlarsa, o zatın, aldığını ikrar etmesi halinde, hamamı icarlayan şahıs beri olur. Eğer o zat icara kefil ise, aynen müstecir gibidir. Ona emîn de olunmaz; sözü de doğrulanmaz. Mebsût'ta da böyledir.

Hamamın kuyusu bozulur yani kurursa, hamam sahibi zor­lanmaz; fakat, bu durumda müste'cir, icarı feshedebilir. Gıyasiyye'dede böyledir. 

Hamamın külü atılmamış ve icare müddeti geçmişse, onu taşıması emredilir. Şayet müste'cir bunu inkar ederek, "o külün hamamcıya ait olduğunu" söylerse onun sözü geçerli olur. Serahsî'nin Muhıyti'nde de böyledir.

Bir kimse, hamam icarladığı zaman, onun külünü ve gübresini nakletmek ve boşaltmak müste'cire aittir.

Şayet bu şart, hamamcıya ait kıhnirsa, icare fasid olur. Müste'cire ait kihmrsa, bu icare de şart da caiz olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Müste'cir tarafından dolan tuvalet çukurunun temizlik ücreti hamamcıya  ait  olursa,   bu  durumda icare  fasid  olur.   Serahsî'nin Muhıyü'nde de böyledir.

Bir adam, aylıkları belirli olarak ve birkaç aylığına, iki lıamam icarladığında onlardan birisi teslim almadan önce yıkılırsa, kiraya tutan şahıs diğerini de terk edebilir. Şayet teslim aldıktan sonra yıkılırsa, diğeri kalır. Kiralayan şahıs, kalanın icardan hissesine düşeni öder. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, bir seneliğine, şu kadar ücretle bir hamam icarlar ve iki ay, müste'cir onu teslim almaz, sonra teslim eder; müste'cir de teslim almakdan  kaçınırsa, bu durumda, o, teslim  alması  için  zorlanır. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, bir seneliğine bir hamam icarladığında, onu teslim almadan önce veya teslim aldıktan sonra bu hammaını bir yeri yıkılrısa, bu duurmda, o adam teslim almayı terkeder. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, bir seneliğine hamam icarladıktan sonra, o sene içinde icara veren şahıs, orayı başka birine icara verirse, bu ikinci icare sahih olmaz. Önceki icare, müddetini tamamlarsa; zamanı gelmeden önce yapılan akid sahih olur. Cevâhirü'l-Fetâvâ'da da böyledir.

Bir adam, bir hamam ile, birde hamamda kalacak köle icarlar ve her ikisini de teslim almadan önce, hamam yıkılırsa, bu durumda icarcı, köleyi de bırakır.

Eğer köle önce ölürse, hamamı terk eylemez. Eğer, köleyi hamma için icarlamamışsa, hamamın yıkılmasıyla, onu bırakamaz. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir adam, kazansız olarak, bir seneliğine bir hamam icarlayıp, başkasından da bir kazan icarlar; bu kazan kırılır ve hamam bir ay çalışmazsa; bu durumda hamam sahibi ücretini tam alır. Çünkü, ona icare akdiyle, o şekilde teslim eylemiştir.

Şu, bunun hilafınadır: Eğer kazan hamamcının olur; o da orada kırılıp, intifa kesilirse, hamam sahibi o kazanı tamir ettirmedikçe, ona icar yoktur. Kazanı tazminat etmek de gerekmez.İster kendi ameliyle olsun,ister başkasınınameli ile olsun bu böyledir ve mu'tad olan budur.

Mebsût'ta da böyledir.

Hamamcının tenevvür etmek için, bir danik vererek içeri girmesi veya yıkanmasına karşılık bir fülûs verme şartı,  kıyasen fasiddir. İstihsanen   —örf   ve   teamül   olduğu   için—   caizdir.    Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir adam, seneliği belli bir bedelle, bir hamam icarlar ve bu hamam da hal-i hazırda icarını karşılayacak kadar bir gelir getirmez ve icarcı, hamamı geri vermek isterse, bu durumda hamamcılığı yapamıyor olması halinde onu geri verebilir. Cevâhirü'l-Fetâva'da da böyledir.

Bir adam, bir hamamı, bir aylığına icarladığı halde, içinde iki ay kalırsa; bu durumda ikinci ay için icare yoktur.

Alimlerimizin rivayetine göre, o ikinci ayın icarını da bilahare öder.

Ev hakkında da böyle söylenmiştir. İmâm Kerhî ve Muhammed bin Seleme'de bu rivayetlere muvafakat eylemişler ve şöyle buyurmuşlardır. "Kim ecir gerekmez deyip ev ve hamma hamlederse, bu, onun bir geliri olmadığı zamana ait olur. Geliri oldukça (yani faydasını gördüğü müd­detçe) icarını verir." Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir adam, bir hamam icarladığında, onu harap halde bulursa, hemen icareyi fesheder.

Eğer bir müddet geçmiş, menfaat da sağlanmışsa, o zaman, onun icarını öder.

Bir adam, hamam icarlar ve icara veren şahıs da, bir takım dost­ları ile hamama girerse, onlara ücret yoktur. Çünkü hamamcı icarcıya bir hayli menfaat vermiştir. O hamamın faydasında olduğu için, onların yıkanma ücreti, icardan düşülmez. Cevâhirü'l-Fetâvâ'da da böyledir.

Mecmftu'n-Nevâzil'de şöyle zikredilmiştir:

Bir adam, belirli bir bedelle çalıştığı müddetçe de çalışmadığı müd­detçe de bir hamam icarlarsa, bu şart ihtilaflıdır; akdin gerekçesi değildir ve fasiddir. Hulâsa'da da böyledir.

İmâm Muhammed (R.AO. el-Asl'da şöyle buyurmuştur:

Bir adam, bir evde, bir değirmeni eşyaları ile birlikte, aylığı on dirheme olmak üzere icarlayıp sonra da ayda otuz dirhemlik un öğütür ve yirmi dirhem kâr ederse; bu kadar fazlalık helâl olur mu?

Burada iki durum vardır: Ya anlaşma yapmışlardır; (Şöyleki: îcarcı kanalını kazacak veya değirmen taşını delecektir.) veya anlaşma yap­mamışlardır.

Eğer icarcı, unu bizatihi kendisi Öğütüyorsa, ve denilen, şart koşulan şeyleri de yapmışsa bu fazlalık helaldir.

Şayet bizzat kendisi yapmıyorsa bile, o yine temizdir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, nehir kenarından bir yer icarlayıp, içine —kullanacağı eşyanın hepsi kendinden olmak üzere— ev ve değirmen yapmak isterse, işte bu icare caizdir.

Şayet, nehrin suyu kesilir ve değirmen dönmez olursa, bu durumda icar kesilmez. Mebsût'ta da böyledir.

Değirmen sahibi, suyunun kesileceğinden korkarak, icareyi fes­heder ve evi, taşları ve diğer eşyaları icara verirse; bu caizdir. Suyun kesilmesi özürdür. Suyun kesilme halı muhayyer kalırsa bu şarta itibar edilmez. Muhıyt'te de böyledir.

Değirmen veya hamam iki kişinin malı olur ve başka bir adam da, bu iki şahsın hissesini de icarladıktan sonra oranın tamirine icara verenin izniyle masraf yapar; bilahare de icara vermeyenden masrafım isterse, bu doğru olmaz. Ancak kendisine izin verenden masrafını alır. O, ken­disi bizzat tamir etmiş gibi olur. Sonra da o, ortağına müracaat ederek, hissesini ondan alır. Cevâhirü'l-Fetâvâ'da da böyledir.

Bir adam, buğday öğütmek üzere, bir değirmen icarlar; sonra onda —değirmene zarar vermeyecek— başka şeyler öğütürse, bunun zararı olmaz. Fakat, değirmene zarar verecek şeyleri öğütmez.    Bunu yaparsa gasıb olur. Kerderfnin Vecizende de böyledir.

Radıyallahu Anh şöyle demiştir:

Bir değirmenin üçte birine biri, üçte ikisine de bir başkası ortak olduğu zaman, üçte iki hissesi olan şahıs, hissesini icara vermiş; icarcı da değirmenin tamamında tasarruf etmekte; bu durumda, değirmende üçte bir hissesi olan şahıs, müste'cirden, hissesini almak isterse, bunda hakkı yoktur.

Çünkü müste'cir, onun hakkını gasbeylemiştir.

Üçte bir hissesi olan şahıs, isterse onu men eder; isterse, hissesi kadar icarını alır.

Çünkü mttşaın icaresi sahih değildir. Eğer müslümanların hakimi, hükmederse, o takdirde, müste'cir iki gün menfaatlamr; bir günün menfaatin da, üçte bir hisse sahibine bırakır.

Üçte bir hisses sahibi: "Ben hissem olan gün değirmenin kapışım kitlerim." diyebilir

Çünkü bu hâl değirmene zarar vermez.

Değirmenin yerinde hamam olmuş olsa ve adam da birinin hissesini icarlasa, hakim de hükmün sıhhatine hükmeyleseydi, üçte bir hisse sahibi, hissesi olan gün kapıyı kitleyemezdi.

Çünkü bu hâl, hamama zarar verir.

Halbuki değirmene zarar vermemişti.

Fakat, en uygun olanı, üçte iki hissesi alan hamam icarcısı, iki ay çalıştırır; üçte bir hissesi olan da bir ay kapısını kitler.

Çünkü müddet az olursa, hamama zarar verir ve diğerinin faydası noksanlaşır. Cevâhirü'i-Fetâvâ'da da böyledir.

Bir adam, birinden bir değirmen, başka birinden de bir   ev, bir başkasından da bir dve icarlar; bunların hepsinin belirlenen ücretini de, ay başında verecek olursa, bu icare caizdir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adamın, nehir üzerinde bir evi olur, içinde de değirmeni bulunur; kendisi gider; bir başkasını getirerek, değirmenini kurar ve ortak çalıştırmaya başlayıp, halktan buğday,arpa alarak, onları öğütürler ve ortak olurlarsa, işte bu da caizdir.

Bu durumda değirmene de, eve de ayrıca icar gerekmez.

Şayet değirmeni, belirli bir ücretle, belirli bir yiyecek maddesiyle icara verirse, icar değirmen sahibinin olur; eve ecr-i misil verilir. O da ev sahibi ile değirmen sahibinin arasında olur.

Eğer değirmeni değirmen sahibi çalıştırdı ise bu böyledir. Değirmenin ücreti de ecr-i misli geçemez.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un kavli budur. Mebsût'ta da böyledir.

İmâm şöyle buyurmuştur:

Bir adamın evi, kanalı, değirmeni ve eşyaları olur ve üst taşı kırılır; bir başkası gelerek onun izni olmadan, oraya bir üst taş koyup, belirli bir ücretle halkın ununu öğütmeye başlar ve karşılığında da buğay, arpa alırsa, işte bu adam günahkardır ve kendine ücret yoktur.

Şayet mal sahibinin izniyle koymuş olsaydı, kârına yarı yarıya ortak olurlardı. Birlikte çalışınca icara verirler ve her biri kabul ederse, işte o icar aralarında yarı yarıya ortak olur. Muhıyt'te de böyledir.

Arsası ortak olan bir değirmen, yere ortak olan şahıslardan birine ait olur (yani değirmen taşları birinin olur), o da belirli bir ücretle birisine icara verirse, bu durumda değirmende hakkı olmayan fakat arsaya ortak bulunan şahsın ücretin yarısını isteme hakkı vardır. Cevâhirü'l-Fetâvâ'da da böyledir.

Bir adam, nehir (kanal) üzerine bir ev yapar ve nehir sahibinin izni olmadan onun içine değirmen taşı koyup, sonra da buğday karşılığı un öğütür, mal kazanırsa, o mal, gasb olur ve gasb hükmüne bakılır. O adamın arazisinden ne kadar noksanlaştırdı ise, tarla gasb eden şahıs gibi, tazminatta bulunur. Fakat suyu tazmin etmez.  Zehıyre'de de böyledir.

Müste'cir, değirmene taş, demir veya başka gerekli malzemeler bırakır; sonra da icare müddeti tamam olur ve orada bulunan malını almak ister; icara veren şahsın da buna izni bulunur; ve bu şahıs, onları bir gelir karşılığı koymuş olursa, bu durumda eşyalarını alabilir.

Eğer mal sahibinin izni olmadan koymuşsa,  eşyaların kendini değil, kıymetini alır. Kerderî'nin Vecîzi'nde de böyledir. En doğrusunu bilen Allah'u Teâlâ'dir. [42]

 

24- ACİR VE MA'KÛDÜN ALEYHE KEFALET

 

İmâm şöyle buyurmuştur:

İcare ücretlerini almaya, —ister peşin olsun, isterse vadeli olsun— kefalet ve havale caizdir.

Bu durumda onu zamanında almak, menfaati temin yönünden veya şartı yerine getirme bakımından, vaciptir.

Kefil, asılın yaptığını —şayet, hilafı şart koşulmamışsa— peşin olsun vadeli olsun, yapabilir.

Eğer kefil peşine verirse, asıl va'desi gelmedikçe, ona müracaat edemez. Muhiyt'te de böyledir.

Kefil, müste'cir icarı vermeden önce, almaz; ancak, mal sahibine o ücret lazım olur da, alınmasına kefil bulunduğu şeyi, almasını isterse, o takdirde alıp, mal sahibine verir. Mebsût'ta da böyledir.

Şayet icara veren şahıs, kefil ve müste'cir, icarın miktarı husu­sunda ihtilafa düşerler ve kefil: "O, bir dirhemdir." der; icara veren "O, iki dirhemdir." der; müste'cir de: "O, yarım dirhemdir/' derse; bu durudma fazlayı inkar eylediğinden dolayı müste'cirin sözü geçerli olur.

Eğer hepsinin de beyyinesi bulunursa, icara veren şahsın beyyinesi geçerli olur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, bir terziyi, elbise dikmek üzere icarlar ve dikilen elbi­seyi, binefsihi kendisi almayı şart koşar; bir de kefili bulunur ve onu, elbiseyi teslim almaya kefil etmiş olursa, işte bu sahih olur.

Dikme mes'elesine gelince, eğer terzi ona kendisi değil de, kefiline diktirmiş olursa, bu durumda kefil elbise sahibine ecr-i misil olarak mü­racaat eder. Kefaleti sahih olur ve o dikmiş bulunursa, kefil olunan şahıs, (kefalet onun emri ile olmuşsa) ecr-i mislin en yükseği ile müracaat eder. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, diğerinden, belirsiz bir deveyi, eşyasını yükletip belirli bir yere götürmek üzre icarlar ve onu yükletmeye de, birini kefil tayin ederse, bu caiz olur.

Belirli bir deveyi icarlayıp, bir adamı da onu yükletmeye kefil ederse, bu kefalet caiz olmaz.

İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe (R.A.) şöyle buyurmuştur: Müste'cir, icarı peşin ödemiş ve bir adamı da kefil tayin ederek bozulan icarenin ücretini almasını istemişse, bu da caizdir. Muhıyt'te de böyledir.

En doğrusunu bilen, noksan sıfatlardan uzak Yüce Allah'dır. [43]

 

25- ÂCİR, MÜSTE'CİR VE ŞAHİTLER ARASINDA MEYDANA GELEN İHTİLÂF

 

Bu Babda:

1) Âcir, Müste'cir ve Şahitler Arasında, Bedel Hakkında İhtilâf;

2) Ücretteki Kusur Hakkında Âcir ve Müste'cir Arasındaki ihtilâf; olmak üzere iki bölüm vardır. [44]

 

1- Âcir, Müste'cir Ve Şahitler Arasında Bedel Hakkındaki İhtilâf

 

Şayet ihtilaf, müddet bitip, icar teslim olduktan sonra, icârenin müddeti hakkında olursa, yeminle birlikte, müste'cirin sözü geçerli olur.

Beyyine getirmeleri hâlinde ise, icara veren şahsın beyyİnesi geçerli olur.

Eğer müddetin evvelinde teslim hususunda veya mesafede ittifak ederler de, sonradan meydana gelen arızada ihtilaf ederler ve müste'­cir: "Benim menfaatıma arıza geldi; köle hasta oldu. Veya onu elim­den zoraki aldılar yahut kaçtı." der; icara verende bunu inkâr eder ve bu da'vâ esnasında arıza mevcud bulunursa, müste'cirin yeminli olarak söylediği söz geçerli olur.

Eğer arıza mevcut değilse, icara veren şahsın yeminli olarak bilgi­sinin olduğu üzerine söylediği söz geçerli olur.

Eğer hâdisenin ortadan kalktığında ittifak ediyorlar da, manianın müddetinde ihtilaf ediyorlarsa, bu durumda müste'cirin sözü geçerli olur. Muhıyt'te de böyledir.

Ücretin, icarlanan şey teslim alınmadan önce mi, icâre bozuldu­ğu hâlde icar müddeti içinde mi alındığı hususunda ihtilaf ediyorlarsa, bu durumda, taraflar karşılıklı yemin ederler. Tehzîb'de de böyledir.

Müddetin geçtiği hususunda ihtilaf ederlerse, müste'cirin sözü ge­çerli olur. Gınye'de de böyledir.

İki şâhid, icârede söylenilen ücretin miktarında ihtilâf ettikleri zaman, akid'de iddia eden şahıs ya icara veren şahıstır veya icarlayan-dır. Şahitlerden birisi iddiacının dediğinin aynısını söyler; diğer şâhitde noksanını veya fazlasını söylerse, âlimlerimize göre onun şehâdeti ka-bûl edilmez.

Bu, menfaat temininden önce olursa böyledir. Zira, hükme ihtiyaç, şahitlerin ihtilafları akidde ve bedelde olursa hâkim, onlar olmadan, doğ­ru hükme varamaz ve ondan dolayı mahkeme yapar.

Fakat menfaat temininden sonra olursa, mahkemeye ihtiyaç, mal yönünden zaruridir.

İmâmeyn'e göre, bu durumda borç da'vâsında olduğu gibi en azıyla hükmedilir.

İddiaci: "Altı dirhem." der; şahidin biri de: "Beş dirhem" derse, beş dirhem olarak hükmedilir. Radıyyullahû Anh şöyle bulurmuştur: Bana göre, en esahh olanı: Orada hiç birinin de şehadetinin kabul ol-mamasıdır. Çünkü ücret, satıştaki bedel gibi, muavazaa akdinin be­delidir. Elbette, o şahitlerden birisi yalan söylüyordur; şehâdetleri müm-tenî olur.

Şayet her ikisinin de beyyinesi bulunmaz ve icâreyi doğruladıkları hâlde ücrette ihtilaf ediyorlar ve bu menfaattan önce olursa karşılıkkı yeminleşirler.

İcarlanan şey, bir hayvan olur ve icarlayan zat: "Küfe'den, Bağ-dad'a kadar, beş dirheme icarladım." der; mal sahibi ise: "Sı'rat'a ka­dar, on dirheme icarladın." derse (ki; Sı'rat yarı yoldur.) bu durumda taraflar karşılıklı yeminleşirler.                                              

Yeminden sonra,-onlardan birisi, bir beyyine ibraz ederse, beyyi­nesi kabul edilir.

Şayet, her ikisi de beyyine ibraz ederlerse, bu durumda hayvan sa­hibinin beyyinesi kabul edilir.

Eğer mekânda ittifak ederler de, ücrette ihtilaf ederlerse, o zaman hayvan sahibinin beyyinesi Bağdad'a kadar yol gitmişse geçerli olur.

Adam: "Hayvanı bana ariyet olarak bıraktın." der; hayvan sahibi de "Bir buçuk dirheme, sana icara verdim." derse, bu durumda, hay­vana binen şahsın sözü geçerli olur ve tazminat da, icar da gerekmez.

Şayet icara veren şahıs, iki şahit dinletir ve onlardan birisi: "Bir dirheme icarladı." der; diğeri de: "Bir buçuk dirheme icarladi." derse; o taktirde, bir dirheme hükmedilir. Mebsûl'ta da böyledir.

Bir boyacı, kendisine elbise verildiğini inkâr eder; bir şahit de: "Kırmızıya boyamak üzere verdi." der; diğer şahit ise: "Sarıya boya­mak üzere verdi." derse; ikiside kabul edilmez. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir adam, diğerini da'vâ ederek: "Belirli iki hayvanı, Bağdad'a kadar, on dirheme kiraladım." der; mal sahibi de beyyinesiyle: "Birisi­ni on dirheme kiraladı." derse, İmâm Ebu Hanife (R.A.) bu mes'elede önce, ecr-i misil olarak, onbeş dirheme hükmeylemişti. Sonra, o kavlinden dö­nüş yaptı ve iki hayvanın Bağdad'a kadar, on dirheme icarlandığına hükmeyledi.

Bu, İmameyn'in de görüşleridir.

Bu söylediğimiz,- ücretin cinsinde ittifak ettikleri zaman böyledir. Fakat, bu hususta ihtilaf ederlerse, şöyleki: Hayvan sahibi: "Birisini Bağ­dad'a kadar bir dinara icara verdim." der ve buna beyyine ibraz eder, icarlayan da beyyinesiyle birlikte, "İkisini birden, Bağdad'a kadar, on dirheme icarladığım" söylerse, bu durumda, iki hayvanın Bağdad'a kadar icarı, (ecr-i misil buna eşit olması hâlinde) bir dinar ve beş dirhemdir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, belirli birisi Hiyre'ye kadar; diğeri ise Kâdisiye'ye ka­dar olmak üzere, iki hayvan icarlar ve ikisiyle de Kâdisiye'ye kadar gi­der ve onlardan birinin nafakası hakkında aralarında ithilaf çıkar; kiraya veren, diğerine: "Gerçekten ben, sana Hiyre'ye kadar kiraya ver­miştim,. Sen, muhalefet eyledin; tazminat gerekir." der, kiralayan zat da: "Ben onu, Kâdisiye'ye kadar kiralamıştım." derse, bu durumda ki­raya verenin sözü geçerli olur. Kiralayan şahıs onun kıymetini tazmin eder.

Müste'cir, icâreyi verdiğini iddia eder; icara veren şahıs da bunu inkâr eder; bir şâhid de, "O hayvanı, Bağdad'a kadar gitmek üzere on dirheme icarîadığına" şahitlik yapar; diğeri ise, hem üzerine binmek, hem de eşya yükletmek üzere icarladığnı söyler; müste'cir de böyle söy­lerse, şehâdet caiz olmaz. Keza, iki şahit hamulede ihtilaf ederlerse, yi­ne şehâdet caiz olmaz. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, Tirmiz'den, Amil'e kadar gemiye biner ve sonra dâ, ge­mi sahibi ile aralarında ihtilaf çıkar ve gemi sahibi, binen adama: "Ben, seni Âmire, beş dirheme getirdim." der; binen adam da: "Sen, beni gemidekileri muhafaza için Âmil'e kadar, on dirheme icarladın." der­se; bunlardan her biri, yemin ederler. Her hangi birinin, önce yemin et­mesi evlâ olmaz.

Hâkim, hangisine isterse, önce ona yemin ettirir.

Eğer kurra çektirirse, bu daha güzel olur.

Şayet ücret hususunda aralarında ihtilaf çıkar ve her ikisi de beyyi-ne ibraz ederse; gemicinin beyyinesi geçerli olur. Ve binen zatın gemici­nin ücretini ödemesine hükmedilir. Bu şahıs için gemiciden bir şey alın­maz. Çünkü gemicinin elbette gemide olması gerekir.

Bir adam, diğerine: "Ben, seni Tirmiz'cfen, Belh'e, on dirhem ücretle merkebine bindirdim." der; müddeâ aleyh de: "Hayır, sen beni filan adamı Belh'e gütür diye, beş dirheme icarladın." derse, bu durumda bunlar, birbirlerine yemin ettirirler.

Eğer yemin ederse birşey gerekmez.

Şayet beyyine ibraz ederlerse, merkep sahibinin beyyinesi kabul edi­lir,. Çünkü merkebi muhafaza müste'cirin görevidir. Ona karşı icâre ol­maz. Zehıyre'de de böyledir.

Müste'cir: "Ben, Kâdisiyye'ye kadar, bir dirheme icarladım." der; icare veren de: "Başka yere kadar verdim; fakat sen Kâdisiyye'ye kadar bindin." derse, ona kıra yoktur. Çünkü sözünde durmamıştır. Sirâciy-ye'de de böyledir.

Eğer icara veren zat: "Gerçekten ben, sana hayvanı şu yere ka­dar icara vermiştim." der; binen şahıs da: "Hayır, sen o hayvanı, bana ariyet olarak verdin." der ve o yeri geçer; hayvan da ölürse bu durum­da onu tazmin eder (= öder) Zehıyre'de de böyledir.

Bir adam, diğerinin hayvanına Hîre'ye kadar biner; mal sahibi de ona: "Ben sana Cibâne'ye kadar, bir dirheme icara vermiştim. Sen orayı ileri geçtin." der; hayvana binen şahıs da: "Sen, onu bana ariyet olarak vermiştin." der ve bunun üzerine de yemin ederse, o icardan be­ri olur.

Eğer hayvan sahibi iki şahit getirir ve onlar: "Sana Hîre'ye kadar kiraya verdi." derlerse, bu kabul edilmez.

Şayet hayvan sahibi: "Sâhin'e kadar, bir buçuk dirheme kiraya verdiğini" iddia eder; şahidin birisi de böyle söyler, diğeri ise: "Sahin'e kadar, bir dirheme kiraya verdi." derse, o zaman gerçekten o hayvana binmiş olması hâlinde bir dirheme hükmedilir, mebsut'ta da böyledir.

Hayvan sahibi iki şahid getirir ve onlardan birisi: "Bir dirhem..' diğeri   de:   "Bir  buçuk  dirhem..1   derse,  bu  durumda bir  dirheme hükmedilir.

Şayet icara veren zat, "icârenin iki dirhem olduğunu" iddia eder; şahitlerden biri de "Bir dirhem.." der; diğeri ise: "İki derhem..." der­se, bunların şehadetleri kabul edilmez. Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre böyledir. Fetâvâyi Kâdihân'da da böyledir.

Bir adam, bir seneliğine, bir ev icarladığında müste'cir, "Onun onbir aylığnı bir dirheme; bir aylığını da dokuz dirheme" icarladığnı söyler; icara veren şahıs da "Seneliğini, on dirheme" icara verdiğini id­dia eder; her ikisi de, iddialarını isbat için beyyine ibraz ederlerse, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un: "Ev sahibinin beyyinesi kaBul edilir." buyurduğu rivayet edilmişt'r.

Bu durumu, icâre müddeti geçince veya icarladığı hayvan, denilen yere vardıktan sonra iddia ederlerse o takdirde, müste'cirin yeminle bir­likte söylediği söz geçerli olur.

İmamlara göre, yeminleşmezler. Ancak, ücrette, müddetin veya yo­lun bir kısmını geçtikten sonra ihtilaf ederlerse, o zaman, karşılıklı ye-minleşirler. 'karenin feshinde, geride kalan müddet hakkında, ihtilâf eder­lerse; müste'cirin sözü geçen müddet için geçerli olur. Zahîriyye'de de böyledir.

İmâm Ebû Hamie (R.A.)'nın şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: Bir adam, beyyine ibraz ederek: "Gerçekten ben, bu evi, bu adamdan, iki aylığını on dirheme icarladım." der; ev sahibi de, beyyinesiyle: "Şüp­hesiz ben, buna bir aylığını on dirheme icara verdim." derse; ben, ev sahibinin beyyinesini kabul eder ve bir aylığı on dirhem olarak kabul ederim. İkinci ayı da, müste'cirin beyinesi uyarınca, beş dirhem icar ola­rak kabul ederim. Muhıyt'te de böyledir.

Câmiü'I - Fetâva'da şöyle denilmiştir:

Eğer ev sahibi: "Sana bu aylığını on dirheme icara verdim." der; diğeri de: "Ben bu ayı ve diğer ayı beş dirheme icarladım." derse, bu takdirde birinci ay için, on dirhem; ikinci ay için de (iki buçuk) dirhem icar gerekir. Taiarhâniyye'de de böyledir.

Bir adam, beyyinesiyle "Şu evini, dokuz dirheme (üç aylığına, her aylığı üç dirheme) verdiğini" söyler; diğeri de, beyyinesiyle "altı ay­lığını, her aylığı bir der'heme" icarladığnı iddia ederse, o şahsa "üç ay-

'lığı için, dokuz dirhem ücret" hükmedilir. Diğer^üç ay için de, üç dir- -hem hükmedilir. Seıahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Hişâm şöyle demiştir:

imâm Ebû Yûsuf (R.A.)'tan sordum:

Bir kimse, bir evde, bir aydır oturmakta, başka iki şahıs da gele­cek, beyyineleri ile "o evi, bu şahsa, aylığı on dirheme icara verdiklerini'' söylüyorlar; içinde oturan şahıs ise, her ikisinin iddiasını da inkâr edi­yor; bu durum ne olur?

İmâm, şu cevabı verdi:

Bu ev, istihsânen ikisi arasında, her birine beşer dirhem olarak- kıyasen ise, her birine onar dirhem olmak üzere hükmedilir. Muhıyt'te de böyledir.

Hişâm'm Nevâdirin'de İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:

Bir adam, terziye bir elbise verir; sonra da bu elbise sahibi: "Ben, elbiseyi sana bir dirhem ücretle verdim." terzi ise: "Sen, bana ücretini vermedin." derse, elbise sahibinin sözü geçerlidir.

Eğer elbise sahibi: "Ben, sana ücret diye, teslim etmedim. Sen onu ücret diye aldın." der; terzide: "Sen, bana ücret diye söyledin." der ve elbise sahibi yemin ederse, ecr-i misil verir. Zehıyre'de de böyledir.

El - Asi kitabında şöyle zikredilmiştir:

Biradam bir elbiseyi, kırmızı boya ile boyaması için boyacıya verir ve nasıl olacağını da tarif eder; sonra da ücretinde ihtilaf ederler ve bo­yacı: "Ben, bir dirheme boyadım."; elbise sahibi de: "İki dânik'e bo-yadın." der ve ikisinin de beyyinesi bulunursa, bu durumda boyacının beyyinesi kabul edilir.

Bana göre, ikisi de beyyine ibraz ederlerse, ben elbisedeki boyanın kıymetine bakarım. Eğer o bir dirhem veya daha zi­yade kıymet taşıyorsa, boyacıya iki dânike boyamadığma yemin verdikten sonra, bir dirhem ücret veririm. Eğer elbisede boya az ve kıymeti iki danikten noksan ise, elbise sahibine, yalnız iki dânike boyattığına dair yemin verdikten sonra, terziye iki dânik veririm.

Bunun gibi her boyanın kendine göre kıymeti vardır. Bedâi"de de böyledir.

Eğer boya siyah ise elbise sahibinin sö£ü geçerlidir. Ona yemin de verilir.

Şayet elbise sahibi: "Boya benimdi". der, boyacı da: "Bir dirhe­me, benimdi". derse; bu durumda her biri, diğerine yemin verir.

Akid bedelinde karşılıklı yeminleşmek yoktur.

Fakat boyacı, elbisecide bir dirheminin olduğunu iddia eder; elbise sahibi de bunu inkâr ederse; bu durumda yemin etmek boyacıya düşer.

Elbise sahibi boyacıya karşı: "Boyayı bana bağış yaptı", der; bo­yacı da bunu inkâr ederse, bu durumda karşılıklı, birbirine yemin verirler. Ve elbise sahibi dirherrti geçmemek üzere tazminat yapar. Mebsûi'ta da böyledir.

Eğer ücretin aslında ihtilaf ederler ve elbise sahibi; çamaşırcıya: "Sen bana ücretsiz olarak iş yaptın." der; çamaşırcı da: "Hayır, ben sana ücretle iş yaptım." der ve bunu iş yapılmadan önce söylerlerse, kar­şılıklı yeminleşirler. Ve yemine, önce Müste'cir başlar.

Şayet, iş bittikten sonra ihtilafa düşerlerse, elbise sahibinin sözü ge­çerli olur.

Eğer elbisenin teslim edildiğini doğrularlar ve ücreti isimlendirmez-lerse (belirtmezlerse) bu husus kitapta (el-AsI'da) zikredilmemiştir.

Ebû'I-Leys, Uyûnü'l-Mesâil isimli kitabında şöyle buyurmuştur.

Burada üç söz vardır:

İmâm Muhammed (R.A.): "Eğer bir dükkan inşa edip, orada yıkayi-cılık işini yaparsa, o zaman gerçekten ücret gerekir. Değilse gerekmez." buyurmuştur.

Fetva da buna göredir. Serahsî'nin Muhıyti'nde de böyledir.

Şayet temizlikçi ile elbise sahibi ücrette ihtilaf ederler ve iş henüz yapılmamış olursa, bu durumda karşılıklı yeminleşirler. Ve karşılıklı ahp verirler.

Eğer temizlik işi yapılmışsa, elbise sahibinin sözü geçerli olur.

Eğer ihtilaf, işin bir kısmı yapılmasından sonra vuku bulursa, elbî-secinin hissesi hakkında, o yemin eder; temizlikçi de kendi hissesi hak­kında yemin eder. Zamanındaki hisseleri için de, karşılıklı yeminleşir­ler. Mebsût'ta da böyledir.

Ücretin cinsinde yani dinar mı, dirhem mi, taze mi, eski mi oldu­ğunda ihtilaf edilirse, taraflar karşılıklı yeminleşirler.

Şayet, ücretin sıfatında, işe başlamadan önce, ihtilafa düşerlerse, bu ücretin ayn olması hâlinde,cinsi ve miktarı hususunda taraflar kar­şılıklı yeminleşirler; sıfatı hususunda ise karşılıklı yeminleşmezler; Müs-te'cirin sözü geçerli olur.

Eğer ücret deyn ( = borç) ise, hüküm bunun hilafınadır.

Eğer yerin miktarı hususunda, oradan menfaaatlenilmeden önce ih­tilâfa düşerlerse, yine taraflar karşılıklı olarak — ayn olan satışta oldu­ğu gibi — yeminleşirler.

Eğer ihtilaf ücretinde olursa, önce Müste'cir yemin eder.

Şayet ihtilaf menfaattâ ise, yemine önce icara veren başlar.

Hangisi yeminden kaçınırsa, o, da'vayı kaybeder.

Eğer, her ikisi de beyyine ibraz ederlerse, icara verenin beyyinesi kabul edilir.

Şayet ihtilaf ücrette ise, bu böyledir.

Menfaattâ ihtilaf olur ve her ikisinin de beyyinesi bulunursa, Müs-te'cirin beyyinesi kabul edilir.

Eğer ücretten fazla istendiği iddia ediliyorsa, aralarında yeminleşmeleri emredilir.

Her ikisi de beyyine ibraz ederlerse; fazlayı iddia edenin beyyinesi kabul edilir.

Meselâ: îcara veren şahıs, aylığın on dirhem olduğunu iddia eder­ken, Müste'cir: "İki aylığı beş dirhem." der ve ikisi de beyyine ibraz ederlerse, bu durumda "İki aylığı on dirhem" olarak hükmedilir.

Şayet birinin beyyinesi bulunmaz ve, menfaatin bir kısmı da veril­miş olursa, bu durumda Müste'cirin yeminle beraber söylediği söz ge­çerli olur. Karşılıklı yeminleşirler ve geride kalan hakkında akid bozulur.

Eğer ücrette ihtilaf ediyorlarsa (Şöyleki: Birisi ücretin dirhemler ol­duğunu iddia ediyor, diğeri de dinarlar olduğunu söylüyorsa) yemine başvururlar. Her ikisinin de beyyinesi varsa bu durumda icara verinin beyyinesi geçerlidir.

Bununla beraber, müddet de veya mesafede ihtilaf ederlerse, (Me­selâ: İcara veren zat: "Kasr'a kadar, sana bir dinara icara verdim." der; Müste'cir de: "Hayır Küfe'ye kadar, on dirheme verdir." der ve her ikisi de beyyine ibraz ederse, bu durumda "Küfe'ye kadar diyenin beyyi­nesi geçerli olur. Bu ya bir dinar veye beş dirhemdir. Muhıyt'te de böyledir.

İki cinste ihtilaf ederler ve icara veren şahıs: "Ben, sana hayvanı Kasr'ra kadar bir dinara icara verdim." der; Müste'cir de: "Hayır, Kü­fe'ye kadar, on dirheme icara verdin.' derse; bu durumda ikisi de karşı­lıklı yeminleşirler. Hangisi yeminden kaçınırsa, diğeri da'vâyı kazanmış olur.

Hangisi belgelendir irse, belgesi kabul görür.

İkisinin de belgesi olursa, "Küfe'ye kadar, bir dinar ve beş dirheme" hükmedilir.

Kasr, Bağdat'la Küfe'nin ortasında olan bir yerdir.

Müsîe'cirin beyyinesi sebebiyle Bağdad'dan Kasr'a kadar, bir dinar; Kasr'dan Küfeye kadar da beş dirhem hükmedilir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Hem ücret, hem de müddet hususunda ihtilaf ederler veya hem ücret, hem de mesafede ihtilaf ederlerse (Şöyleki: İcara veren zat: Kasr'a kadar, sana on dirheme, icara verdim." der; Müste'cir de: "Hayır, Kü-fe'ye kadar, beş dirheme icara verdin." derse, bu durumda, ikisi, karşı­lıklı olarak yem ini esirler.

İkisi de yemin ederse, aralarındaki akid fesh olur.

Hangisi belge ibraz ederse, onun belgesi kabul edilir.

Şayet her ikisi de belge ibraz ederlerse, ikisiyle de hükmedilir. Üc­rette, icara verenin belgesine göre; müddet ve mesafede ise, Müste'cirin .belgesine göre muamele yapılır.

Hangisi da'vâyı önce başlatmışsa, önce o, arkadaşına yemin verir. Hızâneiü'l - Müftîn'de de böyledir.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) şöyle buyurmuştur.

Bir adam, ayakkabılarını tamirciye verir ve tamirci ona: "İki dir­heme yapmamı söyledin." der; ayakkabıların sahibi de: "Ben, sana bir dirheme dikmeni söyledim." derse; duruma bakılır: Eğer onu zarar gör-meksizin çıkarabiliyorsa, dikicinin (köşgerin) sözü geçerli olur. Serahsî'-nin Muhiytı'nde de böyledir.

Şayet, terzi ile elbise sahibi ihtilaf ederler ve elbise sahibi: "Ben, sana pardesü dikmeni söyledim; sen ise, gömlek diknlişsin." der; terzi de: "Hayır, sen bana gömlek dikmemi.söyledin." derse;'bu durumda elbise sahibinin yeminle söylediği söz geçerli olur. Bu durumda, elbise yaptıran şahıs muhayyerdir; dilerse gömleği alıp, ecr-i mesil verir, di­lerse, elbise kesilmeden önceki kıymeti ne ise, onu alır. Zahîriyye'de de böyledir.

Şehyû'l - İslâm Alâüddin el-İsbîcâbî, Şerhı'nde şöyle buyurmuştur. Eğer her ikisi de beyyine ibraz ederlerse, o zaman, terzinin beyyi­nesi geçerli olur. Gâyetü'l-Beyân'da da böyledir.

Boyacı ile elbise sahibi ihtilaf etmiş olurlar ve elbise sahibi:' 'Ben, sana usfur ile boyamanı söylemiştim." der; boyacı da "Za'ferân ile bo­yamamı söylemiştin." derse bu durumda elbise sahibinin sözü —bütün âlimlerimize göre— geçerli olur. Bedâi"de de böyledir.

Bir adam, ölçeğini usfur ile doldurup, boyacıya verir, boyacı da

"Onu, bir ölçek usfur ile boyadım." der; elbise sahibi de: "Dörtte bir usfur ile boyamışsın." derse, boyanan şey, san'at ehline gösterilir: Eğer onlar: "Bu, dörtte bir usfur ile boyanmış." derlerse, elbise sahibinin sözü geçerli olur. Beyyine getirmek boyacıya aittir. Serahsî'nin Muhıyt'ın de de böyledir.

Bir adam, "dişçiye, dişini çekmesini" söyler; o da çeker ve sonra da ihtilaf ederler; diş sahibi: "Ben, sana başka dişimi çıkar dedim." der; dişçi de: "Sen, bana bu dişi çıkar; dedin." derse, bu durumda diş.sahi­binin sözü geçerli olur.

Şayet söylediği dişi çıkarmamış olur; fakat, diğer diş, aynı dişe bi­tişik bulunur ve onu çıkarmış olursa, tazminat gerekmez. Hulâsa'da da böyledir.

Bir adam, diğerine vücudundan bir şey çıkarttırmak veya yarası­nı yardırmak ister. Sonra da ihtilaf ederlerse, bu durumda emreden şahsın sözü geçerli olur. Bu şahıs, yemin de eder. Çünkü, o emir sebebiyle men­faat elde edilecektir. Serahısî'nin Muhıyö'nde de böyledir.

Bir kimse, terziye bez (kumaş) vererek, ona pamuk koymasını (yâni elbise yapmasını) ister ve ona, yirmi estar (=

buçuk gram) pamuk koymasını söyler; sonra aralarında ihtilaf çıkar ve elbise sahibi: "Ben, sana onbeş estar pamuk verdim ve sana: 'Bunu ar­tır.' dedim. Sen de ancak beş estar artırmışsın." der; terzi de: "Sen ba na on estar verdin ye on estar da artırmamı söyledin. Ben de o kadar ilâve ettim; artırdım." derse; bu durumda terzinin sözü geçerli olur. Ve elbise yaptıran şahıs, on estann kıymetini verecektir.

Şayet söylenilen miktarda ihtilaf ederler ve elbise sahibi: "Ben, sa­na onbeş estar verdim ve beş estar da artırmanı söyledim." der; diğeri de: "Sen, bana on estar verdin ve on estar da artırmamı söyledin. Ben de artırdım." derse o zaman, elbise sahibi muhayyerdir: İsterse onu doğ-rulayıp on estar pamuk parası verir; isterse, verdiği elbisenin kıymetini alır ve on estar kıymetiyle, bu elbise pamukçunun olur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, bir palto dikmesi için, terziye kumaş ve onun astarı ile pamuğunu verir; terzi de kesip, biçer ve diker; iş hususunda ve üc­rette ittifak ettikleri hâlde, elbiseci: "Bu astar, benim verdiğim astar de­ğildir.' ' derse, bu durumda terzinin yeminle birlikte söylediği söz geçer­li olur. Kûbrâ'da da böyledir.

Bir adam, temizlikçiye, bir dirheme temizlemek üzere, bir elbise verdiğinde; temizlikçi, temizleyip, bu elbiseyi: "Bu elbise senindir." di­yerek verir; elbise sahibi ise: "Bu, benim elbisem değildir." derse, bu durumda İmâm Ebû Hanife (R.A.)'ye göre, temizleyicinin sözü geçerli olur. Fetâvâyi Kâdihân'da da böyledir.

Bu durumda, temizlikçiye ücret verilmez. Hulâsa'da da böyledir.

Keza temizlikçi elbiseyi verdiğini iddia ederse, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, onun sözü geçerli olur. Çünkü, o sözünde emindir.

Keza, her ecir (ücretli) müşterektir.

Fetva da bunun üzerinedir. Felâvâyi Kadihân'da da böyledir.

Eğer elbise sahibi: "Bu, benim elbisemdir, fakat, ben bunu değil de başka bir elbisemi temizlemesi için vermiştim." derse, elbisesini alır onun için ücret vermesi gerekmez.

Fakat bu hâl, biçimde ve dikimde böyle olursa, olmaz; sahibi elbi­seyi terzide bırakıp, onun kıymetini alır.

Şayet, bu böyle olmaz; fakat temizlikçi gelip: "Yudum, yıkadım, temizledim; ücretini vermek sana aittir." der; elbise sahibi de: "Sen te­mizlememişsin, ben senin yanında (veya evinde) temizledim." veya "Be­nim kölem, senin yanında yıkadı, derse, bu sözüne inanılmaz. Bu du­rumda temizlikçinin sözü geçerli olur.

Eğer, yapılan iş, bu işi yapan şahsın elinde bulunuyor ve taraflar dâvâlaşıyorlarsa bütün ameller (işler) de böyledir.

Şayet, bu mal sahibinin elinde, ise, bu durumda onun sözü geçerli olur.

Eğer temizlikçi yemin verirse, elbise sahibi yemin etmez: ancak el­bisenin kendisinin olduğuna yemin eder. Hulâsa'da da böyledir.

Şayet temizlikçi, elbiseyi verip: "Bu elbise senindir." der; elbise sahibi de bunu inkâr ettiği halde onu elbisesine bedel olması niyeti ile alırsa ; İmâm Muhammed (R.A.): "O elbiseyi giymesine ruhsat yoktur; sat­masına da ruhsat yoktur. Ancak temizlikçiye: "Ben, bunu elbisemin ye­rine aldım." der; elbiseci de: "Olur." derse, o zaman hem giyer, hem de satabilir. Fetâvâyi Kadihân'da da böyledir.

Fetvalarda şöyle zikredilmiştir:

Bez satan şahıs, temizlikçiye bir adam yollayıp, dört elbise ister; adam da üç elbise getirir ve temizlikçi: "Ben, dört elbise verdim." der; elçi de: "Bana elbiseleri verdi; fakat ben saymadım." derse; durum el-biseciye sorulur. Bu elbiseci hangisini doğrularsa, diğeri da'vâdan dü­şer; hangisini yalanlarsa, onunda yemin etmesi gerekir. Eğer yemin eder­se, berî olur. Eğer edemez ise, tazmin eder.

Eğer temizlikçiyi doğrularsa, ücretini vermesi gerekir.

Eğer temizlikçiyi yalanlar, o da yemin ederse, bu defa da temiz­likçi elbise sahibine ücretini verdiğine dair yemin verir.

Eğer o da yemin ederse, ücretten beri olur; değilse, üç elbisenin te­mizlik ücretini verir, dördüncü müstesnadır. Hâvî'de de böyledir.

Dînâri'nin Mütefernk Fetvâlan'nda şöyle zikredilmiştir.

Bir adam, temizlikçiye, iki günde yıkaması şartiyle elbise verip, üc­retini de verir; o da bu elbiseyi yanında tutar ve helak olana kadar yıka­mazsa onu tazmin eder. (öder)

Şayet ihtilaf ederler ve elbise sahibi: Ben sana "on güne kadar tek­mil olsun; demiştim." deyip müddetin geçtiğini söyleyerek, tazminat ister; temizlikçi de "Ben sana onu yıkamadan vermiştim." der; müddetde ta­yin etmezse bu durumda kimin sözü geçerli olur?

Vâkıâtü'l - Fetâvâ da: Uygun olanı, temizlikçinin sözünün geçerli ol­masıdır. Çünkü o, şartı inkâr eylemiştir, denilmiştir.

Sonra, o gün temizlemesini veya buna benzer bir şey istediği hâlde, o da, o gün bitiremeyip sonra bitirseydi ne olurdu? Ücret gerekir miydi?

Vâkıâlü'l-Feiâvâ'da şöyle denilmiştir: Uygun olanı, ücret ödememektir. Çünkü icâre akdi "helak olursa tazminat gelir." denilince kalmamıştır. Füsûlü'l - İmâdiyye'de de böyledir.

Bir adam, "eşyalarını şu yerden, şu yere götürmesi için" verdik­ten sonra, hamalla aralarında ihtilaf çıkar ve eşya sihibi: "Bu eşyalar benim değildir." der; hamal da: "Senindir." derse, bu durumda, ha­malın yeminle birlikte söylediği söz geçerli olur. Çünkü o emindir. Âmire de ücret vermek gerekmez.

Ancak bu şahıs', hamalı doğrulayıp eşyayı alırsa, onun ücretini verir.

Keza, bir kimse, hamala yiyecek yüklettiğinde, hamal ona: "Bu senindir." der; yiyecek sahibi de: "Benim yiyeceğim yeni idi; bu çok bozulmuş." derse, bu durumda yiyecek sahibinin sözü geçerli olur. Üc­ret de vermez.

Güzel olanı ise, hamalın sözünü geçerli sayıp onun ücretini vermek-dir. Eğer; yiyecek şey İki çeşit olur ve hamal arpa getirmiş; yiyecek sa­hibi ise: "Buğday idi." derse; yiyecek sahibi, hamalı doğrulamadıkca, ücret gerekmez.  Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir adam, eşyasını filan yere götürmek üzere, bir hamal icarla-yıp, onu simsara teslim etmesini söyler, hamal da tartıp teslim eder; sim­sar hamala: "Tartın, yazılandan noksandır. Ben, sana noksan olanın miktarı kadar ücret vermem." der; sonra da aralarında ihtilaf çıkar ve simsar: "Sana ücret ödenmiştir." der; hamal ise: "Hayır ödenmedi." derse, bu durumda hamalın sözü geçerli olur. Husûmete (da'vâlaşma-ya) ihtiyaç yoktur. Ancak husûmet, o yükü yollayan şahısla hamal ara­sında olur. Hulâsada da böyledir.

Uyûn'da, İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğu nakledilmiştir: Bir adam, bir gemiciye, "şuraya götür." diyerek buğday yükü ve­rir, gemici o yere varır ve buğday sahibi: "Buğday noksandır." der; ge­mici onu ölçerek: "noksan değildir." derse, bu durumda buğday sahi­binin sözü geçerli olur.

Bu durumda gemici buğday sahibine: "Ölç, ölçüne göre ne kadar­sa, o kadarının ücretini alırım ." der.

Eğer buğday sahibi, gemiciden noksan için tazminat talebinde bu­lunursa; ücretin verildiği hususunda gemicinin sözü geçerli olur.

Sonra, buğday sahibine: "Buğdayını ölç, noksanı kadarının ücre­tini tazmin ettir-." denilir. Eğer maksad on çeki ise, âlimlerimiz bu görüştedirler.

Şayet murad ikincisinde ise, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, buğ­day sahibi gemiciye tazminat yaptıramaz. Ancak ondan bir suç veya bir kusur olursa, tazminat yaptırabilir. Fetva da bununnizerinedir. Muzmeret'ta da böyledir. [45]

 

2- Acir'le Müste'cirin, Ücretteki Kusur Hususundaki İhtilafları

 

İcara veren zat, aldığı ücrette bir ayıp görür ve onu müste'cire geri vermeyi irâde eder ve bu dirhemler dinarlar, ölçülen şeyler veya tar­tılan şeyler gibi deyn olur, ve onu müste'cir doğrularsa; icara veren şa­hıs, onu müste'cire geri verebilir. İster ücret deyn olsun, ister ayn olsun fark etmez.

Eğer müste'cir icara veren şahısı yalanlar ve: "Bunu ben verme­dim." der ve ücret deyn olur; icara veren de: "Ben, onu yeni olarak almadım." derse ifâsı (= geri verilmesi) gerekmez. Ancak, dirhemleri aldığını ikrar ederse, —başkasını değil— kıyâs sözün reddedilmesidir. Istihsanda ise, yeminli olarak mucir tarafından geri verilir.

Eğermüste'cir icara verene karşı yeni dirhemleri aldığını ikrar ederse (Şöyle ki: "Ben sana taze olarak verdim." veya Ücretini aldın." yahut Ücreti ödedim." derse) bu durumda icara verenin beyyinesi kabul edil­mez. Muhıyt'te de böyledir.

Eğer ücret bizzat bir elbise olur ve önce" almış, sonra da onu aybı yüzünden müste'cire geri getirmiş, mütse'cir de: "Bu, benim verdiğim elbise değildir." demiş olursa, bu durumda mücte'cirin sözü geçerli olur.

Şayet ev sahibi, elbisenin ayıplı olduğu hususunda beyyine ibraz eder­se, onu reddeder. Ayıp ister az olsun, ister çok olsun farketmez. Reddi sebebiyle de akid bozulmuş olur. O güne kadar oturduğunun ücretini de alır ve bu ecrimisildir. Mebsût'ta da böyledir.

Yemiş (= meyve) satan bir şahıs, bir adamdan, bir yer icarlayıp orada aar satar; sonra da ordan çıkar ve aralarında oranın rafları ve diğer eşyaları hakkında ihtilafa düşerler; ev sahibi: "Ben, sana icara ve­rirken bunlar içerde idi." der: müste'cir de: "Hayır bunları ben yap­tım." derse Kıyâsen, ev sahibinin yemin ederek söylediği söz geçerli olur. İstihsânda ise müste'cirin sözü geçerli olur.

Bu sevap, değirmende ve diğer san'at yerlerinde de böyledir.

Aralarında ihtilaf çıkınca, san'atta örf ve âdet, icara veren şahsın olmamasıdır.

Bu kıyâsta da, istihsa'nda da böyledir. Hülâsa, bu cins meseleler­de, müste'cir tarafından yapılması âdet olan şeylerde müste'cirin sözü geçerlidir.

Bir ev hakkında ihtilaf çıkar ve icarcı: "Kapısını ben yaptım; üze­rinin ağacını ben attım." derse, bu durumda, ev sahibinin yeminli ola­rak söylediği söz geçerli olur. Muhıyt'te de böyledir.

Sergi, kapı sürgüsü, oluk, kiremit, kireç, ağaç yerine konulmuş kapı ve benzeri şeyler müste'cire aittir. Müste'cir bunların kendisine âit olduğunu belgelerse, bu belgesi kabul edilir.

Şayet evde su kuyusu, tuvalet çukuru kazılmış; müste'cir de: "Bun­ları ben yaptım." diyor ve sökeceğini (bozacağını) söylüyorsa; bu du­rumda ev sahibinin sözü geçerli olur.

Keza, evin kumaşı, perdesi, binadaki ağaçlar, merdiveni, (merdi­venden maksat binanın asıl merdiveni değil, süllem dedikleri evin üzeri­ne çıkmak için yapılan merdivendir.) hakkında müste'cirin sözü geçerli olur. Mebsût'ta da böyledir.

Ev sahibi eğer ikrar ederek: "Müste'cir, kireçlemiş (badana yap­mış) veya kiremitini koymuş; eve.bir kapı takmış kapıya bir sürgü yap­mış." derse; bunları müste'cir alabilir.

Şayet bunların alınması, eve zarar verecekse, ev sahibi bunların kıy­metini müste'cire verir ve onlar yerinde kalır. Hulâsa'da da böyledir.

Eğer evde yapılan tennur ( — tandır) hakkında ihtilaf ederler ve müste'cir: "Ben yaptım." derse, onun sözü geçerli olur. Çünkü, o ihti­yacına binâen onu yapmıştır. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Şayet evde, arılık (- kovan) veya gusülhâne varsa, bunların da tamamı, - diğer eşyalar gibi - müste'cirindir. Mebsût'ta da böyledir.

Müste'cir evden çıktıktan sonra, aralarında evde bulunan kapı, şerir, sürgü gibi şeyler hakkında ihtilaf çıkarsa, bu durumda ev sahibi­nin sözü geçerli olur.

Şayet, bunlar yerlerinden ayrılmayan (sabit) şeyler iseler bu böyledir. Eğer sabit değillerse, (sergiler, kaplar odunlar gibi.) bu takdirde, müste'cirin sözü geçerli olur. Gıyâsiyye'de de böyledir.

Ancak, çatal kapının bir kanadı sabit, diğer kanadı seyyar ise ve­ya tavandan düştüğü bilinen bir tahta varsa bunlar icara veren şahsındır.

Tennurda örfe itibar edilir.                                 

Eğer ev sahibi, karcıya, "olduğu yerde, bir bina yapmasını" söy­lemiş ve icara sayacağını bildirmiş olur ve binanın yapımında ittifak et­tikleri hâlde, ücretinde ihtilaf ederlerse, bu durumda mal sahibinin sö­zü geçerli olur.

Beyyineye gelince, bu durumda müste'cirin bejyinesi geçerli olur.

Keza, eğer ev sahibi: "Açıklama yapmadan, benden habersiz niye yaptın?" derse bu durumda ev sahibinin sözü geçerliolur. Mebsût'ta da böyledir.

Âlimler şöyle demişlerdir.

Bu hâl, müşkil zamanlarda olur. Şöyleki: San'at ehli ihtilaf ederler ve ba'zıları,ev sahibinin dediği gibi der ve gerçekten o, ev sahibinin yaptığı gibi masrafları yapmıştır; bu durumda o miktarı isteme hakkı vardır.

Bâzıları da: "Hayır, müste'cirin dediği miktarda hakkı vardır." buyurmuşlardır.

İhtilafları halinde, müste'cir, "fazla ücret verdiğini"; ev sahibi de "onu; —inkâr ederek— almadığını" söylerse, onun sözü geçerli olur.

Fakat, sanatkârlar birinin sözü üzerinde toplanırlarsa, onun sözü geçerli olur. Muhıyt'te de böyledir.

Kapıda iki kanat bulunur ve onların biri düşmüş, diğeri duruyor

olur ve düşen hakkında ihtilaf ederlerse bu durumda ev sahibinin sözü geçerli olur. Eğer o diğerinin kardeşi ise bu böyledir.

Şayet başka yere nakledilmiş ise bu durumda müste'cirin sözü ge­çerli olur.

Eğer evin tavam tahtalanmış ve bu tahtalardan birisi düşmüş olur; bu durumda icarlayan ile ev sahibi ihtilaf ederler ve ev sahibi: "Bu, ta­vanın tahtasıdır." der; müşte'cir de: "Benim." derse; —her ne kadar yeri değişmiş olsa bile— ev sahibinin sözü geçerli olur.

Bir adam, yurdundan birine bir ev icara verir; o evde de oturan bulunur; her aylığı bir dirheme olmak üzere adam ev ile başbaşa kalır ve ev sihibi: "Haydi otur." der; ay başı gelince de, ev sahibi kirasını isteyince: "Ben oturmadım; içinde adam var." der; sakin de, bunu ik­rar veya inkâr ederse, bu durumda sakinin sözüne itibar edilmez.

Sakinin sözü kabul edilmez de, ihtilaf âcir ile müşte'cir arasında kalırsa, bu durumda bakılır. Eğer müşte'cir evde oturuyorsa, münaza halinde ev sahibinin sözü geçerli olur. Ona, icar vermek gerekir.

Eğer müşte'cir başka evde oturuyorsa, müstecirin sözü geçerli olur ve icar gerekmez.

Bir adam, diğerinden, bir ev kiralar ve ay başı gelince ev sahibi evinin icarını ister; müşte'cir de: "Sen, onu, bana icara vermedin; ari­yet olarak verdin." veya "...ücretsiz oturttun." der; ev sahibi de bunu inkâr eder ve ikisinin de beyyinesi olmazsa, bu durumda, evde oturan şahsın yeminle birlikte söylediği söz geçerli olur.

Eğer her ikisi de beyyine ibraz ederler ve icarlayan: "Ben, o evi ariyet olarak almıştım." derse, ev sahibinin sözü geçerli olur.

Müşte'cir: "Sen, onu bana, ariyet olarak (veya ücretsiz) verdin." der ve ev sahibi de bunu inkar eder ve hiç birinin beyyinesi bulunmaz­sa, bu durumda, evde oturan şahsın yeminle birlikte söylediği söz ge­çerli olur.

Eğer her ikiside beyyine ibraz ederlere bu durumda ev sahibinin bey­yinesi geçerli olur.

Keza her ikisinin de beyyinesi olmaz ise, o zaman, evde oturan şahsın yeminle birlikte söylediği söz kabul edilir.

Eğer ikisinin de beyyinesi olursa, işte o zaman ev sahibinin beyyi­nesi geçerli olur.

Şayet sakin: ""Ev, benim evimdir. Senin hakkın yoktur." derse; o zaman, ev sahibinin yeminle birlikte söylediği söz geçerli olur.

Eğer müşte'cir: "Bu ev, filanındır. Bana vekâlet verdi." der ve is-bat getirirse, bu durumda sakinin sözü geçerli olur.

Hasmı müddeî (= da'vâcı) olur.

Şayet, her ikisi de beyyine getirirlerse, bu durumda hibe eden şah­sın beyyinesi kabul edilir.

Bunların tamamı, sakinin, kiranın aslını kabul etmemesi hâlinde böyledir.

Fakat, kiranın aslını kabul ederse, sonraki hîbe ve ariyet iddiasi doğ­rulanmaz. Ve bu şahsın kira ücreti ödemesi gerekir.

Ancak, müşte'cir beyyine ibraz ederse, muhayyer kalır.

Şayet, her ikisi de biyyine ibraz ederlerse, bu durumda kendine ba­ğış yapılan şahsın beyyinesi kabul edilir.

Bunların tamamı, sakinin kiranın aslını ikrar etmemesi hâlinde ge­çerli olur.

Fakat, kiranın aslını ikrar eder; sonra da "ariyet veya hîbe olduğunu" söylerse bu gibi durumlarda ücreti müşte'cir öder.

Eğer müşte'cir, ev sahibine: "Sen, bana bağış yaptın." veya "Ari­yet verdin." derse, sözü tasdik edilmez.

Ancak, müşte'cir beyyine ibraz ederse, onun sözü geçerli olur.

Eğer müşte'cir icarladığı yeri görmeyi şart koştuğu hâlde görme­miş olur ve bu hususta beyyinesi bulunursa, onu görmesi gerekir. Mu-hıyt'te de böyledir.

Bir adam, bir aylığına, bir ev icarladıktan sonra, bu müşte'cir, icara veren şahsın, o evi icara verdikten sonra sattığım iddia eder; icara veren zat da, onu inkâr eder, böylece bir müddet geçerse, âlimler: "Bu durumda icare lâzım gelir. Çünkü, icârede ittifak etmişler; satış ise, sa­bit olmamıştır." demişlerdir. Fetâvâyi Kâdihân'da da böyledir.

Bir adam, evini, diğerine o evde durduğu müddetçe, aile etrafı­nın masrafını karşılamak üzere icara verse, bu icara fâsiddir.

Bu durumda, icara tutan şahıs, oturduğu kadar ecri misil verir, di­ğer fâsid olan icâreler gibi...

Şayet, müşte'cir: "Aile etrafına masraf yaptım." der, ev sahibi de: "Yapmadın." derse, bu durumda ev sahibinin sözü geçerli olur.

Her ikisi de beyyine ibraz ederlerse, müste'cirin beyyinesi geçerli olur.

Bir adam, aylığı on dirheme bir ev icarlayıp, bir gün veya iki gün o evde oturduktan sonra, başka bir eve taşınır; ev sihibi de tam aylık ister; müşte'cir ise: "Ben bir (veya iki) günlüğüne icarladım." derse, onun sözü geçerli olur.

İkisi de beyyine ibraz ederlerse, icara verenin beyyinesi kabul edi­lir. Zehıyre'de de böyledir.

Bir adam, aylığı bir dirheme, bir ev icarlayıp, o evde iki ay otu­rursa, birinci ayın icarı, diğerinden başka olur.

Eğer ikinci ayda, o evin bir yeri yıkılırsa, tazminat gerekir.

Eğer önceki ayda yıkılmış olsaydı, tazminat gerekmezdi.

Şayet ihtilaf ederler ve müşte'cir: "Ev birinci ayda yıkıldı." der, ev sahibi ise: "Bu ev ikinci ayda yıkıldı. Sana tazminat gerekir." derse; bu durumda, müste'cirin yeminli olarak, söylediği söz geçerli olur.

ikisi de beyyine getirirse, ev sahibinin beyyinesi geçerli olur. Mu-hıyt'te de böyledir.

Eğer o evde, bir aydan bir gün veya iki gün fazla oturmuş; müş­te'cir de: "Önceki ayda yıkıldı." derse; onun sözü geçerli olur. Çünkü o gâsıbtır. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, bir yurt veya bir evi, içinde bir ay oturmak üzeri icar­lar; ev sahibi, ona anahtarı verir ve bir ay tamam olup, ev sahibi icarını isteyince, müşte'cir: "Benim kapıyı açmaya gücüm yetmedi." der; ica­ra veren ise: "Hayır, açtın ve oturdun." der ve her ikisinin de beyyinesi olmazsa bu durumda anahtara bakılır: Eğer anahtar açıyor ve sonra da kitliyorsa, ev sahibinin sözü geçerli olur. Müste'cirin sözüne inanılmaz.

Şayet bunun aksine ise, müste'cirin sözü geçerli olur. Fetva da bu­na göre verilir.

Şayet hir ikisinin de beyyinesi varsa; ev sahibinin beyyinesi kabul edilir. Her ne kadar anahtar kapıyı kolay açmasa bile böyledir. Cevâhi-rü'l - Ahlâtî'de de böyledir.

Bir adam, evini bir seneliğine icara verir; sene tamam olur; evi geri alıp süpürür ve oturan müste'cire: Benim, evde dirhemlerim kal­mış. Sen oturdun ve onları attın." ev sahibide bunu tasdik ederse, on­ları tazmin eder.

Şayet inkâr ederse, bu durumda, onun yeminli olarak söylediği söz geçerli olur. Kübrâ'da da böyledir.

Bir adam, diğerinden, belirli bir müddetle bir hamam icarladık-tan sonra, icare miktarı hakkında ihtilafa düşerlerse, hamam sahibinin sözü geçerli olur. İcar müddeti tamam olurca kül ve gübre çok olur ve hamam sahibi: "Gübre benimdir." icarcı da: "Benimdir." derse, bu durumda daha önce hamamcının olduğu bilinmiyorsa müste'cirin sözü geçerli olur. Küle gelince, eğer müste'cirin işi ise, onu da ikrar ediyor­sa, onu o nakleder ve kaldırır. Şayet inkâr ediyorsa, onun sözü geçerli olur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kadının belirli bir ziynet eşyasını, sabahtan akşama kadar kul­lanmak üzere icarlaması caizdir.

Bu kadın, o zinet eşyasını, oir başkasına kullandırırsa, - zayi olma­sı hâlinde - kendisi tazmin eder ve ona icar gerekmez.

Eğer, ziynet sahibi ile aralarında, giyip - giymeme hususunda ihti­laf çıkar ve sahibi: "Sen, giydin." der; diğeri de: "Ben başkasına giy­dirdim." derse, bu durumda ziynet sahibinin sözü geçerli olur.

Bu ihtilaf ücret hakkındadır. Şöyleki: Ziynet sahibi: "Sen giydin; ücretini sen vereceksin." diyor, kadın da: "hayır, onu başkasma giy­dirdim, bana ücret yoktur." diyor..

Âlimler: "Bunda kıyâs, evde söylendiği gibidir." demişlerdir.

Eğer münaza zamanı, ziynet eşyası kadının yanında ise, bu durumda ziynet sahibinin sözü geçerli olur.

Şayet, ziynet eşyası başkasının yanında ise, bu durumda kadının sözü geçerli olur.

Eğer o eşya zayi olursa, ziynet sahibinin olarak zayi olmuş ohrr. Kadım tasdik ederse, kadın onu tazmin eder; bu durumda ücret gerekmez.

Eğer kadını yalanlarsa, kadın tazminattan beri olur; sonra da ziy­net sehibinin sözü geçerli olur.

Şayet ihtilaf bir hayvan hakkında olur ve müste'cire "Küfe'den, Bağ-dad'a kadar, on dirheme icarladım." der; hayvan sahibi de:"Hayır, Kü­fe'den Kasr'a kadar, on dirheme, sana icara verdim." der. (Kars, yarı yoldur.) ve her ikisi de davalarını isbat edemezlerse bu durumda, karşı­lıklı, birbirlerine yemin verirler ve ona göre hareket ederler.

Şayet birisi isbat ederse, onun beyyinesiyle hükmedilir.

Her ikisinin de beyyinesi olursa , İmâmı Ebû Hanîfe (R.A.): "Önce Bağdad'a on beş dirheme hükmedilir." buyurmuş sonra da: "Bağdad'a kadar, on dirheme hükmedilir." demişlerdir.

Bu aynı zamanda İmâmeyn'in de kavilleridir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, belirli ber yere kadar, bir hayvan icarlar ve ona ne yük­leyeceğini söylemez ve taraflar da'valaşırlarsa, icaresini verir. Şayet hay­vana bindi veya yük yükledi ise, o zaman istihsanen konuşulan ücreti verir.

Köle de - ücreti belirtilmemişse böyledir. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, diğerinden bir hayvan icarladığında hayvan sahibi o hayvanın eğerini, gemini vermez ve "Ben, onu sana çıplak icara ver-dim." der; icarlayan da: "Ben, onu eğerli ve gemli icarladım." derse bu durumda hayvan sahibinin sözü geçerliolur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, Bağdad'dan Rey şehrine kadar belirli üç hayvan icar-îarsa, bu caiz olur.

İcâre caiz olunca, bu hayvanların sahibi, onları birine satar veya bağışlar yahut tasadduk eder, icara verir veya ariyet veya emanet bıra­kır ve kiralayan adam da gelerek, o hayvanları başkasının elinde bulur ve onları icarladığını beyyinlemek isterse, beyyinesi geçerli olur mu?

Burada iki durum vardır: Hayvan sahibi, ya bu hayvanları, icarla­yan şahıs o huzurda iken, öyle yapmıştır; veya müste'cirin gıyabında öyle yapmıştır.

Eğer hazırda iken yapmışsa, aleyhine olan beyyine kabul edilir.

Şayet, müste'cirin beyyinesi kabul edilince icarı kabul ederse ve hay­van sahibi şayet mecburiyet karşısında satmışsa, (Şöyleki: Borcu vardır ve o acele ödenecektir..) bu durumda müste'cirin yapacağı bir şey yoktur.   .

Eğer özürsüz olarak satmışsa, müste'cir haklıdır ve icâre müddeti bitene kadar, hayvanları alır.

Şayet icara veren şahıs, mal sahibi değilse, veya onu bağış, sadaka yapmışsa, müste'cir, icâre müddetince, o hayvanları yine tasarruf edip, icarda kullanır. Cevap aynıdır.

Bu hâl, hayvan sahibi hazır iken böyledir. Fakat o hazırda değilse, müste'cirin beyyinesi yine kabul edilir.

Şayet hayvanlar müşterinin veya kendisine tasadduk ve bağış yapı­lanın elinde ise, bu defa icarci, onlarla da'valaşır.

Şayet hayvan sahibi, onları zaruretine binaen satmışsa, bu durum­da müste'cirin bir hakkı kalmaz.

Eğer özürsüz satmış veya bağış ve sadaka etmişse, müste'cir o hay­vanlara hak sahibi olur; icarlarını da öder.

Fakat, hayvanlar karcının veya ariyet bıraktığı yahut emanet etti­ği kimsenin elinde bulunuyorsa, bu durumda, onun beyyinesi kabul edilmez.

Kitab'da(el-Asl'da) ise: "Müste'cir haklıdır, kanonlara verir." de­nilmiştir. Önceki icarcı mı? Yoksa ikinci icarcı mı? İşte bu söylenme­miştir. Buna tafsilat icabeder.

Şayet hayvan sahibi huzurda ise, önceki müsteVir haklıdır.

Eğer hayvan sahibi hazırda değilse ikinci icarcı haklıdır.

Çünkü hayvan sahibi huzurda olmuş olsaydı, önceki müste'cirin o hâlde haklı olduğu tahakkuk eder ve beyyinesiyle hakkı sabit olur; hâkim de hükmünü ona verirdi.

Fakat, hayvan sahibi hazır olmayınca, önceki müste'cirin beyyine­si kabul edilmez de ikincinin kabul edilir; o daha haklı olur.

Şeyhu'l-İslâm Hâher-Zâde, şöyle buyurmuştur:

Bu durumda ikinci müste'cir, birinciyi da'vâ edemez.

Şeyhu'l-İslâm ez-Zâhid Ahmed et-Tavâvîsi ve Şeyh Falını I-İsla m Ali el-Pezdevi, şöyle buyurmuşlardır:

Eğer mal elinde bulunan şahıs beyyinesi varsa, o kabul edilir ve o da'vâ eder. Müste'cir ile müsteîr ve kendisine emânet bırakılan şahıs ara­sında fark vardır. Zehiyre'de de böyledir.

Bir adam, bir hayvan kiralamak ister; hayvan sahibi de: "Köle­mi de kirala; o sana ve hayvana tabi olsun. Onların masraflarını da ki­ralarından yap." derse bu caiz olur.

Kiralayan şahıs, bu kölenin de, hayvanın da nafakasını verir ve bu köle ondan çalar; bunu da hayvan sahibi ikrar ederse, kiracı berî olur.

Şayet kölenin' kirası veya onun nafakası hakkında ihtilaf ederlerse, o zaman mal sahibinin sözü geçerli olur. Zehiyre'de de böyledir.

Kiralayan şahsa, o köleyi kiralayıp kiralamadığı hususunda bey­yine gerekir.

Eğer kiralayan vekil olur; köleyi kiraladığını da söyler; köle de bu­nu ikrar ederek, nafakasını (ücretini) aldığını söyler ve: "Yanımda zayi oldu." derse, onun sözü geçerli olur. Zehiyre'de de böyledir.

Şayet hayvan sahibi ikrar eder ve köleye verildiğini inkâr ederse; kölede bunu ikrar ederse, bu durumda kölenin sözü kabul edilir. Zahi-riyye'de de böyledir.

Bir adam, bir yere gidip gelmek üzere bir hayvan icarladığında, hayvan sahibi yolda ölürse, icâre bozulmuş olmaz.

Bir adam, bir hayvanın başını çekmek üzere icarlansa, bu caiz olur. Ve,icarı, icarlayan şahsa ait olur; vârislere müracaat edemez. Şa­yet vârisler ile, kiralayan şahıs arasında ihtilaf çıkar ve vârisler: "Sen, bu hayvanı, babamızdan masrafı sana ait olarak, icarladın." derler ki­racı da bunu inkâr ederse, bu durumda kiracının sözü geçerli olur.

Eğer, her iki taraf da beyyine ibraz ederlerse, vârislerin beyyinesi kabul edilir.

Bir adam, iki kişiden, Bağdad'a gidip gelmek üzere, bir hayvan icarladığında, hayvan sahihlerinden birisi: "Biz, onu, sana on dirheme icara verdik.' * diğeri de.. ' 'onbeş dirheme verdik.'' der ve bu ihtilaf icar verildikten sonra çıkar, ikisinin de beyyinesi bulunmaz; müste'cir ise iki­sini de yalanlayarak, "icârenin beş dirhem olduğunu" söylerse, bu durumda karşılıklı yeminleşme icabeder. Yeminleşirlerse icâre ve akid bo­zulur. Belirli bir şeyin satışında olduğu gibi..

Eğer müste'cir, onlardan birinin sözünü doğrularsa, (Şöyleki: "On dirhem diyen doğrudur." derse) yeminleşmeye hacet kalmaz; hakim on­lara yemin ettirmez.

Şayet, ikisi de yemin isterlerse, hâkim akidlerini bozar, diğerinin hissesi, beş dirhem olarak kalır.

Bu bütün âlimlerimize göre böyledir.

Eğer o iki kişiden birisi ölür ve İhtilaf icar ödendikten sonra çıkar­sa, bu durumda, müste'cirin yeminli olarak söylediği söz geçerli olur. Eğer her iki tarafın da beyyinesi varsa, her birisi için nısıf {= yan) hükmedilir. "On beş dirhem" diyene yedi buçuk; diğerine de beş dir­hem hükmedilir.

Bu, icarda ihtilaf olduğu zaman böyledir.

Fakat, ihtilaf mesafenin ücretinde olur ve onlardan birisi: "Sana, bu hayvanı Medâin'e kadar icara verdik." der; diğeri de: ''Bağdad'a kadar verdik." der ve kirasında ittifak ederler, bunu da gitmeden önce yaparlar; müste'cir ise, her ikisini de yalanlayıp başka bir yere gideceği­ni söylerse, karşılıklı yeminleşirler. Yeminden sonra, hâkim akidlerini bozar. Eğer müste'cir birinin dediğini doğrularsa, onunla karşılıklı ye­minleşme olmaz; diğeri ile yeminleşirler. O da yemin ederse, hepsinin akdi bozulur.

Şayet bu ihtilaf gidip geldikten sonra olursa, bu durumda icara ve­renin sö,zü geçerli olur; o yemin de eder.

Şayet, her ikisi de beyyine ibraz ederlerse, miste'cirin beyyinesi ge­çerli olur. Bu, onların dedikleri yerden uzakta olursa böyledir. Muhıyt'-te de böyledir.

Bir adam, Bağdad'a kitap yollamak için bir hayvan ve bir köle icarlar ve taraflar arasında ihtilaf çıkar ve bu ihtilaf, işin yapılıp yapıl­maması hakkında olur ve gönderen inkâr ederse, bu satıcının, sattığı şeyi müşteriye teslim ettiği iddiası gibidir.

Şayet ücretin verilip verilmediği hususunda ihtilaf ediliyorsa, bu du­rumda kölenin sözü geçerli olur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, Bağdad'a kitap götürmesi için, bir köle icarlar ve bu köle: "Kitabı götürdüm." dediği halde kitabı yollayan zat: "Götürme-din." der; bu durumda köle, kitabı verdiğine dair bir beyyine ibraz ederse, götürdüğü beyyine ile sabitleşmiş olur ve gönderen şahıstan ücretini alır.

Şayet gönderilen zat: "Ben, onun ücreti olan, on dirhemi verdim." derse, onun da gönderen gibi, beyyine getirmesi gerekir. Eğer köle,  beyyine ibraz ederek, "Bağdad'a vardığına ve adamı bulamadığını" söylerse, ücreti hak etmiş olur. Mebsûl'ta da böyledir.

Bir adam, diğerinden, bir hayvan kiraladığı hâlde, onun katır veya eşek olduğunu söylemez, adam da eşeği getirir ve aralarında ihtilaf çı­kar; kiralayan: "Ben, şu katırı senden beş dirheme kiralamıştım." hay­van sahibi de: "Sen, beş dirheme bu eşeği kiraladın." derse, bu ihtila­fın binmeden önce olması hâlinde, ikisine de beyyine gerekmez, karşı­lıklı yeminleşirler.

İhtilaf, bindikten sonra çıkmışsa; bunlardan hiç birinin de beyyi-nesi olmaması halinde, müste'cirin sözü geçerlidir.

Şayet, her ikisinin de beyyinesi var ve beyyineleri arasında da men-faatda ihtilaf bulunuyorsa, bu da binmeden Önce olmuşsa, bu durum­da müste'cirin beyyinesi geçerlidir.

Eğer ihtilaf ücrette olur; o da bindikten sonra meydana gelmiş bu­lunursa, bu durumda, hayvan sahibinin beyyinesi geçerli olur. Muhıyt'-te de böyledir.

Bir adam, Küfe'den Fâris'e gitmek üzere, belirli bir şehir ismi söyleyerek bir hayvan icarlarsa, bu icâre caiz olur. Şayet nakit huşu-sunda ihtilaf ederler ve müste'cir: "Ben, sana Fars ücreti verdim; Fâris ise yakın yerdir." der hayvan sahibi de: "Hayır, Küfe ücreti vermen gerekir. Çünkü akid Küfe'yedir; Kûfe'nin ücreti ise, çoktur. "Senin, akid yaptığın yerin ücretini vermen gerekir" derse; müste'cirin onu vermesi icâbeder. Zehiyre'de de böyledir.

Köyde fasid olan bir icare kullanılır ve taraflar davâlaşırlarsa, o işin ecr-i misli gerekir. İki yerin ecr-i misli ayrı ayrı olursa, iş veren, adamı icarladiğı yerdeki ecr-i misli öder. Gınye'de de böyledir.

Bir adam, Hire'ye kadar, bir hayvan icarladığında, hayvan sahibi: "Bineceğin hayvan budur." der ve Hire'den dönünce aralarında ih­tilaf çıkar; kiralayan zat: "Ben Hire'ye gitmedim; ücret gerekmez." hay­van sahibi de onun gidip geldiğini bilmeden : "Hayır, sen Hire'ye git­tin, senin ücret vermen gerekir." derse, bu durumda rryüste'cirin sözü geçerli olur.

Şayet mal sahibi, onun gidip geldiğini biliyorsa, o zaman mal sahi­binin sözü geçerli olur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, akşama kadar, bir dirheme, bir hayvan icarlar; hay­van sahibi de ona bineceği hayvanı göstererek: "İstersen ona bin." der; akşam olunca da kirada ve binmede ihtilafa düşerler ve bu hayvanı, hay­van sahibi karcıya teslim etmiş olursa, icarı hak etmiş olur. Yok eğer, teslim etmemişse, ona ücret verilmez. Hayvan sahibinin, müste'cirin o hayvana bindiğini belgelemesi (isbat etmesi) gerekir. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, köle bir terziyi, her aylığı belirli bir ücretle, beraber elbise dikmek üzere icarladıktan sonra, bu terzi icâreyi inkâr eder, köle ise iddia eder; kölenin sahibi de, onun icarlandığını isbat eder ve o ayın ücreti hakkında İhtilafa düşerlerse, hâkim bütün ayların ücretini ver­mesine hükmeder.

Eğer o zaman içinde, bu köle ölürse, terziye bir tazminat gerek­mez; ancak, çalıştığı ayların ücretini öder.

Terzi, "bu kölenin, o şahsın kölesi olduğunu" söyler ve "...yalnız gâsibdir." derse, mes'ele yine değişmez. Serahsî'nin Muhıyt'inde de böyledir.

Bir adam, bir su değirmeni icarladığında onun taşlarından birisi kırılırsa bu bir özürdür.

Veya çarkı kırılırsa, yine icâre feshedilir.

Keza, bu değirmenin evi yıkılır ve taraflar ihtilaf ederlerse, burada iki durum söz konusu olabilir:

Ya kırıldığı hususunda ittifak ettikleri halde kırılma müddetinde ihtilafları vardır. Veya, kırılıp kırılmadığında ihtilafları vardır. Bunun cevabı, suyun kesilme müddetindeki ihtilafa verilen cevabın aynısıdır. Veya aslında suyun kesilip kesilmediği cevabı gibidir. Zehiyre'de de böyledir.

Bir kimse, Bağdad'a gitmek üzere bir deve icarladığında taraflar çıkış vaktinde ihtilafa düşerlerse, bu durumda müste'cirin sözü geçerlidir.

Yolu tayin hususunda ihtilaf çıkar ve değişik iki yol bulunmazsa, hüküm yine böyledir. Şayet, ayrı ayrı yollar varsa, onlardan birini tâ­yin etmek lâzımdır. Hıılâsa'da da böyledir.

İki kişi,-Rey Şehrinden Kûfe'ye gitmeküzere, belirli bir ücretle bir hayvan icarlar; Kûfe'ye giderler; sonra da hâkim huzurunda da'vâ-laşırlar ve onlardan birisi: "Hayvanı, filandan Kûfe'ye kadar gelip git-mek üzere kiraladık" diğeri ise: "Mekke'ye gitmek üzere, filandan ki­raladık." der; ikisinin de beyyinesi bulunmazsa, bu durumda hâkim, o hayvanın, ikrar olunan zatın malı olduğuna hükmeder. İcâre verilme­sine de hükmeylemez. Bu şahısların ikisini de dedikleri yere gitmekten men eder.

Şayet bu şahıslar, bir görüşte birleşirlerse, hâkim onları bırakır; de­dikleri yere giderler. Bu şahıslardan herbiri, iddialarını isbat eden belge ibraz ederlerse, hâkim onlara "hayvana binmemelerini; iddia eyledik­leri yere kadar, o hayvanın nafakasını temin etmelerini" emreder. Şa­yet, "sahibine geri götüreceklerini" beyan ederlerse, bu böyledir.

Değilse, onlara "hayvana nafaka temin etmelerini" emretmez. O hayvanı satmalarını emreder.

Hayvanı satınca da "bedelini ellerinde tutmalarını" söyler.

Şayet, hâkim, "bu hayvana o zamana kadar yaptıkları masrafa inan-dırirlarsa, bu durumda hâkim, "onların, masrafları kadarını almalarına" hükmeder. Tatarhaniyye'de de böyledir.

Bu şahıslardan her biri, hayvan sahibine verdikleri kirayı hâkim­den talep ederlerse; hâkim, bunu onlara vermez. Çünkü, O gıyaba hük­metmek olur. Fakat paralarını, o hayvanın sahibinin öldüğünü isbat ede­ne kadar —ellerinde tutmalarını söyler. Onu isbat etseler bile hâkim, onların dâvasını dinlemez ve hayvanın satımına da, nafakasına da hü­küm vermez. Çünkü, bu gıyabî hüküm olur. Gaibin malım hıfzetmek gerekir. Hâkim, hangi tarafı isterse, oraya meyleder. KâfPde de böyledir.

İki kişi, Bağdad'dan Kûfe'ye gidip gelmek üzere, bir hayvan icarlayıp Kûfe'ye varırlar ve onlardan biri Bağdad'a geri dönmek istemez­se, bu icârenin feshi için bir özürdür.

Şayet, bu işi, icârenin feshi için, hâkime çıkarırlar; bu durumu da doğrularlar; ancak beyyineleri bulunmazsa; bu durumda hâkim, bir şeyle itiraz eylemez.

Eğer doğruluklarına inamlabilecek beyyineler bulunursa bu durumda hâkim, icâreyi feshetmez. Gaibe göre hükmedilmez. Fakat, dilerse, ya­rısını arkadaşına icara verir.

Kitaba (e!-Asl'a) göre hâkim, o hayvanı Bağdad'a dönecek olan şahsa yeniden kiraya verir. Bunun manâsı: "Hâkim, Kûfe'ye gelip, orda ka­lacak olan şahsın hissesini, icara verir." demektir. Hâkim isterse, Bağ­dad'a gidecek başka bir kişiye, onun hissesini kiraya verir ve birlikte Bağdad'a giderler.

Eğer Bağdad'a gidecek kimse bulunmazsa, ona önceki adam, his­sesine Bağdad'a kadar emânet edebilir mi?

Bu husus, kitapta (el-Asl'da) zikredilmemiştir.

Kitabın, bir başka yerinde: "dilerse yarısını kira, diğer yarısını da emânet olarak verir." diye yazılmıştır.

O takdirde geri dönen adam, bu hayvana, bir gün biner, diğer bir gün binmez.

Bu, İmâmeyn'in görüşüdür.

İmâm Ebû Hanife (R.A.) ise: "Başka birinin, o hayvanın yarısını icâr-laması, süyû mekânında olduğundan dalayı caiz değildir." buyurmuş­tur. Muhıyt'te de böyledir.

İbnü Semâ ve Hişâm'ın Nevâdirleri'nde, İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğu nakledilmiştir:

Bir adam, başka bir adamdan, belirli dirhemler karşılığında bir ev icarlar; bir başkasıda, beyyinesiyle o eve sahip çıkıp: "İcarcıya, icara veren şahısa, icara vermesini ben söyledim; sen ican bana yereceksin." der; icara veren şahıs da: "Ben, o evi ondan zoraki aldım; icarı bana vereceksin." derse, bu durumda asıl ev sahibinin sözü geçerli olur ve icarı alır.

Önce icara veren şahıs, gasbeylediğini belgelese bile, bu beyyinesi kabul edilmez.

Eve müstehak olanın ikrarını beyyinelerse, ° zaman icarı o alır.

İcara veren şahıs, o araziye bir ev yapıp,.bu binayı da icara ver­diğinde, asıl yer sahibi: "senin ev yapmanı ben söyledim; icara vermeni de emreyledim." der; icara veren şahıs da: "Ben, burayı gasbeyledim; bina yaptım ve icara verdim." derse, bu durumda, o yerin üzerine bina yapılmadan önceki kıymetine göre, icâre taksim edilir. O evin yerine isa­bet eden icar, o yerin sahibinin olur; eve isabet eden icar ise, evi yapa­nın olur. Zehıyre'de de böyledir.

Ebû Bekir şöyle demiştir:

Bir adam bir hayvan icarlayıp Semerkant'a gider; başka bir adam da gelerek, "o hayvanın, kendisinin olduğunu" iddia ederse, ona ina­nılmaz. Bu durumda, o hayvanı icara veren zat, onu satan şahsa müra­caat edebilir mi?

"Hayır, mürâcaaat edemez." denilmiştir. Buna, Ziyâdât Kitabında, ikinci babda işaret vardır. Şöyleki: Abdullah'ın yanında bulunan bir câ­riye hakkında İbrahim, Mtahammed'e: "Bu cariyeyi sana sattım ve onu sana teslim eyledim. O adam senden gasbeylemiş." der; Muhammed de bunu doğrularsa; bu durumda İbrahim'in, onun bedelini Muhammed'-den alma hakkı yoktur.

Cariyeye, bir hak sahibi çıkar; bu cariyede Abdullah'ın yanında bu-lurursa, bu durumda Muhammed, İbrahim'e mürâcat edemez.

Şayet iddia olunan bir hayvan olur ve bir adam iddia ederek: "Bu hayvan benimdir." der ve "kendisinden, onu diğerinin gasben aldığını" söylerse, da'vâsı dinlenir, İcara veren şahsın, kendisine o hayvanı satan şahsa müracaat hakkı vardır.

Bir adam, diğerinida'vâederek: "Ben, elinde bulunan bu evi fi­landan sen icarlamadan şu kadar zaman önce icarladım." derse; ev elinde bulunan şahıs, buna karşı ne yapar? {carladığını isbat etmek"isterse, kabul edilir mi?

Burada iki durum söz konusudur: bu adam ya evi bilfiil elinde bu­lunduran şahsı da'vâ eder ve ona: "Ben, bu evi filandan icarladım ve ondan teslim aldım. Sen, benden haksız olarak aldın. Veya benden gas­ben aldın." derse, beyyinesi kabul edilir.

Fakat: "Ben, seciden önce, filandan icarlamıştım. O sana teslim et­miş." derse, beyyinesi kabul edilmez. Muhıyt'te de böyledir.

Müste'cir, boş bir yeri icarladığını iddia eder; icara veren şahıs da: "O meşgule ve ekili idi." derse, mevcut duruma bakılır. Eğer arazi boş ise, müste'cirin sözü geçerli olur. Şayet mekul ise, icara veren şah­sın sözü geçerli olur.

Muhtar olan da budur. Hızânelü'l-Müffîn'de de böyledir.

Bir tellal, bir adamın emriyle, onun bir yerini sattığında, yer sa-'hibi: "Sen, onu ücretsiz sattın." der; tellal da: "Hayır, ücretle sattım." derse, bu tellalın meşhur bir kimse olması ve insanların mallarını sat­makla tanınması hâlinde, âmir doğrulanmaz ve tellala ücret verilir. Ve bu ücret, ecr-i misil olarak verilir. CevâhinTl-Ahlâtî'de de böyledir.

Bir çoban hayvan sahibine: "Hayvanın öleceğinden korktum ve boğazladım." der; mal sahibi ise bunu inkâr ederse; bu durumda mal sahibinin sözü geçerli olur. Çobanın beyyine getirmesi gerekir. Kerderi'-nin Vecizi'nde de böyledir.

Muhiyt sahibinin fevâid isimli kitabında şöyle zikredilmiştir: Ço­banla mal sahibi ihtilafa düşerler ve çoban: "O (hayvan) ölü iken, ben onu boğazladım." der; mal sahibi de: "O diri iken boğazladın." derse; bu durumda çobanın sözü geçerli olur.

Nevâzil'in Sayd Bahsin'de şöyle zikredilmiştir:

Bir yabancı, koyun sahibine: "Ben senin koyununu, ölü olduğu hâl­de boğazladım." derse, onun sözü, çobanın sözü gibi olur mu?

İmâm şöyle buyurmuştur: Uygun olan, aynısı olmasıdır ve onun ye­minli olarak söylediği söz de geçerli olur.

Bazı âlimler şöyle buyurmuştur: "Ben, senin izninle boğazladım." der, mal sahibi ise, bunu inkâr ederse, bu durumda mal sihibinin sözü geçerli olur.

Şayet çoban: "O hasta olduğu için boğazladım." der; mal sihibi de: ' 'O hasta değildi.'' derse, bu durumda koyun sahibinin sözü geçerli olur ve çoban, onu tazmin eder (= öder) Füsûlü'l-İmadiyye'de de böyledir.

Ücret, icara veren şahsa verildikten iki ay sanra, adam ölür ve vârisler, verilen ücretin on aylığını geri ister, icara veren şahıs da: "Ben, bu ücreti iki aylığına vermiştim." der; vârisler ise: "Hayır, sen bir se­neliğine vermiştin." derlerse, bu durumda icara veren şahsın sözü ge­çerlidir. Çünkü o_, mülkünün ücretidir. Vârisler ise, onun mülkünün ib-tâlini istemektedir. Gınye'de de böyledir.

En doğrusunu, hertürlü noksan sıfatlardan müberra olan Aliahu Teâlâ bilir. [46]

 

26- BİNMEK İÇİN HAYVAN İCARLAMAK

 

Hayvanları, binmek ve yük taşıtmak için icarlamak caizdir. Hayvan icarlarlanırken "binmek için" denilmişse, her kim binerse binsin caiz olur. Hidâye'de de böyledir.

Bir hayvan icarlayan kimse, ona bizzat kendisi biner veya bir baş­kasını bindirirse bu caiz olur. Ancak, bu hayvana bir başkasını daha bindirmesi doğru olmaz. Kâfi'de de böyledir.

Hayvana, müste'cir kendisi biner veya bir başkasını bindirir; bunu da o hayvana binecek kimse taayyün ettikten sonra yapar ve hayvan ölür­se; kıymetini onu icarlayan şahıs tazmin eder. Cevheretü'n-Neyyire'de de böyledir.

Şayet hayvanı icarlayan şahıs: "Ona filan binecektir." der, fa­kat başkasını bindirir ve hayvan ölürse tazmin eder. Kâfi'de de böyledir.

Bir kimse Kûfe'den, Mekke'ye kadar gitmek üzere belirsiz bir de­veyi, belirli bir ücretle, bir adamdan icarlarsa, bu icâre caizdir.

Şeyhû'l- İmâm Hâher-Zâde, şöyle buyurmuştur.

Bu mes'elenin açıklığı yoktur. Bir adam, belirsiz bir deveyi icarla-dığında, bu icarlama bizzat olmadığından caiz olmaz. Çünkü, ma'kû-dün aleyh (— üzerine akid yapılan şey) bilinmiyor.

Bunun açıklaması: Eğer makkâri (— nakliyeci, hayvanların sahi­bi) yükü yükler ve kiralayan şahıs da: "Beni, bununla Mekke'ye kadar taşı" derse, o zaman, ma'kûdün alehy (= üzerine akid yapılan şey) bi­linmiş olur.

Deve yük vasıtasıdır; vasıtada cehalet olmaz ve bu icâreyi bozmaz. Terzi, temizlikçi ve benzerleri gibi..

Sadnı'ş-Şehîd şöyle buyurmuştur.

Biz, cevazına fetva veririz. Kitapda olduğu gibi.. Bu, mu'taddır; böyle olmazsa, caiz olmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, belirli bir yere gitmek için, bir hayvan icarlayıp, yo­lun bir kısmını da gittikten sonra bu hayvan zayıf düşüp gidemezse, müs-te'cirin, o hayvanı, biaynihi icarlamış olması hâlinde, bu müste'cir mu-hayerdir: İsterse, icâreyi bozar; isterse, hayvanın iyileşmesine kadar bek­ler. Onun yerine, başka birini isteyemez.

Eğer müste'cir biayniha almayarak yük taşıtmak için kiralamış ol­saydı birinci hayvan zayıflayınca, yerine başka birisini talep edebilirdi. Hızâmetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Câmiû'l-Fetâvâ'da şöyle zikredilmiştir.

Bir adam, belirli bir yere gitmek üzere bir hayvan icarladığı halde, o yere gitmeyip, o hayvanı çalıştırırsak ona ücret yoktur.

Şayet oraya giderse ücret vardır; ister binsin, isterse binmesin, fark etmez.

Bu, icarladığı yerden oraya kadar gitmesi hâlinde böyledir.

Şayet gitmeyip beklerse, o zaman bakılır: Benzeri bir kafile, oraya varıncaya kadar bekletmişse, oraya kadar gitme ücreti verir. îster bin­sin, isterse binmesin farketmez.

Daha fazla bekletirse tazminat gerekir. O takdirde ücret gerekmez. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir adam, bir günlüğüne, bir hayvan icarlayıp, o gün ondan fay­dalanır ve bu hayvanı gece de yanında bırakıp, bu durumda hayvanın karnı şişip ölürse, tazminat gerekir. Cevâhirü'l-Fetâvâ'da da böyledir.

Bir hayvanı kiraya veren şahsın, onu, kiraya tutan şahsa, çırağı veya kölesi ile göndermesi icâbetmez.

imâm Muhammed (R.A.)'e göre, bu icâbeder. Gıyâsiyye'de de böyledir.

Sayrafiyye Kitabı'nda şöyle zikredilmiştir.

Bir adam, mahallinde, bizzad bir hayvanı yük yüklemek için, icar­lar ve hayvan sahibide yükü ondan başkasına yüklerse, ona ücret ge­rekmez; o teberru olur. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir adam, Fırat'tan, Ca'fe'ye kadar gitmek üzere bir hayvan ki­ralar ve Kûfe'de iki kabile olan Ca'fe'nin hangi kabilesine gideceğini söy­lemez veya Kînâse'ye gideceğini söyler, fakat hangi Kinâse'ye gideceği­ni belirtmezse, bu durumlarda o şahsın ecr-i misil ödemesi gerekir.

Meselâ: Buhara'da, Sehle'ye gitmek üzere bir hayvan kiralayan şahıs hangi Sehle'ye gideceğini söylemezse, yine ecr-i misil ödemesi gerekir.

Veya köye gideceğini söyler, fakat hangi köye gideceğini belirtmezse, yine ecr-i misil ödemesi gerekir. Zahîriyye'de de böyledir.

Bir kimse, Hârezm'den Buhâra'ya gitmek için yirmi dinara hay­vanlar kiraladığında, bu dinarların nakdini ve ağırlığını söylemezse, on­ların ağırlığı, hayvanları kiraladığı yerdeki dinarların ağırlığında olacaktır. Naki'd ise, Harezim'in nakdi olacaktır. ..Gınye'de de böyledir.

Bir kimse, "filan yere gitmek ve o gün gidip dönmek şartıyle' dört dirheme, bir hayvan icarladığı hâlde, günlerce gelmezse, —ayrıca iki dirhem ücret— daha ödemesi gerekir. Çünkü, dönüş hususunda mu­halefet etmiştir. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.

Bir adam, Mekke'ye kadar gitmek üzere bir deve kiralar ve bu sadece gitmek üzere olur; gelmek üzere olmazsa bu durumda gitmesi de gelmesi de ariyet üzere olur. Kerderî'nin Vecizi'nde. de böyledir.

Fetâvâyi Âhû'da şöyle zikredilmiştir:

Bir kimse, üzerine yüz menn buğday yüklemek üzere, 260 dirhemdir —bir dirhem 3   -— gram— bir hayvan icarladığında, bu hayvan hastalanır ve ancak elli men yükleyebilirse, hayvan sahibi yüz men hissesi isteyebilir mi?

Kâdî Bediu'd-dîn: "Hayır. Çünkü ona kiraya verirken razı olmuştur." buyurmuştur. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir adam, birisi Bağdad'a kadar; diğeri ise hilvan'a kadar iki hay­van icarladığında eğer mesafeler aynı ise bu caiz olur.

Eğer aynı değil ise caiz olmaz. Bu şahıs ecr-i misliyle onlara binebi­lir. Fâsid olan akdin cevazına itibar yoktur. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, diğerinden bir değerle iki hayvan icarlarsa bu durumda, yükü onlara kasim eder. Yâni, her birinin taşıdığı yüke bakmaz; bi­rine az diğerine çok yüklemiş olması farketmez.

Elbise dikmek için iki köle icarlayan şahıs da böyle yapar; ücreti yarı yarıya taksim eder. Gıyâsiyye'de de böyledir.

Bir topluluk, bir deve icarladığında, devecide onlardan hasta ve­ya yaşlı olanı o deveye bindirirse, bu icare Fâsid olur. Ancak, şart ko­şarlar ve sırasıyla biri binip biri inerse, bu icare caiz olur. Hulâsa'da da böyledir.

Bir adam, hayvanını, bayram namazı veya cenaze namazı kılı­nacak yere kadar icara verse, bu caiz olmaz.

"Caiz olur." diyenlerde olmuştur.

Eğer bir yerin, bayram namazı kılınacak biri yakın, diğeri uzak iki yeri bulunursa (İmâm Muhammed (R.A.)'m beldesi gibi... Onların iki bay-ramgâhları vardı. Biri uzakta, diğeri ise yakında idi.) hangisi için kira­ya verdiğinin belli olması hâlinde, bu icâre caiz olur. Değilse caiz olmaz.

Fakat bayram namazı kılınan, —sadece— bir yer varsa, bu icâre caizdir.

Ancak, hayvanı icarlayan şahıs, o mekânın hududunun evveline va­rana kadar biner.

Şayet musalla (= namaz kılınan yer) birden fazla ise, hangisine ka­dar bineceğini açıklar. Zehıyre'de dft böyledir.

Bir adam, belirsiz bir yere gitmek için, bir hayvan icarlarsa, bu caiz olmaz.

Ancak gideceği yeri belli olursa, bu icare caiz olur. Zahîriyye'de de böyledi.

Aylığı on dirheme, bir hayvan icarlayan şahsın, o hayvana gece veya gündüz binmesi arasında bir fark yoktur. Şayet, bu şahıs Küfe na­hiyelerinden bir nahiyenin adını söyleyerek —orda bineceğini belirtirse— bu icâre caiz olur.

Eğer belirlf bir mekân söylemezse, icâre caiz olmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, bir beldeden, Kûfe'ye kadar binmek üzere, bir hayvan kiraladığında, ona Kûfe'ye varana kadar binmesinin caiz olduğu gibi, varacağı eve veya otele kadar binmesi de istihsânen caizdir. Ancak, bu, 'kıyâsen caiz değildir.

Bu şahıs kiraladığı hayvanın üzerine eşyasını yükler ve bu eşya­larını Kufe'de bir yere "Bura benim evimdir." diye indirdikten sonra "yanılmışım." diye, ikinci bir yere götürmek için tekrar yükletmeye kal­karsa, buna hakkı yoktur.

Keza, bir kimse, Küfe'den Hîre'ye gidip gelmek üzere, bir eşek icarla­dığında, Kûfe'den Hîre'ye ehline varıp geri Kûfe'deki ehline gelince, icâre meddeti biter.

Bir adam, Kûfe'de bir yerden, bir hayvanı Kinâse'ye kadar gidip îene kadar kiralayıp dönüşünde de evine kadar gitse, bunu yapmaya

da hakkı yoktur. Ancak bu hayvanı, icarladığı yere kadar getirir. Meb-sût'ta da böyledir.

Müntekâ'da şöyle zikredilmiştir:

Bir kimse, bir yere, yirmi güne kadar varmak şartıyla, bir hayvan kiraladığında, bu hayvan, oraya yirmibeş günde varabilirse, o kadar gü­nün icarı, hesabdan düşer.

Bu, İmâmeyn'in görüşleridir. İmâm Ebû Hanîfe (R,A.)'ye göre, uygun olan, bu icârenin bozulmasıdır. Hulâsa'da da böyledir.

Bir adam, Kûfe'den Bağdat'a kadar, iki günde varmak kaydiy-le, on dirheme bir hayvan icarlar ve bu hayvan, belirli zamanda vara­maz ise, bir dirhem daha vereceğini söylerse; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, önceki söz sahih; ikincisi fâsidtir.

İmâmeyn'e göre ise, her ikisi de sahihdir. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, hac için, Kûfe'den Mekke'ye kadar gidip gelmek için bir hayvan icarîadığı zaman, bu şahsın terviye, arefe ve bayram günle­rinde o hayvana binme   hakkı vardır. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

kişi, bir hayvan kiraladıklarında onlardan birisi, yolda ölür­se, mekkareci, yarı ücretle diğerinin yükünü taşımaya cebredilir. Bir baş-kasam taşıma hakkı da vardır.

Bir topluluk, binmek ve eşyalarını yükletmek üzere bir gemiyi kiraya tutarlar ve bunlardan bazıları ölürse, gemi sahibi diğerlerini, on­ların hissesiyle birlikte taşır ve ölenlerin yerine başkalarını da bindirebilir.

Diğer yolculara zarar vermeyecek olması hâlinde, gemi sahibi da­ha fazla adam taşıyabilir. Gıyâsiyye'de de böyledir.

Bir adam, Kûfe'den, Mekke'ye gidip gelmek üzere bir hayvan icar-layıp menasik-i haccı tamamladıktan sonra ölürse, bu şahsın, hayvan sahibine o miktarca ücret vermesi gerekir.

Ölümüyle akid bozulmuş olur; kirasından o miktar düşer. Geri ka­lan icarı, ölen şahsın terekesinden öderler.

Bu hayvanın kirası şöyle hesaplanır:

Hayvanı icarlayan şahsın terekesinden, ücretin yüzde elli beşi (100/55) verilir. Yüzde kırk beşi (100/45) ise sakıt olur.

Bu mes'ele acibedir.

Şemsü'l-Eimme şöyle buyurmuştur.

Bu mes'elenin açıklaması şöyledir:

Küfe ile Mekkenin arası yermi yedi konaktır. Bu gidiştir; geliş de böyledir.

Hac menâsiki de altı günde yerine getirilir. Bir gün terviye günü­dür, Mina'ya çıkılır. Bür gün sonra Arafat'a çıkılır Bayram günü Mek­ke'ye tavafa gelinir. Üç gün de şeytana taş atma günleri olarak hesapla­nır. Bunların tamamı toplanınca, altmış merahale eder.

Her altı gün onda birdir. Adam menâsikin sonunda ölünce, Mek­ke'ye gidişi ile menâsik günlerinin toplamı otuz üç gün eder. Bu da, on­da beş buçuk (100/55) hisse olur.

Şemsü'l-Eimme şöyle buyurmuştur.

Çok zaman, Kûfe'den Mekke'ye, Medine yolu ile gidilirse otuz mer­haledir. Eğer bu yol şart koşulursa gidişi otuz gün, menâsik altı gün, gelişi de otuz gün olmak üzere, tamamı altmış altı gün olur ve ona göre kirası hesaplanır. Bu durumda ölenin hissesine onbirde altı hisse isabet eder.

Gidiş ve gelişin zorluğu ve kolaylığı aynıdır.

Bu mes'elede İmâm'ın fıkıh ilmindeki derinliği (tebehhuru) ortaya çıkmıştır. Babam da üstadı olan Şeyhû'1-İmâm Zahîrii'd-din el-Mürginânî'den

böylece rivayet eylemiştir. Zahîriyye'de de böyledir.

Deveyi kiralayan şahıs, onun hevdecini [47] değiştiremez; aynı cins­ten olsa bile daha büyüğünü koyamaz.

Eğer aynısı veya daha aşağısı olursa, onu koyması caizdir.

Hayvanı icara verçn şahıs icara verdiği hevdeci benzeri ile değişti­rirse, bu caiz olur.

Eğer mahmel kırılır ve icarcı da bu deveye çıplak olarak binerse, yine icarını noksansız olarak öder.

Deveci kaçar, deveyi kiralayan şahıs da, hâkimin veya vekilinin emriyle, deveye bir hayli masraf yapıp, deve sahibine müracaat ederse, bu harcaması beyyinesiz kabul edilmez. Gıyâsiyye'de de böyledir.

Bir adam, diğerinden, bir başkası ile belirli bir makama kadar birlikte binmek üzere bir hayvan kiralarsa, bu icâre caiz olur. Şayet ki­ralayan, bu hayvanı günün ortasına kadar elinde tutup, o zaman verir­se, bu kadar bekletmesinden dolayı onun ücret ödemesi gerekir mi?

İnsanların beklettikleri kadar bekletmişse tazminat yoktur; eğer fazla bekletti ise, tazmin eder. Zehıyre'de de böyledir.

Bir adam, yük taşıtmak üzere bir hayvan icarlarsa, ona kendisi binebilir.

Şayet binmek için kiralarsa, ona yük yükleyemez.

Bu hayvanın üzerine, kiralayan şahıs uygun olmayan bir yük yük-lerse, ondan icarcı, icar alamaz. Bâkkâlî'de şöyle zikredilmiştir:

Bir adam, bir hayvanı icarladığı zaman, onun üzerine yük yükler ve bir de adam bindirirse, tazminat gerekmez. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, Bağdat'a kadar ücret vermek üzere bir hayvan icarla­dığı zaman, gelene kadar o hayvan sahibinin kira isteme hakkı yoktur.

Bu biraz müşkildir. Zira Bağdat'dan ne zaman döneceği belli değildir.

Eğer müste'cir Bağdad'da ölürse hayvan sahibi onun terekesinden, yalnızca gidiş kirasını alır. Zahîriyye'de de böyledir. En doğrusunu Allahu Teâlâ bilir. [48]

 

27- MUHALEFET, İSTİMAL, ZİYA TELEF VE BENZERİ HALLERDE TAZMİNAT MESELELERİ

 

Bir adam, "Şu yere gideceğim." diye bir hayvan icarladığı hâl­de, o hayvana, şehirde biner ve dediği yere gitmezse, —zayi (helak) ol­ması hâlinde— tazminat öder. İeârlanan şey bir elbise olursa tazminat gerekmez. Sirâcîyye'dc de böyledir.

İmâm Muhammed (R.A.), şöyle buyurmuştur:

Bir kimse, şehirde bir gün binmek üzere, bir hayvan kiraladıktan sonra, şehir dışına çıkıp, aynı gün şehre gelirse, —helaki hâlinde— taz­minat ödemez. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir adam, üzerine belirli ölücüde arpa yüklemek üzere bir hay­van icarlayıp, ona aynı ölçüde (hacimde) buğday yükler ve bu hayvan ölürse, kiymetini tazmin eder.

Bu durumda bil-ittifak icar gerekmez. Çünkü buğday, arpadan ağır­dır ve hem de serttir.

Bu durumda, kiraya tutan şahıs, o hayvanın üzerine taş veya de­mir yükletmiş gibi olur.

On ölçek arpa yükletmek üzere, bir hayvan icarlayan şahıs, ona on-bir ölçek arpa yükletir ve bu hayvan ölürse, onun onbirde birini (11/1) tazmin eder. Çünkü yüklenen şey aynı cinstendir.

Şayet on ölçek buğday yüklemek üzere bir hayvan icarlar ve onun üzerine buğday değil de on Ölçek arpa yükletirse, bu durumda istihsâ-nen tazminat gerekmez.

Arpanın ağırlığım belirtip, aynı ağırlıkta buğday yükletirse, tazmi­nat gerekir.

Eğer gidilecek yer ileri geçilmez ve buğdayın ağırlığında arpa yük­letilmiş olursa, tazminat gerekmez.

Aslolan, ağırlığın aynı olması hâlinde yük ve varacağı yerdir.

Ancak arpa ve buğday ağırlığı söyler ve aynı ağırlıkta taş veya de­mir yüklerse tazminat gerekir. Bir adam yükleteceği ağırlıkta buğday yerine odun veya saman yahut pamuk yükletir ve varacağı yeri İleri ge­çerse, yine tazminat gerekir.

Fetvâ'da böyle verilir. Zahîriyye'de de böyledir.

Bir adam, diğerinin hayvanını, ölçüsü belirli apra yükletmek için icarlayip, o hayvana aynı ağırlıkta buğday yükletirse, tazminat gerekir.

Buğday, arpa için söylenen ağırlığın yarısı kadar olursa İmâm Serah-sî: "Yeni tazminat gerekir." demiştir.

Hâher-zâde ise: "Tazminat gerekmez." buyurmuştur.

Bu, istihsânen böyledir.

Sadru'ş-Şehîd ise: "Ariyette aslolan budur." demiştir. Hulasa'd a da böyledir.

Bir adam, arpa yüklemek için bir hayvan kiraladığında, çuvalın birisine arpa, diğerine buğday kor ve bu hayvan ölürse; âlimlerimiz: "Bu şahsın yarı tazminat ve yarı da icar ödemesi gerekir." buyurmuşlardır. Yenâbi"de de böyledir.

Aslolan, müste'cir şarta muhalefet ettiği zaman, sonraki yük söy­lediğinden hafif olursa, tazminat gerekmez.

Zira çoktan gelecek zarara rızâ, azdan gelecek zarara da rızâdır. Eğer zarar, söylediği ağırlıktan fazla yükletmektan dolayı olur ve hay­van ölürse, şayet şart koşulanın cinsinin hilafı ise, hayvan tazmin edi­lir; icar verilmez. Eğer şart koşulanın cinsinden ise, fazlalığı nisbetinde tazminat yapılır. Şart koşulanın icarı verilir. Çünkü izinli olduğu işte ölmüştür. İzinli olmadığı kadarının ise miktarınca tazminat gerekir.

Ancak aynı cinsten de olsa hayvanın gücünün üstünde yük yükle­tir ve bu hayvan ölürse, gerçekten tazminat gerekir. Çünkü, ona me'-zûn değildir.

Demir yükü, pamuk yükünden daha zararlıdır. Çünkü o hayvanın bir yerinde toplanır. Pamuk ise dağılır. el-İhtiyâr'da da böyledir.

Mahmilli[49] bir deve kiralayan şahıs, onun mahmilini kaldırarak çıplak sırtına yük yüklese, tazminat gerekir.

Şayet mahmil yerine bir adam bindirse tazminat gerekmez. Çünkü adam hafifdir. Serahsî'nin Muhıyü'nde de böyledir.

Bir adam, binmek için, bir deve icarlayıp, sonra da ona bir baş­kasını bindirir; bilâhare de onu indirip kendisi binerse, tazminattan kurtulamaz.

Bir kimse, bir hayvanı bir yere kadar yük taşımak üzere kira­lar, oraya kadar da binmeden ve yük yükletmeden çekerse, bu durum­da ücret lâzım olur.

Şayet hayvanın özrü sebebiyle binmemiş ve yük yüklememiş ise, o takdirde ücret lâzım olmaz. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir adam, binmek üzere bir aylığına bir eğer icarlar ve onu bir başkasına verir de o binerse icar değil; tazminat gerekir.

Bir adamın üzerinde bir ay buğday taşımak üzere bir eşek palanı icarlaması caizdir. İster kendi buğdayı olsun, ister başkasının buğdayı olsun fark etmez.

Çuval icarlamak da böyledir. Mebsût'da da böyledir.

Kendi yükünü taşıtmak üzere bir adam icarlayan şahıs, onun üze­rine başkasının yükünü yüklese, tazminat gerekmez.

Bir adam binmek üzere bir mahmil icarlasa, onun üzerine başkası­nı bindiremez. Tatarhâniyye'de de. böyledir.

Bir adam, diğerinden, üzerine on ölçek buğday yükletmek üzere bir hayvan icarladiktan sonra, onun üzerine onbir ölçek buğday yükle­tir; o hayvan şart koşulan yere varır ve bu yüzden de ölürse, kiralayan şahıs tam icar ile birlikte, hayvanın onbirde bir kıymetini tazmin eder. İcara veren şahıs, müste'cirden başka hiç bir hak talep edemez.

Âlimlerimiz, bu mes'eleyi şöyle açıklamışlardır:

Bur da iki durum vardır.

Birincisi: Eğer bu hayvanın, fazla yük taşımaya gücü varsa, o yük ile oraya kadar gelir. Fakat, hayvanin gücü yoksa, kıyâsen hayvanın tam kiymetini öder.

İkincisi: Onbir ölçeği bir defada yüklemiş veya önce on ölçek son­ra da bir öîçek daha yüklemiştrr. Bu durumda hayvan ölmüşse, kıyme­tinin tamamını öder. Bu, on ölçek yükleteceği yerde, onbir ölçek yükle­tirse böyledir. Fakat, o bir ölçeği, başka bir yerine yükletirse, meselâ terkisine korsa, (bu mes'ele sonra gelecektir.) o fazlalık miktarı tazmi­nat yapar. Muhıytye de böyledir.

Bu mes'ele ile, şu mes'elenin arasında fark vardır.

Bir adam, on ölçek buğday öğütmek üzere, bir öküz icarlayıp, onun­la onbir ölçek buğday öğütür ve hayvan ölürse veya bir dönüm yer sür­mek için icarlar da, onunla bir buçuk dönüm yer sürer ve öküz ölürse, tam kıymetini öder. Zira, on ölçeği öğütünce, akid tamam olmuştur. Ondan sonraki Öğüttüğü onbirinci ölçek, her yönüyle muhaliftir. îşte onun için, tam kıymetini öder. Velevki, o son ölçeği en önce öğütsün, yine fark etmez; hepsi birdir.

Yük taşımaya gelince, bu bir defada yapılınca, o yüklenen de yük­lenilenin içinde ve izinlilerden olmuş oluyor. Onun için, ancak onun mik­tarını tazmin ediyor. Zehıyre'de de böyledir.

İmâm şöyle buyurmuştur:

Bir adam, üzerine on ölçek buğday yükletmek üzere, bir hayvan icarlar ve ona yirmi ölçek yükletip, icarının da tamamını ceslim eder, istenilen yere varınca da hayvan ölürse, icarın tamamı ile hayvanın kıy­metinin yarısını tazmin etmek gerekir. İkinci İmâm'a göre, tamamını taz­min eder. Kerderî'nin Vecîzi'nde de böyledir.

Şayet, bir kimse üzerine on ölçek buğday yükletmek üzere, bir hayvan icarlar ve ona onbeş Ölçek yükletir; hayvanı da sahibine sağlam teslim ettikten sonra o ölür ve eğer o hayvanın gücü olduğu bilinirse onun kıymetinin üçte birini icara tazmin eder ve söylenilen icarın tamamını da öder.

Ve eğer hayvanın o kadar yükü taşıyamayacağı bilinirse, kıymeti­nin tamamını öder; bu durumda ücret gerekmez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Hayvanı kiralayan şahıs, hayvan sahibine, yüklemesini söyler; o da hayvanı yüklerse, yükün fazla olduğunu bilsin bilmesin tazminat gerekmez.

İşte bu tazminat ödememek için bir çâredir. Gıyâsiyye'de de böyledir.

Bir adam, üzerine on ölçek yük yükletmek için bir hayvan icarladığı halde, çuvalın içine yirmi ölçek kor ve hayvan sahibine, "onu yükletmesini" söyler; o da yükletince hayvan ölürse, bu durumda taz­minat gerekmez.

Şayet birlikte yükletirlerse, o zaman kıymetinin dörtte birini taz­min etmesi gerekir.

Eğer yük iki parça olur ve her birisi, birini yükletir veya önce müste'cir sonra da hayvan sahibi yükletirse bu durumda tazminat gerekmez.

Fakat, önce mal sahibi, sonra da icarci yükletirse, müste'cirin, o hayvanın kıymetinin yansını ödemesi icabeder. Kerderî'nin Vecîzi'nde de böyledir.

Bir adam, belirli bir yere kadar binmek üzere, bir hayvan icarla­yıp, ona kendi biner ve birlikte yük de yükler ve hayvan ölürse , o faz­lalık nisbetinde tazminat yapar. Bu hususta nas vardır.

Bunun açıklaması: Basra ehline gelerek, onlardan "bu yük ne ka­dar ağırlıktadır?" diye sorar. Bu, binme mahalline kadar binmediği za­man böyledir. Binme mahalli başka, yük yükleme yeri başkadır. Fakat, yük yükleme mahalline kadar, kendisi de binmişse o takdirde, hayva­nın tam bedileni tazmin eder. Fetâvâyi Suğrâ'da da böyledir.

Bir adam, binmek için bir hayvan icarladığmda kendi ile bir baş­kasını da bindirir ve bu hayvanı, sahibine sağlam teslim ederse, tazmi­nat gerekmez; icarını tam öder.

Ve eğer hayvan, ikisinin birlikte binmesi sebebiyle şart koşulan ye­re vardıktan sonra ölürse, bu durumda icarlayan şahsa, tam ücret öder ve hayvanın kıymetinin yarısını tazmin etmesi gerekir.

Bu durumda mal sahibi muhayyerdir: İsterse müste'cire ödetir; is­terse, diğer adama ödetir.

Eğer müste'cir öderse, o hayvan müste'ir olsa bile diğer adama müracaat edip, bir şey isteyemez.

Şayet diğer adam öderse müste'cire mürâcat eder. O da müste'ci-rin müste'ciri olsa bile, bu böyledir.

Şayet müsteîrin müsteiri olursa, müracaat edemez.

Bundan sonra, tazminat hakkı aralarında müsavi olur. Diğer adam, ister hafif olsun, isterse ağır olsun bu böyledir.

Âlimler şöyle buyurmuşlardır.

Bu durumda, o hayvan, iki kişiyi taşıyacak güce sahipse yarı kıy­meti tazmin edilir. Fakat, böyle değilse tam kıymeti tazmin edilir.

İmâm Muhammed (R.A.) şöyle buyurmuştur:

Bu durumda, hayvanın yarı kıymeti ödenir. Bu mutlaka böyledir.

Câmiu's - Sağîr'de şöyle zikredilmiştir:

Bir adam, Kadisiyye'ye gitmek üzere, bir hayvan icarladığında, ter­kisine de başka bir adam bindirir ve bu hayvan bu fazlalık yüzünden ölürse, bu durumda da yarısını öder. Yine Câmiu's - Sağîr'de şöyle zikre­dilmiştir: Kâdisiye'den daha ileri geçip giderse, bu durumda zan ve tah­mine itibar edilir.

Kudûrî'de şöyle zikredilmiştir. Müste'cir, hayvanın kıymetinin ya­rısını öder; diğer adam, ister ağır ister hafif olsun bu böyledir.

ŞeymVI - İmâm Fahni'l - İslam Aliyü'l - Pezdevî, şöyle buyurmuştur:

Hulâsa-i kelâm, bu durumda zan ve tahmine göre tazminat yapı­lır. Eğer bu müşkil (zor) olursa, bu durumda, adede (sayıya) göre taz­minat yapılır.

Şayet, kiralayan şahıs kendisiyle birlikte, o hayvana bir çocuğu da bindirmiş ve hayvanın gücü de buna yetmezse, bu durumda o fazlalık nisbetinde ödeme yapar.

Hem kendi biner, hem de yük yükletirse, o yükün ağırlık nisbetin-ce tazminat yapar. Bunu, binme mekanının dışında yaparsa, hüküm böy­ledir. Fakat, yükletme mekanında yaparsa, kıymetinin tamamını, taz­min eder.

Bu mes'eledeki kıyasa göre: Bir âdâm, kendisi binmek için bir hay­van icarlayıp, biner ve arkasına da (yani sırtına, omuzuna) başka birini bindirirse, hayvanın kıymetini tamam olarak tazmin eder.

Bu, hayvanın gücü yettiği takdirde böyledir. Fakat gücü yetmediği zaman, bütün hallerde tam tazminat yapar. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, binmek için bir hayvan icarladığında, sırtına onu icar-ladığı zamandan daha fazla elbise giyer ve bu elbise, bütün insanların giydiği cinsten olursa; bir tazminat gerekmez.

Şayet, bu ölçüden fazla giymişse, o miktar tazminat gerekir. Meb-sûl'ta da böyledir.

Bir adam, bir hayvan icarladığında, işini bitirince o, hayvanı evine yollayıp, kendisi de giymiş oluduğu fazla elbiseyi sırtından çıkırdıktan sonra çıkar ve bu hayvan da kaçmış olur, arkasından da yetişemese taz­minat gerekmez. Çünkü onu, muhafaza için bırıkmamıştır. Cevâhuru'l-Feiâvâ'da da böyledir.

Bir kimse, "Şehirde on gün binmek üzere" bir hayvan icarlayıp, onu eve bırakır ve binmezse, icar gerekir; tazminat gerekmez.

Şayet on günden fazla durdurursa, ziyâde gün için, icar gerekmez. Fazla sürede yaptığı masraf da teberru olur. Tatarhâniyye'de de böyledir.

İmâm Muhammed (R.A.), Kitâbü'l - Asl'da şöyle'buyurmuştur: Bir adam, bir hayvanı kocasının evine, geceleyin bir gelin, götür­mek üzere kiralar ve eğer gelin belirli olur; icarlayan şahıs onun yerini de belirtmiş bulunursa bu icâre caiz olur. O hayvanı sabaha kadar evde bekletse bile, tam icar gerekir.

Eğer geliri, belirlenmiş değilse, bu icâre fâsiddir.

Şayet aynı gelini bindirirse, akid avdet eder ve icâre caiz olur ve tam ücret gerekir.

Şayet, bu hayvanı sabaha kadar boş bekletirse, yine ücret gerekir mi?

Eğer aynı gelini, şehirde bindirdi ise icar gerekir.

Şehrin haricinden bindirdi ise, icar gerekmez.

Hayvanı, boş tutmuş olması hâlinde, o ölürse, tazminat gerekir mi?

Şayet, hayvanı şehir haricinden gelini getirmek için icarladı ve ge­lin gelince de, hayvanı sahibine yollamadı ve öldü esi, tazminat gerekir.

Şayet bu işi şehir içinde yaptı ise, tazminat gerekmez

Şayet, hayvanı belirli bir gelin içi icarlamadı ise, habsettiği mıkdarca ( = elinde tuttuğu süre için) icar gerekir. İster şehirden olsun, ister ha­riçten olsun farketmez,.

Eğeı u'7zat belirli bir gelin için icarladiğı hayvana, başkasını bin-dirirse, tazminat gerekir; icar gerekmez. Hayvanı teslim etmişse veya hayvan ölmüşse ve onu gelinin haricinde birinin binmesi için icar lam iş-sa, tazminat gerekmez. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, bir insanı bindirmek üzere bir hayvan icarladığında, o hayvana ağır bir kadın bindirirse, tazminat gerekmez. Zira kadında insandır.

Şayet, bu kadın hayvanın taşıyamıyacağı kadar ağrr ise, o zaman tazminat gerekir. Çünkü, yapılan, o hayvana yük taşıtmak değil, onu öldürmek olur. Serahî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir adam, binmek için bir hayvan icarladığında, ona bir sabî (= çocuk) bindirir ve o sabî, hayvandan düşüp ölürse, onu tutsa da, tut­masa da tazminat gerekir.

Keza, bir kimsenin icarladığı deve doğurur ve kadınla birlikte, onu da deveye yükler ve bu deve ölürse, tazminat gerekir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, bir merkebi eğeriyle birlikte icarlayıp, ona kendi eğe­rinin benzen olmayan başka bir eğer vurur ve bu eşek ölürse, —onu, bu eğerin ağırlığı nisbetinde— tazmin eder. Bu hususta muhtelif riva­yetler vardır:

Eğer ikinci eğer, birinciden hafif veya onun aynı ise, tazminat gerekmez.

Eğer ona, eğerden ağır bir palan koymuşsa, o ağırlık miktarı taz­minat yapar.

Bir adam, binmek üzere, palanlı bir merkep kiraladığı zaman, onun palanı çıkarıp, yerine eğer koysa, tazminat gerekmez.

Bir adam, binmek için, eğerli bir eşek icarlar ve ona eğer yerine­de palan koyup binerse, bu tazminatı gerektirir. Câmiu's - Sağîr'de böyle­ce zikredilmiştir.

Âlimler: "Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nın kavlidir." demişlerdir.

İmâmeyn'e gelince, onlar: "Fazla olan ağırlığı mıktarınca, tazminatta bulunur." buyurmuşlardır.

Esahh olan da budur

Bütün ihtilaflarda bunun sebebi şudur: Şayet hayvan, o palanın ben­zeri ile palanlanıyorsa, bu böyledir. Fakat hayvana asla öyle bir palan, konulmamışsa, o takdirde, bütün kıymetini tazmin eder.

Bu, bi'1-ittifak böyledir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, çıplak bir eşek icarlayıp, ona eğer vurarak binerse, bu durumda ölmesi hâlinde onu tazmin eder.

Âlimlerimiz şöyle buyurmuşlardır:

Eğer bir yerden, diğer bir yere eğersiz gidilmesi mümkün değilse, (Meselâ: Bir beldeden, başka bir beldeye gidecekse) bu durumda eğer vurulması halinde tazminat gerekmez.

Eğer, müste'cir şehirde binecekse ve bu müste'cir de şehirde eğersiz binmiyorsa, tazminat gerekmez. Onun eğerle binme hakkı sabit olmuş olur.

Şayet müste'cir, şehirde çıplak eşeğe binenlerden ise, işte ona taz­minat gerekir.

Tam tazminat mı? Yoksa ziyâdelik miktarı tazminat mı? gerekir?

Bu mes'eleKitâbü'l -Asl'da yazılmamıştır.Bazıâlimler:"Tamkıy­metinin tazmin edilmesi gerekir." buyurmuşlardır.

Sahih oilan da budur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse gemsiz bir hayvan kiralayıp, ona gem vurur veya gem-li icarladığı hâlde, o gemi çıkarıp benzeri başka bir gem vurup öylece binerse, tazminat gerekmez.

Şayet, benzeri hayvana vurulmayan bir gem vurarak binerse, taz­minat gerekir. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Bir hayvan icarlayan şahıs sert başlığından dolayı, onun gemini çe­ker veya ona vurur ve o hayvan bu yüzden ölürse, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye tazminat gerekir.

Fetva da bunun üzerinedir. Cevheretü'n Neyyire'de de böyledir.

Zâhid İsmail şöyle buyurmuştur:

Bir adam, binmek için bir hayvan icarladığında, ona vurur ve bu hayvan ölürse, sahibinin" izni olmadan veya mutad olmayan bir yere vur­muş olması hâlinde, bi'1-icma tazminat gerekir. Bizzat o yere vurmak için izin almış olması hâli müstesnadır.

Şayet mutad olan yerine vurmuşsa, bi'1-icma tazminat gerekmez. Muzmarât'ta da böyledir.

Bir kimse, kiraladığı hayvana, yolculuğu esnasında merhamet­sizlik yaparsa bi'1-icma tazminat gerekir. Gıyâsiyye'de de böyledir.

Bir adam, diğerinden, Kûfe'ye kadar binmek için bir hayvan icar-ladığında, o hayvanla müsamaha edilmeyecek kadar Kûfe'yi geçip ileri gider ve bu fazla mesafede ister insin, ister binmesin sonra geri Kûfe'ye gelirse o şahsın, bu fazlalık için ücret ödemesi gerekir. Çünkü hayvan onun zımnındadır. Hatta bu hayvan Küfe yolunda ölse, kıymetini taz­min eder ve ücretinden bir şey düşmez.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'mn kavlidir.

Diğeri ise, İmâmeyn'in kavlidir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

îcurlanan şey, icarlayan şahsın yanında ölür; sonra da ona bir sahib çıkarsa, müste'cir o şeyin kıymetini, hak sahibine öder. Sonra da icara; veren şahsa başvurup, ödediği kıymeti ondan geri alır. Yenâbi'de de böyledir.

Câmiu'l-Fetâva'da şöyle zikredilmiştir.

Bir adam, on ölçek yükletmek üzere, bir hayvan icarlayıp, onu bir başkasına, yirmi ölçek yük yüklemesi için icara verir, oadam da bu yü­kü yükletince hayvan ölürse, bu durumda mal sahibi dilediğine ödet­mekte muhayyerdir.

Eğer ikinci adama ödetirse, o öncekine müracaat eder.

Şayet birinci adama ödetirse, o ikinci adama müracaat edemez. Çün­kü o ikinci adamı aldatmıştır.

Bir adamın, Hemedân'a kadar icarladığı bir hayvan, yarı yolda öldüğünde, yolun ya zor tarafı veya kolay tarafı kalmış olur. Bu du­rumlar farklıdır. Çünkü,  bazen kiranın bir fersahı, bir dirhem bazen da bir fersahın icarı iki dirhemdir. Bundan dolayı kalan yerin durumu­na göre icar taksim ve takdir edilir. Tetarhâniyye'de de böyledir.

Bir adam, binmek ve gidip gelmek şartıyla, yiyeceğide kendine âit olmak üzere bir hayvanı, belirli bir yere kadar, icarlarsa, bu icar fe­sada gider. Sonra, bu şahıs arkasına bir başkasını bindirse gidişin ta­mamı, gelişin de yarısı için ecr-i misil gerekir. Çünkü, dönüşte yarıya gâsıb idi. O fâsid olanın icarıdır. Şayet hayvan ölürse, yarı bedeli ile yarı kirasını öder. O hayvana yedirdiğini de icarından düşer. Gıyâsiyye'­de de böyledir.

Bir adam, belirli bir yere kadar binmek üzere bir hayvan icarla-dıktan sonra, başka bir mekâna giderse, bu hayvan helak olunca, onu öder. İkinci gittiği yer birinciden yakın olsa bile bu böyledir. Bedâi"de de böyledir.

Bir kimse, filan yere gitmek üzere, bir hayvan kiralayıp, başka bir yere gitse, hayvanı teslim etsin veya etmesin tazminat gerekir; icar gerekmez.

Bu gibi mes'elelerde aslolan, icarlanan şeyden, icarlayan şahıs fay­dalanınca icar gerekir,

Görünmüyor mu ki: Bir adam, diğerinden giymek üzere, bir elbise icarlar ve aynı müste'cir, aynı adamdan, bir de zoraki elbise alır; sonra da müste'cir o zoraki aldığı elbiseyi, giyip, asıl kiraladığı elbiseyi giy­mez ve evinde bulundurursa, icarlayana icar gerekmez. Çünkü, ondan bizzat fayda temin etmemiştir. Zemyre'de de böyledir.

Bir adam, belirli bir yükü, belirli bir yere götürmek için bir hay­van icarlar veya belirli yoldan gitmek üzere, eşyasını yükletmek için bir eşek kiralayıp, insanların gittiği başka bir yolu tutar ve bu hayvan ölür veya eşyası zayi olursa, tazminat gerekmez.

Eğer dediği yere varmışsa, icarı tam ödemesi gerekir. Çünkü, iki yolda değişiklik olmaz ise, tayin şart değildir. Hatta denizden gitse, tazminat gerekir. Çünkü orda tehlike daha çoktur. Eğer denilen yere varırsa ecir lâzımdır.

Maksud hasıl olmazsa, hüküm bunun hilafınadır.

Eşyada da cevap böyledir. Timurtâşî'de de böyledir.

Bir adam, Medine'ye kadar yük taşımak için, bir eşek icarlayıp, yükü yükleterek Medine yoluna sürdükten sonra, abdest bozmak üzere veya başka biriyle konuşmak için geride katır; eşek de gider ve zayi olur, ve eşek bu şahsın gözünden kaybolmadan zayi olmuş (ölmüş) olursa, tazminat gerekmez.

Eğer gözünden kaybolduktan sonra ölürse, tazminat gerekir. Fetâ­vâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adam, köyden şehire bir hayvan icarlar; hayvan sahibi de, müste'cir ile birlikte bir adam gönderir, gönderilen o adam da yolda bir şeylerle meşgul olur; müste'cir yalnız başına gider ve hayvan yanın­da zâyı olursa (ölürse) gönderilen o adama tazminat gerekmez. Hızâne-tü'l Müftin'de de böyledir.

İmâmeyn, şöyle buyurmuşlardır:

Bir adam, belirli bir yere gitmek için, bir hayvan icarlar, yolun bir kısmını gittikten sonra da, "o hayvanın kendinin olduğunu, icarlamadığnı" iddia eder; hayvan sahibi de "onun icarlamış olduğunu" iddia ederse, o şahıs bindiği müddetçe, hayvana yaptığı masrafı öde­mez. Daha önceki günlerin masraflarını öder.

Mesafe sona erer ve hayvani sahibine teslim etmeye getirir ve bu hayvan da telef olursa onu tazmin eder.

Kudiiri, İmâm Ebû Yûnuf (R.A.)'un: "İnkarından önceki ücreti öder; sonrakini ödemez." buyurduğunu nakletmiştir.

imâm Muhammed (R.A.)'e göre, bütün ücretini öder. Kübrâ'da da böyledir.

imâm şöyle buyurmuştur: İcarlanan hayvan veya köle müste'cirin yanında öldüğünde, kasid, ihtilaf ve cinayet bulunmazsa müste'cire taz­minat gerekmez. İcâre bâtıl olur. Çünkü üzerinde akid yapılan şey öl­müştür. Tahâvî Şerhı'nde de böyledir.

Bir adam, üzerine yiyecek maddesi (buğday, arpa gibi şeyler) yük­letip, Medine'ye gitmek üzere bir hayvan icarlar; sonra da dönüşünde, sahibinden izinsiz iki ölçek tuz yükletir ve bu hayvan ölürse tazminat gerekir. Müliekıt'de de böyledir.

Nevâzil'de şöyle zikredilmiştir:

Bir adam, diğerine bir deve vererek, ona: "Bunu icara ver; icarı ile bir şey satın al." der ve bu deve ö, adamın yanında kör olur; adam da onu satıp bedelini alır ve bu bedel yolda helak olursa, Fakıyh Ebû Ca­fer: "Eğer deveyi hâkime ulaşamıyacak bir yerde sattı ise, deve hakkın­da ona tazminat gerekmez. Bedeli hakkında da tazminat gerekmez. Şa­yet sahibine teslim etme imkanı var iken satti ise, kıymetini tazmin ede­cektir." buyurmuştur. Hulâsa'da da böyledir.

Bir adam, hayvanını, bir başkasına, belirli bir yükü, belirli bir yere götürmek üzere icara verir; o adam da, o hayvan ile gitmez, fakat o hayvanla beraber gitmek üzere bir adam icarlayıp ona: "Geri bana gel." der; o adam da maksud olan yere gider ve o hayvanı da getirir, ancak bu adamla "o hayvanı kendi işinde çalıştırdı." ve "başka bir hay­van getirdi." diye ihtilafa düşerlerse, o ücretli, o hayvanı öder mi?

İmâm, şu cevabı verdi:

Evet. Çünkü ecir muhalefet yapmıştır. Sonra o adam geri dönüp, aynı hayvanı getirse, yine de tazminattan kurtulamaz.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre böyledir.

Eğer işinde kullanmadı ise, Her ne kadar, aynı hayvanı getirmemiş olsa bile tazminat gerekmez. Zira, adam ona: "Bu hayvanı getir." de­medi. "Yük hayvanını getir." dedi. O gelen de yük hayvanıdır. İcarını tam alır. Sonra da hayvanları değiştirir. Tazminat gerekmez. Fetâvâyi Ne-sefi'de de böyledir.

Bir adam, üzerine belirli miktarda buğday yükletip evine götür­mek üzere, "O gün, akşama kadar kaydı" ile bir hayvanı icarlayıp, o yükü evine kadar götürür; dönüşte de aynı hayvana biner ve bu hayvan ölürse, kıymetini öder mi?

Şayet dönüşte, binmek âdet değilse, öder; âdet ise ödemez. Ebû'l-Leys'e göre muhtar olan budur. Hızânetü'I-Müftîn'de de böyledir.

Bir adam, arsasına, bir dirheme yirmi yük toprak götürmek için, bir eşek icarlar o yerde de kerpiç bulunur ve her dönüşünde, bir yük de kerpiç taşır ve eşek ölürse bu durumda icar değil onun kıymetini öder.

Eğer işi biter ve eşeği teslim ederse, ücretini tam öder. Kerderî'nin Vecîzi'nde de böyledir.

Bir adam, bir yük için bir merkep icarlayıp ona söylediğinden fazla yük yükleterek onu, götüreceği yere kadar götürür ve eşeği sağ­lam olarak sahibine teslim ettiği hâlde, bu eşek sahibine teslimden son­ra ölürse yüklettiği o fazlalığa bakılır ve icarlayan şahıs o nistebette kıy­metini tazmin eder. Kûbra"da da böyledir.

Bir adam, gübre çekmek için, belirli bir ücretle bir eşek icarlar; fakat bu eşek zayıf olur ve müste'cir: "Bu yük taşıyamaz" der; sahibi ise; "Taşır. Emsali kadar yük yükle" deyip eşeği yollar ve eşeğin ayağı sakatlanırsa, tazminat gerekmez. Fetâvâyi Nesefi'de de böyledir.

Müntekâ'da şöyle zikredilmiştir:

Bir adam, birini terzilik için, aylığını on dirheme icarladığı hâlde, onu, aylığı on dirheme kerpiç kesme işinde çalıştırır ve o adam ölürse tazminat gerekir. Bu adam Ölmez ve icarlayan şahıs onu terziliğe getirir ve terzilik yaparken ölürse, tazminat gerekmez.

Bu, bir adamın, belirli bir yere kadar, bir hayvan icarlayıp, o yeri ileri geçen şahsa benzemez. Fetâvâyi Ebû'l-Leys'te de böyledir.

Bir adam, hayvanını baytara getirip, ona: "Buna bir bak; bun­da bir hastalık var." der; baytar bakar ve: "Kulağının altında hastalığı var." der; hayvan sahibi de: "Onu çıkar." deyince baytar hayvan sahi­binin sözü üzerine, onu çıkarır ve bu hayvan ölürse, baytara tazminat gerekmez. Çünkü o işi yapmaya izinlidir. Muhiyt'te de böyledir.

Bir sarraf, ücretle aldığı dirhemleri yitirir ve onların cinde kalp ve sahte dirhemler bulunursa, bu durumda sarraf, birşey tazmin eylemez.

Çünkü, hakikatde, bu dirhemlerin sahibinin hakkı telef olmuş değildir.

Ancak, o dirhemlerle bazı işler yapmış ve bunların bir kısmı da ha­lis dirhem idiyse o nisbette ücret öder.

Hatta, tamamı kalp akça olsa bile ücretini tam öder.

Yarısı kalb ise, ücretin yansım öder. Ve o kalp dirhemleri sahibine geri verir.

Şayet sahibi, bunu inkâr eder ve: "Bunlar, benim dirhemlerim de­ğildir." derse; bu durumda yeminli olarak dirhemleri alan şahsın söyle­diği söz geçerli olur.

Çünkü, o başkasından almadığına yemin eylemiştir.

Bu, dirhemleri alan şahsın onlardan faydalanmadığı zaman böyledir.

Şayet verenin sözünü doğrular, sonrada: "Kalpdır." diye geriver-mek ister; verende onu İnkâr ederse, sözü kabul edilmez. Fetâvâyi Kâdî -hân'da da böyledir.

Bir adam, diğerine "elbisesini, za'feran veya başka bir boya ile boyamasını" söyler; boyacı da onun söylediğinin haricinde bir boya ile boyarsa; bu durumda elbise sahibi, elbisesinin boyanmadan önceki kıy­metini boyacıya ödetip elbiseyi ona bırakır.

Dilerse o elbiseyi alıp, ecr-i misil verir. Ki bu ecr-i misil daha önce belirlenen ücreti geçemez.

Şayet boyacı onun söylediği boya ile boyar fakat vasfında muhale­fet ederse, (Şöyleki: "Dörtte bir ölçek usfur..." der de, boyacı bir öl­çek usfur ile boyar bunu da elbise sahibi ikrar ederse, yine' elbise sahibi muhayyerdir. Dilerse, elbisenin boyanmamış haldeki kıymetini alır; di­lerse, fazla usfurun bedeli ile tam ücretini vererek elbiseyi alır. Zahîriyye ve Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adam, mushaf yazdırmak ve onu noktalayıp, harekeleyerek cüzlere hizblere ayırmak için, birini icarlar; o da baza noktalarında, aşîr-lerinde hatalar yapmış, olursa; Ebû Ca'fer "Eğer bunu her yaprakta yapmışsa, ona o vazifeyi veren şahıs muhayyerdir. İsterse, onları alıp,. ecr-i misil verir ve bu ecr-i misil müsemmayı geçemez; isterse, onu geri . verip, verdiği kağıtları geri ahr. Şayet, bazı yerler uygun ve doğru yazıl­mışsa, o nisbette icarını verir; burada belirlenen ücrete uyulur. Hâvî'de de böyledir.

Biı adam, yüzükçüye bir yüzük verip, "kaşına, ismini yazmasını" söyler; o da kasden veya hatâen başka birinin adını yazarsa; yüzük sa­hibi muhayyerdir: İsterse, yüzüğünün kıymetini tazmin ettirir; isterse, onu öylece alıp belirlenen ücreti geçmemek üzere ecr-i misil verir.

Keza, bir kimse, bir marangoza, bir kapı verir ve "ona nakış yapmasını" söyleyerek bir şekil verir; marangoz da o şekilden başka bir şekille süslerse; bu durumda da kapı sahibi muhayyerdir.

Eğer marangoz az. bir farkla yapmışsa,    o fark;a itibar olunmaz. Giyâsiyye'de de böyledir.

Bir adam, diğerine: "Evimi kırmızıya boya" der; boyacı da onu yeşile boyarsa, İmâm Muhammed (R.A.): "Boyasının bedelini verirTücret vermez." buyurmuştur. Bedâı"de de böyledir.

Bir  adam, diğerine, "kapısını nakışlamasını veya kırmızilaştırmasını" söyler; ancak os yeşile boyarsa; bu durumda kapı sahibi muhayyerdir: Dilerse, tazmin ettirir; dilerse, boyasının farkını ve­rir, ücret vermez.

Bir adam, buğday ekmek için. bir tarla icarladığı hâlde ona sebze ekerse, icarını tam öder. Gryâsiyye'de de böyledir.

Bir adam, bir terziye kumaş verip: "Bana gömlek biç." der; terzi ise, cübbe biçerse; veya "rûmî biçimde dik." der de, terzi fânsî biçi­minde dikerse; bu durumlarda elbise sahibi isterse, bedelini ödetip elbi­seyi ona terk eder; isterse, onu alır ve ecr-i misilinî öder. Bu ecr-i misil de konuşulan ücretten fazla olamaz. Gıyâsiyye'de de böyledir.

Hişâm, İmâm Mühammed (R.A.)'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir: Bir adam, diğerine bir bakır vererek, onu tas yapmasını söyler; o da, bu bakırı ibrik yaparsa; bakırı veren şahıs, isterse bakırı tazmin et­tirir; yaptığı ibrik ustanın olur; isterse, onu öylece alır ve belirlenen üc­reti geçmemek üzere, ecr-i misil verir. Bedâ"de de böyledir.

Bir adam çulhaya (= bez dokuyucuya) iplik verir ve ona "yedi arşın olarak dokumasını" söyler; o da fazla veya noksan dokursa, bu durumda iplik sahibi muhayyerdir. Çünkü, itibar onun şartınadır. Di­lerse, o dokunan bezi bırakır ve ipliğinin bedelini alır.

Şayet söylediğinin mikdarında ihtilaf ederlerse, elbise sahibinin sözü geçerli olur. gıyâsiyye'de de böyledir.

Alınan bez miktarında ihtilaf ederlerse dokumacının sözü geçerli olur. Dokutan şahıs isterse, dokunanı alıp, ücretini verir.

Fakat fazlalık için bir şey veremez. Çünkü, onu izinsiz dokumuştur.

Noksan olursa' müsemmayı (= belirlenen ücreti) geçmemek üzere ecr-i misilden, müsemmadan hissesi kadarım verir.

Bu mes'eienin açıklaması:

Bir adam, dokumacıya, dört adet yedi arşın-bez dokumasını em­rettiği hâlde (ki taplam yirmi sekiz arşın eder) dokumacı üç adet yedi arşın bez getirse, (ki bu da yirmi bir arşın eder) bu durumda noksan bellidir ve dörtte birdir. Yedi arşındır. Dokutan şahıs, ücret olarak, do­kuyan şahsa belirlenen ücretin dörtte birini noksan verir, (yâni dörtte üçünü verir.) Şayet arşınını bir dirheme dokutuyorsa yirmibir dirhem öder. Bundan fazla vermez. Giyâsiyye'de de böyledir.

Bir adam, dokumacıya iplik vererek, "kaput bezi dokumasını" söyler; dokumacı da ipliklerin bir kısmını alarak yerine pamuk kor; sa­hibi de bunu anlarsa, bu kaput dokumacının olur. Ve sahibi dokumacı­dan ipliğinin bedelini talep eder. Çünkü, dokumacı ipliğe başka iplik katmakla gâsıp olmuştur. Ve onun ayrılması da mümkün değildir. Ve­ya çok meşakkatlidir. Dokumacı adamın ipliğini öder; bez kendisinin olur. Hızânetü'I-Müflin'de de böyledir.

Bir adam, dokumacıya iki nevî iplik verip, ona "birisiyle önce, diğeri ile kalın bez dokumasını" söyler; dokumacı ise, bunları birbirine katarak, tek tip bez dokursa; adam ipliklerinin parasını alır; dokuduğu şey de dokumacının olur. Kerderi'nin Vecîzi'nde de böyledir.

Bir adam, dokumacıya, birisi diğerinden ince olan iki çeşit iplik verip ona: "Şu inci ile, altı yüze; şu kalın ile de, beşyüze doku." dediği hâlde, dokumacı onları birbirine katarak dokursa, muhalefetinden do­layı dokuduğu kumaş dokuyucunun olur. İplikleri veren şahıs iplikleri­nin bedelini öder. Hulâsa'da da böyledir.

Nevazil'de zikredilidiğine göre, Ebû Bekir'den sorulmuş: Arazi sihibi, bir çiftçiye: "Şu buğdayları dışarıya çıkır. Buradaki cevizler yeşildir, bozulmasınlar." der. O şahıs da çıkarmaz ve cevizler bozululursa, durum ne olur?

İmâm, şu cevabı vermiş;

—Eğer çiftçi önce kabul ettiği hâlde, sonradan onları kaldırmamış ve cevizler bozulmuşsa,.bu cevizleri tazmin etmesi gerekir.

Eğer buğdayın kıymeti, onu ödüyorsa borcunu öder. Bozulan ce­vizler onun olur.

Fakıyh şöyle buyurmuştur:

Eğer onların misli bulunuyorsa, onları verir, değilse kıymetini öder. Talarhâniyye'de de böyledir.

Bir adam, terziye bir elbise getirerek: Şu elbiseye (kumaşa) bak; eğer bana bir gömlek olursa, onu kes ve bana, bir dirheme bir gömlek dik." der; terzide: "Olur." dedikten sonra "Kestim, fakat çıkışmadı." derse; tazminat gerekmez. Sirâcü'l-Vehhâc'de de böyledir.

Şayet: "Şuna bak, gömlek olmaya kâfi gelir mi?" der; terzi de : "Evet." karşılığını verdikten sonra sahibi: "Kes." der; o da kesince yetişmezse, bu mes'elenin hâili kitaplarda zikredilmemiş; yalnız Fakıyh Ebû Bekir: "Onu tazmin eylemez." demiştir. Zehıyre'de de böyledir.

Bir adam, terziye bir kumaş vererek: "Bunu, bana öyle dik ki, boyu ayaklarıma yetişsin. Kolunun genişli beş karış olsun; eni de şu ka­dar olsun." der; kumaş da dediğinden bir parmak veya buna benzer bir şekilde noksan gelirse, bir şey gerekmez. Eğer çok fazla noksan olursa, tazminat gerekir. Hulâsa"da da böyledir.

Bir adam, eşeği kapıda koyup, kendisi eşeğin otunu almak için içen girer ve bu eşek zayi olursa gözünden kaybetmeden, zayi olmuş (ölmüş) olması hâlinde tazminat gerekmez.

Zayi olacak şekilde, zayi olmamışsa (Meselâ: Bağlanılacak sikkesi çürükse) yine tazminat gerekmez. Aksi takdirde tazminat gerekir. Bu kimse, hayvanı kapıya bağlayıp, içeri girdi veya namaz kılmak için mes­cide girdi ise, bir şey gerekmez. Bağlamadan girdi ise tazminat gerekir. Serahsî'nin Muhıyti'nde ve Kerderî'nin Vecîzi'nde de böyledir.

Bir adam, bir eşek icarlayıp, ona biner; onun, bir başka eşeği de bulunur; sonra da ona biner; bir müddet gittikten sonra, kendi eşeği düşer, onunla meşgul olurken, icarlanan eşek zayi olursa, şayet o hâlde, icarlanan eşeğin ardından gidince, kendi eşeği ölür veya eşyası zayi olacak olursa, tazminat gerekmez; değilse tazminat gerekir.

Bunun delili şudur:

Bir inek, sürüden ayrıldığında ücretli, diğerlerini korumak için onun arkasından gidemez ve giden inek zayi olursa, tazminat gerekmez.

Zahire icâresinde ben dedimki: Bir adamın,' iki eşeği bulunduğun­da, o birinin yükü ile meşgul olurken, diğeri zayi olur ve o eşek gözün­den kaybolup, zayi olmuşsa, o zaman, onu öder. Buna binâen, önce­kinde de eğer gözünden kayboldu^ise ödemesi gerekir.

En uygun olanı da budur.

Fetvada böyledir.  İyi düşünmek gerekir. Hizânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Fetvaların aslında şöyle denilmiştir:

Bir adamın icarladığı bir eşek yolda yittiği hâlde, adam onu ara­maz ve zayi olursa; eğer eşeğin nereye gittiği bilinmiyorsa, o diğerini korur.

Eğer biliniyorsa ve aradığı hâlde bulunmamış olursa tazminat gerekmez.

Keza, onun mevcudiyetinden ümidini kesmiş ise tazminat gerekmez.

O civarı aradığı hâlde bulamazsa yine tazminat gerekmez.

Eğer eşek gider, adam onu görür; onu gitmeden men etmez ise; bu onun yitmesini istiyor demek olur. Ve onu tazmin eder. (= öder)

Buna binâen, eşek icarlayan zat, ekmekçiye gelip, ekmek alırken meşgul olur ve eşek zayi olursa, eğer o gözünden kaybolmuşsa, tazmin eder; gözünden kaybolmamışsa, tazminat gerekmez. Muhıyt'te de böyledir.

Binmek için bir eşek kiralamış olan şahıs, onu herkesin göreceği bir yere bağlar, o mahallede veya köyde de bağlıyacak bir yer olmaz ve hayvan zayi olursa, tazmin eder.

Mutlak şekilde icarlar ve bineceğini söylemez; o köyde de köylüler uyuyor olur; müste'cirinde bir tanıdığı veya onu koruyacak kimsesi bu­lunmaz ve bu hayvan zayi olursa, yine, onu tazmin eder.

Eğer fetâuâyi Hindiyye onu koruyacak kimseler bulunur ve korumayı kabul etmiş olur­larsa, tazmin etmez.                                                              

Eğer, o beldede uyumak, zayi etmek değilse tazminat gerekmez.

Şayet uyumak hayvanı zayi etmek sayılırsa, o takdirde tazmin eder. Fakat korurlar ve korumaları da kabul edilirse, o zaman onu tazminat müste'cire değil, onu korumaya çalışan şahsa âit olur.

Bir adam, bir merkep (= eşek) kiralar veya bir hayvanı, muha­faza için, bir adam icarlar; hayvan da karcının yanında ölürse, müste'-cirin o hayvanı kendi binmek için icarlamış olması hâlinde tazminat ge­rekir. Eğer, bu belirtilmemişse tazminat gerekmez. Zehıyre'de de böyledir.

Bir adam, bir eşek kiralar ve namaz vakti gelince bu şahıs (Me­selâ: sabah) namazı kılarken, bu eşek gitmekte veya bir adam onu alıp götürmekte olduğu hâlde namazını bozmazsa, eşeği tazmin eder. Füsûlü'l-İmâdiyye'de de böyledir.

Bir adam, yolda namaz ile meşgul olurken, yanındaki eşek zayi olur ve bu şahıs, hayvan gözünden kaybolana kadar, namazım bozmaz ve hayvanı takip etmezse, onu öder. Eğer gözünden kaybolmadan zayi olursa, tazminat gerekmez..Gıyâsiyye'de de böyledir.

Ebû Bekir'den soruldu:

—Bir kimse, diğerine bir eşek kiralamasını söyledi. O da denilen yere gidip onun sözünü yerine getirdi. Eşeği alıp, getiriyor iken, misa­firhaneye koydu; hırsızlar da hücum edip, bu eşeği aldılar. Ne lâzım gelir?

İmâm şu cevabı verdi:

—Eğer misafirhane, yol üzerinde olur ve gelip geçen orada konak­larsa, tazminat gerekmez. Eğer bu iş, eşeği çalıştırdıktan sonra olursa, onun icarı tam olarak verilir. Hâvî'de de böyledir.

Bir adam, diğer bir adamı icarlayıp, ona bir eşekle elli dirhem verekek, "filan yerde, bir şeyler al sat." der; adam da oraya gidip, bir şey satın alır; bir zalim gelerek, o kafilerin eşeklerini alır, onlardan ba­zıları eşeklerinin arkasından giderler, bazıları da gitmezler; bu ücretli de gitmeyenlerden alır; gidenlerden bazıları eşeğini geri alıp, bazıları da alamaz; eşeklerini alanlar ise gitmeyenleri "Ne için gitmediniz." diye kınarlarsa   o takdirde, bu adama tazminat gerekir.

Şayet çektikleri zahmetten dolayı kınamazlarsa, o zaman tazminat gerekmez

Eğer kafileyi, yol kesiciler gelir ve mekkârinin eşyasını atıp, mer­kebini alır götürürler; eşyaların kumaş olanlarını da alırlar; bu adam da eşeği kaçırması hâlinde, eşeği de, kumaşı da alacaklarını bilirse o tak­dirde, tazminat gerekmez.

Eğer kaçırmak imkânı varken kaçırmazsa, tazminat gerekir. Kerde-rî'nin Vecîzi'nde de böyledir.

Bir adam, belirli bir yere gitmek üzere, bir hayvan icârladığnda, kendisine "yolda hırsızların olduğu" haber verilir, ona iltifat etmeyip, o yoldan gider ve hırsızlar o hayvanı alıp götürürlerse, Fakıyh Ebû Bekir "O habere binâen, başkaları da o yoldan hayvanlarıyla ve eşyalarıyle gidiyorlarsa o zaman tazminat gerekmez; böyle değilse gerekir." boyur-muştur. Zehıyre'de de böyledir.

Bir topluluk, bir adamın eşeklerini icarhyor ve bir adama bu eşek­leri teslim ettikten sonra, onlardan birisi: "Sen de beraber git ve eşekle­re bak." diyor; o da gidiyor ve müste'cir ona: "Sen, eşeklerle birlikte burda dur. ben birisiyle gidiyem." diyerek çuvalını alıp gidiyor, adam da ondan, o eşeği geri alamıyor; bu durumda ona tazminat gerekmez. Çünkü onlar o şahsa "Yanındakilere bakmasını" söylediler. Hizanetü'l Müftîn'de de böyledir.

Bir adam, Keş'den Buhara'ye gitmek üzere bir eşek icarlar; eşek sahibi de Buhara'da olur; kiracı ise, bir adama "O eşeğe, her gün belir­li miktarda yiyecek vermesini ve eşek sahibine teslim edilene kadar da belirli bir ücreti olacağını" söyler ve o ücretli (= ecir), eşeği günlerce yanında tutup ona masraf yapar ve bu eşek onun yanında ölürse, âlim­ler: "Eğer o eşeği kiralayan şahıs, onu kendisi binmek için kiralamışsa, tazminat gerekir. Şayet bir şey söylemeden kiralamışsa tazminat gerek­mez." demişlerdir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adam, atını, birisine köyüne gitmek ve oğluna vermek üzere, teslim eder; o adam da bir konak gittikten sonra o atı, misafirhaneye bırakır; o köyden birisi gelip, o misafirhaneye uğrar ve atı tanır; adam da, o atı, ona o köye kadar binmek üzere icara verir, bu at da yolda ölürse tazminat kime ait olur?

İmâm şöyle buyurmuştur:

—Hİç şüphesiz, atı bıraktığı için birinci adamın tazmin etmesi ge­rekir. Fakat müste'cirin icarladığı zat, atı yerine götürseydi, bu atı oğlu almasa bile, tazminat gerekmezdi.

Eğer o şahıs atı ecire verir ve onunda "at sahibinin ailesinden olduğunu" isbat ederse, yine tazminat gerekmez. Fakat ecir, at sahibi­nin ailesinden olmazsa, birinci zata tazminat gerekir.

Amma, ikincice her haliyle tazminat gerekir.

Bu cevap, müşkil içinde böyledir.

Eğer birinci adam, onun o atı sahibine tesJim edeceğini isbat eder ve ecir de icarlananın ailesinden olur; o atı da o misafirhanede ona tes­lim ederse teslim alan at sahibinin kardeşinin oğlu olsa bile, yinede taz-minatdan berî olamaz. O tazmin edince, birinciye müracaat edemez. Mu-hıyt'te de böyledir.

Ba'zı fetvalarda şöyle zikredilmiştir:

Mekkâreci yolda kaldığında, kiracı, onun yanında bir eşek bıraka­rak gider; eşek sahibi de onunla birlikte bulunmaz ve hırsız gelerek, eşeği alıp götürürse, kiracıya tazminat gerekmez.

Keza, eğer, mekkâreci, eşeğin yanında olduğu hâlde, kiracı orda olmaz yani mekkari gitmiş ve eşeği kiracıya bırakmış olur; hırsız gelip onu çalarsa, bu defa da mekkareciye tazminat yoktur.

Âlimler şöyle demişlerdir:

Bu Mekkârecinin diğer hayvana, yük yükletme imkâni olmadığı za­man böyledir.

Fakat imkânı olduğu hâlde yükletmezse, o zaman tazminat gere­kir. Zehiyre'de de böyledir.

Bir adam, bir eşek icarlayıp yardımcı olarak da, bir adam götü­rür, bu adam da onun merkebiyle meşgul olurken müste'cir çekip gider ve hayvan zayi olursa, eğer yardımcıyı tanımıyor ise, Kâdîhân: "Mutla­ka tazmin eylemez."buyurmuş;Kâdî Bedîu'd-Din ise: "Tazmin eder." de­miştir. Ginye'de de böyledir.

Bir adam, yıkık bir yerden toprak taşımak için bir eşek icarlar ve o sırada harabe yıkılıp hayvanı öldürse, duvarın müste'cir sebebiyle yıkılmış olması hâlinde, müste'cir, hayvanı öder.

Böyle değil de kendiliğinden yıkılmişsa, tazminat gerekmez. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

Bir adam, diken taşımak için bir eşek icarladığında, bir akarsu-dan geçerken dar bir yere varınca, merkebe vurur ve bu merkep yükü ile birlikte nehre düşer ve müste'cir ipi kesmek isterken, eşek ölürse, âlim­ler: "Eğer o yer, yüklü hayvanın geçemiyeceği bir yer ise, müste'cir eşe­ğin bedelini öder. Eğer yüklü merkebin geçebileceği bir yer olur ve müs­te'cir de hayvana zorluk göstermemiş ve onun vurması sebebiylede nehre düşmemişse, tazminat gerekmez." demişlerdir. Zahîriyye'de de böyledir.

Bir adam, bağdan odun taşımak için, bir eşek icarlayıp, ona, em­saline yüklenen kadar yük yükletir ve bu hayvan, bir sarsınta ile nehre düşüp Ölür; bu sırada müste'cir onu zorlamıyor ve normal üsrüyorsa tazminat gerekmez.

Durum bunun hilafına olursa, tazminat gerekir.  Zehiyre'de de böyledir.

Bir adam, bir eşeğe, şehire getirmek üzere odun yükler; bu eşek de gelirken duvara çarparak, nehre düşer ve ölürse eğer normal gelişle gelmekte ve yük de iyi yüklenmiş durumda idiyse tazminat gerekmez.

Eğer onun doğru yüklenmediğini biliyor ve keza dar köprüden ge-çiriyorsa, tazminat gerekir. Gıyâsiyye'de de böyledir.

Müste'cir eşeği teslim alıp, onu keçesi ile birlikte bağa yollar ve keçesi çalınır veya soğuğun te'siriyle sahibinin yanında ölürse, yükü, hay­vanın basacağı yeri görmeyeceği miktarda ve durumda değil ve soğuk da onun keçesine zarar vermemişse; tazminat gerekmez. Eşek dururda, keçesi zayi olursa, müste'cir onu öder. Kerderi'nin Vecîzi'nde de böyledir.

Müste'cirin elinden, icarladığı eşeği, birisi zorla alır ve müste'-cirde tebeyyünden sonra, onu alma gücüne sahip olduğu hâlde, onu al­maz hayvan da zayi olursa tazminat gerekmez. Ginye'de de böyledir.

Üç kişi, ortak bulundukları bir ekini kaldırdıktan sonra, onlar­dan birisi, hasadını nakletmek için, bir eşek icarlayıp, bu müste'cir o eşeği teslim alıp mahsûlünü taşıması için ortağına verince, bu hayvan ölürse aralarında böyle bir âdet var ve ortağının kullanması için, eşek öküz ve benzeri şeyler icarlamyorsa, müste'cir onu ödemez. Hizânetö'l-Müftîn'de de böyledir.

Bir adam, tartım yapmak için bir kantar icarlar ve onun direği özürlü (kusurlu) bulunur; müste'cir ise, bunu bilemez ve tartım yapar­ken o kırılırsa, onunla tartılabilecek şeylerin benzerini tartmakta olma­sı hâlinde tazminat gerekmez; değilse gerekir.

Bu, icara veren şahsın icara verdiği şeyin kusurunu bilmediği za­man böyledir. Eğer biliyor ve müste'cire: "Az şey tartınız." demiş bu­lunuyor ve o müste'cir de kantarı fazla ağırlıkta kullanmamış ise, taz­minat gerekmez. Kerderi'nin Vecîz'nde de böyledir.

Fahru'd-Dîn, bununla fetva vermiştir. Kübrâ'da da böyledir.

Müntekâ'nm Büyü' Babında şöyle zikredilmiştir:

Bir adam, icarladığı ve icar müddeti sona eren bir kazanı sahibine vermek ister ve kazan yolda zayi olursa tazminat gerekmez. Eğer zama­nında ödemeden önce zayi olursa tazminat gerekir. Füsûlü'Mmâdiyye'de de böyledir.

Bir adam, icarladığı bir kazanı eşeğe yükletip sehibine götürür ve giderken, eşeğin ayağı kayıp yıkılır, kazan da düşüp kırılırsa, eşeğin onu taşıyacak güçte olması hâlinde tazminat gerekmez, değilse tazmi­nat gerekir. Hızânetü'I-Fetâvâ'da da böyledir.

Bir adam, yemek pişirmek için bir kazan icarlar; yemeğini pişir-miş ve o kazanı dükkandan çıkirmak üzere iken, ayağı kayar ve kazan düşüp kırılırsa, (bu şahıs hamal gibidir.) tazminat gerekmez. "Uygun olanı ödememektir. Meselâ: Bir adam, giymek için bir elbise icarlar ve o elbise giymesinden dolayı yirtılırsa, sahih olan kavle göre, icarlayan şahıs onu tazmin etmez, denilmiştir.

Tahta tekne mes'elesi de böyledir. İntifa halinde kırılırsa, tazmi­nat gerekmez. Gınye'de de böyledir.

Bir adam ücretle tuttuğu bir şahsa odun kestirmek için bir balta kiralar; ücretli şahıs da, onu alıp gider; nereye gittiği de belli olmasa, önceki icarcıya tazminat gerekmez. Çünkü, onu, ona vermek üzre icarlamıştir.

Muhtar alan da ödememesidir. Hulâsa'da da böyledir.

Esah olan kavle göre, önce kendisi, bir İş yapmak üzere icarlar-sa, bu hususta ihtilaf-ı nas yoktur; onu ödemez. Ancak, o ücretlinin hi-yâneti herkesçe biliniyor ve o bu hâli ile mâruf birisiyle, o takdirde, baltayı tazmin eder.

Şayet, baltayı icarlarken hiç bir şey söylememiş ve kendisi de onu kullanmadan önce ücretiyle vermiş, o da alıp gitmişse, onu tazmin eylemez.

Önce kendisi kullandı, sonrada ecte verdi ise, tazmin eder. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adam, kasap nacağını icarladığında, onu başka birisi elinden alır ve ondan kurtaramazsa, zayi olması hâlinde tazminat gerekmez. Gm-ye'de de böyledir.

Bir adam, demir bir külünk icarlayıp onunla: tarla keseği kırar sonra da ondan vaz geçer ve bu külünk çalınırsa ondan uzaklaşması (-vaz geçmesi) uzun zaman önce olmuşsa, onu tazmin eder. Eğer çok i'-raz etmemişse, onu tazmin eylemez. Mültekıf ta da böyledir.

Bir adam, yolda çalışmak üzre bir demir külünk icarladıktan son­ra, yüzünü yoldan çevirir; kendi ücretlisine seslenir; onu da yerinde bu­lamaz, sonra da külüngün gitmiş olduğunu görürse, yüzünü ondan çe­virmesinden itibaren çok zaman geçmemiş olması hâlinde, bu şahsın, onu tazmin etmesi gerekmez. Bu husus'ta onun yeminli olarak söyledi­ği söz —eğer icara veren onu yalanlarsa— geçerli olur.

Şayet uzun süre ona bakmamışsa tazminat gerekir. MuhiyCte de böyledir.

Bir simsar, bir adamın emriyle, onun bir şeyini satıp, onun pa­rasını yanında tutar, sahibi de buna razı olur, sonra da o para çalınırsa bi'l - icma bunu ödemek gerekmez. Serehsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir hamal, yükünü getirdiğinde, yükün sahibi: "Yanında dur­sun." der, sonra da, o yük zayi olursa, tazminat gerekmez.

Temizlikçi terzi ve yanında tutma hakkı olan diğer kimseler, işleri­ni yaptıktan sonra, sahibinin emriyle, bu şey onların yanında kahr ve o şey zayi olursa; bunların ücretlerini almış olmaları hâlinde, hüküm yine dediğimiz gibidir.

Eğer ücretlerini almamışlarsa, bu maruf (= bilenen) ihtilaf üzere­dir. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Kan alan veya bir yarayı yarıp tedavi eden bir kimse, mu'tad ye­ri ileri geçmezlerse hasta ölse bile tazminat gerekmez.

Eğer mu'tad olan yerden ileri geçerse, tazminat gerekir.

Bu müdâhele hayvan sahibinin izniyle olursa böyledir. Fakat izin­siz olursa, tazminat gerekir. İster mu'tad olan yeri geçsin isterse geçme­sin farketmez. Sinâcü'l-Vehhac'da da böyledir.

Hacamatçı veya sünetci, hacamat veya sünet yaparken, o şahsın ölmesi hâlinde temizlikçinin hilafına - tazminat gerekmez.

Fakat bu hâl, bu şahıslar fiil yerini ileri geçmemişse böyledir.

Eğer ileri geçmiş ve sünetci, zekerin haşefesini kesmişse, Nevâdir'de : "Eğer, o kimse ölürse, nısıf bedel gerekir. Eğer kurtulursa, tam insan bedelini tazmin eder." denilmiştir.

Tahâvî Şerhı'nin Diyetler Bahsi'nde şöyle denilmiştir.

Haşefeyi kesene, kısas gerekir. Şayet haşefenin bir kısmını keser­se, ona kısas yoktur. Ona ne lâzım geleceği de yazılmamıştır.

Fetâvâyi Suğra'mn Diyefler Kitabi'nda: "Adi ile hükmetmek gerekir." denilmiştir. Hulâsa'da da böyledir.

Bir kimsenin, diğerini, elini veya parmağını kesmesi ve dişini çı­karması için icarlaması caizdir. Şayet, o şahıs bu yüzden ölürse, tazmi­nat gerekmez. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir adam, veli'me yemeği pişirmek üzre birini icarladığında, o şahıs ekmeği yakar veya yemeği pişiremezse tazminat gerekir. Ekmeği iyi yapar ve fakat ev sahibi ekmek satın alır ve deve sahibine: "Deveyi içeri sür." der; deve de kazana dokunur, yemek dökülürse, deve sahibi bir sev ödemez.

Ekmekçiye de tazminat gerekmez.

Keza o deve ev sahibinin küçük çocuğunun veya küçük kölesinin üzerine düşüp, onu öldürse, deve sahibine tazminat gerekmez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Değirmenci, değirmenin boğazını açar ve bu sebeple buğday za­yi olursa, onu öder. Sirâciyye'de de böyledir. [50]

 

28- HAS VE MÜŞTEREK ECÎRİN HÜKMÜ

 

Bu bab'da:

1) Ecîr-i Has ile Ecîr-i Müşterek Arasındaki Farklar ve Bunun Hükümleri:

2) Ecîr Konusundaki Çeşitli Mes'eleler; olmak üzere iki bölüm vardır. [51]

 

1- Ecîr-i Hâs Ve Ecîr-i Müşterek Arasındaki Farklar Ve Bunun Hükümleri

 

Âlimlerimizin, ecr-i hâs ve ecr-i müşterek arasındaki farkı belirtme hususunda muhtelif ibare ve ifâdeleri vardır.

Bazı âlimlerimiz: "Ecîr-i müşterek, yaptığı iş karşılığında ücret al­maya hak kazanır. Ecîr-i hâs ise, nefsini teslim sebebiyle ücrete hak ka­zanır. Bunda, konuşulan müddetin geçmesi de gerekir. Bunun ücrete hak sahibi olması için, çalışması şart değildir." demişlerdir.

Bazı âlimlerimiz ise şöyle demişlerdir:

Ecîr-i hâs: Sadece müste'cirine iş yapmak üzere tutulan ücretli; ecîr-i müşterek ise: Bir kişiye iş yapması kaydı olmayan ve bir çok kişi tara­fından tutulabilen ücretlidir. Bu durumda, ecîr-i müştefek'in ücrete müs-tehak olduğunun bilinmesi ve yapılacak işe karşı, akid yapılması gerekir.

Meselâ: Bir adam,.bir terziyi, "Şu elbiseyi, bir dirheme dik." ve­ya, bir temizlikçiyi, "Su elbiseyi, bir dirheme temizle." diye icarlarsa, ancak, onların akid müddeti bitene kadar, işe nefislerini teslim etmeleri ve Ücrete hak kazandıklarının büinmesiyle icâre tamam olur.

Şöyleki Bir adam, bir ay hizmet etmesi için, birini icarlarsa, işte bu ücret, amele göredir. Malum olursa, ücret, müddeti üzerine sahih olmaz. Ancak, amelin nev'i açıklanırsa, bu sahih olur.

îş veren, işle müddetin arasını cem ettiği zaman, önce işi söylerse (Meselâ: Bir çobanı, belirli bir takım koyunları, bir dirheme, bir ay ot­laması için icarlarsa,) işte bu ecîr-i müşterek olur.

Ancak, sözünün sonunda açıklar ve: "Benim koyunlarımdan baş­kasını otlatmayacaksın.'* derse; işte bu da ecîr-i hâs olur.

Önce müddet söylenirse (Mesela: Belirlenmiş koyunları, bir dirhe­me bir ay otlatmak üzere, bir çoban icarlanırsa,) buna itibar olunur. Ve bu çoban da, ecîr-i vahde (= ecîr-i has) olur. Çünkü, bu durum ön­ceden konuşulmuştur. Ancak, sözünün sonunda, açıkça: "Bu, müşte­rek ecîrin hükmüdür." derse, o müstesnadır.

O zaman, iş veren şahsın: "Sen başkalarının koyunlarını da, be­nim koyunlarımla beraber otlatacaksın" der. Zehıyre'de de böyledir.

En doğrusu: Müşterek ecîre, durumu söylemektir.

Kim belirli bir işin, Akdini irâde ediyorsa, o işin ne olduğunu açık­lamalıdır. Ecîr-i has da; o ücretlinin, kendisine menfaat vermesini iste­yen kimsenin» o işin müddetini, mesâfesini söylemesi gerekir. Ancak o zaman bu icare caiz olur. Tebyîn'de de böyledir. [52]

 

Ecîr-i Hasın Hükmü:

 

Ecîr-i has, emin olacaktır.

Yaptığı işden, bir şey zayi olursa, ona tazminat gerekmeyecektir. Yalnız, .o hususta muhalefet etmiş olması hâli müstesnadır. Hilaf ise: Ona bir iş söylenmiş, o da başka bir şey yapmış ise, işte bu bir rrnıhâlefettir.

O yüzden meydana gelen zararı tazmin edecektir. (= ödeyecektir.)

Tataâvî Şerhı'nde de böyledir. [53]

 

Ecîr-i Müşterekin Hükmü:

 

Müşterek ecîrin hükmü ise: Bir şey kendi sun'u olmayarak zayi olursa, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kavline göre, onu tazmin etmesi ge­rekmez. Bu kavil, aynı zamanda, İmâm Züfer ve Hasan bin Ziyad'm da kavilleridir.

Kıyâs da budur. İster, kaçınılması mümkün olan bir iş olsun... (Hır­sızlık, gasb gibi..) îsterse, kaçınılması mümkün olması... (Ateşin yak­ması, suyun garketmesi gibi...),

İmameyn'e gelince: "Eğer kaçınılması mümkün, bir iş ise, işte o za­man, onu tazmin eder. (= öder.)

Şayet; kaçınılmasına imkan yoksa, o zaman, onu tazmin etmez. (-ödemez.) Muhıyt'te de böyledir.

Bazı âlimler bu iki kavil ile de amel etmeye fetva vermişlerdir. Şehy İmâm Zahîrü'd-dîn el-Miirgînaftî, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nın kavlîyle fetva verdi.

Iddet kitabının sahibi şöyle buyurmuştur:

Ben, bir gün ona "Onlardan birisi sulh ile fetva verildi; dese hasmı —şayet onunla amel-etmeden kaçınırsa— cebredilir mi?"

İmâm şöyle buyurdu:

Ben, önce sulh ile fetva vermiştim. Sonra dönüş yaptım. Kâdî İmâm Fahru'dın el-Kâdîhân da, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kavli üzerine fetva vermiştir. Füsnlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

İbâne isimli kitapta şöyle zikredilmiştir: Fakiyh Ebû'1-Leys: Bu mes'-elede, Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kavli ileTetvâ veririm." buyurmuştur. Ta-tarhâniyye'de de böyledir.

İmameyn'in kavillerine gelince» bu kavil, bu hususta, halkın ah­vali değişik olduğundan dolayı, onların mallarını siyânet (= korumak) olur. Tebyîn'de de böyledir.

İmâmeyn'e göre, tazmin edilecek amel, icarlanan şeyin kendisin­de bir iş yapılmış olması hâlinde söz konusu olur.

Fakat, bir adam, diğerine bir mushaf vererek, "Ona bir kılıf yap."

veya bir kılıç vererek! "buna, bir km yap." yahut bir bıçak vererek, "buna, bir kap yap." demiş ve bu mushaf, kılıç veya bıçak zayi olmuş­sa, o zaman bi'1-icma tazminat gerekmez. Sirâcü'l-Vehhâc'de de böyledir. • Müntekâ'da,   İmâm   Ebû   Ynsf   (R.A.)'un   şöyle   buyurduğu nakledilmiştir:

Bir adam, diğerine ücretle noktalandırması için, bir mushaf verdi­ğinde onun kılıfı zayi olursa, tazminat gerekmez.

Keza, bir adam diğerine yamamak üzere bir elbise verdiğinde, bu yama zayi olursa, zazminat gerekmez.

Keza, bir kimse, terazinin gözlerim tamir için, başka birine verdi­ğinde, bu terazinin bir parçası zayi olursa tazminat gerekmez. Muhıyt'te de böyledir.

Hülâsatü'l-Hâniye'de şöyle zikredilmiştir:

Şayet akid yaparken tazminatı şart koşar ve bu şart, ölüm gibi, ka­çınılması mümkün olmayan bir şart.olursa, âlimlerin kavillerine göre, bu icâre fesada gider. Şart, hırsızlık ve benzerleri gibi ihtirazı (= kaçı­nılması) mümkün olan bir şartsa, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre yine bu icâre fâsid olur.

İmâmeyn'e ise, sahih olur. Tatarhâniyye'de de böyledir.

İmâmeyn'e göre, müşterek ecirde tazminat gerekir.

Şayet işi yapmadan önce zayi ederse, kıymetini öder ve ona ücret verilmez.

Şayet işi yaptıktan sonra zayi ederse, iş sahibi muhayyerdir: İsterse yapılmış olarak kıymetini tazmin ettirip, ücretini öder. İsterse, yapıl­mamış halindeki kıymetini ödetir ve ücret ödemez. Sirâcü'l — Vehhâc'de da böyledir.

Temizlikçi gibi... temizlikçinin, temizlediği şey yanında zayi olur (meselâ: Elbiseye vurmuş ve o da yırtılmış veya onu yatmış olur yahut bir hamalın ayağı kaymışsa) bunlara tazminat gerekir.

Bu, âlimlerimizin üçüne göre de böyledir. Muhıyt'te de böyledir.

Muhalefet etsin veya etmesin farketmez. Yenâbi'de de böyledir.

Müşterek ecîr ise, onun yanındaki kaybolduğu zaman, o şeyin sahibi muhayyerdir. İsterse önceki hâlinin kıymetini ödetip, ücret ver­mez; isterse, yapılmış halinin kıymetini ödetir ve ecîrin ücretini ecr-i misil olarak öder.

Bu, İmamlarımızın üçüne göre de böyledir. Zehıyre'de de böyledir.

Tecrîd'de şöyle zikredilmiştir: Ecîrin evi, lambası dolayısıyle ya-narsa, tazminat gerekir. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir adam, elbisesini dikmek üzere bir terzi icarlar veya elbisesi­ni, bir temizlikçiye verir; onu da teslim alır ve kendi fi'li olmaksızın te­lef ederse, tazminat gerekmez. Hızânetü'l-Müftm'de de böyledir.

Müşerek ecîr, umuma mahsus çoban ise, (sığır çobanı, koyun ço­banı ve emsali gibi...) âdetin hilafına sürmesi ve vurması sebebiyle telef olan hayvanları öder.

Şayet hayvanları köprüden izdihamlı bir halde geçirir ve onlardan bazıları da suya düşüp telef olurlarsa, onları da tazmin eder. Yenâbî'de de böyledir.

Müşterek ecirin yanında bulunan bir şey zayi olur ve sonra da ona bir hak sahibi çıkar ve kıymetini ödetirse, müste'cirin müracaat ede­ceği bir yer yoktur.

Ariyet de böyledir. Gınye'de de böyledir.

Müşterek ecir, hayvanları sevkederken, bu hayvanlar karşılıklı birbirlerini süsseler (= başlarıyla birbirine vursalar) veya birbirlerini te-peleseler, onu tazmin eder.

Şayet ecir vahde = özel = tek adamın ücretlisi olursa; ona tazmi­nat gerekmez.

Şayet erkek hayvan, dişinin üstüne atlar ve ona cima eder, o da ölür­se müşterek ecir, onu ödemez. Sîrâdyye'de de böyledir.

Bir handan bir şey çalınırsa, onu korumak için icarlanan kimse­ye tazminat gerekmez. Çünkü, o adam kapı bekçisidir; mallar ise, sa­hiplerinin yanındadır.

Bekçi de böyledir; geceleyin çalınan şeyi tazmin etmez. Mültekıt'ta da böyledir.

Nâsırî'de şöyle zikredilmiştir:

Ücretle tutulan bir çiftçi, öküzü, otlasın diye bırakınca çalınırsa, onu ödemez. Fetâvâyi Kâdîhân ve Tatarhâniyye'de de böyledir.

İmâm Mohammed (R.A.), Câmni's-Sağîr'de şöyle buyurmuştur: Bir adam, bir küp yükü Fırat'ın yanından, belirli bir ücretle, belir­li bir yere taşıması için icarlar ve bu hamal, o yükü, yolun bir kısmına kadar taşıyıp bırakır ve o küp kınlırsa, küp sahibi isterse, o küpün, ha­malın yüklediği yerdeki kıymetini ödetir ve hamala ücret ödemez; ister­se, kırıldığı yerdeki kıymetini ödetir ve ona getirdiği yer kadar ücret verir. Bu, bizim üç İmamımıza göre de böyledir. Bu, küp yolda kırıldığı zaman böyledir.

Amma, küp, hamalın başından düşer veya hamalın ayağı kayar ve küp bu yüzden şart koşulan yere geldikten sonra kınlırsa, ona, ücreti tam verilir; tazminat da gerekmez.

Kâdî Sâhid Nîsâbnrî'nin de böyle dediği nakledilmiştir. Bunu, Kâdî Sâid, İmâm Muhammed (R.A.)'in kavline göre söylemiş­tir. Bu İmâm Muhammed (R.A.) kavlidir.

O'nun Önceki kaviliyle, İmam Ebû Yûsuf (R.A.)'m kavli —cinayeti kendi yaptığı için— bu durumda da küpü tazmin eder.

Fakat cinayet, kendi tarafından olmaz ise (kaçınılması mümkün ol­mayan bir hal gibi...) bi'1-icma tazminat gerekmez ve "ücretini tam alır. Eğer kaçınılması imkanı olan bir işden dolayı kırılsaydı, İmâm Ebû Hamfe (R.A.)'ye göre, yine tazminat gerekmezdi. Ve ona yol hesabınca, ecir verilirdi. İmâmeyn'e göre, tazminat gerekir. Ve mal sahibi, —cinayet kendi tarafından hasıl olmuş ise— muhhayyredir. Zehıyre'de de böyledir.

Mal sahibi hamalın yanında iken, yükü hamalın başından çalar­larsa; bi'1-icma tazminat gerekmez.

— Her ne kadar, müşterek ecire tazminat gerekmekte ise de-bu böyledir.

Şayet mal sahibi hamalın yanında yoksa, hamal o malın aslını taz­min eder.

Keza mekkârînin deveye bağladığı yükün ipi kımlıp, taşıdığı yük zayi olduğunda, ipin kırılmasına deveci sebeb olmuş ise, onu tazmin eder.

Değil de, hayvanın ayağı kayıp düşmüş ve ip kırılıp, taşıdığı zayi olmuş ise, tazminat gerekmez. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Şayet hamal, yükü yük sahibinin ipi ile taşırken, ip kırılırsa, bu durumda to^îv-: Ğerekmez. Gıyâsiyye'de de böyledir.

Bir adam, bir tulum yağ taşıması için bir hamal icarlayıp, yağı birlikte kaldırarak hamalın sırtına koflarken tulum yırtılırsa, bu durumda hamala tazminat gerekmez. Mültekâ'da şöyle zikredilmiştir:

Şayet.hamal, yolda onu yere bırakır ve sonra da kaldırmak isteye­rek, tulum sahibinin yardımı ile yüklenir ve beraber giderler; tekrar ye­re korlar ve kaldırırlarken, tulum yırtılırsa; bu durumda hamal, onu taz­min eder. Çünkü o, onun zimanında idi.

Eğer sahibinin evine varır ve sahibiyle beraber onu yere indirirken, ellerinden düşerse, yine hamal, onu tazmin eder.

Kıyâsen, hamal, onun yarısını tazmin etmesi gerekir.

Âlimlerin pek çoğu, bununla fetva vermişlerdir. Kerderi'nin Vecizi'-nde de böyledir.

Şayet, mal sahibi: "Şunlardan hangisini istersen, tanesini bir dir­heme; diğerini ise, yarım dirheme taşı." der; hamal da, ikisini birden taşırsa, ücretin yarısını alır.

Eğer, bu durumda ikisi de zayi olursa, ikisini de tazmin eder. Fa­kat önce birini taşır; sonra da diğerini taşırsa önceki nafile olur. Çün­kü, onu izinsiz taşımıştır. Şayet o zayi olursa, onu öder.

Bir adam, başka birini, lâşe taşıyıp derisini debbağlamasi için icar-ladığında, o lâşe zâyı veya telef olursa, bu durumda ücret verilmesi ge­rekmediği gibi tazminat da gerekmez. Çünkü lâşe mal değildir.

Bir adam, diğerini "Şu dirhemleri götür ve filan adama ver." diye icarlar; o adam da, o dirhemleri yolda harcadıktan sonra, onların mislini o adama verirse ona ücret verilmez. Zira o, tazminat sahibi ol­muştur. Tatartıâniyye'de de böyledir.

Bir adam, iki hamal icarlayıp, yükün tamamını onlardan birisi­ne yüklediğinde, eğer bu hamallar ortak iseler, ücretin tamamını, ikisi­ne verir.

Şayet ortak değillerse, taşıyan hamala ücretin yarısı verilir. Çün­kü, o, yarısını nafile olarak.taşımış olur. Şart koşulan yere varınca yük sahibi, o yükü taşıyan hamala: "Yük yanında dursun." der; o aa ya­nında tutar ve mal zayi olursa; tazminat gerekmez; ücretini öder.

Eğer sahibi, malım isteyince, hamal bu maldan faydalanmak için, onu vermezse, zayi olunca, onu tazmin etmesi gerekir.

İmâm Ebû "Yûsuf (R.A.) şöyle b^'nurmuştur:

Hamalın, yükü taşımadan ücret talep etme hakkı yoktur. Yükü ken­disini icarlayan şahsın evine kadar taşır; eve girince da ayağı kayıp dü­şerse, veya yükünü indirmek isterken o düşer ve zayi olursa, tazminat gerekir. Bir başka şahıs, hamalın taşıdığı yükü kırarsa, tazminat gerek­mez ve hamalın ücreti verilir. Gıyâsiyye'de de böyledir.

Ebû'l-Leys'in Fetvâlan'nda şöyle zikredilmiştir:

Bir adam, heybesini taşıması için bir hamal icarladığında, bu hey­be kendiliğinden yırtılıp içindeki dök'ülürse; İmâm Ebû Bekir: "tpi kopan hamalın, yükünü tazmin ettiği gibi, bu şahıs da, yükü tazmin eder." demiş; Ebû'1-Leys ise; "İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kıyâsında tazminat yok­tur." buyurmuştur.

Fahrii'd-Din de: "Fetva, bunun üzerinedir; biz bunu alırız" demiş­tir. Kûbrâ'da da böyledir.

Müntekâ'da şöyle zikredilmiştir:

Belirli bir hamal, omuzunda yükü taşırken, ayağı kayar ve yükünü dökerse, mal sahibi yanında olsa bile, hamal onu tazmin eder.

Şayet, insanlar o mala omuz vurarak kırarlarsa, tazminat gerekmez.

Bu bi'1-icma böyledir.

Şayet kendisi omuzunu insanlara vurarak, onu kırarsa, o zaman, onu öder. Sahibimuhayyerdir: İsterse kırıldığı zamandaki kıymetini Öde­tip, taşıdığı yere kadar ücret verir; isterse, yükü verdiği yerdeki kıyme­tini ödetir.

Bir mekkâreci, (= hayvanla yük taşıyan kimse) bir köyden şehi-re, pekmez götürürken, yolda inip uyur ve pekmezin tulumu yırtılıp, pekmez dökülürse, oturduğu yerde uyumuş olması hâlinde tazminat ge­rekmez. Gınye'de de böyledir.

Yitim e'de zikredildiğine göre, Ebû Hamid'den sorulmuş:

—Bir adam, bir kimseyi "Şu pekmezi, Mevr'den, Betti şehrine gö­tür. diye, icarladığında, yolun ortasında, bir köprü, bu köprüde de bir taş olur; deveyi ordan geçirmek isterken de, bu devenin ayağı takı­lıp düşer ve pekmez telef olur; o köprü de, o taşa rağmen geçilebilen bir köprü olursa, develeriyle yük taşıyan adamın tazminat ödemesi ge­rekir mi, gerekmez mi? İmâm şu cevabı vermiştir:

—O işi yapan kişinin tazminat ödemesi gerekir.

Bu mes'ele, Yûsuf bin Ahraed'c soruldu; o da, aynı cevabı verdi. Ta-tarhâniyye'de de böyledir.

Hayvan ürker ve eşya düşerse, tazminat gerekmez.

Eşya sahibinin sürmesi veya onu çekmesi sırasında hayvanın ayağı kayarsa, mekkâreciye tazminat gerekmez.

Keza beraber sürerler ve eşya sahibi, bir hayvanın üzerinde; eşya­ları da başka bir hayvanın üzerinde olur ve mekkâreci ile beraber olur­larsa, yine tazminat gerekmez.

Bu, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un kavlidir.

Şayet eşya sahibi, eşyasını hayvana yükletir; üzerine de kendisi bi­ner ve yine hayvanın ayağı tökezler, eşya düşerse, tazminat gerekmez.

Eğer hayvana binmemiş, fakat birlikte gidiyor olurlarsa, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammet) (R.A.)'a göre, tazminat gerekir. Gıyâ-siyye'de de böyledir.

Güneş veya yağmur dokunduğunda pekmez bozulursa, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ya göre tazminat gerekmez.

Imâmeyn'e göre, tazminat gerekir.

Keza, pekmez hayvanın sırtından çalmsa, yine tazminat gerekir.

Hayvanın üzerinde köle bulunur; hayvan sahibi de hayvanı sürmekte iken, hayvan tökezleyip, köle ölürse, yine tazminat gerekmez.

Bu, eşyanın hilafınadır. Çünkü hayvan, kölenin kendi elindedir. Kerderî'nin Vecîzi'nde de böyledir.

Sahih olan kavle göre bu durumda köle de hür gibidir. Timurtâ-şî'de de böyledir.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) şöyle buyurmuştur:

Şayet, eşya sahibinin küçük yaşlı kölesi, eşya taşıyan hayvanın üze­rine binmiş ve hayvan yıkılıp, köle ölmüş ve eşya zayi olmuş olursa, o zaman, hayvan sahibi köleyi tazmin eylemez; eşyayı tazmin eder. Eğer cinayet (suç) o kölenin elinden ileri gelmiş ve o kölenin eşyayı hıfza gü­cü yetmemesi hâlinde bu böyledir.

Şayet köle eşyayı korumaya gücü yeten biri olmuş olsaydı, o şahıs eşyayı da tazmin eylemezdi. Muhıyt'te de böyledir.

Ebû'l-Kâsım'dan sorulmuş:

—Bir adam, üzüm şırasını taşıtmak, İçin bir şahsın hayvanını icar­lar; o yükü indirmek istediği zaman yükün birini tutup, diğerinin üzeri­ne atar ve o yarılıp şıra dökülürse, hem dökülen şırayı, hem de yırtılan tulumun noksanlığının bedelini öder. Hâvî'de de böyledir.

El-FadE'nin Fetvâlan'nda şöyle zikredilmiştir:

Bir adam, yükünü, filan yere götürmek üzere, bir hamala vererek, onu gece götürmesini şart koşar, yük sahibi de hamalla beraber bulu­nur, birlikte giderler, yük taşıyan hayvan ise, yükü ile birlikte kaybolur ve mekkârî, hayvanın muhafazasını terk ettiği için böyle olmuş bulu­nursa, —hilafsız olarak— taşıdığı yükün bedelini öder.

Şayet deve zayi olmaz da yük zayi olursa, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, tazminat gerekmez.

İmâmeyn, bunu muhaliftir.

Uygun olanı, —eşya sahibi, birlikte gidiyorlarsa— tazminatta bulunmamasıdır.

El-Mürgînânî'nin zahir rivayetlerine göre, bu cins mes'elelerde, bi'l-icma tazminat gerekmektedir. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

Dalga çarpması veya rüzgar vurması sonucu geminin batması hâ­linde zayi olan eşyayı, gemici ödemez. Şayet geminin batmasına (onu tamir etmek isterken gemiyi batırması gibi...) gemici sebep olmuşsa, bu durumda gemici, taşıdığı icar malını tazmin eder.

Şayet eşya sahibi veya vekili gemide ise, gemici tazminatta bulun­maz, çünkü eşya, sahibinin veya vekilinin elindedir.

İki gemi bulunur ve bunlardan birinde eşyalar yüklü olur; diğerirçe de sahipleri binmiş bulunurlarsa, gemiciye tazminat gerekmez. An­cak, —iki hayvan gibi bu gemiler birbirlerine çarparlarsa, o zaman taz­minat gerekir.

Keza, eşya sahibi, farz olan namazı kılmak için veya bir ihtiyacı­nı def için çıkar ve gemi, gözünden kaybolmazsa, tazminat gerekmez. Tecâvüz müstesnadır.

Şayet gemi, arzu edilen yere vardıktan sonra, rüzgâr veya dalga onu geri çevirir; veya bir hayvan, başka yola giderse; eşya sahibinin bu ge­mide veya hayvanda olması hâlinde ücret vermesi îcâbeder ve onu aynı yere gitmeye zorlayamaz. Ancak, yeniden ücret vermek şartıyle götürebilir.

Şayet eşya sahibi veya vekili orda bulunmuyorlarsa, gemici onla­rın eşyalarını, önceki yere götürmeye mecburdur. Gıyâsiyye'de de böyledir.

Eğer gemi, ateşten yanar ve o ateşi de, gemici ihtiyaca binâen içeriye koymuş olursa, —gemide eşya sahipleri bulunmasa bile— taz­minat gerekmez. Timurtâşî'de de böyledir.

Bir adam, eşyalarını taşıtmak için, kusurlu bir gemi icarlar; ge­mici de, o gemiye müste'cirin rızası olmadan, başkasının eşyalarını da yükler ve gemi, onları taşıma gücüne sahip bulunduğu hâlde, müste'cir gemide iken bu gemi batarsa, bu durumda gemiciye tazminat gerekmez. Gınye'de de böyledir.

Ali bin Ahmed'den sorulmuş:

—Yük gemisine, binmiş olan şahısla, o geminin batmasından kor­kup, gemilerini karaya çekerek, o şahıslardan bir kısmı çıkıp, başka bir gemi icarlayarak, yüklerinin bir kısmını ona koyarlar ve bunu, bir defa daha yaparak gemiyi hafifletirler ve buna hepsi de razı olurlarsa, bu mas­rafı, önceki gemiyi icarlayanların Tamamı mı ödeyecek, yoksa bu işe mübaşeret edenler mi ödeyecek?

İmâm, şu cevabı vermiş:

—Önceki akdi yapmış olanların tamamının ödemesi muvafık ve evlâ olur. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Müntekâ'da şöyle zikredilmiştir:

Bir eşya sahibi veya onun vekili, icarlanan çok sayıdaki gemiler­den birine, —yükün zayi olması hâlinde— eşya sahibinin veya vekilinin bindiği geminin sahibinin tazminatta bulunması gerekmez.

Diğerlerinin tazminatta bulunmaları gerekir.

Bu, İmâmeyn'in kavlidir. Muhıyt'te de böyledir.

Gemi, insanların eşyaları ile dolu olur ve geceleyin sahile yakın bağ­lanır ve bu gemide bir delik açılarak, ona su dolar ve gemi eşyalarla bir­likte batarsa; -—sahile bağlanması âdet olması hâlinde tazminat gerekmez.

Şayet eşya sahibi, gemiciye: "Gemiyi şuraya bağla." der; o da bağ-Iamayıp yoluna devam eder ve bu sırada gemi, dalgadan dolayı suya gömülğrse, işte o zaman, tazminat gerekir. Gınye'de de böyledir.

Bir dokumacı, tezgahı ile bir yerde durmakta iken, bir ev kirala­yıp oraya taşınır ve ipliğini oraya koyar; o da zayi olursa, ipliği yeni icarladığı eve nakletmemiş ve onu ayrıldığı yere emânet bırakmış olma­sı hâlinde, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) göre tazminat gerekmez.

İmâmeyn'e göre ise, her haliyle tazminat gerekir. Kiibrâ'da da böyledir.

NevâziFde şöyle zikredilmiştir:

Bir adam, bir dokumacıya, bez dokuması için iplik verdiğinde, bu dokumacı onu başka bir dokumacıya verir ve bu iplik, onun yanında çahnırsa, ikinci dokumacı, birincinin ücretlisi olması hâlinde, bunlar­dan hiç biri tazmintta bulunamazlar.

Şayet ikinci dokumacı yabancı biri ise, birinci dokumacı, onu taz­min eder; ikinci tazmin etmez.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ya göre böyledir.

İmâmeyn'e göre ise, önceki durumda, mutlaka birinci dokumacı taz­minatta bulunur.

Yabancıya gelince, iplik sahibi isterse, birinciye; isterse, ikinciye öde­tir. Hulâsa" da da böyledir.

Câmiö'l-Fetâvâ'da şöyle zikredilmiştir:

Bir san'atkar, kendi gibi diğer şahsa devredince, hep böyle olur. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir adam, bez dokumak için, birinin ipliğini alıp onu ustasının evine bırakır ve bu iplik kaybolursa, tazminat gerekir. Cevâlürü'l-Fetâvâ'da da böyledir.

Bir dokumacı, bezini nakkaşa verdiğinde, bu bez orda çalımrsa, —nakkaşın evinin sağlam ve böyle eşyaların konulabildiği bir ev olması hâlinde— tazminat gerekmez.

Şayet bu durumda olmaz ve bez sahibi de bu duruma razı olmuş bulunursa, yine tazminat gerekmez.

Fakat bu duruma razı olmamışsa, tazminat gerekir. Nakışçı (bas­macı) o evde yatmıyor ve geceleyin kapısını kitleyip gidiyorsa, tazminat gerekmez.

O evden bir veya iki defa çalınma hadisesi olmuş olsa bile, ö ev sağlam olma vasfını yetirmiş olmaz.

Fakat, buradan çok sayıda hırsızlık olmuş olması hâli müstes­nadır. Hulâsa'da da böyledir.

Dokumacı, bezi çalıştığı dükkanda bırakır, geceleyin de kapısını kitleyip evine gider ve hırsızlar gelip, o bezi çalarsa, —dokumacı, her zaman öyle yapıyor   olması hâlinde— tazminat gerekmez. Yok eğer, yalnız o gün öyle yaptı ise, tazmin eder. (— öder.)

Bir dokumacı, bezini dokuyup, evine kor ve onu sahibine ver­mek istemez ve bu bezi hırsız çalarsa, dokumacı onu öder mi?

Müşterek ecir için, onu vermekte, zorluk (zahmet - ağırlık) yoksa, tazminat gerekir.

Şayet verme imkânı olduğu hâlde vermemişse, bu böyledir. Bunun aksi ise, tazminat yoktur. Fusûlü'l-İmâdîyye'de de böyledir.

Dokumacı, bezini dokur ve muhatabına: "Bezini tezgahtan çı­kardım; gel al." der; o da: "Yarına kadar yanında kalsın. Yarın gelip alırım." der; o gece de hırsız o bezi çalarsa, bu durumda dokumacı, onu tazmin etmez. (= ödemez.)                   .                        

Böyle söylemediği hâlde, hırsız çalarsa, o takdirde tazmin eder. "Bezi verme imkânı olduğu hâlde vermemişse tazmin eder." denilmiştir.

Şayet ücretini almak için, yanında alıkoymuşsa, uygun olanı, onu tazmin etmemektir. Çünkü o zaman, teslim etme mecburiyeti yoktur. Hızânetii'l-Müftîn'de de böyledir.

Bir aaam, bir kısmı dokunmuş bir kısmıda dokunacak olan be­zini, dokumacının yanına bıraktığında, bu bezi —dokumacfnın yanın­da iken— hırsız çalarsa Neyâzil'de: "Müşterek ecîr öder, diyenlere göre, dokunan da, dokumayan da birbirine ittisal hükmünde olduğundan, taz­minatta bulunur. Geride kalan ipliği dokur ve onun ücretini alır. Müş­terek olan ecîr, bu durumların tamamında tazmin etme zorunluğunda-dır. Bunlar İmamey'nin kavlidir." denilmiştir.

Fetva da böyle verilir.

"Bir adam, terziye kumaşını verir; o da, bu kumaşı gömlek di­ker ve bu kumaştan bir parça artar; o da çalımrsa, tazminat lâzım olur." buyurmuştur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adam, dokumacıya bir kısmı dokunmuş, bir kısmı ise dokun­mamış olan, bezini —dokunmamışı, dokuması için verir ve o bez, terzi­nin yanında çalımrsa, İmâm Ebu Hanîfe (R.A.)'ye göre, bir şey ödemez.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'ya göre ise, dokunmamış ©lanı tazmin eder; dokunmuşu tazmin etmez. Çünkü o, emaneten bırakılmıştır.

İmâm Muhammed (R.A.)'ye göre, her ikisini de öder. Gıyâsiyye'de de böyledir.

İplikci, ipliğini dokumacıya verip, onu iki günde dokumasını da Şart koşar; sonra da o zayi olursa, Şeyhu'l-İslâm Evzecendî'ye göre, tazmin eder.

Temizlikçi de böyledir. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

Bir adam, ecîr-i vahde (= ecîr-i hâs) olan bir kimseye, bir ayda dikmesi şartıyla, bir elbise verdikten £onra, o ayın bir gününde bir elbi­se daha dikmesi için, o şahsı icarlarsa, işte bu caiz olur ve ona, o bir dirhem ücret verilmez. Çünkü, onun bir aylığını icarlamıştı. Gıyâsiyye'­de de böyledir.

Bir terzi, diktiği elbiseyi, sahibine getirince sahibi çekerek o elbi­seyi yırtarsa, bu durumda terziye tazminat gerekmez. Birlikte çekerek: yırtarlarsa terziye yarı tazminat gerekir. Yani, bu durumda yırtılan ye­rin noksanlığının yarısını terzi öder. Kerdeif nin Vecîzi'nde de böyledir.

Ebû'l-Kâsım'dan sorulmuş:

—Bir temizlikçi, yıkadığı elbiseyi, dükkanının içindeki bir ağacın üzerine, kurusun diye serdi; kız kardeşinin oğlunu da onları muhafaza etsin diye dükkana bıraktı ve kendisi gitti, yeğeni de dükkanın alt katı­na girdi ve bu elbise zayi oldu; durum ne olur?

İmâm  şu cevabı verdi:

Eğer yeğinin girdiği yerden o elbise görünmüyor ise, o elbiseyi, onun babası veya anası; bunlar yoksa, dayısı tazmin eder

Eğer o yer-görüne» bir yerse, temizlikçi tazmin eder. Şayet, sabî tazmin eylemişse, kimseye tazminat gerekmez, değilse, temizlikçi taz­min eder. Hâvî'de de böyledir.

Temizlikçi, halkın elbiselerini ücretlisine onları kurutup, koru­ması için, teslim eder; ücretli de uyur; sonra da temizlikçi gelip o elbise­lerden beşinin zayi olduğunu görür, fakat nasıl zayi olduğunu ve ne za­man zâyı olduğunu-bilemezse, Ebû Ca'fer: "Eğer temizlikçi, o ücretli uyur­ken zayi olduğunu bilemezse, tazminat temizlikçiye âit olur; ücretliye ait olmaz. Şayet, o uyurken zâyî olmuş olduğunu bilirse, işte o zaman, —üzerine vâcib olan korumayı yapmadığı için— ücretli tazmin eder. El­bise sahibi dilerse, her iki hâlde de temizlikçiye ödetir." demiştir.

Ebû'l Leys'de şöyle demiştir:

O temizlikçi, müşterek ecîr olduğundan, kendisi öder.

Bu, İmâmeyn'in kavlidir.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.): "Temizlikçinin tazmin etmesi gerekmez." buyurmuştur.

Biz de, bu görüşü alırız.

Üstadlarımizda: "Fetva buna göredir." buyurmuşlardır. Kûbrâ'da da böyledir.

İki temizlikçi, insanların elbiselerini temizlemek için aldıkların­da, bu işi, birisi, diğerine terk ederek elbiseleri ona yerip kendisi gider ve bu elbiselerden bazısı zayi olursa, bu durumda, elbiseleri diğerine verip giden şahsa tazminat gerekmez.

İkisi ortak olmaları hâlinde birinin alması, diğerinin alması gibi olur ve tazminata da ortak olurlar. Hızânetü'I-Müftîn'de de böyledir.

Bir temizlikçi, borcunun yerine, temizlediği elbiseyi, bir adamın yanına rehin olarak bıraktıktan sonra, onu kurtarır bu elbiseye rehin bırakılan yerde bir pislik isabet olur ve elbesi sahibi, onu görünce, te­mizlikçiye onu tamizlemesinî söyler, temizlikçi ise bundan kaçınır, elbi­se sahibi de, o elbiseyi orda bırakıp gider ve elbise temizlikçinin yanın­da zayi olursa âlimler: "Şayet isabet eden pislik, elbisenin kıymetine bir noksanlık getirmiyorsa, temizlikçiye bir şey gerekmez. Şayet getiriyor­sa temizlikçi o noksanlık nisbetinde tazminatta bulunur. Çünkü, bu du­rumda elbise, emanet olarak zayi olmuş olur." demişlerdir. Fetâvâyi Kâ-dîhân'da da, böyledir.

Fetâvâyi Dinârî'nin Tazminat Katabi'da şöyle zikredilmiştir:

Bir adam, bir temizlikçiye, çok ince bir elbise verir ve bu elbisenin inceliğini, söylemez, temizlikçi de onu çamaşır kazanma koyar ve o orada yanarsa, temizlikçi onun yanacağını bilmese bile, onu tazmin eder. Çün­kü, elbise onun fiiliyle yanmıştır. Cehalet özür değildir. Fiisûlü'Hmâdiyye'de de böyledir.

Bir temizlikçi, yıkadığı elbiseleri, kurutmak üzere güneşletir ve bu sebeple elbiseler yanarsa, onları tazmin eder. Koyu, elbiseyi fazla sık­mak suretiyle yırtarsa, tazmin eder.

Keza, elbiseyi fazla sıkmak suretiyle yırtarsa temin eder.

Eğer, bu işi temizlikçinin ücretlisi yapar ve onu bozmak niyeti bu­lunmazsa, ücretliye tazminat gerekmez; onu, ustası tazmin eder (- öder.) Hızânetü'l-Miiftîn'de de böyledir.

İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğu nakledilmiştir: Bir te­mizlikçi, kendi sun'u olmaksızın, dükkanına lamba kor ve o yüzden de elbiseler yanarsa, o elbiseleri tazmin eder. Çünkü ondan ihtiraz edebi­lirdi. Yâni onu söndürebilirdi.

Şayet ateş fazla olur ve söndürme imkanı bulunmazsa, İmâmmeyn'e göre, tazminat gerekmez. İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre kendi sun'u olmadıkça, tazminat gerekmez. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

Bir temizlikçinin çırağı veya ücretle çalıştırdığı bir kişi, dükkana ışık yakmak için, ustalarının emri ile, ateş alır ve bir çıngı sıçrayarak, elbiselerin birini yakarsa, onu temizlikçi öder. Talebe veya ücretli olan şahıs ödemez. Çünkü onlar, o ateşi, onun emriyle getirmişlerdir. Ve yap­tıkları, ustalarının yaptığı şey gibi olmuştur. Bu işi, temizlikçinin ken­disi yapmış olsa da aynıdır. Ve tazminatta bulunur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Müşterek ecîrin çırağı, elinden ışığı düşürse ve elbise yansa, taz­minat usatsına aittir.

Eğer, dükkanda yıkanmış elbise yoksa, bu dükkanı yakan ücretli, onu (dükkanı) tazmin eder. Huiâsa'da da böyledir.

Dükkandaki ışık söndürülür, fakat lamba dükkanda kalır ve dük­kan yanarsa, tazminat gerekmez.

Fetva da bununla verilir. Kerderi'nin Vecîzi'nde de böyledir.

Tecrîd de şöyle zikredilmiştir:

Temizlikçinin çırağının diğer san'atkarların ve onların ücretlileri­nin tazminat ödemeleri gerekmez.

Ancak, bunlar haddi tecâvüz ederlerse, o müstesnadır. Onların za­rarını, ustaları öder ve bunlara müracaat edemezler. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Temizlikçinin ücretlisi o temizlikçinin evinde, elbiseyi yıkarken o elbiseyi ayakları ile tepeler ve elbise yırtılırsa, bu cins elbisenin öyle temizleniyor olması hâlinde tazminat gerekmez. Durum böyle değilse, (meselâ: Elbise ince ise), bu elbise ister, temizlikçinin kendi elbisesi ol­sun, isterse, başkasının olsun tazminat gerekir. Sugrâ'da da böyledir.

Müşterek ecîre, bir şey zayi olunca, onu tazmin edeceği şart ko-şulursa, bir şeyin zayi olması hâlinde, onu bi'1-icma tazmin edmesi ge­rekir. Kerderi'nin Vecizi'nde de böyledir.

Bir çırak, çalıştıkları yerde ustasının emriyle, bir şey taşırken, o şey elbisenin üzerine düşüp onu yırtarsa, —o elbisenin temizlikçinin kendi elbisesi olması hâlinde— tazminat gerekmez.

Eğer yıkanılan elbise, başkaısının elbisesi ise, onu ücretlinin taz­min etmesi gerekir. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

Bir ücretli, efendisinin hizmetinde bir şey taşırken, ovşey düşer ve -bozulursa, tazmin eylemez.

Eğer emanet olan şey düşerse, onu tazmin eder.

Bu ücretli ayağı kayıp düşerse, üzerine düşülen şeyin sergi veya ariyet alınmış bir yastık olması hâlinde, tazminat gerekmez. Bu, ev sa­hibi için de, ücretli için de böyledir. Mebsûl'ta da böyledir.

Bir temizlikçinin, kendi fiili ile zayi ettiği bir elbiseyi, bu elbise­nin sahibi; isterse, temizleme ücretini vererek temizlenmiş haldeki kıy­metini tazmin ettirir, isterse, ücret vermez ve önceki haldeki kıymetini tazmin ettirir.

Bir temizlikçi, elbise sehibine: "Bu elbise, vurmaya tahammül edemez." der; veya bir adam, camcıya: "Bu camı kıracağım." der; karşı taraftaki zat da, o şeyi teslim eder; elbise yırtılır veya cam kırıhrsa, taz­minat gerekmez. Çünkü, sahibi buna razı olmuştur. Gıyâsiyye'de de böyledir.

Velvâlüciyye'de şöyle zikrelidimiştir:

Ücretli bir şahıs, bir insana dokunarak, onu öldürse, tazminat usa-tına değil, kendisine ait olur. Bu, kitab'da (el - Asl'da) da böylece yazılmıştır.

Hâher-Zâde de:   "Cevap  böyledir."  demiştir.  Tatarhâniyye'de  de böyledir.

Bir çırağın fiili ile ustasının bir şeyi kırıldığında, bu çırak ister vursun, isterse vurmasın, onu tazmin etmesi gerekmez.

Eğer kırdığı eşya, iş yapmakta kullanılmayan bir şey ise, o takdir­de tazmin eder. Ftisûlü'l-Imâdiyye ve Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adam, bir topluluğu evine da'vet ettiğinde, onlar sergisinin üzerinde yürürler ve sergi yırtılır veya minderine otururlar ve o yırtılır yahut misafir, ev sahibinin asılı kılıcını kınından çıkarırken, kılıç kırı­hrsa, bu durumlarda tazminat gerekmez.

Şayet aynasının üzerine basar veya kaplarını tepelerse, onu tazmin eder.

Bir temizlikçi, elbiseleri ipe serip kuruturken, bir hamule gelip onlardan bir kısmını yırtarsa, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, tazminat gerekmez.

İmameyn'e göre ise, tazminat gerekir. Zehıyre'de de böyledir.

Bir temizlikçi, elbise sahibinden yardım isteyip, elbiseye birlikte tokaç vururlar ve bu elbise hangisinin vurduğundan yırtıldığı belli ol­madan —yırtılırsa, İmam Ebû Yûsuf (R.A.)'ya göre, yarı yarıya tazmin ederler.

Sahih olan da budur. Gıyâsiyye'de -de böyledir.

KâdîFahnTd-Dîn: "O«lbisenin, ancak yarısı tazmin edilir." demiştir. Kübrâ'da da böyledir.

Bu elbise yirtılmazsa mal sahibinin çalışmasına karşılık, ücret­ten bir miktar düşülür mü?

Muhıyt Sahibi'nin Fevâid isimli kitabında: "Çalıştığı nisbette, ücret­ten düşülür." diye yazılmıştır.

Keza, elbesi sahibi gelip, terzinin elinde bulunan elbisenin bir kıs­mını kendisi diker veya dokumacının dokuyacağı bezin bir kısmını bez sahibi dokursa, onun hissesi nisbetinde, ücret noksan verilir.

Sahih olan budur, füsülö'l-lmâdiyye'de de böyledir.

Elbise sahibi, temizlikçiden elbesiseni almak istediğinde, temiz­likçi ücretini almak için, bu elbiseyi elinde tutar elbise sahibi de onu çe­ker ve elbise yırtılırsa, bu durumda temizlikçinin, yırtılan elbisenin ya­rısını tazmin etmesi gerekir. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Ortak bulunan iki tezîmlikciden birinin yanında, bir elbise zayi olursa, elbise sahibi, onlardan hangisini dilerse ona ödetir. Tazminatda ortak olurlar. Yani yarısını biri verir, yansım da diğeri verir. HızâneüVI Müftîn'de de böyledir.

Bir temizlikçi, elbeseyi, her hangi bir sebebden dolayı ödedikten sonra, o elbise meydana çıkar, Ebû'o-Nasır "Temizlikçi-ona sahib ola­maz." buyurmuştur. Hâvî'de de böyledir.

İcârâti'1-Idde Kitabı'nda şöyle zikredilmiştir:

Bir adam, temizlikçiye elbise verir ve ona: "Bunu temizle; sakın temizlenene kadar zayi etme, bırakma." der veya "o gün" veya "bir gün sonra almayı" şart koşar; temizlikçi de onun dediğini yapmaz ve elbise sahibi defalarca onu ister; bu elbesi de çalınırsa, —şart şekli olduğundan— tazminat gerekmez.

Buhârâ âlimleri şöyle fetva vermişlerdir: .

Elbise sahibi, temizlikçiye "o gün bitirmesini şart koşsaydı" ve teslim etmesini söyleşiydi, temizlikçi ise, bir gün sonraya bıraksa, elbise de o gün çalınmış olsaydı, tazminat gerekirdi, Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

Nevâzil'de şöyle zikredilmiştir:

Bir adam, elbiseyi, temizlikçiye veya terziye teslim ettikten sonra, başka bir adamı, onu almaya vekil eder; temizlikçi de ona başka bir el­bise verirse, vekilin tazminatta bulunması gerekmez.

Eğer, bu elbise, vekilin yanında zayi olur ve bu elbise, temizlikçiye ait bulunursa elbise sahibi, elbisesini temizlikçiden ister. Bu böyle değil de, elbise bir başkasının elbisesi ise, bu durumda elbise sahibi muhay­yerdir. Dilerse, vekile; dilerse, temizlikçiye ödetir.

Şayet temizlikçi öderse, vekile müracaat etemez. Fakat vekil öder­se, —temizlikçinin kendisini aldattığı için— ona müf âcaat eder ve öde­diği kadar bedeli ondan alır. Zehıyre'de de böyledir.

Şayet temizlikçi elbise sahibinin kendisine, başka bir elbise ve­rir; elbise sahibi de, onu kendi elbisesi zannederek alırsa, temizlikçiye, o elbisesini ödetir. Hizânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Bir temizlikçi, birinin elbisesini, hatâen diğerine verir; alan şahıs da onu kesip, biçer ve dikerse; asıl elbise sahibi, muhayyerdir: dilerse, temizlikçiye ödetir, dilerse, kesip biçene ödetir.

Eğer elbiseyi kesene ödetirse, o kimseye müracaat edemez.

Ve eğer, temizlikçiye ödetirse, o, diğerine mürcâcaat ederek onun bedelini alır. O da, temizlikçiden kendi elbisesini alır.

Keza, temizlikçi, bilmeyerek kendi elbisesini bir diğerine verir; alan şahıs da onu keserse, onu kesen şahıs temizlikçinin elbisesinin be­delini öder.

Keza, emânet bırakılan her şahıs emâneti geri verirken, bilmeye­rek kendi malını da verirse, burada da, onu alan şahıs, bunu tazmin eder.

Şayet temizlikçi: "Bu senin elbisendir." derse; ona inanılır. Çünkü o, güvenilen kişidir. Bütün müşterek ecirler böyledirler.

Bir adam, elbisesine karşılık, bir elbise alırsa, ondan faydalan­ması helâl olur mu?

—Olur.       

Keza, temizlikçi veya benzeri bir şahıs: "Elbiseni sana verdim." derse; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, onun sözü doğrulanır. İmâmeyn'e göre ise, hüccetsiz doğrulanmaz. Attabiyye'de de böyledir.

Bir temizlikçi, mal sahibinin emriyle, elbiseyi yanında bırakır ve o zayi olursa; ücretini almamış olması hâlinde - İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, tazminat gerekmez.

İmâmeyn'in, buna muhalefetleri vardır.

Şayet, ücretini almış ve elbise de zayi olmuşsa, bi'I-icma, o emânet olarak zayi olmuştur.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, temizlikçi, elbiseyi yanında habse-demez. Şayet habseder ve o zayi olursa, onu öder. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Bir adam, elbiseyi, temizlikçiye, çırağı ile yolladıktan sonra, te­mizlikçiye: "Onu İslah eylediğin vakit, çırağa teslim etme." der; temiz­likçi de, temizliğini yaptıktan sonra, o elbiseyi çırağa verir; o da, bu el­biseyi alıp, başka bir yere giderse; bu temizlikçiye tazminat gerekir mi?

İmâm şöyle buyurmuştur:

—Şayet çırak, bu elbiseyi temizlikçiye teslim ederken: "Bu elbise, filanındır; benimle sana yolladı." dememişse, tazminat gerekmez.

Eğer öyle söylemiş temizlikçi de ona inanmışsa, tazmin eder; değil­se etmez. Muhıyt'te de böyledir.

Muhıyt Sahibi, Fetvalarında şöyle buyurmuştur:

Bir adam, temizlemesi için, elbisesini temizlikçiye yerdikten sonra, elbise sahibi gelerek, elbisesini ister; temizlikçi de ona: "Ben, senin el­biseni, —onun, kendisinin olduğunu zannetmesi üzerine— başka bir adama verdim." derse, bu temizlikçi, o adamın elbisesini öder. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

Zamanımızda şu şekilde bir hâdise vuku buldu: Hırsızlardan bir topluluk geceleyin temizlikçinin kapısına geldiler; onlardan birisi, temiz­likçiden, içmek için bir su istedi ve: "Ben köylüyüm; çok susadım. Su­ya çok muhtacım." dedi. Diğer hırsızlar saklandılar. Temizlikçi kapıyı açtı ve suyu çıkardı. Su isteyen hırsız, kapının eşiğine oturup, su içmek­le meşgul oldu. Diğer hırsızlar geldiler ve dükkâna girdiler. Temizlikci-. yi de elbiseleride bağladılar ve elbiseleri alıp gittiler.

Fetvalar cevabda, bunun bir hırsızlık olmadığında ittifak ettiler. Bu durumda temizlikçinin, o elbiseleri tazmin etmesi gerekir.

Bu mes'eleyi Kudûrî Şerhi'ndeki bir mes'eleye kıyâs ettiler.

Lambadan zuhur eden bir yangınla, temizlikçinin dükkanı ya-narsa, bu yangın lamba söndürülmemiş olmasından çıkmışsa, ve baş­langıçta, yangının büyüklüğü, söndürülmesinin mümkün olmadığı bi­linirse, bu yanışa itibar olunmaz.

Şayet, bidâyeten bu şekil hırsızlığın çokluğunu ve tedârikinin müm­kün olduğunu, temizlikçi bilirse, kapıylı açmaması gerekir. Zehıyre'de de böyledir.                .

Haniye'de şöyle zikredilmiştir:

Temizlikçiye, yapacağı işte elbiseyi yırtmamasını şart koşmak ca­izdir sahihdir. Çünkü bu, onun gücünün yeteceği bir şeydir. Tatarhâniy-ye'de de böyledir.

Bir temizlikçi, temizlediği elbiseyi giyip ve çıkarır; sonra da o el­bise zayi olursa, tazminat gerekmez.

Sökükcü de mestleri alıp, onu tamir eder ve giyerse, giydiği kadar tazminatta bulunur. Sonra çıkarsa ve çıkardıktan sonra zayi olursa, taz­minat gerekmez. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir,

Bir adam, hamama girdiğinde, elbisesini hamamcıya teslim edip, onun ücret karşılığı muhafaza edilmesini şart koşar ve bu elbise telef olursa, Fakıyh Ebû Bekir: "Bi'1-icma; hamamcı onu Öder. Ecîr-i müşte­rek, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre tazminat şart koşulmazsa tazminatta bulunmaz. Fakat bu şart koşulursa, o zaman tazminat gerekir." buyurmuştur.

Fakıyh Ebû Cafer, şart koşmayı veya koşmamayı müsavi kabul eder ve: "Tazminat gerekmez." dedi.

Fakıyh Ebû'1-Leys de: "Biz, bunu alır ve bununla fetva veririz" derdi. Zehıyre'de de böyledir.

Bir adam hamama girdiğinde, elbisesini, muhafaza etmesi için hamamcıya verir ve elbisesi zayi olursa, bi'1-icma tazminat gerekmez, çünkü, o emânettir.

Zira her ücretin karşılığı bir menfaat vardır; adam, ücretine muka­bil hamamda yıkanarak faydalanmıştır.

Korumanın karşılığında ücret'verilmiş olması hâli müstesnadır.

Şayet hamama giren adam: "Ücret, hem yıkanma, hem de elbiseyi muhafaza içindir." derse o takdirde ihtilaf çıkır. Suğrâ'da da böyledir.

Bir adam, hamama girdiğinde, hamamcıya: "Elbiseler nereye ko­nuluyor?" der; hamamcıda işaret ederek, bir yeri gösterir, adam da el­bisesini oraya koyup ve hamama girdikten sonra hamamdan birisi çı­kıp, o elbiseyi alır; hamamcı da "Onundur." zanniyle, o şahsı men et­mezse, bu durumda hamamcı, önceki adamın elbisesini öder.

Bu, İbdü Seleme ve Ebû Nasr ed-Debbûsî'nin kavilleridir.

Ebû'l-Kasım: "Tazminat gerekmez." demiştir.

Esahh olanı ise, önceki görüştür. Muhıyt'te de böyledir.

Elbiseci uyur ve elbise çahmrsa, şayet, bu şahıs oturduğu yerde uyumuşsa, tazminat gerekmez. Yatarak uyumuşsa, tazminat gerekir. Ker-derî'nin Vecîzi'nde de böyledir.

Elbise sahibi, hamamdan çıkar ve elbise zayi olmuş olursa, onu berbere veya hamamcıya yahut ailesinden güvenilir birisine, —onu ko­rumaları için— bırakmış olsaydı, o zaman tazminat gerekmezdi. Hulâ-sa'da da böyledir.

Bir adam, hamamcının önünde elbisesini çıkarır, diliyle bir şey söylemeden, bu elbiseyi, onun yanına koyup, hamama girer ve çıktığında elbisesini bulamazsa, hamamcı, onu öder. Zira onun yanına bırak­mak, onu koruması içindir.

Muhammed bin Seleme ve Şeyhu'l-İslâm Hâher-Zâde bununla fetva ver­mişlerdir. Fetâvâyi Aftabiyye'de de böyledir.

Hamamcıya: "Elbisem  nerde?"  der; hamamcı da, o elbisesini çıkarırken orada bulunmamakta olursa, cevap yukarıdakinin aynısıdır.

Şayet hamamcı hazırda ise, bu durumda, hamam sahibitazmin ey­lemez. Zehıyre'de de böyledir.

Bir adam, gelip oturan birinin yanına, elbiselerim koyar; oturan şahıs da, onu korumayı kabul etmez ve o şahsa da geri vermez (meselâ: "Yanıma bırakma." demez) ve örfe, göre zayi olursa, onu tazmin eder. Hâvi'de de böyledir.

Bir kadın, hamama gittiğinde, elbisesini hancı kadının gördüğü bir yere bırakır; hamamcı kadın da, o kadından sonra, bir kız çocuğu­nu yıkamak için hamama girer ve bu kadının elbisesi zayi olursa; âlim­ler: "Eğer elbise, hamamcı kadının veya kızının yanında zayi oldu ise, onu öder; değilse ödemez." demişlerdir. Felâvâyi Kâdihân'da da böyledi.".

Hamamdan çıkan bir şahıs: "Cebimde dirhemlerim vardı; zayi olmuş." derse, tazminat gerekmez. Eğer, hamamcı onu tasdik ederse, öder. Füsûlü'I-Imâdiyye'de de böyledir.

İmam Muhammed (R.A.) El-Asl Kitabı'nda şöyle buyurmuştur: Çoban eğer özel çoban olur ve koyunlardan birisi de ölürse, onu

ödemediği gibi, ücreti de nok s anlaştırılmaz.

Şayet onu icarlayan şahıs, başkalarının koyunlarını da otlatmasını teklif etmiş olur, o koyunlardan birisi de, sularken veya yayılarken ölürse, çoban, onu da ödemez.

Bu, çoban husûsî olduğu zaman böyledir.

Fakat çoban, müşterek ecîr ise, o takdirde ölen koyunu bi'1-icma öder.

Bu, müştereklerin, koyunun öldüğünü doğrulamaları veya belge­lemeleri halinde böyledir.

Fakat, çoban koyunun öldüğünü iddia eder; koyunların sahipleri de bunu inkâr ederlerse, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, çobanın sözü geçerli olur.

Fakat, İmâmeyn'e göre, koyunların sahibinin sözü geçerli olur.

Çoban, koyunları mer'aya sürdüğünde, onlardan birisi, dağdan düş­mek veya yüksek bir yerden düşmek gibi bir sebeple ölürse, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)ye göre, bu çobana tazminat gerekmez.

İmâmeyn'e göre tazminat gerekir.

Keza, bir çoban, koyunları sulamak için nehre götürdüğünde, on­lardan birisi suya düşerek ölürse, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, ödemez.

İmâmeyn'e göre öder.

Keza, o koyunlardan birini, vahşi bir. hayvan yer veya- çalınırsa, mes'-ele ihtilaflıdır.

Şayet çoban koyunları acele acele sürer ve biri düşer, ayağı veya boynu kırılırsa, her üç imamımıza göre tazminat gerekir. Muhıyt'te de böyledir.

Çobanın yanında, bir koyunu kurt yerse, kurt birden fazla ise, çobana tazminat gerekmez. Çünkü bu, çok kimsenin çalması gibidir.

Şayet kurt tek ise, û çoban koyunu tazmin eder.

Çoban sığırları sürerken, onlar birbirlerini süsseler ve-biri ölür­se, eğer sığırtmaç, bir adamın özel çobanı ise tazminat gerekmez.

Şayet müşterek ise, yani muhtelif insanların çobanı ise, onu taz­min eder.

Keza, sığır muhtelif kişilerin çoban, ise bir adamın olur ve onları sürmesinden dolayı bir sığır ölmüş bulunursa onu tazmin eder. (= öder) Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Çoban, bir koyunu vurunca, onun gözü çıkar veya ayağı kırılır yahut bir uzvu zayi olursa, âlimlerimiz, bu hususta ihtilaf etmişlerdir.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A. 'ye göre, tazmin eder.

İmâmeyn'in kıyâsları ise: "Eğer âdet olan vuruşla vurdu ise, uygun olanı onu ödememesidir.

Bazı âlimler de: "Her haliyle, —koyuna vurması sebebiyle— taz­minatta bulunması uygun olur." buyurmuşlardır, ve: "Bu, bilginlerin ekserisinin görüşüdür." demişlerdir. Zahîriyye'de de böyledir.

Şayet, çoban odunla vurmuşsa, bi'1-icma tazmin eder. İster ço­ban kendisi vurmuş olsun; isterse, ücretlisi veya çırağı vurmuş olsun fark etmez.

Bunların haricinde, bir başkasını koyunları muhafaza için yolla­mış olursa, yine zayi olanı kendisi öder. Gıyâsiyye'de de böyledir.       

Bir çobanın koyunları, kölesi veya ücretlisi yahut yaşı büyük ve ailesi içinde bulunan oğlu ile otlatmaya gönderme hakkı vardır.

Bu durumda, çoban müşterek ise, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, zayi olanı ödemez.

İmâmeyn'e göre ise, kaçınılması imkan dâhilinde olan şeylerden do­layı vukua gelen zayiatı tazmin eder. Aynen, kendi önünde olmuş gibi... Şayet çoban husûsî ise, hiç bir .hâlde tazminat gerekmez. Bu da, aynen kendi otlatma hâlinde olduğu gibidir. Şeyhu'I-İmâm Ahmed et-Tavâsî: "Müşterek ecirin kendi ailesinden olmayan bir kimseyide yollama hak­kı vardır." buyurmuş ve "Fakat, özel olan ecîr için bu hak yoktur." demiştir. Hâkim Mehrevî ise, her ikisini de müsavi tutmuş ve: "İkisinin de hakkı yoktur." buyurmuştur..Muhıyt'te de böyledir.

Müşterek çoban, koyunların bazılarım bazılarına katar ve ayır­ması mümkün olmaz ve: "Ben, herkesin koyununu tanıyamıyorum." derse; bu durumda zayi olan koyunun bedelini tazmin eder. Şayet tanı­yorsa, o zaman tazmin etmesi gerekmez ve çobanın sözü herkesin ko­yununu tanıma hususunda geçerli olur.

Koyunun kıymeti hususunda çobanın sözü geçerli olur. Ve koyun­ların birbirine katıldığı gündeki kıymetine itibar edilir.

Bu, İmânı-ı A'zam Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre böyledir. Bunda şek yoktur.

İmâmeyn'e göre ise, bu hususta âlimler görüş aynhğmdadırlar. Bazı­ları: "Çobanın o koyunu teslim .aldığı günkü kıymetidir," demişler; ba­zıları da: "Koyunların birbirine katıştığı günkü kıymetine itibar edilir." demişlerdir.

Sahih olanı da budur.

Onlardan bir topluluk, koyunun zayi olduğu iddia eder; çoban da "Onun koyununun olmadığına" yemin ederse tazminattan kurtulur; şa­yet yemin edemezse, tazmin eder. Zehıyre'de de böyledir.

Şayet çoban, koyunun murdar öleceğinden korkup onu boğaz­larsa tazminat gerekmez.

Bunu, bazı âlimlerimiz —öleceği tahakkuk ederse— güzel gördüler.

Amma yaşama ümidi varsa Sadra'ş-Şehîd, Vâkiât Kitabının Şirket Babı­nın başında: "Bir kimse, bir başkasının yaşama ümidi olmayan koyu­nunu keserse, tazminatı gerekir." buyurmuştur.

Bu durumdaki bir koyunu çoban keserse, tazmin eylemez.

Yabancı ile çoban arasında ne fark vardır.

Fakıyh Ebû'l Leys: "Yabancıda kesse, çoban gibi tazminat gerekmez." buyurmuştur.

Sahih olan da budur.

Sığır da böyledir. Hulâsa'da da böyledir.

Bir adam, diğer birinin koyununun düştüğünü görüp, onun öle­ceğinden korkarak, onu boğazlarsa, istihsânen tazminat gerekmez.

Fetva için muhtar olan: Gerçeİkten o şahıs onu tazmin eder.

Bir çobanla, koyun sahibi arasında ihtilaf çıktığında, koyun sa­hibi, çobana: "Sen, onu, o sağ iken kestin." der; çoban da: "Hayır, ben, onu öldükten sonra kestim." derse, bu durumda çobanın sözü ge­çerli olur. Hızânetü'l-Müffîn'de de böyledir.

Koyun sahibi, çobana: "Eğer karnında yavru yoksa, onu boğaz­la." der; çoban da "Ben iyi biliyorum; onun karnında yavru yoktur." der ve boğazlar; koyunun karnından da yavru çıkarsa, bu durumda ço­ban, onu öder. Hulâsa'da da böyledir.

Bir inek hastalandığında, çoban onun öleceğinden korkar ve bo^ gazlarsa, tazminat gerekmez.

Şayet boğazlamaz ve o murdar ölürse yine tazminat gerekmez. Si-râciyye'de de böyledir.

Koyun sahibi, koyunlarının sayısını artırmak istediğinde çoba­nın gücü yetmiyeceği kadar bile artırmaya hakkı vardır.

Şayet koyun sahibi, koyunlarının yarısını satarsa, çobanı aylık tut­muş olması hâlinde, onun ücretinden kesinti yapamaz.

Keza, aylığını mevcut koyunları otlatmak şartıyla belirlemişse, on­ları artıramaz.

Kıyâs budur.

Fakat istihsâna göre gücünün yeteceği kadar artırabilir.

Fakat, ona başka bir iş teklif edemez.

"Eğer koyunlar yavru yaparlarsa, sen onları otlatmayacaksın." der­se, kıyasla istihsan onu aylık tutmamış olması hâlinde, kıyâs da, istih-sânda birdir.

Fakat, onu aylığı bir dirhem olmak üzere tutmuş iste, bu durumda koyunları fazlalaştıramaz. Eğer onlardan satarsa, o nisbetle de ücretin­den düşer. Eğer koyunlar yavru yaparlarsa, bu durumda çoban onu da otlatmaz.

Şayet, şart koşarak "eğer koyunlar doğurursa, onları da otlatacak­sın." derse, işte bu akid fasid olur.

Bu kıyâsda böyledir.

Fakat istihsânda, bu şart caizdir.

Deve, sığır, at, eşek ve katır gibi şeylerin hepsi, koyunlar gibidir. Mebsût'ta de böyledir.

Çoban, hayvan sahibinin izni olmadan, bir iş yapma hakkına sa­hip değildir.

Eğer.yapar ve hayvanlardan biri ölürse, onu öder. Çoban böyle bir ey yapmaz, fakat erkek hayvan,'birine atlayıp onu öldürürse, bu durumda çobana taminat gerekmez. Bu eğer ecîr özel ise böyledir.

Şayet ecîr müşterek ise, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, yine böyledir. İmâmeyn'e göre ise, tazminat gerekir.

Koyunlardan biri kaçıp gider; çoban da —geride kalanlara bir zarar olmasın diye— onun ardından gitmezse, buna ruhsat vardır.

Gider Ölürse, tazminat gerekmez.

Bu bi'Ucma böyledir.

Eğer çoban özel ise İmâm Ebû Hanîfe (R. A.)'ye göre bu böyledir. Şa­yet çoban müşterek olur ve giden o koyunun arkasından gidince, geride kalanlardan emin bulunur ve bu durumda gitmezse, onu tazmin eder. Çünkü emin olan için kaçanı takip etmediğinden tazminat vardır.

Şayet özürsüz olarak gitmez ise, İmâmeyn'e göre onu tazmin eder. (- öder.)

Ben bazı nüshalarda "tazminat gerekmez." diye zikredil d iğini gördüm.

Eğer onu gidip, getirecek kimse bulamaz veya sahibine haber yol-larsa, bu böyledir.

Şayet bu çoban, birini ücretle tutup, giden o hayvanı getirmesi için gönderirse, "bu nafile olur. —Yâni, onun ücretini, kendisi fazladan vermiş olur.

Şayet koyunlar veya sığırlar bölük bölük olurlar ve çobanın onları toplamaya gücü yetmez; bir bölüğün ardından gidip, diğer bölüğünü bı­rakır ve onlarda zayiat olursa, onu tazmin eylemez, buna ruhsat vardır, çünkü, o bölüğü muhafaza bir mazerettir.

İmâmeyn'e göre, bu durumda tazminat vardır. Çünkü özür, tama­mını terketmek değildir. Zehıyre'de de böyledir.

Çobanın, ateş getirmesi için bir şahsı icarlaması da bir tatavü-dur. Seraha'nin muhıytı'nde de böyledir.

Bir adam, bir çoban icarladığı hâlde, onun nerede hayvan otla-vac ,ğını söylemez ve bu çoban müşterek bir çoban olur ve o hayvanları bir yerde otlatırken, hayvanlardan birisi ölür veya suya düşer yahut kurt yer veya benzeri bir şey olur; sahibi de: "Ben, sana burda değil, başka yerde otlat; dedim." der; çoban ise: "Hayır, sen, burda otlatmamı söy­ledin." derse, bi'1-icma hayvan sahibinin sözü geçerli olur.

Beyyine getirmek çobana aittir.

Eğer çoban özel bir çoban ise, bunda ihtilaf vardır. Yine sözün doğ­rusu, mal sahibinin sözünün geçerli olmasıdır.

Şayet çoban isbat ederse, tazminattan beri olur. Bu bi'1-icma böy­ledir. Fetâvâyi Attabiyye'de de böyledir.

Eğer çoban, mal sahibinin dediğine muhalefet ederek, hayvan­ları başka bir yerde otlatırken, zayiat olursa, bu çoban onu tazmin eder. Ve bu çobana ücret de verilmez.

Her ne kadar, hayvanları tamam teslim, etse bile, kıyâsen, bu ço­bana ücret yoktur.

îstihsânda ise, ücret verilmesi gerekir. Muhıyt'te de böyledir.

Necmü'l-Eimme el:HaKnî'den sorulmuş:

—Bir adam, atlarım, muhafaza etmesi için, bir çobana, belirli bir müddetle teslim eder ve ona, koruma ücreti de verir; çoban ise, bu atla­rı bırakıp, başka bir işle meşgul olur ve atlar zayi olurlarsa, tazminat gerekir mi?

İmâm şu cevabı vermiş:

—Hayır, tazminat gerekmez. Fakat halk arasında at çobanlığı örf ve âdet olarak varsa, o zaman tazminat gerekir. Gınye'de de böyledir.

Bir çobana, "kendi fiili ile öldürdüğünü ödemesini" şart koşmak caizdir. Bu akdi bozmaz. Attabiyye'de de böyledir.

Bir çobanla, onun tarafından ölen şeylerin ödemesi üzerine şart koşularak akid yapılır ve bu şart akidde olursa akdi bozar. Akidden sonra olursa, bu şart, sahih olmaz; ancak akjd de bozulmaz.

Sahih olan da budur. Muhtar olan fetva da budur. Cevâhirü'l-Ahlâtî'de de böyledir.

Eğer müşterek çoban, dağda çobanlık yapıyor ve koyun sahibi koyunlardan ölen olursa onu getireceksin; değilse, ödersin." diye şart koşmuş bulunuyorsa, bu şart muteber değildir.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.): "Onun sözüne inanılır:" buyurmuştur.

İmâmeyn ise: "Getirmez ise, tazminat gerekir." demişlerdir. Zekât memuru, çobandan zekât alırsa, bu durumda çobana tazminat gerek­mez. Mebsut'ta da böyledir.

Koyunların sahibi, çobana: "Ben, sana yüz koyun verdim." der; çoban da: "Hayır, doksan koyun teslim eyledin." derse, çobanın sözü geçerli olur.

Şayet beyyine ibraz ederlerse, mal sahibinin beyyinesi geçerlidir. Çobanın, koyunların sütünden, etinden yemeğe hakkı yoktur. Mu­hıyt'te de böyledir.

Hâher-Zâde, Tecnîs'de şöyle buyurmuştur:

Çoban satış yapamaz; eğer yaparsa, tazminatta bulunur. Tatarhâ-niyye'de de böyledir.

Eğer çoban özel ise, başkasının koyunlarını da ücretle otlatır ve aylar geçtiği hâlde örfceki adam bunu bilmezse, onlardan ücretini tam olarak alır. Aldığı ücretlerde, hiç bir şey tasadduk etmesi gerekmez. An­cak, böyle yapan çoban günahkâr olur. Zehıyre'de de böyledir.

Velvâlicyye'de şöyle zikridilmiştir:

Bir adam, diğerini ekin biçmek veya hizmet etmek için icarlar; o da, o günün bir kısmında, icarlayana, bir kısmında da başkasına çalı­şırsa, bu şahsın her ikisinden de ücret alması, yukardaki mes'eleye mu-halifdir ve bu şahıs günahkâr olur. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Aylık icarlanan bir kimse, bir gün veya iki gün çalışmaz veya bir süre hasta olursa, o miktar ücretinden düşülür. Zehıyre'de de böyledir.

Şayet çoban, kendisi yemek üzere, belirli peynir, yağ ve benzeri şeyleri şart koşarsa, bu şartların tamamı, çoban için fâsid olur. Yemiş-se, bunları tazmin eder ve ecr-i misil olur. Mebsût'ta da böyledir.

Bir çoban, otlattığı koyunlardan birisini, bir başkasına verir; onu, alan şahıs da onu zayi eder ve bunu, çoban ikrar ederse, koyun sahibi, onu çobana ödetir; diğerine ödetemez.

Eğer çoban ikrar etmez ve "o koyunun, iddia eden şahsın malı olduğunu" söylemez müddeâ aleyh de beyyine ibraz edemeyip iddiacı beyyine ibraz eder. Koyun ise, alan şahsın elinde durmakta olursa; sa-hİbi, onu alır. Şayet zayi olmuşsa onu, isterse aîana; isterse, çobana öde­tir. Muhıyt'te de böyledir.

Şayet önce çoban verdiğini ikrar eylemiş ve: "Bu koyun, kendi­sine verilen şahsındır." demişse; bu durumda o, kendisine verilenin olur. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

Köyün sığır çobanı, ağaçlık olan mer'alarında hayvanları otla­tırken, onların tamamını göremez ve sığırlardan birisi zayi olursa taz­minat gerekmez. Hızânetii'l-Müftîn'de de böyledir.

Korumak için icarlanan kimse, korumayı terkeder ve koruyaca­ğı şey gözünden kayboyup zayi olursa; onu öder. Gıyâsiyye'de de böyledir.

Aynu'l-Eimme el-Kerâbisî ve Ebû Hamid şöyle buyurmuşlardır:

Müşterek olan sığır çabanı: "Ben, öküzün nereye gittiğini bilmiyo­rum." derse, bu, onun zayi olduğunu ikrar edmek olur. Zamanımızda bu böyledir. Gınye'de de böyledir.

Câmiu's-Sağîr'de şöyle zikredilmiştir: Ed- Debbûsî'den soruldu:

—Bir çoban, sığırı götürüp geri getirir ve köye salıverir ve her bir sığırı, sahibine teslim etmezse, bu onun hakkıdır.

Diğer çobanlar da böyledirler.

Şayet, bir sığır veya bir koyun sahibine gelmeden önce zayi olursa; çoban onu tazmin eder mi?

İmâm, şu cevabı verdi:

—Hayır, bu çobana tazminat gerekmez.

Bekir bin Mnhammed'de: "Şayet getirmediyse, bunun hilafınadır. Yâni köye getirmeden zayi olduysa, öder Getirdi ise, ödetemez." demiştir.

Hâvî'de de böyledir.

Çoban, o hayvanın köye gelmiş olduğunu fakat sahibinin onu bulamadığını zanneder; sonra da o, ölmüş olarak bulunur; köyde âdet olan da çobanın ancak köye kadar gelmesi ve sığırı, koyunu köye kadar getirmesi ise, çobana tazminat gerekmez.

O takdirde, bu çobana yemin verilir.

Eğer çoban, "hayvanları tam olarak getirdiğine" yemin edemezse, tazminat gerekir.

Şayet yemin ederse, tazminat gerekmez

Keza, çoban, hayvanları getirdikten sonra, onlardan birisi tekrar otlamaya gider ve zayi olursa bu çobana tazminat gerekmez.

Ancak herbirini ayrı ayrı sahibine teslim etmeyi şart koşmuşlarsa o müstesnadır. Yâni o zaman, çobana tazminat gerekir. Kerderî'nin Vecî-zi'nde de böyledir.

Sığır çobanı, sığır sahiplerine şart koşarak: "Ben, sığırı belirli ve söylenilen bir yere getirdikten sonra, mes'ûliyetten beriyim." derse; bu şartı caiz olur. Bu durumda o sığırı, o yere getirdikten sonra, her hangi birinin sğırının ölümünden mesul değildir. Bu şartı yenilemeye de ihti­yaç yoktur. Liimnfde de böyledir.

Çoban, sığırı köye girdirdikten sonra, müstağni olur. Yâni so­rumluluktan kurtulur. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Müntekâ'da şöyle zikredilmiştir:

Sığır çobanının, siğĞJ sahipleriyle, daha önceden: "Ben, sığırlarını­zı söylediğiniz yere getirdikten sonra, artık mes'ûliyetten beriyim." de­mesi caizdir.

Ve her hangi birinin sığırı, köye girdikten sonra ölürse, tazminat yoktur.

Bir adam, sığırını, sığır toplantı yerine gönderir ve köy halkı ile ço­ban arasındaki şartı da duymamış bulunursa, bu durumda çoban, onun sığırını, ona taslim etmedikçe, mes'ûliyetten kurtulamaz.

Şayet o adam da aynı şartı duymuşsa, bu şart istihsânen caizdir.

Kâdîî Fahru'd-Dîn: "Fetva bunun üzerinedir." demiştir. Müntekâ'da da böyle yazılmıştır. Kübrâ'da da böyledir.

Nevâzil'de şöyle zikredilmiştir:

Bir kadın, öküzünü, bir adamla çobana yoladıktan sonra, onu gö­türüp çobana teslim ederi adam, varıp "öküz benim." diye çobandan geri alır; o da zâyı olursa; kadının "öküzün kendine ait olduğunu" is-bat etmesi hâlinde, bu kadın, çobana müracaat ederek öküzünü ödetir. Çoban ise, "O öküzün, kadına âit oluduğunu bilerek o adama vermiş olursa" ona müracaat edemez.

Şayet bilmeyerek verdiyse, o zaman alan adam müracaat ederek, öküzü ondan alır veya ödetir. Muhıyt'te de böyledir.

Fevâid'de şöyle zikredilmiştir: (Bu kitap, muhıyt sihibinindir.) Bir adam, ineğini, katıp, çobana yollar ve bu adam, çobana gele­rek: "Filan adam, bu ineği yolladı." der; sığır çobanı da: "Al götür, ben, onu kabul etmiyorum." der; adam da alıp götürür ve bu inek zayi olursa, onu sığırtmaç tazmin eder. Çünkü o inek, çobana gelmekle, o adamın işi tamam olmuştur. Sığırtmaç emindir ve o, emâneti, başkası­na emânet edemez. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

Köy halkı, eşeklerini bir adama teslim ederek,, "otlatmasını" söy­lerler ve köyden bir adam göndererek, ona: "biz, çobanı tanımıyoruz." derler; çoban da bu adama: "Sen, bu eşeklerin yanında dur; ben, şu eşeğe binip gideyim." der ve binip çeker gider ve nereye gittiği de belli olmazsa çobanın yanma varan o adama tazminat gerekmez. Gıyâsiyye'-de de böylidir.

Sığırtmaçlardan, bir sığır ayrılarak, bir adamın ekinine girip, ekini telef ederse, sığırtmaç onu tazmin etmez.

Ancak, sığırtmaç sağırı kendisi oraya sürerse, o zaman tazmin eder.

Sığır çobanı, sığırları köyden alıp götürür; kendisi de birlikte gider ve sığırlar bir mezruata girip zarar verir veya sığırı götürürken, birisi­nin malım öldürürse, işte o zaman çoban, tazminatta bulunur. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Bir sürüden, bir oğlak ayrılıp, bir testicinin dükkanına gerir, ço­ban da onu çıkarmak için, oraya geldiğinde, oğlak birkaç tane testi kı­rarsa, onu çoban öder. Çünkü, onu, o sürüyordu. FüsûHVl-Imâdiyy'de de böyledir.

Köylüler, hayvanlarını nöbetleşe otlatmakta olduklarında, on­lardan birinin nöbeti esnasında sığırın birisi zayi olursa, İbrahim bin Yu­suf: *'O, onu tazmin eder. Ve o ecîr-i müşterek gibidir." demiştir.

Sahih olan da budur.

Zira, fetvada: "Müşterek ecîrin fiiliyle olan zayiatın tazmini, ona aittir." denilmiştir. Kübrâ'da da böyledir.

Bir köy halkı, "sığır sürüsünü, her gün birisinin muhafaza et­mesi hususunda" anlaşırlar; sıra birisine, gelence, de başka bir adamı icarlayarak, sürüyü onunla yabana gönderip kendisi ekmek yemek için evine girer ve o zaman hayvanların bir kısmı zayi olursa, tazminat kime âit olur.?

İmâm şöyle buyurmuştur:

Eğer üceretli yok iken zayi olmuşsa, tazminat ücretliye aittir. Çün­kü, o,korumayı terketmiştir.

Eğer nöbet kendisinde olan şahıs yemeğim yiyip geldikten sonra, zayi olmuşsa tazminat gerekmez. Çünkü, onun gelmesiyle ihtilaf terke­dilmiş olmaktadır ve her ikisine de tazminat gerekmez. Fetâyâyi Nesefî'de de böyledir.

Bu hâl, "bizzat muhafazası" şart kıhnmadığı zaman böyledir. Fakat, "binefsihi, korunması" şart koşulursa, başkasına havale­sinden dolayı tazminat gerekir.

Bu mes'elede, hayvanların yanma kendi ailesinden birini muhafa­za için bırakmamışsa, ücretle adam tutan şahıs, zayi olan hayvanları taz­min eder; bırakmış ise, tazminat gerekmez. Hızâoetü'l-Müflîn'de de böyledir.

Sığır çobanı, bir adam icarlayarak, sağırı ona teslim eder ve kendisi de, köye dönerek geride kalanlarını getirmek ister veya nefsi bir ihtiya­cı bulunur; o sırada da sağırda zayiat vuku bulursa, âlimler: "Eğer mu­hafız kendi ehlinden değil ise, onutazmin eder; ehlinden ise tazmin ey­lemez." demişlerdir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Sığır çobanı, sığırı, bir yabancının önüne, onu koruması için bı­rakırsa, tazminat gerekir mi?

İmâm şöyle buyurmuştur:

Az bir müddet için birakmışsa, (meselâ: Abdest bozmak veya ab-dest almak yahut yemek yemek gibi) tazminat gerekmez. Çünkü bu ka­dar zaman muaftır. Füsûlül-Imâdiyye'de de böyledir."

Bir sığır çobanı, sığırı, bir sabinin önünde koruması için bıraktı­ğında sulama sırasında bir sığır telef olursa, bu çocukta hayvanları ko­ruma gücü varsa, tazminat gerekmez.

Eğer bu güç yoksa, tazminat gerekir. Cevâhiru'I-Fetâvâ'da da böyledir.

Bir sığır sürüsü, köprünün üzerinden geçerken, birinin ayağı bir deliğe girip kırılır veya birisi suya düşüp ölürse, sığır çobanı onu ödemez.

Şayet koruma imkânı olduğu hâlde, onu terkeyledi ise, o müstes­nadır. Kerderî'nin VecîzFnde de böyledir.

Sığır çobanı, sığırı bir başkasına bıraktığında, onlardan birini kurt yerse, o terkeylediği kimsenin kendi ailesinden olması hâlinde tazminat gerekmez.

Bir çoban, sığır sürüsünü bırakıp evine gider ve onları koruması için karısını yollar, gece de bir sığır kaybolur ve nereye gittiği bilinmez­se, bu çoban onu tazmin eder. Hızânetü'I-Möftîn'de de böyledir.

Bir adam, çarşı için, bir bekçi icarlarsa, ona vermek için, çarşı (sokak) sakinlerinden, ücret alması helâl olur. Onların reisleri olduğu için, onların namına yaptığı akid her nekadar hoşlarına gitmese bile ge­çerli olur. Zahîriyye'de de böyledir.

 (değişik mes'eleler hakkındadır.) [54]

 

2- Ecîr Konusunda Çeşitli Meseleler:

 

Nevazil'de şöyle zikredilmiştir:

Bir adam, kılıcını, cilalatmak için cilacıya verdiğinde, onun kınım­da verir ve bu kın çalınırsa, tazminat gerekmez. Muhıyt'te de böyledir.

Ceddim   olan   Biirhânü'd-Dîn,   Fevâid   isimli   kitabında   şöyle buyurmuştur:

Bir adam, mücellide, ciltlemesi için mushaf verir; o da onunla bir­likte sefere çıkar ve hırsızlar mushafı alırlarsa, tazminat gerekir mi?

—Evet, gerekir.

Amcam   Nizâmü'd-DînMe:   ' 'Mûtemed   olduğu   için   ödemez.'' buyurmuştur.

Fıkhın zahiri hükmüne göre, kendisine emânet bırakılan bir şahıs, o emânetle birlikte yolculuğa çıkar ve emânet olan şey zayi olursa, taz­minat gerekmez.

"Ücretle konulan emânet tazmin edelir." denilmez. Çünkü, ücret, korumak için değildir..

Ancak Hasan'm fıkhına işaretle buyurmuş ki: Tazminat gerekir. Çün­kü emânetler ücretsiz olursa, tazminat gerekmez. Zira emânet için me­kân ta'ymi yapılmamıştır.

Şayet emânet ücretli olursa, tazminat gerekir. Sebebi ise: Onu mu­hafaza için, o mekân tayin edilmiştir. Hıfzı söylenilince de maksud icâ-redir. îcârede ise, tayini mekân vardır. İşte bunun için tazminat gere­kir. Füsûlü'l-İmâdiyye'de de böyledir.

Bir adam, kuyumcuya süslemesi ve bilezik yapılması için altın verir, o da tezhibi bilmeyip bir başkasına verir ve bu altını çalarlarsa, —önceki adamın, asıl sahibinin emri olmadan, ikinci adama vermiş ol­ması; onun da birinci adamın ücretlisi veya talebesi olmaması hâlinde— altın sahibi muhayyerdir. Onlardan hangisini isterse, onu tazmin ettirir.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, öncekine ödetir.

Şayet ikinci adam, "bilezik yaptıktan sonra çalındı." derse; taz­min eylemez; .yaparken elinde, çalınirsa o takdirde tazminatta bulunur. Kübra'da da böyledir.

Elbise temizlikçisi, terzi, dokumacı gibi müşterek ecîre verilirse, bunun hilafınadır. Şayet, bir adam, bir köleyi veya hayvanı icara verir; müste'cir de ondan fariğ olursa, onu sahibine teslim etmesi gerekir. Mu-hıyt'te de böyledir.

Yetimin müşterek ecîri, o yetimin malından bir şey zayi ederse, İmâmeyn'e göre, onu tazmin eder. Bu, mal, evin haricinde olduğu za­man böyledir. Şayet evin içinde zayi ederse (hırsızın çalması gibi...) esahh olan kavle göre, onu tazmin eylemez. Hızânetü'l-Müftin'de de böyledir.

Köle ve câriye alıp satan bir müşterek ecîr, bir cariyeyi veya bir köleyi —kendi sun'u olmadan —zayi ederse, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre tazminat gerekmez.

Keza, müşterek ecir olan dellala, bir elbise vererek "onu, birisine gösterip satmasını" söyler; dellal da, o elbiseyi alıp götürür ve o işi ya­pamaz, elbise de zayi olursa; dellala tazminat gerekmez.

Şayet deîlalın yanında bir elbise olur, bir adam da: "Bu benimdir; çalınmıştı." der; dellal da, onu kendisine verene geri verirse, dellala taz­minat gerekrnez. Zehıyre'de de böyledir.

Bir adam, bir boyacıya, boyaması için ibrişim verir ve renginide tarif ettikten sonra "ibrişimimi boyama. Bana geri ver." der. O da ver­mez, sonra bu ibrişim zayi olursa, boyacı onu ödemez. Hizânetü'l-Müftin"de de böyledir.

Bir sürmeci, birinin gözüne ilaç sürer ve gözün görmesi kaybo­lursa, tazminat gerekmez.

Sünnetçi de böyledir. Yalnız hata ederse, o müstesna... (Yani taz­minatta bulunur.)

Şayet iki kişi "bu ehil değil." derlerse tazminat gerekir. Eğer ıkı kişi "bu ehildir." derlerse ona tazminat gerekmez. Eğer sürmescı tara­fından bir kişi "ehildir." der; diğer taraftanda iki kişi "ehil değildir." derlerse, bu cinayette tazminat gerekir.

Mecmûa'n-NevâziTde şöyle zikredilmiştir:

En dorusunu bilen Allahu Teâlâ'dır. [55]

 

29- İCAREDE VEKİL TAYİN ETME

 

Bir adam, diğerini belirli bir evi, belirli bir bedelle karlamaya vekil tayın eder; o da öyle yaparsa; icara veren şahıs, icarını vekilden ister, vekil de müvekkilden ister.

Şayet evini icara veren şahıs, vekilden icar istemez ve ona bağışlar­sa, bu bağış sahih olur. Vekil müvekkiline müracaat ederek, icâre ücre­tini alabilir- Zehıyre'de de böyledir.

Vekil, fâsid icâreyi ödemez. Müste'cirin, ecr-i misil ödemesi ge­rekir. Fesh sırasında, uzun. süreli icarenin malını vekil isteyebilir. Hulâ-sa'da da böyledir.

İcâreye vekil olan zat, müste'cir için, müste'cirden bir ev icarlarsa, bu caiz olmaz. Çünkü icâre veren de, icarlayan da aynısıdır.

"Önce fetva verilmişti; sonradan ondan dönüldü." denilmiştir. Fetva caiz olması üzerinedir. Cevâhiru'l-Ahlâtî'de de böyledir.

Vekil olunan şahıs, icarlayan ile birlikte, icâreyi feshetseler, müs-te'cir, vekile, icâre mah için müracaatta bulunabilir mi? Kâdî İmâm Bedm'd-dîn: "Hayır; çünkü, fesh, onun hakkında zahir olmadı." demiştir.

Yetîme'de şöyle zikredilmiştir: Alı bin Ahmed'den sonuldu:

—Bir adam, müvekkilinin bir arazisini, birine icara verir; mal sa­hibi de bunu duyunca, bu icare akdini bozarsa, ne olur?

İmâm:

—"Bu akid caiz olmaz." demiştir. Yine soruldu:

—"Bir müddet sonra olsa .yine mi caiz olmaz?

İmâm şöyle buyurdu.

—Karşı taraf reddederse, sonrada olsa caiz olmaz. "Bu cevap, bu sualin cevabı değildir. Bizim indimizde, akid reddedilir." denilmiştir. Tatarhâniyye'de de böyledir.

İsti'çare vekil olan zata, "belirli bir evi, on dirheme icarlaması" söylendiği hâlde, bu vekil, onu onbeş dirheme icarlar ve: "On dirheme icarladım." derse; âmir de vekil de, ev sahibine icar ödemez.

Bu mes'ele, bu icarenin akdinin doğru olmadığının delilidir. Zahîriyye'de de böyledir. [56]

 

30- BUHÂRA'DA YAPILAN UZUN SÜRELİ İCÂRE

 

Buhara'da insanların yaptığı gibi, uzun süreli icâre (gerçekten on­lar, ardı ardına otuz yıl, —her senenin son üç günü hâriç olmak üzere arazi icarlıyorlar) eğer, bu durumda seneler noksan olursa, icârenin ce­vazında ihtilaf vardır.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.): "Caiz değil." demiştir. Zira icâre fâsiddir.

Buharahlara göre ise caizdir.

Sahih olan da budur.

Bu icârede muhayyerlik şartı yoktur. Her senenin son üç günü icâ-reden müstesna edilmiştir. O günler icâreye dahil olmaz. Müstesna kılı­nan günlerde icâre sabit olmaz. Serahâ'nin Muhıyfı'de de böyledir.

Bu icârenin caiz olduğu görüşünde olan âlimler bu akdin, bir akid mi, muhtelif akidler mi olduğundl ihtilafa düştüler.

Bazılar: "Bunun muhtelif akidlerden meydana gelmiş olduğuna iti­bar olunur." dediler.

Akdi vahidde üç günden fazla muhayyerlik olmaz.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, bu akid de fâsiddir. Bazı âlimler de: "Akd-i vahide itibar yoktur." dediler.

Eğer ona itabar edersek, önceki akid icâreye muzaf olur. Peşin üc­rete mâlik olunmaz. Ücrete sahip olmak için, bu icârede şart ve garaz da yoktur.

Burda, muhalefetin faydası görülüyor.

Bir yetimin arazisi otuz senelik icara verilip, birinci ve ikinci sene­lerin ücreti de ecr-i misilden az; son senenin ücreti ise, ecr-i misilden çok; bu yetimin icâresinde üçüncü senede ecr-i misilden çok olsa; önceki se­ne ile ikinci senenin icâresi fâsid olur. Bu, akdi vahid diyenlere göre böy­ledir. Ayrı ayrı akidler birbirini tecavüz etmez. Hızânetü'l— Müftîn'de de böyledir.

Sadra'1-İmâmü'l-Ecell eş-Şehîd şöyle demiştir: Bana göre sahih olan, diğer hükümlerde olduğu gibi, akidlerin bulunduğuna itibar etmektir. Peşin ücretlerde, akd-i vahide veya peşinlii şart koşmaya itibar edilir.

Kendisi küçük olan birinin evini, icare vermekde çâre şudur: Ücret senenin sonuna bırakılır. Ondan önceki senede ecr-i misle veya daha faz­laya itibar edilir. En sonunda da küçük, mukaddem senelerin ecrinden vaz geçer. Bu icraat, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'ye göre sahihdir.

İmâm Ebû Yûsuf, buna muhalefet etmiştir.

Şayet, on senelik icar, —aldamlmış olmayacak kadar— ecr-i misil­den fazla olursa; işte bu icâre câk olur.

Akar ve arsada uzun süreli icârenin caiz olduğu gibi; hayvanjat ve köle gibi bizatihi kendisiyle menfaat temin edilecek her şeyde, caiz olur. Tatarhâniyye'de de böyledir.

FadR'nin Fetvâlan'nda şöyle zikredilmiştir:

Uzun süreli icâre, sabinin (= küçük çocuğun) mülkünde caiz de­ğildir. Hulâsa'da da böyledir.

İmâm Muhammed (R.A.) şöyle buyurmuştur:

İki kişi bir adamın evini, on seneliğine icara verirler; müste'cir de, kendini çıkaracaklarından korkup, bu hususta işini sağlama bağlamak (vesikalandırmak) isterse; (buna çâre:) önce bütün aylarının evvelini bir dirheme icarlar, sonraki ayları ona kıyaslar, en son senenin icarı ne ka­dar büyürse, o evden artık çıkaramaz. Bundan dolayı Buhara'da, uzun süreli icârelerde, önceki senelerde az miktarla icarlıyorlar, seneler geç­tikçe onu büyütüyorlar. Muhıyt'te de böyledir.

Velvâliciyye'de şöyle zikredilmiştir: Bir kimse, diğerine: "Ben, şu evi sana, yirmi seneliğine icâre verdim. Her senenin üç günü hariç." derse, işte bu icare caiz olur.

Şayet "her senenin üç günü muhayyerdir." derse, bu icâre caiz olmaz. Bu İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre böyledir. Tatarhâniyye'de böyledir.

Uzun süreli icârede, "her senenin son günlerinin icaresi fâsiddir." denilse, son altı ayı fesada gider.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre böyledir. İmâmeyn'e göre, önce­ki ve sonraki aya itibar edilir. Geri kalan aylar ehlinindir. îmâm Ebû Ha­nîfe (R.A.)'ye göre e§er senede günlere itibar edilir ve onlardan her se­nenin sonları bilinmezse, buna çâre: Müste'cirin izni olmadan, icara veren şahıs evini müste'cire satar; böylece fesh günleri gelince onlar fesholur. İkinci çâre: Feshi izafe eder. Bazı âlimler İmâmeyn'in görüşüyle fetva ver­diler. Hulâsa'da da böyledir.

Bir adam, arazisini, ziraat yapılmak üzere ve tohumu ekene âit olmak şartıyle, icara verdikten sonra, arazisini icara veren bu zat, zira­atçının haberi olmadan, orayı uzun süreli icara verirse, işte bu caiz olmaz.

Çünkü, mezrûatda, eğer tohum icarlayanın olursa, o yeri İcarla-mış olur. Sanki onu icara veren gibi bir duruma düşer.

Sonrada onu başkasına icara verirse, işte bu ikinci icar caiz olmaz.

Şayet buna birinci icarcı razı olursa, önceki icâreyi fesheder. Bu durumda ikinci icâre geçerli olur.

Bu, şunun hilafınadır: İcara verdikten sonra bir icara daha verir ve önceki buna razı olur ve önceki adam onu teslim almış bulunursa, bu durumda o, onun icâresi olur.

Bu, müzrûatda olduğu zaman, önceki zat aldıktan sonra da olsa, bu ziraatçıya göre geçerli değildir. Çünkü, müzâraada icâre ile birlikte onun maksure mi, memdûde mi olduğunda ihtilaf vardır. Öncekine karşı, ikinciye caiz olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adam, diğerine: "Evini uzun süreli bana icara ver." der; di­ğeri de: "Verdim." karşılığını verir ve ev sahibi, kâtibe "bir senet yazmasını" söyler; o da bir senet yazar ve aralarında başka bir şey ol­maz, müste'cir icâre bedelini mal sahibine verirse; bu icâre, aralarında bir icâre olmaz. Müste'cirinde —evde oturması için, eğer o ev gelir ge­tirmek için hazırlanmış ise— icara vermesi gerekmez. Hızânetü'l-Müftin'de-de böyledir.

Bir adam, vakıf bir yeri, mütevelliden uzun süreli olarak icarladığında, şayet vakfeden şahıs, bir seneden fazlaya vakfetmişse, bu icâ­re caiz olur. bunda, bir vebal yoktur.

Eğer şart, bir seneden fazla olmamaksa vâkıfın şartına riâyet edili-rek, icârenin bir yıldan fazla olmamasına fetva verilir.

Ancak, icâre müddeti, fukaranın menfaati için bir seneden fazla olması gerekiyorsa, işte o takdirde o yer, bir seneden fazla müddetle icarlanır. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Şayet vakfeden zat, bir şart koşmamışsa, âlimlerimizden ekseri­sinin şöyle dedikleri nakledilmiştir: Bir seneden fazla icarlanamaz.

Fakıyh Ebû Ca'fer: "Ben, üç seneye kadar caiz görürüm; fazlasını ca­iz göremem." demiştir.

Sadra'ş-Şehîd Hüsâmü'd-dîn de: "Biz, üç seneye kadar fetva veririz. An­cak caiz olmamasına dâir maslahat olursa; o takdirde, fetva vermeyiz. Ancak bir seneliğine fetva veririz" demiştir. Sonra, vakıf bu durumda icarlamrsa, caiz olur ve icarına ruhsat olur. İcâre feshedilmez.

Eğer ecr-i mislinden fazla olursa, bir müddet geçtikten sonra, akid yine de bozulmaz. Semerkant Fetvâlan'nda böyle zikredilmiştir.

Tahâvi Şerhi'de ise: "Akid bozulur; icâre yenilenir." denilmiştir. Şayet artım varsa, fesh zamanında, geçmiş zamanın ücreti söylenir.

Eğer yer aynı kıymette ise ekili olması hâlinde hasad vakti gelene kadar icâreyi feshetmek caiz olmaz.

Artış varsa onu söylemek gerekir. O fazlalık, senenin sonundan iti­baren uygulanır.

Şayet artış herkesçe tanınıyorsa, böyledir; dğilse, ecr-i misil alınır.

Tahâvî, bu mes'eleyi, MüzâraaKitabın'da zikretmiştir. Fakat, Emlak Ki-tabı'nda "Akid fesh edilmez; ecr-i misle ruhsat vardır. Bu, bi'1-ittifak böyledir." demiştir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, babasının, tenasül ettikçe —ebediyen evladlarına vak-vetmiş bulunduğu, evini, icâre verirse, işte— bu adamın icâresi uzun süreli icâre olur. Bu durumda, müste'cir, icara verenin emriyle, o yere harca­ma yapabilir. Şayet icara verenin, vakfetmeye velayeti yoksa ve eğer mü­tevelli değilse, o takdirde bu mucir (- icara veren) gâsıp olur. Ve müs­te'cir, ecr-i müsammayı öder. Onu tasadduk eder. Müste'cir o yere yaptığı masrafı, ondan' çla, başkasmdanda alamaz. Çünkü, o tatavvu olur.

Şayet icara veren şahıs, mütevelli ise, müste'cir ecr-i müsemmâyı (bu ecr-i misil kadar ve daha fazla ise) öder. Ve bu takdirde, müste'cir vakfın gelirinden, imaretine harcama yapar ve onu da mütevelliden alır. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Bir adam, vakıf arazisini, diğer bir adama yüz seneliğine icara verir ve buna da bir takım müslümanlar şahit olurlarsa, hâkim, bu icâ-renin sıhhatine hükmeder.

Hâkim icârenin sıhhatine hükmedince, icarlayan şahsın ölümü île, bu icâre —akdi, her ikisi de ikrar ettikten sonra— feshedilmiş olmaz.

Eğer akid gayr-i muayyen yapılmış ise, mal helâl olur. İşte bu, sa­hih olarak rivayet edilmiştir ve bunda ihtilaf yoktur. Cevâhirii'l-Fetâvâ'da da böyledir.

Bir adam, diğerinden, bir sene müddetle, bir yer veya bir ev icâr-ladıktan sonra, onu icara veren şahıs, bir başkasına daha uzun süreli ve yazılı anlaşma yaparak icara verirse, şüphesiz ikinci icâre caiz olmaz. Bu durumda birinci de caiz olmaz.

Bunlardan başka bir icare, akd-i vahid ile caiz olur mu? İmâm şöyle buyurmuştur: Bu afcidler caiz olmaz. "Ayrı ayrı olursa caiz olur." diyenler de olmuştur. Mnhıyt'te de böyledir.

Bir adam, diğerinden uzun süreli bir bağ icarlayıp, onu teslim alır ve başkasına seneliğine her aylığı belirli bir ücretle icara verir; ikin­ci müste'cir de ağaçları soğuk vurduğunu görür; icara veren ise, onu görmezse, onu geri verir ve icara vereni getirerek, durumu gösterip ica­rı fesheder. Verdiği ücreti de geri ister. Eğer kendi rızası ile, bir iş yap­mazsa böyledir.

Şayet, görerek icarladı ise, o takdirde reddedemez ve "verdiğini de geri alamaz. Hiç bir iş yapmasa da bu böyledir. Bir kimse, bir evi veya bahçeyi görme muhayyerliği veya kusuru varsa geri verme muhayyerli­ği ile icarlar; icara veren şahıs hazır bulunmadığı için de, geri verme im­kânı olmazsa, icara veren gelince, gen verir. O evde veya o yerde bir iş yapmamışsa, icar gerekmez. Muhıyt'te de böyledir.

İcara veren şahıs, uzun süreli icara verir; müste'cirde ona satar ve sonra da muhayyerlik müddeti gelirse, onun satması geçerli olur mu?

Burda iki rivayet vardır: Sahih olanı geçerli olmasıdır.

Meselâ: İcâreyi izâfeli verir; sonra da izafe zamanı gelmeden satar; daha sonra da muhayyerlik müddeti gelirse, Şeyhu'I-İmâm Zahim'd-dîn: "Ba­na göre satışıcâiz olmaz" demiştir. Zahirü'r-rivâyeye göre ise, caiz olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir,

Bir adam, evini, uzun süreli olarak, beş dirheme icara verir; ica­ra alan da onu teslim aldıktan sonra, müste'cirin haberi olmadan ev sa­hibi, onu beş dinara satıp parasamda alır ve kendisi de ölür. O evde, başka da malı olmazsa, müste'cir o eve daha haklıdır; icâre müddeti gelene kadar- evi elinde tutar.

Onun ölümüyle, icâre bâtıl olmuş ve ev, müşterinin elinde kalmış­tır. Fakat o muhayyerdir. İsterse icârcının icar bedelini verip evi alır; isterse, evi onda bırakıp, icarını kendisi alır.

Şayet onu satmaya izin verir ve icâre malı on dirhem; müste'cirin hissesi de beş dirhem ise, müste'cir o beş dirhemi de vererek evi kendisi alabilir; onun habs velayeti vardır.

Kadı Bedîü'd-dîn böyle buyurmuştur. Gınye'de de böyledir.

Fetâyâyi Suğrl'da şöyle zikredilmiştir:

Bir adam, bir evi, uzun süreli olarak yüz dinara icarlar bu evin kıy­meti de, elli dinar olur. icara veren de ölür ve onun ölümüyle icâre fesh olur; ölenin ondan başka da hiç bir malı bulunmaz ve sonra da icara veren zatın vârisleri, önceki murisin yaptığı gibi, ayni adama yüz dina­ra icara verirler, bilâhare de vârisler arasında, bu icareyi icârcı ile bir­likte feshedenler olursa, bu durumda müste'cir, o yüz dinar için vâris­lere müracaat edemez. Ancak, o evin kıymeti olan elli dinarı isteyebilir. Yüz dinar isteyemez. Zehıyre'de de böyledir.

Fetâvâyi Suğrâ'da şöyle zikredilmiştir:

Bir adam, diğerinden, uzun süreli bir ev icarladıktan sonra, o evi, kendisi de bir başkasına, uzun süreli icara verirse, bu caiz olmaz. Birin­ci icâre fesholsa, bu icâre akdi yine de cevaza dönüşmez. Uygun olan kavle göre, bu mes'elede iki rivayet vardır. Çünkü uzun süreli icârede, bazen ma'kûdün aleyh (= üzerinde akid yapılan şey) feshin sıhhatine sahibtir. Vakti gelmeden önce, ikinci icâre, (satış gibi...) birinciyi fes­heder. Bu mes'elede, iki rivayet vardır. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, uzun süreli olarak bir ev icara tuttuktan sanra icara veren şahıs, bu icâreyi müste'cirin rızası ile nakzeder (= bozar), sonra da, o evin binasını yenilerse, önceki icâre, aslı üzerine ba'ki kalır. Zahî-riyye'de de böyledir.

Bir adam, başka birinden uzun süreli bir yer icarlar ve müstesna gününü de belli etmez, her ay için, on gün, onbir gün, oniki gün gibi birşey söylemez; ikinci icârede ise, açıkça istisna yapılırsa, bu hususta Hâkim eş-Şehîd es-Semerkandî Kitâb-ı Şurutu'nda şöyle buyurmuştur: Bu, ikinci icârede ayrı ayrı yazılmış ise, onun olur. Fakat öncekinde yazılmış olursa, onun olur. Veya, ikinci akde senedin arkasına "belirli günler müstes­nadır." diye yazılması kifayet eder. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, uzun süreli olarak, bir şeyi borç olan dinarlara karşı­lık icarlayıp, o dinarların yerine de dirhemler verir; sonra da akdi bo­zarlar ve icara veren şahıs, dirhemleri değil de dinarları isterse, akid fâ-sid olsun, olmasın mes'ele hâli üzeredir; icâre verenin dirhemleri ver­mesi istenilir. Zehıyre'de de böyledir.

Uzun süreli icarlayan kimse, icarladığı yere üzüm bağı yapmak veya ağaç dikmek isterse; icara veren şahıs, onu men eder. Çünkü, o anda, onun tasarrufunda değildir.

Şayet daha önceden dikilmiş ağaç bulunur ve icara veren onu sök­mek veya dallarını kesmek isterse, müste'cir onu men edemez. Çünkü itibar satışadır. İcar.layanın ağaçta hakkı yoktur.

Şayet icarlayan kimse, kesmek isterse, onun da hakkı yoktur, çün­kü orayı satın almamıştır.

Şayet müste'cir onu itlaf ederse, bedelini tazmin eder. Çünkü icar-layanın onu satın alması zürüridir.

Eğer müste'cir icâresi müddetinde, arazinin içindeki ağaçları itlaf etmek isterse, bu durumda müste'cir muhayyerdir. Çünkü onlar, bir ku­surdur. Yani gölgesinde ekin bitmez. İsterse, müste'cir icâreyi fesheder.' Şayet, ağaçları satın alırsa bu-durumda serbesttir. İster keser, ister sö­ker. Muhıyt Sahibi Rurhânü'd-dîn ve Kâdî Bedîû'd-dîn şöyle buyurmuşlardır:

İcara veren muhayyerdir: İsterse, icâreyi fesheder; isterse, müste'­cirin ağaçlan kesmesine rıza gösterir ve tazminat yaptırmaz.

Bir adam, uzun süreli bir bağ icarladıktan sonra, onu muameleli olarak bir başkasına icara verir ve ağaçlarıda satın almış olursa, mua­mele caiz olur; değilse olmaz. Kerderî'nin Vecîzi'nde de böyledir.

Bir adam, görmeden, bir bağ icarlar; bağ sahibi de içindeki ağaç­ları icardan önce satmış olursa; icâre sahih olur ve müste'cir muhayyer kalır: Şayet bağda tasarrufa başlarsa, rivayet muhayyerliği kalkmış olur.

Ancak, bu bağın üzümünden biraz yerse, rü'yet muhayyerliği kalk­mış sayılmaz. Hızâneiü'l-Müftin'de de böyİedir.

Uzun süreli icâreye veren bir kimse, üzerinde borç bulunarak ölür­se, müste'cir icarladığı bağın üzümüne, diğer alacaklılardan daha çok hak sahibi olur. (Rehin alan gibi...) Fetâvâyi Kâdî hân1 da da böyledir.

Uzun süreli icâre, her hangi bir sebebden dolayı faside olursa; müste'cirin, müsemmayı geçmemek üzere ecr-i misil ödemesi gerekir. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Müste'cir, icâre fesh olunmadan önce, uzun süreli icâreden ica­ra veren şahsa bağışta bulunursa, bu sahih olmaz. Çünkü o, icara yere­nin mülküdür. Öyle yapmakla da icara verinin mülkünü, yine icara ve­rene bağışlamış olur ki; bunun bir manası yoktur. Suğrâ'da da böyledir.

Bir adam, gemi yapan birini, tahtadan bir gemi yapmak üzere, eni oniki arşın, olmak üzere, muayyen bir ücretle icarlar; gemici de: "Se­nin bu tahtaların elverişli değildir" İzin ver de tahtaları ben hazırlaya­yım." der; o da izin verir ve gemici onüç arşın eminde bir gemi yapar­sa, o fazlalık için yaptığı masrafı alır. Gınye'de de böyledir.

Uzun süreli icâre yapan bir şahıs, o şeyi başka birisine icara ve­rir veya bir yeri, ekmesi için —tohumu ekici tarafından olmak üzere— birine verir; sonrada önceki müste'cir kendisine icara verenle, icâreyi fes­hederse, ikinci icâre ve o ekilen ekin fesholur mu?

Burda, âlimler ihtilaf eylediler. Sahih olan görüş, icârenin fesh olmasıdır.

İki akdin bozulma süresi ister aynı günlerde olsun, isterse başka başka günlerde olsun farketmez.

Şöyleki: Birinci icârede, muhayyerlik müddeti üç gün; ikincide sek­sen gün.olsa, yine değişmez. Felâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

En doğrusunu bilen Allahu Teâlâ'dır. [57]

 

31- İŞ ÜZERİNE İSTİCAR VE İSTİSNA

 

Diğer asırlarda olduğu gibi, halkın bilgisi ve teamülüne göre, sa­nat istihsânen caizdir. Serahâ'nin Muhıyü'de de böyledir.

Yapılan şey, bir ayn olur; amel de sanatkârdan olursa, o şey sanatkarındır.

Fakat ayn yaptırandan olur, —yapandan olmaz— ise, bu durum­da sanatkar ücretli ve yaptığı şey de yaptıranın olur. Muhiyt'te de böyledir.

Hâher-Zâde Tecnîs'de şöyle demiştir:

îstisnâ demek: Bir şeyi satın alıp, onu yaparak satmak demektir.

Meselâ: Deriyi satın alıp, şataftı adam san'atkara adedini ve vasfını belirterek mest yapmasını söyler; o da yaparsa, işte bu istihsânen caizdir.

Keza, yapılması an'ane ve âdet olan her şeyi yapmak caizdir.

Şöyle ki: Camdan, bakırdan, tahtadan kap yapmak ve benzerleri gibi... Kalensüve (= üzerine sarık sarılarak başa giyilen fes, külah) ve benzeri gibi şeyleri yapıp satmak; icarla yapmak, caizdir sıfatı ve mik­tarı belli edilirse caizdir. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Yapılan şeyi satmak sahihtir. Yaptıran şahıs gördüğü zaman mu­hayyerdir: İsterse, alır; isterse almaz. Fakat yapıcı muhayyer değildir. İmâm Ebû Yûsuf (R.A.), önce böyle söylemiştir. Fetva da bunun üzerine­dir. Hulâsa'da da böyledir.

Bundan sonra, yaptıran zat razı olursa, yapıcının tekrar yapma­sı gerekmez.

Yaptıran şahsın rızası ile., yapan sanatkâr, yaptığı şeyi satabilir. Tehzîb'de de böyledir.

İmâm Muhammed (R.A.) şöyle buyurmuştur:

Bir adam, bir dokumacıdan bez yapmasını isteyerek, onun "enini, boyunu, cinsini, inceliğini" söyler ve bu bezin ipliği de dokumacıdan olacak olur; o da onu öylece dokursa, kıyâs, bunun caiz olmasıdır.

Fakat istihsânda, bu caiz değildir.

Eğer, bez dokutacak şahıs zaman da tayin ederse, bu selem olur.

Bu mes'ele, kitab'da icârât bahsinde, hilafsız olarak yazılmıştır.

Şeyhü'I-İslâm'ın Kitabü'1-Büyû Şerhı'nde ise: "Müddet tâyini; teamül ve âdetse, o beldede böyle iş yapmak selem olur." buyurmuştur.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nın kavli budur.

İmâmeyn'e göre ise, bu —teamül olmayan yerde— selem olmaz.

Eğer, müddet söylenmişse, bi'1-icma selem olur.

Kudûrî'de şöyle denilmiştir:

Eğer müddet söylenmişse, işte bu selem menzilesindedir. Bedelini, o mecliste almak gerekir. İki taraf için de muhayyerlik olmaz.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre böyledir. İmâmeyn'e göre insanlar içinde teamül (= âdet) yoksa, selem olmaz. Zehîyre'de de böyledir.

Bir adam, diğerine iki batman ibrişim verip, ona: "İki batman da kendisinden ilâve ederek, dokumasını" söyler ve dokuma ücretini de kaldırıp, "kârına, yarı yarıya ortak" olurlarsa; eğer dokumacının o ibrişimleri birbirine katmayıp, her birini ayrı ayrı dokumuş olması hâ­linde ecr-i mislini alır. Diğeri kendisine aittir.

Eğer ibrişimleri birbirine katarak dokudu ise, şart koşulduğu gibi yarı yarıya ortak olurlar. Ve bu durumda ayrıca ecr-i misil gerekmez. Çünkü, müşterek iş yapılmıştır. Cevâhirü'I-Ahlâtî'de de böyledir.

Bir adam, ipliğini dokumacıya teslim ederek, "onu dokumasını" söyler ve bir rıtıl iplik de kendisinden katmasını isteyerek, ona: "İpli­ğinden bana bir rıtıl da borç ver. Ben, sana aynısını öderim." deyip, belirli bir vasfı, belirli bir ücretle dokumasını emrederse, bu istihsânen caizdir. Her ne kadar, bu icârede borç etmek varsa da, bu bir zarar vermez.

Şayet: "İpliğinden yüz otuz dirhem kat; ipliğini vermek şartıyle." demiş olsa; yine caiz olur; o kadar iplik borçlanır. "İpliğinden kat." deyince, iplikci sussa vine caizdir; ilâve ettiği borç olur.

İcârede şart olmazsa, bu icâre, hem kiyâsen/hem de istihsânen ca­iz olur.

Şayet şartlı olursa, elbise sahibi ile dokumacı arasında ihtilaf çı­kar: tş yapılıp bittikten sonra, elbise sahibi: "Sen, ilâve yapmadın." der; dokumacı da "Hayır, yaptım." der ve bu elbiseyi, sahibi, satarken zayi ederse; ağırlığı belli olması hâlinde, elbise sahibinin —yeminle birlikte— geçerli olur. Bunu bildiği için, dokumacı ilâve yapmamıştır. Beyyine ge­tirmek de dokumacıya aittir.

Şayet elbise sahibi yeminden kaçınırsa, dokumacının iddiası sabit olur. Onun bedelini elbise sahibi öder.

Eğer elbise sahibi yemin ederse, tazminattan berî olur. Eğer elbise mevcut ise, durumun ne olacağı ileride söylenecektir. Şayet, elbise sahibi, dokumacıya: "İpliğinden kat; ben onun ve eme­ğinin ücretini veririm. Şu kadar dirhem." demişse, bu kıyâsen caiz de­ğildir; istihsânen caizdir.

Caiz olduğu zaman, iş bittikten sonra, ihtilaf çıkar ve elbise sahi­bi: "Sen, hiç ilâve yapmamışsın."?der; dokumacı da: "Bana dediğin kadarını ilâve ettim." der; elbisede zayi olmuş bulunursa, elbise sahibi­nin yeminle söylediği söz geçerli olur.

Yemin edemez ise, dokumacının ilâve yaptığı tasdik edilir ve o, do­kuma ücreti ve ipliğinin bedeli ne ise, onun tamamım alır. Eğer elbiseci yemin ederse, ziyâde sabit olmaz. İmâm Muhammed (R.A.) şöyle buyurmuştur; Ondan iplik bedeli düşülür ve elbise dokuma ücreti alınır. Bunun taksimi ise, ecr-i misline göredir. Bunu nasıl bilir?

İpliğin kıymeti, dokumacıya karşı şart koşulur. Çünkü o, ipliğin ve işin bedelini kabul, eylemiştir. Zira, müste'cir, bir batman iplik ver­di; yarım batman da iplik satın aldı ise, onun bedelini verir.

Meselâ: Müsemmâ, hem ipliğin, hem de dokumanın kerşıhğı ola­rak üç dirhem; ipliğin kıymeti de, bir dirhem ise; ecr-i misil olarak, ona, dokumadan dolayı iki dirhem verilmesi emredilir. İplik bedeli olan bir dirhem çıkarılır.

Şayet dokumacı, kendi ipliğini katmadı ise, onun hissesi nasıl bili­nir?

Bu hususta âlimler ihtilaf eylediler: Bazıları: "Tartı itibariyle tanı­nır. Eğer elbise sahibi, dokumacıya bir batman iplik verdi ve ona: "Ya­rım batman iplik de kendisinin katmasını" söyledi; o da katmadı ise, iplik bedeli olandan sonra, dokuma ücretinin üçte biri müsemmâdan tar-hedilir." demişlerdir.

Bazı âlimler ise: "eğer dokumacı kusuruna rıza gösterirse, ecr-i mis­lini alır. Böyle ihtilaflı hallerde yemin, mal sahibine, beyyine ise san'at-kara aittir." demişlerdir. Muhıyt'de te böyledir.

Bir adam, diğerine susam verip: "Buna benefsec kat; sana bir dirhem ücret vardır." derse, bu fâsid olur. Çünkü, benefsecin miktarı belli değildir. Az olur; çok olur.

Şayet benefsecin miktarı ma'lum olursa; Buhara âlimleri; "Caiz olur." buyurmuşlardır.

Ma'ruf, meşrut gibidir.

Şu, bunun hilâfınadır: Bir adam, boyacıya bir elbise verip: "Bunu boya." derse, her ne kadar boyanın (usfurun) miktarını söylemese bile, bu caiz olur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir adam, demirciye demir vererek, ondan belirli bir şey yapma­sını ister; ücretini de söyler; demirci ise, demiri veren şahsa söylediği o şeyi yapıp getirirse, bu durumda, o demir sahibi için muhayyerlik yok­tur; geleni kabul mecburiyetindedir.

Şayet söylediğinin hilafını yapmışsa, o takdirde demirci demirin kıy­metini tazmin eder. Yaptığı kendinin olur.

Demir sahibi —demirci, onun vasfeylediğine muhalefet etmiş ise— muhayyer olur.

Şöyle ki: Demiri veren, demirciye: "Bir.marangoz keseri yap." der; demirci de odun keseri yaparsa; demirin sahibi muhayyerdir; Dilerse, demiri kadar demir ödetip ö keseri demirciye bırakır ve ona ücret öde­mez; dilerse, o keseri alır ve onun ecr-i mislini verir.

Şayet muhalefet vasıfda değil de, cinsde olursa (meselâ: Demir sa­hibi, dethiri, demirciye verir ve ona "bir keser yapmasını' söyler; de­mirci de ona bir balyoz yaparsa) adamın demirini öder. Bu durumda, demirciye muhayyerlik yoktur.

Keza, bir san'atkâr, teslim edilen  şeyden belirli bir şey yapması söylendiği hâlde, ona muhalefet eder ve cinsinde değişiklik yaparsa, onu muhakkak tazmin eder.

Vasfında değişiklik yaparsa, mal sahibi muhayyerdir. Hüküm budur. Tamirciye deri veripde "mest yap" demesi ve benzerleri gibi... Hizânetü'l-MüftîiTde de böyledir.

Bir saraca, eğer malzemelerinin bir kısmı verilerek ona, "bir eğer yapması" söylenir, verilen o aletlerle eğerin yapımının tamam olması için başka malzemeye ihtiyaç olur; onu da, saraç kendi nefsinden ilâve ederse", hem emeğinin hem de ilâve ettiği malzemenin bedelini, eğer yap­tıran şahıstan alır. Bir topluluk şöyle demiştir: Bu saracın, yaptığı işin ve malzemesinin kıymeti, otuz dirhem olur; emreden şahıs da buna rıza gösterirse, bi'1-ittifak bedelini verir. Şayet hükümet adamları veya baş­kaları, oraya gelirler ve o eğeri de alırlar ve geri alma imkanı da olmaz­sa, eğer yaptıran şahıs, eğerinin l&ymetini, eğer yapan şahsa tazmin et­tirir mi?

Şu cevap verilmiştir:

"Geri ister. Çünkü, malzeme verildiği hâlde yapılan iş teslim edil­memiştir. Bununla beraber, bu iş, eğer yapıldıktan ye malzeme bir biri­ne karıştıktan sonra ve ittifak edip taraflar razı olduktan sonra meyda­na gelmiş olursa, oluğu gibi verir. İmâm: "Bu, bidayette satışın caiz ol­duğu gibidir." demiştir. Fetâvâyi Nesefi'de de böyledir.

Bir adam, tamirciye (ayakkabı ve mest diken şahsa) deri verip, onu, "belirlibir ücretle, belirli vasıflı, belirli miktarda mest yapmasını" söyler; ayakkabıcı da onun içine, kendiliğinde astar korsa, işte bu, is-tihsânda caiz; kiyâsda caiz değlidif.

Bu, bir adamın, terziye kumaş verip, "Bana, palto dik." dediğin­de, onun, ona pamuk astar koyarak dikmesine benzer. İşte, bu caiz değildir.

İmâm Muhammed (R.A.) cübbe mes'elesini, el - Asi kitabında böylece zikreylemiştir.

Münteka'da   İmâm   Muhammed   (R.A.)'in   şöyle   buyurduğu nakledilmiştir:

Bir adam, terziye, elbisenin dış kısmını verip ona, "senin tarafından konulacak iç kısmı bana aittir." derse, işte bu caizdir.

Buna binâen, bir adam, mest satın alır ve satıcıya: "Bana, kendi tarafından ayakkabı yap.' derse; bu meselede iki rivayet vardır: Eğer astarım verir ve "Dışım sen kendi tarafından yap." derse; işte bv fâsid-dir. Bu, bütün rivayetlere göre böyledir.

Gerçekten tâm Muhammcd (R.A.) bu şekil tasarruflara sonradan cevaz vermiş ve: "Her ne kadar, deri sahibi yapılan ayakkabıları gör­memiş olsa bile, bu caizdir." demiştir.

Keza, bir kimse tamirciye "dört parça deriden mest dikmesini" söyler ve deri parçalarını görmezse, bu da istihsânen caizdir.

Keza, tamircinin yama yapacağı derileri görmeden, yama yapması caizdir.

İbnü Semâa'nın Nevâdiri'nde. "ayakkabıların görülmesinin şart olduğu" yazılmıştır.

Keza, "dört parçadan dikilecek mestler de görülmelidir." denilmiştir.

Yama mes'elesinde, iki rivayet vardır. Bir rivayete nazaran: Bu şe­kilde icâre caizdir. Tamirci, şayet yapacağı işi güzelce yapmışsa, her ha­liyle iş yaptıran şahsa, rü'yet muhayyerliği yoktur.

Bu, yapılan işin güzel yapıldığı takdirde böyledir.

Ancak, sanatkar, yaptığı işin sıfatını ifsad etmişse, o zaman mal sahibi muhayyerdir: Dilerse, mestlerin, ayakkabılarını alıp mestleri ona terkederve derilerin kıymetini ona ödetir; dilerse, mestelri alıp, ücreti­ni verir.

Şayet mestleri alamazsa, ücret vermez; alırsa ecr-i misil öder.

Ayakkabılara yapılan fazlalığa karşılık ödeme yapılır ve dikilen ayakkabılara ve yamaların kıymetine bakıhr; eğer, ayakkabılı kıymeti oniki dirhem olur; ayakkabısız kıymeti on dirhem olur ve kıymetin iki dirhem fazla olduğunu-bilirse, işte o kıymet ayakkabının kıymeti olmuş olur. Sonrada ecr-i misle bakılır: Ayakkabısız yamanın ecri üç dirhem ise, ona iki dirhemi ilâve ederek, artan kıymet beş dirhem olmuş olur.

Sonra da müsemma'nın mukabili, beş dirhem veya müsemmadan daha az ise, tamirciye o verilir.

Şayet müsemmâ beş di-!-  nden az ise, (meselâ: Dört dirhem ise) o takdirde, ona dört dirhem öder; ameldeki ecr-i misle itibar edilmez.

Bu mes'ele ile yırtılmış bir mesti kendi tarafından bir yama ile be­lirli bir ücretle yamatmaya vermenin arasındaki fark nedir?

İstihsânen, mesti yamatmaya vermek teamüldür; örf ve âdettir Hat­ta, bu yüzden mest bozulursa, mest sahibi muhayyer kılınır.

Bu mes'elede olduğu gibi, onu almayı seçerse, sanatkarın amelinin ecr-i mislini ve ona ilâve eylediği şeyin kıymetini (müsemmayı geçme­mek şartıyle) verir. Bunda ise, ecr-i misille birlikte, fazla amelin ücreti­ni verir. Ayakkasının kıymetini ödemesi icâbetmez. Astarın kiymetini-de ödemesi gerekmez.

Mestçinin —yamasından başka— iki yerde, amelinin kıymetini öde­mesi gerekir.

İmâm Muhammed (R.A.) şöyle buyurmuştur:

Her iki mes'elede de müsemmayı geçemez.

Âlimlerimizden bir kısmı: "Amelde ecr-i misli geçemez. Fakat ayak­kabıda son hadde kadar varılır." demişler; bir kısmı da "Hem ayakka­bı, hem de amel hakkında ecr-i mislin hakkı vardır" demişlerdir. Mu-hıyt'te de böyledir.

Keza, bir adam, diğerine, başa giyilecek bir fes verip ona, "onu astarlamasını" söylerse; bu da yukarıda söylediğimiz gibidir.

Eğer onun astarını taze bir astardan yapmamışsa, muhayyerlik yoktur.

Ancak, taze olmasını şart koşmuşsa, o zaman muhayyerdir. Atta-biyye'de de böyledir.

Bir adam, ayakkabıcının yanında, "bir mest yapılmasını' ister; o da, yapıp bitirince, mest yaptıran şahıs: "Bu, parça, benim verdiğim kadar değildir.." der; köşker de: "Hayır, işte bu.senin verdiğin ve iste­diğindir." der ve bu köşker, mal sahibinin yemin etmesini isterse; buna hakkı yoktur.

Boyacı bunun hilafınadır. tşi veren: "Bu, benim boyam değildir." derse, bu durumda boyacının yemin verme hakkı vardır. Zehiyre'de de böyledir.

Bir adam, köşkere sahtiyan verip, "onu, dört dirheme dört parçadan mest yapmasını* söyler; başak birine de vererek, "ona da, iki dir­heme bir mest dikmesini" söylerse, eğer dört "dirheme yapan sanatkar, onu, onun yanında güzelce yaparsa, fazlalık kendisine helâl olur; değil­se sanatkar, fazlalığı tasadduk eder. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir adam, ayakkabılarını nalçalatmak üzere, belirli bir ücretle nalçacıya verir, o da, başkalarının yaptığı gibi nalça yaparsa, —her ne kadar, nalça taze-olmasa bile— bu caiz olur.

Şayet, taze olmasını şart koşmuşsa, o zaman muhayyerdir. Fakat dediği gibi yapmışsa, onu kabule mecburdur; muhayyerlik yokdur. Zehîyre'de de böyledir.

Bir kimse köşkere, yeni bir ayakkabı yapmasını şart koşar; o da, yeni olmayan bir ayakkabı yaparsa, mal sahibi isterse tazmin ettirir; is­terse, onu alıp ecr-i mislini verir. Ecr-i misil ecr-i müsemmayı geçemez. Bedâi"de de böyledir.

Bu şahıslar

—Ücrette ihtilaf ederler ve köşker: "Sen, bana bir dirhem şart koştun."; mest sahibi de: "İki dânik şart koştum." der; yama da mest sahibinin dediği gibi olur ve bu hususta ihtilaf etmezler ve her ikisi de beyyine ibraz ederlerse, bu durumda ustanın beyyinesi geçerli olur. Söy­lenecek başka bir şey yoktur.

Şayet her ikisinin de beyyinesi yoksa, bu durumda, onun kıymetini tazmin eder. Onun kıymetine şahit dinletenin sözü geçerli olur. Boyacı­da da böyledir.

Eğer ayakkabının kıymeti, köşkerin iddia eylediği gibi bir dirhem ise, onun yeminle birlikte söylediği söz geçerli olur.

Eğer kıymeti iki dânik ise, bu durumda, yaptıran şahsın yeminli olarak söylediği söz geçerli olur.

Eğer, kıymeti ikisinin de dediği gibi değil ise, yeminleşmezler.

Şayet her birisi yemin ederse, hak yemin edenin olur.

Bu, ücrette ihtilaf ettikleri zaman böyledir.

Fakat, ücretin aslında ihtilaf ederler ve mest sahibi: "Sen, onu üc­retsiz yaptın." der; köşker de: "Hayır, ücretle yaptım." derse, karr. lıklı yemin ederler.

Şayet ikisi de yemin eder ve ücret belli olmaz ise, bu durumda ayak­kabı sahibi fazlalığın kıymetini —eğer ayakkabıyı yanında yapmışsa— öder.

Ücretin müddetinde ihtilaf ederlerse, köşkerin sözü geçerli olur.

Bu hususta, karşılıklı yeminleşmezler. Zehîyre'de de böyledir.

Bir adam, marangoza: "Bana bir ev yap." der; o da yapar ve sağlam yaptığını, ustalar tasdik eder; bu bina hususunda, karşılıklı razı oldukları hâlde binayı yapan şahıs, ücreti azımsasa, ecr-i misil verir.

Ebû Hâmid ve Humeyr Veberi şöyle buyurmuşlardır: Bina, benzerinin değeri merizilindedir. Ona ayrı bir kıymet takdiri gerekmez. Gınye'de de böyledir.

Bir adam, bir san'atkâra, on dirhem gümüş vererek: ''İki dir­hem de sen kat; bende alacağın olsun. Ücretin bir dirhemdir; bilezik yap." der; o da yapıp getirir ve: "İki dirhern ilâve eyledim." der; gümüş sahi­bi de: "Sen, bir şey ilâve etmemişsin." derse, o zaman, birbirlerine ye­min verirler.

Eğer her ikisi de yemin ederse, kuyumcu muhayyerdir: Dilerse, bi­leziği ona verip, ondan beş dânik ve on dirhem alır; dilerse, bileziği alıp, onun on dirhem gümüşünü verir. Çünkü, kuyumcu iki dirhem iddia edi­yor; o da bunu inkâr ediyor. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adam, mushafım yaldızcıya vererek, onu kendi yanında yal­dızlamasın isteyerek ona, "süre başlarını, âyet başlarım, onda bir ve beşte bir cüzlerini, göstermek üzre, mushaf sahibi emir verip ücretini de belirtirse; bu sahih olmaz. Zira yapılacak tezhibin adedi meçhuldür. Gınye'de de böyledir.

Bir adam, satan şahsın dikmesi şartıyle, on dirheme bir elbiselik alırsa, bu fâsiddir.

Bir adam, ayakkabılarını, ayakkabıcıya yaptırmaya getirir, o ya­pılana kadar da giyecek ayakkabı icârlarsa, işte bu caizdir.

Bir kimse, nalınlarına koyacağı kayışları gösterip, onu şart koşar, nalıncı da buna razı olduktan sonra; ona giymesi için ayakkabı verirse, istihsânen bu da caiz olur. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, usfur ile boyamak üzere, bir boyacıya, bir elbise verir ve onu kendinin yanında boyamasını ister; boyacı da, onun gibi yapar; ancak sıfatında ihtilaf ederler yâni boyarken fazla veya noksan kayna­tır ve elbise kusurlanırsa,  yine elbise sahibi muhayyerdir: Dilerse, elbi­seyi bırakıp, önceki kıymetini tazmin ettirir, dilerse, öylece alıp, ameli­nin karşılığı ecr-i misil verir. Bu da, ecr-i müsammâyı geçemez. Hızâne-tü'l Müftin'de de böyledir.

Şayet bir kimse, bir terziye, gömleğin kolunu yanında dikmesini şart koşarsa, örfde olmadığı için, bu şart bâtıldır. (= geçersizdir.)

Keza, bir kimse, bina yapılırken kirecinin tuğla ve kiremidinin, kendi yanında konulmasını şart koşarsa, bu cins şartların san'atkara şart ko­şulması fâsiddir. Şayet iş verenin istediği kireç, tuğla değişik olursa, onun kıymeti, o malın sahibine aittir. Âmile (= ustaya) ecr-İ misil verilir. Meb-sût'ta da böyledir. [58]

 

32- İCARE HAKKINDA MUHTELİF MESELELER

 

Bir adam, diğerine: "Evimi, bü gün, sana şu kadar icara verdim. Bir sene de meccânen oturacaksın.'' veya * 'Evimi, sana bu sene, bir gün­lüğünü şu kadara, diğer günlerini de meccânen icara verdim." der; adam da, o evde bir sene otursa, o, bir gün için ecr-i misil gerekir, diğer gün­ler için bir şey gerekmez. Zehıyre ve Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, çalışmak için bir (= kürek) icarlar ve küreğin sahibi: "Ben, ücret istemem; yalnız sen, ona ağaçtan bir sap yap." dediği hâl­de, sonradan ücret isterse, ecr-i misil istemeye hakkı vardır. Aksi tak­dirde hakkı yoktur. Kerderî'nin Vecîzi'nde de böyledir.

Bir adam, belirli bir müddetle, bir mahallede bir ev icarlar ve o mahalleye bir musibet gelip herkes ordan kaçar ve müste'cir de, o ev­den —musibet korkusundan dolayı— hiç bir afayda sağlamazsa; âlim­ler: "O adamın icar vermesi gerekmez"-demişlerdir.

Babam da böyle fetva vermiştir. Zahîriyye'de de böyledir.

Bir terzi, dikişini bitirdikten sonra, onu diktiren şahsın oğlunun eline vererek yollar; o da bu elbiseyi sahibine iletmeden, yolda bir kim­se o elbiseyi alıp keserse çocuğun onu korumaya kadir, akıllı bir çocuk olması hâlinde, terzinin tazminatta bulunması gerekmez. ¥ok eğer, ço­cuk muhafaza edemeyecek durumda ise, tazminat gerekir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, bir terziye, bir pardesü veya cübbe dikmesi için, ku­maş verir; ücretini de söylemez ve terzi dikip bitirince, elbise sahibi ona ecr-i misilden daha fazla ücret verirse; Ebû'l-Leys: "Bana göre, bütün âlim-lerce, o fazlalık caizdir, ve bununla fetva verilir." demiştir. Kübrâ'da da böyledir.

Bir kimse, bir hamala: "Şu yükü, bizim eve götür." veya bir ter­ziye: "Şunu dik." derse, bu terzinin veya hamalın ücretle iş yapan biri olduğunun bilinmesi hâlinde onlara ücretleri verilir; değilse verilmesi şart değildir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, terziye: "Şunu ücretle dik." der; terzi de: "Ben ücret istemem." deyip onu dikerse; ücrete hak sahibi olmaz. Kerderî'nin Vecî-zi'nde de-böyledir.

Bir adam, teıziye bir elbise verip, o da onu diktiği zaman, arala­rında, bir şart bulunmasa bile terziye ücret vermesi gerekir.

Ancak, terzi: "Ben, ücret almam.'/ derse o müstesnadır. Sirâciyye'-de de böyledir.

Bir adam, diğerine ödünç olarak dirhemler veya dinarlar verir; ödünç alan şahıs da, o şahsın evinde, parasız oturmak ister; ödünç alan şahıs da, bir sene veya daha ziyâde bir müddetle, o evde oturur; sonra da ödünç alan şahıstan ödünç veren şahıs, o evi; ücretinden daha az bir fiatla hatta ancak borcuna mukabil olabilecek bir karalıkla satın alır­sa, bu caiz olur. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Alacaklı, borçlusuna: "Şu yeri, borcuna mukabil olarak sür." derse, süren şahsa ecr-i misil verir. Çünkü borçlu, eşeğini veya bir yeri­ni, faydalanması için, alacaklıya —üzerinde borç olduğu mütetce - ve­rirse; ecr-i misil verilmesi  gerekir. Evlâ olanı budur. Gmye'de de böyledir.

Bir adam, diğerinden borç dirhemler alıp, borç veren şahsa da, kullanması için eşeğini verir; borçlu borcunu ödeyene kadar, alacaklı o eşeği çalıştırır ve borç veren şahıs, o eşeği, bir gün sığır sürüsüne ka­tıp, otlatması için çobana söyler; ve onu bir kurt parçalarsa, borç veren şahıs eşeğin kıymetini tazmin eder. (=  öder.) Fetâvâyi Kâdîhan'da da böyledir.

Bir adam, diğerinden borç dirhemler alıp, borç veren şahsa da:

"Şu dükkanımda borcumu ödeyene kadar otur." der; adam da, onun istediği dirhemleri borç olarak verip, bir müddet dükkan da otursa;— her ne kadar, icar söylenmemiş olsa bile— alacaklı olan adamın, ecr-i misil olarak ücret ödemesi, îcabeder.

Şayet, "ücret almayacağını." borç etmeden önce veya sonra söyle-mişse, borç veren şahsa, bir ücret vermesi gerekmez. Dükkan, onun ya­nında ariyet olarak kalmış olur. "En sahih olanı, her iki durumda da ecr-i misil ödemesidir." denilmiştir. Müzmarât'ta da böyledir.

Fahru'd-dîn: Fetva, bunun üzerinedir." buyurmuştur. Kübrâ'da da böyledir.

Bir adam, diğerine borçlandıktan sonra, borç veren adam, borç alan şahsa, bir tartım yerini, her aylığı iki dirheme icara verirse Ebû'l-Kâsım: "Şayet o icara verdiği yerin bir değeri olmaz veya öyle bir yeri icara vermek âdet değilse, icara veren şahsa bir ücret vermek gerekmez. Fetâvâyi Kâdîhan'da da böyledir.

Ödünç alan şahıs, ödünç verenin bir şeyini, kıymetinden fazla olan bir ücretle icarlarsa; (bıçak, tarak, kaşık gibi bir şeyini, her aylığı­na şu kadar ücret diye icârlarsa) müteahhirîn uleması bu hususta ihtilaf ettiler:-Bir kısmı: "Kerâhatsiz caizdir." dediler. Bunlardan birisi, İmâm Muhammed bin Seleme'dir ve Kâmil Kitabı'nın sahibi, İmâm Husâmü'd-dîn, dir. Birisi de Celâlü'd-dîn Ebûl-Fet'h Muhammed bin Âli'dir. İmamların büyükle­ri de, bunun cevazına kaildir. Şayet eşya sahibi olan alacaklı, onu mu­hafaza etmesi için, ücretle verirse, ücret ödemesi gerekir.

Fetvalarda şöyle zikredilmiştir: Şayet o, aynı ücret mukabili koru­yacak olursa, yine ücret gerekmez. Zira onu kendi nefsi için koruyor demektir.

Ben, bu mes'eleyi üstadımın fetvasında, böyle gördüm. Kerderi'nin Vecîzi'nde de böyledir.

Ödünç alan şahsa, bir vesika ve onun yazısını korumak için de ücret verilse, bu caiz olmaz. Çünkü, o yazı hakkını korumak için verilmiştir.

Şayet tarak veya bıçak zayi olur ve bir sene sonra aralarına ihtilaf düşer; ödünç veren: "Seneden sonra zayi oldu." ödünç alan da: "Bir senedir zayi oldu." derse; onu icârlayan b.orçhınun sözü geçerli olur. Çünkü o, ziyâde ücreti inkar eylemiştir.

İcare tutan şahıs, o şeyi koruması için karışma veya aile fertlerin­den birine verirse, ücret ödemesi îcabeder.

Şayet başka birine (yabancıya) verirse, bir şey gerekmez.

Şayet binefsihî kendisi, korumak için icârlamış veya başkasının da korumasını şart koşmuşsa, bu caizdir; ikinci şahıs, vekil olmuş olur.

Şayet icârlayan zat, alacaklının ondan faydalanmasına izin verir­se, o menfaat müddetince bîr ücret gerekmez. GınyeMe de böyledir.

Bir adam, diğerinden büşyüz dinar borç alıp, o miktara karşılık bir sened yazar; borç veren şahsı da; onu koruması için, her aylığı şu kadara icarlar; borç alan da bu işi daha borcu almadan yapar; sonra da borç veren şahıs, —beşyüz dinar değilde— dörtyüz elli dinar borç verir, ve aradan aylar geçer mukriz de (= borç veren şahıs da) bunu itiraf ederse, bu durumda şart koşulan ücretin tamamı ödenir; verile-miyen elli dianrın karşılığında bir noksanlık yapılmaz.

Bu, şunun hilâfınadır: Borç veren şahıs vereceğinin yarısını bir müddet sonra verirse, o takdirde borç veren şahıs tam ücret isteyemez.

Borç verenle, borç alan, her ay için icâre akdi yazarlar; senedci dük­kanında borç alan şahıs aldığı borç karşılığında bir vesika yazılmasını ve icâre bedelinin de yazılmasını söyler; borç veren şahıs da, daha ma­hiyeti yazılmadan, borç alan şahsın yanına, koruması için, bir ayn bıra­kır; aradan da aylar geçer ve kâtip böyle bir vesika yazmaz, o şey de adamın yanında durmakta olursa, bu müddet için de koruduğu için, bir ücret gerekir mi gerekmez mi?

Bazı âlimlerimiz: "Gerekir." buyurmuşlardır. Çünkü şart, ücrete karşılıktır ve mutlaka hıfz gerekir. Ve o şahıs kendisine itimad edilip güvenilen şeyi koruyacaktır. Kâtip de, bu itimada binâen yazmamış ola­bilir veya müste'cirin buna razı olduğunu biliyordur.

Ödünç veren zat, icarcmın eşyasını korumak üzere, aile fertle­rinden başkasına verir ve ona, "onu koramasım" söyler, o da bir müd­det korursa, bu müddetin ücreti, müste'cire aittir. Hızânetii'l-Müftîn'de de böyledir.

İki adam, diğerinden ödünç alıp, bir aynı da korumak için icar-larlar; sonra da o icârcılardan birisi ölürse, ölenin hissesi bâtıl olur; ya­şayanın hisesi bakî kalır. Kerderi'nin Vecîzi'nde de böyledir.

Ödünç alan şahıs, ödünç verenin bıçağını icarlar koruması için, bir vekil tutar; "her aylığının bir dirhem" oludğunu da söylemez ve icâr­layan her aylığım, bir dirhem olarak icârlamış olursa, bu açıklanma­dıkça veya vekile, "Sen nasıl dilersen öyle olsun" denilmedikce caiz olmaz.

Bir adam, başkasını bıçaklarını koruması için, bir sene, her aylı­ğı yirmi dinara olmak üzere icarlarsa, bu müddet geçmeden, bu akid —zarar olsa bile— feshedilmez

Fakat zarar, menfaat karşılığı olursa —terzi temizlikçi değirmenci gibi— bu, onun hilâfınadır. (Yani vakti gelmeden önce de, akid feshedilebilir.)

Bir adam, iki veya üç kişiyi, bıçaklarını korumak için icarlar ve bıçakları onlardan yalnız birisi korursa, —onlar, bu işi ortaklaşa yapa­cak olmaları hâlinde— ücretin tamamını ödemesi gerekir. Aksi taktir­de, sadece koruyanın hissesi verilir.

Bu mes'ele şuna benzemektedir: İki kişiyi, ocun taşımak için icâr­layan kimse, "onun evine kadar götürülmesi hâlinde, birdirhem vere­ceğini." söyler; o odunları da, o şahıslardan birisi taşırsa, dirhemin ta­mamını ona öder. Gınye'de de böyledir.

"İcârede gabn-i fahiş on dirhemi onbir dirhem yapmaktır." de­nilmiştir. Cevâhirii'l-Fetâvâ'da da böyledir.

Bir vasî veya mütevillî, sabi için veya vakıf için borç alırlar ve yazılı akid için ücret verirlerse, bu vakıf M|eya çocuğun malına geçerli olur mu?

Bazı âlimler: Her ikisinde de —zâlime, vakıf ve sabinin malından, o malı kurtarmak için yapılan harcama gibi— geçerlidir, demişlerdik  Vecîzi'nde de böyledir.

Bir adam, diğerine mal verip ona: Filan şahsa borç olarak vermesini" ve "onunla icâre akdi yapmasını" söyleyip onun vesikalan-dırılmasım da ister; vekil de, malı borç isteyen şahsa verir; borç alan şahıs da aynı malı, belirli aylığına şu kadar ücret vermek üzere, bir ve­kilin onu muhafaza etmesini söyler; sonra da vekilin müste'ciri ölürse; onun ölümü sebebiyle, icâre fesholmaz. Çünkü, icâre akdi yapan ha­yattadır ve o da müvekkildir. Zira bu vekil icâre akdine borç veren ta­rafından tayin edilmiştir. Hızânetüi-Müftîn'de de böyledir.

Bir adam, diğerinden, yüz dinara bir ev icârlayıp, ev sahibi söyle­yene kadar da oraya oturmaz; ve bu evin icarından, on dirhemini ev sahibine borç olarak verir; sonra da bu şahıslardan ikisinden birjnin ölğ-mü sebebiyle, icâre bozu^rsa; müste'cirin borç alan şahsa karşı yapa­cağı bir şey yoktur.

Şayet mücte'cir borç alan şahsa nakden vermişse, onu geri verip evin icarı için, icara veren şahsa müracaat eder mi?

Efdâl olan, icara verene müracaat etmemesidir. Ancak emredildiği ve müste'cirden aldığı kadar için, icara veren şahıs, borç alan şahsa mü-raccat eder. Zehıyre'de de böyledir.

îcâra veren şahısın, icarlayan Şahsa borç verme veya benzeri bir sebeple, onda alacağı olur ve müste'cir, icara verene: "İcâre malını, ona karşılık olarak hesap et ve borcundan icarı düş." der; icara veren de: "Onu düşerim." derse, icârenin o miktarı fâsid olur. Muhıyi'te de böyledir.

Müste'cirin, icara veren şahısta dinarları olur; ücret de dirhem­ler olur ve karşılıklı takas yapmaları caiz olur.

Cinsleri ayrı olunca, iki tarafın da rızasiyle bunun yapılmassının bir sakıncası yoktur. Kerderî'nin Vecîzi'nde de böyledir.

Bir adam, bir mescide vakfedilmiş bulunan bir araziyi icârlar-yıp, şer'î şerife uygun olarak, orayı imareder ve eker; ücretinden daha çok gelir sağlar, ve akid zamanı, ücreti için "ecr-i misil' denilmiş olur­sa; o fazlalık icarlayana helâl olur. Cevâbirü'l-Fetâvâ'da da böyledir.

Bir adam, yol üzerinde satış yapıyor ve yoldan gelip geçene, -yol geniş olduğu için— zarar vermiyorsa, ondan bir şey satın almak helâl olur.

Şayet gelip geçene zarar veriyorsa, ondan bir şey satın almak helâl olmaz.

Bir adamın, elinde bir elbise olur ve: "Bu elbise, filanındır. Be­ni, on dirhemden noksana satmamak üzere; satışı için vekil etti. Ben, ondan aşağıya satmam." dedikten sonra, onu, dokuz dirheme satar ve kalbinden, onun dediği gibi olduğunu geçirirse, onu satın almak helâl olur.

Bir adam, kendisine borç veren şahsa, vermek üzere bir mal ge­tirir; akdi yapılmış icâre de bozulur; borç veren şahıs veya vekili de giz­lenirler; adamın üzerinde bin dirhem bulunur ve onu, kendisi için kefil olan şahsa getirir; o da gizlenir; veya o gün, o malı getireceği hususun­da karısının talâkına yemin etmiş olur; o da alıp getirdiği hâlde borç veren şahıs gizlenir ve kadı, "onun, bu şahsa zarar vermak kasdında olduğunu bilirse; onun için bir vekil nasbeder ve borçlu, malı ona tes­lim eier ve icâreyi fesheder; mala kefil olan şahsın da karısı boş olmaz.

Eğer hâkim, alacaklının kasdini bilmezse, vekil nasbeylemez. Bu­nunla beraber vekil nasbeyler; borçlu da, borcunu ona teslim ederse; ahkâm yerini bulur. Ona, borcunu ödemiş olur. Kerderî'nin Vecîzi'nde de böyledir.

Bir adamın dükkanının önünde, yolun üzerinde bir boşluk olur; başka bir adam da, orayı, sebze satmak için her aylığı bir dirheme icar-lasa, o ücreti almak için akid yapan şahıs, gâsıp olur.

Fakıyh Ebûl-Leys şöyle buyurmuştur:

Bu şahıs, o yer bina veya dükkan olduğu zaman gâsıp olur; yoksa gâsıb olmaz." demiştir.

Sahih olan, önceki görüştür. Muhıyt'te de böyledir.

Bir müste'cir, icarladığı yere dükkân yapar veya bağ diker ve icâre müddeti de tamam olursa, bu şahsa, onları kaldırması emr edilir mi?

Evet, kıymeti ister az olsun; isterse çok olsun emredilir. Şayet mal sahibi onu kıymeti mukabili almaz ise bu böyle'dir.

Eğer o işi mal sahibinin izni ile yaptı ise, o zaman ne olur? İmam buyurmuş ki:

'Onun izni ile yapmış olsa bile, onu yıkması emredilir." denilmiştir.

Kifâbü'ş-Şürb'de şöyle zikredilmiştir:

Bir adam, kendi arsasından, başkasının su geçirmesine veya gelip geçmesine razı olduktan sonra, bundan vaz geçip, ona mâni olmak is­terse; mâni olabilir. Çünkü, onun önceki gibi yapması lâzım değildir. Nesefî'de de böyledir.

İbnü Semâa'mn Nevâdiri'nde İmârirEbû Yûsuf (R.A.)'ım şöyle buyur­duğu rivayet olunmuştur:

Bir adam, diğerinden, on dönümü, on dirheme bir arazi icarlar sonra da orayı eker; bilâhare de, orasını onbeş dönüm olarak veya yedi dö­nüm olarak bulursa, bu şahsın daha önce konuştuğu ücreti vermesi gerekir.

Şayet, "her dönümü, bir dirhem" demiş olsaydı, ücret ona göre hesap edilirdi. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, hisseleri ayrı ayrı olan bir köy halkının tamamının ara­zisini icarladıktan sonra, o köyün arazisinin su kanalının suyu azalır ve fazla masrafa ihtiyaç olur; bu icarcı, tarla sahiplerinden masraf isterse; bu durumda, bu yerin masrafı, müste'cire mi aittir; yoksa, icara veren­lere mi aittir?

İmam şöyle buyurmuştur:

Yer sahiplerine de, müste'cire de âît değildir.

Bir köy, bir adamın olur; orayı, ondan bir başkası icarladığın-da, kanalının suyu azalır ve müste'cir, icara veren şahıstan suyunu faz-lalaştırmak üzere masrafını isterse, buna hakkı yoktur.

Fakat duruma bakılır: Eğer su, çok noksanlaşmış bulunur ve bir­çok yerlere yetişemeyecek olursa; bu durumda icare, suyun varamaya­cağı yer nisbetinde feshedilir.

Kudûrî'nin itİmad eylediği rivayet budur.

Geride kalan arazi hakkında, müste'cir muhayyerdir: Dilerse, onu hissesi kadar icarla elinde tutar; isterse, onu da fesheder.

Şayet suda noksanlaşma, az olur ve arazinin hepsine kadar ulaşır; fakat kâfi gelmeyecek ve orayı doyuramiyacak durumda bulunur ve fazla bir zarar meydana gelecek olursa, bu durumda da müste'cir muhayyer­dir: Dilerse icâreyi fesheder; dilerse, icâre belirlenen ücret üzere kalır.

Bu mes'ele, bizim mürşidimiz, üstadımız Şeyhu'I-İsIâm Kâdî Ebû'l-Maâfi'nin cevabı ve bize vasiyetidir. Kitab'ta söylenmemiştir.

Bir kimse, bir karyeyi kanalı ile birlikte, bir günde yirmi dönüm yer sulamak üzere icarlar ve bilâhare bu su noksanlaşıp, on dönüm yer sularsa; bu yerin on dönümünün icâresi feshedilir. Bu da yandır. Geride kalan yarı hakkında, müste'cir, üstadımız Şeyhu'l-İslâm'a göre muhayyerdir.

Sahih olan da budur.

Bir adam, bir mescidin ıslahı için görevli olan mütevelliden, bir vakıf arazisini belirli dirhemler karşılığında icarladıktan sonra, onu ek­mesi için ve tohumu da icara veren şahsın vermesi üzerine, yarıya verir; hasad vakti gelince, mescid ehli, icara veren şahıs hakkında "Bu müte­velli değildir; onun için icâresi de sahih değildir. Köy ehlinin örf ve âde­ti şudur. Köylüler gelirin üçte birini alır." derler ve o şahsı cebrederler. Şayet müste'cir, "icara veren şahsın mütevelli olduğu hususunda" bey-yine ibraz ederse; mescid ehlinin, aldığını geri alır. Geride kalanı ziraat­çı ile taksim eder ve mescid ehline müsemmayı (= belirlenen miktarı) verir.

Eğer, "icara verenin, mütevelli olduğuna dâir" beyyinesi yoksa; o takdirde ecr-i misil icar verir ve ehli mescidden aldığını geri onlara iade eder. Kalanı da ortağı ile taksim eder, Cevâhirü'l-Fetâvâ'da da böyledir.

Şerefii'1-Eİmrae el-Mekkî ve Kâdî Abdu'l-Cebbar şöyle buyurmuşlardır: Bir adam, vakıf arazisini icarlayıp, oraya ağaç dikip ve bina yaptıktan sonra da icâre müddeti tamam olursa; bu durumda, —bunların araziye zarar vermemeleri hâlinde— müste'cir, onları ecr-i misille, orda bırakır.

Bu iki imama sorulmuş:

Şayet kendilerine vakfolunan şahıslar buna razı olmazlarsa, ne olur? Onları söktürmek gerekir mi? İmamlar: "Hayır" demişlerdir. Gunye'de de böyledir.

Bir köyde, sebil bir arazi bulunur ve köy halkı onu, belirli sene­lerde icarlasalar; eğer bunda köyün menfaati varsa, tasarrufları caiz­dir. Cevâhirü'l-Fetâvâ'da da böyledir.

Mekke arazisini karlamak mekruhtur.  Peygamber (S,A.V.) Efendimiz:

"Kim Mekke arazisinin icarını yerse, faiz ye*miş gibi olur." buyur­muştur. Kâfî'de de böyledir.

Bir adam, bir şahıstan, onun mülkünden fazla olan bir araziyi icarlar ve buna, —fazlalığın— sahibi razı olmazsa, onun hakkı fesholur.

Şayet sahibi rıza gösterip itiraz etmez; icara veren şahıs da hâki­min yanında, ikrar ederse, müste'cir o kadarının icâresini yine fesh edebilir.

Şayet icara veren ikrar etmez; mal sahibi de iddia da, itiraz da et­mez ve intifadan da men etmezse, bu durumda müste'cir o icare akdini —her ne kadar, o yerin başkanına ait olduğunu bilse bile— feshedemez.

Sultanın vekili, bir köyü, bir adama meşru şekilde icara verir; müste'cir de orayı eker; sonra da bir başkası icarı artırır ve icara veren şahıs, orayı öncekinden alıp, sonrakine verirse, o yerin gelirini almak caiz olmaz. Çünkü o, önceki adamın hakkıdır. Cevâhirü'l-Fetâvâ'da da böyledir.

Üçte bir ile ortak olan bir ziraatçı, araziyi, bostan için birkaç defa sürdükten sonra, orayı yer sahibi ile birlikte, icara verseler; aldıkları icarın üçte biri kendisinin olur. Gunye'de de böyledir.

İmâm Ebû Yusuf (R.A.) şöyle buyurmuştur:

Bir adam, kölesini icara verip onu teslim ettikten sonra; özürsüz olarak satar ve o müşteriye teslim eder; köle de onun elinde ölürse; müs-te'cirin, onu müşteriye ödetme hakkı yoktur. Bu durumda müste'cirin durumu rehin alana muhaliftir. Zehıyre'de de böyledir.

İbnii Sem a a, İmâm Muhammet! (R.A.)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

Bir adam, diğerinden, bir köle karşılığında, bir seneliğine, bir ev icarlayıp, o eve oturduktan sonra, onu gâsiba terk eder ve bu müste'­cir, kalan ücreti vermekten kaçınır, icara veren de, köleyi teslimden ka­çınırsa; müste'cirin men etme hakkı vardır; icara veren için bu hak yok­tur. Bazı âlimler: "Bu, bir sene dolmadığı vakit böyledir." Eğer icar müddeti bir sene olursa, müste'cir muhayyerdir." demişlerdir.

el-AsıFda şöyle zekredilmiştir: Bir adam, bir deveyi on dirheme Mekke'ye kadar, belirli veya belirsiz bir köle ile birlikte icarladığında şayet köle belirli olursa, icâre caiz olur. Eğer belirsiz olursa, caiz olmaz.

Köle belirli ve bu icâre de caiz olduğunda teslimden önce ve üzeri­ne akid yapılanların tesliminden sonra köle ölürse; müste'cirin ecr-i mi­sil ödemesi gerekir.

Şayet köle belirsiz olmuş olsa ve icâre de fesada gitmiş bulunaydı, —köle ölse de, ölmese de müste'cirin ecr-i misil vermesi gerekirdi. Muhiyt'te de böyledir.

Bir müşteri, satılan bir köleyi, teslim almadan önce, o köleye ek­mek pişirmeyi veya dikiş dikmeyi öğretmek için, bir aylığına bir dirhe­me icarlasa, bu caiz olur ve ücret gerekir. Eğer köle satın alan şahsın yanında, ay tamam olmadan önce veya sonra ölürse; satıcının malı ola­rak ölür. Bu hâl teslim almak sayılmaz.

Keza, bir kimsenin bir elbiseyi dikmek veya temizlemek için kar­laması caizdir. Eğer zayi olur ve bu noksanlığı, kesmekten veya yıka­maktan meydana gelmiş bulunursa; onu teslim almış ve müşterinin ma­lı olarak zayi olmuş olur. Değilse, satıcının malı olarak zayi olmuş olur.

Müşteri onu ücretle korumak için alırsa; bu icâre bâtıl olur. Çün­kü satıcı, onu müşteriye teslim eylemiştir: Satıcının koruması, onu tes­lim edene kadardır. Gunye'de de böyledir.

Bir adam, başkasının evini belirli müddetle icâreye verdiğinde, oraya rehin alan otursa, ona bir şey gerekmez. Çünkü o, oraya icarla oturmamıştır. Mal sahibi, onu rehin alan şahsa, rehin olarak biraksa yine aynıdır. Gunye'de de böyledir.

Rehin veren şahıs, bu rehni muhafaza için icarlasa, bu caiz ol­maz. Emanet bırakılan şahıstan, muhafaza için icarlasa, bu caiz olur.

Sirâciyye'de de böyledir.

Bir adam, bir aylığına bir ev icarlayıp, kendisi o eve çıktığı hâl­de, karısı ve eşyaları da çıkmaz, icara veren adam da, onu evden çıkar­mak isteyip icâreyi bozarsa; hasmı huzurda olmadan bunu yapamaz.

Bu durumda onu başka aylar için başkasına icâre verir ve o ay ta­mam olunca, artık önceki icâre bozulmuş bulunur. İkinci ayda, ikinci icareci gelir oturur ve ev sahibi öncekine evi tahliyeyi ve ikinci adama teslimi emreder. Hâvî'de de böyledir.

Bir adam, aylığı belirli dirhemlere bir ev kiralar ve bu müste'cir karısını boşayıp, o şehirden çıkar giderse; ev sahibinin o kadını, o ev­den çıkarma hakkı var mıdır?

— Hayır, ay başı gelene kadar, onu çıkarma hakkı yoktur. Ay başı gelince, koca gâibse, ev sahibi icâreyi feshedebilir mi? Ve kadını evden çıkarabilir mi?

Bu meseleye muhtelif cevaplar verilmiştir.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, çıkaramaz. İmâm Ebû Yusuf (R.A.)'a çıkarır. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, aylığı bir dirheme ve kendisinden başkası oturmamak şartıyla, bir ev icarladıktan sonra, bir veya iki kadınla evlenirse, bu ev­de onları oturtabilir; ev sahibi buna mâni olamaz.

Bu evde tuvalet çukuru, abdest alma kuyusu yoksa, o takdirde, ev sahibi mâni olabilir. Zehıyre'de de böyledir.

Bir kimse, kirada oturan bir kadınla evlenip, orada bir sene otur­duktan sonra; ev sahibi kirasını ister;  karısı  "O  evde,  kocasının oturduğunu" haber versin veya vermesin, kira vermek kadına aittir; er­keğe âit değildir.

Eğer ev sahibi, evin ücretiyle birlikte, senin eve.masrafın vardır; o da bana aittir." derse; onu, ona tazmin eder. Eğer ev sahibi böyle bir masraf olmadığını isbat ederse, tazminatta bulunmaz. Mebsût'ta da böyledir.

Bîr kadın, kız kardeşinin evinde, onun rızası olmadan, senelerce oturur ve kız kardeşi de ücret için zorlarsa, o kadın ecr-i misil öder. Gun-ye'de de böyledir.

İmâm, el-AsI Kitabı'nda şöyle buyurmuştur:

îki adam, bir kişiden, aylığı bir dirheme, bir ev kiralar ve bu iki kişi de aralarında anlaşarak, birisi evin ön kısmanda; diğeri de arka kıs­mında oturacak olurlarsa; her birisi hakkında da icâre caizdir. Ev sahi­bi hangisinden isterse, icarı ondan alır.

Bundan sonra, Kitab'ta şöyle yazılmıştır:

İcârenin aslında böyle bir şart olmasa bile icâre sahih olur.

Şayet icârenin aslında böyle bir şart yoksa; bu icâre-fâsid olur mu? Alimlerimizden bir kısmı: "Fâsid olur." Bir kısmı da: "Fâsid olmaz." buyurmuşlardır. Zehıyre'de de böyledir.

Bir eve, hazırda olan bir kimse ile hazırda olmayan bir kimse or­tak olduklarında; şayet hâkim, evin harap edileceğinden korkarsa, ta­mamını icara verir. Ve huzurda olmayanın hissesini yanında tutar. Eğer ev ikiye taksim olmayacak durumda ise bu böyledir.

İmâm Muhammed (R.A.) şöyle buyurmuştur: Harap olma korkusu olunca, hazırda olan ortak evin tamamında kendisi oturur. Kerderî'nin Verîzi'nde de böyledir.

İcâre için hazırlanmış bir ev, üç kişi arasında mîras kaldığında, onlardan birisi diğer ikisinin haberi olmadan, o eve otursa, ona ücret gerekmez. Gunye'de de böyledir.

Bir adam, bir hanın, bir odasını, bir müddet için icarlayıp, ora­ya eşyalarını bırakır ve kapısını kitler; kendisi de kaybolur, sonra da han sahibi gelip, başka bir anahtar ile, kapıyı açar ve eşyaları çıkarıp, başka bir yere kor; on gün sonra da aynı adam gelip, eşyalarını aynı odaya bırakır ve kapısını kitler ve bir müddet daha geçerse, eşyaları çı­karıldıktan sonraki zaman için ücret gerekmez. Hulâsa'da da böyledir.

Yetîme'de şöyle zikredilmiştir: Ebû Zer'e soruldu:

  Çıkarılma imkânı var iken, gasben bir evde oturan bir kimseye ne gerekir?

O, şu cevabı verdi:

  Gasb müddetince icar gerekmez.

Ebû'1-Fadl el-Kirmânî'den soruldu:

  Bir adam, bakır gasbederek, bir .bakırcıya: "Onu, şu kadar üc­retle bir ibrik yapmasını" söyler; bakırcı da, onun gasben alındığım bi­lirse; ondan ücret alabilir mi?

İmâm, şu cevabı verdi:

  Evet alır. Ben dedim ki:

  Bir adam, bakırı gasbedip, onu ibrik yaptırdıktan sonra, mal sahibi gelerek onu almak istese; alabilir mi?

İmâm:

  Hayır alamaz." buyurdu. Yine ben:

  Gümüşü gasbeden bir kimse, onu bilezik yaptırır; gümüşün sa­hibi de gelerek, onun başka bir şeyini alırsa; olur mu?

O:

  İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'e göre olur." buyurdu. • Ali bin Ahmed'den soruldu:

  Bir adamın, bir dükkanı var. O da başkasının elinde... Bir topluluk da, dükkan sahibinden onu icarlamak istiyorlar, ne dersiniz? İmâm şöyle buyurdu:

  İcârlayamazlar. Çünkü o diğerine icara vermiştir ve daha müd­deti vardır. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir yer gasbetmiş bulunan bir şahıs, gasbeylediği o yeri icara ve­rip, ücretini de asıl sahibine öderse; bu helâl olur. Çünkü, onun, bu üc­reti alması, gâsıba izin vermesi demektir.

Hiç ayırım yapmadan, ücreti almak icâzetir. (= izindir.)

Kııdûri de şöyle buyurmuştur:

Eğer ona, gasbden önce verilmişse ücret mal sahibinindir. Gasb-den sonra verilmiş olması hâlinde ise, ücret anlaşma yapan şahsındır. Gunye'de de böyledir.

Bir adam, aile efradı ve hizmetçileriyle beraber bir vakıf evinde oturursa; ecr-i misil gerekir.

Şayet bir kimse; gelir getirsin diye yapılmış bir evi veya vakfedil­miş bir evi yahut bir yetimin evini gasbeder ve onu belirli bir ücretle ica­ra verir; müste'cir de orda oturursa; bu durumda müsemmâ değil; ecr-i misil gerekir. Gâsıbın, o ücreti asıl sahibine vermesi şart mı?

  Hayır, fakat sahibine yermesi daha evlâ olur.

Müsemmâ sahibine mi aittir; yoksa akid yapana mı? İmâm şöyle buyurmuştur:

Akid yapana aittir. Fakat, onun ücret alması helâl olmaz. Aldığı ücreti, sahibine verir.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.): "Onu tasadduk eder." buyurmuştur. Gun­ye'de de böyledir.

Bir gelini güzelleştirmek için, tarayıcı icarlanırsa, âlimler: "Onun ücret alması helâl olmaz." Ancak, şartsız olarak hediye yönüyle olur­sa, o müstesna..." demişlerdir.

'Uygun olanı, yapacağı iş belirli ve hassas ise, ücret almasıdır. Şa­yet gelinin yüzüne resim yapmaz ise ücreti helâl olur. Ş ünkü gelini süs­lemek mübahdır." denilmiştir. Zahîriyye'de de böyledir.

Kübrâ'da şöyle zikredilmiştir:

Vergi vermek bir belde halkının üzerine ağır gelir ve toplanarak, belirli bir ücretie bir adamı hükümdara yollayarak; umûmi olarak zenginden de, fakirden de vergiyi hafifletmesini isteseler; o adam da hü­kümdarın bulunduğu yere gitse; eğer gideceği yer, bir veya iki günlük mesafe ise, ücret alması caizdir. Eğer uzun süreli ise, o şahsın vakitleri­ni belirli bir ücret tayin ederek icarlamak caizdir. Şayet vakit tayin etmezlerse ücret fâsid olur. KM Fahru'd-dtn şöyle buyurmuştur:

Bu, istihsan nev'indendir. Amma yazıya cevap getirmek caiz olmaz. Ancak, vakitlenmişse o zaman ücret caiz olur. Fetva, da böyle verilir.

Serahsâ de Edebü'1-Kâdî Kitabı'nın Rüşvet Babı'nda böylece buyurmuştur. Elbette vakit tâyin«edilmesi —her ne kadar, bir gün, iki gün bile olsa— gereklidir. Müzmerât'ta da böyledir.

Bir köyün çeşmesi için, köy halkından bazıları, adam icarlaya-rak, dağı kazıp, taşlarını kırdırmak ve su yolu açarak köylülerin suyu­nu çoğaltmak isterlerse, ücreti köylüler verir.

Şahsına âit su yolu açtıran kimse, ücreti kendisi öder. Hâvî'de de böyledir.

Bir adamın, köy halkının tamamının rızası olmadan, onların ka­nallarını kazdırma hakkı yoktur. Ancak kendi şahsî malı için şahsî pa­rasıyla kanal kazdırırsa, o müstesnadır. Suğrâ'da da böyledir.

Bir adam, diğerinden her günü bir dirheme, on .günlüğüne bir demir balyoz icarladıktan sonra, bu müste'cir, icara veren şahsın yanı­na, beş günlüğüne emânet bıraksa, —o on gün içinde— icarlayan şah­sın tam on günlük icar vermesi gerekir. Zira, emânet verilen şahsın elinde bulunan bir şey, emâneti verenin elinde bulunmuş gibi olur. Emânet bı­rakılan şey yerinde ariyet olsa mes'ele hâli üzerinedir. Ariyet müddetin-ce de icâre gerekir. Bu hususta, iki rivayet vardır. Zehıyre'de de böyledir.

Bişr, İmam Ebû Yûsuf (R.A.)'un şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: Bir adam, diğerini, duvar örmesi için icarlayıp, yerini göstererek yüksekliğini, enini, uzunluğunu da söyler ve her bin tuğla için ve kireç için şu kadar, şu kadar dirhem vereceğini de söyler; o adam da yapma­ya başlayıp, temele bin tuğla ile söylenilen kireci kullanır, sonra da bi­nayı yapacak olan zat ölürse; icara veren adam, bir hesap yapar ve ya­pılan işin hissesini öder.

Bir adam, bir yurt icarlayıp, içine de kerpiçten bir duvarı, —mal sahibinin izni olmaksızın— yapar; sonra da mal sahibi, o adamı ora­dan çıkarmak ve duvarını yıktırmak isterse, buna hakkı var mıdır?

Duruma bakılır: Eğer müste'cir, mal sahibinin toprağından yap­mışsa onun bedelini öder ve duvarı yıkmaz. Zehıyre'de de böyledir.

Muhıyt'te   Şemsü'l-Eimme  el-Evzecendî'nin   şöyle   buyurduğu nakledilmiştir:

Bir adam, sıvacıya: "Şu harap yeri on dirheme yap." der; sıvacı yapmaya başlayınca da tahribat çoğalır ve bu sıvacı hepsini yaparsa on dirhemden fazla almaya hakkı yoktur. Gunye'de de böyledir.

Câmiü'l-Fetâvâ'da şöyle zikredilmiştir:

Bir adam, birini minare yapması için icarlayip, enini ve yüksekliği­ni söyler; minareci yapmaya başlayıp, bir kısmını yapınca, yapılan yer yıkılsa, onun ücreti —hesap edilerek— verilir.

Bir adam, on arşın kuyu kazmak için, birisim icarlar; kuyucu da, beş arşınını kazdıktan sonra: "Kalanım kazmaya gücüm yetmiyor." der; bir özrü de olmazsa, kazdığı kadarının ücreti —hesap edilerek— ödenir.

Bir adam, diğer bir adama, "Bunu yüz dirhem ücret karşılığın­da, filan şehirde, filan adama ver," diye bir mal teslim eder; götüren adam da: "Verdim." dediği hâlde gönderilen şahıs bunu inkâr ederse; İmâm Ebû Yûsuf (R.A.): "Tazminat gerekir." buyurmuş; İmâm Muham-med (R.A.) ise: "Tazminat gerekmez." buyurmuştur. Tatarhâniyye'de de böyledir.

İmâm Mnhammed (R.A) şöyle buyurmuştur:

Bir adam, başka birinin arazisini gasbeder ve orayı da bir adama icara verir; mal sahibi durumu bilmez ve seneler geçtikten sonra öğre­nip, buna izin verirse; geçen müddetin ücreti, gasbedem'n; kalan zama­nın ücreti de mal sahibinin olur. Şayet izin vermez ve sene geçerse, bu durumda ücretin tamamı gasbedenin olur. Hâvî'de de böyledir.

Kudûrî'de şöyle zikredilmiştir:

Bir adam, diğer birinden iki ev icarladığında, onlardan biri yıkılır veya gasbedilir yahut buna benzer bîr hal olursa; icârlayan şahıs diğeri­ni de terkedebilir. Muhıyt'te de böyledir.

İki adam, bir şey hakkında iddiada bulunup; birisi "icarladığı-m"; diğeri de "satın aldığını" söyler ve da'vâlı "icarladım." diyeni doğrulasa; satın alan şahıs; "icarladım." diyene yemin verir.

Her ikisi de "icarladım." diye iddia ederler ve da'vâlı onlardan bi­rini doğrularsa diğerinin ona yemin verme hakkı olmaz. Suğrâ'da da böyledir.

Yetîme'de şöyle zikredilmiştir: Ali bin Ahmed'den sorulmuş:

  Bir adam, imâm otursun diye, evini vakfederse; imâm o evi, baş­kasına icara verebilir mi?

İmâm şöyle buyurmuş:

  İcara vermeye hakkı yoktur.

Babamdan aynı roes'ele soruldu; o da aynı cevabı verdi. Tatarhâniy-ye'de de böyledir.'

Bir adam, diğerine bir köle vererek: "İstersen, bin dirheme satın al; istersen, bir seneliğini şü fiata icarla." der; o da, o köleyi teslim alıp, bir müddet çalıştırdıktan sonra, köle ölürse; o, icâre olarak ölmüş olur.

Eğer kölenin sahibi: "Ben, ona mülk olarak vermiştim." der ve kö­lenin kıymeti, —adam bu sözü söylemeden önce— ücret kadar veya da­ha fazla olursa; sözü kabul edilir.

Eğer ücreti fazla ise o tasadduk edilmez. Şayet adam hiç çalıştır­madan bu köle ölmüşse; tazminat gerekmez. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir kimse, satın aldığı bir şeyi teslim almadan önce icara verse, bu caiz olmaz.

Bu durumda satması da böyledir. Bu, (-menkûl) taşınır mal ise böyledir.

"Eğer bir akar ise, bunun satışı ihtilaflıdır. İcâresi ise, icmaen caiz değildir." denilmiştir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir dükkan, harap olur; sahibi yarısını tamir edip, yarısını tamir etmeden sene tamam olursa; —sahibine geri vermediğinden— müste'-cirin tam icar vermesi gerekir. Yarısını verip, yarısını vermemesi olmaz. Gunye'de de böyledir.                                   

Bir adam, diğerine, bakması için buzağılarını verir; onlar da bü­yürler ve adam satarsa; bedelini aralarında taksim ederler. Birisi mal sahibi, diğeri de koruyucu ücreti almış olurlar.

Bir dükkanın icarcısı iflas eder ve kaybolur; icâre müddeti geçer ve dükkan müste'cirin tasarrufunda bulunur; kapısı da kitli olursa; onun tam icar vermesi gerekir. Cevâhirü'l-Fefâvâ'da da böyledir.

Bir adam, diğer bir adamı, Keremiye'den Bohârâ'ya acele odun ta­şımak üzere icarlar; o adam da odunları su üzerinden götürürse; "o ada­ma ecr-i misil verilir." denilmiştir. Zehıyre'de de böyledir.

İmâm M ilhanım cd (R.A.) şöyle buyurmuştur:

Bir adam, her yük devesine yüz rıtıl taşıtmak üzere, bir başkasının develerini icarladıktan sonra, deveci gelerek, kiralayan şahsa; "Yükle." der; kiralayan da: "Yüz rıtıldan başka yoktur." der; deveci onu deni­len yere taşırken de, develerinden bir kısmı ölürse; kiralayan şahsa taz­minat gerekmez.

Bir adam, bir evi, bir aylığına icarladıktan sonra, bu evi, bir ay­lığına başkasının icarladığı hususunda iki şahit şehâdette bulunurlarsa, şehâdetleri kabul edilir.

Bir adam, un öğütmek üzere, bir değirmenciyi bir dirheme icar­lar ve unu üğütüp; onu hamur yapar; ekmek pişirir ve yerse; bu takdir­de, un sahibi dilerse ununu tazmin ettirip, bir dirhem ücretini verir. İs­terse, buğdayını ödetip ücret vermez.

İki adam, bir şey icarladığmda, bunlardan birisi, o şeyi tutması için diğerine verirse; eğer o şey taksim kabul etmeyen bir şey ise, tazmi­nat gerekmez. Zahîriyye'de de böyledir.

Bir adam, diğerinden; onu bir yerden, diğer bir yere, o gün taşı­ması şarüyle oniki dirhem ücretle, bir yiyecek maddesi alır; o şahıs, onun çoğunu taşır, bir kısmı kalırsa; ecr-i misil gerekir.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'e göre böyledir. İmâmeyn'e göre ise, bu icâre caizdir ve belirlenen ücret verilir. Zehıy­re'de de böyledir.

Fetâvâyi ÂmVda şöyle zikredilmiştir; Bedîu'd-dîn'den soruldu:

Müste'cirin bostanında dikeiPbittiğinde, müste'cir —diğer meyve­leri aldığı gibi— o dikenleri de alabilir mi? İmâm: — "Evet alır." buyurmuştur. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Mürebbînin ve sümetcinin ücreti, —malı varsa— sabinin malın-, dan verilir. Malı yoksa, babasının malından verilir.

Ebenin ücreti, onu çağıran kadının malından verilir. Koca, ebe üc­retini vermesi için zorlanmaz.

Zindancının ücretini habsedilenler vermezler.

Zahîrü'd-dîn ümürtâşî şöyle buyurmuştur:

Zamanımızda onların ücreti, borç sahibinin üzerinedir. Çünkü, zindancı o yüzden bekçilik yapıyor. Gunye'de de böyledir.

Kâdî Bedîü'd-Dîn'den sorulmuş:

  Bir yerin sahibi, oraya bostan yaptırıp, tohumunu da kendisi verse, bu tohumun bedeli müste'cirin hissesinden alınır mı?

İmâm şöyle buyurmuş:

  Hayır; eğer alırsa, müste'cirin hissesinden almış olur. Tatarhâ-niyye'de de böyledir.

Bir adam, diğer bir adamı, bir yükü bir yere götürmek üzere, be­lirli bir ücretle icarlar; o da yarı yola kadar götürdükten sonra; başka birinin yükünü götürmek için, onu orda bırakır ve sonra da ücretin ya­nsım talep ederse, ne olur?

İmâm şöyle buyurdu:

   "Evet, şayet geride kalan yol, kolaylık bakımından önceki yan yol gibi ise hakkı vardır.

Fetvalarda böylece zikredilmiştir.

Biz de istisna bölümünde: "Ücretin taksiminde itibar, zorluğa ko­laylığa değil de; mesafeye göredir." dedik. Artık fetvalar iyi düşünül­sün. Muhıyt'te de böyledir.

Mecmûu'n-NevâziTde şöyle zikredilmiştir: ŞemsüM-İslâm el-Evzencendî'den sorulmuş:

  Bir adam, diğerini, buğday kuyusunun yanında gece ateş yak­mak üzere, icarlar; o adam da ateşi yakar ve gecenin bir kısmında uyur; kuyunun içine ateş düşer ve kuyu ile içindekini yakarsa; ecîr (= ücretle tutulan şahıs) onu tazmin eder mi?

İmâm şöyle buyurmuş:

  Hayır; tazmin etmez. Yine sorulmuş:

  Sahibinin emri olmadan ateş yaksa, tazmin eder mi? .   İmâm şöyle buyurmuş:

  Evet; tazmin eder. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir adam, diğerine, on batman bakır vererek, kırk dirhem karşı­lığında, onu inceltmesini söyler; inceldikten sonra da, bakır dokuz bat­man gelirse; bu durumda on batmanın ücretini vermek mi yoksa dokuz batmanın ücretini vermek mi gerekir?

İmâm şöyle buyurmuştur:

Şartlarına uygun olarak, kırk dirhem ücret gerekir. Hulâsa'da da böyledir.

Mecmûu'n-NevâziPde şöyle zikredilmiştir: Bir adam, çarşıda bir şey sattığında, ona çarşı halkından birisi yardımcı olur; sonra da ondan üc­ret isterse; o yerin örf ve adetine itibar edilir. Eğer âdetleri, bu şekil yar­dımlardan ücret alıyorlarsa, o da alır; değilse alamaz. Simsarlar için ise ecr-i misil vardır. Zahîriyye'de de böyledir.

Bir adam, diğer bir şahsı "şu sahaya, iki katlı, iki ev yap." diye icarlayıp, enini, boyunu ve benzeri şeyleri de söylerse; Ebû'l-Leys'in Fet-vâfan'nda "Bu caiz değildir." denilmiştir.

Halbuki uygun olanı teamülde müste'cirin malzemesiyle yapılmak varsa, bunun caiz olmasıdırf Muhıyt'te de böyledir.

Nevâzil'de şöyle zikredilmiştir: Ebû Bekir'den sorulmuş:

  Bir adam, evini bir adama, aylığı bir dirheme icara verdikten sonra, o evi, bir başkasına satar ve müşteri, her ayın ücretini müste'cir-den alır; bir müddet böylece geçer ve müşteri, satıcıya "eğer, parasını verirse, evi geri vereceğine" söz verir ve "müste'cirden aldığını da he­saba katacağını" söyler; evi satan da, evin parasını getirerek, aldığı icar­ları da saymasını isterse ne olur?

İmâm şöyle buyurmuş:

  Müşterinin, müste'cirden icar alması caizdir. Çünkü, o kendi malı yerindedir ve müstakil icâre hükmündedir. Aldığı icarın tamamı müşterinindir. Satıcının, ücrette az veya çok bir hakkı yoktur. El gör-dülük söze gelince, onu yapmazsa, ona birşey gerekmez.

Eğer satış zamanı böyle bir şartları varsa, o satış fâsiddir. Tatarhâ­niyye'de de böyledir.

Şemsü'l-Eimme el-Evzecendî'den sorulmuş:

  Bir kimse, bir doktora, hasta bir câriye vererek ona, "gereken ilaçları verip, tedavi yapmasını" söyler ve sıhhate kavuşması için kıy­metinden fazla masraf yapmamasını ister; tabib de fazla masraf yapar ve bu câriye iyileşirse; bu doktor, cariyenin sahibinden ecr-i misil alır. îlaç ve tedavi masrafı, ecr-i misilden fazla olmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, bir tabibe, hasta bir câriye verip, ona; "Bunu tedavi eyle. Eğer iyileşirse sana kıymetinden fazla ücret vardır." der; doktor da tedavi eder ve câriye iyileşirse; ona ecr-i misil ile ilaç, yeme ve giyme masrafı ödenir. Yalnız ecr-i mislinin ödenmesi için, cariyeyi yanında tu­tamaz. Kerderî'nin Vecîzi'nde de böyledir.

Çocuklar, muallime, mektebin masrafı olan hasır sergi veya başka ihtiyaçları için dirhemler getirdiklerinde;-muallim, o dirhemleri kendi dirhemlerine karıştırıp, bir kısmını kendi ihtiyacına sarf etme veya ha­sır alıp onu evine serme hakkı vardır. CMhirü'l-Fetâvâ'da da böyledir.

Küçük bir talebe, muallime yenilecek bir şey verirse, esahh olan kavle göre, öğretmenin onu yemesi helâl olur. Kerderî'nin Vecîzi'nde de böyledir.

İmâm Kerhî şöyle buyurmuştur:

Bir usta veya muallim san'at için kendisine teslim edilen talebeyi, babasının veya vasisinin izni olmadan dövse ve bu talebe ölürse, tazmi­nat gerekir. Amma onların izniyle döverse, tazminat gerekmez.

Bu, dövüş mu'tad olursa, böyledir. Amma mu'tad olmazsa, taz­minat gerekir. Her haliyle bu böyledir. Cevheretü'n-Neyyire'de de böyledir.

Nevâzil'de şöyle zikredilmiştir:

İdraki olmayan bir ecîrde bir arıza görülse, terbiye edilir mi? Hayır edilmez. Ancak babası izin verirse, o müstesnadır. Half bin Eyyûb'den şöyle sorulmuş:

  "Bir "adam, çocuğunu çarşıda birinin yanına bıraktığında ba­basına, onun tenbel olduğunu söyleyerek: "Onu terbiye edelim mi?" derlerse, ne olur?

O:

   "Evet dövülerek terbiye edilir." demiştir. Hasan ise:

  O  dövülerek  terbiye  edilmez."   demiştir Tatarhâniyye'de  de böyledir.

Bir adam, dokumacıya, dokumacılık öğrensin diye, oğlunu veya kölesini ücretle verire O dokumacı da onu başka bir dokumacıya verir­se; caiz olur." denilmiştir. "Olmaz" diyenler de olmuştur. Doğru olanı da budur. Zehıyre'de de böyledir.

Bir adam, diğerinden senet yazmasını ister; o da: "Bana bir şey ver." der; o da verir, kâtip de onu kendi nefsi için yazarsa, ondan bir şey alması helâl ©Imaz. Gımye'de de böyledir.

Yazıcı yazdığının çoğunda veya bir kısmında güzel yazmasa, ona ücret verilmez. Söyleyen muhayyerdir. Eğer onun yazdığına rıza göste­rirse, ecri mislini verir, yazdığını alır. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, senet yazan şahsa: "Bir alım-satım senedi yaz." der­se; âlimler: "Bu sahih değildir. Bir işe yaramaz." diye fetva vermişler­dir. Gmye'de de böyledir.

Bir müftînin, kendi beldesinde veya başka bir yerde, bir şey yaz­masından dolayı alması caizdir. Çünkü, yazı yazması onun üzerine va­cip değildir. Vacip olanı, fetva soran kimseye diliyle veya yazmak sure­tiyle cevap vermesidir. Fetâvâyi Garâib'de de böyledir.

Bir hâkimin kayıt defteri veya vesikalar yazması için ücret alma­sı caizdir. Mültekıt'ta da böyledir.

Şeyhu'l-İslâm Ebû Hasan es-Sağdî'den senet yazanların ne kadar üc^ ret alacakları sorulduğunda İmâm şöyle buyurdu:

— Eğer senet malı bin dirheme çıkıyorsa beş dirhem; iki bin dir­heme çıkıyorsa, on dirhem alır. On bin dirheme kadar bu böyle devam eder. Onbin dirheme kadar elli dirhem alır. Ondan sonra, her bin dir­hem için bir dirhem alır ve bunu elli dirhemin üzerine ilâve eder.

Şayet vesika bin dirhemden az olur ve o meşakkatli bulunursa; ka­tip ondan da beş dirhem alır.

Şayet daha fazla zorsa, on dirhem alır.

Şayet fazla noksansa ona göre kıyas yapar. Şeyhü'l-İslâm'da Seyyidü'l-İmâm Üstad Ebû Şûca'da bize böyle söyledi.

Şeyhu'l-İslâm: Bu, sanki İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kavli gibidir." dedi. Mütekaddim âlimleri böyle söylediler. Zehıyre'de de böyledir.

Hâkimin bir şey yazmasına ve taksim etmesine gelince; eğer hâ­kim müddeî ve şahidin da'vâlarım yazacak olur ve da'vâyı haksız gö­rürse, ondan ücret alır; değilse beytü'l-mâlden alır.

Kayıt zabtının ücreti sorulduğunda^ Bürhânü'd-dîn şöyle buyurdu:

— "Da'vâhdan alınır."

Bazıları da: "Da'vâcıdan alınır." buyurdular. Kâdîhân ise: "Yazıcıyı kim icarlarsa, ücretini o verir." buyurdu.

Eğer da'vâ şehir içinde ise, hâkim yarım dirhemden bir dirheme ka­dar ücret alır.

Şayet hâkim, köye gidecekse, her fersah için üç veya dört dirhem­den fazla almaz.

Bazı âlimler: "Ücret, beytü'l-mâlden alınır." demişlerdir.        

"Bu, hırsızın elini kesen cellâdın ücretidir." denilmiştir.

Şayet hâkim, bir adama emir verir ve da'vâlının malı haczedilecek olursa, müsemma (= belirlenen ücret) onun malından alınır.

Esahh olan da budur. Da'vâda temize çıkan şahıs, masrafını müd-deîden (= da'vâcıdan) alır.

Adalet için giden de böyledir.

Bazı yerlerde şöyle zikredildiğini gördüm:

Hâkim, da'valıya bir bilgin gönderir; o da durumu ona arz eder; da'vâlı bunu kabul etmez; da'vâcı şahit dinleterek hâkimin huzurunda hakkını isbat eder; hâkim de ikinci defa yine bilgin gönderir ve da'vâ-Uya giden şahıs zahmet çeker; da'vâlı ise yine imtina ederek, ikinci defa kat'î hüccet gösterirse, hak, da'vâlının olur.

Kıyâsda, sonuçta, masraf da'valıya aittir. Zahidi'de ve Fetâvâyi Garâ­ib'de de böyledir.

Taksim ücreti, adedi rüûsa (- taksime iştirak edecek şahıs sa­yısına) göredir. Büyük küçük fark etmez.

Zahîrü'd-dîn el-Mürğînânî ve Şerefti '1-Eimme el-M ek kî Kâdî şöyle buyur-muşlardır: Terekenin taksiminden kaçınırlarsa, onların ücret vermesi gerekmez.

Muhıyt'te  ve  Şerhu  Ebû  Zer'de:   "Müstehab  olan  almamaktır."

buyurulmuştur.

Üstadım, Zahîrü'd-dîn ve Şerefü'l-Eimme el-Mekkî'nin cevabını vermiş­tir ve: "Bu zamanın kadılarının fesada gitmiş olmasından dolayı onla­ra bıraksan, ecr-i misle kanaat etmezler." demiştir. Gunye'de de böyledir.

Bir adam, ziraat işleri yapmaları için, iki adamı icarlayıp, ikisi­ne de öküzlerinden, belirli ikişer öküz verir; onlardan birisi, ta'yin eylediği öküzlerden başkasını çalıştırır; o işi yaparken de öküz ölür ve ölen öküzün kıymetini öderse; sahibinin geri verdiğinin kıymetini de ödeye­cek mi?

— "Ödeyecek." denilmiştir. Esahh olan budur.

Zâhirü'l-rivâye de budur.                              ,.

Şemsü'l-Eimme de bununla fetva vermiştir.

MecmûıTn-Nevâzil'de şöyle zikredilmiştir:

Bir adam, diğerinin yanma emaneten yiyecek maddeleri koyar; emâ­net bırakılan adam da o emânet kapları (çuvalları) boşaltıp, yerine ken­di buğdayını doldurur; sonra da emânet bırakan zat, yüklerini Mekke'­ye götürmek için, emânet bıraktığı adamdan ister ve o da, kendi buğ­daylarını verir; emânet bırakan da yükün farkında olmaz ve develerine yükleterek Mekke'ye götürürse, bu durumda emânet bırakan şahıs o buğ­dayları alır. Ona ayrı bir ücret ödemesi gerekmez. Muhıyl'te de böyledir.

Bir vakfın mütevellisi veya bir sabinin vasîsi, o yetimin veya vakfın malını, insanların aldatılmış sayılmayacağı kadar bir ecr-i misille icara verirlerse; Şeyhu'l-İmâm Muhammed bin FadI "Tam ecr-i misil lâzım olur." demiştir.

Fetva da bunun üzerinedir.

Bir vasî, dava uğrunda, hâkimin kapusunda harcadığım, —yetim küçükse— yetimin malından harcar.

Şeyhu'l-İmâm şöyle buyurmuştur:

Vasînin, icâre olarak, yetimin malından vermesinde (ecr-i misilden fazla olmamak şartıyle) bir beis yoktur. Eğer rüşvet olarak verirse, vasî onu tazmin eder. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adam, bir vakıf evinde veya yetimin evinde, aile efradı ile otu-ruyorsa; metbu' olana ecr-i misil öder. Kerderi'nin Vecîzi'nde de böyledir.

Hasta bir kimse, evini ecr-i misilden noksana icara verirse; bu icâre bütün malında caizdir; üçte birine itibar olunmaz. Zehıyre'de de böyledir.

Bir adam, fakirlere vakfedilmiş bir dükkânı icarlayıp, ona, ken­di malından bir yazıhane yaparak, dükkânın ücretini artırmaksızın on­dan faydalanmak isterse, ona müsâade edilmez.

Ancak icarını artırırsa, o zaman müsâade edilir.

O takdirde, eski binaya hiç zarar vermeksizin, yazıhanesini yapabilir.

Şayet bu dükkân uzun süredir muattal (— kullanılmayan) bir yer­se o takdirde icarını artırmaksızın —ona rağbet olsun diye— yazıhane yapabilir. Muhiyt'te de böyledir.

Bir adam, camiye vakfedilmiş bir odayı icarlayıp, onun içinde keserle odun kırar ve komşular buna razı olmazlar; mütevelli ise razı olursa; âlimler: "O zarar, (demirci, çamaşır yıkayıcı gibi...) belirli ise, mütevelli aynı ücretle icarcıyı yeniler ve kiracıyı odun kırmaktan men eder.

Eğer vazgeçmez ise, onu ordan çıkarır ve bir başkasına icara verir.

Şayet aynı ücretle icarcı bulamaz ise, mütevelli, o dükkanı, onun elinde bırakır.

Ancak onun o halinden vakfedilmiş oda zarar görecekse, o takdir­de onu ordan çıkarır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Câmiu'l-Fetâvâ'da şöyle zikredilmiştir:

Bir adam, aylığı on dirheme bir eşek icarlayıp, onun üzerine bir eğer koyarak, aylığı yirmi dirheme, başkasına icara verse; eğerin hisse­si, bu adama helâl olur. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir adam, bir başkasını, yüz batman yaş bir şeyi filan beldeye taşımak için icarlar; yaş olan o şey de, yolda kuruyup elli batmana dü­şerse; bir hayvan icarlamış olması hâlinde., onun ücretinden bir şey nok-sanlandıramaz. Eğer oraya yüz batman götürmek üzre icarladı ise, o takdirde ücretinden yükün noksanı kadarını düşer. Cevâhİrü'l-Fetâvâ'da da böyledir..

Bir adam, diğerine, sabun yapması için, üç yük yağ verir; o yağ yanında kaynatılırken yüz dirhem yağa daha ihtiyaç olur; onu da, sa­buncu verirse; bu durumda sabun, yağ sahibinin olur ve adamın ilâve eylediği yağın bedeli ile birlikte icarını verir. Hülâsa'da da böyledir.

Bir adam, belirli bir iş için, bir köleyi, bir aylığına icarladıktan sonra; ona: "Şu kitabı, filana götür; filan yerde ona ver. Sana iki dir­hem vardır." derse; bu iş için ücret verilmez.

Fakat o, iki dirhemlik icareyi bozmuş olursa, o takdirde, ona iki dirhem ücret verir.

Adam gider de geri gelirse, icâre eski haline avdet eder. O kitabı götürdüğü kadar ki ücreti kaldırabilir. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir adam, icarladığı bir değirmeni, bir başkasına icara verir ve bu değirmenin bir kısmı yıkılınca; önceki müste'cir, ikinciye: "Bunu yap ve masrafını öde." der; o da masraf ederse; önceki müste'cire, bu mas­raf için müracaat edebilir mi?

  Şayet ikinci adamın da müste'cir olduğunu biliyorsa, müracaat edemez. Eğer onun mal sahibi olduğunu zannediyorsa; burda iki riva­yet vardır: Bir rivayette, "Şart koşmadı ise, yine müracaat edemez."; ikinci rivayette ise: "Masrafını ondan alacağını şart koşmasa bile mü­racaat hakkı vardır." denilmiştir. Muhıyt'te de böyledir.

Ebû'I-Kâsım'dan sorulmuş:

  Bir yurtta, birinin bir odası, başka birinin de bir ahırı var. Ahır sahibi, çoğu zaman kapıyı kitliyor; oda sahibi de onu men etmek isti­yor; onu men edebilir mi?

İmâm şu cevabı verdi:

  İnsanların kapılarını kitlemeleri hâlinde, onun da kapısını kit­leme hakkı vardır. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir adam, debbağcılık yapmak üzere bir yer icarlasa, komşuları ona mâni olabilirler mi?

  Umuma zarar veriyorsa, onu men edebilirler. Cevâhirii'l-Fetâvâ'da da böyledir.

Bir kimse, bir işi yaptırmak için, üç kişiyi beraberce icarladığın-da onlardan birisi hastalanır ve bu iü, diğer ikisi yaparlarsa, ücreti ara­larında müsavi olarak paylaşırlar. Hastaya verilen, nafile durumunda olur. Sirâciyye'de de böyledir.

Bir adam, diğerine icara bir değirmen verdiğinde, icara veren şa­hıs, öğütsün diye, değirmene buğday gönderir; o da onu üğütürse, üc­ret gerekmez. Şayet icara veren şahıs: "Bu değirmende üğüt." derse, o zaman ücret gerekir. TatarhSniyye'de de böyledir.

Bir adam, kendisinden icarlayan şahıstan, dükkânını geri ister; bu müste'cir de dükkân sahibi ile-hâkim huzurunda murafaa olur ve hâkim dükkanı mühürlerse; dükkan mühürlü durduğu müddet için icar gerekir mi, gerekmez mi?

El-cevap: Gerekmez. Çünkü icarcınm, hâkimin mührünü kaldırma­ya ve dükkandan faydalanmaya gücü ve yetkisi yoktur. Ondan icar düşer. Burda dikkat gerekir. Doğru olanı menfaat te'minidir.

Bir dokumacı, her gün için belirli bir bedelle bir tezgah icarla-yıp, vakıf olan bir yerde de çalışmaya başlar; o vakfın mütevellisi de dokuma âletini dükkanın gelirine —icarına karşılık— rehin alırsa; o müd­det için dokumacıya tezgahın icarı icab eder mi?

El-cevab: Şayet dokumacının mütevelliye rehni kurtarma imkanı yoksa ve tezgahı alamaz ise icar gerekmez. Burda da duruma bakılır; doğru olanı, bu durumda icar gerekir. Zehıyre'de de böyledir.

Bir adam, ziraat için bir arazi icarlayıp orayı ektikten sonra, bir âfet gelir ve ekini soğuk vurursa; o günden sonra için, icar gerekmez. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

İcara veren zat, onu bir yabancıya satar; sonra da müşteri icâre malını müste'cire verirse; duruma bakılır: Eğer icara veren şahıs huzur­da ise, verdiği o şey tatavvu' olur. Eğer icara veren şahıs yoksa; o şey tatavvu olmaz. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Gasbeden adam, gasbeylediği evi veya köleyi icara verir; sonra da kendisinden gasbolunan adam: "Ben, icara verilmesini söyledim." der; gasbeden şahıs da: "Evet sen söyledin." derse; gasbolunan şahsın sözü geçerli olur.

Şayet gasbeden şahıs, icara verir; icâre müddeti de tamam olur ve malı gasbolunan şahıs; "Sözleşmeye ben izin vermiştim." derse; müd­det bittikten sonra söylemiş olması hâlinde, bu sözüne itibar edilmez; sözü kabul edilmez; beyyine getirmesi gerekir. Fetâvâyi Kâdâhân'da da böyledir.

Bir adam, bir evi gasbederek icara verdikten sonra o evi sahibin­den satın alırsa; geçmişteki icâreler kendisinin olur.

Eğer öncekini sahibine verir de sonrakini kendi alırsa, bu daha ef-dâl olur. Gasbeden şahıs, onu bir başkasına icara verir; sonra da müs­te'cir, o şeyi gasbeden şahsa icara verir ve ondan icar alırsa, gasbeyle-yen şahsın o ücreti müste'cire vermesi gerekir. Hızânetü'l-Müftin'de de böyledir.

Bir kimse kaçan bir köleyi yakalar ve onu icara verirse, ücret akid yapanın olur ve onu tasadduk eder. Şayet onu icara veren şahıs, köleyle birlikte o ücreti kölenin efendisine verir ve: "Bu, senin kölenin geliridır." derse, o, efendi için helâl olur. İstihsânen onu yemesi helâldir; kı-yâsen ise helâl değildir. Kerderî'nin Vecîzi'nde de böyledir.

Bir adam, bir ağaçlık satın alıp, onları keser; başka bir yer icar-layarak, o ağaçları oraya kurutmak için kor; icarlanan o yerden de bir adamın yolu geçmekte olur ve ağaçlan satın alan zat, o yol sahibine mü­racaat ederek, "ağaçlarını, o yoldan taşımak" isterse, o yerin sahibi buna mâni olamaz. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, diğerinden bir köle veya bir yer satın alıp, onu da tes­lim alarak belirli bir müddet ve belirli bir ücretle, satın aldığı adama icara verir; sonra da o şeye bir hak sahibi çıkarsa; müşteri, satıcıdan geçen günlerin icarını alabilir mi?

"Uygun  olanı,  taleb  etmemesidir."  denilmiştir.   Zehıyre'de  de böyledir.

En doğrusunu bilen Allahu Teâlâ'dır. Dönüş de, son varılacak yer de O'nun huzurudur. [59]

 



[1] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 9/357.

[2] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 9/357.

[3] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 9/357-361.

[4] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 9/362.

[5] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 9/362-364.

[6] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 9/364-365.

[7] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 9/365-366.

[8] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 9/366.

[9] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 9/366.

[10] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 9/367.

[11] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 9/367-369.

[12] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 9/370-378.

[13] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 9/379-383.

[14] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 9/384-390.

[15] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 9/390-398.

[16] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 9/399-403.

[17] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 9/403-406.

[18] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 9/407-412.

[19] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 9/413-421.

[20] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 9/422-425.

[21] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 9/426-434.

[22] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 9/435-443.

[23] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 9/444-445.

[24] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 9/446-448.

[25] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 9/449-450.

[26] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 9/451.

[27] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 9/451-459.

[28] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 9/459-464.

[29] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 9/464-468.

[30] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 9/469-472.

[31] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 9/473-474.

[32] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 9/474-477.

[33] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 9/478-488.

[34] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 9/488-493.

[35] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 9/494-495.

[36] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 9/496-498.

[37] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 9/499-502.

[38] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 9/503-525.

[39] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 9/526-534.

[40] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 9/535-539.

[41] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 9/540-546.

[42] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 9/547-553.

[43] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 9/554-555.

[44] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 10/5.

[45] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 10/5-19.

[46] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 10/19-36.

[47] Hevdeç: Deve üzerine, kadınlar için yapılan mahfe.

[48] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 10/37-44.

[49] Mahmil: (= Mahfe) deve üzerine konulan ve iki kişinin binmesine yarayan sepet.

[50] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 10/45-71.

[51] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 10/72.

[52] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 10/72-73.

[53] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 10/73.

[54] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 10/74-107.

[55] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 10/107-109.

[56] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 10/110-111.

[57] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 10/112-120.

[58] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 10/121-130.

[59] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 10/131-158.