1- İCÂRENİN MÂNASI, RÜKNÜ, LAFIZLARI, ŞARTLARI,
ÇEŞİTLERİ, HÜKMÜ, İCÂRE AKDİNİN
İcâre'nin İnikadına, Sıhhatine, Geçerli Olmasına Ve
Lüzumuna Ait Şartlar
İcârenin İnikadına Ait Şartlar
2- ÜCRETİN NE ZAMAN LÂZIM OLACAĞI VE MÜLK VE BAŞKA ŞEYDEN
BUNA TEALLUK EDENŞEYLERİN BEYANI
3- İCÂRE AKDİNİN VAKİ OLDUĞU VAKİTLER
4- ECÎRİN, ÜCRETTEKİ TASARRUFU
6- İKİ ŞARTTAN BİRİ İLE VEYA İKİ YAHUT DAHA ÇOK ŞARTLA
YAPILAN İCÂRE
İcâre Akdinde Vakit İle Yapılan İşin Bir Araya Gelmesi
9- ECÎRİN İŞİ BIRAKMASI HALİNDE TESLİM EDİP ETMİYECEĞİ
ŞEYLER
11- HİZMET İÇİN İSTİCAR (= ÜCRETLE ADAM TUTMAK)
12- İCÂRENİN TAKSİM EDİLME ŞEKLİ
13- MÜSTE'CİRİN, KİRAYA TUTTUĞU ŞEYİ, SAHİBİNE VERMESİNE
TEALLUK EDEN MES'ELELER
14- SAHİH BİR İCÂRE YAPTIKTAN SONRA, BU İCÂREYT YENİLEMEK
VE İCÂREDE ARTIŞ YAPMAK
15- İCÂREDE CAİZ OLAN VE OLMAYAN ŞEYLER
2- Mekân Şartı Bulunmasından Dolayı Fasid Olan Akidler
3- Değirmencinin Ölçeği Ve Bunun Mahiyeti
4- İcarlanan Şeyin, Bir Başkası Tarafından Meşgul
Bulunması Halinde İcârenin Fesadı
16- ÎCÂREDE ŞÜYÛVMES'ELELERİ VE TA'AT, MEÂSÎ VE MUBAH
FULLER İÇİN İSTİ'CAR
Taat Ve İbadet İçin Adam Kiralanır Mı? Bunlar İçin Ücret
Verilir Mi?
İcâresi (= Kiralanması) Caiz Olmayan Şeyler
İcâre Hususunda Değişik Mes'eleler
17- MÜSTE'CİR VE ÂCİRİN YAPMALARI ÎCABEDEN ŞEYLER
İcâre İle İlgili Diğer Bazı Mes'eleler
18- İKİ ORTAK ARASINDA CEREYAN EDEN İCÂRE VE İKİ ECÎRİN İSTİ'CARI
20- ELBİSE, EMTİA, ZÎNET EŞYASI, GÖÇEBE ÇADIRI VE
BENZERLERİNİ İCARLAMA
21- MÜSTE'CİRE TESLİM EDİLMESİ GEREKMİYEN İCARE
22- MÜSTE'CİRÎN MEN EDİLDİĞİ VE ÂCİRİN MEN EDİLMEDİĞİ
TASARRUFLAR
23- HAMAM VE DEĞİRMEN İCARLAMAK
24- ACİR VE MA'KÛDÜN ALEYHE KEFALET
25- ÂCİR, MÜSTE'CİR VE ŞAHİTLER ARASINDA MEYDANA GELEN
İHTİLÂF
1- Âcir, Müste'cir Ve Şahitler Arasında Bedel Hakkındaki
İhtilâf
2- Acir'le Müste'cirin, Ücretteki Kusur Hususundaki
İhtilafları
26- BİNMEK İÇİN HAYVAN İCARLAMAK
27- MUHALEFET, İSTİMAL, ZİYA TELEF VE BENZERİ HALLERDE
TAZMİNAT MESELELERİ
28- HAS VE MÜŞTEREK ECÎRİN HÜKMÜ
1- Ecîr-i Hâs Ve Ecîr-i Müşterek Arasındaki Farklar Ve
Bunun Hükümleri
2- Ecîr Konusunda Çeşitli Meseleler:
30- BUHÂRA'DA YAPILAN UZUN SÜRELİ İCÂRE
31- İŞ ÜZERİNE İSTİCAR VE İSTİSNA
32- İCARE HAKKINDA MUHTELİF MESELELER
İcâre: Cins ve miktar bakımından
malum bir menfaati, malum bir bedel (= ivaz) karşılığında başka bir şahsa,
muayyen bir zaman için temlik veya ibaha etmektir. Hidâye'de de böyledir. [1]
karenin Rüknü: Bir
menfaatin, bir bedel mukabilinde, belirli bir müddet için temlikini ifade eden
îcab ve kabûl'den ibarettir.
İcare, böyle bir icab
ve kabul ile mün'akid (= akdedilmiş) olur. [2]
İcare de, alış-veriş
gibi mazi (= geçmiş zaman) sığası ile aktedilir. Müstakbel (- gelecek zaman)
veya emir sîgası ile aktedilmez.
Bunun içindir ki
"İcar edeceğim."; "İsti'car edeceğim." gibi lafızlarla
icare mün'akid (= akdedilmiş) olmaz.
İcâre akdinin sahih
olması için, akid taraflardan birisi: "Ben bu evi icara verdim." der;
diğeri de: "kabul eyledim." veya "İcarladmı." der;
İcare lafızlarından
birisi, istikbal (= gelecek zaman) ifade eden sözlerden olursa, icare akdi
yapılmış olmaz.
Meselâ: Birisi
"Bana icara ver." der; diğeri de: "İcarladım." derse, bu
akid olmaz. Nihâye'de de böyledir.
Şemsü '1-Eimme Halvâ nî,
Kitabü '1-Sulh Şerhı'nde şöyle buyurmuştur:
İcâre, hibe ve sulh
sözîeriylede akdedilir.
Şemsü'l-Eimme Serahsî
de şöyle buyurmuştur:
İcâre, ariyet sözüyle
de yapılır. Bu durumda acir, evin menfaatini, diğerine, bir aylığını on dirheme
bağışlar veya bir şeyi aylığı on dirheme, ariyet bırakır.
Ebû Tahir ed-Debbas,
İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin şöyle buyurduğunu hikaye eylemiştir:
İcare tabirinde,
menfaati önce veya sonra istemek lazım olmaz. Zahîriyye'de de böyledir.
Bir adam: "Bu
yerim, her ay bir dirhem karşılığında bağıştır, icaredir." veya
"...icaredir, bağıştır." dese, işte bu, iki durumda da icaredir.
Bu icarenin geçerli
olup olmadığı kitapta zikredilmemiştir. "Geçerli olmaz. Taraflardan her
biri, teslim almadan önce dönüş yapabilir. Yine onlardan her birisi, teslim
almadan önce sözleşmeyi bozabilir. demiştir.
Şayet adam eve
oturmuşsa ev sahibine ecr-i misil verir. Muhıyt'te de böyledir.
Şayet, acir (= kiraya
veren kimse): "Şu evimin bir
aylığına karşılık şu kadar ücretle, menfaatini sana temlik eyledim."
derse, bu icare caiz olur.
Eğer: "Şu evin
aylığına karşılık, şu kadarla menfaatini sana icara verdim." derse, esahh
olan kavle göre, bu icarede sahih olur. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.
Kitâbü's-Sulh'da şöyle
zikredilmiştir:
Bir adam, bir yerin
bir parçasını iddia eder; da'valı da bunu inkar eder ve taraflar, davacının
belirli bir evde, on sene oturması üzere, anlaşma yaparlarsa, bu anlaşma caiz
olur.
Da*vah şahıs, anlaşma
yaptığı kişiden o yeri icarlarsa, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, bu caiz olur;
İmâm Muhammed (R.A.)'e göre ise caiz olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
V n veri. bir adama
satmış olsa. bazı alimlerimize göre, bu caiz olmaz. "Gerçekten vakti terk
ettiğinden dolayı, süknânın satımı caiz değildir. demişlerdir.
Bazıları da:
"Vakti terk etmese bile, satışı caiz olmaz." buyurmuşlardır.
Zehiyre'de de böyledir.
Bir adam, diğerine:
"Her bir aylığına, şu kadar ücretle bu yerin menfaatini sana sattım."
veya: "Bu ay şu kadar karşılıkla menfaatini sana sattım." derse, Uyun
kitabında: "Bu icare fasiddir." denilmiştir. Nihâye'de de böyledir.
Şemsü'l-Eimme Halvânî
şöyle buyurmuştur:
İcâre akdinde (=
sözleşmesinde) satış lafzı, alimler arasında ihtilaflıdır. Zahir olan kavle
göre "satış" sözüyle, —şayet vakit bulunursa— icare sahihdir.
Gıyasiyye'de de böyledir.
Bir adam, diğerine:
"Senden, şu köleyi, hizmetine karşılık, ayda şu kadar vermek üzere satın
aldım." dese, bu icare fasid olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
İmâm Muhammed
(R.A.)'in şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
Bir adam, diğerine:
"Şu köleyi, sana bir sene hizmet etmek üzere, şu bedel karşılığında
verdim." derse, bu icare caiz olur. Hulâsa1 da da böyledir.
İmâm Muhammed (R.A.)
şöyle buyurmuştur:
Bir adam, başka
birisinden, belirli olmayan kazanları icarlamak isterse, kazanlar arasında,
uyumsuzluk bulunduğundan ve kiminin büyük, kiminin küçük olduğundan dolayı, bu
icare caiz olmaz.
Şayet adam, bir kazan
getirir, müste'cir de onu, kirasıyla kabul ederse, işte bu caiz olur. Bu icare,
teati sebebiyle olmuş olur. Zahîriyye'de de böyledir.
Teâtî yoluyla yapılan,
uzun vadeli icare sözleşmesi geçerli olmaz. Keza, birinin:
"Yanıma rehin mi
koydun?" demesi üzerine,
diğerinin: "Öyle
yaptım." sözü de geçersizdir. Bu durumda, her ne kadar ikisinin muradı da
icare olsa bile, bu sözlerle icare akdedilmiş olmaz. Hulâsada da böyledir.
Yetime de şöyle
zikredilmiştir: İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'dan sordum:
— Gemiye binen
veya hacamat yaptıran (kan aldıran)
yahut hamama giren veya su satan kimsenden su içen ve sonra da bunların
ücretim ödeyen bir kimsenin durumu nedir?
İmâm, şu cevabı verdi:
— Bunlar istihsânen caizdir. Bu gibi durumlarda
önceden akid yapmaya (= sözleşmeye) ihtiyaç yoktur. Tatarhâniyye'de de
böyledir.
Bir adam, diğerine:
"Şu yerin seneliği bir dinardır; ona razı mısın?" der; diğeri de:
"Evet." karşılığını verir ve acir o yerin anahtarını, müste'cire
verirse, işte bu icaredir.
Bir adam, diğerine:
"Sana, evinin bir senelik menfaatına karşılık, kölemi sattım." der;
diğeri de bunu kabul ederse, bu da bir icaredir. Gmye'de de böyledir.
Bir adam, icareyi
ileriki bir zamanda bir vakte izafe eylese ve meselâ: (<Şu evimi, sana yarın
icara verdim." dese veya buna benzer bir söz söylese, işte bu icare
caizdir.
Şayet, o vakit
gelmeden önce sözleşmeyi bozmak isterse, bu hususta İmâm Muhammed (R.A.)'den
iki rivayet vardır: Rivayetin birinde: "Bozmak sahih olmaz." diğer
rivayette ise: "Sahih olur." buyurulmuştur. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, başkasına
"Şu hayvanımı, yarın bir dirheme icare verdim." dedikten sonra, o
hayvanı, başka bir şahıs o günden itibaren, üç güne kadar icarîasa; yarın
olunca da önceki icarci hayvanı isteyerek ikinci icarlamayı bozmak dilese,
burada da alimlerimizden iki rivayet vardır: Rivayetin birinde:
"Birinci icarcı, ikinci
icarı bozar." denilmiştir.
Bu görüşü Nasıyr kabul
etmiştir.
İkinci rivayete- göre
ise, birincinin, ikinci icareyi bozma hakkı yoktur.
Bu görüşü de Fakıyh
Ebû Ca'fer, Fakıyh Ebû '1-Leys, Şemsü'I-Eimme Halvânî ve îsâ bin Ebân kabul
etmişlerdir.
Fetva da bunun
üzerinedir.
Şemsü'l-Eimme Serahsî
şöyle buyurmuştur:
Bana göre esahh olan,
izafe edilen icare vaktinden önce lazım olur. İkinci zat, birincinin hakkım
alamaz.
Bu, önce, yarına izafe
edilip, sonra da başkasına icara verdiği zaman böyledir.
Şayet icare yarma
izafe edilir de, bundan sonra, sahibi onu bir başkasına satarsa, Müntekâ'da bu
hususta iki rivayet zikredilmiştir: Birinci rivayette: "İcare veren şahıs,
vakti gelmeden Önce o şeyi satamaz." denilmiş; diğer rivayette ise:
"Vakti gelmeden, satar veya bağışlarsa bu caiz olur." denilmiştir.
Fetva: "Satış
caiz; izafeli icare batılıdır.
Bu, Şemsü'l-Eîmme
Halvânî'nin ihtiyarıdır.
Sonra; satış geçerli
olup,-hakimin hükmüyle ve kusuru yüzünden, satılan bu şey geri verildi veya
vakti gelmeden bağışdan döndü, ise, önceki icare hali üzerine avdet eder.
Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Ebû'i-Leys'in
Fetvâları'nda şöyle zikredilmiştir:
Bir kimse, diğerine:
"Ay başı gelirse, şu evi sana icara verdim." veya "Yarın olursa,
gerçekten şu evi sana icara verdim." derse, —her ne kadar, burada ta'lik
varsa da— icare caiz olur. Gınye'de de böyledir.
Şemsü'I-Eimme Serahsî,
şöyle buyurmuştur: Alimlerimizden bazıları, feshi (akdi bozmayı), ayın
gelmesine veya
her hangi bir vaktin
gelmesine izafe etmek sahihtir. Ayın veya herhangi bir vaktin gelmesine, feshi
talik etmek sahih değildir." buyurmuşlardır. Fetva da bu kavle göredir.
Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Hür olan bir kimse:
"Bir ay çalışmama karşılık, nefsimi şu kadara sattım." derse, bu
icare de şahindir. Zahîriyye ve Huiâsa'da da böyledir.
İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)
şöyle buyurmuştur:
Bir kimse, diğerine
satmak üzere bir elbise verip, ona: "Şu kadardan fazlasına satarsan, o
fazlalık senindir." derse, i$te o fazlalık onun olur.
Bu icare ciheti
üzerinedir.
Bu icare ise fasiddir
ve şayet, elbise onun yanında zayi olursa, tazmin eder. [3]
İcârenin muhtelif
şartları vardır:
1) İcârenin
in'ikâdina (= İcâre akdinin yapılmasına) ait şartlar;
2) İcârenin
nefazına (= geçerliliğine) ait şartlar;
3) İcârenin
sıhhatine ait şartlar;
4) İcârenin
lüzumuna (= lazım gelmesine, bağlayıcı olmasına) ait şartlar. [4]
İcârenin in'ikâdı
için, akidlerin (= akid, anlaşma, sözleşme yapan kişilerin) ehliyetli (yani:
Âkil ve mümeyyiz) olmaları, îcabm kabule muvafakati ve îcap ile kabulün
hakikaten veya hükmen bir mecliste vuku bulması şarttır.
Deli ve aklı ermeyen
çocuğun sözleşmesi sahih değildir.
Buluğ sözleşmenin
şartlarından değildir.
Bize göre bulûğ
sözleşmenin geçerli olmasının şartlarından da değildir.
Hatta, akıllı bir sabî
(= çocuk), malını veya nefsini icara verse, eğer ticarete izinli ise, bu
sözleşmesi geçerlidir. Eğer izinli değilse, velîsinin iznine bakılır. Bize
göre, bu böyledir.
Keza, izinsiz bir
sabî, nefsini icara verse, çalışsa ve yaptığı işi de teslim eylese, ecre (=
ücrete) hak kazanmış olur. Bu ücreti de kendisinin olur.
Hürriyet de akidde (=
sözleşmede) şart değildir.
Bize göre, kölenin
akdi —eğer ticarete izinli ise geçerlidir. İzinli değilse, efendisinin iznine
bakılır.
İzinsiz bir köle,
nefsini icara verse, ona ecr-i müsemmâ ( = konuşulan ücreti vermek) gerekir. Bu
ücreti de efendisinin olur.
Şayet, sabî ve köle
icarcının yanında zayi olurlarsa, bu durumlarda tazminat gerekir. Çünkü,
işveren onları çalıştırmakla, gasbetmiş gibi olur. Zira, efendi ve veliden izin
almamıştır.
Şayet müste'cir hata
ile o köleyi veya sabiyi öldürürse, onların baba taraf akrabalarına diyet öder
ve kölenin bedelini öder.
Mükâteb hem icare
alır; hem de verir. Yalnız sözleşme kasdî olmalıdır.
Âkidlerin, müslüman
olması da şart değildir. Bir müslümamn bir zimmî veya harbî ile icarlaşmaları
caizdir.
İcârenin sıhhatli ve
geçerli olması için akid yapan şahsın malik veya vekil yahut da velayeti haiz
bulunması da şarttır.
Mülk ve velayeti
olmadığı için fuzûlî'nin icaresi geçerli olmaz. Ve, bize göre, fuzûlinin akdi
(= sözleşmesi), o şeyin sahibinin icazetine mevkuf bulunur. (Mal sahibi izin
verirse, fuzûli şahsın yaptığı icare akdi geçerli olur.)
İcâre akdinin sıhhatli
ve geçerli olmasının şartlarından biri de, ma'kûdün aleyh'in (= akid konusu
olan şeyin) hazır olmasıdır.
Fuzûlî icara
verdiğinde mal sahibi de menfâat temininden sonra, izin verse, işte bu icare
caiz olmaz. Bu durumda ücret, sözleşme yapanın olur. Çünkü, ma'kûdün aleyhin (=
üzerine sözleşme yapılanın) menfaati gerçekten yok olmuştur.
Halbuki vekilin
icaresi, —velayeti olduğundan dolayı— geçerlidir.
Keza, babanın,
vasinin, hakimin ve hakimin emininin icareleri de geçerlidir. Çünkü bunlarda,
şer'an izin vardır.
Babadan, vasîden,
dededen ve-onun vasisinden ve diğer mahrem olan zi rahimden (şu
saydıklarımızdan) birisi bulunur ve sabî de icare müddeti tamam olmadan bulûğa
erişirse, bu durumda, bu çocuk muhayyerdir: İsterse icareyi devam ettirir;
isterse, bozar.
İcârenin in'ikadının
ve geçerli olmasının şartlarından birisi de müste'cirin, icarladığı yeri akid
de ta'cil şartı olmadığı zaman, teslim almasıdır.
Müste'cir teslim
almadan sözleşme müddeti biterse, mal sahibi hiç bir ücret alamaz.
Şayet müddetin bir
kısmı geçer de, müste'cir o zaman teslim alırsa geçen zaman için ücret olmaz.
İcârenin in'ikâdmm ve
geçerli olmasının şartlarının birisi de, akidde muhayyerlik şartının
bulunmamasıdır.
Eğer sözleşmede
muhayyerlik bulunursa, bu muhayyerlik müddeti geçerli olmaz. [5]
İcârenin sıhhatinin
şartlan şunlardır:
1) İcâre
akdi yapanlardan ikisinin de, buna razı olmaları şarttır.
2) Ma'kûdün
aleyh olan (= üzerine akid yapılmış bulunan) menfaatin belirli olması da
—münazaayı men etmesi bakımından— şarttır.
Şayet, ma'kûdün aleyh
meçhul (= belirsiz) olursa, nizâa sevkeder ve bu, akdin sıhhatine manidir.
3) Menfaat
mahallini açıklamak da şarttır.
Şayet, bir adam:
"Şu iki yerden birini, sana icara verdim." veya "Şu iki köleden
birini, sana icara verdim." yahut "Şu iki san'atkârdan birini
icarladım." derse, bu akid sahih olmaz.
İcârenin sıhhatinin
şartlarından biri de, —evde olsun, arazide olsun dükkanlarda olsun, emzikci
kadın kiralamada olsun— icar müddetini açıklamakdır.
İcarlanan yerlerde ne
iş yapılacağının açıklanması şart değildir. Kiraya tutan şahıs, orada ne
yapacağını söylemese bile icare caiz olur.
Arazi de ise, ne iş
yapılacağı elbetteki açıklanmalıdır.
Hayvan karlamada ise,
müddeti, yeri ve kiralayanın bineceği veya yük taşıyacağı açıklanmalıdır.
İcârenin sıhhatinin
şartlarından birisi de, kiralanan şey
zayi olunca, ne yapılacağının açıklanmasıdır.
Keza, kiralanılan
şeyin ta'ymi yapılacak; cinsi, nev'i, mikdarı; temizlikçinin ve terzinin
elbiseyi nasıl yıkayıp, nasıl dikeceğinin beyanı; icarlanacak çobana,
otlatacağı hayvanların cinsi, mikdarı, açıklanacak, at mı otlatacak, deve mi,
sığır mı, koyun mu bildirilecek ve adedi açıklanacaktır.
Fakat, özel hizmetçi
hakkında bunlar şart değildir. Yani, ona yapacağının ne olacağını, nev'ini,
mikdarını, sıfatını söylemek şart değildir.
Ancak, buna da icar
müddetinin açıklanması şarttır.
Çocuk emzirici kadın
işe, hizmet için icârlanan köle menzüindedir.
karenin sıhhatinin
şartlarından biri de, ücretin ma'kudün aleyhin cinsinden olmamasıdır. Oturacak
yeri, oturacak yere; hizmetçiyi de, hizmetçi karşılığında icarlamamak gerekir.
İcarenin sıhhatinin
şartlarından biri de menfaatin hakiki ve meşru olmasıdır.
Kaçan köleyi icarlamak
caiz olmadığı gibi, günah kazandıracak bir şeyi icarlamak da caiz değildir.
Birinci de istifade, makdure değil; ikinci de ise, meşru değildir.
İcarenin sıhhatinin
şartlarından birisi de,
icârlanan şahsın yapacağı iş,
farz veya vacib olmamalıdır.
Onun yapacağı iş, o
icarlanmadan önce üzerine farz veya vacib olmuş ise, bu şahsı icarlamak sahih
olmaz.
tcarenin sıhhatinin
şartlarından biri de, menfaatin mu'tad bir şey olmasıdır. Halk arasında taamül
olmayan icare caiz olmaz.
Üzerinde elbise
kurutmak için ağaç icarlamak caiz değildir.
İcarenin sıhhatinin
şartlarından biri de, icârlanan şey taşınır cinsten ise, elle tutulabilir
olmasıdır.
Şayet tutulmaz,
yakalanmaz ise, icare sahih olmaz.
İcarenin sıhhatinin
şartlarından biri de, ücretin belirli olmasıdır. [6]
İcarenin lüzumunun
şartlarından biri, akdin sahih olmasıdır.
İcarenin lüzumunun
şartlarından biri de, sözleşme ve teslim alma vaktinde icârlanan şeyde,
—faydasına halel veren, bir— kusur bulunmamasıdır.
Bu şartlardan biri
de, icârlanan şeyin,
icarlayan için meri olmasıdır.
İcarenin lüzumunun
şartlarından biri de, icârlanan şeyde menfaata halel getirici bir aybın meydana
gelmemiş olmasıdır. O şeyde menfaate halel getirici kusur meydana gelirse,
akde lüzum kalmaz.
İcarenin lüzumunun
şartlarından birisi de, akidlerin (— sözleşenlerin) birinde, özür meydana
gelmemesidir; müste'cerde de özür olmamasıdır.
Şayet onların
birisinde veya icarlanan şeyde özür meydana gelirse, akde lüzum kalmaz.
Bu şartlardan biri de
icarlayan şahsın icarladığı kölenin azad edilmemesidir.
Şayet bir adam
kölesini bir seneliğine icara verir ve altı ay geçince de onu azad ederse, bu
durumda icarlayan muhayyerdir. Dilerse, icare hali üzerine devam eder; dilerse,
onu bozar.
İcarenin lüzumunun
şartlarından biri de, babası veya babasının vasisi yahut dedesi veya dedesinin
vasisi veyahut da hakim veya hakimin emini tarafından icara vermiş olan sabinin
(— çocuğun) bulûğa erişmemiş olmasıdır. [7]
İcareler, ma'kûdün
aleyh itibariyle iki nevidir:
1) A'yanın
menfaatleri üzerine yapılan icareler: Bu a'ynlardan her birine ayn-ı me'cûr,
ayn-ı müste'cer denir.
Bu nev'i icare, üç
kısma ayrılır.
a) Ev ve
arazi gibi, akarı icare;
b) Elbise,
zinet eşyası ve nakliye gibi, ufûzu icare;
c)
Hayvanları icâre.
2)
İnsanların çalışmalarından ibaret olan menfaatler üzerine yapılan icareler:
Sanatkârları, terzileri, katipleri ve benzerlerini icarlamak gibi... [8]
İcarenin hükmü:
Müste'cirin menfaate, mucîrin de ücrete an be an mâlik olmasıdır. Yani
müste'cir menfaati istifa ettikçe, mucir de o nis-bette ücret almaya hak
kazanmış olur. [9]
İcârenin akdedilme
keyfiyetine gelince; bize göre icare: Hâl-i hazırda iki akidin arasında yapılan
bir akiddir. Ve icare fayda sağlaması hasebiyle, bir müddet mülk hükmündedir.
Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir. [10]
İcârenin sıfatı: Bütün
alimlerimize göre icare: Rü'yet (= görme) ve kusur muhayyerliği şartından ârî
ve sahih olduğu vakit, lazım olan bir akiddir. Bedâi*'de de böyledir.
İcârede, tartılan,
ölçülen ve nükud gibi alış-verişte kullanılan şeyler semen (= paha = bedel)'dir.
İcarede salih olan da ücrettir. Paha olmaya elverişli olmaz. Elbiseler ve
köleler, a'yan gibi ücret olmaya elverişli olurlar. Kâfî'de de böyledir.
Şayet ücret, dirhem
veya dinarlar olursa, bunların miktarını, mutlaka açıklamak gerekdir. "O,
şu kadardır." gibi...
Bunların sıfatını
beyan etmek de gerekir. "Yeni" veya "eski" gibi...
İcarede, beldelerin
nakdi üzerine akid vaki olur. Eğer o beldede nakid bir ise, ona göre akid
yapılır. Nihâye'de de böyledir.
Bir beldede, muhtelif
nükûd bulunur ve bunlar revacda da müsavi olurlar, bir kısım, diğerinden üstün
olmazsa, bu durumda akid caiz olur ve icarlayan şahıs dilediği nakdi icar
olarak verir.
Şayet biri diğerinden
üstün olursa, bu durumda örfün hükmü uygulanır.
Revaç yönünden
nakidler müsavi olurlar ve bir kısmı, diğerleri ile bozuluyorsa, bu durumda
akid fasiddir.
Şayet, o nakidlerden
biri daha revacda ise, işte o zaman akid caizdir. Revacda olana, diğeri
bozdurulur. Muhiyt'te de böyledir.
Eğer ücret, ölçülen,
tartılan veya sayılan cinsten bir şey ise, o zaman mikdarı ve sıfatı beyan
edilir.
Şayet taşınmasında
güçlük varsa, verileceği yer şart koşulur.
Bu, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre böyledir.
İmâmeyn'e göre, bunun
şart koşulması gerekmez.
Eğer ücretin
taşınmasında zorluk bulunur ve ifa yeri de açıklanmamış olursa, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'nin kıyasında icare fasid olur. îmâmeyn'e göre ise, fasid olmaz.
Onu bir yere veya eve
bırakır ve her hangi bîr yerden taşımış olursa, taşıma ücretini alır.
Şayet, başka bir yere
koymasını talep ederse, bunu yapmaya mükellef değildir. Bilakis o yere koymayı
teşvik etmişlerse, öyle yaparlar. Şayet yükü taşımada zahmet yoksa nerde
bulursa orda alır. Serahsî'nin Muhıyt'te de böyledir.
Vakit tayinine ihtiyaç
yoktun Şayet bir açıklama yapmışsa, işte o va'de olur. Satışın bedeli gibi...
Şayet ücret, para veya
elbise ise, miktarını, sıfatını, vaktini belirtmek gerekir. Çünkü o zimmette
beklememiş olur.
Ancak selem (veresiye)
vermişse, o zaman selem şartına riayet edilir.
Şayet ücret, köle,
cariye veya hayvanat ise, onu mutlaka belirtmek gerekir ve ona işaret etmek
icabeder.
Eğer ücret, bir
menfaat ise, o iki durumda olur: Cinsinin hilafına olursa (süknaya karşılık,
hayvana binmek veya mezrûata karşılık elbise giymek ve benzeri şeyler gibi...)
bu durumlarda icare caizdir.
Keza bir adam, bir
evi, bir kölenin hizmeti karşılığında icarlasa, bu da caizdir.
Karşılık aynı cinsten
olursa, bu caiz olmaz. Bir evde oturmaya mukabil, bir evde oturmak; bir hayvana
binmeye karşılık, bir hayvana binmek; bir yeri ekmeye bedel, bir yeri ekmek
gibi... İşte bu şekildeki icare fasiddir. Sirâcü'i-Vehhâc'da da böyledir.
Bişr'in Nevâdiri'nde
İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
Ücret fülûs olduğu
zaman, artık pahalansın veya ucuzlasın, teslim almadan önce olursa, ücret o
konuşulan fülûs olur; başkası olmaz.
Eğer bu fülûs
piyasadan kalkarsa, onun kıymeti ödenir. Keza, ücret, tartılabilen veya
ölçülebilen bir şeyden olmuşsa, —müddeti tükerimeden önce— o da fülûs gibidir.
Muhiyt'te de böyledir.
Bir adam, bir
cariyenin hizmeti karşılığında, bir kölenin hizmetini icarlasa; bu
icare,—cinsleri bir olduğu için—
fasiddir. Siracü'l-Vehhâc'da da böyledir.
Bir adam, sığır verip
de, eşek alırsa, —cinsleri ayrı olduğundan— bu icare caiz olur. Tatarhâniyye'de
de böyledir.
Fetâvâyi Ebû'l-Leys'de
şöyle zikredilmiştir:
Harman sürmek için,
bir öküzü, diğer bir öküze bedel olarak icar-lamakta hayır yoktur. Çünkü
menfaalar bir cinstendir.
Sonra, menfaati,
menfaata mukabil tutmak akdi bozar; icarlayan şahıs ecr-i misil öder.
Bu, zahirü'r-rivayede
böyledir.
Bir köleye iki kişi
ortak bulunduklarında, o köle, ortaklardan birine hizmet edip', diğerine
etmese, bu durumda kölenin hizmet etmediği ortağa, bir karşılık (ücret)
verilmez.
Ebû'l-Hasan, Cami
Kitabı'nda şöyle buyurmuştur:
Bir köleye iki kişi
ortak bulunduğu zaman, bu ortaklardan birisi, bu köledeki hissesini, bir ay
kendisi ile dikiş yapması, karşılığında da bir ay diğeri ile kuyumculuk
yapması, üzere icara verse, işte bu caiz olmaz. Gerçekten bir köleyi, böyle
çalıştırmak caiz olmaz. Fakat, iki köle bulunur ve bunlar ayrı ayrı işte
çalışırlarsa, o caiz olur. Muhiyt'te de böyledir.
En doğrusunu bilen
Allah'u Teâlâ bilir. [11]
Ücret, yalnız akid ile
mülk olmaz.
Bize göre, onu aynen
veya borç olarak teslim almak da gerekmez. Kâfî'de de böyledir.
İmâm Muhammed (R.A.),
Cami isimli kitabının Taharri Bölümü'nde böylece buyurmuş ve bütün alimler: "Bu şahindir." buyurmuşlardır. Nihâye'de de
böyledir.
Ücrete, şu üç ma'nanm
biriyle hak kazanılmış olur. Ta'cil şartı veya ta'cil yahut ma'kûdün aleyhin
(= üzerine akid yapılan şeyin) istenmesi...
Bu üç şeyden birisi
bulunursa o zaman, ücrete müstehak olunur.
Tahâvî Şerhî'nde de
böyledir.
Ücret samha olursa,
menfaatlerinin sabitleşmesi ve faydalarının istenmesi gerekir.
Hatta bir ev veya bir
dükkan belirli bir müddetle icara verilir, icara tutan şahıs da bu müddet
içinde, —gücü yettiği halde, girip oturmazsa—, ücret vermesi gerekir. Muhıyt'te
de böyledir.
Şayet, bu müddet
içinde, icarlanan yerden faydalanmaya mani bir arıza çıkarsa, (icarcıdan evin
gasbedilmesi veya icarlanan yer, su basması yahut o yerin suyunun kesilmesi
veya icarlanan kölenin hasta olması yahut kaçması gibi...) bu miktar ücreti
düşürür. Serahsî'nin Muhıyü'nde de böyledir.
İcâre fesholunur mu?
Hidaye sahibi:
"Fesholur." buyurmuştur. Kâdî Fahrü'd-Dîn, ve Fadlî:
"Bozulmaz." demişlerdir. Tebyîn'de de böyledir.
Bir adam, evini icara
verip, onu teslim ettiğinde, bu ev boş olur ve bir odasında icara veren şahsın
eşyası bulunur veya tamamını teslim ettikten sonra, bir odasını ayırırsa, o
odanın hissesi ücretten düşer. Her ne kadar, icara veren şahıs, kendisine izafe
eylediği o yerden, gücünün yettiği kadar faydalanmayı şart koşmuş olsa bile, bu
böyledir. Hulâsa'da da böyledir.
O yerin faydasını
temine asla gücü yetmez veya adamın kendi nefsine izafe eylediği yerin
haricinden istifade ederse, bu durumda da kendisine izafe edilen yerin ücreti
düşer.
Hatta bir adam, bir
hayvanı, bir gün binmek üzre icarladıktan sonra, o hayvanı evinde
habseyleyip,ona binmez ve o gün geçerse, şayet o hayvanı şehirde binmek için
kiralamışsa, kendi nefsine izafe eylediği yere kadar binmeye gücü yeteceğinden
dolayı, onun kirasını öder. Eğer şehirin haricinde binmek üzere kiralamış ve
onu şehirde tutmuşsa, belirli bir yere kadar ücret gerekmez.
Eğer o hayvanla, o
gün, o yere gitmiş, fakat o hayvana binmemişse, yine ücret gerekir.
Şayet, o yere, o günün
haricinde gitmişse, ücret gerekmez. Her ne kadar, nefsine izafe eylediği yere,
o gün gitmeye gücü bulunsa bile, bu böyledir. Çünkü o yere, o gün gitmeye gücü
yetmiştir. Zehıyre'de de böyledir.
Müste'cire, mal
sahibine: "Oturacağın yer şurasıdir. Yalnız kapısı açılmıyor." der;
müste'cir de bir müddet sonra: "Oturmadim." karşılığını verirse,
o yerin kapısını açmanın güç olmaması halinde, kira vermesi gerekir.
Şayet kapıyı açmaya
gücü yetmezse, kira vermesi lazım gelmez.
İcare veren şahsın:
"Kapıyı kıramadın mı? Eve giremedin mi?" demesine ihtiyaç yoktur.
Şayet ücret muaccel
ise, icara veren onu talep eder. Zira, onun için, evini elinde tutmuştur.
Eğer kira va'deli ise,
müddeti gelmeden kirayı alamaz.
Eğer kira aylık ise,
bir ay dolunca kirasını alır.
Şayet icara veren
şahıs, icarını aldıktan sonra, icardan eksiltme yaparsa; ondan düşer. Azalttığı
miktarı, icarcıya verir. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.
Bir ev veya arazinin
sahibi, icarı, günlük isteyebilir. Temizlikçi, ekmekçi ve terzi ücretini işini
yaptıktan sona ister. Eğer, bu şahıslar, iş verenin evinde yapıyorlar ve
yapacakları işi bitirmemişlerse bu durumda iş veren şahıs, ev icarı isteyemez.
Hidâye Sahibi ve
Tecrîd Sahibi böyle demişlerdir. Mebsût Sahibi, Fahru'l-İslam, Cami Şeriu'nin
sahibi, Kâdîhân sahibi: "İcarladığı evde bir kısmını dikmişse, o
miktarının ücretini verir." buyurmuşlardır. Tebyîn'de de böyledir.
Bir kimse, yükünü bir
yere götürmek için icarladığı hayvanı, yolun bir kısmına kadar götürdükten
sonra, icar sahibi, o mikdarın ücretini istese, buna hakkı vardır. îcarlayan
şahsın, o miktarı vermesi gerekir.
Fakat, icarcı,
gideceği yere kadar gitmesi hususunda icar sahibini cebreder. İcara tutan
şahıs, tam yerine varınca da, tam ücretini öder.
Bir kimse, yükünü bir
yerden başka bir yere götürmek için, birini kiralar, o da bu yükün bir kısmını
götürürse, zahirü'r-rivayede, o şahıs götürdüğü kadarın hissesini alır. Kalanı
da taşımaya cebredilir. Onu taşıyınca da, ücretini tam alır. Tahâvî Şerhî'nde
de böyledir.
Bir evi icarlayan
şahıs, onun kirasını peşin öderse, geri isteyemez. Eğer bu ücret, bir ayn ise,
o ev sahibinin yanında bir emanet veya ariyet olur. îcarede peşin alınmanın
şart koşulmasiyle, ücrette mülküyet olmaz. Gıyâsiyye'de de böyledir.
Fetâvâyi Ahû'da şöyle
zikredilmiştir:
Bir adam, diğerine:
"Benim için, şu sirke kabımı, kapıya kadar taşı." der; o adam da
taşır ve bu kabdaki şeyin içki olduğunu görürse bu durumda ücret alabilir mi?
İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'a göre, ücret alamaz. İmâm Muhammed (R.A.) de, böyle buyurmuş ve:
"Onun içki olduğunu biliyorsa ücret alamaz; değilse alır." demiştir.
Tatarhâniyye'de de böyledir.• Bir adam, gelinini süslemek üzre, on günlüğüne
ziynet eşyası icar-layıp, onu teslim aldığında gelini süslemese, bile icar
gerekir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Hişam, Nevâdiri'nde
şöylebayurmuştur: İmâm Muhammed (R.A.)'den sordum:
— Bir adam, Mekke'ye
kadar binmek üzre, bir binek kiralayıp, onu özürsüz olarak evinde bırakır ve
binmezse, durum ne olur?
İmâm şu cevabı verdi:
— Faydalanamadığı
için, kira gerekmez. Ancak, o bineğe bir zarar isabet ederse, tazmin eder.
Keza, bir
kimse, Mekke'ye kadar giymek
üzere, bir elbise kiraladığı halde onu
giymezse, kira gerekmez.
Mekke'ye gitmek için,
bir aylığına hayvan icarlayıp da, ona binmeyen ve götürmeyen kişi de kira
ödemez. Zehiyre'de de böyledir.
Faside olan icarede,
ücretin vacib olması için, menfaatin hakikaten temin edilmiş olması şart
koşulur. Ve gerçekten, icara verilen şey müste'cire teslim edilir. Teslim
işlemi olmaz ise, icar da olmaz.
Bunun açıklanması Cami
Kitabı'nda yapılmıştır. Şöyleki: Bir adam, diğerinden bir köle satın alır ve
onu teslim almadan, bir aylığına, satan zata icara verirse, bu icare batıldır.
Şayet satıcı, onu icar
hükmüyle kullansa bile, icar gerekmez. Muhıyt'te de böyledir.
Ali bin Ahmed'den
soruldu:
— Bir adam, diğerinden dikili bir ağaç satın
alıp, onu beş sene yerinde bırakır; bu müddet içinde de, ağacın kıymeti artar;
sonra da satın alan zat, o ağacı kökünden sökmek ister ve yer sahibi: "Bu
müddet içerisinde, burda durduğunun kirasını ver." derse, buna hakkı var
mıdır?
İmâm:
— "Bu müddet için, kira yoktur."
buyurdu. Tatarhâniyye'de de böyledir.
Bir adam, "şu yere gideceğim." diyerek,
giymek üzere, bir gömlek kiralar ve bu gömleği evinde giyip, o yere de
gitmezse, Fakiyh Ebû Bekir el-Belhî:
"Ona kira yoktur. Çünkü,
sözüne muhalefet etmiştir. Gömleği öder." demiştir.
Fakıyh Ebû'l-Leys de:
"Bana göre, kira gerekir. Sözünde muhalefet yoktur. Çünkü ücret giyme
karşılığıdır; gitme karşılığı değildir." demiştir. Kâdî Fâhru'd-Dîn ise:
"Eğer gömleği evinde giymişse, gömleğe zarar verip vermeme noktayı
nazarından, aynı mekanda giymiş gibidir." demiştir.
Uygun cevap Fakıyh
Ebû'J-Leys'in cevabıdır. Kübrâ'da da böyledir.
Bir temizlikçi, inkar
ederek: "Benim yanımda, bu adamın elbisesi yoktur." der; sonra da,
olduğunu ikrar ederse, inkardan önce, elbiseyi yıkamış olması halinde kendisine
ücret verilir.
İnkârdan sonra
yıkamışsa, ücret verilmez. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.
Boyacı hakkında ise,
inkardan önce boyamışsa ücret lazım gelir.
İnkardan sonra
boyamışsa, elbise sahibi muhayyerdir: İsterse elbisesini alıp, boyama ücretini
verir; isterse, elbiseyi bırakıp kıymetini ödetir.
Dokuyucu hakkında da,
şayet inkardan önce dokumuşsa, ücret lazım gelir. İnkârdan sonra dokumuşsa,
dokuduğu kendisinin olur; ipliğin mislini geri verir. Hulâsa'da da böyledir.
Bir adam, bir hayvan
icarladığında, yarı yolda bunu inkar ederse, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.):
"İnkârdan önceki mesafenin icarını verir; inkardan sonranınkini
vermez." buyurmuştur.
İmâm Muhammed (R.A.)
ise: "İcar ondan düşmez; çünkü, icara veren yok ki, yarı yolda, hayvanını
ondan geri alsın... Kendi elinde icar hükmünde kalır." buyurmuştur.
Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Bir adam, bir köleyi,
bir seneliğine kiralayıp, onu teslim alır; senenin yarısı geçince de icarı
inkar ederek, "o kölenin, kendisine ait olduğunu" iddia eder; inkar
eylediği gün kölenin kıymeti ikibindirhem olur ve böylece bir sene geçer ve bu
kölenin kıymeti bin dirheme düşer; sonra da o köle, müste'cirin yanında
—kıymeti de bin dirhem olarak— ölürse, bu hususta Hişam, İmâm Muhammed
(R.A.)'in: "Müste'cirin, icarı ile bir sene sonraki kıymetini tazmin
etmesi gerekir." buyurduğunu nakletmiştir. Zahîriyye'de de böyledir.
Hişam şöyle demiştir:
İmâm Muhammed (R.
A.)'e sordum:
— Ücretle tazminat
nasıl olur?
İmâm:
—"İçtima
etmezler." buyurdu ve şu açıklamayı yaptı. "Ücret, köleyi bir sene
çalıştırdığı içindir. Tazminat ise, sene geçtikten sonradır, zira sene dolar
dolmaz, köleyi sahibine vermesi gerekirdi; vermedi. O şahsın üzerine, bu yüzden
tazminat gerekti. İkisinin lüzumunun sebebi de ayrı ayrıdır.
İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'un kıyası ise: "Uygun olanı, inkardan önceki kirayı ödememesidir;
inkardan sonra da kira sakıt olur. Muhıyt'te de böyledir.
Eşyanın hakikatmda
san'atının eseri bulunmayan hiç bir san'at sahibi (hamal, gemici ve temizlikçi
gibi...) bi'1-icma, ücret sebebiyle, o eşyayı habsedemez. (elinde tutamaz.)
Zehıyre'de de böyledir.
Eşyanın hakikatmda
amelinin eseri bulunan kimse ise, o ücretine karşılık, o eşyayı habseder.
(elinde tutar.)
Ancak ücret, vadeli
ise, o zaman habsedemez.
Bez dokuyan, berber,
odun kıran ve benzer bir iş yapan ve eşya onun ameli sebebiyle başka hale
gelmiş olan herhangi bir kimse (ki, o işi gasbeden şahıs yapsa, o şey
kendisinden gasbedilmiş olan şahsın mülkiyetinden çıkar) bu gibi şahısların
—ücret mukabilinde— eşyayı hab-setme hakkı vardır.
Bunların tamamı, o
şahsın, bu işi dükkanında yaptığı zamanda böyledir. Şayet bu işler, müste'cirin
evinde yapılırsa, habsetme hakkına sahib olamaz. Kerderî'nin Vecizi'nde de
böyledir.
Çamaşırcı elbiseyi
yıkadığında, şayet yaptığı işin eseri elbisede görünüyorsa (sabun ve benzeri
şeyler kullanma gibi...) onun da habsetme hakkı vardır.
Şayet amelinde eser
yok da, yalnız kirini temizlemişse burda ihtilaf vardır. Esahh olanı, her halde
habs hakkının olmasıdır. Nihâye'de de böyledir.
Ücreti için, bir şeyi
habs (elinde tutma) hakkı olan bir kimsenin yanında, habseylediği şey zayi
olursa, onu tazmin etmesi gerekmez. Bu durumda kendisine de ücret verilmez.
Bu, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre böyledir. Tahâvî Şerhî'nde de böyledir.
İcarlanan kimsenin,
elindeki şey, kendi sun'î olmadan, —ücreti için habsetmeyen kimsenin yanında
zayi olduğunda, şayet o şeyde, amelinin eseri varsa; (terzinin dikmesi,
boyacın boyaması gibi...) ücret sakıt olur.
Eğer o şeyde amelinin
tesiri yoksa, (hamal gibi, yük taşıyıcı gibi...) ücret düşmez. Muhıyt'te de
böyledir.
Eğer o aynı, habs
hakkı olmayan bir kimse habseder; ve bu ayın zayi olursa, gasb tazminatıyla
ödeme yapar. İcara veren muhayyerdir: Dilerse ma'mul olarak kıymetini Ödetir ve
ücretini verir; dilerse ma'mul olmayarak kıymetini ödetir, ücret vermez.
Muzmarât'ta da böyledir.
Elbise sahibi,
dokuyucuya: "Elbiseyi evine götür, biz cum'adan gelince, evime gelde
ücretini vereyim." der; bir hırsız da gelerek onun yanından elbiseyi
çalarsa, Fakıyh Ebû Bekir ei-Belhî: "Şayet dokuyucu, sahibine vermiş, o da
aldıktan sonra ücretini vermek için geri dokuyucuya vermişse, bu durumda
elbise rehin olmuş olur. Zayi olduğu zaman, ücretiyle beraber zayi olur. Şayet
elbise sahibi onu emaneten vermişse, dokuyucu onu tazmin eylemez; ücreti,
elbise sahibinin üzerinde hali üzere kalır. Eğer dokuyucu o elbiseyi ücretini
vermediği için vermemişse, burda alimler ihtilaf eylediler: Aralarında birşey karşılığında sulh yaparlarsa, bu güzel olur.
Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Kiralanan zat
çamaşırcı olur ve elbise sahibi, ona "ücretini verene kadar, elbiseyi
yanında tutmasını" söylemiş bulunur, elbise de zayi olmuş olursa, bu da
ihtilaflıdır: Kıyasa göre bu mes'ele, dokuyucunun mes'elesi gibidir. Tafsilat
önceki gibidir. Muhiyt'te de böyledir.
Dokumacı, bir adam için
bez dokuduğu halde, onu —ücretini almak için— sahibine vermekten kaçınır,
sahibi de onu almak için çekince, bez yırtıhrsa, dokuyucuya tazminat gerekmez.
Şayet her ikisinin
birlikte çekmesiyle yırtıhrsa, dokumacıya yan tazminat gerekir.
Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.
Simsar, satmasını
emreyleyen bir kimsenin elbisesini satar ve onun parasını, yine sahibinin
emriyle, ücretini verene kadar yanında tutar ve o meyanda da, bu para
çalınırsa, alimlerimizin kavline göre, tazminat gerekmez.
Keza-, yük sahibi, hamala:
"Ücretini verene kadar taşıdığın şey yanında kalsın." der ve taşınan
şey de çalınırsa, hamal onu tazmin etmez. (= ödemez)
Çünkü, o aynda
simsarın fiili için bir eser yoktur.
Aynda (eşyada)
amelinin eseri olmayan kimsenin o eşyayı ücret için habsetmeye hakkı da olmaz.
O şey onun yanında emanettir. Rehin değildir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir adam, diğerinden
borç mukabili bir ev icarlar ve müste'cirin, icara verende alacağı bulunursa,
bu icare caizdir.
Keza, müste'cir
alacağına karşılık bir köle icarlasa, bu da caizdir. Şayet icare feshedilirse,
müste'cir önceki alacağı için icarladığı şeyi habseder. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, kendisinin
alacağı bulunduğu bir adamın evini, icar-layıp, icar sebebiyle de borcunu
azaltır; icarın müddeti de biterse, geride kalan alacağı için, evi habsedemez.
(elinde tutamaz) Şayet icare müddeti geçtikten sonra, bir müddet daha o evde
kalırsa, o müddet için kira ödemez. Fetâvâyi Kübrâ'da da böyledir.
Bir adam, evini icara
verip, icarını peşin alır, müste'cire evi teslim etmeden icara
veren adam ölürse,
bu durumda akid
fesholur. Müste'cirin, peşin verdiği ücret mukabili, evde oturma hakkı
olmaz. Tatarhâniyye'de de böyledir.
Fasid olan icarede,
müste'cirin, peşin verdiği para mukabili evi habsetme (elinde tutma) ve ondan
faydalanma hakkı vardır. Hulâsa'da da böyledir.
Hâkim şöyle
buyurmuştur:
Bir adam, belirli bir
müddet için, bir köleyi icarlayıp, ücretini de peşin ödedikten sonra da köleyi
icara veren zat ölse, müste'cir geride kalan müddete kadar, o köleyi hizmetinde
kullanır.
Şayet köle ölürse
tazminat gerekmez. Geride kalan müddetin karşılığı olan icar bedelim, icara
verenden geri alır. Muhıyt'te de böyledir.
En doğrusunu bilen
Aîlah'u Teâlâ'dır. [12]
Belirli müddet üzerine
yapılan akid ( = sözleşme) sahihdir. İster, o müddet bir gün gibi kısa olsun;
isterse bir yıl gibi uzun olsun farketmez. Muzmerât'ta da böyledir.
Müddetin ne zaman
başladığı hususunda, bir vakit belirlenmişse, ona itibar edilir.
Eğer, böyle bir vakit
belirlenmemişse bu durumda, başlangıç o şeyin icarlandığı zamandan ibarettir.
Kâfi'de de böyledir.
Bir adam, evini, bir
aylığına muharrem ayında icara verdikten sonra, başka birine, safer ayına icara
verirse, akid muharrem ayı hakkında geçerli olur. Çünkü o, Önce, bu evi
muharrem ayında kiraya tutana vermiştir. O ay çıkıncada, evi safer ayı için
icarlayana teslim eder. Sirâcü'I-Vehhâc'da da böyledir.
Bir adam, evini bir ay
veya belirli birkaç aylığına icara verir, sözleşme de ayn evvelinde yapılırsa,
ihtilafsız, icar, ayın hilal vaktinden itibaren başlar. Hatta ay, bir gün
noksan olsa, icar tam alınır. Ayın bazı günleri geçmiş olsa, bi'Mcma otuz gün,
bir ay sayılır.
Ayların icarına
gelince, işte onda iki rivayet vardır: İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'den gelen
rivayete göre, bütün ayların günlerine itibar edilir. Diğer bir rivayette ise,
içinde bulunduğu ayın tekmiliyle, kalan aylarda hilala itibar edilir. Bedâi'Me
de böyledir.
Şayet icare, her ay
üzerine, —ayın ortasında vaki olmuşsa, o ayın son gününe itibar edilir; ondan
sonra da —hilafsız— aylar devam eder. Muhiytte de böyledir.
Eğer, başlı başına,
bir senelik icare ayın başında yapılmışsa, bu durumda on iki kamerî aya itibar
edilir.
Eğer ay başı değilse,
sene üçyüz altmış gün olarak kabul edilir.
Bu, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'nin kavlidir.
Bu, aynı zamanda İmâm
Ebû Yûsuf (R.A.)'un da kavlidir.
îmâm Muhammed (R.A.)'e
göre ise: "O ayın günlerine, kalan onbir ayında hilallerine itibar edilir.
Bu, İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'tan da rivayet olunmuştur. Mebsût'ta da böyledir.
Bir adam, evmi aylığı
bir dirheme icara verirse, bu akid bir ay için geçerli olur. Diğer aylarda
fasiddir. Birinci ay tamam olunca, taraflardan herhangi birisi icareyi
bozabilir. Zira sahih akid tamam olmuştur.
Şayet bütün ayların
adını söylerse, bu caizdir. Zahirü'r-rivaye'ye göre, taraflardan herbiri, giren
ayın gece ve gündüzünde muhayyerdirler; Fetva da zahirü'r-rivayeye göredir.
Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Şayet, taraflardan
birisi, bu icareyi ayın içinde feshederse, bu fesh geçerli olmaz.
"Geçerli
olur." diyenlerde olmuştur.
Ebû Nasr Muhammed:
"Şayet, ayın içinde feshedilirse, bu fesh, ayın başında geçerli olur;
hilâl görülünce şüphe kalmaz." demiştir.
Eğer iki veya üç
aylığını Önceden verirse, ücreti verilen aylar çıkana kadar, her iki taraf da
icareyi feshedemezler. Tebyîn'de de böyledir.
Mucir (= icara veren)
ve müste'cir ( = icarlayan)'dan her hangi birisi, diğeri olmadan icarı
feshederse, bi'1-icma, bu fesh sahih olmaz. SerahsTnin Muhıytı'nde de
böyledir.
Bir adam, diğerine:
"Şu evi, her aylığı bir dirheme bir seneliğine sana icara verdim."
derse, bu bi'1-icma caiz olur. Zira, müddet ve ücret belirlidir. Özürsüz
olarak, sene tamam olmadan bu icareyi taraflardan hiç biri feshedemez.
(bozamaz) Bedâi"de de böyledir.
Bir adam, bir evi, bir
seneliği on dirheme icarlasa, bu sahih olur. Çünkü, her ne kadar, aylığını
belirtmedi ise de, müddetin ücreti bellidir. Kâfî'de de böyledir.
Bir adam, diğer bir
adamı, şu işi yaptırmak üzere, bir günlüğüne icarladığında alimler:
Şayet örf, güneşin
doğumundan batımına kadarsa,
işte o, o zamana kadar çalışır. Eğer örf güneşin doğumundan ikindiye kadar
çalışmaksa, işte o, o kadar çalışır. Her ikisi de örfse, o günkü sözlerine
itibar olunur. Onlar ya, "akşama kadar." derler veya "ikindiye
kadar" diye anlaşırlar.)" demişlerdir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir.
Evde ücretle çalışacak
şahıs, şafakta kalkıp, ışığı yakar. Şayet oruç tutulacaksa, sahur yemeğini
getirir. Abdest suyunu hazırlar. Kış ise, sabah ve akşam ocağı yakar. Efendi
uyuyana kadar ayaklarını ve bedenini
ovarlar ve bu gibi işleri yapar.
Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.
Bir adam, birgün
binmek için, bir hayvan icarladığında, ona fecrin doğuşundan, güneşin batışına
kadar biner.
Geceliğine kiralarsa,
güneşin batımından, fecrin tulûuna kadar biner; fecrin tulûunda geri verir.
Hızânetü-1-Müftm'de de böyledir.
Bir kimse,
"gündüz bineceğim." diye kiraladığı hayvana ne kadar binebilir?
Bu mes'ele kitap'da
(el-Asl'da) zikredilmemiştir. Bazı alimler: "Ona, güneşin doğmasından,
batmasına kadar biner." buyurmuşlardır. Çünkü nehar, beyazın (aydınlığın)
ismidir.
Bazıları da: "Bu
bir lügattir. Gece ilegündüzün arasını ayırır. Fakat, avam-ı nas bunu ayıramaz;
cevap gün gibidir." demişlerdir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
"...Yarın..."
diye hayvan kiralayan kimse için müddet sabahtan başlar. Bu şahıs, o hayvanı
öğleden sonra geri verir.
Alimler:
"Buörfdür." dediler.
Bizim örfürnüz ise,
sabandan akşama kadardır. Zira ışânın ismi, bizim örfümüzde güneşin batmasından
sonradır.
Yine böyle, bir adam: "Bu
eşeği, geceye kadar bir dirheme aldım." derse bizim örfümüzde müddet güneş
batana kadardır. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, bir
marangozu on günlüğüne icarladığmda müddet, bir sonraki günden itibaren başlar.
Şayet "...yazın
on günde..:" derse, bu sahih olmaz. Çünkü o meçhuldür. "Ayın başından
itibaren on gün..." demedikçe, sahih olmaz. Kerderî'nin Vecizi'nde de
böyledir.
Ebû Bekir'den soruldu:
— Bir adam, diğerine,
çalışması için iki dirhem verdiğinde, o adam bir gün çalışıp ikinci gün
çalışmazsa durum ne olur?
İmâm şu cevabı yerdi:
— Eğer işin günlerini
söyledi ise, bu caiz olur ve o işi yapması için zorlanır. Şayet iki gün yapmaz
ise, artık ondan iş istenmez.
Eğer, "günlerden
iki gün denilmişse" bu icare fasiddir. Çalıştığı gün için, ecr-i misil
verilir. Hâvî'de de böyledir.
Fadlî'niri
Fetvâlan'nda şöyle zikredilmiştir:
Bir adam, belirli bir
işi yapmak üzere, başka bir adamı, bir günlüğüne icarlarsa —farz namazlar
hariç— o şahsın gün tamam olana kadar çalışması gerekir. Bu şahıs başka bir
işle meşgul olmaz.
Semerkant
Fetvâları'nda ise: Bazı alimler: "O adam, sünnet namazları da kılar;
nafile kılmamasında ittifak vardır." demişlerdir. Fetva da buna göredir.
Zehıyre'de de böyledir.
Garib bir rivayette,
Ebû AH ed-Dekkak şöyle buyurmuştur: Müste'cir, şehirde icarladığı bir adamı,
cum'a namazından men edemez. Ve cuma ile meşguliyeti kadar zamanın ücretini
cami uzaksa, düşürür. Şayet cami yakınsa, ücretten düşüremez.
Eğer cami uzak olur ve
çalışan şahıs günün dörtte biri kadarını cuma ile meşgul olarak geçirmiş
bulunursa, ücretinden dörtte birini düşürür.
Şayet çalışan zat:
"Namazla meşguliyetim sebebiyle, yevmiyemin dörtte birini kes." demiş
olsa bile, müste'cirin buna hakkı yoktur. Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse, bir iş
için, bir adamı, bir ay icarladığı zaman, örf olarak, cum'a günü, buna dahil
olmaz ve icarlanan şahıs, ise sabah namazından sonra başlar.
Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.
Bir adam, bir
marangozu, "bir gün, geceye kadar" icarlar; başka birisi de, ona,
"bir dirheme, bir pergel yapmasını" söyler; o da onu yaparsa; o
adamın onun, icarlanmiş olduğunu bilmesi halinde, bu helal olmaz; değilse helâl
olur. Marangoz da müste'cirinden, o bir dirhemi düşer veya helalleşir.
Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.
Ücretle çalışan bir
şahıs, önceki çalıştığı yerden yemek yemesi ve benzeri yönlerden daha hayırlı
bir yer bulur veya önceki yerde yevmiyesi bir dirhem iken, ikinci yerde iki
dirhem olursa, onun başka yerde çalışması —şayet ona daha önce yüz dirhem
verilmişse— caiz olmaz. Tatarhâniyye'de de böyledir.
En doğrusunu bilen
Allah'u Teâlâ'dır. [13]
İcarı veren şahıs,
müste'ciri, ücretinden ibra eder veya,bunu ona bağışlar, yahut tasadduk eder ve
bu, o şahıs kendisine bir menfaat sağlamadan olur; sözleşmede de "ücretin
peşin olacağını" söylenmemiş olursa, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, bu caiz
olmaz. Ücret ister ay olsun; isterse, borç olsun, icare hali üzere kalır;
fesholmaz.
İmâm Muhammed (R.A.)'e
göre ise; eğer ücret borç ise, müste'cir kabul etsin veya etmesin, bu akid caiz
olur; icare bozulmaz.
Şayet ücret ayn olur,
diğeri de onu bağışlamış, o da, onu bile bile kabul etmiş olursa, akid kabul
olur. Eğer bağışı kabul ederse, icare fesh olur. Eğer reddederse, batıl olmaz
ve icare hali üzerine kalır. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, ücretinden
vazgeçer veya onu bağışlarsa, ücretin peşin olması şartıyle akid yapmışlarsa,
bu bi'1-icma sahih olur. Akid hali üzre kalır. Ücretin tamamından vaz geçip
sadece bir dirhemini müstesna kilsa, bu bi'1-icma sahih olur. Çünkü bu,
alacağından düşme yerindedir.
Şayet ücret bir ayn
ise, ondan vazgeçmek sahih olmaz. Gıyâsiyye'de de böyledir.
Şayet, bu tasarrufat
icara verenden ise, menfaati aldıktan sonra, bu bila hilaf caizdir. Muhıyt'te
de böyledir.
Ebû'1-Leys,
Nevazîli'nde şöyle buyurmuştur:
İcarlayan kimse, bir
kimseyi ramazanda icarlasa, bu caiz olur mu? İmâm, İmâm Muhammed (R.A.)'in
kavline göre şöyle buyurmuştur:
— Şayet senelik
icarlamışsa, caiz olur. Aylarca icarlamiş da o aylara ramazan giriyorsa, yine
sahih olur. Sadece ramazan için icarlamak, caiz olmaz. Serahsî'nin Muhıytı'nde
de böyledir.
Biz de bu görüşteyiz.
Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.
Senenin yarısı
geçtikten sonra, icara veren şahıs, icara tutanı bütün ücretinden ibra eylese
veya ücretini ona bağışlasa, o zaman, iş veren ücretin tamamından kurtulmuş
olur.
Bu, İmâm Muhammet!
(R.A.)'in kavlidir.
İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'a göre ise, yarısından kurtulur, yarısı kalır. Muhıyt'te de böyledir.
Hâkimü'ş-Şt'hîd
Müntekâ'da şöyle buyurmuştur:
Bir adam, bir yerini
belirli dirhemler karşılığında, bir adama, icara verip, kirasını da alır;
müste'cir de o yeri ekmez, icara veren de, icarı ona bağışlar ve ona verir;
sonra da her hangi bir yönden bu icare bozulursa, müste'cir icarcıya müracaat
ederek, verdiği ücreti geri alır. Ancak, seneden, geçen ayların hissesini
alamaz.
Şayet, icara veren
şahıs, o yeri icarı teslim almadan bağışlamış olursa, bu durumda müste'cir, hiç
bir şey için müracaat edemez. Muhıyt'te de böyledir.
İcara veren zatın,
icarlayandan herhangi bir mal satın alması, bütün alimlerimize göre caizdir.
Ve bu adam, sözleşme gereğince, satın aldığı şeyin parasını icara bedel
tutabilir.
İcar fazla ise,
fazlasını alır.
Satın aldığının
parası, icar bedelinden fazla ise, o fazlayı verir. Zehıyre'de de böyledir.
İcarlanan zat, iş
yapamazsa, sattığı şeyin parası için müracaat eder; ancak
sattığı malı geri alamaz.
Serahsfnin Muhıytı'nde de böyledir.
Ücret dirhemler
olduğunda, onun yerine, icarcıdan un, zeytin yağı veya başka bir şeyi karşılık
olarak almak caizdir. Gıyasiyye'de de böyledir.
Âcir (= icara veren)
ile müste'cir, icarda sarf işlemi yaparlar; (şöyleki ücret alan şahıs, alacağı
dinarlara karşılık olarak dirhemleri alır) ve bu muamele menfaatten yani
ücretli, ücrenini hak ettikten sonra olur veya ücretin peşin olmasını şan
koşmuşlarsa, bi'1-icma bu musarefe (sarf işlemi) caiz olur.
Şayet bu sarf işlemi,
ücreti hak etmeden, peşin olmasını da şart koşmadan önce olursa, mes'ele
ihtilaflıdır. İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)*un önceki kavline ve İmâm Muhammet!
(R.A.)'in kavline göre caiz olur.
İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'ım sonraki kavlince, bu sarf —amel yapılmadan önce
ayrılırlarsa—batıldır. (= geçersizdir)
Bu, ücret alacak
olduğu zaman böyledir.
Fakat, ücret bir ayn
ise, (sikkelenmemiş gümüş gibi...) o takdirde, müste'cir dinarlara karşılık onu
verebilirse, caiz olmaz. İster menfaatten önce, isterse sonra olsun, müsavidir.
İster peşin şartı olsun, ister olmasın aynıdır.
el-Asi'da şöyle
zikredilmiştir:
Musâfefe (= sarf
işlemi) ücrete karşılık, olmak üzere ve belirli bir şeyi on dirheme taşıması
şartıyle icare akdi yaparlar ve işi yapacak şahıs, hiç taşımadan veya bir
müddet taşıdıktan sonra, yolun yarısında ölürse, bu durumda icarlayan şahıs,
ücretin tamamını vermez; yarısını verir, (ki bu beş dirhemdir).
Bu, İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'a göre böyledir.
İmâm Muhammed
(R.A.)'de bu görüştedir.
Ancak, İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'un sonraki kavline göre, bu sarf sahih değildir; müste'cir, ecri tam hak
etmemiştir; maksat hasıl olmamıştır.
Bir hamal, yük
taşımadan öldüğünde, bir hamalın varisleri, onun daha önceden almış olduğu
dinarları, icarlayan şahsa geri verirler. Bu durumda, bu hamalın varislerine
bir şey verilmez.
Şayet hamal, yarı
yolda ölür, onun varisleri de dinarları icarlayana verirlerse; bu durumda onun
varislerine ücretin yarısı verilir. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, evini, yemiş
satan bir şahsa seneliğini belirli dirhemler, karşılığında icara verdikten
sonra, başka bir adam, ev sahibinden, evin iki aylık icarını, borç olarak
ister; ev sahibi de "icarcısı olan yemiş satıcısına vermesini"
söyler; o adam da yemiş satan şahıstan, bu iki aylık ücret kadar un, zeytin
yağı ve başka şeyler satın alırsa, bu caizdir. Yemiş satan şahsın, bu adamada
bir alacağı olmaz. Fakat ev sahibinde o miktar alacağı olur. Ev sahibi bizzat
kendisi almış ve o adama borç vermiş olur. Mebsût'ta da böyledir.
Şayet borç isteyen
şahıs, yemiş satan şahıstan ücrete karşılık, dinar almış olsaydı, yine bu da
caiz olurdu. Ücret vacib olduktan sona, o dinarla ahm-satım
yapması, bi'I-ittifak caizdir. Şayet ücret vacib olmadan ve peşin olma şartı bulunmaksızın, almış olsaydı, İmâm Muhammed (R.A.)'e ve İmâm Ebıı Yûsuf
(R.A.)'un önceki kavline göre, bu caiz olur; İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un son
kavline göre caiz olmazdı.
Yemiş satan şahsın,
bir adam da dinar alacağı olur; evin icarı ise, her ay için on dirhem olursa,
bir ay geçtikten sonra da, ev sahibi, "iki aylık icarı, o adama borç
olarak vermesini" söyler; adam da buna razı olursa, işte bu caizdir.
Muhıyt'te de böyledir.
Ev sahibi, "bir
dinara, on dirhem vermek üzere, dirhemleri borç olarak alırsa, bu caiz olmaz.
Borç veren şahsın, borç alan şahısta yirmi dirhemi alacağı bulunur; bunu da
adam eve hiç oturmadan, iki aylık icar olarak alır, bu icarın da peşin olmasını
şart koşar; bu, yemişçinin de hoşuna gider; ona karşılıkda un, zeytin yağı ve
benzeri şeyler verir veya on dirheme bir dinar verir, sonra da ev sahibi ölür,
adam da henüz eve oturmamış buluriur yahut bu ev yıkılır veya bu eve, başka
birisi sahib çıkarsa, yemiş satan şahıs, kendisinden borç alan şahsa müracaat
edemez; fakat, ev sahibine yirmi dirhemini almak için başvurur. Bu durumda ev
sahibi de, bu yirmi dirhem için, borçlusuna müracaat eder. Mebsût'ta da
böyledir.
İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'un önceki kavline göre ve İmâm Muhammed (R.A.)'in
kavline göre, ev sahibine yirmi dirhemi için müracaat eder.
Fakat, İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'un son kavline göre, müşteri ihtiyaçlarını aldı ise, ona yirmi dirhem
için müracat eder. Eğer dinar aldı ise, bu durumda ev sahibine yirmi dirhem
için müracaat edemez; kendisinden dinar alan şahsa müracaat ederek ondan
dinarını alır. Çünkü o,ö dinarı, fasid hükme göre almıştır. Muhıyt'te de
böyledir.
Bir adam, bir ev
icarlayarak içine oturduğunda, bu eve bir hak sahibi çıkarsa, icarı, icara
veren şahıs alır ve onu tasadduk eder. Çünkü icara veren şahsın, onu gasbeylediği
meydana çıkmıştır. Serahsî'nin Muhiytı'nde de böyledir.
Bir adam, elbise
karşılığında bir ev icarladığı zaman, bu evin ücreti o, elbisenin kıymetinden
fazla olur ve bu ev sahibinin de hoşuna giderse, bu icare tamamdır.
Keza, cinsi ayrı olan
her şey hakkında da hüküm böyledir.
Bir adam, bir evi on
dirheme icarlamak ister; ev sahibi de onu bir dinara icara verirse, bu da
hoştur. Zira, on dirhemle bir dinar arasında, kıymetçe bir fark yoktur.
Mebsût'ta da böyledir.
Şayet ev sahibi, icarı
ay başı gelmeden Önce peşin ister, müste'cir de buna razı olmazsa, geçen
günlerin icarını vermesi için müste'cir zorlanır; oturmadığı günlerin icarı
için ise, cebredilemez. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, —oturmakta
olduğu— evinin bir aylığını, belirli bir elbise karşılığında icara verirse, bu
ev sahibi, o elbiseyi müste'cire satamadığı gibi —teslim almadan önce-r-
başkasına da satamaz.
Keza, belirli olan
urûzdan, hayvanatdan, ölçülen ve tartılandan şeylerle, altın ve gümüş
parçasından olan bir şeyi de teslim almadan satamaz. Mebsût'ta da böyledir.
Eğer ücret ölçülen ve
tartılan cinsten olur, bizzat olmazda vasıfları belirlenmiş bulunursa, onu
teslim almadan önce, müste'cire satmakta bir beis yoktur.
Bu, ya istifa (vermek)
vacib olduğu veya "peşin" şartı bulunduğu zaman böyledir. Muhıyt'te
de böyledir.
Bir adam, belirli bir
şeyi sattırmak isterse, bu, mecliste o
şeyi teslim alsın veya almasın caiz olur. Biaynihî olmayan bir şeyi de ayrılmadan
teslim alırsa, sattırır.
Şayet teslim almadan
önce ayrılırlarsa, alım-satım bozulmuş olur. Bu durumda onu, başkasına da
satamaz. Şayet, bir kimse alacağını, alacağı olmayan şahsa satarsa, bu caiz
olmaz. Mebsût'ta da böyledir.
Bir adam, bir evi
belirli bir köle karşılığında, bir seneliğine kiralar; ev sahibi de o köleyi,
—daha müste'cirden almadan ve evi de müste'cire teslim etmeden önce azad
ederse; işte bu azad ediş batıldır. Çünkü, ücrete menfaatsiz sahip olunmaz veya
peşin alma sebebiyle sahib olunur; burda bunlar yoktur.
Şayet, ev sahibi
köleyi teslim almış ve evi müste'cire teslim etmeden önce, onu azad etmiş
olsaydı, işte bu caiz olurdu. Muhıyt'te de böyledir.
Ev teslim alınıp,
oturma işi tamamlanırsa, bu durumda yapılacak bir şey kalmaz.
Şayet eve bir
başkasının sahib çıkmasıyla icare fesholur veya iki tarafdan birinin ölümüyle yahut
evin yıkılması, suya batması sebebiyle faydalanma hakkını kaybederse, azad
edilen kölenin kıymeti müste'cire ödenir.
Şayet köleyi teslim
alır; evi icarlayan da evde bir ay kalır; sonra da her ikisi birlikde köleyi
azad ederler; köle de müste'cirin yanında bulunursa, o zaman evinin kaç aylık
kirası geçmişse, kölenin o kadarlık değerini azad etmiş olur. Müste'cirin de
geride kalan kısmını azad eylediği muhakkakdır. Geride kalan kirada bozulmuş
olur. Mebsût'ta da böyledir.
Eğer müste'cir, kalan
günlerde aynı evde oturursa, ecr-i misil öder. Gıyâsiyye'de de böyledir.
İcara tutan şahıs,
orada oturacağı müddeti, icara veren şahıs köleyi teslim almadan tamamlar ve bu
köle ölür veya ona bir hak sahibi çıkarsa, bu durumda, icara veren şahsa, ecr-i
misil ödenmesi gerekir; icare fasid
olur; ücret de belirlenenden fazla
olamaz. Serahsî'nin Muhıytı'nde de
böyledir.
Keza, icara veren
şahıs, köleyi, kusuru sebebiyle geri verir; müste'cir de evde oturmuş olursa,
bu durumda icarenin aslı bozuk olduğundan, icar olarak ecr-i misil vermesi
gerekir. Gıyâsiyye'de de böyledir.
Şayet müste'cir,
köleyi icar sahibine verir; —o o köleyi azad eden kadar da— evde oturmaz ve bu
köleyi azad ederse, bu azadı geçersizdir. Çünkü köle kendi malı değildir.
Teslimi sebebiyle mülkünden çıkmıştır.
Ancak, kendi mülkü
olması halinde onu azad edebilir. Mebsût'ta da böyledir.
Müste'cir evde bir ay
oturduktan sonra, köle henüz müste'cir teslim etmeden önce ve müste'cirin
yanında zayi olursa; bu durumda müste'cir, evin sahibine, evin benzerinin icarı
kadar icar verir. Ki buna, ecr-i misil denir.
Bidayette fasid olan
icare buna muhaliftir. Çünkü, aynı aya ait olan kölenin kıymetinden fazla ecr-i
misil verilmez. Muhıyt'te de böyledir.
İcara veren şahıs,
müste'cirin izni olmadan, icar olan şeyi alıp-sattıktan sonra, müddet geçerse,
satış caiz olur.
Şayet icare bozulursa,
müste'cir icara veren şahsa müracaat ederek sattığı malın değerini alır.
Eğer ücret, bir köle
olur; o da peşinen alınmış ve acir onu azad etmiş bulunur veya bu köle onun
yanında ölmüş olur; sonra da icare feshedilmiş bulunursa, bu durumda
müste'cir, kölenin kıymetini icara veren şahıstan (~ âcir'den) geri alır. Şayet
icare, icar müddetinin yansı geçtikten sonra bozulmuşsa, bu defa da müste'cir;
kölenin değerinin yansım geri alır. Gıyasiyye'de de böyledir.
Bir adam, evini
belirli bir köle mukabili, bir seneliğine"icara verir; müste'cir de bir ay
oturduğu halde köleyi.vermez ve onu azad ederse; azadı sahih olur ve müste'cir,
o ay için, ev sahibine, bir aylık ecr-i misil öder; geri kalan icare bozulur.
Keza, bir adam,
belirli bir şeye karşılık, bir ev icarladığı halde o şeyi teslim etmez ve o
helak olursa tam ecr-i misil gerekir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
En doğrusunu bilen
Allah'u Teâlâ'dır. [14]
Bir adam, başka bir
adamı, sofraya belirli yirmi kazan koyması için icarladığı halde, o adam,
kazanların onunu bırakıp, diğer onunu bırakmadan kaçınır ve icarlayan şahıs,
icarlandığı vakit o kazanları görmüşse, o şahıs diğer kazanlar için de
cebredilir. Şayet görmemişse, cebredilmez.
Bu mes'elenin aslı,
İmam Muhammed (R.A.)'in şu kavlindedir: Bir adam, bir çamaşırcı ile, belirli
bir bedelle, on elbiseyi yıkamasını şart koşarak anlaştığı halde, o adam
elbiseleri görmez ve onlar yanında olmazsa, bu icare fasiddir. Eğer elbiseyi
gösterir; çamaşırcı da razı olursa, bu durumda icare caiz olur. Zehıyre'de de
böyledir.
Elbiselerin cinsini
söylemesi durumunda ise,
ŞeyhuH-İslâm Haher-zâde: "Bu durum, müste'cirin görmeyen bir kimse
olması gibidir. Yani bu icare fasiddir." demiştir.
Şemsü'l-Eimme Serahsî
ise: "Eğer sıfatının açıklanması ona baliğ oldu. (ulaştı) yani amelinin
mikdarmı bu açıklama sonunda anladı ise, bu durumda çamaşırcı, o elbiseyi
görmüş gibidir. Ve icare caiz olur. Çamaşırcı hakkındaki bu söz ile önceki
durum da aynıdır." demiştir.
Bu durumlar, fetva
verilirken iyi düşünülmelidir. Muhıyt'te de böyledir.
İbnü Semâa'nın
Nevâdiri'nde İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un şöyle buyurmuş olduğu nakledilmiştir:
Bir çamaşırcı
(temizlikçi), bir adamla, onun merevî olan elbisesini, bir dirheme yıkamak üzere
anlaşır ve taraflar buna razı olurlar ve bu çamaşırcı, elbiseyi gördüğü
zaman:"Ben buna razı değilim." derse, onun buna hakkı vardır.
Terzi de böyledir.
Burada aslolan.
Nefsinde (kendisinde) ihtilaf bulunan herhangi bir işin mahallinde ihtilaf
olursa, bu sebeple burada görme muhayyerliği sabit olur; onu mahallinde
görecektir. Mahallinde ihtilaf olmayan bütün işlerde, o mahallinde görülünce,
muhayyerlik sabit olmaz.
Çamaşırcı, terzi
mahallinde ihtilaf vardır.Bunun için de, her ikisinde de görme muhayyerliği
vardır. Ve bu tesbit edilmiştir.
Bir adam, başka bir
şahsı, bir buğday yığınını ölçmek üzere icarladığında icarlanan
adam, buğdayı görünce:
"Ben buna razı değilim." derse; bu durumda bunu
söylemeye hakkı yoktur.
Keza, bir adam
diğerini kan aldırmak üzere, bir dânike icarlar; o da razı olur; sırtını
görünce de: "Ben buna razı değilim." derse, onun da bunu söylemeye
hakkı yoktur. Çünkü, burda yapılacak iş hususunda ihtilaf yoktur. İcarcı ne
dediyse, o yapılacaktır. Zehıyre'de de böyledir.
Bir adam, diğerini, şu
kadar pamuğu çuvallamak veya şu elbiseyi yıkamak üzere icarladığı halde, icara
tutanın yanında pamuk ve elbise olmasa bu icare caiz olmaz.
Eğer yanında olur
fakat o icarlanan şahıs bunları görmemiş olursa, bu durumda icarlanan adam
muhayyerdir. Elbiseyi görecektir; pamuğu görmesine lüzum yoktur.
Hızânetü'l-Fetâvâ'da da böyledir.
Hişam'ın Nevâdiri'nde, İmânı
Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğu rivayet olunmuştur:
Bir adam bir eve
karşılık, bir seneliğine bir köleyi icarlayıp, bu köleyi yarım sene çalıştırır
ve bu köleyi icara veren şahıs, eve bakar; —o ana kadar da görmemiş olur ve:
"Bunun bana lüzumu yoktur." derse; buna hakkı vardır ve bu durumda
kölesinin altı aylık ecr-i mislini alır. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, görmeden bir
bağı icarlar; bağ sahibi de icara vermeden önce, o bağın ağaçlarını satmış
olursa, bu icare sahih olur. Ancak, bu durumda müste'cir, görme muhayyerliğine sahip olur. Şayet bağa masraf yaparsa,
bu durumda görme
muhayyerliği geçersiz olur. Zehıyre'de de böyledir.
Eğer müste'cir o
bağdan (meyvesinden) yerse, bu durumda görme muhayyerliği batıl olmaz. Çünkü
onu, müşteriden yemiş olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
İcarede, kusur muhayyerliği de sabittir, (mevcuttur.) Alım-satımda olduğu gibi...
Ancak, icarede ister
teslim almadan, ister teslim aldıktan sonra, müste'cir münferittir,
(yalnızdır.) Alım-satımda ise, müşteri teslim almadan önce, münferittir; teslim
aldıktan sonra, hükme veya rızaya ihtiyacı vardır. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, bir ev
icarlayıp, onu da teslim aldıktan sonra, onda oturmaya mani bir kusur bulursa
(ağacının kırık olması gibi...) bu. durumda icarlayan şahsın muhayyerlik hakkı
vardır. Her ne kadar, bu kusur teslim aldıktan sonra meydana gelmiş olsa bile,
onu geri verir. Çünkü akid, menfaata manidir; kusurun mevcudiyeti, faydadan
öncedir ve o, akid zamanı varmış gibidir. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.
İbrahim, İmâm Muhammed
(R.A.)'in şöyle buyurduğunu nak-letmiştir:
Bir adam, diğerine:
"Seni, bu gün, şu düz yerde, filan yere yollamak üzere icarladım."
der; o adam da oraya o gün değil de, bir kaç günde giderse; bu akid "o
gün, o yere gidilmesi üzerinedir; o işin yapılması üzerine değildir."
Yani müste'cir iş ile zamanı cem edecektir, (yani o işi, o gün yapacaktır. Ve
akdi de bu şekilde yapacaktır. Bu iş, icarcının gücü yetmeyen bir iş
olmayacakdır. O takdirde, icarcı icara hak kazanır ve nefsini o zamana bağlar.
Zehıyre'de de böyledir.
Bir adam, diğerine:
"Ben bu evi, sana, her aylığı bir dirheme icar7 ladım; ramazan
ayının icarını da sana bağışladım."
veya "Sana, ramazan ayının
icarı yoktur." derse, bu icare fasidedir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de
böyledir.
Bir adam, seneliği şu
kadar olmak üzere, bir hamamı icarladığında ta'tilinden dolayı, icarın iki
ayını düşse, bu icare fasid olur.
Şayet: "Muattal
olduğunun icarını düşmek üzere kiraladım." demiş olsaydı, bu icare caiz
olurdu.
Eğer: "Tatil
günlerinin icarı senin için yoktur." dese ve onu da açıklasaydı, yine bu
icare caiz olurdu. Hızânetü'I-Fetâvâ'da da böyledir.
Bir kimse, yanmış bir
dükkanı, her aylığı beş dirheme tamir etmek ve harcadığını hesap etmek üzere
icara tutar ve imar ederse, bu icare de fasiddir.
Eğer icarlayan şahıs,
bu dükkanda kalıyorsa, ecr-i misil vermesi gerekir.
Müste'cirin bu dükkana
ne sarfetmiş olduğu ve ecr-i misli tamir eylediği zata aiddir. Zehıyre'de de
böyledir.
Harap olmuş ve içinde
yıkılmayan yerleri de bulunan bir hanı, bir adam ma'mur yerlerini her aylığına
karşılık onbeş dirheme; harap olan yerleri de kendi parasıyla tamir etmek üzere
her aylığını beşer dirheme icarlar; masrafının tamamının da ücretinden öder;
harap yerleri de tamir edip, oradan faydalanmaya başlarsa, bu kare fasid olur.
Şayet tamir icara
verene aitse, müste'cir tamir eden icarcıya, ecr-i misil verir. İcara veren şahıs
da, müste'cirden, o tamir eylediği dükkanları geri alır. Tamir halindeki
dükkanlar hakkındaki icare caizdir; orda bir fesad yoktur. Muhıyt'te de
böyledir.
Müste'cirin, icar
olarak, taşınması zor olan bir yükü, aynen vermeyi şart koşması, caiz olmaz. Şayet
taşınmasında bir güçlük yoksa caiz olur. Gıyâsiyye'de de böyledir.
Bir adam, içinde üzüm
suyu kaynatmak için, bir aylığına, bir kazan icarlar ve icara veren müste'cire
geri vermesini; şart koşarsa, bu akid sahih olmaz.
Şayet, bunu şart
koşmazsa, bir aylık ücretini vermek gerekir. İş, ayın ortasında da bitse,
sonunda da bitse değişmez. Hâvî'de de böyledir.
Gıyâsiyye'de şöyle
zikredilmiştir:
Bu durumda bir ay
geçerse onun için ücret verilmesi —müddeti kalsa bile— gerekmez.
Tatarhâniyye'de de böyledir.
Şayet: "Ben, onu
senden her gün için icarladım." derse, bu ayın ortasında işin bitmesi hali
gibi olur. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.
Bir adam, diğerinden
testi (topraktan yapılmış çanak, çömlek) icarladığında, icara veren zat:
"Sağlam olarak geri vermezsen, her günlük kirası bir dirhemdir."
der; icarcı da teslim alır ve o kırılırsa, ücreti caizdir; kırıldığı güne kadar
geçen günler için, birer dirhem öder. Tatarhâniyye'de de böyledir.
el-Asl'da şöyle
zikredilmiştir:
Bir adam, diğerinden
bir seneliğine, üç gün muhayyerlik şartıyle, bir ev kiralar; ve adama "Evi
almadan razı olursan, yüz dirheme; olmaz isen elli dirheme" der ve o da
buna razı olursa, bu durumda bu akid fasiddir. Eğer icarcı o evde oturursa, —üç
günlüğü için— ecr-i misil ödemesi gerekir. Diğer günler için, tazminat
gerekmez.
Muhayyerlik müddeti
geçtikten sonra, bu ev yıkılsa, bedel ödemez.
Eğer muhayyerlik, ev
sahibinin hakkı olsaydı, hüküm buna muhalif olurdu. O takdirde, icarcıya,
muhayyerlik müddetinde ev yıkılması halinde tazminat gerekirdi.
Şayet müste'cir:
"Ben, üç gün muhayyerim; eğer razı olursam yüz dirhem veririm." demiş
olursa, bu icare caiz olur. Üç gün de otursa icarını öder; oturduğu kadar ücret
öder. Ev yıkılırsa, tazminat ta bulunmaz. Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse, diğerine,
"dönümü şu kadara" diye bir arazi kiraladığında, şayet o yer, bir
dönümden az ise, icarcı muhayyerdir; değilse, her dönümü için söylediği icarı
Öder. Fetâvâyi Gıyasiyye'de de böyledir.
Bir adam, aylığını
belirterek bir ev kiralar, bir müddet geçer sonra da söylediği müddet gelmeden
önce, evi teslim etmek istemeyip bilahare teslim etmek istese, müste'cir bundan
kaçınamaz.
Keza, icara veren
şahıstan evi istediği halde, o birkaç gün vermeyip, sonra vermek isterse, bu
durumda da müste'cir almamazlık yapamaz.
Bir adam, iki ev
kiraladığında, bu evlerden birisi yıkılır veya birinden faydalanmayı men eden,
bir mani çıkar yahut birinde bir kusur bulunursa, icara tutan şahıs, her iksini
de terk edebilir. Bedâi"de de böyledir.
Bir adam, iki ev
kiralar, teslim aldıktan sonra da, bunlardan birisi yıkılırsa, bu durumda
diğerinde muhayyerlik yoktur. Teslim almadan önce yıkılırsa, hüküm buna
muhalifdir. Mebsût'ta da böyledir.
Nesefî'nin
Fetvalarında şöyle zikredilmiştir:
Bir adam, suyu aktığı
müddetçe belirli bir ücret karşılığında bir değirmen icarlarsa, bu şart
fasiddir ve şer'-î şerife muhaliftir; ücret ödenmesi gerekmez. Su kesilir
kesilmez, bu akid bozulur. Hâvî'de de böyledir.
Bir adam, diğerinden,
"her gün, onunla yirmi ölçek un öğütmek üzere" bir öküz kiralar ve bu
müste'cir, o öküzle, ancak on ölçek un öğütebilirse, bu durumda, bu müste'cir
muhayyerdir: Dilerse, razı olur; dilerse öküzü geri verir.
Eğer razı olursa,
günlük ücretini tam verir.
Geri vermesi halinde
de, çalıştırdığı günlerin ücretini tam verir. Az iş yaptı diye, ücretten
düşüremez. Çünkü icar vaktinde, ücret söylenmiştir. Onun için, —bir şey
öğütmemiş olsa bile— o icara hak kazanmıştır. Zehıyre'de de böyledir.
Bir adam, Bağdad'a
gitmek üzere bir hayvan kiraladığında, geceleyin bu hayvanın gözünün görmediğini
anlar veya süratli gitmediğini yahut benzeri bir kusurunu görürse, bu hayvanın
kendisini icara tutmuş, olması halinde, muhayyerdir: Akdi değiştirir ve
durumuna göre icar tayin eder.
Eğer, bizzat o
hayvanla değil de, başka bir hayvanla gitmişse, sözleşme zimmetinde kalır. O
zaman, bu hayvanın kusurunu isbat etme cihetine gider. Mebsût'ta da böyledir.
Haniye Hulâsası'nda ve
Ta'lîki'l-İcâre'de şöyle zikredilmiştir: Bir icare, diğerinin bozulmasıyla
feshedilir.
Meselâ: Bir adam,
hayvanını birine icara verdikten sonra, bir başkasına: "Eğer aramızdaki
icareyi bozarsam, sana icara verdim." derse, bu caiz olmaz.
Camiu'l-Fetâva'da
şöyle zikredilmiştir:
Bir adam, diğerini
toprak kazmak için icarlar veya ona "yanında olan toprağı, filan yere
taşıyıp, o topraktan, her gün bin kerpiç yapmasını" söyler, yapacağı
kerpicin vasfını da beyan ederse, bu caizdir. Tatarhaniyye'de de böyledir.
Bir ev sahibi, kiraya
tutan şahısla "binasının üzerine ağaçlar koymak veya evin üzerini açmak
yahut tavanını süpürmek veya evini sıvamak şartiyle "akid yaparsa, bu
icare caiz olur.
Şayet, bir kimse,
diğer bir adamı kerpiçle bina yapmak üzere icarlar ve duvara taşıyacağı çamur
da uzaktan gelecek olursa, işi yapacak adam muhayyer olur.
Eğer daha önce
görmüşse muhayyerliği kalmaz.
Eğer binanın duvarının
uzunluğunu, genişliğini, yüksekliğini şart koşarsa, bu akid caiz olur. Çünkü
yapılacak iş bellidir. San'at ehli onu bildiğinden aralarında kırgınlık olmaz.
Mebsût'ta da böyledir.
Bir adam, diğerini
kerpiçten bir bina yapmak üzere icarlayıp bu evin enini ve boyunu şartla
bağlasa; bu icare caiz olmaz. Zira yapılacak iş belli değildir. Yani bu evin ne
kadar yükseklikte olacağı belirtilmemiştir. Ve bu durum ileride ihtilafa sebep
olur. Muhıyt'te de böyledir.
En doğrusunu Allah'u
Teâlâ bilir. [15]
İcarede aslolan,
şudur: Eğer icare, iki şeyden birisi karşılığında yapılmışsa, her birinin adını
ve ücretim söylemek gerekir.
Meselâ: "Şu evi,
sana beş dirheme (veya şu diğer evi, on dirheme, İcara verdim." demek
gibi... Bu söz, iki dükkan veya iki köle yahut iki mesafe ve benzeri şeylerde
böyledir.
Alimlerimize göre
bunların tamamı caizdir.
Keza, üç şey arasında
muhayyer bırakıldığında dört şey söylerse, bu caiz olmaz.
Bu, boyama çeşitlerinde
ve elbise dikiminde böyledir.
Üç şey söylenirse caiz
olur; ondan fazla söylenirse caiz olmaz. Bu alım-satım delaletiyle böyledir.
Ancak icare,
muhayyerlik şartı olmadan da sahih olur; alım-satım ise sahih olmaz. Ona
muhayyerlik şartı koşulabilir. Zehiyre'de de böyledir.
Bir adam, bir terziye
bir kumaş vererek, ona: "İranlıların giydiği gibi dikersen, sana bir
dirhem; türklerin giydiği gibi dikersen sana iki dirhem ücret var.'' veya
boyacıya "Bu elbiseyi sarı renge boyarsan, sana bir dirhem; za'ferana boyarsan
iki dirhem ücret vardır." derse bu caiz olur.
Şayet: "Sen
dikersen, ücretin bir
dirhem; çırağın (taleben) dikerse,
ücretin yarım dirhem..." derse, bu dikiş, ister farisi, ister rûmî olsun
müsavidir. Bedâi"de de böyledir.
Keza, kaçan bir köle için:
"Filan yerde bana verirsen, sana şu kadar ücret; filan yerde verirsen, şu
kadar ücret veririm." derse, bu caiz olur.
Keza, bir terziye:
"Şu elbiseyi dikersen, sana bir dirhem; şunu dikersen, yarım dirhem ücret
vardır." derse, bu caiz olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Eğer: "Şu evde,
Attar (= koku satan şahıs) oturursa, icarı bir dirhem; demirci oturursa iki
dirhem..." veya "...terzi oturursa bir dirhem; demirci oturursa iki
dirhem..." derse, bu icare, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre caiz olur.
İmâmeyn'e göre ise
fasid olur.
Bir adam,
"Hîre'ye kadar yarım
dirheme...'' icarlar ve
"Kadisiye'ye kadar gidersem, iki dirhem..." derse, bu da caiz olur.
İmâm Muhammed (R.A.)
şöyle buyurmuştur:
Bu mes'elede hilaf
yoktur. Ancak, açıklama yapılmamışsa, bütün alimlere göre caiz olmaz. Şayet
Hîre'ye kadar üzerine bir kür arpa yükletmek üzere, yarım dirheme icarlar ve
üzerine bir kür buğday yükleyip bir dirhem ücret verirse, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre, caiz olur; İmâmeyn'e göre ise caiz değildir. Kâfî'de de
böyledir.
Bir adam, belirli bir
yere kadar, yük taşımak üzere on dirhem ücretle; kendi binmesi halinde ise, beş
dirhem ücretle bir hayvan kiralayıp, taraflar böylece akid yaparlarsa, İmâm
Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre bu caizdir. İmâmeyn buna muhaliftir. Alimler,
"Ebu Hanîfe (R.A.)" ibaresinde ihtilaf eylediler.
Ev ve hayvan
mes'elesinde, teslim eder ve icarcı içinde oturmazssa veya hayvanı teslim eder
de icarcı binmez ve yük de yükletmezse, bazı alimler: "Söylediklerinin en
azım ücret olarak verir." dediler. Sahih olan da budur. Tebyîn'de de
böyledir.
Kerhî şöyle
buyurmuştur:
Bir adam, Bağdat'tan
Kasr'a gitmek üzere beş dirheme; Kûfe'ye kadar gitmek üzere ise, on dirheme bir
hayvan kiralarsa, Kasr*ın mesafesinin Küfenin mesafesinin yarısı kadar olması
halinde, bu akid caiz olur.
Eğer bu mesafe yarıdan
az veya çok olursa, bu durumda akid fasid olur.
Bu, İmâm Muhammed
(R.A.)'e göre asıldır. îmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre bu akid her iki halde de
caizdir.
Hakimü'ş-Şehîd,
Müntekâ'da şöyle buyurmuştur:
Bir adam, diğerinden,
üzerine binip Kûfe'ye gitmek üzere, on dirhem ücretle, bir hayvan kiraladığı
halde, onunla Kasr'a kadar gider,
bu mesafe de Kûfe'nin
yarısı kadar olursa, bu durumda beş dirhem ücret vermesi caizdir.
Şayet: "Kasr'a
kadar gitsem bile, ücreti on dirhemdir." demişse, bu durumda beş dirhem
vermesi caiz olmaz. Muhıyt'te de böyledir.
İbnü Semâa, İmâm
Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir:
Bir adam, diğerini
icarlayıp ona: "Bir hayvan yükü herevî, bir hayvan yükü zatî vardır;
hangisini istersen, onu bizim eve götür. Eğer zatîyi götürürsen sana bir
dirhem; şayet herevîyi götürrüsen iki dirhem ücret veririm." der; adam da
ikisini birlikte götürürse, bu icare caizdir. Hangisini önce yüklerse, o icare
malı olur. Diğerini yükler, hayvanda o yükden dolayı zayi olursa, bi'1-icma onu
tazmin eder. Aynı yükü ikisine taksim ederse, her birine yarı ücret öder. Ve
onlardan her birinin yarısını tazmin eder.
Bu, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre böyledir.
İmâmeyn'e göre eğer
zayi olurlarsa, her ikisinin de tam bedelini öder.
Hişam'm Nevadiri'nde, İmâm
Muhammed (R.A.)'in v şöyle buyurduğu
nakledilmiştir:
Bir adam, diğerine:
"Eğer şu hayvana, şu yere kadar götürmek üzere odun yüklersem, sana bir
dirhem; eğer şu hayvana şu yere kadar götürmek üzere yüklersem, sana iki
dirhem..." der ve o odunu ikisine birden yüklerse, ücretin çoğu olan iki
dirhemi verir. Bu iki yükte, İbnü Semâa rivayetinde muhalefet vardır.
Zehiyre'de de böyledir.
Bir adam, terziye:
"Eğer bugün dikersen bir dirhem ücretin var; yarına bırakırsan, yarım
dirhem veririm." derse, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.): "Önceki şart geçerli olur. ikinci şart sahih olmaz." buyurmuştur.
İmâmeyn ise: "Her
iki şart da sahih olur. Eğer, birinci gün dikerse, söylediği bir dirhemi
vermesi gerekir. Şayet yarma bırakırsa, ecr-i misil gerekir ve bu yarım
dirhemden aşağı düşmez." buyurmuşlardır.
Nevadir'de ise:
"Bu ecr-i misil, yarım dirhemden fazla olamaz." denilmiştir.
Kudurî'de de
"Sahih rivayet, Nevâdiri'in rivayetidir." denilmiştir. Fetâvâyi
Kâdîhân'da da böyledir.
Şayet bu terzi, üçüncü
gün dikerse, bi'1-icma kendisine ecr-i misil verilir. İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'den gelen "bir dirhemden fazla olmaz; yarım dirhemden de az
olmaz." rivayetinde ihtilaf vardır. Bu, el-Asl ve Cami Kitabı'nm sahih
rivayetidir ve bi'1-icma'dır. Fetâvâyi Kübrâ'da da böyledir.
Bu "bu gün"
ile "yarın" sözünün birlikte söylendiği zaman böyledir.
Fakat akid, o gün için
yapılmış olursa (şöyleki: "Bu gün dikersen, sana bir dirhem ücret
vardır." dediği halde, o, birgün sonra dikerse) aynı dirheme müstehak olur
mu?
tmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'den: "Ona ücret yoktur." ve "Ona ücret vardır." diye
iki rivayet gelmiştir. Serahsî'nin Muhiytı'nde de böyledir.
Şayet yansım bugün,
yarısını da yarın dikerse, ecr-i misil ödenir. Ve bu dörtte bir dirhemden az
olmaz. İmâmeyn'e göre, dörtte üç dirhem olur. Timurtaşî'de de böyledir.
Eğer yarın başlar ve o
gün dikerse, tmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre sahih olan, önceki şarta uymasıdır.
Fetâvâyi Gıyasiyye'de de böyledir.
Keza: "Eğer bugün
dikeren, bir dirhem veririm. Şayet yarın dikersen sana ücret yoktur." der;
o da, o gün dikerse, bir dirhem ücret alır. Eğer yarın dikerse, ecr-i misil
vardır. Bu, bi'1-icma bir dirhemden de fazla olamaz. Serahsî'nin Muhıytı'nde de
böyledir.
"Şayet, bu gün
dikmezsen, hesabı bir dirhemdir; yarın dikmezsen hesabı nısıf (= yarım)
dirhemdir." derse, bu akid fasiddir. Çünkü, meçhuldür.
Keza: "Rûmî
kumaştan dikmezsen, ücreti şu; farisi kumaştan dikmezsen ücreti şudur."
derse; bu da yapacağı işin belirsizliğinden dolayı fasiddir.
Eğer: "Seni yarın
kiraladım; bana bir dirheme dikeceksin." der; terzi de o gün dikerse, ona
ücret yoktur. Çünkü bu izafet sahihdir. Gıyasiyye'de de böyledir.
Eğer, terzinin bir
günlüğünü, bir dirheme icarlar; o da başlayıp, her gün bir dirheme dikerse, bu
icare kıyasen fasiddir. İstihsânen ise caizdir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de
böyledir. [16]
Bir adam, o gün geceye
kadar çalışmak üzere, bir dirheme, bir boyacıyı veya ekmekçiyi yahut bir
başkasını iearlarsa, bu icare, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre fasiddir.
İmâmeyn'e göre ise
istihsânen caizdir. Ve iş, bir günlükten azdır. Hatta, o şahıs işini öğlede
bitirse bile, ücretini tam alır. Eğer o gün biti-remese, bir gün sonra
tamamlar.
Bu ihtilaf üzerine:
"Bir adam, bir hayvanı Kûfe'den, Bağdad'a kadar gitmek üzere, belirli bir
ücretle, üç günlüğüne icarlâyıp, mesafe müddetini ve yapacağı işi de söylese,
hüküm yine böyledir.
Keza "belirli bir
yiyecek maddesini, bir yerden başka bir yere sabandan akşama kadar
nakledeceğini" söylese, bu da bu hilaf üzerinedir. Mebsût'ta da böyledir.
Bir adam, bir terziyi,
"bu gömleği, bu gün, bir dirheme dikmek üzere" icarlasa, bu icare
İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre caiz değildir.
Şayet "Bana
gömlek dikmek için..." veya "Bana ekmek yapmak için... der de, gün
tayin etmezse, bu icare bi'1-ittifak caiz olur.
Şayet "bu
kumaştan, bu gün dikmek için..." derse, bu da caiz olur. Fetâvâyi
Gıyasiyye'de de böyledir.
Bir adam, diğerinden,
"günde yirmi ölçek un üğütmek üzere," bir öküz icarlasa, bu icare
caizdir. Bunun hilafı söylenmemiştir.
"Bu cevap
İmameyn'in kavlidir." diyen alimlerimiz olmuştur.
Fakat, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre, bu icarenin kıyasen fesadı uygun olur. Ekmek yapmak meselesi
gibi...
Bazı alimlerimiz de:
"Bilakis bu mes'ele, bi'1-icma caizdir." demişlerdir. Şayet
ekmekçiye: "Şu kadar undan, şu kadar ekmek yapacaksın..." diye şart
koşulmuşsa, ne zaman bitirirse bitirsin, bi'1-icma, ücretini tam alır. Yapacağı
iş söylendikten sonra diyecek kalmaz. Zehıyre'de de böyledir.
Bir adam, bir terziye
kumaş vererek: "Kesip, bir gömlek dikmesini" söyler ve "o gün
bitirmesini" tenbih ederse veya bir adama, "yirmi geceye kadar
Mekkeye gitmek üzere", bir deveyi on dinar ücretle kiraya verirse, bu
durumlarda, ücreti fazlalaştıramaz.
İmâmeyn'e göre bu icare
caizdir.
Şayet o müddet içinde
varamasa bile, bu böyledir.
İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)
şöyle buyurmuştur:
Bir adam, belirli
günler için, birisinden bir hayvan kiralayıp, kirasını da zikreylernese bu
icare, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre caiz olmaz.
İmâmeyn'e göre ise, bu
icare caiz olur.
Bir adam, bir terziye:
"Seni, bugün şu gömleği dikmen için ücretle tuttum. Ücretin de bir
dirhemdir." veya bir ekmekçiye: "Şu-undan, bu gün ekmek yapmak üzere,
bir dirheme seni kiraladım." dese, İmâm Ebû Hanîfe (R. A.)'ye göre, bu
caiz olmaz,.
İmâmeyn'e göre ise
caiz olur.
İmâm Kerhî şöyle
buyurmuştur:
Bu mes'elenin ikisinde
de ihtilaf yoktur.
İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'den gelen rivayet sahihdir. Gerçekten o, önce ameli sonra ücreti
söylüyor. Fakat, önce vakti, sonra ücreti, sonra da işi söylese veya önce işi,
sonra ücreti söylemiş olsa, bu durumlarda akid fasid olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da
da böyledir.
İcare fasid olduğu
zaman, eğer onun fesadı, cehaleti yüzünden olur ve ücret belirlenmemiş
bulunursa, bu durumda eçr-i mislin en yüksek haddi ödenir.
Fakat,icarenin fasid
oluşu şart hükmüyle meydana gelmiş bulunursa, bu durumda da ecr-i misil
gerekir. Fakat o, belirlenen ücretten fazla olamaz. Zahîriyye'de de böyledir.
ei-AsI kitabında da
böyledir.
Bir adam, kölesini bez
dokumayı öğretmesi için, bir dokumacıya verip, ona "şu kadar ücretle, üç
ayda dokumacılığı öğretmesini" şart koşsa, bu caiz olmaz.
İmâmeyn'e göre bu
akdin caiz olması —her ne kadar, öğretmeye gayret sarf etmese bile— uygundur.
İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre aslolan: Eğer bu şahıs vakit ile ameli akidde cem ettiyse, işte
bu akid caiz olmaz; gerçekten fasiddir. Şayet her birini bir yön üzre söyledi
ve aralarını açtı ise, yine akdin ifradı caiz olmaz.
Bir adam, diğerini,
kireçle ev yapmak üzere, günden geceye kadar ücretle kiralasa, bu —vakit ile
ameli cem etmesi halinde, hilafsız caiz olur.
Fakat, işi ayrı,
mikdarmı ayrı söylerse, caiz olmaz. Hatta, bir cihetten ameli söyler ve o
yönden akdin ifradi caiz olursa (Şöyieki: binanın mikdarını söylerse) İmâm
Ebû" Hanîfe (R.A.)'ye göre, caiz olmaz. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, diğer bir
adamı "her ay, bir dirheme ve her gün akşama kadar un üğütmek üzere
icarlasa, bu icare akdi fasiddir.
Bu mes'ele, İmâm Ebû
Hanîfe (R.A.)'ye göre doğrudur.
İmâmeyn'e göre ise
müşkildir.
Bazı alimlerimiz şöyle
buyurmuşlardır:
Bu mes'ele de İmâmeyn
de, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin görüşüne dönmüşlerdir.
Bazıları ise: Bu.
mes'elede, İmâmeyn'in sözleri, kıyasda söylenmedi." demişlerdir.
Şeyhu'1-İmâm Ebû Bekir
bin Fadl: Bu cins mes'elelerde aslolan: Bir adam, bir iş için diğerini
icarladığında, eğer bu iş, işçinin o gün yapacağı bir işse ve gücü de o işi
yapmaya yeterse, icare sahih olur. Vakit söylensin veya söylenmesin bu
böyledir.
Mesela: "Bir
adam, diğerine: "On batman unu, bir dirheme bana ekmek yapman için, seni
icarladım." derse, bu icare caiz olur.
Şayet ekmekçinin
aletleri, unu ve benzeri şeyleri hazır ise, her ne kadar çalışma miktarını
söylemesede bile, bu böyledir.
Fakat onu söylese de
"Bu gün akşama kadar ekmek pişirmen için, seni bir dirheme kiraladım."
dese işte bu da caizdir.
Eğer: "Şu
duvarımı on dirheme yap." derse, vaktini söylese de, söylemese de bu icare
caiz olur.
Şayet: "Şu
harmanı saç." der de, vaktini söylemezse, bu caiz olmaz. Eğer vaktini
açıklarsa, o iki durumda olur:
Önce zamanını, sonra
ücretini söyleyebilir. Şöyleki: "Seni, bu gün bir dirheme, şu harmanı
saçmaya icarladım." derse, bu caiz olur. Çünkü, onu belirli bir iş için
icarlamıştır.
Ancak, ücretini işi
açıkladıktan sonra söyler ve onu da değiştirmez ve ücreti evvel söyleyip, sonra
da işi söylerse (Meselâ: "Seni, bugün bir dirheme şu harmanı saçmaya
kiraladım." derse, işte bu caiz olmaz. Çünkü, akid önce ücret üzerine
yapılmış olmaktadır. Ancak ücret, iş söylendikten sonra açıklanacaktır. İş
ister bilinsin ister bilinmesin, vakit de ücretin beyanından sonra olacaktır.
Geriye bırakılmayacaktır.
Vaktin zikri, menfaat
üzere akid zamanı vaki olursa, bu caiz olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
En doğrusunu bilen
Allah'u Teâlâ'dır. [17]
Bize göre, müste'cir, halkın menfaatinde fazla veya noksan olmayan
bir şeyin icaresine malik (sahip) olur. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, bir şey
icarladığmda, eğer o şey taşınan cinsten bir şey ise onu teslim almadan önce,
bu icare sahih olmaz.
Şayet taşınan cinsten
olmayan bir şeyi icarlamak istiyorsa, teslim almadan önce de, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.) ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, bu içare caiz olur.
İmâm Muhammed (R.A.)'e
göre ise caiz olmaz. Alım-satım gibi...
Bazıları da: *'Teslim
almadan, bi'1-ittifak caiz olmaz. Alım-satımda ise ihtilaf vardır."
demişlerdir. Tahavî Şerhî'nde de böyledir.
Bir adam, bir ev
icarlayıp onu da teslim aldıktan sonra, kendisi bir başkasına icara verse, işte
bu caizdir. Ücret kendi icarladığı bedel kadar veya ondan daha az yahut daha
fazlaya da osla caizdir. Ancak, eğer ikinci ücret, birinci ücretin cinsinden
olursa, fazla olan kısmı temiz olmaz. Onu tasadduk etmek gerekir.
Eğer cinsi ayrı ise,
bu fazlalık temiz olur.
Şayet eve, kuyu
kazmak, onu sıvamak kapı ve penceresini yeni-r lemek veya bir arızasını
gidermek gibi bir ilave yapmışsa, o takdirde aldığı fazlalık da temiz olur.
Süpürme işine gelince,
onda ziyadelik yoktur. Onu istediğine icar-layabilir. Demirci, çamaşırcı,
değirmenci ve bunlara benzer kişilerle, bina için kerpiç yapan kişi gibi...
Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.
Bir adam, müste'cire
malından bir şeyi icara verir ve o şey artan cinsden olursa, bu fazlalık helal
olur. Muhıyt'te de böyledir.
Hassaf, Hiyel
-Kitabı'nda şöyle buyurmuştur: Bir adam, bir ev kiraladıktan sonra, o evde bir
temizlik yapar; sonra da o evi bir başkasına, —kendi kiraladığı ücretten
fazlasıyla— kiraya verirse, bu fazlalık, o adam, için temiz bir kazanç olmaz.
Şayet icara verirken: "Ben, bu evi temizledim." der; diğeri de bunu
bilirse, bu icar temiz olur. Zehiyre'de de böyledir.
Şeyhu'I-İslâm
Şerhû'l-Hiyel Kitabı'nda şöyle buyurmuştur:
Eğer icarlanan şey bir
arazi ise, orayı icarlayan kişi de o yerde bir yıl çalıştıktan sona, orayı
kendi icarladığı fiattan fazlasına, kiraya verirse bu kira helâldir.
Kendisinde emek
bulunan her hangi bir şeyi, fazla ücretle icara vermekte bir beis yoktur.
Şayet, bir kimse,
icarladığı yere kanal kazarsa, Hassaf: "Bu kimse için de fazlalık tîb (~
temiz) olur." buyurmuştur.
Kâdî İmâm Ebû Ali
en-Nesefî: "Alimlerimiz, bu hususta tereddüt etmişlerdir. Bazıları, bu
fazlalığı kolay bir amel saydılar; bazıları da kolay bir amel saymadılar.''
demiştir.
Bışr'in Nevâdiri'nde
İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
Bir adam, sıfatları
bir olan ve biri —diğerinden ziyade bulunan iki şey icarlayıp onlardan birini
ıslah eylese, her ikisini de fazla ücretle icara verebilir.
Şayet sıfatları
muhtelif (ayrı ayrı) olursa kendi icarladığı bedelden fazla ücretle icara
veremez. Muhıyt'te de böyledir.
İmâm Ebû Ali
en-Nesefi, hocasının şöyle dediğini rivayet etmiştir: Bir müste'cirin, önceki
icarcıdan icarlaması sahih olmaz. Eğer onu, bir başkasından icarlar ve o şahıs
da daha önceki müste'cirden icarlamış olursa, bu sahih olur.
İmâm Halvânî, İmâm
Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
Üçüncü adam,
icarladığı yeri bırakmadıkça, mal sahibinden orayı icarlamak caiz olmaz."
Ben de bu görüşteyim.
Ekseri alimler de: "Sahih olan da budur." buyurmuşlardır.
Fetva da bunun
üzerinedir. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.
Bu durumda önceki
müste'cirden, ücret düşer mi?
— Eğer, üçüncü icarci
ikinci müste'cirden evi teslim almışsa; birinciden icar düşer; eğer teslim
almamışsa, düşmez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
İcare sahih olmayınca,
bu bir önceki akdi bozmak olmaz mı? Burda alimler, ihtilaf etmişlerdir: Sahih olan Ikavle göre
akid bozulur.
Bunu Tahâvî
zikreylemiştir. Sirâcü'I-Vehhâc' da da böyledir.
Halvânî şöyle
buyurmuştur: -
Bir müste'cir,
icarladığı yeri, bir başkasına icara verirse —denildiği gibi— birinci icare
feshedilmiş olur. Çünkü, o sahih değildir. Zira ikinci icare fasiddir. Fasid
olan da sahih olanı vermeye güç yetiremez.
Alimlerin ekserisi
ise: "Aynı halde durmakta olurlarsa, fesho-lunmaz.. Hatta bu icare tamam
ve önceki batıl olur. İkinci batıl olmaz. Zira, ikinci icare, birinciyi
feshetmiştir. Bilakis menfaatin saatte meydana gelmesi sebebiyle müste'cire
teslim edilmiştir.
Şayet, asıl sahibi,
ikinciden icarlarsa, geri ister, Çünkü hudûs eden menfaattan men eder ve
menfaat müstecire geçer. Bir müddet devam ederse, gerçekten menfaatten mani
olduğundan önceki akid zarureten bozulur. Hatta önceki müste'cir, bir müddet
geçtikten sonra, içinde oturmak üzere evi geri isterse, kalan müddet için buna
hakkı vardır. Çünkü önceki sözleşme bozulmuştur. O halde menfaate halel gelmiştir.
Ve bu, gerçekten önceki akdi feshetmiştir; kudreti ortadan kalktığı için geride
kalan da helak olmuştur. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.
Şayet icara alan
şahıs, bu icare hükmüyle oturuyorsa, ona ücret yoktur. Hâvî'de de böyledir.
Eğer müste'cir, müste'ceri,
sahibine ariyet olarak bırakırsa,
—alimler arasında bu hususta görüş ayrılığı olmaksızın,— ücret sakıt olmaz.
Muhıyt'te de böyledir.
Şayet müste'cir, evi,
ev sahibinin babasından, oğlundan, mükâ-tebinden veya borçlu kölesinden
icarlarsa, bu icare caiz olur. Bütün rivayetlere göre, bu durumda önceki icare
fesholmaz.
Eğer kölenin üzerinde
borç yoksa, içare caiz olmaz. Eğer-o teslim etmişse, önceki icare feshedilmiş
sayılmaz. Tatarhâ-niyye'de de böyledir.
Bir adam, bir arazi
kiraladıktan sonra, onu kiralayan zat bir ziraatçıya ekmesi için verir ve tohum
mal sahibinden olursa bu caiz olmaz. Çünkü, zahirü'r-rivayeye göre bu caiz
değildir.
Eğer tohum müste'cir
tarafından ise, bu icare caiz olur. Çünkü, önceki bölümde icarlayan şahıs,
müste'cir durumunda olmakta ikinci durumda ise, müste'cer durumunda olmaktadır.
Zehıyre'de de böyledir.
Müste'cir, bir yeri,
sahibinden, o yerde belirli bir iş yapmak için icarlarsa, bu icare sahih olur.
Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
İbnü Semaa'mn
Nevadiri'nde, İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
Bir adam, diğerinden
bir ev veya bir yer icarladığmda, bu müste'cir oraya bir bina yapar; sonra da
onu, önceki icara veren şahsa icara verir, veya ariyet bırakırsa, işte bu,
önceki icareyi bozar. İbnü Semâa'nın "Önceki icare" bölümüne göre,
müste'cirin hissesi, mal sahibine ait olur.
Hakimü'ş-Şehîd şöyle
demiştir:
"Bu mes'elede,
yalnız binanın gasben icaresinin cevazına delil vardır. Şayet gasbolunanı bir
başkasına icara verir, sonra da gerçekten müste'cir onu gasbedene icara verip
ondan icar alırsa, o icar gasıbın olur ve aldığı ücreti asıl sahibine geri
vermesi gerekir. Mumyt'te de böyledir.
Gasb edip icara veren
şahsa, bir müddet sonra mal sahibi tarafından izin verilirse, akid —izinden
sonra— mal sahibi tarafından yapılmış gibi olur.
Çünkü gasıb, burada
fuzûli durumunda kalır.
Şayet mal sahibi izin
vermez ve icare müddeti tamam olursa, ica-renin tamamı gasıbın olur.
Meselâ: Bir efendi,
kölesini bir seneliğine icara verdikten sonra, sene esnasında onu azad eder ve
bu köleye icara verme izni verirse, bu durumda geçen günlerin icarı, efendinin
olur. Gelecek günlerin icarı ise, kölenin olur.
Kudûrî şöyle demiştir:
İcâre akdi, diğer
akidler gibidir. Menfaat temininden önce izin verilirse, ücret mal sahibinin
olur.
Eğer menfaattan sonra
izin verilirse, âkidin ücretine itibar olunmaz.
Eğer icare müddeti
geçtikten sonra izin verilirse, önceki zamanın da, sonraki zamanın da ücreti,
mal sahibinin olur. İmâm Muhammet! (R.A.) önce böyle buyurmuştur. Kerderî'nin
Vedzi'nde de böyledir.
Gasbeden adam,
gasbeylediği yeri, senlerce icara verir ve seneler geçtikten sonra, mal sahibi
"ben izin verdim." diye iddia ederse, sözü beyyinesiz geçerli olmaz.
Şayet: "Ben
emreylemiştim." derse, sözü kabul edilir. Tatarhâ-niyye'de de böyledir.
Müste'cir, fasid bir
icarede bulunur; onu da bir başkasına kendisi, sahih bir şekilde icara verirse
bu caiz olur. Suğra'da da böyledir.
Nisab: "Bu
sahihdir." demiştir. Siraciyye'de de bununla fetva verilmiştir.
Zahîrü'd-dîn
el-Mürğînanî'de böyle demiştir. Tatarhâniyye'de de böyledir.
Bir müste'cir, fasid
bir icare yapar ve onu, başkasına sahih bir icare ile icara verirse önceki
icare ikinciyi nakz eder. (= bozar)
Mesela: Bir adam bozuk
bir alışla, bir şey satın alır, caiz olan bir icare ile de onu icara verir;
müste'cir de onu bir başkasına icara verir veya başkasına ekmesi için verir;
sonra da önceki müste'cir önceki akdi bozarsa, ikinci akid bozulur mu? Alimler,
bu hususta görüş ayrılığına düşmüşlerdir. Sahih olan kavil, bunun bozulmasıdır.
Müddet ister bir olsun, isterse ayrı ayrı olsun farketmez. Muhıyt'te de
böyledir.
Müddetin ,bir
olmasının manası: İkinci akdin fesh günlerinin, birinci akdin fesh günleri ile
aynı olmasıdır. Suğra'da da böyledir.
Bir adam, başka
birinden uzun süreli bir yer icarladıktan sonra, onu icarlayan bu zat,, o yeri
kendisine icara veren şahsın kölesine icara verir ve onun efendisinin izni
olmadan icara vermiş olursa, o malın aslını köleden almış sayılmaz. Fakat, bu
köle, efendisinin izni ile icarlamışsa, bu hususta Şeyhu'1-İmâm tevekkuf
etmiştir. (= durmuş, —efendinin iznini—beklemiştir).
Sahih olan, şayet bu
köle efendisinin izni ile icarlamış ise, bu efendisi binefsihi icarlamiş gibi
olur. Cevâhirü'l-Ahlâtî'de de böyledir.
Eğer köle, medyun (=
borçlu) değilse, bu böyledir. Kübrâ'da da böyledir.
Bir adam, evini,
aylığı bir dirheme icara verip, onu teslim ettikten sonra da, bu evi, bir
başkasına satarsa, bu durumda müşteri, evin icarını, o müste'cirden, kendisi
alır. Müddet geçmiş olsa
bile, bu böyledir.
Müşteri, evin
parasını, ev sahibine verirse, bu böyledir ve evi müşteriye geri verip
müste'cirden aldığı kirayı da ev parasına sayar.
Evi satan şahıs, kira
için almış olduğu dirhemleri, getirip müşteriye teslim eder.
Alimler:
"Müşteri, icarcıdan önce geçen aylara mahsuben para ister ve alırsa,
aldığı, bu müşterinin olur, evi satanın olmaz." demişlerdir.
Müşteri, evi satana:
"Evi bana verdiğin günden beri, aldığımı ev parasına mahsup
ediyorum." der ve önceki satış geçerli olmuş olursa, öyle sayar. Aksi
takdirde müşterinin icar alma hakkı olmaz.
Eğer satış anında her
ikisi de, satılan evin kirasını, satan adamın almasını şart koşmuşlarsa, bu
satış fasid olur. Zahîriyye'de de böyledir.
Evden ayrı olan bir
çadırı, bir adam icara verdiğinde, icara tutan şahıs, bu çadırı, başka birine
icara verirse, bunda insanların ihtilafı yoktur.
Şayet onu icarlayan
kimse, bu çadırı mutfak yaparsa, tazmin eder. Ancak, çadır tek gözlü olursa, o
müstesnadır. Tatarhâniyye'de de böyledir.
En doğrusunu bilen
Allah'u Teâlâ'dır. [18]
Bir adam, bir aylığına
bir ev icarlayıp bu evin içinde iki ay oturursa, bu durumda ikinci ay için
icar yoktur. Bu, kitabın cevabıdır.
Alimlerimizin:
"Bu durumda, —ikinci ây için— icar icabeder." dediği rivayet
olunmuştur. Kerhî ve Muhammet! bin Seleme, iki rivayet arasında, —tafsilatsız
olarak— faydalanmakla faydalanmamak hususlarına muvafakat eylemişlerdir.
Ev, hamam ve arazi
hususunda Sadru'ş-Şehîd bununla fetva vermiştir. Hızânetü'l-Fetâvâ'da da
böyledir.
Bir adam, diğerinin
evinde sözleşmesiz oturuyor olsa eğer bu ev faydalanılacak bir halde ise, ücret
gerekir.
Eğer fayda
sağlamayacak halde ise icar gerekmez.
Ancak ev sahibi bir
ücret hükmeder ve diğer şahıs bundan sonra oturursa, o takdirde oturan şahıs
icara razı olmuş sayılu.
Alimlerimiz:
"Menfaat sağlayan bir yerse, ücret gerekir. Ve oturan şahıs, Örf ne ise,
ona göre icar verir. Akid ve mülk te'viliyle oturursa, (şöyleki: Ev ve dükkan,
iki kişinin olur ve onlardan birisi oturursa) bu durumda oturana —her ne kadar,
bu yer gelir getirecek halde olsa bile— ücret yotur. Muhıyt'te de böyledir.
Bir hana bir adam
indiği zaman onun ücret ödemesi gerekir; "ücretsiz oturdum." dese
bile, o şahsa inanılmaz.
Muhammet! bin Seleme
ve Ebû Nasr bin Selâm böyle söylemişlerdir.
Ebû Bekir el-Fadlî'de
bu görüşü kabul etmiştir.
Ebû'I-Leys ve
Fahru'd-dîn: "O, ücretle oturur. Ancak örfe göre, o bir zâlim veyagasıb
yahut ordu kumandanı veya ücret veremiyecek derecede miskin ise, bunlar
müstesnadır." buyurmuşlardır. Müzmarat'ta da böyledir.
Fayda temin eden
dükkanlardan birisinde, bir adam oturursa, tbnü Seleme:
Bu şahsın ecr-i
misil ödemesi gerekir. Bu
şahıs gasbeylediğini söylese
bile, —eğer mal sahibinin olduğunu ikrar ediyorsa— ona inanılmaz. Şayet
kendisinin olduğunu söylüyorsa, ücret gerekmez. Sahibi isbat ederse, o
başkadır." demiştir.
Hamam da böyledir...
Gasben girdiğini iddia eden kimseden de hamam ücreti alınır. Kerderî'nin VecizFnde
de böyledir.
Bir adamın, üzerinde
çamaşır yıkanan taşları olur; bir çamaşırcı da taşların sahibi ile, hiç bir
şart koşmadan o taşı kullanır ve şayet örfte, onu kullanan kişinin ücret
vermesi bulunmazsa, bu durumda bir şey gerekmez.
Eğer bu durumda ücret
vermek örf ve adetse ve o adam da taşların sahibinden izin almamışsa, ücret
olarak ecr-i misil verir. Kübrâ'da da böyledir,
Bir adam, diğer
birinin evini, belirli bir ücretle bir seneliğine icara tutar; sonra da o evde,
ikinci sene de oturup icarını verirse, o ücreti geri istemeye hakkı yoktur.
Usulen, şayet o ev, icarlık olarak yapılmamış ise oradan çıkması gerekirdi;
değilse verdiği ücreti geri isteyemez. Gınye'de de böyledir.
Müntekâ'da, İmâm
Muhammed (R.A.) şöyle buyurmuştur:
Ev sahibi gasbediciye
(= evi zoraki alan şahsa): "Bu ev benimdir. Burdan çık. Eğer oturursan, şu
kadar icar vereceksin." der; gasbeden de bunu inkar eder; sonra da ev
sahibi beyyine ile evin kendisine aid olduğunu isbat eder ve o zamana kadar da
bir ay geçmiş olursa, bu durumda gasıbın ücret vermesi gerekmez.
Eğer gasıb, bu evin
davacıya ait olduğunu ikrar eder ve ev sahibinin de rızası ile oturursa; bu
durumda ev sahibinin istediği (şart koştuğu) ücreti verir. Muhıyt'te de
böyledir.
Bir adam, bir
seneliğine, bin dirhem karşılığında bir ev kiralar; sene tamam olunca, ev
sahibi ona: "Bu gün evi boşalt; değilse her gün için, bir dirhem ücret
ödeyeceksin." der; adam da evi boşaltmayıp, bir zaman daha oturur ve bu
kiracı bunu ikrar ederse, ev sahibinin söylediği ücreti öder.
Hişam, İmâm Muhammed
(R.A.)'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir:
Şayet adam, bir
müddete kadar eşyalarını çıkaramazsa ne olur?
— Bu durumda ecr-i
misil vermesi güzel olur. Eğer ihmal eder, eşyalarını çıkarmazsa, her gün için
ev sahibinin dediğini verir. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.
Bir adam, her bir
aylığı üç dirheme olmak üzere bir dükkan kiralar; bir ay geçince, bu dükkan
sahibi: "Razı isen, her aylığı beş dirhem; değilse, dükkanı tahliye et (-
boşalt.)" der; müte'cir de hiç bir cevap vermez, fakat dükkanda oturursa,
o zaman, her aylığına beş dirhem icar öder. Çünkü, oturmaya razı olmuştur. Eğer
müste'cir: "Ben, beş dirheme razı değilim."der ve yine oturursa, o
takdirde önceki akid gereğince, üç dirhemden ödeme yapar. Fetâvâyi Kâdîhân'da
da böyledir.
Bir adam, genç bir
köleyi kiralamak istediğinde, bu gencin sahibi: "Yirmi dirhem..."
müste'cir de: "On dirhem." der ve bu halde aynlır-larsa, bu genç
kölenin ücreti yirmi dirhem olur.
Şayet müste'cir:
"Hayır, on dirhemdir." der ve genci alıp giderse, bu durumda sahih
olan, müste'cirin açıkça söylediği on dirhem ücrettir. Cevâhiru'I-Ahlâtî'de de
böyledir.
Bir adam, diğerine:
"Şu evin seneliğini bin dirheme icarladım. Her aylığı yüz dirhemdir."
derse, bu durumda senelik icar bin ikiyüz dirhem olur.
Fakıyh şöyle buyurmuştur:
Eğer her ayın icarını,
yüz dirhem olarak kasdetmişse, bu böyledir. Fakat, galat olarak söylemişse,
seneliği bin dirhemdir.
Şayet ev sahibi
"kasden söyledi." diye iddia ederse, icare feshedilir.
Müste'cir de yanlış
söylediğini iddia ederse, bu durumda ev sahibinin sözü geçerlidir. Hulâsa'da
da böyledir.
Eğer, —bu durumda—
icarcı, bir seneden fazla, o evde oturur, sonra da dediğini inkar ederek: "Bu
ev benimdir.'' Veya "Gasbeyledim." yahut:
"Ariyettir." derse, o takdirde icar gerekmez. Eğer dediğini
beyyinelerse, inkarından sonra ücret ödemez.
Bu, İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'ıın kavlidir. Çünkü, o gasıbdır.
İmâm Muhammed (R.A.)
ise: Ücret sabit olur. Çünkü ev, daha önce elinde ücretle bulunuyordu."
demiştir.
Şayet, bu evin,
yerinde, bir hayvan veya bir eşya olmuş olsaydı mes'ele hali üzere olurdu; fark
etmezdi. Ve müddet geçtikten sonra da müste'cir aynı icarı öderdi.
Eğer ücreti vermeden,
elindeki icare zayi olursa, onu tazmin eder. Çünkü, gasıb durumundadır. Eğer,
icara verenin varisleri, icarenin devamına razı olurlarsa, müste'cir yine aynı
icarı, onlara öder. Vereseden icarenin ibkasını isteyenin veya alacaklıların
sözü geçerlidir. Tatarhâniyye'de de böyledir.
Bir adam, diğerine.
"Bu çuvalın bir aylığım kaç dirheme icar-ladınız?" der; o da: "İki dirheme..." karşılığım verince
müste'cir: "Hayır, bir dirheme..." deyip çuvalı alır gider ve aradan
da bir ay geçerse, bu durumda
sahih olan, ücretin
bir dirhem olmasıdır. Cevâhiru'l-Ahlâtî'de de böyledir.
Bir çoban, koyunları,
aylığı belirli bir ücretle otlatır ve koyunlardan birinin sahibine: "Şu zamandan beri, senin koyununu göremiyorum;
sen ise, onun için bana her gün bir dirhem veriyordun." der; koyun sahibi
de bir şey
söylemeden, koyunlarını çobanın yanına bırakırsa, nu durumda her gün
için, bir dirhem öder. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.
Bir kimse, diğer bir
şahsı, "kanal kazmak üzere, aylığını ,şakadar dirheme" icarladıktan
sona, bu müste'cir ölür ve vasi, icarlauan zata: "Yaptığın işe devam et;
ben senin ücretini habsetmem." der ve müddet de tamamlanır; sonra da vasi
o yeri satar; müşteri de icarlanan zata: "Sen işine
devam eyle; ben
senin ücretini habsetmem. (tutmam, veririm." derse; bu durumda
icarlanan zat, ilk önceki icarının aynını, ölenin terekesinden —vasinin
kendisine söylediği güne kadar— alır.
Vasinin kendisine
söylediği günden itibaren, müşterinin kendisine söylediği güne kadar da
çalıştığı günlerin ücretini, vasiden alır. Sonra da müşterinin söylediği günden
itibaren çalıştığı günlerin ücretini ise, müşteriden alır. Ölenin terekesinden
alacağı ücreti, anlaşmalarına göre alır. Diğerlerinden ise, ecr-i misil olarak
yevmiyesini alır. Şayet onlar, ilk önceki zatın akdini biliniyorlarsa, bu
böyledir. Şayet biliyorlarsa, o minval üzre ücret vermeleri gerekir. Muhiyt'te
de böyledir.
Bir adam, diğerinden,
on dirhem ücretle bir eşek kiralar ve bu dirhemlerin bazısı yeni, bazısı zayıf
olur; kiraya veren şahıs ise: "Ben, tamamını yeni olarak isterim."
der; müste'cir de: "İstediğini yap."
derse; bu bit va'd (= söz verme)dir. Bu durumda bir şey gerekmez. Ücreti
artırmak ister, müste'cir de razı olursa, yine böyledir. Zehıyre'de de
böyledir.
el-Asl'da şöyle
zikredilmiştir:
Bir kimse, belirli bir
yere kadar gitmek üzere, bir hayvan icarladığında, bu hayvanın sahibi yarı yolda
ölürse, bu hayvanı kiraya tutan şahıs sözleşilen yere kadar gider; icarı da tam
öder.
Bir adam, bir aylığına
bir gemi kiralar; bir müddet geçer ve müste'cir denizin ortasında bulunur;
aralarında icare akdi yaparlar; yolun ortasında kalma korkusu, mal ve can
korkusu olur icarlayacak başka vasıta bulunmaz, şikayet edecek hakim
bulunmazsa, bu durumda ikinci defa yapılan icare akdinin durumu nedir?
Alimlerimiz şöyle
demişlerdir:
Şayet icarlayacak
başka vasıta bulursa, onu icarlayıp yükünü ona yükletir; önceki icareyi bozar.
Keza şayet ölüm o
yerde gelir de, orda icarlayacak bir vasıta bulabi-lirse, önceki icareyi bozar.
Bir hayvan kiralayıp o mekâna kadar gider. Yolda o hayvanın nafakasını temin
eder. O, teberru olur. Ölen zatın varislerine, bu masrafı için müracaat edemez.
Zehıyre'de de böyledir.
Bir kimse, icarladığı
şeye, hakimin emriyle harcama yapar ve bu hususta beyyinesinî de ibraz ederse,
varislere müracaat ederek, yaptığı masrafı alır. Hulâsa'da da böyledir.
Bir adam, diğer
birini, hayvanını sürmesi için kiraladığında onun ecri, onu kiralayan şahsa ait
olur; bu şahıs, onun varislerine müracaat edemez. İcarlanan şahıs, o yere
varıp, işi hakime çıkarır ve hükmü ölenin varislerine gösterir ve hakim o
şahsın —o yere varmak için— ikinci hayvanı icarlamasım uygun görmesi,
müste'cirin de güvenilir, doğru bir adam olduğunu bilmesi, hayvanın da
kuvvetini görüp, varislere malların vasıl olacağını bilmesi halinde onu
icarlar.
Şayet müste'cirin o
hayvanı satacağını anlar ve hayvanın zafını görür onun varislere varmayacağını,
bu yüzden onların büyük zarara uğrayacaklarını bilirse, o hayvanı kendisi satar
ve bedelini hıfzeder.
Şayet müste'cir
hayvanın parasını peşinen ödemişse, hakim icareyi fesheder ve hayvanı satar.
Müste'cir iddia ederse, hakim beyyine ister ve hakim ölen için bir vasi tayin
eder ve beyyineyi o dinler. Muhıyt'te de böyledir.
İmâm Muhamed (R.A.),
Siyer-i Kebîr'de şöyle buyurmuştur: Sefine (- gemi) meselesinde, icare müddeti
tamam olur ve sefine de denizde kalır, içinde de zeytin yağı bulunur; müste'cir
ise başka gemi bulamaz; icara veren şahıs da tekrar icara vermekten kaçınırsa,
orada imam mevcut ise, işi ona götürür ve o her günlüğüne bir icar tayin eder.
Bu durumda izin,
imamdan olur. İbnü Semâa, Nevâdiri'nde bu meseleyi İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'tan
nakletmiş ve onun: "bu mes'eleyi imama çıkarmak şart değildir. Bilakis
müste'cir, icara verene: "Gemiyi, yevmiyesi şu fiata icarladım." der
veya arkadaşlarından birisi vasıtasıyla icarlanır.
Eğer gemi sahibi,
bundan kaçınır ve gemiyi vermek istemez veya sahrada zeytinyağı tulumunu vermek
istemezse, bu durumlarda müste'cir arkadaşlarından gemiyi boşaltmaları ve
—başkasını temin ederek— tulumu ona aktarmaları hususunda yardım talebinde
bulunur.
Bir adam başkasının
evinde oturuyor ve ev sahibi, ev gelir temini için hazırlanmış olduğu halde,—
bu evini icara vermekten kaçınıyorsa, bu mes'ele de yukarıdaki gibi çözülür.
Fakat içinde oturan bizzat kendisi icarlar ve: "Her aylığını şuna
icarladım." derse, bu durum gemi mes'ele-si gibi olmaz. Zehıyre'de de
böyledir.
Bir adam, bir yer
icarlayıp, orayı ektikten sonra ölür ve müddette bitmiş olmazsa, varisler
ziraat yetişene kadar bekler. Çünkü icare, mazaret sebebiyle bozulur.
Keza icara veren
ölürse, icara alan şahıs, eski icar üzerine, mahsulatı kaldırana kadar devam
eder.
İcar müddeti bitince,
icarcıya "o yeri terk etmesi" emredilir.
İstihsanda, ona:
"Hali hazırda olan ziraatını'al." denir ve "İstersen ecr-i
misille, zamanını bekle." diye söylenir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
el- Asl'da şöyle
zikredilmiştir:
Yerin icare müddeti
bitince, şayet mahsûl yaş ise sökülüp, biçilir.
Müntekâ'da ise:
"O yer, ecr-i misliyle, mahsul yetişene kadar terk edilir. Yaş olan ziraat
sahibi ölürse, söylenilen güne kadar —ziraatın bir zarar görmemesi için—
bekletilir. Bu cins hallerde, ecr-i misliyle icare devam eder. Böylece
müste'cirin, madur olup ziyan etmesi önlenmiş olur.
Şayet icara veren
ölmüş, müddet de tamam olmamışsa, ecr-i misil gerekmez; önceki akid üzerine
icare devam eder. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, bir
seneliğine bir yer kiralayıp, orayı ektikten sonra, müste'cir orayı başka
birisine satarsa, bu durumda icare bozulur ve ekim zamanına kadar bekletilir;
sattığı adam ekine ortak olur. ,Ve mahsulü yarı yarıya bölüşürler.
Hızânetü'I-Müftîn'de de böyledir.
İmâm Ebû Yûsuf (R. A.)
şöyle buyurmuştur:
Ziraat müddeti tamam
olur ve mahsûl de çıkmazsa, bu durumda icare bozulur ve yer, sahibine teslim
edilir. Tekrar icarlaması halinde, bu yer ziraatçıya geri verilir. Şayet
içindeki mahsûl alınmamışsa, mahsûl çıkana kadar icare bekletiir ve ecr-i misil
ödenir. Timurtaşî'de de böyledir.
Müddet tamam olmadan,
mahsûl yetişip çıkarılır ve icarcı tekrar ekip, sonra onu da çıkarırsa, bu
durumda ona, yer sahibi ile ortak olurlar.
Eğer onlardan biri,
diğerine galebe çalarsa, diğerinin hissesini tazmin eder. Gıyasiyye'de de
böyledir.
Bir adam, bir yer
kiralayıp orayada ağaç diker, sonra da icare vakti tamam olursa, sahih olan
görüşe göre, bu durumda yer sahibi müste'cirine "yerini tahliye edip,
boşatmasını" söyler. Şayet o ağaçları yer sahibinin izni olmadan dikti bu
böyledir. Şayet izni ile dikmişse, yer sahibi, o ağaçlara sahip olamaz.
Eğer o ağaçların
sökülmesi o yere fazla zarar veriyorsa, o takdirde yer sahibi ağaçların
kıymetini ödemek suretiyle, satın alır. Onları söktü-rürse, zarar kendisine
aittir. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.
Bir adam, diğerinden
bir dükkan kiralayıp, onun içine sirke küpleri koyar ve icare müddeti tamam
olduğu halde, müste'cir bu dükkanı boşaltmaktan kaçınırsa, yer değiştirmek ve
ordan çıkarmakla sirkeye bir zarar gelmiyecek olması halinde, bu müste'cire, o
dükkanı boşaltması emredilir.
Eğer tahville
bozulacaksa, müste'cire: "İster boşalt; istersen sirkelerin olgunlaşana
kadar, beklet ve ecr-i mislini —Önceki ücreti değil— ver." denir.
İcara veren veya icarlayan
şahıslardan birisi ölür ve müddet de sona ermemiş olur, dükkanı boşaltmak da
kolay gelmezse istihsanen önceki icar akdi devam eder. Kıyas da ise, müddet
bittikten sonraki har gibi, ecr-i misil gerekir. Muhıyt'te de böyledir.
Hazırda olmayan bir adamın
icara verdiği evin müddeti biter; icarcxıda, bir sene daha oturursa, o sene
için kira gerekmez.
Çünkü oraya izinli
oturmamıştır.
Keza, icar müddeti
biten evin müste'ciri, hazırda olmaz, bu ev de onun karısının elinde bulunursa,
bu kadın icarla orda oturamaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Emâlî kitabında İmâm
Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
Bir adam, belirli bir
yeri, seneliği bir takım belirli dirhemlere kiralayıp onu ektikten sonra,
icara veren zat ölür, mahsûl de yetişmezse, bu durumda müste'cir —icare
hakkında, hasadını kaldırana kadar— muhayyerdir. Kefil, kalan günlerin
ücretinden vaz geçemez.
Keza, icara veren
şahıs değil de icarlayan şahıs ölürse, bu durumda onun varisleri muhayyerdir:
İsterlerse, mahsûl yetişene kadar bekletirler ve mahsullerini toplarlar; kefil
kefaletten vaz geçemez.
Eğer icara veren zat:
"Ben razı değilim; icarı ölenin varisleri versin." derse; buna hakkı
yoktur.
Şayet sene tamam
olduktan sonra müste'cir ölür, ziraatta bakliyat cinsinden bir şey olursa, bu
durumda varisler, onu ecr-i misille terk edip, zamanını beklerler. Ücreti de
kendi mallarından verirler; ölenin terekesinden vermezler. Muhiyt'te de
böyledir.
Bir adam, bir yer
icarlayıp onu eker; sonra da her iki taraf icareyi bozarlarsa, ziraatın bakliyattan
olması halinde, o yer, ecr-i misille ziraatçının elinde —mahsulü toplayabilmesi
için— kalır mı? "O yer ziraatcinin elinde bırakılmaz." denilmiştir,
"...bırakılır." diyenler de olmuştur.
Bunu söyleyenler, İmâm
Muhammed (R.A.)'in Müzraa Kitabı'nda bulunan şu delili gösterdiler:
Bir adam, bir yerini
başkasına, ziraat için verdiğinde, o adam, o yeri ekmeyip, ikinci seneye
bırakır ve ikinci sene eker, bundan da bir mahsûl alamaz; yer sahibi de ona,
"mevcut mahsûllerini sökmesini" emreylese, bu mümkün olmaz. Yerin
icarının yansı, mahsul toplanana kadar, —ziraatı koruma gayesiyle—geri kalır ve
ziraatçı, icarın yarısını —ecr-i misil olarak— tarla sahibine borçlanır. İşte
burda, ziraatı ikinci seneye terk ettiğinden, hakkının butlanı (= geçersizliği)
vardır. Böyle olmasına rağmen, şer-î şerif, yine de onun hakkını korumuş ve
yerin ecr-i misil üzerinden icarının yarısını verdirmiştir. Zehıyre'de de
böyledir.
En doğrusunu bilen
Allah'u Teâlâ'dır. [19]
Bir adam, evinde
söylediği işi yapmak üzere, bir adamı icarlasa, icarlanan zat da müste'cirin
evinde yapacağı işi bırakıp onu yapmasa ve o iş müste'cirin yanında bozulsa
veya zayi olsa, bu durumda karcıya ücret vardır. Yani bu durumda, o işi icarcı
yaptırmamış demektir. Meb-sut'ta da böyledir.
Bir adam, ekmek yapmak
üzere birini icarladığında, o şahıs ekmeği fırından çıkarır ve ekmek onun ameli
olmaksızın yanmış olursa, bu durumda, icarlanan şahsa ücreti verilir ve onun
tazminatta bulunması da gerekmez. Bu, o şahsın, ekmeği müste'cirin evinde
yaptığı zaman böyledir. Kâdîhân'ın Câmiu's-Sağîr Şerhî'nde de böyledir.
Ücretle tutulan şahıs,
ekmeğin bir kısmını tandırdan çıkarsa, o nisbette ücrete müstehak olur.
Yenâbi"de de böyledir.
Şayet ekmeği
müste'cirin evinde yapmaz ve onu yakarsa, bu durumda, bu şahsa ücret verilmez.
Camiu's-Sağir Şerhî'nde de böyledir.
İcarcı hamuru, tennûra
(tandıra) yapıştırdıktan sona, çıkarmaya gelir ve ekmek elinden düşerek
yanarsa, işte o zaman, onu öder.
Şayet onun kıymetini
pişmiş ekmek olarak öderse, ücretini alır. Fakat, onun kıymetini un olarak
öderse, ücret gerekmez. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.
Şayet ekmek, çıkmadan
önce tandırda yanarsa, —ister bu ekmek, müste'cirin evinde, isterse ecirin (=
icarlanarı şahsın evinde yapılsın— bu durumda ecire ücret yoktur. Nihâye'de de
böyledir.
Emek tandırdan çıktıktan
sonra çalındığında bu ekmek müste'cirin evinde yapıldı ise, ücretliye ücreti
verilir.
Eğer kendi evinde
çalındı ise, ona ücret verilmeyeceği gibi, tazminat da gerekmez.
Bu, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre böyledir.
İmâmeyn'e göre ise,
tazmin eder. (- öder) Cevheretü'n-Neyyire'de de böyledir.
Bir adam,
kendi' evinde bir şey
dikmek üzere» bir
terzi kiraladığında bu terzi elbiseliği kesip dikime hazırladıktan sonra,
bu elbiselik çalınsa, bu terzi yaptığı
işin karşılığına müstehak olamaz. Çünkü o, onu
vinde yaptı; ücret
ise dikim karşılığı
olarak şart koşulmuştu; dikim işi
de yapılmadı.
Keza, bir adam,
belirli bir undan, kendi evinde ekmek yapması için, bir adamı icarladığında, o
adam unu eleyip hamur yaptıktan sonra ve ekmeği pişirmeden önce, bu un
çahnırsa, bu durumda da o adam ücrete müstehak olmaz. Çünkü ücret, ekmek
pişirme karşılığıdır; o da yapılmamıştır. Ve ancak, onun işlerinden bazıları
yapılmış olmaktadır. Muhıyt'te de böyledir.
Keza, bir adam,
diğerini, "bur su kuyusu kazıp, onun duvarını tuğla ve kireçle örmeyi şart
koşarak" icarlar; icarianan şahıs da, denileni yapıp, suyu
çıkarırsa.ücretin tamamını alabilir.
Şayet, su çıktığı
halde, duvar yapılmazsa çalıştığının mukabili olan ücretini alır. Zira asıl
gaye suyun çıkmasıdır. Mebsût'ta da böyledir.
Bir adam, diğer bir
şahsı, arsasına bir ev yapmak veya iki duvarın arasının üzerini kapatmak yahut
iki tarafını yapmak veya bir kuyu kazmak veyahut bir kanal açmak veyahut da
bunlara benzer bir şeyi yapmak üzere kiralar; o şahıs da yapacağı işin bir
kısmını yaparsa, yaptığı iş kadar ücret isteme hakkı vardır. Fakat tamamını
yapmaya zorlanır.
Hatta yaptığı ev
yıkılır, kuyu çöküp, su altında kalır vey buna benzer arızalar olursa, yine de
çalıştığı kadarın ücretini alır.
Şayet bu işler, mal
sahibinin mülkünde yapılmaz ise, yapacağı işi tam yapıp teslim etmeden önce,
ücret alamaz.
Bu işler, teslimden
önce zayi-olursa, bir ücret verilmesi gerekmez.
Bir adam, diğerine
sahrada bir yer göstererek, orada bir kuyu kazmasını söylerse, İmâm Muhammed
(R.A.) "Bu bir teslim alma olmaz. İş veren şahsın, bizatihi kuyunun nereye
kazılacağım göstermesi gerekir." buyurmuştur.
Sahih olan budur.
Müste'cirin kendi
mülkünde de böyledir. İcarcı müste'cirin yakınında olsa bile, müste'cir:
"Ben sana, buraya kuyu kaz; demedim." diyebilir. Bedâi"de de
böyledir.
el-Asl kitabında şöyle
zikredilmiştir:
Bir adam, sahra
yolunda bir kuyu kazmak üzere, bir adamı icarlar; o da kuyuyu kazarsa, sahibine
teslim etmedikçe ona ücret yoktur.
Alimlerimiz şöyle
buyurmuşlardır:
İmâm Muhammed (R.A.)'e
göre, kuyu kazacağı yeri beyan şart değildir. Bu, kendi mülkünün dışında
olursa, onun beyan edileceğine işarettir, Zehıyre 'de de böyledir.
Bir adam, kendi
mülkünde kerpiç yapması için bir şahsı kiralasa, kerpiç kuruyup hafifleyinceye
kadar, o şahıs ücrete hak sahibi olmaz.
Bu, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'nin kavlidir.
İmâmeyn ise:
"Hafifleyip onu kaldırana kadar hak sahibi olmaz." buyurmuşlardır.
Kerpici yaptıktan
sonra, o zayi olursa, bu durumda ücret almaya hakkı vardır.
Şayet mülkünün
haricinde yapıyorsa, kerpici teslim etmedikçe, ücretini alamaz.
İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre, dikerse, İmâmeyn'e göre ise, üst üste yığarsa, ücreti hak eder.
Bedâi"de de böyledir.
Şayet kerpiç, teslim
almadan Önce zayi olursa, o ister kerpici üst üste yığdıktan sonra olsun,
isterse önce olsun kerpiç onu yapan şahsın malı olarak zayi olmuş olur.
Yenâbi'de de böyleidr.
Bir adam, belirli bir
tip kerpiç yapması için, bir adamı icarlar ve o şahıs, bu kerpici tuğla halinde
pişirir; odunu da kerpiç sahibinin olursa, bu caizdir.
Şayet kerpiç —tuğla—
pişerken kırılırsa, ona ücret yoktur. Piştikten sonra çıkarılması ecire aittir.
Tandırdan ekmeği çıkarmanın ekmekçiye ait olduğu gibi...
Eğer çıkmadan önce
kırılırsa ecirin malı olarak kırılır.
Fırının olan
(ocağından) çıkarır ve müste'cirin yerine korsa, ecrini hak etmiş olur ve
tazminattan da berî olur.
Eğer tuğla ocağı
tuğlacının malı ise, bu böyledir. Sahibine teslim edne kadar ücret alamaz.
Mebsût'ta da böyledir.
Kudûrî'de şöyle
zikredilmiştir:
Terzi, müste'cirin
evinde dikiyorsa, bir kısmım dikmesi halinde, ona ücret yoktur. Çünkü, henüz
menfaat sağlanmamıştır.
Zayi olursa tazminat
da yoktur.
Diktiği kadarı için de
ücret alamaz.
Bu, Asi kitabında
zikredilene muhalifdir.
Kudûrî şöyle
d-emiştir:
Eğer dikmiş bitirmişse
ecri vardır.
İmâmeyn'e göre,
amelden fariğ olmadan önce veya teslimden evvel zayi olursa, tazminat gerekir;
tazminattan kurtulamaz. Ancak teslim ile kurtulur.
Eğer elbise zayi olursa,
sahibi muhayyerdir: Dilerse kumaşın kıymetini ödetir; terziye ücret vermez;
dilerse dikilmiş kıymetini öder ve ona ücret verir. Muhıyt'te de böyledir.
En doğrusunu bilen
Allah'u Teâlâ'dır. [20]
Belirli bi'r ücretle,
çocuk bakıcısı tutmak caizdir. Hidâye'de de böyledir.
Bir çocuğa hizmet
etmesi için, bir köle icarlamak caiz değilse de, bir kadın bakıcı icarlamak
caizdir. İmâm Ebü Hanîfe (R.A.), kadın bakıcıyı caiz görmüş ve istihsan
eylemiştir.
Bu kadının yemesi,
giymesi orta halli olacaktır. İmâmeyn ise: "İcmâen, kadın bakıcıya
yedirmek şart değildir." demişlerdir. Fetâvâyi Kübrâ'dada böyledir.
Şayet, kadının,
çocuğu kendi evlerinde
emzirmelerini şart koşarlarsa, o
kadın bu durumda, o evden izinsiz çıkamaz.
Hasta olur veya
benzeri bir hal zuhur ederse, o zaman, izinsiz çıkabilir.
Emzikci kadını,
evlerde tutmak da yoktur. Şayet, —evde kalmasını— şart koşmamışlarsa, kadının
kendi evine gitme hakkı vardır. Çocuğu da götürebilir. Serahsî'nin Muhıyti'nde
de böyledir.
Kadının özrü,
emzirmesine mani bir hastalıksa, hasta olunca evden çıkabilir. Mebsût'ta da
böyledir.
Şayet bu husus sarih
olarak konuşulmamış ve örfün "emzikci kadının, sabiyi babası evinde
emzirmesi" şeklinde olduğu, halk arasında zahir ise, öyle yapılır. Mnhıyt'te
de böyledir.
"Yemesinin ve
giyiminin emziren kadına ait olduğu" icare zamanı şart koşulmamışsa, bu
durumda bunlar müste'cirin
üzerinedir. Hulasa'da da böyledir.
Şayet çocuk, emziren
kadının yanında zayi olur veya düşüp ölür veya sabinin ziyneti yahut elbisesi
çalınırsa, bu durumlarda, emzikci kadın bir şey ödemez. Mebsût'ta da böyledir.
Müste'cir, emzikci
kadını dirhemler karşılığında kiralarsa, bu durumda onun mikdarmı ve sıfatını
bildirmek ve onu vermek gerekir.
Şayet tartılan ve yan
ölçülen cinsten bir şeyle icarlamşsa, elbette onun da miktarını ve sıfatını
açıklamak gerektir.
Şayet elbise mukabili
icarlamışsa, onun da bütün vasıflarını açıklanması gerekir. Muhıyt'te de
böyledir.
Eğer yiyecek mukabili
icarlanmışsa, değeri, sonra yiyeceğin nerede verileceği, vasfı ve
vadesi söylenirse, işte bu bi'1-icma caizdir.
Biz yiyeceğin
söylenmesiyle, onun alınacağı ücretin dirhemlerini ve yiyeceğinin verileceği
yeri kasdediyoruz.
Şayet yiyecek
açıklanır, mikdarı da söylenirse, işte o da1 caizdir. Va'deli yapılması caiz
olmaz. Ödenme yeri şart koşulur. Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R. A.)'ye göre böyledir.
îmâmeyn'e göre
ise, bu şart
değildir.
Siracü'l-Vehhâc'da da böyledir.
Emzirmesine karşılık,
emzikci kadının, sabiye karşı ne şekilde hareket edeceği kendisine
söylenir ve anlaşma yapılır. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Bu kadın, bebeğin
elbisesini sidiğinden ve necasetinden temizler. Terinden ve kirinden dolayı
yıkaması için zorlanmaz.
Sahih olanı budur.
Cevâhiru'l-Ahlâtî'de de böyledir.
Bu kadın, çocuğu yıkar
ve onu yağlar. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Kadın, emzireceği
çocuğun yiyeceğini yapar; onu yumuşatır. Onun sütünü bozacak bir şey yemez.
Yiyeceğini bozacak bir şey yapmaz.
Sabî hastalanırsa, onu
reyhan ile yağ ile tedavi eder. Emzikcinin bunların yapılmasını ve yerini
bilmesi gerekir.
Fakat, bizim
memleketimizde örf, sabinin ehlinin bilmesi ve yapmasıdır.
Fetva da bunun
üzerinedir. Cevâhirü'I-Ahlâtî'de de böyledir.
Eğer sabi yemek yiyor
ise, emzikci ona yiyecek almaz. Yiyeceğin tamamı, çocuğun ailesine aittir.
Emzîkcinin vazifesi, onu yapıp hazırlamaktır. Gayetü'l-Beyân'da da böyledir.
Aslolan, icare,
kadının yapabileceği şeylere karşılıktır ve örf, adet ne İse odur. Muhıyt'tede
böyledir.
Emzikci kadın çocuğun
ana ve babasının işini yapmakla yükümlü değildir. Ancak, yaparsa onu teberru
olarak yapmış olur.
Emzikci kadın, çocuğu
yalnız bırakamaz. Gıyasiyye'de de böyledir.
Çocuk bakıcısının veya
emzikcinin, özürsüz olarak icareyi bozma hakları yoktur.
Özür ise, çocuk
sahibinin çocuğa süt almaması, gerekli şeylerini temin etmemesidir.
Bakıcının görevine son
vermeyi mubah kılan Özürler ise; hastalığı, hırsızlık yapması, günah
işlemesidir. Günah işleme özrü, kâfirlerde müstesnadır, Çünkü, onların
inancında, bir adam bir bakıcı kadın kiralarsa, bunlar suç sayılmaz. Müslüman
için onun kafire, facire olduğu, deli, ahmak bulunduğu bilinirse, icâre
bozulur. Zahîyre'de de böyledir.
Bakıcı tarafından özür
olan şeyler şunlardır:
Hastalık yüzünden
çocuğu emzirecek kadar gücünün olmaması ve bu kadının hamile bulunmasıdır.
Zehıyre'de de böyledir.
Eğer çocuk sahipleri,
bakıcıya dilleri ile eza ederler ve o da buna rıza gösterirse, durur; değilse
durmaz ve bu durumda gitmeye hakkı olur. Mebsût'ta da böyledir.
Şayet kadının, çocuk
bakıcılığı bilinmiyorsa ve onun kusuru varsa anlaşma bozulur. Eğer biliniyorsa,
buna muhalifdir. Onu bilmemek demek, onun bakıcılığa elverişli olduğunu
bilmemek demektir. Muzma-rât'ta da böyledir..
Bu kadının, çocuğa
bakması, zoraki oluyorsa, anlaşma —her ne kadar önceden bilinmemiş olsa bile—
bozulur. Gıyasiyye'de de böyledir.
Alimler, bakıcı
hakkında şöyle buyurmuşlardır:
Bakıcı, şeni bir kadın
olur ve emzirmeden kaçınır, onu ihmal ederse, o zaman icare feshedilir.
Cevheretü'n-Neyyire'de de böyledir.
Şayet çocuk, o kadına
ısınmış ve bundan dolayı da başkasının sütÜnü emmiyor; bu kadının da emzikci olduğu
bilinmiyorsa, zahirü'r-rivayeye göre,
İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.): "Şayet çocuğun
durumundan korkuluyorsa, icare fesholunmaz." buyurmuştur.
Şeyhu'l-Eimme Halvânî
de: "İtimad, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göredir." buyurmuş ve İmâm
Muhammed (R.A.)'in: "...olmaz." demesinin te'vili: Şayet çocuk başka
türlü gıda ile besleniyorsa, o zaman olmaz." veya: "Başka bir kadının
sütünü emiyorsa, o zaman olmaz." demiştir.
Şayet böyle değilse,
kavil İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un kavli gibidir.
Fetva da buna göredir.
Muhıyt'te de böyledir.
Şayet emzikci kadının
kocası olur ve bu kadın, ondan izinsiz olarak nefsini icara vermiş bulunursa;
kocası bu icareyi bozabilir.
Bazıları: "Eğer
kadının kocası ma'ruf değilse, bu böyledir; denilmez ve icare bozulmaz. Fakat
kocası mar'uf olur ve karısının bakıcılığına nza göstermezse, icareyi fesh
eder." demişlerdir. Zehıyre'de de böyledir.
Emzikci (bakıcı)
kadının kocası, belirli bir kişi olur; kadın da bir aylığına icarlanır; ay
geçer; çocuk ise, başka bir kadını emmezse; kadının, nefsini kocasının izni
olmadan icare vermiş olması, kocanın da razı bulunmaması, çocuğun da ölüm
korkusu olması halinde koca, ona mani olamaz. Şayet çocuk başkasını emmez ise, fetva
da buna göredir. Cevânirü'l-Ahiâtî'de de böyledir.
Uyûn'da şöyle
zikredilmiştir:
Şayet koca, kadını
icare olarak teslim etmiş; sabinin ehli de, kadının hamileliğinden çocuğa bir
zarar geleceğinden korkuyorlarsa, o kadını, evlerinden men edebilirler ve'kadın
buna mani olamaz. Zehıyre'de de böyledir.
Çocuk sahibi, emzikci
kadının akrabalarının, evine gelmelerine mani olabilir.
Keza, Zehıyre'de şöyle
zikredilmiştir;
Emzikci kadının
kendisini akraba ziyaretinden; akrabasını da bu kadını ziyaretten, —şayet bu
hal, sabiye zarar veriyorsa— men edebilirler. Eğer zararı yoksa, men
edemezler. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Emzikci kadın, hane
halkının izni olmadan, kendi ziyaretçilerine yemek yedirem ez.
Şayet, emzikci kadının
bir çocuğu onu ziyaret ederse, ev sahipleri, onun evde kalmasına mani
olabilirler. Mebsût'ta da böyledir.
Evden çıkarmak veya
buna benzer şeyler çocuğa zarar verirse, o zaman çocuk sahipleri, kadının, o
çocuğu çıkarmasına mani olma hakkına sahiptirler.
Şayet böyle bir durum
yoksa, mani olamazlar. Kadının ihtiyacı olur ve bir namaz vakti kadar, evden
çıkarsa, bu hal onun ücretine noksanlık vermez. Muhiyt'te de böyledir.
Sabî veya emzikci
(bakıcı) ölürse, bu icare fesholur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
el-Asl'da şöyle
zikredilmiştir:
Bir adam, küçük çocuğu
için, bir emzikci tutup, icarladıktan sonra, bu adam veya çocuk ölürse, bu
icare bozulmaz. Ebû Bekir el-Belhî şöyle buyurmuştur:
Çocuğun babasının
ölümüyle, emzirme icaresi, —çocuğun malı olsun veya olmasın— bozulur.
Bazı alimler ise:
"Çocuğun babasının ölmesiyle, hiç bir halde icare bozulmaz."
demişlerdir.
İmâm Muhammed (R. A.)
şöyle buyurmuştur:
Emzikcinin ücreti,
sabinin mirasından alınır.
Bazıalimler ise:
"Bu, baba hayatta iken olursa, böyledir. Fakat ecir baba hayatta iken
olursa, terekenin tamamından ödenir. Babanın ölümüyle icare bozulmaz. Her
halinde, sabinin kendi malından ve hissesinden ödenir." demişlerdir.
Sahih olan da budur.
Nevâzil'de şöyle
zikredilmiştir:
Bir adam, süt emen
çocuğuna, emzikci bir kadın tutar, bu kadın çocuğu aylarca emzirir; çocuğun
babası da ölür ve aylarca halası ona emzikci bulursa, emzikci ücretini alır.
Şayet babası,
emziriciyi icarlarken, çocuğun malı olmazsa, babanın öldüğü günden itibaren,
ücret ödeme görevi halanın (= amenin) olur. Sonra bakılır; eğer vasiyeti ve
çocuğun da malı varsa, hala ona müracaat eder; yoksa, müracaat etmez.
Şayet baba, çocuğun
malından icarlamışsa; ecrin tamamı çocuğun malından ödenir. Zehıyre'de de
böyledir.
Şayet, babası icar
akdi yaparken, çocuğun malı olmaz; sonra bu çocuğa mal isabet ederse; bu
mes'ele babama soruldu ve buyurdular ki: Mal isabet etmeden önceki günlerin
icarı babaya; sonraki günlerin icarı da çocuğa ait olur.
Bir adam, iki çocuğunu
emzirmek üzere, bir kadın kiralar ve bu çocuklardan birisi ölürse, ücretin
yarısı kaldırılır. Bu durumda baba, ikinci çocuğu, ölenin yerinde tutamaz.
Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, bir çocuğunu
emzirmek için, iki emzikti kadın icarlarsa, bu da caizdir.
Ücret, aralarında,
sütlerine karşılık olarak tevzi edilir.
Şayet her birinin sütü
aynı ise, ücret aralarında yarı yarıya taksim edilir. Eğer değişikse, ücret
nisbetlerine göre verilir.
Bu kadınlardan birisi
ölürse, ölen hakkındaki sözleşme batıl olur; diğeri ücret hissesiyle kalır.
Mebsût'ta da böyledir.
Emzikci kadın, birini
emzirirken, ikinci bir çocuk daha alamaz. Şayet başka bir çocuk daha alır ve
önceki ile birlikte onu da emzirirse, —bunun, önceki çocuğa zarar vermesi
halinde— akid fasid; kendisi de günahkâr olur. Bedâi'dc de böyledir.
Kendisine, tam ücret
ödenir ve ondan bir şey tasadduk etmesi de gerekmez. Hızânetü'l-Müftîn'nde de
böyledir.
Ücreti ona helaldir.
Önceki ücretinden bir eksiltme yapılmaz. O çocukları şartları gereğince
emzirmişse, ihtilaf eden müddet kadarını düşer. Gıyasiyye'de de böyledir.
Emzikci, çocuğu kendi
hizmetçisine verip, ona emzirtirse, istihsanen, ücretini tam olarak alır. Şayet
bizzat kendisi emzirmeyi şart koşmuş, sonra da hizmetçisine emzirtmişse, sahih
olan görüş, ücrete hakkının olmamasıdır. Zehıyre'de de böyledir.
Evlâ olan, ücrete
hakkının olmasıdır. Fetâvâyi Suğrâ'da da böyledir.
Şayet emzikci bir sene
emzirir, sene sonunda sütü kalmaz ve o çocuğu hizmetçisine emzirtir; ikinci
sene de o emzirirse, bu durumda, bu kadına tam ücret Ödenir.
Eğer çocuğu hizmetçisi
ile birlikte emzirirlerse, yine tam ücret alır; hizmetçisine ayrı bir ücret
verilmez.
Şayet, kendisinin sütü
kesilir ve başka bir emzikci icarlarsa, ona, şart koştuğu ücreti öder; kendisi
ücretini tam olarak alır.
Bu, istihsanen
böyledir.
Kıyasda ise, kendisine
ecir verilmez; fazlasını tasadduk eder. Meb-sût'ta da böyledir.
Emzikci kadın,
—müddeti bitene kadar— çocuğa koyun sütü içirir ve yemek yedirirse, ona ücret
yoktur. ,
Eğer inkar ederse, bu
böyledir.
Ancak: "Ben buna
hayvan sütü içirmedim; kendim emzirdim." derse, istihsanen yeminle
birlikte onun sözü geçerli olur.
Şayet çocuk sahibi,
iddiasını belgelerse, emzikciye ücret verilmez.
Şeyhu']-İmâm
ŞemsiTI-Eimme Halvânî şöyle demiştir:
Mes'elenin açıklaması
sırasında şahitler: "Bu çocuğa hayvan sütü içirdi." derler ve
"kendi emzirmedi." diye şahitlik yaparlarsa böyledir. Fakat,
"kendi emzirmedi." derler ve bununla kifayet ederlerse şehadet-leri
kabul edilmez. Çünkü bu şehadet, önceki bölüme muhalif ve maksadın dışındadır.
Zira, burdaki nefy isbatın içine girer. Kadın da şahit dinletirse onun
şahitleri kabul edilir. Zehıyre'de de böyledir.
Şayet bir baba,
çocuğunun anasını, onu emzirmek için icarlarsa, nikahının altında iken, kendi
nefsî malıyla icarlamış olması halinde, bu caiz olmaz. Çünkü bizatihi kendini
icarlamış gibi olur... Onun hizmetçisini de, müdebberesini de icarlayamaz.
Eğer mükâtebesinin
icarlarsa, o caiz olur.
Şayet çocuğun malıyla
icarlarsa, İbnü Semâa, İmâm Muhammed (R.A.)'in: "...bu caiz olur."
buyurduğunu nakietmiştir.
Bu, o kadın babanın
nikahı altında olduğu zaman böyledir.
Fakat, boşadıktan
sonra emzirtir ve talak ric'î bir talak olursa, bu icar, yine caiz olmaz.
Şayet talak, bain bir
talak ise, zahirü'r-rivayede, bu icar caiz olur. Bu, o çocuğu, bu kadının
kendisi doğurduğu zaman böyledir. Başkasının doğurduğunu emzirecekse, icar
caizdir. Muhiyt'te de böyledir.
Boşanmış bir kadının
iddeti bittikten sonra, kendi çocuğu da olsa, icarla emzirmesi caizdir.
İcare müddeti bitmeden
önce, aynı kadını nikahlaması halinde, durumun ne olacağı hususunda, babamdan
bir rivayet yoktur.
Ben bunu, Şeyhu'1-İmâm
Zahîrüddin el-Mürğînanî'ye sordum: O, şu cevabı verdi: "Önceki akid
bozulmaz; icare icaredir. Zahîriyye'de de böyledir.
Bir adamın, anasını,
kızını, bacısını emzikci- olarak kiralaması caizdir. Onların ücretlerini vermesi
gerekir.
Mahremlerin tamamı
böyledir. Mebsût'ta da böyledir.
Bir adam, sokağa
atılmış bir çocuk bulur ve ona bir emzikci tutarsa, ücretini tatavvû' olarak
öder.
Müntekâ'da şöyle
zikredilmiştir:
Bir adam, kendi
.karısını, çocuğun malından ücret vermek üzere, (aynı çocuğun anasını) icarlasa
bu caiz olur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Nafakası üzerine farz
olan kimseye, yetimin
emzirilmesi de farzdır.
Şayet yetimin
varisleri olmaz ve bir başkası da ona tatavvu olarak emzikci tutmazsa, bu
yetim, beytü'l-mâlden ücreti verilerek, bir emzikciye verilir.
Bir baba, çocuğuna bir
emzikci icarladığında, anası onu emzikciye teslim etmez ve: "Emzikci benim
yanımda emzirsin." derse; bu
durumda baba ananın yanında emzirecek bir
emzikci kiralar. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.
Semerkant ehlinin
fetvalarında şöyle denilmiştir:
Bir adam, çocuğunu
emzirmesi için, bir emzikciyi, bir seneliği yüz dirheme icarlar; çocuk da sene
tamam olmadan önce ölürse, bu durumda emzikci kadın, o ölene kadar emzirdiğinin
karşılığını ecr-i misil olarak alıp, artanını geri verir. Zehıyre'de de
böyledir.
Bir adam, seneliği yüz
dirheme, bir emzikci kadın icarlar ücreti de her ayın başında verecek olur;
kadın ise, çocuğu iki ay onbeş gün emzirir ve sabi ölürse, alimler: "Bu
durumda ecr-i misil, aylara taksim edilir; iki ay onbeş güne ne kadar düşerse,
kadına o ödenir. Geri kalan sahibine verilir. Çünkü bu icare fasiddir. Kadına
ecr-i misil gerekir. Belirlenen ücret üzerine bir şey artılınmaz. Fetâvâyi
Kâdîhân'da da böyledir.
İzinli bir cariye,
nefsini, çocuk emzirmek için icara verebilir. Mükâtebede böyledir.
Mükâtebin cariyesi de
böyledir. Çünkü, kazanç mükâtebindir.
Keza, izinli bir köle
veya mükâtep, cariyelerini emzikci olarak icare verdikten sonra; mükâtep
kitabet bedelini ödemeden aciz kalırsa, İmâm Muhammed (R.A.)'egöre, bu durumda
icare rkdi bozulur.
İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'
göre ise bozuîm iz.
Şayet, bir mükâtebe,
bir emzikci icarladıktan sonra, kitabet bedelini ödeyemezse, bu akid bozulur.
Gıyasiyye'de de böyledir.
Bir müslümankadının
bir kafir çocuğunu, ücretle emzirmesinde bir beis yoktur. Fetâvâyi Kâdîhân'da
da böyledir.
Bir müslümanın da,
kafir bir kadım emzikci olarak kiralamasında bir beis yoktur. Mebsût'ta da
böyledir.
Bir adamın, bir
koyunu; oğlağı veya çocuğu emzirmek için kiralaması caiz olmaz. Siracü'l-Vehhâc'da
da böyledir. [21]
Alimlerimiz şöyle
buyurmuşlardır:
Bir adamın, hür bir
kadını veya bir cariyeyi hizmet için karlaması, —yabancı ile halvetin
kerahatinden dolayı— mekruhtur. Zahîriyye'de de böyledir.
Hür bir kadın,
kalabalık bir ailede ücretle hizmet edebilir. Bunda bir beis yoktur. Bu kadının
yalnız kalması mekruhtur.
Bununla fetva verilir.
Fetâvâyi Kübrâ'da da böyledir.
İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)
şöyle buyurmuştur: Bir adam, kendi karısını, aylığı belirli bir şey
karşılığında icarlarsa, bu caiz olmaz. Evinde ekmek yapması, yemek pişirmesi,
çocuğunu emzirmesi gibi şeyler için icarlaması, caiz olmaz.
Ev işi gibi olmayan
işler için kiralarsa, (hayvan otlatması ve benzeri gibi...) bu durumda icar
caiz olur. Çünkü onları yapmak bu kadının görevi değildir. Muhıyt'te de
böyledir.
Eğer kadın cariye ise,
kocasının onu icarlaması caizdir. Huİâsa'da da böyledir.
Sayrafiyye kitabında
şöyle zikredilmiştir:
Bir adam, ekmek
pişirmek üzere bir kadın icarlarsa, o ekmeği yemek için icarladı ise, bu caiz
olmaz. Satmak için icarladı ise, caiz olur. Tatarhâniyye'de de böyledir.
Bir kadın, kocasını hizmeT için kiraladığında, koyunlarım
otlatmak için icarlarsa, işte bu caiz olur. Koca isterse, bu akdi bozar ve
hizmet etmeyebilir.
Zahirü'r-rivayede
böyledir.
Ebû İsmet Sa'd-İbni
Muaz el-Mervezî, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
Gerçekten bu batıldır.
Hakim de,
Muhtasar'ında böyle buyurmuştur: Kadın çalışmakla, kocasından ücret almaya
müstehak olmaz. Kölenin icaresi caizdir.
Cariye de böyledir.
Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir. Haher Zade de bununla fetva vermiştir.
İster hür, ister köle
olsunlar, ana ve babayı icarlamak caiz olmaz. Kâfir olsalar bile böyledir.
Şayet, bunlar çalışırlarsa, ecr-i misil ödenr. Serahsî'nin MuhıyU'nde de
böyledir.
Büyük baba veya büyük
anneyi, hizmet için icarlamak caiz olmaz. Şayet
bunlar hizmet ederse,
konuşulan ücret verilir.
Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, veya kadın,
evinde hizmet etmesi için —köle olan— oğlunu icarlarsa, bu caiz olmaz. Oğul hizmet etse bile, ona ücret gerekmez.
Ancak hür veya mükatep
olursa, o müstesnadır. Hulasa'da da böyledir.
Şayet oğul hür olur,
ana-babadan birisi de onu koyunlarını otlatmak üzre veya başka bir iş için
icarlarsa, işte bu caizdir. Zehıyre'de de böyledir.
Bir kadın, kocasına:
"Ayaklarımı oğ, sana bin dirhem vereyim." der; kocası da "yeter
artık, fazla istemiyorum." diyene kadar oğarsa, bu icare batıldır. Bu
cevap, Ebû İsmet'in cevabına muvafık ve zahirü'r-rivayeye muhaliftir.
Tatarhâniyye'de de böyledir.
Kardeşlerin,
birbirlerini ücretle çalıştırmaları caizdir. Diğer akraba da böyledir.
Bazı alimler: Büyük
amcayı, hizmette, ücretle 'çalıştırmak veya büyük kardeşi çalıştırmak caiz
olmaz." buyurmuşlardır. Muhıyt'te de böyledir.
Bir müslüman, kafire,
kendi nefsini ücretle hizmet etmek için icara verip gitse, bu caizdir; ancak
mekruhtur.
el-Fadlî şöyle
buyurmuştur:
İçinde zillet
(hakaret) bulunan hizmeti yapmak caiz olmaz. Ziraatçılık ve su sulamak bunun
hilafınadır. Hulasa'da da bönledir.
Bir adam, bir köleyi,
iki ay çalıştırmak için, bir aylığı dört, diğer aylığı beş dirheme olmak üzere
icarlarsa onlardan önceki ay için dört dirhem, alması caizdir. Hatta önce bir
ay çalışsa, dört dirheme hak kazanır. Fakat ikinci ayı, birinci aydan önce
çalışırsa, bu defa da beş dirhemi hak etmiş olur. CamiuVSağîr Şerhi'nde de
böyledir.
Bir adam, diğerini üç
aylığına "iki ayı, bir dirheme; bir ayı ise, beş dirheme" olmak
üzere, icarlarsa, işte o zaman, önceki iki ay, bir dirheme olur. Mebsût'ta da
böyledir.
Bir adam, bir köleyi
hizmet için kiraladığı zaman o köle, şartsız ve izinsiz yolculuk yapamaz.
Bu, şehirde
bulunulduğu ve, yolculuk hazırlığı olmadığı zaman böyledir.
Fakat, yolculuk
hazırlığı varsa, alimler, bu durum hakkında ihtilaf eylediler. Kendisi mü safir
ise, köle de sefere çıkar. Cevheretü'n-Neyyire'de de böyledir.
Bir adam, Kûfe'de,
hizmet için bir. köle icarladığmda, hizmet edeceği yeri açıklamazsa, bu
takdirde, o köleyi Kûfe'de hizmet ettirir. Kûfe'nin haricinde hizmet ettirme
yetkisi yoktur. Çünkü, Kûfe'de istihdamı halin delaleti ile sabittir.
Şayet yolculuğa
çıkarırsa, tazminat gerekir.
İmâm Muhammed (R.A.)
böyle söylemiştir.
Bir kimse, bir yer
iddiasında bulunduğunda, davacı şahıs ile, onun kölesinin bir yıl hizmet
etmesine karşılık ve o köleyi ehline götürmemek üzere, anlaşma yaparlarsa;
Şeyhû'1-İmâm
Şemsü'l-Eimme Halvânî, Kitâbü's-Sulh Şerhinde: "Bu sözüyle, o köleyi
ehline götüremez." demiştir.
Şeyhu'1-İmâm
Şemsü'l-Eimme Serahsî de, sulh meselesi ile icare mes'elesini ayırmıştır. Sulh meselesinde, hizmet
sahibine, "köle ile sefere gidebileceğini" söylemiş
ve: "Müste'cir ise,
köle ile sefere çıkamaz." demiştir. Muhıyt'te de
böyledir.
İmâm Muhammed
(R.A.): "Müste'cir, ecîrini
dövemez." buyurmuştur. Zahîriyye'de de böyledir.
Müste'cir, ücreti
köleye verir; akid yapan da bu kölenin kendisi olursa, bu durumda müste'cir,
ücretten kurtulmuş olur.
Şayet akid yapan köle
değilse, müste'cir ücretten berî olamaz; o ücreti, kölenin efendisine vermesi
gerekir. Zehıyre'de de böyledir.
Müste'cir, icarladiği
köleye evde her işi görmesini teklif eder. Elbise yıkamasını, elbise dikmesini,
hamur yoğurup, ekmek yapmasını teklif ettiğinde, köle bunları güzel yapıyorsa,
yaptırır. Yoksa, hayvanlarını otlatmasını evinden eşyaları indirmesini veya
eve çıkarmasını, koyun sağmasını, kuyudan su çıkarmasını ister.
Şayet akid yaparken,
"her hangi bir san'atı yapacağını" söyle-' memişse, bu böyledir.
Müste'cir icarladığı
zatın yemeğini vermekle mükellef değildir. Şayet verirse, bu tatavvu (=
fazladan) vermiş olur. Veya bunu vermek örf ise, yine verir.
Müste'cir isterse,
icara tuttuğu bir köleyi başkasına icara verebilir.
Müste'cir, icarladığı
kadınla evlenir ve ona: "Bana ve aile efradıma hizmet eyle; sana şu kadar
ücret vardır." derse; o öyle olur.
Keza, bir kadın
müste'cir icarladığı erkekle evlenir ve ona: "Bana hizmet eyle."
derse, buna hakkı vardır. Mebsût'ta da böyledir.
Müntekâ'da, İmâm
Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğunu, İbrahim nakletmiştir:
Bir adam, bir köleyi,
bir seneliğine icara verdikten sonra, bu köle, efendisinin, kendisini, icareden
önce azad eylediğini, beyyinelerse, bu durumda ücret kölenin olur,
Şayet köle: "Ben,
hürüm" derse, akid fasid olur. Eğer, bu durumda beyyinesi olmaz ise, hakim
onu, efendisine geri verir. Çalıştığının ücreti de efendisinin olur.
Sonra hürlüğünü isbat
eder ve "efendisinin —icareden önce— azad eylediğini" söylerese,
ücret kölenin de olmaz; efendisinin de olmaz. "İcâre fasid oldu."
denilmedikce, ücret kölenin olur.
Şayet bu köle baliğ
olmaz ve azledildiğini iddia eder; onu da efendisi icare vermiş, sonra da:
"İcareyi feshettim." demiş; bundan sonra da o köle çalışmışsa, baki
mes'ele hali üzre kalır; yani ücret, kölenin olur.
Bu hal, bir çocuk
bulup onu icara verenin durumunda olur. Zehıyre'de de böyledir.
Bir adam, kölesini bir
seneliğine icare verir, altı ay geçtikten sonra da, bu efendi, o köleyi azad
ederse, bu durumda, o köle muhayyerdir: İsterse icareyi devam ettirir; isterse
bozar. Feshederse akrd batıl olur ve müste'cir
ücretten düşer. Geçmiş
günlerin ücreti efendinin
olur. Bedâi'de de böyledir.
Bu, kölenin üzerinde
borç olmadığı zaman böyledir. Eğer alacaklısına harcarsa, artan efendisinin
olur. Gıyasiyye'de de böyledir.
Şayet efendisi izin
verir ve icare müddeti de tamam olursa ücretin tamamı kölenin olur.
Eğer icareyi ihtiyar
edip onu bozmaz, ücreti de tamam alırsa, bu durumda ücretin tamamı efendinin
olur. Kölenin, bu durumda ücret alma hakkı yoktur. Ancak, efendisi vekalet
verirse o müstesnadır.
Bu, müste'cir ücreti
peşin vermediği ve efendinin de ücreti peşin almayı şart koşmadığı zaman
böyledir.
Şayet müste'cir peşin
vermiş' veya efendi peşin almayı şarta bağlamış, köleyi de azad eylemiş, köle
de çalışmayı seçmişse, ücretin tamamı efendinindir.
Eğer köle icareyi
feshetmişse, ücretin yarısı müste'cire geri verilir. Bu, ister köleyi efendisi
icare versin; ister köleye nefsini icara vermesi hususunda izin vermiş
bulunsun, böyledir.
Şayet, köleyi efendisi
icare verir; sonra da müddetin yarısında azad ederse, kalan ücreti köle alır.
Eğer köle izinli
değilse ve kendi nefsini efendisinin izni olmaksızın icara vermiş ve efendisi
de bu müddet içinde onu azad eylemişse, bu durumda köleye muhayyerlik, hakkı
yoktur. Bedâi"de de böyledir.
Eğer köle,
efendisinden izinsiz olarak nefsini icara vermiş, kendisi de bil fiil
çalışmışsa bu icare sahih ve ecrini alma hakkı olur. Müste'cir onu geri
isteyemez.
Şayet, bu durumda azad
edilmiş olursa, bu kölenin muhayyerlik hakkı olmaz. Zira kendisi akid yapmıştır.
Ücreti, bi'1-ittifak kendisinin olur.
Azad olmadan önce
ölürse icare sahih olmaz ve bu durumda müste'cir, o kölenin kıymetini,
efendisine öder ve ücret vermez. Gıya-siyye'de de böyledir.
Bir adam, bir köleyi,
bir aylığına icarlayıp,onu teslim aldıktan snora, ikinci ay köle kaçar veya
hasta olur; müste'cir de: (<Teslim aldığım zaman, hasta oldu veya kaçtı/'
der; efendisi dp: "Hayır bir müddet sonra kaçtı." derse, bu durumda
müste'cirin sözü geçerlidir. O an köle kaçmamış veya hasta olmamış olsa,
efendinin sözü geçerli olur. Timurtâşî'de de böyledir.
Bir adam, bir köleyi
gasbeder; bu köle de kendini icara verip çalışırsa bu icare sahih, ücret de
kölenin olur.
Bu bi'1-icma böyledir.
Köle ücretini aldıktan sonra, onu gasbeden şahıs alıp, yese, tazminat gerekmez.
tmâmeyn:
"Tazminat gerekir." buyurmuşlardır. Bir efendi, icara verdiği köleyi
bulsa, onu bi'1-icma alabilir. CamîuVSağîr'de de böyledir.
Bir mükâtep, bir
köleyi icara verdikten sonra, kitabet bedelini ödemekten aciz kalırsa, bu icare
İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre batıl olmaz. îmâmyn'e göre ise, b^atıl olur.
Bu mükâtep azad
edilirse, bi'lricma icare bakî kalır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir adam, kendi
kölesini icara verdikten sonra, o köleye bir hak sahibi çıkar ve bu icareye
izin verirse, icare hak olur. Ve ücret kölenin asıl sahibinin olur.
Eğer ücret alındıktan
sonra izin vermişse, ücret, bu akdi yapanın olur.
Bir müddet geçtikten
sonra,izin verirse, Önceki icare de, sonraki icare de İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)
göre, kölenin asıl sahibinin olur.
İmâm Muhammed (R.A.)
ise: "İzinden önceki ücret, köleyi gasbe-denin; sonraki ise sahibinin
olur." demiştir. Zahîriyye'de de böyledir. ,
Baba, babanın
babası veya bunların
vasileri, bir küçüğün çalışmasına izin verirler, o da gücü
nisbetinde çalışırsa, bu caiz olur.
Baba mevcud iken,
çocuğa dede ve vasi, yeli olamazlar.
Babanın vasisi dededen
öncedir.
Çocuğun, babası veya
babasının babası ve her ikisinin vasileri de yoksa o çocuğa —yanında durduğu—
akrabaları izin verebilirler.
Çocuk, bir akrabasının
evinde dururken, ona başka bir akrabası izin verir ve bu akraba evinde
durduğundan daha yakın olursa (Meselâ: Çocuk amcasının yanında dururken, bu
çocuğun anası, onu icara verirse) İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, bu caizdir.
İmâm Muhammed (R.A.)'e
göre ise, caiz değildir.
Şayet evinde durduğu
akrabası, çocuğun kazancını ona harcamıyorsa, onun malını tasarruf hakkına
sahip olamaz. Çocuğun malını bağışlaması gibi...
Çocuk ev sahibine
bağışta bulunursa, o zaman-, onu istediği yere sarfedebilir. Fetâvâyi Kâdîhân'da
da böyledir.
Gıyâsiyye'de şöyle
zikredilmiştir:
Bir çocuğa, babası ve
büyük babası infakta bulunma zorunluğundadır. Onlar, buna mecburdurlar.
Eğer çocuğun kendi
malı bulunur ve hakim de —mutlaka— hüküm verirse, o maldan sarf ederler.
Tatarhâniyye'de de böyledir.
Baba, büyük baba
(dede) ve bunların vasileri, küçük kölenin akarını icare verebilirler. İsterse
o, kendi evlerinde olmasın...
O takdirde, İmâm
Muhammed (R.A.)'e göre, veremezler. Üstadım da, böyle fetva vermiştir. Zira
onlar, çocuğun nafakasını temine mecburdurlar. Fetâvâyi Kübrâ'da da böyledir.
İki vasiden birisi,
yetimi icara vermeye yetkilidir.
Bu, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre böyledir. Köleyi veremezler. İmâm Muhammed (R.A.) ise:
"Köleyide verebilirler." buyurmuştur. Çünkü onun mülkünü ona
tasarrufa yetkilidir. Siraçü'l-Vehhâc'da da böyledir.
Bir sabiyi, babası,
dedesi veya bunların vasileri yahut hakim veya onun emini icara verdiklerinde,
bu çocuk, bu müddeti içinde bulûğa erişirse, bu durumda, muhayyerdir: İsterse,
işine devam eder; isterse icareyi fesheder.
Eğer bunlardan birisi,
kendini değil de, bu çocuğun malını icara vermiş olurlarsa, çocuk bulûğa
erişince, onu feshedemez. Bedâi"de de böyledir.
Bir baba, nafakası
veya elbisesi karşılığında küçük oğlunu bir seneliğine, icara verir ve sene
tamam olursa, baba, ecr-i misil ücretini isteyebilir.
Sabi onu babasına
teberru edebilir.
Baba, ihtiyacı
miktarında, çocuğa yeme, giyme masrafı yapar. Tatarhâniyye'de de böyledir.
Kâdîhân: Elbisesini
geri alır; ecr-i mislini verir. En doğru olanı da budur. Çünkü, onu meccânen
vermiştir." buyurmuştur. Gınye'de de böyledir.
Babası, amcası olmayan
bir yetimi, hakimin hükmü olmaksızın, bir akrabası evine alır; on sene orda
kaldıktan sonra, bu yetim bulûğa erişirse, o zat, bakımı için ecr-i misil
isteyebilir. Gmye'de de böyledir.
Bir adam, nefsini veya
kölesini bir yetimin işinde çalışmaya icar-lasa, bu caiz olmaz. Mebsût,
Cevâhirü'l-Ahlâtî ve Muhıyt'te de böyledir.
Yetimin veya kölenin
vasisi, onu kendi nefsî mali için icarcı tutsa, uygun olanı bunun caiz olmasıdır.
İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A.), böyle buyurmuşlardır. Kübrâ'da
da böyledir.
İki yetim için vasî
olan bir kimse, bunlardan birini, diğerinin malı için icarlasa, bu caiz olmaz.
Birinin malını, diğerine satmasının caiz olmadığı gibi... Fetâvâyi Kâdîhân'da
da böyledir.
Bir adam, bir küçüğü,
kendi nefsi için icarlarsa, bunun caiz olduğunda hiç şüphe yoktur. Zahîriyye'de
de böyledir.
Baba, küçük çocuğu
için, nefsini veya malını icara verir; yahut küçük çocuğunun malını kendisi
için icarlarsa, bunlar caizdir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Ticaretten men edilmiş
bir sabî, nefsim icara verirse, bu caiz olmaz.
Mahcur olan köle de
böyledir.
Şayet, bi'1-fiil
çalışırsa, istihsanen belirli ücretini alır; bu caizdir.
Şayet çalışırken
ölürse, sabinin baba tarafına, müste'cir diyet öder ve ücretini de verir. Eğer
köle ise, kıymetini efendisine öder. Kölenin çalıştığına karşılık ücret ödemez.
Muhiyt'te de böyledir.
Şayet hakim, bir
adamı, yetimin malında çalıştırmak için icar-larsa, bu durumda ecr-i misil
gerekir.
Eğer fazla olursa
ödenmesi icabetmez.
Şayet kasden
çalıştırırsa, hakim o fazlalığı kendi malından öder.
Eğer küçük çocuğun
veya yetimin evini icara verir; ücreti de ecr-i mislinden düşük olursa, bu caiz
olmaz.
Şayet müstecir evde
oturuyorsa ecr-i misil öder. Bu durumda ecr-i mislin en yüksek haddi olacaktır.
Eğer bir adam, o evde
gasben oturuyorsa, onun ücret vermesi gerekmez.
"Evin noksanına
bakar ve ecr-i misli verir. Hangisi yetim için hayırlı ise onu yapar."
denilmiştir. Gıyâsiyye'de de böyledir.
Bir adam, bir sabiyi,
diğer biriyle birlikte bir iş yapması için, oturtur; o adam da bu sabiye bir
kat elbise verir; sonra da bu sabi, kendiliğinden onun yanında çalışır ve o
adam da sabiye keten bez verir; sabi de onu dikmesini isterse, bu durumda
o-adamın verdiği elbiseyi alması için, bir yol yoktur. Çünkü, onu dikmekle
hakkı kesilmiştir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir. [22]
Bir içarenin müddeti,
mesafesi hakkında akid sahih olursa, akid vaki olunca, içarenin menfaati devam
ettikçe teslim etmesi vacip olur. Muhıyt'te de böyledir.
Üzerine akid yapılan
şeyin teslimi, faydasının temin edilmesi ile olur. Teslim, menfaata mani
değildir.
Şayet menfaate mani
bazı arıza çıkarsa, (Meselâ: karcının elinden, icarladığı ev zoraki alınır veya
icara verilen yeri su basarsa yahut icara verilen yerin sulama suyu kesilirse
veya köle hasta olursa yahut icarlanan köle kaçarsa) o mikdarın ücreti düşer.
Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Şehirde, icar yerini
boşaltmakla birlikte, anahtarını da teslim etmek, o yer ile anahtarı teslim
alan şahsın arasını serbest bırakmak halinde, o yer anahtarın teslim edildiği
günden itibaren, icara verilmiş ve teslim edilmiş olur. Her ne kadar, icara
tutan şahıs oraya oturmasa bile, bu böyledir. Köyde anahtar teslim edilir; ev
de şehirde olursa, bu durumda ev, teslim edilmedikçe, teslim işlemi yapılmış
sayılmaz. Her ne kadar anahtar icarcının elinde olsa bile, bu böyledir.
Gınye'de de böyledir.
Bir adam, diğerine
dükkanını icare verip, anahtarını da teslim eder; müste'cir kapıyı açamaz ve
anahtarı bir müddet kaybedip, sonra bulursa, eğer kapıyı açması mümkün ise,
ücret anahtar verildiği günden itibaren
başlar. Şayet, kapıyı
açması mümkün değilse,
—kapı açılmadıkça ücret gerekmez. Zehiyre'de de böyledir.
Bir adam, bir yerde
bir ev kiraladığında, o evde oturan bulunur; kiraya veren şahıs, tutan şahısla
orayı başbaşa bırakır; ay başı gelince de evin kirasını ister; icarcı da: Ben,
evde oturmadım. O evde filan oturuyor." karşılığını verir; oturan şahıs
da onu ikrar veya inkar ederse, hali hazıra hükmedilir. Eğer evde icarcı
oturuyorsa, icarı o öder. Şayet zoraki oturan oturuyorsa, ona ücret yoktur. Bu
hususta onun sözü geçerlidir. Şayet hali hazırda ev boş ise, müste'cir ücretini
tazmin eder. Mebsût'ta da böyledir.
Müntekâ'da, İmâm Ebû
Yûsuf (R.A.)'un şöyle buyurmuş olduğu nakledilmiştir:
Müste'cir, hasta bir
köleyi getirir veya köle kaçmış olur ve köleyi icara veren şahıs, bu köleyi
müste'cirin çalıştırdığını isbat ederse; ücretini alır. Her ne kadar,
müste'cir "köle hasta oldu." veya "kaçtı." der ve belge de
getirse bile, icara verenin belgesi kabul edilir. Muhıyt'te de böyledir.
Şayet bir ev icara
verenin eşyası ile dolu veya tarlası ekili olursa, sahih olan kavle göre, bu
icare sahih olur. Teslim etmedikçe ve evi boşaltmadıkca icar gerekmez.
Eğer evi boşaltır ve
teslim ederse, icar lazım olur.
Şayet evin bütün
odalarını boşaltır, yalnız bir odasını meşgul ederse, onun hissesini icardan
düşer.
Eğer sahibi, icare
fesh edilmeden önce, o odayı da boşaltmış olursa, onun da icarını alır.
Giyasiyye'de de böyledir.
Müste'cir içinde
otururken, evin bir kısmı veya bir duvarı yıkılır ve bu müste'cir, kalan
kısmında oturursa, bu durumda ücretten bir şey eksiltilmez. Tatarhâniyye'de de
böyledir. [23]
İmâm Muhammed
(R.A.) el-Asl isimli
kitabında şöyle buyurmuştur:
Müste'cir., icarladığı
şeyi sahibine reddedemez. İcara veren de, verdiği yeri, icarcıdan alamaz.
İcare, ariyet gibi
değildir. Zelııyre'de de böyledir.
el-Asl kitabında İmâm
Muhammed (R.A.) şöyle buyurmuştur: Bir adam, belirli bir ücretle bir değirmen
icarlayıp, bir ay onunla un öğütür ve onu evine taşır; şehir olsun, şehrin
harici olsun, o değirmeni taşımakta da güçlük yoksa, onu sahibine iade eder. Bu
hususta, ariyet ile icare birdir. Kıyasda böyledir. İcarda mal sahibi, ariyette
ise ariyet alan şahıs taşıyacakdır. Alimlerimiz, bunu açıklarken: İcare ve
ariyette, evden çıkarmak mal sahibinin izniyle olmuşsa, icârede mal sahibi,
ariyetle müsteir taşıyacaktır. Şayet evden çıkış mal sahibinin izni olmaksızın
olmuşsa, geri getirmek müste'cir ve ariyet alan şahsa aittir. Muhıyt'te de
böyledir.
Müşterek ücrette,
çamaşırcı, boyacı, dokuyucu gibi olanlarda, getirmek ücreti alan şahsa aittir.
Çünkü red, teslim almayı nakz eder. İşte o zaman, kim menfaat temin etmişse,
red ona ait olur.
Bu durumda, menfaati
ecîr temin etmiştir. Çünkü, ecir için ücret vardır; o da bir ayndır. Elbise
sahibi için olan menfaat, ayn değildir. Ayn ise, ayn olmayandan hayırlıdır.
İşte o takdirde, red menfaati ayn olana aittir.
Bu, şuna muhalifdir:
Bir adam, kölesini veya hayvanını icara verir, müste'cir de işini bitirirse,
işte o zaman, red mal sahibine aittir. Çünkü müste'cir, menfaat görmüştür.
İcara veren için ise, ayn vardır. Zehıyre'de de böyledir.
Bir adam, ihtiyacını
temin için, bir hayvanı, binmek üzere şehirde, belirli bir vakit için icarlar
ve vakti geçerse, onu sahibine teslim etmek ona ait değildir. İcara veren şahıs
gidip, onu müste'cirin evinden teslim alacaktır.
Hatta, bir gün kaldığı
halde, mal sahibi varıp onu almaz ve hayvan karcının yanında zayi olursa,
tazminat gerekmez. İcara veren şahıs, ister istesin; isterse, istemesin
müsavidir. Çünkü, onu teslim etmek, müste'cire ait bir görev değildir.
Şayet, şehirde belirli
bir yerde icarlar ve gidip gelmeyi şart koşarsa, işte o zaman müste'cir şart
koştuğu yere getirmekle yükümlüdür. Çünkü, onu orda vermesi gerekir. Zira,
icarede akid, ancak red ile son bulur.
Eğer bu şahıs, evine kadar
biner, orada da bekletir ve hayvan zayi olursa kıymetini tazmin eder. Çünkü,
sözleşme mahallini tecavüz etmiş olmaktadır.
Şayet mal sahibi,
müste'cire: "Gideceğin yere kadar bin, git; geri evime dön. derse bu
durumda bile müste'cire, o hayvanı icarcının evine getirme mecburiyeti yoktur.
Zira evine dönünce, icajremüddeti bitmiştir; artık, geri tarafı emanettir.
Bedâi"de.de böyledir.
Müste'cir, icar
sahibinin hayvanım, evine gitsin diye başı boş sah-verse, bu geri verme
sayılmaz. Bu hayvan, yolda zayi olursa, tazminat gerekmez.
Mal sahibi başka bir
yere gider, müste'cir de hayvanını ona teslim için oraya gider ve bu hayvan
yolda ölürse, tazminat gerekir. Zira beldeden çıkmakla gasıb durumuna
düşmüştür. Muhıyt'te de böyledir.
İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)
şöyle buyurmuştur:
Bir adam, bir şehirden
diğer bir şehre gitmek üzere, bir hayvan icarladığı halde, onu evinde bekletip
gideceği yere gitmez ve bu hayvan ölürse; şayet insanların hazırlık
yapabilecekleri bir müddete kadar bekletti ise, tazminat gerekmez; icar gerekir.
Eğer daha fazla bekletti ise, icarlıktan çıkar gasb hükmüne girer.
İmâm Muhamnıed (R.A.)
ise tafsüatsız: "Tazminat gerekir." buyurmuştur. Zehıyre'de de
böyledir.
Müntekâ'da şöyle
zikredilmiştir:
Bir adam, bir hayvan
icarladiğında, onu icara verenin ahırına getirip bağlar veya üzerine kapuyu
kapatırsa, bu durumda zayi olsa veya ölse bile tazminat gerekmez. Çünkü,
sahibinin yapacağı her şeyi, o yapmıştır. Bunları yapınca da tazminattan berî
olur.
Şayet, sahibinin
ahırına veya arsasına bırakır ve bağlamaz veya üzerine kapıyı kitlemezse, o
zaman, ölmesi veya zayi olması halinde tazminat gerekir. Muhiyt'te de böyledir. [24]
Üzerinde anlaşma
yapılan şey hakkında, icara veren veya icar-layan tarafından artırma yapılır ve
bu fazlalık meçhul (= belirsiz) olursa, o takdirde caiz değildir. Bunu ister
icara veren, isterse icarlayan artırsın müsavidir.
Şayet icara veren
şahıs tarafından, müste'cire belirli olarak artım yapılırsa, işte bu caizdir.
Bu da, ister icara verilenin cinsinden olsun, isterse cinsinin hilafına olsun
müsavidir.
Şayet artım müste'cer
tarafından yapılırsa, bu icarlanan şeyin cinsinden olması halinde caiz olmaz.
Şayet icarlanan şeyin hilafından olursa, caiz olur. Zehıyre'de de böyledir.
Müste'cir, icarı —bir
müddet geçtikten sonra— artınrsa, bu fazlalık sahih olmaz. Fakat onu düşürmek
sahih olur. Tatarhâniyye'de de böyledir.
İbrahim, İmâm Muhammed
(R.A.)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
Bir adam, diğerinden ücret
alarak buğday vermek üzere, bir yer icarlar; icara veren de, onu bir kür
artırır, diğeri de buna razı olursa, caizdir.
Diğer bir adam,
icarlanan yerin ücretini bir kür artırır, mülk sahibi de ona verir; önceki
müste'cir de gidip önceki gibi, bir kür de kendisi artırıp icareyi yenilerse,
ikinci icare geçerlidir; birincisi, ikinci icarenin yapılması sebebiyle
fesholmuştur.
Bu mes'ele, İmâm Ebû
Yûsuf (R.A.)'dan soruldu: —Birinci icarcı, ikinci icarcıya karşı artım yapar,
ev sahibi de bu ziyade ücretle, öncekine verirse durum ne olur? tmâm cevaben,
şöyle buyurdu:
— Ev sahibi icareyi
yenilerse, Önceki icarenin hükmü bozulur. Eğer yenilemez ise, Önceki icare
bozulmaz. Muhıyt'te de böyledir.
Bir evi gasbedip,
icara veren, sonra da onu satın alan kimsenin durumu ve:"—Onu ikinci defa
icare verebilir mi? denildi.
İmâm şöyle buyurdu:
— Önceki icare
geçerlidir. Onu kabul etmesi, hem efdal hem de çok temizdir. Havı'de de
böyledir.
Bir araziyi, uzun
va'deli veya kısa vadeli icarlamakta bir beis yoktur; yeterki icarı belirli
olsun. Bir arazi yirmi seneliğine veya daha fazlaya icarlanabilir.
Bu, memlûke olan arazi
de böyledir.
Fakat, arazi, mevkûfe
olur ve bir kimse onu uzun müddetle icarlar, piyasa da da artma ve eksilme
olmazsa, İmâm Muhammed (R.A.)'e göre bu da caizdir.
Bir adam, bir yeri,
belirli bir işi yapmak üzere, belirli bir ücretle kiraladıktan sonra, ayın
ortasında, "başka bir işi yapıp, bir dirhem daha vereceğini"
söylerse, bu durumda ikinci icare, birinciyi fesheder. Hatta iki ücret geçerli
olmaz; bilakis önceki ücreti ikinci icadar yükseltir.
İkinci işi yapıp
bitirdiği zaman, o nisbette ecrini verir. Sonra da yine önceki icareye avdet
eder. (- döner) Muhıyî'te de böyledir. [25]
Bubab'da:
1) İcâre
Akdini Bozan Şeyler;
2) Mekân
Şartından Dolayı İcâre Akdini Bozan Şeyler;
3)
Değirmencinin Ölçeği ve Bunun Mahiyeti;
4) İcara
Tutulan Şeyin, Tutandan Başkasınca Meşgul Edilmesinden Dolayı, İcare Akdinin
Feshedimesi; olmak üzere dört bölüm vardır. [26]
İcare akdi, bazı kere,
çalışacak şahsın yapacağı işin miktarını bilmemesinden dolayı feshedilmiş (=
bozulmuş) olur.
Meselâ: İş veren, işin
yapılacağı yeri belirtmez; işçi, —cehaleti yüzünden— menfaatinin miktarını
bilmez ve onun ne kadar çalışacağı açıklanmazsa, bu gibi hallerde şart fasid ve
akde muhalif olur.
İcâre akdinin fesadı,
ecr-i misü'den dolayı da olabilir. Akid esnasında belirlenen ücret üzerine
—eğer bu mal (= ücret) belirli olursa, o artırılamaz. Şayet bu ücret
belirlenmemişse, o zaman da, ecr-i mislin yüksek haddi verilmez.
Bu durumda, akid batıl
(= geçersiz) olursa, ecr-i misil de gerekmez. Ve ayn da, —akid ister sahih,
ister fasid, isterse batıl olsun— müste'cirin elinde mazmûne (= ödenmesi
gereken şey) olmaz. Gıyasiyye'de de böyledir.
Bir adam,
diğerine: "Şu evi, hudûdiyle,
hukukiyle, senenin —tamamında değil— on aylığına, şu vasıflı ve şu kadar
dirheme icara verdim." der ve ilaveten: "Eğer dilersen, sen
oturacaksın." der ve sıhhatinin şartları söylenirse; bu icare sahih olur
mu?
İmâm şu cevabı
vermiştir:
— Hayır çünkü,
müddetin başlangıcını söylememiş ve o belirsiz olmuştur. Elbette, "şu
günden, şu saattan itibaren..." demesi gerekirdi. Çünkü ancak, bu şekilde
vaktin ne zaman başlayıp, ne zaman biteceği belli olur. Fetâvâyi Nesefî'de de
böyledir.
Arazinin icaresinde,
mutlaka beyan lazımdır. Yani ziraatçılık mı, ağaç dikimi mi, bina inşası mı
veya benzeri bir şey mi yapılacak onun belirtilmesi gerekir. Eğer bu açıklama
yapılmazsa, bu icare fasid olur.
Ancak onun için,
menfaat istediği kadar temin edilmişse, o müstesnadır. Bedâi"de de
böyledir.
Şayet, arazi de ziraat
yapacağını beyan etmez ve: "Ben, orada istediğimi ekip dikeceğim."
demezse, bu durumda icare fasid olur. Tebyîn'de de böyledir.
Hayvan icaresinde,
elbette müddeti veya mekânı beyan edilmesi gerekir.
Şayet bu beyan
yapılmaz ise, o icare de fasiddir.
Keza, icarîayacağı
hayvana binecek mi, yük mü taşıtacak; ne kadar yük yükleyecek, kim binecek?
bunlar açıklanacaktır.
Hizmet için köle
icaresinde, giymek için elbise icaresinde, pişirmek için kazan icaresinde
elbette müddet açıklanacaktır.
Şayet bu eşyaları
icarlama esnasında husumet meydana gelirse, artık hakim icareyi fesheder.
Eğer araziyi eker,
hayvana yükü yükletir veya biner elbiseyi giyer, kazan da yemeği pişirir,
böylece bir müddet geçerse, istihsanen konuştukları icare vardır.
Şayet hakim icareyi
fesheder; sonra da yine o araziyi eker; hayvana yük yükletir; elbiseyi giyerse,
bir şey gerekmez. Zira bu gasb olur. Bedâi"de de böyledir.
Bir kimse, binmek için
kiraladığı hayvana, kimin bineceğini söylemez veya kiraladığı araziye ne
ekeceğini açıklamaz da, bunları fesihten sonra açıklarsa, bu icare caiz olur.
Gıyasiyye'de de böyledir.
Bir kimse, bir
araziyi, buğday ekmek için icarladığı halde, oraya sebze ekerse, tazminat
yapar; bu durumda ücret yoktur. Bedâi"de de böyledir.
Bir kimse, bir yük
devesinin, üzerine un, bulgur, sirke, zeytin yağı ve benzeri şeyler gibi bir
yük yüklemek için bir deve kiraladığında, ona ne yükleyeceğini söylemezse, işte
bu kıyasen fasid; istihsali caizdir. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, Mekke'ye
kadar götüreceği bir yük devesini icarlayıp, ona iki kişi bindirecek olsa,
elbette binecek olan kişileri göstermesi gerekir. Şayet çıkış zamanında,
ihtilaf ederlerse, itibar kafilenin çıkış vaktinedir. Ondan önceki vakte itibar
edilmez.
Keza, hayvanı icara
verenin "Hac vaktinin geçmesinden korkuyorum." demesine itibar
edilmez.
Şayet şart koşarlarsa
ona itibar olunur, ve şartın gereği yerine getirilir. O takdirde, daha önce
Kabe'ye gidebilir. Çünkü, icare ona muzaf kılınmıştır. Giyasiyye'de de
böyledir.
Bir adam, mahmilli yük
devesini kiralayıp, bu yük devesine neyi yükleteceğini açıklar ve yükü de
dediğinden az olursa,onu ölçülen, tartılan,
yenilen şeylerle tamamlayabilir. Bunu, hem giderken, hem de gelirken
yapabilir. Taşıyıcı şahsın, buna hiç bir yerde itiraz hakkı yoktur.
Şayet iki kişi
bindirmeyi şart koşmuşsa, bu durumda sahibinin rızası olmadan, o iki kişinin
haricinde, başka iki kişiyi bindiremez. Çünkü, binecek şahısların ayrı olmaları
hayvana zarar verebilir. Mebsût'ta da böyledir.
Şayet, yükleteceği
hediyeyi de söylerse, bu güzel ve ihtiyata uygun olur.
Her mahmele ne kadar
su koyacağını da söylemelidir. Mahmele koyacağı kitap, kırba, çadır, kubbe ve
sair ihtiyaç maddelerini de beyan etmelidir. Bunları şart koşarsa, caiz olur.
Yokuşu çıkarken, icarcının hayvana binmesi şart koşulmalıdır; bu şart olursa
caizdir; değilse, binmefii caiz olmaz. Ecir için, yokuşun açıklamasında İki söz
vardır. Birisi: İcarlayan her sabah ve akşam hayvandan iner ve bu zamanda eciri
bindirir. İkinci söz: Eciri her merhalede, bir fersah ve emsali zamanda
bindirir. Bu mütearifdir. Odun yüklüde olsa arkasına binebilir.
tmâmeyn: "Biz
Mekke'den alınacak hediyenin, şu kadar batman olacağının şart koşulmasını uygun
görürüz." buyurmuşlardır. Mebsût'ta da böyledir.
Bir adam, üzerine
buğday yüklemek üzere, bir deve veya bir eşek kiralar ve buğdayın ne kadar
olacağını söylemez, işaret de etmezse, bazı alimlere göre, bu icare caiz olmaz.
Bazılarınca ise, caiz olur.
Bu hususta adet ve
an'aneye bakılır.
Zahir olan da budur.
Fetva da buna göredir,
Cevâhirü'l-Ahlâtî'de de böyledir.
Bir adam, bir hayvan
veya belirli bir şey icarlar ve akid esnasında da, bir açıklama yapmazsa, işte
bu caiz olmaz. Ancak, icarlamadan önce açıklama yapılırsa, caiz olur. Fetâvâyi
Attabiyye'de de böyledir.
Bir kimse, Semerkanl'a
kadar gitmek üzere, bir hayvan kiralarsa, bu caiz olur. Çünkü o, belirli bir
yerin adıdır.
Buhara'ya kadar gitmek
üzere icarlarsa, bu caiz olmaz. Çünkü o, bir beldedir. Fetvada muhtar olan
bunun da caiz olmasıdır. Zira, bu sözle örfen, şehre gitmeyi murad eylemiştir.
Cevâhirü'l-Ahlâtî'de de böyledir.
Bir kimse, Fars'a
(îran'a) gitmek üzere, bir hayvan kiralarsa, bu icare fasiddir. Çünkü,
Fars denilen yer, Horasan, Harzem,
Şam, Ferğana, Maveraünnehir, Hind, Hata, Dest, Rum, Yemen, Belh, Herât,
Evzencd beldelerinin ismidir. Ve bunların her biri, bir vilayet adıdır. En
yakınına gitse, ecr-i misil gerekir; daha ileriye gidemez. Ve her biri bir
beldedir; birine vasıl olsa diğerine vusûlu gerekir. Kerderî'nin Vedzi'nde de
böyledir.
Bir adam, üzerinde her
ay on batman un Öğütmek üzere bir hayvan icarlar ve neyi öğüteceğini de
söylemezse, her neyi öğütürse Öğütsün caiz olur. Çünkü, öğütüceği şeyler
bilinen şeylerdir.
Eğer yük haddini
tecavüz ederse, tazminat gerekir.
Şayet, müddetini ye
neyi ne kadar Öğütüeceğini söylemezse, bu icare caiz olmaz.
Eğer: "Her gün,
on ölçek buğday üğüteceğim." derse, işte bu caiz olur. Gıyâsiyye'de de
böyledir.
Bir adam, un öğütmek
için, yevmiyesi bir dirheme bir hayvan icarlar; Öğüteceği şeyin de buğday mı»
arpa mı olduğunu açıklarsa, kitapta "bunun caiz olduğu" yazılmıştır.
Şayet öğüteceği şeyin miktarını açıklamamışsa, bazı alimler ve İmâm Ebfi Bekir
Hâher-Zade "Elbette, günde ne kadar öğüteceğini de söylemesi gerekir.
buyurmuştur. Fetva da bunun üzerinedir. Zahîriyye'de ve Fetâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir.
Bir adam, bir yurt
veya ev icarladığında, orada ne yapacağını açıklamazsa, istihsanda bu caiz
olmaz. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, diğerini bir
şey satmak veya satın almak üzere kiralarsa, işte bu caiz olmaz.
Şayet, bu şekilde
kiralanan şahıs, bir şey satıp bedelini alırsa, işte o bedel, onun yanında
emanet olur. Gıyasiyye'de de böyledir.
Vaktini önce söyleyip,
sonra da: "Ben, onu, bu gün bir dirheme kiraladım; onu bana satman üzere
(veya benim onu, şu fiata almam üzere..." derse bu caiz olur.
Eğer, önce ücretini
söyler; sonra da vaktini söylerse (Meselâ: Ben, onu bir dirheme, bu gün
icarladım; satın almam ve satman üzere..." derse, bu caiz olmaz. Ve bu
icâre fasid olur. Adam tam iş yaparsa, ecr-i misil (o beldede de örf her ne
ise) o şekilde Ödenir.
tmâm Muhammed (R.A.),
buna çare olarak şöyle buyurmuştur:
Onu simsara verip ona:
"Bunu malum bir fiata satın al veya sat." der; ücretini söylemez;
sonra da bu simsara, yaptığı iş için, bir hediye verir. İşte bu, caiz olur.
Simsar ecr-i misil
alırsa, ona helal olur mu?
Bu hususta
alimlerimizin muhtelif kavilleri vardır:
Şeyhu'1-tmâm
Hâher-Zâde: "Helâl olur." buyurmuştur.
tmâm Muhammed (R.A.),
başka şeylere de, kitap da böylece işarette bulunmuştur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir.
Fasid bir icarede,
müste'cir, icarladiğı şey zayi olursa, onu Ödemez. Sahih icarede olduğu gibi...
Hasan bin Ali
el-Mürğînânî'den soruldu:
—Bir adam, koyun kanı
ile bir elbiseye nakış yapıp, onu da siyah nakış ile birlikte karıştırsa; bu
iş, kansız yapılsaydı, elverişli olumluydu? Ve bu işe bedel, ücret alabilir mi?
Bu ücret temiz olur mu?
İmâm:
"Evet." buyurdu. Tatarhâniyye'de de böyledir.
Bir kimse, kuru bir
kanalı, su akıtıp kendi yerini sulamak üzre veya değirmen döndürmek üzre yahut
evinin üzerindeki oluktan, evinin suyunu akıtmak üzre veya oluğunda çamaşır
suyunun akması için, yahut helasına idrar, necaset atmak üzere icarlarsa, işte
bu caiz olmaz. Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse, başka
birim, helasına abdest suyu dökmek üzere icar-lasa, bu caiz olmaz. Zahîriyye'de
de böyledir.
İmâm Muhammedi
(R.A.)'in şöyle buyurduğu rivayet olunmuştur: bir adam, suyu akan ma'ruf bir yeri icarlarsa,
bu caizdir.
Serahsî'nin
Muhıytı'nde de böyledir.
Nehirdeki suyu
karlamak caiz olmaz. Kanal ve kuyu da böyledir.
Nehri ve kanalı, suyu
ile birlikte icarlamak da caiz olmaz. Çünkü bunlar, helak olabilirler.
Fetva da, umumî belvâ
olduğundan dolayı, bu caiz olur.
Bir araziyi, suyu ile
birlikte icarlamak da böyledir.
Bir evi, onun üzerine
ev yapmak üzre icarlamak, Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre caiz değildir.
İmâmeyn'e göre ise,
caizdir. Zira, bir evin üstü, o evin altı gibidir.
Bir yeri üzerine bina
yapmak üzere icarlamak —her ne kadar binanın miktarı belli olmasa bile— caizdir.
Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Yürümek üzere veya
insanların yürümesi için, bir yol icarlamak, el-Asl kitabında, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre caiz değil; İmâmeyn'e göre ise caizdir.
Çeşmeler de tmâmeyn'in
kavli üzeredir. Hulasa'da da böyledir.
Bir adamın evinin
üzerinden, kendi evine gitmek için, orayı karlamak, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye
göre caiz değil; İmâmeyn'e göre caizdir.
Evin altından gitmekte
de durum aynıdır.
Şeyhu'I-İmâm Ahmed
et-Tırvavisî: Uygun olanı, bu şekildeki icare-lerin caiz olmamasıdır. Bu icmâan
böyledir." demiştir. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, diğerinin
evinin dış tarafını, bir ay orda yatıp gecelemek veya oraya eşyalarını koymak
üzere icarlasa, bu hususta alimler ihtilaf eylediler: Bazıları: "Caiz
olmaz."; bazıları da: "Caizdir." demişlerdir.
Sahih olan da budur.
Çünkü, üzerinde akid yapılan belirli yerdir. Bedâi"de de böyledir.
Bir adam, belirli bir
vakte kadar, aşağı katın üzerine, bina yapmak üzere, icarlasa, bu caiz olur.
Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Câmİu'l-Esğâr kitabında
şöyle zikredilmiştir:
Hallâf, İmâm Muhammed
(R.A.)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
Müste'cirin bir ev
yapması veya bir müsafirhane yapması, şayet icarcıya zarar vermiyorsa, bunda
bir beis yoktur.
Ebû'I-Leys el-Kebîr,
bununla fetva vermiş ve:('Bu kabul edilir." demiştir. Hâvî'de de böyledir.
Belirli bir yeri veya
belirli bir evin üzerini, belirli bir müddetle karlamak, sonra da oradan su
akıtmak caizdir.
Bir adam, bir yerini
icara verir; müste'cir de o yerde kanal kazıp su akıtır veya duvarını, karcı
üzerine bina yapsın diye, icara verir veya üzerine ağaç korsa;
bu durumların tamamında, icare caiz olmaz. Suğrâ'da da böyledir.
Bir adam, belirli bir
ücretle, her ay evine bırakmak üzere bir oluk icarlarsa, bu caiz olur. Eğer
oluk icara verenin duvarında olursa caiz olmaz. Zahîriyye'de de böyledir.
Mer'a, (otlak)
karlamak caiz değildir. Şayet arazi icarlarsa bu caizdir.
Ancak, kim bir otlak
karlamayı murad ederse, bunun çaresi şudur: O araziden bir çadır yeri veya
koyunlarını yatırıp kaldırmak için bir ağıl yeri icarlar ve böylece icare sahih
olur. O mer'adan faydalanmak da caiz olur. Muhıyt'te de böyledir.
Camiu'l-Fetâvâ'da:
Böyle bir yere girmek isteyen kimse, men edilir." denilmiştir.
Tatarhâniyye'de de böyledir.
Bir adam, belirli bir
köle için, bir mer'ayı icarlar ve bu köle bir sene orda çobanlık yaparsa,
otlattığı hayvanlardan tazminat yapmaz. Şayet onu efendisi azad eder veya
satarsa, bu caizdir. Ve o takdirde, kıymetini tazmin eder. Mebsût'ta da
böyledir.
Bir adam, kuyu
çarkını, ipini veya kovasını, koyun sulamak için icara verirse, bu, —cehalet
sebebiyle— fasiddir. Ancak, vaktini tayin ederse caiz olur. Mebsût'ta da
böyledir.
Bir kimsenin, üzerine
ağaç veya perde koymak yahut delik açmak için bir duvar kiralaması caiz olmaz.
Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir adam, belirli bir
yeri kazıklar çakıp, orda iplik ıslah etmek ve onu örmek için icarlarsa, bu
caiz olur. Çünkü bu, insanların yaptığı şeydir.
Şayet bir duvar
icarlayıp, kazık çakar, ibrişimi ıslah eder ve orda dokumacılık yapmak isterse,
o caiz olmaz. Bazı alimlerimiz: "Bu insanların icarladığı bir şey
değildir." dediler.
Örf ve adete göre,
bizim diyarımızda bu caizdir.
Bazı alimler: Bu
teamül halindedir. Bütün mevsimlerde yapılır." buyurmuşlardır.
Hişam'ın Nevâdiri'nde:
Çakmak için, kazık kiralamak da caizdir." denilmiştir. Zehıyre'de de
böyledir.
Üzerinde ibrişim
ıslah edilen kazıkları (direkleri) icarlamak sahihtir.
Üzerinde eşya takılı
direkleri icarlamak caiz olmaz. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.
Meyvesi müste'cirin
olmak üzere, ağaç icarlamak caiz olmaz.
Keza, bir ineği, bir
koyunu sütü için icarlamak caiz olmaz. Serahsfnin Muhıytı'nde de böyledir.
İmâm Kerhî,
Muhtasarında şöyle buyurmuştur:
Bir kimse, bir hurma
ağacını veya yerde yatan bir ağacı, üzerine elbise sermek için icarlarsa, bu
caiz olmaz.
Müntekâ'da şöyle
zikredilmiştir:
Bir adam, üzerinde
çamaşır kurutmak üzere, bir ev üstü icarlasa bu caiz olur. Muhıyt'te de
böyledir.
Üzerinde çamaşır
kurutmak için ağaç icarlamak, caiz değildir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimse, diğerinden
Bağdad'a gitmek üzere bir hayvan icarladığında: "Oraya varınca, ne
istersen veririm." derse, bu icare caiz olmaz. Çünkü, bedel belirli
değildir.
Keza, "kendi veya
hayvan sahibi neye hükmederse, onu vereceğini" söylerse, yine, bu icare
caiz olmaz.
Şayet: "Benim
rızam yirmi dirhemdir. Ondan fazla da, noksan da olmaz." derse, yine icare
fasiddir. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam,
arkadaşlarının icarladiğı hayvanların benzerini, icarlar, yalnız o hayvanlar
muhtelif vasıflarda olurlarsa, bu icare fâsid olur.
Şayet hepsinin icarı
malum ve hepsi de. on dirhem olup, fazla noksan olamazlar ve bu da bilinirse,
bu durumda, icare caiz olur.
Eğer ücretler değişik
ve o hayvanın benzerlerinden kiminin icarı fazla, kiminin noksan olur;
durumları da muhelif bulunur; on tane veya daha az yahut çok olurlarsa,
ortalama bir icar lazım olur. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir. [27]
kareyi akdi
gerektirmeyen şartlar bozar.
Meselâ: Bir kimsenin
ücretle tuttuğu, bir şahsın, kendi fiiliyle veya başkasının fiiliyle telef
ettiği bir şeyi ödemesi, veya ortaklaşa yapılan işte telef olan bir şeyi,
—kendi işi olmaksızın— ödemesi gibi...
Bu, tmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'nin görüşüdür.
Fakat, akdi iktiza
eden bir şey şart koşuhırsa (Meselâ: Müşterek ecirde, kendi fiiliyle telef
eylediğini ödemesi) bu akdi bozmaz. Cevhe-retü'n-Neyyire'de de böyledir.
Bir adam, bir
aylığına, bir köleyi "eğer köle veya müste'cir hasta olursa, kalan günleri
ikinci ayda tamamlaması" şartıyle icarlarsa, bu icare de fasiddir.
Serahsî'nin Muhiytı'nde de böyledir.
Bir adam, bir köleyi,
her ayda şu kadar gün, "yiyeceği müste'cire ait veya hayvanın yiyeceği
müste'cire ait olmak şartiyle icarlarsa; kitabda "caiz olmaz." diye
yazılmıştır. Fakıyh Ebû'I-Leys: "Hayvan hakkında, önceki bilginlerin
sözlerini alırız. Fakat bu zamanda, kölenin müste'cirin malından yemesi
adettir." buyurmuştur. Zahîrîyye'de de böyledir.
İçinde insan ve hayvan
yiyeceği bulunan her icare fasiddir. Ancak, çocuk emziricinin yiyeceği ve
giyeceği icarcıya aittir. Mebsût'ta da böyledir.
Bir adam, diğerinden,
aylığı on dirheme şu şartlaki "bir gün oturup, sonra çıkarsa, ön dirhem
vermek şartıyle" bir ev icarlarsa bu icare de fasiddir.
Bir hayvanı,
"emîr ne zaman hayvanına binerse, o da o zaman binmek şartıyle,"
kiralarsa, bu da icarlanan hayvana ne kadar binileceği belli olmadığından
fasiddir. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, belirli bir
ücretle, bir ev icarladığında, bu evi icara veren, icarcıya "evi
suvamasını" "kapısını
takmasını", "üzerine
(tavanına) bir ağaç koymasını" şart koşarsa, işte bu icare de fasiddir.
Keza, içine kanal veya
kuyu kazmak şartiyle icara verse veya sınır yapmak üzere icara verse bu icare
fasidedir. Bedâi"de de böyledir.
Bir adam, evini
diğerine tamirine bakmak şartiyle, oturmaya verse, bu durumda icar gerekmez.
Bu, bir ariyet olur. Çünkü ücrette ev bakımı şart koşulmaz. Zira, tamir evin
masrafıdır. Ariyetin masrafı da müsteîre aittir. Fetâvâyi Suğrâ ve Gıyâsiyye'de
de böyledir.
Bir adam, Bağdad'a
gitmek üzere, "Eğer Allahu Teâlâ veya başka biri bir ikramda bulunursa,
yarısını o hayvanın sahibine vermek şartıyle bir hayvan icarlarsa, bu icare de
fasiddir; ecr-i misil gerekir.
Bir kimse, Bağdad'a
gitmek üzere bir hayvan icarlar ve: "Şayet Bağdad'a varırsam, on dirhem; değilse
bir şey yok." derse bu icare de fasiddir ve gittiği yol kadar ecr-i misil
gerekir. Mebsût'ta da böyledir.
Müste'cire, o yerin
haracını vermeyi şart koşan, icara veren şahsın icaresi alimlerimize göre
fasiddir. Suğrâ'da da böyledir.
Şayet arazi, arazi-i
öşriyye olur; sahibi de onu icara verir ve müste'cire, "öşrünü
vermeyi" şart koşarsa, İmâmeyn'e göre, bu icare caizdir. İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre ise, caiz değildir. Zehıyre'de de böyledir.
Eğer, icara veren
şahıs, müste'cire: "Harcım ver;
sana icar yoktur." derse, bu icarede fasiddir.
Keza, hayvan hakkında
da, icara tutan şahsa, icara veren şahıs: "Yolun yarısından dönsen bile,
tam ücret vereceksin." derse, bu icare de fasiddîr.
Keza hayvanı
icarlayan: "Bugün filan yere varamazsam ücret yoktur." derse icare
fasiddir ve ecr-i misil vardır.
Eğer hayvanın
yiyeceğini müste'cire şart koşar; o da ona bir şey yedirmez ve hayvan ölürse,
tazlminat gerekmez.
Keza, bir. kimse,
icarlayan şahsa, "icarladığı şeyi, kusursuz iade etmesini" şart koşar,
o da kusurlanır veya ölürse, bu caiz olmaz.
Keza, icarladığı eve,
kendi tuğlasından, bir ev yapmasını şart koşarsa bu icare caiz olmaz.
Keza, terziye,
dikeceği elbisenin astarını ve diğer malzemesini, kendinden olacağını şart
koşarsa, o da öyle yaparsa; tuğlasının veya astar ve pamuğunun ecr-i misli
vardır. Hallaç (= yün atıcı) ve neddaf (= pamuk atıcı) bunun hilafınadır.
Gıyasiyye'de de böyledir.
Bir adam, diğeri bir
adamı şehirden uzak bir köyde, odun kesmesi için icarlar; gitme —gelme ücreti
de müstecire ait olursa, alimler: "Bu durumda müste'cir, gitme-gelme
parasını vermez." demişlerdir. Şayet böyle şart koşarlarsa, icare fasid
olur.
Uygun olan, bu cevabı
tafsilatlandırmakdır. Şayet kesilecek ağaçlar, müste'cir tarafından biliniyor
ise, böyle olur. Eğer bilinmiyorsa ve vakti de belirtilmemişse icare sahih
olmaz. Şayet vakti belirtilirse, bu durumda icarcıya, söylenen ücretten başkası
yoktur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
İmâm Muhammed (R.A.),
CamiuVSağîr'de şöyle buyurmuştur: Bir adamın, bir yeri orayı kazıp ekmek veya
sulamak üzere dirhemleri karşılığında icarlamasi caizdir.
Eğer iki defa sürer
veya onu gübreler ve böyle bir şartla icarlarsa işte bu icare fasiddir.
îki defa sürmek
hususunda ihtilaf edilmiştir. Bazı alimIer:"Onu bir defa sürmüş olur; geri
verir." buyurdular; bazıları da:"İki defa sürer." dediler. Bu
hal, beldelere göre değişiktir. Örf ve adete uyulur. İki defa sürülen yerde,
şart caizdir.
Keza, gübre atılan
yerde, gübre, müste'cir tarafından olur ve men-faatıda ikinci yıla kalırsa,
akid fasiddir. Fakat aynı seneye ait olursa, akid sahihdir. Muhıyt'te de
böyledir.
Hâher-Zâde şöyle
buyurmuştur:
Müste'cire,
"icare müddeti içinde, tarlanın sürülmüş olarak geri verilmesi" şart
koşulursa, bu icare fasid olur.
Sahih olanı da budur.
Fakat, "icare
müddeti bittikten sonra, sürülmüş olarak verilmesi" şartı varsa, bunda iki
durum vardır. Eğer tarlayı icarlayan zata, icara veren adam: "Ben, sana
icare müddeti bitince, tarlayı sür, teslim et; dedim." derse, işte bu caiz
ve sahihdir.
Eğer: "Ben, sana
icare müddeti bitince, şuna karşılık sür dedim." derse, işte bu sahih
değildir.
Şayet, icare müddeti
bitince, o yeri sürmek ıtlakı varsa, caizdir.
Hilaf
zahirü'r-rivayededir.
Biz, bunun sıhhatine
fetva verdik.
Sahih olanı da budur
ve bununla fetva verilir. Suğrâ'da da böyledir.
Bir tarlaya kanal
kazılması, müste'cire. şart koşulursa bu akid fasid olur.
Alimlerden bazıları,
ark ile kanalı bir birinden ayırdılar ve "Ark yapmayı şart koşmak,
sahilidir." dediler.
Önceki kavil, esahh
olan kavildir. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, diğerine,
evini, seneliği yüz dirheme ve oturmamak üzere kiraya verirse, bu icare
fasiddir.
Şayet evini icara
verirken, icarcıya "senden başkası oturmayacak" diye şart koşarsa, bu
icare caiz olur.
Bu şartta, icara veren
şahıs için, menfaat vardır.
Şeyhu'I-İslâm,
Şerhı'nde şöyle demiştir:
Elbette burda açıklama
gerekir. Bize göre, ikinci suretin açıklaması şudur:
Şayet evde tuvalet
çukuru yoksa, abdest suyu çukuru yoksa bu durumda, icara veren şahsa, şart
koşmakta bir fayda yoktur. Çünkü, kendisi başkasının oturduğu için, bir sıkıntı
görmüyor ve icare faside olmuyor.
Birinci suretin
te'vili ise şöyledir. Evde, her iki çukur (kuyu) da vardır; bu böyle olunca, bu
şartta da, ev sahibine bir menfaat vardır. Sözleşmesinde şart gerekmez; ifsadı
gerekir.
Eğer birinci surette
icare fesada gider ve müste'cir evde oturursa, ecr-i mislin son haddini öder.
Muhıyt'te de böyledir.
Eğer, evin bir senelik
ücretini, müezzinlik veya imamlık bedeli olarak söylerse bu durumda ecr-i misil
gerekir.
Şayet.o zatlar evde
otururlarsa, onlara ezan veya imametlik ücreti yoktur. Mebsût'ta da böyledir.
Bir adam, diğerinden,
aylığı on dirheme, kendisi ve ailesinin oturması şartiyle, o evi tamir etmek ve
onu sıvamak üzere bir ev kiralar ve bu evde de yıkıkhk olmaz, adam bekçi ücreti
ve hükümdar tarafından istenilen ücreti verirse, bu icare fasid olur.
Alimler, şöyle
demişlerdir:
Bu cevap sahihdir.
Çünkü, ev sahibine karşı ta'mirat —nefsinde— meçhuldür. Bekçi ücreti ise, o
evde oturana aittir. Bu şart meçhul bir şart değildir; akdi fesad eylemez.
Oturmasaydı ecirde olmazdı; oturunca ecr-i misil vardır. Ecr-i mislinde
müsemmayı (komşulan bedel) geçmemek üzere, en yukarı haddi vardır.
Akid, belirli olan
müsemmâ ile birlikte fesada gidince, ecr-i misil lazım olur. O da müsemmayı
tecavüz etmez.
Hatta müsemma beş
dirhem; ecr-i misil de on dirhem olsa, —başka değil— yalnız beş dirhem gerekir.
Şayet akid, müsemmayı
bilmemezlikten dolayı veya müsemmanın olmadığından dolayı bozulursa, en yüksek
olan ecr-i misil lâzım olur.
Keza, bazısı belirli
bazısı belirsiz olursa, yine ecr-i mislin en yükseği gerekir. Bu, müsemmadan
fazla olduğu zaman böyledir. Fakat, mü-semmâdan noksan olursa, biz:
"Müsemmanın tamamı belli ise, akid başka bir sebeble bozulmuş ve
müsemmadan aşağı düşmüştür." deriz. (Şöyleki: Ecr-i misil beş dirhem;
müsemma da on dirhem olursa; işte o zaman, beş dirhem gerekir. Müsemmanın bir
kısmı malum, bazısı meçhul olursa, ma'Ium olan mikdardan aşağı düşmez) Bekçi ve
sıva meselesi gibi... Çünkü, burda ma'Ium mikdardan noksan değildir. Ecr-i
misil, beş dirhem olursa, müsemmadan ma'Ium olan dirhemi öder. Muhıyt'te de
böyledir. [28]
Üğütücünün ölçeğini
sureti: Bir adam, diğer birinden, un öğütmek için, ve öğütülen undan bir ölçek
vermek şartıyle, bir öküz icarlar veya öğüttüğü unun yarısını veya üçte birini
yahut buna benzer bir kısmını vermek şartıyle bir insan icarlasa, bu icareler
fasiddir.
Bunun caiz olmasını,
isteyen şahıs buğday sahibine, taze undan, bir ölçek un vermesini şart koşar ve
"bu buğdaydan" demez. Veya taze undan, bu buğdayın dörtte biri diye
şart koşar. Çünkü, dekik bizzat buğdaya izafe edilmiş olmaz. Zimmet gerekir.
Kendisine işaret olunanın caiz olduğu gibi, zimmet de alacak olur. Caiz olunca
da, alması da caiz olur ve o buğdayın dörtte birininin ununu —eğer dilerse—
vermek de caiz olur. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, diğerini, un
öğütmesi için icarlar; icar olarak da o undan ekmek veya bir dirhem ile ondan
bir ölçek vermeyi söyler yahut bir koyunu bir dirheme kesmesini ve
"etinden bir rıtıl vereceğini" söylerse, bunlar
fasiddir. Zira muhataralıdır; kesin
değildir. Gıyâsiyye'de de böyledir.
Bir adam, diğerine,
sıkıp, yağını çıkarmak ve ondan kendisine bir miktar yağ vermek üzere, susam
verir veya etinin bir kısmını vermek üzere, bir
koyun kesmesini söylerse, işte bu da caiz olmaz.
Hizânetü'l-Müftîn'de de böyledir.
Öğütülecek unun
bir kısmını vermek
üzere, öğütmek için değirmen icarlamak
sahih değidlir. Ebî'I-Mekârim Şerhi'nde de böyledir.
Bir adamı,
"taşıyacağı buğdaydan bir ölçek icar vermek üzere" kiralamak veya
"bir merkebi taşıyacağından, bir ölçek kira vermek üzere icarlamak' *
elbette caiz değildir.
Eğer yükletilirse, bir
ölçeğin kıymetini geçmemek üzre ecr-i misil verilir.
Şu, buna muhalifdir:
Taşıyacağı yükün cinsinden olmamak üzere, yarısı kadar icar vermek, fesadı
gerektirmez.
Bu da şuna muhaliftir:
tki kişinin ortaklaşa odunları bulunduğunda, onlardan birisi keser,
diğeri toplarsa ona, ecr-i baliğ verilir.
İmâm Muhammed (R.A.),
böyle buyurmuştur. Kâfî'de de böyledir.
Bunda aslolan: Her ne
zaman, taşıyıcının taşıdığından ücret alması,
icarı fesada veriyorsa, iş yapan
ücrete müstehak olunca,
taşıdığından bir şey almaya hak sahibi olmaz. Alırsa, icare batıl olur.
Tebyîn'de de böyledir.
Bir adam, diğerini
pamuk toplatmak için icarlayıp, ona: "Sana ücret olarak, bu pamuktan on
batman veririm." derse bu caiz olmuyor.
Şayet "...bu
pamuktan" demez fakat "...pamuktan, on batman veririm." derse;
caiz oluyor. (Yani yaptığı işten ücret alamıyor) Fetâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir.
Bir kimse, bir
dokumacıya iplik vererek: "Bunu, yansı sana olmak üzere doku." derse,
bu durumda bez, sahibinin oluyor. Belh alimleri bu icareyi caiz gördüler. Bu
icare, zaruret zamanında taamüldür. Sahih olan, kitabın cevabıdır. Çünkü, ücret
olarak öğütülen şeyden bir ölçek vermek caiz olmadığı gibi, bez dokuyucuya da
ecr-i misil vardır. Camiu's-Sağîr Şerhı'nde de böyledir.
İzinli veya izinsiz
bir köleye, kiraladığı hayvanın taşıdığı yükün yarısını vermek fasiddir. Ona da
ecr-i misil verilir.
Eğer izinli ise veya
efendisinden icarlandı ise böyledir.. Değilse, efendisine icar verilmez.
Eğer o kölesine eziyet
ederse, ona ecir verilmez; kıymeti ödenir.
Eğer efendisi teslim
ederse, istihsanen ecir verilir. Mebsût'ta da böyledir.
Bir adam, bir yerini,
ağaç dikmesi için, birine yeri ve ağacına ortak olmak üzere verirse, işte bu
caiz olmaz; ağaçlar yer sahibinin olur; çalışana da ücreti verilir. Ona,
"diktiği ağaçları sökmesi" söylenmez. Eğer o ağaçların meyvesinden
yemişse, ücretine sayılır. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, diğerine
çalıştırsın diye bir hayvan verir, o da, onu Allah'ın kendilerine vereceği
rızkı, aralarında taksim etmek üzere, icara verir ve bu amil, insanlardan ücret
alırsa, bu ücretin tamamı, mal sahibinin olur. Çalıştıran şahsa ecr-i misil
vardır.
Şayet hayvanı icara
vermedi de kendisi çalıştırdı ise, ücreti çalıştıranın olur; hayvan sahibine
ise, ecr-i misil verilir. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, diğer bir
adama, onunla su taşısın diye, bir deve verir, o da suyu satar; Allah'ın
verdiği kadar rızık kazanır ve buna da ortak olurlarsa bu da fasiddir. Deveyi
suda kullanırsa, satığı suyun parası kendinin olur ve deve sahibine ecr-i misil
verir. Bu, balık avlamak için verilen ağ gibidir. Bu ağ, tutulacak balığa ortak olmaları
şartıyle verilmişse, o zaman, balık tutanın olur. Şebeke (balık ağı) için ağ
sahibine ecr-i misil verilir. Zehıyre'de de böyledir.
Bir adam, diğerine,
eşyalarını taşımak üzre devesini kiraya Verir, o adam da bu deveyi, insanlara
—devenin kazancına ortak olmak üzere satarsa, işte bu da fasiddir. Karın
tamamı, kiralayanındır. Deve sahibine ecr-i misil vardır. Tatarhâniyye'de de
böyledir.
Bir adam, diğerine,
içinde buğday satmak ve Allah'ın vereceği rızkı aralarında taksim etmek üzere, bir
ev verir; adam da bu evi teslim alıp içinde buğday satar ve kâr ederse, kârın
tamamı buğdayı satan şahsın olur. Ev sahibine, evinin ecr-i misli vardır.
Şayet ev sahibi, evi
icara verir, adam da içinde —kâr'ı ortak olmak üzere— buğday satarsa, bu da fasiddir.
Kâr ev sahibinin olur; satıcıya ecr-i misil vardır. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, diğerine:
"Seni yevmiyen bir dirheme kiraladım. Avladığın şeye ortağız."
derse, işte bu da fasiddir.
Bu durumda avlanan
şeyler icarlayanındır; avlayana ise ecr-i misil vardır.
Şayet, bir köleyi
kazancının yarısına icarlar veya çobanı, koyunların sütüne kiralar yahut bir
kısmına veya yününe karşılık kiralarsa, bu caiz olmaz. Onlara ecr-i misil
vardır. Tatarhâniyye'de de böyledir.
Bir adam, diğerine bir
inek verip "bak, yedir, içir; sütünün, yağının yarısı senin, yarısı
benim." derse; bu icare fasiddir. İnek sahibi, ineğe bakan şahsa,
yedirdiğinin parasını verir. Bakım ücreti verir. Yedirdiği şayet inek sahibinin
kendi mülkünden ise, bîr şey gerekmez. Eğer süt mevcut ise, onu geri alır. Eğer
telef olmuşsa, bedelini alır. Eğer adam sütü peynir yapmışsa; peynir, onu
yapanın olur; o şahıs, sütün bedelini, inek sahibine öder. San'atla mal
sahibinin hakkı kesilmiştir.
Bunun caiz olmasının
çaresi: Adam ineğin yarısını para ile satar ve onu adama teberru eder; sonra da
sütü, yoğurt, tarhana yapmasını emreder. Bu durumda, ona, yarı yarıya ortak
olurlar.
Keza, bir adam,
diğerine, "yumurtasına ortak olmak üzere" biı tavuk veya ipeğine
ortak olmak üzere, ipek böceği verirse, bunların hiç birisi caiz olmaz.
Mahsûlün tamamı mal sahibinindir; diğerine ecr-i misil vardır. Kerderî'nin
Vecizi'nde de böyledir.
Şayet, kendisine inek
ve tavuk verilen şahıs, onları bir başkasına ortağa verir; ve o sonrakinin
elinde zayi olursa, önceki tazmin eder.
Şayet bu şahıs,
kendisine ortağa verilen ineği, mer'aya yollarsa, bu örf olduğu için tazminat
gerekmez. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, diğerine
ipeği yan yarıya ortak olmak üzere ipek böceği verir ve bu böceklerden çoğu da
dışarı çıkar; ortak da: "çoğu öldü." der; böcek sahibi de:
"Böceklerin kıymetini ver; ben ortaklıktan vaz geçtim." derse, bu
sözü, bir kıymet ifade etmez. Böcekler sahibine verilir; diğeri masrafını alır.
Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.
Bir adam, diğerinin
ipek böceğini veya yumurtasını gasbedip, onu bekletir; böcek ipek yapar;
yumurtalarda civciv olurlarsa, o ipek ve civcivler kimin olur?
Şemsü'i-Eimme
Halvânî'nin şöyle buyurduğu rivayet olunmuştur:
Eğer kendiliğinden
olmuşlarsa, sahibinin olur.
Burda çare: Yumurta
sahibi; yumurtasının yarısını satar; tavuk sahibi de onun yarısını satar; sonra
da onu teberru ederler ve civcivlerin yarısına sahib olurlar. Muhıyt'te de
böyledir.
Bir adamın, diğer bir
şehirde alacaklı olduğu birisi olur ve bir başkasına: "Oraya git, ondan
mal al; ondan alırsan sana on dirhemi vardır." der; o adam da gidip alırsa
ona ecr-i misil verilmesi gerekir. "On dirhemini al." şartı fasiddir.
Çünkü, bu buğdayın unu manasınadır. Cevahirü'l-Fetâvâ'da da böyledir.
Bir kimse, "şu
şekilde bir iş yap." diye bir adamı icarlar; işi de söylemez veya kan ve
lâşe için icarlarsa, bu durumlarda, en yüksek ecr-i misil lazım olur.
Keza, dirhemlerin
adedini söyler de, ağırlığını söylemez, o beldede de dirhemler değişik olursa,
hangisi daha çok kullanılıyorsa, ondan Ödeme yapar. Kerderî'nin Vecizi'nde de
böyledir.
Bir adam, diğerini,
meşelikten odun kesmesi için icarlar; karşılık olarak da, o meşelikten beş
kucak odun vereceğini söylerse, bu da caiz olmaz. Şayet: "Seni beş kucak
oduna kiraladım. Şu meşelikten odun kesmene karşılık." demiş olsaydı, bu
caiz olurdu. Eğer: "Bu meşelikten keseceğin odundan, sana beş kucak
vereceğim." derse, bu caiz olmaz. Çünkü verilecek odunda cehalet vardır.
Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir. [29]
Bir adam, bir ev
içarladığmda, o evde, icara veren şahsın eşyası bulunursa, Kerhî, Muhtasarında
İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'den gelen rivayette bu icare caizdir; "evin
eşyasının çıkarılıp, öyle teslim edilmesi söylenir.'' demiştir.
Fetva da buna göredir.
Ancak, eşyayı çıkarmak
fazla zarar veriyorsa, o müstesnadır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
İçinde ekili bir şey
bulunan yeri ve bağı icarlamak ziraata mani ise, bu icare fasid olur.
Eğer sahibi, onu söker
de teslim ederse, o zaman caizdir. Çünkü ,-mani zail olmuştur.
Şayet mahsul yetişmiş
ve onun hasadı da zarar vermiyorsa, icare caizdir ve hasadın kaldırılması
söylenir.
Eğer, icare
müddetinden bir müddet, dava edilmeden geçer ve hasad kaldırılırsa, müste'cir
muhayyerdir: İsterse, o yeri teslim alır ve ücretini verir; isterse, almaz; vaz
geçer.
Bu, içinde oturmak
için kiralanan evin hilafınadır. îcara veren bir müddet teslim edemezse
müstecire muhayyerlik yoktur; yeniden akid yaparlar Serahsî'nin Muhiytı'nde de
böyledir.
Bir adam, içinde bir
sene duracak sebzesi olan bir yeri, icarlarsa, bu icare fasid olur.
Bu, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.) ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre böyledir.
Şayet yer sahibi,
onları söker; müstecir de: "Ben, böylece boş olarak teslim alıyorum."
derse; işte bu caizdir.
Bundan önceki
yapacakları icare hükmünün husûmeti batıldır. Sonra sökerse, icare sahih olmaz.
Yeniden akid yaparlarsa, o müstesnadır.
Şayet icare müddeti,
—husûmetten önce— bir gün veya iki gün geçer; sonra da adam sökümünü yaparsa,
müste'cir muhayyerdir. Dilerse, aynı icare üzerinden teslim alır; yalnız geçen
günlerin hissesini düşer; dilerse, vaz geçer, almaz, Sirâcü'l-Vehhâc'da da
böyledir.
Ziraat yetişmemiş
olur; adam da icarenin cevazını dilerse bu durumda, çare şudur:
Eğer ziraat tarla
sahibinin ise, icarciya orda çalışmak üzere, orayı verir; emeğinin karşılığı
çıkacak mahsulün bedelinden yüzde onunu ona verecek olur. Sonra da, mal sahibi,
adama verdiği yeri teslim eder. Bilahare de istediği yeri ona icara verir.
Eğer ziraat mal
sahibinin değilse; uygun olanı ziraat senesi geçtikten sonra, icara vermektir.
O zaman, icare caiz olur. Zira gelecek zamana izafe edilmiş olur. Bağ ve
bahçede de çare böyledir. Muhıyt'te de böyledir.
Diğer bir çare: Eğer
ziraat mal sahibinin ise, belirli bir bedelle, o yeri satar; karşılıklı
teslim-tesellüm yaparlar. Sonra o yeri, ona icara verir..
Şayet o mezrûat
başkasına geçmiş, olursa, o müddettea sonra, orayı icara verir.
Eğer bu çarelerin
dışında icara verirse, sonra da hasad toplanmadan teslim ederse, bu icare caiz
olur. Hulâsa'da da böyledir.
Bir adam, arazisinin
bir kısmı ekili, bir kısmı boş olarak, icara verirse, işte bu icare fasidedir.
Önceki rriezrûatın
fesadiyle boş olan yerin icaresi de fasiddir. Cev-heretü'n-Neyyire'de de
böyledir.
Fadlî'nin Fetvâlan'nda
şöyle zikredilmiştir:
Bir adam, bir yerini
bir kısmı ekili, bir kısmı boş olarak icara verirse, meşgul olan yerin dışında
kalan, boş yerin icaresi caiz olur. Eğer aralarında ihtilaf çıkarsa, icara
verenin sözü geçerli olur. Muhıyt'te de böyledir.
Ziraata elverişli
olmayan yeri icara vermek caiz değildir. Çünkü, orada ziraatten bir fayda
beklenmez. Bedâi"de de böyledir.
Yeşil hâldeki arpayı,
biçmek üzre birisi satın alır veya açık akid yaparlarsa, bu satın alım sahih
olur.
Sonra da o yeri
belirli bir müddete kadar, o yeşil arpayı terk etmesi için icarlarsa, caiz
olur.
Eğer icarcı orayı terk
eder; mahsul yetişirse, ücreti satanın olur. İcare sahih olduğundan, fazlalık
da helal olur.
Şayet o yaş arpayı
satın almak için, o yeri icarlar, arpa olgunlaşana kadar, ma'lum bir müddet de
koymazlarsa, müddet belli olmadığından, bu icare fasid olur.
Eğer o yerde, o arpayı
terk eder; o da olgunlaşırsa, ecr-i misil gerekir.
Hurma ağacı bunun
hilafınadır. Ona, asla ücret gerekmez. Fiatı kadar meyvesi de helal olur.
İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)
ve imâm Muhammed (R.A.)'e göre, bu fazlalığı tasadduk eder.
Fakat, İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'a göre, her halde de helâl cîur. Zehıyre'de de böyledir.
Bir adam, hurma
ağacının üzerindeki hurmayı satın aldıktan sonra, o hurmalar yetişene kadar,
ağacını icarlasa, bu caiz olmaz. Çünkü bu, insanların yaptığı bir icare şekli
değildir. Muhıyt'te de böyledir.
Eğer parasını peşin
ödemişse, geri alır. Meyvedeki artım da helal olur. Zehıyre'de de böyledir.
Bir adam, hurma
ağacında bulunan meyveyi satın aldıktan sonra, —o hurma ağacı hariç—, o yeri
icarlarsa, bu da caiz olmaz. Çünkü hurma ağacı, onunla meyvesi arasında bir
haildir. Zira, müste'cir, icara verenin mülkünde meşguldür.
Keza, önce yaş
hurmaları satın alsa, sonra da yerlerini icarlasa, bu caiz olmaz. Çünkü yaş
hurmaların kökü, icara verenindir.
Şayet hurma ağacını
satın alır ve onun üzerinde de meyvesi bulunur ve satın alan zat, o ağacı
sökmek ister; sonra da ağaç yerinde kalsın diye, o yeri icarlarsa, işte bu caiz
olur.
Keza, yaş hurmaları
satın alıp, kökleri kalır; sonra da o hurmalar yetişsin diye, o yeri icarlarsa,
bu da olmaz. Fakat, yaş hurmaları ağaçları ile birlikte onları sökmek için
satın alır; sonra da onları sökmemek için ve hurmaları yetişsin diye, o yeri
icarlarsa bu da caiz olur. O yeri her haliyle icarlarsa, yine caiz olur.
Muhiyt'te de böyledir.
Yetime'de
zikredildiğine göre; babamdan soruldu:
Bir adam, diğerinden,
bostan ekmek için, belirli bir şey karşılığında, bir yer icarlar ve o yerin
yanında, ıslahı için toprak ve gübre bulunur; müddeti belirtmezler ve o
gübrenin fiatını da konuşmazlarsa, bu icare sahih olur mu?
Babam şu cevabı
vermiş:
—Sahih olmaz.
Ona denilmiş ki:
—Müste'cir onu, tohum
ve saire masrafına sarf ettikten sonra, onu açıklasa, isti'car fasidedir. Mal
sahibine, onun bedelini öder mi?
— "Evet."
buyurmuş. Talarhâniyye'de de böyledir.
Bir adam, bir şahsın,
kölesini kendisine sattığı halde, -teslim etmeden Önce, onu, o şahıstan, bir
aylığına, bir dirheme, ekmek pişirmeyi veya dikiş dikmeyi öğretmesi için
icarlarsa, işte bu caizdir. Onun ücreti verilir.
Eğer bu köle, satanın
yanında iken, o ay tamam olmadan önce veya sonra ölürse, satıcının malı olarak
ölmüş olur. Bu bir teslim alış olmaz.
Keza, bir kimse, satın
aldığı köleyi, çamaşırı yıkamak, elbiseyi dikmek için icarlarsa, bu da caizdir.
Bu köle de ölürse, müşterinin malı olarak ölmüş olur.
Şayet müşteri muhafaza
etmek için, şu fiata diyerek icarlarsa, bu icare de fasid olur. Çünkü, teslim
edene kadar, onu korumak satıcıya aittir.
Keza, rehin alan
şahıs, onu icarlarsa, eğer ona bir şey öğretmek için İcarlamışsa, bu caizdir.
Keza mal sahibi,
gasbolunan malım icarlarsa, tafsilat yukarıdaki gibidir. Graye'de de böyledir.
Noksan sıfatlardan
münezzeh olan Allah'u Teâlâ, en doğrusunu bilir. [30]
İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre, müşa'nın karesi —taksimi kabul etsin veya etmesin— fasiddir.
Fetva da bunun
üzerinedir. Fetâvâyi Kâdlhân'da da böyledir.
İmâmeyn'e göre,
hissesini (nasibini) açıklamak şartıyle caizdir. Eğer muşa sahibinin hissesini
açıklamazsa, caiz değildir.
Muğni'l-Fetvâ'da şöyle
zikredilmiştir. Müşaın icaresinde,
İmâmeyn'in kavli geçerlidir. Tebyîn'de de böyledir.
Ortak olmadığı halde,
müşterek evde hissesi bulunan, müşaın hissesinin icare sureti veya yarısı
kendsinin olan köle ve hayvanın icare şekli şudur: Alimler şunda içtima
etmişlerdir. Ortağın, —muşa, taksimi kabul etsin veya etmesin— tamamını veya
kendi hissesini icare vermesi caizdir. Hulâsamda da böyledir.
Bir adam, muşa bulunan
şeyin tamamını icara verdikten sonra, yarısını feshederler veya birisi ölür
yahut birinin hissesine, bir hak sahibi çıkarsa, geride kalan hakkında icare
baki kalır.
Nısab'da ve Suğra'da
müşadaki cevazın yolu şudur: Hakimin hükmü veya hakimin hükmüyle bu caiz olur.
Eğer hakime çıkmada mazeret bulunur veya her ikisinin de akdi ile icare
yapıldıktan sonra, birisi hissesini feshederse, diğeri yerinde kalır.
Müzmarât'ta da böyledir.
Bir adam, iki kişiye
icara verse, bu icare caizdir. Onlardan her birisi, o şeyden hisseleri kadar
faydalanırlar. Kâfî'de de böyledir.
Arazisi hariç.olmak
üzere, bir evi icara vermek, caiz olmaz. İmâm Mu ham m ed (R.A.), Nevâdir'de:
"Caiz olur." buyurmuştur. Kadî İmâm Ebû Ali en-Nesefî, bununla fetva
verirdi. Alimlerimiz de böyle söylediler.
Keza, bina mülk, arsa
vakıf olursa, o binayı icara vermek caiz olmaz. Çünkü şüyu vardır.
'' Bu, caiz
olur." da denilmiştir.
Bir adam, bir yurdu
icara verir, o yurdun içinde de başkasının icarladığı bir ev bulunursa; bu
icare —o evin dışında kalanlar için— caizdir.
Buna Halvânî'nin
bulduğu çare şudur:
Bina bir adamın, arsa
da başka bir adamın olur ve ev sahibi, binasını icara verir; arsa sahibi
vermezse, bu olur.
Alimler bu hususta
ihtilaf etmişlerdir.
Fetva "caiz
olması" üzerinedir.
Arsa sahibine, ev
sahibi, evini icara verse, bunun cevazında şüphe yoktur; bu caizdir.
Binasız arsayı
icarlamakda caizdir. Hulâsa'da da böyledir.
Yetîme'de
zîkredildiğine göre, Hasan bin Ali'den sorulmuş:
—Bir adam, diğerine:
"Muşa olarak şu evin yarısını sana icara verdim." der; bu ev de
tamamen boş olursa, bu boş yerin icaresi sahih olur mu, olmaz mı? İmâm şöyle
buyurmuş:
— Boş olan yer de caiz
olur. Tatarhâniyye'de de böyledir. [31]
İbadetlere karşı
icar (ücret) vermek caiz değildir.
Kur'an öğretmek, Fıkıh Öğretmek, Ezan okumak, Zikretmek, Ders Vermek,
Hac ve umre yapmak, ücreti gerektirmez. Hulasa da da böyledir.
Mescid yapmak,
misafirhane yapmak, köprü yapmak karşılığında ücret almak caizdir.
Bedâi"de de böyledir.
Lügat ve terbiye
öğretmek İçin ücret almak, bi'1-icma caizdir. Siracü'I-Vehhâc'da da böyledir.
Belh alimleri:
"Kur'an öğretmek için, belirli bir müddet, belirli bir ücrete adam
icarlamak caizdir.'' diye fetva vermişlerdir.
Aslında, "bu iş
icarsız yapılmış veya icarlarken müddet söylenmemiş ise, Kur'an öğretene ecr-i
misil verileceğine dair" fetva vermişlerdir. Muhiyt'te de böyledir.
Şeyhu'1-İmâm Ebû Bekir
Muhammed bin Fadl, şöyle buyurmuştur:
Kur'an öğretmek üzre
icarlanan zata, ücretin verilmesi için, icar-layana cebredilir. Ve o sebebden
dolayı habsedilir.
Bununla fetva verilir.
Fıkıh ve emsali
ilimleri öğretmek üzre icarlamak da böyledir. Zamanımızda muhtar olan fetva
budur. Fetâvâyi Attabiyye'de de böyledir.
Bir adam, çocuğuna yazı
yazmak, yıldız bilgilerini, tıb bilgisini rüya tabirini öğretmek için, bir adam
icarlasa, bu bi'1-icma caizdir.
Fadlî'nin Fetvâlan'nda
şöyle denilmiştir:
Bir adam, bir
muallimi, sabiye (= çocuğa) ezber için veya yazı için yahut elif cüzü (hece)
okutmak için icarlarsa, bu caizdir.
Şayet onu hazik
yapmayı şart koşarsa, el-Asl Kitabı'nda: "Bu şart, fasiddir. denilmiştir.
Şurût Kitabı'nda şöyle
denilmiştir: Bir adam, çocuğuna veya kölesine, hesab ilmi öğrenmek için, ücret
verse, bu caiz olmaz. Bunları öğrenmelerine gayret sarfetmesi caizdir.
Yine Şurût
Kitabı'nda, İmâm Muhammed
(R.A.)'in şöyle buyurduğu
nakledilmiştir:
Bir adam, çocuğuna
san'at öğretmesi için, bir adam icarlayıp, müddetini de açıklasa (Şöyleki:
"Şu ameli öğretmen için, seni bir ay icarlıyorum." dese) bu akid caiz
olur. O müddet gelince, adam ücreti hak etmiş olur.
Çocuk o müddet içinde,
ister o işi öğrensin, isterse öğrenmesin farketniez.
Şayet müddeti
belirtmez ise, o akid fasid olur.
Eğer o işi öğretmişse
ecr-i misle hak sahibi olur; öğretmemişse bir ücret yoktur.
Netice: îkî rivayetten
muhtar olanına göre, öğretim ücreti caizdir. Muzmarat'ta da böyledir.
Bir adam, çocuğunu,
bir san'atkanrı yanma, o san'atı öğretmesi için verse, çocuk da o san'atı yarım
senede öğrense, öğretene ecr-i misil vardır. Kerderî'nin Vecizi'nde de
böyledir.
Bir adam, diğer bir adamı, bir yere hapsedip, ona
terbiye öğretmesi için icarlasa, bir şey gerekir mi?
Bu durumda, baba,
mürüvvetine göre, öğreticiye mükâfat verir. Cevahiru'l-Fetâvâ'da da böyledir.
Fetvalarda şöyle
zikredilmiştir:
Bir adam, bir muallimi
(öğretmeni) aylığı dokuz dirheme, iki çocuğun birisine, terbiye; diğerine de
Kur'an öğretmesi için icarlar; adam da: "Kur'an öğretmek benim san'atım
değildir. Sen başka muallim icarla; benim ücretimi ona ver." der; o adam
da öyle yapar ve sabilerin babası, ücreti ikiye böler ve terbiye hocası:
"Muallimin aylığı adet olarak her ay yarım dirhem veya bir dirhemdir. Ben,
senin yaptığına razı değilim." derse; baba sonradan tuttuğu muallime
vereceği ve onun hakkı kadar olan ücreti, diğerinin ücretinden düşer. Havî'de
de böyledir.
Bir adarn» belirli bir
ücretle, bir muallim icarladığmda, çocukların sayısını söylemese, bu icare
caizdir. Mültekıt'ta da böyledir.
Alimler, kabre karşı,
belirli bir müddetle Kur'an okumak için adam icarlamak hususunda ihtilaf
eylediler. Bazıları "caiz değil;*' bazıları da '' caizdir.'' dediler.
Muhtar olan da, bunun caiz olmasıdır. Siracü'l-Vebhâc'da da böyledir.
Bîr adam, çocuğuna,
şu san'atı öğretsin diye, ustaya dört seneliğine verip; baba,
"dört seneden önce çocuğu habsederse, ustasına yüz dirhem; iki sene sonra
habsederse, yüz dirhem vereceğini" şart koşsa, bu şarta uymak lazım
gelmez. Fakat ta'limi için, ecr-i misil vardır. Cevâhirü'I-Fetâvâ'da da
böyledir.
Ahû Fetvâlan'nda şöyle
zikredilmiştir:
Bir adam, çocuğunu bir
muallime yollar ve ona birçok eşya gönderir; o muallim de bir ay öğrettikten
sonra, kaybolursa, o çocuğun babası, ona gönderdiği şeyleri alabilir mi?
İmâm şöyle buyurdu:
— Eğer o şeyleri ücret olarak gönderdi ise, aylık
kirasından fazla olanı alabilir. Tatarhâniyye'de de böyledir.
Bir adam, içindeki
şiir veya fıkıh yahut başka bilgileri okumak için, kitap içarlarsa, bu caiz
olmaz. Her ne kadar, okumuş olsa bile, ücret vermek de gerekmez. Kur'an
icarlamak da böyledir.
Bunların tamamı şu
kimseye benzemektedir: Bir bağ icarlayıp, kapısını açarak, ünsiyet olsun diye,
—içeri girmeden— kapıdan bakmak gibidir... Veya bir güzel icarlayıp da, ünsiyet
olsun diye, yüzüne bakan kimse gibidir...
.
Bunların tamamı,
batıldır. Bu akidlerle, bunlara ecir yoktur. Meb-sût'ta da böyledir.
Bir adam, diğer
birini, mushaf veya şiir yazsın-diye icarlayıp, yazı şeklini de açıklarsa, bu
şekildeki icarlaması caizdir.
Şeyhu'I-İmâm
Haher-Zâde: "Bu mekruh değildir." buyurmuştur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir.
Bir adam, yazı yazmak
için, bir kalem icarladığmda, eğer müddetini açıklarsa bu icare sahih olur; değilse, sahih
olmaz. Hizânetü'NMüftîn'de de böyledir.
Bir vasi veya
mütevelli, bir yetimin evini veya bir vakfı ecr-i misilden aşağıya icara
verirse; bazı alimler: "Bu durumda ecr-i misil gerekir." buyurdular.
Hassâf a:
—Sen, böyle fetva
verir misin? denildi. O da:
— Evet, veririm."
buyurdu.
Kâdî de: "Ben de
bu durumda Hassaf m dediği gibi— ecr-i misil olarak ücret verilmesine fetva
veririm." buyurdu. Hâvî'de de böyledir. [32]
Teğannî (şarkı, türkü ve emsali) nevha (sesli ve söyleyerek
ağlamak) zurna, davul gibi şeyleri icarlamak caiz değildir.
Lehviyat (eğlence) şiir
okuma ve diğerleri için, ücret yoktur. Bunların tamamı, üç İmamımızın kavlidir.
Gâyetü'l-Beyân'da da böyledir.
Bir adam, şarkı
öğrenmek için birini icarlasa veya bir zimmî bir köleyi, enemek (erkekliğini
yok etmek) için bir adamı icarlasa, caiz olmaz.
"Bu, öküz ve at
için caiz olur." denilmiştir.
Giyâsiyye'de de böyledir.
Bir adam, diğerini
ücretini vermek üzere içki taşıtmak için icarlasa, o şahıs ücret alabilir.
Bu, İmâm Ebû Hanîfe
(R. A.)'ye göre böyledir. İmâmeyn ise: "Ona ücret almak yoktur." buyurmuşlardır.
Bir zimmî, içki
taşıtmak için, bir müslümanı icarlayip, "içsin veya içmesin" demese,
İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre icaresi caiz olur. İmâmeyn'e göre, caiz olmaz.
Bir zimmî, diğer bir
zimmîyij içki nakli için icarlasa, bu bi'1-ittifak caizdir. Çünkü,
içki onların yanında —bize göre— sirke gibidir. Muhıyt'te de böyledir.
Bir zimmî, bir
müslümandan, bir hayvan veya bir gemiyi üzerinde içki taşıtmak için kiralasa,
İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, bu caizdir.
İmâmeyn ise
"...caiz değildir." buyurmuşlardır.
Müşrikler, bir
müslümanı, kendilerinden olan
bir ölüyü, defnedileceği yere
kadar taşıması için icarlasalar; eğer onu, kendi mak-berelerine kadar
taşıtacaklarsa, bu bi'1-ittifak caizdir.
Şayet bir beldeden,
başka bir beldeye taşıtacaklarsa, İmâm Muhammed (R.A.): "Eğer taşıyıcı,
onun cîfe olduğunu bilmiyorsa, onun için ücret almak vardır. Eğer biliyorsa,
ücret almak yoktur." buyurmuştur.
Fetva da bunun
üzerinedir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir zimmî, bir
müslümandan, içinde içki satmak üzere bir ev icarlasa; İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre, caizdir. İmâmeyn'e göre ise, caiz değildir. Muzmerât'ta da
böyledir.
Bir zimmî, diğer bir
zimmîden, içinde içki satmak üzere, bir ev icarlasa, bu bi'1-ittifak caizdir.
Zehıyre'de de böyledir.
Bir zimmî, bir
müslümandan, içinde oturmak üzere, bir ev icarlasa, eğer içinde içki içer veya
salibe tapınır yahut içine domuz korsa, bu sakıncalıdır. Çünkü, müslüman, ona,
bu durumda evini icara vermemelidir. Ancak içinde oturmak için verebilir.
Muhıyt'te de böyledir.
Bir zimmî, bir
müslimandan, bir ev icarlayıp, oriu kendi nefsi için, ibadetgâh yapsa, o men
edilmez. Zira onu, kendi nefsi için ibadetgâh yapmakla, müslüman şehirlerinde,
dininin şiarını açıklamak için ibadetgâh ihdas etmiş olmaz. Şayet, bu şahıs,
orayı cemaat için ibadetgâh yapar ve içinde çan çaldırırsa; o evin sahibi olan
müslüman, onu men eder.
Keza, eğer içinde içki
satmak isterse, ev sahibi onu men eder. Zira, bu gibi işleri müslüman
beldelerinde izhar etmekten men edilir.
Bir zimmî, bir
müslümanı, ona İaşe veya kan taşıtmak için icarlasa, bu bi'1-ittifak caizdir.
Bir zimmî, diğer bir
zimmîden, içinde ibadet etmek üzere bir ev icarlaması caiz olmaz.
Bir zimmî, bir
müslümanı domuzlarını otlatmak için icarlasa, müslümanın, buna —içkide olduğu
gibi— muhalefet etmesi gerekir.
Bir zimmî, bir
müslümanı lâşe satmak üzre icarlasa, bu caiz değildir. Zehıyre'de de böyledir.
Bir müslüman, nefsini
bir mecûsiye, onun ateşini yakmak üzere icara verse; bunda bir beis yoktur.
Hulâsa'da da böyledir..
Hişam'ın Nevâdiri'nde, İmâm
Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
Bir adam, diğerini,
kendisi için bir suret yapmak üzere icarlasa; evde veya bir çadırda, insanların
temsillerini yapmak üzre icarlasa; gerçekten ben, bunu çok kerih görür,
ücretini de almasını söylerim.
Hişam bunu açıklarken:
"Boyama olursa ücretini alır." demiştir. Zehiyre'de de böyledir.
Bir adam, diğerini put
yapmak için veya elbiselerinin üzerine resimler yapması için icarlar ve boyası
da mal sahibinden olursa bir şey gerekmez. Hulasa'da da böyledir.
«Bir adam, diğerini,
evini resimlerle süslemek üzere, icarlasa boyası da müste'cirden olsa, ona
ücret yoktur. Siradyye'de de böyledir.
Bir adam, diğerini,
tanbur yapmak üzere icarlasa, adam da yapsa ücreti temiz olur. Ancak, o yüzden
günahkar olur, Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimse, farsca veya
arabca şarkı yazdırmak için bir. kimseyi icarlasa, bunun ücreti helal, yazması
günahtır. Kerderî'nin Veci/fnde de böyledir.
Bir adam, sihirden
kurtulmak için, ta'viz yazdırsa, kağıdını, yazısını beyan ederse ücret sahih
olur.
Bu dostu olan erkeğe
veya kadına mektup yazdırmak gibi caizdir ve ücreti temizdir. Ginye'de de
böyledir.
Bir zimmî, bir
müslümanı, bir havra veya kilise yaptırmak üzere icarlasa, bu caizdir ve ücreti
helaldir. Muhıyt'te de böyledir.
Bir zimmî, diğer bir
zimmîden veya bir müslümandan, içinde ibadet etmek üzere bir kilise icarlasa,
bu caiz olmaz.
Keza, bir müslüman,
diğer bir müslümandan içinde namaz kılmak için bir mescid kiralasa, bu da caiz
olmaz. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Bir adam, bir
müslümandan, içinde farz veya nafile namaz kılmak üzere bir ev icarlasa, bu
icare bizim alimlerimizce caiz değildir.
Keza, bir zimmî,
zimmet ehlinden bir adamı, ibadet için kiralasa, bu da caiz olmaz. Zehiyre'de
de böyledir.
İbrahim bin Yûsuf'tan
soruldu:
—Bir adam, nefsini bir
hiristiyana çan çalmak için icara verse, her gün beş defa çalacak ve her gün
için beş dirhem alacak, başka iş içinde iki dirhem alacak nasıl olur?
İmâm şöyle buyurdu:
—Nefsini onlara icara
veremez. Rızkını başka yerden arar. Onlar için içki olsun diye üzüm suyunuda
sıkamaz. Bunun ücreti de mekruhtur. Havî'de de böyledir,
Bir adam, diğerini
davul çalmak için icarlarsa, eğer eğlence için olursa, bu caiz değildir. Şayet
savaşa çıkmak için olursa, caizdir. Gayetü'l-Beyân'da da böyledir.
Eğlence için olmayan
davulu icarlamak ve icare müddetini söylemek caizdir.
Bir adamı, cîfe
taşıtmak veya mürtedi öldürtmek yahut bir koyunu veya bir geyiği boğazlatmak
için icarlamak caizdir.
Bir adamın, bir
doktoru veya sürmeciyi yahut cerrahı, tedavi için icarlaması ve müddetini
söylemesi caizdir. Gıyasiyye'de de böyledir.
Bir efendi, kölesini
çulhaya, onun yanında bir sene kalıp bez dokumayı öğrenmesi için verse,
efendinin, onun ustasına veya ustanın, bu kölenin efendisine, bir şey vermesi
caizdir. Diğer işler de böyledir. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.
Bir adam, diğerinin
yanına, öğrenmek için çalışmak üzere, kölesini verir ve her iki taraf da bir
şart koşmazsa, örfe bakılır: Eğer kölenin sahibinin ücret vermesi gerekiyorsa,
o verir. Şayet ustanın vermesi gerekiyorsa, o, efendisine ücret verir. Zira
örf şart gibidir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Natıfî'nin Vâkıâtı'nda
şöyle zikredilmiştir:
Bir adam, diğerine:
"Şu eşyayı sat; sana bir dirhem vardır." veya: "Şu eşyayı satın
al; sana bir dirhem vardır." der; o da öyle yaparsa, ona, bir dirhemi
geçmemek üzere, ecr-i misil vardır.
Dellal ve simsar
içinde ecr-i misil vardır. Her on dinar fazlaya satması halinde, ona bir şey
artırmak haramdır. Zehiyre'de de böyledir.
Bir adam, bir elbiseyi
tellala verip ona: "Onu, on dirheme sat; fazlası seninle benim
aramdadır." derse; İmâm Ebû Yûsuf (R.A.): "Eğer on dirheme satar veya
hiç satamazsa, ona ^her ne kadar, zahmet çekmiş olsa bile— ücret yoktur. Şayet
oniki dirheme veya daha fazlaya satarsa, amelinin ecr-i misli vardır."
buyurmuştur.
Fetva da bunun
üzerinedir. Gıyasiyye'de de böyledir.
Bir adam, bir şeyi
artırma suretiyle satmak ister ve bir adama ilan etmesini söyler; sonra da o
şey, o adam ilan ettiği halde sahibi tarafından satılırsa, alimler: "Eğer
bir müddet belirtmişse, ilan eden şahsa, ecr-i müsemma vardır.
Şayet vakit tayin
etmemiş, fakat ilan etmesini söylemişse, yine ecir caizdir,
Fakıyh Ebû'1-Leys
(R.A.): "Ona bir şey yoktur. Zira adet halk arasında —satışta ittifak
etmemiş olmaları halinde— ona ücret verme-mekdir." demiştir.
Muhtar olan da budur.
Zahîriyye ve Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir adam, dellala:
"Şu yerimi arz et ve sat. Şayet satabilirsen, sana şu kadar ücret
veririm." der; dellal da bu işi tamamlayamaz ve onu sonradan başka bir
dellal satarsa, Ebû'l-Kasıın "önceki dellal, ona arz etti ise, —gayreti ve
çalışması kadar— ona ecr-i misil vardır." demiştir.
Ebû'1-Leys ise:
"Bu kıyasdır. îstihsanen —eğer kendisi bırakmışsa— ona bir ücret lazım
gelmez.'* demiştir.
Biz bu görüşü kabul
ederiz. Muvafık olanı da budur.
Ya'kub'un kavlide
budur.
Muhtar olan da budur.
Fetâvâyi Kübrâ'da da böyledir,
Nikahda dellallık
ücret gerektirmez. Fadlî böyle fetva vermiştir.
Zamanımızın alimleri
de ecr-i misil verilir diye fetva vermişlerdir. Bununla fetva verilir.
Cevâhirü'l-Ahlâtî'de de böyledir.
Satış dellalı,
dellaliyesini aldıktan sonra, satış her hangi bir sebeble bozulursa,
dellaliyesi ona aittir. Bu, bir terzinin elbiseyi dik-dikten sonra, sahibinin,
onu geri sökmesi halinde, terzinin ücretini alması gibidir.
Hızânetü'l-Müftîn'nde de böyledir.
Bir adam, diğerini o
gün diken kesmesi için icarlar; o da öyle yaparsa, ona bir ücret yoktur. Kestiği
diken kendisinin olur.
Nasıyr şöyle diyor:
Ebû Süleyman'dan
sordum:
— Bir adam, diğer
birini geceye kadar odun kesmesi için icarladığmda, eğer icarlayan şahıs
"gün" diye söylediyse, bu icare caiz ve odun, karcının olur.
Şayet böyle demedi de
"şu odunu kes." dedi ise, icare fasiddir ve odun yine icarcının olur;
diğerine de ecr-i misil verilir.
Şayet odun,
müste'cirin kendi malı ise, bu icare caizdir.
Nasıyr şöyle demiştir:
Bir insan, odun etmek
için veya av avlamak için başkasından yardım istediği zaman, işte o, o odunu
kesenin, o avı avlayanındır.
Üstadımız şöyle
buyurdu:
İnsanların ekserisi,
odun kesmede olsun, ot toplamada olsun, diken kesmede olsun, kar toplamada
olsun birbirlerine yardım ederler. O zaman, mülk yardım yapanların olur. Bunun
ekseri insanlar bilmiyorlar. Helallaşmeden veya birbirinden izin almadan önce,
onu infak ediyorlar. İşte o takdirde hepsinin de ya mislini veya kıymetini
almaları gerekiyor. Onların da, cehaletleri sebebiyle, bundan haberleri
olmuyor. Gafletlerinden dolayı bilmiyorlar. Allah'u Teâlâ; bizi cehaletten
korusun; O'na sığmıyoruz. Ve bize bilgi ve amel versin. Âmin.
Bir adam,
diğerini av avlasın, iplik eğirsin,
husumet, borç değiştirme veya
borç alma için icarlarsa, bunlar caiz olmaz.
Eğer, böyle bir akid
yaparlarsa, ecr-i misil gerekir.
Şayet müddetini
belirtirse, hepsi de caiz olur.
"Avı ta'yin
ederse, —müddetini belirtse bile— caiz olmaz." denilmiştir.
Eğer belirli olarak
avladığı şeyi alacağını beyan ederse, bu durumda icare caiz olur.
İmâm Muhammed (R.A.)
buna muhaliftir. Gıyasiyye'de de böyledir.
İmâm Muhammed (R.A.)
şöyle buyurmuştur:
Bir adam, diğerine
"şu kurdu (veya şu aslanı) öldür; sana bir dirhem vereyim." der; adam
da kurdu veya aslanı avlarsa; ona ecr-i misil vardır; o da bir dirhemi geçemez.
Bu av müste'cirin oİur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
el-Asl'da şöyle
zikredilmiştir:
Bir adam, tuğla ve
kireçle bir duvar yapmak üzre icarlanır; ücreti de söylenir; "tuğla, şöyle
şöyle olacak."; "kireç de şu kadar kilo olacak" denilir fakat
duvarın eni ve boyu söylenmezse, bu icare, kıyasen fasid olur. İstihsanen ise,
sahih olur. Zehıyre'de de böyledir.
Bir adam, diğerini
tuğla ve kireçle duvar örmek üzre icarladığı zaman; icarlanan zat bu duvarın
enini boyunu bilmekte olursa, bu icare sahih olur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de
böyledir.
Bir kimse, bir adama
kuyu kazdıracaksa, yerini tayin etmesi, kuyunun genişliğini, dirinliğini
bildirmesi ve bodrum kazdıracaksa yine aynı şekilde hareket etmesi gerekir.
Ancak, bu şekilde icare sahih ve caiz olur. Giyasiyye'de de böyledir.
Bir adam, diğerini,
kuyu kazdırmak üzre icarlar ve kuyunun uzunluğunu, genişliğini, derinliğini
beyan ederse, bu icare istihsanen caiz olur ve insanların aldığı ücretin
ortalamasını alır. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.
Bir adam, diğerine,
evinde bir kuyu kazdıracak olursa, bu icarenin caiz olması için, o kuyunun
derinliğini ve genişliğini söylemesi gerekir.
Kuyu kazan şahıs, bir
miktar kazdıkdari sonra, çok sert ve kırılması güç bir kaya ile
karşılaştığında, eğer onu sökmeye gücü yeterse ne âla... Şayet buna gücü yetmez
ve alet ve edevatı da bulunmazsa, bu durumda o şahıs cebredilmez. (İllâda
kuyuya kazacaksın." denilmez.)
Bu durumda, o şahıs
ücrete hak kazanır mı?
Çalıştığı kadarının
bedelini alabilir mi?
İmâm Muhammed (R.A.),
bu mes'eleyi kitabda zikretmemiştir.
Şemsü'l-Eimme
Evzecendî'nin fetvasında: Müste'cirin mülkün de çalıştığı ise, buna hakkı
vardır. Onun mülkünün gayrisinde, çalışmışsa ücret gerekmez. Muhıyt'te de
böyledir.
Şayet bir
adam, kuyuyu kazarken,
o kuyunun üzerine çökeceğinden korkarsâ, bu durumda
onu kazması caiz olmaz. Tahâvî Şerfaı'nde de böyledir.
Ancak, taraflar toprak
kısmının, her arşının bir dirheme, sert ve taş kısmının, her arşınının iki
dirheme, su içinde kazılan her arşının da üç dirheme olmasını şart koşarlar ve
kuyunun genişlik miktarı da bildi-rilirse, bu icare caiz olur. Zehiyre'de de
böyledir.
Kuyu kazan şahıs, onun
bir kısmını kazıp, ücretin bir miktarını almak isterse; kuyunun müste'cirin
mülkünde olması halinde, buna hakkı vardır.
Kazdıkça, kazdığı kadarının
ücretini alır. Hatta, bu kuyuyu su basar
veya rüzgar toprak doldurarak, orayı yer seviyesine çıkarsa bile, kazan şahsın
ücretinden bir şey eksiltilmez.
Şayet başkasının
mülkünde ise, kazacak şahıs, onu kazıp teslim etmedikçe, ücret isteyemez.
Hatta, teslim etmeden
önce, bu kuyuyu su basar veya o toprakla dolarsa, kazan şahıs ücret alamaz.
Yenâbi"de de böyledir.
Mal sahibinin yerinde bulunmaması' halinde, kuyu
tamamlanmadıkça,müste'cir onu teslim almaz.
Gıyâsiyye'de de böyledir.
Bir adam, kendi
yurdunda bir kuyu kazdırmak için birisini icarlar; sonuna varmadan da su çıkar
ve bu suyun içinde, şart koşulan hadde kadar kazmak imkânı bulunursa, bu
durumda kuyucu, o hadde kadar kazar. Şayet, bunu yapmak için başka alete
ihtiyaç olursa, bu durumda adama cebredilmez. Zehiyre'de de böyledir.
Kanal, bodrum, tuvalet
çukuru gibi yerlerde şart yerini bulmadan su çıkarsa, başka imkan kalmayınca,
bu durumda özür makbul olur. Mebsût'ta da böyledir.
Bir adam, kuyu
kazıcıları, on arşın eninde, on arşın uzunluğunda olmak üzere ve derinliğini de
açıklayarak bir kuyuyu on direme kazmak üzere icarlar; onlar da beşe beş
ebadında ve verilen derinlikte bir kuyu kazarlarsa, bu durumda, onlara, ücretin
dörtte biri verilir. Zahîriyye'de de böyledir.
Bir adam, mezar kazmak
için, bir adam icarlar ve bu mezarın boyunu, enini, derinliğini beyan ederse,
bu icare istihsanen de kiyasen de caiz olur.
Şayet bunları
belirtmezse, bu kıyasen caiz olmaz; istihsanen caiz olur. Bu durumda,
insanların kazdığı mezarların orta hallisini kazılması gerekir. Tatarhâniyye'de
de böyledir.
Mezar kazacak şahsa,
mezarın yerini tarif ederler; o da bu yeri, yumuşak bulur; sonra da —bir arşın
kazınca— kaya çıkar ve burada diğer insanlar, bu şekildeki yeri kazıyor
olurlarsa; ona da kazması hususunda —her ne kadar, lahdi ve ortasının
yarılması açıklanmamış olsa bile— cebredilir ve o beldenin adetine uyulur.
Mezar, Kûfe'de kazılı-yorsa, orada adet lahid yapmaktır. Başka yerde, yarmak
demek mezarı yarmaktır. Mebsût'ta da böyledir.
Nevâzil'de şöyle zikredilmiştir:
Kabir parasının
nereden verileceği sorulduğunda, cevaben şöyle denilmiştir.
Bu, kefen hükmündedir.
Ve ölenin malının tamamından verilir. Tatarhâniyye'de de böyledir.
Tecrîd'de şöyle
zikredilmiştir:
Bir kimse, bir
cenazeyi taşımak veya bir ölüyü yıkamak için, bir adam icarladığmda, bu adamdan
başka, o ölüyü yıkayacak kimse veya o adamlardan başka bu cenazeyi taşıyacak
kimse yoksa, onlara ücret verilmez.
Şayet başkalarıda
varsa, onlara ücret verilir. Eğer mezar kazanlar da böyle ise, onlara da ücret
verilmez. Eğer ücret alırlarsa, bu, onlara helal olmaz. Hulasada da böyledir.
Bir adam, diğer bir
adamı, kabir kazdırmak için kiralar; o da kazar ve kabirden su çıkar veya
müste'cir gelmeden önce, mezara başka birisi defnedilirse, o yerin, müste'cir
mülkü olması halinde, adama ücreti ödenir. Şayet mülkü değilse, ona ücret
yoktur. Zehıyre'de de böyledir.
Şayet müste'cir gelip,
mezarla icarcıyı başbaşa bulur ve bundan sonra da oraya su dolar veya başka
birisi defnedilirse ecir, ücretini tam alır. Çünkü, icarlanan şahıs,
müste'cire, üzerinde anlaşma yapılan şeyi tam teslim eylemiştir.
Müste'cir ölüyü
defneder ve icarladığı adama: "Toprağım at; üzerini kapat." derse,
ecîr, kıyasen bundan kaçınabilir. Bu durumda o, cebredilmez. Fakat, o beldenin
adamlarının bu durumda ne yaptıklarına bakılır: Eğer mezar kazan şahıs, onun
üzerini de örtüyorsa, o da Öyle yapar. Kûfe'liler böyle yapıyorlar... Yok eğer,
mezar kazan şahsın mezarı kapatmadığı bir belde de iseler, bu durumda, mezarı
kazan şahıs, onu kapatması hususunda zorlanamaz.
Şayet ölü sahipleri,
"lahde konan ölünün üzerine kerpiçleri örmesini" isterlerse, bu
durumda da ecir (= ücretli) onu yapması için zorlanamaz. Mebsût'ta da
böyledir.
Bir adam, diğerini kabir kazmak üzere icarladığında,
hangi mezarlığa kazacağını söylemezse, bu icare istihsanen caiz olur.
Bu akid, mahalle
ehlinin defnedildiği mezarlığa çevrilir.
Alimlerimiz, Küfe
halkının Örfü üzerine bu cevabı vermişlerdir. Çünkü, orda her mahallenin bir
mezarlığı vardır. Bu mezarlık, o mahalleye mahsustur; ölülerini oraya
defnederler.; başka mahallenin mezarlığına defnetmezler.
Fakat bizim
diyarımızda, ölülerimiz, başka mahallenin mezarına da defnedilir.
Mezar, söylenilen yere
kazılır.
Eğer her mahallenin
özel mezarlığı varsa, o mahallenin ölüleri başka mahallenin mezarlığına
götürülmezler.
Şayet tek mezarlıkları
varsa, mezar kazan şahsın kazdıran şahıs yerini söylemeden, mezarı, o
mezarlığın her hangi bir yerine kazması ve ücretini alması caiz olur. Muhıyt'te
de böyledir.
Bir adam, diğerine
"mezar kazmasını" söylediği halde, mezarın yerini söylemez, mezarcı
da o beldenin haricinde bir yere mezar kazarsa, ona ücret lazım olmaz.
Ancak, ölü oraya
gömülecek olursa, o zaman ücret gerekir. Ölü sahihlerinin, o şahıstan, kabri
çamurla veya kireçle sıvamasını istemeye hakları olmaz. Mebsût'ta da böyledir.
Bir adam, mezar
kazıcıya, mezarın yerini güzelce tarif eder ve oraya mezar kazmasını söyler; o
adam da mezarı başka birinin yerine kazarsa; o yerin sahibi, isterse buna
muvafakat eder; isterse, ölüyü oraya defnetmez; Öylece terkeder. Şayet, ölü
sahipleri, durumu, ölü defnedildikten sonra anlarlarsa, işte o da, muvafakat
ve rıza olur. Hulâsa'da da böyledir.
Kuyu veya mezar kazan
kimse, kazısı esnasında, bir kaya ile karşılaşsa, ücretini artırmak gerekmez.
Yerin yumuşak olduğu zaman, ücretinin eksilmediği gibi... Hszânetüü-Müftîn'de
de böyledir. [33]
Bir adam, Fırat
Nehrinin kenarına, insanların hayvan veya bağ, bahçe sulamaları için bir su
yolu açar ve ondan da ücret almak isterse, bu caiz olur.
Şayet kendi mülkü
üzerine bir bina yapmış ve sulama bedeli için icara varıyorsa, bu caiz olmaz.
Mülkü olmayan şahsa icara vermesi de caiz olmaz. Çünkü, icare onun helakma
sebep olur.
Eğer, orada
sulayıcılar dursunlar, yanına da hayvanlarını koysunlar diye icare verirse,
işte bu caiz olur.
Fakat, bu şahıs, o su
yolunu ammenin mülkü üzerine yapar, sonra da onu icara verirse, bu da caiz
olmaz. İçinde sulayıcılar, etrafında da hayvanları dursa bile farketmez.
Zehıyre'de de böyledir.
Dirhemleri, dinarları
ve bunların sikkelenmemişlerini, keza bakır ,ve kalaydan olan paraları
sikkelenmemiş olsalar bile icara vermek caiz değildir.
Ölçülen ve tartılan
şeyleri de icara vermek caiz olmaz. Çünkü, onların ayniyle intifa mümkün
değildir. Ancak kendileri zayi olurlar; aynıları değil de menfaatları icara
dahil olursa, o zaman bunları icara vermek caiz olur.
Bir adam, tek bir gün
için, dirhemler veya buğday icarlar; ne için icarîadığmı da açıklamazsa,
durumun ne olacağı el-AsI kitabında zikre-dilmemiştir.
Şeyhu'i-İmâm
Hâher-zâde şöyle buyurmuştur:
Bu akdin caiz olması
için, onunla intifa edileceğine hamlolunur, Buna, "caiz değil demek"
evla olur.
İmâm Kerhî'de buna
meyletmiştir. Muhıyt'te de böyledir.
Dirhemleri ve
dinarları, onlarla dükkanları süslemek için icar-lamak caiz olmaz.
Keza, koklanılması
gereken şeylerden, koklamak maksadıyla misk ve od gibi şeyler icarlanmaz. Çünkü
bunlarda, maksud olan menfaat yoktur. Bedâi"de de böyledir.
Bir şeyler-tartmak
için terazi icarlamak caizdir. Zira onda maksûd olan menfaat vardır. Fetâvâyi
Attâbiyye'de de böyledir.
Terazi taşını (kilo,
gram gibi ölçü birimini) sabahtan akşama kadar icarlamak ve onunla bir şeyler
tartmak caizdir.
Serahsî: "Bu
durumda ücret gerekir." buyurmuştur.
H.assâf ise:
"Eğer o bir kıymet taşıyor ve onu icarlamak adet ise, ücret gerekir;
değilse gerekmez." demiştir.
Şemsü'l-Eimme'nin
kavli de bunun üzerinedir.
"Her haliyle
ücret gerekir." denilmiştir. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.
Uyun'da şöyle
zikredilmiştir:
İçinde kerpiç kesmek
üzere bir yer kiralansa, bu icare fasid olur. Çünkü, bu durumda topıak da,
kerpiç de karcının olur. Toprağın bedelini, yerin sahibine vermesi icabeder.
Eğer bir şey
söylenilmemişse, o toprağın kıymeti ecr-i misildir.
Şayet toprak bir
kıymet taşımıyorsa veya o toprağı ordan kaldırmak toprak sahibi için bir fayda
sağlıyorsa, ona bir şey gerekmez. Zehıyre'de de böyledir.
Şayet toprağın
noksanlığı, o yerin kıymetini düşürecekse, icarcı, o noksanı tazmin eder. O da
ecr-i misle girer; değilse bir şey gerekmez. Kerderî'nin Vecizi'nde de
böyledir.
Bir hakim, kısas ve
hadleri yerine getirmek için, bir adamı icar-larsa, Şeyhu'I-İmâm Şemsü'l-Eimme:
"Eğer, vaktini açıklamadı ise, bu caiz olmaz." demiştir.
Şayet kısas ve had
cezalarını yerine getirmek veya elinin kesilmesi yahut hüküm meclisinde bir ay
kalması için belirli bir ücretle kiralarsa, bu icare caiz olur. Çünkü üzerinde
anlaşma yapılan şeyde, o müddet içinde menfaat vardır.
Fakat, bir açıklamada
bulunmadan icarlarsa, bu durumda maksûd olan menfaat meçhuldür ve bu durumda ne
zaman fayda temin edileceği belli olmadığından, icare fasid olur. Bu şekilde
yapılan şeylerde de yine ecr-i misil gerekir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Şayet, her ay belirli
bir miktar vermek üzere bir akid yapılırsa, bu akid caiz olur. Çünkü, üzerinde
sözleşme yapılan hususta, bir menfaat mevcuttur ve o da ma'lumdur. Şayet
miktarı açıklanmaz ise, bu hakimin, kifayet miktarı beytü'l-mâldan alması
gibidir. Böylece hakim, bu alacağı şeyi belirli aylara taksim ederse, caiz
olur. Mebsût'ta da böyledir.
Kısas olan bir adamı,
borcu azalsın diye, diğerinin icarlaması halinde, ona ücret verilmez.
Siyer-i Kebîr'de, İmâm
Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) "Caiz olmaz."
buyurmuşlardır. İmâm Muhammed (R.A.) ise: "Caizdir." buyurmuştur.
Keza, imam (= devlet
başkanı), bir adamı, irtidat etmiş birisini veya esirleri öldürmek için veya
kendi nefsindeki kısasını ödemek için icarlarsa; İmâmeyn'e göre, bu icare caiz
olmaz.
İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre ise, bü gibi icareler caiz olur.
Şayet İmam o şahsı
—nefsini öldürmek değil de— kısas için kendi elini kesmek üzere icarlarsa, bu,
icare bi'1-ittifak caiz olur. Serahsî'nin Muhıyti'nde de böyledir.
—Nefsin dışında— kısas
için yapılan icar, caizdir.
Deve boğazlamak için,
adam icarlamak caizdir. Siracü'I-Vehhâc'da da böyledir.
Bir komutan, bir
müslümana veya bir zimmîye: "Eğer sen, şu süvariyi öldürürsen, sana yüz
dirhem vardır." der; o da, onu öldürürse, bu durumda o şahsa, bir şey
verilmez. Çünkü bu cihad ve taat babıdır; bunu yapan kimse, ücret haketmiş
olmaz.
İmâm Muhammed (R. A.)
şöyle buyurmuştur:
Şayet zimmîye
söylemişse, ona ücret verilmesi gerekir. Askerlerin komutanı, öldürülecek
şahısları göstererek: "Kim, bunların başlarını keserse, ona on dirhem
vardır." derse bu caizdir. Çünkü, bu bir cihad değildir. Fetâvâyi
Kâdîhân'da ve Suğrâ'da da böyledir.
İmânıeyn, şöyle
buyurmuşlardır:
Düşman emîrinin (=
komutanının) başı kesilmiş olur ve müslüman emiri: "Kim o başı getirirse,
ona şu rütbe verilecektir." der; asker dört bir tarafa dağılır ve bunların
birisi, o başı alıp gelirse; bu durumda, ona bir şey verilmez.
Zira, başın gelmesine
bir ihtiyaç yoktur.
Şayet, bu komutan,
askerlerden birini tayin eder ve: "Eğer, onun başını getirirsen sana şu
vardır..." derse veya askerlere "Hanginiz, onun başını getirirse, ona
şu vardır." derse, bu durumda, o tayin edilen adamın başını kesip getiren
kimseye va'd edilen şey verilir.
Şayet İslam ordusu,
dar-i harbde bulunur; ganimet alırlar ve orada kıtal edecek hiç bir erkek
bulunmaz, orada sadece kadınlar ve çocuklar ve mal bulunur ve komutan: "Bu
gece, —sabaha kadar— bu kuyuları kim koruyacak?" der ve askerlerin hepsi
birden, sabaha kadar korurlarsa; bu durumda komutan, onlara söz verdiği şeyi
verir.
Bazı alimlerimiz, bu
uususta şöyle söylemişlerdir:
Bir toplulukla, bu
şekilde akid yapmak doğru olmaz. Zaman tesbit edilir ve sıra ile, koruyan
şahıslara ücreti ödenir. Bu şekilde sıra ile yapılan icare caizdir.
Tatarhâniyye'de de böyledir.
Bir adam, bir şeyini
kaybettiğinde: "Kim, onun yerini
bana gösterirse, ona şu vardır." der; bir adam da onun yerini gösterirse,
işte ona bir şey yoktur.
Şayet bir adama:
"Beraber gidelimde göster." der; o da beraber giderse, ona ecr-i
misil vardır.
Siyer-i Kebîr'de şöyle
zikredilmiştir:
Bir seriyyenin emîri
(= öncü birliğin komutanı): "Bana filan yeri kim gösterirse, ona şu
vardır." dese; bu sahih olur. Belirttiği ücreti, gösteren şahsa verir.
Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.
Bir adam, av avlamak
üzere eğitilmiş bir köpek icarlarsa, ona ücret gerekmez.
Avlamak için
yetiştirilmiş kuşlar da böyledir. Bazı rivayetlerde: "Şayet bu hayvanlar
için, bir müddet belirtmiş ise, ücret gerekir." denilmiştir.
Eğer belirli bir vakit
tayin edilmemişse, ücret gerekmez.
Müntekâ'da: "Bir
kimsenin, evindeki fareleri tutması için kedi icarlaması caiz değildir."
denilmiştir.
Alimler: "Bir
kimsenin, evini koruması için köpek icarlaması da caiz olmaz."
demişlerdir.
Bir adam, evini
süpürmek için, bir maymun icarlasa, uygun olanı, —müddetinin belirtilmesi
halinde— bunun caiz
olmasıdır. Çünkü maymun —kedinin
hilafına— verilen işi yapar. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Müntekâ'da şöyle
zikredilmiştir:
Bir adamın, ötsün diye
bir horoz kiralaması caiz olmaz. Buna benzer şekilde insanların yapmadığı şeyi
yapmak ve satmak, icarlamak caiz olmaz. Muhıyt'te de böyledir,
Tekeyi (erkek keçiyi)
dişisine çekmek için icarlamak caiz olmaz. Bu, bütün hayvanlarda böyledir.
Siracü'l-Vehhâc'da da böyledir.
Bir adamın, üzerine
oturmamak ve yatıp uyumamak üzere, süs olarak sermek için, evine alacağı
yaygıyı icarlaması caiz değildir.
Bir kimsenin, gütmek
için bir hayvan icarlaması caiz olmaz. Zahî-riyye'de de böyledir.
Bir adamın, insanların
görmesi için kapısına bağlamak üzere, bir hayvan icarlaması caiz değildir.
Keza, bir kimsenin
güzel görünsün diye, kullanmayıp eve koyacağı kaplar (= süs eşyaları)
icarlaması veya "evi varmış." desinler diye, içinde oturmayacağı bir
evi icarlaması da caiz değildir.
Keza, bir kimsenin,
çalıştırmayacağı bir köleyi veya evine koyacağı dirhemleri icarlaması caiz
değildir; fasidedir ve bunlara ücret ödenmez.
Şayet, bu şahıs, bu
şeylerden bi'1-fiil faydalanırsa, icareleri caiz olur. Hulasa'da da böyledir.
Müntekâ'da şöyle
zikredilmiştir:
Bir adam, bir teke
veya koç icarlayıp onları delalet ojsun diye, sürüsüne sevkeylese, bu caiz
olmaz. Muhıyt ve Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir adam, diğerinin
biçilmiş ve otu toplanmamış yerini veya kırkmak için koyununu icarlarsa, bu
kareler fasiddir; kıymetleri mal sahibine ödenir. Çünkü, onun malıdır. Akid
fasiddir. Şu mes'ele buna muhalifdir: Otlağı, koyunlarını otlatmak için
icarlamak caizdir;-bu durumda tazminat gerekmez. Çünkü o mubahtır. Gıyâsiyye'de de böyledir.
Müntekâ'da şöyle
zikredilmiştir:
Bir ay takınmak için
bir kılıç icarlamak veya bir ay ok atmak üzıe, bir yay kiralamak caizdir.
İçine, belirli bir
müddet tuzak kurmak için, bir yer icarlamak caizdir. Kerderî'nin Vecizî'nde de
böyledir.
Bir adam, diğerine
zoraki almış olduğu (= mağsûb) bir bakır göstererek: "Şu kadar ücrete,
bana bir ibrik yap." der; o adam da, bu bakırın mağsub olduğunu bile bile,
ipriği yaparsa; ücretini alır. Gınye'de de böyledir.
Bir hırsız veya bir
gasıb, çaldığı veya zoraki aldığı bir şeyi, güzelleştirmek için, icara verse bu
caiz olmaz. Çünkü, başkasının malını nakletmek (= yerini veya şeklini
değiştirmek) ma'siyettir. Serahsî'nin MuhıytTnde de böyledir.
En doğrusunu bilen
Allah'u Teâlâ'dır. [34]
İcarlayan şahıs,
icaraladığı şeyin gerektirdiği harcamayı yapar. Ücret, ister ayn olsun, ister
menfaat olsun müsavidir. Muhıyt'te de böyledir.
İcarlanan hayvanın
yiyeceği, İçeceği icar alanın üzerinedir. Çünkü o, onun malıdır,
Eğer icarlayan şahıs
sahibinin izni olmadan, ona yedirirse, işte o nafile olur. İcara verene
müracaat ederek ondan bir şey alamaz. Cevhe-retü'n-Neyyire'de de böyledir.
Evin icarı, tamiri,
sıvası, oluğunun ıslahı ve yapılacak başka işleri, ev sahibinin üzerinedir.
Keza, evde kalsın diye
bırakılan perdeler, ev sahibinindir.
Eğer ev sahibi perde
takmamışsa, müste'cir takar; sonra da, kendisi çıkarken, bu perdeleri çıkarır.
Şayet kusurunu görerek icarladı ve razı olduysa, buna bir diyecek yoktur.
Umdetü'l-Fetâvâ'da
şöyle zikredilmiştir:
Bir adam, bir ev
icarladığı zaman, o ev saman dolu olur ve tavanı akıyor olursa, ev sahibi onun
tavanını ıslaha cebredilmez. Çünkü hiç bir mülk sahibi, mülkünü ıslaha
cebredilmez. Zahîriyye'de de böyledir.
Bir adam, bir ev
icarladığmda, onun camları olmaz veya üzerinde kar bulunur ve bunu da icarcı
bilmekte olursa, bu durumda muhayyerlik hakkı olmaz. Gınye'de de böyledir.
Su kuyusunu ve tuvalet
çukurunu ıslah etmek (= tamir etmek) ev sahibine aittir. Fakat o, bunları
yapması hususunda cebredilmez.
Bunlar, müste'cirin
fiili ile dolmuş olursa, alimler: "Şayet, evde icare müddeti geçmişse ve
süprüntü varsa, onu icarcmın kaldırması gerekir. Çünkü, bu, onun fiiliyle
olmuştur. İçine toprak koymak gibi... Eğer icarcmın fiili olmadan olmuşsa,
kıyasen yine onun taşıması gerekir; nakli ona düşer. Süprüntü gibi... kül
gibi...
Kiraya tutanlar,
kiraya tuttukları yeri güzelleştirirler; örf ve adet üzerine mal sahibine teslim
ederler.
Şayet müste'cir bir
şeyi ıslah ederse, o bir teberru olur; ücretten düşülmez. Bedâi"de de
böyledir.
Pencerenin camı,
merdivenin tamiri icara verene aittir. Yağmış bulunan karı kaldırmak
mes'elesinde alimler arasında ihtilaf vardır.
Bu hususta muteber
olan örfdür. Gınye'de de böyledir.
Kanalı kazma,
sınırı tayin ve ıslah da icara verene aittir. Hızânetü'l-Müftîn'de de
böyledir.
Bir adam, içinde su
kuyusu bulunan bir ev icarladığında, ev sahibinin izni olmadan, o kuyudan
içecek ve abdest alacak su alma hakkına sahiptir. İster bu kuyunun olduğunu
bilsin, isterse bilmesin böyledir. Şayet, bu kuyuya fare düşer veya orda bir
arıza olursa, onun ıslahı ikisine de gerekmez. Zehiyre'de de böyledir.
Bir hamam icarlandığı
zaman, onun külünü, gübresini, yıkanılacak yerini temizlemek icarcıya aittir.
Eğer, bunların
yapılması icara veren şahsa şart koşulursa, bu icare fasid olur.
Eğer müste'cire şart
koşulursa, icare caiz olur. Eğer müste'cir, külünü temizlemeyi inkar ederse,
onun sözü geçerli olur. Fetâvâyi Kâdî-hân'da da böyledir.
Bir kimsenin
icarladığı eşek yolda yorulur ve kiralayan şahıs, başka bir adama, "ona
birşeyler yedirmesini" söyler; o da öyle yapar ve bu şahıs, o eşeğin
başkasına ait olduğunu bilmekte olursa, sarfettiği masraf için kimseye müracaat
edemez. Çünkü, o teberru olur. Eğer eşeğin kendisine söyleyenden başkasına ait
olduğunu bilmiyorsa, kendisine söyleyene müracaat eder. Her ne kadar, amir:
"Ben ödemem." dese bile böyledir. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir. [35]
Burda aslolan: : İcare
bir amel (= iş) üzerine vaki olduğu zaman, o amelle ilgili her şey —her ne
kadar icarede söylenmemiş olsa bile— ona tabidir.
Bu hususta, örfe
müracaat edilir. Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse, elbise
dikmesi için, bir terzi icarladığı zaman, kumaş, elbise sahibinden olur.
Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir adam, elbise
diktirmek üzere bir terzi icara tuttuğu zaman, onun iplik ve iğnesi —örf böyle
ise— terziye aittir.
Bizim örfümüzde, iplik
elbise sahibine aittir.
Eğer elbise harir
(ipek) ise, elbise dikilen iprişim elbise sahibine aittir.
Fırından ekmek
çıkarmak, ekmekçiye aittir.
Kazandan yemek
çıkarmak, —düğün (velime) yemeği için icar-lanmışsa— aşçıya aittir. Yoksa, özel
olarak icarlanmışsa, aşçıya ait olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimse, yük
taşıtmak için hayvan icarladığı zaman, palan, urgan, çuval... örfe göredir.
Hayvanı binmek için
kiralamışsa, yine gem ve eğer örfe göredir. Muhıyt'te de böyledir.
Semerkand'a veya
Buhârâ'ya kadar gitmek üzere bir hayvan icar-Iayan kimse, geri dönüp gelince,
istihsanen, bu müste'cirin o hayvanı getirip mal sahibine teslim etmesi
gerekir. Hızânetü'l-Fetâvâ'da da böyledir.
Bir adam, bir hayvanı,
yükünü sahibi yükletmek üzere kiralarsa, yükü, o hayvandan indirmek de, hayvan
sahibine ait olur. Fakat onu eve taşımak,onun görevi olmaz. Şayet o beldede örf
böyle ise, öyle olur. Hizânetü'l-Müftîn'de de böyledir.
Yükü eve taşımak hamala ait olduğunda, onu
evin üstüne çıkarmak, ona ait
olmaz. Ancak, bu şart koşulursa, o halde şarta uyulur. Buğdayı veya benzeri
şeyleri bir yere dökmek de böyledir; şarta bağlıdır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir. .
Ebû'1-Leys Nevâzil'de
şöyle buyurmuştur:
Değirmen bendini
—kanalım— kazmak, onu icara verene aittir. Zira, susuz değirmenden menfaat elde
etmek mümkün olmaz. Ancak, suyu ile menfaat hasıl olur. Su da kanalsız akmaz.
Fakat, "kanalını
kazmak, müste'cire ait" diye akid yapmışlarsa, bu müstesnadır. Serahsî'nin
Muhıyti'nde de böyledir.
Bir adam, bir yaprak
kağıt kiraladığında, onun beyaz kalması şart koşulursa, bu icare fasid olur.
Mürekkep (le yazılması) şart koşulursa, caiz olur. Hızânetü'I-Müftîn'de de
böyledir.
İmâm Muhammed (R.
A.)'den sorulmuş:
Bir adam, elbise
yıkaması için, bir çamaşırcı icarladığında, bu elbiseyi yıkanacak yere kim
götürecek?
İmâm şöyle buyurmuş:
— "Ben
çamaşırcının götürmesini güzel görüyorum. Ancak, çamaşırcı, sahibinin
götürmesini şart koşmuşsa, işte o müstesnadır. Serahsî'nin Muhıytı'nde de
böyledir.
Sırtında, buğday
taşıması için, bir
hamal veya hayvan icarlandığmda, ipi ve çuvalı,
taşıyanlara aittir.
Ebû'1-Leys: Bizim
örfümüzde, her halde, çuval mal sahibinin olur. Ancak, şart koşar da icarlayan
zat, ipin de, çuvalın da hamaldan olmasını isterse, o zaman, öyle olur. Zira
ip, yükün bağlanıp düşmemesine yardım aletidir." demiştir,
Bir adam, yük taşıtmak
üzere bir hamal icarlayıp, gideceği yeri belirtir; bu hamal oraya varınca, o
yükü o eve indirir; sonra da sahibine, onu tartıp teslim eder; ancak sahibi
onu, o yerden bir müddet kaldırmaz; ücreti hakkında da birbirlerini dava
ederler; ev sahibi de, o hamaldan işkaliye icarı isterse; alimlerimiz:
"Eğer onlardan birisi, o yeri icarlamış ise, icar orayı kiralayana aittir.
Şayet hamal kiralanmamış bir yere koymuşsa, tartılıp teslim edildikten sonra,
bu yerin kirası, hamalı kiralayan şahsa aittir.
"Bu icar, hamala
ait." diyenler de olmuştur.
Yük taşıtan şahıs,
hamaldan, o yükü ikinci defa tartmasını talep ederse, hamal bunu yapması
hususunda zorlanamaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Ebû Bekir (R.A.)'dan
sorulmuş:
— Satılan bir şeyi
ölçen şahsın ücretini kim verecek? İmâm, şu cevabı vermiş:
— Satıcı verecek...
Satılan şeyi tartan şahsın ücretini ise müşteri ( = satın alan şahıs)
verecek... Hâvî'de de böyledir.
Ebû Bekir (R.A.)'den
sorulmuş:
— Bir adam, bağında yaş üzüm sattığı zaman, bu
üzümleri kim toplayacak ve kim tartacak?
İmâm, şu cevabı
vermiş:
— Götürü usûlü satmışsa, toplayıp bir araya
yığmak müşteriye aittir. Şayet tartım şartıyla satmışsa, bu işler satıcıya
aittir. Ancak, satıcı ihaleye verirse, tartmak üzerine vacib olmaz. Fakat, o
tartılarak satılır. Şayet müşteri, satıcıyı doğrularsa, o tartmakla mükellef
değildir. Şayet yalanlarsa tartması ona teklif edilir. Tatarhâniyye'de .de
böyledir.
Ebû'l-Kâsım (R.A.)'dan
sorulmuş:
Belirli bir yığın
buğday ödünç alındığı zaman, onu taşımak, buğay sahibine mi, yoksa borç alana
mı ait olur? İmâm şu cevabı vermiş:
— Borç alana ait olur.
Ancak, borç alan şahıs, diğerine: "Bir adam icarla da, onu taşıt."
derse, o takdirde, onu taşıtmak borç verene ait olur. Sonra da borç veren bu
şahıs, borç alana müracaat ederek verdiği hammaliyeyi ondan alır. Hâvî'de de
böyledir.
Ebû Nasr
ed-Debbûsî'den sorulmuş:
— Bir hamal yolda durup, günlerce bekler ve
yük sahibinden taşıdığı kaplar için daha çok hammaliye almak isterse, durum ne
olur?
İmam, şu cevabı
vermiş:
Bu hamalın yolda
beklemesi gasb olur; aldığı ücreti geri vermesi gerekir. Beklediği yerden
itibaren, mal sahibinden alacağı hammaliyeyi, mal sahibine öder. Kapların
ücreti taşıtana aittir. Tatarhâniyye'de de böyledir.
En doğrusunu bilen
Allah'u Teâlâ'dır. [36]
Uyûn'da şöyle
zikredilmiştir:
İki kişi bir yiyecek
maddesine ortak bulundukları zaman, onlardan birisi, diğerinden bu yiyecek
maddesindeki hissesini kendi evine taşımak için bir hayvan icarlar; bu mahsul
de taksim edilmemiş olur ve o mahsûlün tamamını, o yere taşırsa, ücret vermesi
gerekmez.
Bu ortaklardan birinin
bir gemisi olur ve o mahsûlü, bir beldeye taşımak ister ve ortağı, gemi
sahibine: "Gemini bana icara ver; ben de hissemi oraya götüreyim. Senin
hisseni de götüreyim." der; o da öyle yaparsa bu icare caiz olur.
Keza, iki ortak,
mahsûllerini öğütmek istediklerinde, birinin değirmeni olur ve diğeri, onun
yarısını icarlar ve: "Senin köleni, ikimizin ortak olduğu, şu mahsûlü
taşıması için icarladım." derse; işte bu caiz olmaz.
Onu, muhafaza için
icarlaması da caiz olmaz.
İmâm Muhammed (R.A.)
şöyle buyurmuştur: İki ortağın birisi, diğerinden bir iş yapma durumunda olan
bir şey icarlar ve ondan bir iş yapması istenirse, işte bu caiz olmaz. Şayet o
işi yaparsa,, ona ücret ödenmez.
Hayvan da böyledir.
Bir kimsenin
ortağından icarladığı şey, bir işte çalışmaz ise, işte onu icarlamak caizdir.
Çuval ve emsali şeyler gibi...
Ebû'1-Leys, şöyle
buyurmuştur: Bu görüş, Mebsût'un görüşüne muhaliftir. Çünkü orda Müdârabe
Kitabf nda şöyle yazılmıştır:
Bir adam, ortağından
bir ev veya bir dükkan icarlasa, ona ücret gerekmez.
Kudurî'de şöyle
buyurmuştur:
Ortak malın aynında iş
yapacak olan şeyler icara müstehak değildir.
Meselâ: İki ortaktan
birisi, diğerinden bir şey icarlasa bu caiz olmaz. Kendisini kölesini veya
hayvanını ortak mahsulü bir yere taşımak için icarlamak gibi..
Müşterek malda
çahştırrnaksızın ücrete müstehak olmayan şeyleri icarlamak ise caizdir.
Ortaklardan birinin, diğerinin evini icarlayıp, içine mahsul komyası veya
gemisine yük yükletmesi yahut çuvalını, değirmenini icarlaması gibi...
Fahrüddin Kâdîhân,
Fetvâları'nda: "Uyun ve Kudûrî'nin dediği üzerine amel edilir."
demiştir. Kübrâ'da da böyledir.
İbnü Semâa'nm
Nevâdiri'nde şöyle zikredilmiştir:
Bir adam, iki kişiyi
bir dirheme, eve odun taşımaları için icarladığında, onlardan birisi, o odunun
yarısını taşırca, ona yarım dirhem verilir. Şayet çalışmadan ve yük taşımadan
önce ortak olmazlarsa, bu datatavvû' (nafile) olur.
Keza, bina yapmak veya
kuyu kazmak için iki kişiyi icarlarlar ve icarlanan bu iki kişi ortak
olurlarsa, icarlayan şahıslar, onların ücretlerini tam olarak verirler; onlar
da onu, aralarında ortaklık hükmüne uygun olarak taksim ederler. Muhıyt'te de
böyledir.
Bir adam, elbise
diktirmek üzere, ortağının köledeki hissesini icarlarsa, bu caiz olur.
Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
el-Asl Kitabında şöyle
zikredilmiştir:
Bir adam, bir toplumu
bir kanal kazmak için icarlarsa, bu icare sahih olur. Onların hepsi, çalışır;
yalnız bir kısmı diğerinden daha çok çalışırsa, ücret aralarında adam başına
göre verilir.
Bir adam, iki hayvan
icarlayıp, ikisinin üzerine karışık yirmi ölçek yük yükletecek olursa, bu
durumda, birine, on ölçekten fazla yükletemez.
Şayet birine on
ölçekten fazla yükletirse, ücreti de ona göre taksim eder. Çünkü, iki hayvan
arasında değişiklik vardır.
Bazı alimlerimiz:
"Eğer yük farkı, pek fazla değilse, ücretler müsavi verilir. Fakat fazla
olursa, müsavi verilmez." buyurmuşlardır.
Şayet bir mazaretten
dolayı veya hastalandığı için ona yük yüklet-mediyse, aralarında da ortaklık
yoksa, hastanın ücreti düşürülür.
Eğer ortak iseler, her
ikisinin de ücreti verilir.
Ebû'l-Leys'in
Fetvâları'nda şöyle zikredilmiştir:
İki san'atkârdan biri,
diğerinin san'at âletlerini icarlar; sonra da o aletlere, bu iki şahıs ortak
olurlarsa; ücretin aylık olması halinde, önceki ay için ücret gerekir. Ondan
sonraki aylar için ücret gerekmez. Çünkü önceki ayda ortaklık, sahih icareden
sonra olmuş oldu ve o icareyi ibtâl eylemedi. İkinci ayda ise, ortaklık icareyi
sebka,t etti ve o ortaklık anlaşması, icareyi ibtâl eyledi.
Şayet aletleri senelik
olarak icarlamış olsaydı, icare vacib olurdu. Çünkü icare sahih olmuştur ve
onun üzerindeki ortaklık cereyanı, ica-reye mani olmaz.
Muhammed bin Seleme
şöyle buyurmuştur:
Ortaklık icareyi
gevşetir. Bunun şekli şudur:
Bir adam, diğerinden
bir dükkan icarladıktan sonra o dükkanda yapılacak işe, dükkan sahibi ile ortak
olurlarsa; Muhammed bin Seleme'nin fetvasiyle amel edilir. Ecrin ikisi de,
—ondaki amel yönünden— düşer. Çünkü, ma' kudu aleyh, teslim edilmemiştir.
Muhıyt'te de böyledir.
Bir kadın, evini
kocasına icare verir ve hepbirlikte o evde, oturur-larsa, bu durumda o kadına
icar verilmez. Bu, yemek pişirmek, ekmek yapmak için icare yerindedir.
Uygun olanı ise, bunun
caiz olmasıdır. Fetâvâyi Kadîhân'da böyle zikredilmiştir. Esahh olan da budur.
Kübrâ' da da böyledir.
Bir aylığına, evini,
kocasına icara veren kadın, bu ev ile kocasını başbaşa bıraktığı halde, bu evi
icarlayan koca, o evde bir ay bu kadınla beraber kalırlar ve bu müste'cir
"Ben icar vermem; çünkü sen, beni ev ile başbaşa bırakmadın." derse,
o zaman, yine icare yoktur. "Bazılarınca ise, ev kendi elinde olduğu
için, icare vardır." denilmiştir. Muhıyt'te de böyledir.
En doğrusunu bilen
Âllahu Teâlâ'dır. [37]
Aslında icare, —ayn'm,
karşılığı olmadan helak olması halinde, —bir özür bulunmadan da feshedilebilir.
Meselâ: tcare akdinin
yazılması halinde, bu yazının zayi olması gibi.. Ve, icarlanan bir yerin ziraat
için sürülmesi ve fakat tohumun kimin tarafından verileceğinin belli olmaması
halinde., bu icarenin özürsüz olarak feshedilebileceği gibi..
Vâkıât'ta, bu cevabın
muhafaza edilmesinin gerekliliği hususunda pek çok malumat vardır. Gınye'de de
böyledir.
İcare, bize göre, özür
sebebiyle bozulabilir. Onun da bazı yönleri vardır:
Özür, ya akidlerin
biri tarafından olur veya ma'kudün aleyh ( = üzerinde akid yapılan şey)
tarafında olur.
Bazı rivayetler de:
"Özür tahakkuk ettiği zaman, icare bozulmaz." denilmiş; bazılarında
ise: "...bozulur." denilmiştir.
Bazı alimlerimiz de,
bu hususta tevakkuf etmişler (= durup> beklemişler) ve: *'Şayet icare, bir
garaz (= maksad) için yapılmış, o garaz da ortadan kalkmış ise veya bir özür,
şer'î bir akid üzerine icareyi bozuyorsa, bu durumda icare kendiliğinden
bozulur.
Mesela: Bir kimse
başka birini yemek yemesi halinde, elini kesmesi için veya ağrıdığı vakit
dişini kırmak için icarlar ve bu adam yemek yemekten ve diş ağrısından da
kurtulursa, icare bozulmuş olur. Zira böyle bir akdin cereyanı şeriatta mümkün
değildir.
Bir adam, Bağdad'a
kadar gidip, bîr şahıstaki alacağını istemek için veya kaçan bir kölesini
aramak için bir hayvan icarladıktan sonra; borçlusu gelir
veya kaçan köle
yerine dönerse; bu
icare akdi kendiliğinden
bozulmuş olur. Çünkü maksad hasıl olmuş ve garaz yok olmuştur.
Keza, bir adam, evinde
bir arıza var zanniyle, bir adamı, o evi yıkmak üzere icarlar; sonra da evde
hiç bir arıza olmadığı görülür veya velime yemeği yapmak üzere bir aşçı icarlar
o sırada da gelin öîüverirse, bu durumlarda icare, kendiliğinden geçersiz olur.
Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Geçmişte yapılan şer'î
akdin bozulmasına mani olmayan fakat, bu akdin bozulmasını gerektiren bir nevi
zarar meydana çıkarmış olan her özür akdin bozulmasını gerektirir. Bu durumda
feshe ihtiyaç vardır. Zehiyre'de de böyledir.
Özür tahakkuk edip,
akdin feshine ihtiyaç hasıl olunca, özür sahibi yalnız başına, bu akdi
bozabilir mi? Bu durumda hakimin hükmüne veya diğer akidin rızasına ihtiyaç
var mı?
Bu hususlar da da
görüş ayrılıkları olmuştur.
Sahih olan ise şudur:
Şayet özür açkda ise,
tek taraflı akid feshedilebilir. Böyle değil de, meşkuk (= şüpheli) ise, o
zaman, akidiek taraflı feshedilemez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
İcarlanan şeyde kusur
vaki olur ve bu kusur, yapılacak işe mani olacak durumda olmazsa, bu
durumda icarlayan şahıs muhayyer kalamaz.
Meselâ: Hizmet için
icarlanan bir kölenin gözünün biri yok olsa veya saçı dökülse, bunlar onun
hizmetine halel getirmez.
İcarlanan bir evin,
yıkılan duvarı, oturmaya halel getirmese, icar feshedilmez.
Şayet kusur, menfaata
halel getirirse, kölenin hasta olması; hayvanın sırtının yağır olması (yük
taşıyamaz hale gelmesi) yıkılan bir duvarın o evi oturulamaz hale getirmesi
gibi durumlarda, müste'cir muhayyerdir: îsterse o kadar faydalanıp, bedeli tam
öder; isterse akdi nakzeder. (= bozar) Serahsfnin Muhiytı'nde de böyledir.
Eğer müste'cir akdi
bozmadan önce, evi icara veren zat, duvarını yaparsa, bu durumda kusurun
ortadan kalkmış olmasından dolayı, müste'cir hiç bir şekilde, bu akdi
feshedemez. Hastalanan bir kölenin, icare akdi feshedilmeden önce, iyileşmesi
gibi...
Şayet müste'cir
arızanın kalkmasından önce akdi bozmak isterse, o takdirde, fesh ev sahibinin
huzurunda olacaktır.
Eğer ev sahibi hazır
değilse, müste'cirin akdi bozma hakkı yoktur. İcara veren şahıs yokken,
müste'cir tamirat yaptırırsa, tamir ücreti kendisine ait olur.
Çünkü, eğer oturursa,
akid bakidir ve yaptırdığının faydasıda kendisine aittir. Kübrâ'da da
böyledir.
Şayet ev tamamen
yıkılırsa, ev sahibi hazır olmasa bile, akid bozulmuş olur.
Şayet müste'cir
bozulan evin yerinden faydalanıyorsa, icare devam eder.
Hâher-zâde, bu
icarenin devamı görüşündedir.
Şemsü'l-Eimme ise ev
tamamen yıkılınca akid bozulmaz; fakat, ücret akid ister fesh edilsin, isterse
edilmesin, ücret sakıt olur. ( = düşer.)" buyurmuştur. Suğrâ'da da
böyledir.
Eğer ev yıkılır ve
icarcı, evin yerinde oturursa, bu durumda icar gerekmez.
Şayet evin bir kısmı
yıkılır; kalan kısmında oturursa, ücretten hiç bir şey noksanlaştınlmaz.
Keza, bir kimse, üç
odalı bir evini icara verdiği halde, bu evde iki oda bulunursa,
bu durumda icarcı
muhayyerdir; ecirden bir
şey düşüremez. Fakat
isterse, icardan vaz geçip, icar akdini
fesheder. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
İcarlanan evin
yıkılması üzerine, icare bozulunca, icare de düşer. Meselâ: Bir gasıb, bir şeyi
gasbederse, o şahsın, icareyi feshetme yetkisi vardır ve bu durumda icar
gerekmez. Fakat icare anlaşması bozulmuş sayılmaz. İmâm Muhammed (R.A.),
el-Asl'da buna işaret buyurmuştur.
İcarlanan ev yıkılır
ve müste'cir icare müddetince, orda oturmak isterse, icara veren şahıs, onu,
bundan men edemez. Ve müste'cir, bu binanın yapılmasını, icara veren şahıstan,
icareyi feshetmeden önce isteyebilir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
İmâm Mühammed (R.A.)
şöyle buyurmuştur:
Bir gemi bozulduğunda
onun tahtasına binen icara cebredilir mi?
Hayır edilmez. Bu
geminin zayi olmasıyla, akid bozulmuştur. Fakat o gemi başka bir gemiye
döndürüldüğünde, —bir gasıbın, tahtaları gas-bedip, onu da bir gemi yapması
halinde, onun o gemiye sahip olması gibi, o şahıs yeni geminin sahibi olur.
Serahsî'nin Muhiytı'nde de böyledir.
ei-Asl Kitabında şöyle
zikredilmiştir:
Müste'cir bir mazereti
sebebiyle evden çıkarsa; icar düşer. Ziyâdât Kitabında ise: "Düşmez; ancak
icareyi fesh ederse, düşer." denilmiştir. Fetâvâyi Attâbiyye'de de
böyledir.
Bir adam, bir ev
icarladığmda, o evin bir kısmı yıkılır; icara veren de hazırda olmaz veya
inadından hazır bulunmayıp hakimin meclisine gelmezse, icare fesholmaz. Hakim,
onun adına bir vekil tayin eder ve o, icareyi fesheder. Gmye'de de böyledir.
Bir kölenin efendisi,
icara verdiği bu köleyi, yolculuğa çıkarmak isterse, bu özür değildir. Bu
durumda, icare de feshedilmez. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, akarını
icare verdikten sonra, kendisi yola çıkarsa, bu da müste'cir için özür
sayılmaz. Çünkü, her ne kadar, icarcı bulunmasa bile, müste'cir ondan
faydalanıyor.
Şayet müste'cir
yolculuğa çıkmak isterse, işte bu bir özürdür. Çünkü müste'cirden oturmadığı
evden icar alınmaz. Siracü'I-Vehhâc'da da böyledir.
İcara veren zat, icarı
fazla bulursa, icareyi feshedemez. Bu fazlalık iki kat bile olsa, bu böyledir.
Gâyetü'I-Beyân'da da böyledir.
Bir yeri icarlayan
şahıs, sanat değiştirmek isterse (Mesela: Ticareti terk edip, ziraatçılık
yapacak olursa veya bir yeri ekmek için kiraya tuttuğu halde onu terkeder,
ekmezse ve ticaretle uğrayacağını söylerse) işte bunlar özürdür. Bedâi"de
de böyledir.
Bir kimse, bir
çarşıda, ticaret yapmak için bir dükkan icarladıktan sonra, o çarşı muattal
olur ve ticaret yapmak imkanı kalmazsa; icareyi fesh eder. Zira, bu bir
özürdür. Gınye'de de böyledir.
Bir adam, Kûfe'den
Bağdad'da gitmek üzere, bir deve icarladıktan sonra, bir katır karlamak
isterse, o bir özür olmaz.
Fakat, bu deveyi veya
başka bir hayvanı satın alırsa, işte o, özür olur.
Bir adam, Bağdad'a
kadar bir hayvan icarladıktan sonra, seferden geri kalması icabeylese; veya
hacca gitmek üzere bir deve icarladıktan sonra, o yıl hacca gidemese; yahut
hastalansa, veya sefere çıkmakdan aciz kalsa, bunların tamamı özür
sayılır. Fetâvâyi Kâdîhâh'da da
böyledir.
Bir kimsenin, icara
tuttuğu ev yıkılır ve icara veren şahsın da başka evi olmazsa, —icarlayan şahsın, orda oturmayı irade ettiği müddetçe— bu icare
bozulmuş olmaz.
Eğer şehirden çıkmak
isterse, yine icare bozulmaz. Çünkü, bir zarara uğramış değildir ki akdi bozsun...
Şayet ev sokakda olur
ve oradan bir ev satın alıp müstecir borçlanır veya iflas eder ve o sokaktan
kalkarsa, işte bu, onun için bir özürdür ve bu durumda icare bozulur.
Keza, icara tutan
şahıs, başka bir beldeye gitmek.ister ve ev sahibi, evden çıkmasını istemezse,
bu durumda hakim müste'cire "çıkmasının zarurî olup olmadığı hususunda'',
yemin verir.
Keza, müste'cir, bir
ticaretten, başka bir ticarete geçmek isterse, bu da bir özürdür. Mebsût'ta da
böyledir.
Bir adam, içinde bir
iş yapmak üzere bir dükkan icarladiktan sonra,
o dükkanda, o san'attan başka bir san'at yapmak isterse,
yapacağı ikinci san'at, o dükkanda kolaylıkla yapılabilen bir meslek olması
halinde icareyi bozmaz; değilse bozar. Çünkü, Özür tahakkuk eylemiştir.
Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir adam, icarladığı
evden daha ucuzunu bulsa, bu bir özür olmaz.
Keza, bir kimse, bir
ev satın alıp, oraya taşınmayı murad eder veya bizzat bir hayvanı Bağdad'a
kadar icarlar; sonra da icarlayan zat o evden çıkmamak isterse, işte bunlar
birer Özürdür.
Şayet hayvan sahibi
hakime şikayet eder ve hakim ona: "Sabreyle, eğer giderse, hayvanınla
gider. Çünkü kiralanan, hayvanın adımlarıdır. Eğer götürürse, ondan faydalanır.
O takdirde icar gerekir. Eğer binmez veya hastalanır yahut bir şeyden korkar veya
hayvana bir arıza isabet eder ve ona binme imkanı kalmazsa, bu özürler
müste'cir için makbul olan özürlerdir.
Şayet hayvan sahibi
hastalanırsa bu durumda icare bozulmaz. Keza,
müste'cirin alacaklısı, hayvanı
habsederse, yine icare bozulmaz.
Bir adam, diğerini,
bir yükü, bir yere götürmek üzere icarladığında, yolun bir kısmını gittikten
sonra; gitmek istemez ve icareyi oraya bırakarak, ücretin yarısını isterse;
alimler: "Eğer geride kalan yarı yol, aynı kolaylıkta veya aynı zorlukta
ise, götürdüğü kadarının ücreti verilir." demişlerdir. Fetâvâyi Kâdîhân'da
da böyledir.
Bir adam, evini icara
verdikten sonra, bu icare akdini bozmak isterse; onu satıp, bedelini aile
efradına nafaka yapacak olması halinde, buna hakkı vardır. Kübrâ'da da
böyledir.
Evini kiraya veren bir
kimsenin müstecirinin alacaklısı gelir ve müste'cir evin ücretini (= icarını)
—ona verme mecburiyetinde kalırsa; ev sahibinin bu icareyi bozma hakkı vardır.
En uygun olanı, bu durumda icara veren şahıs, işi hakime çıkarır; akdi o bozar;
yoksa kendisi bizzat bozmaz. Muhıyt'te de böyledir.
Müste'cirin, ev
sahibinin borcu için, evi satması doğru olmaz. Fetvâ'da bunun üzerinedir.
Sirâciyye'de de böyledir.
Bu durum hakime haber
verilir ve icarcı, icarın kalkmasını isterse, bu durumda hakim, akdi bozmaz.
Şayet, müste'cirin bizzat kendisi satar veya icara verene veya başkasına
satmasını emrederse, hakim onu kabul eder.
Bu emir, hakime
duyurulur ve satıcı, alacaklının beyyinesini isbat ederse, bu durumda hakim, o
beyyineyi tasdik edip, bu icareyi bozar ve müşteriden evin bedelini alıp,
alacaklıya teslim eder.
Hakim hükmünü verene
kadar, müstecirin ev sahibine icar vermesi zaruridir. İcar ev sahibinin olur ve
o, ona helal olur.
Keza, icara veren zat,
durumu hakime haber vermeden önce, kendisi evini satar; sonra da durum hakime
haber verilirse, bu durumda da müste'cir, —icara veren şahsın gerçekten borçlu
olduğunun hakim tarafından bilinmesi halinde— icarı, ev sahibine öder.
Fakat hakim, ev
sahibinin borçlu olduğunu bilmez; örf de ev sahibinin ikrarına göre hareket
etmek olur; alacaklı da alacağını ikrar eder; müste'cir de bunu inkar ederse,
İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, o yer satılır; icare düşer.
İmâmeyn'e göre ise, bu
yer satılmaz; icare devam eder. Muhıyt'te de böyledir.
Hakim, bu evi sattığı
vakit, önce müste'cirin alacağını öder
artanını da diğer alacaklıya verir.
Eğer ev sahibi borçlu
olarak ölürse, bu durumda en haklı olan müste'cirdir rehinde olduğu gibi...
Şayet arazi ekili
ise, mahsul yetişene kadar, borç için akid bozulmaz.
Mahsul olgunlaştığı
zaman, borcu yüzünden habsedilen şahıs, o mahsulü idrak etmesi için hapisten
çıkarılır.
Şayet müşteri o yerin
icara verilmiş olduğunu bilirse, alımını feshetmez; sabreder.
İcâre müddeti
tamamlanınca, mahsulü, mal sahibi müste'cirin izni olmadan satmış; müstecir de
bu satışı reddetmişse, bu durumda bey' ( = satış) bozulur mu?
Alimler bu hususta
ihtilaf etmişlerdir.
Esahh olan kavil ise,
bu satışın bozulmamasıdır. Eğer müste'cirin izni ile satmış ise, bu icare
bozulmuştur. Gıyasiyye'de de böyledir.
Müste'cir, aczi
sebebiyle fukara olduğu veya bir kazanç temin edemediği yahut hastalandığı için
icareye muhtaç olsa, bu durum akdin devamına mani olmaz. Hulâsa'da da böyledir.
Bir adam, önce
kölesini icara verir; sonra da onu satarsa; bu bir özür değildir. Ve icareyi
bozmaz. Çünkü, akdin devam etmesinde ona bir zarar yoktur. O köle, icare
müddetine kadar, müste'cirin tasarrufunda kalır. Nihâye'de de böyledir. -
Evini icare veren zat,
kâr zahir oldu diye, evini sattığında, bu icareyi bozmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da
da böyledir.
Bir adam; bir seneliği
yüz dirheme bir köle icarlar ve bir batmanda içki verecek olur; karşılıklı
teslim-tesellüm yapıldıktan sonra da icara veren zat, akdin fesadından dolayı
icarı bozarsa, buna hakkı vardır. Tatarhâniyye'de de böyledir.
Bir terzi, birlikte
çalışmak üzere bir köle icarladıktan sonra, iflas eder veya hastalanır ve o
sokaktan çıkmak isterse, bu bir özürdür. Fakat başka bir iş yapmaya intikali
Özür olmaz. Çünkü o terziyi ister o mahalde istihdam eder; isterse diğer bir
dükkanda çalıştırıp ücretini verir. Tjmurtâşî'de de böyledir.
Bir adam, diğerini,
elbisesini yıkatmak veya gömleğini biçtirmek yahut evinin duvarını ördürmek
veya tarlasına tohum ektirmek için icarladıktan sonra, o,onu yapmazsa, işte bu bir
özürdür.
Bir kuyu kazdırmak
için icarlasa yine aynıdır.
Hacamat yaptırmak ve
kan aldırmak için icarlayıp, sonra da bundan vazgeçse, bu da aynı şekilde özür
sayılır.
Şayet bu durumlarda,
icarlanan zat, o işi yapmaktan kaçınırsa, ona cebredilir ve bu durumda icare
bozulmaz. Muhiyt'te de böyledir.
Bir adam, bir arazi
icarladığında o yeri kum basar veya o yer sertleşip, sürülüp ekilmez hale
gelirse, bu icare batıl (~ geçersiz) olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Şayet bu araziyi su
basar ve ekilmez hale gelirse, bu da icarenin bozulmasına sebeb olabilir.
Nevazil kitabında
şöyle zikredilmiştir:
Şayet suyu kesilecek
olursa, yine fesh hakkı sabit olur.
Eğer, bu araziye ekin
eker ve o halde de ecr-i misille o yeri bir başkasına terkeder, o da razı
olursa, bu işlem geçerli olur. Hulâsa'da da böyledir.
Bir adam, ziraat için
bir arazi icarladıktan sonra, başka bir yeri ekmek istese, bu bir özür
sayılmaz.
Nevazil'de şöyle
zikredilmiştir:
Bir köyde bir arazi
icarlayan bir kimse, sonra onu bırakıp, başka bir köyden bir yer icarlarsa, —bu
köylerin arasında sefer müddeti olan (90 kilometrelik bir mesafa bulunması
halinde,— bunu yamaya hakkı olur. Şayet bu mesafeden az ise, hakkı yokdur.
Çünkü sefer müddetinden aşağı olan mesafe hakkında çok ahkam vardır. Bir
mahalden, bir mahaîe gitmek gibi... Timurtâşî'de de böyledir.
Müste'cir hastalanıp,
ziraatçılıktan aciz kalır ve kendisi bizzat ekemez ise, işte bu bir özür olur.
Şayet başkası ektirmez
ise bu özür olmaz. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.
Bir adam, bir köleyi,
hizmet için icarlar ve bu köle hasta olursa, bu durumda müste'cir, icareyi
feshedebilir.
Şayet bu hale müstecir
rıza gösterirse, bu durumda icara veren şahıs, icareyi feshedemez. Fetâvâyi
Kâdîhân'da da böyledir.
İcarlanan bir köle
kaçarsa, bu da bir özürdür.
Şayet, bu durumda
müste'cir icareyi feshetmez ve bu köle geri gelirse, kaçtığı günlerin icarı
düşer ve akid baki kalır.. Serahsî'nin Muhiytı'nde de böyledir.
Şayet icarlanan köle
hırsız olursa, müste'cir onun icaresini fesh eder. (- bozar)
Bu kölenin efendisinin
bu icareyi fesh hakkı olmaz. Mebsût'ta da böyledir.
Eğer icarlanan köle,
yapacağı işi başaracak kabiliyette olmazsa, bu hal, müstecir için, fesh sebebi
olmaz.
Şayet yaptığı işi
bozarsa, bu durumda müste'cir muhayyerdir. Muhıyt'te de böyledir.
Belirli bir hayvan,
yük taşımak üzere kiralanır ve bu hayvan ölürse, bu durumda bu icare fesh olur.
Fakat hayvan, belirli olmaz ise, yerine başka bir hayvan getirir. Zehıyre'de de
böyledir.
Belirli bir hayvan
kiraya verildiğinde, o hayvan hastalanırsa, bu hal, kiraya veren için özür
olur.
Bir başkasını, verir
ve o hastalanırsa, bu hal özür olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Müste'cir yolun bir
kısmında ölürse, o kadar mesafenin ecri alınır. Geride kalanın hesabı batıl (=
geçesiz) olur.
Hişam, İmâm
Ebû .Yûsuf (R.A.)'un
şöyle buyurduğunu nakletmiştir:
Bir kadın, kurban
bayramı günü, farz olan tavafı yapmadan Önce doğum yapar; icarcı olan deveci de
onunla birlikte kalmaya razı olmazsa, işte bu bir özürdür; icare bozulur. Çünkü
kadın,' tavaf etmeden Mekke'den çıkamaz; deveci de o müddet bekleyemez.
Şayet kadın önce doğum
yapmış olur ve bir hayız müddeti kadar veya daha az bir zamanı kalmış olursa;
bu durumda deveci beklemeye mecburdur. Sirâcü'I-Vehhâc'da da böyledir.
Bir adam, bir sene
süre ile bir iş öğretmek üzere, bîr adamı icarlar; senenin yarısı geçtiği halde
o adam bîr şey öğretmezse, gördüğüm rivayete göre, bu durumda müste'cir icareyi
fesh eder.
Şeyhu'I-İmâm
Aliyyü'l-İsbîcâbî'de benim gördüğüm gibi fetva vermiştir. Suğrâ'da da böyledir.
Bir adam, bir şey
satın alıp, onu bir başkasına icare verdikten sonra, o şeyde bir kusur belirir
ve o kusuru sebebiyle, müşteri onu satan şahsa geri verirse, bu durumda, icare
akdi feshedilir. Muhıyt'te de böyledir.
Tecrîd'de şöyle
zikredilmiştir:
Bir adam, nefsini bir
iş veya bir san'at icra etmek için icara verdikten sonra, o işi yapmama hakkı
yoktur.
Şayet, o iş kendi işi
değilse ve onu yapınca ayıplanacaksa, bu iş akdini feshetme hakkı vardır.
Hulâsa'da da böyledir.
Bir kadın, kendi
nefsini, yapınca ayıplanacağı bir işe icara verdiği zaman, o kadının ehli, onu,
o işten çıkarır ve icare feshedilir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir değirmenin suyu,
fazla miktarda azalmış olursa, müste'cirin icareyi fesh etme hakkı vardır.
Natıfî'nin Vâkıatı'nda
şöyle zikredilmiştir:
Su azalmış olduğu
halde, değirmeni döndürüyor ancak eski halinin yarısı kadar öğütebiliyorsa; bu
durumda da müste'cir değirmeni reddedebilir. (~ geri verebilir) Şayet
reddetmiyor ise, buna razı oluyor demektir.
Keza, bu değirmenin
suyu bazı zaman kesiliyor; müste'cir ise, burayı belirli bir bedelle aylık
olarak icarlamış bulunuyorsa, bu durumda müste'cir muhayyerdir.
el-Asl'da şöyle
zikredilmiştir:
Su gelene kadar icar
fesh edilmezse, gelecek ayların icarı verilir; susuz ayların icarı kalır.
tmâm Muhammed (R.A.),
el-Asl kitabında "bu hususun hesaplanması hakkında alimlerin ihtilaf
ettiklerini" yazmıştır. Bazıları: "Bir ayda on gün su kesilirse, o
aydan on günlük icar düşer. Bu da aylığın üçte birisidir." demişlerdir.
Şeyhu'I-İslâm:
"Esahh olan da budur," buyurmuştur. Zehıyre'de de böyledir.
Bir adam, içinde
değirmen bulunan bir evi icarlar ve onlardan her birinin hakkını da söylerse;
değirmen buna dahil olmaz. İcara veren zat değirmeni kaldırır.
Şayet evleri
değirmeniyle birlikte icarlarsa, o zaman da, değirmen de onun hakkıdır.
Eğer suyu kesilirse,
sene geçene kadar, onu geri vermez.
Eğer o ev, değirmensiz
bir menfaat temin etmiyor ise, icar evle değirmenin arasına taksim edilir. O
hücrenin icar hissesi düşer; diğerinin hissesi kalır.
Değirmen olmayınca
menfaat vermeyen ev hakkında müste'cirin yapacağı bir şey yoktur. Fetâvâyi
Kâdîhân'da da böyledir.
İbnü Semaa'nın
Nevâdiri'nde, İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
Bir adam, bir su
değirmenini, alet ve evi ile birlikte, suyu da akmakta olduğu halde icara
tuttuktan sonra, bu değirmenin suyu kesilirse, bu bir özürdür.
Şayet, bu değirmeni,
suyu kesik iken icarlar ve bu değirmene su temin etmek için masraf yaparsa, bu
masraf kendisine ait olur.
Şayet kanal kazıp suyu
akıtır; sonra da o su ile kendi ziraatını sulayıp, icar vermeyi de terk ederse,
bunu yapmaya hakkı yoktur; değirmenin icarını öder.
Şayet mezrûatına,
suyunu akıtılmamasından dolayı büyük bir zarar isabet ederse, işte bu bir
özürdür. O takdirde, icareyi terkeder. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, bir arazi
icarladığında, onun suyu kesilirse; bu arazinin nehirle veya yağmurla sulanıyor
olması halinde, yağmur suyu kesilirse, ücret verilmesi gerekmez.
Bir adam, bir arazi
icarlar ve ekmeden önce, bir müddet geçerse, o geçen müddet için icar yoktur.
Mesela: Bir gasıb, bir
yer gasbeyleyip, onu ekmiş ve ona afet isabet ederek, ziraat yok olmuş veya
ekdikten sonra su basmış ve ekilen şey bitmemiş ise, İmâm Muhammed (R.A.)'den
gelen bir rivayete göre bu durumda icare ücretinin tamamı ödenir.
Diğer bir rivayette
ise, bir adam bir yeri icarlayıp eker ve oranın suyu azalır veya tamamen
kesilir; icara veren şahıs da, hakime baş vurursa, bu durumda hakim, ecr-i
misille, ziraat yetişene kadar beklemesini söyler.
Eğer bundan sonra su
gelir ve bu yeri sularsa, icarda bir eksiltme yapamaz. Muhtârül-Fetâvâ'da da
böyledir.
Ziraat tamamen zayi olursa, icar gerekli olmaz. Muhıyt'te
de böyledir.
Bir kimsenin
icarladığı arazinin suyu kesilince, ziraat susuz da meydana gelirse, bu durumda
suyun kesilmesi Özür olmaz.
Şayet susuz olmaz ise,
o, özür olur. Her ne kadar, bu hal, icareyi feshetmese bile, icare yoktur.
İcareyi fesh etmez,
sonra da ziraatı sularsa, bu durumda fesh hakkı kalmaz.
Eğer su, arazinin bir
kısmına, yetecek kadarsa, o zaman icarcı muhayyerdir: Dilerse, o yer nisbetinde
icar öder. Gıyâsiyye'de de böyledir.
Yerini icara veren bir
kimse, icara verdiği bu yerden, bir ağaç söktüğünde, eğer bu ağaç, faydalı ve
maksûde olan bir ağaç ise, bu durumda müste'cir icarı feshedebilir. Zehıyre'de
de böyledir.
Fetâvâyi Ahû'da şöyle
zikredilmiştir: KâdîBedîu'd-Dîn'den Sorulmuş:
— Bir müste'cir,
icarladığı yerin ağacından satmak üzere mal sahibinden izin alsa ne olur?
İmâm şu cevabı
vermiş:
— İcare bozulmaz. Yine
sorulmuş:
— Müste'cir, on
dirheme icarladığı bir yeri: "Dokuz dirheme satın aldım." deK satıcı
da: "Ben, onu on dirheme sattım." derse; durum ne olur?
İmâm şöyle buyurmuş:
— Bu da fesh değildir.
Yine sorulmuş:
— Bir adam, bir evi belirli bir icarla tutup,
bir müddet de içinde oturduktan sonra, Harzem askerlerinin korkusundan çıkıp
gider; mal sahibi de onu başka birine icare verir; önceki adamdan da icarı
peşin almış olur ve önceki icarcı gelirse, bu durumda, ikinci icarcıyı, oradan
çıkarabilir mi? Ve oturduğu kadar için gereken icarı ondan alabilir mi?
İmâm şu cevabı verdi:
— Evet, —eğer o evi,
icareyi fesh etmeden terk etti ise ve ev sahibine başkasına icara vermeye izin
verdi ise— alır.
Şayet izin vermediyse,
ev sahibi gasıb olur; ücret de kendinin olur; müste'cire bir şey gerekmez.
Tatarhâniyye'de de böyledir.
Bir adam, diğerinden,
aylığı bir dirheme, bir köle icarlar; köle de hastalanıp iş yapamaz hale gelir,
fakat başka bir iş yapabilecek halde olursa, müste'cir, isterse icareyi bozar.
Eğer bozmaz ve bir ay
geçerse, o ayın ücretini vermesi gerekir. Şayet hiç bir iş yapamayacak şekilde
hastalanmış olursa, ona icar gerekmez. Zehıyre'de de böyledir.
Bir adam, diğer birini
gösterdiği yere bir kuyu kazmak üzere icar-layıp, çevresini de gösterir ve on
arşın derinliğinde olacağını, her arşınına şu kadar icar vereceğini de şarta
bağlar; adam da bir kaç arşın kazınca ölür; kuyu sahibi ise, kalan kısmını
başkasına kazdırırsa, icarı hissesine isabet eden kadar verir. Çünkü kazılan
kuyular için, üst tarafın kazısı ile alt tarafın kazısı bir değildir. Üst taraf
kolay olduğu için, ucuz; alt taraf zor olduğu için, pahalı olur. Elbette.
kıymetleri cem etmek adaletin tahakkuk etmesi için gerekir. Sonra, üst tarafın
ücreti, ile, alt tarafın ücreti açığa çıkınca, en alt kısmın kıymeti, bir üstün
kıymetinin iki katı olarak hisseler taksim edilir. Muhıyt'te de böyledir.
(Buna bir örnek
verelim: Birinci adam altı arşın kazınca ölürse, ücretten hissesi ne olacaktır?
Şayet sonuncu arşının
kazım ücreti yirmi dirhem olursa, dokuzuncu ve sekizinci arşınların kıymeti de
yirmi dirhem olur. Ve sekizinci arşının hissesine on dirhem düşer.
O zaman yedinci ve
altıncı arşınların ücreti beş dirhem olur. Beşinci arşının hissesine 2 Vı (=
iki buçuk) dirhem düşer.
Beşinci arşının
hissesi, iki buçuk dirhem olursa, dördüncü ve üçüncü arşınların ücreti 1 XA
dirhem eder. Geride kalan ikinci ve birinci arşınlar da yarım dirhem ve bir de
dirhemin sekizde birisi (yani 5/8 dirhem) olur.
Bu durum muvacehesinde
birinci adamın kazdığı altı arşın, kuyunun hissesi meydana çıkmış olur ki, bu
da: 5/8 + 1 1/4 + 2 1/2 = 5/8 + 5/4 + 5/2 = 5 + 10 + 20/8 = 35/8 = 4 3/8 (=
dört tam üç bolü sekiz) dirhem eder.)
Uyün'da şöyle
zikredilmiştir:
Bir adam, diğerinden
bir arazi icarlayıp, onu eker; sulayacak su bulamaz ve ektiği şey kurursa;
oranın susuz olduğunu bilerek icarlamış olması halinde ücretini vermesi
gerekir.
Eğer, suyunun olduğunu
bilerek icarlar, fakat suyu olmaz veya kurursa, bu durumda kiraya tutan şahıs
muhayyerdir.
Şayet, ekilen şeyler
susuzluktan mahvolursa, bu durumda ücret sakıt olur. Kübrâ'da ve Muhıyt'te de
böyledir.
Bir adam, ziraat için
bir yer icarladığında büyük kanal harab olur ve adam bu araziyi sulamaktan aciz
kalırsa, icareyi feshedebilir.
Şayet icareyi bozmaz
ve bir müddet zaman geçerse, bu durumda icar vermesi gerekir.
Bu halde duruma da bir
çare vardır; şöyleki: İcarladığı yere bir şey eker ve bu hallerin birine gücü
yetmezse, bu durumda o şahsın ücret vermesi gerekmez.
Keza, suyu kesilmez
fakat, bu yeri sel basar ve ziraat imkanı kalmazsa, yine icar gerekmez.
Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir adamr dağ
arazilerinden bir yer icarlayıp onu eker; yağmur da umûmî olarak yağmaz ve ekin
bitmez ve bir sene geçtikten sonra yağmur yağıp, ekilen o tohum biterse, İbnü
Semâa, İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir:
Bu durumda mahsulatın
tamamı müste'cirindir ve o yere kira da yoktur.
Üstadımız şöyle
buyurmuştur:
Bir yerde nebat
bitmeden önce, oraya kira vermek yoktur. Fakat nebat bittikten sonra, o yerde
biten ziraatın bekletilmesi gerekir ve oraya ecr-i misil ödenir. Kübrâ'da da
böyledir.
Müntekâ'da şöyle
zikredilmiştir:
Şayet yağmur yağmaz ve
o sene ekilen bitmez de, üzerinden bir sene geçer, sonra da mahsûl yetişirse,
bu mahsûl eken şahsındır; fazlasını tasadduk eder. Eğer mal sahibi: "O
benimdir." derse, buna hakkı olmaz. Hulâsa'da da böyledir.
Ebû'l-Leys'in
Fetvâları'nda şöyle zikredilmiştir:
Bir adam, bir mevkide
iki adet su değirmeni icarlar ve kanalını temizlemek, kazmak da icar veren
şahsa ait olur ve bu şahıs birinin kanalını kazar ve bu suyu ikisine taksim
edince, yapılacak işe noksanlık verirse, akde riayetsizlikten dolayı, icara
tutan şahıs muhayyerdir: Şayet akdi bozmazsa, ikisinin ücretini de verir.
Eğer su, yalnız birine
kafi gelir ve tutan şahıs icareyi feshetmezse, onlardan birinin icarını verir.
Eğer icarları değişik
ise, icarı yüksek olanın ücretini —su ona tam kafi geliyor ise— öder. Muhıyt'te
de böyledir.
Bir adam,
bir çadır icarlar ve onun kazıkları
kınlırsa, bu durumda, ücret
gerekir. Müste'cir, bu sebeple icarı feshetmez.
Şayet, bu çadırın
ortadaki uzun direği kınlırsa, bu durumda, bu çadırı tutan şahıs, ücret vermez.
Zehıyre'de de böyledir.
Bir adam, bez dokuyucu
bir şahsı: "Şu iplikleri doku." diye icarladığında, onun tezgahı
kırılır ve uzun müddet yapamazsa, icar feshedilir. Bu, kırığın fazla olması
halinde böyledir. Gınye'de de böyledir.
Bir müste'cir,
icarladığı evde, içki içmek gibi, faiz yemek gibi, zina ve livata yapmak gibi
açık bir kötülük yapıyorsa, ona iyilikte emredilir.
Bu durumda, kiraya
veren şahıs da, komşuları da, onu evden çıkaramazlar.
Keza, kiraya tutan
şahıs, o evi hırsız yuvası yaparsa, durum yine böyledir. Hızânetü'l-Müfrîn'de
de böyledir.
Bir adam, diğerinin
dükkanını, bir seneliğine icarlar, bu dükkanın arkası da bir mescide dayalı
olur; bir sene geçer ve bu müddet içinde, mescid o tarafından, o dükkandan üç
kerre hırsızlık yapılırsa, bu durumda müste'cir, akdi nakşedebilir mi?
— "Eder"
denilmiştir. Zehiyre'de de böyledir.
Bir adam, diğerini
sahrada çamur yapmak üzere, veya benzeri bir iş için, bir günlüğüne icarlar; o
günde yağmur yağarsa, icarcı sahraya çıkınca, ona ücret yoktur.
Zahîrü'd-Dîn el-Mürğînânî böylece
fetva vermiştir. Tatarhâniyye'de
de böyledir.
Şemsü'l-Eimme'den
soruldu:
— Bir adam, bir köyde, belirli müddetle bir
hamam icarlar ve insanlar oradan dağılıp kaçarlar; icare müddeti de geçerse, bu
durumda icare vermek gerekir mi?
İmâm şöyle buyurmuş:
— Şayet hamam adam
bulamazsa, icare gerekmez.
Rüknü'l-İslâm
Aliyyü's-Sağdî'de cevaben:
— "İnsanların
tamamı değil de, bir kısmı gitmiş olursa, ücret gerekir.' * demiştir.
Cevabın doğrusu da
budur. Zehıyre'de de böyledir.
Bir adamın icarladığı
evde, karısının oturmaması özür sayılmaz.
Yapılan icare
akidlerinin tamamı, akidin (= akid yapan şahsın) ölmesiyle, infisah eder. (=
bozulur) Akid yapılmamış ise, Ölümle bozulmaz.
Eğer akid yapanın
vekili, babası, vasisi isterlerse, yine akid bozulur. Keza, vaktin
mütevellisi ölürse, akid
bozulur. Zehîyre'de de böyledir.
İcâre akdini bir
hakim yapınca, onun
ölümüyle, bu icara bozulmaz. Hulâsada da böyledir.
Bir müste'cir, icare
akdinin feshedilmesinden sonra, bir müddet daha tuttuğu yerde te'vil ile,
oturursa, ondan fayda temin etmiş olması halinde, bu şahıs —vermesi gereken
icarı verene kadar— hapsedilir.
Muhtar olan da budur..
Keza, vakıfta da,
icara veren şahıs öldükten sonra, icarcı oturursa, muhtar olan görüş, kitabın
cevabıdır.
O da ücret
istenilmeden, bir ücret vermemektedir.
Fakat ücret
istenildikten sonra, ödemez ise, o.zaman ilzam olunur, (suçlanır) Aynı
öncekinin durumuna düşer yani habsedilir. Aradaki fark, önce istenilecek
olmasıdır.
Muhıyt'te: "Her
durumda icar gerekir." buyurulmuştur. Kerderî'nin Vecizi'nde de
böyledir.
İcârede fuzûlî
icareden Önce ölürse, akid geçersiz olur. Eğer sonra ölürse, geçersiz olmaz.
Hizânetü'l-Müftîn'de de böyledir.
Fuzûlînin (= yabancı
bir adamın) icaresinin sıhhat şartı, şu dört şeyle kâim olur: Âkidin (= akdi
yapan iki kişi), malik ve ma'kûdün aleyh. Eğer bedel para ise, onun mevcut
olması şarttır. Bu durumda şart, beş olur. Suğrâ'da da böyledir.
İcara verenin ve icara
tutanın cinnet getirmesi sebebiyle, icare bozulmaz. Zahîriyye'de de böyledir.
İcara veren ve İcara
tutan şahıs irtidad edip dar-i harbe giderler ve hakim de dar-i harbe
gittiklerine hükmederse, icare batıl (= geçersiz) olur.
Şayet icare müddetinde,
tekrar müslüman olarak dar-i İslam'a gelirlerse, bu durumda icare eski haline
dönüşür. Yani caiz olur. Hızâ-netü'l-Müftîn'de de böyledir.
İki adam, bir kişiye,
bir ev icar verdikten sonra, icara veren bu iki kişiden birisi ölürse, onun
hissesi batıl olur. Bu bize göredir; sağ kalanın hissesi baki kalır.
Keza, iki kişi, bir
adamdan bir ev icarladiklarında, onlardan birisi ölür ve varisleri icarenin
aynı halde kalmasını isterlerse, öyle kalır. Akid yapan şahıs da, buna razı
olursa, bu caizdir. Bedâi"de de böyledir.
İki kişi, bir adamdan
bir arazi icarladiktan sonra, bu icarcılardan birisi ölürse, icare sağ kalan
hakkında batıl (= geçersiz) olmaz. Hali üzere kalır; icare fesholmaz. Bu hal,
bir özür de sayılmaz.
Bu durumda çıkan
mahsûlü, icarlayan şahısla, ölenin varisleri, yarı yarıya taksim ederler.
Terekeden de arazinin hisselerine düşen icarını öderler.
Onun ölümüyle, icare
bozulmaz. Eğer ziraat mevcut ise, bu varislere intikal eder.
İcare de ne konuşulmuş
ise odur. Ecr-i misil gerekmez. Mahsulat olgunlaşana kadar bu böyledir.
Ve bu sahihdir.
Yalnız icare müddeti
biter ve ziraat mevcut bulunursa, o zaman ecr-i misil olarak varislerin elinde
kalır. Cevâhiru'I-Fetâvâ'da da böyledir.
Müste'cir, miras veya
bağış yoluyla, aynen icarladığı şeye sahib olurlarsa, bu durumda icare batıl
olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimse,
rhüste'cire: "İcarladığını sat." der; o da: "Olur." derse,
bu durumda, onu satmadıkça, icare fesholmuş sayılmaz. Gmye'de de böyledir.
Bazı alimlerin şöyle
dediği hikaye olunmuştur:
İcara veren şahıs,
müste'cire: "İcâreyi sat." der; o da, onu bir başkasına satarsa, bu
caiz olur. Şayet icare yeri, rehin olur ve rehin alan şahıs, rehin veren şahsa:
"Onu, filana sat." der; o da satarsa, bu caiz olmaz. Zehıyre'de de
böyledir.
Müste'cir, uzun süreli
bir icarede, icare malını ister; icara veren de: "Olur." veya farsça:
"Olur, veririm." yahut: "Müsade et." derse, bu durumlarda
icare fesholur.
Şeyhu'1-İmâm Üstad
Zahîrüddîn el-Mürğînânî de böylece fetva vermiştir.
Şayet icara veren zat:
"Yakında hasıl olur." derse, bu durumda fesholmaz.
Eğer: "Olur;
yakında vereyim." derse, icare fesholur.
Eğer: "Benim
malım değildir; benim olmuş olsa, sana veririm." derse, bu durumda icare
fesholmaz.
Uzun va'deli icare
malının bir kısmını, icarını istemeksizin verirse; bu durumda icare —malın
tamamını vermedikçe— fesholmaz.
Sadru'ş-Şehîd ve bazı
alimler, ekserisine itibar etmişlerdir ve Üstad Kâdî şöyle buyurmuştur:
Delâletli almış olsa
bile, icare fesh olur. Fesh yoluyla olsa, yine fesh olur; mal, ister az olsun isterse
çok olsun, bu böyledir.
Muhıyt'te şöyle
buyurulmuştur:
Delaletsiz olur ve bu
feshe delalet ederse, tamamını almadıkça fesh olmuş olmaz.
Bu, bazı alimlerin
kavlidir.
İmâm Zahîrü'd-dîn, bununla
fetva vermiştir. Hulâsa'da da böyledir
Buhârâ Fetvâlan'nda
şöyle denilmiştir:
Müste'cir, icara veren
şahsa: "Bu icare evini bana sat." der; diğeri de: "Olur."
derse, bu durumda icare bozulur.
Şayet icara veren
zat: "Evi satıyorum." der;
icare alan da: "Olur." karşılığını verirse, bu icare bozulur.
Müste'cir, icara veren
şahsa: "Bu evi, bana satar mısın?" der; icara veren şahıs da:
"Onu satıyorum." derse, Burhânüddin ve Kâdî-hân: "İcare
bozulmaz." buyurmuşlar; Kadı Bediüddin ise: "bozulur."
buyurmuştur.
kara veren
şahıs, icarlayan şahsa:
"Ben, bu evi,
filana satıyorum." der; icarlayan şahıs da: "Onu sat."
derse, bu durumda da icare bozulur. Ginye'de de böyledir.
icare veren şahıs:
"İcare malını sözleştim." der; icarlayan şahıs da: "Malının
icarını al; sanki ben onu infak ediyorum." karşılığını verir; icara veren
şahıs da: "Sen bilin." derse; Burhânüddin: "Bu durumda icare
bozulmaz." buyurmuş; Kâdî Bedîü'd-din ise: "Eğer feshe niyet etmişse
bozulur; değilse bozulmaz." buyurmuştur.
İcara veren şahıs,
icarlayan şahsa: "İcare malını sen al." der; icarlayan
da:"Olur." derse, bu durumda icare bozulur.
Müste'cir: "îcare
malını bana ver." der; icara veren şahıs da: "Olur." derse; bu
durumda da icare bozulur.
Celâlii'd-dîn, bununla
fetva vermiş; Kâdîhân ise, bunun hilafına "Bozulmaz." diye fetva
vermiştir.
Fuzûlî de böyledir.
FüsûIü'I-Imâdiyye'de de böyledir.
İcare veren şahsın
elçisi, icarlayan şahsa: "Sana icara veren şahıs bu malı al diyor."
der; müste'cir de: "Olur." derse, bu durumda da icare bozulur.
Gmye'de de böyledir.
İcara veren şahıs bir
kişi, icarlayan ise, iki kişi olurlar ve icara veren şahıs, o malı onlardan
birine verirse, —diğerinin haricinde— onun icarı fesholur.
Şayet icara veren iki
kişi; icara alan bir kişi olursa; birinin vermesiyle, yine icare fesholur. (=
bozulur) Vermeyinin icare hissesi kalır. Birisi öldüğü zaman da böyledir.
Muhıyt'te: "Anahtarı birisi verirse, onun hissesi bozulur." denilmiştir.
Müste'cir, icara veren
şahsa, bir adam yollar ve icara veren şahıs ona: "Dirhemleri hazırla, gel,
teslim al." der; müste'cir gelir; icara veren şahıs da: "Ben
dirhemleri sana infak eyledim." derse, bu durumda icare bozulmaz. Hulâsa
da da böyledir.
Müste'cir, icara veren
şahsa: "Sen icare verirken, ben
onun hudutlarını bozdum." derse, bu durumda icare fesh olmuş olur.
Müste'cir hududu söylemez
ve icara veren şahsa da izafe etmezse, yine böyledir.
Keza, icara veren
şahıs icarlayan şahsa: "Sana
hududlarım söylediğim yerin icaresini fesh ettim." derse,
bu fesh sahih olur. Zehıyre'de de
böyledir.
Bir adam, evini icara
verir ve icare müddeti bitmeden bu evi satarsa, bu alış-veriş satıcı ile alıcı
arasında caizdir.
Hatta icare müddeti
bitince, müşterinin onu alması gerekir; almamazlık yapamaz.
Ancak müşteri evin
teslimini ister ve bu icare müddetince mümkün olmaz ise, bu durumda hakim aralarındaki
sözleşmeyi bozar. Çünkü o, teslimi caiz olan müddette teslim etmemiştir. Tahâvî
Şerhî'nde de böyledir.
İcara veren şahıs,
icara verilen şeyi, icara verdiği adamdan izin almadan bir başkasına satarsa,
bu alış-veriş satan ve satın alan şahıslar hakkında caizdir. Bu durumda icarı
yenilemeye ihtiyaç yoktur.
Bu alış-veriş icara
veren şahıs hakkında, icare hakkından vaz geçinceye kadar caiz olmaz.
Sahih olan da budur.
Muhıyt'te de böyledir.
Müste'cir satışa izin
verince, bu satış —hepsinin hakkında da— caiz olur. Fakat, müste'cirin elindeki
mal, —malına kendisi varana kadar— boşaltılmaz. Satışa razı olması icareye de,
yani onun feshine de rıza göstermesi demek olur.
Bazı alimlerimiz:
"îcara veren şahıs, icara verilen şeyi, icara verdiği zatın izni olmadan
satar ve müşteriye, onun rızası ile teslim ederse, bu durumda, icara tutan şahsın, onu hapsetme
(elinde tutma) hakkı kalmaz. Teslim etmeden satışa izin verirse, bu
durumda, evi elinde tutma hakkını zayi etmiş olmaz.
İcara veren zat, icara
verdiği şeyi, kendisine icara verdiği adamın rızası ile satıp, icareyi de
fesheder veya ikisi birlikte akdi bozarlar yahut mezruatm müddeti tamam olur ve
bu durumda bırakırlarsa, —hilafsız— satış caiz olur.
Şayet müste'cir, icara
veren şahsa, karşı, bütün husûmetini ibra edip, da'valarmdan vaz geçer sonra da
mezruat olgunlaşır ve icara veren şahıs, onun gelirini kaldırır müste'cir de
gelerek nefsî gelirini talep ve dava ederse, bu davası sahih olu rmu?
"Uygun olanı,
davasının dinlenmesidir. Çünkü hasılat ibradan sonra olmuştur. Şayet icara
veren şahıs, geliri kaldırdıktan sonra, müste'cir ibrada bulunup, —husumet ve
davadan vaz geçer; daha sonra da gelir iddasında bulunursa, bu durumda davası
dinlenmez. (= kabul edilmez.) denilmiştir. Muhıyt'te de böyledir.
Müste'cir izin verir
ve icara verilen yeri, icara veren şahıs satar ve böylece icare feshedildikten
sonra, bir kusuru yüzünden, müşteri, o yeri geri verirse; bunun fesh yoluyla
olmaması halinde, icareye rücû edilmez; burda şek yoktur.
Eğer red, fesh yoluyla
olursa, bu durumda icareye dönülür mü? Vâkıâtü'I-Fetâvâ'da, Kâdî İmâm
ez-Zerencerî: "Bu durumda, icareye rücû edilmez." demiştir.
Şeyhu'l-İslâm Abdurreşîd
bin Hüseyin: "Ona
rücû edilir ." demiştir. Hulâsa'da da böyledir.
Rehin bırakılan bir
evin bodrum katı, bir seneliğine icarlandıktan sonra, sene geçmeden önce, borç
ödenirse, bu icare feshedilir. Bu borç ister rıza ile, isterse zoraki ödensin
farketmez. Gınye'de de böyledir.
Uzun va'deli senedde,
"her biri için, muhayyerlik müddetinde fesh velayeti vardır; ister
arkadaşı olsun, isterse olmasın." denilirse, durum ne olur?
Kâdî İmâm Ebû Ali ve
başkaları: "Gerçekten bu akid, şartın şer'-i şerife muhalif olduğu için—
fasid olur.
Fadlîise: "Akid
bozulmaz; zira, akdin içinde muhayyerlik müddeti mu;yoktur. Bu hükmüle her biri
fesh hakkına sahihtir; mülk muhayyerliği ile değil..." demiştir.
Biz, İmâm Muhammed
(R.A.)'in: "Bu akid bozulmaz." buyurduğuna dair bir rivayet bulduk.
Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.
Fetâvâyi Ahû'da
zikredildiğine göre, Kâdî Bedîu'd-Dîn şöyle demiştir:
Bu icare fesholur ve
icare malının bir kısmı alınır. Bir kısmı da tehir edilir.
Kadı Cemâlü'd-dîn'e
soruldu:
— İcara veren, şahıs,
icara verilen yeri satar; bu haber de müste'cire ulaşır ve o, müşteriye
gelerek: "Duydum ki sen, benim
icarlamış olduğum yeri satın
almışsın. Bana mühlet
ver de, mahsûlümü toplayayım.'' derse, ne olur?
O, şu cevabı verdi:
— Bu satış caiz ve
fetva sahihtir. Tatarhâniyye'de de böyledir.
Bir kimse, bir vakfı
on seneliğine icara verir; beş sene sonra da bu şahıs Ölür ve bu vakıf başka
bir musarrıfın eline geçerse, bu şahıs icareyi bozar. Geride kalan ücreti ölenin terekesinden ister. Gınye'de
de böyledir.
Ticarette izinli bir
köle, kazandığı bir şeyi icara verdikten sonra, ticaretten men edilse, bu icare
batıl olur.
Şayet, bir mükatep
kendi nefsini icara verdikten sonra, bedelini Ödemekten aciz kalırsa, bu
durumda icare batıl olmaz.
Keza, izinli bir köle,
nefsini icara verdikten sonra ticaretten —izinden— men edilirse, İmâm Muhammed
(R.A.)'e göre, bu icare feshedilmiş olmaz. Zahîrü'd-Dîn böyle zikretmiştir.
En doğrusunu Allahu
Teâlâ bilir. [38]
Bir kadının, belirli
günler boyunca belirli bir ücretle, bir gömlek icarlamasi caizdir.
Bu kadın, bu gömleği,
gün boyunca ve bir de gecenin evvelinde ve ahirinde giyer; ikisinin arasında
giyemez.
Şayet elbise soğuktan
veya sıcaktan koruma veya güzellik elbisesi ise, bunlar da böyledir.
Eğer elbise böyle
değil de basit, zelil bir elbise ise, onu gecenin tamamında da giyebilir.
Diğer elbiseleri gece
boyu giyer ve o yırtılırsa, onu tazmin eder. ( = öder)
Eğer bu elbise gece
yırtılmaz da, gündüz yırtılırsa, tazminat gerekmez.
Diğer elbiseler ile de
gündüz yatıp uyumak yoktur. Eğer yatar, uyur ve elbise bu yüzden yırtılırsa,
onu tazmin eder.
Uyuduğu zamanlar gasıb
olduğundan, o saatlere icar yoktur. Önce ve sonraki giydiği zamanlar için icar
vardır. Çünkü, icare sona ermemiştir ve icare akdi devam etmektedir.
Ücret taksimi, bu
saatlere göre, nasıl yapılır?
o şahsın giydiği
saatlerle, giymediği saatler hesaplanır.
Eğer elbise sıyanet (=
koruma) elbisesi ise, bu böyledir. Zillet elbisesi için, böyle bir durum
yoktur. Muhıyt'te de böyledir.
Bir kadın, elbiseyi
dışarda giymek için icarladığı halde, onu içerde giyse yine icarını verecektir.
Keza, o elbiseyi
giymese ve dışarıya da çıkmasa, yine icarını verecektir.
Keza, o elbiseyi fare
yer veya yanar yahut bit düşerse, yine icarını verir.
Şayet, hizmetçisine
veya kızına "giymelerini" söyler; onlar da giyer ve bu elbise,
yanarsa tazminat gerekir. Bu durumda kadın, o elbiseyi yabancıya giydirmiş
hükmünde olur. O zaman icar gerekmez. Mebsût'ta da böyledir.
Hizmetçisi izinsiz
olarak giyerse, o zaman tazminat gerekmez. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Bir kadın, bir
dirheme, bir günlüğüne, dışarda giymek üzere, bir elbise icarlar; bu elbise de,
o gün zayi olursa; icar yoktur. Eğer zayi olduğunda ihtilafa düşerler ve elbise
sahibi: "Bu gün zayi olmadı." der; kadın ise: "Bu gün zayi oldu."
derse; yeminle birlikte, mal sahibinin sözü geçerli olur.
Şayet münazaa zamanı,
elbise kadının yanında yoksa, bu durumda kadının sözü geçerli olur.
Bu hal, elbise
kaybolup, sonra bulunduğu zaman böyledir.
Eğer elbise bulunmaz
ise, İmâm Muhammed (R.A.) bu hususta bir şey buyurmamıştır. Uygun olanı kadının
sözünün geçerli olmasıdır.
Eğer elbiseyi kadından
çalarlar ve o yanarsa, tazminat gerekmez.
Şayet, bu suç kadının
kendi eliyle yapılırsa, o takdirde tazminat gerekir. Zehıyre'de de böyledir.
Bir adam, belirli bir müddet için, bir elbiseyi kendisi
giymek ve başkasına giydirmemek şartiyle icarlarsa onu bir başkasına
giydiremez.
Onu, adet olan giyim
süresinden fazlada giyemez. Sabah kalkınca, akşam yatana kadar giyer.
Gece onunla yatamaz.
Eğer yatar ve bu elbise yırtılırsa, onu öder.
Giyme vakti gelince, o
elbiseyi giymeden teslim ederse tazminat gerekmez.
Eğer elbise (pijama
gibi...) içinde yatarak uyunan cinsten ise, onunla yatıp uyumak caiz olur. Onu,
izar yapması da caiz olur. Çünkü onunla yatılır. Rida yapar ve o elbise yanarsa,
tazminat gerekir. Eğer köle izinsiz giyerse, tazminat köleye ait olur. Ve azad
olmasına tealluk eder.
Bir kimse, dışarı
çıkmak için icarladığı bir elbiseyi içeri de giyer veya hiç giymezse, tazminat
gerekmez; icar gerekir.
Bir kimse, aylığı bir
dirhem ücretle, bir elbiseyi, giymek üzre icar-layıp, senelerce o elbiseyi
evinde bekletirse her ayı için bir dirhem icar gerekir. Eğer o müddet içinde,
giymiş olsaydı bu elbise eskir, yırtilırdı.
Bir kimse, elbiseyi
sabahdan akşama kadar giymek üzere icarlar ve on gün geri vermezse, her günün
icarını verir.
Bu istihsânen
böyledir.
Ziynet giysileri,
göçebe çadırı, hayma ve kubbe, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, elbise gibidir.
İmâm Muhammet!
(R.A.)'e göre ise, ev gibidirler.
Bir adam, kara bir
çadırı, evinde kurmak için kiraladığı halde, onu sahraya kursa, tazminat
gerekir.
Onu, başkasına ariyet
olarak da veremez.
İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'a göre elbise gibidir; yani tazminat gerekmez. Gıyasiyye'de de böyledir.
Bir adam, diğerinden
bir göçebe çadırı icarlayıp onu teslim alırsa, onu başkasına icara verebilir.
(Ev de olduğu gibi...) Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir adam, evine koyup,
içinde gecelemek üzere, bir aylığına bir çadır icarlasa, bu caizdir. Bunu,
nereye kuracağını söylemeden icare akdi yapsa, yine caiz olur.
Kendi evine koyacağını
söylediği halde başka bir eve koysa, bu da caizdir.
Bu durumların hepsinde
de icarın ödenmesi gerekir.
Şayet güneşin veya
yağmurun altına kor ve orada, çadır bir zarara uğrarsa, tazminat gerekir. Şayet
çadırı teslim ederse, istihsânen icar gerekir. Mebsût'ta da böyledir.
Çadırı kendi yurduna
kuracağını şart koşar; ancak, başkasının yurduna kurar; fakat yurtlar
(kabileler) aynı şehirde olursa, tazminat gerekmez.
Şayet şehirden dışarı
çıkarır veya köye götürürse, o zaman icar değil, tazminat gerekir. İster teslim
etsin, isterse helak olsun farketoez.
Bir adam, bir göçebe
çadırını icarlayıp, onu gölgesinden faydalanmak üzre Mekke'ye götürürse, işte
bu caizdir. İster kendi gölgelensin, isterse başkaları gölgelensinler
farketmez. İnsanlarda değişiklik olmadığı için bu böyledir.
Şayet o kubbenin veya
çadırın yahut haymenin içine lamba yakar ve onları islendirirse, tazminat
gerekmez.
Eğer içinde yemek
pişirirse tazminat gerekir. Çünkü, bu insanların yapmadığı bir adettir. Ancak
böyie yapmak adetleşmişse, yine tazminat gerekmez. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, hacca gidip
gelene kadar, bir göçebe çadırı icarlayıp, onunla da hacca gitse, bu caiz olur.
Eğer nereye gideceğini
açıklamazsa, bu böyledir.
Şayet hac vakti
değilse, bu durumda kaç günde gidip geleceğini açıklamadan yapılan icareler,
fasiddir.
Bu, kıyasen de,
istihsânen de böyledir.
Eğer, çıkış günü belli
olursa, ileri geri olmamak üzere, yapılan icare istihsânen caizdir. Zehıyre'de
de böyledir.
Göçebe çadırı, kendine
bir güçlük uygulanmadan yırtılırsa, tazminat gerekmez.
Çadır yırtılmaz, ancak
müste'cir: "Ben, onun altında gölgelen-'medim." der ve onu da alıp
Mekke'ye götürmüş olursa, icarım öder.
Şayet bu çadırın orta
direği kırılır ve onu kurmaya imkan olmazsa, o takdirde icar gerekmez.
Eğer aralarında
ihtilaf çıkarsa, bu iki durumda olabilir:
Ya kırıldığında
ittifakları olduğu traide, mikdannda ihtilafları vardır. Bu durumda,
müste'cirin sözü geçerli olur.
Veya kırılıp
kırılmadığı hakkında ihtilafları olabilir.
Şeyhu'l-İslâm, Şerhı'nde
şöyle buyurmuştur:
Hale hükmedilir. Eğer
müste'cir kendi kendine, direği dikmiş ve çadırı kurmuş ise tam icar gerekir.
Muhıyt'te de böyledir.
Çadırın kazıklarına
itibar edilmez. Çünkü, onun icarcı tarafından temini adettir.
Şayet kazıklar
demirden iseler, onlar da direk gibiddir-. Eğer kendi kendine o kazıkları
çıkarır ve çadırı kurarsa, icar gerekir.
Gryasiyye'de de böyledir.
Eğer göçebe çadırının
içinde ateş yakarsa, bu kandil gibidir; adetse bir şey gerekmez
Şayet adet değilse
veya adeti tecavüz etmişse tazminat gerekir.
O zaman, bakılır.
Faydalanılmaz hale gelmişse, tamamı tazmin eder; yok eğer,-basit şekilde
arızalanmışsa, o miktarını tazmin eder; icarı tam öder.
Eğer zararsız teslim
ederse, adet de budur.
Kıyasen de, istihsanen
de tam icar gerekir; tazminat gerekmez. Muhiyt'te de böyledir,
Bir adam, Türkiye'den
Kûfe'ye kadar, aylığı belirli bir ücretle, çadır icarlar ve içinde ateş
yakacağını ve yatacağını söylerse, bu durumda, bu çadır yansa bile tazminat
gerekmez.
Şayet, bu çadırın
içinde kölesi veya misafiri gecelerse, yine tazminat gerekmez.
Bir kimse, Mekke'ye
götürmek üzere bir çadır kiralayıp onu Kûfe'de bırakır; geri dönene kadar orada
kalırsa, kira değil tazminat gerekir. Bu durumda, çadırı kiralayan kimsenin
yemin ederek söylediği söz geçerli olur. Çünkü o, onu Kûfe'den çıkarmamıştır.
Keza, Kûfe'de ikâmet
edip, Mekke'ye gitmez ve çadırı da sahibine teslim etmezse, bu da önceki
gibidir. (Yani tazminat gerekir.)
Şayet çadırı başka
birine verir; o da, onu sahibine götürür ve çadır sahibi, teslim almadan
kaçınırsa; bu durumda müste'cir, tazminattan berî olur. Adamdan da tazminat
düşer; ona icar da yoktur. Mebsût'ta da böyledir.
Bir adam, bir çadır
icarlar ve onu, sahibine vermek üzere, bir yabancıya verir; o adam da bu çadırı
sahibine verirse, her ikisi de berî olurlar.
Şayet çadır sahibi,
onu kabulden kaçınırsa, buna hakkı yoktur.
Eğer çadır, o adamın
yanında, sahibine iletmeden önce helak olursa İmâmeyn'e göre, çadır sahibi
muhayyerdir. Dilerse, müste'cire ödetir; dilerse o adama ödetir.
İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'nin bu husustaki kavli nakledümemiştir.
Alimler şöyle
buyurmuşlardır:
Uygun olan onun
kavlidir. Şöyleki: Eğer bu çadırı, müstecir gas-betmeden vermiş ise, (yani uzun
süre çadırı yanında bekletmeden vermiş ise), bu durumda adama tazminat
gerekmez.
İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'nin kavline göre, ikinci adam tazminat yapmaz. Ancak birincisi tazminat
yapar. Fakat müste'cir fazla tutmakla gasbetmiş durumuna düşerse, hem gasıb,
hem de zamin olur.
Sonra da ikinci adama
verince, mal sahibi muhayyer olur. îsterse Öncekine ödetir; isterse, ikinciye
ödetir.
Şayet müste'cir ödeme
yaparsa, o, diğer adama müracaat edemez.
Fakat ikinci adam
öderse, müste'cire müracaat eder ve tazminatı ondan alır. Muhıyt'te de
böyledir.
Eğer adam göçebe
çadırı ile Mekke'ye gider ve geri gelir; icara veren şahıs da, ona: "Onu
evime kadar götür." derse, buna hakkı yoktur. Eşya sahibi olsaydı, buna
hakkı olurdu.
Çadırla Mekke'ye
gitmez, onu Kûfe'de bırakır ve tazminata uğrarsa; icar düşer; müste'cir onu eve
kadar götürür. Mebsût'ta da böyledir.
İmâm-ı A'zam Ebû
Hanîfe (R.A.) şöyle buyurmuştur:
Biri Basra'lı, diğeri
Kûfe'li olan iki adam, bir göçebe çadırını, Kûfe'den, Mekke'ye götürmek üzere,
belirli bir ücretle, icare akdi yapıp gider, geri gelirler ve tekrar onu
Mekke'ye götürürler ve aralarında ihtilaf çıkar; Basralı: "Ben, Basra'ya
gideceğim."; Kûfeli de: "Ben de Kûfe'ye dönmeyi istiyorum." der
ve onlardan herbirisi, çadırı gitmek istedikleri yere götürmek isterler ve
şayet, Basralı, bu çadırı, arkadaşının izni olmadan, Basra'ya götürürse bu
durumda, bu çadırın tamamını, Basralı öder; Kûfeliye bir şey gerekmez. İkisine
de geri götürme ücreti gerekmez.
Eğer arkadaşının izni
ile götürürse, yine Basralı çadırın tamamını tazmin eder; Kûfeli de yarı
hissesini tazmin eder. İkisine de icar vermek gerekmez.
Eğer Kûfe'li, o
çadırı, Basralının izni olmadan Küfeye götürürse; bu durumda o çadırın
bedelinin yansını tazmin eder; o da basralının hisse-sidir. Kendi hissesini
tazmin etmez. Ric'atı hakkında da kiranın yarısını ödemesi gerekir. Basralıya
ric'at (= dönüş) için, bir şey gerekmez.
Şayet Kûfeli, arkadaşı
olan Basralının izniyle, bu çadırı Küfeye götürürse, Basralıya, kendi hissesi
için tazminat yoktur.
İmâm Muhammed (R.A.)'e
göre hissesini ona ariyet koymuş veya emanet bırakmış olursa, durum yine
böyledir.
Şöyleki: "Onunla
senin sıran olduğu gün faydalan; benim sıram olduğu gün ise, onu koru."
derse, bu böyledir.
İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'a göre eğer Kûfeliye emanet ederse cevap aynıdır.
Şayet nasibini ona
ariyet eder veya icara verirse, Basralının hissesini tazmin etmesi icab eder.
Kûfelinin tazminat cevabı da aynı Basralı gibidir. Her ikisine de tam icar
gerekir.
Şayet Basralı nasibini
emanet bırakırsa, bu böyledir. Zira, Kûfelinin imsaki ( = tutması) da,
Basralının tutması gibidir...
Eğer ona ariyet
olarak, bırakırsa, Basralıya icar yoktur. Çünkü ona muhaliftir. Şayet
mes'elelerini hakime çıkarırlar ve kıssayı anlatıp dava ederlerse; hakim
dilerse, çadırı ikisinin yanında bırakır; dilerse, icare hükmünü fesheder.
Hakimin re'yi, icarenin feshinde, hazırda olmayana bakmakdır;
Eğer icareyi bundan
sonra feshederse, basralının hissesini de Kûfeliye icara verir. Eğer, Kûfeli
buna rağbet gösterirse, bu da diğer icare-Ierden evla olur. Bu icare,
bi'1-ittifak caizdir.
Şayet hakim, müşaı
icara verir ve Kûfeli buna rağbet etmezse, bu defada, —eğer bulursa— bir
başkasına icara verir. Bu icare de caizdir.
Eğer müşaı icara
vermek istediği halde, talip bulamazsa, Basralının hissesini, —onu dürüst bir
adam görürse— Kûfeliye emanet bırakır ki, bu şahıs, çadırı sahibine kadar
götürsün... Dilerse, çadırı her ikisinin yanında bırakır. Muhıyt'te de
böyledir.
Bir kimse, Mekke'ye
gidip gelmek üzere bir çadırı icarladığı halde onu Mekke'de bırakırsa, gittiği
günlerin icarını verir; bıraktığı günden itibaren de çadırı tazmine der, Çadır
ise kendisinin olur.
Eğer dava etmezlerse,
bu böyledir. Hatta bir daha hacca giderse çadırım alır ve dönüş icarı olmaz.
Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Hasan (bin Ziyâd)'ın
şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
Altım altınla gümüşü
gümüşle icarlama da bir beis yoktur.
Biz de bu görüşü
alırız. Mebsût'ta da böyledir.
Bir adam, bir ev
icarladığında, bu evde altın levhalar bulunursa, bu icar caizdir. Muhıyt'te de
böyledir.
Bir adam, belirli bir
hulliyatı (= süs eşyasını), belirli bir ücretle sabandan akşama kadar giyinmek
üzere icarladığı halde, onu günün ekserisinde evde tutarsa, gasıb olur.
Alimler: "Bu,
talepten sonra veya bir müddet kullandıktan sonra olursa, böyledir. Fakat, onu
muhafaza için evde durdurursa, gasbetmiş olmaz." demişlerdir.
Muhafaza etmek için
bekletmenin haddi şudur:
Eğer, onu kullanma
mahallinde tutmuşsa, bu lçullanmakdır; kullanmak mahallinin haricinde
tutmuşsa, bu da muhafazadır.
Bu, halhali koluna,
bileziği ayağına takmışsa; kamîsi başına sarık yapmış ve imamesini boynuna
koymuşsa böyledir. Yani, bunların tamamı o şeyi korumak için yapılmış sayılır.
Şayet bunları
başkalarına giydirmişse, icare müddetini tazmin eder. Çünkü, insanlar hulliyatı
başka başka yani değişik halde kullanırlar Fü-sûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.
Şayet günlüğünü
belirli bir ücretle kiralar, sonra da onu bir ay habsedip, bilahare gelirse,
her günün ücretini öder.
Eğer sabahdan akşama
kadar bir günlük icarlamış da, on gün vermemişse, icare şarta göredir. Diğer
günler kıyasen fasiddir. Istihsanen (se caizdir. Zehıyre'de de böyledir.
Ayn olsun, hayvanat olsun, eşya olsun, ev olsun bütün
müste'cirler menfaat görmedikleri zaman, icareyi fesh ederler ve icar düşer.
Ancak istifade ettikleri kadarının icarını verirler.
Şayet fesad zamanında
ihtilaf ederlerse, bütün zamanlar için şahid getirenin sözü geçerli olur.
Eğer icara verilen şey
hal-i hazırda salim olur ve bazı zamanlarında istifade edilmemiş bulunur ve bu
günlerde ihtilaf çıkmış olursa, müste'cirin yeminli olarak söylediği söz
geçerli olur. Çünkü o icarın bir kısmını inkar etmektedir. Giyâsiyye'de de
böyledir.
En doğrusunu bilen
Allah'u Teâlâ'dır. [39]
Bir adam, terziye, bir
elbiseyi dikmesi için verir; terzi de onu biçtiği halde, dikmeden Ölürse, İmâm
Ebu Süleyman: "Ona, biçme ücreti verilir." buyurmuştur.
Sahih olan da budur.
Zahîriyye'de de böyledir.
Kâdî Fahrü'd-dîn:
"Fetva bunun üzerinedir." buyurmuştur. Küb-râ'da da böyledir.
İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)
şöyle buyurmuştur:
Bir kimse, bir hayvan
icarlayıp, onunla, gideceği yere kadar gider vt söylediği yere kadar da ona
bindikten sonra onu geri verir ve onunla yim evine gider, bilahare de vaz
geçip, geri verirse, gittiği yer hesap edilir vt ona göre icarı verir.
İmâm Semâa'nın
Nevâdiri'nde, İmâm Muhammed (R.A.)'ir şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
Bir terzi, birinin
elbisesini bir ücretle diker ve onu sahibi teslin almadan önce, başka birisi
geri sökerse, bu durumda terziye ücre verilmez. Aynı terzi, onu tekrar dikmek,
için de cebredilmez.
Eğer önceki akid ile
cebredüirse, bu durumda o akid işin tamam lanmasıyle sona ermiştir.
Şayet, bu elbiseyi
terzi kendisi sökmüşse, yeniden dikmesi gerekir Çünkü terzi, elbiseyi sökmekle,
o işi yapmamış gibi olmuştur.
Keza, iskâf'm ( = baş
örtüsü diken) şahsın durumu da böyledir. Kervancı da, böylece bir yükü alır;
yerine götürmeyip, aynı yer bırakırsa, ona ücret ödenmez.
Fetvalar da böylece
zikredilmiştir. "Cebredilir." denilmemiştir.
Fakat, uygun
olanı'—gemi mes'elesinde olduğu gibi— cebredilme-sidir.
Keza, bir gemici, yiyecek
maddesini yükletip, belirli bir yere giderken, rüzgar gemiyi önceki yere geri
getirirse, bu durumda da gemiciye ücret verilmez. Çünkü, iş yerini
bulmamıştır.
Şayet gemici, artık o
yükü taşımak istemezse, cebredilir.
Şayet, mal sahibinin
dönen gemiden malını almaya gücü yetmezse, gemici, onun gücünün yeteceği yere
kadar götürür ve ecr-i mislini alır.
Şayet gemiyi rüzgar
geri getirince, mal sahibi: "Senin gemin gerekmez; ben başka gemi
kiralayacağım." derse buna hakkı vardır.
Bunu, Hişâm rivayet
etmiştir. Zehıyre'de de böyledir.
Bir adam, belirli bir
yere gitmek üzere, bir katır kiralayıp, ona binerek, yolun bir kısmını
gittikten sonra, katır sert başlılık (huysuzluk) yaptığından, adam geri
dönerse, bindiği kadarının ücretini verir.
Eğer müste'cir, kadıya:
"Katır sahibi bana geldi ve bana katırı icarladığım yere götürmemi
söyledi." derse, ona: "Gideceğin yere kadar git; icarını ver."
denilir. Muhıyt'te de böyledir.
Bu şahıs, ailesi
fertlerini getirmek için icarlar; onlardan da bazıları Ölmüş olur
ve geride kalanları
getirirse, Fakiyh Ebû
Ca'fer el-Hindııvânî: "Eğer efradın ailesi belirli ise, ona göre de
icare yapmışsa, bu böyledir değilse, ücretin tamamını öder." demiştir.
Tebyîn, Kâfî ve Hidâye'de de böyledir.
Gitmiş olduğu halde,
onların hiç birini icarladığı hayvana bin-dirmese bir şey gerekmez.
Tatarhâniyye'de de böyledir.
Bir kimse,
mektuplarını,filan şahsa götürmek ve cevabını alıp getirmek üzere, bir adam
icarlar; bu adam gider ve o adamı ölmüş bulur ve mektupları oraya bırakarak
veya yırtarak geri dönerse, alimlerin kavillerine göre, onu tutan şahıs, yalnız
götürme kirası öder.
Bazıları da: Eğer
kitapları yırttıysa, bir fayda temin edilmediği için, icar gerekmez. Eğer orda
bıraktı, sonra da ölen şahsın varisleri o kitaplardan faydalandılarsa,
—yırtmanın hilafına— burada garaz hasıl olmuş demektir." demişlerdir.
Fetâvâyi Kâdfhân'da da böyledir.
Bir adam, mektuplarını
Basra'ya götürmek ve cevabını getirmek üzere, bir adamı kiralar; bu adam oraya
kadar gider ve mektupları vereceği şahıs ölmüş olduğundan, mektupları geri
getirirse, İmâm Ebû Hantfe (R.A.) ile İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre ücret
yoktur.
İmâm Mııhammed (R.A.)
ise: Gitme ücreti vardır." buyurmuştur. Şayet kitapları geri getirmez ve o
adamın varislerine veya vasisine verirse, bi'l-icma tam ücret gerekir.
Şayet, o adamı
bulamazsa ne olur?
Bu söylenmemiştir.
Mektuplar orda
bırakılıp, geri dönülür.
Bu hususta,
alimlerimiz arasında ihtilaf vardır.
Bu ihtilaflardan bir
kısmını zikrettik.
Alimlerden bir kısmı:
"Gidiş ücreti verilir." demişlerdir.
Bu, geri gelmeyi de
şart koşarsa, böyledir.
Şayet geri gelmeyi
şart koşmazsa bu durumun cevabı, kitabda zik-redilmemiştir.
Biz: "Şart
koşulmamış ve kitaplar orda bırakılmış; sonra da o mektuplar adamın eline
geçmiş (yok iken var olmuş) veya varisinin eline ulaşmış ve o adam ölmüşse,
ecir tam olarak ödenir." deriz.
Keza, adamı bulmuş ve
ona vermiş; o da okumadan, cevabsız olarak geri vermişse, tam ücret gerekir.
Çünkü vüs'at mevcuttur.
Eğer adamı bulamamış
veya bulmuş da mektubu ona vermemiş ve geri getirip, sahibine vermişse,
kendisine ecir (= ücret) yoktur, imâm Muhammed (R.A.): "Gitme ücreti
vardır." buyurmuştur.
Mektubu orda
unutmuşsa, bi'l-icma gitme ecri de yoktur. Hulasa'da da böyledir.
Âlimler, bi'l-icma
şöyle demişlerdir:
Bir kimse, filan adama
götürmek üzere, kendisine verilen mektubu götürmezse, ona ücret yoktur. Bu,
cevabım getirmek şartı olursa, böyledir.
o şahıs, bu mektubu
başkasına verir ve o da gidip cevabını getirirse, ücreti tam ödenir. Muhıyt'te
de böyledir.
Bir adam, mektubunu
Bağdad'da birine vermek üzere, bir adamı icarlar; bu adam gittiği halde, onu
ölmüş olarak veya yok olarak bulur ve mektubu, onun varislerine bırakırsa, bu
durumlarda bu adama, tam ücret gerekir.
Bu, bi'I-icma
böyledir. Suğra'da da böyledir.
Ecir (=
ücretli) ücretini, gönderilenden
değil de, gönderen şahıstan alır. Muhiyt'te de
böyledir.
Alimler, şunun
üzerinde ittifak etmişlerdir:
Bir adam, diğerini,
bir yiyecek maddesini, Bağdad'da filan şahsa götürmek için icarlar; bu adam da
gittiği halde, o şahsı bulamaz veya bulur fakat yiyeceği ona vermeyip geri
getirirse, ona ücret yoktur. Zehıyre'de de böyledir.
Hişam, İmânı Muhammed
(R.A.)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
Bir adam, bir yere
gitmek üzere bir gemi icarlar; onu yükletir ve, gidip gelmesini şart koşar;
gemici gemisiyle gider; fakat onun dediği yeri bulamayıp, geri gelirse bu
durumda geminin gitme kirası verilir.
Şayet gemiciye:
"Senden gemini filan yerden, buraya kadar yükümü taşımaküzre, şu kadar
ücretle kiraladım." der; fakat adam orada o yükü bulamazsa, ona kiradan
bir şey yoktur. Serahsf nin Muhıytı'nde de böyledir.
Bir adam, bulunduğu
yere, başka bir beldeden yük taşıması için, hayvanlar icarladığında,
hayvanların sahibi: "Oraya gittim; fakat, yükü bulamadım." der ve
onun gittiğine, onu kiralayan zat inanırsa, ona gitme kirasını öder.
Mecmûıi'n-Nevâzil'de
şöyle zikredilmiştir:
Bir adam Bağdat'dan
Medâin'e gitmek ve oradan bu hayvanın bir yük yükleyerek gelmek için bir hayvan
kiralar; Medâîn'de de istediği yükü bulamazsa, gitme icarının verilmesi
gerekir.
Şayet Medâin'den yük
yüklemek üzre icarladığı halde, sözleşme yerinden icarlamasa idi; ücret
gerekmeyecekti. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.
Bir kime, bir kuyudan
ot veya yiyecek taşımak üzere, bir adam icarlayıp, ücretini de belirtir; bu
adam da gider ve oraa« oir şey bulamazsa, ücret, gitmesi, yük taşıması ve geri
dönmesine taksim edilir gitmesi kadarına ücret gerekir. Zira gitmek müste'cir
içindir.
Bu, kuyunun adım,
yerini söylediği zaman böyledir. Eğer, söyle memişse, gidişinin ecr-i misline
nazar edilir. Verilecek ücret ondan fazi; olmaz. Yani gitme hissesi, ecr-i
misilden fazla olmaz. Kübrâ'da di böyledir.
Fadlî'nin
Fetvâları'nda şöyle zikredilmiştir:
Bir adam, şehirde
değirmenden un getirmek üzere veya bir köydeı buğday getirmek için, bir hayvan
icarlayıp orayada gitti ve buğday öğütülmüş olarak bulamadı veya köyde buğdayı
bulamadı; şehre ger döndü; duruma bakılır: Eğer: "Bu hayvanı, senden şu
yere kadar icar ladım; değirmenden un getireceğim." demişse; ücretin
yarısını ödemes gerekir. Fakat: "Bu hayvanı, senden bir dirheme icarladım;
tak değirmenden, buraya un getireyim." demişse; bu durumda gitme ücret de
ödemez. Muhiyt'te de böyledir.
Bir adam, diğerini,
"filan yere gitmek ve filan şahsı kendisim davet etmek üzere", bir
ücretle yollar; adam da oraya kadar gittiğ halde,, o adamı bulamazsa, bu
durumda ona, söylenilen ücret ödenir Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.
En doğrusunu bilen
Allah'u Teâlâ'dır. [40]
Bir adam, bir yurt
veya bir ev icarladığmda, istediği kimse onu teslim etmese bile, istihsanen bu
icare caizdir. Müste'cir orda oturur eşyalarım da içine koyup, yapmak istediği
işi de yapmaya başlar... Binaya zarar vermemek kaydiyle, abdest almak, çamaşır
yıkamak gibi şeyler zarar vermez.
Burada değirmen,
demircilik ve çamaşırcılık gibi şeyleri yapmak rızasız caiz olmaz. Ancak, ev
sahibinin rızası olursa, bunlar yapılabilir.
Bazı alimlerimiz: '
'Eğer su değirmeni yapmak isterse, —el değirmeni değil— o olmaz."
buyurmuşlar; bazıları da: "Eğer el değirmeni de eve zarar veriyorsa, ondan
da men edilir." demişlerdir. Şayet binaya zarar vermiyor ise, ondan men
edilmez.
Şeyhu'1-İmâm
Şemsü'l-Eimme Halvânî buna meyletmiştir.
Fetva da bunun
üzerinedir. Muhiyt'te de böyledir.
Müste'cir, —ahırı
yoksa— icarladığı eve hayvanını, devesini, koyununu bağlar.
Safi Şerhı'nde:
"Küfe örfünde, bu yoktur." denilmiştir. Yani müste'cir, oraya ayrıca
ahır yapmaz.
Fakat, Buhârâ
menzillerinde, hayvanlar kapıya bağlanırlar.
Şayet bir hayvan, bir
adama varınca, adam onu öldürür veya hayvanın üzerine duvar yıkılırsa,
tazminat gerekmez. Hulasa'da da böyledir.
Bir adam, bir yurttan
bir ev kiralar; o evde de ondan başka oturan olur; hayvanını eve alır ve kapısında
durdurur ve bu hayvan bir adama vurur, adam Ölür veya hayvan duvarı yıkarsa;
veya misafiri gelir ve onun hayvanı kapıda durarak, vurup bir adamı öldürürse,
o önceki oturanlardan icarcıya ve misafire tazminat gerekmez.
Ancak adam hayvanın
üzerinde iken, o birisini tepeleyip öldürürse, işte o zaman tazminat gerekir.
Mebsût'ta da böyledir.
Yemek pişirmek için
evde odun kırmak ve benzeri şeyleri yapmak eve zarar vermeyeceğinden dolayı,
kiraya oturan şahıs bunlardan men edilmez.
Bunlar örf ve adettir.
Fakat adetin üstünde
ve eve zarar verecek şekilde bir şey yapılırsa, bu, ancak ev sahibinin rızası
ile yapılabilir; başka türlü yapılamaz.
Uygun olan, bu ince
mes'eleye biraz tafsilat getirmektir.
Şöyleki: Yapılmasına
yüzde yüz ihtiyaç olan ve yapılmadan olmayan şeyler» âdette cereyan edenler,
(her evde çamaşıra vurmak gibi) eve zarar vermeyen şeyler yapılabilirler.
Tebyîn'de de böyledir.
Şayet evde,
demircilik, çamaşırcılık gibi bir şeyler yapılır ve bu ev yıkılırsa, tazminat
gerekir ve kıymeti ödenir.
Çünkü demircilik ve
çamaşırcılık, oturma eseri değildir. Bu durumda tazminat yapılınca, icar
gerekmez. Nihâye'de de böyledir.
Bu hususları, İmâm,
kitapta zikretmemiştir.
Tazmin edilmeyince
icar gerekir mi? Bura ev içidir. Uygun olan, icarın gerekmesidir. Zehıyre'de de
böyledir.
Yapılan demircilik ve
benzeri işlerden. dolayı ev yıkılmazsa, kiyaseti, bunlardan ayrıca ücret
alınmaz. İstihsanen, eğer sözleşmişlerse ücret alınır.
Şayet ihtilaf -
ederler ve müste'cir: "Ben, demircilik icarı veriyorum."; ev sahibi
de: "Hayır, sen oturma kirası veriyorsun." derse, evi icara verenin
sözü geçerli olur.
Keza, bir nevi'in
haricinde diğer nev'in icarını inkar eder ve beyyine getirirlerse, yine
müste'cirin beyyinesi kabul edilir. Nihâye'de de böyledir.
Bir adam, diğerinden,
içinde demirci oturtmak üzere, bir ev icar-ladıktan sonra, orada bîr
çamaşırcıyı oturtmak isterse, bunu yapabilir.
Eğer her ikisininde
mazarratı bir veya çamaşırcının zararı daha az ise, bu böyledir.
Değirmen de böyledir.
Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, oturmak için
bir ev veya bir yurt kiraladığı halde, oturmaz ve orayı, buğday veya arpa,
hurma deposu yaparsa ev sahibi, onu bundan men edemez. Zahîriyye'de de
böyledir.
Bir adam, bir ev
icarlayıp, buranın içine abdest almak için, bir kuyu kazar ve bu kuyuya bir
insan düşüp ölürse, duruma bakılır: Eğer o kuyuyu, ev sahibinin izni ile kazmış
ise, tazminat gerekmez. Bu ev sahibinin bizzat kendisinin kazmış olduğu kuyu
gibi olur.
Şayet ev sahibinin
izni, haberi olmadan kazmış ise, o zaman tazminat gerekir. Zehiyre'de de
böyledir.
Bir adam, bir dükkan
birinden; bir başka dükkan da başka birisinden icarlayıp, ikisini
birleştirirse, aradan kaldırdığı, yıktığı duvarı tazmin eder. Ve dükkanların
icarlarını tamam öder.
Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.
Bir adam, diğerinden
seneliği on dirheme bir ev icarladıktan sonra, o evden çıkar ve o evde, kendi
ailesi bir kazı yapar; veya bir takım insanlar gelerek, ücretsiz olarak oraya
otururlar ve bu ev yıkılırsa, bu durumda iki hal vardır. Bu evi, ya evin
sakinleri, veya başkaları yıkmış olur. Her iki halde de müste'cire tazminat
gerekmez.
Bu durumda, bu evde
oturanlara tazminat gerekir mi? Yoksa, sonradan gelenler mi tazmin ederler.
Eğer yıkılmaya
oturanlar sebeb olmamişlarsa, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un
bir kavline göre, ikisine de tazminat gerekmez.
İmâm Muhammed (R.A.)'e
göre, tazminat gerekir. Ev sahibi muhayyerdir: Dilerse, önceki aileye ödetir;
onlar sonraki oturanlara, müracaat edemezler. İsterse, sonraki oturanlara
ödetir. Bunlar öncekilere müracaat ederler.
Şayet yıkımına sonraki
oturanlar sebeb olmuşlarsa, bi'1-icma onlar tazmin ederler. Muhıyt'te de
böyledir.
Bir adam, bir ev
kiraladığında, o evde ne yapacağım söylemez ve kendisi ile o eve başkası da
girer ve bu ev yıkılırsa, tazminat gerekmez. Mebsût'ta da böyledir.
Müste'cir icarladığı
eve girdikten sonra, ev sahibi, hayvanını o eve bağlayamaz.
Eğer, bağlar ve bu
hayvan birini öldürse ev sahibi onu tazmin eder. Ancak müste'cirin izni ile
hayvanı oraya girdirmiş olması hali müstesnadır.
Evini ariyet vermek
bunun hilaf madır. Eğer ariyet alanın izniyle hayvanı eve girdirmişse, bu
caizdir. O yüzden, öleni de tazmin eylemez.
Bu, evin tamamını
icara verdiği zaman böyledir.
Fakat, evin belirli
bir yerini vermemişse, hayvanını o eve sokabilir. Kerderî'nin Vecizi'nde de
böyledir.
Bir adam, diğerinden,
aylığı bir dirheme, bir ev kiralar bu evde de, bir kuyu bulunur ve ev sahibi
icarcıya: "Kuyuyu derinleştir ve toprağım çıkar." der; o da çıkarıp,
evin sahanlığına (ortasına) atar, orda da bîr adam ölürse, müste'cire tazminat
gerekmez.
Ev sahibi, o toprağı
ister evin sahanlığına atmasına izin versin, isterse vermesin, farketmez. Bu,
müste'cir kuyuyu kazıp, çamurunu sahanlığa attığı zaman böyledir.
Şayet bu işi, ev
sahibi müste'cirin izni ile yapar ve yine bir adam ölürse, tazminat gerekmez.
Şayet müste'cirin
izni olmaksızın yaparsa,
o zaman tazminat gerekir.
Bunun cevabı şuna
benzemektedir. İcarlanmış eve, bir başkasının eşyasını koyar; o yüzden de bir
adam ölür ve bu, toprak sahanlığa atılınca veya müslümanların yollarına attığı
zaman meydana gelirse, onu atan şahıs, evi icara verene de icarlayana da
—müsavi olarak— tazminat öder. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, bir ev
icarladığmda, bu evin çöplüğüne, süprüntü topraklarım atarsa, bu evin değersiz
bir yer olması halinde bir şey gerekmez. Eğer bu hal, eve zarar verecekse, bunu
açıklamak gerekir. Gınye'de de böyledir.
Bir adam, ziraat
yapmak için bir yer icarladığı zaman onun suyu ve yolu bulunursa, bunların şart
koşulmamış olması halinde bir şey gerekmez.
Keza, bir kimse,
yolundan bahsetmeden bir ev icarlasa, bir şey gerekmez. Kâdîhân'in
Câmiu's-Sağîri'nde de böyledir.
Bir kimse, dilediğini
ekmek üzere, bir seneliğine, bir yer îcarlarsa, oraya hem baharda, hem de
sonbaharda iki defa istediğini ekebilir. Gınye'de de böyledir.
İki adam, iki ev
kiralar, bu evlerin her birinde, başlı başına bir yer bulunur ve onlardan her
birisi, o yerde bir iş yapar; o evlerden birisi veya ikisi yıkılırsa, bu
durumda icarcılardan hiç birine tazminat gerekmez.
Şayet o evleri
sahibinin izni olmadan kullanırlarsa, yıkılanların tamamını tazmin ederler.
Yıkılan yerler, icara
dahil olmayan yerler ise, bu böyledir.
İki adam, bizzat
çalışmaları için, iki dükkan kirlarlar ve onlardan birisi, hem kendisi çalışır,
hem de bir adam icarlar ve orada birlikte kalırlar; diğer arkadaşı ise buna
razı olmayıp:*'Hissende oturt." derse, ortağının hissesine zarar
vermemekte olması halinde birşey gerekmez. Yok eğer, zarar veriyorsa, mani
olabilir.
İki kişi, ortaklaşa,
bir dükkan kiralayıp, arlarında "birisi dükkanın ön kısmında duracak;
diğeri de arka tarafında kalacak" diye şart koşarlarsa; bu iş bir şey
gerektirmez.
Eğer bu şart icara
verenle koşulursa, akid fasid olur. Giyasiyye'de de böyledir.
Bir adam, bir ev
icarlayıp ona bir tennur (= tandır) yapar veya icarlanan eve, bir ocak yapar ve
o yüzden de bazı komşuların evleri veya icarladığı evin bir kısmı yanarsa, ona
tazminat gerekmez. İster o işi ev sahibinin izniyle yapsın, isterse izinsiz
yapsın farketmez.
Eğer, bu müste'cir,
halkın yapmadığını yapar, yakmadığını yakar ve ihtiyata riayet etmezse o
takdirde tazminat gerekir. Füsûlü'l-Imâdiy-ye ve Zahîriyye'de de böyledir.
Bir adam, bir yeri
icarlar veya ariyet olarak alır; aldığı bu yerin yerde kalan firezini de yakar
ve o yüzden, başkalarının firezleri (- ekin biçildikten sonra tarlada kalan
sapları) yanarsa, bu durumda tazminat gerekmez.
Zira bu bir mübaşeret
değildir. Çünkü bu, kendi mülkünde tasarruftur.
Sadnı'ş-Şehîd, şöyle
buyurmuştur:
Bir adam, kendisine
ait olan bir yerde diken veya saman yaktığında, rüzgar, ateş çıngılarını
komşunun arazisine götürür ve onun mahsûlü yanar ve ateş o yere yanmış adeten
ateş parçalarının yetişemiyeceği kadar uzak bir yerde yakılmış olursa, o zaman
tazminat gerekmez. Çünkü, bu iş ateşin işidir. Yok eğer, komşusunun arazisine
yakın yere yakmışsa ve bu yer ateşin alevi, çıngısı sıçrayacak kadar yakınsa,
işte o zaman tazminat gerekir. Çünkü her ne kadar kendi arazisinde yakmış olsa
bile, onu, zararı komşusuna dokunacak tarzda yakmıştır. Gıyasiyye'de de böyledir.
Bir adam, belirli bir
hayvanı, üzerine yük yükletmek için icarladığı zaman, hayvan
sahibi kendi eşyalarını
da ona yüklemek isterse; müste'cir onu bundan men edebilir.
Bununla beraber,
yükünü yükler hayvan da istenilen yere ulaşırsa, hayvan sahibi, söylenilen
ücretin tamamını alır.
Şu, bunun hüafınadır:
Bir adam, bir ev
kiralar; ev sahibi de, o yerin bir kısmını, kendi eşyası ile meşgul ederse,
müste'cir onun hissesi kadarını icardan düşer. Suğra'da da böyledir.
Tahâvî Şerhî'nde şöyle
zikredilmiştir:
Bir müste'cir,
icarladığı şeyi, ariyet olarak, emanet olarak ve icar olarak verebilir; onun bu
hakkı vardır.
Bu mes'ele, mutlak
olarak zikredilmiştir ve açıklaması şöyledir:
Bu, müste'cirin bir
şeyi olur ve o menfaatta başkalarına karışmazsa, böyle olur; değilse, onu icara
da, ariyete de veremez.
Hatta, bir adam,
kendisi binmek üzere, bîr hayvan icarladığmda, onu başkasına icara veremez;
ariyet de bırakamaz. Çünkü, insandan insana fark vardır. Gınye'de de böyledir.
Fetâvâyi Ahû'da
zikredildiğine göre Kâdî
Bedîu'd-Dîn'den sorulmuş:
Bir müste'cir,
icarladığı şeyi alacaklısına rehin olarak bırakır ve bu şey icar müddetince,
alacaklının elinde kalırsa, bu durumda müste'cire icar gerekir mi?
İmâm şöyle buyurmuş:
— Gerekmez; rehine
koyduğu için, zamanına dahil olmuştur. Zayi olduğundan tazminat gerekince de,
ücret gerekmez.
Şayet olduğu gibi,
selametçe teslim ederse, o müstesnadır.
Eğer alacaklısı
rızasız almışsa, ücret gerekir. Çünkü onun için geri vermeye velayet hakkı
vardır. Tatarhâniyye'de de böyledir.
En doğrusunu bilen
Allah'u Teâlâ'dır. [41]
Hamam ve hacamet
ücreti almak caizdir. Cevâhirü'l-Ahlâtî'de de böyledir.
Bir adam, belirli bir
ücretle, bir aylığına bir hamam icarlarsa, bu caiz olur. Hamam; ister erkek hamamı
olsun, isterse kadın hamamı olsun farketmez.
Yalnız ücretlerini
belirli kılacaktır.
Kıyasda hamam
icarlamak yoktur; istihsanda ise bu caizdir.
Alimlerimiz: "Bu,
iki hamamın kapısı bir olursa, böyledir. Fakat her hamamın kapısı ayrı ayrı ise
—her ikisinin icarlarını da belli etmeyince— akid caiz olmaz."
demişlerdir. Mumyt'te de böyledir
Bir kimse, bir hamamı,
hududu ile birlikte icarlarsa, bu akde hamamın tabileri de girer; bunları
"su kuyusu, su yolu, gübresini atacak yer gibi" ayrıca söylemeye
hacet kalmaz. Çünkü bunlarsız menfaat olmaz.
Hamamın suyu, havuzu,
kazanı gibi şeylerinin tamiri hamamcıya aittir. Bu şeyler, he aylığı müste'cire
ait olmak üzere şart koşulur ve onun faydalanmasına da izin veriliyor olursa,
caizdir.
Bu bir çaredir ki:
Harcamada, onun yerine bir naib olmuş olur. Meselâ: Hayvan sahibi, müste'cire,
"hayvanın ücretinin bir kısmını, ona yedirmesini" emreder; işte bu
istihsanen caizdir.
Veya: "Hamamın
bir aylık ücretini, ona sarf etmen için, sana terk ediyorum." der; işte bu
da caizdir.
Şayet: "Ben,
bunun masrafı (tamiratı) için, şu kadar harcadım." derse; bu isbatsız caiz
olmaz. Veya, onu bildiğine dair hamam sahibi yemin eder. Giyasiyye'de de
böyledir.
Eğer müste'cir, onun
sözünü isbatsız kabul edecekse, buna çare şudur:
Hamam sahibine on
dirhem verir; sonra da o, bu on dirhemi geri ona verip ona "tamir için
sarf etmesini" söyler. Böylece emin olur.
İkinci bir çare:
Müstecirden isbatın düşmesi için, hamamın tamiratı miktarına adil bir kimseyi
tayin eder; onun sözü masrafa emniyet olur. Gıyasiyye ve Muhıyt'te de böyledir.
Taraflar aralarında
bir adam tayin ederler; o da masraf parasını alıp sarf eder müste'cir:
"Ona, ben verdim." der; hamam sahibi de onu yalanlarsa, o zatın,
aldığını ikrar etmesi halinde, hamamı icarlayan şahıs beri olur. Eğer o zat
icara kefil ise, aynen müstecir gibidir. Ona emîn de olunmaz; sözü de
doğrulanmaz. Mebsût'ta da böyledir.
Hamamın kuyusu bozulur
yani kurursa, hamam sahibi zorlanmaz; fakat, bu durumda müste'cir, icarı
feshedebilir. Gıyasiyye'dede böyledir.
Hamamın külü atılmamış
ve icare müddeti geçmişse, onu taşıması emredilir. Şayet müste'cir bunu inkar
ederek, "o külün hamamcıya ait olduğunu" söylerse onun sözü geçerli
olur. Serahsî'nin Muhıyti'nde de böyledir.
Bir kimse, hamam
icarladığı zaman, onun külünü ve gübresini nakletmek ve boşaltmak müste'cire
aittir.
Şayet bu şart,
hamamcıya ait kıhnirsa, icare fasid olur. Müste'cire ait kihmrsa, bu icare de
şart da caiz olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Müste'cir tarafından
dolan tuvalet çukurunun temizlik ücreti hamamcıya ait
olursa, bu durumda icare
fasid olur. Serahsî'nin Muhıyü'nde de böyledir.
Bir adam, aylıkları
belirli olarak ve birkaç aylığına, iki lıamam icarladığında onlardan birisi
teslim almadan önce yıkılırsa, kiraya tutan şahıs diğerini de terk edebilir.
Şayet teslim aldıktan sonra yıkılırsa, diğeri kalır. Kiralayan şahıs, kalanın
icardan hissesine düşeni öder. Mebsût'ta da böyledir.
Bir adam, bir
seneliğine, şu kadar ücretle bir hamam icarlar ve iki ay, müste'cir onu teslim
almaz, sonra teslim eder; müste'cir de teslim almakdan kaçınırsa, bu durumda, o, teslim alması
için zorlanır. Muhıyt'te de
böyledir.
Bir adam, bir
seneliğine bir hamam icarladığında, onu teslim almadan önce veya teslim
aldıktan sonra bu hammaını bir yeri yıkılrısa, bu duurmda, o adam teslim almayı
terkeder. Mebsût'ta da böyledir.
Bir adam, bir
seneliğine hamam icarladıktan sonra, o sene içinde icara veren şahıs, orayı
başka birine icara verirse, bu ikinci icare sahih olmaz. Önceki icare,
müddetini tamamlarsa; zamanı gelmeden önce yapılan akid sahih olur.
Cevâhirü'l-Fetâvâ'da da böyledir.
Bir adam, bir hamam
ile, birde hamamda kalacak köle icarlar ve her ikisini de teslim almadan önce,
hamam yıkılırsa, bu durumda icarcı, köleyi de bırakır.
Eğer köle önce ölürse,
hamamı terk eylemez. Eğer, köleyi hamma için icarlamamışsa, hamamın
yıkılmasıyla, onu bırakamaz. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Bir adam, kazansız
olarak, bir seneliğine bir hamam icarlayıp, başkasından da bir kazan icarlar;
bu kazan kırılır ve hamam bir ay çalışmazsa; bu durumda hamam sahibi ücretini
tam alır. Çünkü, ona icare akdiyle, o şekilde teslim eylemiştir.
Şu, bunun hilafınadır:
Eğer kazan hamamcının olur; o da orada kırılıp, intifa kesilirse, hamam sahibi
o kazanı tamir ettirmedikçe, ona icar yoktur. Kazanı tazminat etmek de
gerekmez.İster kendi ameliyle olsun,ister başkasınınameli ile olsun bu böyledir
ve mu'tad olan budur.
Mebsût'ta da böyledir.
Hamamcının tenevvür
etmek için, bir danik vererek içeri girmesi veya yıkanmasına karşılık bir fülûs
verme şartı, kıyasen fasiddir.
İstihsanen —örf ve
teamül olduğu için—
caizdir. Serahsî'nin
Muhıytı'nde de böyledir.
Bir adam, seneliği
belli bir bedelle, bir hamam icarlar ve bu hamam da hal-i hazırda icarını
karşılayacak kadar bir gelir getirmez ve icarcı, hamamı geri vermek isterse, bu
durumda hamamcılığı yapamıyor olması halinde onu geri verebilir.
Cevâhirü'l-Fetâva'da da böyledir.
Bir adam, bir hamamı,
bir aylığına icarladığı halde, içinde iki ay kalırsa; bu durumda ikinci ay için
icare yoktur.
Alimlerimizin
rivayetine göre, o ikinci ayın icarını da bilahare öder.
Ev hakkında da böyle
söylenmiştir. İmâm Kerhî ve Muhammed bin Seleme'de bu rivayetlere muvafakat
eylemişler ve şöyle buyurmuşlardır. "Kim ecir gerekmez deyip ev ve hamma
hamlederse, bu, onun bir geliri olmadığı zamana ait olur. Geliri oldukça (yani
faydasını gördüğü müddetçe) icarını verir." Serahsî'nin Muhıytı'nde de
böyledir.
Bir adam, bir hamam
icarladığında, onu harap halde bulursa, hemen icareyi fesheder.
Eğer bir müddet
geçmiş, menfaat da sağlanmışsa, o zaman, onun icarını öder.
Bir adam, hamam
icarlar ve icara veren şahıs da, bir takım dostları ile hamama girerse, onlara
ücret yoktur. Çünkü hamamcı icarcıya bir hayli menfaat vermiştir. O hamamın
faydasında olduğu için, onların yıkanma ücreti, icardan düşülmez.
Cevâhirü'l-Fetâvâ'da da böyledir.
Mecmftu'n-Nevâzil'de
şöyle zikredilmiştir:
Bir adam, belirli bir
bedelle çalıştığı müddetçe de çalışmadığı müddetçe de bir hamam icarlarsa, bu
şart ihtilaflıdır; akdin gerekçesi değildir ve fasiddir. Hulâsa'da da böyledir.
İmâm Muhammed (R.AO.
el-Asl'da şöyle buyurmuştur:
Bir adam, bir evde,
bir değirmeni eşyaları ile birlikte, aylığı on dirheme olmak üzere icarlayıp
sonra da ayda otuz dirhemlik un öğütür ve yirmi dirhem kâr ederse; bu kadar
fazlalık helâl olur mu?
Burada iki durum
vardır: Ya anlaşma yapmışlardır; (Şöyleki: îcarcı kanalını kazacak veya
değirmen taşını delecektir.) veya anlaşma yapmamışlardır.
Eğer icarcı, unu
bizatihi kendisi Öğütüyorsa, ve denilen, şart koşulan şeyleri de yapmışsa bu
fazlalık helaldir.
Şayet bizzat kendisi
yapmıyorsa bile, o yine temizdir. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, nehir
kenarından bir yer icarlayıp, içine —kullanacağı eşyanın hepsi kendinden olmak
üzere— ev ve değirmen yapmak isterse, işte bu icare caizdir.
Şayet, nehrin suyu
kesilir ve değirmen dönmez olursa, bu durumda icar kesilmez. Mebsût'ta da
böyledir.
Değirmen sahibi,
suyunun kesileceğinden korkarak, icareyi fesheder ve evi, taşları ve diğer
eşyaları icara verirse; bu caizdir. Suyun kesilmesi özürdür. Suyun kesilme halı
muhayyer kalırsa bu şarta itibar edilmez. Muhıyt'te de böyledir.
Değirmen veya hamam
iki kişinin malı olur ve başka bir adam da, bu iki şahsın hissesini de
icarladıktan sonra oranın tamirine icara verenin izniyle masraf yapar; bilahare
de icara vermeyenden masrafım isterse, bu doğru olmaz. Ancak kendisine izin
verenden masrafını alır. O, kendisi bizzat tamir etmiş gibi olur. Sonra da o,
ortağına müracaat ederek, hissesini ondan alır. Cevâhirü'l-Fetâvâ'da da
böyledir.
Bir adam, buğday
öğütmek üzere, bir değirmen icarlar; sonra onda —değirmene zarar vermeyecek—
başka şeyler öğütürse, bunun zararı olmaz. Fakat, değirmene zarar verecek
şeyleri öğütmez. Bunu yaparsa gasıb
olur. Kerderfnin Vecizende de böyledir.
Radıyallahu Anh şöyle
demiştir:
Bir değirmenin üçte
birine biri, üçte ikisine de bir başkası ortak olduğu zaman, üçte iki hissesi
olan şahıs, hissesini icara vermiş; icarcı da değirmenin tamamında tasarruf
etmekte; bu durumda, değirmende üçte bir hissesi olan şahıs, müste'cirden,
hissesini almak isterse, bunda hakkı yoktur.
Çünkü müste'cir, onun
hakkını gasbeylemiştir.
Üçte bir hissesi olan
şahıs, isterse onu men eder; isterse, hissesi kadar icarını alır.
Çünkü mttşaın icaresi
sahih değildir. Eğer müslümanların hakimi, hükmederse, o takdirde, müste'cir
iki gün menfaatlamr; bir günün menfaatin da, üçte bir hisse sahibine bırakır.
Üçte bir hisses
sahibi: "Ben hissem olan gün değirmenin kapışım kitlerim." diyebilir
Çünkü bu hâl değirmene
zarar vermez.
Değirmenin yerinde
hamam olmuş olsa ve adam da birinin hissesini icarlasa, hakim de hükmün
sıhhatine hükmeyleseydi, üçte bir hisse sahibi, hissesi olan gün kapıyı
kitleyemezdi.
Çünkü bu hâl, hamama
zarar verir.
Halbuki değirmene
zarar vermemişti.
Fakat, en uygun olanı,
üçte iki hissesi alan hamam icarcısı, iki ay çalıştırır; üçte bir hissesi olan
da bir ay kapısını kitler.
Çünkü müddet az
olursa, hamama zarar verir ve diğerinin faydası noksanlaşır.
Cevâhirü'i-Fetâvâ'da da böyledir.
Bir adam, birinden bir
değirmen, başka birinden de bir ev, bir
başkasından da bir dve icarlar; bunların hepsinin belirlenen ücretini de, ay
başında verecek olursa, bu icare caizdir. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adamın, nehir
üzerinde bir evi olur, içinde de değirmeni bulunur; kendisi gider; bir başkasını
getirerek, değirmenini kurar ve ortak çalıştırmaya başlayıp, halktan
buğday,arpa alarak, onları öğütürler ve ortak olurlarsa, işte bu da caizdir.
Bu durumda değirmene
de, eve de ayrıca icar gerekmez.
Şayet değirmeni,
belirli bir ücretle, belirli bir yiyecek maddesiyle icara verirse, icar
değirmen sahibinin olur; eve ecr-i misil verilir. O da ev sahibi ile değirmen
sahibinin arasında olur.
Eğer değirmeni
değirmen sahibi çalıştırdı ise bu böyledir. Değirmenin ücreti de ecr-i misli
geçemez.
İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'un kavli budur. Mebsût'ta da böyledir.
İmâm şöyle
buyurmuştur:
Bir adamın evi,
kanalı, değirmeni ve eşyaları olur ve üst taşı kırılır; bir başkası gelerek
onun izni olmadan, oraya bir üst taş koyup, belirli bir ücretle halkın ununu
öğütmeye başlar ve karşılığında da buğay, arpa alırsa, işte bu adam günahkardır
ve kendine ücret yoktur.
Şayet mal sahibinin
izniyle koymuş olsaydı, kârına yarı yarıya ortak olurlardı. Birlikte çalışınca
icara verirler ve her biri kabul ederse, işte o icar aralarında yarı yarıya
ortak olur. Muhıyt'te de böyledir.
Arsası ortak olan bir
değirmen, yere ortak olan şahıslardan birine ait olur (yani değirmen taşları
birinin olur), o da belirli bir ücretle birisine icara verirse, bu durumda
değirmende hakkı olmayan fakat arsaya ortak bulunan şahsın ücretin yarısını
isteme hakkı vardır. Cevâhirü'l-Fetâvâ'da da böyledir.
Bir adam, nehir
(kanal) üzerine bir ev yapar ve nehir sahibinin izni olmadan onun içine
değirmen taşı koyup, sonra da buğday karşılığı un öğütür, mal kazanırsa, o mal,
gasb olur ve gasb hükmüne bakılır. O adamın arazisinden ne kadar noksanlaştırdı
ise, tarla gasb eden şahıs gibi, tazminatta bulunur. Fakat suyu tazmin
etmez. Zehıyre'de de böyledir.
Müste'cir, değirmene
taş, demir veya başka gerekli malzemeler bırakır; sonra da icare müddeti tamam
olur ve orada bulunan malını almak ister; icara veren şahsın da buna izni
bulunur; ve bu şahıs, onları bir gelir karşılığı koymuş olursa, bu durumda
eşyalarını alabilir.
Eğer mal sahibinin
izni olmadan koymuşsa, eşyaların kendini
değil, kıymetini alır. Kerderî'nin Vecîzi'nde de böyledir. En doğrusunu bilen
Allah'u Teâlâ'dir. [42]
İmâm şöyle
buyurmuştur:
İcare ücretlerini
almaya, —ister peşin olsun, isterse vadeli olsun— kefalet ve havale caizdir.
Bu durumda onu
zamanında almak, menfaati temin yönünden veya şartı yerine getirme bakımından,
vaciptir.
Kefil, asılın
yaptığını —şayet, hilafı şart koşulmamışsa— peşin olsun vadeli olsun,
yapabilir.
Eğer kefil peşine
verirse, asıl va'desi gelmedikçe, ona müracaat edemez. Muhiyt'te de böyledir.
Kefil, müste'cir icarı
vermeden önce, almaz; ancak, mal sahibine o ücret lazım olur da, alınmasına
kefil bulunduğu şeyi, almasını isterse, o takdirde alıp, mal sahibine verir.
Mebsût'ta da böyledir.
Şayet icara veren
şahıs, kefil ve müste'cir, icarın miktarı hususunda ihtilafa düşerler ve
kefil: "O, bir dirhemdir." der; icara veren "O, iki
dirhemdir." der; müste'cir de: "O, yarım dirhemdir/' derse; bu
durudma fazlayı inkar eylediğinden dolayı müste'cirin sözü geçerli olur.
Eğer hepsinin de
beyyinesi bulunursa, icara veren şahsın beyyinesi geçerli olur. Muhıyt'te de
böyledir.
Bir adam, bir terziyi,
elbise dikmek üzere icarlar ve dikilen elbiseyi, binefsihi kendisi almayı şart
koşar; bir de kefili bulunur ve onu, elbiseyi teslim almaya kefil etmiş olursa,
işte bu sahih olur.
Dikme mes'elesine
gelince, eğer terzi ona kendisi değil de, kefiline diktirmiş olursa, bu durumda
kefil elbise sahibine ecr-i misil olarak müracaat eder. Kefaleti sahih olur ve
o dikmiş bulunursa, kefil olunan şahıs, (kefalet onun emri ile olmuşsa) ecr-i
mislin en yükseği ile müracaat eder. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, diğerinden,
belirsiz bir deveyi, eşyasını yükletip belirli bir yere götürmek üzre icarlar
ve onu yükletmeye de, birini kefil tayin ederse, bu caiz olur.
Belirli bir deveyi
icarlayıp, bir adamı da onu yükletmeye kefil ederse, bu kefalet caiz olmaz.
İmâm-ı A'zam Ebû
Hanîfe (R.A.) şöyle buyurmuştur: Müste'cir, icarı peşin ödemiş ve bir adamı da
kefil tayin ederek bozulan icarenin ücretini almasını istemişse, bu da caizdir.
Muhıyt'te de böyledir.
En doğrusunu bilen,
noksan sıfatlardan uzak Yüce Allah'dır. [43]
Bu Babda:
1) Âcir,
Müste'cir ve Şahitler Arasında, Bedel Hakkında İhtilâf;
2) Ücretteki
Kusur Hakkında Âcir ve Müste'cir Arasındaki ihtilâf; olmak üzere iki bölüm
vardır. [44]
Şayet ihtilaf, müddet
bitip, icar teslim olduktan sonra, icârenin müddeti hakkında olursa, yeminle
birlikte, müste'cirin sözü geçerli olur.
Beyyine getirmeleri
hâlinde ise, icara veren şahsın beyyİnesi geçerli olur.
Eğer müddetin
evvelinde teslim hususunda veya mesafede ittifak ederler de, sonradan meydana
gelen arızada ihtilaf ederler ve müste'cir: "Benim menfaatıma arıza
geldi; köle hasta oldu. Veya onu elimden zoraki aldılar yahut kaçtı."
der; icara verende bunu inkâr eder ve bu da'vâ esnasında arıza mevcud
bulunursa, müste'cirin yeminli olarak söylediği söz geçerli olur.
Eğer arıza mevcut
değilse, icara veren şahsın yeminli olarak bilgisinin olduğu üzerine söylediği
söz geçerli olur.
Eğer hâdisenin ortadan
kalktığında ittifak ediyorlar da, manianın müddetinde ihtilaf ediyorlarsa, bu
durumda müste'cirin sözü geçerli olur. Muhıyt'te de böyledir.
Ücretin, icarlanan şey
teslim alınmadan önce mi, icâre bozulduğu hâlde icar müddeti içinde mi
alındığı hususunda ihtilaf ediyorlarsa, bu durumda, taraflar karşılıklı yemin
ederler. Tehzîb'de de böyledir.
Müddetin geçtiği
hususunda ihtilaf ederlerse, müste'cirin sözü geçerli olur. Gınye'de de
böyledir.
İki şâhid, icârede
söylenilen ücretin miktarında ihtilâf ettikleri zaman, akid'de iddia eden şahıs
ya icara veren şahıstır veya icarlayan-dır. Şahitlerden birisi iddiacının
dediğinin aynısını söyler; diğer şâhitde noksanını veya fazlasını söylerse,
âlimlerimize göre onun şehâdeti ka-bûl edilmez.
Bu, menfaat temininden
önce olursa böyledir. Zira, hükme ihtiyaç, şahitlerin ihtilafları akidde ve
bedelde olursa hâkim, onlar olmadan, doğru hükme varamaz ve ondan dolayı
mahkeme yapar.
Fakat menfaat
temininden sonra olursa, mahkemeye ihtiyaç, mal yönünden zaruridir.
İmâmeyn'e göre, bu
durumda borç da'vâsında olduğu gibi en azıyla hükmedilir.
İddiaci: "Altı
dirhem." der; şahidin biri de: "Beş dirhem" derse, beş dirhem
olarak hükmedilir. Radıyyullahû Anh şöyle bulurmuştur: Bana göre, en esahh
olanı: Orada hiç birinin de şehadetinin kabul ol-mamasıdır. Çünkü ücret,
satıştaki bedel gibi, muavazaa akdinin bedelidir. Elbette, o şahitlerden
birisi yalan söylüyordur; şehâdetleri müm-tenî olur.
Şayet her ikisinin de
beyyinesi bulunmaz ve icâreyi doğruladıkları hâlde ücrette ihtilaf ediyorlar ve
bu menfaattan önce olursa karşılıkkı yeminleşirler.
İcarlanan şey, bir
hayvan olur ve icarlayan zat: "Küfe'den, Bağ-dad'a kadar, beş dirheme
icarladım." der; mal sahibi ise: "Sı'rat'a kadar, on dirheme
icarladın." derse (ki; Sı'rat yarı yoldur.) bu durumda taraflar karşılıklı
yeminleşirler.
Yeminden
sonra,-onlardan birisi, bir beyyine ibraz ederse, beyyinesi kabul edilir.
Şayet, her ikisi de
beyyine ibraz ederlerse, bu durumda hayvan sahibinin beyyinesi kabul edilir.
Eğer mekânda ittifak
ederler de, ücrette ihtilaf ederlerse, o zaman hayvan sahibinin beyyinesi
Bağdad'a kadar yol gitmişse geçerli olur.
Adam: "Hayvanı
bana ariyet olarak bıraktın." der; hayvan sahibi de "Bir buçuk
dirheme, sana icara verdim." derse, bu durumda, hayvana binen şahsın sözü
geçerli olur ve tazminat da, icar da gerekmez.
Şayet icara veren şahıs,
iki şahit dinletir ve onlardan birisi: "Bir dirheme icarladı." der;
diğeri de: "Bir buçuk dirheme icarladi." derse; o taktirde, bir
dirheme hükmedilir. Mebsûl'ta da böyledir.
Bir boyacı, kendisine
elbise verildiğini inkâr eder; bir şahit de: "Kırmızıya boyamak üzere
verdi." der; diğer şahit ise: "Sarıya boyamak üzere verdi."
derse; ikiside kabul edilmez. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Bir adam, diğerini
da'vâ ederek: "Belirli iki hayvanı, Bağdad'a kadar, on dirheme
kiraladım." der; mal sahibi de beyyinesiyle: "Birisini on dirheme
kiraladı." derse, İmâm Ebu Hanife (R.A.) bu mes'elede önce, ecr-i misil
olarak, onbeş dirheme hükmeylemişti. Sonra, o kavlinden dönüş yaptı ve iki
hayvanın Bağdad'a kadar, on dirheme icarlandığına hükmeyledi.
Bu, İmameyn'in de
görüşleridir.
Bu söylediğimiz,-
ücretin cinsinde ittifak ettikleri zaman böyledir. Fakat, bu hususta ihtilaf
ederlerse, şöyleki: Hayvan sahibi: "Birisini Bağdad'a kadar bir dinara
icara verdim." der ve buna beyyine ibraz eder, icarlayan da beyyinesiyle
birlikte, "İkisini birden, Bağdad'a kadar, on dirheme icarladığım"
söylerse, bu durumda, iki hayvanın Bağdad'a kadar icarı, (ecr-i misil buna eşit
olması hâlinde) bir dinar ve beş dirhemdir. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, belirli
birisi Hiyre'ye kadar; diğeri ise Kâdisiye'ye kadar olmak üzere, iki hayvan
icarlar ve ikisiyle de Kâdisiye'ye kadar gider ve onlardan birinin nafakası
hakkında aralarında ithilaf çıkar; kiraya veren, diğerine: "Gerçekten ben,
sana Hiyre'ye kadar kiraya vermiştim,. Sen, muhalefet eyledin; tazminat
gerekir." der, kiralayan zat da: "Ben onu, Kâdisiye'ye kadar
kiralamıştım." derse, bu durumda kiraya verenin sözü geçerli olur.
Kiralayan şahıs onun kıymetini tazmin eder.
Müste'cir, icâreyi
verdiğini iddia eder; icara veren şahıs da bunu inkâr eder; bir şâhid de,
"O hayvanı, Bağdad'a kadar gitmek üzere on dirheme icarîadığına"
şahitlik yapar; diğeri ise, hem üzerine binmek, hem de eşya yükletmek üzere
icarladığnı söyler; müste'cir de böyle söylerse, şehâdet caiz olmaz. Keza, iki
şahit hamulede ihtilaf ederlerse, yine şehâdet caiz olmaz. Mebsût'ta da
böyledir.
Bir adam, Tirmiz'den,
Amil'e kadar gemiye biner ve sonra dâ, gemi sahibi ile aralarında ihtilaf
çıkar ve gemi sahibi, binen adama: "Ben, seni Âmire, beş dirheme getirdim."
der; binen adam da: "Sen, beni gemidekileri muhafaza için Âmil'e kadar, on
dirheme icarladın." derse; bunlardan her biri, yemin ederler. Her hangi
birinin, önce yemin etmesi evlâ olmaz.
Hâkim, hangisine
isterse, önce ona yemin ettirir.
Eğer kurra çektirirse,
bu daha güzel olur.
Şayet ücret hususunda
aralarında ihtilaf çıkar ve her ikisi de beyyi-ne ibraz ederse; gemicinin
beyyinesi geçerli olur. Ve binen zatın gemicinin ücretini ödemesine
hükmedilir. Bu şahıs için gemiciden bir şey alınmaz. Çünkü gemicinin elbette
gemide olması gerekir.
Bir adam, diğerine:
"Ben, seni Tirmiz'cfen, Belh'e, on dirhem ücretle merkebine
bindirdim." der; müddeâ aleyh de: "Hayır, sen beni filan adamı Belh'e
gütür diye, beş dirheme icarladın." derse, bu durumda bunlar, birbirlerine
yemin ettirirler.
Eğer yemin ederse
birşey gerekmez.
Şayet beyyine ibraz
ederlerse, merkep sahibinin beyyinesi kabul edilir,. Çünkü merkebi muhafaza
müste'cirin görevidir. Ona karşı icâre olmaz. Zehıyre'de de böyledir.
Müste'cir: "Ben,
Kâdisiyye'ye kadar, bir dirheme icarladım." der; icare veren de:
"Başka yere kadar verdim; fakat sen Kâdisiyye'ye kadar bindin."
derse, ona kıra yoktur. Çünkü sözünde durmamıştır. Sirâciy-ye'de de böyledir.
Eğer icara veren zat:
"Gerçekten ben, sana hayvanı şu yere kadar icara vermiştim." der;
binen şahıs da: "Hayır, sen o hayvanı, bana ariyet olarak verdin."
der ve o yeri geçer; hayvan da ölürse bu durumda onu tazmin eder (= öder)
Zehıyre'de de böyledir.
Bir adam, diğerinin
hayvanına Hîre'ye kadar biner; mal sahibi de ona: "Ben sana Cibâne'ye
kadar, bir dirheme icara vermiştim. Sen orayı ileri geçtin." der; hayvana
binen şahıs da: "Sen, onu bana ariyet olarak vermiştin." der ve bunun
üzerine de yemin ederse, o icardan beri olur.
Eğer hayvan sahibi iki
şahit getirir ve onlar: "Sana Hîre'ye kadar kiraya verdi." derlerse,
bu kabul edilmez.
Şayet hayvan sahibi:
"Sâhin'e kadar, bir buçuk dirheme kiraya verdiğini" iddia eder;
şahidin birisi de böyle söyler, diğeri ise: "Sahin'e kadar, bir dirheme
kiraya verdi." derse, o zaman gerçekten o hayvana binmiş olması hâlinde
bir dirheme hükmedilir, mebsut'ta da böyledir.
Hayvan sahibi iki
şahid getirir ve onlardan birisi: "Bir dirhem..' diğeri de:
"Bir buçuk dirhem..1
derse, bu durumda bir
dirheme hükmedilir.
Şayet icara veren zat,
"icârenin iki dirhem olduğunu" iddia eder; şahitlerden biri de
"Bir dirhem.." der; diğeri ise: "İki derhem..." derse,
bunların şehadetleri kabul edilmez. Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre
böyledir. Fetâvâyi Kâdihân'da da böyledir.
Bir adam, bir
seneliğine, bir ev icarladığında müste'cir, "Onun onbir aylığnı bir
dirheme; bir aylığını da dokuz dirheme" icarladığnı söyler; icara veren
şahıs da "Seneliğini, on dirheme" icara verdiğini iddia eder; her
ikisi de, iddialarını isbat için beyyine ibraz ederlerse, İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'un: "Ev sahibinin beyyinesi kaBul edilir." buyurduğu rivayet
edilmişt'r.
Bu durumu, icâre
müddeti geçince veya icarladığı hayvan, denilen yere vardıktan sonra iddia
ederlerse o takdirde, müste'cirin yeminle birlikte söylediği söz geçerli olur.
İmamlara göre,
yeminleşmezler. Ancak, ücrette, müddetin veya yolun bir kısmını geçtikten
sonra ihtilaf ederlerse, o zaman, karşılıklı ye-minleşirler. 'karenin feshinde,
geride kalan müddet hakkında, ihtilâf ederlerse; müste'cirin sözü geçen müddet
için geçerli olur. Zahîriyye'de de böyledir.
İmâm Ebû Hamie
(R.A.)'nın şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: Bir adam, beyyine ibraz ederek:
"Gerçekten ben, bu evi, bu adamdan, iki aylığını on dirheme
icarladım." der; ev sahibi de, beyyinesiyle: "Şüphesiz ben, buna bir
aylığını on dirheme icara verdim." derse; ben, ev sahibinin beyyinesini
kabul eder ve bir aylığı on dirhem olarak kabul ederim. İkinci ayı da,
müste'cirin beyinesi uyarınca, beş dirhem icar olarak kabul ederim. Muhıyt'te
de böyledir.
Câmiü'I - Fetâva'da
şöyle denilmiştir:
Eğer ev sahibi:
"Sana bu aylığını on dirheme icara verdim." der; diğeri de: "Ben
bu ayı ve diğer ayı beş dirheme icarladım." derse, bu takdirde birinci ay
için, on dirhem; ikinci ay için de (iki buçuk) dirhem icar gerekir.
Taiarhâniyye'de de böyledir.
Bir adam, beyyinesiyle
"Şu evini, dokuz dirheme (üç aylığına, her aylığı üç dirheme)
verdiğini" söyler; diğeri de, beyyinesiyle "altı aylığını, her
aylığı bir der'heme" icarladığnı iddia ederse, o şahsa "üç ay-
'lığı için, dokuz
dirhem ücret" hükmedilir. Diğer^üç ay için de, üç dir- -hem hükmedilir.
Seıahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Hişâm şöyle demiştir:
imâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'tan sordum:
Bir kimse, bir evde,
bir aydır oturmakta, başka iki şahıs da gelecek, beyyineleri ile "o evi,
bu şahsa, aylığı on dirheme icara verdiklerini'' söylüyorlar; içinde oturan
şahıs ise, her ikisinin iddiasını da inkâr ediyor; bu durum ne olur?
İmâm, şu cevabı verdi:
Bu ev, istihsânen
ikisi arasında, her birine beşer dirhem olarak- kıyasen ise, her birine onar
dirhem olmak üzere hükmedilir. Muhıyt'te de böyledir.
Hişâm'm Nevâdirin'de
İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
Bir adam, terziye bir
elbise verir; sonra da bu elbise sahibi: "Ben, elbiseyi sana bir dirhem
ücretle verdim." terzi ise: "Sen, bana ücretini vermedin."
derse, elbise sahibinin sözü geçerlidir.
Eğer elbise sahibi:
"Ben, sana ücret diye, teslim etmedim. Sen onu ücret diye aldın."
der; terzide: "Sen, bana ücret diye söyledin." der ve elbise sahibi
yemin ederse, ecr-i misil verir. Zehıyre'de de böyledir.
El - Asi kitabında
şöyle zikredilmiştir:
Biradam bir elbiseyi,
kırmızı boya ile boyaması için boyacıya verir ve nasıl olacağını da tarif eder;
sonra da ücretinde ihtilaf ederler ve boyacı: "Ben, bir dirheme
boyadım."; elbise sahibi de: "İki dânik'e bo-yadın." der ve
ikisinin de beyyinesi bulunursa, bu durumda boyacının beyyinesi kabul edilir.
Bana göre, ikisi de
beyyine ibraz ederlerse, ben elbisedeki boyanın kıymetine bakarım. Eğer o bir
dirhem veya daha ziyade kıymet taşıyorsa, boyacıya iki dânike boyamadığma
yemin verdikten sonra, bir dirhem ücret veririm. Eğer elbisede boya az ve
kıymeti iki danikten noksan ise, elbise sahibine, yalnız iki dânike boyattığına
dair yemin verdikten sonra, terziye iki dânik veririm.
Bunun gibi her boyanın
kendine göre kıymeti vardır. Bedâi"de de böyledir.
Eğer boya siyah ise
elbise sahibinin sö£ü geçerlidir. Ona yemin de verilir.
Şayet elbise sahibi:
"Boya benimdi". der, boyacı da: "Bir dirheme, benimdi".
derse; bu durumda her biri, diğerine yemin verir.
Akid bedelinde
karşılıklı yeminleşmek yoktur.
Fakat boyacı,
elbisecide bir dirheminin olduğunu iddia eder; elbise sahibi de bunu inkâr
ederse; bu durumda yemin etmek boyacıya düşer.
Elbise sahibi boyacıya
karşı: "Boyayı bana bağış yaptı", der; boyacı da bunu inkâr ederse,
bu durumda karşılıklı, birbirine yemin verirler. Ve elbise sahibi dirherrti
geçmemek üzere tazminat yapar. Mebsûi'ta da böyledir.
Eğer ücretin aslında
ihtilaf ederler ve elbise sahibi; çamaşırcıya: "Sen bana ücretsiz olarak
iş yaptın." der; çamaşırcı da: "Hayır, ben sana ücretle iş
yaptım." der ve bunu iş yapılmadan önce söylerlerse, karşılıklı
yeminleşirler. Ve yemine, önce Müste'cir başlar.
Şayet, iş bittikten
sonra ihtilafa düşerlerse, elbise sahibinin sözü geçerli olur.
Eğer elbisenin teslim
edildiğini doğrularlar ve ücreti isimlendirmez-lerse (belirtmezlerse) bu husus
kitapta (el-AsI'da) zikredilmemiştir.
Ebû'I-Leys,
Uyûnü'l-Mesâil isimli kitabında şöyle buyurmuştur.
Burada üç söz vardır:
İmâm Muhammed (R.A.):
"Eğer bir dükkan inşa edip, orada yıkayi-cılık işini yaparsa, o zaman
gerçekten ücret gerekir. Değilse gerekmez." buyurmuştur.
Fetva da buna göredir.
Serahsî'nin Muhıyti'nde de böyledir.
Şayet temizlikçi ile
elbise sahibi ücrette ihtilaf ederler ve iş henüz yapılmamış olursa, bu durumda
karşılıklı yeminleşirler. Ve karşılıklı ahp verirler.
Eğer temizlik işi
yapılmışsa, elbise sahibinin sözü geçerli olur.
Eğer ihtilaf, işin bir
kısmı yapılmasından sonra vuku bulursa, elbî-secinin hissesi hakkında, o yemin
eder; temizlikçi de kendi hissesi hakkında yemin eder. Zamanındaki hisseleri
için de, karşılıklı yeminleşirler. Mebsût'ta da böyledir.
Ücretin cinsinde yani
dinar mı, dirhem mi, taze mi, eski mi olduğunda ihtilaf edilirse, taraflar karşılıklı
yeminleşirler.
Şayet, ücretin
sıfatında, işe başlamadan önce, ihtilafa düşerlerse, bu ücretin ayn olması
hâlinde,cinsi ve miktarı hususunda taraflar karşılıklı yeminleşirler; sıfatı
hususunda ise karşılıklı yeminleşmezler; Müs-te'cirin sözü geçerli olur.
Eğer ücret deyn ( =
borç) ise, hüküm bunun hilafınadır.
Eğer yerin miktarı
hususunda, oradan menfaaatlenilmeden önce ihtilâfa düşerlerse, yine taraflar
karşılıklı olarak — ayn olan satışta olduğu gibi — yeminleşirler.
Eğer ihtilaf ücretinde
olursa, önce Müste'cir yemin eder.
Şayet ihtilaf
menfaattâ ise, yemine önce icara veren başlar.
Hangisi yeminden
kaçınırsa, o, da'vayı kaybeder.
Eğer, her ikisi de
beyyine ibraz ederlerse, icara verenin beyyinesi kabul edilir.
Şayet ihtilaf ücrette
ise, bu böyledir.
Menfaattâ ihtilaf olur
ve her ikisinin de beyyinesi bulunursa, Müs-te'cirin beyyinesi kabul edilir.
Eğer ücretten fazla
istendiği iddia ediliyorsa, aralarında yeminleşmeleri emredilir.
Her ikisi de beyyine
ibraz ederlerse; fazlayı iddia edenin beyyinesi kabul edilir.
Meselâ: îcara veren
şahıs, aylığın on dirhem olduğunu iddia ederken, Müste'cir: "İki aylığı
beş dirhem." der ve ikisi de beyyine ibraz ederlerse, bu durumda "İki
aylığı on dirhem" olarak hükmedilir.
Şayet birinin
beyyinesi bulunmaz ve, menfaatin bir kısmı da verilmiş olursa, bu durumda
Müste'cirin yeminle beraber söylediği söz geçerli olur. Karşılıklı
yeminleşirler ve geride kalan hakkında akid bozulur.
Eğer ücrette ihtilaf
ediyorlarsa (Şöyleki: Birisi ücretin dirhemler olduğunu iddia ediyor, diğeri
de dinarlar olduğunu söylüyorsa) yemine başvururlar. Her ikisinin de beyyinesi
varsa bu durumda icara verinin beyyinesi geçerlidir.
Bununla beraber,
müddet de veya mesafede ihtilaf ederlerse, (Meselâ: İcara veren zat:
"Kasr'a kadar, sana bir dinara icara verdim." der; Müste'cir de:
"Hayır Küfe'ye kadar, on dirheme verdir." der ve her ikisi de beyyine
ibraz ederse, bu durumda "Küfe'ye kadar diyenin beyyinesi geçerli olur.
Bu ya bir dinar veye beş dirhemdir. Muhıyt'te de böyledir.
İki cinste ihtilaf
ederler ve icara veren şahıs: "Ben, sana hayvanı Kasr'ra kadar bir dinara
icara verdim." der; Müste'cir de: "Hayır, Küfe'ye kadar, on dirheme
icara verdin.' derse; bu durumda ikisi de karşılıklı yeminleşirler. Hangisi
yeminden kaçınırsa, diğeri da'vâyı kazanmış olur.
Hangisi belgelendir
irse, belgesi kabul görür.
İkisinin de belgesi
olursa, "Küfe'ye kadar, bir dinar ve beş dirheme" hükmedilir.
Kasr, Bağdat'la
Küfe'nin ortasında olan bir yerdir.
Müsîe'cirin beyyinesi
sebebiyle Bağdad'dan Kasr'a kadar, bir dinar; Kasr'dan Küfeye kadar da beş
dirhem hükmedilir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Hem ücret, hem de
müddet hususunda ihtilaf ederler veya hem ücret, hem de mesafede ihtilaf
ederlerse (Şöyleki: İcara veren zat: Kasr'a kadar, sana on dirheme, icara
verdim." der; Müste'cir de: "Hayır, Kü-fe'ye kadar, beş dirheme icara
verdin." derse, bu durumda, ikisi, karşılıklı olarak yem ini esirler.
İkisi de yemin ederse,
aralarındaki akid fesh olur.
Hangisi belge ibraz
ederse, onun belgesi kabul edilir.
Şayet her ikisi de
belge ibraz ederlerse, ikisiyle de hükmedilir. Ücrette, icara verenin
belgesine göre; müddet ve mesafede ise, Müste'cirin .belgesine göre muamele
yapılır.
Hangisi da'vâyı önce
başlatmışsa, önce o, arkadaşına yemin verir. Hızâneiü'l - Müftîn'de de
böyledir.
İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)
şöyle buyurmuştur.
Bir adam,
ayakkabılarını tamirciye verir ve tamirci ona: "İki dirheme yapmamı
söyledin." der; ayakkabıların sahibi de: "Ben, sana bir dirheme
dikmeni söyledim." derse; duruma bakılır: Eğer onu zarar gör-meksizin
çıkarabiliyorsa, dikicinin (köşgerin) sözü geçerli olur. Serahsî'-nin
Muhiytı'nde de böyledir.
Şayet, terzi ile
elbise sahibi ihtilaf ederler ve elbise sahibi: "Ben, sana pardesü dikmeni
söyledim; sen ise, gömlek diknlişsin." der; terzi de: "Hayır, sen
bana gömlek dikmemi.söyledin." derse;'bu durumda elbise sahibinin yeminle
söylediği söz geçerli olur. Bu durumda, elbise yaptıran şahıs muhayyerdir;
dilerse gömleği alıp, ecr-i mesil verir, dilerse, elbise kesilmeden önceki
kıymeti ne ise, onu alır. Zahîriyye'de de böyledir.
Şehyû'l - İslâm
Alâüddin el-İsbîcâbî, Şerhı'nde şöyle buyurmuştur. Eğer her ikisi de beyyine
ibraz ederlerse, o zaman, terzinin beyyinesi geçerli olur. Gâyetü'l-Beyân'da
da böyledir.
Boyacı ile elbise
sahibi ihtilaf etmiş olurlar ve elbise sahibi:' 'Ben, sana usfur ile boyamanı
söylemiştim." der; boyacı da "Za'ferân ile boyamamı
söylemiştin." derse bu durumda elbise sahibinin sözü —bütün âlimlerimize
göre— geçerli olur. Bedâi"de de böyledir.
Bir adam, ölçeğini
usfur ile doldurup, boyacıya verir, boyacı da
"Onu, bir ölçek
usfur ile boyadım." der; elbise sahibi de: "Dörtte bir usfur ile
boyamışsın." derse, boyanan şey, san'at ehline gösterilir: Eğer onlar:
"Bu, dörtte bir usfur ile boyanmış." derlerse, elbise sahibinin sözü geçerli
olur. Beyyine getirmek boyacıya aittir. Serahsî'nin Muhıyt'ın de de böyledir.
Bir adam,
"dişçiye, dişini çekmesini" söyler; o da çeker ve sonra da ihtilaf
ederler; diş sahibi: "Ben, sana başka dişimi çıkar dedim." der; dişçi
de: "Sen, bana bu dişi çıkar; dedin." derse, bu durumda diş.sahibinin
sözü geçerli olur.
Şayet söylediği dişi
çıkarmamış olur; fakat, diğer diş, aynı dişe bitişik bulunur ve onu çıkarmış
olursa, tazminat gerekmez. Hulâsa'da da böyledir.
Bir adam, diğerine
vücudundan bir şey çıkarttırmak veya yarasını yardırmak ister. Sonra da
ihtilaf ederlerse, bu durumda emreden şahsın sözü geçerli olur. Bu şahıs, yemin
de eder. Çünkü, o emir sebebiyle menfaat elde edilecektir. Serahısî'nin
Muhıyö'nde de böyledir.
Bir kimse, terziye bez
(kumaş) vererek, ona pamuk koymasını (yâni elbise yapmasını) ister ve ona,
yirmi estar (=
buçuk gram) pamuk
koymasını söyler; sonra aralarında ihtilaf çıkar ve elbise sahibi: "Ben,
sana onbeş estar pamuk verdim ve sana: 'Bunu artır.' dedim. Sen de ancak beş estar
artırmışsın." der; terzi de: "Sen ba na on estar verdin ye on estar
da artırmamı söyledin. Ben de o kadar ilâve ettim; artırdım." derse; bu
durumda terzinin sözü geçerli olur. Ve elbise yaptıran şahıs, on estann
kıymetini verecektir.
Şayet söylenilen
miktarda ihtilaf ederler ve elbise sahibi: "Ben, sana onbeş estar verdim
ve beş estar da artırmanı söyledim." der; diğeri de: "Sen, bana on
estar verdin ve on estar da artırmamı söyledin. Ben de artırdım." derse o
zaman, elbise sahibi muhayyerdir: İsterse onu doğ-rulayıp on estar pamuk parası
verir; isterse, verdiği elbisenin kıymetini alır ve on estar kıymetiyle, bu
elbise pamukçunun olur. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, bir palto
dikmesi için, terziye kumaş ve onun astarı ile pamuğunu verir; terzi de kesip,
biçer ve diker; iş hususunda ve ücrette ittifak ettikleri hâlde, elbiseci:
"Bu astar, benim verdiğim astar değildir.' ' derse, bu durumda terzinin
yeminle birlikte söylediği söz geçerli olur. Kûbrâ'da da böyledir.
Bir adam,
temizlikçiye, bir dirheme temizlemek üzere, bir elbise verdiğinde; temizlikçi,
temizleyip, bu elbiseyi: "Bu elbise senindir." diyerek verir; elbise
sahibi ise: "Bu, benim elbisem değildir." derse, bu durumda İmâm Ebû
Hanife (R.A.)'ye göre, temizleyicinin sözü geçerli olur. Fetâvâyi Kâdihân'da da
böyledir.
Bu durumda,
temizlikçiye ücret verilmez. Hulâsa'da da böyledir.
Keza temizlikçi
elbiseyi verdiğini iddia ederse, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, onun sözü
geçerli olur. Çünkü, o sözünde emindir.
Keza, her ecir
(ücretli) müşterektir.
Fetva da bunun
üzerinedir. Felâvâyi Kadihân'da da böyledir.
Eğer elbise sahibi:
"Bu, benim elbisemdir, fakat, ben bunu değil de başka bir elbisemi
temizlemesi için vermiştim." derse, elbisesini alır onun için ücret
vermesi gerekmez.
Fakat bu hâl, biçimde
ve dikimde böyle olursa, olmaz; sahibi elbiseyi terzide bırakıp, onun
kıymetini alır.
Şayet, bu böyle olmaz;
fakat temizlikçi gelip: "Yudum, yıkadım, temizledim; ücretini vermek sana
aittir." der; elbise sahibi de: "Sen temizlememişsin, ben senin yanında
(veya evinde) temizledim." veya "Benim kölem, senin yanında yıkadı,
derse, bu sözüne inanılmaz. Bu durumda temizlikçinin sözü geçerli olur.
Eğer, yapılan iş, bu
işi yapan şahsın elinde bulunuyor ve taraflar dâvâlaşıyorlarsa bütün ameller
(işler) de böyledir.
Şayet, bu mal
sahibinin elinde, ise, bu durumda onun sözü geçerli olur.
Eğer temizlikçi yemin
verirse, elbise sahibi yemin etmez: ancak elbisenin kendisinin olduğuna yemin
eder. Hulâsa'da da böyledir.
Şayet temizlikçi,
elbiseyi verip: "Bu elbise senindir." der; elbise sahibi de bunu
inkâr ettiği halde onu elbisesine bedel olması niyeti ile alırsa ; İmâm
Muhammed (R.A.): "O elbiseyi giymesine ruhsat yoktur; satmasına da ruhsat
yoktur. Ancak temizlikçiye: "Ben, bunu elbisemin yerine aldım." der;
elbiseci de: "Olur." derse, o zaman hem giyer, hem de satabilir.
Fetâvâyi Kadihân'da da böyledir.
Fetvalarda şöyle
zikredilmiştir:
Bez satan şahıs,
temizlikçiye bir adam yollayıp, dört elbise ister; adam da üç elbise getirir ve
temizlikçi: "Ben, dört elbise verdim." der; elçi de: "Bana
elbiseleri verdi; fakat ben saymadım." derse; durum el-biseciye sorulur.
Bu elbiseci hangisini doğrularsa, diğeri da'vâdan düşer; hangisini yalanlarsa,
onunda yemin etmesi gerekir. Eğer yemin ederse, berî olur. Eğer edemez ise,
tazmin eder.
Eğer temizlikçiyi
doğrularsa, ücretini vermesi gerekir.
Eğer temizlikçiyi
yalanlar, o da yemin ederse, bu defa da temizlikçi elbise sahibine ücretini
verdiğine dair yemin verir.
Eğer o da yemin
ederse, ücretten beri olur; değilse, üç elbisenin temizlik ücretini verir,
dördüncü müstesnadır. Hâvî'de de böyledir.
Dînâri'nin Mütefernk
Fetvâlan'nda şöyle zikredilmiştir.
Bir adam,
temizlikçiye, iki günde yıkaması şartiyle elbise verip, ücretini de verir; o
da bu elbiseyi yanında tutar ve helak olana kadar yıkamazsa onu tazmin eder.
(öder)
Şayet ihtilaf ederler
ve elbise sahibi: Ben sana "on güne kadar tekmil olsun; demiştim."
deyip müddetin geçtiğini söyleyerek, tazminat ister; temizlikçi de "Ben
sana onu yıkamadan vermiştim." der; müddetde tayin etmezse bu durumda
kimin sözü geçerli olur?
Vâkıâtü'l - Fetâvâ da:
Uygun olanı, temizlikçinin sözünün geçerli olmasıdır. Çünkü o, şartı inkâr
eylemiştir, denilmiştir.
Sonra, o gün
temizlemesini veya buna benzer bir şey istediği hâlde, o da, o gün bitiremeyip
sonra bitirseydi ne olurdu? Ücret gerekir miydi?
Vâkıâlü'l-Feiâvâ'da
şöyle denilmiştir: Uygun olanı, ücret ödememektir. Çünkü icâre akdi "helak
olursa tazminat gelir." denilince kalmamıştır. Füsûlü'l - İmâdiyye'de de
böyledir.
Bir adam, "eşyalarını
şu yerden, şu yere götürmesi için" verdikten sonra, hamalla aralarında
ihtilaf çıkar ve eşya sihibi: "Bu eşyalar benim değildir." der; hamal
da: "Senindir." derse, bu durumda, hamalın yeminle birlikte
söylediği söz geçerli olur. Çünkü o emindir. Âmire de ücret vermek gerekmez.
Ancak bu şahıs',
hamalı doğrulayıp eşyayı alırsa, onun ücretini verir.
Keza, bir kimse,
hamala yiyecek yüklettiğinde, hamal ona: "Bu senindir." der; yiyecek
sahibi de: "Benim yiyeceğim yeni idi; bu çok bozulmuş." derse, bu
durumda yiyecek sahibinin sözü geçerli olur. Ücret de vermez.
Güzel olanı ise,
hamalın sözünü geçerli sayıp onun ücretini vermek-dir. Eğer; yiyecek şey İki
çeşit olur ve hamal arpa getirmiş; yiyecek sahibi ise: "Buğday idi."
derse; yiyecek sahibi, hamalı doğrulamadıkca, ücret gerekmez. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Bir adam, eşyasını
filan yere götürmek üzere, bir hamal icarla-yıp, onu simsara teslim etmesini
söyler, hamal da tartıp teslim eder; simsar hamala: "Tartın, yazılandan
noksandır. Ben, sana noksan olanın miktarı kadar ücret vermem." der; sonra
da aralarında ihtilaf çıkar ve simsar: "Sana ücret ödenmiştir." der;
hamal ise: "Hayır ödenmedi." derse, bu durumda hamalın sözü geçerli
olur. Husûmete (da'vâlaşma-ya) ihtiyaç yoktur. Ancak husûmet, o yükü yollayan
şahısla hamal arasında olur. Hulâsada da böyledir.
Uyûn'da, İmâm Muhammed
(R.A.)'in şöyle buyurduğu nakledilmiştir: Bir adam, bir gemiciye, "şuraya
götür." diyerek buğday yükü verir, gemici o yere varır ve buğday sahibi:
"Buğday noksandır." der; gemici onu ölçerek: "noksan
değildir." derse, bu durumda buğday sahibinin sözü geçerli olur.
Bu durumda gemici
buğday sahibine: "Ölç, ölçüne göre ne kadarsa, o kadarının ücretini
alırım ." der.
Eğer buğday sahibi,
gemiciden noksan için tazminat talebinde bulunursa; ücretin verildiği
hususunda gemicinin sözü geçerli olur.
Sonra, buğday
sahibine: "Buğdayını ölç, noksanı kadarının ücretini tazmin ettir-."
denilir. Eğer maksad on çeki ise, âlimlerimiz bu görüştedirler.
Şayet murad
ikincisinde ise, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, buğday sahibi gemiciye
tazminat yaptıramaz. Ancak ondan bir suç veya bir kusur olursa, tazminat
yaptırabilir. Fetva da bununnizerinedir. Muzmeret'ta da böyledir. [45]
İcara veren zat,
aldığı ücrette bir ayıp görür ve onu müste'cire geri vermeyi irâde eder ve bu
dirhemler dinarlar, ölçülen şeyler veya tartılan şeyler gibi deyn olur, ve onu
müste'cir doğrularsa; icara veren şahıs, onu müste'cire geri verebilir. İster
ücret deyn olsun, ister ayn olsun fark etmez.
Eğer müste'cir icara
veren şahısı yalanlar ve: "Bunu ben vermedim." der ve ücret deyn
olur; icara veren de: "Ben, onu yeni olarak almadım." derse ifâsı (=
geri verilmesi) gerekmez. Ancak, dirhemleri aldığını ikrar ederse, —başkasını
değil— kıyâs sözün reddedilmesidir. Istihsanda ise, yeminli olarak mucir
tarafından geri verilir.
Eğermüste'cir icara
verene karşı yeni dirhemleri aldığını ikrar ederse (Şöyle ki: "Ben sana
taze olarak verdim." veya Ücretini aldın." yahut Ücreti ödedim."
derse) bu durumda icara verenin beyyinesi kabul edilmez. Muhıyt'te de
böyledir.
Eğer ücret bizzat bir
elbise olur ve önce" almış, sonra da onu aybı yüzünden müste'cire geri
getirmiş, mütse'cir de: "Bu, benim verdiğim elbise değildir." demiş
olursa, bu durumda mücte'cirin sözü geçerli olur.
Şayet ev sahibi,
elbisenin ayıplı olduğu hususunda beyyine ibraz ederse, onu reddeder. Ayıp
ister az olsun, ister çok olsun farketmez. Reddi sebebiyle de akid bozulmuş
olur. O güne kadar oturduğunun ücretini de alır ve bu ecrimisildir. Mebsût'ta
da böyledir.
Yemiş (= meyve) satan
bir şahıs, bir adamdan, bir yer icarlayıp orada aar satar; sonra da ordan çıkar
ve aralarında oranın rafları ve diğer eşyaları hakkında ihtilafa düşerler; ev
sahibi: "Ben, sana icara verirken bunlar içerde idi." der: müste'cir
de: "Hayır bunları ben yaptım." derse Kıyâsen, ev sahibinin yemin
ederek söylediği söz geçerli olur. İstihsânda ise müste'cirin sözü geçerli
olur.
Bu sevap, değirmende
ve diğer san'at yerlerinde de böyledir.
Aralarında ihtilaf
çıkınca, san'atta örf ve âdet, icara veren şahsın olmamasıdır.
Bu kıyâsta da,
istihsa'nda da böyledir. Hülâsa, bu cins meselelerde, müste'cir tarafından
yapılması âdet olan şeylerde müste'cirin sözü geçerlidir.
Bir ev hakkında
ihtilaf çıkar ve icarcı: "Kapısını ben yaptım; üzerinin ağacını ben
attım." derse, bu durumda, ev sahibinin yeminli olarak söylediği söz
geçerli olur. Muhıyt'te de böyledir.
Sergi, kapı sürgüsü,
oluk, kiremit, kireç, ağaç yerine konulmuş kapı ve benzeri şeyler müste'cire
aittir. Müste'cir bunların kendisine âit olduğunu belgelerse, bu belgesi kabul
edilir.
Şayet evde su kuyusu,
tuvalet çukuru kazılmış; müste'cir de: "Bunları ben yaptım." diyor
ve sökeceğini (bozacağını) söylüyorsa; bu durumda ev sahibinin sözü geçerli
olur.
Keza, evin kumaşı,
perdesi, binadaki ağaçlar, merdiveni, (merdivenden maksat binanın asıl
merdiveni değil, süllem dedikleri evin üzerine çıkmak için yapılan
merdivendir.) hakkında müste'cirin sözü geçerli olur. Mebsût'ta da böyledir.
Ev sahibi eğer ikrar
ederek: "Müste'cir, kireçlemiş (badana yapmış) veya kiremitini koymuş;
eve.bir kapı takmış kapıya bir sürgü yapmış." derse; bunları müste'cir
alabilir.
Şayet bunların
alınması, eve zarar verecekse, ev sahibi bunların kıymetini müste'cire verir
ve onlar yerinde kalır. Hulâsa'da da böyledir.
Eğer evde yapılan
tennur ( — tandır) hakkında ihtilaf ederler ve müste'cir: "Ben
yaptım." derse, onun sözü geçerli olur. Çünkü, o ihtiyacına binâen onu
yapmıştır. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Şayet evde, arılık (-
kovan) veya gusülhâne varsa, bunların da tamamı, - diğer eşyalar gibi -
müste'cirindir. Mebsût'ta da böyledir.
Müste'cir evden
çıktıktan sonra, aralarında evde bulunan kapı, şerir, sürgü gibi şeyler
hakkında ihtilaf çıkarsa, bu durumda ev sahibinin sözü geçerli olur.
Şayet, bunlar
yerlerinden ayrılmayan (sabit) şeyler iseler bu böyledir. Eğer sabit
değillerse, (sergiler, kaplar odunlar gibi.) bu takdirde, müste'cirin sözü
geçerli olur. Gıyâsiyye'de de böyledir.
Ancak, çatal kapının
bir kanadı sabit, diğer kanadı seyyar ise veya tavandan düştüğü bilinen bir
tahta varsa bunlar icara veren şahsındır.
Tennurda örfe itibar
edilir.
Eğer ev sahibi,
karcıya, "olduğu yerde, bir bina yapmasını" söylemiş ve icara
sayacağını bildirmiş olur ve binanın yapımında ittifak ettikleri hâlde,
ücretinde ihtilaf ederlerse, bu durumda mal sahibinin sözü geçerli olur.
Beyyineye gelince, bu
durumda müste'cirin bejyinesi geçerli olur.
Keza, eğer ev sahibi:
"Açıklama yapmadan, benden habersiz niye yaptın?" derse bu durumda ev
sahibinin sözü geçerliolur. Mebsût'ta da böyledir.
Âlimler şöyle
demişlerdir.
Bu hâl, müşkil
zamanlarda olur. Şöyleki: San'at ehli ihtilaf ederler ve ba'zıları,ev sahibinin
dediği gibi der ve gerçekten o, ev sahibinin yaptığı gibi masrafları yapmıştır;
bu durumda o miktarı isteme hakkı vardır.
Bâzıları da:
"Hayır, müste'cirin dediği miktarda hakkı vardır." buyurmuşlardır.
İhtilafları halinde,
müste'cir, "fazla ücret verdiğini"; ev sahibi de "onu; —inkâr
ederek— almadığını" söylerse, onun sözü geçerli olur.
Fakat, sanatkârlar
birinin sözü üzerinde toplanırlarsa, onun sözü geçerli olur. Muhıyt'te de
böyledir.
Kapıda iki kanat
bulunur ve onların biri düşmüş, diğeri duruyor
olur ve düşen hakkında
ihtilaf ederlerse bu durumda ev sahibinin sözü geçerli olur. Eğer o diğerinin
kardeşi ise bu böyledir.
Şayet başka yere
nakledilmiş ise bu durumda müste'cirin sözü geçerli olur.
Eğer evin tavam
tahtalanmış ve bu tahtalardan birisi düşmüş olur; bu durumda icarlayan ile ev
sahibi ihtilaf ederler ve ev sahibi: "Bu, tavanın tahtasıdır." der;
müşte'cir de: "Benim." derse; —her ne kadar yeri değişmiş olsa bile—
ev sahibinin sözü geçerli olur.
Bir adam, yurdundan
birine bir ev icara verir; o evde de oturan bulunur; her aylığı bir dirheme
olmak üzere adam ev ile başbaşa kalır ve ev sihibi: "Haydi otur."
der; ay başı gelince de, ev sahibi kirasını isteyince: "Ben oturmadım;
içinde adam var." der; sakin de, bunu ikrar veya inkâr ederse, bu durumda
sakinin sözüne itibar edilmez.
Sakinin sözü kabul
edilmez de, ihtilaf âcir ile müşte'cir arasında kalırsa, bu durumda bakılır.
Eğer müşte'cir evde oturuyorsa, münaza halinde ev sahibinin sözü geçerli olur.
Ona, icar vermek gerekir.
Eğer müşte'cir başka
evde oturuyorsa, müstecirin sözü geçerli olur ve icar gerekmez.
Bir adam, diğerinden,
bir ev kiralar ve ay başı gelince ev sahibi evinin icarını ister; müşte'cir de:
"Sen, onu, bana icara vermedin; ariyet olarak verdin." veya
"...ücretsiz oturttun." der; ev sahibi de bunu inkâr eder ve ikisinin
de beyyinesi olmazsa, bu durumda, evde oturan şahsın yeminle birlikte söylediği
söz geçerli olur.
Eğer her ikisi de
beyyine ibraz ederler ve icarlayan: "Ben, o evi ariyet olarak
almıştım." derse, ev sahibinin sözü geçerli olur.
Müşte'cir: "Sen,
onu bana, ariyet olarak (veya ücretsiz) verdin." der ve ev sahibi de bunu
inkar eder ve hiç birinin beyyinesi bulunmazsa, bu durumda, evde oturan şahsın
yeminle birlikte söylediği söz geçerli olur.
Eğer her ikiside
beyyine ibraz ederlere bu durumda ev sahibinin beyyinesi geçerli olur.
Keza her ikisinin de
beyyinesi olmaz ise, o zaman, evde oturan şahsın yeminle birlikte söylediği söz
kabul edilir.
Eğer ikisinin de
beyyinesi olursa, işte o zaman ev sahibinin beyyinesi geçerli olur.
Şayet sakin:
""Ev, benim evimdir. Senin hakkın yoktur." derse; o zaman, ev
sahibinin yeminle birlikte söylediği söz geçerli olur.
Eğer müşte'cir:
"Bu ev, filanındır. Bana vekâlet verdi." der ve is-bat getirirse, bu
durumda sakinin sözü geçerli olur.
Hasmı müddeî (= da'vâcı)
olur.
Şayet, her ikisi de
beyyine getirirlerse, bu durumda hibe eden şahsın beyyinesi kabul edilir.
Bunların tamamı,
sakinin, kiranın aslını kabul etmemesi hâlinde böyledir.
Fakat, kiranın aslını
kabul ederse, sonraki hîbe ve ariyet iddiasi doğrulanmaz. Ve bu şahsın kira
ücreti ödemesi gerekir.
Ancak, müşte'cir
beyyine ibraz ederse, muhayyer kalır.
Şayet, her ikisi de
biyyine ibraz ederlerse, bu durumda kendine bağış yapılan şahsın beyyinesi
kabul edilir.
Bunların tamamı,
sakinin kiranın aslını ikrar etmemesi hâlinde geçerli olur.
Fakat, kiranın aslını
ikrar eder; sonra da "ariyet veya hîbe olduğunu" söylerse bu gibi
durumlarda ücreti müşte'cir öder.
Eğer müşte'cir, ev
sahibine: "Sen, bana bağış yaptın." veya "Ariyet verdin."
derse, sözü tasdik edilmez.
Ancak, müşte'cir
beyyine ibraz ederse, onun sözü geçerli olur.
Eğer müşte'cir
icarladığı yeri görmeyi şart koştuğu hâlde görmemiş olur ve bu hususta
beyyinesi bulunursa, onu görmesi gerekir. Mu-hıyt'te de böyledir.
Bir adam, bir
aylığına, bir ev icarladıktan sonra, bu müşte'cir, icara veren şahsın, o evi
icara verdikten sonra sattığım iddia eder; icara veren zat da, onu inkâr eder,
böylece bir müddet geçerse, âlimler: "Bu durumda icare lâzım gelir. Çünkü,
icârede ittifak etmişler; satış ise, sabit olmamıştır." demişlerdir.
Fetâvâyi Kâdihân'da da böyledir.
Bir adam, evini,
diğerine o evde durduğu müddetçe, aile etrafının masrafını karşılamak üzere
icara verse, bu icara fâsiddir.
Bu durumda, icara
tutan şahıs, oturduğu kadar ecri misil verir, diğer fâsid olan icâreler
gibi...
Şayet, müşte'cir:
"Aile etrafına masraf yaptım." der, ev sahibi de:
"Yapmadın." derse, bu durumda ev sahibinin sözü geçerli olur.
Her ikisi de beyyine
ibraz ederlerse, müste'cirin beyyinesi geçerli olur.
Bir adam, aylığı on
dirheme bir ev icarlayıp, bir gün veya iki gün o evde oturduktan sonra, başka
bir eve taşınır; ev sihibi de tam aylık ister; müşte'cir ise: "Ben bir
(veya iki) günlüğüne icarladım." derse, onun sözü geçerli olur.
İkisi de beyyine ibraz
ederlerse, icara verenin beyyinesi kabul edilir. Zehıyre'de de böyledir.
Bir adam, aylığı bir
dirheme, bir ev icarlayıp, o evde iki ay oturursa, birinci ayın icarı,
diğerinden başka olur.
Eğer ikinci ayda, o
evin bir yeri yıkılırsa, tazminat gerekir.
Eğer önceki ayda
yıkılmış olsaydı, tazminat gerekmezdi.
Şayet ihtilaf ederler
ve müşte'cir: "Ev birinci ayda yıkıldı." der, ev sahibi ise: "Bu
ev ikinci ayda yıkıldı. Sana tazminat gerekir." derse; bu durumda,
müste'cirin yeminli olarak, söylediği söz geçerli olur.
ikisi de beyyine getirirse,
ev sahibinin beyyinesi geçerli olur. Mu-hıyt'te de böyledir.
Eğer o evde, bir aydan
bir gün veya iki gün fazla oturmuş; müşte'cir de: "Önceki ayda
yıkıldı." derse; onun sözü geçerli olur. Çünkü o gâsıbtır. Mebsût'ta da
böyledir.
Bir adam, bir yurt
veya bir evi, içinde bir ay oturmak üzeri icarlar; ev sahibi, ona anahtarı
verir ve bir ay tamam olup, ev sahibi icarını isteyince, müşte'cir: "Benim
kapıyı açmaya gücüm yetmedi." der; icara veren ise: "Hayır, açtın ve
oturdun." der ve her ikisinin de beyyinesi olmazsa bu durumda anahtara
bakılır: Eğer anahtar açıyor ve sonra da kitliyorsa, ev sahibinin sözü geçerli
olur. Müste'cirin sözüne inanılmaz.
Şayet bunun aksine
ise, müste'cirin sözü geçerli olur. Fetva da buna göre verilir.
Şayet hir ikisinin de
beyyinesi varsa; ev sahibinin beyyinesi kabul edilir. Her ne kadar anahtar
kapıyı kolay açmasa bile böyledir. Cevâhi-rü'l - Ahlâtî'de de böyledir.
Bir adam, evini bir
seneliğine icara verir; sene tamam olur; evi geri alıp süpürür ve oturan
müste'cire: Benim, evde dirhemlerim kalmış. Sen oturdun ve onları attın."
ev sahibide bunu tasdik ederse, onları tazmin eder.
Şayet inkâr ederse, bu
durumda, onun yeminli olarak söylediği söz geçerli olur. Kübrâ'da da böyledir.
Bir adam, diğerinden,
belirli bir müddetle bir hamam icarladık-tan sonra, icare miktarı hakkında
ihtilafa düşerlerse, hamam sahibinin sözü geçerli olur. İcar müddeti tamam
olurca kül ve gübre çok olur ve hamam sahibi: "Gübre benimdir."
icarcı da: "Benimdir." derse, bu durumda daha önce hamamcının olduğu
bilinmiyorsa müste'cirin sözü geçerli olur. Küle gelince, eğer müste'cirin işi
ise, onu da ikrar ediyorsa, onu o nakleder ve kaldırır. Şayet inkâr ediyorsa,
onun sözü geçerli olur. Muhıyt'te de böyledir.
Bir kadının belirli
bir ziynet eşyasını, sabahtan akşama kadar kullanmak üzere icarlaması caizdir.
Bu kadın, o zinet
eşyasını, oir başkasına kullandırırsa, - zayi olması hâlinde - kendisi tazmin
eder ve ona icar gerekmez.
Eğer, ziynet sahibi
ile aralarında, giyip - giymeme hususunda ihtilaf çıkar ve sahibi: "Sen,
giydin." der; diğeri de: "Ben başkasına giydirdim." derse, bu
durumda ziynet sahibinin sözü geçerli olur.
Bu ihtilaf ücret
hakkındadır. Şöyleki: Ziynet sahibi: "Sen giydin; ücretini sen
vereceksin." diyor, kadın da: "hayır, onu başkasma giydirdim, bana
ücret yoktur." diyor..
Âlimler: "Bunda
kıyâs, evde söylendiği gibidir." demişlerdir.
Eğer münaza zamanı,
ziynet eşyası kadının yanında ise, bu durumda ziynet sahibinin sözü geçerli
olur.
Şayet, ziynet eşyası
başkasının yanında ise, bu durumda kadının sözü geçerli olur.
Eğer o eşya zayi
olursa, ziynet sahibinin olarak zayi olmuş ohrr. Kadım tasdik ederse, kadın onu
tazmin eder; bu durumda ücret gerekmez.
Eğer kadını
yalanlarsa, kadın tazminattan beri olur; sonra da ziynet sehibinin sözü geçerli
olur.
Şayet ihtilaf bir
hayvan hakkında olur ve müste'cire "Küfe'den, Bağ-dad'a kadar, on dirheme
icarladım." der; hayvan sahibi de:"Hayır, Küfe'den Kasr'a kadar, on
dirheme, sana icara verdim." der. (Kars, yarı yoldur.) ve her ikisi de
davalarını isbat edemezlerse bu durumda, karşılıklı, birbirlerine yemin
verirler ve ona göre hareket ederler.
Şayet birisi isbat
ederse, onun beyyinesiyle hükmedilir.
Her ikisinin de
beyyinesi olursa , İmâmı Ebû Hanîfe (R.A.): "Önce Bağdad'a on beş dirheme
hükmedilir." buyurmuş sonra da: "Bağdad'a kadar, on dirheme
hükmedilir." demişlerdir.
Bu aynı zamanda
İmâmeyn'in de kavilleridir. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, belirli ber
yere kadar, bir hayvan icarlar ve ona ne yükleyeceğini söylemez ve taraflar
da'valaşırlarsa, icaresini verir. Şayet hayvana bindi veya yük yükledi ise, o
zaman istihsanen konuşulan ücreti verir.
Köle de - ücreti
belirtilmemişse böyledir. Mebsût'ta da böyledir.
Bir adam, diğerinden
bir hayvan icarladığında hayvan sahibi o hayvanın eğerini, gemini vermez ve
"Ben, onu sana çıplak icara ver-dim." der; icarlayan da: "Ben,
onu eğerli ve gemli icarladım." derse bu durumda hayvan sahibinin sözü
geçerliolur. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, Bağdad'dan
Rey şehrine kadar belirli üç hayvan icar-îarsa, bu caiz olur.
İcâre caiz olunca, bu
hayvanların sahibi, onları birine satar veya bağışlar yahut tasadduk eder,
icara verir veya ariyet veya emanet bırakır ve kiralayan adam da gelerek, o
hayvanları başkasının elinde bulur ve onları icarladığını beyyinlemek isterse,
beyyinesi geçerli olur mu?
Burada iki durum
vardır: Hayvan sahibi, ya bu hayvanları, icarlayan şahıs o huzurda iken, öyle
yapmıştır; veya müste'cirin gıyabında öyle yapmıştır.
Eğer hazırda iken
yapmışsa, aleyhine olan beyyine kabul edilir.
Şayet, müste'cirin
beyyinesi kabul edilince icarı kabul ederse ve hayvan sahibi şayet mecburiyet
karşısında satmışsa, (Şöyleki: Borcu vardır ve o acele ödenecektir..) bu
durumda müste'cirin yapacağı bir şey yoktur.
.
Eğer özürsüz olarak
satmışsa, müste'cir haklıdır ve icâre müddeti bitene kadar, hayvanları alır.
Şayet icara veren
şahıs, mal sahibi değilse, veya onu bağış, sadaka yapmışsa, müste'cir, icâre
müddetince, o hayvanları yine tasarruf edip, icarda kullanır. Cevap aynıdır.
Bu hâl, hayvan sahibi
hazır iken böyledir. Fakat o hazırda değilse, müste'cirin beyyinesi yine kabul
edilir.
Şayet hayvanlar
müşterinin veya kendisine tasadduk ve bağış yapılanın elinde ise, bu defa
icarci, onlarla da'valaşır.
Şayet hayvan sahibi,
onları zaruretine binaen satmışsa, bu durumda müste'cirin bir hakkı kalmaz.
Eğer özürsüz satmış
veya bağış ve sadaka etmişse, müste'cir o hayvanlara hak sahibi olur;
icarlarını da öder.
Fakat, hayvanlar
karcının veya ariyet bıraktığı yahut emanet ettiği kimsenin elinde
bulunuyorsa, bu durumda, onun beyyinesi kabul edilmez.
Kitab'da(el-Asl'da)
ise: "Müste'cir haklıdır, kanonlara verir." denilmiştir. Önceki
icarcı mı? Yoksa ikinci icarcı mı? İşte bu söylenmemiştir. Buna tafsilat
icabeder.
Şayet hayvan sahibi
huzurda ise, önceki müsteVir haklıdır.
Eğer hayvan sahibi
hazırda değilse ikinci icarcı haklıdır.
Çünkü hayvan sahibi
huzurda olmuş olsaydı, önceki müste'cirin o hâlde haklı olduğu tahakkuk eder ve
beyyinesiyle hakkı sabit olur; hâkim de hükmünü ona verirdi.
Fakat, hayvan sahibi
hazır olmayınca, önceki müste'cirin beyyinesi kabul edilmez de ikincinin kabul
edilir; o daha haklı olur.
Şeyhu'l-İslâm
Hâher-Zâde, şöyle buyurmuştur:
Bu durumda ikinci
müste'cir, birinciyi da'vâ edemez.
Şeyhu'l-İslâm ez-Zâhid
Ahmed et-Tavâvîsi ve Şeyh Falını I-İsla m Ali el-Pezdevi, şöyle buyurmuşlardır:
Eğer mal elinde
bulunan şahıs beyyinesi varsa, o kabul edilir ve o da'vâ eder. Müste'cir ile
müsteîr ve kendisine emânet bırakılan şahıs arasında fark vardır. Zehiyre'de
de böyledir.
Bir adam, bir hayvan
kiralamak ister; hayvan sahibi de: "Kölemi de kirala; o sana ve hayvana
tabi olsun. Onların masraflarını da kiralarından yap." derse bu caiz
olur.
Kiralayan şahıs, bu
kölenin de, hayvanın da nafakasını verir ve bu köle ondan çalar; bunu da hayvan
sahibi ikrar ederse, kiracı berî olur.
Şayet kölenin' kirası
veya onun nafakası hakkında ihtilaf ederlerse, o zaman mal sahibinin sözü
geçerli olur. Zehiyre'de de böyledir.
Kiralayan şahsa, o
köleyi kiralayıp kiralamadığı hususunda beyyine gerekir.
Eğer kiralayan vekil
olur; köleyi kiraladığını da söyler; köle de bunu ikrar ederek, nafakasını
(ücretini) aldığını söyler ve: "Yanımda zayi oldu." derse, onun sözü
geçerli olur. Zehiyre'de de böyledir.
Şayet hayvan sahibi
ikrar eder ve köleye verildiğini inkâr ederse; kölede bunu ikrar ederse, bu
durumda kölenin sözü kabul edilir. Zahi-riyye'de de böyledir.
Bir adam, bir yere
gidip gelmek üzere bir hayvan icarladığında, hayvan sahibi yolda ölürse, icâre
bozulmuş olmaz.
Bir adam, bir hayvanın
başını çekmek üzere icarlansa, bu caiz olur. Ve,icarı, icarlayan şahsa ait
olur; vârislere müracaat edemez. Şayet vârisler ile, kiralayan şahıs arasında
ihtilaf çıkar ve vârisler: "Sen, bu hayvanı, babamızdan masrafı sana ait
olarak, icarladın." derler kiracı da bunu inkâr ederse, bu durumda
kiracının sözü geçerli olur.
Eğer, her iki taraf da
beyyine ibraz ederlerse, vârislerin beyyinesi kabul edilir.
Bir adam, iki kişiden,
Bağdad'a gidip gelmek üzere, bir hayvan icarladığında, hayvan sahihlerinden
birisi: "Biz, onu, sana on dirheme icara verdik.' * diğeri de.. ' 'onbeş
dirheme verdik.'' der ve bu ihtilaf icar verildikten sonra çıkar, ikisinin de
beyyinesi bulunmaz; müste'cir ise ikisini de yalanlayarak, "icârenin beş
dirhem olduğunu" söylerse, bu durumda karşılıklı yeminleşme icabeder. Yeminleşirlerse
icâre ve akid bozulur. Belirli bir şeyin satışında olduğu gibi..
Eğer müste'cir,
onlardan birinin sözünü doğrularsa, (Şöyleki: "On dirhem diyen
doğrudur." derse) yeminleşmeye hacet kalmaz; hakim onlara yemin ettirmez.
Şayet, ikisi de yemin
isterlerse, hâkim akidlerini bozar, diğerinin hissesi, beş dirhem olarak kalır.
Bu bütün âlimlerimize
göre böyledir.
Eğer o iki kişiden
birisi ölür ve İhtilaf icar ödendikten sonra çıkarsa, bu durumda, müste'cirin
yeminli olarak söylediği söz geçerli olur. Eğer her iki tarafın da beyyinesi
varsa, her birisi için nısıf {= yan) hükmedilir. "On beş dirhem"
diyene yedi buçuk; diğerine de beş dirhem hükmedilir.
Bu, icarda ihtilaf
olduğu zaman böyledir.
Fakat, ihtilaf
mesafenin ücretinde olur ve onlardan birisi: "Sana, bu hayvanı Medâin'e
kadar icara verdik." der; diğeri de: ''Bağdad'a kadar verdik." der ve
kirasında ittifak ederler, bunu da gitmeden önce yaparlar; müste'cir ise, her
ikisini de yalanlayıp başka bir yere gideceğini söylerse, karşılıklı yeminleşirler.
Yeminden sonra, hâkim akidlerini bozar. Eğer müste'cir birinin dediğini
doğrularsa, onunla karşılıklı yeminleşme olmaz; diğeri ile yeminleşirler. O da
yemin ederse, hepsinin akdi bozulur.
Şayet bu ihtilaf gidip
geldikten sonra olursa, bu durumda icara verenin sö,zü geçerli olur; o yemin
de eder.
Şayet, her ikisi de
beyyine ibraz ederlerse, miste'cirin beyyinesi geçerli olur. Bu, onların
dedikleri yerden uzakta olursa böyledir. Muhıyt'-te de böyledir.
Bir adam, Bağdad'a
kitap yollamak için bir hayvan ve bir köle icarlar ve taraflar arasında ihtilaf
çıkar ve bu ihtilaf, işin yapılıp yapılmaması hakkında olur ve gönderen inkâr
ederse, bu satıcının, sattığı şeyi müşteriye teslim ettiği iddiası gibidir.
Şayet ücretin verilip
verilmediği hususunda ihtilaf ediliyorsa, bu durumda kölenin sözü geçerli
olur. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, Bağdad'a
kitap götürmesi için, bir köle icarlar ve bu köle: "Kitabı götürdüm."
dediği halde kitabı yollayan zat: "Götürme-din." der; bu durumda
köle, kitabı verdiğine dair bir beyyine ibraz ederse, götürdüğü beyyine ile
sabitleşmiş olur ve gönderen şahıstan ücretini alır.
Şayet gönderilen zat:
"Ben, onun ücreti olan, on dirhemi verdim." derse, onun da gönderen
gibi, beyyine getirmesi gerekir. Eğer köle,
beyyine ibraz ederek, "Bağdad'a vardığına ve adamı
bulamadığını" söylerse, ücreti hak etmiş olur. Mebsûl'ta da böyledir.
Bir adam, diğerinden,
bir hayvan kiraladığı hâlde, onun katır veya eşek olduğunu söylemez, adam da
eşeği getirir ve aralarında ihtilaf çıkar; kiralayan: "Ben, şu katırı
senden beş dirheme kiralamıştım." hayvan sahibi de: "Sen, beş
dirheme bu eşeği kiraladın." derse, bu ihtilafın binmeden önce olması
hâlinde, ikisine de beyyine gerekmez, karşılıklı yeminleşirler.
İhtilaf, bindikten
sonra çıkmışsa; bunlardan hiç birinin de beyyi-nesi olmaması halinde,
müste'cirin sözü geçerlidir.
Şayet, her ikisinin de
beyyinesi var ve beyyineleri arasında da men-faatda ihtilaf bulunuyorsa, bu da
binmeden Önce olmuşsa, bu durumda müste'cirin beyyinesi geçerlidir.
Eğer ihtilaf ücrette
olur; o da bindikten sonra meydana gelmiş bulunursa, bu durumda, hayvan
sahibinin beyyinesi geçerli olur. Muhıyt'-te de böyledir.
Bir adam, Küfe'den
Fâris'e gitmek üzere, belirli bir şehir ismi söyleyerek bir hayvan icarlarsa,
bu icâre caiz olur. Şayet nakit huşu-sunda ihtilaf ederler ve müste'cir:
"Ben, sana Fars ücreti verdim; Fâris ise yakın yerdir." der hayvan
sahibi de: "Hayır, Küfe ücreti vermen gerekir. Çünkü akid Küfe'yedir;
Kûfe'nin ücreti ise, çoktur. "Senin, akid yaptığın yerin ücretini vermen
gerekir" derse; müste'cirin onu vermesi icâbeder. Zehiyre'de de böyledir.
Köyde fasid olan bir
icare kullanılır ve taraflar davâlaşırlarsa, o işin ecr-i misli gerekir. İki
yerin ecr-i misli ayrı ayrı olursa, iş veren, adamı icarladiğı yerdeki ecr-i
misli öder. Gınye'de de böyledir.
Bir adam, Hire'ye
kadar, bir hayvan icarladığında, hayvan sahibi: "Bineceğin hayvan
budur." der ve Hire'den dönünce aralarında ihtilaf çıkar; kiralayan zat:
"Ben Hire'ye gitmedim; ücret gerekmez." hayvan sahibi de onun gidip
geldiğini bilmeden : "Hayır, sen Hire'ye gittin, senin ücret vermen
gerekir." derse, bu durumda rryüste'cirin sözü geçerli olur.
Şayet mal sahibi, onun
gidip geldiğini biliyorsa, o zaman mal sahibinin sözü geçerli olur. Muhıyt'te
de böyledir.
Bir adam, akşama
kadar, bir dirheme, bir hayvan icarlar; hayvan sahibi de ona bineceği hayvanı
göstererek: "İstersen ona bin." der; akşam olunca da kirada ve
binmede ihtilafa düşerler ve bu hayvanı, hayvan sahibi karcıya teslim etmiş
olursa, icarı hak etmiş olur. Yok eğer, teslim etmemişse, ona ücret verilmez.
Hayvan sahibinin, müste'cirin o hayvana bindiğini belgelemesi (isbat etmesi)
gerekir. Mebsût'ta da böyledir.
Bir adam, köle bir
terziyi, her aylığı belirli bir ücretle, beraber elbise dikmek üzere
icarladıktan sonra, bu terzi icâreyi inkâr eder, köle ise iddia eder; kölenin
sahibi de, onun icarlandığını isbat eder ve o ayın ücreti hakkında İhtilafa
düşerlerse, hâkim bütün ayların ücretini vermesine hükmeder.
Eğer o zaman içinde,
bu köle ölürse, terziye bir tazminat gerekmez; ancak, çalıştığı ayların
ücretini öder.
Terzi, "bu
kölenin, o şahsın kölesi olduğunu" söyler ve "...yalnız
gâsibdir." derse, mes'ele yine değişmez. Serahsî'nin Muhıyt'inde de
böyledir.
Bir adam, bir su
değirmeni icarladığında onun taşlarından birisi kırılırsa bu bir özürdür.
Veya çarkı kırılırsa,
yine icâre feshedilir.
Keza, bu değirmenin
evi yıkılır ve taraflar ihtilaf ederlerse, burada iki durum söz konusu
olabilir:
Ya kırıldığı hususunda
ittifak ettikleri halde kırılma müddetinde ihtilafları vardır. Veya, kırılıp
kırılmadığında ihtilafları vardır. Bunun cevabı, suyun kesilme müddetindeki
ihtilafa verilen cevabın aynısıdır. Veya aslında suyun kesilip kesilmediği
cevabı gibidir. Zehiyre'de de böyledir.
Bir kimse, Bağdad'a
gitmek üzere bir deve icarladığında taraflar çıkış vaktinde ihtilafa
düşerlerse, bu durumda müste'cirin sözü geçerlidir.
Yolu tayin hususunda
ihtilaf çıkar ve değişik iki yol bulunmazsa, hüküm yine böyledir. Şayet, ayrı
ayrı yollar varsa, onlardan birini tâyin etmek lâzımdır. Hıılâsa'da da
böyledir.
İki kişi,-Rey
Şehrinden Kûfe'ye gitmeküzere, belirli bir ücretle bir hayvan icarlar; Kûfe'ye
giderler; sonra da hâkim huzurunda da'vâ-laşırlar ve onlardan birisi:
"Hayvanı, filandan Kûfe'ye kadar gelip git-mek üzere kiraladık"
diğeri ise: "Mekke'ye gitmek üzere, filandan kiraladık." der;
ikisinin de beyyinesi bulunmazsa, bu durumda hâkim, o hayvanın, ikrar olunan
zatın malı olduğuna hükmeder. İcâre verilmesine de hükmeylemez. Bu şahısların
ikisini de dedikleri yere gitmekten men eder.
Şayet bu şahıslar, bir
görüşte birleşirlerse, hâkim onları bırakır; dedikleri yere giderler. Bu
şahıslardan herbiri, iddialarını isbat eden belge ibraz ederlerse, hâkim onlara
"hayvana binmemelerini; iddia eyledikleri yere kadar, o hayvanın
nafakasını temin etmelerini" emreder. Şayet, "sahibine geri
götüreceklerini" beyan ederlerse, bu böyledir.
Değilse, onlara
"hayvana nafaka temin etmelerini" emretmez. O hayvanı satmalarını
emreder.
Hayvanı satınca da
"bedelini ellerinde tutmalarını" söyler.
Şayet, hâkim, "bu
hayvana o zamana kadar yaptıkları masrafa inan-dırirlarsa, bu durumda hâkim,
"onların, masrafları kadarını almalarına" hükmeder. Tatarhaniyye'de
de böyledir.
Bu şahıslardan her
biri, hayvan sahibine verdikleri kirayı hâkimden talep ederlerse; hâkim, bunu
onlara vermez. Çünkü, O gıyaba hükmetmek olur. Fakat paralarını, o hayvanın
sahibinin öldüğünü isbat edene kadar —ellerinde tutmalarını söyler. Onu isbat
etseler bile hâkim, onların dâvasını dinlemez ve hayvanın satımına da, nafakasına
da hüküm vermez. Çünkü, bu gıyabî hüküm olur. Gaibin malım hıfzetmek gerekir.
Hâkim, hangi tarafı isterse, oraya meyleder. KâfPde de böyledir.
İki kişi, Bağdad'dan
Kûfe'ye gidip gelmek üzere, bir hayvan icarlayıp Kûfe'ye varırlar ve onlardan
biri Bağdad'a geri dönmek istemezse, bu icârenin feshi için bir özürdür.
Şayet, bu işi,
icârenin feshi için, hâkime çıkarırlar; bu durumu da doğrularlar; ancak
beyyineleri bulunmazsa; bu durumda hâkim, bir şeyle itiraz eylemez.
Eğer doğruluklarına
inamlabilecek beyyineler bulunursa bu durumda hâkim, icâreyi feshetmez. Gaibe
göre hükmedilmez. Fakat, dilerse, yarısını arkadaşına icara verir.
Kitaba (e!-Asl'a) göre
hâkim, o hayvanı Bağdad'a dönecek olan şahsa yeniden kiraya verir. Bunun
manâsı: "Hâkim, Kûfe'ye gelip, orda kalacak olan şahsın hissesini, icara
verir." demektir. Hâkim isterse, Bağdad'a gidecek başka bir kişiye, onun
hissesini kiraya verir ve birlikte Bağdad'a giderler.
Eğer Bağdad'a gidecek
kimse bulunmazsa, ona önceki adam, hissesine Bağdad'a kadar emânet edebilir
mi?
Bu husus, kitapta
(el-Asl'da) zikredilmemiştir.
Kitabın, bir başka
yerinde: "dilerse yarısını kira, diğer yarısını da emânet olarak
verir." diye yazılmıştır.
O takdirde geri dönen
adam, bu hayvana, bir gün biner, diğer bir gün binmez.
Bu, İmâmeyn'in
görüşüdür.
İmâm Ebû Hanife (R.A.)
ise: "Başka birinin, o hayvanın yarısını icâr-laması, süyû mekânında
olduğundan dalayı caiz değildir." buyurmuştur. Muhıyt'te de böyledir.
İbnü Semâ ve Hişâm'ın
Nevâdirleri'nde, İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
Bir adam, başka bir
adamdan, belirli dirhemler karşılığında bir ev icarlar; bir başkasıda,
beyyinesiyle o eve sahip çıkıp: "İcarcıya, icara veren şahısa, icara
vermesini ben söyledim; sen ican bana yereceksin." der; icara veren şahıs
da: "Ben, o evi ondan zoraki aldım; icarı bana vereceksin." derse, bu
durumda asıl ev sahibinin sözü geçerli olur ve icarı alır.
Önce icara veren
şahıs, gasbeylediğini belgelese bile, bu beyyinesi kabul edilmez.
Eve müstehak olanın
ikrarını beyyinelerse, ° zaman icarı o alır.
İcara veren şahıs, o
araziye bir ev yapıp,.bu binayı da icara verdiğinde, asıl yer sahibi:
"senin ev yapmanı ben söyledim; icara vermeni de emreyledim." der;
icara veren şahıs da: "Ben, burayı gasbeyledim; bina yaptım ve icara
verdim." derse, bu durumda, o yerin üzerine bina yapılmadan önceki
kıymetine göre, icâre taksim edilir. O evin yerine isabet eden icar, o yerin
sahibinin olur; eve isabet eden icar ise, evi yapanın olur. Zehıyre'de de
böyledir.
Ebû Bekir şöyle demiştir:
Bir adam bir hayvan
icarlayıp Semerkant'a gider; başka bir adam da gelerek, "o hayvanın,
kendisinin olduğunu" iddia ederse, ona inanılmaz. Bu durumda, o hayvanı
icara veren zat, onu satan şahsa müracaat edebilir mi?
"Hayır, mürâcaaat
edemez." denilmiştir. Buna, Ziyâdât Kitabında, ikinci babda işaret vardır.
Şöyleki: Abdullah'ın yanında bulunan bir câriye hakkında İbrahim, Mtahammed'e:
"Bu cariyeyi sana sattım ve onu sana teslim eyledim. O adam senden
gasbeylemiş." der; Muhammed de bunu doğrularsa; bu durumda İbrahim'in,
onun bedelini Muhammed'-den alma hakkı yoktur.
Cariyeye, bir hak
sahibi çıkar; bu cariyede Abdullah'ın yanında bu-lurursa, bu durumda Muhammed,
İbrahim'e mürâcat edemez.
Şayet iddia olunan bir
hayvan olur ve bir adam iddia ederek: "Bu hayvan benimdir." der ve
"kendisinden, onu diğerinin gasben aldığını" söylerse, da'vâsı
dinlenir, İcara veren şahsın, kendisine o hayvanı satan şahsa müracaat hakkı
vardır.
Bir adam,
diğerinida'vâederek: "Ben, elinde bulunan bu evi filandan sen icarlamadan
şu kadar zaman önce icarladım." derse; ev elinde bulunan şahıs, buna karşı
ne yapar? {carladığını isbat etmek"isterse, kabul edilir mi?
Burada iki durum söz
konusudur: bu adam ya evi bilfiil elinde bulunduran şahsı da'vâ eder ve ona:
"Ben, bu evi filandan icarladım ve ondan teslim aldım. Sen, benden haksız
olarak aldın. Veya benden gasben aldın." derse, beyyinesi kabul edilir.
Fakat: "Ben,
seciden önce, filandan icarlamıştım. O sana teslim etmiş." derse,
beyyinesi kabul edilmez. Muhıyt'te de böyledir.
Müste'cir, boş bir
yeri icarladığını iddia eder; icara veren şahıs da: "O meşgule ve ekili
idi." derse, mevcut duruma bakılır. Eğer arazi boş ise, müste'cirin sözü
geçerli olur. Şayet mekul ise, icara veren şahsın sözü geçerli olur.
Muhtar olan da budur. Hızânelü'l-Müffîn'de
de böyledir.
Bir tellal, bir adamın
emriyle, onun bir yerini sattığında, yer sa-'hibi: "Sen, onu ücretsiz
sattın." der; tellal da: "Hayır, ücretle sattım." derse, bu
tellalın meşhur bir kimse olması ve insanların mallarını satmakla tanınması
hâlinde, âmir doğrulanmaz ve tellala ücret verilir. Ve bu ücret, ecr-i misil
olarak verilir. CevâhinTl-Ahlâtî'de de böyledir.
Bir çoban hayvan
sahibine: "Hayvanın öleceğinden korktum ve boğazladım." der; mal
sahibi ise bunu inkâr ederse; bu durumda mal sahibinin sözü geçerli olur.
Çobanın beyyine getirmesi gerekir. Kerderi'-nin Vecizi'nde de böyledir.
Muhiyt sahibinin
fevâid isimli kitabında şöyle zikredilmiştir: Çobanla mal sahibi ihtilafa
düşerler ve çoban: "O (hayvan) ölü iken, ben onu boğazladım." der;
mal sahibi de: "O diri iken boğazladın." derse; bu durumda çobanın
sözü geçerli olur.
Nevâzil'in Sayd
Bahsin'de şöyle zikredilmiştir:
Bir yabancı, koyun
sahibine: "Ben senin koyununu, ölü olduğu hâlde boğazladım." derse,
onun sözü, çobanın sözü gibi olur mu?
İmâm şöyle
buyurmuştur: Uygun olan, aynısı olmasıdır ve onun yeminli olarak söylediği söz
de geçerli olur.
Bazı âlimler şöyle
buyurmuştur: "Ben, senin izninle boğazladım." der, mal sahibi ise,
bunu inkâr ederse, bu durumda mal sihibinin sözü geçerli olur.
Şayet çoban: "O
hasta olduğu için boğazladım." der; mal sihibi de: ' 'O hasta değildi.''
derse, bu durumda koyun sahibinin sözü geçerli olur ve çoban, onu tazmin eder
(= öder) Füsûlü'l-İmadiyye'de de böyledir.
Ücret, icara veren
şahsa verildikten iki ay sanra, adam ölür ve vârisler, verilen ücretin on
aylığını geri ister, icara veren şahıs da: "Ben, bu ücreti iki aylığına
vermiştim." der; vârisler ise: "Hayır, sen bir seneliğine
vermiştin." derlerse, bu durumda icara veren şahsın sözü geçerlidir.
Çünkü o_, mülkünün ücretidir. Vârisler ise, onun mülkünün ib-tâlini
istemektedir. Gınye'de de böyledir.
En doğrusunu, hertürlü
noksan sıfatlardan müberra olan Aliahu Teâlâ bilir. [46]
Hayvanları, binmek ve
yük taşıtmak için icarlamak caizdir. Hayvan icarlarlanırken "binmek
için" denilmişse, her kim binerse binsin caiz olur. Hidâye'de de böyledir.
Bir hayvan icarlayan
kimse, ona bizzat kendisi biner veya bir başkasını bindirirse bu caiz olur.
Ancak, bu hayvana bir başkasını daha bindirmesi doğru olmaz. Kâfi'de de
böyledir.
Hayvana, müste'cir
kendisi biner veya bir başkasını bindirir; bunu da o hayvana binecek kimse
taayyün ettikten sonra yapar ve hayvan ölürse; kıymetini onu icarlayan şahıs
tazmin eder. Cevheretü'n-Neyyire'de de böyledir.
Şayet hayvanı
icarlayan şahıs: "Ona filan binecektir." der, fakat başkasını
bindirir ve hayvan ölürse tazmin eder. Kâfi'de de böyledir.
Bir kimse Kûfe'den,
Mekke'ye kadar gitmek üzere belirsiz bir deveyi, belirli bir ücretle, bir adamdan
icarlarsa, bu icâre caizdir.
Şeyhû'l- İmâm
Hâher-Zâde, şöyle buyurmuştur.
Bu mes'elenin açıklığı
yoktur. Bir adam, belirsiz bir deveyi icarla-dığında, bu icarlama bizzat
olmadığından caiz olmaz. Çünkü, ma'kû-dün aleyh (— üzerine akid yapılan şey)
bilinmiyor.
Bunun açıklaması: Eğer
makkâri (— nakliyeci, hayvanların sahibi) yükü yükler ve kiralayan şahıs da:
"Beni, bununla Mekke'ye kadar taşı" derse, o zaman, ma'kûdün alehy (=
üzerine akid yapılan şey) bilinmiş olur.
Deve yük vasıtasıdır;
vasıtada cehalet olmaz ve bu icâreyi bozmaz. Terzi, temizlikçi ve benzerleri
gibi..
Sadnı'ş-Şehîd şöyle
buyurmuştur.
Biz, cevazına fetva
veririz. Kitapda olduğu gibi.. Bu, mu'taddır; böyle olmazsa, caiz olmaz.
Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, belirli bir
yere gitmek için, bir hayvan icarlayıp, yolun bir kısmını da gittikten sonra
bu hayvan zayıf düşüp gidemezse, müs-te'cirin, o hayvanı, biaynihi icarlamış
olması hâlinde, bu müste'cir mu-hayerdir: İsterse, icâreyi bozar; isterse,
hayvanın iyileşmesine kadar bekler. Onun yerine, başka birini isteyemez.
Eğer müste'cir
biayniha almayarak yük taşıtmak için kiralamış olsaydı birinci hayvan
zayıflayınca, yerine başka birisini talep edebilirdi. Hızâmetü'l-Müftîn'de de
böyledir.
Câmiû'l-Fetâvâ'da
şöyle zikredilmiştir.
Bir adam, belirli bir
yere gitmek üzere bir hayvan icarladığı halde, o yere gitmeyip, o hayvanı
çalıştırırsak ona ücret yoktur.
Şayet oraya giderse
ücret vardır; ister binsin, isterse binmesin, fark etmez.
Bu, icarladığı yerden
oraya kadar gitmesi hâlinde böyledir.
Şayet gitmeyip
beklerse, o zaman bakılır: Benzeri bir kafile, oraya varıncaya kadar
bekletmişse, oraya kadar gitme ücreti verir. îster binsin, isterse binmesin
farketmez.
Daha fazla bekletirse
tazminat gerekir. O takdirde ücret gerekmez. Tatarhâniyye'de de böyledir.
Bir adam, bir
günlüğüne, bir hayvan icarlayıp, o gün ondan faydalanır ve bu hayvanı gece de
yanında bırakıp, bu durumda hayvanın karnı şişip ölürse, tazminat gerekir.
Cevâhirü'l-Fetâvâ'da da böyledir.
Bir hayvanı kiraya
veren şahsın, onu, kiraya tutan şahsa, çırağı veya kölesi ile göndermesi
icâbetmez.
imâm Muhammed (R.A.)'e
göre, bu icâbeder. Gıyâsiyye'de de böyledir.
Sayrafiyye Kitabı'nda
şöyle zikredilmiştir.
Bir adam, mahallinde,
bizzad bir hayvanı yük yüklemek için, icarlar ve hayvan sahibide yükü ondan
başkasına yüklerse, ona ücret gerekmez; o teberru olur. Tatarhâniyye'de de
böyledir.
Bir adam, Fırat'tan,
Ca'fe'ye kadar gitmek üzere bir hayvan kiralar ve Kûfe'de iki kabile olan
Ca'fe'nin hangi kabilesine gideceğini söylemez veya Kînâse'ye gideceğini
söyler, fakat hangi Kinâse'ye gideceğini belirtmezse, bu durumlarda o şahsın
ecr-i misil ödemesi gerekir.
Meselâ: Buhara'da,
Sehle'ye gitmek üzere bir hayvan kiralayan şahıs hangi Sehle'ye gideceğini
söylemezse, yine ecr-i misil ödemesi gerekir.
Veya köye gideceğini
söyler, fakat hangi köye gideceğini belirtmezse, yine ecr-i misil ödemesi
gerekir. Zahîriyye'de de böyledir.
Bir kimse, Hârezm'den
Buhâra'ya gitmek için yirmi dinara hayvanlar kiraladığında, bu dinarların
nakdini ve ağırlığını söylemezse, onların ağırlığı, hayvanları kiraladığı
yerdeki dinarların ağırlığında olacaktır. Naki'd ise, Harezim'in nakdi
olacaktır. ..Gınye'de de böyledir.
Bir kimse, "filan
yere gitmek ve o gün gidip dönmek şartıyle' dört dirheme, bir hayvan icarladığı
hâlde, günlerce gelmezse, —ayrıca iki dirhem ücret— daha ödemesi gerekir.
Çünkü, dönüş hususunda muhalefet etmiştir. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.
Bir adam, Mekke'ye
kadar gitmek üzere bir deve kiralar ve bu sadece gitmek üzere olur; gelmek
üzere olmazsa bu durumda gitmesi de gelmesi de ariyet üzere olur. Kerderî'nin
Vecizi'nde. de böyledir.
Fetâvâyi Âhû'da şöyle
zikredilmiştir:
Bir kimse, üzerine yüz
menn buğday yüklemek üzere, 260 dirhemdir —bir dirhem 3 -— gram— bir hayvan icarladığında, bu hayvan
hastalanır ve ancak elli men yükleyebilirse, hayvan sahibi yüz men hissesi
isteyebilir mi?
Kâdî Bediu'd-dîn:
"Hayır. Çünkü ona kiraya verirken razı olmuştur." buyurmuştur.
Tatarhâniyye'de de böyledir.
Bir adam, birisi
Bağdad'a kadar; diğeri ise hilvan'a kadar iki hayvan icarladığında eğer
mesafeler aynı ise bu caiz olur.
Eğer aynı değil ise
caiz olmaz. Bu şahıs ecr-i misliyle onlara binebilir. Fâsid olan akdin
cevazına itibar yoktur. Mebsût'ta da böyledir.
Bir adam, diğerinden
bir değerle iki hayvan icarlarsa bu durumda, yükü onlara kasim eder. Yâni, her
birinin taşıdığı yüke bakmaz; birine az diğerine çok yüklemiş olması
farketmez.
Elbise dikmek için iki
köle icarlayan şahıs da böyle yapar; ücreti yarı yarıya taksim eder.
Gıyâsiyye'de de böyledir.
Bir topluluk, bir deve
icarladığında, devecide onlardan hasta veya yaşlı olanı o deveye bindirirse,
bu icare Fâsid olur. Ancak, şart koşarlar ve sırasıyla biri binip biri inerse,
bu icare caiz olur. Hulâsa'da da böyledir.
Bir adam, hayvanını,
bayram namazı veya cenaze namazı kılınacak yere kadar icara verse, bu caiz
olmaz.
"Caiz olur."
diyenlerde olmuştur.
Eğer bir yerin, bayram
namazı kılınacak biri yakın, diğeri uzak iki yeri bulunursa (İmâm Muhammed
(R.A.)'m beldesi gibi... Onların iki bay-ramgâhları vardı. Biri uzakta, diğeri
ise yakında idi.) hangisi için kiraya verdiğinin belli olması hâlinde, bu
icâre caiz olur. Değilse caiz olmaz.
Fakat bayram namazı
kılınan, —sadece— bir yer varsa, bu icâre caizdir.
Ancak, hayvanı
icarlayan şahıs, o mekânın hududunun evveline varana kadar biner.
Şayet musalla (= namaz
kılınan yer) birden fazla ise, hangisine kadar bineceğini açıklar. Zehıyre'de
dft böyledir.
Bir adam, belirsiz bir
yere gitmek için, bir hayvan icarlarsa, bu caiz olmaz.
Ancak gideceği yeri
belli olursa, bu icare caiz olur. Zahîriyye'de de böyledi.
Aylığı on dirheme, bir
hayvan icarlayan şahsın, o hayvana gece veya gündüz binmesi arasında bir fark
yoktur. Şayet, bu şahıs Küfe nahiyelerinden bir nahiyenin adını söyleyerek
—orda bineceğini belirtirse— bu icâre caiz olur.
Eğer belirlf bir mekân
söylemezse, icâre caiz olmaz. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, bir
beldeden, Kûfe'ye kadar binmek üzere, bir hayvan kiraladığında, ona Kûfe'ye
varana kadar binmesinin caiz olduğu gibi, varacağı eve veya otele kadar binmesi
de istihsânen caizdir. Ancak, bu, 'kıyâsen caiz değildir.
Bu şahıs kiraladığı
hayvanın üzerine eşyasını yükler ve bu eşyalarını Kufe'de bir yere "Bura
benim evimdir." diye indirdikten sonra "yanılmışım." diye,
ikinci bir yere götürmek için tekrar yükletmeye kalkarsa, buna hakkı yoktur.
Keza, bir kimse,
Küfe'den Hîre'ye gidip gelmek üzere, bir eşek icarladığında, Kûfe'den Hîre'ye
ehline varıp geri Kûfe'deki ehline gelince, icâre meddeti biter.
Bir adam, Kûfe'de bir
yerden, bir hayvanı Kinâse'ye kadar gidip îene kadar kiralayıp dönüşünde de
evine kadar gitse, bunu yapmaya
da hakkı yoktur. Ancak
bu hayvanı, icarladığı yere kadar getirir. Meb-sût'ta da böyledir.
Müntekâ'da şöyle
zikredilmiştir:
Bir kimse, bir yere,
yirmi güne kadar varmak şartıyla, bir hayvan kiraladığında, bu hayvan, oraya
yirmibeş günde varabilirse, o kadar günün icarı, hesabdan düşer.
Bu, İmâmeyn'in
görüşleridir. İmâm Ebû Hanîfe (R,A.)'ye göre, uygun olan, bu icârenin
bozulmasıdır. Hulâsa'da da böyledir.
Bir adam, Kûfe'den
Bağdat'a kadar, iki günde varmak kaydiy-le, on dirheme bir hayvan icarlar ve bu
hayvan, belirli zamanda varamaz ise, bir dirhem daha vereceğini söylerse; İmâm
Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, önceki söz sahih; ikincisi fâsidtir.
İmâmeyn'e göre ise,
her ikisi de sahihdir. Mebsût'ta da böyledir.
Bir adam, hac için,
Kûfe'den Mekke'ye kadar gidip gelmek için bir hayvan icarîadığı zaman, bu
şahsın terviye, arefe ve bayram günlerinde o hayvana binme hakkı vardır. Hızânetü'l-Müftîn'de de
böyledir.
kişi, bir hayvan kiraladıklarında
onlardan birisi, yolda ölürse, mekkareci, yarı ücretle diğerinin yükünü
taşımaya cebredilir. Bir baş-kasam taşıma hakkı da vardır.
Bir topluluk, binmek
ve eşyalarını yükletmek üzere bir gemiyi kiraya tutarlar ve bunlardan bazıları
ölürse, gemi sahibi diğerlerini, onların hissesiyle birlikte taşır ve
ölenlerin yerine başkalarını da bindirebilir.
Diğer yolculara zarar
vermeyecek olması hâlinde, gemi sahibi daha fazla adam taşıyabilir.
Gıyâsiyye'de de böyledir.
Bir adam, Kûfe'den,
Mekke'ye gidip gelmek üzere bir hayvan icar-layıp menasik-i haccı tamamladıktan
sonra ölürse, bu şahsın, hayvan sahibine o miktarca ücret vermesi gerekir.
Ölümüyle akid bozulmuş
olur; kirasından o miktar düşer. Geri kalan icarı, ölen şahsın terekesinden
öderler.
Bu hayvanın kirası
şöyle hesaplanır:
Hayvanı icarlayan
şahsın terekesinden, ücretin yüzde elli beşi (100/55) verilir. Yüzde kırk beşi
(100/45) ise sakıt olur.
Bu mes'ele acibedir.
Şemsü'l-Eimme şöyle
buyurmuştur.
Bu mes'elenin
açıklaması şöyledir:
Küfe ile Mekkenin
arası yermi yedi konaktır. Bu gidiştir; geliş de böyledir.
Hac menâsiki de altı
günde yerine getirilir. Bir gün terviye günüdür, Mina'ya çıkılır. Bür gün
sonra Arafat'a çıkılır Bayram günü Mekke'ye tavafa gelinir. Üç gün de şeytana
taş atma günleri olarak hesaplanır. Bunların tamamı toplanınca, altmış
merahale eder.
Her altı gün onda
birdir. Adam menâsikin sonunda ölünce, Mekke'ye gidişi ile menâsik günlerinin
toplamı otuz üç gün eder. Bu da, onda beş buçuk (100/55) hisse olur.
Şemsü'l-Eimme şöyle buyurmuştur.
Çok zaman, Kûfe'den
Mekke'ye, Medine yolu ile gidilirse otuz merhaledir. Eğer bu yol şart
koşulursa gidişi otuz gün, menâsik altı gün, gelişi de otuz gün olmak üzere,
tamamı altmış altı gün olur ve ona göre kirası hesaplanır. Bu durumda ölenin
hissesine onbirde altı hisse isabet eder.
Gidiş ve gelişin
zorluğu ve kolaylığı aynıdır.
Bu mes'elede İmâm'ın
fıkıh ilmindeki derinliği (tebehhuru) ortaya çıkmıştır. Babam da üstadı olan
Şeyhû'1-İmâm Zahîrii'd-din el-Mürginânî'den
böylece rivayet
eylemiştir. Zahîriyye'de de böyledir.
Deveyi kiralayan
şahıs, onun hevdecini [47] değiştiremez;
aynı cinsten olsa bile daha büyüğünü koyamaz.
Eğer aynısı veya daha
aşağısı olursa, onu koyması caizdir.
Hayvanı icara verçn
şahıs icara verdiği hevdeci benzeri ile değiştirirse, bu caiz olur.
Eğer mahmel kırılır ve
icarcı da bu deveye çıplak olarak binerse, yine icarını noksansız olarak öder.
Deveci kaçar, deveyi
kiralayan şahıs da, hâkimin veya vekilinin emriyle, deveye bir hayli masraf
yapıp, deve sahibine müracaat ederse, bu harcaması beyyinesiz kabul edilmez.
Gıyâsiyye'de de böyledir.
Bir adam, diğerinden,
bir başkası ile belirli bir makama kadar birlikte binmek üzere bir hayvan
kiralarsa, bu icâre caiz olur. Şayet kiralayan, bu hayvanı günün ortasına
kadar elinde tutup, o zaman verirse, bu kadar bekletmesinden dolayı onun ücret
ödemesi gerekir mi?
İnsanların
beklettikleri kadar bekletmişse tazminat yoktur; eğer fazla bekletti ise,
tazmin eder. Zehıyre'de de böyledir.
Bir adam, yük taşıtmak
üzere bir hayvan icarlarsa, ona kendisi binebilir.
Şayet binmek için
kiralarsa, ona yük yükleyemez.
Bu hayvanın üzerine,
kiralayan şahıs uygun olmayan bir yük yük-lerse, ondan icarcı, icar alamaz.
Bâkkâlî'de şöyle zikredilmiştir:
Bir adam, bir hayvanı
icarladığı zaman, onun üzerine yük yükler ve bir de adam bindirirse, tazminat
gerekmez. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, Bağdat'a
kadar ücret vermek üzere bir hayvan icarladığı zaman, gelene kadar o hayvan
sahibinin kira isteme hakkı yoktur.
Bu biraz müşkildir.
Zira Bağdat'dan ne zaman döneceği belli değildir.
Eğer müste'cir
Bağdad'da ölürse hayvan sahibi onun terekesinden, yalnızca gidiş kirasını alır.
Zahîriyye'de de böyledir. En doğrusunu Allahu Teâlâ bilir. [48]
Bir adam, "Şu
yere gideceğim." diye bir hayvan icarladığı hâlde, o hayvana, şehirde
biner ve dediği yere gitmezse, —zayi (helak) olması hâlinde— tazminat öder.
İeârlanan şey bir elbise olursa tazminat gerekmez. Sirâcîyye'dc de böyledir.
İmâm Muhammed (R.A.),
şöyle buyurmuştur:
Bir kimse, şehirde bir
gün binmek üzere, bir hayvan kiraladıktan sonra, şehir dışına çıkıp, aynı gün
şehre gelirse, —helaki hâlinde— tazminat ödemez. Tatarhâniyye'de de böyledir.
Bir adam, üzerine
belirli ölücüde arpa yüklemek üzere bir hayvan icarlayıp, ona aynı ölçüde
(hacimde) buğday yükler ve bu hayvan ölürse, kiymetini tazmin eder.
Bu durumda bil-ittifak
icar gerekmez. Çünkü buğday, arpadan ağırdır ve hem de serttir.
Bu durumda, kiraya
tutan şahıs, o hayvanın üzerine taş veya demir yükletmiş gibi olur.
On ölçek arpa
yükletmek üzere, bir hayvan icarlayan şahıs, ona on-bir ölçek arpa yükletir ve
bu hayvan ölürse, onun onbirde birini (11/1) tazmin eder. Çünkü yüklenen şey
aynı cinstendir.
Şayet on ölçek buğday
yüklemek üzere bir hayvan icarlar ve onun üzerine buğday değil de on Ölçek arpa
yükletirse, bu durumda istihsâ-nen tazminat gerekmez.
Arpanın ağırlığım
belirtip, aynı ağırlıkta buğday yükletirse, tazminat gerekir.
Eğer gidilecek yer
ileri geçilmez ve buğdayın ağırlığında arpa yükletilmiş olursa, tazminat
gerekmez.
Aslolan, ağırlığın
aynı olması hâlinde yük ve varacağı yerdir.
Ancak arpa ve buğday
ağırlığı söyler ve aynı ağırlıkta taş veya demir yüklerse tazminat gerekir.
Bir adam yükleteceği ağırlıkta buğday yerine odun veya saman yahut pamuk
yükletir ve varacağı yeri İleri geçerse, yine tazminat gerekir.
Fetvâ'da böyle
verilir. Zahîriyye'de de böyledir.
Bir adam, diğerinin
hayvanını, ölçüsü belirli apra yükletmek için icarlayip, o hayvana aynı
ağırlıkta buğday yükletirse, tazminat gerekir.
Buğday, arpa için
söylenen ağırlığın yarısı kadar olursa İmâm Serah-sî: "Yeni tazminat
gerekir." demiştir.
Hâher-zâde ise:
"Tazminat gerekmez." buyurmuştur.
Bu, istihsânen
böyledir.
Sadru'ş-Şehîd ise:
"Ariyette aslolan budur." demiştir. Hulasa'd a da böyledir.
Bir adam, arpa
yüklemek için bir hayvan kiraladığında, çuvalın birisine arpa, diğerine buğday
kor ve bu hayvan ölürse; âlimlerimiz: "Bu şahsın yarı tazminat ve yarı da
icar ödemesi gerekir." buyurmuşlardır. Yenâbi"de de böyledir.
Aslolan, müste'cir
şarta muhalefet ettiği zaman, sonraki yük söylediğinden hafif olursa, tazminat
gerekmez.
Zira çoktan gelecek
zarara rızâ, azdan gelecek zarara da rızâdır. Eğer zarar, söylediği ağırlıktan
fazla yükletmektan dolayı olur ve hayvan ölürse, şayet şart koşulanın cinsinin
hilafı ise, hayvan tazmin edilir; icar verilmez. Eğer şart koşulanın cinsinden
ise, fazlalığı nisbetinde tazminat yapılır. Şart koşulanın icarı verilir. Çünkü
izinli olduğu işte ölmüştür. İzinli olmadığı kadarının ise miktarınca tazminat
gerekir.
Ancak aynı cinsten de
olsa hayvanın gücünün üstünde yük yükletir ve bu hayvan ölürse, gerçekten
tazminat gerekir. Çünkü, ona me'-zûn değildir.
Demir yükü, pamuk
yükünden daha zararlıdır. Çünkü o hayvanın bir yerinde toplanır. Pamuk ise
dağılır. el-İhtiyâr'da da böyledir.
Mahmilli[49] bir
deve kiralayan şahıs, onun mahmilini kaldırarak çıplak sırtına yük yüklese,
tazminat gerekir.
Şayet mahmil yerine
bir adam bindirse tazminat gerekmez. Çünkü adam hafifdir. Serahsî'nin
Muhıyü'nde de böyledir.
Bir adam, binmek için,
bir deve icarlayıp, sonra da ona bir başkasını bindirir; bilâhare de onu
indirip kendisi binerse, tazminattan kurtulamaz.
Bir kimse, bir hayvanı
bir yere kadar yük taşımak üzere kiralar, oraya kadar da binmeden ve yük yükletmeden
çekerse, bu durumda ücret lâzım olur.
Şayet hayvanın özrü
sebebiyle binmemiş ve yük yüklememiş ise, o takdirde ücret lâzım olmaz.
Tatarhâniyye'de de böyledir.
Bir adam, binmek üzere
bir aylığına bir eğer icarlar ve onu bir başkasına verir de o binerse icar
değil; tazminat gerekir.
Bir adamın üzerinde
bir ay buğday taşımak üzere bir eşek palanı icarlaması caizdir. İster kendi
buğdayı olsun, ister başkasının buğdayı olsun fark etmez.
Çuval icarlamak da
böyledir. Mebsût'da da böyledir.
Kendi yükünü taşıtmak
üzere bir adam icarlayan şahıs, onun üzerine başkasının yükünü yüklese,
tazminat gerekmez.
Bir adam binmek üzere
bir mahmil icarlasa, onun üzerine başkasını bindiremez. Tatarhâniyye'de de.
böyledir.
Bir adam, diğerinden,
üzerine on ölçek buğday yükletmek üzere bir hayvan icarladiktan sonra, onun
üzerine onbir ölçek buğday yükletir; o hayvan şart koşulan yere varır ve bu
yüzden de ölürse, kiralayan şahıs tam icar ile birlikte, hayvanın onbirde bir
kıymetini tazmin eder. İcara veren şahıs, müste'cirden başka hiç bir hak talep
edemez.
Âlimlerimiz, bu
mes'eleyi şöyle açıklamışlardır:
Bur da iki durum
vardır.
Birincisi: Eğer bu
hayvanın, fazla yük taşımaya gücü varsa, o yük ile oraya kadar gelir. Fakat,
hayvanin gücü yoksa, kıyâsen hayvanın tam kiymetini öder.
İkincisi: Onbir ölçeği
bir defada yüklemiş veya önce on ölçek sonra da bir öîçek daha yüklemiştrr. Bu
durumda hayvan ölmüşse, kıymetinin tamamını öder. Bu, on ölçek yükleteceği
yerde, onbir ölçek yükletirse böyledir. Fakat, o bir ölçeği, başka bir yerine
yükletirse, meselâ terkisine korsa, (bu mes'ele sonra gelecektir.) o fazlalık
miktarı tazminat yapar. Muhıytye de böyledir.
Bu mes'ele ile, şu
mes'elenin arasında fark vardır.
Bir adam, on ölçek
buğday öğütmek üzere, bir öküz icarlayıp, onunla onbir ölçek buğday öğütür ve
hayvan ölürse veya bir dönüm yer sürmek için icarlar da, onunla bir buçuk
dönüm yer sürer ve öküz ölürse, tam kıymetini öder. Zira, on ölçeği öğütünce,
akid tamam olmuştur. Ondan sonraki Öğüttüğü onbirinci ölçek, her yönüyle
muhaliftir. îşte onun için, tam kıymetini öder. Velevki, o son ölçeği en önce
öğütsün, yine fark etmez; hepsi birdir.
Yük taşımaya gelince,
bu bir defada yapılınca, o yüklenen de yüklenilenin içinde ve izinlilerden
olmuş oluyor. Onun için, ancak onun miktarını tazmin ediyor. Zehıyre'de de
böyledir.
İmâm şöyle
buyurmuştur:
Bir adam, üzerine on
ölçek buğday yükletmek üzere, bir hayvan icarlar ve ona yirmi ölçek yükletip,
icarının da tamamını ceslim eder, istenilen yere varınca da hayvan ölürse,
icarın tamamı ile hayvanın kıymetinin yarısını tazmin etmek gerekir. İkinci
İmâm'a göre, tamamını tazmin eder. Kerderî'nin Vecîzi'nde de böyledir.
Şayet, bir kimse
üzerine on ölçek buğday yükletmek üzere, bir hayvan icarlar ve ona onbeş Ölçek
yükletir; hayvanı da sahibine sağlam teslim ettikten sonra o ölür ve eğer o
hayvanın gücü olduğu bilinirse onun kıymetinin üçte birini icara tazmin eder ve
söylenilen icarın tamamını da öder.
Ve eğer hayvanın o
kadar yükü taşıyamayacağı bilinirse, kıymetinin tamamını öder; bu durumda
ücret gerekmez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Hayvanı kiralayan
şahıs, hayvan sahibine, yüklemesini söyler; o da hayvanı yüklerse, yükün fazla
olduğunu bilsin bilmesin tazminat gerekmez.
İşte bu tazminat
ödememek için bir çâredir. Gıyâsiyye'de de böyledir.
Bir adam, üzerine on
ölçek yük yükletmek için bir hayvan icarladığı halde, çuvalın içine yirmi ölçek
kor ve hayvan sahibine, "onu yükletmesini" söyler; o da yükletince
hayvan ölürse, bu durumda tazminat gerekmez.
Şayet birlikte
yükletirlerse, o zaman kıymetinin dörtte birini tazmin etmesi gerekir.
Eğer yük iki parça
olur ve her birisi, birini yükletir veya önce müste'cir sonra da hayvan sahibi
yükletirse bu durumda tazminat gerekmez.
Fakat, önce mal
sahibi, sonra da icarci yükletirse, müste'cirin, o hayvanın kıymetinin yansını
ödemesi icabeder. Kerderî'nin Vecîzi'nde de böyledir.
Bir adam, belirli bir
yere kadar binmek üzere, bir hayvan icarlayıp, ona kendi biner ve birlikte yük
de yükler ve hayvan ölürse , o fazlalık nisbetinde tazminat yapar. Bu hususta
nas vardır.
Bunun açıklaması:
Basra ehline gelerek, onlardan "bu yük ne kadar ağırlıktadır?" diye
sorar. Bu, binme mahalline kadar binmediği zaman böyledir. Binme mahalli
başka, yük yükleme yeri başkadır. Fakat, yük yükleme mahalline kadar, kendisi
de binmişse o takdirde, hayvanın tam bedileni tazmin eder. Fetâvâyi Suğrâ'da
da böyledir.
Bir adam, binmek için
bir hayvan icarladığmda kendi ile bir başkasını da bindirir ve bu hayvanı,
sahibine sağlam teslim ederse, tazminat gerekmez; icarını tam öder.
Ve eğer hayvan,
ikisinin birlikte binmesi sebebiyle şart koşulan yere vardıktan sonra ölürse,
bu durumda icarlayan şahsa, tam ücret öder ve hayvanın kıymetinin yarısını
tazmin etmesi gerekir.
Bu durumda mal sahibi
muhayyerdir: İsterse müste'cire ödetir; isterse, diğer adama ödetir.
Eğer müste'cir öderse,
o hayvan müste'ir olsa bile diğer adama müracaat edip, bir şey isteyemez.
Şayet diğer adam
öderse müste'cire mürâcat eder. O da müste'ci-rin müste'ciri olsa bile, bu
böyledir.
Şayet müsteîrin müsteiri
olursa, müracaat edemez.
Bundan sonra, tazminat
hakkı aralarında müsavi olur. Diğer adam, ister hafif olsun, isterse ağır olsun
bu böyledir.
Âlimler şöyle
buyurmuşlardır.
Bu durumda, o hayvan,
iki kişiyi taşıyacak güce sahipse yarı kıymeti tazmin edilir. Fakat, böyle
değilse tam kıymeti tazmin edilir.
İmâm Muhammed (R.A.)
şöyle buyurmuştur:
Bu durumda, hayvanın
yarı kıymeti ödenir. Bu mutlaka böyledir.
Câmiu's - Sağîr'de
şöyle zikredilmiştir:
Bir adam, Kadisiyye'ye
gitmek üzere, bir hayvan icarladığında, terkisine de başka bir adam bindirir
ve bu hayvan bu fazlalık yüzünden ölürse, bu durumda da yarısını öder. Yine
Câmiu's - Sağîr'de şöyle zikredilmiştir: Kâdisiye'den daha ileri geçip
giderse, bu durumda zan ve tahmine itibar edilir.
Kudûrî'de şöyle
zikredilmiştir. Müste'cir, hayvanın kıymetinin yarısını öder; diğer adam,
ister ağır ister hafif olsun bu böyledir.
ŞeymVI - İmâm Fahni'l
- İslam Aliyü'l - Pezdevî, şöyle buyurmuştur:
Hulâsa-i kelâm, bu
durumda zan ve tahmine göre tazminat yapılır. Eğer bu müşkil (zor) olursa, bu
durumda, adede (sayıya) göre tazminat yapılır.
Şayet, kiralayan şahıs
kendisiyle birlikte, o hayvana bir çocuğu da bindirmiş ve hayvanın gücü de buna
yetmezse, bu durumda o fazlalık nisbetinde ödeme yapar.
Hem kendi biner, hem
de yük yükletirse, o yükün ağırlık nisbetin-ce tazminat yapar. Bunu, binme
mekanının dışında yaparsa, hüküm böyledir. Fakat, yükletme mekanında yaparsa,
kıymetinin tamamını, tazmin eder.
Bu mes'eledeki kıyasa
göre: Bir âdâm, kendisi binmek için bir hayvan icarlayıp, biner ve arkasına da
(yani sırtına, omuzuna) başka birini bindirirse, hayvanın kıymetini tamam
olarak tazmin eder.
Bu, hayvanın gücü
yettiği takdirde böyledir. Fakat gücü yetmediği zaman, bütün hallerde tam
tazminat yapar. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, binmek için
bir hayvan icarladığında, sırtına onu icar-ladığı zamandan daha fazla elbise
giyer ve bu elbise, bütün insanların giydiği cinsten olursa; bir tazminat
gerekmez.
Şayet, bu ölçüden
fazla giymişse, o miktar tazminat gerekir. Meb-sûl'ta da böyledir.
Bir adam, bir hayvan
icarladığında, işini bitirince o, hayvanı evine yollayıp, kendisi de giymiş
oluduğu fazla elbiseyi sırtından çıkırdıktan sonra çıkar ve bu hayvan da kaçmış
olur, arkasından da yetişemese tazminat gerekmez. Çünkü onu, muhafaza için
bırıkmamıştır. Cevâhuru'l-Feiâvâ'da da böyledir.
Bir kimse,
"Şehirde on gün binmek üzere" bir hayvan icarlayıp, onu eve bırakır
ve binmezse, icar gerekir; tazminat gerekmez.
Şayet on günden fazla
durdurursa, ziyâde gün için, icar gerekmez. Fazla sürede yaptığı masraf da
teberru olur. Tatarhâniyye'de de böyledir.
İmâm Muhammed (R.A.),
Kitâbü'l - Asl'da şöyle'buyurmuştur: Bir adam, bir hayvanı kocasının evine,
geceleyin bir gelin, götürmek üzere kiralar ve eğer gelin belirli olur;
icarlayan şahıs onun yerini de belirtmiş bulunursa bu icâre caiz olur. O
hayvanı sabaha kadar evde bekletse bile, tam icar gerekir.
Eğer geliri,
belirlenmiş değilse, bu icâre fâsiddir.
Şayet aynı gelini
bindirirse, akid avdet eder ve icâre caiz olur ve tam ücret gerekir.
Şayet, bu hayvanı
sabaha kadar boş bekletirse, yine ücret gerekir mi?
Eğer aynı gelini,
şehirde bindirdi ise icar gerekir.
Şehrin haricinden
bindirdi ise, icar gerekmez.
Hayvanı, boş tutmuş
olması hâlinde, o ölürse, tazminat gerekir mi?
Şayet, hayvanı şehir
haricinden gelini getirmek için icarladı ve gelin gelince de, hayvanı sahibine
yollamadı ve öldü esi, tazminat gerekir.
Şayet bu işi şehir
içinde yaptı ise, tazminat gerekmez
Şayet, hayvanı belirli
bir gelin içi icarlamadı ise, habsettiği mıkdarca ( = elinde tuttuğu süre için)
icar gerekir. İster şehirden olsun, ister hariçten olsun farketmez,.
Eğeı u'7zat belirli
bir gelin için icarladiğı hayvana, başkasını bin-dirirse, tazminat gerekir;
icar gerekmez. Hayvanı teslim etmişse veya hayvan ölmüşse ve onu gelinin
haricinde birinin binmesi için icar lam iş-sa, tazminat gerekmez. Muhıyt'te de
böyledir.
Bir adam, bir insanı
bindirmek üzere bir hayvan icarladığında, o hayvana ağır bir kadın bindirirse,
tazminat gerekmez. Zira kadında insandır.
Şayet, bu kadın
hayvanın taşıyamıyacağı kadar ağrr ise, o zaman tazminat gerekir. Çünkü,
yapılan, o hayvana yük taşıtmak değil, onu öldürmek olur. Serahî'nin
Muhıytı'nde de böyledir.
Bir adam, binmek için
bir hayvan icarladığında, ona bir sabî (= çocuk) bindirir ve o sabî, hayvandan
düşüp ölürse, onu tutsa da, tutmasa da tazminat gerekir.
Keza, bir kimsenin
icarladığı deve doğurur ve kadınla birlikte, onu da deveye yükler ve bu deve
ölürse, tazminat gerekir. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, bir merkebi
eğeriyle birlikte icarlayıp, ona kendi eğerinin benzen olmayan başka bir eğer
vurur ve bu eşek ölürse, —onu, bu eğerin ağırlığı nisbetinde— tazmin eder. Bu
hususta muhtelif rivayetler vardır:
Eğer ikinci eğer,
birinciden hafif veya onun aynı ise, tazminat gerekmez.
Eğer ona, eğerden ağır
bir palan koymuşsa, o ağırlık miktarı tazminat yapar.
Bir adam, binmek
üzere, palanlı bir merkep kiraladığı zaman, onun palanı çıkarıp, yerine eğer
koysa, tazminat gerekmez.
Bir adam, binmek için,
eğerli bir eşek icarlar ve ona eğer yerinede palan koyup binerse, bu tazminatı
gerektirir. Câmiu's - Sağîr'de böylece zikredilmiştir.
Âlimler: "Bu,
İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nın kavlidir." demişlerdir.
İmâmeyn'e gelince,
onlar: "Fazla olan ağırlığı mıktarınca, tazminatta bulunur."
buyurmuşlardır.
Esahh olan da budur
Bütün ihtilaflarda
bunun sebebi şudur: Şayet hayvan, o palanın benzeri ile palanlanıyorsa, bu
böyledir. Fakat hayvana asla öyle bir palan, konulmamışsa, o takdirde, bütün
kıymetini tazmin eder.
Bu, bi'1-ittifak
böyledir. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, çıplak bir
eşek icarlayıp, ona eğer vurarak binerse, bu durumda ölmesi hâlinde onu tazmin
eder.
Âlimlerimiz şöyle
buyurmuşlardır:
Eğer bir yerden, diğer
bir yere eğersiz gidilmesi mümkün değilse, (Meselâ: Bir beldeden, başka bir
beldeye gidecekse) bu durumda eğer vurulması halinde tazminat gerekmez.
Eğer, müste'cir
şehirde binecekse ve bu müste'cir de şehirde eğersiz binmiyorsa, tazminat
gerekmez. Onun eğerle binme hakkı sabit olmuş olur.
Şayet müste'cir,
şehirde çıplak eşeğe binenlerden ise, işte ona tazminat gerekir.
Tam tazminat mı? Yoksa
ziyâdelik miktarı tazminat mı? gerekir?
Bu mes'eleKitâbü'l
-Asl'da yazılmamıştır.Bazıâlimler:"Tamkıymetinin tazmin edilmesi
gerekir." buyurmuşlardır.
Sahih oilan da budur.
Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse gemsiz bir
hayvan kiralayıp, ona gem vurur veya gem-li icarladığı hâlde, o gemi çıkarıp
benzeri başka bir gem vurup öylece binerse, tazminat gerekmez.
Şayet, benzeri hayvana
vurulmayan bir gem vurarak binerse, tazminat gerekir. Hızânetü'l-Müftîn'de de
böyledir.
Bir hayvan icarlayan
şahıs sert başlığından dolayı, onun gemini çeker veya ona vurur ve o hayvan bu
yüzden ölürse, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye tazminat gerekir.
Fetva da bunun
üzerinedir. Cevheretü'n Neyyire'de de böyledir.
Zâhid İsmail şöyle
buyurmuştur:
Bir adam, binmek için
bir hayvan icarladığında, ona vurur ve bu hayvan ölürse, sahibinin" izni
olmadan veya mutad olmayan bir yere vurmuş olması hâlinde, bi'1-icma tazminat
gerekir. Bizzat o yere vurmak için izin almış olması hâli müstesnadır.
Şayet mutad olan
yerine vurmuşsa, bi'1-icma tazminat gerekmez. Muzmarât'ta da böyledir.
Bir kimse, kiraladığı
hayvana, yolculuğu esnasında merhametsizlik yaparsa bi'1-icma tazminat
gerekir. Gıyâsiyye'de de böyledir.
Bir adam, diğerinden,
Kûfe'ye kadar binmek için bir hayvan icar-ladığında, o hayvanla müsamaha
edilmeyecek kadar Kûfe'yi geçip ileri gider ve bu fazla mesafede ister insin,
ister binmesin sonra geri Kûfe'ye gelirse o şahsın, bu fazlalık için ücret
ödemesi gerekir. Çünkü hayvan onun zımnındadır. Hatta bu hayvan Küfe yolunda
ölse, kıymetini tazmin eder ve ücretinden bir şey düşmez.
Bu, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'mn kavlidir.
Diğeri ise, İmâmeyn'in
kavlidir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
îcurlanan şey,
icarlayan şahsın yanında ölür; sonra da ona bir sahib çıkarsa, müste'cir o
şeyin kıymetini, hak sahibine öder. Sonra da icara; veren şahsa başvurup,
ödediği kıymeti ondan geri alır. Yenâbi'de de böyledir.
Câmiu'l-Fetâva'da
şöyle zikredilmiştir.
Bir adam, on ölçek
yükletmek üzere, bir hayvan icarlayıp, onu bir başkasına, yirmi ölçek yük
yüklemesi için icara verir, oadam da bu yükü yükletince hayvan ölürse, bu
durumda mal sahibi dilediğine ödetmekte muhayyerdir.
Eğer ikinci adama
ödetirse, o öncekine müracaat eder.
Şayet birinci adama
ödetirse, o ikinci adama müracaat edemez. Çünkü o ikinci adamı aldatmıştır.
Bir adamın, Hemedân'a
kadar icarladığı bir hayvan, yarı yolda öldüğünde, yolun ya zor tarafı veya
kolay tarafı kalmış olur. Bu durumlar farklıdır. Çünkü, bazen kiranın bir fersahı, bir dirhem bazen
da bir fersahın icarı iki dirhemdir. Bundan dolayı kalan yerin durumuna göre
icar taksim ve takdir edilir. Tetarhâniyye'de de böyledir.
Bir adam, binmek ve
gidip gelmek şartıyla, yiyeceğide kendine âit olmak üzere bir hayvanı, belirli
bir yere kadar, icarlarsa, bu icar fesada gider. Sonra, bu şahıs arkasına bir
başkasını bindirse gidişin tamamı, gelişin de yarısı için ecr-i misil gerekir.
Çünkü, dönüşte yarıya gâsıb idi. O fâsid olanın icarıdır. Şayet hayvan ölürse,
yarı bedeli ile yarı kirasını öder. O hayvana yedirdiğini de icarından düşer.
Gıyâsiyye'de de böyledir.
Bir adam, belirli bir
yere kadar binmek üzere bir hayvan icarla-dıktan sonra, başka bir mekâna
giderse, bu hayvan helak olunca, onu öder. İkinci gittiği yer birinciden yakın
olsa bile bu böyledir. Bedâi"de de böyledir.
Bir kimse, filan yere
gitmek üzere, bir hayvan kiralayıp, başka bir yere gitse, hayvanı teslim etsin
veya etmesin tazminat gerekir; icar gerekmez.
Bu gibi mes'elelerde
aslolan, icarlanan şeyden, icarlayan şahıs faydalanınca icar gerekir,
Görünmüyor mu ki: Bir
adam, diğerinden giymek üzere, bir elbise icarlar ve aynı müste'cir, aynı
adamdan, bir de zoraki elbise alır; sonra da müste'cir o zoraki aldığı
elbiseyi, giyip, asıl kiraladığı elbiseyi giymez ve evinde bulundurursa,
icarlayana icar gerekmez. Çünkü, ondan bizzat fayda temin etmemiştir. Zemyre'de
de böyledir.
Bir adam, belirli bir
yükü, belirli bir yere götürmek için bir hayvan icarlar veya belirli yoldan
gitmek üzere, eşyasını yükletmek için bir eşek kiralayıp, insanların gittiği
başka bir yolu tutar ve bu hayvan ölür veya eşyası zayi olursa, tazminat
gerekmez.
Eğer dediği yere
varmışsa, icarı tam ödemesi gerekir. Çünkü, iki yolda değişiklik olmaz ise,
tayin şart değildir. Hatta denizden gitse, tazminat gerekir. Çünkü orda tehlike
daha çoktur. Eğer denilen yere varırsa ecir lâzımdır.
Maksud hasıl olmazsa,
hüküm bunun hilafınadır.
Eşyada da cevap
böyledir. Timurtâşî'de de böyledir.
Bir adam, Medine'ye
kadar yük taşımak için, bir eşek icarlayıp, yükü yükleterek Medine yoluna
sürdükten sonra, abdest bozmak üzere veya başka biriyle konuşmak için geride
katır; eşek de gider ve zayi olur, ve eşek bu şahsın gözünden kaybolmadan zayi
olmuş (ölmüş) olursa, tazminat gerekmez.
Eğer gözünden
kaybolduktan sonra ölürse, tazminat gerekir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir adam, köyden
şehire bir hayvan icarlar; hayvan sahibi de, müste'cir ile birlikte bir adam
gönderir, gönderilen o adam da yolda bir şeylerle meşgul olur; müste'cir yalnız
başına gider ve hayvan yanında zâyı olursa (ölürse) gönderilen o adama
tazminat gerekmez. Hızâne-tü'l Müftin'de de böyledir.
İmâmeyn, şöyle
buyurmuşlardır:
Bir adam, belirli bir
yere gitmek için, bir hayvan icarlar, yolun bir kısmını gittikten sonra da,
"o hayvanın kendinin olduğunu, icarlamadığnı" iddia eder; hayvan
sahibi de "onun icarlamış olduğunu" iddia ederse, o şahıs bindiği
müddetçe, hayvana yaptığı masrafı ödemez. Daha önceki günlerin masraflarını
öder.
Mesafe sona erer ve
hayvani sahibine teslim etmeye getirir ve bu hayvan da telef olursa onu tazmin
eder.
Kudiiri, İmâm Ebû
Yûnuf (R.A.)'un: "İnkarından önceki ücreti öder; sonrakini ödemez."
buyurduğunu nakletmiştir.
imâm Muhammed (R.A.)'e
göre, bütün ücretini öder. Kübrâ'da da böyledir.
imâm şöyle
buyurmuştur: İcarlanan hayvan veya köle müste'cirin yanında öldüğünde, kasid,
ihtilaf ve cinayet bulunmazsa müste'cire tazminat gerekmez. İcâre bâtıl olur.
Çünkü üzerinde akid yapılan şey ölmüştür. Tahâvî Şerhı'nde de böyledir.
Bir adam, üzerine
yiyecek maddesi (buğday, arpa gibi şeyler) yükletip, Medine'ye gitmek üzere
bir hayvan icarlar; sonra da dönüşünde, sahibinden izinsiz iki ölçek tuz
yükletir ve bu hayvan ölürse tazminat gerekir. Müliekıt'de de böyledir.
Nevâzil'de şöyle
zikredilmiştir:
Bir adam, diğerine bir
deve vererek, ona: "Bunu icara ver; icarı ile bir şey satın al." der
ve bu deve ö, adamın yanında kör olur; adam da onu satıp bedelini alır ve bu
bedel yolda helak olursa, Fakıyh Ebû Cafer: "Eğer deveyi hâkime
ulaşamıyacak bir yerde sattı ise, deve hakkında ona tazminat gerekmez. Bedeli
hakkında da tazminat gerekmez. Şayet sahibine teslim etme imkanı var iken
satti ise, kıymetini tazmin edecektir." buyurmuştur. Hulâsa'da da
böyledir.
Bir adam, hayvanını,
bir başkasına, belirli bir yükü, belirli bir yere götürmek üzere icara verir; o
adam da, o hayvan ile gitmez, fakat o hayvanla beraber gitmek üzere bir adam
icarlayıp ona: "Geri bana gel." der; o adam da maksud olan yere gider
ve o hayvanı da getirir, ancak bu adamla "o hayvanı kendi işinde
çalıştırdı." ve "başka bir hayvan getirdi." diye ihtilafa
düşerlerse, o ücretli, o hayvanı öder mi?
İmâm, şu cevabı verdi:
Evet. Çünkü ecir
muhalefet yapmıştır. Sonra o adam geri dönüp, aynı hayvanı getirse, yine de
tazminattan kurtulamaz.
Bu, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre böyledir.
Eğer işinde kullanmadı
ise, Her ne kadar, aynı hayvanı getirmemiş olsa bile tazminat gerekmez. Zira,
adam ona: "Bu hayvanı getir." demedi. "Yük hayvanını
getir." dedi. O gelen de yük hayvanıdır. İcarını tam alır. Sonra da
hayvanları değiştirir. Tazminat gerekmez. Fetâvâyi Ne-sefi'de de böyledir.
Bir adam, üzerine
belirli miktarda buğday yükletip evine götürmek üzere, "O gün, akşama
kadar kaydı" ile bir hayvanı icarlayıp, o yükü evine kadar götürür;
dönüşte de aynı hayvana biner ve bu hayvan ölürse, kıymetini öder mi?
Şayet dönüşte, binmek
âdet değilse, öder; âdet ise ödemez. Ebû'l-Leys'e göre muhtar olan budur.
Hızânetü'I-Müftîn'de de böyledir.
Bir adam, arsasına,
bir dirheme yirmi yük toprak götürmek için, bir eşek icarlar o yerde de kerpiç
bulunur ve her dönüşünde, bir yük de kerpiç taşır ve eşek ölürse bu durumda
icar değil onun kıymetini öder.
Eğer işi biter ve
eşeği teslim ederse, ücretini tam öder. Kerderî'nin Vecîzi'nde de böyledir.
Bir adam, bir yük için
bir merkep icarlayıp ona söylediğinden fazla yük yükleterek onu, götüreceği
yere kadar götürür ve eşeği sağlam olarak sahibine teslim ettiği hâlde, bu
eşek sahibine teslimden sonra ölürse yüklettiği o fazlalığa bakılır ve
icarlayan şahıs o nistebette kıymetini tazmin eder. Kûbra"da da böyledir.
Bir adam, gübre çekmek
için, belirli bir ücretle bir eşek icarlar; fakat bu eşek zayıf olur ve
müste'cir: "Bu yük taşıyamaz" der; sahibi ise; "Taşır. Emsali
kadar yük yükle" deyip eşeği yollar ve eşeğin ayağı sakatlanırsa, tazminat
gerekmez. Fetâvâyi Nesefi'de de böyledir.
Müntekâ'da şöyle
zikredilmiştir:
Bir adam, birini
terzilik için, aylığını on dirheme icarladığı hâlde, onu, aylığı on dirheme
kerpiç kesme işinde çalıştırır ve o adam ölürse tazminat gerekir. Bu adam Ölmez
ve icarlayan şahıs onu terziliğe getirir ve terzilik yaparken ölürse, tazminat
gerekmez.
Bu, bir adamın,
belirli bir yere kadar, bir hayvan icarlayıp, o yeri ileri geçen şahsa
benzemez. Fetâvâyi Ebû'l-Leys'te de böyledir.
Bir adam, hayvanını
baytara getirip, ona: "Buna bir bak; bunda bir hastalık var." der;
baytar bakar ve: "Kulağının altında hastalığı var." der; hayvan
sahibi de: "Onu çıkar." deyince baytar hayvan sahibinin sözü
üzerine, onu çıkarır ve bu hayvan ölürse, baytara tazminat gerekmez. Çünkü o
işi yapmaya izinlidir. Muhiyt'te de böyledir.
Bir sarraf, ücretle
aldığı dirhemleri yitirir ve onların cinde kalp ve sahte dirhemler bulunursa,
bu durumda sarraf, birşey tazmin eylemez.
Çünkü, hakikatde, bu
dirhemlerin sahibinin hakkı telef olmuş değildir.
Ancak, o dirhemlerle
bazı işler yapmış ve bunların bir kısmı da halis dirhem idiyse o nisbette
ücret öder.
Hatta, tamamı kalp
akça olsa bile ücretini tam öder.
Yarısı kalb ise,
ücretin yansım öder. Ve o kalp dirhemleri sahibine geri verir.
Şayet sahibi, bunu
inkâr eder ve: "Bunlar, benim dirhemlerim değildir." derse; bu
durumda yeminli olarak dirhemleri alan şahsın söylediği söz geçerli olur.
Çünkü, o başkasından
almadığına yemin eylemiştir.
Bu, dirhemleri alan
şahsın onlardan faydalanmadığı zaman böyledir.
Şayet verenin sözünü
doğrular, sonrada: "Kalpdır." diye geriver-mek ister; verende onu
İnkâr ederse, sözü kabul edilmez. Fetâvâyi Kâdî -hân'da da böyledir.
Bir adam, diğerine
"elbisesini, za'feran veya başka bir boya ile boyamasını" söyler;
boyacı da onun söylediğinin haricinde bir boya ile boyarsa; bu durumda elbise
sahibi, elbisesinin boyanmadan önceki kıymetini boyacıya ödetip elbiseyi ona
bırakır.
Dilerse o elbiseyi
alıp, ecr-i misil verir. Ki bu ecr-i misil daha önce belirlenen ücreti geçemez.
Şayet boyacı onun
söylediği boya ile boyar fakat vasfında muhalefet ederse, (Şöyleki:
"Dörtte bir ölçek usfur..." der de, boyacı bir ölçek usfur ile boyar
bunu da elbise sahibi ikrar ederse, yine' elbise sahibi muhayyerdir. Dilerse,
elbisenin boyanmamış haldeki kıymetini alır; dilerse, fazla usfurun bedeli ile
tam ücretini vererek elbiseyi alır. Zahîriyye ve Fetâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir.
Bir adam, mushaf
yazdırmak ve onu noktalayıp, harekeleyerek cüzlere hizblere ayırmak için,
birini icarlar; o da baza noktalarında, aşîr-lerinde hatalar yapmış, olursa;
Ebû Ca'fer "Eğer bunu her yaprakta yapmışsa, ona o vazifeyi veren şahıs
muhayyerdir. İsterse, onları alıp,. ecr-i misil verir ve bu ecr-i misil
müsemmayı geçemez; isterse, onu geri . verip, verdiği kağıtları geri ahr.
Şayet, bazı yerler uygun ve doğru yazılmışsa, o nisbette icarını verir; burada
belirlenen ücrete uyulur. Hâvî'de de böyledir.
Biı adam, yüzükçüye
bir yüzük verip, "kaşına, ismini yazmasını" söyler; o da kasden veya
hatâen başka birinin adını yazarsa; yüzük sahibi muhayyerdir: İsterse,
yüzüğünün kıymetini tazmin ettirir; isterse, onu öylece alıp belirlenen ücreti
geçmemek üzere ecr-i misil verir.
Keza, bir kimse, bir
marangoza, bir kapı verir ve "ona nakış yapmasını" söyleyerek bir
şekil verir; marangoz da o şekilden başka bir şekille süslerse; bu durumda da
kapı sahibi muhayyerdir.
Eğer marangoz az. bir
farkla yapmışsa, o fark;a itibar
olunmaz. Giyâsiyye'de de böyledir.
Bir adam, diğerine:
"Evimi kırmızıya boya" der; boyacı da onu yeşile boyarsa, İmâm
Muhammed (R.A.): "Boyasının bedelini verirTücret vermez."
buyurmuştur. Bedâı"de de böyledir.
Bir adam, diğerine, "kapısını nakışlamasını
veya kırmızilaştırmasını" söyler; ancak os yeşile boyarsa; bu durumda kapı
sahibi muhayyerdir: Dilerse, tazmin ettirir; dilerse, boyasının farkını verir,
ücret vermez.
Bir adam, buğday ekmek
için. bir tarla icarladığı hâlde ona sebze ekerse, icarını tam öder.
Gryâsiyye'de de böyledir.
Bir adam, bir terziye
kumaş verip: "Bana gömlek biç." der; terzi ise, cübbe biçerse; veya
"rûmî biçimde dik." der de, terzi fânsî biçiminde dikerse; bu
durumlarda elbise sahibi isterse, bedelini ödetip elbiseyi ona terk eder;
isterse, onu alır ve ecr-i misilinî öder. Bu ecr-i misil de konuşulan ücretten
fazla olamaz. Gıyâsiyye'de de böyledir.
Hişâm, İmâm Mühammed
(R.A.)'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir: Bir adam, diğerine bir bakır vererek,
onu tas yapmasını söyler; o da, bu bakırı ibrik yaparsa; bakırı veren şahıs,
isterse bakırı tazmin ettirir; yaptığı ibrik ustanın olur; isterse, onu öylece
alır ve belirlenen ücreti geçmemek üzere, ecr-i misil verir. Bedâ"de de
böyledir.
Bir adam çulhaya (=
bez dokuyucuya) iplik verir ve ona "yedi arşın olarak dokumasını"
söyler; o da fazla veya noksan dokursa, bu durumda iplik sahibi muhayyerdir.
Çünkü, itibar onun şartınadır. Dilerse, o dokunan bezi bırakır ve ipliğinin
bedelini alır.
Şayet söylediğinin
mikdarında ihtilaf ederlerse, elbise sahibinin sözü geçerli olur. gıyâsiyye'de
de böyledir.
Alınan bez miktarında
ihtilaf ederlerse dokumacının sözü geçerli olur. Dokutan şahıs isterse,
dokunanı alıp, ücretini verir.
Fakat fazlalık için
bir şey veremez. Çünkü, onu izinsiz dokumuştur.
Noksan olursa'
müsemmayı (= belirlenen ücreti) geçmemek üzere ecr-i misilden, müsemmadan
hissesi kadarım verir.
Bu mes'eienin
açıklaması:
Bir adam, dokumacıya,
dört adet yedi arşın-bez dokumasını emrettiği hâlde (ki taplam yirmi sekiz
arşın eder) dokumacı üç adet yedi arşın bez getirse, (ki bu da yirmi bir arşın
eder) bu durumda noksan bellidir ve dörtte birdir. Yedi arşındır. Dokutan
şahıs, ücret olarak, dokuyan şahsa belirlenen ücretin dörtte birini noksan
verir, (yâni dörtte üçünü verir.) Şayet arşınını bir dirheme dokutuyorsa
yirmibir dirhem öder. Bundan fazla vermez. Giyâsiyye'de de böyledir.
Bir adam, dokumacıya
iplik vererek, "kaput bezi dokumasını" söyler; dokumacı da ipliklerin
bir kısmını alarak yerine pamuk kor; sahibi de bunu anlarsa, bu kaput
dokumacının olur. Ve sahibi dokumacıdan ipliğinin bedelini talep eder. Çünkü,
dokumacı ipliğe başka iplik katmakla gâsıp olmuştur. Ve onun ayrılması da
mümkün değildir. Veya çok meşakkatlidir. Dokumacı adamın ipliğini öder; bez
kendisinin olur. Hızânetü'I-Müflin'de de böyledir.
Bir adam, dokumacıya
iki nevî iplik verip, ona "birisiyle önce, diğeri ile kalın bez
dokumasını" söyler; dokumacı ise, bunları birbirine katarak, tek tip bez
dokursa; adam ipliklerinin parasını alır; dokuduğu şey de dokumacının olur.
Kerderi'nin Vecîzi'nde de böyledir.
Bir adam, dokumacıya,
birisi diğerinden ince olan iki çeşit iplik verip ona: "Şu inci ile, altı
yüze; şu kalın ile de, beşyüze doku." dediği hâlde, dokumacı onları
birbirine katarak dokursa, muhalefetinden dolayı dokuduğu kumaş dokuyucunun
olur. İplikleri veren şahıs ipliklerinin bedelini öder. Hulâsa'da da böyledir.
Nevazil'de
zikredilidiğine göre, Ebû Bekir'den sorulmuş: Arazi sihibi, bir çiftçiye:
"Şu buğdayları dışarıya çıkır. Buradaki cevizler yeşildir,
bozulmasınlar." der. O şahıs da çıkarmaz ve cevizler bozululursa, durum ne
olur?
İmâm, şu cevabı
vermiş;
—Eğer çiftçi önce
kabul ettiği hâlde, sonradan onları kaldırmamış ve cevizler bozulmuşsa,.bu
cevizleri tazmin etmesi gerekir.
Eğer buğdayın kıymeti,
onu ödüyorsa borcunu öder. Bozulan cevizler onun olur.
Fakıyh şöyle
buyurmuştur:
Eğer onların misli
bulunuyorsa, onları verir, değilse kıymetini öder. Talarhâniyye'de de böyledir.
Bir adam, terziye bir
elbise getirerek: Şu elbiseye (kumaşa) bak; eğer bana bir gömlek olursa, onu
kes ve bana, bir dirheme bir gömlek dik." der; terzide: "Olur."
dedikten sonra "Kestim, fakat çıkışmadı." derse; tazminat gerekmez. Sirâcü'l-Vehhâc'de
de böyledir.
Şayet: "Şuna bak,
gömlek olmaya kâfi gelir mi?" der; terzi de : "Evet."
karşılığını verdikten sonra sahibi: "Kes." der; o da kesince
yetişmezse, bu mes'elenin hâili kitaplarda zikredilmemiş; yalnız Fakıyh Ebû
Bekir: "Onu tazmin eylemez." demiştir. Zehıyre'de de böyledir.
Bir adam, terziye bir
kumaş vererek: "Bunu, bana öyle dik ki, boyu ayaklarıma yetişsin. Kolunun
genişli beş karış olsun; eni de şu kadar olsun." der; kumaş da dediğinden
bir parmak veya buna benzer bir şekilde noksan gelirse, bir şey gerekmez. Eğer
çok fazla noksan olursa, tazminat gerekir. Hulâsa"da da böyledir.
Bir adam, eşeği kapıda
koyup, kendisi eşeğin otunu almak için içen girer ve bu eşek zayi olursa
gözünden kaybetmeden, zayi olmuş (ölmüş) olması hâlinde tazminat gerekmez.
Zayi olacak şekilde,
zayi olmamışsa (Meselâ: Bağlanılacak sikkesi çürükse) yine tazminat gerekmez.
Aksi takdirde tazminat gerekir. Bu kimse, hayvanı kapıya bağlayıp, içeri girdi
veya namaz kılmak için mescide girdi ise, bir şey gerekmez. Bağlamadan girdi
ise tazminat gerekir. Serahsî'nin Muhıyti'nde ve Kerderî'nin Vecîzi'nde de
böyledir.
Bir adam, bir eşek
icarlayıp, ona biner; onun, bir başka eşeği de bulunur; sonra da ona biner; bir
müddet gittikten sonra, kendi eşeği düşer, onunla meşgul olurken, icarlanan
eşek zayi olursa, şayet o hâlde, icarlanan eşeğin ardından gidince, kendi eşeği
ölür veya eşyası zayi olacak olursa, tazminat gerekmez; değilse tazminat
gerekir.
Bunun delili şudur:
Bir inek, sürüden
ayrıldığında ücretli, diğerlerini korumak için onun arkasından gidemez ve giden
inek zayi olursa, tazminat gerekmez.
Zahire icâresinde ben
dedimki: Bir adamın,' iki eşeği bulunduğunda, o birinin yükü ile meşgul
olurken, diğeri zayi olur ve o eşek gözünden kaybolup, zayi olmuşsa, o zaman,
onu öder. Buna binâen, öncekinde de eğer gözünden kayboldu^ise ödemesi
gerekir.
En uygun olanı da
budur.
Fetvada böyledir. İyi düşünmek gerekir. Hizânetü'l-Müftîn'de de
böyledir.
Fetvaların aslında
şöyle denilmiştir:
Bir adamın icarladığı
bir eşek yolda yittiği hâlde, adam onu aramaz ve zayi olursa; eğer eşeğin
nereye gittiği bilinmiyorsa, o diğerini korur.
Eğer biliniyorsa ve
aradığı hâlde bulunmamış olursa tazminat gerekmez.
Keza, onun
mevcudiyetinden ümidini kesmiş ise tazminat gerekmez.
O civarı aradığı hâlde
bulamazsa yine tazminat gerekmez.
Eğer eşek gider, adam
onu görür; onu gitmeden men etmez ise; bu onun yitmesini istiyor demek olur. Ve
onu tazmin eder. (= öder)
Buna binâen, eşek
icarlayan zat, ekmekçiye gelip, ekmek alırken meşgul olur ve eşek zayi olursa,
eğer o gözünden kaybolmuşsa, tazmin eder; gözünden kaybolmamışsa, tazminat
gerekmez. Muhıyt'te de böyledir.
Binmek için bir eşek
kiralamış olan şahıs, onu herkesin göreceği bir yere bağlar, o mahallede veya
köyde de bağlıyacak bir yer olmaz ve hayvan zayi olursa, tazmin eder.
Mutlak şekilde icarlar
ve bineceğini söylemez; o köyde de köylüler uyuyor olur; müste'cirinde bir
tanıdığı veya onu koruyacak kimsesi bulunmaz ve bu hayvan zayi olursa, yine,
onu tazmin eder.
Eğer fetâuâyi Hindiyye
onu koruyacak kimseler bulunur ve korumayı kabul etmiş olurlarsa, tazmin
etmez.
Eğer, o beldede
uyumak, zayi etmek değilse tazminat gerekmez.
Şayet uyumak hayvanı
zayi etmek sayılırsa, o takdirde tazmin eder. Fakat korurlar ve korumaları da
kabul edilirse, o zaman onu tazminat müste'cire değil, onu korumaya çalışan
şahsa âit olur.
Bir adam, bir merkep
(= eşek) kiralar veya bir hayvanı, muhafaza için, bir adam icarlar; hayvan da
karcının yanında ölürse, müste'-cirin o hayvanı kendi binmek için icarlamış
olması hâlinde tazminat gerekir. Eğer, bu belirtilmemişse tazminat gerekmez.
Zehıyre'de de böyledir.
Bir adam, bir eşek
kiralar ve namaz vakti gelince bu şahıs (Meselâ: sabah) namazı kılarken, bu
eşek gitmekte veya bir adam onu alıp götürmekte olduğu hâlde namazını bozmazsa,
eşeği tazmin eder. Füsûlü'l-İmâdiyye'de de böyledir.
Bir adam, yolda namaz
ile meşgul olurken, yanındaki eşek zayi olur ve bu şahıs, hayvan gözünden
kaybolana kadar, namazım bozmaz ve hayvanı takip etmezse, onu öder. Eğer
gözünden kaybolmadan zayi olursa, tazminat gerekmez..Gıyâsiyye'de de böyledir.
Ebû Bekir'den soruldu:
—Bir kimse, diğerine
bir eşek kiralamasını söyledi. O da denilen yere gidip onun sözünü yerine
getirdi. Eşeği alıp, getiriyor iken, misafirhaneye koydu; hırsızlar da hücum
edip, bu eşeği aldılar. Ne lâzım gelir?
İmâm şu cevabı verdi:
—Eğer misafirhane, yol
üzerinde olur ve gelip geçen orada konaklarsa, tazminat gerekmez. Eğer bu iş,
eşeği çalıştırdıktan sonra olursa, onun icarı tam olarak verilir. Hâvî'de de
böyledir.
Bir adam, diğer bir
adamı icarlayıp, ona bir eşekle elli dirhem verekek, "filan yerde, bir
şeyler al sat." der; adam da oraya gidip, bir şey satın alır; bir zalim
gelerek, o kafilerin eşeklerini alır, onlardan bazıları eşeklerinin arkasından
giderler, bazıları da gitmezler; bu ücretli de gitmeyenlerden alır; gidenlerden
bazıları eşeğini geri alıp, bazıları da alamaz; eşeklerini alanlar ise
gitmeyenleri "Ne için gitmediniz." diye kınarlarsa o takdirde, bu adama tazminat gerekir.
Şayet çektikleri
zahmetten dolayı kınamazlarsa, o zaman tazminat gerekmez
Eğer kafileyi, yol
kesiciler gelir ve mekkârinin eşyasını atıp, merkebini alır götürürler;
eşyaların kumaş olanlarını da alırlar; bu adam da eşeği kaçırması hâlinde,
eşeği de, kumaşı da alacaklarını bilirse o takdirde, tazminat gerekmez.
Eğer kaçırmak imkânı
varken kaçırmazsa, tazminat gerekir. Kerde-rî'nin Vecîzi'nde de böyledir.
Bir adam, belirli bir
yere gitmek üzere, bir hayvan icârladığnda, kendisine "yolda hırsızların
olduğu" haber verilir, ona iltifat etmeyip, o yoldan gider ve hırsızlar o
hayvanı alıp götürürlerse, Fakıyh Ebû Bekir "O habere binâen, başkaları da
o yoldan hayvanlarıyla ve eşyalarıyle gidiyorlarsa o zaman tazminat gerekmez; böyle
değilse gerekir." boyur-muştur. Zehıyre'de de böyledir.
Bir topluluk, bir
adamın eşeklerini icarhyor ve bir adama bu eşekleri teslim ettikten sonra,
onlardan birisi: "Sen de beraber git ve eşeklere bak." diyor; o da
gidiyor ve müste'cir ona: "Sen, eşeklerle birlikte burda dur. ben
birisiyle gidiyem." diyerek çuvalını alıp gidiyor, adam da ondan, o eşeği
geri alamıyor; bu durumda ona tazminat gerekmez. Çünkü onlar o şahsa
"Yanındakilere bakmasını" söylediler. Hizanetü'l Müftîn'de de böyledir.
Bir adam, Keş'den
Buhara'ye gitmek üzere bir eşek icarlar; eşek sahibi de Buhara'da olur; kiracı
ise, bir adama "O eşeğe, her gün belirli miktarda yiyecek vermesini ve
eşek sahibine teslim edilene kadar da belirli bir ücreti olacağını" söyler
ve o ücretli (= ecir), eşeği günlerce yanında tutup ona masraf yapar ve bu eşek
onun yanında ölürse, âlimler: "Eğer o eşeği kiralayan şahıs, onu kendisi
binmek için kiralamışsa, tazminat gerekir. Şayet bir şey söylemeden kiralamışsa
tazminat gerekmez." demişlerdir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir adam, atını,
birisine köyüne gitmek ve oğluna vermek üzere, teslim eder; o adam da bir konak
gittikten sonra o atı, misafirhaneye bırakır; o köyden birisi gelip, o
misafirhaneye uğrar ve atı tanır; adam da, o atı, ona o köye kadar binmek üzere
icara verir, bu at da yolda ölürse tazminat kime ait olur?
İmâm şöyle
buyurmuştur:
—Hİç şüphesiz, atı
bıraktığı için birinci adamın tazmin etmesi gerekir. Fakat müste'cirin
icarladığı zat, atı yerine götürseydi, bu atı oğlu almasa bile, tazminat
gerekmezdi.
Eğer o şahıs atı ecire
verir ve onunda "at sahibinin ailesinden olduğunu" isbat ederse, yine
tazminat gerekmez. Fakat ecir, at sahibinin ailesinden olmazsa, birinci zata
tazminat gerekir.
Amma, ikincice her
haliyle tazminat gerekir.
Bu cevap, müşkil
içinde böyledir.
Eğer birinci adam,
onun o atı sahibine tesJim edeceğini isbat eder ve ecir de icarlananın
ailesinden olur; o atı da o misafirhanede ona teslim ederse teslim alan at
sahibinin kardeşinin oğlu olsa bile, yinede taz-minatdan berî olamaz. O tazmin
edince, birinciye müracaat edemez. Mu-hıyt'te de böyledir.
Ba'zı fetvalarda şöyle
zikredilmiştir:
Mekkâreci yolda
kaldığında, kiracı, onun yanında bir eşek bırakarak gider; eşek sahibi de
onunla birlikte bulunmaz ve hırsız gelerek, eşeği alıp götürürse, kiracıya
tazminat gerekmez.
Keza, eğer, mekkâreci,
eşeğin yanında olduğu hâlde, kiracı orda olmaz yani mekkari gitmiş ve eşeği
kiracıya bırakmış olur; hırsız gelip onu çalarsa, bu defa da mekkareciye
tazminat yoktur.
Âlimler şöyle demişlerdir:
Bu Mekkârecinin diğer
hayvana, yük yükletme imkâni olmadığı zaman böyledir.
Fakat imkânı olduğu
hâlde yükletmezse, o zaman tazminat gerekir. Zehiyre'de de böyledir.
Bir adam, bir eşek
icarlayıp yardımcı olarak da, bir adam götürür, bu adam da onun merkebiyle
meşgul olurken müste'cir çekip gider ve hayvan zayi olursa, eğer yardımcıyı
tanımıyor ise, Kâdîhân: "Mutlaka tazmin eylemez."buyurmuş;Kâdî
Bedîu'd-Din ise: "Tazmin eder." demiştir. Ginye'de de böyledir.
Bir adam, yıkık bir
yerden toprak taşımak için bir eşek icarlar ve o sırada harabe yıkılıp hayvanı
öldürse, duvarın müste'cir sebebiyle yıkılmış olması hâlinde, müste'cir,
hayvanı öder.
Böyle değil de
kendiliğinden yıkılmişsa, tazminat gerekmez. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.
Bir adam, diken
taşımak için bir eşek icarladığında, bir akarsu-dan geçerken dar bir yere
varınca, merkebe vurur ve bu merkep yükü ile birlikte nehre düşer ve müste'cir
ipi kesmek isterken, eşek ölürse, âlimler: "Eğer o yer, yüklü hayvanın
geçemiyeceği bir yer ise, müste'cir eşeğin bedelini öder. Eğer yüklü merkebin
geçebileceği bir yer olur ve müste'cir de hayvana zorluk göstermemiş ve onun
vurması sebebiylede nehre düşmemişse, tazminat gerekmez." demişlerdir.
Zahîriyye'de de böyledir.
Bir adam, bağdan odun
taşımak için, bir eşek icarlayıp, ona, emsaline yüklenen kadar yük yükletir ve
bu hayvan, bir sarsınta ile nehre düşüp Ölür; bu sırada müste'cir onu
zorlamıyor ve normal üsrüyorsa tazminat gerekmez.
Durum bunun hilafına
olursa, tazminat gerekir. Zehiyre'de de
böyledir.
Bir adam, bir eşeğe,
şehire getirmek üzere odun yükler; bu eşek de gelirken duvara çarparak, nehre
düşer ve ölürse eğer normal gelişle gelmekte ve yük de iyi yüklenmiş durumda
idiyse tazminat gerekmez.
Eğer onun doğru
yüklenmediğini biliyor ve keza dar köprüden ge-çiriyorsa, tazminat gerekir.
Gıyâsiyye'de de böyledir.
Müste'cir eşeği teslim
alıp, onu keçesi ile birlikte bağa yollar ve keçesi çalınır veya soğuğun
te'siriyle sahibinin yanında ölürse, yükü, hayvanın basacağı yeri görmeyeceği
miktarda ve durumda değil ve soğuk da onun keçesine zarar vermemişse; tazminat
gerekmez. Eşek dururda, keçesi zayi olursa, müste'cir onu öder. Kerderi'nin
Vecîzi'nde de böyledir.
Müste'cirin elinden,
icarladığı eşeği, birisi zorla alır ve müste'-cirde tebeyyünden sonra, onu alma
gücüne sahip olduğu hâlde, onu almaz hayvan da zayi olursa tazminat gerekmez.
Ginye'de de böyledir.
Üç kişi, ortak
bulundukları bir ekini kaldırdıktan sonra, onlardan birisi, hasadını nakletmek
için, bir eşek icarlayıp, bu müste'cir o eşeği teslim alıp mahsûlünü taşıması
için ortağına verince, bu hayvan ölürse aralarında böyle bir âdet var ve
ortağının kullanması için, eşek öküz ve benzeri şeyler icarlamyorsa, müste'cir
onu ödemez. Hizânetö'l-Müftîn'de de böyledir.
Bir adam, tartım
yapmak için bir kantar icarlar ve onun direği özürlü (kusurlu) bulunur;
müste'cir ise, bunu bilemez ve tartım yaparken o kırılırsa, onunla
tartılabilecek şeylerin benzerini tartmakta olması hâlinde tazminat gerekmez;
değilse gerekir.
Bu, icara veren şahsın
icara verdiği şeyin kusurunu bilmediği zaman böyledir. Eğer biliyor ve
müste'cire: "Az şey tartınız." demiş bulunuyor ve o müste'cir de
kantarı fazla ağırlıkta kullanmamış ise, tazminat gerekmez. Kerderi'nin
Vecîz'nde de böyledir.
Fahru'd-Dîn, bununla
fetva vermiştir. Kübrâ'da da böyledir.
Müntekâ'nm Büyü'
Babında şöyle zikredilmiştir:
Bir adam, icarladığı
ve icar müddeti sona eren bir kazanı sahibine vermek ister ve kazan yolda zayi
olursa tazminat gerekmez. Eğer zamanında ödemeden önce zayi olursa tazminat
gerekir. Füsûlü'Mmâdiyye'de de böyledir.
Bir adam, icarladığı
bir kazanı eşeğe yükletip sehibine götürür ve giderken, eşeğin ayağı kayıp
yıkılır, kazan da düşüp kırılırsa, eşeğin onu taşıyacak güçte olması hâlinde
tazminat gerekmez, değilse tazminat gerekir. Hızânetü'I-Fetâvâ'da da böyledir.
Bir adam, yemek
pişirmek için bir kazan icarlar; yemeğini pişir-miş ve o kazanı dükkandan
çıkirmak üzere iken, ayağı kayar ve kazan düşüp kırılırsa, (bu şahıs hamal
gibidir.) tazminat gerekmez. "Uygun olanı ödememektir. Meselâ: Bir adam,
giymek için bir elbise icarlar ve o elbise giymesinden dolayı yirtılırsa, sahih
olan kavle göre, icarlayan şahıs onu tazmin etmez, denilmiştir.
Tahta tekne mes'elesi
de böyledir. İntifa halinde kırılırsa, tazminat gerekmez. Gınye'de de
böyledir.
Bir adam ücretle
tuttuğu bir şahsa odun kestirmek için bir balta kiralar; ücretli şahıs da, onu
alıp gider; nereye gittiği de belli olmasa, önceki icarcıya tazminat gerekmez.
Çünkü, onu, ona vermek üzre icarlamıştir.
Muhtar alan da
ödememesidir. Hulâsa'da da böyledir.
Esah olan kavle göre,
önce kendisi, bir İş yapmak üzere icarlar-sa, bu hususta ihtilaf-ı nas yoktur;
onu ödemez. Ancak, o ücretlinin hi-yâneti herkesçe biliniyor ve o bu hâli ile
mâruf birisiyle, o takdirde, baltayı tazmin eder.
Şayet, baltayı
icarlarken hiç bir şey söylememiş ve kendisi de onu kullanmadan önce ücretiyle
vermiş, o da alıp gitmişse, onu tazmin eylemez.
Önce kendisi kullandı,
sonrada ecte verdi ise, tazmin eder. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir adam, kasap nacağını
icarladığında, onu başka birisi elinden alır ve ondan kurtaramazsa, zayi olması
hâlinde tazminat gerekmez. Gm-ye'de de böyledir.
Bir adam, demir bir
külünk icarlayıp onunla: tarla keseği kırar sonra da ondan vaz geçer ve bu
külünk çalınırsa ondan uzaklaşması (-vaz geçmesi) uzun zaman önce olmuşsa, onu
tazmin eder. Eğer çok i'-raz etmemişse, onu tazmin eylemez. Mültekıf ta da
böyledir.
Bir adam, yolda
çalışmak üzre bir demir külünk icarladıktan sonra, yüzünü yoldan çevirir;
kendi ücretlisine seslenir; onu da yerinde bulamaz, sonra da külüngün gitmiş
olduğunu görürse, yüzünü ondan çevirmesinden itibaren çok zaman geçmemiş
olması hâlinde, bu şahsın, onu tazmin etmesi gerekmez. Bu husus'ta onun yeminli
olarak söylediği söz —eğer icara veren onu yalanlarsa— geçerli olur.
Şayet uzun süre ona
bakmamışsa tazminat gerekir. MuhiyCte de böyledir.
Bir simsar, bir adamın
emriyle, onun bir şeyini satıp, onun parasını yanında tutar, sahibi de buna
razı olur, sonra da o para çalınırsa bi'l - icma bunu ödemek gerekmez.
Serehsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Bir hamal, yükünü
getirdiğinde, yükün sahibi: "Yanında dursun." der, sonra da, o yük
zayi olursa, tazminat gerekmez.
Temizlikçi terzi ve
yanında tutma hakkı olan diğer kimseler, işlerini yaptıktan sonra, sahibinin emriyle,
bu şey onların yanında kahr ve o şey zayi olursa; bunların ücretlerini almış
olmaları hâlinde, hüküm yine dediğimiz gibidir.
Eğer ücretlerini
almamışlarsa, bu maruf (= bilenen) ihtilaf üzeredir. Tatarhâniyye'de de
böyledir.
Kan alan veya bir
yarayı yarıp tedavi eden bir kimse, mu'tad yeri ileri geçmezlerse hasta ölse
bile tazminat gerekmez.
Eğer mu'tad olan
yerden ileri geçerse, tazminat gerekir.
Bu müdâhele hayvan
sahibinin izniyle olursa böyledir. Fakat izinsiz olursa, tazminat gerekir.
İster mu'tad olan yeri geçsin isterse geçmesin farketmez. Sinâcü'l-Vehhac'da
da böyledir.
Hacamatçı veya
sünetci, hacamat veya sünet yaparken, o şahsın ölmesi hâlinde temizlikçinin
hilafına - tazminat gerekmez.
Fakat bu hâl, bu
şahıslar fiil yerini ileri geçmemişse böyledir.
Eğer ileri geçmiş ve
sünetci, zekerin haşefesini kesmişse, Nevâdir'de : "Eğer, o kimse ölürse,
nısıf bedel gerekir. Eğer kurtulursa, tam insan bedelini tazmin eder."
denilmiştir.
Tahâvî Şerhı'nin
Diyetler Bahsi'nde şöyle denilmiştir.
Haşefeyi kesene, kısas
gerekir. Şayet haşefenin bir kısmını keserse, ona kısas yoktur. Ona ne lâzım
geleceği de yazılmamıştır.
Fetâvâyi Suğra'mn
Diyefler Kitabi'nda: "Adi ile hükmetmek gerekir." denilmiştir.
Hulâsa'da da böyledir.
Bir kimsenin,
diğerini, elini veya parmağını kesmesi ve dişini çıkarması için icarlaması
caizdir. Şayet, o şahıs bu yüzden ölürse, tazminat gerekmez. Tatarhâniyye'de
de böyledir.
Bir adam, veli'me
yemeği pişirmek üzre birini icarladığında, o şahıs ekmeği yakar veya yemeği
pişiremezse tazminat gerekir. Ekmeği iyi yapar ve fakat ev sahibi ekmek satın
alır ve deve sahibine: "Deveyi içeri sür." der; deve de kazana
dokunur, yemek dökülürse, deve sahibi bir sev ödemez.
Ekmekçiye de tazminat
gerekmez.
Keza o deve ev
sahibinin küçük çocuğunun veya küçük kölesinin üzerine düşüp, onu öldürse, deve
sahibine tazminat gerekmez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Değirmenci, değirmenin
boğazını açar ve bu sebeple buğday zayi olursa, onu öder. Sirâciyye'de de
böyledir. [50]
Bu bab'da:
1) Ecîr-i
Has ile Ecîr-i Müşterek Arasındaki Farklar ve Bunun Hükümleri:
2) Ecîr
Konusundaki Çeşitli Mes'eleler; olmak üzere iki bölüm vardır. [51]
Âlimlerimizin, ecr-i
hâs ve ecr-i müşterek arasındaki farkı belirtme hususunda muhtelif ibare ve
ifâdeleri vardır.
Bazı âlimlerimiz:
"Ecîr-i müşterek, yaptığı iş karşılığında ücret almaya hak kazanır.
Ecîr-i hâs ise, nefsini teslim sebebiyle ücrete hak kazanır. Bunda, konuşulan
müddetin geçmesi de gerekir. Bunun ücrete hak sahibi olması için, çalışması
şart değildir." demişlerdir.
Bazı âlimlerimiz ise
şöyle demişlerdir:
Ecîr-i hâs: Sadece
müste'cirine iş yapmak üzere tutulan ücretli; ecîr-i müşterek ise: Bir kişiye
iş yapması kaydı olmayan ve bir çok kişi tarafından tutulabilen ücretlidir. Bu
durumda, ecîr-i müştefek'in ücrete müs-tehak olduğunun bilinmesi ve yapılacak
işe karşı, akid yapılması gerekir.
Meselâ: Bir adam,.bir
terziyi, "Şu elbiseyi, bir dirheme dik." veya, bir temizlikçiyi,
"Su elbiseyi, bir dirheme temizle." diye icarlarsa, ancak, onların
akid müddeti bitene kadar, işe nefislerini teslim etmeleri ve Ücrete hak
kazandıklarının büinmesiyle icâre tamam olur.
Şöyleki Bir adam, bir
ay hizmet etmesi için, birini icarlarsa, işte bu ücret, amele göredir. Malum
olursa, ücret, müddeti üzerine sahih olmaz. Ancak, amelin nev'i açıklanırsa, bu
sahih olur.
îş veren, işle
müddetin arasını cem ettiği zaman, önce işi söylerse (Meselâ: Bir çobanı,
belirli bir takım koyunları, bir dirheme, bir ay otlaması için icarlarsa,)
işte bu ecîr-i müşterek olur.
Ancak, sözünün sonunda
açıklar ve: "Benim koyunlarımdan başkasını otlatmayacaksın.'* derse; işte
bu da ecîr-i hâs olur.
Önce müddet söylenirse
(Mesela: Belirlenmiş koyunları, bir dirheme bir ay otlatmak üzere, bir çoban
icarlanırsa,) buna itibar olunur. Ve bu çoban da, ecîr-i vahde (= ecîr-i has)
olur. Çünkü, bu durum önceden konuşulmuştur. Ancak, sözünün sonunda, açıkça:
"Bu, müşterek ecîrin hükmüdür." derse, o müstesnadır.
O zaman, iş veren
şahsın: "Sen başkalarının koyunlarını da, benim koyunlarımla beraber
otlatacaksın" der. Zehıyre'de de böyledir.
En doğrusu: Müşterek
ecîre, durumu söylemektir.
Kim belirli bir işin,
Akdini irâde ediyorsa, o işin ne olduğunu açıklamalıdır. Ecîr-i has da; o
ücretlinin, kendisine menfaat vermesini isteyen kimsenin» o işin müddetini,
mesâfesini söylemesi gerekir. Ancak o zaman bu icare caiz olur. Tebyîn'de de
böyledir. [52]
Ecîr-i has, emin
olacaktır.
Yaptığı işden, bir şey
zayi olursa, ona tazminat gerekmeyecektir. Yalnız, .o hususta muhalefet etmiş
olması hâli müstesnadır. Hilaf ise: Ona bir iş söylenmiş, o da başka bir şey
yapmış ise, işte bu bir rrnıhâlefettir.
O yüzden meydana gelen
zararı tazmin edecektir. (= ödeyecektir.)
Tataâvî Şerhı'nde de
böyledir. [53]
Müşterek ecîrin hükmü
ise: Bir şey kendi sun'u olmayarak zayi olursa, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin
kavline göre, onu tazmin etmesi gerekmez. Bu kavil, aynı zamanda, İmâm Züfer
ve Hasan bin Ziyad'm da kavilleridir.
Kıyâs da budur. İster,
kaçınılması mümkün olan bir iş olsun... (Hırsızlık, gasb gibi..) îsterse,
kaçınılması mümkün olması... (Ateşin yakması, suyun garketmesi gibi...),
İmameyn'e gelince:
"Eğer kaçınılması mümkün, bir iş ise, işte o zaman, onu tazmin eder. (=
öder.)
Şayet; kaçınılmasına
imkan yoksa, o zaman, onu tazmin etmez. (-ödemez.) Muhıyt'te de böyledir.
Bazı âlimler bu iki
kavil ile de amel etmeye fetva vermişlerdir. Şehy İmâm Zahîrü'd-dîn
el-Miirgînaftî, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nın kavlîyle fetva verdi.
Iddet kitabının sahibi
şöyle buyurmuştur:
Ben, bir gün ona
"Onlardan birisi sulh ile fetva verildi; dese hasmı —şayet onunla
amel-etmeden kaçınırsa— cebredilir mi?"
İmâm şöyle buyurdu:
Ben, önce sulh ile
fetva vermiştim. Sonra dönüş yaptım. Kâdî İmâm Fahru'dın el-Kâdîhân da, İmâm
Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kavli üzerine fetva vermiştir. Füsnlü'l-Imâdiyye'de de
böyledir.
İbâne isimli kitapta
şöyle zikredilmiştir: Fakiyh Ebû'1-Leys: Bu mes'-elede, Ebû Hanîfe (R.A.)'nin
kavli ileTetvâ veririm." buyurmuştur. Ta-tarhâniyye'de de böyledir.
İmameyn'in kavillerine
gelince» bu kavil, bu hususta, halkın ahvali değişik olduğundan dolayı,
onların mallarını siyânet (= korumak) olur. Tebyîn'de de böyledir.
İmâmeyn'e göre, tazmin
edilecek amel, icarlanan şeyin kendisinde bir iş yapılmış olması hâlinde söz
konusu olur.
Fakat, bir adam,
diğerine bir mushaf vererek, "Ona bir kılıf yap."
veya bir kılıç
vererek! "buna, bir km yap." yahut bir bıçak vererek, "buna, bir
kap yap." demiş ve bu mushaf, kılıç veya bıçak zayi olmuşsa, o zaman
bi'1-icma tazminat gerekmez. Sirâcü'l-Vehhâc'de de böyledir. • Müntekâ'da, İmâm
Ebû Ynsf (R.A.)'un
şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
Bir adam, diğerine
ücretle noktalandırması için, bir mushaf verdiğinde onun kılıfı zayi olursa,
tazminat gerekmez.
Keza, bir adam
diğerine yamamak üzere bir elbise verdiğinde, bu yama zayi olursa, zazminat
gerekmez.
Keza, bir kimse,
terazinin gözlerim tamir için, başka birine verdiğinde, bu terazinin bir
parçası zayi olursa tazminat gerekmez. Muhıyt'te de böyledir.
Hülâsatü'l-Hâniye'de
şöyle zikredilmiştir:
Şayet akid yaparken
tazminatı şart koşar ve bu şart, ölüm gibi, kaçınılması mümkün olmayan bir
şart.olursa, âlimlerin kavillerine göre, bu icâre fesada gider. Şart, hırsızlık
ve benzerleri gibi ihtirazı (= kaçınılması) mümkün olan bir şartsa, İmâm Ebû
Hanîfe (R.A.)'ye göre yine bu icâre fâsid olur.
İmâmeyn'e ise, sahih
olur. Tatarhâniyye'de de böyledir.
İmâmeyn'e göre,
müşterek ecirde tazminat gerekir.
Şayet işi yapmadan
önce zayi ederse, kıymetini öder ve ona ücret verilmez.
Şayet işi yaptıktan
sonra zayi ederse, iş sahibi muhayyerdir: İsterse yapılmış olarak kıymetini
tazmin ettirip, ücretini öder. İsterse, yapılmamış halindeki kıymetini ödetir
ve ücret ödemez. Sirâcü'l — Vehhâc'de da böyledir.
Temizlikçi gibi...
temizlikçinin, temizlediği şey yanında zayi olur (meselâ: Elbiseye vurmuş ve o
da yırtılmış veya onu yatmış olur yahut bir hamalın ayağı kaymışsa) bunlara
tazminat gerekir.
Bu, âlimlerimizin
üçüne göre de böyledir. Muhıyt'te de böyledir.
Muhalefet etsin veya
etmesin farketmez. Yenâbi'de de böyledir.
Müşterek ecîr ise,
onun yanındaki kaybolduğu zaman, o şeyin sahibi muhayyerdir. İsterse önceki
hâlinin kıymetini ödetip, ücret vermez; isterse, yapılmış halinin kıymetini
ödetir ve ecîrin ücretini ecr-i misil olarak öder.
Bu, İmamlarımızın
üçüne göre de böyledir. Zehıyre'de de böyledir.
Tecrîd'de şöyle
zikredilmiştir: Ecîrin evi, lambası dolayısıyle ya-narsa, tazminat gerekir.
Tatarhâniyye'de de böyledir.
Bir adam, elbisesini
dikmek üzere bir terzi icarlar veya elbisesini, bir temizlikçiye verir; onu da
teslim alır ve kendi fi'li olmaksızın telef ederse, tazminat gerekmez.
Hızânetü'l-Müftm'de de böyledir.
Müşerek ecîr, umuma
mahsus çoban ise, (sığır çobanı, koyun çobanı ve emsali gibi...) âdetin
hilafına sürmesi ve vurması sebebiyle telef olan hayvanları öder.
Şayet hayvanları
köprüden izdihamlı bir halde geçirir ve onlardan bazıları da suya düşüp telef
olurlarsa, onları da tazmin eder. Yenâbî'de de böyledir.
Müşterek ecirin yanında
bulunan bir şey zayi olur ve sonra da ona bir hak sahibi çıkar ve kıymetini
ödetirse, müste'cirin müracaat edeceği bir yer yoktur.
Ariyet de böyledir.
Gınye'de de böyledir.
Müşterek ecir,
hayvanları sevkederken, bu hayvanlar karşılıklı birbirlerini süsseler (=
başlarıyla birbirine vursalar) veya birbirlerini te-peleseler, onu tazmin eder.
Şayet ecir vahde =
özel = tek adamın ücretlisi olursa; ona tazminat gerekmez.
Şayet erkek hayvan,
dişinin üstüne atlar ve ona cima eder, o da ölürse müşterek ecir, onu ödemez.
Sîrâdyye'de de böyledir.
Bir handan bir şey
çalınırsa, onu korumak için icarlanan kimseye tazminat gerekmez. Çünkü, o adam
kapı bekçisidir; mallar ise, sahiplerinin yanındadır.
Bekçi de böyledir;
geceleyin çalınan şeyi tazmin etmez. Mültekıt'ta da böyledir.
Nâsırî'de şöyle
zikredilmiştir:
Ücretle tutulan bir
çiftçi, öküzü, otlasın diye bırakınca çalınırsa, onu ödemez. Fetâvâyi Kâdîhân
ve Tatarhâniyye'de de böyledir.
İmâm Mohammed (R.A.),
Câmni's-Sağîr'de şöyle buyurmuştur: Bir adam, bir küp yükü Fırat'ın yanından,
belirli bir ücretle, belirli bir yere taşıması için icarlar ve bu hamal, o
yükü, yolun bir kısmına kadar taşıyıp bırakır ve o küp kınlırsa, küp sahibi
isterse, o küpün, hamalın yüklediği yerdeki kıymetini ödetir ve hamala ücret
ödemez; isterse, kırıldığı yerdeki kıymetini ödetir ve ona getirdiği yer kadar
ücret verir. Bu, bizim üç İmamımıza göre de böyledir. Bu, küp yolda kırıldığı
zaman böyledir.
Amma, küp, hamalın
başından düşer veya hamalın ayağı kayar ve küp bu yüzden şart koşulan yere
geldikten sonra kınlırsa, ona, ücreti tam verilir; tazminat da gerekmez.
Kâdî Sâhid
Nîsâbnrî'nin de böyle dediği nakledilmiştir. Bunu, Kâdî Sâid, İmâm Muhammed
(R.A.)'in kavline göre söylemiştir. Bu İmâm Muhammed (R.A.) kavlidir.
O'nun Önceki kaviliyle,
İmam Ebû Yûsuf (R.A.)'m kavli —cinayeti kendi yaptığı için— bu durumda da küpü
tazmin eder.
Fakat cinayet, kendi
tarafından olmaz ise (kaçınılması mümkün olmayan bir hal gibi...) bi'1-icma
tazminat gerekmez ve "ücretini tam alır. Eğer kaçınılması imkanı olan bir
işden dolayı kırılsaydı, İmâm Ebû Hamfe (R.A.)'ye göre, yine tazminat
gerekmezdi. Ve ona yol hesabınca, ecir verilirdi. İmâmeyn'e göre, tazminat
gerekir. Ve mal sahibi, —cinayet kendi tarafından hasıl olmuş ise—
muhhayyredir. Zehıyre'de de böyledir.
Mal sahibi hamalın
yanında iken, yükü hamalın başından çalarlarsa; bi'1-icma tazminat gerekmez.
— Her ne kadar,
müşterek ecire tazminat gerekmekte ise de-bu böyledir.
Şayet mal sahibi
hamalın yanında yoksa, hamal o malın aslını tazmin eder.
Keza mekkârînin deveye
bağladığı yükün ipi kımlıp, taşıdığı yük zayi olduğunda, ipin kırılmasına
deveci sebeb olmuş ise, onu tazmin eder.
Değil de, hayvanın
ayağı kayıp düşmüş ve ip kırılıp, taşıdığı zayi olmuş ise, tazminat gerekmez.
Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.
Şayet hamal, yükü yük
sahibinin ipi ile taşırken, ip kırılırsa, bu durumda to^îv-: Ğerekmez.
Gıyâsiyye'de de böyledir.
Bir adam, bir tulum
yağ taşıması için bir hamal icarlayıp, yağı birlikte kaldırarak hamalın sırtına
koflarken tulum yırtılırsa, bu durumda hamala tazminat gerekmez. Mültekâ'da
şöyle zikredilmiştir:
Şayet.hamal, yolda onu
yere bırakır ve sonra da kaldırmak isteyerek, tulum sahibinin yardımı ile
yüklenir ve beraber giderler; tekrar yere korlar ve kaldırırlarken, tulum
yırtılırsa; bu durumda hamal, onu tazmin eder. Çünkü o, onun zimanında idi.
Eğer sahibinin evine
varır ve sahibiyle beraber onu yere indirirken, ellerinden düşerse, yine hamal,
onu tazmin eder.
Kıyâsen, hamal, onun
yarısını tazmin etmesi gerekir.
Âlimlerin pek çoğu, bununla
fetva vermişlerdir. Kerderi'nin Vecizi'-nde de böyledir.
Şayet, mal sahibi:
"Şunlardan hangisini istersen, tanesini bir dirheme; diğerini ise, yarım
dirheme taşı." der; hamal da, ikisini birden taşırsa, ücretin yarısını
alır.
Eğer, bu durumda ikisi
de zayi olursa, ikisini de tazmin eder. Fakat önce birini taşır; sonra da
diğerini taşırsa önceki nafile olur. Çünkü, onu izinsiz taşımıştır. Şayet o
zayi olursa, onu öder.
Bir adam, başka
birini, lâşe taşıyıp derisini debbağlamasi için icar-ladığında, o lâşe zâyı
veya telef olursa, bu durumda ücret verilmesi gerekmediği gibi tazminat da
gerekmez. Çünkü lâşe mal değildir.
Bir adam, diğerini
"Şu dirhemleri götür ve filan adama ver." diye icarlar; o adam da, o
dirhemleri yolda harcadıktan sonra, onların mislini o adama verirse ona ücret
verilmez. Zira o, tazminat sahibi olmuştur. Tatartıâniyye'de de böyledir.
Bir adam, iki hamal
icarlayıp, yükün tamamını onlardan birisine yüklediğinde, eğer bu hamallar
ortak iseler, ücretin tamamını, ikisine verir.
Şayet ortak
değillerse, taşıyan hamala ücretin yarısı verilir. Çünkü, o, yarısını nafile
olarak.taşımış olur. Şart koşulan yere varınca yük sahibi, o yükü taşıyan
hamala: "Yük yanında dursun." der; o aa yanında tutar ve mal zayi
olursa; tazminat gerekmez; ücretini öder.
Eğer sahibi, malım
isteyince, hamal bu maldan faydalanmak için, onu vermezse, zayi olunca, onu
tazmin etmesi gerekir.
İmâm Ebû "Yûsuf
(R.A.) şöyle b^'nurmuştur:
Hamalın, yükü
taşımadan ücret talep etme hakkı yoktur. Yükü kendisini icarlayan şahsın evine
kadar taşır; eve girince da ayağı kayıp düşerse, veya yükünü indirmek isterken
o düşer ve zayi olursa, tazminat gerekir. Bir başka şahıs, hamalın taşıdığı
yükü kırarsa, tazminat gerekmez ve hamalın ücreti verilir. Gıyâsiyye'de de
böyledir.
Ebû'l-Leys'in
Fetvâlan'nda şöyle zikredilmiştir:
Bir adam, heybesini
taşıması için bir hamal icarladığında, bu heybe kendiliğinden yırtılıp
içindeki dök'ülürse; İmâm Ebû Bekir: "tpi kopan hamalın, yükünü tazmin
ettiği gibi, bu şahıs da, yükü tazmin eder." demiş; Ebû'1-Leys ise;
"İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kıyâsında tazminat yoktur." buyurmuştur.
Fahrii'd-Din de:
"Fetva, bunun üzerinedir; biz bunu alırız" demiştir. Kûbrâ'da da
böyledir.
Müntekâ'da şöyle
zikredilmiştir:
Belirli bir hamal,
omuzunda yükü taşırken, ayağı kayar ve yükünü dökerse, mal sahibi yanında olsa
bile, hamal onu tazmin eder.
Şayet, insanlar o mala
omuz vurarak kırarlarsa, tazminat gerekmez.
Bu bi'1-icma böyledir.
Şayet kendisi omuzunu
insanlara vurarak, onu kırarsa, o zaman, onu öder. Sahibimuhayyerdir: İsterse
kırıldığı zamandaki kıymetini Ödetip, taşıdığı yere kadar ücret verir;
isterse, yükü verdiği yerdeki kıymetini ödetir.
Bir mekkâreci, (=
hayvanla yük taşıyan kimse) bir köyden şehi-re, pekmez götürürken, yolda inip
uyur ve pekmezin tulumu yırtılıp, pekmez dökülürse, oturduğu yerde uyumuş
olması hâlinde tazminat gerekmez. Gınye'de de böyledir.
Yitim e'de
zikredildiğine göre, Ebû Hamid'den sorulmuş:
—Bir adam, bir kimseyi
"Şu pekmezi, Mevr'den, Betti şehrine götür. diye, icarladığında, yolun
ortasında, bir köprü, bu köprüde de bir taş olur; deveyi ordan geçirmek
isterken de, bu devenin ayağı takılıp düşer ve pekmez telef olur; o köprü de,
o taşa rağmen geçilebilen bir köprü olursa, develeriyle yük taşıyan adamın
tazminat ödemesi gerekir mi, gerekmez mi? İmâm şu cevabı vermiştir:
—O işi yapan kişinin
tazminat ödemesi gerekir.
Bu mes'ele, Yûsuf bin
Ahraed'c soruldu; o da, aynı cevabı verdi. Ta-tarhâniyye'de de böyledir.
Hayvan ürker ve eşya
düşerse, tazminat gerekmez.
Eşya sahibinin sürmesi
veya onu çekmesi sırasında hayvanın ayağı kayarsa, mekkâreciye tazminat
gerekmez.
Keza beraber sürerler
ve eşya sahibi, bir hayvanın üzerinde; eşyaları da başka bir hayvanın üzerinde
olur ve mekkâreci ile beraber olurlarsa, yine tazminat gerekmez.
Bu, İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'un kavlidir.
Şayet eşya sahibi,
eşyasını hayvana yükletir; üzerine de kendisi biner ve yine hayvanın ayağı
tökezler, eşya düşerse, tazminat gerekmez.
Eğer hayvana binmemiş,
fakat birlikte gidiyor olurlarsa, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammet)
(R.A.)'a göre, tazminat gerekir. Gıyâ-siyye'de de böyledir.
Güneş veya yağmur
dokunduğunda pekmez bozulursa, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ya göre tazminat
gerekmez.
Imâmeyn'e göre,
tazminat gerekir.
Keza, pekmez hayvanın
sırtından çalmsa, yine tazminat gerekir.
Hayvanın üzerinde köle
bulunur; hayvan sahibi de hayvanı sürmekte iken, hayvan tökezleyip, köle
ölürse, yine tazminat gerekmez.
Bu, eşyanın
hilafınadır. Çünkü hayvan, kölenin kendi elindedir. Kerderî'nin Vecîzi'nde de
böyledir.
Sahih olan kavle göre
bu durumda köle de hür gibidir. Timurtâ-şî'de de böyledir.
İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)
şöyle buyurmuştur:
Şayet, eşya sahibinin
küçük yaşlı kölesi, eşya taşıyan hayvanın üzerine binmiş ve hayvan yıkılıp,
köle ölmüş ve eşya zayi olmuş olursa, o zaman, hayvan sahibi köleyi tazmin
eylemez; eşyayı tazmin eder. Eğer cinayet (suç) o kölenin elinden ileri gelmiş
ve o kölenin eşyayı hıfza gücü yetmemesi hâlinde bu böyledir.
Şayet köle eşyayı
korumaya gücü yeten biri olmuş olsaydı, o şahıs eşyayı da tazmin eylemezdi.
Muhıyt'te de böyledir.
Ebû'l-Kâsım'dan
sorulmuş:
—Bir adam, üzüm
şırasını taşıtmak, İçin bir şahsın hayvanını icarlar; o yükü indirmek istediği
zaman yükün birini tutup, diğerinin üzerine atar ve o yarılıp şıra dökülürse,
hem dökülen şırayı, hem de yırtılan tulumun noksanlığının bedelini öder.
Hâvî'de de böyledir.
El-FadE'nin
Fetvâlan'nda şöyle zikredilmiştir:
Bir adam, yükünü,
filan yere götürmek üzere, bir hamala vererek, onu gece götürmesini şart koşar,
yük sahibi de hamalla beraber bulunur, birlikte giderler, yük taşıyan hayvan
ise, yükü ile birlikte kaybolur ve mekkârî, hayvanın muhafazasını terk ettiği
için böyle olmuş bulunursa, —hilafsız olarak— taşıdığı yükün bedelini öder.
Şayet deve zayi olmaz
da yük zayi olursa, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, tazminat gerekmez.
İmâmeyn, bunu
muhaliftir.
Uygun olanı, —eşya
sahibi, birlikte gidiyorlarsa— tazminatta bulunmamasıdır.
El-Mürgînânî'nin zahir
rivayetlerine göre, bu cins mes'elelerde, bi'l-icma tazminat gerekmektedir.
Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.
Dalga çarpması veya
rüzgar vurması sonucu geminin batması hâlinde zayi olan eşyayı, gemici ödemez.
Şayet geminin batmasına (onu tamir etmek isterken gemiyi batırması gibi...)
gemici sebep olmuşsa, bu durumda gemici, taşıdığı icar malını tazmin eder.
Şayet eşya sahibi veya
vekili gemide ise, gemici tazminatta bulunmaz, çünkü eşya, sahibinin veya
vekilinin elindedir.
İki gemi bulunur ve
bunlardan birinde eşyalar yüklü olur; diğerirçe de sahipleri binmiş
bulunurlarsa, gemiciye tazminat gerekmez. Ancak, —iki hayvan gibi bu gemiler
birbirlerine çarparlarsa, o zaman tazminat gerekir.
Keza, eşya sahibi,
farz olan namazı kılmak için veya bir ihtiyacını def için çıkar ve gemi,
gözünden kaybolmazsa, tazminat gerekmez. Tecâvüz müstesnadır.
Şayet gemi, arzu
edilen yere vardıktan sonra, rüzgâr veya dalga onu geri çevirir; veya bir
hayvan, başka yola giderse; eşya sahibinin bu gemide veya hayvanda olması
hâlinde ücret vermesi îcâbeder ve onu aynı yere gitmeye zorlayamaz. Ancak,
yeniden ücret vermek şartıyle götürebilir.
Şayet eşya sahibi veya
vekili orda bulunmuyorlarsa, gemici onların eşyalarını, önceki yere götürmeye
mecburdur. Gıyâsiyye'de de böyledir.
Eğer gemi, ateşten
yanar ve o ateşi de, gemici ihtiyaca binâen içeriye koymuş olursa, —gemide eşya
sahipleri bulunmasa bile— tazminat gerekmez. Timurtâşî'de de böyledir.
Bir adam, eşyalarını
taşıtmak için, kusurlu bir gemi icarlar; gemici de, o gemiye müste'cirin
rızası olmadan, başkasının eşyalarını da yükler ve gemi, onları taşıma gücüne
sahip bulunduğu hâlde, müste'cir gemide iken bu gemi batarsa, bu durumda
gemiciye tazminat gerekmez. Gınye'de de böyledir.
Ali bin Ahmed'den
sorulmuş:
—Yük gemisine, binmiş
olan şahısla, o geminin batmasından korkup, gemilerini karaya çekerek, o
şahıslardan bir kısmı çıkıp, başka bir gemi icarlayarak, yüklerinin bir kısmını
ona koyarlar ve bunu, bir defa daha yaparak gemiyi hafifletirler ve buna hepsi
de razı olurlarsa, bu masrafı, önceki gemiyi icarlayanların Tamamı mı
ödeyecek, yoksa bu işe mübaşeret edenler mi ödeyecek?
İmâm, şu cevabı
vermiş:
—Önceki akdi yapmış
olanların tamamının ödemesi muvafık ve evlâ olur. Tatarhâniyye'de de böyledir.
Müntekâ'da şöyle
zikredilmiştir:
Bir eşya sahibi veya
onun vekili, icarlanan çok sayıdaki gemilerden birine, —yükün zayi olması
hâlinde— eşya sahibinin veya vekilinin bindiği geminin sahibinin tazminatta
bulunması gerekmez.
Diğerlerinin
tazminatta bulunmaları gerekir.
Bu, İmâmeyn'in
kavlidir. Muhıyt'te de böyledir.
Gemi, insanların
eşyaları ile dolu olur ve geceleyin sahile yakın bağlanır ve bu gemide bir
delik açılarak, ona su dolar ve gemi eşyalarla birlikte batarsa; -—sahile
bağlanması âdet olması hâlinde tazminat gerekmez.
Şayet eşya sahibi,
gemiciye: "Gemiyi şuraya bağla." der; o da bağ-Iamayıp yoluna devam
eder ve bu sırada gemi, dalgadan dolayı suya gömülğrse, işte o zaman, tazminat
gerekir. Gınye'de de böyledir.
Bir dokumacı, tezgahı
ile bir yerde durmakta iken, bir ev kiralayıp oraya taşınır ve ipliğini oraya
koyar; o da zayi olursa, ipliği yeni icarladığı eve nakletmemiş ve onu
ayrıldığı yere emânet bırakmış olması hâlinde, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) göre
tazminat gerekmez.
İmâmeyn'e göre ise,
her haliyle tazminat gerekir. Kiibrâ'da da böyledir.
NevâziFde şöyle
zikredilmiştir:
Bir adam, bir
dokumacıya, bez dokuması için iplik verdiğinde, bu dokumacı onu başka bir
dokumacıya verir ve bu iplik, onun yanında çahnırsa, ikinci dokumacı,
birincinin ücretlisi olması hâlinde, bunlardan hiç biri tazmintta
bulunamazlar.
Şayet ikinci dokumacı
yabancı biri ise, birinci dokumacı, onu tazmin eder; ikinci tazmin etmez.
Bu, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ya göre böyledir.
İmâmeyn'e göre ise,
önceki durumda, mutlaka birinci dokumacı tazminatta bulunur.
Yabancıya gelince,
iplik sahibi isterse, birinciye; isterse, ikinciye ödetir. Hulâsa" da da böyledir.
Câmiö'l-Fetâvâ'da
şöyle zikredilmiştir:
Bir san'atkar, kendi
gibi diğer şahsa devredince, hep böyle olur. Tatarhâniyye'de de böyledir.
Bir adam, bez dokumak
için, birinin ipliğini alıp onu ustasının evine bırakır ve bu iplik kaybolursa,
tazminat gerekir. Cevâlürü'l-Fetâvâ'da da böyledir.
Bir dokumacı, bezini
nakkaşa verdiğinde, bu bez orda çalımrsa, —nakkaşın evinin sağlam ve böyle
eşyaların konulabildiği bir ev olması hâlinde— tazminat gerekmez.
Şayet bu durumda olmaz
ve bez sahibi de bu duruma razı olmuş bulunursa, yine tazminat gerekmez.
Fakat bu duruma razı
olmamışsa, tazminat gerekir. Nakışçı (basmacı) o evde yatmıyor ve geceleyin
kapısını kitleyip gidiyorsa, tazminat gerekmez.
O evden bir veya iki
defa çalınma hadisesi olmuş olsa bile, ö ev sağlam olma vasfını yetirmiş olmaz.
Fakat, buradan çok
sayıda hırsızlık olmuş olması hâli müstesnadır. Hulâsa'da da böyledir.
Dokumacı, bezi
çalıştığı dükkanda bırakır, geceleyin de kapısını kitleyip evine gider ve
hırsızlar gelip, o bezi çalarsa, —dokumacı, her zaman öyle yapıyor olması hâlinde— tazminat gerekmez. Yok eğer,
yalnız o gün öyle yaptı ise, tazmin eder. (— öder.)
Bir dokumacı, bezini
dokuyup, evine kor ve onu sahibine vermek istemez ve bu bezi hırsız çalarsa,
dokumacı onu öder mi?
Müşterek ecir için,
onu vermekte, zorluk (zahmet - ağırlık) yoksa, tazminat gerekir.
Şayet verme imkânı
olduğu hâlde vermemişse, bu böyledir. Bunun aksi ise, tazminat yoktur.
Fusûlü'l-İmâdîyye'de de böyledir.
Dokumacı, bezini dokur
ve muhatabına: "Bezini tezgahtan çıkardım; gel al." der; o da:
"Yarına kadar yanında kalsın. Yarın gelip alırım." der; o gece de
hırsız o bezi çalarsa, bu durumda dokumacı, onu tazmin etmez. (= ödemez.) .
Böyle söylemediği
hâlde, hırsız çalarsa, o takdirde tazmin eder. "Bezi verme imkânı olduğu
hâlde vermemişse tazmin eder." denilmiştir.
Şayet ücretini almak
için, yanında alıkoymuşsa, uygun olanı, onu tazmin etmemektir. Çünkü o zaman,
teslim etme mecburiyeti yoktur. Hızânetii'l-Müftîn'de de böyledir.
Bir aaam, bir kısmı
dokunmuş bir kısmıda dokunacak olan bezini, dokumacının yanına bıraktığında,
bu bezi —dokumacfnın yanında iken— hırsız çalarsa Neyâzil'de: "Müşterek
ecîr öder, diyenlere göre, dokunan da, dokumayan da birbirine ittisal hükmünde
olduğundan, tazminatta bulunur. Geride kalan ipliği dokur ve onun ücretini
alır. Müşterek olan ecîr, bu durumların tamamında tazmin etme
zorunluğunda-dır. Bunlar İmamey'nin kavlidir." denilmiştir.
Fetva da böyle
verilir.
"Bir adam,
terziye kumaşını verir; o da, bu kumaşı gömlek diker ve bu kumaştan bir parça
artar; o da çalımrsa, tazminat lâzım olur." buyurmuştur. Fetâvâyi
Kâdîhân'da da böyledir.
Bir adam, dokumacıya
bir kısmı dokunmuş, bir kısmı ise dokunmamış olan, bezini —dokunmamışı,
dokuması için verir ve o bez, terzinin yanında çalımrsa, İmâm Ebu Hanîfe
(R.A.)'ye göre, bir şey ödemez.
İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'ya göre ise, dokunmamış ©lanı tazmin eder; dokunmuşu tazmin etmez. Çünkü
o, emaneten bırakılmıştır.
İmâm Muhammed
(R.A.)'ye göre, her ikisini de öder. Gıyâsiyye'de de böyledir.
İplikci, ipliğini
dokumacıya verip, onu iki günde dokumasını da Şart koşar; sonra da o zayi
olursa, Şeyhu'l-İslâm Evzecendî'ye göre, tazmin eder.
Temizlikçi de
böyledir. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.
Bir adam, ecîr-i vahde
(= ecîr-i hâs) olan bir kimseye, bir ayda dikmesi şartıyla, bir elbise
verdikten £onra, o ayın bir gününde bir elbise daha dikmesi için, o şahsı
icarlarsa, işte bu caiz olur ve ona, o bir dirhem ücret verilmez. Çünkü, onun
bir aylığını icarlamıştı. Gıyâsiyye'de de böyledir.
Bir terzi, diktiği
elbiseyi, sahibine getirince sahibi çekerek o elbiseyi yırtarsa, bu durumda
terziye tazminat gerekmez. Birlikte çekerek: yırtarlarsa terziye yarı tazminat
gerekir. Yani, bu durumda yırtılan yerin noksanlığının yarısını terzi öder.
Kerdeif nin Vecîzi'nde de böyledir.
Ebû'l-Kâsım'dan
sorulmuş:
—Bir temizlikçi,
yıkadığı elbiseyi, dükkanının içindeki bir ağacın üzerine, kurusun diye serdi;
kız kardeşinin oğlunu da onları muhafaza etsin diye dükkana bıraktı ve kendisi
gitti, yeğeni de dükkanın alt katına girdi ve bu elbise zayi oldu; durum ne
olur?
İmâm şu cevabı verdi:
Eğer yeğinin girdiği
yerden o elbise görünmüyor ise, o elbiseyi, onun babası veya anası; bunlar
yoksa, dayısı tazmin eder
Eğer o yer-görüne» bir
yerse, temizlikçi tazmin eder. Şayet, sabî tazmin eylemişse, kimseye tazminat
gerekmez, değilse, temizlikçi tazmin eder. Hâvî'de de böyledir.
Temizlikçi, halkın
elbiselerini ücretlisine onları kurutup, koruması için, teslim eder; ücretli
de uyur; sonra da temizlikçi gelip o elbiselerden beşinin zayi olduğunu görür,
fakat nasıl zayi olduğunu ve ne zaman zâyı olduğunu-bilemezse, Ebû Ca'fer:
"Eğer temizlikçi, o ücretli uyurken zayi olduğunu bilemezse, tazminat
temizlikçiye âit olur; ücretliye ait olmaz. Şayet, o uyurken zâyî olmuş
olduğunu bilirse, işte o zaman, —üzerine vâcib olan korumayı yapmadığı için—
ücretli tazmin eder. Elbise sahibi dilerse, her iki hâlde de temizlikçiye
ödetir." demiştir.
Ebû'l Leys'de şöyle
demiştir:
O temizlikçi, müşterek
ecîr olduğundan, kendisi öder.
Bu, İmâmeyn'in
kavlidir.
İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.): "Temizlikçinin tazmin etmesi gerekmez." buyurmuştur.
Biz de, bu görüşü
alırız.
Üstadlarımizda:
"Fetva buna göredir." buyurmuşlardır. Kûbrâ'da da böyledir.
İki temizlikçi,
insanların elbiselerini temizlemek için aldıklarında, bu işi, birisi, diğerine
terk ederek elbiseleri ona yerip kendisi gider ve bu elbiselerden bazısı zayi
olursa, bu durumda, elbiseleri diğerine verip giden şahsa tazminat gerekmez.
İkisi ortak olmaları
hâlinde birinin alması, diğerinin alması gibi olur ve tazminata da ortak
olurlar. Hızânetü'I-Müftîn'de de böyledir.
Bir temizlikçi,
borcunun yerine, temizlediği elbiseyi, bir adamın yanına rehin olarak
bıraktıktan sonra, onu kurtarır bu elbiseye rehin bırakılan yerde bir pislik
isabet olur ve elbesi sahibi, onu görünce, temizlikçiye onu tamizlemesinî
söyler, temizlikçi ise bundan kaçınır, elbise sahibi de, o elbiseyi orda
bırakıp gider ve elbise temizlikçinin yanında zayi olursa âlimler: "Şayet
isabet eden pislik, elbisenin kıymetine bir noksanlık getirmiyorsa,
temizlikçiye bir şey gerekmez. Şayet getiriyorsa temizlikçi o noksanlık
nisbetinde tazminatta bulunur. Çünkü, bu durumda elbise, emanet olarak zayi
olmuş olur." demişlerdir. Fetâvâyi Kâ-dîhân'da da, böyledir.
Fetâvâyi Dinârî'nin
Tazminat Katabi'da şöyle zikredilmiştir:
Bir adam, bir
temizlikçiye, çok ince bir elbise verir ve bu elbisenin inceliğini, söylemez,
temizlikçi de onu çamaşır kazanma koyar ve o orada yanarsa, temizlikçi onun
yanacağını bilmese bile, onu tazmin eder. Çünkü, elbise onun fiiliyle
yanmıştır. Cehalet özür değildir. Fiisûlü'Hmâdiyye'de de böyledir.
Bir temizlikçi,
yıkadığı elbiseleri, kurutmak üzere güneşletir ve bu sebeple elbiseler yanarsa,
onları tazmin eder. Koyu, elbiseyi fazla sıkmak suretiyle yırtarsa, tazmin
eder.
Keza, elbiseyi fazla
sıkmak suretiyle yırtarsa temin eder.
Eğer, bu işi
temizlikçinin ücretlisi yapar ve onu bozmak niyeti bulunmazsa, ücretliye
tazminat gerekmez; onu, ustası tazmin eder (- öder.) Hızânetü'l-Miiftîn'de de
böyledir.
İmâm Muhammed
(R.A.)'in şöyle buyurduğu nakledilmiştir: Bir temizlikçi, kendi sun'u
olmaksızın, dükkanına lamba kor ve o yüzden de elbiseler yanarsa, o elbiseleri
tazmin eder. Çünkü ondan ihtiraz edebilirdi. Yâni onu söndürebilirdi.
Şayet ateş fazla olur
ve söndürme imkanı bulunmazsa, İmâmmeyn'e göre, tazminat gerekmez. İmâm Ebû
Hanîfe (R.A.)'ye göre kendi sun'u olmadıkça, tazminat gerekmez.
Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.
Bir temizlikçinin
çırağı veya ücretle çalıştırdığı bir kişi, dükkana ışık yakmak için,
ustalarının emri ile, ateş alır ve bir çıngı sıçrayarak, elbiselerin birini
yakarsa, onu temizlikçi öder. Talebe veya ücretli olan şahıs ödemez. Çünkü
onlar, o ateşi, onun emriyle getirmişlerdir. Ve yaptıkları, ustalarının
yaptığı şey gibi olmuştur. Bu işi, temizlikçinin kendisi yapmış olsa da
aynıdır. Ve tazminatta bulunur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Müşterek ecîrin
çırağı, elinden ışığı düşürse ve elbise yansa, tazminat usatsına aittir.
Eğer, dükkanda
yıkanmış elbise yoksa, bu dükkanı yakan ücretli, onu (dükkanı) tazmin eder.
Huiâsa'da da böyledir.
Dükkandaki ışık
söndürülür, fakat lamba dükkanda kalır ve dükkan yanarsa, tazminat gerekmez.
Fetva da bununla
verilir. Kerderi'nin Vecîzi'nde de böyledir.
Tecrîd de şöyle
zikredilmiştir:
Temizlikçinin
çırağının diğer san'atkarların ve onların ücretlilerinin tazminat ödemeleri
gerekmez.
Ancak, bunlar haddi
tecâvüz ederlerse, o müstesnadır. Onların zararını, ustaları öder ve bunlara
müracaat edemezler. Tatarhâniyye'de de böyledir.
Temizlikçinin
ücretlisi o temizlikçinin evinde, elbiseyi yıkarken o elbiseyi ayakları ile
tepeler ve elbise yırtılırsa, bu cins elbisenin öyle temizleniyor olması
hâlinde tazminat gerekmez. Durum böyle değilse, (meselâ: Elbise ince ise), bu
elbise ister, temizlikçinin kendi elbisesi olsun, isterse, başkasının olsun
tazminat gerekir. Sugrâ'da da böyledir.
Müşterek ecîre, bir
şey zayi olunca, onu tazmin edeceği şart ko-şulursa, bir şeyin zayi olması
hâlinde, onu bi'1-icma tazmin edmesi gerekir. Kerderi'nin Vecizi'nde de
böyledir.
Bir çırak,
çalıştıkları yerde ustasının emriyle, bir şey taşırken, o şey elbisenin üzerine
düşüp onu yırtarsa, —o elbisenin temizlikçinin kendi elbisesi olması hâlinde—
tazminat gerekmez.
Eğer yıkanılan elbise,
başkaısının elbisesi ise, onu ücretlinin tazmin etmesi gerekir.
Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.
Bir ücretli,
efendisinin hizmetinde bir şey taşırken, ovşey düşer ve -bozulursa, tazmin
eylemez.
Eğer emanet olan şey
düşerse, onu tazmin eder.
Bu ücretli ayağı kayıp
düşerse, üzerine düşülen şeyin sergi veya ariyet alınmış bir yastık olması
hâlinde, tazminat gerekmez. Bu, ev sahibi için de, ücretli için de böyledir.
Mebsûl'ta da böyledir.
Bir temizlikçinin,
kendi fiili ile zayi ettiği bir elbiseyi, bu elbisenin sahibi; isterse, temizleme
ücretini vererek temizlenmiş haldeki kıymetini tazmin ettirir, isterse, ücret
vermez ve önceki haldeki kıymetini tazmin ettirir.
Bir temizlikçi, elbise
sehibine: "Bu elbise, vurmaya tahammül edemez." der; veya bir adam,
camcıya: "Bu camı kıracağım." der; karşı taraftaki zat da, o şeyi
teslim eder; elbise yırtılır veya cam kırıhrsa, tazminat gerekmez. Çünkü,
sahibi buna razı olmuştur. Gıyâsiyye'de de böyledir.
Velvâlüciyye'de şöyle
zikrelidimiştir:
Ücretli bir şahıs, bir
insana dokunarak, onu öldürse, tazminat usa-tına değil, kendisine ait olur. Bu,
kitab'da (el - Asl'da) da böylece yazılmıştır.
Hâher-Zâde de: "Cevap
böyledir." demiştir. Tatarhâniyye'de de böyledir.
Bir çırağın fiili ile
ustasının bir şeyi kırıldığında, bu çırak ister vursun, isterse vurmasın, onu
tazmin etmesi gerekmez.
Eğer kırdığı eşya, iş
yapmakta kullanılmayan bir şey ise, o takdirde tazmin eder. Ftisûlü'l-Imâdiyye
ve Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir adam, bir
topluluğu evine da'vet ettiğinde, onlar sergisinin üzerinde yürürler ve sergi
yırtılır veya minderine otururlar ve o yırtılır yahut misafir, ev sahibinin
asılı kılıcını kınından çıkarırken, kılıç kırıhrsa, bu durumlarda tazminat
gerekmez.
Şayet aynasının
üzerine basar veya kaplarını tepelerse, onu tazmin eder.
Bir temizlikçi,
elbiseleri ipe serip kuruturken, bir hamule gelip onlardan bir kısmını
yırtarsa, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, tazminat gerekmez.
İmameyn'e göre ise,
tazminat gerekir. Zehıyre'de de böyledir.
Bir temizlikçi, elbise
sahibinden yardım isteyip, elbiseye birlikte tokaç vururlar ve bu elbise
hangisinin vurduğundan yırtıldığı belli olmadan —yırtılırsa, İmam Ebû Yûsuf
(R.A.)'ya göre, yarı yarıya tazmin ederler.
Sahih olan da budur.
Gıyâsiyye'de -de böyledir.
KâdîFahnTd-Dîn:
"O«lbisenin, ancak yarısı tazmin edilir." demiştir. Kübrâ'da da
böyledir.
Bu elbise yirtılmazsa
mal sahibinin çalışmasına karşılık, ücretten bir miktar düşülür mü?
Muhıyt Sahibi'nin
Fevâid isimli kitabında: "Çalıştığı nisbette, ücretten düşülür."
diye yazılmıştır.
Keza, elbesi sahibi
gelip, terzinin elinde bulunan elbisenin bir kısmını kendisi diker veya
dokumacının dokuyacağı bezin bir kısmını bez sahibi dokursa, onun hissesi
nisbetinde, ücret noksan verilir.
Sahih olan budur,
füsülö'l-lmâdiyye'de de böyledir.
Elbise sahibi, temizlikçiden
elbesiseni almak istediğinde, temizlikçi ücretini almak için, bu elbiseyi
elinde tutar elbise sahibi de onu çeker ve elbise yırtılırsa, bu durumda
temizlikçinin, yırtılan elbisenin yarısını tazmin etmesi gerekir.
Tatarhâniyye'de de böyledir.
Ortak bulunan iki
tezîmlikciden birinin yanında, bir elbise zayi olursa, elbise sahibi, onlardan
hangisini dilerse ona ödetir. Tazminatda ortak olurlar. Yani yarısını biri
verir, yansım da diğeri verir. HızâneüVI Müftîn'de de böyledir.
Bir temizlikçi, elbeseyi,
her hangi bir sebebden dolayı ödedikten sonra, o elbise meydana çıkar,
Ebû'o-Nasır "Temizlikçi-ona sahib olamaz." buyurmuştur. Hâvî'de de
böyledir.
İcârâti'1-Idde
Kitabı'nda şöyle zikredilmiştir:
Bir adam, temizlikçiye
elbise verir ve ona: "Bunu temizle; sakın temizlenene kadar zayi etme,
bırakma." der veya "o gün" veya "bir gün sonra almayı"
şart koşar; temizlikçi de onun dediğini yapmaz ve elbise sahibi defalarca onu
ister; bu elbesi de çalınırsa, —şart şekli olduğundan— tazminat gerekmez.
Buhârâ âlimleri şöyle
fetva vermişlerdir: .
Elbise sahibi,
temizlikçiye "o gün bitirmesini şart koşsaydı" ve teslim etmesini
söyleşiydi, temizlikçi ise, bir gün sonraya bıraksa, elbise de o gün çalınmış
olsaydı, tazminat gerekirdi, Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.
Nevâzil'de şöyle
zikredilmiştir:
Bir adam, elbiseyi,
temizlikçiye veya terziye teslim ettikten sonra, başka bir adamı, onu almaya
vekil eder; temizlikçi de ona başka bir elbise verirse, vekilin tazminatta
bulunması gerekmez.
Eğer, bu elbise,
vekilin yanında zayi olur ve bu elbise, temizlikçiye ait bulunursa elbise
sahibi, elbisesini temizlikçiden ister. Bu böyle değil de, elbise bir
başkasının elbisesi ise, bu durumda elbise sahibi muhayyerdir. Dilerse,
vekile; dilerse, temizlikçiye ödetir.
Şayet temizlikçi
öderse, vekile müracaat etemez. Fakat vekil öderse, —temizlikçinin kendisini
aldattığı için— ona müf âcaat eder ve ödediği kadar bedeli ondan alır.
Zehıyre'de de böyledir.
Şayet temizlikçi
elbise sahibinin kendisine, başka bir elbise verir; elbise sahibi de, onu
kendi elbisesi zannederek alırsa, temizlikçiye, o elbisesini ödetir.
Hizânetü'l-Müftîn'de de böyledir.
Bir temizlikçi,
birinin elbisesini, hatâen diğerine verir; alan şahıs da onu kesip, biçer ve
dikerse; asıl elbise sahibi, muhayyerdir: dilerse, temizlikçiye ödetir,
dilerse, kesip biçene ödetir.
Eğer elbiseyi kesene
ödetirse, o kimseye müracaat edemez.
Ve eğer, temizlikçiye
ödetirse, o, diğerine mürcâcaat ederek onun bedelini alır. O da, temizlikçiden
kendi elbisesini alır.
Keza, temizlikçi,
bilmeyerek kendi elbisesini bir diğerine verir; alan şahıs da onu keserse, onu
kesen şahıs temizlikçinin elbisesinin bedelini öder.
Keza, emânet bırakılan
her şahıs emâneti geri verirken, bilmeyerek kendi malını da verirse, burada
da, onu alan şahıs, bunu tazmin eder.
Şayet temizlikçi:
"Bu senin elbisendir." derse; ona inanılır. Çünkü o, güvenilen
kişidir. Bütün müşterek ecirler böyledirler.
Bir adam, elbisesine
karşılık, bir elbise alırsa, ondan faydalanması helâl olur mu?
—Olur.
Keza, temizlikçi veya
benzeri bir şahıs: "Elbiseni sana verdim." derse; İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre, onun sözü doğrulanır. İmâmeyn'e göre ise, hüccetsiz
doğrulanmaz. Attabiyye'de de böyledir.
Bir temizlikçi, mal
sahibinin emriyle, elbiseyi yanında bırakır ve o zayi olursa; ücretini almamış
olması hâlinde - İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, tazminat gerekmez.
İmâmeyn'in, buna
muhalefetleri vardır.
Şayet, ücretini almış
ve elbise de zayi olmuşsa, bi'I-icma, o emânet olarak zayi olmuştur.
İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre, temizlikçi, elbiseyi yanında habse-demez. Şayet habseder ve o
zayi olursa, onu öder. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.
Bir adam, elbiseyi,
temizlikçiye, çırağı ile yolladıktan sonra, temizlikçiye: "Onu İslah
eylediğin vakit, çırağa teslim etme." der; temizlikçi de, temizliğini
yaptıktan sonra, o elbiseyi çırağa verir; o da, bu elbiseyi alıp, başka bir
yere giderse; bu temizlikçiye tazminat gerekir mi?
İmâm şöyle
buyurmuştur:
—Şayet çırak, bu
elbiseyi temizlikçiye teslim ederken: "Bu elbise, filanındır; benimle sana
yolladı." dememişse, tazminat gerekmez.
Eğer öyle söylemiş
temizlikçi de ona inanmışsa, tazmin eder; değilse etmez. Muhıyt'te de
böyledir.
Muhıyt Sahibi,
Fetvalarında şöyle buyurmuştur:
Bir adam, temizlemesi
için, elbisesini temizlikçiye yerdikten sonra, elbise sahibi gelerek,
elbisesini ister; temizlikçi de ona: "Ben, senin elbiseni, —onun,
kendisinin olduğunu zannetmesi üzerine— başka bir adama verdim." derse, bu
temizlikçi, o adamın elbisesini öder. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.
Zamanımızda şu şekilde
bir hâdise vuku buldu: Hırsızlardan bir topluluk geceleyin temizlikçinin
kapısına geldiler; onlardan birisi, temizlikçiden, içmek için bir su istedi
ve: "Ben köylüyüm; çok susadım. Suya çok muhtacım." dedi. Diğer
hırsızlar saklandılar. Temizlikçi kapıyı açtı ve suyu çıkardı. Su isteyen
hırsız, kapının eşiğine oturup, su içmekle meşgul oldu. Diğer hırsızlar
geldiler ve dükkâna girdiler. Temizlikci-. yi de elbiseleride bağladılar ve
elbiseleri alıp gittiler.
Fetvalar cevabda,
bunun bir hırsızlık olmadığında ittifak ettiler. Bu durumda temizlikçinin, o
elbiseleri tazmin etmesi gerekir.
Bu mes'eleyi Kudûrî
Şerhi'ndeki bir mes'eleye kıyâs ettiler.
Lambadan zuhur eden
bir yangınla, temizlikçinin dükkanı ya-narsa, bu yangın lamba söndürülmemiş olmasından
çıkmışsa, ve başlangıçta, yangının büyüklüğü, söndürülmesinin mümkün olmadığı
bilinirse, bu yanışa itibar olunmaz.
Şayet, bidâyeten bu
şekil hırsızlığın çokluğunu ve tedârikinin mümkün olduğunu, temizlikçi
bilirse, kapıylı açmaması gerekir. Zehıyre'de de böyledir. .
Haniye'de şöyle
zikredilmiştir:
Temizlikçiye, yapacağı
işte elbiseyi yırtmamasını şart koşmak caizdir sahihdir. Çünkü bu, onun
gücünün yeteceği bir şeydir. Tatarhâniy-ye'de de böyledir.
Bir temizlikçi,
temizlediği elbiseyi giyip ve çıkarır; sonra da o elbise zayi olursa, tazminat
gerekmez.
Sökükcü de mestleri
alıp, onu tamir eder ve giyerse, giydiği kadar tazminatta bulunur. Sonra
çıkarsa ve çıkardıktan sonra zayi olursa, tazminat gerekmez.
Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir,
Bir adam, hamama
girdiğinde, elbisesini hamamcıya teslim edip, onun ücret karşılığı muhafaza
edilmesini şart koşar ve bu elbise telef olursa, Fakıyh Ebû Bekir:
"Bi'1-icma; hamamcı onu Öder. Ecîr-i müşterek, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye
göre tazminat şart koşulmazsa tazminatta bulunmaz. Fakat bu şart koşulursa, o
zaman tazminat gerekir." buyurmuştur.
Fakıyh Ebû Cafer, şart
koşmayı veya koşmamayı müsavi kabul eder ve: "Tazminat gerekmez."
dedi.
Fakıyh Ebû'1-Leys de:
"Biz, bunu alır ve bununla fetva veririz" derdi. Zehıyre'de de
böyledir.
Bir adam hamama
girdiğinde, elbisesini, muhafaza etmesi için hamamcıya verir ve elbisesi zayi
olursa, bi'1-icma tazminat gerekmez, çünkü, o emânettir.
Zira her ücretin
karşılığı bir menfaat vardır; adam, ücretine mukabil hamamda yıkanarak
faydalanmıştır.
Korumanın karşılığında
ücret'verilmiş olması hâli müstesnadır.
Şayet hamama giren
adam: "Ücret, hem yıkanma, hem de elbiseyi muhafaza içindir." derse o
takdirde ihtilaf çıkır. Suğrâ'da da böyledir.
Bir adam, hamama girdiğinde,
hamamcıya: "Elbiseler nereye konuluyor?" der; hamamcıda işaret
ederek, bir yeri gösterir, adam da elbisesini oraya koyup ve hamama girdikten
sonra hamamdan birisi çıkıp, o elbiseyi alır; hamamcı da "Onundur."
zanniyle, o şahsı men etmezse, bu durumda hamamcı, önceki adamın elbisesini
öder.
Bu, İbdü Seleme ve Ebû
Nasr ed-Debbûsî'nin kavilleridir.
Ebû'l-Kasım:
"Tazminat gerekmez." demiştir.
Esahh olanı ise,
önceki görüştür. Muhıyt'te de böyledir.
Elbiseci uyur ve
elbise çahmrsa, şayet, bu şahıs oturduğu yerde uyumuşsa, tazminat gerekmez.
Yatarak uyumuşsa, tazminat gerekir. Ker-derî'nin Vecîzi'nde de böyledir.
Elbise sahibi,
hamamdan çıkar ve elbise zayi olmuş olursa, onu berbere veya hamamcıya yahut
ailesinden güvenilir birisine, —onu korumaları için— bırakmış olsaydı, o zaman
tazminat gerekmezdi. Hulâ-sa'da da böyledir.
Bir adam, hamamcının
önünde elbisesini çıkarır, diliyle bir şey söylemeden, bu elbiseyi, onun yanına
koyup, hamama girer ve çıktığında elbisesini bulamazsa, hamamcı, onu öder. Zira
onun yanına bırakmak, onu koruması içindir.
Muhammed bin Seleme ve
Şeyhu'l-İslâm Hâher-Zâde bununla fetva vermişlerdir. Fetâvâyi Aftabiyye'de de
böyledir.
Hamamcıya:
"Elbisem nerde?" der; hamamcı da, o elbisesini çıkarırken
orada bulunmamakta olursa, cevap yukarıdakinin aynısıdır.
Şayet hamamcı hazırda
ise, bu durumda, hamam sahibitazmin eylemez. Zehıyre'de de böyledir.
Bir adam, gelip oturan
birinin yanına, elbiselerim koyar; oturan şahıs da, onu korumayı kabul etmez ve
o şahsa da geri vermez (meselâ: "Yanıma bırakma." demez) ve örfe,
göre zayi olursa, onu tazmin eder. Hâvi'de de böyledir.
Bir kadın, hamama
gittiğinde, elbisesini hancı kadının gördüğü bir yere bırakır; hamamcı kadın
da, o kadından sonra, bir kız çocuğunu yıkamak için hamama girer ve bu kadının
elbisesi zayi olursa; âlimler: "Eğer elbise, hamamcı kadının veya kızının
yanında zayi oldu ise, onu öder; değilse ödemez." demişlerdir. Felâvâyi
Kâdihân'da da böyledi.".
Hamamdan çıkan bir
şahıs: "Cebimde dirhemlerim vardı; zayi olmuş." derse, tazminat
gerekmez. Eğer, hamamcı onu tasdik ederse, öder. Füsûlü'I-Imâdiyye'de de
böyledir.
İmam Muhammed (R.A.)
El-Asl Kitabı'nda şöyle buyurmuştur: Çoban eğer özel çoban olur ve koyunlardan
birisi de ölürse, onu
ödemediği gibi, ücreti
de nok s anlaştırılmaz.
Şayet onu icarlayan
şahıs, başkalarının koyunlarını da otlatmasını teklif etmiş olur, o koyunlardan
birisi de, sularken veya yayılarken ölürse, çoban, onu da ödemez.
Bu, çoban husûsî
olduğu zaman böyledir.
Fakat çoban, müşterek
ecîr ise, o takdirde ölen koyunu bi'1-icma öder.
Bu, müştereklerin,
koyunun öldüğünü doğrulamaları veya belgelemeleri halinde böyledir.
Fakat, çoban koyunun
öldüğünü iddia eder; koyunların sahipleri de bunu inkâr ederlerse, İmâm Ebû
Hanîfe (R.A.)'ye göre, çobanın sözü geçerli olur.
Fakat, İmâmeyn'e göre,
koyunların sahibinin sözü geçerli olur.
Çoban, koyunları
mer'aya sürdüğünde, onlardan birisi, dağdan düşmek veya yüksek bir yerden
düşmek gibi bir sebeple ölürse, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)ye göre, bu çobana
tazminat gerekmez.
İmâmeyn'e göre
tazminat gerekir.
Keza, bir çoban,
koyunları sulamak için nehre götürdüğünde, onlardan birisi suya düşerek
ölürse, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, ödemez.
İmâmeyn'e göre öder.
Keza, o koyunlardan
birini, vahşi bir. hayvan yer veya- çalınırsa, mes'-ele ihtilaflıdır.
Şayet çoban koyunları
acele acele sürer ve biri düşer, ayağı veya boynu kırılırsa, her üç imamımıza
göre tazminat gerekir. Muhıyt'te de böyledir.
Çobanın yanında, bir
koyunu kurt yerse, kurt birden fazla ise, çobana tazminat gerekmez. Çünkü bu,
çok kimsenin çalması gibidir.
Şayet kurt tek ise, û
çoban koyunu tazmin eder.
Çoban sığırları
sürerken, onlar birbirlerini süsseler ve-biri ölürse, eğer sığırtmaç, bir
adamın özel çobanı ise tazminat gerekmez.
Şayet müşterek ise,
yani muhtelif insanların çobanı ise, onu tazmin eder.
Keza, sığır muhtelif
kişilerin çoban, ise bir adamın olur ve onları sürmesinden dolayı bir sığır
ölmüş bulunursa onu tazmin eder. (= öder) Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Çoban, bir koyunu
vurunca, onun gözü çıkar veya ayağı kırılır yahut bir uzvu zayi olursa,
âlimlerimiz, bu hususta ihtilaf etmişlerdir.
İmâm Ebû Hanîfe (R.A.
'ye göre, tazmin eder.
İmâmeyn'in kıyâsları
ise: "Eğer âdet olan vuruşla vurdu ise, uygun olanı onu ödememesidir.
Bazı âlimler de:
"Her haliyle, —koyuna vurması sebebiyle— tazminatta bulunması uygun
olur." buyurmuşlardır, ve: "Bu, bilginlerin ekserisinin
görüşüdür." demişlerdir. Zahîriyye'de de böyledir.
Şayet, çoban odunla
vurmuşsa, bi'1-icma tazmin eder. İster çoban kendisi vurmuş olsun; isterse,
ücretlisi veya çırağı vurmuş olsun fark etmez.
Bunların haricinde,
bir başkasını koyunları muhafaza için yollamış olursa, yine zayi olanı kendisi
öder. Gıyâsiyye'de de böyledir.
Bir çobanın koyunları,
kölesi veya ücretlisi yahut yaşı büyük ve ailesi içinde bulunan oğlu ile
otlatmaya gönderme hakkı vardır.
Bu durumda, çoban
müşterek ise, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, zayi olanı ödemez.
İmâmeyn'e göre ise,
kaçınılması imkan dâhilinde olan şeylerden dolayı vukua gelen zayiatı tazmin
eder. Aynen, kendi önünde olmuş gibi... Şayet çoban husûsî ise, hiç bir .hâlde
tazminat gerekmez. Bu da, aynen kendi otlatma hâlinde olduğu gibidir.
Şeyhu'I-İmâm Ahmed et-Tavâsî: "Müşterek ecirin kendi ailesinden olmayan
bir kimseyide yollama hakkı vardır." buyurmuş ve "Fakat, özel olan
ecîr için bu hak yoktur." demiştir. Hâkim Mehrevî ise, her ikisini de
müsavi tutmuş ve: "İkisinin de hakkı yoktur." buyurmuştur..Muhıyt'te
de böyledir.
Müşterek çoban,
koyunların bazılarım bazılarına katar ve ayırması mümkün olmaz ve: "Ben,
herkesin koyununu tanıyamıyorum." derse; bu durumda zayi olan koyunun
bedelini tazmin eder. Şayet tanıyorsa, o zaman tazmin etmesi gerekmez ve
çobanın sözü herkesin koyununu tanıma hususunda geçerli olur.
Koyunun kıymeti
hususunda çobanın sözü geçerli olur. Ve koyunların birbirine katıldığı gündeki
kıymetine itibar edilir.
Bu, İmânı-ı A'zam Ebû
Hanîfe (R.A.)'ye göre böyledir. Bunda şek yoktur.
İmâmeyn'e göre ise, bu
hususta âlimler görüş aynhğmdadırlar. Bazıları: "Çobanın o koyunu teslim
.aldığı günkü kıymetidir," demişler; bazıları da: "Koyunların
birbirine katıştığı günkü kıymetine itibar edilir." demişlerdir.
Sahih olanı da budur.
Onlardan bir topluluk,
koyunun zayi olduğu iddia eder; çoban da "Onun koyununun olmadığına"
yemin ederse tazminattan kurtulur; şayet yemin edemezse, tazmin eder.
Zehıyre'de de böyledir.
Şayet çoban, koyunun
murdar öleceğinden korkup onu boğazlarsa tazminat gerekmez.
Bunu, bazı âlimlerimiz
—öleceği tahakkuk ederse— güzel gördüler.
Amma yaşama ümidi
varsa Sadra'ş-Şehîd, Vâkiât Kitabının Şirket Babının başında: "Bir kimse,
bir başkasının yaşama ümidi olmayan koyununu keserse, tazminatı gerekir."
buyurmuştur.
Bu durumdaki bir
koyunu çoban keserse, tazmin eylemez.
Yabancı ile çoban
arasında ne fark vardır.
Fakıyh Ebû'l Leys:
"Yabancıda kesse, çoban gibi tazminat gerekmez." buyurmuştur.
Sahih olan da budur.
Sığır da böyledir.
Hulâsa'da da böyledir.
Bir adam, diğer
birinin koyununun düştüğünü görüp, onun öleceğinden korkarak, onu boğazlarsa,
istihsânen tazminat gerekmez.
Fetva için muhtar
olan: Gerçeİkten o şahıs onu tazmin eder.
Bir çobanla, koyun
sahibi arasında ihtilaf çıktığında, koyun sahibi, çobana: "Sen, onu, o
sağ iken kestin." der; çoban da: "Hayır, ben, onu öldükten sonra
kestim." derse, bu durumda çobanın sözü geçerli olur.
Hızânetü'l-Müffîn'de de böyledir.
Koyun sahibi, çobana:
"Eğer karnında yavru yoksa, onu boğazla." der; çoban da "Ben
iyi biliyorum; onun karnında yavru yoktur." der ve boğazlar; koyunun
karnından da yavru çıkarsa, bu durumda çoban, onu öder. Hulâsa'da da böyledir.
Bir inek
hastalandığında, çoban onun öleceğinden korkar ve bo^ gazlarsa, tazminat
gerekmez.
Şayet boğazlamaz ve o
murdar ölürse yine tazminat gerekmez. Si-râciyye'de de böyledir.
Koyun sahibi,
koyunlarının sayısını artırmak istediğinde çobanın gücü yetmiyeceği kadar bile
artırmaya hakkı vardır.
Şayet koyun sahibi,
koyunlarının yarısını satarsa, çobanı aylık tutmuş olması hâlinde, onun
ücretinden kesinti yapamaz.
Keza, aylığını mevcut
koyunları otlatmak şartıyla belirlemişse, onları artıramaz.
Kıyâs budur.
Fakat istihsâna göre
gücünün yeteceği kadar artırabilir.
Fakat, ona başka bir
iş teklif edemez.
"Eğer koyunlar
yavru yaparlarsa, sen onları otlatmayacaksın." derse, kıyasla istihsan
onu aylık tutmamış olması hâlinde, kıyâs da, istih-sânda birdir.
Fakat, onu aylığı bir
dirhem olmak üzere tutmuş iste, bu durumda koyunları fazlalaştıramaz. Eğer
onlardan satarsa, o nisbetle de ücretinden düşer. Eğer koyunlar yavru
yaparlarsa, bu durumda çoban onu da otlatmaz.
Şayet, şart koşarak
"eğer koyunlar doğurursa, onları da otlatacaksın." derse, işte bu
akid fasid olur.
Bu kıyâsda böyledir.
Fakat istihsânda, bu
şart caizdir.
Deve, sığır, at, eşek
ve katır gibi şeylerin hepsi, koyunlar gibidir. Mebsût'ta de böyledir.
Çoban, hayvan sahibinin
izni olmadan, bir iş yapma hakkına sahip değildir.
Eğer.yapar ve
hayvanlardan biri ölürse, onu öder. Çoban böyle bir ey yapmaz, fakat erkek
hayvan,'birine atlayıp onu öldürürse, bu durumda çobana taminat gerekmez. Bu
eğer ecîr özel ise böyledir.
Şayet ecîr müşterek
ise, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, yine böyledir. İmâmeyn'e göre ise,
tazminat gerekir.
Koyunlardan biri kaçıp
gider; çoban da —geride kalanlara bir zarar olmasın diye— onun ardından
gitmezse, buna ruhsat vardır.
Gider Ölürse, tazminat
gerekmez.
Bu bi'Ucma böyledir.
Eğer çoban özel ise
İmâm Ebû Hanîfe (R. A.)'ye göre bu böyledir. Şayet çoban müşterek olur ve
giden o koyunun arkasından gidince, geride kalanlardan emin bulunur ve bu
durumda gitmezse, onu tazmin eder. Çünkü emin olan için kaçanı takip
etmediğinden tazminat vardır.
Şayet özürsüz olarak
gitmez ise, İmâmeyn'e göre onu tazmin eder. (- öder.)
Ben bazı nüshalarda
"tazminat gerekmez." diye zikredil d iğini gördüm.
Eğer onu gidip,
getirecek kimse bulamaz veya sahibine haber yol-larsa, bu böyledir.
Şayet bu çoban, birini
ücretle tutup, giden o hayvanı getirmesi için gönderirse, "bu nafile olur.
—Yâni, onun ücretini, kendisi fazladan vermiş olur.
Şayet koyunlar veya
sığırlar bölük bölük olurlar ve çobanın onları toplamaya gücü yetmez; bir
bölüğün ardından gidip, diğer bölüğünü bırakır ve onlarda zayiat olursa, onu
tazmin eylemez, buna ruhsat vardır, çünkü, o bölüğü muhafaza bir mazerettir.
İmâmeyn'e göre, bu
durumda tazminat vardır. Çünkü özür, tamamını terketmek değildir. Zehıyre'de de
böyledir.
Çobanın, ateş
getirmesi için bir şahsı icarlaması da bir tatavü-dur. Seraha'nin muhıytı'nde
de böyledir.
Bir adam, bir çoban
icarladığı hâlde, onun nerede hayvan otla-vac ,ğını söylemez ve bu çoban
müşterek bir çoban olur ve o hayvanları bir yerde otlatırken, hayvanlardan
birisi ölür veya suya düşer yahut kurt yer veya benzeri bir şey olur; sahibi
de: "Ben, sana burda değil, başka yerde otlat; dedim." der; çoban
ise: "Hayır, sen, burda otlatmamı söyledin." derse, bi'1-icma hayvan
sahibinin sözü geçerli olur.
Beyyine getirmek
çobana aittir.
Eğer çoban özel bir
çoban ise, bunda ihtilaf vardır. Yine sözün doğrusu, mal sahibinin sözünün
geçerli olmasıdır.
Şayet çoban isbat
ederse, tazminattan beri olur. Bu bi'1-icma böyledir. Fetâvâyi Attabiyye'de de
böyledir.
Eğer çoban, mal
sahibinin dediğine muhalefet ederek, hayvanları başka bir yerde otlatırken,
zayiat olursa, bu çoban onu tazmin eder. Ve bu çobana ücret de verilmez.
Her ne kadar,
hayvanları tamam teslim, etse bile, kıyâsen, bu çobana ücret yoktur.
îstihsânda ise, ücret
verilmesi gerekir. Muhıyt'te de böyledir.
Necmü'l-Eimme
el:HaKnî'den sorulmuş:
—Bir adam, atlarım,
muhafaza etmesi için, bir çobana, belirli bir müddetle teslim eder ve ona,
koruma ücreti de verir; çoban ise, bu atları bırakıp, başka bir işle meşgul
olur ve atlar zayi olurlarsa, tazminat gerekir mi?
İmâm şu cevabı vermiş:
—Hayır, tazminat
gerekmez. Fakat halk arasında at çobanlığı örf ve âdet olarak varsa, o zaman
tazminat gerekir. Gınye'de de böyledir.
Bir çobana,
"kendi fiili ile öldürdüğünü ödemesini" şart koşmak caizdir. Bu akdi
bozmaz. Attabiyye'de de böyledir.
Bir çobanla, onun
tarafından ölen şeylerin ödemesi üzerine şart koşularak akid yapılır ve bu şart
akidde olursa akdi bozar. Akidden sonra olursa, bu şart, sahih olmaz; ancak
akjd de bozulmaz.
Sahih olan da budur.
Muhtar olan fetva da budur. Cevâhirü'l-Ahlâtî'de de böyledir.
Eğer müşterek çoban,
dağda çobanlık yapıyor ve koyun sahibi koyunlardan ölen olursa onu
getireceksin; değilse, ödersin." diye şart koşmuş bulunuyorsa, bu şart
muteber değildir.
İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.): "Onun sözüne inanılır:" buyurmuştur.
İmâmeyn ise:
"Getirmez ise, tazminat gerekir." demişlerdir. Zekât memuru, çobandan
zekât alırsa, bu durumda çobana tazminat gerekmez. Mebsut'ta da böyledir.
Koyunların sahibi,
çobana: "Ben, sana yüz koyun verdim." der; çoban da: "Hayır,
doksan koyun teslim eyledin." derse, çobanın sözü geçerli olur.
Şayet beyyine ibraz
ederlerse, mal sahibinin beyyinesi geçerlidir. Çobanın, koyunların sütünden,
etinden yemeğe hakkı yoktur. Muhıyt'te de böyledir.
Hâher-Zâde, Tecnîs'de
şöyle buyurmuştur:
Çoban satış yapamaz;
eğer yaparsa, tazminatta bulunur. Tatarhâ-niyye'de de böyledir.
Eğer çoban özel ise,
başkasının koyunlarını da ücretle otlatır ve aylar geçtiği hâlde örfceki adam
bunu bilmezse, onlardan ücretini tam olarak alır. Aldığı ücretlerde, hiç bir
şey tasadduk etmesi gerekmez. Ancak, böyle yapan çoban günahkâr olur.
Zehıyre'de de böyledir.
Velvâlicyye'de şöyle
zikridilmiştir:
Bir adam, diğerini
ekin biçmek veya hizmet etmek için icarlar; o da, o günün bir kısmında,
icarlayana, bir kısmında da başkasına çalışırsa, bu şahsın her ikisinden de
ücret alması, yukardaki mes'eleye mu-halifdir ve bu şahıs günahkâr olur.
Tatarhâniyye'de de böyledir.
Aylık icarlanan bir
kimse, bir gün veya iki gün çalışmaz veya bir süre hasta olursa, o miktar
ücretinden düşülür. Zehıyre'de de böyledir.
Şayet çoban, kendisi
yemek üzere, belirli peynir, yağ ve benzeri şeyleri şart koşarsa, bu şartların
tamamı, çoban için fâsid olur. Yemiş-se, bunları tazmin eder ve ecr-i misil
olur. Mebsût'ta da böyledir.
Bir çoban, otlattığı
koyunlardan birisini, bir başkasına verir; onu, alan şahıs da onu zayi eder ve
bunu, çoban ikrar ederse, koyun sahibi, onu çobana ödetir; diğerine ödetemez.
Eğer çoban ikrar etmez
ve "o koyunun, iddia eden şahsın malı olduğunu" söylemez müddeâ aleyh
de beyyine ibraz edemeyip iddiacı beyyine ibraz eder. Koyun ise, alan şahsın
elinde durmakta olursa; sa-hİbi, onu alır. Şayet zayi olmuşsa onu, isterse
aîana; isterse, çobana ödetir. Muhıyt'te de böyledir.
Şayet önce çoban
verdiğini ikrar eylemiş ve: "Bu koyun, kendisine verilen şahsındır."
demişse; bu durumda o, kendisine verilenin olur. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de
böyledir.
Köyün sığır çobanı,
ağaçlık olan mer'alarında hayvanları otlatırken, onların tamamını göremez ve
sığırlardan birisi zayi olursa tazminat gerekmez. Hızânetii'l-Müftîn'de de
böyledir.
Korumak için icarlanan
kimse, korumayı terkeder ve koruyacağı şey gözünden kayboyup zayi olursa; onu
öder. Gıyâsiyye'de de böyledir.
Aynu'l-Eimme
el-Kerâbisî ve Ebû Hamid şöyle buyurmuşlardır:
Müşterek olan sığır
çabanı: "Ben, öküzün nereye gittiğini bilmiyorum." derse, bu, onun
zayi olduğunu ikrar edmek olur. Zamanımızda bu böyledir. Gınye'de de böyledir.
Câmiu's-Sağîr'de şöyle
zikredilmiştir: Ed- Debbûsî'den soruldu:
—Bir çoban, sığırı
götürüp geri getirir ve köye salıverir ve her bir sığırı, sahibine teslim
etmezse, bu onun hakkıdır.
Diğer çobanlar da
böyledirler.
Şayet, bir sığır veya
bir koyun sahibine gelmeden önce zayi olursa; çoban onu tazmin eder mi?
İmâm, şu cevabı verdi:
—Hayır, bu çobana
tazminat gerekmez.
Bekir bin Mnhammed'de:
"Şayet getirmediyse, bunun hilafınadır. Yâni köye getirmeden zayi olduysa,
öder Getirdi ise, ödetemez." demiştir.
Hâvî'de de böyledir.
Çoban, o hayvanın köye
gelmiş olduğunu fakat sahibinin onu bulamadığını zanneder; sonra da o, ölmüş
olarak bulunur; köyde âdet olan da çobanın ancak köye kadar gelmesi ve sığırı,
koyunu köye kadar getirmesi ise, çobana tazminat gerekmez.
O takdirde, bu çobana
yemin verilir.
Eğer çoban,
"hayvanları tam olarak getirdiğine" yemin edemezse, tazminat gerekir.
Şayet yemin ederse,
tazminat gerekmez
Keza, çoban,
hayvanları getirdikten sonra, onlardan birisi tekrar otlamaya gider ve zayi
olursa bu çobana tazminat gerekmez.
Ancak herbirini ayrı
ayrı sahibine teslim etmeyi şart koşmuşlarsa o müstesnadır. Yâni o zaman,
çobana tazminat gerekir. Kerderî'nin Vecî-zi'nde de böyledir.
Sığır çobanı, sığır
sahiplerine şart koşarak: "Ben, sığırı belirli ve söylenilen bir yere
getirdikten sonra, mes'ûliyetten beriyim." derse; bu şartı caiz olur. Bu
durumda o sığırı, o yere getirdikten sonra, her hangi birinin sğırının
ölümünden mesul değildir. Bu şartı yenilemeye de ihtiyaç yoktur. Liimnfde de
böyledir.
Çoban, sığırı köye
girdirdikten sonra, müstağni olur. Yâni sorumluluktan kurtulur.
Tatarhâniyye'de de böyledir.
Müntekâ'da şöyle
zikredilmiştir:
Sığır çobanının, siğĞJ
sahipleriyle, daha önceden: "Ben, sığırlarınızı söylediğiniz yere
getirdikten sonra, artık mes'ûliyetten beriyim." demesi caizdir.
Ve her hangi birinin
sığırı, köye girdikten sonra ölürse, tazminat yoktur.
Bir adam, sığırını,
sığır toplantı yerine gönderir ve köy halkı ile çoban arasındaki şartı da
duymamış bulunursa, bu durumda çoban, onun sığırını, ona taslim etmedikçe,
mes'ûliyetten kurtulamaz.
Şayet o adam da aynı
şartı duymuşsa, bu şart istihsânen caizdir.
Kâdîî Fahru'd-Dîn:
"Fetva bunun üzerinedir." demiştir. Müntekâ'da da böyle yazılmıştır.
Kübrâ'da da böyledir.
Nevâzil'de şöyle
zikredilmiştir:
Bir kadın, öküzünü,
bir adamla çobana yoladıktan sonra, onu götürüp çobana teslim ederi adam,
varıp "öküz benim." diye çobandan geri alır; o da zâyı olursa;
kadının "öküzün kendine ait olduğunu" is-bat etmesi hâlinde, bu
kadın, çobana müracaat ederek öküzünü ödetir. Çoban ise, "O öküzün, kadına
âit oluduğunu bilerek o adama vermiş olursa" ona müracaat edemez.
Şayet bilmeyerek
verdiyse, o zaman alan adam müracaat ederek, öküzü ondan alır veya ödetir.
Muhıyt'te de böyledir.
Fevâid'de şöyle
zikredilmiştir: (Bu kitap, muhıyt sihibinindir.) Bir adam, ineğini, katıp,
çobana yollar ve bu adam, çobana gelerek: "Filan adam, bu ineği
yolladı." der; sığır çobanı da: "Al götür, ben, onu kabul
etmiyorum." der; adam da alıp götürür ve bu inek zayi olursa, onu
sığırtmaç tazmin eder. Çünkü o inek, çobana gelmekle, o adamın işi tamam
olmuştur. Sığırtmaç emindir ve o, emâneti, başkasına emânet edemez.
Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.
Köy halkı, eşeklerini
bir adama teslim ederek,, "otlatmasını" söylerler ve köyden bir adam
göndererek, ona: "biz, çobanı tanımıyoruz." derler; çoban da bu
adama: "Sen, bu eşeklerin yanında dur; ben, şu eşeğe binip gideyim."
der ve binip çeker gider ve nereye gittiği de belli olmazsa çobanın yanma varan
o adama tazminat gerekmez. Gıyâsiyye'-de de böylidir.
Sığırtmaçlardan, bir
sığır ayrılarak, bir adamın ekinine girip, ekini telef ederse, sığırtmaç onu
tazmin etmez.
Ancak, sığırtmaç
sağırı kendisi oraya sürerse, o zaman tazmin eder.
Sığır çobanı,
sığırları köyden alıp götürür; kendisi de birlikte gider ve sığırlar bir mezruata
girip zarar verir veya sığırı götürürken, birisinin malım öldürürse, işte o
zaman çoban, tazminatta bulunur. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.
Bir sürüden, bir oğlak
ayrılıp, bir testicinin dükkanına gerir, çoban da onu çıkarmak için, oraya
geldiğinde, oğlak birkaç tane testi kırarsa, onu çoban öder. Çünkü, onu, o
sürüyordu. FüsûHVl-Imâdiyy'de de böyledir.
Köylüler, hayvanlarını
nöbetleşe otlatmakta olduklarında, onlardan birinin nöbeti esnasında sığırın
birisi zayi olursa, İbrahim bin Yusuf: *'O, onu tazmin eder. Ve o ecîr-i
müşterek gibidir." demiştir.
Sahih olan da budur.
Zira, fetvada:
"Müşterek ecîrin fiiliyle olan zayiatın tazmini, ona aittir."
denilmiştir. Kübrâ'da da böyledir.
Bir köy halkı,
"sığır sürüsünü, her gün birisinin muhafaza etmesi hususunda"
anlaşırlar; sıra birisine, gelence, de başka bir adamı icarlayarak, sürüyü
onunla yabana gönderip kendisi ekmek yemek için evine girer ve o zaman
hayvanların bir kısmı zayi olursa, tazminat kime âit olur.?
İmâm şöyle
buyurmuştur:
Eğer üceretli yok iken
zayi olmuşsa, tazminat ücretliye aittir. Çünkü, o,korumayı terketmiştir.
Eğer nöbet kendisinde
olan şahıs yemeğim yiyip geldikten sonra, zayi olmuşsa tazminat gerekmez.
Çünkü, onun gelmesiyle ihtilaf terkedilmiş olmaktadır ve her ikisine de tazminat
gerekmez. Fetâyâyi Nesefî'de de böyledir.
Bu hâl, "bizzat
muhafazası" şart kıhnmadığı zaman böyledir. Fakat, "binefsihi,
korunması" şart koşulursa, başkasına havalesinden dolayı tazminat
gerekir.
Bu mes'elede,
hayvanların yanma kendi ailesinden birini muhafaza için bırakmamışsa, ücretle
adam tutan şahıs, zayi olan hayvanları tazmin eder; bırakmış ise, tazminat
gerekmez. Hızâoetü'l-Müflîn'de de böyledir.
Sığır çobanı, bir adam
icarlayarak, sağırı ona teslim eder ve kendisi de, köye dönerek geride kalanlarını
getirmek ister veya nefsi bir ihtiyacı bulunur; o sırada da sağırda zayiat
vuku bulursa, âlimler: "Eğer muhafız kendi ehlinden değil ise, onutazmin
eder; ehlinden ise tazmin eylemez." demişlerdir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir.
Sığır çobanı, sığırı,
bir yabancının önüne, onu koruması için bırakırsa, tazminat gerekir mi?
İmâm şöyle
buyurmuştur:
Az bir müddet için
birakmışsa, (meselâ: Abdest bozmak veya ab-dest almak yahut yemek yemek gibi)
tazminat gerekmez. Çünkü bu kadar zaman muaftır. Füsûlül-Imâdiyye'de de
böyledir."
Bir sığır çobanı,
sığırı, bir sabinin önünde koruması için bıraktığında sulama sırasında bir
sığır telef olursa, bu çocukta hayvanları koruma gücü varsa, tazminat
gerekmez.
Eğer bu güç yoksa,
tazminat gerekir. Cevâhiru'I-Fetâvâ'da da böyledir.
Bir sığır sürüsü,
köprünün üzerinden geçerken, birinin ayağı bir deliğe girip kırılır veya birisi
suya düşüp ölürse, sığır çobanı onu ödemez.
Şayet koruma imkânı
olduğu hâlde, onu terkeyledi ise, o müstesnadır. Kerderî'nin VecîzFnde de
böyledir.
Sığır çobanı, sığırı
bir başkasına bıraktığında, onlardan birini kurt yerse, o terkeylediği kimsenin
kendi ailesinden olması hâlinde tazminat gerekmez.
Bir çoban, sığır
sürüsünü bırakıp evine gider ve onları koruması için karısını yollar, gece de
bir sığır kaybolur ve nereye gittiği bilinmezse, bu çoban onu tazmin eder.
Hızânetü'I-Möftîn'de de böyledir.
Bir adam, çarşı için,
bir bekçi icarlarsa, ona vermek için, çarşı (sokak) sakinlerinden, ücret alması
helâl olur. Onların reisleri olduğu için, onların namına yaptığı akid her
nekadar hoşlarına gitmese bile geçerli olur. Zahîriyye'de de böyledir.
(değişik mes'eleler hakkındadır.) [54]
Nevazil'de şöyle
zikredilmiştir:
Bir adam, kılıcını,
cilalatmak için cilacıya verdiğinde, onun kınımda verir ve bu kın çalınırsa,
tazminat gerekmez. Muhıyt'te de böyledir.
Ceddim olan
Biirhânü'd-Dîn, Fevâid isimli
kitabında şöyle buyurmuştur:
Bir adam, mücellide,
ciltlemesi için mushaf verir; o da onunla birlikte sefere çıkar ve hırsızlar
mushafı alırlarsa, tazminat gerekir mi?
—Evet, gerekir.
Amcam Nizâmü'd-DînMe: ' 'Mûtemed
olduğu için ödemez.'' buyurmuştur.
Fıkhın zahiri hükmüne
göre, kendisine emânet bırakılan bir şahıs, o emânetle birlikte yolculuğa çıkar
ve emânet olan şey zayi olursa, tazminat gerekmez.
"Ücretle konulan
emânet tazmin edelir." denilmez. Çünkü, ücret, korumak için değildir..
Ancak Hasan'm fıkhına
işaretle buyurmuş ki: Tazminat gerekir. Çünkü emânetler ücretsiz olursa,
tazminat gerekmez. Zira emânet için mekân ta'ymi yapılmamıştır.
Şayet emânet ücretli
olursa, tazminat gerekir. Sebebi ise: Onu muhafaza için, o mekân tayin
edilmiştir. Hıfzı söylenilince de maksud icâ-redir. îcârede ise, tayini mekân
vardır. İşte bunun için tazminat gerekir. Füsûlü'l-İmâdiyye'de de böyledir.
Bir adam, kuyumcuya
süslemesi ve bilezik yapılması için altın verir, o da tezhibi bilmeyip bir
başkasına verir ve bu altını çalarlarsa, —önceki adamın, asıl sahibinin emri
olmadan, ikinci adama vermiş olması; onun da birinci adamın ücretlisi veya
talebesi olmaması hâlinde— altın sahibi muhayyerdir. Onlardan hangisini
isterse, onu tazmin ettirir.
İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre, öncekine ödetir.
Şayet ikinci adam,
"bilezik yaptıktan sonra çalındı." derse; tazmin eylemez; .yaparken
elinde, çalınirsa o takdirde tazminatta bulunur. Kübra'da da böyledir.
Elbise temizlikçisi,
terzi, dokumacı gibi müşterek ecîre verilirse, bunun hilafınadır. Şayet, bir
adam, bir köleyi veya hayvanı icara verir; müste'cir de ondan fariğ olursa, onu
sahibine teslim etmesi gerekir. Mu-hıyt'te de böyledir.
Yetimin müşterek
ecîri, o yetimin malından bir şey zayi ederse, İmâmeyn'e göre, onu tazmin eder.
Bu, mal, evin haricinde olduğu zaman böyledir. Şayet evin içinde zayi ederse
(hırsızın çalması gibi...) esahh olan kavle göre, onu tazmin eylemez.
Hızânetü'l-Müftin'de de böyledir.
Köle ve câriye alıp
satan bir müşterek ecîr, bir cariyeyi veya bir köleyi —kendi sun'u olmadan
—zayi ederse, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre tazminat gerekmez.
Keza, müşterek ecir
olan dellala, bir elbise vererek "onu, birisine gösterip satmasını"
söyler; dellal da, o elbiseyi alıp götürür ve o işi yapamaz, elbise de zayi
olursa; dellala tazminat gerekmez.
Şayet deîlalın yanında
bir elbise olur, bir adam da: "Bu benimdir; çalınmıştı." der; dellal
da, onu kendisine verene geri verirse, dellala tazminat gerekrnez. Zehıyre'de
de böyledir.
Bir adam, bir
boyacıya, boyaması için ibrişim verir ve renginide tarif ettikten sonra
"ibrişimimi boyama. Bana geri ver." der. O da vermez, sonra bu
ibrişim zayi olursa, boyacı onu ödemez. Hizânetü'l-Müftin"de de böyledir.
Bir sürmeci, birinin
gözüne ilaç sürer ve gözün görmesi kaybolursa, tazminat gerekmez.
Sünnetçi de böyledir.
Yalnız hata ederse, o müstesna... (Yani tazminatta bulunur.)
Şayet iki kişi
"bu ehil değil." derlerse tazminat gerekir. Eğer ıkı kişi "bu
ehildir." derlerse ona tazminat gerekmez. Eğer sürmescı tarafından bir
kişi "ehildir." der; diğer taraftanda iki kişi "ehil
değildir." derlerse, bu cinayette tazminat gerekir.
Mecmûa'n-NevâziTde
şöyle zikredilmiştir:
En dorusunu bilen
Allahu Teâlâ'dır. [55]
Bir adam, diğerini
belirli bir evi, belirli bir bedelle karlamaya vekil tayın eder; o da öyle
yaparsa; icara veren şahıs, icarını vekilden ister, vekil de müvekkilden ister.
Şayet evini icara
veren şahıs, vekilden icar istemez ve ona bağışlarsa, bu bağış sahih olur.
Vekil müvekkiline müracaat ederek, icâre ücretini alabilir- Zehıyre'de de
böyledir.
Vekil, fâsid icâreyi
ödemez. Müste'cirin, ecr-i misil ödemesi gerekir. Fesh sırasında, uzun. süreli
icarenin malını vekil isteyebilir. Hulâ-sa'da da böyledir.
İcâreye vekil olan
zat, müste'cir için, müste'cirden bir ev icarlarsa, bu caiz olmaz. Çünkü icâre
veren de, icarlayan da aynısıdır.
"Önce fetva verilmişti;
sonradan ondan dönüldü." denilmiştir. Fetva caiz olması üzerinedir.
Cevâhiru'l-Ahlâtî'de de böyledir.
Vekil olunan şahıs,
icarlayan ile birlikte, icâreyi feshetseler, müs-te'cir, vekile, icâre mah için
müracaatta bulunabilir mi? Kâdî İmâm Bedm'd-dîn: "Hayır; çünkü, fesh, onun
hakkında zahir olmadı." demiştir.
Yetîme'de şöyle
zikredilmiştir: Alı bin Ahmed'den sonuldu:
—Bir adam,
müvekkilinin bir arazisini, birine icara verir; mal sahibi de bunu duyunca, bu
icare akdini bozarsa, ne olur?
İmâm:
—"Bu akid caiz
olmaz." demiştir. Yine soruldu:
—"Bir müddet
sonra olsa .yine mi caiz olmaz?
İmâm şöyle buyurdu.
—Karşı taraf
reddederse, sonrada olsa caiz olmaz. "Bu cevap, bu sualin cevabı değildir.
Bizim indimizde, akid reddedilir." denilmiştir. Tatarhâniyye'de de
böyledir.
İsti'çare vekil olan
zata, "belirli bir evi, on dirheme icarlaması" söylendiği hâlde, bu
vekil, onu onbeş dirheme icarlar ve: "On dirheme icarladım." derse;
âmir de vekil de, ev sahibine icar ödemez.
Bu mes'ele, bu
icarenin akdinin doğru olmadığının delilidir. Zahîriyye'de de böyledir. [56]
Buhara'da insanların
yaptığı gibi, uzun süreli icâre (gerçekten onlar, ardı ardına otuz yıl, —her
senenin son üç günü hâriç olmak üzere arazi icarlıyorlar) eğer, bu durumda
seneler noksan olursa, icârenin cevazında ihtilaf vardır.
İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.): "Caiz değil." demiştir. Zira icâre fâsiddir.
Buharahlara göre ise
caizdir.
Sahih olan da budur.
Bu icârede muhayyerlik
şartı yoktur. Her senenin son üç günü icâ-reden müstesna edilmiştir. O günler
icâreye dahil olmaz. Müstesna kılınan günlerde icâre sabit olmaz. Serahâ'nin
Muhıyfı'de de böyledir.
Bu icârenin caiz
olduğu görüşünde olan âlimler bu akdin, bir akid mi, muhtelif akidler mi
olduğundl ihtilafa düştüler.
Bazılar: "Bunun
muhtelif akidlerden meydana gelmiş olduğuna itibar olunur." dediler.
Akdi vahidde üç günden
fazla muhayyerlik olmaz.
İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre, bu akid de fâsiddir. Bazı âlimler de: "Akd-i vahide itibar
yoktur." dediler.
Eğer ona itabar
edersek, önceki akid icâreye muzaf olur. Peşin ücrete mâlik olunmaz. Ücrete
sahip olmak için, bu icârede şart ve garaz da yoktur.
Burda, muhalefetin
faydası görülüyor.
Bir yetimin arazisi
otuz senelik icara verilip, birinci ve ikinci senelerin ücreti de ecr-i
misilden az; son senenin ücreti ise, ecr-i misilden çok; bu yetimin icâresinde
üçüncü senede ecr-i misilden çok olsa; önceki sene ile ikinci senenin icâresi
fâsid olur. Bu, akdi vahid diyenlere göre böyledir. Ayrı ayrı akidler
birbirini tecavüz etmez. Hızânetü'l— Müftîn'de de böyledir.
Sadra'1-İmâmü'l-Ecell
eş-Şehîd şöyle demiştir: Bana göre sahih olan, diğer hükümlerde olduğu gibi,
akidlerin bulunduğuna itibar etmektir. Peşin ücretlerde, akd-i vahide veya
peşinlii şart koşmaya itibar edilir.
Kendisi küçük olan
birinin evini, icare vermekde çâre şudur: Ücret senenin sonuna bırakılır. Ondan
önceki senede ecr-i misle veya daha fazlaya itibar edilir. En sonunda da
küçük, mukaddem senelerin ecrinden vaz geçer. Bu icraat, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)
ve İmâm Muhammed (R.A.)'ye göre sahihdir.
İmâm Ebû Yûsuf, buna
muhalefet etmiştir.
Şayet, on senelik
icar, —aldamlmış olmayacak kadar— ecr-i misilden fazla olursa; işte bu icâre
câk olur.
Akar ve arsada uzun
süreli icârenin caiz olduğu gibi; hayvanjat ve köle gibi bizatihi kendisiyle
menfaat temin edilecek her şeyde, caiz olur. Tatarhâniyye'de de böyledir.
FadR'nin Fetvâlan'nda
şöyle zikredilmiştir:
Uzun süreli icâre,
sabinin (= küçük çocuğun) mülkünde caiz değildir. Hulâsa'da da böyledir.
İmâm Muhammed (R.A.)
şöyle buyurmuştur:
İki kişi bir adamın
evini, on seneliğine icara verirler; müste'cir de, kendini çıkaracaklarından
korkup, bu hususta işini sağlama bağlamak (vesikalandırmak) isterse; (buna
çâre:) önce bütün aylarının evvelini bir dirheme icarlar, sonraki ayları ona
kıyaslar, en son senenin icarı ne kadar büyürse, o evden artık çıkaramaz.
Bundan dolayı Buhara'da, uzun süreli icârelerde, önceki senelerde az miktarla
icarlıyorlar, seneler geçtikçe onu büyütüyorlar. Muhıyt'te de böyledir.
Velvâliciyye'de şöyle
zikredilmiştir: Bir kimse, diğerine: "Ben, şu evi sana, yirmi seneliğine
icâre verdim. Her senenin üç günü hariç." derse, işte bu icare caiz olur.
Şayet "her
senenin üç günü muhayyerdir." derse, bu icâre caiz olmaz. Bu İmâm Ebû
Hanîfe (R.A.)'ye göre böyledir. Tatarhâniyye'de böyledir.
Uzun süreli icârede,
"her senenin son günlerinin icaresi fâsiddir." denilse, son altı ayı
fesada gider.
Bu, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre böyledir. İmâmeyn'e göre, önceki ve sonraki aya itibar edilir.
Geri kalan aylar ehlinindir. îmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre e§er senede
günlere itibar edilir ve onlardan her senenin sonları bilinmezse, buna çâre:
Müste'cirin izni olmadan, icara veren şahıs evini müste'cire satar; böylece
fesh günleri gelince onlar fesholur. İkinci çâre: Feshi izafe eder. Bazı
âlimler İmâmeyn'in görüşüyle fetva verdiler. Hulâsa'da da böyledir.
Bir adam, arazisini,
ziraat yapılmak üzere ve tohumu ekene âit olmak şartıyle, icara verdikten
sonra, arazisini icara veren bu zat, ziraatçının haberi olmadan, orayı uzun
süreli icara verirse, işte bu caiz olmaz.
Çünkü, mezrûatda, eğer
tohum icarlayanın olursa, o yeri İcarla-mış olur. Sanki onu icara veren gibi
bir duruma düşer.
Sonrada onu başkasına
icara verirse, işte bu ikinci icar caiz olmaz.
Şayet buna birinci
icarcı razı olursa, önceki icâreyi fesheder. Bu durumda ikinci icâre geçerli
olur.
Bu, şunun hilafınadır:
İcara verdikten sonra bir icara daha verir ve önceki buna razı olur ve önceki
adam onu teslim almış bulunursa, bu durumda o, onun icâresi olur.
Bu, müzrûatda olduğu
zaman, önceki zat aldıktan sonra da olsa, bu ziraatçıya göre geçerli değildir.
Çünkü, müzâraada icâre ile birlikte onun maksure mi, memdûde mi olduğunda
ihtilaf vardır. Öncekine karşı, ikinciye caiz olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir.
Bir adam, diğerine:
"Evini uzun süreli bana icara ver." der; diğeri de:
"Verdim." karşılığını verir ve ev sahibi, kâtibe "bir senet
yazmasını" söyler; o da bir senet yazar ve aralarında başka bir şey olmaz,
müste'cir icâre bedelini mal sahibine verirse; bu icâre, aralarında bir icâre
olmaz. Müste'cirinde —evde oturması için, eğer o ev gelir getirmek için
hazırlanmış ise— icara vermesi gerekmez. Hızânetü'l-Müftin'de-de böyledir.
Bir adam, vakıf bir
yeri, mütevelliden uzun süreli olarak icarladığında, şayet vakfeden şahıs, bir
seneden fazlaya vakfetmişse, bu icâre caiz olur. bunda, bir vebal yoktur.
Eğer şart, bir seneden
fazla olmamaksa vâkıfın şartına riâyet edili-rek, icârenin bir yıldan fazla
olmamasına fetva verilir.
Ancak, icâre müddeti,
fukaranın menfaati için bir seneden fazla olması gerekiyorsa, işte o takdirde o
yer, bir seneden fazla müddetle icarlanır. Tatarhâniyye'de de böyledir.
Şayet vakfeden zat,
bir şart koşmamışsa, âlimlerimizden ekserisinin şöyle dedikleri
nakledilmiştir: Bir seneden fazla icarlanamaz.
Fakıyh Ebû Ca'fer:
"Ben, üç seneye kadar caiz görürüm; fazlasını caiz göremem."
demiştir.
Sadra'ş-Şehîd
Hüsâmü'd-dîn de: "Biz, üç seneye kadar fetva veririz. Ancak caiz
olmamasına dâir maslahat olursa; o takdirde, fetva vermeyiz. Ancak bir
seneliğine fetva veririz" demiştir. Sonra, vakıf bu durumda icarlamrsa,
caiz olur ve icarına ruhsat olur. İcâre feshedilmez.
Eğer ecr-i mislinden
fazla olursa, bir müddet geçtikten sonra, akid yine de bozulmaz. Semerkant
Fetvâlan'nda böyle zikredilmiştir.
Tahâvi Şerhi'de ise:
"Akid bozulur; icâre yenilenir." denilmiştir. Şayet artım varsa, fesh
zamanında, geçmiş zamanın ücreti söylenir.
Eğer yer aynı kıymette
ise ekili olması hâlinde hasad vakti gelene kadar icâreyi feshetmek caiz olmaz.
Artış varsa onu söylemek
gerekir. O fazlalık, senenin sonundan itibaren uygulanır.
Şayet artış herkesçe
tanınıyorsa, böyledir; dğilse, ecr-i misil alınır.
Tahâvî, bu mes'eleyi,
MüzâraaKitabın'da zikretmiştir. Fakat, Emlak Ki-tabı'nda "Akid fesh
edilmez; ecr-i misle ruhsat vardır. Bu, bi'1-ittifak böyledir." demiştir.
Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, babasının,
tenasül ettikçe —ebediyen evladlarına vak-vetmiş bulunduğu, evini, icâre
verirse, işte— bu adamın icâresi uzun süreli icâre olur. Bu durumda, müste'cir,
icara verenin emriyle, o yere harcama yapabilir. Şayet icara verenin,
vakfetmeye velayeti yoksa ve eğer mütevelli değilse, o takdirde bu mucir (-
icara veren) gâsıp olur. Ve müste'cir, ecr-i müsammayı öder. Onu tasadduk
eder. Müste'cir o yere yaptığı masrafı, ondan' çla, başkasmdanda alamaz. Çünkü,
o tatavvu olur.
Şayet icara veren
şahıs, mütevelli ise, müste'cir ecr-i müsemmâyı (bu ecr-i misil kadar ve daha
fazla ise) öder. Ve bu takdirde, müste'cir vakfın gelirinden, imaretine harcama
yapar ve onu da mütevelliden alır. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.
Bir adam, vakıf
arazisini, diğer bir adama yüz seneliğine icara verir ve buna da bir takım
müslümanlar şahit olurlarsa, hâkim, bu icâ-renin sıhhatine hükmeder.
Hâkim icârenin
sıhhatine hükmedince, icarlayan şahsın ölümü île, bu icâre —akdi, her ikisi de
ikrar ettikten sonra— feshedilmiş olmaz.
Eğer akid gayr-i
muayyen yapılmış ise, mal helâl olur. İşte bu, sahih olarak rivayet edilmiştir
ve bunda ihtilaf yoktur. Cevâhirii'l-Fetâvâ'da da böyledir.
Bir adam, diğerinden,
bir sene müddetle, bir yer veya bir ev icâr-ladıktan sonra, onu icara veren
şahıs, bir başkasına daha uzun süreli ve yazılı anlaşma yaparak icara verirse,
şüphesiz ikinci icâre caiz olmaz. Bu durumda birinci de caiz olmaz.
Bunlardan başka bir
icare, akd-i vahid ile caiz olur mu? İmâm şöyle buyurmuştur: Bu afcidler caiz
olmaz. "Ayrı ayrı olursa caiz olur." diyenler de olmuştur. Mnhıyt'te
de böyledir.
Bir adam, diğerinden
uzun süreli bir bağ icarlayıp, onu teslim alır ve başkasına seneliğine her
aylığı belirli bir ücretle icara verir; ikinci müste'cir de ağaçları soğuk
vurduğunu görür; icara veren ise, onu görmezse, onu geri verir ve icara vereni
getirerek, durumu gösterip icarı fesheder. Verdiği ücreti de geri ister. Eğer
kendi rızası ile, bir iş yapmazsa böyledir.
Şayet, görerek
icarladı ise, o takdirde reddedemez ve "verdiğini de geri alamaz. Hiç bir
iş yapmasa da bu böyledir. Bir kimse, bir evi veya bahçeyi görme muhayyerliği
veya kusuru varsa geri verme muhayyerliği ile icarlar; icara veren şahıs hazır
bulunmadığı için de, geri verme imkânı olmazsa, icara veren gelince, gen
verir. O evde veya o yerde bir iş yapmamışsa, icar gerekmez. Muhıyt'te de
böyledir.
İcara veren şahıs,
uzun süreli icara verir; müste'cirde ona satar ve sonra da muhayyerlik müddeti
gelirse, onun satması geçerli olur mu?
Burda iki rivayet
vardır: Sahih olanı geçerli olmasıdır.
Meselâ: İcâreyi
izâfeli verir; sonra da izafe zamanı gelmeden satar; daha sonra da muhayyerlik
müddeti gelirse, Şeyhu'I-İmâm Zahim'd-dîn: "Bana göre satışıcâiz
olmaz" demiştir. Zahirü'r-rivâyeye göre ise, caiz olur. Fetâvâyi
Kâdîhân'da da böyledir,
Bir adam, evini, uzun
süreli olarak, beş dirheme icara verir; icara alan da onu teslim aldıktan
sonra, müste'cirin haberi olmadan ev sahibi, onu beş dinara satıp parasamda
alır ve kendisi de ölür. O evde, başka da malı olmazsa, müste'cir o eve daha
haklıdır; icâre müddeti gelene kadar- evi elinde tutar.
Onun ölümüyle, icâre
bâtıl olmuş ve ev, müşterinin elinde kalmıştır. Fakat o muhayyerdir. İsterse
icârcının icar bedelini verip evi alır; isterse, evi onda bırakıp, icarını
kendisi alır.
Şayet onu satmaya izin
verir ve icâre malı on dirhem; müste'cirin hissesi de beş dirhem ise, müste'cir
o beş dirhemi de vererek evi kendisi alabilir; onun habs velayeti vardır.
Kadı Bedîü'd-dîn böyle
buyurmuştur. Gınye'de de böyledir.
Fetâyâyi Suğrl'da
şöyle zikredilmiştir:
Bir adam, bir evi,
uzun süreli olarak yüz dinara icarlar bu evin kıymeti de, elli dinar olur.
icara veren de ölür ve onun ölümüyle icâre fesh olur; ölenin ondan başka da hiç
bir malı bulunmaz ve sonra da icara veren zatın vârisleri, önceki murisin
yaptığı gibi, ayni adama yüz dinara icara verirler, bilâhare de vârisler
arasında, bu icareyi icârcı ile birlikte feshedenler olursa, bu durumda
müste'cir, o yüz dinar için vârislere müracaat edemez. Ancak, o evin kıymeti
olan elli dinarı isteyebilir. Yüz dinar isteyemez. Zehıyre'de de böyledir.
Fetâvâyi Suğrâ'da
şöyle zikredilmiştir:
Bir adam, diğerinden,
uzun süreli bir ev icarladıktan sonra, o evi, kendisi de bir başkasına, uzun
süreli icara verirse, bu caiz olmaz. Birinci icâre fesholsa, bu icâre akdi
yine de cevaza dönüşmez. Uygun olan kavle göre, bu mes'elede iki rivayet
vardır. Çünkü uzun süreli icârede, bazen ma'kûdün aleyh (= üzerinde akid
yapılan şey) feshin sıhhatine sahibtir. Vakti gelmeden önce, ikinci icâre,
(satış gibi...) birinciyi fesheder. Bu mes'elede, iki rivayet vardır.
Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, uzun süreli
olarak bir ev icara tuttuktan sanra icara veren şahıs, bu icâreyi müste'cirin
rızası ile nakzeder (= bozar), sonra da, o evin binasını yenilerse, önceki
icâre, aslı üzerine ba'ki kalır. Zahî-riyye'de de böyledir.
Bir adam, başka
birinden uzun süreli bir yer icarlar ve müstesna gününü de belli etmez, her ay
için, on gün, onbir gün, oniki gün gibi birşey söylemez; ikinci icârede ise,
açıkça istisna yapılırsa, bu hususta Hâkim eş-Şehîd es-Semerkandî Kitâb-ı
Şurutu'nda şöyle buyurmuştur: Bu, ikinci icârede ayrı ayrı yazılmış ise, onun
olur. Fakat öncekinde yazılmış olursa, onun olur. Veya, ikinci akde senedin
arkasına "belirli günler müstesnadır." diye yazılması kifayet eder.
Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, uzun süreli
olarak, bir şeyi borç olan dinarlara karşılık icarlayıp, o dinarların yerine
de dirhemler verir; sonra da akdi bozarlar ve icara veren şahıs, dirhemleri
değil de dinarları isterse, akid fâ-sid olsun, olmasın mes'ele hâli üzeredir;
icâre verenin dirhemleri vermesi istenilir. Zehıyre'de de böyledir.
Uzun süreli icarlayan
kimse, icarladığı yere üzüm bağı yapmak veya ağaç dikmek isterse; icara veren
şahıs, onu men eder. Çünkü, o anda, onun tasarrufunda değildir.
Şayet daha önceden
dikilmiş ağaç bulunur ve icara veren onu sökmek veya dallarını kesmek isterse,
müste'cir onu men edemez. Çünkü itibar satışadır. İcar.layanın ağaçta hakkı
yoktur.
Şayet icarlayan kimse,
kesmek isterse, onun da hakkı yoktur, çünkü orayı satın almamıştır.
Şayet müste'cir onu
itlaf ederse, bedelini tazmin eder. Çünkü icar-layanın onu satın alması
zürüridir.
Eğer müste'cir icâresi
müddetinde, arazinin içindeki ağaçları itlaf etmek isterse, bu durumda
müste'cir muhayyerdir. Çünkü onlar, bir kusurdur. Yani gölgesinde ekin bitmez.
İsterse, müste'cir icâreyi fesheder.' Şayet, ağaçları satın alırsa bu-durumda
serbesttir. İster keser, ister söker. Muhıyt Sahibi Rurhânü'd-dîn ve Kâdî
Bedîû'd-dîn şöyle buyurmuşlardır:
İcara veren
muhayyerdir: İsterse, icâreyi fesheder; isterse, müste'cirin ağaçlan kesmesine
rıza gösterir ve tazminat yaptırmaz.
Bir adam, uzun süreli
bir bağ icarladıktan sonra, onu muameleli olarak bir başkasına icara verir ve
ağaçlarıda satın almış olursa, muamele caiz olur; değilse olmaz. Kerderî'nin
Vecîzi'nde de böyledir.
Bir adam, görmeden,
bir bağ icarlar; bağ sahibi de içindeki ağaçları icardan önce satmış olursa;
icâre sahih olur ve müste'cir muhayyer kalır: Şayet bağda tasarrufa başlarsa,
rivayet muhayyerliği kalkmış olur.
Ancak, bu bağın
üzümünden biraz yerse, rü'yet muhayyerliği kalkmış sayılmaz.
Hızâneiü'l-Müftin'de de böyİedir.
Uzun süreli icâreye
veren bir kimse, üzerinde borç bulunarak ölürse, müste'cir icarladığı bağın
üzümüne, diğer alacaklılardan daha çok hak sahibi olur. (Rehin alan gibi...)
Fetâvâyi Kâdî hân1 da da böyledir.
Uzun süreli icâre, her
hangi bir sebebden dolayı faside olursa; müste'cirin, müsemmayı geçmemek üzere
ecr-i misil ödemesi gerekir. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.
Müste'cir, icâre fesh
olunmadan önce, uzun süreli icâreden icara veren şahsa bağışta bulunursa, bu
sahih olmaz. Çünkü o, icara yerenin mülküdür. Öyle yapmakla da icara verinin
mülkünü, yine icara verene bağışlamış olur ki; bunun bir manası yoktur.
Suğrâ'da da böyledir.
Bir adam, gemi yapan
birini, tahtadan bir gemi yapmak üzere, eni oniki arşın, olmak üzere, muayyen
bir ücretle icarlar; gemici de: "Senin bu tahtaların elverişli
değildir" İzin ver de tahtaları ben hazırlayayım." der; o da izin
verir ve gemici onüç arşın eminde bir gemi yaparsa, o fazlalık için yaptığı
masrafı alır. Gınye'de de böyledir.
Uzun süreli icâre
yapan bir şahıs, o şeyi başka birisine icara verir veya bir yeri, ekmesi için
—tohumu ekici tarafından olmak üzere— birine verir; sonrada önceki müste'cir
kendisine icara verenle, icâreyi feshederse, ikinci icâre ve o ekilen ekin
fesholur mu?
Burda, âlimler ihtilaf
eylediler. Sahih olan görüş, icârenin fesh olmasıdır.
İki akdin bozulma
süresi ister aynı günlerde olsun, isterse başka başka günlerde olsun farketmez.
Şöyleki: Birinci
icârede, muhayyerlik müddeti üç gün; ikincide seksen gün.olsa, yine değişmez.
Felâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
En doğrusunu bilen
Allahu Teâlâ'dır. [57]
Diğer asırlarda olduğu
gibi, halkın bilgisi ve teamülüne göre, sanat istihsânen caizdir. Serahâ'nin
Muhıyü'de de böyledir.
Yapılan şey, bir ayn
olur; amel de sanatkârdan olursa, o şey sanatkarındır.
Fakat ayn yaptırandan
olur, —yapandan olmaz— ise, bu durumda sanatkar ücretli ve yaptığı şey de
yaptıranın olur. Muhiyt'te de böyledir.
Hâher-Zâde Tecnîs'de
şöyle demiştir:
îstisnâ demek: Bir
şeyi satın alıp, onu yaparak satmak demektir.
Meselâ: Deriyi satın
alıp, şataftı adam san'atkara adedini ve vasfını belirterek mest yapmasını
söyler; o da yaparsa, işte bu istihsânen caizdir.
Keza, yapılması an'ane
ve âdet olan her şeyi yapmak caizdir.
Şöyle ki: Camdan,
bakırdan, tahtadan kap yapmak ve benzerleri gibi... Kalensüve (= üzerine sarık
sarılarak başa giyilen fes, külah) ve benzeri gibi şeyleri yapıp satmak; icarla
yapmak, caizdir sıfatı ve miktarı belli edilirse caizdir. Tatarhâniyye'de de
böyledir.
Yapılan şeyi satmak
sahihtir. Yaptıran şahıs gördüğü zaman muhayyerdir: İsterse, alır; isterse
almaz. Fakat yapıcı muhayyer değildir. İmâm Ebû Yûsuf (R.A.), önce böyle
söylemiştir. Fetva da bunun üzerinedir. Hulâsa'da da böyledir.
Bundan sonra, yaptıran
zat razı olursa, yapıcının tekrar yapması gerekmez.
Yaptıran şahsın rızası
ile., yapan sanatkâr, yaptığı şeyi satabilir. Tehzîb'de de böyledir.
İmâm Muhammed (R.A.)
şöyle buyurmuştur:
Bir adam, bir
dokumacıdan bez yapmasını isteyerek, onun "enini, boyunu, cinsini,
inceliğini" söyler ve bu bezin ipliği de dokumacıdan olacak olur; o da onu
öylece dokursa, kıyâs, bunun caiz olmasıdır.
Fakat istihsânda, bu
caiz değildir.
Eğer, bez dokutacak
şahıs zaman da tayin ederse, bu selem olur.
Bu mes'ele, kitab'da
icârât bahsinde, hilafsız olarak yazılmıştır.
Şeyhü'I-İslâm'ın
Kitabü'1-Büyû Şerhı'nde ise: "Müddet tâyini; teamül ve âdetse, o beldede
böyle iş yapmak selem olur." buyurmuştur.
İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'nın kavli budur.
İmâmeyn'e göre ise, bu
—teamül olmayan yerde— selem olmaz.
Eğer, müddet
söylenmişse, bi'1-icma selem olur.
Kudûrî'de şöyle
denilmiştir:
Eğer müddet
söylenmişse, işte bu selem menzilesindedir. Bedelini, o mecliste almak gerekir.
İki taraf için de muhayyerlik olmaz.
Bu, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre böyledir. İmâmeyn'e göre insanlar içinde teamül (= âdet) yoksa,
selem olmaz. Zehîyre'de de böyledir.
Bir adam, diğerine iki
batman ibrişim verip, ona: "İki batman da kendisinden ilâve ederek,
dokumasını" söyler ve dokuma ücretini de kaldırıp, "kârına, yarı
yarıya ortak" olurlarsa; eğer dokumacının o ibrişimleri birbirine katmayıp,
her birini ayrı ayrı dokumuş olması hâlinde ecr-i mislini alır. Diğeri
kendisine aittir.
Eğer ibrişimleri
birbirine katarak dokudu ise, şart koşulduğu gibi yarı yarıya ortak olurlar. Ve
bu durumda ayrıca ecr-i misil gerekmez. Çünkü, müşterek iş yapılmıştır.
Cevâhirü'I-Ahlâtî'de de böyledir.
Bir adam, ipliğini
dokumacıya teslim ederek, "onu dokumasını" söyler ve bir rıtıl iplik
de kendisinden katmasını isteyerek, ona: "İpliğinden bana bir rıtıl da
borç ver. Ben, sana aynısını öderim." deyip, belirli bir vasfı, belirli
bir ücretle dokumasını emrederse, bu istihsânen caizdir. Her ne kadar, bu
icârede borç etmek varsa da, bu bir zarar vermez.
Şayet:
"İpliğinden yüz otuz dirhem kat; ipliğini vermek şartıyle." demiş
olsa; yine caiz olur; o kadar iplik borçlanır. "İpliğinden kat."
deyince, iplikci sussa vine caizdir; ilâve ettiği borç olur.
İcârede şart olmazsa,
bu icâre, hem kiyâsen/hem de istihsânen caiz olur.
Şayet şartlı olursa,
elbise sahibi ile dokumacı arasında ihtilaf çıkar: tş yapılıp bittikten sonra,
elbise sahibi: "Sen, ilâve yapmadın." der; dokumacı da "Hayır,
yaptım." der ve bu elbiseyi, sahibi, satarken zayi ederse; ağırlığı belli
olması hâlinde, elbise sahibinin —yeminle birlikte— geçerli olur. Bunu bildiği
için, dokumacı ilâve yapmamıştır. Beyyine getirmek de dokumacıya aittir.
Şayet elbise sahibi
yeminden kaçınırsa, dokumacının iddiası sabit olur. Onun bedelini elbise sahibi
öder.
Eğer elbise sahibi
yemin ederse, tazminattan berî olur. Eğer elbise mevcut ise, durumun ne olacağı
ileride söylenecektir. Şayet, elbise sahibi, dokumacıya: "İpliğinden kat;
ben onun ve emeğinin ücretini veririm. Şu kadar dirhem." demişse, bu
kıyâsen caiz değildir; istihsânen caizdir.
Caiz olduğu zaman, iş
bittikten sonra, ihtilaf çıkar ve elbise sahibi: "Sen, hiç ilâve
yapmamışsın."?der; dokumacı da: "Bana dediğin kadarını ilâve
ettim." der; elbisede zayi olmuş bulunursa, elbise sahibinin yeminle
söylediği söz geçerli olur.
Yemin edemez ise,
dokumacının ilâve yaptığı tasdik edilir ve o, dokuma ücreti ve ipliğinin
bedeli ne ise, onun tamamım alır. Eğer elbiseci yemin ederse, ziyâde sabit
olmaz. İmâm Muhammed (R.A.) şöyle buyurmuştur; Ondan iplik bedeli düşülür ve
elbise dokuma ücreti alınır. Bunun taksimi ise, ecr-i misline göredir. Bunu
nasıl bilir?
İpliğin kıymeti,
dokumacıya karşı şart koşulur. Çünkü o, ipliğin ve işin bedelini kabul,
eylemiştir. Zira, müste'cir, bir batman iplik verdi; yarım batman da iplik
satın aldı ise, onun bedelini verir.
Meselâ: Müsemmâ, hem
ipliğin, hem de dokumanın kerşıhğı olarak üç dirhem; ipliğin kıymeti de, bir
dirhem ise; ecr-i misil olarak, ona, dokumadan dolayı iki dirhem verilmesi
emredilir. İplik bedeli olan bir dirhem çıkarılır.
Şayet dokumacı, kendi
ipliğini katmadı ise, onun hissesi nasıl bilinir?
Bu hususta âlimler
ihtilaf eylediler: Bazıları: "Tartı itibariyle tanınır. Eğer elbise
sahibi, dokumacıya bir batman iplik verdi ve ona: "Yarım batman iplik de
kendisinin katmasını" söyledi; o da katmadı ise, iplik bedeli olandan
sonra, dokuma ücretinin üçte biri müsemmâdan tar-hedilir." demişlerdir.
Bazı âlimler ise:
"eğer dokumacı kusuruna rıza gösterirse, ecr-i mislini alır. Böyle
ihtilaflı hallerde yemin, mal sahibine, beyyine ise san'at-kara aittir."
demişlerdir. Muhıyt'de te böyledir.
Bir adam, diğerine
susam verip: "Buna benefsec kat; sana bir dirhem ücret vardır."
derse, bu fâsid olur. Çünkü, benefsecin miktarı belli değildir. Az olur; çok
olur.
Şayet benefsecin
miktarı ma'lum olursa; Buhara âlimleri; "Caiz olur." buyurmuşlardır.
Ma'ruf, meşrut
gibidir.
Şu, bunun hilâfınadır:
Bir adam, boyacıya bir elbise verip: "Bunu boya." derse, her ne kadar
boyanın (usfurun) miktarını söylemese bile, bu caiz olur. Serahsî'nin
Muhıytı'nde de böyledir.
Bir adam, demirciye
demir vererek, ondan belirli bir şey yapmasını ister; ücretini de söyler;
demirci ise, demiri veren şahsa söylediği o şeyi yapıp getirirse, bu durumda, o
demir sahibi için muhayyerlik yoktur; geleni kabul mecburiyetindedir.
Şayet söylediğinin
hilafını yapmışsa, o takdirde demirci demirin kıymetini tazmin eder. Yaptığı
kendinin olur.
Demir sahibi —demirci,
onun vasfeylediğine muhalefet etmiş ise— muhayyer olur.
Şöyle ki: Demiri
veren, demirciye: "Bir.marangoz keseri yap." der; demirci de odun
keseri yaparsa; demirin sahibi muhayyerdir; Dilerse, demiri kadar demir ödetip
ö keseri demirciye bırakır ve ona ücret ödemez; dilerse, o keseri alır ve onun
ecr-i mislini verir.
Şayet muhalefet
vasıfda değil de, cinsde olursa (meselâ: Demir sahibi, dethiri, demirciye
verir ve ona "bir keser yapmasını' söyler; demirci de ona bir balyoz
yaparsa) adamın demirini öder. Bu durumda, demirciye muhayyerlik yoktur.
Keza, bir san'atkâr,
teslim edilen şeyden belirli bir şey
yapması söylendiği hâlde, ona muhalefet eder ve cinsinde değişiklik yaparsa,
onu muhakkak tazmin eder.
Vasfında değişiklik
yaparsa, mal sahibi muhayyerdir. Hüküm budur. Tamirciye deri veripde "mest
yap" demesi ve benzerleri gibi... Hizânetü'l-MüftîiTde de böyledir.
Bir saraca, eğer
malzemelerinin bir kısmı verilerek ona, "bir eğer yapması" söylenir,
verilen o aletlerle eğerin yapımının tamam olması için başka malzemeye ihtiyaç
olur; onu da, saraç kendi nefsinden ilâve ederse", hem emeğinin hem de
ilâve ettiği malzemenin bedelini, eğer yaptıran şahıstan alır. Bir topluluk
şöyle demiştir: Bu saracın, yaptığı işin ve malzemesinin kıymeti, otuz dirhem
olur; emreden şahıs da buna rıza gösterirse, bi'1-ittifak bedelini verir. Şayet
hükümet adamları veya başkaları, oraya gelirler ve o eğeri de alırlar ve geri
alma imkanı da olmazsa, eğer yaptıran şahıs, eğerinin l&ymetini, eğer
yapan şahsa tazmin ettirir mi?
Şu cevap verilmiştir:
"Geri ister.
Çünkü, malzeme verildiği hâlde yapılan iş teslim edilmemiştir. Bununla
beraber, bu iş, eğer yapıldıktan ye malzeme bir birine karıştıktan sonra ve
ittifak edip taraflar razı olduktan sonra meydana gelmiş olursa, oluğu gibi
verir. İmâm: "Bu, bidayette satışın caiz olduğu gibidir." demiştir.
Fetâvâyi Nesefi'de de böyledir.
Bir adam, tamirciye
(ayakkabı ve mest diken şahsa) deri verip, onu, "belirlibir ücretle,
belirli vasıflı, belirli miktarda mest yapmasını" söyler; ayakkabıcı da
onun içine, kendiliğinde astar korsa, işte bu, is-tihsânda caiz; kiyâsda caiz
değlidif.
Bu, bir adamın,
terziye kumaş verip, "Bana, palto dik." dediğinde, onun, ona pamuk
astar koyarak dikmesine benzer. İşte, bu caiz değildir.
İmâm Muhammed (R.A.)
cübbe mes'elesini, el - Asi kitabında böylece zikreylemiştir.
Münteka'da İmâm
Muhammed (R.A.)'in şöyle
buyurduğu nakledilmiştir:
Bir adam, terziye,
elbisenin dış kısmını verip ona, "senin tarafından konulacak iç kısmı bana
aittir." derse, işte bu caizdir.
Buna binâen, bir adam,
mest satın alır ve satıcıya: "Bana, kendi tarafından ayakkabı yap.' derse;
bu meselede iki rivayet vardır: Eğer astarım verir ve "Dışım sen kendi
tarafından yap." derse; işte bv fâsid-dir. Bu, bütün rivayetlere göre
böyledir.
Gerçekten tâm Muhammcd
(R.A.) bu şekil tasarruflara sonradan cevaz vermiş ve: "Her ne kadar, deri
sahibi yapılan ayakkabıları görmemiş olsa bile, bu caizdir." demiştir.
Keza, bir kimse
tamirciye "dört parça deriden mest dikmesini" söyler ve deri
parçalarını görmezse, bu da istihsânen caizdir.
Keza, tamircinin yama
yapacağı derileri görmeden, yama yapması caizdir.
İbnü Semâa'nın
Nevâdiri'nde. "ayakkabıların görülmesinin şart olduğu" yazılmıştır.
Keza, "dört
parçadan dikilecek mestler de görülmelidir." denilmiştir.
Yama mes'elesinde, iki
rivayet vardır. Bir rivayete nazaran: Bu şekilde icâre caizdir. Tamirci, şayet
yapacağı işi güzelce yapmışsa, her haliyle iş yaptıran şahsa, rü'yet
muhayyerliği yoktur.
Bu, yapılan işin güzel
yapıldığı takdirde böyledir.
Ancak, sanatkar,
yaptığı işin sıfatını ifsad etmişse, o zaman mal sahibi muhayyerdir: Dilerse,
mestlerin, ayakkabılarını alıp mestleri ona terkederve derilerin kıymetini ona
ödetir; dilerse, mestelri alıp, ücretini verir.
Şayet mestleri
alamazsa, ücret vermez; alırsa ecr-i misil öder.
Ayakkabılara yapılan
fazlalığa karşılık ödeme yapılır ve dikilen ayakkabılara ve yamaların kıymetine
bakıhr; eğer, ayakkabılı kıymeti oniki dirhem olur; ayakkabısız kıymeti on
dirhem olur ve kıymetin iki dirhem fazla olduğunu-bilirse, işte o kıymet
ayakkabının kıymeti olmuş olur. Sonrada ecr-i misle bakılır: Ayakkabısız
yamanın ecri üç dirhem ise, ona iki dirhemi ilâve ederek, artan kıymet beş
dirhem olmuş olur.
Sonra da müsemma'nın
mukabili, beş dirhem veya müsemmadan daha az ise, tamirciye o verilir.
Şayet müsemmâ beş
di-!- nden az ise, (meselâ: Dört dirhem
ise) o takdirde, ona dört dirhem öder; ameldeki ecr-i misle itibar edilmez.
Bu mes'ele ile
yırtılmış bir mesti kendi tarafından bir yama ile belirli bir ücretle
yamatmaya vermenin arasındaki fark nedir?
İstihsânen, mesti
yamatmaya vermek teamüldür; örf ve âdettir Hatta, bu yüzden mest bozulursa,
mest sahibi muhayyer kılınır.
Bu mes'elede olduğu
gibi, onu almayı seçerse, sanatkarın amelinin ecr-i mislini ve ona ilâve
eylediği şeyin kıymetini (müsemmayı geçmemek şartıyle) verir. Bunda ise, ecr-i
misille birlikte, fazla amelin ücretini verir. Ayakkasının kıymetini ödemesi
icâbetmez. Astarın kiymetini-de ödemesi gerekmez.
Mestçinin —yamasından
başka— iki yerde, amelinin kıymetini ödemesi gerekir.
İmâm Muhammed (R.A.)
şöyle buyurmuştur:
Her iki mes'elede de
müsemmayı geçemez.
Âlimlerimizden bir
kısmı: "Amelde ecr-i misli geçemez. Fakat ayakkabıda son hadde kadar
varılır." demişler; bir kısmı da "Hem ayakkabı, hem de amel hakkında
ecr-i mislin hakkı vardır" demişlerdir. Mu-hıyt'te de böyledir.
Keza, bir adam,
diğerine, başa giyilecek bir fes verip ona, "onu astarlamasını"
söylerse; bu da yukarıda söylediğimiz gibidir.
Eğer onun astarını
taze bir astardan yapmamışsa, muhayyerlik yoktur.
Ancak, taze olmasını
şart koşmuşsa, o zaman muhayyerdir. Atta-biyye'de de böyledir.
Bir adam,
ayakkabıcının yanında, "bir mest yapılmasını' ister; o da, yapıp
bitirince, mest yaptıran şahıs: "Bu, parça, benim verdiğim kadar
değildir.." der; köşker de: "Hayır, işte bu.senin verdiğin ve istediğindir."
der ve bu köşker, mal sahibinin yemin etmesini isterse; buna hakkı yoktur.
Boyacı bunun
hilafınadır. tşi veren: "Bu, benim boyam değildir." derse, bu durumda
boyacının yemin verme hakkı vardır. Zehiyre'de de böyledir.
Bir adam, köşkere
sahtiyan verip, "onu, dört dirheme dört parçadan mest yapmasını* söyler;
başak birine de vererek, "ona da, iki dirheme bir mest dikmesini"
söylerse, eğer dört "dirheme yapan sanatkar, onu, onun yanında güzelce
yaparsa, fazlalık kendisine helâl olur; değilse sanatkar, fazlalığı tasadduk
eder. Tatarhâniyye'de de böyledir.
Bir adam,
ayakkabılarını nalçalatmak üzere, belirli bir ücretle nalçacıya verir, o da,
başkalarının yaptığı gibi nalça yaparsa, —her ne kadar, nalça taze-olmasa bile—
bu caiz olur.
Şayet, taze olmasını
şart koşmuşsa, o zaman muhayyerdir. Fakat dediği gibi yapmışsa, onu kabule
mecburdur; muhayyerlik yokdur. Zehîyre'de de böyledir.
Bir kimse köşkere,
yeni bir ayakkabı yapmasını şart koşar; o da, yeni olmayan bir ayakkabı
yaparsa, mal sahibi isterse tazmin ettirir; isterse, onu alıp ecr-i mislini
verir. Ecr-i misil ecr-i müsemmayı geçemez. Bedâi"de de böyledir.
Bu şahıslar
—Ücrette ihtilaf
ederler ve köşker: "Sen, bana bir dirhem şart koştun."; mest sahibi
de: "İki dânik şart koştum." der; yama da mest sahibinin dediği gibi
olur ve bu hususta ihtilaf etmezler ve her ikisi de beyyine ibraz ederlerse, bu
durumda ustanın beyyinesi geçerli olur. Söylenecek başka bir şey yoktur.
Şayet her ikisinin de
beyyinesi yoksa, bu durumda, onun kıymetini tazmin eder. Onun kıymetine şahit
dinletenin sözü geçerli olur. Boyacıda da böyledir.
Eğer ayakkabının
kıymeti, köşkerin iddia eylediği gibi bir dirhem ise, onun yeminle birlikte söylediği
söz geçerli olur.
Eğer kıymeti iki dânik
ise, bu durumda, yaptıran şahsın yeminli olarak söylediği söz geçerli olur.
Eğer, kıymeti ikisinin
de dediği gibi değil ise, yeminleşmezler.
Şayet her birisi yemin
ederse, hak yemin edenin olur.
Bu, ücrette ihtilaf
ettikleri zaman böyledir.
Fakat, ücretin aslında
ihtilaf ederler ve mest sahibi: "Sen, onu ücretsiz yaptın." der;
köşker de: "Hayır, ücretle yaptım." derse, karr. lıklı yemin ederler.
Şayet ikisi de yemin
eder ve ücret belli olmaz ise, bu durumda ayakkabı sahibi fazlalığın kıymetini
—eğer ayakkabıyı yanında yapmışsa— öder.
Ücretin müddetinde
ihtilaf ederlerse, köşkerin sözü geçerli olur.
Bu hususta, karşılıklı
yeminleşmezler. Zehîyre'de de böyledir.
Bir adam, marangoza:
"Bana bir ev yap." der; o da yapar ve sağlam yaptığını, ustalar
tasdik eder; bu bina hususunda, karşılıklı razı oldukları hâlde binayı yapan
şahıs, ücreti azımsasa, ecr-i misil verir.
Ebû Hâmid ve Humeyr
Veberi şöyle buyurmuşlardır: Bina, benzerinin değeri merizilindedir. Ona ayrı
bir kıymet takdiri gerekmez. Gınye'de de böyledir.
Bir adam, bir
san'atkâra, on dirhem gümüş vererek: ''İki dirhem de sen kat; bende alacağın
olsun. Ücretin bir dirhemdir; bilezik yap." der; o da yapıp getirir ve:
"İki dirhern ilâve eyledim." der; gümüş sahibi de: "Sen, bir
şey ilâve etmemişsin." derse, o zaman, birbirlerine yemin verirler.
Eğer her ikisi de
yemin ederse, kuyumcu muhayyerdir: Dilerse, bileziği ona verip, ondan beş
dânik ve on dirhem alır; dilerse, bileziği alıp, onun on dirhem gümüşünü verir.
Çünkü, kuyumcu iki dirhem iddia ediyor; o da bunu inkâr ediyor. Fetâvâyi
Kâdîhân'da da böyledir.
Bir adam, mushafım
yaldızcıya vererek, onu kendi yanında yaldızlamasın isteyerek ona, "süre
başlarını, âyet başlarım, onda bir ve beşte bir cüzlerini, göstermek üzre,
mushaf sahibi emir verip ücretini de belirtirse; bu sahih olmaz. Zira yapılacak
tezhibin adedi meçhuldür. Gınye'de de böyledir.
Bir adam, satan şahsın
dikmesi şartıyle, on dirheme bir elbiselik alırsa, bu fâsiddir.
Bir adam,
ayakkabılarını, ayakkabıcıya yaptırmaya getirir, o yapılana kadar da giyecek
ayakkabı icârlarsa, işte bu caizdir.
Bir kimse, nalınlarına
koyacağı kayışları gösterip, onu şart koşar, nalıncı da buna razı olduktan
sonra; ona giymesi için ayakkabı verirse, istihsânen bu da caiz olur. Mebsût'ta
da böyledir.
Bir adam, usfur ile
boyamak üzere, bir boyacıya, bir elbise verir ve onu kendinin yanında
boyamasını ister; boyacı da, onun gibi yapar; ancak sıfatında ihtilaf ederler
yâni boyarken fazla veya noksan kaynatır ve elbise kusurlanırsa, yine elbise sahibi muhayyerdir: Dilerse, elbiseyi
bırakıp, önceki kıymetini tazmin ettirir, dilerse, öylece alıp, amelinin
karşılığı ecr-i misil verir. Bu da, ecr-i müsammâyı geçemez. Hızâne-tü'l
Müftin'de de böyledir.
Şayet bir kimse, bir terziye,
gömleğin kolunu yanında dikmesini şart koşarsa, örfde olmadığı için, bu şart
bâtıldır. (= geçersizdir.)
Keza, bir kimse, bina
yapılırken kirecinin tuğla ve kiremidinin, kendi yanında konulmasını şart
koşarsa, bu cins şartların san'atkara şart koşulması fâsiddir. Şayet iş
verenin istediği kireç, tuğla değişik olursa, onun kıymeti, o malın sahibine
aittir. Âmile (= ustaya) ecr-İ misil verilir. Meb-sût'ta da böyledir. [58]
Bir adam, diğerine:
"Evimi, bü gün, sana şu kadar icara verdim. Bir sene de meccânen
oturacaksın.'' veya * 'Evimi, sana bu sene, bir günlüğünü şu kadara, diğer
günlerini de meccânen icara verdim." der; adam da, o evde bir sene otursa,
o, bir gün için ecr-i misil gerekir, diğer günler için bir şey gerekmez.
Zehıyre ve Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimse, çalışmak
için bir (= kürek) icarlar ve küreğin sahibi: "Ben, ücret istemem; yalnız
sen, ona ağaçtan bir sap yap." dediği hâlde, sonradan ücret isterse,
ecr-i misil istemeye hakkı vardır. Aksi takdirde hakkı yoktur. Kerderî'nin
Vecîzi'nde de böyledir.
Bir adam, belirli bir
müddetle, bir mahallede bir ev icarlar ve o mahalleye bir musibet gelip herkes
ordan kaçar ve müste'cir de, o evden —musibet korkusundan dolayı— hiç bir
afayda sağlamazsa; âlimler: "O adamın icar vermesi
gerekmez"-demişlerdir.
Babam da böyle fetva
vermiştir. Zahîriyye'de de böyledir.
Bir terzi, dikişini
bitirdikten sonra, onu diktiren şahsın oğlunun eline vererek yollar; o da bu
elbiseyi sahibine iletmeden, yolda bir kimse o elbiseyi alıp keserse çocuğun
onu korumaya kadir, akıllı bir çocuk olması hâlinde, terzinin tazminatta
bulunması gerekmez. ¥ok eğer, çocuk muhafaza edemeyecek durumda ise, tazminat
gerekir. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, bir terziye,
bir pardesü veya cübbe dikmesi için, kumaş verir; ücretini de söylemez ve
terzi dikip bitirince, elbise sahibi ona ecr-i misilden daha fazla ücret
verirse; Ebû'l-Leys: "Bana göre, bütün âlim-lerce, o fazlalık caizdir, ve
bununla fetva verilir." demiştir. Kübrâ'da da böyledir.
Bir kimse, bir hamala:
"Şu yükü, bizim eve götür." veya bir terziye: "Şunu dik."
derse, bu terzinin veya hamalın ücretle iş yapan biri olduğunun bilinmesi
hâlinde onlara ücretleri verilir; değilse verilmesi şart değildir. Muhıyt'te de
böyledir.
Bir adam, terziye:
"Şunu ücretle dik." der; terzi de: "Ben ücret istemem."
deyip onu dikerse; ücrete hak sahibi olmaz. Kerderî'nin Vecî-zi'nde
de-böyledir.
Bir adam, teıziye bir
elbise verip, o da onu diktiği zaman, aralarında, bir şart bulunmasa bile terziye
ücret vermesi gerekir.
Ancak, terzi:
"Ben, ücret almam.'/ derse o müstesnadır. Sirâciyye'-de de böyledir.
Bir adam, diğerine
ödünç olarak dirhemler veya dinarlar verir; ödünç alan şahıs da, o şahsın
evinde, parasız oturmak ister; ödünç alan şahıs da, bir sene veya daha ziyâde
bir müddetle, o evde oturur; sonra da ödünç alan şahıstan ödünç veren şahıs, o
evi; ücretinden daha az bir fiatla hatta ancak borcuna mukabil olabilecek bir
karalıkla satın alırsa, bu caiz olur. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.
Alacaklı, borçlusuna:
"Şu yeri, borcuna mukabil olarak sür." derse, süren şahsa ecr-i misil
verir. Çünkü borçlu, eşeğini veya bir yerini, faydalanması için, alacaklıya
—üzerinde borç olduğu mütetce - verirse; ecr-i misil verilmesi gerekir. Evlâ olanı budur. Gmye'de de
böyledir.
Bir adam, diğerinden
borç dirhemler alıp, borç veren şahsa da, kullanması için eşeğini verir; borçlu
borcunu ödeyene kadar, alacaklı o eşeği çalıştırır ve borç veren şahıs, o
eşeği, bir gün sığır sürüsüne katıp, otlatması için çobana söyler; ve onu bir
kurt parçalarsa, borç veren şahıs eşeğin kıymetini tazmin eder. (= öder.) Fetâvâyi Kâdîhan'da da böyledir.
Bir adam, diğerinden
borç dirhemler alıp, borç veren şahsa da:
"Şu dükkanımda
borcumu ödeyene kadar otur." der; adam da, onun istediği dirhemleri borç
olarak verip, bir müddet dükkan da otursa;— her ne kadar, icar söylenmemiş olsa
bile— alacaklı olan adamın, ecr-i misil olarak ücret ödemesi, îcabeder.
Şayet, "ücret
almayacağını." borç etmeden önce veya sonra söyle-mişse, borç veren şahsa,
bir ücret vermesi gerekmez. Dükkan, onun yanında ariyet olarak kalmış olur.
"En sahih olanı, her iki durumda da ecr-i misil ödemesidir."
denilmiştir. Müzmarât'ta da böyledir.
Fahru'd-dîn: Fetva,
bunun üzerinedir." buyurmuştur. Kübrâ'da da böyledir.
Bir adam, diğerine
borçlandıktan sonra, borç veren adam, borç alan şahsa, bir tartım yerini, her
aylığı iki dirheme icara verirse Ebû'l-Kâsım: "Şayet o icara verdiği yerin
bir değeri olmaz veya öyle bir yeri icara vermek âdet değilse, icara veren şahsa
bir ücret vermek gerekmez. Fetâvâyi Kâdîhan'da da böyledir.
Ödünç alan şahıs,
ödünç verenin bir şeyini, kıymetinden fazla olan bir ücretle icarlarsa; (bıçak,
tarak, kaşık gibi bir şeyini, her aylığına şu kadar ücret diye icârlarsa)
müteahhirîn uleması bu hususta ihtilaf ettiler:-Bir kısmı: "Kerâhatsiz
caizdir." dediler. Bunlardan birisi, İmâm Muhammed bin Seleme'dir ve Kâmil
Kitabı'nın sahibi, İmâm Husâmü'd-dîn, dir. Birisi de Celâlü'd-dîn Ebûl-Fet'h
Muhammed bin Âli'dir. İmamların büyükleri de, bunun cevazına kaildir. Şayet
eşya sahibi olan alacaklı, onu muhafaza etmesi için, ücretle verirse, ücret
ödemesi gerekir.
Fetvalarda şöyle
zikredilmiştir: Şayet o, aynı ücret mukabili koruyacak olursa, yine ücret
gerekmez. Zira onu kendi nefsi için koruyor demektir.
Ben, bu mes'eleyi
üstadımın fetvasında, böyle gördüm. Kerderi'nin Vecîzi'nde de böyledir.
Ödünç alan şahsa, bir
vesika ve onun yazısını korumak için de ücret verilse, bu caiz olmaz. Çünkü, o
yazı hakkını korumak için verilmiştir.
Şayet tarak veya bıçak
zayi olur ve bir sene sonra aralarına ihtilaf düşer; ödünç veren: "Seneden
sonra zayi oldu." ödünç alan da: "Bir senedir zayi oldu." derse;
onu icârlayan b.orçhınun sözü geçerli olur. Çünkü o, ziyâde ücreti inkar
eylemiştir.
İcare tutan şahıs, o
şeyi koruması için karışma veya aile fertlerinden birine verirse, ücret
ödemesi îcabeder.
Şayet başka birine
(yabancıya) verirse, bir şey gerekmez.
Şayet binefsihî
kendisi, korumak için icârlamış veya başkasının da korumasını şart koşmuşsa, bu
caizdir; ikinci şahıs, vekil olmuş olur.
Şayet icârlayan zat,
alacaklının ondan faydalanmasına izin verirse, o menfaat müddetince bîr ücret
gerekmez. GınyeMe de böyledir.
Bir adam, diğerinden
büşyüz dinar borç alıp, o miktara karşılık bir sened yazar; borç veren şahsı
da; onu koruması için, her aylığı şu kadara icarlar; borç alan da bu işi daha
borcu almadan yapar; sonra da borç veren şahıs, —beşyüz dinar değilde— dörtyüz
elli dinar borç verir, ve aradan aylar geçer mukriz de (= borç veren şahıs da)
bunu itiraf ederse, bu durumda şart koşulan ücretin tamamı ödenir; verile-miyen
elli dianrın karşılığında bir noksanlık yapılmaz.
Bu, şunun hilâfınadır:
Borç veren şahıs vereceğinin yarısını bir müddet sonra verirse, o takdirde borç
veren şahıs tam ücret isteyemez.
Borç verenle, borç
alan, her ay için icâre akdi yazarlar; senedci dükkanında borç alan şahıs
aldığı borç karşılığında bir vesika yazılmasını ve icâre bedelinin de
yazılmasını söyler; borç veren şahıs da, daha mahiyeti yazılmadan, borç alan
şahsın yanına, koruması için, bir ayn bırakır; aradan da aylar geçer ve kâtip
böyle bir vesika yazmaz, o şey de adamın yanında durmakta olursa, bu müddet
için de koruduğu için, bir ücret gerekir mi gerekmez mi?
Bazı âlimlerimiz:
"Gerekir." buyurmuşlardır. Çünkü şart, ücrete karşılıktır ve mutlaka
hıfz gerekir. Ve o şahıs kendisine itimad edilip güvenilen şeyi koruyacaktır.
Kâtip de, bu itimada binâen yazmamış olabilir veya müste'cirin buna razı
olduğunu biliyordur.
Ödünç veren zat,
icarcmın eşyasını korumak üzere, aile fertlerinden başkasına verir ve ona,
"onu koramasım" söyler, o da bir müddet korursa, bu müddetin ücreti,
müste'cire aittir. Hızânetii'l-Müftîn'de de böyledir.
İki adam, diğerinden
ödünç alıp, bir aynı da korumak için icar-larlar; sonra da o icârcılardan
birisi ölürse, ölenin hissesi bâtıl olur; yaşayanın hisesi bakî kalır.
Kerderi'nin Vecîzi'nde de böyledir.
Ödünç alan şahıs,
ödünç verenin bıçağını icarlar koruması için, bir vekil tutar; "her
aylığının bir dirhem" oludğunu da söylemez ve icârlayan her aylığım, bir
dirhem olarak icârlamış olursa, bu açıklanmadıkça veya vekile, "Sen nasıl
dilersen öyle olsun" denilmedikce caiz olmaz.
Bir adam, başkasını
bıçaklarını koruması için, bir sene, her aylığı yirmi dinara olmak üzere
icarlarsa, bu müddet geçmeden, bu akid —zarar olsa bile— feshedilmez
Fakat zarar, menfaat
karşılığı olursa —terzi temizlikçi değirmenci gibi— bu, onun hilâfınadır. (Yani
vakti gelmeden önce de, akid feshedilebilir.)
Bir adam, iki veya üç
kişiyi, bıçaklarını korumak için icarlar ve bıçakları onlardan yalnız birisi
korursa, —onlar, bu işi ortaklaşa yapacak olmaları hâlinde— ücretin tamamını
ödemesi gerekir. Aksi taktirde, sadece koruyanın hissesi verilir.
Bu mes'ele şuna
benzemektedir: İki kişiyi, ocun taşımak için icârlayan kimse, "onun evine
kadar götürülmesi hâlinde, birdirhem vereceğini." söyler; o odunları da,
o şahıslardan birisi taşırsa, dirhemin tamamını ona öder. Gınye'de de
böyledir.
"İcârede gabn-i
fahiş on dirhemi onbir dirhem yapmaktır." denilmiştir.
Cevâhirii'l-Fetâvâ'da da böyledir.
Bir vasî veya
mütevillî, sabi için veya vakıf için borç alırlar ve yazılı akid için ücret
verirlerse, bu vakıf M|eya çocuğun malına geçerli olur mu?
Bazı âlimler: Her
ikisinde de —zâlime, vakıf ve sabinin malından, o malı kurtarmak için yapılan
harcama gibi— geçerlidir, demişlerdik
Vecîzi'nde de böyledir.
Bir adam, diğerine mal
verip ona: Filan şahsa borç olarak vermesini" ve "onunla icâre akdi
yapmasını" söyleyip onun vesikalan-dırılmasım da ister; vekil de, malı
borç isteyen şahsa verir; borç alan şahıs da aynı malı, belirli aylığına şu
kadar ücret vermek üzere, bir vekilin onu muhafaza etmesini söyler; sonra da
vekilin müste'ciri ölürse; onun ölümü sebebiyle, icâre fesholmaz. Çünkü, icâre
akdi yapan hayattadır ve o da müvekkildir. Zira bu vekil icâre akdine borç
veren tarafından tayin edilmiştir. Hızânetüi-Müftîn'de de böyledir.
Bir adam, diğerinden,
yüz dinara bir ev icârlayıp, ev sahibi söyleyene kadar da oraya oturmaz; ve bu
evin icarından, on dirhemini ev sahibine borç olarak verir; sonra da bu
şahıslardan ikisinden birjnin ölğ-mü sebebiyle, icâre bozu^rsa; müste'cirin
borç alan şahsa karşı yapacağı bir şey yoktur.
Şayet mücte'cir borç
alan şahsa nakden vermişse, onu geri verip evin icarı için, icara veren şahsa
müracaat eder mi?
Efdâl olan, icara
verene müracaat etmemesidir. Ancak emredildiği ve müste'cirden aldığı kadar
için, icara veren şahıs, borç alan şahsa mü-raccat eder. Zehıyre'de de
böyledir.
îcâra veren şahısın,
icarlayan Şahsa borç verme veya benzeri bir sebeple, onda alacağı olur ve
müste'cir, icara verene: "İcâre malını, ona karşılık olarak hesap et ve
borcundan icarı düş." der; icara veren de: "Onu düşerim." derse,
icârenin o miktarı fâsid olur. Muhıyi'te de böyledir.
Müste'cirin, icara
veren şahısta dinarları olur; ücret de dirhemler olur ve karşılıklı takas
yapmaları caiz olur.
Cinsleri ayrı olunca,
iki tarafın da rızasiyle bunun yapılmassının bir sakıncası yoktur. Kerderî'nin
Vecîzi'nde de böyledir.
Bir adam, bir mescide
vakfedilmiş bulunan bir araziyi icârlar-yıp, şer'î şerife uygun olarak, orayı
imareder ve eker; ücretinden daha çok gelir sağlar, ve akid zamanı, ücreti için
"ecr-i misil' denilmiş olursa; o fazlalık icarlayana helâl olur.
Cevâbirü'l-Fetâvâ'da da böyledir.
Bir adam, yol üzerinde
satış yapıyor ve yoldan gelip geçene, -yol geniş olduğu için— zarar vermiyorsa,
ondan bir şey satın almak helâl olur.
Şayet gelip geçene
zarar veriyorsa, ondan bir şey satın almak helâl olmaz.
Bir adamın, elinde bir
elbise olur ve: "Bu elbise, filanındır. Beni, on dirhemden noksana satmamak
üzere; satışı için vekil etti. Ben, ondan aşağıya satmam." dedikten sonra,
onu, dokuz dirheme satar ve kalbinden, onun dediği gibi olduğunu geçirirse, onu
satın almak helâl olur.
Bir adam, kendisine
borç veren şahsa, vermek üzere bir mal getirir; akdi yapılmış icâre de
bozulur; borç veren şahıs veya vekili de gizlenirler; adamın üzerinde bin
dirhem bulunur ve onu, kendisi için kefil olan şahsa getirir; o da gizlenir;
veya o gün, o malı getireceği hususunda karısının talâkına yemin etmiş olur; o
da alıp getirdiği hâlde borç veren şahıs gizlenir ve kadı, "onun, bu şahsa
zarar vermak kasdında olduğunu bilirse; onun için bir vekil nasbeder ve borçlu,
malı ona teslim eier ve icâreyi fesheder; mala kefil olan şahsın da karısı boş
olmaz.
Eğer hâkim, alacaklının
kasdini bilmezse, vekil nasbeylemez. Bununla beraber vekil nasbeyler; borçlu
da, borcunu ona teslim ederse; ahkâm yerini bulur. Ona, borcunu ödemiş olur.
Kerderî'nin Vecîzi'nde de böyledir.
Bir adamın dükkanının
önünde, yolun üzerinde bir boşluk olur; başka bir adam da, orayı, sebze satmak
için her aylığı bir dirheme icar-lasa, o ücreti almak için akid yapan şahıs,
gâsıp olur.
Fakıyh Ebûl-Leys şöyle
buyurmuştur:
Bu şahıs, o yer bina
veya dükkan olduğu zaman gâsıp olur; yoksa gâsıb olmaz." demiştir.
Sahih olan, önceki
görüştür. Muhıyt'te de böyledir.
Bir müste'cir,
icarladığı yere dükkân yapar veya bağ diker ve icâre müddeti de tamam olursa,
bu şahsa, onları kaldırması emr edilir mi?
Evet, kıymeti ister az
olsun; isterse çok olsun emredilir. Şayet mal sahibi onu kıymeti mukabili almaz
ise bu böyle'dir.
Eğer o işi mal
sahibinin izni ile yaptı ise, o zaman ne olur? İmam buyurmuş ki:
'Onun izni ile yapmış
olsa bile, onu yıkması emredilir." denilmiştir.
Kifâbü'ş-Şürb'de şöyle
zikredilmiştir:
Bir adam, kendi
arsasından, başkasının su geçirmesine veya gelip geçmesine razı olduktan sonra,
bundan vaz geçip, ona mâni olmak isterse; mâni olabilir. Çünkü, onun önceki
gibi yapması lâzım değildir. Nesefî'de de böyledir.
İbnü Semâa'mn
Nevâdiri'nde İmârirEbû Yûsuf (R.A.)'ım şöyle buyurduğu rivayet olunmuştur:
Bir adam, diğerinden,
on dönümü, on dirheme bir arazi icarlar sonra da orayı eker; bilâhare de,
orasını onbeş dönüm olarak veya yedi dönüm olarak bulursa, bu şahsın daha önce
konuştuğu ücreti vermesi gerekir.
Şayet, "her
dönümü, bir dirhem" demiş olsaydı, ücret ona göre hesap edilirdi.
Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, hisseleri
ayrı ayrı olan bir köy halkının tamamının arazisini icarladıktan sonra, o
köyün arazisinin su kanalının suyu azalır ve fazla masrafa ihtiyaç olur; bu
icarcı, tarla sahiplerinden masraf isterse; bu durumda, bu yerin masrafı,
müste'cire mi aittir; yoksa, icara verenlere mi aittir?
İmam şöyle
buyurmuştur:
Yer sahiplerine de,
müste'cire de âît değildir.
Bir köy, bir adamın
olur; orayı, ondan bir başkası icarladığın-da, kanalının suyu azalır ve
müste'cir, icara veren şahıstan suyunu faz-lalaştırmak üzere masrafını isterse,
buna hakkı yoktur.
Fakat duruma bakılır:
Eğer su, çok noksanlaşmış bulunur ve birçok yerlere yetişemeyecek olursa; bu
durumda icare, suyun varamayacağı yer nisbetinde feshedilir.
Kudûrî'nin itİmad
eylediği rivayet budur.
Geride kalan arazi
hakkında, müste'cir muhayyerdir: Dilerse, onu hissesi kadar icarla elinde
tutar; isterse, onu da fesheder.
Şayet suda
noksanlaşma, az olur ve arazinin hepsine kadar ulaşır; fakat kâfi gelmeyecek ve
orayı doyuramiyacak durumda bulunur ve fazla bir zarar meydana gelecek olursa,
bu durumda da müste'cir muhayyerdir: Dilerse icâreyi fesheder; dilerse, icâre
belirlenen ücret üzere kalır.
Bu mes'ele, bizim
mürşidimiz, üstadımız Şeyhu'I-İsIâm Kâdî Ebû'l-Maâfi'nin cevabı ve bize
vasiyetidir. Kitab'ta söylenmemiştir.
Bir kimse, bir karyeyi
kanalı ile birlikte, bir günde yirmi dönüm yer sulamak üzere icarlar ve
bilâhare bu su noksanlaşıp, on dönüm yer sularsa; bu yerin on dönümünün icâresi
feshedilir. Bu da yandır. Geride kalan yarı hakkında, müste'cir, üstadımız
Şeyhu'l-İslâm'a göre muhayyerdir.
Sahih olan da budur.
Bir adam, bir mescidin
ıslahı için görevli olan mütevelliden, bir vakıf arazisini belirli dirhemler
karşılığında icarladıktan sonra, onu ekmesi için ve tohumu da icara veren
şahsın vermesi üzerine, yarıya verir; hasad vakti gelince, mescid ehli, icara
veren şahıs hakkında "Bu mütevelli değildir; onun için icâresi de sahih
değildir. Köy ehlinin örf ve âdeti şudur. Köylüler gelirin üçte birini
alır." derler ve o şahsı cebrederler. Şayet müste'cir, "icara veren
şahsın mütevelli olduğu hususunda" bey-yine ibraz ederse; mescid ehlinin,
aldığını geri alır. Geride kalanı ziraatçı ile taksim eder ve mescid ehline
müsemmayı (= belirlenen miktarı) verir.
Eğer, "icara
verenin, mütevelli olduğuna dâir" beyyinesi yoksa; o takdirde ecr-i misil
icar verir ve ehli mescidden aldığını geri onlara iade eder. Kalanı da ortağı
ile taksim eder, Cevâhirü'l-Fetâvâ'da da böyledir.
Şerefii'1-Eİmrae
el-Mekkî ve Kâdî Abdu'l-Cebbar şöyle buyurmuşlardır: Bir adam, vakıf arazisini
icarlayıp, oraya ağaç dikip ve bina yaptıktan sonra da icâre müddeti tamam
olursa; bu durumda, —bunların araziye zarar vermemeleri hâlinde— müste'cir,
onları ecr-i misille, orda bırakır.
Bu iki imama sorulmuş:
Şayet kendilerine
vakfolunan şahıslar buna razı olmazlarsa, ne olur? Onları söktürmek gerekir mi?
İmamlar: "Hayır" demişlerdir. Gunye'de de böyledir.
Bir köyde, sebil bir
arazi bulunur ve köy halkı onu, belirli senelerde icarlasalar; eğer bunda
köyün menfaati varsa, tasarrufları caizdir. Cevâhirü'l-Fetâvâ'da da böyledir.
Mekke arazisini
karlamak mekruhtur. Peygamber (S,A.V.)
Efendimiz:
"Kim Mekke
arazisinin icarını yerse, faiz ye*miş gibi olur." buyurmuştur. Kâfî'de de
böyledir.
Bir adam, bir
şahıstan, onun mülkünden fazla olan bir araziyi icarlar ve buna, —fazlalığın—
sahibi razı olmazsa, onun hakkı fesholur.
Şayet sahibi rıza
gösterip itiraz etmez; icara veren şahıs da hâkimin yanında, ikrar ederse,
müste'cir o kadarının icâresini yine fesh edebilir.
Şayet icara veren
ikrar etmez; mal sahibi de iddia da, itiraz da etmez ve intifadan da men
etmezse, bu durumda müste'cir o icare akdini —her ne kadar, o yerin başkanına
ait olduğunu bilse bile— feshedemez.
Sultanın vekili, bir
köyü, bir adama meşru şekilde icara verir; müste'cir de orayı eker; sonra da
bir başkası icarı artırır ve icara veren şahıs, orayı öncekinden alıp,
sonrakine verirse, o yerin gelirini almak caiz olmaz. Çünkü o, önceki adamın
hakkıdır. Cevâhirü'l-Fetâvâ'da da böyledir.
Üçte bir ile ortak
olan bir ziraatçı, araziyi, bostan için birkaç defa sürdükten sonra, orayı yer
sahibi ile birlikte, icara verseler; aldıkları icarın üçte biri kendisinin
olur. Gunye'de de böyledir.
İmâm Ebû Yusuf (R.A.)
şöyle buyurmuştur:
Bir adam, kölesini
icara verip onu teslim ettikten sonra; özürsüz olarak satar ve o müşteriye
teslim eder; köle de onun elinde ölürse; müs-te'cirin, onu müşteriye ödetme
hakkı yoktur. Bu durumda müste'cirin durumu rehin alana muhaliftir. Zehıyre'de
de böyledir.
İbnii Sem a a, İmâm
Muhammet! (R.A.)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
Bir adam, diğerinden,
bir köle karşılığında, bir seneliğine, bir ev icarlayıp, o eve oturduktan
sonra, onu gâsiba terk eder ve bu müste'cir, kalan ücreti vermekten kaçınır,
icara veren de, köleyi teslimden kaçınırsa; müste'cirin men etme hakkı vardır;
icara veren için bu hak yoktur. Bazı âlimler: "Bu, bir sene dolmadığı
vakit böyledir." Eğer icar müddeti bir sene olursa, müste'cir muhayyerdir."
demişlerdir.
el-AsıFda şöyle
zekredilmiştir: Bir adam, bir deveyi on dirheme Mekke'ye kadar, belirli veya
belirsiz bir köle ile birlikte icarladığında şayet köle belirli olursa, icâre
caiz olur. Eğer belirsiz olursa, caiz olmaz.
Köle belirli ve bu
icâre de caiz olduğunda teslimden önce ve üzerine akid yapılanların
tesliminden sonra köle ölürse; müste'cirin ecr-i misil ödemesi gerekir.
Şayet köle belirsiz
olmuş olsa ve icâre de fesada gitmiş bulunaydı, —köle ölse de, ölmese de
müste'cirin ecr-i misil vermesi gerekirdi. Muhiyt'te de böyledir.
Bir müşteri, satılan
bir köleyi, teslim almadan önce, o köleye ekmek pişirmeyi veya dikiş dikmeyi
öğretmek için, bir aylığına bir dirheme icarlasa, bu caiz olur ve ücret
gerekir. Eğer köle satın alan şahsın yanında, ay tamam olmadan önce veya sonra
ölürse; satıcının malı olarak ölür. Bu hâl teslim almak sayılmaz.
Keza, bir kimsenin bir
elbiseyi dikmek veya temizlemek için karlaması caizdir. Eğer zayi olur ve bu
noksanlığı, kesmekten veya yıkamaktan meydana gelmiş bulunursa; onu teslim
almış ve müşterinin malı olarak zayi olmuş olur. Değilse, satıcının malı
olarak zayi olmuş olur.
Müşteri onu ücretle
korumak için alırsa; bu icâre bâtıl olur. Çünkü satıcı, onu müşteriye teslim
eylemiştir: Satıcının koruması, onu teslim edene kadardır. Gunye'de de
böyledir.
Bir adam, başkasının
evini belirli müddetle icâreye verdiğinde, oraya rehin alan otursa, ona bir şey
gerekmez. Çünkü o, oraya icarla oturmamıştır. Mal sahibi, onu rehin alan şahsa,
rehin olarak biraksa yine aynıdır. Gunye'de de böyledir.
Rehin veren şahıs, bu
rehni muhafaza için icarlasa, bu caiz olmaz. Emanet bırakılan şahıstan,
muhafaza için icarlasa, bu caiz olur.
Sirâciyye'de de
böyledir.
Bir adam, bir aylığına
bir ev icarlayıp, kendisi o eve çıktığı hâlde, karısı ve eşyaları da çıkmaz,
icara veren adam da, onu evden çıkarmak isteyip icâreyi bozarsa; hasmı huzurda
olmadan bunu yapamaz.
Bu durumda onu başka
aylar için başkasına icâre verir ve o ay tamam olunca, artık önceki icâre
bozulmuş bulunur. İkinci ayda, ikinci icareci gelir oturur ve ev sahibi
öncekine evi tahliyeyi ve ikinci adama teslimi emreder. Hâvî'de de böyledir.
Bir adam, aylığı
belirli dirhemlere bir ev kiralar ve bu müste'cir karısını boşayıp, o şehirden
çıkar giderse; ev sahibinin o kadını, o evden çıkarma hakkı var mıdır?
— Hayır, ay başı
gelene kadar, onu çıkarma hakkı yoktur. Ay başı gelince, koca gâibse, ev sahibi
icâreyi feshedebilir mi? Ve kadını evden çıkarabilir mi?
Bu meseleye muhtelif
cevaplar verilmiştir.
İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)
ve İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, çıkaramaz. İmâm Ebû Yusuf (R.A.)'a çıkarır.
Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, aylığı bir
dirheme ve kendisinden başkası oturmamak şartıyla, bir ev icarladıktan sonra,
bir veya iki kadınla evlenirse, bu evde onları oturtabilir; ev sahibi buna
mâni olamaz.
Bu evde tuvalet
çukuru, abdest alma kuyusu yoksa, o takdirde, ev sahibi mâni olabilir.
Zehıyre'de de böyledir.
Bir kimse, kirada
oturan bir kadınla evlenip, orada bir sene oturduktan sonra; ev sahibi
kirasını ister; karısı "O
evde, kocasının oturduğunu"
haber versin veya vermesin, kira vermek kadına aittir; erkeğe âit değildir.
Eğer ev sahibi, evin
ücretiyle birlikte, senin eve.masrafın vardır; o da bana aittir." derse;
onu, ona tazmin eder. Eğer ev sahibi böyle bir masraf olmadığını isbat ederse,
tazminatta bulunmaz. Mebsût'ta da böyledir.
Bîr kadın, kız
kardeşinin evinde, onun rızası olmadan, senelerce oturur ve kız kardeşi de
ücret için zorlarsa, o kadın ecr-i misil öder. Gun-ye'de de böyledir.
İmâm, el-AsI Kitabı'nda
şöyle buyurmuştur:
îki adam, bir kişiden,
aylığı bir dirheme, bir ev kiralar ve bu iki kişi de aralarında anlaşarak,
birisi evin ön kısmanda; diğeri de arka kısmında oturacak olurlarsa; her
birisi hakkında da icâre caizdir. Ev sahibi hangisinden isterse, icarı ondan
alır.
Bundan sonra, Kitab'ta
şöyle yazılmıştır:
İcârenin aslında böyle
bir şart olmasa bile icâre sahih olur.
Şayet icârenin aslında
böyle bir şart yoksa; bu icâre-fâsid olur mu? Alimlerimizden bir kısmı:
"Fâsid olur." Bir kısmı da: "Fâsid olmaz." buyurmuşlardır.
Zehıyre'de de böyledir.
Bir eve, hazırda olan
bir kimse ile hazırda olmayan bir kimse ortak olduklarında; şayet hâkim, evin
harap edileceğinden korkarsa, tamamını icara verir. Ve huzurda olmayanın
hissesini yanında tutar. Eğer ev ikiye taksim olmayacak durumda ise bu
böyledir.
İmâm Muhammed (R.A.)
şöyle buyurmuştur: Harap olma korkusu olunca, hazırda olan ortak evin tamamında
kendisi oturur. Kerderî'nin Verîzi'nde de böyledir.
İcâre için hazırlanmış
bir ev, üç kişi arasında mîras kaldığında, onlardan birisi diğer ikisinin
haberi olmadan, o eve otursa, ona ücret gerekmez. Gunye'de de böyledir.
Bir adam, bir hanın,
bir odasını, bir müddet için icarlayıp, oraya eşyalarını bırakır ve kapısını
kitler; kendisi de kaybolur, sonra da han sahibi gelip, başka bir anahtar ile,
kapıyı açar ve eşyaları çıkarıp, başka bir yere kor; on gün sonra da aynı adam
gelip, eşyalarını aynı odaya bırakır ve kapısını kitler ve bir müddet daha
geçerse, eşyaları çıkarıldıktan sonraki zaman için ücret gerekmez. Hulâsa'da
da böyledir.
Yetîme'de şöyle
zikredilmiştir: Ebû Zer'e soruldu:
— Çıkarılma imkânı var iken, gasben bir evde
oturan bir kimseye ne gerekir?
O, şu cevabı verdi:
— Gasb müddetince icar gerekmez.
Ebû'1-Fadl
el-Kirmânî'den soruldu:
— Bir adam, bakır gasbederek, bir .bakırcıya:
"Onu, şu kadar ücretle bir ibrik yapmasını" söyler; bakırcı da, onun
gasben alındığım bilirse; ondan ücret alabilir mi?
İmâm, şu cevabı verdi:
— Evet alır. Ben dedim ki:
— Bir adam, bakırı gasbedip, onu ibrik yaptırdıktan
sonra, mal sahibi gelerek onu almak istese; alabilir mi?
İmâm:
— Hayır alamaz." buyurdu. Yine ben:
— Gümüşü gasbeden bir kimse, onu bilezik
yaptırır; gümüşün sahibi de gelerek, onun başka bir şeyini alırsa; olur mu?
O:
— İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'e göre olur."
buyurdu. • Ali bin Ahmed'den soruldu:
— Bir adamın, bir dükkanı var. O da başkasının
elinde... Bir topluluk da, dükkan sahibinden onu icarlamak istiyorlar, ne
dersiniz? İmâm şöyle buyurdu:
— İcârlayamazlar. Çünkü o diğerine icara
vermiştir ve daha müddeti vardır. Tatarhâniyye'de de böyledir.
Bir yer gasbetmiş
bulunan bir şahıs, gasbeylediği o yeri icara verip, ücretini de asıl sahibine
öderse; bu helâl olur. Çünkü, onun, bu ücreti alması, gâsıba izin vermesi
demektir.
Hiç ayırım yapmadan, ücreti
almak icâzetir. (= izindir.)
Kııdûri de şöyle
buyurmuştur:
Eğer ona, gasbden önce
verilmişse ücret mal sahibinindir. Gasb-den sonra verilmiş olması hâlinde ise,
ücret anlaşma yapan şahsındır. Gunye'de de böyledir.
Bir adam, aile efradı
ve hizmetçileriyle beraber bir vakıf evinde oturursa; ecr-i misil gerekir.
Şayet bir kimse; gelir
getirsin diye yapılmış bir evi veya vakfedilmiş bir evi yahut bir yetimin
evini gasbeder ve onu belirli bir ücretle icara verir; müste'cir de orda
oturursa; bu durumda müsemmâ değil; ecr-i misil gerekir. Gâsıbın, o ücreti asıl
sahibine vermesi şart mı?
— Hayır, fakat sahibine yermesi daha evlâ olur.
Müsemmâ sahibine mi
aittir; yoksa akid yapana mı? İmâm şöyle buyurmuştur:
Akid yapana aittir.
Fakat, onun ücret alması helâl olmaz. Aldığı ücreti, sahibine verir.
İmâm Ebû Yûsuf (R.A.):
"Onu tasadduk eder." buyurmuştur. Gunye'de de böyledir.
Bir gelini
güzelleştirmek için, tarayıcı icarlanırsa, âlimler: "Onun ücret alması
helâl olmaz." Ancak, şartsız olarak hediye yönüyle olursa, o
müstesna..." demişlerdir.
'Uygun olanı, yapacağı
iş belirli ve hassas ise, ücret almasıdır. Şayet gelinin yüzüne resim yapmaz
ise ücreti helâl olur. Ş ünkü gelini süslemek mübahdır." denilmiştir.
Zahîriyye'de de böyledir.
Kübrâ'da şöyle
zikredilmiştir:
Vergi vermek bir belde
halkının üzerine ağır gelir ve toplanarak, belirli bir ücretie bir adamı
hükümdara yollayarak; umûmi olarak zenginden de, fakirden de vergiyi
hafifletmesini isteseler; o adam da hükümdarın bulunduğu yere gitse; eğer
gideceği yer, bir veya iki günlük mesafe ise, ücret alması caizdir. Eğer uzun
süreli ise, o şahsın vakitlerini belirli bir ücret tayin ederek icarlamak
caizdir. Şayet vakit tayin etmezlerse ücret fâsid olur. KM Fahru'd-dtn şöyle
buyurmuştur:
Bu, istihsan
nev'indendir. Amma yazıya cevap getirmek caiz olmaz. Ancak, vakitlenmişse o
zaman ücret caiz olur. Fetva, da böyle verilir.
Serahsâ de
Edebü'1-Kâdî Kitabı'nın Rüşvet Babı'nda böylece buyurmuştur. Elbette vakit
tâyin«edilmesi —her ne kadar, bir gün, iki gün bile olsa— gereklidir.
Müzmerât'ta da böyledir.
Bir köyün çeşmesi
için, köy halkından bazıları, adam icarlaya-rak, dağı kazıp, taşlarını
kırdırmak ve su yolu açarak köylülerin suyunu çoğaltmak isterlerse, ücreti
köylüler verir.
Şahsına âit su yolu
açtıran kimse, ücreti kendisi öder. Hâvî'de de böyledir.
Bir adamın, köy
halkının tamamının rızası olmadan, onların kanallarını kazdırma hakkı yoktur.
Ancak kendi şahsî malı için şahsî parasıyla kanal kazdırırsa, o müstesnadır.
Suğrâ'da da böyledir.
Bir adam, diğerinden
her günü bir dirheme, on .günlüğüne bir demir balyoz icarladıktan sonra, bu
müste'cir, icara veren şahsın yanına, beş günlüğüne emânet bıraksa, —o on gün
içinde— icarlayan şahsın tam on günlük icar vermesi gerekir. Zira, emânet
verilen şahsın elinde bulunan bir şey, emâneti verenin elinde bulunmuş gibi
olur. Emânet bırakılan şey yerinde ariyet olsa mes'ele hâli üzerinedir. Ariyet
müddetin-ce de icâre gerekir. Bu hususta, iki rivayet vardır. Zehıyre'de de
böyledir.
Bişr, İmam Ebû Yûsuf
(R.A.)'un şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: Bir adam, diğerini, duvar örmesi
için icarlayıp, yerini göstererek yüksekliğini, enini, uzunluğunu da söyler ve
her bin tuğla için ve kireç için şu kadar, şu kadar dirhem vereceğini de
söyler; o adam da yapmaya başlayıp, temele bin tuğla ile söylenilen kireci
kullanır, sonra da binayı yapacak olan zat ölürse; icara veren adam, bir hesap
yapar ve yapılan işin hissesini öder.
Bir adam, bir yurt
icarlayıp, içine de kerpiçten bir duvarı, —mal sahibinin izni olmaksızın—
yapar; sonra da mal sahibi, o adamı oradan çıkarmak ve duvarını yıktırmak
isterse, buna hakkı var mıdır?
Duruma bakılır: Eğer
müste'cir, mal sahibinin toprağından yapmışsa onun bedelini öder ve duvarı
yıkmaz. Zehıyre'de de böyledir.
Muhıyt'te Şemsü'l-Eimme el-Evzecendî'nin şöyle
buyurduğu nakledilmiştir:
Bir adam, sıvacıya:
"Şu harap yeri on dirheme yap." der; sıvacı yapmaya başlayınca da
tahribat çoğalır ve bu sıvacı hepsini yaparsa on dirhemden fazla almaya hakkı
yoktur. Gunye'de de böyledir.
Câmiü'l-Fetâvâ'da
şöyle zikredilmiştir:
Bir adam, birini
minare yapması için icarlayip, enini ve yüksekliğini söyler; minareci yapmaya
başlayıp, bir kısmını yapınca, yapılan yer yıkılsa, onun ücreti —hesap
edilerek— verilir.
Bir adam, on arşın
kuyu kazmak için, birisim icarlar; kuyucu da, beş arşınını kazdıktan sonra:
"Kalanım kazmaya gücüm yetmiyor." der; bir özrü de olmazsa, kazdığı
kadarının ücreti —hesap edilerek— ödenir.
Bir adam, diğer bir
adama, "Bunu yüz dirhem ücret karşılığında, filan şehirde, filan adama
ver," diye bir mal teslim eder; götüren adam da: "Verdim."
dediği hâlde gönderilen şahıs bunu inkâr ederse; İmâm Ebû Yûsuf (R.A.):
"Tazminat gerekir." buyurmuş; İmâm Muham-med (R.A.) ise:
"Tazminat gerekmez." buyurmuştur. Tatarhâniyye'de de böyledir.
İmâm Mnhammed (R.A)
şöyle buyurmuştur:
Bir adam, başka
birinin arazisini gasbeder ve orayı da bir adama icara verir; mal sahibi durumu
bilmez ve seneler geçtikten sonra öğrenip, buna izin verirse; geçen müddetin
ücreti, gasbedem'n; kalan zamanın ücreti de mal sahibinin olur. Şayet izin
vermez ve sene geçerse, bu durumda ücretin tamamı gasbedenin olur. Hâvî'de de
böyledir.
Kudûrî'de şöyle
zikredilmiştir:
Bir adam, diğer
birinden iki ev icarladığında, onlardan biri yıkılır veya gasbedilir yahut buna
benzer bîr hal olursa; icârlayan şahıs diğerini de terkedebilir. Muhıyt'te de
böyledir.
İki adam, bir şey
hakkında iddiada bulunup; birisi "icarladığı-m"; diğeri de
"satın aldığını" söyler ve da'vâlı "icarladım." diyeni
doğrulasa; satın alan şahıs; "icarladım." diyene yemin verir.
Her ikisi de
"icarladım." diye iddia ederler ve da'vâlı onlardan birini
doğrularsa diğerinin ona yemin verme hakkı olmaz. Suğrâ'da da böyledir.
Yetîme'de şöyle
zikredilmiştir: Ali bin Ahmed'den sorulmuş:
— Bir adam, imâm otursun diye, evini vakfederse;
imâm o evi, başkasına icara verebilir mi?
İmâm şöyle buyurmuş:
— İcara vermeye hakkı yoktur.
Babamdan aynı roes'ele
soruldu; o da aynı cevabı verdi. Tatarhâniy-ye'de de böyledir.'
Bir adam, diğerine bir
köle vererek: "İstersen, bin dirheme satın al; istersen, bir seneliğini şü
fiata icarla." der; o da, o köleyi teslim alıp, bir müddet çalıştırdıktan
sonra, köle ölürse; o, icâre olarak ölmüş olur.
Eğer kölenin sahibi:
"Ben, ona mülk olarak vermiştim." der ve kölenin kıymeti, —adam bu
sözü söylemeden önce— ücret kadar veya daha fazla olursa; sözü kabul edilir.
Eğer ücreti fazla ise
o tasadduk edilmez. Şayet adam hiç çalıştırmadan bu köle ölmüşse; tazminat
gerekmez. Tatarhâniyye'de de böyledir.
Bir kimse, satın
aldığı bir şeyi teslim almadan önce icara verse, bu caiz olmaz.
Bu durumda satması da
böyledir. Bu, (-menkûl) taşınır mal ise böyledir.
"Eğer bir akar
ise, bunun satışı ihtilaflıdır. İcâresi ise, icmaen caiz değildir."
denilmiştir. Muhıyt'te de böyledir.
Bir dükkan, harap
olur; sahibi yarısını tamir edip, yarısını tamir etmeden sene tamam olursa;
—sahibine geri vermediğinden— müste'-cirin tam icar vermesi gerekir. Yarısını
verip, yarısını vermemesi olmaz. Gunye'de de böyledir.
Bir adam, diğerine,
bakması için buzağılarını verir; onlar da büyürler ve adam satarsa; bedelini
aralarında taksim ederler. Birisi mal sahibi, diğeri de koruyucu ücreti almış
olurlar.
Bir dükkanın icarcısı
iflas eder ve kaybolur; icâre müddeti geçer ve dükkan müste'cirin tasarrufunda
bulunur; kapısı da kitli olursa; onun tam icar vermesi gerekir.
Cevâhirü'l-Fefâvâ'da da böyledir.
Bir adam, diğer bir
adamı, Keremiye'den Bohârâ'ya acele odun taşımak üzere icarlar; o adam da
odunları su üzerinden götürürse; "o adama ecr-i misil verilir."
denilmiştir. Zehıyre'de de böyledir.
İmâm M ilhanım cd
(R.A.) şöyle buyurmuştur:
Bir adam, her yük
devesine yüz rıtıl taşıtmak üzere, bir başkasının develerini icarladıktan
sonra, deveci gelerek, kiralayan şahsa; "Yükle." der; kiralayan da:
"Yüz rıtıldan başka yoktur." der; deveci onu denilen yere taşırken
de, develerinden bir kısmı ölürse; kiralayan şahsa tazminat gerekmez.
Bir adam, bir evi, bir
aylığına icarladıktan sonra, bu evi, bir aylığına başkasının icarladığı
hususunda iki şahit şehâdette bulunurlarsa, şehâdetleri kabul edilir.
Bir adam, un öğütmek
üzere, bir değirmenciyi bir dirheme icarlar ve unu üğütüp; onu hamur yapar;
ekmek pişirir ve yerse; bu takdirde, un sahibi dilerse ununu tazmin ettirip,
bir dirhem ücretini verir. İsterse, buğdayını ödetip ücret vermez.
İki adam, bir şey
icarladığmda, bunlardan birisi, o şeyi tutması için diğerine verirse; eğer o
şey taksim kabul etmeyen bir şey ise, tazminat gerekmez. Zahîriyye'de de
böyledir.
Bir adam, diğerinden;
onu bir yerden, diğer bir yere, o gün taşıması şarüyle oniki dirhem ücretle,
bir yiyecek maddesi alır; o şahıs, onun çoğunu taşır, bir kısmı kalırsa; ecr-i
misil gerekir.
Bu, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'e göre böyledir. İmâmeyn'e göre ise, bu icâre caizdir ve belirlenen
ücret verilir. Zehıyre'de de böyledir.
Fetâvâyi ÂmVda şöyle
zikredilmiştir; Bedîu'd-dîn'den soruldu:
Müste'cirin bostanında
dikeiPbittiğinde, müste'cir —diğer meyveleri aldığı gibi— o dikenleri de
alabilir mi? İmâm: — "Evet alır." buyurmuştur. Tatarhâniyye'de de
böyledir.
Mürebbînin ve
sümetcinin ücreti, —malı varsa— sabinin malın-, dan verilir. Malı yoksa,
babasının malından verilir.
Ebenin ücreti, onu
çağıran kadının malından verilir. Koca, ebe ücretini vermesi için zorlanmaz.
Zindancının ücretini
habsedilenler vermezler.
Zahîrü'd-dîn ümürtâşî
şöyle buyurmuştur:
Zamanımızda onların
ücreti, borç sahibinin üzerinedir. Çünkü, zindancı o yüzden bekçilik yapıyor.
Gunye'de de böyledir.
Kâdî Bedîü'd-Dîn'den
sorulmuş:
— Bir yerin sahibi, oraya bostan yaptırıp,
tohumunu da kendisi verse, bu tohumun bedeli müste'cirin hissesinden alınır mı?
İmâm şöyle buyurmuş:
— Hayır; eğer alırsa, müste'cirin hissesinden
almış olur. Tatarhâ-niyye'de de böyledir.
Bir adam, diğer bir
adamı, bir yükü bir yere götürmek üzere, belirli bir ücretle icarlar; o da
yarı yola kadar götürdükten sonra; başka birinin yükünü götürmek için, onu orda
bırakır ve sonra da ücretin yansım talep ederse, ne olur?
İmâm şöyle buyurdu:
— "Evet, şayet geride kalan yol, kolaylık
bakımından önceki yan yol gibi ise hakkı vardır.
Fetvalarda böylece
zikredilmiştir.
Biz de istisna
bölümünde: "Ücretin taksiminde itibar, zorluğa kolaylığa değil de;
mesafeye göredir." dedik. Artık fetvalar iyi düşünülsün. Muhıyt'te de
böyledir.
Mecmûu'n-NevâziTde
şöyle zikredilmiştir: ŞemsüM-İslâm el-Evzencendî'den sorulmuş:
— Bir adam, diğerini, buğday kuyusunun yanında
gece ateş yakmak üzere, icarlar; o adam da ateşi yakar ve gecenin bir kısmında
uyur; kuyunun içine ateş düşer ve kuyu ile içindekini yakarsa; ecîr (= ücretle
tutulan şahıs) onu tazmin eder mi?
İmâm şöyle buyurmuş:
— Hayır; tazmin etmez. Yine sorulmuş:
— Sahibinin emri olmadan ateş yaksa, tazmin
eder mi? . İmâm şöyle buyurmuş:
— Evet; tazmin eder. Tatarhâniyye'de de
böyledir.
Bir adam, diğerine, on
batman bakır vererek, kırk dirhem karşılığında, onu inceltmesini söyler;
inceldikten sonra da, bakır dokuz batman gelirse; bu durumda on batmanın
ücretini vermek mi yoksa dokuz batmanın ücretini vermek mi gerekir?
İmâm şöyle
buyurmuştur:
Şartlarına uygun
olarak, kırk dirhem ücret gerekir. Hulâsa'da da böyledir.
Mecmûu'n-NevâziPde
şöyle zikredilmiştir: Bir adam, çarşıda bir şey sattığında, ona çarşı halkından
birisi yardımcı olur; sonra da ondan ücret isterse; o yerin örf ve adetine
itibar edilir. Eğer âdetleri, bu şekil yardımlardan ücret alıyorlarsa, o da
alır; değilse alamaz. Simsarlar için ise ecr-i misil vardır. Zahîriyye'de de
böyledir.
Bir adam, diğer bir
şahsı "şu sahaya, iki katlı, iki ev yap." diye icarlayıp, enini,
boyunu ve benzeri şeyleri de söylerse; Ebû'l-Leys'in Fet-vâfan'nda "Bu
caiz değildir." denilmiştir.
Halbuki uygun olanı
teamülde müste'cirin malzemesiyle yapılmak varsa, bunun caiz olmasıdırf
Muhıyt'te de böyledir.
Nevâzil'de şöyle
zikredilmiştir: Ebû Bekir'den sorulmuş:
— Bir adam, evini bir adama, aylığı bir dirheme
icara verdikten sonra, o evi, bir başkasına satar ve müşteri, her ayın ücretini
müste'cir-den alır; bir müddet böylece geçer ve müşteri, satıcıya "eğer,
parasını verirse, evi geri vereceğine" söz verir ve "müste'cirden
aldığını da hesaba katacağını" söyler; evi satan da, evin parasını
getirerek, aldığı icarları da saymasını isterse ne olur?
İmâm şöyle buyurmuş:
— Müşterinin, müste'cirden icar alması caizdir.
Çünkü, o kendi malı yerindedir ve müstakil icâre hükmündedir. Aldığı icarın
tamamı müşterinindir. Satıcının, ücrette az veya çok bir hakkı yoktur. El
gör-dülük söze gelince, onu yapmazsa, ona birşey gerekmez.
Eğer satış zamanı
böyle bir şartları varsa, o satış fâsiddir. Tatarhâniyye'de de böyledir.
Şemsü'l-Eimme
el-Evzecendî'den sorulmuş:
— Bir kimse, bir doktora, hasta bir câriye
vererek ona, "gereken ilaçları verip, tedavi yapmasını" söyler ve
sıhhate kavuşması için kıymetinden fazla masraf yapmamasını ister; tabib de
fazla masraf yapar ve bu câriye iyileşirse; bu doktor, cariyenin sahibinden
ecr-i misil alır. îlaç ve tedavi masrafı, ecr-i misilden fazla olmaz. Muhıyt'te
de böyledir.
Bir adam, bir tabibe,
hasta bir câriye verip, ona; "Bunu tedavi eyle. Eğer iyileşirse sana
kıymetinden fazla ücret vardır." der; doktor da tedavi eder ve câriye
iyileşirse; ona ecr-i misil ile ilaç, yeme ve giyme masrafı ödenir. Yalnız
ecr-i mislinin ödenmesi için, cariyeyi yanında tutamaz. Kerderî'nin Vecîzi'nde
de böyledir.
Çocuklar, muallime,
mektebin masrafı olan hasır sergi veya başka ihtiyaçları için dirhemler
getirdiklerinde;-muallim, o dirhemleri kendi dirhemlerine karıştırıp, bir
kısmını kendi ihtiyacına sarf etme veya hasır alıp onu evine serme hakkı
vardır. CMhirü'l-Fetâvâ'da da böyledir.
Küçük bir talebe,
muallime yenilecek bir şey verirse, esahh olan kavle göre, öğretmenin onu
yemesi helâl olur. Kerderî'nin Vecîzi'nde de böyledir.
İmâm Kerhî şöyle
buyurmuştur:
Bir usta veya muallim
san'at için kendisine teslim edilen talebeyi, babasının veya vasisinin izni
olmadan dövse ve bu talebe ölürse, tazminat gerekir. Amma onların izniyle
döverse, tazminat gerekmez.
Bu, dövüş mu'tad
olursa, böyledir. Amma mu'tad olmazsa, tazminat gerekir. Her haliyle bu
böyledir. Cevheretü'n-Neyyire'de de böyledir.
Nevâzil'de şöyle
zikredilmiştir:
İdraki olmayan bir ecîrde
bir arıza görülse, terbiye edilir mi? Hayır edilmez. Ancak babası izin verirse,
o müstesnadır. Half bin Eyyûb'den şöyle sorulmuş:
— "Bir "adam, çocuğunu çarşıda
birinin yanına bıraktığında babasına, onun tenbel olduğunu söyleyerek:
"Onu terbiye edelim mi?" derlerse, ne olur?
O:
— "Evet dövülerek terbiye edilir."
demiştir. Hasan ise:
— O
dövülerek terbiye edilmez." demiştir Tatarhâniyye'de de böyledir.
Bir adam, dokumacıya,
dokumacılık öğrensin diye, oğlunu veya kölesini ücretle verire O dokumacı da
onu başka bir dokumacıya verirse; caiz olur." denilmiştir.
"Olmaz" diyenler de olmuştur. Doğru olanı da budur. Zehıyre'de de
böyledir.
Bir adam, diğerinden
senet yazmasını ister; o da: "Bana bir şey ver." der; o da verir,
kâtip de onu kendi nefsi için yazarsa, ondan bir şey alması helâl ©Imaz.
Gımye'de de böyledir.
Yazıcı yazdığının
çoğunda veya bir kısmında güzel yazmasa, ona ücret verilmez. Söyleyen
muhayyerdir. Eğer onun yazdığına rıza gösterirse, ecri mislini verir,
yazdığını alır. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, senet yazan
şahsa: "Bir alım-satım senedi yaz." derse; âlimler: "Bu sahih
değildir. Bir işe yaramaz." diye fetva vermişlerdir. Gmye'de de böyledir.
Bir müftînin, kendi
beldesinde veya başka bir yerde, bir şey yazmasından dolayı alması caizdir.
Çünkü, yazı yazması onun üzerine vacip değildir. Vacip olanı, fetva soran
kimseye diliyle veya yazmak suretiyle cevap vermesidir. Fetâvâyi Garâib'de de
böyledir.
Bir hâkimin kayıt
defteri veya vesikalar yazması için ücret alması caizdir. Mültekıt'ta da
böyledir.
Şeyhu'l-İslâm Ebû
Hasan es-Sağdî'den senet yazanların ne kadar üc^ ret alacakları sorulduğunda
İmâm şöyle buyurdu:
— Eğer senet malı bin
dirheme çıkıyorsa beş dirhem; iki bin dirheme çıkıyorsa, on dirhem alır. On
bin dirheme kadar bu böyle devam eder. Onbin dirheme kadar elli dirhem alır.
Ondan sonra, her bin dirhem için bir dirhem alır ve bunu elli dirhemin üzerine
ilâve eder.
Şayet vesika bin
dirhemden az olur ve o meşakkatli bulunursa; katip ondan da beş dirhem alır.
Şayet daha fazla
zorsa, on dirhem alır.
Şayet fazla noksansa
ona göre kıyas yapar. Şeyhü'l-İslâm'da Seyyidü'l-İmâm Üstad Ebû Şûca'da bize
böyle söyledi.
Şeyhu'l-İslâm: Bu,
sanki İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kavli gibidir." dedi. Mütekaddim âlimleri
böyle söylediler. Zehıyre'de de böyledir.
Hâkimin bir şey
yazmasına ve taksim etmesine gelince; eğer hâkim müddeî ve şahidin da'vâlarım
yazacak olur ve da'vâyı haksız görürse, ondan ücret alır; değilse
beytü'l-mâlden alır.
Kayıt zabtının ücreti
sorulduğunda^ Bürhânü'd-dîn şöyle buyurdu:
— "Da'vâhdan
alınır."
Bazıları da:
"Da'vâcıdan alınır." buyurdular. Kâdîhân ise: "Yazıcıyı kim
icarlarsa, ücretini o verir." buyurdu.
Eğer da'vâ şehir
içinde ise, hâkim yarım dirhemden bir dirheme kadar ücret alır.
Şayet hâkim, köye
gidecekse, her fersah için üç veya dört dirhemden fazla almaz.
Bazı âlimler:
"Ücret, beytü'l-mâlden alınır." demişlerdir.
"Bu, hırsızın
elini kesen cellâdın ücretidir." denilmiştir.
Şayet hâkim, bir adama
emir verir ve da'vâlının malı haczedilecek olursa, müsemma (= belirlenen ücret)
onun malından alınır.
Esahh olan da budur.
Da'vâda temize çıkan şahıs, masrafını müd-deîden (= da'vâcıdan) alır.
Adalet için giden de
böyledir.
Bazı yerlerde şöyle
zikredildiğini gördüm:
Hâkim, da'valıya bir
bilgin gönderir; o da durumu ona arz eder; da'vâlı bunu kabul etmez; da'vâcı
şahit dinleterek hâkimin huzurunda hakkını isbat eder; hâkim de ikinci defa
yine bilgin gönderir ve da'vâ-Uya giden şahıs zahmet çeker; da'vâlı ise yine
imtina ederek, ikinci defa kat'î hüccet gösterirse, hak, da'vâlının olur.
Kıyâsda, sonuçta,
masraf da'valıya aittir. Zahidi'de ve Fetâvâyi Garâib'de de böyledir.
Taksim ücreti, adedi
rüûsa (- taksime iştirak edecek şahıs sayısına) göredir. Büyük küçük fark
etmez.
Zahîrü'd-dîn
el-Mürğînânî ve Şerefti '1-Eimme el-M ek kî Kâdî şöyle buyur-muşlardır:
Terekenin taksiminden kaçınırlarsa, onların ücret vermesi gerekmez.
Muhıyt'te ve
Şerhu Ebû Zer'de:
"Müstehab olan almamaktır."
buyurulmuştur.
Üstadım, Zahîrü'd-dîn
ve Şerefü'l-Eimme el-Mekkî'nin cevabını vermiştir ve: "Bu zamanın
kadılarının fesada gitmiş olmasından dolayı onlara bıraksan, ecr-i misle
kanaat etmezler." demiştir. Gunye'de de böyledir.
Bir adam, ziraat
işleri yapmaları için, iki adamı icarlayıp, ikisine de öküzlerinden, belirli
ikişer öküz verir; onlardan birisi, ta'yin eylediği öküzlerden başkasını
çalıştırır; o işi yaparken de öküz ölür ve ölen öküzün kıymetini öderse;
sahibinin geri verdiğinin kıymetini de ödeyecek mi?
—
"Ödeyecek." denilmiştir. Esahh olan budur.
Zâhirü'l-rivâye de
budur. ,.
Şemsü'l-Eimme de
bununla fetva vermiştir.
MecmûıTn-Nevâzil'de
şöyle zikredilmiştir:
Bir adam, diğerinin
yanma emaneten yiyecek maddeleri koyar; emânet bırakılan adam da o emânet
kapları (çuvalları) boşaltıp, yerine kendi buğdayını doldurur; sonra da emânet
bırakan zat, yüklerini Mekke'ye götürmek için, emânet bıraktığı adamdan ister
ve o da, kendi buğdaylarını verir; emânet bırakan da yükün farkında olmaz ve
develerine yükleterek Mekke'ye götürürse, bu durumda emânet bırakan şahıs o buğdayları
alır. Ona ayrı bir ücret ödemesi gerekmez. Muhıyl'te de böyledir.
Bir vakfın mütevellisi
veya bir sabinin vasîsi, o yetimin veya vakfın malını, insanların aldatılmış
sayılmayacağı kadar bir ecr-i misille icara verirlerse; Şeyhu'l-İmâm Muhammed
bin FadI "Tam ecr-i misil lâzım olur." demiştir.
Fetva da bunun
üzerinedir.
Bir vasî, dava
uğrunda, hâkimin kapusunda harcadığım, —yetim küçükse— yetimin malından harcar.
Şeyhu'l-İmâm şöyle
buyurmuştur:
Vasînin, icâre olarak,
yetimin malından vermesinde (ecr-i misilden fazla olmamak şartıyle) bir beis
yoktur. Eğer rüşvet olarak verirse, vasî onu tazmin eder. Fetâvâyi Kâdîhân'da
da böyledir.
Bir adam, bir vakıf
evinde veya yetimin evinde, aile efradı ile otu-ruyorsa; metbu' olana ecr-i
misil öder. Kerderi'nin Vecîzi'nde de böyledir.
Hasta bir kimse, evini
ecr-i misilden noksana icara verirse; bu icâre bütün malında caizdir; üçte
birine itibar olunmaz. Zehıyre'de de böyledir.
Bir adam, fakirlere
vakfedilmiş bir dükkânı icarlayıp, ona, kendi malından bir yazıhane yaparak,
dükkânın ücretini artırmaksızın ondan faydalanmak isterse, ona müsâade
edilmez.
Ancak icarını
artırırsa, o zaman müsâade edilir.
O takdirde, eski
binaya hiç zarar vermeksizin, yazıhanesini yapabilir.
Şayet bu dükkân uzun
süredir muattal (— kullanılmayan) bir yerse o takdirde icarını artırmaksızın
—ona rağbet olsun diye— yazıhane yapabilir. Muhiyt'te de böyledir.
Bir adam, camiye
vakfedilmiş bir odayı icarlayıp, onun içinde keserle odun kırar ve komşular
buna razı olmazlar; mütevelli ise razı olursa; âlimler: "O zarar,
(demirci, çamaşır yıkayıcı gibi...) belirli ise, mütevelli aynı ücretle
icarcıyı yeniler ve kiracıyı odun kırmaktan men eder.
Eğer vazgeçmez ise,
onu ordan çıkarır ve bir başkasına icara verir.
Şayet aynı ücretle
icarcı bulamaz ise, mütevelli, o dükkanı, onun elinde bırakır.
Ancak onun o halinden
vakfedilmiş oda zarar görecekse, o takdirde onu ordan çıkarır. Fetâvâyi
Kâdîhân'da da böyledir.
Câmiu'l-Fetâvâ'da
şöyle zikredilmiştir:
Bir adam, aylığı on
dirheme bir eşek icarlayıp, onun üzerine bir eğer koyarak, aylığı yirmi
dirheme, başkasına icara verse; eğerin hissesi, bu adama helâl olur.
Tatarhâniyye'de de böyledir.
Bir adam, bir
başkasını, yüz batman yaş bir şeyi filan beldeye taşımak için icarlar; yaş olan
o şey de, yolda kuruyup elli batmana düşerse; bir hayvan icarlamış olması
hâlinde., onun ücretinden bir şey nok-sanlandıramaz. Eğer oraya yüz batman
götürmek üzre icarladı ise, o takdirde ücretinden yükün noksanı kadarını düşer.
Cevâhİrü'l-Fetâvâ'da da böyledir..
Bir adam, diğerine,
sabun yapması için, üç yük yağ verir; o yağ yanında kaynatılırken yüz dirhem
yağa daha ihtiyaç olur; onu da, sabuncu verirse; bu durumda sabun, yağ
sahibinin olur ve adamın ilâve eylediği yağın bedeli ile birlikte icarını verir.
Hülâsa'da da böyledir.
Bir adam, belirli bir
iş için, bir köleyi, bir aylığına icarladıktan sonra; ona: "Şu kitabı,
filana götür; filan yerde ona ver. Sana iki dirhem vardır." derse; bu iş
için ücret verilmez.
Fakat o, iki dirhemlik
icareyi bozmuş olursa, o takdirde, ona iki dirhem ücret verir.
Adam gider de geri
gelirse, icâre eski haline avdet eder. O kitabı götürdüğü kadar ki ücreti
kaldırabilir. Tatarhâniyye'de de böyledir.
Bir adam, icarladığı
bir değirmeni, bir başkasına icara verir ve bu değirmenin bir kısmı yıkılınca;
önceki müste'cir, ikinciye: "Bunu yap ve masrafını öde." der; o da
masraf ederse; önceki müste'cire, bu masraf için müracaat edebilir mi?
— Şayet ikinci adamın da müste'cir olduğunu
biliyorsa, müracaat edemez. Eğer onun mal sahibi olduğunu zannediyorsa; burda
iki rivayet vardır: Bir rivayette, "Şart koşmadı ise, yine müracaat
edemez."; ikinci rivayette ise: "Masrafını ondan alacağını şart
koşmasa bile müracaat hakkı vardır." denilmiştir. Muhıyt'te de böyledir.
Ebû'I-Kâsım'dan sorulmuş:
— Bir yurtta, birinin bir odası, başka birinin
de bir ahırı var. Ahır sahibi, çoğu zaman kapıyı kitliyor; oda sahibi de onu
men etmek istiyor; onu men edebilir mi?
İmâm şu cevabı verdi:
— İnsanların kapılarını kitlemeleri hâlinde,
onun da kapısını kitleme hakkı vardır. Tatarhâniyye'de de böyledir.
Bir adam, debbağcılık
yapmak üzere bir yer icarlasa, komşuları ona mâni olabilirler mi?
— Umuma zarar veriyorsa, onu men edebilirler.
Cevâhirii'l-Fetâvâ'da da böyledir.
Bir kimse, bir işi
yaptırmak için, üç kişiyi beraberce icarladığın-da onlardan birisi hastalanır
ve bu iü, diğer ikisi yaparlarsa, ücreti aralarında müsavi olarak paylaşırlar.
Hastaya verilen, nafile durumunda olur. Sirâciyye'de de böyledir.
Bir adam, diğerine
icara bir değirmen verdiğinde, icara veren şahıs, öğütsün diye, değirmene
buğday gönderir; o da onu üğütürse, ücret gerekmez. Şayet icara veren şahıs:
"Bu değirmende üğüt." derse, o zaman ücret gerekir. TatarhSniyye'de
de böyledir.
Bir adam, kendisinden
icarlayan şahıstan, dükkânını geri ister; bu müste'cir de dükkân sahibi
ile-hâkim huzurunda murafaa olur ve hâkim dükkanı mühürlerse; dükkan mühürlü
durduğu müddet için icar gerekir mi, gerekmez mi?
El-cevap: Gerekmez.
Çünkü icarcınm, hâkimin mührünü kaldırmaya ve dükkandan faydalanmaya gücü ve
yetkisi yoktur. Ondan icar düşer. Burda dikkat gerekir. Doğru olanı menfaat
te'minidir.
Bir dokumacı, her gün
için belirli bir bedelle bir tezgah icarla-yıp, vakıf olan bir yerde de
çalışmaya başlar; o vakfın mütevellisi de dokuma âletini dükkanın gelirine
—icarına karşılık— rehin alırsa; o müddet için dokumacıya tezgahın icarı icab
eder mi?
El-cevab: Şayet
dokumacının mütevelliye rehni kurtarma imkanı yoksa ve tezgahı alamaz ise icar
gerekmez. Burda da duruma bakılır; doğru olanı, bu durumda icar gerekir.
Zehıyre'de de böyledir.
Bir adam, ziraat için
bir arazi icarlayıp orayı ektikten sonra, bir âfet gelir ve ekini soğuk
vurursa; o günden sonra için, icar gerekmez. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.
İcara veren zat, onu
bir yabancıya satar; sonra da müşteri icâre malını müste'cire verirse; duruma
bakılır: Eğer icara veren şahıs huzurda ise, verdiği o şey tatavvu' olur. Eğer
icara veren şahıs yoksa; o şey tatavvu olmaz. Tatarhâniyye'de de böyledir.
Gasbeden adam,
gasbeylediği evi veya köleyi icara verir; sonra da kendisinden gasbolunan adam:
"Ben, icara verilmesini söyledim." der; gasbeden şahıs da: "Evet
sen söyledin." derse; gasbolunan şahsın sözü geçerli olur.
Şayet gasbeden şahıs,
icara verir; icâre müddeti de tamam olur ve malı gasbolunan şahıs;
"Sözleşmeye ben izin vermiştim." derse; müddet bittikten sonra
söylemiş olması hâlinde, bu sözüne itibar edilmez; sözü kabul edilmez; beyyine
getirmesi gerekir. Fetâvâyi Kâdâhân'da da böyledir.
Bir adam, bir evi
gasbederek icara verdikten sonra o evi sahibinden satın alırsa; geçmişteki
icâreler kendisinin olur.
Eğer öncekini sahibine
verir de sonrakini kendi alırsa, bu daha ef-dâl olur. Gasbeden şahıs, onu bir
başkasına icara verir; sonra da müste'cir, o şeyi gasbeden şahsa icara verir
ve ondan icar alırsa, gasbeyle-yen şahsın o ücreti müste'cire vermesi gerekir.
Hızânetü'l-Müftin'de de böyledir.
Bir kimse kaçan bir
köleyi yakalar ve onu icara verirse, ücret akid yapanın olur ve onu tasadduk
eder. Şayet onu icara veren şahıs, köleyle birlikte o ücreti kölenin efendisine
verir ve: "Bu, senin kölenin geliridır." derse, o, efendi için helâl
olur. İstihsânen onu yemesi helâldir; kı-yâsen ise helâl değildir. Kerderî'nin
Vecîzi'nde de böyledir.
Bir adam, bir ağaçlık
satın alıp, onları keser; başka bir yer icar-layarak, o ağaçları oraya kurutmak
için kor; icarlanan o yerden de bir adamın yolu geçmekte olur ve ağaçlan satın
alan zat, o yol sahibine müracaat ederek, "ağaçlarını, o yoldan
taşımak" isterse, o yerin sahibi buna mâni olamaz. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, diğerinden
bir köle veya bir yer satın alıp, onu da teslim alarak belirli bir müddet ve
belirli bir ücretle, satın aldığı adama icara verir; sonra da o şeye bir hak
sahibi çıkarsa; müşteri, satıcıdan geçen günlerin icarını alabilir mi?
"Uygun olanı,
taleb etmemesidir." denilmiştir.
Zehıyre'de de böyledir.
En doğrusunu bilen
Allahu Teâlâ'dır. Dönüş de, son varılacak yer de O'nun huzurudur. [59]
[1] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 9/357.
[2] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 9/357.
[3] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 9/357-361.
[4] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 9/362.
[5] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 9/362-364.
[6] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 9/364-365.
[7] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 9/365-366.
[8] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 9/366.
[9] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 9/366.
[10] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 9/367.
[11] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 9/367-369.
[12] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 9/370-378.
[13] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 9/379-383.
[14] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 9/384-390.
[15] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 9/390-398.
[16] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 9/399-403.
[17] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 9/403-406.
[18] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 9/407-412.
[19] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 9/413-421.
[20] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 9/422-425.
[21] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 9/426-434.
[22] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 9/435-443.
[23] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 9/444-445.
[24] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 9/446-448.
[25] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 9/449-450.
[26] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 9/451.
[27] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 9/451-459.
[28] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 9/459-464.
[29] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 9/464-468.
[30] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 9/469-472.
[31] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 9/473-474.
[32] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 9/474-477.
[33] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 9/478-488.
[34] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları:
9/488-493.
[35] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 9/494-495.
[36] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 9/496-498.
[37] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 9/499-502.
[38] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 9/503-525.
[39] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 9/526-534.
[40] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 9/535-539.
[41] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 9/540-546.
[42] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 9/547-553.
[43] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 9/554-555.
[44] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 10/5.
[45] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 10/5-19.
[46] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 10/19-36.
[47] Hevdeç: Deve üzerine, kadınlar için yapılan mahfe.
[48] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 10/37-44.
[49] Mahmil: (= Mahfe) deve üzerine konulan ve iki kişinin
binmesine yarayan sepet.
[50] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 10/45-71.
[51] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 10/72.
[52] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 10/72-73.
[53] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 10/73.
[54] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 10/74-107.
[55] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 10/107-109.
[56] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 10/110-111.
[57] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 10/112-120.
[58] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 10/121-130.
[59] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 10/131-158.