1- İKRARIN
SERİ MANASI, RÜKNÜ, ŞARTİ, CEVAZI VE HÜKMÜ
2- İKRAR SAYILAN VE İKRAR SAYILMAYAN ŞEYLER
4- İKRARIN SAHİH OLDUĞU VE SAHİH OLMADIĞI HALLER
5- MEÇHUL VE MÜBHEM OLAN HUSUSLARDA İKRAR
6- HASTA KİMSELERİN İKRARLARI VE DİĞER FİİLLERİ
7- MURİSİN ÖLÜMÜNDEN SONRA VARİSİN İKRARI
8- İKRAR EDEN ŞAHISLA MUKİRRUN LEH ARASINDAKİ İHTİLÂF
9- BİR KİMSENİN, BİR YERDEN BİR ŞEY ALDIĞINI İKRAR ETMESİ
10- İKRARDA MUHAYYERLİK İSTİSNA VE RÜCÛ
12- İKRARIN HALE İSNADININ SIHHATİNE MANİ OLMASI VE
İKRARIN HÜKMÜNÜN SABİT OLMASI
14- SARİH BİR İBRA'IN BULUNUP BULUNMADIĞININ İKRAR
EDİLMESİ
15- İKRAH (= ZORLAMA) İLE YAPILAN İKRAR
16- NİKÂH, TALÂK VE KÖLE AZAD ETME HUSUSUNDAKİ İKRAR
17- NESEP, ÜMM-Ü VELEDLİK, AZAD ETME, KİTABET VE TEDBÎR
HUSUSLARINDA İKRAR
18- ALIŞ-VERİŞ VE SATILAN ŞEYDEKİ KUSUR HUSUSUNDAKİ İKRAR
19- MÜDÂRİP VE ORTAĞININ ÎKRARI
20- VASÎ'NİN, ÖLEN ŞAHSIN MALINI ALDIĞINI İKRAR ETMESİ
22- KATL VE CİNAYETİN İKRAR EDİLMESİ KATL İKRARI
23- İKRAR'LA İLGİLİ ÇEŞİTLİ MES'ELELER
İkrar, bir kimsenin, nefsi
(kendisi) üzerinde başka bir şahsın, hakkının (sabit) bulunduğunu haber vermesi
demektir. Kâfî'de de böyledir. [1]
İkrarın rüknü, bir
kimsenin, başka bir şahıs için, ikrar ifade eden veya ona benzeyen bir söz
söylemesidir. Çünkü, o, sözle, hak zuhur eder ve açığa çıkar. Öyleki, burada
muhayyerlik şartı sahih olmaz. (Meselâ: Bir kimse, bir alacağı veya bir ayn'ı,
üç güne kadar muhayyer olmak üzere ikrar eylese; burada muhayyerlik batıl olur.
Eğer, kendisi için
ikrar olunan şahıs, onu doğrularsa; mal ona ilzam olunur. Serahsî'nin
Muhryti'nde de böyledir.[2]
İkrarın kabul
olmasının şartı:
l) Akıl
2) Bülûğ'dur.
Bunda hilaf yoktur.
İkrarın kabul olması
için hürriyet, bazı şeylerde şarttır; bazısın da şart değildir. Nihâye'de de
böyledir.
Şayet, ticaretten men
edilmiş bir köle, bir malı ikrar ederse, bu ikrarı efendisi hakkında geçerli
olmaz.
Ancak kısas hakkında
ikrar ederse; bu ikrarı sahih olur. Serahsî'nin Muhiytı'nde de böyledir.
Ticaretten men edilmiş
kölenin mal hakkındaki ikrarı, azad
olduktan sonraya tehir edilir.
İzinli köle de
böyledir. Yani onun da ikrarı te'hir edilir.
Onun ticaret babındaki
ikrarı, efendisinin izni olmadan nikahlanan kadının mehri hakkındaki ikrarı
gibi değildir.
Keza, bu kölenin mal
(= diyet ceza) icabettiren bir cinayet işlediği hususundaki ikrarı, malı
gerektirmez.
Hadler ve kısas
hakkındaki ikrarı bunun hilafınadır. Tebyîn'de de böyledir.
Keza, ikrarda rıza ve
kasd şarttır.
İkrah ile yapılan
ikrar sahih olmaz. Nihâye'de de böyledir.
Sarhoşun ikrarı
şahindir. Ancak, zina ve içki haddinde sarhoşun ikrarı sahih değildir.
îkrar mubah yoldan
yapılmışsa, bu ikrardan dönülmesi kabul edilmez. Bahru'r-Râik'ta da böyledir.
İkrarın, alel
husus-caiz olmasının şartı: îkrar olunan şeyin, kendisi için ikrar olunan
şahsa teslim edilmesi gereken bir şey olmasıdır. (Ayn ve borç gibi...)
İkrar olunan şey
kendisi için ikrar olunan şahsa teslimi gerekmeyen bir şeyse, onu ikrar caiz
olmaz.
Şunun gibi: Eğer, bir
kimse, ikrar ederek: "Filana bir şey sattı." veya "Ondan, bir
şey icarladı." yahut, "Ondan, bir şey satın aldı." veya
"Ondan bir şey gasbetti..." topraktan veya buğdaydan bir tane
gibi..." derse, bu ikrar batıl olur. Hatta, bu şahıs bunları beyana bile
cebredilmez. Muhiyt'te de böyledir. [3]
İkrarın hükmü: İkrar olunan şeyin, zahir (= açığa çıkmış olmasıdır. Yani bu şeyin
(malın, hakkın) bidâyeten sübûtu değildir. Kâfî'de de böyledir.
Bunun içindir ki, bir
kimse: "Bu içki filan müslümanındır." diye ikrar etse (yani, içkinin
"bu ikrardan önce, o müslümana ait olduğunu" haber verse, bu ikrarı
sahih olur. Bu kimse, bu ikrarı ile, o zata yeni bir mülkiyet isbat etmiş
olmaz.
Görüldüğü gibi burada
ikrar, ihbardır; (= haber vermedir.); temlik (= mülkiyet bildirme) değildir.
Temlik olsaydı, bu ikrar sahih olmazdı.
Keza, zor (= ikrah)
karşısında yapılan talâk (= boşama) ve ıtak (— köle azad etme) ikrarı sahih
olmaz.
Bunlar, ikrar değil
de, inşa olsaydı; ikrah ile yapılmış olsa bile, sahih ve geçerli olurdu.
Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse,
"elinde bulunan bir malın, başkasına ait olduğunu" ikrar eder",
kendisi için ikrar vaki olan şahıs ise, ikrar eden şahsın, bu hususta yalan
söylediğini, bilirse; bu ikrar, diyanet yönünden helal olmaz. Ancak, ikrar eden
şahıs, nefsini temizlemek için, o malı, ikrar ettiği şahsa teslim eder. Ve bu
malı, o şahsa bağışlamış olur. Künye'de de böyledir.
Bir kimsenin, ikrar
zamanında, kendi elinde bulunmayan bir şey hakkında "Bendeki bu şey
filanındır." diye ikrarda bulunması halinde, bu ikrarı mu'teber (—
geçerli) olur.
Ve bu ikrarından
dolayı, o şeyin kendisinin mülkiyetinde olduğuna hükmedilir. Ve, mukarrün leh
(= kendisi için ikrarda bulunulan şahıs), bu ikrarı tasdik ederse (=
doğrularsa), beklenilmeden bu ikrar yerine getirilir.
Bu durumda, mukarrün
leh'in reddetmesi halinde, —hîbe gibi— bidâyeten mülkiyete (o şeyin baştan beri
ikrar eden şahsın, müliyetinde bulunması haline) itibar edilir.
Dolayısıyle, mukarrün
leh'in (= kendisi için ikrarda bulunulan şahsın) reddetmesi halinde, bu ikrar,
batıl (= geçersiz) olur.
Bu durumdan sonra,
mukarrün leh, —reddinden dönerek— bu ikrarı tasdik etse (= doğrulasa) bile, bu
tasdiki ile amel olunmaz.
Mukarrün leh, ikrarı
reddederse, bu durumda, bu ikrar ibtal edilir. (= geçersiz kılınır.)
Ancak, bu durumda
ikrarın ibtal edilmesi, sadece mukarrün leh için geçerlidir.
İbtal başkasının hakkı
hususunda olursa, mukarrun leh'in reddetmesi ile amel edilmez.
Meselâ: Bir- kimse,
ikrarda bulunarak: "Ben, şu köleyi, filan adama, şu kadar bedelle
sattım." dediğinde, kendisine karşı ikrarda bulunulan şahıs, ikrar eden
şahsın, bu ikrarını reddederek: "Ben, senden hiç bir şey satın
almadım."der; bundan sonra da: "...satın aldım." der; fakat, bu
durumda da satıcı: "Onu, sana satmadım." derse; bu satıcının, sattığı
ve ifadesi ile belirlediği köleyi, müşteriye vermesi lazım gelir.
Çünkü o, satış
tamamlandıktan sonra, bu alış-verişi inkar etmiş olmaktadır.
Akid yapan iki kişiden
birinin o akdi inkar etmesi, akde bir zarar vermez.
Ancak, müşteri:
"Ben, satın almadırh." dediği zaman, satıcı da, onun bu sözünü
doğrulayarak: "Evet, satın almadın." der; sonra da: "Hayır,
satın aldın." derse; bu durumda satış sabit olmaz. Bu durumda, satışın
sabit olduğuna dair beyyine getirse, bile hüküm böyledir. Çünkü bu satış
feshedilmiş olmaktadır.
Ve bu satışı,
taraflardan ikisi de inkar etmiş olmaktadırlar.
Sonra, bu ikrar, her
mevzide, mukarrun leh'in reddetmesinden dolayı, batıl (= geçersiz) olmuştur.
Şayet ikrar eden
şahıs, ikrarına döner; ikrar olunan şahıs da, onu tasdik ederse; o zaman, o
mal, —ikrar sebebiyle— mukarrun leh'in ( = kendisine ikrar olunan şahsın) olur.
Ve bu şahıs, o malı alır. Bu, istih-sandır. Muhıyt'te de böyledir. [4]
Bir adam: "Benim
üzerimde, filanın yüz dirhemi vardır." veya: "Benim cihetimde,
filanın yüz dirhemi vardır.*' derse; işte bu borcu ikrardır. Bunun, emanet
olduğu doğrulanmaz. Yalnız, sözünü rnevsûl (aralıksız) olarak söylerse, o müstesnadır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Eğer: Filanın yüz
dirhemi, yammdadır." derse; işte bu onun emanet olduğunu ikrardır.
Keza, eğer:
"Benimle beraber." veya "Benim elimde..." yahut
"...evimde."; "...kesemde."; "...sandığımda; filanın
yüz dirhemi vardır." derse; işte bunların tamamı, onun emanet olduğunu
ikrardır. Mebsût'ta da böyledir.
Şayet: "Onun,
benim yanımda yüz dirhemi vardır; emanettir, borçtur." veya "Borç bir
eşyası vardır."; "Borç bir mudarabe malı vardır."; "Alacak
emaneti vardır." veya: "Emanet alacağı vardır." derse, işte bu
ödünçtür; alacaktır. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Bir adam:
"Yanımda, filanın yüz dirhem ariyeti vardır." derse, işte bu, onuri
ödünç olduğunu ikrardır.
Tartılan ve ölçülen
şeylerin tamamı böyledir. Çünkü, ariyetten intifa (= fayda) beklemek mümkün
değildir. Ancak, telef edilirse, borç olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Fetâvâyi Nesefî' de
şöyle zikredilmiştir:
Bir adam: Filana, on
dirhemi vermek, bana lazımdır." derse; bu durumda bir şey gerekmez.
Ancak, bu durumda
bir şey gerekmemesi için, "benim üzerimde...";
veya "boynumda..."; "zimmetimde..." yahut "...vacib
borçtur." veya "...lazım hakdır." dememesi gerekir.
Eğer: 'Önün,
benim malımda bin
dirhemi vardır.'' veya "...dirhemleri vardır."
derse; işte bu da ikrardır.
Bundan sonra, eğer
ayırım yaparak: "Bu emanettir." derse, işte o emanettir; değilse
ortaklıktır.
Şayet ikrar eden
şahıs, malından, bin dirhemi belirler ve kendisi için ikrar olunan şahıs da:
"İşte bu bin dirhemdir." derse, bu ikrarı red olur mu?
— "Olur."
denilmiştir.
Keza, alimler:
"Ortaklık ikrarı batıl olmaz. Çünkü o, belirli bin dirhem davasının, ortak
olmanın cevazından dolayı ikrarını red değildir." Önce ikrar edip, sonra
da taksim etmeleri halinde olduğu gibi...
Bu, taksim davasından
olur.
Eğer diğeri yemin
ederse, taksim sabit olmaz ve ortaklık ikrarı hali üzere kalır.
Şayet, ikrar eden
şahıs malından bin dirhemi tayin eder de, ikrar olunan şahıs onu inkar ederse;
onun sözü geçerli olur. Serahsî'nin Muhıytı*nde de böyledir.
Eğer: "Malımdan
bin dirhemi onundur." derse; işte bu, bağış olur. Ona vermek için
cebredilmez.
Bu, bir borç ikrarı
değildir.
Şayet: "Şu bin
dirhem senindir." demiş olsaydı, bu bir ikrar olurdu. Ve, bağış olmazdı.
Ve teslim etmesi için cebredilirdi. Muhıyt'te de böyledir.
"Malımdan bin
dirhemi onundur. Onda benim hakkım yoktur." derse, işte bu borç ikrarı
olur. Mebsût'ta da böyledir.
Bir kadın, kocasına:
"Senden hasıl olan herşey, benimdir." derse; bu mehrini almaya ikrar
olmaz.
"İkrar
olur." diyenler de olmuştur. Sadru'ş-Şehîd: "İkrar olmaz."
buyurmuştur. Hulâsa'da da böyledir.
Şayet: "Şu elbise
(veya ev filanın ariyetidir." veya "...filandandır." yahut:
"Onun malıdır."; "Malı içindir." "...maundadır."
veya "...malındandır." "...ve mirasıdır." veya
"...rnirasındadır." yahut: "Onun hakkıdır." "...Onun
tarafındandır." derse, işte bu sözler, hep ikrardır. Serahsî'nin
Muhıytı'nde de böyledir.
Bir kimse, bir elbise
ve bir hayvan hakkında: "Yanımda ariyettir; filanın hakkıdır." derse;
bu, bir ikrar olmaz.
Eğer: "Şu bin
dirhem, yanımda filanın hakkı olarak mudârebedir." derse, bu da ikrar
olmaz.
Şayet: "Filanın
hakkıdır; borçtur." derse, bu ikrar olur. Eğer: "Bu dirhemler,
filanın hakkı olarak, yanımda ariyettir." ders'e, işte o da ikrar olur.
Mebsût'ta da böyledir.
Eğer: Filana karşı,
yanımda ariyettir." veya: "Filanın benim üzerimde, bin
dirhem hissesi..." veya
"...ortaklığı..."
yahut ".;.ortaklıktan..." veya "ortaklık için..."
yahut "...ücretten..." veya "...ücret için";
"...ücretle..." veya
"..eşyasından";
"...eşyası vardır..."
derse; işte bunlar
ikrardır. Serahsî'nin Muhıytı'nde
de böyledir.
Eğer: Filanın,
üzerimde selemden (- veresiye satıştan bir kürr buğdayı vardır." veya
"...önceden..." yahut "...bedelden, bir kürr buğdayı
vardır." derse; işte bu ikrardır ve onu vermesi gerekir.
Şayet: "Onun
satış bedelinden, benim üzerimde yüz dirhemi vardır." veya "...satış
sebebiyle..." yahut "...satış için..." veya ''.. .satış
cihetinden..." yahut ' *.. .kira cihetinden...'' veya ".. .kira
için..."; "...kira olarak..." veya "...kefaleten...";
"...kefalet için..." veya "...kefalet üzere..."; "yüz
dirhemi vardır." derse; bunların hepsi ikrar olur. Ve ikrar eden şahsın
ödemesi gerekir. Mebsût'ta da böyledir.
Ebû'l-Leys'in
Fetvâları'nda şöyle zikredilmiştir:
Bir adam: "Bu
şey, filanın hakkıdır." veya "...senindir." derse; bu ikrar
olur.
Eğer: "Bu,
filanındır." veya "senindir." derse; işte bu, hibe olur.
Şayet: "Bu malı
senin için kıldım." veya "...adına ayırdım." yahut "...sana
hak kıldım." derse; bu bir temlik olur.
Şeyhu'1-İmâm Üstad Zahîrü'd-Dîn "...adına ayırdım, demekle temlik
olmaz; bu ikrar da olmaz." demiştir.
Bir adam: "Şu
evim, küçük çocuklarımmdır." derse bu batıl ( = geçersiz) olur. Çünkü, bu
bir hîbedir. Çocukların hangileri olduğunu açıklamadıkça batıl olur.
Şayet: "Şu ev,
çocuklarımdan küçüklerinindir." demiş olsaydı, işte bu, ikrar olurdu. Ve
bu ev, en küçüklerinden üçünün olurdu.
Keza: "Şu evimin,
üçte birisi filanındır." derse; bu, bir hîbe olur.
Eğer: "Şu evin
üçte birisi, filanındır." derse, işte bu da, ikrar olur. Fetâvâyi
Kâdîhân'da da böyledir.
Bir adam: "Sen de
olan bin dirhemimi, bana Öde." der; diğeri de: "olur." derse;
gerçekten onu ikrar etmiş olur. Yine: "Onu sana yakında vereceğim."
veya "...yarın vereceğim." yahut "...sonra vereceğim."
derse, ikrar eylemiş olur.
Yine: "Otur, onu
hazırlayayım; onu ödeyeyim, onu al." veya * *otur.'' demediği halde: '
'Onu hazırlayayım.' * veya ".. .Nakden vereyim." yahut: "Onu
al." derse, bu da ikrar olur.
Ancak:
"...Hazırlayayım;" "Nakden vereyim."; "al" derse
işte bu sözler, ikrar olmaz. Mebsût*ta da böyledir.
Eğer:
"Yarın..." veya "...hazırlığım yok." yahut "...bugün
kolaydır." veya "...ödenecekten fazlası vardır." derse, işte
bunların hepsi de ikrar olur. Serahsî'nin Muhıytt'nde de böyledir.
Şayet: "Bu gün,
yanımda yoktur." veya "...Bana tehir eyle" yahut: "Bana, o
hususta nefes aldır." veya "...onu, bana teberru eyle."
yahut: "Vallahi, onu
ödeyemem." veya "onu
sana bugün hazır-layamam..." yahut: "Onu, benden bugün alma,
malım gelene kadar dur veya "kölem gelene kadar bekle." derse; işte
bu sözlerin, hepsi de ikrardır. Mebsût'ta da böyledir.
Eğer: "Senin
üzerinde olan, bir kürr buğdayımı, bana öde." veya: "Yarın
gönder." der ve karşı taraf da: "Gönderirim." derse; bu bir
ikrardır.
Şayet, bunu tartılan
şeyler hakkında söyler ve: "Yarın, onu gönderirim." veya
"...Vekil gönderirim, onu sana verir." yahut: "Onu alacak olanı
yolla alsın" veya: "Onu, benden kim alacak?" derse, bunların
tamamı da ikrardır. Muhiyt'te de böyledir.
Bir adam, diğerinden
bin dirhem alacaklı olduğunu iddia eder; iddia olunan da: "İddianı sana
verdim." derse; bu bir ikrar olmaz.
Keza, iddia olunan
şahıs: "Da'vanı, bir ay bana tehir eyle." veya "...iddianı tehir
eyle." derse; bu ikrar olmaz.
Şayet: "Da'vanı,
benden tehir eyle; malım gelince, onu sana vereyim." derse; işte bu ikrar
olur. Eğer: "Malım gelene kadar tehir eyle, davanı sana vereyim."
derse, bu ikrar olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Hisıım Nevâdiri'nde
şöyle demektedir:
Ben, İmâm Muhammed
(R.A.)'in şöyle buyurduğunu işittim: Bir adam, diğerine: "Bana bin dirhem
ver." der; diğeri de: "Hazırlayayım." derse, bu durumda bir şey
lazım olmaz. Çünkü: "Bin dirhemimi ver." dememiştir. Muhıyt'te de
böyledir.
Şayet: "Sende
olan bin dirhemi ver." demiş olsaydı; diğeri de: "Sabret" veya
"Onu, ilerde alırsın." deseydi, bu da ikrar olmazdı. Çünkü o istihza
ve istihfaf etmiştir.
Şayet:
"İnşaallah, onu bana teberru edersen..." derse, işte bu ikrar olur.
Çünkü teberru, daha önceden borcun olmasını iktiza eder. Serahsî'nin
Muhıytı'nde de böyledir.
Nevâzil'de şöyle
zikredilmiştir:
İddia olunan zat:
"Kese dikildi, al." derse; bu ikrar olmaz. Keza: "Tut."
derse, bu da ikrar olmaz. Çünkü, bu sözler, başlangıç sözlere elverişlidir.
Muhıyt'te de böyledir.
Eğer: "Benim
senin üzerinde olan yüz dirhemimi ver. Beni, alacaklılarım bırakmıyor."
der; diğeri de: "Onların bir kısmını bana havale eyle." veya:
"Onlardan dilediğini bana havale eyle." yahut: "Onlardan birini,
bana gönder de, ona ben ödeyim." veya: "Benim üzerime havale
et." derse; bunların hepsi de ikrar olur.
Şayet: "Onu, sana
ödedim." derse; bu da ikrar olur.
Keza: "Sen, onu
bana tçberrû eyledin." derse, bu da ikrar olur.
Keza: "Bana,
helal eyledin." veya "Bana bağışladın." yahut: "Bana tasadduk-eyledin."
derse; bunlar da ikrar olur. Mebsût'ta da böyledir.
"Onu, sana ifa
eyledim." derse; işte bu da borçlu olduğunu ikrardır. Ve bu şahsa,
"borcunu ödemesi" emredilir.
Sonra da bu şahıs
ifasını isbâta çalışır.
Keza, davalı davacıya:
"Bu malın sana ulaşmadığına, yemin et." der veya: Yemin et; gerçekten
bu mal sana ulaşmadı mı?" derse, bu da davalının üzerinde, malın olduğunu
ikrardır. Ve, o şahsa, bu borcunun vermesi" emredilir.
Bazı alimlerimizin
fetvalarında da, böyle hikaye edilmiştir. Muhiyt'te de böyledir.
Şayet: "Sen, beni bu davadan temize
çıkardın." veya: "Bu davadan,
benimle sulh oldun." derse; bu ikrar olmaz. Hulâsa'da da böyledir.
Eğer: "Hakkından,
seninle sulh eyledik." derse, bu da-ikrar olur. Ancak: "Da'vandan sulh eyledim." derse;
bu ikrar olmaz.
Serahsfnin Muhıytı'nde
de böyledir.
Eğer: Şu evden... bin
dirhem çıkar." veya "...Bin dirhem ibra et."; "Bin dirhem
terk et. (- bırak)." "...bin dirhem bana teslim eyle.";
"...Onu bana ver." derse; gerçekten onu mülk ile ikrar etmiş olur.
Çünkü, bu lafızlar bedele yakın söylendiği zaman, —sulh lafzı öne geçmezse, örf
ve adette müsaveme için kullanılırlar.
Şayet bu lafızlar,
bedel olarak söylenmezlerse, o zaman, ikrar olmazlar.
Eğer iki kişi, bir
birleri ile, biri ev teslimi, diğeri de bir köle teslimi üzerine anlaşma
yaparlarsa, bu bir ikrar olmaz.
Şayet bir kimse, bir
adamdan, bir ev satın aldıktan sonra, o adama: "Bana satış bedeli için,
bin dirhem teslim eyle/v derse, bu bir ikrar olmaz. Serahsî'nin Muhıytı'nde de
böyledir.
Mecmûıı'n-Nevâzil'de
şöyle zikredilmiştir:
Bir adam, diğer bir
şahsa: "Sende, benim bin dirhemim var." der; diğeri de: "Benim
de sende, bin dirhemim var." derse; veya bir şahıs, diğerine: "Senin
karını boşadım." veya "cariyeni azad eyledim." yahut: "Köleni
azad eyledim." der; diğeri de: "Sen, kendi karını boşadm." veya
"Kendi cariyeni azad eyledin." yahut: "Kendi köleni azad
eyledin." derse; İbnü Semâa, İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğunu
rivayet etmi?tir:
"Bu, bir ikrar
olur."
Zahirü'r-rivayede,
—böyle demek— ikrar olmaz.
Şeyhu'1-lmâm Üstad
Zahîrü'd-Dîn, İbnü Semâa'nm cevabı ile fetva vermiştir. Hulasa'da da böyledir*
Şayet, aynı adam, —vav
harfini si ylemeksizin—: "Benim, şende bin dirhemim var." derse, işte
bu ikrar olmaz.
Şu mes'ele, bunun
hilafınadır:
Eğer: "Senin
üzerinde, benim için onun misli vardır." derse, bu ikrar olur.
Keza, diğeri:
"Sen, önceki gibi kendi köleni azad eyledin." derse, bu, diğeri için
ikrar olur mu?
—Olur.
Şayet: "Sen,
kendi köleni azad eyledin." derse, bu ikrar olmaz. Bunda hilaf yoktur.
Bu hilaf üzerine; bir
adam, diğerine: "Sen filanı, öldürdün." der; diğeri de Ona: "Sen
de, filanı öldürdün." derse, işte bu ikrar olur.
Eğer: "Sen filanı
öldürdün." derse; işte bu, hilafsız ikrar olmaz. Muhiyt'te de böyledir.
Eğer, bir kimse
farsca: "mera tü cündîn mî bâyed." (yâni: Benim, senin üzerinde şu
kadarım var." diyerek belirli bir mal isimlendirip, karşıdaki adam da:
"Benim de senin üzerinde, onun gibi hakkim var." diye, öncekini iade
etmesi sebebiyle söylerse, bu, ikinci adamın ikrarı olur.
Bazı alimlerimiz;
Uygun olanı, bunun İmam Muhammed (R.A.)'in kavli üzerine olanıdır.''
buyurmuşlardır.
İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'a göre, arabça olarak, "eyzan (= bunun gibi)" demekle, ikrar
olmaz. Zehıyre'de de böyledir.
Uyun kitabında şöyle
zikredilmiştir:
Bir adam: "Ben
filanın oğlunu öldürdüm." der; sonra da yine: "Ben, filanın oğlunu
öldürdüm.'' derse; bu filanın bir oğlunu öldürdüğünü" ikrar olur.
:
Semerkant alimlerinin
fetvalarında: Eğer bir adam, diğerine: "Filanı niçin öldürdün?" der;
diğeri de: "Bu, levh-i mahfuzda yazılmış idi." veya: '-'Düşmanımı
öldürdüm." derse, işte bu katli ikrar olur.
Bu şahıs, öldürmenin
kasden olduğunu ikkrar eylemezse, malından diyet lazım gelir.
Şayet: "Mukadder
olucudur." demiş olursa, bu ikrar olmaz. Hulasa'da da böyledir.
Bir adam, iki yüz
dirhem iddia ettiğinde davalı: "Yüz dirhemden sonra, yüz dirhem daha
ödedim. Bende hakkın kalmadı." derse bu ikrar olmaz.
Keza, bu şahıs yüz
dirhem iddia eder; diğeri ise: "Gerçekten sana elli dirhem ödedim."
derse; bu da ikrar olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir adam, diğerinden
bin dirhem iddia eder; o da: "Ondan bir miktar aldın." derse; bu
durumda onu ikrar etmiş olur.
Keza, davalı:
"Ağırlığı kaçtır?" veya "Müddeti ne kadar?" yahut:
"Darbı nedir?" veya "Gerçekten onları sana ödedim." derse,
bunların tamamı, bin dirhemi ikrar etmektir.
Şayet: "Gerçekten
çoğunu da, azını da —tamamını— sana teberru eyledim. Senin benim üzerimde olan
malını." derse, bu, bin dirhemi ikrar olmaz. Fakat, belirsiz bir şeyi
ikrar olur. Bu durumda, o şahıs, kasdettiği şeyi açıklamaya cebredilir.
Açıkladığı zaman da
talibe,, ondan bir şey alıp almadığı hakkında yemin verilir.
Matluba da, üzerinde
bir şeyin kalıp kalmadığına dair yemin verilir. Mebsût'ta da böyledir.
Bir adam, varislerin
bazılarına karşı, ölen zatın üzerinde alacağı olduğunu" iddia ettiğinde,
davalı: "Benim elimde terekeden bir şey yok." derse;
işte bu, tereke hakkında ikrar
olmaz. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, diğerinin
elinde bulunan bir yeri iddia ettiğinde, davalı, iddia edene: ''Senin yerin
burdanbaşkasıdır." derse, işte bu, davalının, onu ikrarıdır; Zahîriyye'de
de böyledir.
Bir adam, diğerine
karşı, "haksız olarak, dirhemlerini aldığını" iddia eder; diğeri de:
"Ben haksız olarak almadım." derse* bu ikrar olmaz.
Şayet: "Senin
emrinle, kardeşine verdim." derse işte bu ikrar ve bu işi isbat olur.
Hulasada da böyledir.
Bir adam, diğerinden
on dirhem alacaklı olduğu iddiasında bulunur; iddia olunan şahıs da:
"Bu cümleden olarak, sana beş dirhem vermem gerekir." derse, İşte bu,
on dirhemi ikrar olur.
Bir adam: Beş dirhem,
bu cümleden baki kaldı." derse, bu on dirhemi ikrar olmaz. Zahîriyye'de de
böyledir.
Müntekâ'da şöyle
zikredilmiştir:
Bir adam, diğerine:
"Senin üzerinde, benim bin dirhemim vardır, der; o da: "Dikkat!
Beşyüz dirhemi yoktur." veya: "Ben, ondan beşyüz dirhemini
bilmiyorum." derse, gerçekten beşyüz dirhemi ikrar etmiş olur.
Şayet: "Dikkat!
beşyüz dirhemi yoktur." dediği haîde, "ondan, beşyüz dirhemi
yoktur." demezse; işte bu, ikrar değildir. Muhiyt'te de böyledir.
Bir adam, diğerine:
"Sende bin dirhemim vardır." der; o da: "Hak ve Sıdk." veya
"hakkan" veya "sıdkan" derse; işte bu, ikrar olur.
Şayet: "Hak
hakdır." veya "Sıdk sıdktır." yahut "Yakın yakîndir."
veya "Birr hakdır."; "Hak birrdir," derse, bu da ikrardır.
Yani bu şahsın, cevap olarak "Hak hakdır."; "Sıdk
sıdktır."; "Yakin yakindir." demesi ikrardır.
Eğer birr lafzını
yalnız söyler ve "Birr birrdir." der; bu kelimeyi hak kelimesine, sıdk
kelimesine, yakın kelimesine ilave etmezse (ve meselâ: "Birr.
birrdir." derse) bu ikrar olmaz. Kâfî'de de böyledir.
Bir adam, diğerine:
".Benim, senin üzerinde bin dirhemim var." der; iddia olunan zat da:
"...yüz dinarla beraberdir. derse; Fakıyh Ebû Bekir el-İskâf: "Bu,
ikrar olmaz." buyurmuştur.
Fakıyh Ebû'1-Leys ise:
"Eğer, dinarları tasdik ederse, iki malı da ikrarı sahih olur. Ve eğer,
dinarları yalanlarsa; bu durumda da dirhemleri ikrarı sahih olur. Zahîriyye'de
de böyledir.
Bir adam, diğerine:
"Sana yüz dirhem borç verdim." der; diğeri de: "Ben, senden
başka bir kimseden borç almadım." veya "Senden gayrı kimseden borç
almadım." yahut: "Senden önce, kimseden borç almadım." veya
"Senden sonra, kimseden borç almam." derse; bu sözler ikrar olmazlar.
Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Asi kitabında şöyle
zikredilmiştir:
Bir adam, diğerine:
"Sana, yüz dirhem borç verdim." der; diğeri de: "Onu, sana
döndürmem." veya "Bundan sonra, geri vermem." derse, bu ikrar
oiur.
Bu şahsın, —sadece—:
"...döndürmem." demesi ikrar olmaz.
Bir kimse diğerine:
"Sen, benden yüz dirhem gasbeyledin." der; diğeri de:
"Yüzdirhemden sonra* bir şey gasbeylemedim." veya "O yüz
dirhemle birlikte, bir şey gasbeylemedim." yahut:."Bu yüz dirhemden
başa bir şey gasbeylemedim." derse bu, durumda, yüz dirhemi gasbeylediğini
ikrar etmiş oiur.
Keza, bu şahıs:
"Bundan sonra, kimseden bir şey gasbeylemedim." veya "Bir
kimseden, bundan sonra, bir şey gasbeylemedim." yahut: "Bundan sonra,
bir ahadden bir şey gasbeylemedim." derse, bunlar da ikrar olur.
Şayet: "Benim üzerimde, emanet dirhemlerin vardır." veya:
"Yüz dirhemden başka yoktur." yahut: "Yüzdirhemden fazla
yoktur." derse; işte bunlar, yüz dirhemi ikrar olur.
Şayet: "Senin
için, benim üzerimde bin dirhemden fazla da, noksan da dirhemin yoktur."
derse; işte bu ikrar olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Eğer: "Senin, üzerinde,
bin dirhemden fazla
veya noksan dirhemin
yoktur." derse, bu ikrar olmaz; denildi. "Noksanı, nefyettiği için,
ikrar olur." diyenler de vardır. Esahh olan da budur. Serahsî'nin
Muhıyti'nde de böyledir.
Bir adam, diğerine:
"Hemen, ancak, senin bende yüz dirhemin vardır." derse, işte bu, yüz
dirhemi ikrar olur.
Eğer "Senin,
benim üzerimde yüz dirhemin yoktur." derse; bir şey ikrar etmiş olmaz.
Mebsût'ta da böyledir.
Eğer bir adam: Şu
taksim olunan evin üçte biri filanın, üçte birisi benim; üçte birisi de başka
filanın" derse; bu durumda diğer iki filan kişi için, evin üçte ikisi
ikrar edilmiş olmaz. Ancak, "evin üçte birisi filanın; evin üçte birisi de
filanın" demesi halinde, bu ikrar olur. ZahîriyyeMe de böyledir.
Bir adam:
"Filanın, ben de bin
dirhemi vardır. Ben
oriu biliyorum." (veya bildim.) derse; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve
İmâm Muhammed (R.A.): "Bunların tamamı batıldır," buyurmuşlardır.
İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)
ise: "Bunların tamamı, ikrar olur." buyurmuştur.
Şayet:
"Gerçekten, filanın benim üzerimde bin dirhemi vardır." veya:
"Filanın, benim üzerimde, bin dirhemi vardır; gerçekten, ben onu
biliyorum.'' derse; işte bunlar ikrar olur. Zehıyre'de de böyledir.
Şayet: "Onun,
bende bin dirhemi vardır. Ben, öyle zannediyorum, (veya
"zanneyledim." yahut "sanıyorum."; "sandım." veya
"görüyorum."; "gördüm." derse; işte bu batıldır. Mebsût'ta
da böyledir.
Eğer: "Onun,
bende bin dirhemi vardır; filanın şehadetiyle." (veya filanın bilgisiyle)
derse, bu durumda bir şey gerekmez.
Şayet: "Filanın
şehadeti sebebiyle" veya "Filanın ilmi sebebiyle" derse; işte bu
ikrar olur.
Eğer filanın sözü veya
"Filanın sözüyle" derse, bir şey lazım gelmez. Fetâyâyi Kâdîhân'da da
böyledir.
Eğer: "Onun,
bende hesabıma göre, bin dirhemi vardır." veya "Filanın hesabına
göre, bin dirhemi vardır." yahut "Onun, hesabına göre, bin dirhemi
vardır." yahut, "kitabımda, (yazımda, defterimde) onun, bende bin
dirhemi vardır." veya "Filanın kitabında, onun, bende bin dirhemi
vardır." yahut, "Filanın yazısı sebebiyle, onun, bende, bin diremi
vardır." derse, bu batıl ( = geçersiz) olur.
Şayet: "Onun
kağıdında (= defterinde) yazılı." veya "Senin defterinde
yazılı" yahut, "Benim defterimde yazılı, bin dirhemi vardır."
derse; işte bu, ikrar olur.
Eğer: "Filanın,
bende bin dirhemi vardır; kitabda yazılıdır." veya "...kitap ile
sabittir." yahut "Filanın, bende bin dirhemi vardır;
hesablıdır.", "...hesabdandır."; "...hesap
sebebiyledir." derse, bu ikrar olur. Muhıyt'te de böyledir.
Şayet:
"...defterlidir." veya
"...defterdedir.' yahut "...defter sebebiyledir," veya
"...Onunla benim aramda yazılıdır." veya "Onunla rjenim aramda
hesablıdır." derse, bunların tamamı ikrar olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir.
Eğer: "Onun,
benim üzerimde, bin dirhemi, kağıt üzerindedir." veya ."..'.kitapda
yazılıdır." yahut, "...hisablıdır." derse; bu malı ödemesi gereklidir.
Şayet: "Onunla,
benim aramda, ortaklıktan bin dirhemi vardır." veya "...ticaretten,
onun bende bin dirhemi vardır." yahut, "...onun bin dirhemi, bana
karışmıştır." derse, bu durumda da, bu bîn dirhemi ödemesi gerekir.
Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.
Şayet: "Onun,
bende bin dirhemi vardır; filanın hükmü olarak." veya "...filan
alimin Hükmü olarak." yahut, "...onun oğullarının hükmü olarak."
veya "onun fıkhı olarak." derse; bu durumlarda birşey gerekmez.
Şayet: "Filanın
hükmüyle, o filan ise hakimdir." veya "filan alimin hükmüyle ki, o
hakimdir." derse, yine ikrar eden şahsın, o bin dirhemi ödemesi gerekir.
Eğer, o filan şahıs,
hakim olmadığı halde, alacaklı: "Ben, onu hakem tayin eyledim ve bana
hükmeyledi." der borçlu da, onu tasdik ederse, o malı, borçlunun ödemesi
gerekir.
Eğer: "Filanın,
bende bin dirhemi vardır; onun söylemesiyle." derse, bu durumda bîr şey
gerekmez. Mebsût'ta da böyledir.
Bir adam, ikrar
ederek: "înşaallah, filanın, bende bin dirhemi vardır." derse, İmâm
Ebû Hanîfe (R.A.): "Bu şahsın, bu ikrarı batıldır. (= geçersizdir.)"
buyurmuştur.
Bu, istihsandır.
Muhıyt'te de böyledir. Hulâsa"da da böyledir.
Bir adam:
"Allah'ın izniyle, ben bu köleyi gasbeyledim." derse; bir şey
gerekmez.
Bir adam
"Filanın, bende şu kadar hakkı vardır. Ve, bu hak şu zamana kadar tehir
eylemiştir." diye yazar; bir başkası da: "Bu bir hakdır." der ve
bunu "inşaallah" diye söylerse; bir şey gerekmez.
Bu, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'nin kavlidir. İmâmeyn'e göre, o şahsın, bunu ödemesi gerekir.
Şayet: Bu köleyi, dün
senden gasbeyledim; inşaallah." derse; işte bu ikrar, İmâm Muhammed
(R.A.)'e göre batıldır. İstisna ise sahihdir. Muhıyt'te de böyledir.
Zâhirü'r-rivaye budur.
Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Bir adam:
"Filanın, benim üzerimde, dilerse bin dirhemi vardır." derse, bu
ikrar batıldır.
Eğer, inşâe (= eğer
dilerse) derse, bunların tamamı şarta ta'lik eden ikrardır. Mesela: "Eğer
eve girersen"; "gökten yağmur yağarsa"; "rüzgar
eserse"; "Allah takdir ederse"; "Allah dilerse";
"Allah razı olursa"; "Allah severse"; "Allah mukadder
ederse"; "Allah kolaylık verirse"; "Şöyle
müjdelersen"; gibi lafızların hepsi, ikrar için geçersizdir.
Ancak, bunun için bu
kelimelerin mevsul (= cümleye bitişik) olmaları gerekir. Tebyîn'de de
böyledir.
Bir adam, diğerine:
"Benim üzerimde, bin dirhemin vardır; ancak, bundan başka
görmüyorum." derse; bu ikrar batıl olur.
Şayet: "Onun,
benim üzerimde, bin dirhemi vardır; eğer eşyamı ; Basra'da evime
götürürse" der; diğeri de eşyayı evine götürür; kendisi de I hazırda olup,
söyleneni duymuş olursa, işte, bu mal caizdir; vermesi gerekir.
Keza: "Şu eşyayı
evime götürürseri, sana bin dirhem vardır." derse, işte bu, icar olur.
Mebsût'ta da böyledir.
Bir adam: "Şahit
olunuz; gerçekten, onun, bende bin dirhemi vardır. Eğer Ölürsem, işte o,
onundur." derse; ölse de, yaşasa da,1 bin dirhem o şahsındır.
Keza: "Üzerimde
bin dirhem vardır. Eğer ölürsem, o onundur." derse; ölse de, yaşasa da, o,
o şahsın olur.
Keza: "Üzerimde
bin dirhem vardır. Ay başı gelince, (veya "insanlar iftar edince";
yahut, "ramazan bayramı gelince." veya "kurban bayramı gelince;)
o onundur." derse; yine dediği gibi olur. Tebyîn'de de böyledir.
Müntekâ'da, İmâm Ebû
Yûsuf (R.A.)'un şöyle buyurduğu rivayet olunmuştur:
Bir adam: "Filan
gelirse; (veya geldiği zaman) onun, benim üzerimde bin dirhemi vardır."
derse; işte bu batıldır.
Şayet: "Filan
gelirse, senin benim üzerimde, bin dirhemin vardır." derse; işte bu
caizdir.
Eğer talip, o adam
gelince iddia ederse, bin dirhemini alır. Çünkü, ona söz verilmiştir. Muhıyt'te
de böyledir.
Bir adam, diğerine:
"Eğer yemin edersen, üzerimde bin dirhemin vardır." veya "yemin
etmen halinde, bin dirhemin vardır." yahut, "yemin ettiğin zaman, bin
dirhemin vardır." veya "Ne zaman yemin edersen bin dirhemin
vardır." yahut, "yemin ettiğin an, bin dirhemin vardır." veya
"yeminle beraber, bin dirhemin vardır." yahut, "yeminimde bin
dirhemin vardır." veya "yeminden sonra, bin dirhemin vardır."
der; o adam da yemin eder; ikrar edende, bu bin dirhemi inkar ederse; o bin
dirhem, ondan alınmaz. Mebsût'ta da böyledir.
Bîr adam, diğerine:
"Şu kölemi, benden satın al." veya "icarla." yahut
"Evimi ariyet al." der; diğeri de: "Evet." derse; bu
"evet" sözü, mülkü ikrar olur.
Keza: "Şu kölemin
kazancını bana ver." veya "Kölemin elbisesini bana ver." der;
diğeri ı>* "Olur.'* derse; gerçekten bu kölenin, o adama ait olduğunu
ikrar olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Şayet, bir adam,
diğerine: "Şu evimin kapusunu aç." Veya "Evimi kireçle badana
yap." yahut, "Şu hayvanımı
eğerle." veya "Katırımı gemle" yahut '(Şu katırımın eğerini
ver." veya "Şu katırımın , gemini ver." der; diğeri de:
"Olur." derse, işte, bu ikrar olur.
Keza, bir kimse, diğer
bir şahsın yanında olan elbise için: "Onu, bana filan bağış yaptı."
veya "...tasadduk etti." deyince, diğeri de: "Doğru.",
"Evet.", "Doğusun,", "Öyle." demiş olursa, bu
sözler de ikrar olur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Eğer, bir adama:
"Sende filanın alacağı var mıdır?" denilince, o başı ile
"evet" diye işaret yaparsa, işte bu, ikrar olmaz. Tebyîn'de de
böyledir.
Bir adam, diğerine:
"Filana haber ver." veya "ona bildir." yahut "ona
söyle." veya "onu şahit tut." yahut "ona müjdele, gerçekten
onun bende bin dirhemi vardır." derse, bu ikrar olur.
Keza: "Senin
üzerinde, filanın bin dirhemi olduğunu haber vereyim mi?" veya
"...Ona bildireyim mi?" yahut "...onun, senin üzerinde, bin
dirhemi olduğuna, şahit olayım mı?" veya "...ona söyleyeyim mi?"
der; diğeri de: "Evet" derse; işte bunların tamamı, ikrar olur.
Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, diğerine:
"Filanın, benim üzerimde olan binine, şahitlik yapma." derse;
bu ikrar olmaz.
Keza: "Filanın,
benim üzerimde olan binini, ona haber verme." yahut "...ona
söyleme." derse; bu da ikrar olmaz. Nâtifî, Ecnâs isimli kitabında, İmâm
Kerhî'nin şöyle buyurduğunu nakletmiştir:
"Haber
verme." sözü, "şahit olma." sözü gibidir. Her ikisi de ikrar
olmaz."
Sahih olanı ise, bu
kelimelerin aralarında fark vardır. Serahsî'nîn Muhıyü'nde de böyledir.
Şayet: "Ben, onu
boşadım. Siz saklayınız; onu boşâdığımı saklayınız." derse, işte bu ikrar
olur.
"Ben onu boşadım,
haber vermeyiniz." demek bunun hilafınadır. Eğer: "Onun boşandığını saklayınız" derse,
bu talak olmaz. Zehiyre'de de böyledir.
Bir adam, başka
birine: "Elimde olan bütün (çok az, köle ve başka) şeyler,
filanındır." derse, işte bu, hakikaten ikrardır.
Eğer ikrar olunan zat
gelir de, onları almak isteyince, bir köle hakkında ihtilaf ederler ve o filan:
"Bu köle, ikrar eylediğin gün elinde idi; bu benimdir." der; diğeri
de: "İkrar eylediğim gün, bu köle elimde değildi. Ben, buna sonradan sahib
oldum. Bu benimdir." derse; bu durumda ikrar eden şahsın sözü geçerlidir.
Ancak, ikrar olunan
zat, isbat eder de, ikrar olunduğu gün, ikrar edenin elinde olduğunu"
kanıtlarsa, o zaman ikrar olunan şahsa hükmedilir. Muhiyt'te de böyledir.
Bir adam: "Elimde
bulunanın tamamı..." veya "...Tanıdığımın tamamı..." yahut
"...Bana ait olanın tamamı, işte o filanındır." derse; bu ikrar olur.
Hulâsa'da da böyledir.
Şayet: "Malımın
tamamı..." veya "Sahip olduğumun tamamı, falanındır." derse,
işte o hîbe olur. Onu teslim edilmeden almak, caiz olmaz. Teslim için de, veren
şahıs cebredilmez.
Eğer: "Evimde
olanın tamamı, filanındır." derse, bu ikrar olur. Fetâvâyi Kâdîhân' da da
böyledir.
İcarcı ikrar ederek:
"Ticaretten çok veya az, ire varsa, elinde olan ayn veya deyn (= Alacak)
filanındır." derse, işte bu da ikrardır. "Ben, onun
icarcısıyım." demesi'caizdir. O takdirde, elinde* olanın tamamı, filanın
olur. Onda kiracının bir hakkı olmaz.
Ancak, yer, giyer,
ücretini alır.
Eğer ecîr (= ücretli)
elinde bulunan ticaret mallarımın filana ait olduğunu" ikrar ederse;
ticaret malı olmayan şeyler, kendine ait olur. Bu durumda, ikrar edenin
açıklamasına bakılır.
Keza, bu kimse,
ticaret mallarından, elinde bulunanı iddia ederek, "bunların ikrarından
sonra hasıl olduğunu ve kendine ait bulunduğunu" söylerse; —yeminle
birlikte— onun sözü geçerli olur.
Ecîr (ücretli kimse)
ikrar ederek "Gerçekten ticaret mallarından, elinde bulunanın, filanın
—malı— olduğunu" söyler ve —bu hususta— elinde yazılı kağıtları bulunursa,
bunların tamamı o filanın olur.
Şayet, ikrar ederek,
"Ayn'dan taam olarak elinde bulunanın filana ait olduğunu söyler; elinde
de buğday, arpa, susam, hurma gibi şeyler bulunursa; onlar, o filanın olmaz.
Yalnız buğday onun olur. Eğer elinde buğday da olmamış olsaydı, kendisi için
ikrar olunan şahsın bir şeyi olmazdı, Mebsût'ta da böyledir.
Bir kimse, hali
sıhhatli olduğu sırada, kızı adına ikrarda bulunarak: Yataklar, eşyalar,
mevcut kaplar ve diğer bütün mallar hayvanat, köleler, beldede bulunan ne varsa
onundur." derse; bunların hepsi ikrarına dahil olur. Bunlardan başka
şeyleri, ikrara dahil olmaz. Zahî-riyye'de de böyledir.
Bir adam, aklı
başında, sıhhati yerinde iken, ikrar ederek, "Evinin içinde olanı karısına
mal ederse" (üzerinde olan elbise hariç), kendisi de ölür, bir de oğlu
kalırsa; sonra da o oğlu, iddia ederek, "her şeyin babasından kalma
olduğunu" söylerse; kadın, bu ikrar sebebiyle, onu men etme hakkına
sahiptir.
Evde olmayan şeyler
ise, kadının olmaz.
Hükme gelince,
şahitler ikrar yapıldığına şehadette bulunurlarsa; ikrar zamanın da evde
bulunan şeyler, kadına hükmedilirler. Hulâsa'da da böyledir.
Bir adam, karısına:
"Bu ev ve bu evde olan senindir." derse; bu durumda ev ve eşya onun
olur.
Bu lafızla, ikrar
yerine satış olsa, hüküm bunun hilafmadır; eşya, satışa dahil olmaz. Nitekim:
"Evi hukuku ile, sana sattım." demiş olsaydı, yine böyle olurdu.
Şayet, bu oğlan
babasının malını telef eder ve sonra da, babası ona: "Maldan yanımda
olanın tamamı senindir." der; bilahare de, bu baba ölür; ikrar eylediği
malda durmakta olursa, işte o mal, onun olur. Eğer, onu oğlu helak eder; bu mal
da Ölçülmeyen ve tartılmayan mallardan olursa; (dirhemler veya dinarlar
terkederse) işte o dirhem ve dinarlardan helak edilen kadar faydalanır.
"Benim elimde
olanın tamamı senindir." dedikten sonra; çünkü bu, sulh menzilinde olur.
Helak sebebiyle, sulhun batıl olup, borcun avdet etmesi gibi... Zehıyre' de de
böyledir.
Bir adam, diğeri için
bir duvar ikrar ettikten sonra: "Yeri hariç ben, binasını kasdeyledim.'.'
derse, bu sözü tasdik edilmez ve ona, yeriyle beraber duvar hükmedilir.
Keza, tuğladan
yapılmış bir direk ikrar eder; direk ise, ağaçtan olursa; onun yeri hariç—
direk, ikrar olunan şahsa, hükmedilir.
Eğer bir zarar
vermeden, kaldırabilirse, ikrar olunan şahıs onu alır.
Eğer zararsız
kaldırılmazsa, ikrar eden şahıs onun kıymetini talibe öder. Mebsût'ta da
böyledir.
Şayet: "Şu evin
binası, filanındır." derse; onun altı ona hükmedilmez. Zehıyre'de de
böyledir.
Bir kimse, bir
hurmalığı veya bir ağaçlığı, bir bostanı, veyahut hurmalık ve ağun kökleri girmiş
bulunan bir yeri ikrar ederse; (işte bunun ne kadar girdiği, kitapta
söylenmedi. Başka yerde şöyle işaret edilmiştir. "Gerçekten o, kökünün
hizasına kadar dahil olur. Hatta, ağaç sökülür, yerinde bir şey biterse) o,
kendisi ikrar olunan şahıs olur.
Bu bölüm, bilginlerin
ihtilaf ettikleri bölümdür: Bazı alimler: "Büyük köklerin uzandığı yerlere
kadar olan miktar dahildir." demişler; bazıları ise: "Güneş semanın
tam ortasında-iken, bu ağacın gölgesinin ihata eylediği yer, dahildir."
demişlerdir.
Bazıları da: İkrar
zamanı, ağacın kalınlığı mikdarıdır." buyurmuşlardır. Muhıyt'te de
böyledir.
Bir kimse: "Bu
ağaçtaki hurma filanındır." derse, ağacı ikrar etmiş olmaz.
Şayet: "Şu yerin
bitkisi filana ait." derse; o yer de, o filanın olmaz. Zehiyre'de de
böyledir.
Bir kimse: "Şu
bağ filanındır." derse; işte o zaman, o bağ yeriyle birlikte, içinde ne
varsa ağaçlan, binası hepsi, o filanın olur.
Keza: "Şu hurma
ağaçlarının kökleri filanındır." derse; meyvesi de, o filanın olur.
Eğer: "Şu yer
filanındır; hurma ağaçları müstesna." derse; gerçekten, yer de ağaçlar da
o filanın olur. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam: "Şu
yer, filanındır." der ve orda da ekin bulunursa o yer, ekini ( = bitkisi)
ile birlikte, o filan şahsın olur.
Şayet, ikrar eden zat,
—hükümden önce veya sonra— beyyinesiyle gelerek, "o ekinin kendisine ait
olduğunu" isbatlarsa, bu beyyinesî kabul edilir.
Şayet, o yerde hurma
ağaçları bulunmakta ise, "hüküm yine böyledir." denilemez. O şahıs:
"Bu ağaçlar, benimdir." diye beyyine ibraz eylese bile, bu beyyinesi
kabul edilmez.
Bu şahıs "yerin
başkasına, ait olduğunu; ağaçların ise kendine ait bulunduğunu, belgelerse; o
takdirde, ağaçlar ikrar olunan şahsa hükmedilmez. Vâkıât-ı Hüsâmiyye'de de
böyledir.
İmâm Muhammed (R..A.)
şöyle buyurmuştur:
Bir adam: "Şu ev,
filanındır." derse, o ev, yeriyle, binasıyla, o filan şahsın olur.
Keza: "Şu evin
yeri filanındır." derse; o yere, ev de dahil olur. Zehıyre'de de böyledir.
Bir kimse, ikrar
ederek: "Yüzük filanındır." derse; bu yüzüğün kaşı da, halkası da o
filan şahsa ait olur.
Bir kimse, bir kılıcı
ikrar ettiğinde de, onun kınıda, kabzası da, hamaili de ikrar olunan şahsın
olur.
Keza, bir kimsenin
elinde bulunan ev, hakkında: "Bu ev filanındır. Anak şu oda gerçekten
benimdir." derse, işte o, dediği gibidir.
Şayet: "Şu ev
benimdir. Şu ev filanındır. Şu evde başkasımndır." veya "Şu oda
benimdir. Şu oda filanındır. Şu oda da başkasımndır." derse, yine dediği
gibidir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Şayet: "Şu yer filanındır; binası
benimdir." veya: "Şu yer
filanındır; hurma ağaçları benimdir."' veya: "Hurma ağaçlarının
kökleri filanındır; hurmaları benimdir." derse; bunların tamamı, ikrar
olunan şahsın olur.
Senetsiz, isbatsız
ikrar edenin: "Benimdir." sözü, tasdik edilmez. Fetâvâyi Kâdîhân'da
da böyledir.
Bir adam: "Şu
yer, filanındır; ancak, onun binaları gerçekten benimdir." derse, bu
durumda binalar hakkındaki sözü tasdik olunmaz.
Buna göre, eğer:
"Şu bostan filanındır; yalnız, —kökü hariç— hurma ağaçları benimdir."
veya: "Şu cübbe fülanındır; ancak, astarı benimdir." yahut: "Şu
-kılıç filanındır; ancak, tezyinatı benimdir." veya: "Şu yüzük
filanındır; ancak, kaşı benimdir." derse, sözü tasdik olunmaz. Mebsûf'ta
da böyledir.
Eğer: "Binası benimdir; arsası ise
filanındır." derse; işte o, söylediği gibidir. Kenz'de de böyledir.
Bir adam, eğer:
"Şu evin binası benim; arsası, filanındır." veya: "Arsası
filanın, binası ise benimdir." derse, bu durumda bina da, arsa da ikrar
olunan şahsın olur.
Şayet: "Arsası
benim, binası filanın." derse; arsa onun, bina filanın olur.
Eğer: "Arsası
filanın; binası başkasının." derse; bu durumda da, arsası da binası da
filanın olur.
Eğer: "Binası
filanın, arsası başkasının..."derse; dediği gibi olur. Muhıyt'te de
böyledir.
Müntekâ'da şöyle
zikredilmiştir:
Bir adam, diğerine:
"Şu yüzük benim, onun kaşı senindir." veya: "Şu kemer benim;
hülliyatı (= altunu, gümüşü) senindir." yahut: "Şu kılıç benimdir;
hülliyatı senindir.''; "Şu çübbe benimdir; astarı senindir." der;
kendisi için ikrar olunan şahıs da: "tamamı benimdir." derse; bu
durumda söz ikrar eden şahsın sözü geçerlidir.
Bundan sonra, duruma
bakılır: Eğer, o ikrar olunan şeyleri soyup almak zarar vermiyorsa, onların
soyup söküp kendisi adına ikrar olunan şahsa vermesi ikrar eden şahsa
emredilir.
Şayet, çıkarılmasında
zarar olursa; bu durumda güzel olanı, ikrar eden şahsın, ikrar olunan şahsa,
ikrar eylediği şeylerin kıymetini Ödemesidir.
Bunların tamamı, İmâm
Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un kavilleridir. Zehiyre'de de
böyledir.
Bir cariye, bir adamın
yanında doğum yaptıktan sonra, bu adam: "Cariye fülanm, çocuk
benimdir." derse, işte o dediği gibidir.
Hayvanların yavruları
ve ağaçların toplanmış meyveleri de böyledir. Mebsût'ta da böyledir.
Bir adamın,
yanında bulunan bir
sandığın içinde, eşya bulunduğunda, bu adam: "Sandık
fülânın; eşyalar benim." derse; veya: "Şu ev fülanın; içinde olan
eşyalar benim." derse, bu durumlarda, onun sözü kabul edilir. Fetâvyi
Kâdîhân'da da böyledir.
Bir adam: "Bu
cüzdan, başkasının." derse; bu durumda o cüzdan ve içinde olan paralar,
onun olur.
Şayet: "Ben
cüzdanın kendisini murad eyledim; içindeki paraları değil." derse, bu sözü
tasdik edilmez.
Bir kimse eğer:
"Şu sepet fülanındrr." derse; bu durumda, o sepet de, içinde bulunan
şey de, kendisi adına ikrar olunan zatın olur.
Keza: "Şu küp
fülanındır." derse; küp de, içindeki sirke de o filanındır.
Veya: "Şu şu
çuval fülanındır; içinde herevî eşya vardır." veya: "Şu çuval
fülanındır; içinde un vardır." yahut: "Şu çuval filanındır; içinde
buğday vardır." der; müteakiben de: "Ben, yalnız çuvalı
kasdey-ledim." derse, bu sözüne inanılır. Çünkü bu, insanların yaptığı
teamüldür.
.
Şayet, yağ tuluğuna
bakarak: "Bu tuluk filanındır." derse işte o zaman, bizzat o tuluk, o
filanındır.
Eğer: "Bu buğday
samanı, filanındır." derse; işte o saman, filanındır.
Şayet: "Bu
başakların buğdayı filanındır." derse; başaklar da, buğdayı da filanındır.
Eğer: "Bu paltonun dışı fülanındır." derse, bu durumda, o paltonun
tamamı filanındır.
Eğer: "Bu
paltonun içi, filanındır." derse, bu durumda o paltonun, içini (=
astarını) sahibine öder.
İmâm Mııhiimmcd (R.A.)
böyle buyurmuştur.
"Bu kırba (- su
tuluğu) filanındır." dediği zaman onun içine, su olursa, bu su, ikrar
olunan şahsın olur; kırba ise onun olmaz. Muhiyt'te de böyledir.
Şayet:
"Ziraattan bu buğday, filanın tarlasındadır." veya "...onun
tarlasından hasıl oldu." derse; işte bu, buğdayı ikrar olur.
Keza, eğer: "Bu kuru üzüm, filanın bağmdandır."
veya "Bu hurma, filanın hurmalığındandır." derse, işte o, onundur.
Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
"Bu yün, filanın
koyunundandır; benim yanımda duruyor." veya "Yanımda duran bu süt,
filanın koyunlanndandır." veya "Bu yağ, (veya peynir) filanın
koyunlanndandır." derse, bunlar da ikrar olurlar. Muhıyt'te de böyledir.
Keza bir kimse ikrar
ederek: "Filan bu yeri ekti." veya "Bu binayı yaptı." yahut
"Bu bağı dikti." der; bunlar da ikrar eden şahsın yanında olur ve onu
ikrar olunan şahsa iddia ederse; işte o, ikrar olunan şahsın ölür.
Eğer ikrar eden:
"Bunların tamamı benimdir ve ben sana yardım eyledim." der; diğeri
de: "Sen onları ücretle yaptın." derse; bu durumda ikrar edenin sözü
geçerlidir. Kâfî'de de böyledir.
Eğer: "Bu un,
filanın değirmenindendir." derse; bu, bir ikrar olmaz. Hulasa'da da
böyledir.
Şayet, bir kimse:
"Şunu, şunu gasbeyledim." derse; işte o, ikisini de gasbettiğini
ikrar olur.
Eğer: "Ben,
köleyi de, cariyeyi de gasbeyledim." derse; bu da ikisini de gasbeylediğini
ikrar olur. Keza, eğer: "Sununla beraber şunu..." derse, (Meselâ:
"Hayvanla beraber, eğerini de gasbettîm." derse, ikisini de
gasbeylemiş olur.
Keza: "Sununla
şunu." derse, (Meselâ: Atı, gemiyle gasbeyledim." veya "Köleyi,
mendiliyle gasbeyledim" derse) işte bu, ikisini de gasbettiğini ikrar
olur.
Keza, fe harfi ile
söyleyerek: "Köleyi ve cariyeyi gasbeyledim." derse; yine ikisini de
gasbeylemiş olur.
Keza, alâ kelimesiyle
söyleyerek; "Hayvanı ve üzerindeki eğerini gasbeyledim." derse;
ikisini de gasbeylemiş olur.
Keza, min harfiyle
söyler ve: "Kölesinden mendilini; atından gemini gasbeyledim." derse,
bu durumda da onların ikisini gasbeylemiş olur.
Keza, "Eşeği
üzerinde palanıyla gasbeyledim." derse, ikisini de" gasbeylemiş olur.
Şayet ikincisi,
birinciye kap olursa; ikisi de ona mal olur. Meselâ: Bohçada elbise... Sofrada
yemek... gemide buğday... ve benzerleri gibi.
Keza, sepette hurma
veya çuvalda buğday gibi.
Eğer ikinci, birinciye
kap olmazsa, (Meselâ: "Dirhemde dirhemi gasbeyledim." denilmesi gibi...)
o zaman, ikinci ilzam olunmaz.
Eğer, ikinci,
birinciye vasıta olursa (Mesela: On elbisede bir elbise gasbeyledim."
demek gibi...) bu takdirde, yalnız bir elbise ilzam olunur. Bu, tmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'e İmâm Ebû Hanı t e (R.A.)'ın naklettiği kavildir.
tmâm Muhammed (R.A.)'e
göre bu durumda, ikrar eden şahsa on bir elbise ilzam olunur. Mebsût'ta da
böyledir.
Şayet bir
adam: "Senden, on
elbisede ipek bir
elbise gasbeyledim." derse; tmâm Muhammed (R.A.)'e göre önce
söylediği ilzam olunur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Eğer: "Senden,
evde buğday gasbeyledim." derse; bu "gemide buğday gasbeyledim."
demek yerindedir. Ve, "hem evi, hem de buğdayı gasbettiğini ikrar olur.
Yalnız bu gasb
sebebiyle, buğdayı tazmin etmek gerekir. Ev ise, tazminata girmez.
Bu, tmâm Ebû Hanîfe
(R.A.) ile İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un son kavlidir. Eğer: "Buğdayı yerinden
kaldırmadım." derse; sözüne inanılmaz. Mebsût'ta da böyledir.
Şayet "ahırda
hayvanı gasbettiğini" ikrar ederse; bu durumda sadece o hayvan, ilzam olunur.
Kenz'de de böyledir.
Bir adam:
"Filanın, bende on dirhemde on dirhemi vardır." der ve ikrar eden bu
şahıs: "Ben bunula, fi ile maa'yı (= de ile ...beraber mânâsını murad
eyledim veya fi ile vav harfini (= ...de ile ve bağlacını) murad eyledim."
derse, bu durumda yirmi dirhem ikrar etmiş olur.
Eğer: "Ben,
onunla alâ harfini murad eyledim." derse; o zaman on dirhem ilzam olunur.
Eğer: "Ben
onunla, darb murad eyledim." derse; alimlerimize göre, yine on dirhem
ilzam olunur.
Keza,eğer hakikatini
niyet ederse ,zarfiye olur ve yine on dirhem ilzam olunur. Muhıyt'te de
böyledir.
Bir kimse: "Onun,
benim üzerimde, kavrulmuş buğdayın içinde, dirhemleri vardır."
derse; ona dirhemler ilzam
olunur. Kafiz ( = kavrulmuş) buğday batıldır.
Şayet: "Onun,
benim üzerimde dirhemin içinde kâfizi vardır." derse, bu durumda da kafiz
ilzam olunur; dirhem ilzam olunmaz.
Keza, eğer: *'Onun,
benim üzerimde buğdayın karışmış on ölçeğinde, onaltı ntıl zeytin yağı
vardır." derse; bu durumda da zeytin yağı ilzam edilir; buğday batıl olur.
Gayetü'I-Beyân'da da böyledir.
Şayet: "Onun,
benim üzerimde, on dinarda on dirhemi vardır." derse, ona, on dirhem
vermesi gerekir; diğer sözü geçersizdir.
Ancak: "Ben her
ikisini de niyet eyledim." derse, o zaman ikisini de vermesi gerekir. Fetâvâyi
Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimse, ikrar
ederek: "Yahûdinin elbisemde beş dirhemi var." derse; beş dirhem
ilzam olunur.
Bundan sonra:
"Yahûdinin elbisesi, o ve beş dirhem alacaktır. Ve ben, onu, ona teslim
eyledim." derse, işte bu, bir açıklama olur.
Fakat, içinde
değişiklik olduğundan ayrı olarak sahih olmaz. Ancak talip (= alacaklı) bunu
doğrularsa, o zaman hem elbise, hem de beş dirhem —ikisi birlikte— ilzam
olunur. Gayetü'l-Beyân'da da böyledir.
Keza: "Dirhemden
önce, üzerimde dirhemi vardır." derse, bir dirhem ilzam olunur.
Şayet: "Dirhemden
önce, o dirhemin öncesi vardır." derse, o z^-rA^n, iki dirhem ilzam
olunur.
fci";er:
"Dirhemden sonra, dirhemi vardır." veya "Üzerimde bir dirhem en
sonra, o dirhemin sonrası vardır." derse, bu durumlarda iki dirhem uzam
olunur.
Şa. ?t onların birine,
dinar veya buğday kafizi, derse, bu durumda ikiU de ilzam olunur. Mebsût'ta $a
böyledir.
îayet: "Dirhem ve
dirhem." veya "...dirhem, sonra dirhem." der";:, o zt
.-*ıan, iki dirhemi ikrar etmiş olur. Eğer: "...dirhem dirhem" derst.
*v lurumda bir dirhem ikrar etmiş olur.
Keza: "Filanın
benim üzerimde dirhemi vardır; üzerimde dirhemi vardır." derse; bu durumda
bir dirhem ikrar etmiş olur.
Eğer: "Üzerimde
onun iki dirhemi, sonra da bir dirhemi vardır." derse, bu durumda üç
dirhem ikrar etmiş olur. Bunun aksi de böyledir. Zehıyre'de de böyledir.
Şayet, bir adam:
"Filanın, üzerimde bir dirhemi vardır. Üzerimde bir dirhemi vardır."
derse; iki dirhem lazım olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Eğer: "Onun,
benim üzerimde dirheme mukabil, bir dirhemi vardır." derse; ona, bir dirhem lazım olur. Gâyetü'l-Beyân'da da böyledir.
Eğer: "Filanın,
benim üzerimde, her dirhemle beraber bir dirhemi vardır." veya:
"Filanın, benim üzerimde, dirhemi, her dirhemle beraberdir." derse;
bu durumda iki dirhem lazım olur. On dirheme bakmış olsa bile böyledir.
Şayet: "Filanın,
benim üzerimde, şu dirhemlerden her biriyle beraber bir dirhemi vardır."
der ve on dirheme bakmakta olursa, o zaman yirmi dirhem lazım olur.
Şayet, on dirheme
bakar da: "Filanın benim üzerimde, şu dirhemlerden her biriyle beraber
bir dirhemi vardır; şu da bir dirhemdir." derse; on bir dirhem lazım olur.
Şayet: "Filanın,
benim üzerimde, dirhemlerden her biri kadar dirhem vardır." derse; üç
dirhem lazım olur.
Bu, İmâmeyn'e göre,
kiyasda böyledir.
İmâm Ebû Hanîfc
(R.A.)'nin kıyasında, on dirhem lazım olur.
Bir adam, diğeri için:
"Üzerimde, dirhem üstüne dirhemi vardır." derse, iki dirhem lazım
olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Yazı ile ikrar etmenin
bir takım vecizleri vardır:
1) Belli
olmayan (havaya, su veya buz üzerine yazı yazmak) gibi... bir yazı yazmak.
Bu şekildeki yazı ile
hiç bir şey gerekmez.
Her ne kadar, ona
şahit tutsa bile, bu böyledir. "Şahit tutsa" demek kendilerine karşı
okunmuş bir şey olmamasına rağmen, bir topluluğun: "Biz, bunun üzerine
şahitlik ederiz." demeleridir.
Ancak, bu adam,
şahitlere karşı ikrarda bulunmuşsa o zaman ikrar eylediği lazım olur.
Zehıyre'de de böyledir.
2) Belirli
bir yere yazmak:
Bunun da bazı
vecihleri vardır:
a) Mektup
yazmak:
Bu beyaz kağıdın
üzerine besmeleyi, sonra duayı, sonra da maksudu yazmaktır. Mektup yazan şahıs:
"Gerçekten senin, bundan önce, şu şekilde, benim üzerimde bin dirhemin
vardır." diye yazarsa, işte bu, istihsanen ikrar olur.
Ve bu şahsın, yazısını
şahitlere karşı alenileştirmesi helal olur. Ancak bir şart vardır, o da,
şahitlerin bu şahsın yazıldığını —ister şahitlik yapsınlar, isterse yapmasınlar
görüp anlamalarıdır. Muhiyt'te de böyledir.
Şayet, bir adam,
diğerine bir risale yazmış olduğunda, kendisine yazılan adam: "Gerçekten
sen, bana yazdın. Ben de, senin için, filan şahsa bin dirhem ödedim." der
ve yanında da iki şahidi bulunur ve onlar yazılan şeye şahit olurlar; sonra da
o şahıs yazdığını imha eder; şahitler de ona göre şahitlik yaparlarsa, bu durumda
diyecek bir şey yoktur.
Eğer, bu iki şahide
"şahit olunuz." demez ve onlara imza veya mühür yaptırmaz ise hüküm
yine aynıdır.
Talak (= kadın
boşamak), ıtak (= köle azad etmek) gibi sabit haklar da böyledir. Mebsût'ta da
böyledir.
Toprak üzerine veya
bez parçası yahut buna benzer bir şey üzerine yazarsa; bu ikrar olmaz.
Şahitlerin, buna göre
şehadetleri de helal olmaz. Ancak: "Bu mal üzerine şahit olunuz."
diye söylerse, işte bu ikrar olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Şayet, gönderilmeyen
kağıdın üzerine, açıkça "filanın, kendi üzerinde hakkı olduğunu"
yazarsa, bu caiz değildir.
Ancak: "Yazdığıma
şahit olunuz." derse; bu durumda şahitlerin şehadeti yapmaları caiz olur.
Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
b) Kağıt
yazmak:
Bir adam, yazarak
"kendi nefsi üzerindeki haklan" bildirip veya vasiyetini yazdıktan
sonra, bir topluluğa: "Şahit olunuz: Filanın, üzerimde bulunan şeye...1'
der; fakat, onlara karşı, yazdığı şeyi okumazsa, işte buda caizdir.
Eğer onların önünde
yazar ve eliyle imla ederse, bu böyle olur.
Şayet yazı yazılırken,
imla yapılırken şahitler hazır olmazlarsa, şehadetleri caiz olmaz. Mebsût'ta da
böyledir.
eğer, bir toplumun
arasında kendi başına yazar ve onlara karşı yazdığını da okumaz ve onlara:
Şahit olunuz." demezse; işte bu ikrar olmaz. Onların da, bu şahıs hakkında
şehadetleri helal olmaz.
Kâdrl-İmâm Ebû AH
en-Nesefî, şöyle buyurmuştur:
Eğer mektup yazılmış,
mühürlenmiş ise, (Mesela: Bismillâhirrah-mânirrahim... Bu filan oğlu filanın,
nefsi üzerine ikrarıdır: Filana bin dirhem borcu vardır." der; şahitler de
bunu bilirse) onlara: "bu mala şahit olunuz." dese de olur; demese de
olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Eğer şahitler
huzurunda, ona karşı, bu mektubu katipten başkası yazar ve katip de: "Bu
yazıda olana şahit olunuz." derse, bu da ikrar olur. Eğer: "Şahit
olunuz.''demezse, bu ikrar olmaz. Hizânetü'I-Müftîn'de de böyledir.
Bir adam, kendisi bir
topluluğun önünde yazar; ancak onlara: "Davacı olunuz." der;
"şahit olunuz." demezse, bu, bir ikrar olmaz.
Bu durumda şahitlerin,
bu mal hakkındaki şehadetleri de helal olmaz.
Şayet şahitler:
"Senin üzerine biz şehadette bulunuruz." derler; o da: "Davacı
olunuz." derse, bu yine ikrar sayılmaz.
Şayet: "Bu yazıya
davacı ol." der; onlar da "Biz şahitlik yaparız." derlerse, işte
hu ikrar olur. Ve, bu durumda onların şahitlikleri helal olur. Fetâvâyi
Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimse, kâtibe:
"Yaz, filanın, bende bin dirhemi vardır." derse; katibin bu mal
hakkındaki şehadeti helal olur.
Keza, bir kimse,
kâtibe: "Şu evin, şu fiata satışını yaz." derse; —katip, yazsın veya
yazmasın— bu, saüşa ve o fiata ikrar olur.
Keza, bir kimse
katibe: "Karımın boşandığım yaz." derse, bu da ikrar olur. Şayet,
ikinci defa: "Boşandığını yaz." derse, bu durum tek talakına ikrar
olur. Hulasa'da da böyledir.
Bir adam, diğerine
karşı, bir mal hakkında yazıyla ikrarda bulunur ve ona, bir başkası:
"Yazılı olan mala karşı, şehadette bulunur musun?" der; o da:
"Evet." derse, bu da ikrar olur. Ve ona göre şeha-" deti helal
olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
3) Hesap Etmek:
Hesap, ticaret yapan
kimsenin, alış-verişini defterine yazmasıdır. Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse,
sahifelerine yazar ve:'Gerçekten filanın, bende bin dirhemi vardır." der;
iki kişi de bu söze şahit olur veya onu, hâkim huzurunda ikrar ederse,
"şahitlik yapınız." demedikçe, bir şey lazım olmaz. Mebsût'ta da
böyledir.
Müteahhirin alimleri
şöyle buyurmuşlardır:
Bir adam:
"Filanın, benim üzerimde şu kadar alacağı vardır." der; sonra da onu
yazarsa, onun üzerine şahit tutmak gerekmez. Muhıyt'te de böyledir.
Şayet: "Ben,
yazdığım şeyde buldum; filanın, benim üzerimde bin dirhem ajacağı vardır veya
"Ben, hesabımda (veya yazımda) buldum ki, filanın, benim üzerimde bin
dirhemi vardır." yahut: "Ben elimle filanın, benim üzerimde olan bin
dirhemini yazdım." derse; bunların tamamı batıldır. (= geçersizdir)
Zahîriyye'de de böyledir.
Belh İmamlarından bir
kısmı şöyle buyurmuşlardır:
Şayet, defterde satış
yazısı varsa, işte bu geçerlidir ve ödenmesi gerekir.
Şayet satıcı:
"Ben, yazımda buldum ki, gerçekten filanın benim üzerimde bin dirhem
alacağı vardır." derse, işte bu ikrar olur. Ve onu ödemesi zaruridir.
Mebsût'ta da böyledir.
"Ben yazdım ki,
gerçekten filanın, benim üzerimde bin dirhemi vardır." demek ve sarraflık,
satıcılık, simsarlık, örfçe, insanlar arasında hüccettir. Zehıyre'de de
böyledir.
Bir adam, bir mal
iddiasında bulunduğunda, davalı: "İddiacının bütün iddialarının yazılı
olduğunu" söylerse, bu durumda hüküm lazım olur.
Ve, bu, bir ikrar
olmaz. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir. [5]
Bir adam, kendi nefsi
üzerine, "yüz dirhemi ikrar eder; iki de şahit edinir; sonra da başka bir
yerde, aynı adama, yüz dirhem daha ikrar eder, ona da iki şahit tutar ve bu
durumda ikrar eden: "Bu yüz dirhem" der, diğeri de: "İki yüz dirhem."
derse; bu mes'elenin bazı yönleri vardır:
1) Bu şahıs
ikrarını bir sebebe izafe eder.
2) Bu şahıs,
ikrarını muhtelif sebeblere izafe eder.
Eğer bir sebebe izafe
ederse, (Şöyle ki: "Onun, bende şu kölenin bedeli olarak, bin dirhemi
vardır." der bundan sonra da, ya aynı mecliste, veya ayrı mecliste, yine,
"Şu kölenin bedeli olarak, bende filanın bin dirhemi vardır." der; bu
durumda bahsedilen köle de bir ise) yalnız bir mal (= bin dirhem) lazım olur.
Bütün alimlerimizin
görüşü budur.
Şayet, sebebler ayrı
ayrı ise, (Meselâ: "Filan adımın, şu cariyenin bedeli olarak, bende bin
dirhemi alacağı vardır." der ve sonra da: "...Şu kölenin..."
derse) bu durumda, ikibin dirhem lazım olur.
Bu ikrarı, bir yerde
(mecliste) yapması ile, iki yerde yapması arasında fark yoktur.
Eğer ikrarını bir
sebebe izafe etmez, fakat nefsine karşı yazıya bağlarsa; eğer yazı bir ise,
bütün alimlere göre mal birdir.
Eğer yazı iki olur ve
her yazıda bin dirhem yazılmış bulunur ve bunların her birine de ayrı ayrı
şahitleri olursa, her durumda iki mal lazım olur.
Yazının ihtilafı,
yerin ihtilafına sebeb olur.
Eğer yazıya nefsine
bağlı olmaz da, mutlak ikrar olur; önceki ikrarı da başka bir hakimin yanında
ve iki şahit huzurunda olur; sonra da ikinci hakimin huzurunda ikrar ederse;
bin dirhem ikrar etmiş olur ve bin dirhem öder. Fetâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir.
Keza, eğer önce bir
hakimin önünde ikrar eder; sonra da başka bir mecliste, başka bir hakimin
yanında ikrar ederse; yine bin dirhem olarak ödeme yapar. Hulâsa1 da da
böyledir.
Keza, hakimin yanında,
önce bin dirhem ikrar eder; hakim onu karara geçtikten sonra da, başka bir
mecliste, aynı hakime, bin dirhemin ikrarını iade eder, veya önce bir hakimin,
sonra da diğer bir hakimin huzurunda ikrar ederse; eğer, her iki hakimin
huzurunda bulunan şahitler de aynı kimseler iseler, tek malı ikrar etmiş olur.
Bu durumda, her ne
kadar talip iki mal iddia ederse etsin, matlubun iddiası tek mal olursa, bu
durumda matlubun sözü geçerli olur. İster ikrar yeri bir olsun; ister ayrı ayrı
yerler olsun, fark etmez.
İster önceki ikrarı
bir şahit, diğer ikrarı iki şahit doğrulasın yine bir fark yoktur.
Bu, İmâmeyn'e göre
böyledir.
Alimler, İmâm Ebû
Hanîfe (R.A.)'nm görüşünde ihtilaf eylediler: Zahir olanı, bir malın ikrarıdır.
Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Eğer, önceki ikrarına
iki şahit tutar ve ikinci mecliste iki şahit tutarsa; İmâmeyn'e göre yine mal
bir olur. Her ne kadar, ikinci mecliste iki şahit olursa, İmâmeyn'e göre, ister
ikinci ikrarın şahidi iki olsun, ister bir olsun mal bir olur.
İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre ise, eğer Önceki ikrarın şahidi iki olur da, diğerlerinki bir
olursa, iki mal lazım olur.
Zahirü'r-rivaye de
böyledir. Hassâf da böyle söylemiştir.
Cassâs ise, bunun
aksini zikretmiştir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Şayet, ikrar bir yerde
yapılmışsa, İmâmeyn'e göre, her halü karda tek mal gerekir.
Fakat, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre, eğer önceki ikrar üzerine iki şahit şehadette bulunmuş; ikinci
ikrar da ise bir şahit şehadette bulunmuşsa veya fazla şahit şahitlik yapmışlar
ise; burda kıyas ve istihsan vardır.
Kıyas, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'nin görüşüdürki iki mal gerekir.
İstihsan ise, tek mal
gerekir.
İmâm Serahsî de bu
görüştedir. Edebü'l-Kâdî'de de böyledir.
Eğer, bin dirheme
karşılık iki şahit getirir; sonra da bin dirhem üzerine başka iki şahit
getirirse; bu da bir yerde veya iki yerde olur ve şahitler malın miktarını
unuturlar, ancak bir yerdekini hatırlarlarsa, bu durumda bir mal gerekir;
değilse iki mal gerekir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
İbnü Semâa'nın
Nevâdiri'nde İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
Bir adam, diğerine
karşı bin dirhem ve yüz dinar iddia ettiğinde, bin dirhem yazılı olur ve bu
yazıda, "bundan başka yoktur." diye de yazılmış bulunur; vakti ise,
aynı veya ayrı ayrı olursa, malın tamamı lazımdır. Yani, hem bin dirhem, hem de
yüz dinar'ı Ödemesi gerekir. Muhıyt'te de böyledir.
Şayet iki şahit,
"siyah dirhem olan bin dirheme" iki şahit de "bin beyaz
dirheme" şahitlik yaparlarsa, bu durumda iki bin dirhemi de ödemesi
gerekir.
Eğer bir mekanda bin
dirhem ile yüz dinarı ikrar eder; sonra da aynı makamda, bin dirhemi ikrar
ederse, İmâm Züfer (R.A.) ve İmâm Yâkub (R.A.) ihtilaf eylediler. Hem bin
dirhemi, hem de yüz dinarı ikrar etmiş olur.
Bu, İmâm Ebû Hanîfe
ile İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un kavlidir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Hişam'in Nevâdiri'nde, . İmâm Muhammed
(R.A.)'in şöyle buyurduğu
rivayet olunmuştur:
Bir adam, nefsi
üzerine iki şahit tutarak, bir aya kadar, bir adama bin dirhem vereceği
olduğunu" söyler; başka iki şahit tutularak da, "iki aya kadar, başka
birine bin dirhem vereceği hususunda onlar nefsi üzerine şahitlik
yaparlarsa,—müddetleri ayrı olduğu için— ikisine de ayrı ayrı borçlu olmuş
olur. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, ikrar
ederek: "Filanın kölesini öldürdüm." deyip o kölenin adını söyler
veya söylemez; yahut "Filanın oğlunu..." veya "kardeşini
öldürdüm." deyip onun adını söyler veya söylemez; sonra da aynı şekilde
bir daha ikrar eder; talip de: "Sen, benim iki kölemi, veya iki oğlumu,
veya iki kardeşimi öldürdün." derse; işte bu, bir köle veya bir oğul, veya
bir kardeş ikrar etmiş-ve öldürmüş olur. İki kişi öldürmüş olmaz.
Ancak talip ayrı ayrı
iki isim söylerse, o takdirde, iki kişi öldürmüş olur.
İmâm Kâdî Ebü'l-Hasan
Ali bin Hüseyn es-Sağdî bu mes'ele ihtilaflıdır. Eğer, bir yerde olursa
bi'1-ittifak caiz olur." buyurmuştur. Edebü'1-Kâdî Şerhî'nde de böyledir. [6]
Bir kimse bir hamile
bir cariyenin kendisine ait olduğunu veya onun hamlinin kendisinden olduğunu
ikrar ettiğinde, münasip bir sebeple açıklamada bulunursa; bu ikrarı sahih
olur. Aksi takdirde, sahih olmaz.
Bir adam, bir cariyeyi
hamile diye ikrar etse veya bir adamın koyununu yüklü diye ikrar etse, bu
ikrarı sahih olur.
Eğer, "Filâne
kadının bin dirhem borçlu olduğunu" ikrar ederse, bunda şu ihtimaller
bulunabilir:
Birincisi: Elverişli
sebeble açıklama yapmak.
Şöyleki: "Filana
vasiyet eyledi." veya "Babası öldü, ona miras kaldı ve onu helak
eyledi.''
Bunlar sahih ikrardır
ve bu durumda mal lazım olur.
Sonra eğer, müddeti
hayatında, sağ olarak gelir de, onu da ikrar vaktinde bilirse, mal ona lazım
olur. Bunun için, murisinin ve vasisinin ölümünden itibaren, altı aydan az bir
sürede doğum yapması gerekir.
Eğer altı aydan fazla
geçince doğum yaparsa, bu durumda bir şeye hak sahibi olmaz. O takdirde, ancak
kadın iddet bekler.
İki seneden bir ay
bile eksik müddette doğurduğu zaman murisin veya vasiyet edenin ölümünden önce
ve ikrar vaktinden itibaren doğurduğu ana kadar ilzam olunur. Şayet, iki yıl
bir ay geçince doğurursa, hiç bir şeye hak sahibi olmaz. Ancak, iki yıldan az
bir süre de doğurursa, o takdirde kadın, nesebin sabit olması için iddet
bekler. O zaman kadının üzerinde çocuk olduğuna hükmedilir. Muris veya muşa (-
vasiyet, eden şahıs) ölür ve kadın ölü doğurursa, o zaman mal varislere veya
murise geri verilir. Malı varsa ve.ikisinden önce doğum yaparsa, varis ve muris
alacağına varis olurlar. O takdirde mala aralannda ortak olurlar. Biri kadın,
biri erkek olsa da böyledir. Vasiyyet aralarında taksim edilir. Erkek bir
hisse, kadın iki hisse alır.
İkincisi: Sebebini
beyan etmek.
Şöyleki: "Bana
yüz dirhem borçlu." veya "Benden bin dirheme bir şey aldı. gibi
ikrarlar batıl olur; bir şey gerekmez.
Üçüncüsü: İkrarın sahih
olmadığını ikrardır.
İmâmeyn'e göre ikrar
sahihtir. Kâfî'de de böyledir.
Bir adam, düşük bir
çocuğa veya düşük olmayan bir çocuğa, yüz dirhem borçlu olduğunu, ikrar ederse,
onu Ödemesi lazımdır.
Keza, konuşamayan
çocuk borçlu olursa, onu ödemesi lazım gelir.
Şayet bu çocuk:
"Bana emanet koydu." veya "...ariyet bıraktı." yahut:
"...İcara verdi." derse veya bu ikrarı bir deli için yaptı ise, mal,
ikrarı sahih olur. Ancak, bunun sebebi batıl olur. Mebsût'ta da böyledir.
İkrar eden şahsa köle
ödeme yapar mı?
İmâm Muhammed (R.A.),
bu hususta, kitabda bir şey zikreyle-memiştir.
Alimlerimiz:
"Eğer satıcı için ikrar ederse, ona ödeme yapması caiz olur. Keza, sabi
için ikrar yaparsa, onun da ödemesi gerekir. Zehıyre'de de böyledir.
Şayet sabi için,
kefili ikrar ederek: "Filan da bin dirhemi vardır." der; sabi de
konuşmazsa ve akil değilse bu kefalet batıldır. Ancak onun velisi kabul ederse,
o müstesnadır. Bu velinin de sabiye karşı ticaretle yetkili olması gerekir.
Bu, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'e göre böyledir.
İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'a göre, çocuk akil değil ise de, velisi için caizdir.
Ancak, velisinin
tasarruf a yetkili olduğunu söylemesi gerekir.
Eğer kardeşi, amcası
olursa kefalet bekletilir. Sabi aklı başına gelir ve ona razı olursa, caiz olur.
Kefil ona müracaat eder ve onun namına ödediğini, ondan alır. Bu rücü sahihdir.
Muhıyt'te de böyledir.
Filanın lakıytı için,
yüz dirheme kefil olduğunu ikrar eder, lakıt da (= buluntu çocuk da) kefile
karşı konuşamazsa, kefilin ikrarı caiz olur; sabiye bir şey gerekmez. Mebsût'ta
da böyledir.
Ticarete izinli olan
sabi (- küçük çocuk) bir adama borçlu
olduğunu ikrar ederse; bu ikrarı —ticaretle ilgili ise— sahih olur.
Değilse, sahih olmaz.
Keza böyle bir çocuğun
emanet ve .ariyeti ikrarı da caizdir.
Gasbettiğini ikrar
ederse bu da caizdir.
Keza satılan eşyanın
aybını ikrar etmesi de caizdir.
Yanında bulunan köleyi
ikrar ederse, bu da" caizdir. Ve, ister, köle ticaret metâı olsun; isterse
olmasın fark etmez. Keza bir kölenin, elinde bulunan başka bir köleyi köleyi de
ikrarı da caiz olur. O.kölenin, satım için olup olmaması müsavidir. (Babasından
miras kalmış olması gibi...
Kölenin, mehri,
cinayeti ve kefaleti ikrarı caiz değildir. Zehiyre'de de böyledir.
Ticaretten men edilmiş
bir sabinin (= küçük çocuğun) veya
bunağın, uyuyan bir kimsenin ikrarı ve diyet tasarrufau caiz değildir batıldır.
Serahsî'nin Muhıyti'nde de böyledir.
Sarhoşun —hassaten
cezalar hariç —haklar hakkındaki bütün ikrarı caizdir.
Mürtedin tasarrufu da
sahih kişinin tasarrufu gibidir. Kâfî'de de böyledir.
Ahrasın (= dilsizin)
ikrarı —eğer akıllı olur ve yazabilirse-— kısas hakkında ve halkın hakları
hakkında (—hadler hariç—) caizdir. Hâvî'de de böyledir.
Hür bir şahıs, eğer
ticaret eden bir köle veya ayn ve deyn sebebiyle ticaretten men edilmiş bir
köle hakkında ikrarda bulunur; o kölenin efendisi de, o şahıs köle olmadan
yapılan ikrarı almak isterse; bunu yapamaz. Şayet hür, bir kölenin,
"emanet bıraktığını" ikrar eder; bu köle de; "o emanetin başka
bir adama ait olduğunu söylerse, bu kölenin ticaret yapmaya izinli olması•
halinde, onun ikrarı caizdir; değilse, başkası hakkındaki ikrarı caiz değildir.
Mebsût'ta da böyledir.
Ticaretten men edilmiş
bir köle, kasden öldürülmüş birini ikrar eder; ölenin de iki velisi olur ve
onlardan birisi affeder; diğeri affetmezse, bu köle, affeden için bir mal
ödemez.
Şayet bir hırsızlığı
ikrar ederse, onun misliyle kat' edilmesi gerekmez; onun ikrarı, efendisi
hakkında ikrarı ıtlak olur. Hâvî'de de böyledir.
Ticaret ehli olan bir
kölenin, bir yabancı hakkındaki borç ve emanet ikrarı veya gasb ve satış ikrarı
yahut icare ikrarı caizdir.
Eğer borcu, kendi
kıymetini içine alıyor ve elinde olan, ona kafi geliyorsa bu böyledir.
Şayet efendisi köleye
karşı borç veya emanet ikrar eder, ve kölenin elinde bulunan ona kafi gelirse;
ikrarı caiz olmaz.
Ticaret ehli olan
kölenin* —kısas olmayan— cinayet hakkındaki ikrarı, yabancı için caiz değildir.
Şayet, kasden ölüm
hakkında olursa, ikrarı caizdir. Ve ona kısas gerekir.
Keza kendi nefsi için
de haddi gerektiren (kazf cezası gibi, zina ve içki cezası gibi şeylerde)
ikrarı caizdir; had icra edilir. Mebsût'ta da böyledir.
Bu köle, elinin
kesilmesini gerektiren veya —elinin kesilmesini ' gerektirmeyen bir hırsızlık
yaptığını ikrar ederse işte o tasdik olunur.
Hâvî'de de böyledir.
Bir kadının, mehri
hakkındaki ikrarı caiz olmaz.
Kendi nefsi hakkındaki
kefaleti; mal hakkındaki kefaleti, kendi kölesini azadı hakkındaki ikrarı ve
onu mükâtebe ve müdebbere ettiği hakkındaki ikrarıda caiz olmaz.
Şayet, bir kadın,
diğer bir kadının nikahını ikrar ederse, bu caiz olur.
Efendisinin, kendisi
ile arasım açtığı hakkındaki ikrarı da caiz olur.
Ticaret ehli olan bir
kölenin, talak hakkındaki ikrarı da caiz olur. Çünkü ticaretten men edilmiş
olsa da talak hakkındaki ikrarı caizdir. Zira talak hakkında, köle, hür
gibidir. îzinli kölenin ikrarı ise, daha mühimdir. Muhıyt'te de böyledir.
Ticaret ehli bir köle,
şayet bir cariyenin veya hür bir kadının, fercine parmağını idhal ettiğini
ikrar ederse; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kavline göre, bir şey gerekmez.
İmâm Muhammed (R.
A.)'e göre ise lazım gelir.
İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'a göre, eğer köle onlarla nikahlandığmı ikrar ederse mehir lazım gelmez.
İster parmak idhali yapsın, isterse yapmasın farketmez.
Şayet bu işi hür olan
bir kadına yapmışsa, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'e göre bir
şey gerekmez. İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre mehir lazım gelir.
Eğer bu cariyeyi,
efendisi nikah eyler, bu işi yapar sonra da azad ederse, bir şey gerekmez.
Mebsût'ta da böyledir.
Bir adam, satın aldığı
cariyenin fercine parmağmı idhâl ettikten sonra, bu cariyeye bir sahib çıkarsa,
o takdirde hak sahibi mehir isteme hakkına sahibdir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de
böyledir.
Bir adam,
"sabiyye bakire bir kıza, cima ettiğini" ikrar eder ve o cima sebebiyle
de, bu kızın bikri bozulur, sonra da ona parmak idhal ederse; azad eylese bile,
bir şey gerekmez.
Bu, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'in kavlidir.
Keza Ebû Süleyman'ın
ve Ebû Hafs'ın nüshalarında şöyle denilmiştir: Üç imam'a göre de: Eğer cariyeye
şüphe ile cima eylemiş ve onun bikri bozulmuş ve aynı zamanda, bu işi,
efendisinden izinsiz yapmışsa; hüküm yine aynıdır.
Yalnız İmâm Yûsuf
(R.A.)'a göre, şayet bu iş bevline bir zarar vermemişse, —hali hazırda— bir şey
gerekmez. Azad ettikten sonra da, bir şey gerekmez.
Eğer bevlini
yapamıyorsa, Ebû Süleyman'ın nüshalarında: "—O güne göre— mehir
gerekir." denilmiştir. Ebû Hafs'ın nüshalarına göre ise İmâm: "Bevli
dursa da mehir borçlanmaz." demiştir.
Ebû Süleyman'ın
nüshalarında yazılı olan, doğruya daha yakındır. Mebsût'ta da böyledir.
İki kişinin ortak
olduğu bir köle, ticaret için, ortaklardan birisinden izin aldıktan sonra, bu
köle, bir alacak, iddia ederse, bu alacağı o izin veren şahsın alması gerekir.
Bu alacağı, kölenin
almasına hükmedilince, bu alacağa, her iki ortak yan yarıya ortak olurlar.
Köleye izin veren
şahıs, bu alacağın ticaret sebebiyle olmadığını; hîbe, sadaka ve bir şeyden
olduğunu bilirse, bu durumda, hükümden önce, olur.
Şayet bu köle,
"hür bir kişide alacağı olduğunu" ikrar ederse; bu alacak iki ortağın
arasında pay olur. Onlardan birisi verdiği izini sebebiyle malın tamamına
sahip olamaz. Hâvî'de de böyledir.
Mükâteb, bir alacak
ikrar eniğinde, bu alacak hür veya köle olan bir zatın üzerinde, satış bedeli
veya borç vermek yahut gasb gibi bir şey ise, o alacak, mükâtebe mahsustur.
Mükâtebin, had cezalan
için ikrarı da caiz olur.
Eğer mükâtep
—nikahdan— mehir ikrarında bulunursa, ona bir şey lazım olmaz.
Ancak, İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'a-göre duhûlü (= cimayı) ikrar ederse, o zaman mehir gerekir.
Keza, bir mükâtep
hürre veya cariye yahut sabiyye bir kızın bikrini parmağı ile bozarsa, İmâm Ebû
Yûsuf (R.A.)'a göre mehir gerekir.
İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)
ile, İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, bu, bir cinayeti ikrar mesabesindedir. Mükâtebin,
cinayet ikrarı ise, kitabeti halinde şahindir.
Eğer kitabet bedelini
ödemeden aciz olursa, ikrarı batıl olur.
Bu İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye Söre böyledir.
İmâm Muhammed (R.
A.)'e göre ise caizdir.
Eğer ona diyet cezası
hükmedilir ve bu da hata yollu ve ikrarsız olursa; bu diyetin bir kısmını
ödeyip diğerini ödemekten aciz olursa, geri kalan diyet batıl (= geçersiz)
olur.
Bu, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre böyledir.
Imâmeyn'e göre ise,
Ödemesi gerekir.
Şayet hüküm almadan
acze düşerse, bunun hilaf inadın Mebsût'ta da böyledir.
Hakim, hür bir kimseyi
ikrardan men ettikten sonra, o şahıs, bir alacak veya bir gasb, bir satış, bir
ıtk, bir talak, bir neseb, bir kazf veya bir zinayı ikrar etse, işte bunların
cümlesi caizdir. Hür bir şahsı, diğer hür bir şahıs hakkında ikrarda
bulunmaktan men etmek batıldır.
Bu, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre böyledir.
İmâm Ebü Yûsuf
(R.A.)'a göre ise, o, önce böyle derdi. Sonra, bu kavlinden dönerek: "Hür
bir kimsenin diğer bir hürden men'i caizdir." demiştir.
İmâm Muhammed (R.A.)
ise : "Alacağı ikrar etmesi caiz olmadığı gibi, satışı ikrar etmesi de
caiz değildir. Herşeyi hezildir. (= şaka latife) işte bu men, caizdir ve hezli
caiz olan şahsın,'o husustaki men'i de ona karşı caizdir." buyurmuştur.
Muhıyt'te de böyledir. [7]
îkrar edilen şey
meçhul (= belirsiz) ise, bu durumda bir şey gerekmez.
Bu bilgisizlik, fazla
olursa, bu böyledir. (Mesela: İnsanlardan birine, benim dirhem borcum
var." veya: "Şu ikiden birine, bin dirhem borcum vardır." demek
gibi...) Bunu, Şemsü'l-Eimme ve ŞeyhuM-İslâm Mebsût'unda, ve Nâüfî Vakfı'nda
böyle yazmışlardır.
Bilgisizlik caiz
değildir. Bunu beyana da zorlanılmaz. Çünkü kendileri için ikrar olunan iki
zat, ikrar eden şahıstan alacakları hususunda ittifak edebilirlerse; veya
aralarında anlaşma yaparlarsa, davalarının sahih olması mümkündür. Bu durumda
ikrar edicinin ikrarı da caizdir.
KâfîMe de: "Sahih
olan budur." denilmiştir. Tebyîn'de de böyledir.
Şayet: "Filanın, benim üzerimde on dirhemi
vardır." veya "Filanın üzerimde alacağı vardır." derse bir şey
gerekmez. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Bir adam, ikrar
ederek: "Bu köleyi, filandan gasbeyledim." veya "Bunların her
birisi, diğeri için vekildir." derse, bu ikrar fasid olur.
Açıklama yapmaya da cebredilmez.
Şayet aralarında
anlaşma yapabilirlerse, o takdirde köleyi ikrar eden şahıstan alırlar.
Eğer anlaşamazlarsa,
onların her birine, Allah adına "Bu köle benimdir." veya "..
.değildir." diye, yemin ettirilir.
Bu durumda, hakim,
kimi dilerse, önce ona verir. İsterse, aralarında kurra da çektirir.
Eğer yeminleşirlerse,
bu, şu üç halden hali kalmaz.
Birincisi: İkisinden
biri yemin eder; diğeri etmez. Bu durumda, yemin edene bir şey gerekmez;
etmeyen ise, kölenin tamamını öder.
İkincisi: İkisi"
de yemin etmez. O zaman da kölenin bedelini yarı yarıya öderler.
Üçüncüsü: Hakim,
ikisine birden veya fasılalı olarak yemin verir.
Şayet her ikisi de
yemin ederlerse, her biri davadan düşen
Eğer aralarında
anlaşma yaparlarsa, ikrar eden şahıstan köleyi alırlar. Ve o köle, ikisinin
kölesi olur.
İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'un kavli, budur. Fakat bu, önceki görüşüdür. Sonra bu görüşünden dönmüş
ve İmâm Muhammed (R.A.) gibi: "Yeminden sonra anlaşmaları caiz
olmaz." buyurmuştur. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, diğeri için:
"Onun, bende bin dirhemi vardır; filanın da yüz dirhemi' vardır."
veya "Filanın (yani önceki adamın) bende, bin dirhemi vardır; eğer yüz
dinarla anlaşırlarsa." yahut: "Filanın, üzerimde yüz dirhemi vardır;
filanın da üzerimde bir kür buğdayı vardır." veya "öncekinin yüz
dinarı; filanın da bir kür arpası vardır." derse; bu durumlarda sonrakiler
için, bir şey gerekmez. Fakat onlardan her birine, adam da nelerinin olduğu
hususunda yemin verilir, Mebsût'ta da böyledir. . .
Bir kimse:
"Filanın» benim üzerimde, yüz dirhemi vardır ve filanın da vardır."
derse; önceki filanın elli dirhemi, sonrakinin de elli dirhemi olmuş olur. Bu
durumda ikisine de yemin verilir. Eğer aralarında anlaşabilirlerse, yarı
yarıya taksim ederler.
Şayet filana yüz
dirhem borcum var; filana, filana da var." demiş olursa; sonraki filan
üçte birin yarısını alır; önceki iki kimse de kalanı yan yarıya taksim ederler.
Hâvi*de de böyledir.
Bir adam:
"Filanın, bende yüz dirhemi vardır. Filanın, filanın, filanın da
vardır." derse; önceki için üçte bir, sondaki içinde üçte bir vardır;
ikinci ile üçüncü filanlar yemin ederler. Aksi takdirde, anlaşma yaparak, kalan
üçte biri aralarında
taksim ederler. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Eğer: "Filanın
bende yüz dirhemi vardır. Bin dirhem filanındır." derse, İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'a göre bu "filanın ve filanın..." demek gibidir.
İmâm Muhammed (R.A.)'e
göre ise, bu durumda bin dirhem Öncekinin olur. Diğerine bir şey gerekmez.
Mebsût'ta da böyledir.
Şayet, kendisi için
ikrar olunan şahıs meçhul ise, bu durumda, bir kimsenin: "Senin için,
birinize bin dirhem borcum vardır." demesi halinde, bu ikrar sahih olmaz.
Tebyîn'de de böyledir.
Bir adam: "Benim
üzerimde veya filan kölenim üzerinde, on dirhem borç vardır." dese, bu
durumda köleye karşı bir şey yoktur. Kendisi hakkında da açıklamada bulunması
gerekir. Şayet borç, kölenin kıymetini içine alırsa, (yani oriun kıymetinden
fazla olursa) bir şey gerekmez.
Eğer, bir gün onun
borcunu öderse ikrarı lazım olur. Serahsî'nin Muhiytı'nde de böyledir.
Bilineni ikrar sahih
olduğu gibi, bilinmeyenin ikrarı da sahihdir. Muhıyt'te de böyledir.
Bir şahıs ikrar
ederek: "Filan adamın, benim üzerimde bir şey hakkı vardır." derse;
onun kıymetini açıklaması gerekir.
Eğer başka türlü
açıklama yaparsa, ondan dönmesi gerekir.
Dönerse onun sözü
geçerlidir. Yalnız, yemin ettirilir.
Şayet ikrar olunan
şahıs, daha fazlasını iddia ederse, bu böyle yapılır. (Yani ikrar edene yemin
verilir. "Filanın benim üzerimde hakkı vardır." demeside böyledir.
Hidâye'de de böyledir.
Bir kimse:
"Filanın, benim üzerimde hakkı vardır." dedikten sonra, "Ben,
onunla İslâm hakkını kasdeyledim." derse, konuşmasını aralıklı yapmış
olması halinde, bu sahih olmaz. Fakat aralıksız yaptı ise, bu sahih olur.
Keza: "Filanın,
benim kölem fülanın üzerinde, hakkı vardır." derse, bu, kölesi üzerinde
bulunan hakkı ikrardır.
Kendisi için ikrar
olunan zat, kölede ortaklık iddia eder; ikrar eden de bunu inkar ederse,
yeminli olarak ikrar eden şahsın sözü geçerli olur.
Eğer: "Filanın,
kölemde hakkı vardır." derse; bu durumda, yukardaki meselenin hilafına,
kölenin kendi zatında alacağı olduğunu ikrar olur. Hatta ikrar eden şahıs:
"Ben, kölenin ona borcu olduğunu kasdeyledim." dese bile, bu sözü
tasdik olunmaz. Zehıyre'de de böyledir.
Şayet, bir adam:
"Filan zatın, benim kölemde, şu hakkı vardır." veya "...şu
eşyalarında hakkı vardır." der; talip de zimmetinde hak talebinde bulunur,
kendisine ikrar olunan şahıs eğer "onda ve köle de hakkının olmadığına;
"yemin ederse; dediği gibi olur.
Şayet, "her
ikisinde de hakkının olduğunu" iddia eder; bir topluluk da dilediklerini
ikrar ederlerse, onların ikrarı gibi olur. Onlardan birini ikrar ederse, yine
böyle olur. Serahsî'nin Muhıyti'nde de böyledir.
Eğer, "birisinden
bir şey gasbeylediğini" ikrar eder, onun da ne olduğu açıklamazsa, bu
durumda da ikrarı sahih olur; ancak açıklama yapması emredilir.
Eğer bir mal beyan
eder (= açıklar) (ev, dinarlar veya benzeri şeyler gibi...) ikrar olunan da onu
tastik ederse; teslim sırasında, ikrar eden fazla bir şey vermez. Şayet ikrar
olunan şey tasdik eder ve daha fazlasını iddia ederse, o zaman, ikrar edenle
ikrar olunanın ikrar ettikleri şeyin arası ödenir.
Şayet ikrar olunan
şahıs, daha fazla iddiada bulunursa; yemin verilir ve iki ikrarın arasını inkar
ederse, bu batıl olur. Ö takdirde, ikrar edenin sözü muteber olur. Mııhıyt'te
de böyledir.
İkrar eden şahsın
ikrarı, bir mal olmaz; onu da ikrar olunan şahıs tasdik ederse; açıklaması
gerekir. Açıklamazsa, bir şey lazım olmaz.
Meselâ açıklar ve:
"Ben, ondan bir avuç toprak gasbeyledim ve bir tane buğdayını aldım veya
bir kaç tane susamını aldım." der; ikrar olunan şahıs da bunu yalanlar ve
"kıymetli mallarını aldığını" iddia ederse; o zaman mukir (- ikrar eden
şahıs) tasdik olunur mu?
Eğer, gasbetmeyi
gerektiren bir malı gasbeylemişse, sözü kabul edilir; değilse kabul edilmez.
Bazı alimler: "Az
da, çok da olsa, gasbolunanın bilinmesi, açıklanması gerekir."
demişlerdir.
Esahh olan da budur.
Gayetü'l-Beyân'da da böyledir.
Bir adam,
ikrar ederek: "Filan zatın, yanında bir emaneti olduğunu"
iddia eder ancak, onun ne olduğunu açıklamaz, sonra da onun bir şey olduğunu
söyler» oda, onu tasdik ederse, veya "emanetinin geldiğini, fakat kusurlu
geldiğini" söyler ve o kusurun da onun yanında meydana geldiğini iddia
ederse, bundan dolayı ikrar ediciye bir tazminat yoktur. Mebsût'ta da böyledir.
Bir adam,
"diğerinden bir köle gasbeylediğini" ikrar ederse; bu ikrarı sahih
olur. Ve, onu açıklaması gerekir.
İkrar eden, onu açıklar
ve: "Gasbeylediğim köle, genç, dinç yeni bir köle; veya orta halli bir
köle, veya adi zayıf yaşlı bir köle..." der; ikrah olunan da onu tasdik
ederse, bu durumda, mukarrün leh (= kendisi için ikrar olunan şahıs), ikrar
olunan köleyi alır.
Şayet, ikrar olunan
şahıs, ikrar edeni yalanlar ve başka bir köle iddia ederse, o takdirde, yeminle
birlikte, irkar edicinin sözü geçerli olur. Zehıyre'de de böyledir.
Bir adam, bir deveyi
veya bir bâiri yahut bir elbiseyi ikrar ederse, bu ikrarı sahih olur. Ve
ikrarına rücû olunur. Muhıy'te de böyledir.
Bir kimse, "bir
ev gasbeylediğini ikrar ederse, onun sözü kabul edilir. İster, "şu
ev" desin; isterse, başka bir belde de olan bir evi söylesin fark etmez.
Şayet: "Şu
elimdeki ev..." der; "...o da şu adamın..." derler ve ev elinde
olan adam da onu inkar ederse; ikrar edene bir şey gerekmez. Başka] bir şey de
alınmaz, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye görejev onun olur.
İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'a göre ise —Önceki kavli— ev diğerinin olur.
İmâm Muhammed
(R.A.)'de göre yeminle birlikte— ikrar eden evi ikrar olunana öder. Havî'de de
böyledir.
Bir adam: "Şu
cariyeyi gasbeyledim." veya "Şu köleyi gasbey-ledim." dediği
halde, ikrar olunan şahıs, her ikisini de iddia ederse, o zaman, gasbediciye:
"Bunlardan —hangisini istersen— birini ikrar et; diğerine de yemin
et." denilir. Eğer, birini ikrar ederse, o uhdesinden çıkar. İkrar olunan
şahıs da onu tasdik ederse; o takdirde, irkar olunan şahıs onu alır.
İkincisinin davası kalır.
Onun davasında da,
inkar edenin sözü —yemin etmek şartıyla— geçerlidir.
Eğer ikrar olunan
şahıs, onlardan belirli birini iddia ederse, ona hak sahibi olamaz. Zira ikrar
edenin, diğerini gasb ihtimali vardır. Diğeri mukarrün leh için davalı olur. Bu
durumda karşı taraf inkar ederse, yemin etmesi gerekir. Mebsüt'ta da böyledir.
Buğday kafîzi
üzerine dava olduğunda, ikrar eden
şahıs, onu inkar ederse —yeminle birlikte— ikrar eden şahsın sözü geçerli olur.
Buğday kafizi başka
bir beldenin olduğunda, şayet bir adam: "Filanın üzerimde yüz dirhemi
vardır." derse, işte o o beldenin tartısına göre olur. Fazlası da noksanı
da kabul edilmez.
Ancak: "Yüz
dirhemlik miskâller veya yüz beş vezin..." derse; o zaman dediği gibi
olur.
Eğer Küfe dirhemini
söylerse, —o Örf ve adet olduğundan— dirhemlerin ağırlığı yedi dirhemdir.
Eğer beldenin parası
muhtelif ise, en çok kullanılana itibar olunur. Değilse, ikrara göre muamele
yapılır.
Eğer revaç da eşit
ise, değişiklik olmaz.
Şayet: "Onun,
benim üzerimde küçük bir dirhemi vardır." veya "...dirhemciği
vardır." yahut "...dinarcığı vardır, veya "...kafizciği
vardır." veya "...büyük dirhemi vardır." derse; bunların hepsi
de tam olarak kabul edilir.
Ancak, arası
kesilmeden bir açıklama yaparsa, o zaman dediği gibi olur. Serahsî'nin
Muhıytı'nde de böyledir.
Bir adam: Bağdat'da,
filanın, benim üzerimde taberî dirhemi vardır. Benim de, onun üzerinde târî
dirhemim vardır." der fakat Bağdat vezni (= ağırlığı) ona uymazsa ve yine:
"Filanın, benim üzerimde Musul kürrü ile buğdayı vardır. Benim de onun
üzerinde musül kürrü buğdayım vardır." derse, o nisbette, Bağdat dirhemi
ve kürrü alıp verirler. Muhiyt't^ de böyledir.
Şayet: "Üzerimde
onun dirhemleri vardır. Benim de onda üç dirhemim vardır." derse veya
"Üzerimde dirhemcikleri vardır; benim de onda üç dirhemim vardır."
derse, bu şahıslar dedikleri gibi, alıp verirler.
Mebsût'ta da böyledir.
Bir adam: "Onun,
bende çok dirhemleri vardır." veya "...Çok dinarları vardır."
derse; on dirhem veya on dinar ödemesi gerekir.
İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'nin kıyası budur.
İmâmeyn'e göre ise, bu
şahsın dirhemlerden iki yüz, dinardan ise yirmi dinar ödemesi gerekir.
Serahsî'nin Muhiyti'nde de böyledir.
Bir kimse:
"Üzerimde çok elbise vardır." veya "...Çok kuzu
vardır." derse; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, bunların
sayısı on'dur.
İmâmeyn'e göre ise,
onların miktarı, iki yüz dirhemin karşılığıdır.
Bir kimse: "Çok
deve (veya çok sığır yahut çok koyun) gasbey-iedim." derse; İmâmeyn'e
göre, ondan nisabın azı alınır. Bu ise, deveden yirmi beş; sığırdan otuz
koyundan ise kırk adeddir.
İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre bu durumda ikrar edicinin açıklamasına müracaat edilir.
Tebyîn'de de böyledir.
Bir adam:
"Filanın, benim üzerimde çok dirhemleri vardır." derse, ona, on
dirhem vermesi gerekir.
İmâmeyn'e göre ise,
iki yüz dirhem vermesi gerekir.
Şayet: ' 'Filanın,
benim üzerimde dirhemleri vardır. veya "...dirhemlerden bir şeyleri
vardır." derse, bu durumda ona üç dirhem vermesi gerekir.
Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.
İbnü Semâa, İmâm Ebû
Yûsuf (R.A.)'un şöyle buyurduğunu nakletmiştir:
Bir adam diğerine:
"Üzerimde kat kat dirhemlerin vardır." derse; ona altı dirhem Ödemesi
gerekir.
Şayet: "Edafa
mudaaf dirhemlerin vardır." derse, bu durumda on sekiz dirhem ödemesi
gerekir.
Bunun aksini söylese,
şöyleki: "Üzerimde mudaafa ad'afa dirhemlerin vardır." derse, yine
aynısı olur.
Bir adam: "Onun,
benim üzerimde on dirhemi ve ad'afan mud'afaası vardır." derse, o
takdirde, seksen dirhem ödemesi lazım gelir. Serahsî'nin Muhıyii'nde de
böyledir.
Böylece dirhemi
vardır." derse; bir dirhem gerekir.. Hidâye'de de böyledir.
Yetime ve Zehıyre ve
diğer kitaplarda şöyle denilmiştir:
"Bu takdirde, iki
dirhem lazım gelir. Çünkü, keza kelimesi en az adedden kinayedir; az aded ise
iki adedidir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Şayet: "Keza,
keza dirhemen." derse, onbir dirhem vermesi lazım olur. "Keza ve keza
dirhemen" derse, yirmi bir dirhem lazım olur.
Dinarlar, ölçülenler
ve tartılanlar da böyledir.
Şayet: "Keza keza
mahtûmen min hıntatın." derse; onun, mühürlenmiş onbir vezin buğday
vermesi gerekir.
Eğer: "Üzerimde,
şöyle şöyle dirhem, şöyle şöyle dinar vardır." derse, her birisinden onbir
tane vermesi lazım gelir.
Şayet,
"keza" kelimesini vavsız (ve
bağlacı ile birbirine bağlamadan) üç kerre söylerse, o
zaman onbir eder.
Eğer vav ile üç defa
tekrar ederse, o zaman yüz on bir eder. Eğer,
bu şekilde dört defa tekrar ederse, binden fazla olur. Hidâye'de de
böyledir.
Şayet, bu kelimeyi
vav'lı olarak beş defa tekrarlarsa, onbini geçer.
Eğer, bu şekilde altı
defa tekrar ederse; yüzbini geçer. Eğer, yedi defa tekrar ederse, bir milyonu
geçer. -Bu kelimelerin üzerine vav ile atıf yapılırsa, adet ila nihayeye doğru
cereyan eder. Tebyîn'de de böyledir.
Bunların tamamı,
dirhemler nasb (= ile söylendiği) zaman
böyledir.
Eğer cerr ile (- son
harfinin harekesi esreli olarak) (Şöyleki: Keza dirhemi) söylenirse, İmâm
Muhammed (R.A.)'den rivayet edildiğine göre yüz dirhem lazım gelir. Serahsî'nin
Mııhıytı'nde de böyledir.
Bir adam:
"Filanın, bende malı vardır." derse, mikdar onun söylediği kadardır.
Sözü, az olsun, çok olsun kabul edilir.
Ancak, dirhemden az olursa,
o zaman sözü kabul edilmez.
Şayet: "Onun,
benim üzerimde dirhemlerden çok malı vardır. derse, yüz dirhemden aşağısı kabul
edilmez.
Bu, İmâmeyiT in
kavline göre böyledir.
Eğer: "Üzerimde
dinarlar vardır." derse, burda takdir yirmi dirhemedir.
Devede takdir, yirmi
beş deveyedir. Zekat malının gayrisinde mikdar, nisab miktarıdır. Kâfî'de de
böyledir.
İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre on dirhemden noksanı kabul edilmez.
İmâmeyn'in kavli de
aynısıdır. Tebyîn'de de böyledir.
Şemsü'l-Eimme Serahsî
şöyle buyurmuştur^
Sahih olan, İmâm Ebû
Hanîfe (R.A.)'nin kavlidir. Fakirin haline göre bina kılınır. Fetâvâyi
Kâdîhân'da da böyledir,
Bunların tamamı,
"dirhemlerden çok mal vardır." dediği zaman böyledir.
"Dirhemlerden" demezse, söylediği cinslerden kabul edilir. Attabiyye'de
de böyledir.
Eğer: "Üzerimde
büyük mal vardır." derse, takdir üç nisaba göredir. Hatta,
"derahimden büyük mal var." derse, bu altıyüz dirhem olarak kabul
edilir. Kâfî'de de böyledir.
Eğer: "Üzerimde
nefis mal vardır." veya "...kerim mal vardır." yahut
"...hatırı sayılır mal vardır." derse, alimler: "Ona, ikiyüz
dirhem ilzam olunur." demişlerdir.
Şayet: "Filanın,
üzerimde çok malı vardır." derse; Nâtifî: "İkiyüz dirhem ilzam
olunur. Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kavli budur. Yalnız, ikiyüz dirhemden az veya çok
olduğunu söylerse, ö müstesnadır." buyurmuştur.
İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'a göre on dirhemden az kabul edilmez. İmâm Muhammed (R.A.)'e göre,
ikiyüz dirhem gerekir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Eğer derseki
"üzerimde binler dirhem vardır." üç bin dirhem olarak ilzam olunur.
Şayet çok binler vardır dese, on bin olarak ilzam olunur. Fülus ve denanirde
böyledir.
Müntekâ'da şöyle
zikredilmiştir:
Bir kimse:
"Üzerimde mal vardır; çok değildir; az da değildir." derse bu
durumda, o şahsa iki yüz dirhem ilzam olunur. Hulâsa'da da böyledir.
Üzerimde az mal
vardır." dersey ona tek bir dirhem ilzam olunur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir.
"Üzerimde bin
dirhemden az vardır." derse, bu, beşyüz dirhemi ikrar olur. Zehıyre'de de
böyledir.
İmâm Muhammed (R.A.)
şöyle buyurmuştur:
Bir adam:
"fülanın, benim üzerimde, binin gayrisi vardır." derse, bu, iki bin
olur.
Şayet: "İkibinin
gayrisi vardır." derse, o zaman dört bin olur.
Eğer: "Üzerimde,
bir dirhemin gayrisi var." derse; iki dirhem olmuş olur. "İki
dirhemin gayrisi var." derse, dört dirhem olur. Hâvi'de de böyledir.
Bir kimse:
"Üzerimde, çok buğday var." derse, İmâmeyn'e göre bu beş vesek olur.
Bazıları: "Bu,
İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kavlidir." demişlerdir. Dörtte bir haşimî olan,
bir sa'dır. Bazıları da: "Çok buğdaydan murad, on kafiz (= ölçek)
buğdaydır." demişlerdir.
Tartılan ve ölçülen
şeyler hep böyledir.
Şayet: "Üzerimde
ölçekler var." derse, bu da üç ölçek olur.
Eğer: "Çok
ölçekler vardır." derse, o zaman, on ölçek olmuş olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da
da böyledir.
Bir adam, eğer:
"Onun, bende bıd'uft ve hamsûn dirhemi vardır." derse burada bıd'
çoğu zaman, üç olarak kullanılır. Üçten az olmaz. O zaman, borcu elli üç dirhem
olmuş olur.
Bir adam:
"Üzerimde yüz dirhem ve bir de nif vardır." derse, nifin ne olduğunu
açıklamak lazımdın
Eğer onu, bir
dirhemden az olarak açıklarsa, bu caiz olur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de
böyledir.
Eğer: "Ona, yüz dirhem borcum vardır. Onda, yüz dirhemim vardır." ve
"dirhemin yanımızda" veya "yüz dinar." yahut "...miete
kafîz hınta." derse, —ölçülen ve tartılan şeyleri söylemesi halinde, hüküm
yine böyledir.
"On dirhem ve
dânik veya kırat" derse, bu durumda, bunlar gümüştendir. Teby!n*de de
böyledir.
Eğer: "Filanın,
üzerimde on dinarı ve daniki..." veya "...on dirhemi ve daniki veya
kıratı vardır." derse, bu durumda bunlar altındandır. Muhıyt'te de
böyledir.
Bir adam:
"Üzerimde, onun ikiyüz miskal altını ve gümüşü vardır." veya
"...buğdayı ve arpası vardır." derse, bu durumda, o adamın üzerinde,
bunların yarısı vardır.
Keza her cinsi üçlerse,
o zaman, her birinden, onun üçte biri var olur. Hâvî'de de böyledir.
Bir adam, şayet
"Üzerimde yüz ve bir köle veya yüz ve bir koyun yahut yüz ve bir elbise
veya yüz iki eîbise vardır." derse; bu durumda yüz kelimesini açıklaması
gerekir. Zehıyre'de de böyledir.
Şayet: "Yüz ve üç
elbise." demiş olursa, hepsi elbise olmuş olur. Mebsût'ta'da böyledir.
Bir adam, başka birini
kasdederek: "Evinin bir parçası vardır." derse, onu açıklaması
lazımdır. Onun istediği kadarım açıklayabilir. Keza, "Hissesi, (nasibi,
taifesi kıt*ası) vardır." derse, hüküm aynıdır.
Yalnız, sehmi İmâm Ebû
Hanîfe (R.A.)'ye göre altıda birdir. İmâmeyn'e göre ise, açıklaması gerekir ve
ona açıklaması için emredilir. Muhiyt' te de böyledir.
Bir adam, başka
birinin koyunlarının içinden, bir dişi koyunu ikrar ederse, bu ikrarı sahih
olur.
İkrar olunan şahıs da,
bizzat o koyunu iddia ederse, diyecek bir şey yoktur.
Eğer ikrar eden şahıs,
ikrar olunanın iddia ettiğinden başkasını ikrar ediyorsa; mukarrunleh, (=
kendisi için, ikrarda bulunulan şahıs) onu alır.
Eğer almazsa, beyyine
getirmesi veya iddia olunanın yeminden kaçması gerekir.
Eğer, ikrar olunan
şahıs, o koyundan başkasını iddia ediyorsa; ikrar eden ona istediği koyunu
verir.
Eğer ikrar eçlen
şahıs, tamamına yemin ederse, onun bu yemini kabul edilmez ve ona bir koyun
vermesi için cebredilir.
Eğer koyunlardan hiç
birini ta'yiri etmemiş ise, o zaman îmâmeyn: "Biz ikrar edici şahsın, bu
ikrarından dönüp dönmediğini bilmiyoruz. Onu inkar eyledi mi?"
demişlerdir.
On koyun kendinin, on
koyun da ortağının olup bunlardan birisi ölse, ikisinin ortak malından ölmüş
olur. Eğer bu koyunlardan birisi doğursa, yine doğan ikisine ait olur.
İkrar edici, koyunun
aslını inkar eder; koyunlar da zayi olursa, hissesini öder. Makirrin lehe
verir. Diğer hayvanlarla, araziler de böyledir. Mebsût'ta da böyledir.
Bir adam, diğerine
karşı: "Yüz dirhem olan şu dirhemlerimde, yirmi dirhemi vardır." der;
o dirhemler de yüzden noksan fakat büyük dirhem olurlarsa, noksan sayılmazlar.
Eğer içlerinde geçmez
dirhemler var bulunur; dirhemlerin sahibi de ikrar eylediği dirhemlerin bu
dirhemler olduğunu" söylerse, bu sözü doğrulanır. Serahsî'nin Muhıyü'nde
de böyledir.
Bir adam, diğerine:
"Şu buğdayımda, bir kür buğdayın vardır." dediğinde, eğer buğdayın
tamamı bîr kürrden az ise, onun tamamı, kendinin (- ikrar olunan şahsın) olur.
Kalanın kısmı ikrar eden ödemez.
Bu durumda, ikrar eden
şahsa "zayi etmediğine dair" yemin ettirilir.
Eğer buğdayı, tam bir
kürr ise, işte onun tamamı ikrar olunanındır.
Eğer fazla ise, yine
bir kürrü ikrar olunanın; kalanı da ikrar edenindir. Muhıyt'te de böyledir.
"Onun, şu duvarla
şu duvar arasında yeri vardır," derse, işte o iki duvar arası, yalnızca
onun olur. Kenz'de de böyledir.
Onun, bende on dirheme
kadar alacağı vardır." veya "On dirhemin arasında, onun bende
dirhemleri vardır." derse; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, dokuz dirhemi
vardır.
İmâmeyn ise: "Bu
durumda on dirhem iazrnı gelir." demişlerdir. Kâfî'de de böyledir.
Bir adam: "Onun,
benim üzerimde, bir kürr arpadan, buğdaya kadar, alacağı vardır." derse;
İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre bir kürr arpa, bir kürr buğday birer ölçek
buğday noksanı ile vardır.
İmâmeyn'e göre ise,
iki kürr alacağı vardır.
Şayet, "on dirhem
ile on dinarın arasında borcum vardır." demiş olsaydı, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye
göre, dirhemlerin tamamı, dinarların ise dokuzu vardı.
İmâmeyn'e göre ise, on
dirhem ile on dinar borcu vardır.
Keza: "On dirhem
ile on dinar arası..." derse; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, dokuz dirhem
ve dokuz dinar ödemesi gerekir. Bu, onun kıyasıdır.
Baz:-nüshalarda:
"On dinar ve dokuz dirhem ödenir." denilmiştir.
Bu zahirdir.
Fakat, esahh olan
öncekidir. "Men keza, ila keza", "makezâ ilâ keza" demek
gibidir. Biz bunların tamamından bahseyledik. Mebsût'ta da böyledir.
Bişr'in, İmâm Ebû
Yûsuf (R.A.)'tan rivayet ettiğine göre,
bir adam diğerine: "Benim üzerimde, bir koyundan bir sığıra kadar hakkın
vardır." derse, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, aynı veya gayrı ( =
aynısının dışında) bir şeye hakkı olmaz.
İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'a göre ise, eğer belirli ise bir şey gerekmez; eğer aynı değilse,
ikisini de öder.
Şayet dirhemlerle
dirhem arası borcum var." derse; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, bir
dirhem lazım olur.
İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'a göre ise, iki dirhem lazım olur. Muhıyt'te de böyledir. [8]
Ölüm hastası, malından
nefsî ihtiyaçlarını çıkaramaz. Sahih olan budur. Hızânetü'l-Müftîn'de de
böyledir.
Ölüm hastalığının
hududu: Onun (hasta olma halinin) söylenme-sidir. Takvada muhtar olan,
gerçekten o şahsın ölümle ortadan kay-boimasıdır. İster yatar hasta olsun;
isterse hiç hasta olmasın farketmez. Muzmarât'ta da böyledir.
Hastanın varislerine
bir şey irkar etmesi sahih olmaz. Ancak, diğer varisler izin verirlerse, o
zaman sahih olur.
Şayet kendisi için
ikrar olunan varis, murisin ikrarı zamanında varis olarak duruyorsa, yine
varisdir.
Kendine irkar edilen
varis ölürse, bu ikrar batıl olur.
Eğer ikrar olunan,
ikrar vakti varis olduğu halde, ikrardan sonra varislikten çıkarsa, ölene
kadar, ikrar geçerlidir.
Keza, kardeşine ikrar
yapmış olan bir kimse, ikrar yaptığida o şahıs, kardeşi olmadığı halde, kendisi
öldükten sonra, o şahıs '' kardeş olduğunu" söylerse, kardeşi ölene kadar,
ikrarı caizdir. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, varisi
olmayan bir şahsa ikrarda bulunduktan sonra, bu şahıs her hangi bir sebeple
varis olursa, yine bu ikrarı devam eder.
Şöyleki: Onun
"kardeş olduğunu" ikrar ettiği halde, o "kardeşinin oğlu"
olsa ve bu şahıs öldükten sonra da hasta ölse, bu ikrar sahih olmaz.
Şayet varis olmayan
birini ikrar ettikten sonra bu adam bir sebebden dolayı varis olsa veya yabancı
iken ikrar eylese ve sonra da onu nikahlasa bilahare de ikrar eden ölse, bu
ikrarı sahih olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Eğer ikrar vaktinde
varis olduğu halde, sonra varislikten çıkmış; sonra da yine varis olmuşsa
(Meselâ: Karısına ikrarda bulunmuş; sonra onu bain talakla boşamış, sonra da
—iddeti bitince— geri nikahlamış, bilahare de adam olur veya bir kölenin velisi
olduğu halde, ona bir ikrarda bulunur, sonra onu bozar, sonra da tekrar velisi
olur; bilahare de adam ölürse) işte bu durum ihtilaflıdır.
İmâm Muhammed (R.A.):
"İkrar caizdir." derken; İmâm Ebû Yûsuf (R.A.): "İkrar
batıldır." demektedir.
Alimler: "İmâm
Muhammed (R.A.)'in görüşü kıyasdir. İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un görüşü de,
istihsandır." demişlerdir. Muhıyt'te de böyledir.
Hasta bir adam, köle
oğluna bir borç ikrar ettikten sonra, o köleyi azad eyleseler; bilahare de baba
ölse, eğer bu köle, ticaret ehli ise, babanın ikrarı caizdir.
Eğer bu köle borçlu
ise, bu ikrar batıldır.
Şayet hasta bir baba,
mükâteb olan oğluna alacak ikrar eylese, bu irkarı caizdir. Sonra, bu baba
ölür; oğlu mükâteb olarak kalırsa; babanın ikrarı caizdir. Eğer baba ölmeden
önce, mükâteb azad edilirse, bu durumda, ikrarı caiz olmaz. Mebsût'ta da
böyledir.
Hasta olan bir.
mükâteb, hür olan oğluna bir borç ikrarında bulunduktan sonra, borç durmakta
iken, bu mükâtep ölürse, ikrar caiz olur; değilse batıl olur. Serahsî'nin
Muhıytı'nde de böyledir.
Hasta bir adam,
Varisinin biri için, bir emanet ikrarında bulunduktan sonra, o hastalıktan
ölürse, bu durumda o ikrar caiz değildir. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, ölüm
hastalığında karısı için borç ikrarında bulunduktan sonra bu kadın ölür ve bu
kadının biri o kocadan, diğeri de diğer bir kocadan iki oğlu bulunursa; İmâm
Ebû Yûsuf (R.A.)'un kavline göre, (önceki görüşüne göre) ikrar batıldır.
Sonraki görüşü ise, hastanın karısı için borç ikrarı caizdir.
Bir adam, hasta olduğu
halde, karısına borç ikrarında bulunduktan sonra, o kadın kocasından önce ölür
ve bu kadının varisleri bulunursa, mirası oniara caiz olur. Onlar her ne kadar,
ölene varis olmasalar biie, bu böyledir. İkrarı da caizdir. Zehiyre'de de
böyledir.
Hasta bir adam, oğluna
borç ikrarında bulunduktan sonra, oğlu ölür ve ölenin iki tane de oğlu kalır;
hasta babanında başka oğulları olmasa İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un önceki kavline
göre, bu ikrar caiz değildir. Son kavline görür ise, caizdir. Muhiyt'te de
böyledir.
Bir adam, ölüm
hastalığında, karısının mehrini ikrar eder ve mehrin tamamını kabul ederse; bu
sahih olur. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.
Şayet, mehr-i
mislinden fazlasını ikrar ederse; ziyâdesi batıl olur,. * Mebsût'fa da
böyledir.
Bir adam, ölüm
hastalığında, "karısına bin dirhem mehir ikrar ettikten sonra, varisler,
—beyyine ikame ederek— bu kadının, mehrini bağışladığını isbat ederlerse, bu
beyyineleri kabul edilmez. İkrar olunan mehri Öderler. Hulâsa1 da da
böyledir.
Bir kimse, varisine
veya yabancı birisine bir ikrarda bulunduktan sonra, kendisi için ikrar olunan
şahıs ölür; sonra da hasta Ölür ve ikrar olunanın varisleri, ölenin
varislerinden olursa, o ikrar, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un Önceki kavline göre
caiz değildir. Sonraki kavline göre ise caizdir.
Bu kavi, aynı zamanda
İmâm Muhammet! (R.A.)'in de kavlidir.
Keza, hasta bir adam,
"elinde bulunan bir kölenin, başkasına ait olduğunu" söyler; bir
yabancı da: "Hayır, bu köle filanındır." der ve o da hastanın varisi
olur ve: "Benim bunda hakkım yoktur. ' derse, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un
önceki kavline göre hastanın bu ikrarı batıldır. Sonraki kavline göre ise,
ikrarı sahihtir. Ve bu son kavli, kıyasa daha yakındır. Önceki kavli ise
ihtiyattır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimse, iki gün
hasta, üç gün iyi veya bir gün hasta, iki gün iyi olur ve bu durumda oğluna
borç ikrarında bulunsa; eğer bunu hasta olduğu günlerde yaptı ve o hastalıktan
sonra, iyileşti ise caiz olur.
Eğer ikrar eylediği
hastalıktan iyileşemedi ve ölümüne kadar bu hastalığı devam etti ise, bu ikrarı
caiz olmaz. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.
Bir adam bir varisine
bir şey ikrar edip öldükten sonra, ikrar olunan ve diğer varisler, o şeyin
kıymetinde ihtilaf eyleseler, ikrar olunan şahsın beyyinesi, diğer
iddiacılardan evladır. Şayet varisler yemin isterlerse, önada hakları vardır.
Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
îmânı Ebû Hanîfe
(R.A.): "Katil için, hastanın
ikrarı caiz değildir." buyurmuştur.
Bu, yaralının yarası
iyi olmayacak olursa da böyledir. Yarası iyi olan yaralının ikrarı caizdir.
Muhıyt'te de böyledir.
Bir hastanın varisi
olan köle veya mükatebe için ikrarı caiz olmaz. Kölesini veya mükatebesini
öldürene yapılan ikrar da caiz değildir.
Mebsût'ta da böyledir.
Mükâteb, kendi nefsi
için borç ikrar eder ve bunu hali sihhatinde yaparsa caizdir. Hasta olduğu halde
ise, caiz olmaz. Ancak, malının üçte birinden caiz olur. Havfde de böyledir.
Bir hastanın, yabancı
birine, malının tamamını ikrar etmesi, —hali sıhhatinde borcu— olmasa bile
caizdir.
Sağlıkta yapılan borç,
hastalıkta yapılandan önce ödenir. Bu ikrar ile sabittir.
Eğer borçtan artarsa,
hastalıkta yapılan borca verilir.
Şayet hastalıkta
yapılan borç, hakimin gözü önünde yapılmışsa veya beyyinesi kavi ise, ödeme
cihetinde eşit olurlar. Serahsî'nin Muhıyti'nde de böyledir.
Sağlıkta alınan borç,
hastalık vaktine yakm alınan emanetten öncedir. Hızânetü'l-Müftîn'de de
böyledir.
Bir adam, hastalığında
bir şey satın alır veya borç edinir yahut bir şey kiralar, şahitler de bunu
görürler, kendisi de bunları teslim alır veya bin dirhem mehirle bir kadın
nikahlar, bu da, o kadının mehr-i misli olur; bunlar da sağlığında dava
açarlarsa, hasta üzerine vacip olan her borç, hastanın malından ödenir;
ikrarına ihtiyaç yoktur. Bu sıhhatli halindeki borcu yerindedir.
Şayet, hastalığında
borcu ödenirse; (satın aldığının bedeli ve borcunun bedeli gibi...) bu durumda
o alacaklılar, sağlığında bir hak iddia edemezler.
Eğer mehir borcu veya
kira borcu ödenirse, onlar da ödenmiş olurlar. Serahsî'nin Muhiyti'nde de
böyledir.
Eğer sıhhatli hâlinde
borcu olmaz ve hastalığında iki kişiye borç ikrar ederse, ikisi birlikte dava
edebilir; birisi öncelikle dava edemez. İkrarların birlikte olup olmaması hali
de müsavidir.
Mesela: Hasta, iki
adama: "Üzerimde, bin dirheminiz vardır." der veya —arka arkaya—
"Üzerimde, bin dirheminiz vardır." der.
Veya, onlardan
birisine: "Senin, benim üzerimde beşyüz dirhemin vardır." der; birgün
veya birgünden az veya çok sustuktan sonra diğer adama: "Senin, benim
üzerimde beşyüz dirhemin vardır." der. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, sağlığında,
"bir adamın cariyesini, zoraki elinden aldığını" ikrar eder; sonra
da, ölüm hastalığında: "İşte bu, odur. Onun, bundan bankasında hakkı
yoktur." derse caizdir ve tasdik edilir.
Eğer sağlığında, ikrar
ederek: "Filan adamın, kendi üzerinde bin dirhem emanetinin olduğunu"
ikrar eder; sonra da Ölümhastalığındar "İşte o bin dirhem şudur,"
derse; doğrulanır ve emanet sahibinin emaneti borçtan önce Ödenir. Hulâsa'da
da böyledir.
Bir adam, hastalığında
bir borç ikrar ettikten sonra, bir emanet ikrar ederse; bunların ikisi de borçdur.
Burada emanet önce alınmaz.
Eğer, önce emaneti
ikrar eylemiş olaydı da, sonra borcu söyleseydi; emaneti irkar evla olurdu.
Müdârebe eşyalarının hükmü emanet malları gibidir. Hâvî'de de böyledir.
Bir hasta, bir şahsa
bin dirhem, emanet ikrar ettikten sonra ölür ve o emanet bizatihi bilinmezse,
bu durumda o, hasta tarafından terke-iilmiş borç olur. Hızânetü'1-Müftro'de de
böyledir.
Sağlığında borcu yok
iken bin dirhemle borçlu hasta olsa ve o bin İirhemi de ikrar ederek:
"Filanın emanetidir." dedikten sonra da, bin dirhem borç ikrar eylese
ve ölse, o bin dirhem üçe bölünür.
Eğer alacaklı:
"Öncelik benim hakkım değildir." veya "Ben, onu teberru
eyledim." derse, bu bin dirhem, emanet sahibi ile alacaklının arasında
kalır ve onlar bunu yarı yarıya taksim ederler; alacaklının hakkı zayi olmuş
olmaz.
Bir hasta, bin dirhem
borcu olduğunu ikrar ettikten sonra, bin dirhem, başka birisi için mudârebe
malı sonra da, bin dirhem emanet mal ikrar eder ve bunun sahibini açıklamaz ve
bilahare kendisi ölür ve bin dirhemden başka bir şey de bırakmazsa, bu durumda,
o bin dirhem, hisse sahiplari arasında taksim edilir- Muhıyt'te de böyledir.
Hasta bir kimse,
"babasının elinde olan evde, filan adamın, bin dirhem alacağı
olduğunu" ikrar eder ve sıhhatli iken kendinin^ burcu olduğunu itiraf
ederse; sıhhatli halindeki borcu, babasında olandan daha evladır.
Eğer bir fazlalık
kalırsa, o borçta babaya kalır. Ancak, bunun için, sıhhatli iken böyle ikrar
eylemiş olması gerekir. Yoksa, babanın borcu daha üstündür. Havî'de de böyledir.
Bir adam, diğerine:
"Babamda, bin dirhemin vardır." der; ikrar olunan şahıs da, onu inkar
eder; sonra ikrar eden hasta olur; inkar eden de Ölür; ikrar eden de o ölenin
varisi olur ve sıhhatli halinde, ona borcu olur; o da ölür ve bin dirhem terk
ederse; bu durumda ikrar eden şahsın varisleri inkar edicinin varislerinden
daha haklıdırlar. Mebsût'ta da böyledir.
Bir adam, sıhhatli
halinde, üç günlük muhayyerlik şartıyla, ve fazla fiatla bir köle satın alır ve
muhayyerlik müddetinde de hastalansa, ya bu alış-verişe izin verse veya sussa
da üç gün tamam olsa; sonra da hasta ölse; bu kölenin kıymeti, ölen şahsın
malının üçte birinden ödenir. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.
Bir hasta,
"elinde bulunan bir yeri vakfetmiş olduğunu" ikrar ettiğinde, bu
vakıf, malının üçte birinden olur.
Nitekim: Bir hasta,
kölesini azadeder veya "onu, filana tasadduk eylediğini" ir kar
ederse, bu durumda o köle, tasadduk eylediği zatın olur.
Eğer vakıf, başkası
tarafından ikrar edilmişse, bu vakfedilen zat ve varisler tasdik ederlerse caiz
olur.
Şayet vakfı ikrar
eder, fakat onun kendi tarafından yapılıp yapılmadığını açıklamazsa, bu vakıf,
malının üçte birinden olur.
Bir hasta, varisine ve
bir yabancıya borç ikrar ederse, bu durumda onun ikrarı —ister doğrulasınlar,
isterse yalanlasınlar— batıl olur.
İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)
ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un görüşüdür.
İmâm Muhammed (R.A.)
ise: "Onun yabancıya karşı ikrarı, eğer yabancı, diğerinin ortaklığını
inkar eder ve her ikisi de ortaklığı yalanlarsa hissesi nisbetinde
caizdir." buyurmuştur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Şayet, varis ortaklığı
yalanlar da, yabancı kabul ederse, esahh olan, bu durumda bi'1-ittifak caiz
olmamasıdır. Serahsî'nin Mubıytı'nde de böyledir,
İkrar eden şahıs,
ortaklığın bozulduğunu doğrular ve: "Bunlar, ortak değildirler." der;
bunu da yalandan yaparsa, o takdirde, yabancı için ikrarı sahih olur. Muhiyt'te
de böyledir.
Bir hasta ikrar eder
ve: "Filanın daha önceden hakkı vardır." der ve onun dediğini de
varisler doğrular; sonra da bu hasta ölürse; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre,
üçte bir arasında, talip tasdik olunur.
Eğer fazla iddiada
bulunursa, varislerin bilip-bilmediği hakkında yemin verilir.
Eğer fazla olmadığına
dair yemin ederlerse, ancak üçte birini alır.
Eğer hasta, bununla
birlikte, belirli bir borç da ikrar etmişse, terekenin tamamından alır.
Havî'de de böyledir.
Şayet, bir borç ikrar
eder veya malının üçte birisini bir adama vasiyyet ederse; ouun belirlediği
evla olur.
fiu durumda varislere:
"Üçte ikiden, dilediğinizi ikrar ediniz." denilir.
Kendisine vasiyet
olunana da "Üçte bir de dilediğini ikrar et." denilir.
Bu durumda hangi
taraf, bir şey ikrar ederse, o alınır ve geride kalan için de yemin verilir.
Muhıyt'te de böyledir.
Hasta bir adam,
varisine bir köle ikrar ettiğinde, köle: "Ben filanın köİesiyim."
der; o filan da onu tasdik eder; sonra da hasta Ölürse, bu durumda köle,
yabancıya teslim edilir.
Varis, kıymetini borç
ederse, bu kendisine geri verilir.
Keza, bir varis,
"diğer bir varise, bir köle" ikrar ederek, teslim ederse; öncekine,
onun kıymetini vermesi vacib olur. Ve o miras olur. Birincinin de ikincinin de
onda nasibi vardır.
Şayet, ölenin borcu
terekesini kuşatırsa, o kölenin kıymetini borçlanırlar; hisselerinden düşülmez.
Kâfi'de de böyledir.
Bir hasta, bir
kölesini varislerden birine bağışlar ve o köleden başka bir malı da bulunmaz;
kendisine bağışlanan varis de, o köleyi teslim aldıktan sonra, "gerçekten
hasta, kendisine bağışlamadan önce, o köleyi başka bir varise bağış
yapmıştı." veya "başka bir varise tasadduk eylemişti." diye
ikrarda bulunursa, bu durumda, ikinci şahıs, birinciden o köleyi teslim alır.
Şayet ikinci,
birinciden o köleyi aldıktan sonra, hasta aynı hastalıktan ölür; köle de,
ikinci adamın elinde durmakta olursa, o, ikincinin elinden alınır ve o köle
ölenin varislerine miras olur. Ve aralarında, Allah'ın taksimi üzere, taksim
edilir. Şayet, ikinci şahıs varislerden olmaz ve Ölenin borcu da mirasını
kuşatır ve o köle de adamın elinde durmakta olursa, alacaklılar, o köleyi de
alırlar.
Şayet köle, varisin
elinde ölürse bu durumda, alacaklılar muhayyerdir: İsterlerse, varislere onun
kıymetini ödettirirler; isterlerse, ikinciye tazmin ettirtirler.
İkinci, birinciye
müracaat edemez.
Eğer birinciye,
Ödettirirlerse o zaman da birinci ikinciye müracaat edemez.
Bu bütün rivayetlerde
böyledir. Muhıyt'te de böyledir.
Hasta olan zat,
başkasına karşı "üzerine vacip olan
borcu ödediğini" ikrar ederse, eğer o borç, (borç gibi, satın alman şeyin
bedeli gibi, alacaklının alacağı gibi) mal olan bir borçsa veya (mehir gibi, muhalaa
bedeli ve benzeri gibi) mal olmayan borçsa ve mal olan borç, yabancıya aitse
ödeme ikrarı —borç hali-i sıhhatında olursa— sahih olur.
Eğer borç,
hastalığında vacib olmuşsa, ödeme ikrarı sahih olmaz.
Bu durum,- sıhhatli
halinde, borcun beyyine ile veya aleniyetle olduğu zaman böyledir. Fakat, hali
sıhhatında borcun vucûbu bilinmiyor, ancak, hastanın söylemesiyle bilmiyorsa,
(şöyleki: Hasta bizzat bir adam için "gerçekten ben senden sıhhatli
halinde şu köleyi teslim aldım." der; müşteri de bunu doğrularsa, bu,
ancak ikisinin konuşması ile bilinir.
Eğer köle müşterinin
elinde veya ikrar zamanı satıcının elinde ise yahut ikrar zamanı, zayi olmuş ve
sağlığı biliniyorsa, o zaman "hakkını aldığı" ikrarı sahih olur.
Bu hal, varise karşı
olursa, ikrarı sahih olmaz. Muhiyt'te de böyledir.
»Borçlu olan hasta,
varisinden bir emanet aldığını ikrar eder o da, yanında ariyet olarak veya
mudârabe olarak duruyorsa, işte o bu hususta doğrulanır. Mebsût'ta da böyledir.
Hasta,' 'hîbesinden
döndüğünü'' ikrar ederse, o doğrulanır.
Bu durumda, kendisine
hîbe edilen şahıs da ondan beri (= uzak) olur.
Keza, fasid bir
satışta, "satılanın irtidat eylediğini" ikrar ederse veya
gasbolunanın veya rehin alınanın, irtidat eylediğini ikrar ederse; ikrarı sahih
olur.
Eğer, "onun
borcunu, varisinden aldığını" ikrar ederse, bunların hepsi doğrulanır.
Serahsî'nin Muhiyti'nde de böyledir.
İmâm Muhammed (R.A.)
Cami' kitabında şöyle buyurmuştur: Bir adamın, sıhhatli halinde diğer
adamda, bin dirhem alacağı
olduğunda, alacak
sahibi, elinde bulunan şeyin, alacağının yerine, diğerinin vedîaa veya
m^kâtebesi İçin konulmuş olduğunu ikrar eder ye o da hastanın vecibesinin
benzeri olur, sonra da hasta Ölür ve üzerinde, sıhhatli iken olan borç olur ve
hastanın alacaklıları da, hastanın ikrarını inkar ederlerse bu durumda hasta
ikrar eylediği husus hakkında doğrulanır. Ve yanında bulunan, bin dirhem emanet
borca kısas ( =bedel) olur. Mükâteb azad edilmiş olur.
Şayet bin dirhemi
vedîa olarak ikrar ederse, işte bu ikrar sahih olur ve hasta için vacip olan
borçtan daha mühim bulunur.
Eğer kendisi için
ikrar olunan "Ben taze ve yeni dirhemler verdim." der; ikrar eden de:
"elinde emanet bulunan dirhemlerin, zayıf olduğunu" ve onu,
mükâtebden veya borçlusundan öyle aldığım" söylerse, dediği gibi olur.
Keza, "elinde yüz
dinar olduğunu, onun da mükâtibi veya alacaklısının emaneti bulunduğunu"
söyledikten veya "elinde, bir cariyenin bulunduğunu" söyledikten
sonra ölür ve o dinde bulunan da aynen durmakta olur veya cariyeye ne yaptığı
bilinmezse, bu durumlarda ikrarı geçersizdir.
Eğer hasta: "Bu
zayıf dirhemleri alacaklımdan aldım." veya "Mükâtebemden aldım;
hakkımın yerine aldım." yahut "Bu dinarları, hakkımın yerine
aldım." veya "Bu cariyeyi hakkımın yerine satın aldım." der;
borçlusu ve mükâleb de bunu inkar ederler de: "Alacağı üzerimizde duruyor.
Bu mal ise, bizimdir." derlerse, hastanın ikrarı batıl olur. İkrar olunan
şey ne ise, o alacak olarak bakir kalır. Eldeki bu mal, borçlu ile mükâtebe
eşit olarak dağıtılır. Alacak, olduğu gibi onların üzerinde kalır.
Şayet, borçlu da,
mükâteb de, ikrarı kabul ederlerse; o zaman bakılır: Eğer, cariyenin kıymeti ve
dinarlar hastanın mükâtebin ve alacaklısı üzerinde olan alacağı kadarsa, veya
daha fazla ise; o zaman hastanın ikrarı sahih olur.
Eğer değeri az ise,
(meselâ: Beşyüz dirhem; hastanın alacağı bin dirhem ise) bu cariye hakkında,
borçluya veya mükâtebe: "Gerçekten hasta, işte bu cariyeyi bıraktı»
istersen satışı geçerli kılıp, beşyüz dirhem hakkını öde; istersen satışı boz,
Cariyeye al; borcun olan bin dirhemi öde." denilir. Borçlu ve mükâteb taze
dirhemlerle, taze olmayan dirhemler hakkında cebredilmez.
Eğer dinarların bedeli
borçtan az kalırsa, mükâtebin veya borçlunun zorlanıp zorlanmıyacağı kitapta
zikrediimemiştir.
Fakıyh Ebû Bekir
el-Belhî (R.Â.): "Gerçekten zorlanır" demiştir.
Esahh olan da budur.
Eğer borçlu ve mükâteb
muhayyer olurlarsa cariye ve dinarları geri verip, kalan borçlarını da öderler.
Muhıyt'te de böyledir.
Eğer, ticaret ehli
olan bir köle, "efendisinden, borç aldığını" ikrar ederse; —her ne
kadar üzerinde borç olmazsa bu ikrarı caizdir.
Şayet üzerinde borç
varsa, ikrarı caiz değildir.
Mükâteb de böyledir:
"Efendisinden
borç aldığını" ikrar eder; sonra da, ölür ve üzerinde borç olursa; mevlâsi
da (kendisini azad eden şahıs da) onun varisi ise, mükâtebin bu ikrarı caiz
değildir.
Şayet üzerinde borç
olmaz; efendisinin üzerinde de buğdayı bulunur; mükâtebte de, efendisinin
dirhemleri olur ve buğdayı aldığını da ikrar ettikten sonra ölür ve
efendisinden başka da varisi olmazsa, bu durumda ikrarı sahih olur.
Eğer efendisinden
başka varisi bulunur; efendisi de onun ikrarını doğrularsa, artan malı
varislerine verilir.
Eğer borcu bütün
malını kaplıyorsa, o zaman ikrarı sahih olmaz.
Bir adam,
"bir hastanın kölesini
öldürdüğünü veya elini kestiğini" ikrar eder; sonra da
hasta, "bedellerini ödediğim" söylerse, busahihdir.
Keza, bir hasta,
kasden bir köleyi öldürür, o öldürülenin efendisi de, mal mukabili anlaşma
yapar ve mal bedelini de aldığını ikrar ederse, işte bu da caizdir. Hâvî'de de
böyledir.
Hasta bir kadın,
"mehir bedelini, kocasından aldığını" ikrar ettiğinde, bu kadının
üzerinde sahih borç bulunur ve sonra da o hastalıktan ölür, kocası da onu
boşamış olmazsa; onun ikrarı sahih olmaz.
Bu durumda kocasına
emredilerek, "mehir bedelini, kadının alacaklılarına eşit surette
vermesi" söylenir.
Şayet kocası, bu
kadına cima etmeden, onu boşamış, sonra da kadın, "mehrini aldığını"
ikrar etmiş ve sonra da ölmüşse, bu ikrarı sahih olur.
Bu durumda kocasının:
"Ben alacaklılara, mehrin yarısını öderim." demeye hakkı yoktur.
Zehıyre'de de böyledir.
Şayet, ölenin borçlan
dağıldıktan sonra, malı artar ve kocası ona dahil olmuş bulunursa, yarı mehrine
başvurur ve alır.
Onu bâinen veya ric'î
talakla boşamış ve kadın da hastalanarak "mehrini tam aldığını" ikrar
eylemiş ve sonra da ölmüş ve eğer iddet tamam olmadan ölmüş olursa, ikrarı
sahih değildir.
Bu hallerde, ne zaman
ikrarı sahih olmaz?
Eğer alacağı borcuna
bedel olursa, ne âla... Eğer fazla olursa, meh-rine veya mirasına bakılır.
Noksan olan borcu, onlardan ödenir.
Bir adam, hastalığı
halinde karısını mal mukabili boşar; kadının iddeti tamam olur ve adam da
*'ondan alacağını aldığını" ikrar eder; üzerinde de sağlığında veya
hastalığında sahib bir borcu olmazsa, sözü doğrulanır. Mebsût'ta da böyledir.
Bir hastanın üzerinde
sahih borç olur; bir adam da, onun, hastalığında, bir kölesini zoraki almış
olur ve bu köle de gasıbın yanında ölür veya durmakta olduğu halde, hakim, o
köleyi hastaya, gasbedene de onun kıymetini hükmeder; hasta da onu gasıbdan
tamamen aldığını ikrar ederse; beyyine olmadan sözüne inanılmaz.
Eğer gasb hadisesi
sıhhatli iken olmuş, sonra da kendisi hastalanmış ve köle de bizzat gasıbın
yanında durmakta iken, sonradan kaçar veya ölür; bilahare de hakim, kıymetini
hastanın lehine hükmeder hasta.da onu aldığını ikrar ederse; bu durumda köle
ölmüş olur veya kaçtığı yerden gelmemiş bulunursa, sözüne inanılır.
Eğer köle, geri
gelirse, ikrarı sahih olmaz.
Şayet gasb ve tazminat
bunların hepsi sıhhat halinde olur ve gasbo-lunanın ikrarı, bedelini alma ve tazminat,
hastalık zamanında olmuşsa, tamamı doğrudur. Muhiyt'te de böyledir.
Bir hasta, kıymeti bin
dirhem olan bir kölesini, malı olmayan birisine, iki bin dirheme satar,
kendinin de sahih ve çok borcu bulunur; sattığı kölenin bedelini de, aldığını
ikrar eder; sonra da ölürse, bu ikrarı bir şey değildir.
Bu, İmâm Ebû Yusuf (R.
A.)'a göre böyledir.
İmâm Muhammed (R.A.)'e
göre, bu durumda hasta parası kölenin kıymetinden fazla olursa, tasdik olunur.
O takdirde müşteri muhayyerdir: İsterse, ikinci bin dirhemi verir, cariye
yanında kalır; isterse satışı bozar; köleyi alacaklılar satarlar.
Bu hususta, İmâm Ebû
Hanîfe (R.A.)'nin görüşü söylenilmemiştir. Alimlerimiz: İmâm
Ebû Yûsuf (R.A.)'nin görüşüyle
aynıdır. demişlerdir. Câmiu'l-Kebîr'de de böyledir.
Bir adam, kölesini
sağlığında satar; müşteri de onu teslim alır ve satıcı, üzerinde sahih borç
olduğu halde hastalanır ve "o kölenin bedelini aldığını" ikrar eder
ve sahih alacaklıya karşı bu ikrarı da sahih olur; sonra da o, hastalığından
ölür; müşteri de, bu kölede, bir kusur bularak onu, hakimin hükmüyle geri
verirse, bu durumda o müşteri, ölenin diğer mallarına, başka alacaklılarla
birlikte, ortak olamaz. Fakat, bu köleyi habsedip parasını almak için satar.
Onu alacağı için satmak da oriun hakkıdır.
Köle satılıp müşteri
de kendi parasını aldıktan sonra, artan olursa, onu diğer alacaklılar
aralarında paylaşırlar.
Eğer bu kölenin
parası, müşterinin parasından da az olursa, bu durumda ona, başka şey yoktur.
Eğer bütün
alacaklılar, alacağını aldıktan sonra, geride mal kalırsa, bu müşteri noksanını
ondan tamamlar.
Şayet, aynı müşteri
eşeği hapsetmez, hakkına bedel olarak da sağ iken hastaya, öldükten sonra
varislerine teslim eder; bunu da hakimin hükmüyle yaparsa, takdim hakkı batıl
olur. Fakat, bedelinin hakkı batıl olmaz. Muhıyt'te de böyledir.
Hasta adam,
alacaklısına verilmek üzere varisine dirhemler verir; varis de gerçekten onu,
ona verir, fakat alacaklı onu yalanlarsa, bu durumda varis bizatihi doğrudur.
Hasta zat, onu
doğrulasa da, yalanlasa da bu durumda alacaklının hakkı ibtal olmuş sayılmaz.
Bir adam, yabancı
birinde olan alacağını almaya, birisini vekil yapar; vekil de: "Gerçekten
ben aldım ve teslim eyledim." derse, işte o doğru söylemiştir. Matlup da
borçtan beridir.
Bir adam, eşyasını
satmak üzere, birini vekil eder, üzerinde de borç olmaz ve şahitlerin
huzurunda, vekil, o malı değeri üzerinden sattıktan sonra: "Hayatında veya
ölümünden sonra, "Ben bedelini aldım ve ona verdim." veya
"...zayi ettim." derse, bu durumda o vekil doğrulanır. Hasta, ister
hayatta olsun, isterse ölsün farketmez.
Eğer o eşya,
müşterinin yanında durmakta olan belirli bir şeyse ve İkrar olunan hastanın
üzerinde borç yoksa, bu durumda varis haklıdır.
Eğer muris hayatta
olur, hasta da borçlu bulunursa, bu durumda varis haklı olmaz.
Eğer onu hasta ikrar
ediyorsa bu böyledir.
Eğer o ölürde, varis
ikrar ederse, onun ikrarı sahih olmaz. Mebsût'ta da böyledir.
Bir adamın, diğerinde,
bin dirhemi olur; onu almaya varis birde kefili bulunur veya borç varise ait
olsa da, onu almaya yabancı bir vekili bulunsa, alacak sahibi, hastalandıktan
sonra, "onlardan birinden, alacağını aldığını" ikrar eylese; bu
ikrarı batıl olur.
Fakat, yabancıya,
—almamaksızın— teberru eylese, eğer o asil ise, sahih olmaz.
Eğer teberru eden
kefil ise, bu malının üçte birinden sahih olur.
Şayet ölen zatın malı
varsa, onu üçte birinden çıkarırlar. İşte bu sahih olur. Kefile karşı,
yapılacak bir yol yolctur. Varis hali üzeredir.
Şayet ölen zatın, o
bin dirhem alacağından başka bir malı olmazsa, onun üçte biri teberru edilenin
olur.
Geride kalan üçte
ikisi hakkında, varisler muhayyerdir: Dilerlerse, o malı asıldan alırlar;
dilerlerse, kefilden alırlar.
Geride kalan üçte bir
muhakkak asil borçludan alınır; başkasından alınmaz.
Eğer bu teberruyu
yapan şahıs, varis olan kefil olmuş olsaydı, hiç bir şekilde sahih olmazdı.
Eğer yabancıdan,
—alacak olarak değil de— nafile (fazladan) olarak aldığını ikrar eyler veya
kölesini satmaya bir adamı vekil tutar, vekil de onu emredenin oğluna sattıktan
sonra, emreden hastalanır ve "oğlundan kölenin parasını aldığını"
ikrar ederse yahut vekil "alıp da, verdiğini" ikrar ederse, bu
durumlarda ikisi de tasdik olunmaz.
Eğer hasta olan kefil
olur, emreden sağlam bulunursa, işte o, —amir inkâr etse bile— tasdik edilir.
Eğer müşteri, varis
ise, ikisi de hasta iseler (amir de, müşteri de hasta olsa) bu durumda kefilin
sözü tasdik olunmaz.
Şayet varis olan
vekil, amir olmaz ve o alacağı alıp, amire verdiğini" ikrar ederse; veya
elinde iken zayi olursa, tasdik olunur.
Yalnız,
"aldığım" ikrar ettiği halde, "verdiğini" ikrar etmezse,
sözü tasdik edilmez.
Şayet kefil, hastaya
bir başkası ile havale yapıp gönderir; hasta da, onu alıp kabul ettikten sonra
ölürse, havalenin mutlak olması halinde bu caiz olmaz.
Fakat, havale asıl
değil de, kefilin teberrusu şartiyle ise, caizdir.
Eğer kefil varis ise,
bu sahih olmaz.
Eğer kefil yabancı
ise, malının üçte birinden sahih olur.
Varisler ise,
muhayyerdir. İsterlerse, havaleye izin verip razı olurlar; isterlerse, havaleyi
bozarlar.
Eğer razı olurlarsa,
alacağı havale olunandan veya isterlerse asılın varislerinden alırlar.
Eğer razı olmazlarsa,
şayet ölenin başka malı varsa, onun üçte birinden çıkarırlar.
Eğer ölenin malı yok
da, yalnız alacağı olan, o bin dirhemi varsa, işte ondan üçte biri sahih olur;
kalan üçte iki hakkında ise varisler muhayyerdir: İsterse, havale yapılandan
alırlar; isterse, varisin alacağının tamamından alırlar.
Şayet hasta aldığını
ikrar etmemiş, kefil de teberruda bulunmamış ve havale de olmamış fakat, bin
dirhemi veya yüz. dinarı yahut elinde olan cariyeyi "gerçekten bunlar,
emanettir veya kefilin gasbıdır." diye ikrar etmişse, işte bu ikrar
batıldır. Camiu'l-Kebîr'de de böyledir.
Bir adam, hastalığında
kölesini mükâteb yapar; ondan başka da malı olmaz; sonra da "onun kitabet
bedelinin tamemen aldığını" ikrar ederse, işte bu caizdir. Fakat, bu ikrar
üçte biri yerine kaimdir. Bu durumda mükâteb, kitabet bedelinin üçte ikisini de
varislere ödeyecektir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Şayet, bu adam kitabet
bedelini aldığını irkar etmez; fakat, "bin dirhem veya yüz dinar yahut bir
cariyenin, o mükâtebin kendi yanında emaneti olduğunu" ikrar eder; sonrada
ölürse, bu durumda da, bunların üçte biri kadarını ikrarı caiz olur. Muhıyf te
de böyledir.
Bir adam, şahitlerin
gözü önünde, babasının yanma, bin dirhem emanet bırakır —ister babası sıhhatli
iken, isterse ölüm hastalığında olsun,— babanın ölümü yaklaşınca, "o bin
dirhemin zayi olduğunu" ikrar eder ve bu helak sabit olur; o halde de adam
ölürse, o zaman, oğlunun emaneti borca çevrilir. Ve o oğul, babanın malından o
nisbette hakkını alır.
Hastanın bu ikrarı
varisi için olmaz.
Fakat emaneti inkar
eder veya onu helak eylediğini söyler ve "emanet benden zayi oldu"
veya "sahibine geri verdim." derse, o takdirde, sözüne iltifat
olunmaz. Ve tazminatı gerekir. Yemin ederse o, müstesnadır.
Fakat: "Emanet
benden zayi oldu." veya "geri verdim." demekde talibin yemin
etmesi istenilir, o da yeminden kaçınırsa, o takdirde tazminat kaldırılır ve
terekeden bir şey alınmaz. Tahrir'de de böyledir.
İmâm Muhammed (R.A.)
şöyle buyurmuştur:
Bir adamın üç oğlu ve
elinde bir evi bulunur; ölüm kendisine yaklaşınca da: "Evi şu oğluma ve şu
yabancıya bin dirheme sattım ve ikisindende parasını aldım. İkisine de
parasından hiç bir şey vermedim." der, o ikisi de, onu doğrularlar; sonra
da adam ölür; iki Oğlu, bu eve şefi olurlar ve bu iki oğlan, olup bitenleri hep
inkâr ederlerse; bu durumda babanın ikrarı batıl olur.
İkrarı batıl olunca
da, ev üç kardeşin arasında üçte birli taksim edilir; her birine, evin üçte
birisi düşer.
Eğer şefi gelerek,
kendisine ikrar olunan oğlandan, sekizin üçte birini alırsa; işte o üçte bir,
kendisine ikrar olunan ile yabancının arasında yarı yarıya bölünür.
Eğer ikrar olunan
oğlan, başka bir mala da varis olursa, o evin sekizde bir hissesine ilave edilir
ve onun tamamı ikrar olunan ile yabancının arasında —her birinin hisseleri
beşyüz dirheme baliğ— olacak şekilde taksim edilir.
Şayet yabancı olan
zat, ev alma ortaklığını inkar ederse, (Şöyleki: Yabancı: "Ben evin
yarısını sana sattım; beşyüz dirheme fakat geride kalan yarısını bilmiyorum;
kimin oltlu? Benimle senin aranda ortaklık yoktur." der; onu da babanın
oğlu doğrular vef'Babamın {ortaklık ikrarı vardır." derse) İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.) ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, bu ve ikrar aynıdır. Şefi, evin
sekizde: birinin üçte birini alır ve ona ikrar olunan oğlanla yabancı yarıcı
olurlar.
İmâm Muhammed (R.A.)'e
göre ise, şefi, evin tamamının üçte birini alır.
Şayet oğlu babasını
yalanlar; yabancı doğrularsa; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a
göre hastanın ikrarı batıldır. Şefi ikrar olunan oğlandan, sekizde birin altıda
birisi alınır.
Fakat, İmâm Muhammed
(R. A.)'e göre ecnebi (- yabancı) hakkında olan ikrar sahihdir. Evin yarısının
satımı, yabancıya, hükmedilir. Böylece, şefi geride kalan nısıftan (= yandan)
üçte bir alır. Yani her oğlandan üçte bir düşer; tamamının altıda biri olur.
Çünkü bu mes'elede, şefi, ikrar olunan oğlandan bir şey almaz. Muhıyt'te de
böyledir.
Bir hasta, karısı için
yüz dirhem ikrar eder, —mehrinin haricinde, istemesi sebebiyle— ve karısını
boşayıp mehrini de öder; iddeti bittikten sonra da, bu kadın ölür, bir erkek
kardeşi ile, kuması ve kırk tane de dirhemi kalırsa, tamamı kumasının olur.
Eğer iddeti çıkmadan ölürse, beş dirhemi kumasının geri kalanı da kardeşinin
olur. Kâfî'de de böyledir.
Şayet kadın yerinde,
kocası olsa ve kırk dirhemle, kırk dirhem kıymetinde bir elbisesi kalsa, başka
da malı kalmasaydı ve bu kadının iddeti bitmeden, kocası ölseydi bu durumda
boşanmamış kadına, elbisenin sekizde biri düşerdi. Boşanmış kadına ise,
—bizzat değilde— elbisenin kıymetinin sekizde biri düşerdi. Elbisenin sekizde
biri satılarak, beş dirhemi o kadına verilir. Ancak, kadın kendi rızasiyle
elbisenin sekizde birini isterse alır.
Eğer, koca, kadının
iddeti bittikten sonra ölürse, elbise satılır ve bedelinin tamamı ona harcanır.
Muhiyt'te de böyledir.
Bir adama, ölüm
yaklaşır; onunda baba ve ana bir kardeşi bir de karısı olur; o da üç talak
boşanmasını ister; adam da öyle yapar; sonra da o kadına yüz dirhem ikrarda
bulunursa, gerçekten mehrini vermiş olur.
Bir adama da, malının
üçte birini vasiyyet ettikten sonra, ölür ve altmış dirhem bırakırsa, eğer:
kadının iddeti bittikten sonra ölmüşse bu altmış dirhemi, kadın alacağına bedel
alabilir.
Eğer iddeti bitmeden
önce Ölürse, üçte biri olan yirmi dirhem kendisine vasiyet edilen şahsın olur.
Sonra da. kalanın dörtte biri kadının olur. (Ki, bu on dirhemdir.) Geride kalan
otuz dirhem de kardeşinin olur.
Şayet, altmış dirhemin
yerine, altmış dirhemlik bir elbise bıraksa; adam da kadının iddeti bitmeden
önce ölse, bu elbise satılarak kendisine üçte bir vasiyet edilen şahsa,
bedelinin üçte biri ona verilir; kalanın dörtte biri de kadına verilir. Geride
kalan da, kardeşine verilir.
Şayet, iddeti
bittikten sonra Ölürse, bu elbise kadın için satılır. Ve bu durumda kadın ancak
hakkını alır. Kendisine vasiyet yapılan şahsa bir şey verilmez.
Bununla beraber bir
yabancıya borç "ikrarında bulunmuşsa, mes'ele hali üzeredir.
Eğer adam kadının
iddeti bittikten sonra ölürse, kadın yabancı ile birlikte alacaklarını alırlar.
Eğer bir şey artarsa, onu da üçte birini vasiyet edilen zat alır. Artan da
kardeşinin olur.
Şayet iddeti bitmeden
Önce ölürse; önce yabancı alacağını alır. Eğer fazla bir şey kalırsa, kendisine
vasiyyet edilen şahıs alır. Kalanın üçte birini, sonra da kalanın dörtte birine
yakını verilir; artan olursa, oda kardeşinin olur. Tahrir'de de böyledir.
Bir adam, kölesini bin
dirheme mükâteb yapar; köle de öleceği sırada "bin dirhem, efendisine, bin
dirhem de yabancı birisine borç" ikrarında bulunur; elinde de bin dirhemi
olursa, önce o, kitabet bedeli olarak Ödenir.
Bu köle ölür, başka da
malı olmazsa, hür olarak ölmüş olur. O bin dirhemin üçte ikisi efendisinin
olur. Üçte birisi de yabancının olur.
Şayet efendisine
borcunu ödemiş veya ödememiş olarak ölürse, yabancı onu almaya daha haklıdır.
Çünkü, mükâteb köledir ve ölmüştür. Kitabet bedelini ödeyemediği içinde
kitabeti bozulmuştur. Efendisine borç .ödemesi onun üzerine vacib değildir.
Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Eğer mükâteb, birde
oğul bırakır; o da kitabet halinde doğmuşsa; yine yabancı, o bin dirhem
alacağını alma bakımından, efendisinden daha haklıdır.
Efendi kitabet ve borç
sebebiyle mükâtebin oğluna tabidir. Şayet mükâteb, kitabet bedelini ölmeden
önce ödemiş olsaydı; sonra Ölseydi ve kitabeti zamanında da bir oğlu olmuş
bulunsaydı, yine o yabancı, alacağını almada haklı olurdu. Öncekinde olduğu
gibi, efendi kitabette ve borçda, mükâtebin oğluna tabi idi. Eğer mükâtebin
oğlu, babasının kitabet bedelini öderse, yabancıya ait olan borç noksan-lanmaz.
Her ne kadar, borçlar kuvvet bakımından müsavi olsalar da bu böyledir,
Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, sıhhatli
iken, kölesini, bin dirheme karşılık mükâteb yapar, bir başkası da ona
—sıhhatli iken-r- bin dirhem ödünç verir, sonra da bu mükâteb hastalanır ve
şahitlerin huzurunda, bu bin dirhemi, efendisine borç olarak verir; sonra da
ondan geri çalar ve elinde bin dirhem olur; efendisi de ödünç aldığı bin
dirhemi öder, bilahare de bu köle ölürse, işte o takdirde, efendisi alacağını
almakda, —başka malı kalmamış olsa bile— daha nakildir. Tahrir'de de böyledir.
Mükâtebin sıhhatli
iken efendisine borcu olur; hastalığında da onun ödediğini ikrar eder, sonra
da, başka mal bırakmadan ölürse, sözü tasdik olunmaz. Muhıyt'te de böyledir.
Hasta olan bir mükâteb
bir yabancıya "bin dirhem
borç" ikrarında bulunduktan sonra Ölür ve bin dirhem de terekesi
kalır; üzerinde kitabet borcuda olursa, bu durumda yabancının alacağı öncelik
kazanır. Serahsî'nin Muhiytı'nde de böyledir.
Bir mükâteb, hastalık
halinde, "efendisinden bin dirhem Ödünç aldığını; bir o kadar da
yabancıdan ödünç aldığını" irkar eder veya "önce, yabancıdan
aldığını'* söyler; sonra da ölür ve iki bin dirhem de terekesi kalırsa, önce
yabancı bin dirhemini alır. Sonra da efendisi kitabet bedelini alır ve mükâteb
son zamanında azad edilmiş olur.
Efendisinden aldığı
ödünç batıl olmuş olur.
Şayet iki bin
dirhemden fazla bırakırsa, o zaman efendisi —bu mükâtebin varisi yoksa— ikrarı
sebebiyle, o bin dirhemini de alır. Tahrir'de de böyledir.
Hastalığı zamanında,
elinde yüz dinarı bulunan bir mükatep "onun, efendisi tarafından yanına
konulmuş bir emanet olduğunu" İddia ettikten sonra, "bir yabancıya,
bin dirhem borcunun olduğunu ikrar eder ve bilahare de, ölür ve bin dirhemde terekesi
ile efendisi için ikrar eylediği yüz dinar kalmış bulunursa; önce yabancının
borcu verilir; sonra da dinarlar bozdurulup satılır ve bundan kitabet bedeli
ödenir.
Eğer, kitabet
bedelinden fazla bir şeyi kalırsa, o da —ikrarı sebebiyle— efendisinin olur.
Ancak, efendisi
mükâtebin varisi olursa, o takdirde o fazlalık, miras olur. Muhiyt'te de
böyledir.
Bir adam, kölesini bin
dirheme mükâteb yapar ve sağlığında efendisi bu mükâtebe bin dirhem de ödünç
verir; sonra da mükâteb ölür ve bin dirhem ile, hür olan karısından, çocuklar
bırakırsa; bin dirhem kitabet bedeli olarak efendisine hükmolunur. Ve kendinin de hür olduğuna hükmolunur.
Eğer efendisi: Ben,
ona bin dirhem ödünç vermiştim." derse, bu sözüne iltifat edilmez.
Şayet bin dirhemden
fazla terekede bulunursa, o zaman efendisi bin dirhemini kitabet bedeli olarak,
fazlasını da ikrarına karşılık alır. Ondan da fazla olursa, onuda çocukları
alırlar. Tahrir'de de böyledir.
Kölesini, bin dirheme
mükâteb yapan bir şahsın iki hür oğlu olur ve mükâteb "oğlu için bin dirhem,
efendisi için de bin dirhem" ikrar ettikten sonra ölür ve iki bin dirhemi
kalırsa, onun iki binini de efendisi alır. Binini kitabet bedeli olarak, binini
de ikrarı olan borcu için alır.
Şayet iki binden
noksan terkeylemiş olursa, Önce oğlunun borcu ödenir. Serahsî'nin Muhıytı'nde
de böyledir.
Hasta olan zat,
hastalığı halinde, belirli bin dirhem borç ikrar eder ve: "Bu, benim
yanımda buluntudur." dedikten sonra
ölür ve ondan başka da malı bulunmazsa varislerin onu tasdik etmeleri halinde,
o buluntu aralarında miras olmaz; tasadduk edilir.
Eğer varisler, onu
yalanlarlarsa, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.^a göre, üçte biri kadarına ait sözü tasdik
olunur. Ve, bu üçte bir tasadduk edilir. Üçte iki için ikrarı sahih olmaz.
Bin dirhemin üçte
ikisi, .varisler arasında miras olur. İmâm Muhammed (R.A.)'e göre ise, hastanın
ikrarı asla sahih olmaz. O malın tamamı, varislere miras olur. Muhıyt'te de
böyledir.
Bir adam, üç oğul
bırakarak, ölür ve onlardan birinde de bin dirhemi olur ve onu hastalık halinde
ikrar ederek "aldığım" söyler; borçlu olan oğlu ile diğer bir oğlu bu
ikrarı doğrular da, üçüncü oğlu, yalanlarsa; borçlu oğlan, borcunun üçte
ikisinden berat eyler. İnkar edene, üçte biri borçlanır.
Eğer ölen zat, başka
bin dirhem daha bırakmış olursa, bunu aralarında üçe bölerek taksim ederler.
Üçte birini babasını yalanlayan alır. Diğer üçte ikiyi de, babasını tasdik
edenle, borçlu olana kalır. Onun üçte ikisini, borçlu olan alır. Kalanını da
aralarında taksim ederler.
Şayet hastalığında
ikrar ederek "kölesini filan oğluna sattığını ve parasını alıp ihtiyacına
harcadığını, köleyi de ona teslim eylediğini" söyledikten sonra, oğlu o
köleyi, onun yanma emanet olarak koysa; bundan sonra da hasta adam Ölse, ikrar
olunan oğlu ile diğer biri bu ikrarı doğruladığı halde, üçüncü oğlu, yalanlasa;
İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre bu durumda, yalanlayan oğulun kölenin üçte
birindeki hakkı batıl olur. Üçte ikisinde sahih olur. Ve bu durumda o
muhayyerdir: Şayet üçte ikiyi almayı kabul ve infaz ederse, nefsinin hissesi
olarak, kölenin bedelinin üçte birine müracaat eder.
Eğer fesh ederse, bu
köle, üçünün arasında üçe bölünür: Kendisi için ikrar olunan, kölenin tam
bedeli için müracaat eder.
Eğer ölenin başka malı
varsa aralarındaki satış bozulmaz. Fakat, o bedelin üçte birini geri verir. Kâfî'de
de böyledir.
Eğer satışta ihtilaf
olursa (Şöyleki: Kölenin kıymeti iki bin dirhem olur; hasta ise, onu oğluna
—sağlığında—, "bin dirheme sattığını", ikrar ederse) diğer mesele
hali üzeredir.
İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'nin kıyasi üzre, bu ve bundan önceki riıes'ele aynıdır.
Fakat, İmâmeyn'e göre,
bu bir vaisyyettir. Varise ise, vasiyyet yoktur.
Ancak, diğer
varislerin rızaları ile bais varise vasiyyet edilebilir. Babayı yalanlayanın da
rızası olmadığına göre, köle müşteri olan oğula teslim edilmez. Onun için,
muhayyerlik vardır. Eğer babasının satış akdini bozarsa, bozar. İnfaz etmek
isterse, infaz eder.
Eğer infaz ederse
yalanlayanın nasibi kölenin kıymetinin tamamına baliğ olur. Ve vasiyyeti terk
etmiş olur.
Müşteri ise, iki binin
üçte birisini, babasını yalanlayan kardeşine borçlanır.
Tasdik edenin nasibi
ise, terekenin bin dirhem olduğuna göredir.
Eğer akdi bozarsa,
köle üç oğlan arasında miras olarak pay edilir.
O zaman, müşteri
bedelin tamamından kendi hissesi ile babasını tasdik edenin hissesi için müracaatta
bulunur.
Şayet müşteri, kendisi
"Ben, pazarlığı yalnız yalanlayan için bozuyorum." derse, dediği gibi
olur.
O zaman kendi nasibi
için bedelin üçte birine tasdik edenin, nasibi için de üçte birine müracaat
eder. Muhıyt'te de böyledir. [9]
Bir adam, bin dirhem
ile bir de oğul bırakarak ölür; oğlu da, fasılasız olarak: "Babamın
üzerinde, şunun bin dirhemi, şunun da bin dirhemi vardır." derse, bin
dirhem onların ikisinin arasında yarı yarıya pay edilir.
Şayet önceki adam için
ikrar edip; biraz susar, sonra da diğeri için ikrarda bulunursa; önceki adam,
bin dirheme hak sahibi olur.
Hakimin hükmüyle, ö
bin dirhem, birinci adama verilince, ikinci adama tazminat yapılmaz.
Eğer hükümsüz
verilirse, ikinci adama beşyüz dirhemi tazmin edilir.
Şayet oğul bitişik
kelâmında: "Bu bin dirhem, şunun emanetidir. Şunun da babamda bin dirhemi
vardır." derse, emanet sahibi daha haklı olur.
Eğer: "Filanın,
babamda bin dirhemi vardır; şu bin dirhem de filanın emanetidir." derse, ikisi
müşterek (ortak) olurlar. Mebsût'ta da böyledir.
Bir adam: "Bu bin
dirhem, benim ölen adama bıraktığım emanettir." der; diğeri de: 'Benim,
babanda bin dirhem alacağım vardı." der; varisde: "İkiniz de doğru
söylediniz." derse; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, ikisinin de ikrarı
sahihdir. Ve o bin dirhem, aralarında taksim edilir.
İmâmeyn'e göre ise, o
bin dirhem emanettir ve sahibinindir. İkincinin ikrarı sahih değildir.
Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam:
"Filanın, babamda bin dirhemi vardır; hayır, filanın vardır." der ve
Öncekine onu öder ve ikinci adama bir tazminatta bulunmazsa, aynısını ona da
ödemesi gerekir. Serahsî'nin Muhıyti'nde de böyledir.
Bir adam, iki oğul ile
iki bin dirhem bırakarak ölünce, onlardan her birisi, biner dirhem alsalar;
sonra da bir adam, "babalarında bin dirheminin olduğunu" iddia
eylese, başka biri de aynı şekilde bin
dirhem iddia eylese; o iki kardeşten birisi, bunların ikisinin de ikrarını
kabul ettiği halde, diğer kardeşi yalnız birisinin ikrarım kabul ederse; birisi
hakkında ittifak olduğundan, o zat onların her birinden beşer yüz dirhem alır.
Yalnız ikrar olunan zat ise, ikrar edenin elinden beşyüz dirhemini alır.
Onlardan ikisi de bir
şey almasalar ve ikisi tarafından ikrar olunan adam, kaybolsa, önce birisi
tarafından ikrar olunan şahıs, hakime gelerek: "Benim, ölen filan adamda,
bin dirhemim vardı. İşte şu varis, onu kabul eyledi." der; o oğul da onu
doğrular ve hakime "bir başkasının da ikrarını kabul eylediğini"
söylerse, bu durumda hakim, o oğlana bin dirhemi hükmeder.
Eğer, ikinci abamda
gelip ona da bin dirhem hükmedilirse, bu durumda iki kardeşten birisi, diğerine
hiç bir şeyle müracaatta bulunamaz.
Önce iki kardeşin de
ikrar eylediği zat gelir ve önce ona hükmedilir; sonra da diğeri gelir ve ona
da hükmedilirse, bu durumda iki kardeş, birbirine hiç bir şey için müracaat
edemezler.
Şayet miras, dinarlar
veya ölçülen tartılan şey olsaydı yine aynı şekilde olurdu. Hâvî'de de
böyledir.
Bir adam, her birinin
kıymeti bin dirhem olan, iki köle ile iki de oğul bırakarak ölür; bu iki
kardeş, taksimle, o köleleri birer tane alırlar, sonra da ikisi birden
"babalarının, sağlığında, belirli olan ve küçük kardeşin yanında bulunan
köleyi, azad eylediğini" ikrar ederler; keza, büyük kardeş,
"kendi elinde bulunan
köleyi de, babasının —sağlığında— azad
eylediğini" ikrar ederse, bu durumda her iki köle de hür ölür.
Bu durumda, yalnız,
büyük kardeş, elinde bulunan kölenin kıymetinin yarısını, küçük kardeşine
tazmin eder.
Keza, iki köle
hakkında, "emanet edildiklerini" ikrar eylemekle (Şöyleki: O iki
köleden "bizzat birinin, emanet olduğunu" ikisi de ikrar ederler; bu
kardeşlerden birisi de, kendi yanında olan kölenin de filanın emaneti
olduğunu" ikrar ederse, bununla) azad irkarı aynıdır.
Şayet, tereke iki bin
dirhem olsaydı da, onu aralarında taksim ederek, biner dirhem alsalardı; sonra
da onlardan birisi, "iki kişinin babalan üzerinde, beşeryüz dirhem
alacakları olduğunu" ikrar etse ve hakim onu hükmeyleseydi; sonra da ikisi
birlikte, "babalarının üzerinde, bir başkasının da bin dirhem alacağı
olduğunu" ikrar etselerdi o da, ikisine hükmedilirdi.
Şayet, önceki kardeş
bin dirhem olarak ikrar edip, onu da hakimin hükmüyle ödedikten sonra, ikinci
bin dirhemi, birlikte ikrar ederlerse; onun tamamı da öncekini inkar edenin
üzerine hükmedilir. Ve önceki ikrar eden, ona bir tazminatta bulunmaz.
Şayet, önce her ikisi
birden, bir adama yüz dirhemi" ikrar edip, sonra da, onlardan birisi,
"bir yüz dirhem daha" ikrar eylese, önceki yüz dirhem yarı yarıya
hükmedilir.
Eğer ikrar olunan o
yüz dirhemi onlardan birinden alıp, diğerinden almasa, aldığı kardeş diğerine
müracaat ederek, verdiğinin yarısını alır.
Eğer, önce birisi
ikrar ederek "babalarının bir adama, yüz dirhem borcu olduğunu"
söyler, sonra da diğeri, "bir yüz dirhem d.aha" ikrar ederse; her
biri, ikrar eylediklerini, ikrar olunan şahsa öderler. Mebsût'ta da böyledir.
Bir adam, üç oğul ile
üçbin dirhem bırakarak ölür; bunlar, aralarında taksim ederek, biner dirhem
alırlar; sonra da yabancı biri, "babalarında, üç bin dirhem alacağının
olduğunu" iddia eder; üç kardeşten en büyüğü bunun tamamını kabul eder;
ortanca, iki bin dirhemini kabul eder; küçük de bin dirhemini kabul ederse;
İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, büyük kardeşten, bin dirhem; ortancadan, bin
dirhem; küçükten ise bin dirhemin üçte birisi alınır.
Bu hal, üçü bir arade
iken olursa böyledir.
Eğer ayrı ayrı mülâki
olursa, durum değişir. Mesela: Önce küçüğe varsa, ondan bin dirhem alır. Ondan
sonra, ortancaya uğrasa, bin dirhem de ondan alır. Sonra da büyüğe varınca, bin
dirhemini de ondan alır.
Kitap'da, ortanca
kardeş ile küçük kardeş ikrar edene bir şey için müracaat edip edemiyecekleri
zikredilmemiştir.
Alimler: En-küçük
ikrarda ittifak edenlere, bin dirhemin üçte ikisi için müracaat eder. Amma
ortanca bir şeyle müracaat edemez." demişlerdir.
Bu İmâm Muhammet!
(R.A.)'e göre böyledir.
İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'a göre ise, o da, en büyüğe, binin altıda biri ile müracaat eder.
Bu, önce küçüğe mülâki
olduğu zaman böyledir.
Şayet önce büyüğe
uğrarsa, ondan bin dirhemini alır; sonra ortan-cıya uğrarsa, ondan da bin
dirhemini alır; sonra da küçüğe uğrarsa, ondan da elindekinin üçte birini alır.
Eğer, önce ortancaya
uğrarsa, bin dirhemini ondan alır. Ondan sonra, küçüğe uğrarsa söylediğimiz
gibidir. Sonra da büyüğe uğrarsa, bin dirhemini de ondan alır. Serahsî'nin
Muhıytı'nde de böyledir.
Bir adam, iki oğuldan
başka varis bırakmadan ölür; bir adam da, bir dirhem alacak bırakır, borçlu da:
"Gerçekten ölen zat, benden beşyüz dirhemini sağlığında aldı." der;
iki oğlundan birisi de bunu doğrular, diğeri ise, yalanlarsa; yalanlayan
borçludan beşyüz dirhemini alır. Doğrulayan ise, borçludan hiç bir şey alamaz.
Şayet borçlu,
"Ölen zatın Ölmeden önce, bin dirhemin tamamını aldığını" söyler; iki
oğuldan birisi de onu doğrular, diğeri ise yalanlarsa; yalanlayan, borçludan
beşyüz dirhemini alır; doğrulayan ise, borçludan bir şey alamaz.
Yalnız borçlu, kendim
yalanlayana Allah adına "babasının sağlığında, bin dirhemini aldığını
bilmediğine," yemin verir. Eğer yemin ederse, borçludan beşyüz dirhemini
alır.
Ölen, bununla beraber
bin dirhem daha terk etmiş olsa, o bin dirhemi iki kardeş aralarında
paylaşsalar. İşte o zaman, borçlu, kendisini tasdik edene müracaat ederek,
ondan miras olarak aldığı beşyüz dirhemi alır. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, bir oğul ile
bin dirhem bırakarak ölür; başka biriside iddia ederek, "Ölen zatta, bin
dirheminin olduğunu" söyler ölenin; oğlu da, onu doğrulayıp, hükümlü veya
hükümsüz onu öder; sonra da daha başka birisi, "ölen zatta bin- dirheminin
olduğunu" iddia eder; onu da ölenin oğlu yalanlar, fakat, önceki alacaklı
onu doğrular; ikinci alacaklı da, birincinin alacağını inkar ederse; onun
inkarına iltifat edilmez. Ve bu alacaklılar, öncekinin aldığı bin dirhemi yarı
yarıya taksim ederler.
Keza, ikinci alacaklı,
üçüncü birini ikrar ederse; bu durumda o üçüncü alacaklı, ikincinin elinde
olanın yarısını alır. Hâvf'de de böyledir. [10]
Bir adam, diğerine:
"Ben, senden bin dirhem emanet, bin dirhem de gasben aldım. Emanet aldığım
zayi oldu. Şu bin dirhem de gasben almış olduğumdur." der; ikrar olunan
zat da: "Hayır, gasb zayi oldu. Emanet baki kaldı." derse, bu durumda
ikrar olunan şahsın sözü geçerli olur. o bin dirhem alınır. İkrar eden şahıs,
diğer bin dirhemi borçlu kalır.
Şayet ikrar olunan
şahıs: "Hayır, sen benden ikibin dirhem gasbey-ledin." derse, cevap
yine aynıdır.
Eğer ikrar eden:
"Sen, bana bin dirhem emanet bıraktın. Ben de, senden bin dirhem
gasbeyledim. Emanet helak oldu. Gasb baki kaldı." der; ikrar olunanda:
"Hayır, belki de gasb helak oldu." derse; bu durumda ikrar edenin
sözü geçerlidir. İkrar olunan bin dirhemi alır. İkrar eden başka tazminatta
bulunmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir adam, diğerine:
"Ben, senden bin dirhem emanet aldım; o da helak oldu." der; mal
sahibi de: "Hayır, belki sen onu gasben aldın." derse; bu durumda,
kendisi için ikrar eden şahsa onu ödetir. Çünkü, "aldım" demekle
ikrar eden şahıs,-ödeme sebebini ikrar etmiş oluyor; sonra da, "beraat
gerektiğini" iddia eyliyor ki, o da almasına verilen izindir. Diğeri de
bunu inkâr ederse, yemin ile birlikte onun sözü geçerli olur. Ve bu durumda
ikrar eden şahsa bu durumda ikrarı sebebiyle, tazminat gerekir.
Ancak hasmn yeminden
kaçınırsa, o müstesnadır.
Şayet: "Sen, bana
emaneten bin dirhem verdin; o da zayi oldu. der; mal sahibi de: "Belki de
sen, onu gasben aldın." derse; bu durumda, ikrar eden şahsa tazminat
gerekmez. Çünkü tazminat sebebini ikrar etmemiş, bilakis vermeyi ikrar
etmiştir. O da ikrar olunan şahsın fi'lidir. Ve tazminat sebebi değildir.
Ancak tazminat
sebebini iddia etmektedir ki o ise, gasbdır. Bu durumda inkar edenin sözü,
—yeminle birlikte— geçerlidir.
Ancak, ikrar edici,
yemin eylemezse, o takdirde malı tazmin eder. Kâfi'de de böyledir.
Bir adam, birisini
Hîret'e diğerini ise Kâdisiyye'ye kadar, iki hayvan icarlayıp (Kadisiyye,
Hîret'ten daha uzaktır.) bu iki hayvana, Kâdisiyye'ye kadar yük yükler ve o iki
hayvandan birisi de Kâdisiyye'de zayi
olur; mal sahibi:
"Senin Hîret'e kadar
icarladığm hayan Kâdisiyye'de
zayi oldu. Onu tazmin etmen gerekir." der; müste'cir de: "Hayır,
benim Kâdisiyye'ye kadar icarladığım
hayvan zayi oldu." derse, bu durumda mal sahibinin sözü geçerli olur ve
müste'cir hayvanı öder. Tahrir'de de böyledir.
Eğer "senden bin dirhem
Ödünç aldım." der, sonra da: "Onu senden aldım." derse; bu ikrar
eden şahsın onu vermesi kendisine vacib olur. Tebyîn'de de böyledir.
Bir adam, "diğer
bir adama, bin dirhem verdiğini" ikrar ettiğinde o: "Sen, benden bu
malı aldın; senin benim üzerimde bir şeyin yoktur." derse; yeminden sonra,
o malı vermesi için cebredilir.
Keza, bir adam, ikrar
ederek: "Filandan bin dirhem emanet aldığını ve yanında olduğunu"
veya "kendisine bağışta bulunduğunu" söyler; diğeri de: "O,
benim malımdır; onu benden sen aldın." derse; onu geri vermesi gerekir.
Mebsût'ta da böyledir.
Şayet: "Filana
vekaleten, senden bin dirhem aldım. Gerçekten o filanın da sende bin dirhemi
vardı." veya "Sen, onu filan için bağış yaptın; o bana onu almamı
emreyledi; ben de onun için aldım ve ona verdim" derse; bu durumda ikrar
eden şahıs onu zamin olur. Muhiyt'te de böyledir.
Eğer bir adam,
diğerine: "Seni evime oturttum. Sonra da ordan çıkardım ve evi bana
verdin." der; evin sakini de, "bu evin, kendisine âid olduğunu"
iddia ederse; bu durumda ev sahibinin sözü geçerlidir. Evde sakin olan şahsın
—iddiasını îsbat için, beyyine getirmesi lazımdır.
Bu istihsandır ve İmâm
Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kavli de budur.
İmâmeyn'e göre ise
kıyasen evde sakin olanın sözü geçerlidir.
Şayet: "Şu hayvan
benimdir; onu filana ariyet olarak verdim. Sonra da ondan geri aldım."
veya "Şu elbise benimdir; onu filana ariyet olarak verdim. Sonra da
ondanvgeri aldım." derse bu durumlarda da mal sahibinin sözü geçerli olur.
Bir adam ikrar ederek:
"Gerçekten filan terzi, onun şu gömleğini yarım dirheme dikti; o da
gömleği terziden aldı." der; terzi de: "O, benim gömleğimdir. Ben
onu, ona ariyet olarak verdim." derse, bu husustaki söz de önceki gibidir.
Temizlikçiye verilen
elbise de böyledir. Mebsût'ta da böyledir.
Terzi mes'elesinde ve
diğerlerinde, böyle söylemez de: "Onu, ondan aldım." derse
bi'1-ittifak geri vermez. Serahsî'nin Muhıyti'nde de böyledir.
Eğer elbise, ma'ruf (=
tanınan) şeyse, o ikrar edenindir. Hayvan ve evde böyledir. "Onu ariyet
bıraktım; geri de aldım."
sözü geçerlidir.
Mebsût'ta da böyledir.
Şayet: "Elbisemi
filânın evine koydum; sonra da onu aldım." derse, bu durumda kimseye
tazminat yoktur.
Bu, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre böyledir.
tmâmeyn'e göre ise
alana tazminat gerekir. Serahsî'nin Muhıyti'nde de böyledir.
Terzi olan zati "Bu elbise filanındır; onu bana filan
teslim eyledi." der; bu elbiseyi de o iki filân şahıs iddia ederlerse; bu
elbise terzinin önceki ikrar eylediği zatın olur. İkinciye bir ödeme yapmaz.
Bu, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre böyledir. İmâmyen'e göre ise, ödeme yapar. Serahsî'nin
Muhıyti'nde de böyledir.
Bir adam, diğerine:
"Şu elbiseyi, senden ariyet olarak aldım.' der; diğeri de: "Onu,
benden satın aldın." derse; "ariyet aldım." diyenin sözü geçerli
olur.
Bu hüküm, o şahsın, elbiseyi
giymemiş olması halinde böyledir.
Eğer, elbiseyi giymiş
ve onu zayi etmişse, bu şahsın onu ödemesi gerekir. Hulâsa'da da böyledir.
Bir adanı,
diğerine: "Senden şu
dirhemleri aldım, emanet olarak." der; diğeri de: "Sen onu benden borç aldın." derse;
bu durumda ikrar edenin sözü geçerlidir. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.
Bir adam, diğerine:
"Bana, bin dirhem borç verdin." der; diğeri de: "Sen, benden
gasben aldın." derse; "aldım." diyen tazmin eder.
Eğer o şey bizatihi
duruyorsa, kendisi için ikrar olunan şahıs onu alır. Hâvi'de de böyledir.
Bir adam, başkasına:
"Şu elimde olan hayvanı, sen bana ariyet olarak verdin." der; hayvan
sahibi de: "Ben sana ariyet olarak vermedim; fakat sen onu
gasbeyledin." derse; (şayet o hayvan ariyet değilse, ona binerdi.)
binmemişse, onun sözü geçerlidir ve tazminat gerekmez.
Eğer ariyet olduğu
halde, o hayvana binmişse, tazminat gerekir. Keza: "Sen, onu bana ariyet
olarak verdin." derse, üzerine tazminat yoktur. İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)
böyle buyurmuştur.
Eğer: "Senden onu
ariyet olarak aldım." der; diğeri de, onu inkâr ederse, bu durumda ikrar
eden şahıs tazminatta bulunur. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, diğerine:
"Gerçekten, senin bin dirhemini gasbeyledim ve kâr etti; onbin dirhem
oldu." der; diğeri de: "Ben öyle yapmanı emreylemiştim." derse,
bu durumda ikinci şahsın sözü kabul edilir.
Şayet ikinci şahıs:
"Hayır, sen benden onbin dirhemi gasbeyledin." derse; o zaman,
gasıbın sözü (birinci şahsın sözü) geçerli olur. Hulâsa'da da böyledir.
Bir adam, diğerine:
"Şu bin dirhem, benim yanımda, senin emanetindir." der; ikrar olunan
da: "Emanet değil; senin üzerinde olan alacağimdır." veya "Satın
aldığın şeyin bedelidir." der; ikrar eden şahıs da, "onun, borç
olduğunu da, emanet olduğunu da" inkar eder ve ikrar; olunan şahıs, onu,
—iddia eylediği alacağın yerine— emanet olarak almak isterse, onu yapamaz.
Çünkü, irkar, "önce emanet" oluşudur. Onu red batıl olur. Eğer ikrar
olunan şahıs: "Emanet değildir; fakat, ben, onu bizzat sana borç vermiştim."
der; ikrar eden de bunu inkar ederse, bu durumda ikrar olunan şahıs bizatihi
bin dirhemini alır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Şayet borç olduğunu
veya, gasbolduğunu ikrar eder; ikrar olunan şahıs da. "satış bedeli"
veya "köle bedeli" yahut "cariye bedeli" olduğunu iddia
ederse, bu durumda ikrar edenin, öyle ödemesi lazım olur. Kâfî'de de böyledir.
Bir adam:
"Filanın, benim üzerimde, bin dirhem eşya bedeli vardır." der; o
filan da: "Benim ondaki alacağım, satış bedeli değildir; ancak, ödünç
verdiğim dirlıemlerdir." derse; o bin dirhem, onun olur.
Şayet: "Benim,
onda kat'iyyen satış bedeli alacağım yoktur." der; sonra susar ve sonra da
"ödünç verdiğini" söylerse; onun bu sözüne inanılmaz. Muhıyt'te de
böyledir.
Bir adam, ikrar
ederek: "Benim üzerimde, filanın bizzat satış bedeli bin dirhemi
vardır." Ancak, ben satılan şeyi almadım." derse, onun bu sözüne
inanılmaz.
İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre sözünü ister bitiştirsin, ister ayırsın, hüküm aynıdır.
Keza ikrar olunan
şahıs, ister tasdik etsin, ister etmesin farketmez.
İmâmeyn'e göre ise, bu
şahıs sözünü bitiştirir; ikrar olunan da, onu bir cihetten doğrular veya
yalanlarsa; onun bu sözü tasdik olunur.
Eğer ikrar eden,
sözünün arasını açar; ikrar olunan da onu yalanlarsa, (Meselâ: "Benim
sende ödünç olarak değil de, satış bedeli olarak bin dirhemim vardır. Sen o
satılanı da teslim aldın." der; ikrar eden de sözünün arasını açarak
"Ben satılanı almadım." derse, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) —önce—
"tasdik olunmaz." buyurmuştu; sonra bu kavlinden dönerek, ister
vasletsin, isterse fasletsin ( = ister sözünü bitiştirsin, isterse ayırsın)
sözü doğrulanır.'' buyurmuştur. İmâm Muhammed (R.A-) da aynısını söylemiştir.
Zehıyre'de de böyledir.
Bir adam: "Şu
kölenin bedeli olarak, filan adamın bende bin dirhemi vardır. Köle de benim
yammdadır." der ve ikrar olunan bu sözü doğrularsa, bin dirhemini alır.
Eğer, ikrar olunan:
"Bu köle benim kölemdir; ben, bunu sana başka bir köleye bedel
sattım." derse, yalnız kendi kölesini alır; başka bir şey gerekmez.
Şayet: "Köle
senin kölendir; ben, bunu değilde başka bir köleyi sana sattım. Sende satılan
köle bedeli olarak, bin dirhemim vardır." derse; bin dirhem alması
gerekir. Muhiyt'te de böyledir.
Eğer: "Benim üzerimde, filanın yanında olan
kölenin bedeli olmak üzere, bin dirhemi vardır." der ve talip o köleyi,
ikrar edene teslim ederse, bedelini alır.
Eğer: "Köle senin
kölendir. Ben, bunu değil de, başkasını sana sattım." derse; yine bedelini
alır. Mebsût'ta da böyledir.
Eğer: "Bu köle,
benim kölemdir; ben, sana satmadım." derse; ikrar edenin yapacağı bir şey
yoktur ve onun üzerine bir şey gerekmez. Hidâye'de de böyledir.
Şayet: "Bu köle,
benim kölemdir; ben, bunu sana satmadım; ancak, başkasını sattım." derse,
yine ikrar eden şahsa bir şey gerekmez. Bu bölümün sonunda İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.): "Bunlardan her birisi, davasına karşı yemin ederler."
buyurmuştur.
İmâmeyn'in görüşü de
aynıdır. Mebsût'ta da böyledir.
Sahih olan da budur.
Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Şayet, aralarında
muhalefet çıkarsa, mal batıl olur. Hidâye'de ve Kâfi'de de böyledir.
Eğer köle, üçüncü bir
şahsın elinde olur; ikrar olunan da, ikrar edeni tasdik eder ve o köleyi teslim
etme imkanı da olursa, parasını alır; değilse alamaz. Tebyîn'de de böyledir.
Bir adam, ikrar
ederek: "Kölesini, filana sattığını" söyler ve "bedelini de almadığını"
iddia ederek, "bu köleyi yanında tuttuğunu" söylerse, onun sözü
—ikrar olunan inkar eylese bile— geçerli olur. Tebyîn'de de böyledir.
Bir adam:
"Filanın, benim üzerimde içki veya hınzır bedeli, bin dirhemi vardır.'
derse; bu bedeli vermesi gerekir. Sebebi hakkındaki sözüne inanılmaz.
Eğer müddeî (= davacı)
sebebini yalanlarsa bu durumda —ister sözünü vasleylesin, isterse fasleylesin
bu bedeli vermesi gerekir.
İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'nin kavli budur.
Keza: "Kumar
parası olarak, üzerimde bin dirhemi vardır.' derse, hüküm aynıdır. Fetâvâyi
Kâdîhân'da da böyledir.
Şayet talip, ikrar
ediciyi doğrularsa, bi'1-ittifak, ikrar edene bir şey lazım olmaz. Zehiyre'de
de böyledir.
Bir adam:
"Filanın, bende bin dirhem haram alacağı vardır veya faiz alacağı
vardır."-derse; onu ödemesi gerekir.
Şayet: "Filanın,
benim üzerimde yalan veya batıl olarak bin dirhemi vardır." der; ikrar
olunan şahıs onu tasdik ederse, bu durumda ikrar eden şahsa.bir şey lazım
olmaz.
Eğer ikrar olunan
şahıs, ikrar eden şahsı yalanlarsa; bu durumda ikrar edenin ödemesi lazım
gelir. Tebyîn'de de böyledir.
Bir adam: "Onun,
benim üzerimde, eşya bedeli bin dirhemi vardır." veya: "Sen, bana bin
dirhem borç verdin." dedikten sonra da: "O dirhemler, zayıf kalp,
geçersiz ve kalay imiş" derse; veya "Filanın, benim üzerimde eşya
bedeli katkmtılı bin dirhemi vardır." der; ikrar olunan da: "Yeni
idi." derse; bu durumda ikrar edenin, yeni dirhem ödemesi gerekir.
İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre, bu böyledir. İster sözü bitişik olsun, isterse ayrı bulunsun
fark etmez.
İmâmeyn'e göre ise,
eğer sözü bitişik ise, bu sözü, doğrulanır. Eğer ayrı ise, doğrulanmaz.
Şayet: "Filanın,
benim üzerimde, zayıf bin dirhemi vardır." der; fakat "satış
bedeli" veya "borç olduğunu" söylemezse, "eğer sözünü vasi
ederse doğrulanır." icmaen böyledir." denilmiştir. "Bu hususta
ihtilaf vardır." da denilmiştir. Kâfî'de de böyledir.
Bir adam, "bir malı, gasben veya emaneten
aldığını" ikrar ederek: "O,
katkıntılı veya zayıf idi." derse; hu sözünü, ister vaslen, ister faslen
söylesin, tasdik edilir.
Şayet, "gasb ve
emanet" der ve yalnız "katkıntılı" veya "kalaydır."
der ve bunu vaslen söylerse, sözü tasdik edilir, eğer faslen söylerse, sözü
tasdik edilmez. Mebsût'ta da böyledir.
Bir adam:
"Filanın, benim üzerimde, eşya bedeli olarak, bin dirhemi vardır."
veya: "Filan, bana bin dirhem borç verdi." yahut: "Bana emanet
bıraktı." veya: "Ben, bin dirhemini gasbeyledim." der sonra da:
"Yalnız şu kadar noksanlandı." derse; eğer sözünü vaslederek
söylerse, o tasdik edilir; değilse, edilmez.
Şayet fasl, zaruret
içinse, nefesinin kesilmesi ( = yetişmemesi) gibi, işte bu vasi sayılır.
Kâfî'de de böyledir.
Fetva da bununla
verilir. Zehıyre'de de böyledir.
Bir adam:
"Gerçekten ben, filandan bin dirhem aldım." der; sonra da: "O,
katkıntılı içli." derse; bu sözü kabul edilir.
Şayet: "Kalp
idi." derse, bu sözü kabul edilmez.
Eğer ikrar eden şahıs,
hiç bir şey söylemeden Ölür, onun varisleri de: "O dirhemler katkıntılı
idi." derlerse onlar tasdik olunmazlar. Zahîriy-ye'de de böyledir.
İkrar eden şahıs ölür
ve yanında gasb ve mudarebe malı bulunur; varisleri de "onun,
katkıntılı dirhemler olduğunu" söylerlerse,
bu sözleri tasdik olunmaz.
Vedia (= emânet) de
böyledir. Zahîriyye'de de böyledir.
Bir kimse, "ortağından aldığı
beşyüz dirhemin katkıntılı olduğunu" ikrar ederse,
—ister vasletsin, ister fasletsin,— sözü tasdik olunur. Çünkü, onun yarısı
ortağınındır.
Eğer faslederek
"kalay idi." derse, o zaman, sözü tasdik olunmaz. Çünkü yarısı
ortağınındır. Eğer vaslederek söylerse, ortağına bir şey yoktur. Serahsî'nin
Muhıytı'nde de böyledir.
Dirhemlerin kanşıklr olduğu davasında eğer: "Ben hakkimi aldım; ortağım sağlam ve
katkıntısız aldı." derse yapılacak bir şey yoktur. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam: "Onun,
bende satış bedeli bir kür buğdayı vardır." veya "...ödünç alacağı
vardır." dedikten sonra "O, kötü (=
adi) buğday idi." derse, bu durumda onun sözü geçerli olur. İster
sözünü bitişik söylesin; isterse, ayrı söylesin farketmez. Keza, tartılan ve
Ölçülen şeyler hakkında da ikrar edicinin sözü geçerlidir.
Şayet, ikrar ederek,
"üzerinde olan buğdayın gasb veya emanet olduğunu" söyler; sonra da
"onun adi olduğunu belirtirse, yine onun sözü geçerlidir.
Bir adamın, getirdiği
buğdaya su isabet edip, bu buğday ıslanarak koktuktan sonra da: "Ben, onu
gasbeylemiştim." veya "...emanet idi." derse; onun sözü
geçerlidir.
Keza: "Bana bir
köle emanet edildi." diyerek ayıplı bir köle getirse ve "işte o köle
bu idi." derse, onun sözü geçerli olur. Mebsût'ta da böyledir.
Bir adam:
"Üzerinde, birisinin —borç veya satış bedeli olarak— on fülûsunun
olduğunu" ikrar ettikten sonra "O paralar, geçersizdi." derse,
bu sözüne inanılmaz.
İmâmeyn'e göre borç
hususunda, vasi ederse sözüne inanılır; fakat satış bedelinde, inanılmaz."
denilmiş isede, sonra İmâm Ebû Yûsuf (R.A.): "Eğer vaslen söylerse,
inanılır. Ve kıymetini öder." buyurmuştur.
İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)
ise: "Vaslederse, inanılmaz." buyurmuştur.
Şayet: "On fülüs
gasbeyledim." der; sonra da: "O geçersizdi." derse veya
"Emanet almıştım; fakat, geçersizdi." derse; bu durumlarda sözüne
inanılır. Hâvî'de de böyledir.
Bir adam,
"sermaye aldığını" ikrar eder; sona da "onun katkıntıh
olduğunu" söylerse; veya "karşı tarafın, hakkını aldığını" yahut
"sermayeyi ödediğini" veya
"dirhemleri verdiğini" yahut "sermâyesini aldığım";
"onların da, katkıntıh olduğunu" söylerse; bu durumlarda sözü kabul
edilmez.
Eğer, "kendi
dirhemlerini aldığını" söylerse, bu sözü makbul olur. "Onun
zayıflığını" iddia etse bile, istihsânen böyledir. Zahîriyye'de de
böyledir.
Bir adam, "vadeli borç" ikrar eder; ikrar
olunan da, borcu doğruladığı halde, "vadeli olduğunu" yalanlarsa,
borcu hali hazırda Ödemesi gerekir.
Ve ikrar olunan şahıs
ikrar edenden "vadeli olup-olmadığma dair" yemin etmesini ister.
Kâfî'de de böyledir.
Bir adam:
"Filanın, benim üzerimde on mıskal gümüşü vardır." der; sonra da:
"O siyahtı." derse; veya: "Filanın, bende bin dirhemi
vardır." der; sonra da: "O darbolunmuştur" veya "beldenin
nakdi idi." derse keza: "Filanın, üzerimde gasbolunmuş dirhemleri
vardır." çierse, bu sözleri ister vaslen, isterse faslen söylesin
bi'1-ittifak kabul edilir.
Şayet: "Ödünç
idi." veya "Satış bedeli idi." der ve "Beldenin geçer
akçası idi." derse; bu sözü de, bi'1-ittifak kabul edilir.
Fakat "Beldenin
akçası (= kullanılan parası) değildi." derse; eğer sözünü fasl ederse
bi'1-ittifak kabul edilmez. "Eğer vaslederse, tasdik Munur."
denilmiştir. Burda da hilaf edilmemiştir.
Bazı alimlerimiz:
Kitabda zikredildiğine göre, îmâmeyn: "Tasdik olunur." buyurmuş; İmâm
Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre tasdik olunmaz." buyurmuşlardır.
Bazı alimler de: Bu
hususta kitapda icma yoktur." demişlerdir. ^ehiyre'de de böyledir.
Şayet, bir adam:
"Sen, bana buğday için, on dirhem teslim yledin; ben ise, buğdayı
almadım." der; diğeri de: "Hayır, aldın." erse, eğer, kendisine on
dirhem teslim edilen şahıs, sözünü bitişik öylerse, kıyasen ve istihsanen
tasdik edilir.
"Eğer ayrı
söylerse, istihsanen sözü tasdik edilmez." denilmiştir. etâvâyi Kâdîhân'da
da böyledir.
Bir kimse eğer:
"Filan adamın, bende bin dirhem emaneti irdir." veya
"Bin dirhem, ödüncü vardır." der;
sonrada: "Ben madım."
derse; onu tazmin eder. Hulasa'da da böyledir.
Bir kimse eğer:
"Bana, bin dirhem verdin." veya "Üzerimde, bin hem alacağın
vardır." der; sonra da: "Ben almadım." derse; eğer iÜ bitişik söylemişse,
kıyasen de, istihsanen de tasdik olunur.
Eğer ayrı söylerse,
istihsanen tasdik olunmaz.
Şayet: "Bana
nakden bin dirhem verdin." der; sonra da: "Ben almadım." derse,
bu sözüne inanılmaz.
Bu, tmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'a göre böyledir.
İmâm Muhammed (R.A.)'e
göre sözünü bitişik söylerse (Meselâ: "Sen verdin ben almadım."
derse) bu sözüne inanılır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Eğer: "Bana, bin
dirhem borç verdin; bana teslim etmedin." der; onu da, ayrı söylerse
sözüne inanılmaz ve onu tazmin eder. (= öder)
Eğer sözü bitişikse,
onun sözü geçerlidir.
Keza: "Sen, bana
bin dirhem verdin." veya: "Bin dirhem ödünç verdin; fakat bana
vermedin." der ve sözünü bitiştirirse; onun sözü geçerlidir.
Şayet: "Sen, bana
bin dirhem verdin. Ben kabul etmedim." derse, tmâm Ebû Yûsuf (R.A.):
"Sözü kabul edilmez ve o, onu öder." buyurmuştur.
tmâm Muhammed (R.A.)
göre, bu durumda tazminat gerekmez.
Eğer: "Senden
teslim aldım." veya "Senden bin dirhem aldım." Fakat, sen ben
gidene kadar vermedin." derse; sözüne inanılmaz' ve ikrar eden şahıs onu
tazmin eder. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam:
"Filanın, benim üzerimde bin âdet dirhemi vardır." dedikten sonra:
"Onun ağırlığı, beş veya altıdır." der ve bunu Kûfe'de ikrar ederse;
o zaman, ağırlığı, yedıyüz dirhem olur. Ve noksanlığı kabul edilmez. Ancak,
sözünü bitiştirerek ağırlığını açıklarsa, o müstesnadır. Mebsût'ta da böyledir.
Sonra, bu sözü ayrı
söyler ve dirhemlerin ağırlığı da beldeye göre yedi olur, beyanı da sahih
olmazsa, beldenin veznine göre, yedi yüz dirhem ödemesi lazım olur. Adet
itibariyle değil de, ağırlık itibariyle öder. Hatta, adedi elli olsa da,
ağırlığı yedi yüz dirhem olsa, elli adedi ödeyince borcundan kurtulur. Çünkü,
oda yedi yüz dirhem olur.
Muhıyfte de böyledir.
Şayet, bulunduğu
beldede ağırlığı belirli dirhemler satılır, onlarda, yediden noksan olursa;
sözü tasdik olunur.
Eğer, beldede
dirhemler muhtelif olursa; itibar çok kullanılana mahsustur.
Şayet Kûfe'de birine
yüz beyaz dirhem borcu olur; ve bunu ağırlık bakımından başka beldede ödeyecek
olursa yedi olmak üzere yüz dirhem ödeme yapar. Mebsût'ta da böyledir. [11]
Bir adam, "Gerçekten, evinin
odasından bir elbise
almış olduğunu' ikrar eder; ortağı da onun nısıf'(= yarım) elbise olduğunu
iddia eder; ikrar eden şahıs ise, onu inkar ederse; bu durumda ikrar eden
şahsın sözü geçerli olur.
Şayet ikrar edici,
icarlayan veya ariyet bırakan şahıs olursa, onun sözü geçerli olur. Serahsî'nin
Muhiytı'nde de böyledir.
Bir adam:
"Gerçekten ben, filanın evinden, yüz dirhem aldım." der; sonra da:
"O benim idi." veya "O başkasının idi." derse, bu
durumlarda ev sahibine, yüz dirhem borçlu olur. Ve ikrar eden şahıs onun
mislini öder.
Şayet: "Filanın
sandığından veya kesesinden, bin dirhem aldım." veya "...Sepetinden,
elbise aldım." yahut: "Kırbasından, bir kürr buğday aldım." veya
"Filanın hurmasından, bir kürr aldım." yahut "Filanın
ziraatından, bir kürr buğday aldım." derse; bunların tamamını, yeriyle
ikrar eylemiş olur ve olduğu gibi öder. Fetâvâyi Kâdî-hân'da da böyledir.
Bir kimse, "at
eğeri aldığını" ikrar eder; oda, filan şahsın hayvanının üzerinde
bulunursa; veya gem yahut ip aldığını ikrar eder; hayvan sahibi de, onu iddia
ederse, bu durumda, o şey hayvan sahibine hükmedilir.
Eğer: "Buğday
aldım." der; o da, hayvan üzerinde bulunursa veya çuval içinde olursa;
yine sahibine hükmedilir.
Keza, ikrar ederek,
"cübbenin astarını aldığım" veya "kapının perdesini
aldığını" söylerse; bunlar da sahibine hükmedilir.
Şayet "hamamdan
elbise aldığını*', onun da filanın olduğunu" ikrar ederse; bu durumda
tazminat gerekmez.
Keza, camiden,
mescitten, handan, otelden ve halkın eşya koyduğu bir yerden, bir şey aldığını
ikrar eder, veya yoldan yahut hali bir yerden elbise aldığını söylerse, bir şey
gerekmez.
Eğer: "Filanın
işçisinden, bir şey aldığını" ikrar ederse; o şey, o işçinin olur; iş
verenin olmaz.
Şayet,
"elbisesini, filanın evine koyduğunu" ikrar eder; sonra da, onu,
oradan alırsa; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, bu durumda da tazminat gerekmez.
Eğer ev sahibi,
"kendine ait olduğunu" iddia ederse, o zaman onu ödemez.
İmâmeyn'e göre ise,
öder. Hâvî'de de böyledir.
Bir adam, eğer:
"Filanın evinden, yüz dirhem aldım." der; sonra da: "Ben, orada
oturuyordum." veya "O ev, benim elimde kira idi." derse, bu
sözüne inanılmaz.
Şayet, "evin
kendisinin icarında olduğuna dair" beyyine ibraz ederse, o zaman
tazminattan kurtulur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimse, şayet,
ikrar ederek "filanın arsasını kazıp, ordan bin dirhem çıkardığını"
söyler; yer sahibi de onun kendisine ait olduğunu iddia ederse; çıkaran da:
"Benim idi." dese bile, bu durumda yer sahibinin sözü geçerli olur.
Eğer, iki şahit
şehadette bulunarak: "Gerçekten, bir adam gelerek, filanın yerini kazdı ve
ordan, bin dirhem çıkardı. Dirhemlerin ağırlığı yedi idi." derler; yer
sahibi de şahitlerin dediğini kabul eder veya etmeyip "o dirhemlerin
kendisine ait olduğunu" söylerse; bu durumda, onlar yer sahibinin olur.
Keza, iki şahit;
"evinden aldıklarını" veya "dükkanından aldıklarını"
söyler veya "dağarcığından un aldıklarını" yahut "tulumundan yağ
aldıklarını" söyleis*:, işte o zaman, ikrar olunan şahıs, onları tazmin
eder.
Şayet "filanın
hayvanına bindiğini ve onu filandan aldığını" ikrar ederse, onu sahibine
tazmin eder. Buna göre, bunun te'vili: Bindiğini ve naklini ikrar etmektir.
Muhıyt'te de böyledir. [12]
Bir adam ikrar ederek:
"Filanın, benim üzerimde bin dirhemi vardır." Ben,
üç gün (veya üç günden az veya daha çok gün) muhayyerim." derse,
bu durumda muhayyerliği batıldır;
borcunu ödemesi gerekir. Alacaklı muhayyerliğini doğrulasa da, yalanlasa
da, bu böyledir.
Bu, ikrar edicinin
kendi kendisini muhayyer kılmayı şart koştuğu zaman böyledir.
Fakat, ikrar olunan,
kendisi muhayyer kalmasını, şart koşarsa İmâm Muhammed (R.A.), bu bölümde, bunu
Asıl kitabında bahsetmemiştir.
Alimler ise: "Uygun olanı, muhayyerliğin sabit
olmamasıdır, demişlerdir. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, diğer bir
adam için ikrar ederek, "onun, kendinde alacağı" veya "ondan
gasbeylediği" yahut "onun emanet bıraktığı" veya
"ariyetinin olduğunu" söylerse; —o ister duruyor olsun, isterse zayi
olmuş bulunsun— onun da üç günlük muhayyerliğini söylese, ikrarı caiz,
muhayyerliği ise batıl olur. Bu durumda, sahibinin tasdiki veya tekzibi
müsavidir.
Şayet, ikrar edici,
"borcunun, —üç gün muhayyer olmak üzere,— satış bedeli olduğunu ikrar eder
ve eğer, alacak sahibi bunu tasdik ederse (= doğrularsa), muhayyerliği sabit
olur. Şayet tekzib ederse (= yalanlarsa) muhayyerliği sabit olmaz. Mebsût'ta
da böyledir.
Ve eğer muhayyerlik
ikrar olunan tarafından olursa, işte o zaman ikrar olunan tasdik etmez ise
kendi için muhayyerlik sabit olmaz, muhayyerliğini beyyine
ile tesbit etmek
istese, bu hususta
İmam
Muhammed (R.A.) Asi
kitabında bir şey söylememiştir. Bilginler ise beyyinesinin dinlenmemesi
gerekir buyurmuşlardır.
Bir kimse, uzun veya
kısa süreli muhayyerlik şartıyla, kefaleten borç ikrarında bulunduğu zaman,
onu, ikrar olunan tasdik ederse; o şahıs müddetin son gününe kadar muhayyerdir.
Eğer ikrar olunan
tasdik etmez ise, o malı ödemesi gerekir. Hidâye Şerhi Gâyetü'l-Beyân'da da
böyledir.
Bütünden, bütünü
istisna batıldır.
Çokdan, azı istisna
etmek hilafsız olarak sahihdir.
Zahirü'r-rivayede,
âzdan çoğu istisna etmek de sahihdir.
Cinsi istisna etmede
muhalefet vardır. Bu, kıyasen caiz değildir.
Bu, tmâm Muhammed
(R.A.)'in kavlidir.
İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)
ile İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre ise, istihsân da böyledir.
Eğer müstesna ile
müstesna minh arasında, zimmette, sözleşmede, vücubda uyumluluk (= muvafakat)
varsa (Meselâ: Ticaret ve zimmet sözleşesinde iki taraftan, her birisi hal veya
vadeyi istisna etmişlerse) bu istisna sahih olur.
Hatta bir adam:
"Filan adamın, bende bin dirhemi vardır; bir dinarı müstesna." veya:
"Bir-kür buğday müstesna." yahut On fülûsü müstesna." derse; bu
istisna caiz olur.
Ve bu durumda
müstesnanın değeri, müstesna minhden düşülür. Her ne kadar, aralarında
muvafakat yok ise de bu böyledir.
Şayet: Hal olsun,
vadeli olsun ticaret sözleşmesinde müstesna minh gerekir de, müstesna gerekmez
ise, bu durumda istisna sahih olmaz.
Hatta, bir adam:
"Filanın, bende bin dirhemi vardır; ancak, bir elbisesi yoktur." veya
"...ancak, bir hayvanı yoktun" der veya benzeri bir şey söylerse,
işte bu istisna sahih olmaz. Muhıyt'te de böyledir.
Eğer, bir adam;
"Filanın, benim üzerimde bin dirhemi vardır ve filanın, benim üzerimde yüz
dinarı vardır; bir kiratı müstesnadır." derse, bu istisna sondan (yani
dinardan) yapılmış olur. Mebsût'ta da böyledir.
Müntekâ'da İmâm Ebû
Yûsuf (R. A.), şöyle buyurmuştur:
Bir adam, belirli bir
şeyi bizatihi ikrar ettiğinde, onun sınıfından başkasını istisna kılsa, veya
onu başka sınıftan istisna eylese; işte bu istisnada batıldır. Muhiyt'te de
böyledir.
Bir adam, iki malı
ikrar ederek, bir şeyi de istisna kılsa; müstesna minhi ise belirtmese; (onun
hangi maldan olduğunu açıklamasa) şayet malların ikisi de ikrar olunan adamın
ise; (Şöyleki: Bir adam: "Filanın, bende bin dirhemi; yüz dinarı vardır;
ancak, bir dirhemi müstesnadır. derse) istihsanda, bu istisna önceki mala
mahsustur. Her ne kadar, istisna ikinci maldan değil ise de bu böyledir.
Keza, bir adam:
"Filanın, benim üzerimde bin dirhemi vardır. Diğer bir filanın da yüz
dinarı vardır; ancak bir dirhemi müstesnadır." derse, istisna yine
öncekine hamledilir.
Bu, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.) ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre böyledir.
Bir adam:
"Filanın, benim üzerimde bin dirhemi vardır ve filanın benim üzerimde yüz
dinarı vardır; ancak, bin dirhemden bir dirhem müstesnadır. (= hariçtir)"
derse; işte bu, dediği gibi olur. Hâvî'de de böyledir.
Şayet: "Filânın,
benim üzerimde bin dirhemi vardır; ancak, yüz veya ellisi müstesnâ dır."
derse, Ebû Süley man' m rivayetinde
"Gerçekten, onun üzerinde olan dokuzyüz elli dirhemdir." denilmiştir.
Alimlerimiz
"Sahih olan budur." buyurmuşlardır. Zehıyre'de de böyledir.
Eğer, bir adam:
"Filanın, benim üzerimde yüz dinarı vardır ve bin dirhemi vardır; ancak,
yüz dirhemi ve on dinarı müstesnadır." derse, işte bu durumda, o adamın
üzerinde, dokuzyüz dirhem ve doksan dinar vardır. Muhiyt'te de böyledir.
Hasan bin Ziyad,
kitabında şöyle zikredilmiştir:
Bir adam, başkasına:
"Senin, bende bin dirhemin vardır; ancak, beşyüz, beşyüz
müstesnadır." derse; İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) "Onun üzerinde, bin
dirhemin tamamı vardır." buyurmuştur.
Şayet: "Senin, bende beşyüz,
beşyüz dirhemin vardır; ancak, beşyüzü
müstesnadır." derse; bu istisna caiz olur ve üzerinde, beşyüz dirhem borç
olur. İstisna, iki beşyüzden yapılmış olur. Zehıyre'de de böyledir.
Hişam'ın Nevadiri'nde, İmâm
Muhammet! (R.A.)'in şöyle
buyurduğu nakledilmiştir:
Bir adam, başkasına:
"Senin bende gümüş bin dirhemin vardır. Ancak, bunun yüz dirhemi bakır
akçedir." derse; İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un kıyasına göre duruma bakılır:
Kaç bakır dirhemin bir dinar yaptığı araştırılır. Eğer onlardan her yüz dirhem,
dört dinar ediyorsa; bu sefer de dört dinar, kaç gümüş dirhem ediyor ona
bakılır.
Eğer dört dinar seksen
gümüş dirhem yapıyorsa, işte o zaman adamın diğerinde dokuzyüz yirmi gümüş
dirhemi vardır.
İmâm Muhammed (R.A.)'e
göre ise, gümüş dirhemin tamamını öder.
Şayet: "Senin,
bende katkıntılı bin dirhemin vardır; ancak, yüz gümüş dirhemi
müstesnadır." derse, bi'1-ittifak, onun üzerinde dokuzyüz dirhem vardır.
Muhıyt'te de böyledir.
Şayet: "Filanın,
benim üzerimde bin dirhemi vardır; ancak, yüz dirhem ve on dinar müstesnadır;
bir kıratı müstesnadır." derse; bu durumda müstesna olan, yüz dirhemle on
dinardır; kırat müstesna değildir.
Serahsî'nin Muhıyti'nde de böyledir.
Eğer: "Onun,
bende bin dirhemi ve ikiyüz dinarı vardır; ancak, bin dirhemi
müstesnadır." derse; bu istisna geçersizdir.
Şayet: "Filanın,
benim üzerimde, bir kür buğdayı, bir kür arpası vardır; ancak, bir kür buğday
müstesnadır. Ve bir ölçek arpa müstesnadır." derse; bir ölçek arpanın
istisnası caiz; bir kür buğdayın istisnası ise batıldır.
Jmâmeyn'e göre, bu
böyledir. İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre ise, ona, bir kür buğday, bir kür arpa
olmak üzre, iki kür vermesi gerekir.
Şayet: "Filanın,
benim üzerimde bin dirhemi ve filanın ikiyüz dinarı vardır; ancak, bin dirhemi
müstesnadır." derse; ikinci maidan istisnası caizdir. Havi'de de böyledir.
Eğer: "Filanın,
üzerimde on dirhemi vardır; ey filan; ancak, bir dirhemi müstesnadır."
derse, işte bu tmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre iki vecih üzeredir.
Eğer kendisine
çağrılan, ikrar olunan zatsa, istisna sahih olur. Çünkü söz kendisine
söylenmiştir.
Eğer, çağrılanın
gayrisi ise, istisna sahih olmaz. Ceveheretü'n-Neyyire'de de böyledir.
Şayet: "Filanın,
benim üzerimde bin dirhemi vardır; estağfirullah, ancak yüz dirhemi
müstesnadır." derse, işte bu istisna, batıldır. Hâvî'de de böyledir.
Eğer müstesna ile
müstesna minh arasında tehlil (= İâilâhe illallah) veya tekbir (= Allahü ekber) yahut teşbih (- sübhanallah) derse, yine bu istisna batıldır.
Mebsût'ta da böyledir.
Eğer: "Filanın,
benim üzerimde yüz dirhemi vardır; ona şahit olunuz; ancak, on
dirhemi müstesnadır." derse,
bu istisna yine geçersizdir.
Şayet: "filanın,
benim üzerimde bin dirhemi vardır; ancak, on dirhemi müstesna; onu
ödedim." derse, bu istisna, yine sahih olmaz. Ve tamamı, üzerinde borç
olur.
Eğer: "Ancak, on
dirhemini gerçekten ödedim." derse, bu durumda üzerinde, bin dirhemden on
dirhem noksan (= dokuz yüz doksan dirhem) borç olur.
Şayet: "Üzerimde,
bin dirhemi .ardır; ancak, on dirhemini ödedim." derse, bu durumda
istisnası sahih olur. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam: "Onun, bende, sebze bedelinden olan bir
dirhemi vardır. Ancak, bir daniği müstesnadır; gerçekten ben onu ödedim.'*
derse, Ebû Hafs'ın rivayetine göre, onun üzerinde dirhemden bir danik noksan
borç vardır.
Sahih olan da budur.
Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Şayet: "Filanın
benim üzerimde —nasb ile— danik hariç, bir dirhemi vardır." derse; ona beş
danik vermesi gerekir.
Eğer bunu —ref ile—
söylerse, tam dirhem vermesi gerekir. "Lehû aleyye dirhemün gayru
dânıkın" ile "Lehû" aleyye dirhemün gayre dânıkın)gibi...
Eğer: "Onun,
benim üzerimde —nasbile— iki dirhemin gayri, on dirhemi vardır." derse;
ona sekiz dirhem vermesi lazım gelir.
Şayet, bunu ref ile
söylerse, on dirhem ödemesi lazım gelir. Zahîriy- f ye'de de böyledir.
Bir adam:
"Filanın, benim üzerimde —iki dirhem müstesna— on dirhemi vardır."
derse, ona sekiz dirhem lazım olur.
Eğer ref ile söylerse
on dirhem lazım olur. Hizânetü'I-Müftîn'de de böyledir.
Şayet "Üzerimde
yüz dirhem var; ancak, azı müstesnadır." derse; bu
"eilibir"dirhem vardır." demektir.
Keza "Ancak şey
müstesnadır." derse, bu da, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre yukarıdakinin
aynısıdır.
Eğer: "Filan
adamın, benim üzerimde dirhemleri vardır; anak, bazıları müstesnadır."
derse işte bu yukardaki (şey'en) demek gibidir. Zahîriyye'de de böyledir.
Eğer:
"Çüzdanımdaki dirhemler filanındır; yalnız bin dirhemi benimdir." der
ve cüzdanında ikrar eylediğinden fazla dirhem bulunursa, bin dirhemi kendinin,
fazlası ikrar olunan şahsın olur.
Eğer, yalnız bin
dirhem var ve başka yoksa veya bin dirhemden az varsa, bu durumlarda onların
tamamı ikrar olunan şahsındır. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.
Müntekâ'da şöyle
zikredilmiştir:
Bir adam:
"Filanın, benim üzerimde yüz dinarı vardır; yüz dirhemi müstesnadır."
derse; bu durumda, onun istisnası batıldır.
Şayet: "Onun,
benim üzerimde dirhemi vardır; bir rıtıl zeytin yağı müstesna." veya
"...bir kırba suyu müstesna." derse; bu caiz olur. O dirhem verilir;
yalnız, içinden bir rıtıl zeytin yağı veya bir kırba su parası düşülür.
Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Şayet: "Onun,
benim üzerimde, on rıtıl zeytin yağı vardır; bir rıtıl sadeyağ müstesna."
derse; bu istisna batıl olur.
Keza: "Onun,
bende on rıtıl sade yağı vardır; bir dirhemi müstesna." veya: "Onun
bende bir kürr (^ ölçejc) buğdayı
vardır; zeytin yağından beş rıtlı müstesna." derse, yine bu istisna batıl
olur. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam:
"Filanın, bende on adet taze dirhemi vardır; ancak beş dirhemi
katkıntıhdır." derse, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.): "Ön taze dirhem
vermesi gerekir." buyurmuş
ve: "İkrar eden,
ikrar olunana, beş katkıntılı dirhem için, müracaat
eder." demiştir.
Yine, İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.) şöyle buyurmuştur:
İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'un kıyasına göre ikrar eden, beş dirhem, —taze olarak— ödeme yapar. Beş
dirhem, on dirhemden istisna edilmiş olur buyurmuştur."
Şayet: "filanın,
benim üzerimde on dirhemi vardır; hileli beş dirhemi müstesnadır." derse;
bu mukır on dirhemi katkıntısız olarak öder ve ondan, beş katkıntılı dirhemin
kıymetini düşer. Bu, bi'1-ittifak böyledir.
Eğer: "Filanın,
benim üzerimde on dirhemi var; ancak, kankintılı beş dirhemi müstesna."
derse; ona, beş dirhemi sütûka (= katkıntılı dirhem) ödemesi gerekir.
İstisnadan sonra kalan, sütûkadan başkası değildir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir.
Şayet: "Onun,
benim üzerimde, on dirhemi vardır; beşinin gayr-i dördünün gayri; üçünün gayri;
ikisinin gayri; birisinin gayri." derse; bu durumda dört dirhem ödemesi
gerekir.
Eğer: "Onun, benim üzerimde, on dirhemi
vardır;" dördünün gayrisi:" deseydi, —(sonuna kadar)— ona, altı
dirhem ödemesi gere-, kirdi.
Şayet: "Onun,
üzerimde on dirhemi vardır; iki dirhemi hariç; bir dirhemi hariç."
deseydi; sekiz dirhem lazım olurdu. Zahîriyye'de de böyledir.
Bir kimse, istisnadan
sonra istisna ederse, birinci istisna, ikinci istisnayı nefyeder.
Mesela: Bir insan:
"Bir adamın, bende on dirhemi var; yedi dirhemi müstesna; beş dirhemi
müstesna; üç dirhemi müstesna; bir dirhemi müstesna." derse, bu durumda
sen, son söylediği dirhemi müstesna kılarsın. O da bir dirhemdir. Onu takip
eden üç dirhemdir; iki dirhemi kalmış olur. Sonra, iki dirhemi istisna
etmiştir; beş dirhemden, geri de üç dirhem kalır. Sonra üç dirhemi istisna
eylemiştir, onu takip eden yedi dirhemdir geride dört dirhem kalmıştır. Sonra
dört dirhemi istisna eylemiştir; onu takip eden, on dirhemdir; geride altı
dirhem kalmıştır. İşte, o şahsın ikrarı ile sabit olan budur.
Burada, bir yön daha
vardır: O da, yemini ile ikrardır. İkinci istisna, yeminine karşılıktır.
Bazı alimler de, şöyle
buyurmuşlardır:
İstisnadan sonra
istista gelirse, birinci sahih; ikinci batıl olur.
Şöyleki: "Onun,
bende on dirhemi var; dört dirhemi müstesna." derse, işte burda başka bir
vecih vardır. O da, senin yemin etmen sebebiyle kararlaşmış olan mikdardır.
Önceki istisna, son
tarafındadır. Sonraki istisna ise, sağ tarafındadır. Bunun üzerine son
istisnalar birleşip, sağ yanındakini düşürür ve ikrar ettiği istisna geride
kalır.
Bazı alimler de şöyle
buyurmuşlardır:
Bir istisnadan sonra
bir istisna daha getirirse; ikinci istisna müsteğrak (= boğulmuş) olur. Birinci
istisna sahih olur.
Şöyleki: Bir adam:
"on dirhem, illa on dirhem; illa dört dirhem." derse; işte burda üç
vecih vardır:
Birincisi: On dirhem
gerekir ve birinci istisna batıl olur. Gark olduğu için, onu ikinci istisna
ibtal eder. Çünkü o, batıldır.
İkincisi: Dört dirhem
gerekir ve istisnanın ikisi de sahih olur. Zira, ikinci ile birinci tamam olmuş
olur.
Alimler: "Bu
kıyasdır." buyurmuşlardır.
Üçüncüsü: Altı dirhem
gerekir. Çünkü birinci istisna batıldır. İkinci istisna ise, birincinin yerine
kaim olur; bu zayıfdır.
Bunların tamamı, bu
istisnalar arasında atıf olmazsa, böyledir.
Fakat: "On
dirhem; beşi müstesna ve üçü müstesna." veya "On dirhem; beşi
müstesna ve üçü müstesna." derse, işte bu ikisi ondan müstesna yapılır ve
ancak iki dirhemle ilzam olunur; adedler cem olunur.
Şöyleki: "Ancak,
yedi dirhemi müstesna ve üç dirhemi müstesna." derse, bazı alimler:
"On dirhem istisna edilmiş olur." buyurdular. Çünkü, vav harfi, cem
içindir ve istiğrak iktiza eder. Sanki "on dirhem, on dirhemi
müstesna." demiş gibi olur.
Bazı alimler de:
"Bu durumda üç dirhem ilzam olunur." buyurmuşlardır. Zira, vav harfi
istisnayı sahih kılar.
Şayet "Onun
bende, dirhemi var; dirhemi var; dirhemi var; ancak, dirhemi müstesna ve
dirhemi müstesna ve dirhemi müstesna" demiş olsaydı o zaman üç dirhem
ilzam olunurdu.
Keza: "Onun bende
üç dirhemi var; ancak bir dirhemi müstesna ve bir dirhemi müstesna ve bir
dirhemi müstesna." deseydi yine üç dirhem ilzam olunurdu.
Keza: "Onun bende
üç dirhemi var; ancak, bir dirhemi ve iki dirhemi müstesna" deseydi yine
üç dirhem ilzam olunurdu.
Şayet: "Onun
bende, on dirhmi var; ondan beş dirhemi müstesna veya altı dirhemi
müstesna." deseydi; dört dirhem ilzam olurdu.
Eğer: "Onun,
bende bir dirhem, bir dirhem, bir dirhemi var." derse; ancak, bir dirhem
ilzam olunur.
Keza, bunu, bin defa
tekrar ettiği halde, aralarında atıf vavım söylemese, bir dirhem ilzam olunur.
Siracü'l-Vehhâc'da da böyledir.
Şayet bir kimse: "Filan adamın, bende bir dirhemin gayrisi
vardır." derse, ona iki dirhem ilzam olunur. Bu sanki, "o bir dirhem,
diğeri de onun misli" demiş gibi oiur.
Eğer: "Füan
adamın, bende bin dirhemin gayrisi vardır." derse; iki bin dirhem ilzam
olunur.
Bir adam: "Şu ev
filanın; ancak, hisse vardır." derse; o ev, o adamındır. Yalnız sözüne
ilave ederek: "Onda dokuzu onundur." derse, işte o caizdir.
Eğer sözüne ilave
yapmazsa bu sözüne kıymet verilmez ve ona "evi, sahibine irkar
eyledi." denilir. Muhiyt'te de böyledir.
Eğer, bir adam:
"Yanımdaki şu köle, filan adamın emanetidir; ancak, yansı
filanındır." derse; dediği gibi kabul edilir.
Şayet: "Şu iki
köie, filanındır; ancak birisi filanındır." derse, yine böyledir.
Eğer: "Şu köle
filanındır; şu kölede filanındır." der ve onlardan da birinci söylediği, kabul
edilirse, kölelerin ik'si de, o fiiamn olur.
Yalnız: "Şu köle
filanındır; ancak, o benim yanımda emanettir." derse; ikincinin kıymetini
öder.
Şayet: "Şu köle
filanındır; şu köle de filanındır; ancak, öncekinin yarısı filanındır;
ikincinin yarısı da filanındır." derse, dedikleri caiz olur.
Keza, buğday, arpa,
altın, gümüş, para arazi hakkında da böyle söylenmesi caizdir. Mebsût'ta da
böyledir.
Bir kimse: "Bir
adamın, bende bin dirhemi vardır; hayır, belki de beşyüz dirhemi vardır."
derse, bu durumda onun üzerinde, diğerinin bin dirhemi olmuş olur.
Şayet: "Onun,
bende beyaz dirhemleri vardır; hayır, belki de siyah dirhemleri vardır."
derse, o zaman, hangisi daha üstünse onu borçlu olur. Yeni, eski dese de
böyledir. Bellâ kelimesinin aslı, iki mikdar arasında olur ve şayet söyleyen
zat, ikisini de kabul ederse, her ikisi de ilzam olunur. İster malların cinsi
bir olsun; isterse, muhtelif bulunsun fark etmez. Şayet adam onlardan birini
kabul eder, cinsleri de muhtelif olursa, her ikisi de ilzam olunur.
Eğer cinsleri bir ise,
onlardan çoğu ve efdal olanı ilzam olunur, (yani o fazla ve üstün olanı öder.)
Zehiyre'de de böyledir.
"Bende filanın
siyah unu var; hayır, belki de beyaz unu var." derse, işte. o, beyaz un
olur.
Şafî'Şerhı'nde şöyle
zikredilmiştir:
Hasan bin Ziyad,
Kitâbü'l-İhtilaf ta: "Bir adam: "Bende, filanın beyaz unu var; hayır
belki de iri kepekli unu var." derse; beyaz un lazım olur.
Eğer: "Bir kürr
buğdayı var; hayır, bir kür unu var." derse, un gerekir. Muhıyt'te de
böyledir.
Eğer: "Onun
bende, bir rıtıl benefseci var; hayır, belki de çiçeği var." derse; her
ikisi de lüzum olur.
Keza: "Onun
bende, bir rıtıl koyun yağı var. Hayır, belkide bir rıtıl sığır yağı var."
derse, ikisini de kabul etmiş sayılır. Mebsût'ta da böyledir.
Bir adam:
"Filanın, bende bin dirhemi var; hayır, belki de filanın var." derse,
ikisine de ilzam olunur.
Keza, ikinci zat,
birincinin mükâtebi veya kölesi olursa, yine böyledir.
Eğer, köle izinli
değilse, yalnız bin dirhem lazım olur. Bu da istih-sandır. Serahsî'nin
Muhiytı'nde de böyledir.
Bir adam:
"Bizatihi bir cariye parası olarak, filan adamın, bende bin dirhemi hayır,
belki de bi aynıhâ filan adamın bin dirhemi vardır." derse; bu şahıslardan
her birine, biner dirhem vermesi gerekir.
Ancak, ikinci adam,
birinciyi doğrularsa, o müstesnadır. O takdirde, yalnız birinci adama bin
dirhem borcu olur. Bu, istihsanen böyledir. Hâvî'de de böyledir.
Şayet: "Bu köle, filanındır; sonra da filanındır." derse,
bu durumda, o köle birinci şahsa hükmedilir.
Fakat, o şahıs,
hakimin hükümü olmadan birinci şahsa verirse; onun bedelini, ikinci şahsa öder.
Eğer hakimin hükmüyle verirse, tazminat gerekmez. Serahsî'nin Muhıyü'nde de
böyledir.
Eğer: "Şu köleyi,
filandan gasbeyledim; hayır, belki de filandan gasbeyledim." derse, bu
durumda o köle, birinci adamın olur.
İkinciye de kıymetini
öder. İster birinci adama, hakimin kazası ( = hükmü) ile versin; isterse,
hükümsüz versin fark etmez.
Vedia ve ariyet de
böyledir.
Bu, İmâm Muhammed
(R.A.)'in kavlidir.
İmâm Ebû Yûsuf (R.A.):
Vedia ve ariyette, eğer önceki adama hakimin hükmüyle vermişse; ikinci adama
bir şey ödemez. Şayet hükümsüz verirse, ikinci için tazminat gerekir."
buyurmuştur. Mebsût'ta da böyledir.
Ibnü Semâa, İmâm Ebû
Yûsuf (R.A.)'un şöyle buyurduğunu nakletmiştir:
Bir adam: "Şu bin
dirhemi, filan adam, bana emanet bıraktı; hayır, belki de filan bıraktı."
der; önceki adam hazırda olmaz ve ikinci adam, onu alır, sonra da birinci adam
gelir ve şayet, o bin dirhemin mislini, o ikrar edenden alır, sonra da birinci
adam, ikinci adamdan alırsa, o ikinci adam, ikrar eden şahsa müracaat ederek,
ondan alır. Muhiyt'te de böyledir.
Elinde bin dirhem
bulunan bir şahıs: "Bu,
filanındır." der; bundan sonra da: "Hayır, belkide bu,
filanındır." derse, bu durumda o, önceki şahsın olur. Serahsî'nin Muhıytı'nde
de böyledir.
Şayet: "Bu ev,
filanındır." der; bir müddet geçtikken sonra da: "Hayır, belki de
filanındır." derse, bu durumda o ev önceki şahsındır. İkinci için, bir şey
yoktur.
Eğer: '*Ev
filanındır.'' der; bir müddet geçtikten sonra da: "Onundur ve başkasınındır."
veya "Benimdir ve filanındır." derse, bu durumda evin tamamı, önceki
adamındır.
Şayet önce:
"Gerçekten filanındır ve filanındır." der; sözlerini de bir birine
ilave ederse; bu durumda o ev, ikisinin arasında yarı yarıya taksim edilir.
Mebsût'ta da böyledir.
İbnü Semâa, İmâm
Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir:
Bir adam, elinde olan
köleye: "Bu köle, benim yanımda filânın mudarabesidir." der; sonra
da: "Ben, bunu beşyüz dirheme satın aldım." der; ikrar olunan da:
"Bu köleyi ben sana verdim." derse, ikrar olunan şahsın szü geçerli
olur ve bu köle onundur.
Akar, arazi, ölçülen
ve tartılan şeyler ve başkaları olsun, hepsi de böyledir. Muhıyt'te de
böyledir.
Bir adam:"Ben,
filanın yüz dirhemini gasbeyledim; yüz dirhemini gasbeyledim; bir kür buğdayını
gasbeyledim; hayır, belki de filanın (bir şeyini) gasbeyledim." derse, onların her birine dediklerinin
hepsini vermesi gerekir.
Şayet,
"bizzat" demiş olsaydı, işte o zaman birinci adama dediklerini;
ikinciye de onların mislini vermesi gerekirdi. Tebyîn'de de böyledir.
Ben, filan adamın bin
dirhemini gasbeyledim ve fülan adamın da yüz dirhemini gasbeyledim ve filan
adamın da bir kür buğdayını gasbeyledim;
hayır, filanın gasbeyledim." derse, bu
durumda o adam, dördüncüye borçlu olur ve ikrar
eylediği bin dirhemi, yüz dinarı ve bir kür buğdayı ona verir. Serahsî'nin
Muhıytı'nde de böyledir.
Bir adamın, diğerine
on dirhem beyaz gümüş, on dirhem de siyah gümüş borcu olduğunda, alacak sahibi:
"Ben senden bir dirhem siyah gümüş, hayır beyaz gümüş aldım." der
veya bunun aksini söyler, borçlu da: "Sen, benden ikisini de aldın."
derse, bu durumda beyaz dihemi almış olur.
Borç on dirhem olunca,
bunun onu gümüş, onu dinar olursa, alacak sahibi: "Ben, senden dinar
aldım; hayır, belki de dirhem aldım." der; borçlu da: "Hayır, belki
de ben, dirhem ve dinar ödedim." derse, ikisini de ödemiş olur. Mutuyt'te
de böyledir.
Bir adamın üzerinde,
yüz dirhem senetli —yazılı— borç ve yüz dirhem de başka bir yazılı borç
olduğunda alacaklı zat: "Ben, senden, şu yazılı on dirhemi aldım; hayır,
belki de şu yazılı on dirhemi aldım." derse, hangisini isterse onu almış
olur. Mebsût'ta da böyledir.
Bir adamın, birisine
yüz dirhem, diğerine de yüz dirhem borcu ve her birinin de birer kefili
olduğunda bu borçlar ayrı ayrı yazılı senetlerde bulunur veya ikisi bir senette
yazılı olur; alacak sahibi de "Ben, şunu aldım; hayır, belki de şunu
aldım; şu kefilden, hayır, belki de şu kefilden aldım." derse, bu durumda
kefillerin ikisi de ödenmiş olur.
Bir adamın, diğerinde
bin dirhemi olduğunda, alacaklı olan zat: "Sen, ondan bana yüz dirhemini
elinle ödedin." der, sonra da: "Hayır, belki de bana, filan kölen ile
gönderdin." derse; işte o yüz dirhemdir. Bu durumda alacaklı şahıs, bundan
fazlası ile ilzam olmaz.
Şayet, borçlunun
kefili olur ve alacaklı: "Gerçekten ben, senden yüz dirhem aldım; hayır,
belki de kefilinden aldım." derse, işte o zaman, herbirinden yüz dirhem
almış olur.
Bu durumda, bu şahsın,
onların her birine yemin verme hakkı da olmaz. Hâvî'de de böyledir.
Bir kimse,
"Senden yüz dirhem aldım." der; borçlu da: "On dirhem yolladım
ve on dirheme de sana bir elbise sattım." der; alacaklı ise: "Doğru
söyledin." derse; bu yirmi dirhem, yeminle birlikte yüz dirheme dahil
olur.
"Eğer, borçlu, on
dirhemi vav harfi olmaksızın söylerse, yüz dirhemden başka ilzam olunmaz. Fakat
vav harfi ile söyleyince, yüz dirhemle birlikte matuf da ilzam olunur."
denilmiştir.
İki vecihte de yüz
dirhem ilzam olunur. (= lazım olur)" da denilmiştir.
Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Bir adam, diğerinden
bir şey satın aldığında, satan adam: "Ben, müşteriden parasını
aldım." der; sonra da: "Onun, bende bin dirhemi vardı. Ona bedel
tuttuk." derse, bu sözü doğrulanmaz.
Şayet: "Ben,
senden alacağımı aldım." der; biraz sonra da: "Onu bedel saydık."
derse, bu sözüne inanılır.
Eğer: "Sen, ondan
vaz geçtin." der veya kısas sözünü takdim ederek: "Gerçekten sana,
onu bedel saydım; sen de olan alacağıma karşılık, senden satın aldığım
şeyi." der; sonra da saydım." derse, sözüne inanılmaz.
Şayet: "Senden
alacağımı aldım; hayır, belki de senin bende olan alacağına karşılık
saydım." derse, bu sözü de doğrulanır. Muhıyt'te de böyledir. [13]
Bir adam: "Bunu
bana, filan verdi; bu, başka birinindir." der, onu veren de: "O
malın, ikinci adamın olduğunu" ikrar eder ve "ona verilmesine, izin
verildiğini" söyler; ikinci adam da onu doğrularsa; önceki ikrar eden
adam, o malı, onlardan dilediğine verir.
Şayet, ikinci adam,
"emir verdiğini" inkar ederse, o zaman, o malı, verene vermez ve ona
da tazminatta bulunmaz. Fakat, onlardan her birisi, o malın kendinin olduğunu
iddia ederse; o takdirde, mal verenindir. İkinciye tazminat yapılmaz.
Birinciye verince, veren kurtulur. İster onun malı olsun, isterse olmasın
farketmez. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Yanında bin dirhem bulunan
bir adam: 'Bu
bin dirhem filanındır. Onu,
filana vermek için verdi." der ve eğer veren ikrar ederek: "Gerçekten
bu bin dirhem, filanındır; bu adam da ikrar olunana vermeye memur
edilmiştir." derse; bu durumda o bin dirhem, onun olur.
Şayet, veren adam
bunların tamamım inkar eder ve "o bin dirhemin kendisinin olduğunu"
iddia ederse; bu durumda ikinci adama tazminat yapılır mı?
Eğer hakimin hükmü
olmaksızın verilmişse, yemin ettirdikten sonra tazminat yapılır.
Şayet yemin etmezse,
bir şey ödenmez.
Fakat, hakimin hükmü
ile verilmişse, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, yine tazmin yaptırılmaz.
İmâm Muhammed (R.A.)'e
göre ise tazmin eder. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adamın, yanında,
bir cariye olduğunda o adam: "bu cariye filanındır; bana emanet olarak
bıraktı." der; sonra da: "Belki de filanındır. Onu, bana emanet
olarak bıraktı." derse; işte o cariye, önceki adama hükmedilir.
Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
İbnü Semâa'nın
Nevâdiri'nde İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
Bir adamın yanında,
bin dirhem olur; sonra da, o adam: "Bu bin dirhem filanındır; bunu bana,
bir başkası emanet eyledi." der; ikrar olunan adam da: "Bu benimdir;
bunu, benden gasbeyledi." der; diğeri de: "Ben, onu, ikrar edene
veriyorum." der; sonra da, emanet bırakan gelerek parasını ister ve:
"onun, ikrar edenin olduğunu" inkar ederse, bu durumda ikrar eden, bu
bin dirhemi emanet bırakana öder. Kimseye de, bir şey için başvuramaz.
Muhıyt'te de böyledir.
Eğer: "Bu bin
dirhem, filanındır; başka birisi, bana ödünç olarak verdi." der; onların
ikisi birden, onu iddia ederlerse, bu durumda o bin dirhem, önceki adamın olur.
Adam da borç verene bin dirhem borçlu olur. Hulusu da da böyledir.
Bir adamın elinde, bir
köle bulunduğunda o adam "Bu köle, filanındır. Onu bana filan sattı."
der; o şahısların ikisi de bu köleyi iddia ederler ve "ikrar
olunanın" derlerse, bu durumda o köle ikrar olunan şahsa, verilir. Ve
"diğerine satmak için izin vermediğine" yemin ederse; satıp da
parasını alan şahsın
o parayı ötanesi
için hükmedilir. Mebsût'ta da
böyledir.
îsâ bin Ebâ'nın
Müntekâ'sında, İmâm Muhamed (R.A.)'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
Elinde mal bulunan bir
adam: "Bunu, bana, yansına mudarebe ortağı olmak üzere, filan verdi ve
filan gaib verdi." dedikten sonra: "Ben, mudarebe ortaklığın! ibtal
eyledim. Bu malın, filana ait olduğunu irkar eyliyorum; gerçekten,
bu mal onundur. O da bana, yarısına mudarebe ortağı almak
üzere, verdi." der; huzurda olan da: "Doğru söyledin. Ben, sana
yerdim; onunla al sat." der, o da alıp satar ve kar eder; sonra da.diğer
adam gelerek, onu iddia ederse, mal Önceki adamın olur; kar'ı yarı yarıya
taksim ederler. Emanet olsa da, bu böyledir.
Adam: "Bu bin
dirhem, filanın ve filan gaibin emanetidir." der; sonra da: "Filanın
emaneti dediğimi ibtal eyledim." der ve mal da, onun yanında zayi olursa,
işte o malı, ikinci adama tazmin eder. (- öder.); birinciye ödemez. Mumyt'te de
böyledir.
Şayet: "Bu bin
dirhem filanındır; filan ile bana emanet olarak yollamıştır." der; onu da
ikisi birden iddia ederlerse, işte o öncekinin olur. Ancak,
gönderen hazır olmazsa,
getirenin olur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Bir adam: "Bu
hayvan filanındır; filan ile bana yollamıştır." derse, İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.): "Bu durumda, bu hayvan ikrar olunan şahsa verilir. İkrar olunan
şahıs da, onun kıymetini, ona verene öder." buyurmuştur.
Eğer veren adam onun
kendine ait olduğunu iddia ederse, hakim hükmetmese bile, öncekinin olur. Eğer
hakimin hükmüyle olursa, tazminat gerekmez.
İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'nin kıyasında verene tazminat gerekmez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir adam,
"yanında bulunan bu köle, filanındır ve onu filan gas-beylemiştir."
diye ikrar ederse; bu durumda o köle önceki ikrar olunanındır. Kendisinden
gasbolunan şahsa, bir şey hükmedilmez. İster, öncekine hakimin hükmüyle
verilsin; isterse, hükümsüz verilsin müsavidir. Muhıyt'te de böyledir.
Eğer: "Bu çocuk
filanındır; ben, onu filandan gasbeyledim." der; çocuğun babası da onu
iddia eder ve "kendinin oğlu olduğunu söyler; kendisinden gasbolunduğu söylenen
de "o çocuğun,
kendi kölesi olduğunu" iddia
ederse; bu çocuk, babasına hükmedilir; hürdür ve nesebi ondan sabittir.
Eğer: "Bu çocuk
filanın oğludur; onu bana filan ile göndermiştir." der ve çocuk iddia
ederse, getirenin değil, öncekinindir. Mebsût'ta da böyledir.
Terzinin yanında bir
elbise bulunduğunda "o elbisenin, filana ait olduğunu" iddia eder;
ona da, o elbiseyi bir başkası-teslim etmiş olur ve onların da her ikisi birden
elbiseyi iddia ederlerse, bu durumda elbise, önceki ikrar edilen şahsın olur.
Keza, boyacı, temizlikçi, kuyumcu ve her bir sanatkâr ikinciye bir şey tazmin
etmezler.
Bu, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'nin kavlidir. Felâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Şayet: "Bu
elbiseyi, bana filan teslim eyledi. Gömlek yapmamı istedi o filanındır. der ve
onu, ikisi birden iddia ederlerse, o birincinindir; ikincinin değildir.
Hâvî'de de böyledir.
Eğer: "Ben, bunu
ariyet aldım; bu filanın elbisesidir; ,bunu bana, filanla gönderdi."
derse; bu durumda, o elbise, onu ariyet verenindir.
Şayet: "Bunu
bana, filan, filandan ariyet olarak verdi." der ve onların ikiside iddia ederlerse,
bu durumda o, getirenin olur. Serahsî'nin
Muhıytı'nde de
böyledir.
Asi kitabında şöyle
zikredilmiştir:
Bir adamın, diğerinde
ismiyle yazılmış, senetli bin dirhemi olur; alacaklı da "bu senedin filana
ait olduğunu" ikrar ederse; bu ikrarı caizdir; alacağı alma hakkı
vekilindir; vekil tayin edenin değildir. İkrar eden şahıs tarafından vekil
edilirse, o müstesnadır. Küfe ehlinin hükümler kitabında, şöyle
zikredilmiştir:
İkrar eden şahıs
tarafından vekil edilen değil de, ikrar eden şahsın almak hakkı vardır.
"Asi kitabında,
müvekkilin dışında vekilin hakkı vardır; denilmesi, ikrar olunanın üzerine
hamledilmiş olmasındandır. Gerçekten ikrar eden şahıs borca vekil oluşu
sebebiyle, mübaşeret etmiştir. Fakat borç sebebiyle mübaşeretini inkar ederse,
o takdirde ikrar eden değil de, ikrar olunan şahsın alma hakkı olur. Muhıyt'te
de böyledir.
Bir kimse,
"üzerinde.olan borcun, filana ait olduğunu" ikrar eder; ikrar olunan
şahsın da filanda, senetli yüz dirhem ve senetli on dinarı olur; ikrar eden de:
"Ben, yalnız dirhemleri kasdeyledim." der; ikrar olunan da, her
ikisini de iddia eder; ikrar eden de hazırda bulunmazsa, ikrar olunan şahıs,
iddia eylediği malı, borçludan alamaz.
Eğer borçlu, borcunu
doğrularsa, vermesi için cebredilmez. Şayet, verirse borcundan beri olur. ( =
kurtulur)
Bir adamın, diğerinde
bin dirhemi olduğunda "onun yarısının, başkasına ait olduğunu"
söylerse; işte bu caizdir.
İkrar eden şahıs,
ikrar olunana, bu bin dirhemin yarısını verir.
Eğer, ikrar olunan,
ikrar edenden tazminat ister ve: "Sen, benden izinsiz borç verdin."
der; ikrar eden de: "Ben izinsiz borç vermedim." derse; bu durumda
ikrar edenin sözü geçerlidir. Ve, bu durumda tazminat gerekmez.
Eğer, "onun
izniyle borç verdiğini" ikrar olunan yemin ettikten sonra iddia ederse, o
zaman tazminatta bulunur.
Keza, —böyle bir
durumda— selem satış, tartılan veya ölçülen şeyden gasb etmek, hakkındaki hüküm
de böyledir. Hâvî'de de böyledir.
Bir kimse, şayet
"birinin yanında bulunan emanetin, başkasına ait olduğunu" ikrar
ederse, bu caizdir.
İkrar eden şahsın, o
emaneti alma hakkı olmaz. Fakat, ikrar olunan şahıs, o emaneti alabilir.
Şayet, ikrar eden alır
ve ikrar olunana verirse, emanet alan emanetten beri olur.
Eğer, bu şahıs:
"Filan adam, bana ikrar olunan şeyi, emanet bıraktı." der; ikrar
olunan da: "Sen benim iznim olmadan emanet bıraktın." derse, bu
durumda ikrar eden şahıs —ikrar olunan şahıs yemin ettikten sonra, zamin olur.
Eğer, "onun emrini" ikrar eder; emanet konulan da: "Ben , ikrar
edene ödedim." veya "İkrar olunana ödedim." yahut "Emanet
zayi oldu." derse; —yeminle birlikte— onun sözü geçerli olur.
Fakat, bu hususta dava
devam eder ve ikrar eden şahsa ikrar olunanın izniyle emanet verip vermediğine
dair yemin ettirilir. Mebsût'ta da böyledir. [14]
Bir adam, irkar
ederek: "Sabi iken, filana bin dirhem borcu olduğunu söyler; alacaklı da:
"Sen, bulûğa eriştikten sonra, benim için ikrar da bulundun." derse,
—yeminle birlikte— ikrar eden bu şahsın sözü geçerli olur.
Eğer: "Onu, ben
uyku halinde ikrar eyledim." derse, yine, yeminle birlikte onun sözü
geçerlidir.
Eğer: "Ben, onu
yaratılmadan Önce ikrar eyledim." veya "onu, aklım gitmiş iken, irkar
eyledim." derse, eğer onun dediği gibi olduğunu bilirse, hiç bir şey ile
ilzam olmaz. Eğer bunu bilmezse, —sözü isabet etse bile— ikrar ettiği malı
tazmin eder. (= öder.) Mebsüt'ta da böyledir.
Bir adam: "Ben,
sabi iken seni tezevvüc eyledim. (= nikahladım) der; kadın da: "Hayır, sen
beni, baliğ iken nikahladın." derse; bu durumda kocanın sözü geçerli olur.
Eğer koca, karısına:
"Ben, seni mecûsî iken nikahladım." der; kadın da: "Hayır, sen
beni müslüman iken nikahladın." derse, bu durumda kadının sözü geçerli
olur. Muhıyt'te de böyledir.
Bîr kadın, ikrar
ederek, "cariye olduğu halde, bir adamla nikah okiuğunu" söyler ve bu
kadın, hakikaten cariye iken, azad edilmiş olursa; kocasının: "Ben, bunu
azad olduktan sonra (veya önce) nikahladım." demesi, halleri müsavidir;
ve bü nikah caizdir.
Şayet kadın, mecüsî
iken sonradan müslüman olur; sonra da "mecûsî iken nikah olduğunu"
söyler; adam da: "Müslüman olduktan sonra nikahladım." derse; bu
durumda da kocanın sözü geçerlidir.
Şayet kadın:
"Ben, seni sabi iken (veya uyur iken ve ben aklım gitmiş iken)
nikahladım." der ve gerçekten böyle olduğu da bilinirse; bu durumda
kadının sözü geçerlidir. Hâvî'de de böyledir.
Kadınlardan birisi,
ikrar ederek, "başkasının nikahında iken,*' veya "başkasının iddeti
içinde iken," yahut "şahitsiz" veya "nikahının altında,
dört kadın var iken"; "nikahının altında, kız kardeşi var iken"
veya "kız kardeşi
onun iddetinin içinde
iken", "nikahlandığım" söylerse; bu manileri söyleyen
kadının sözü kabul edilmez.
Şayet, böyle olduğunu
iddia eden koca olursa; bu ikrarı sebebiyle, araları tefrik edilir. (= ayrılır)
Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Şayet: "Onu, sabi
iken mükâtebe yaptığını" söyler; o da: "Sen, beni büyük iken mükâtebe
yaptın." derse; bu durumda efendinin sözü geçerli olur. Mebsût'ta da
böyledir.
Bir kimse, diğerine:
"Ben, senden ben sabi iken aldım." veya "aklım gitmiş iken
aldım." derse; bu şahsın her iki halde de, aldığını' vermesi lazımdır.
Muhıyt'te de böyledir.
Hür bir adam, ikrar
ederek: "Filanın, bende, ben köle iken, bin dirhemi vardı." derse; o
malı ödemesi lazımdır.
Keza, harbî olan bir
adam, müslüman olduktan sonra ikrar ederek: "Filan adamın, güvence ile
dar-i İslam'a girerken, kendisinde bin dirhemi olduğunu" söylerse, onu
ödemesi lazım olur.
Keza, filan adam,
müslüman olduğu halde, dar-i harbe girer ve şu kadar da mal ikrar ederse, o
şahsın, bu malı ödemesi lazımdır.
Keza, bir kimse:
"Ben, dar-i harbde o da dar-i İslam'da iken, ona bin dirhem borcum var.'
diye ikrar ederse; onu ödemesi lazımdır. Serahsî'nin MuhsyO'nde de böyledir.
Hür veya köle, bin
dirhemi ikrar eder; ikrar olunan da köle olursa; ikrar edenin, onu ödemesi
lazım gelir. Serahsî'nin Muhiyti'nde de böyledir.
Güvenceli bir
harbî, dar-i İslam'da "bir müslümana, borcu
olduğupu" ikrar ederse; onu ödemesi gerekir.
Eğer, dar-i İslam'da
bulunan bir müslüman diğeri için:
"dar-i harbde bana ödedi." derse, —sözünü ister, bitişik
söylesin; isterse ayrı söylesin müsavidir— bu borcu ödemesi gerekir.
Keza, bunu güvenceli
bir harbî veya bir zimmî için söylerse, yine de borcunu ödemesi lazımdır.
Keza, yanında olan bir
şeyi bizzat için ikrar ederse, o şey ikrar ettiği şahsın olur.
Güvenceli harbînin
nikahı, talakı, ıtâkı, çocuğu, yara ve kazf haddini, icareyi, kefaleti ve
bunlara benzer şeyleri ikrar etmesi caizdir. Mebsût'ta da böyledir.
Bir adam, kölesini
azad ettikten sonra, ona: "Sen benim kölem iken, ben senin elini
kesdim." der; köle de: "Sen, onu beni azad ettikten sonra
yaptın." derse; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre bu durumda kölenin sözü geçerlidir
ve efendisi, elin diyetini tazmin eder. (= öder.)
Keza, bir harbi,
müslüman veya zimmî olduğunda bir müslüman ona: "Sen dar-i harbde iken,
ben senin elini kesdim." veya "Sen dâr-i harbde iken, senin malını
aldım." derse; harbî de: "Sen bunları, ben dar-i İslam'a girdikten
(veya zimmi olduktan) sonra yaptın." dese; İmâmeyn'e göre, bu durumda
harbinin sözü geçerlidir. Müslüman onu zamin olup, öder.
Keza, bir harbî
müslüman olur ve bir müslümana: "Ben, harbî, iken, senin elini kestim ve
malını aldım." der; müslüman da: "Bunu İslam olduktan sonra, dar-i
İslam'da yaptın." derse; bu durumda müs-lümanın sözü geçerlidir ve harbi
dediklerini zamin olup, öder.
Bu; İmâmeyn'in
kavlidir.
İcma ise, eğer mal
ikrar edenin yanında duruyorsa, bu durumda ikrar edenin sözü geçerli olur ve o
malı, sahibine vermesi emredilir.
Yine, bi'1-icma, azad
edildikten sonra, bir kimse, bir cariyesine: "Ben, sana azad olmadan önce
cima eyledim." der; cariye de: "Hayır, belkide sen, beni azad
eyledikten sonra cima eyledin." derse, bu durumda efendinin sözü
geçerlidir ve cariyeye karşı, bir tazminat gerekmez.
Keza, bi'1-icma, bir
adam kölesini azâd ettikten sonra: "Ben, senden, sen benim kölem iken, her
ay başına vurulma diyeti aldım." der; köle de: "Hayır,
sen, ben azâd olduktan sonra aldın." derse; bu durumda da efendinin sözü
geçerlidir ve ona, bir tazminat gerekmez.
Keza, bi'1-icma, bir
adam kölesini azad eder ve bu köle, bir adama: "Ben, köle iken, senin
elini kestim." der; o adam da: "Hayır, sen, azad olduktan sonra
kestin." derse, bu durumda da ikrar edenin sözü geçerlidir ve ona karşı
tazminat yoktur. Muhıyt'te de böyledir.
Şayet, bir kimse,
cariyesini azad ettikten sonra ona: "Bu çocuğu, senden, seni azad etmeden
önce aldım." der; cariye de: "Hayır, sen beni azad ettikten sonra
aldın." derse, bu durumda o çocuk cariyeye verilir ve o hürdür.
Şayet adam, "onu
aldım." demiş olmasaydı, o çocuk cariyeye verilmezdi.
Eğer: "Ben, seni,
o çocuğu doğurduktan sonra azad eyledim." •deseydi; cariye de:
"Hayır, önce azad eyledin." deseydi; o takdirde, çocuk kimin yanında
ise, onun olurdu.
Keza bu, kitabet
hakkında da aynıdır.
İmâm Ebû Yûsuf (R.A.),
Emâli isimli eserinde, şöyle buyurmuştur: Eğer çocuk, her ikisinin yanında ise,
cariyenin sözü geçerlidir. Şayet
beyyineleri varsa, bu
durumda da cariyenin
beyyinesi geçerlidir.
Müdebbere de ise,
efendinin sözü geçerlidir. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, kölesini
azad ettikten sonra, bir adam, "o köleden, bin dirhem aldığım" ikrar
eder ve "...o köle iken aldım." der köle de: "Hayır, sen beni
azâd edildikten sonra aldın." derse; bu durumda kölenin sözü geçerlidir.
Kitabet de böyledir.
Sonra, bu ikrar ve ihtilaf cereyan eder.
Şöyleki: Eğer adam, o
köleyi satar; sonra da, bir adam, "ondan yüz dirhem gasbeylediğini"
ikrar eder ve "bu işi, o önceki efendisinin kölesi iken yaptığını"
söyler; ikinci efendisi de: "Sen, benim kölem iken gas-beyledin."
derse, bu durumda, o yüz dirhem, ikinci efendinin olur.
Yaralamalar da
böyledir. Hâvî'de de böyledir.
Bir kimse "kasden,
filanın gözünü çıkardığını" ikrar eder; bundan sonra da göz çıkaran
bu şahsın gözü çıkar ve gözü çıkarılan da:
"Sen, benim
gözümü çıkardın, senin de gözün
gitti." derse, gözü çıkarılanın sözü geçerli olur. Mebsût'ta da böyledir.
Bir adam: "Ben,
köle iken, hataen onun efendisini öldürdüm." dediğinde, hasmı:
"Hayır, sen azad olduktan sonra öldürdün.'* derse; bir şey gerekmez.
Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
İki müfâveda
ortağından birisi, "ortak olmadan önce filan adama borcunun olduğunu"
söyler; arkadaşı da bunu inkar eder; alacaklı ise: "Bu borç, ortak iken
oldu." derse; ortaklar bu borcu, ikisi birden öderler.
Şayet, "ortak
olmadan önce, ortağından hariç, borcu olduğunu" ikrar eder; alacaklı da,
"ortaklıkta olduğunu" iddia ederse; yine bu borcu, hem ikrar eden,
hem de ortağı öder.
Eğer, hepsi de
"borcun ortaklıktan önce olduğunu" doğrularlarsa; bu durumda
arkadaşının borcu, diğerinden alınmaz.
Şayet o iki ortaktan
birisi ölür veya ortaklıktan ayrılırlar, sonra da onlardan birisi,
"ortaklıkta iken, borçlarının olduğunu" ikrar ederse, sadece, onu
ikrar eden şahsa ödemesi gerekir. Hâvî'de de böyledir.
Bir müslüman,
"bir zimmiye, şarap veya domuz borcu olduğunu" ikrar eder ve
söylediği bu şeyler de yanında mevcut bulunursa, ikrarı caiz olur.
Zimmî, müslüman için
ikrarda bulunursa, o da böyledir.
Eğer, zayi olmuş
şarabı ve domuzu ikrar ederse, ona bir şey gerekmez.
Şayet zimmi için
irkarda bulunursa, o takdirde kıymetini alır. Eğer zimmî, müslüman olur, şarap
veya domuzun da zayi olduğunu söylerse, müslüman ise, "onların o şahıs
müslüman olmadan önce zayi olduğunu" söylerse, o zaman, kıymetini tazmin
eder. (= Öder)
Bu, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.) ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un kavlidir.
İmâm Muhammed (R.A.)
ise: "Tazminat gerekmez." buyurmuştur.
Eğer adam zimmi olur
ve "şarabın zayi olduğunu" ikrar eder; diğeri de: "Ben harbi
iken, sen zayi eyledin." veya "Sen harbi iken helak eyledin."
der ve onun da daha önce harbi olduğu bilinirse, işte o yukarda açıkladığımız
ihtilaf üzeredir. [15]
Bir adam, yanında
bulunan bir köle hakkında: "Filan adam, bu köleye ortaktır." derse;
bu kölenin yansı, o adamın olur.
Bu, İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'a göre böyledir.
İmâm Muhammet! (R.A.):
"Bu durumda ikrar edenin sözü geçerlidir. Mikdarını nasıl açıklamışsa, o
da, ikrar eylediği gibidir. buyurmuştur.
Şayet: "Filan
adam, bu kölede, benim ortağımdır." veya "Bu köleye, filanla ben
ortağız." veya "Köle, benimle onundur." derse; bu köleye
aralarında yarı yarıya ortak olurlar.
Bu, eğer söz bitişik
olursa, böyledir.
Bir kimse, bir başkası
için: "O, kölenin onda birine, benim ortağımdır." derse; onun sözü
geçerlidir.
Eğer: "Bu köle
benimdir ve filanındır; üçte ikisi benim, üçte birisi filanındır." derse;
dediği gibi olur.
Eğer, ikrar ederek:
"Filan ve filan beraber ortaktırlar; işte bu köle, aralarında üçte
birlidir." derse, İmâmeyn'egöre, bu durumda ikrar eden şahsın durumu
açıklaması gerekir. Mebsüt*ta da böyledir.
İbnü Semâa, İmâm
Muhammed (R.A.)*in şöyle buyurduğunu nakletmiştir:
Bir adam: "Şu
adamın, bu kölede bin dirhemi var." der ve bu köle, böyle söyleyenin
kölesi olur ve: "Bu, benim kölemdir. Ben bunu satın aldım; bunun için bin dirhem
vardır." derse dediği gibidir.
Eğer: "Filan
adamın, şu elbisede bin dirhemi vardır; kendisi de burada yoktur." derse,
bu söz ortaklığa delalet etmez. Ancak, o adamın bin dirhem alacağı olmuş olur.
Eğer: "Şu semer vurulan atta, onun bin dirhemi vardır." derse, işte
bu söz, ortaklıktan başa bir anlama gelmez. Muhiyt'te de böyledir.
îki ortaktan birisi,
ikrar ederek, bir bina hakkında: "Bizatihi evin birisi,
diğerinindir." derse, bu ikrarı sahih olmaz ve aralarında taksim ederler.
Eğer o yer, kendi hissesine
düşerse, ikrar edenle, ikrar olunan, aralarında hakları nisbetinde taksim
yaparlar. İkrar eden, o yerin haricinde. kalanı, yart yarıya alır.
Eğer, bir yolu veya
bir duvarı ikrar ederse, bu İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre böyledir.
İmâm Muhammed (R. A.)'e
göre ise, evin yarısı ikrar olunanın olur, yansını da taksim ederler. Eğer ev,
yüz arşın murabba (= kare) o ikrar olunan yer de, on arşın murabba ise, İmâm
Ebû Hanîfe (R.A.) ile İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, ikrar olunana, o on arşın
yer verilir. İkrar eden de geride kalanı bölüşür ve ona kırkbeş arşın yer
düşer.
İmâm Muhammed (R.A.)'e
göre ikrar olunana beş arşın karesi darb olunur; ikrar edene de kırkbeş arşın
kare isabet eder ve ikrar edenin nasibinin onda biri, ikrar olunanın olur.
Buna göre, o iki ortaktan
birisi, evde bir yeri, diğerine biaynihî vasiyet eder ve kendisi de ölürse yine
böyledir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Bir hamama iki kişi
ortak bulunduğunda onlardan birisi, "o hamam da, orta yerdeki bir odanın
bir başka adama ait olduğunu"-ikrar ederse; bu ikrarı caiz olmaz.
Bu durumda ikrar
olunan zat, ikrar eden şahsa, o odanın yarı bedelini ödetir.
Ancak, bu şahıs
hamamın yarısını veya üçte birisini ikrar ederse, bu ikrarı caiz olur.
Mebsût'ta da böyledir.
Gümüşle süslenmiş
bulunan bir kılıca, iki kişi ortak bulunduklarında pnlardan birisi: "O
gümüş hulliyatm, bir başka adama ait olduğunu" söylerse; bu ikrarı ortağı
için caiz olmaz.
Bu durumda, kendisi
için irkar olunan zat, o kılıcın hulliyatımn yarısının değerini, ikrar eden
şahsa altın olarak ödettirir.
Keza bir kimse,
"diğeri ile ortak olduktan evin, bir ağacının başkasına ait olduğunu"
ikrar ederse; o ağacın değerinin yarısını, irkar eden şahıs, irkar olunana
öder.
Keza duvardaki
tuğlaların veya kubbedeki direğin başkasına ait olduğunu yahut kapının
tahtalarından birinin, başkasının olduğunu irkar ederse, bu durumlarda ikrar
eden, ikrar olunana, söylediği şeylerin kıymetlerinin yarısını tazmin eder. (=
öder) Hâvî'de de böyledir.
İki kişinin ortaklaşa
bir yükleri bulunduğunda onlardan birisi: "Onlardan, belirli bir
elbisenin, bir adama mahsus olduğunu" söylerse; kendi hissesine düşen şey,
o ikrar olunan şahsın olur. Mebsût'ta da böyledir.
Köle ve hayvan da
böyledir. Hâvt'de de böyledir.
İki kişi bir daireye
ortak bulunduklarında onlardan birisi: "Benim hissemden, evin onda biri
filanındır." derse; bu caizdir. Bu daire ona taksim edilir; beşi ikrar
edenin olur. O da: "Evin tamamının onda biri, filanın." dediği için,
bu evin tamamının onda biri, o adamın olur. Bu durumda, onda dört hissesi de
ikrar edenin olur.
Şayet: "Tamamının
dörtte bîri, o adamındır. Geri kalan da ikimizin arasındadır." der; ortağı
da kendi hissesini inkar ederse; daire onunla ikrar olunan kişi arasında beşe
bölünür. Üç hisse ortağın, iki hisse de ikrar olunanın olur. Serahsî'nin
Muhıytı'nde de böyledir.
İki kişinin ortaklaşa
bir yurdu bulunduğunda, onlardan birisi, belirli bir evi, bir adam için ikrar
eder; ortağı da o evi inkar ettiği halde, başka bir evi ikrar eder; diğer
ortağı da onu inkar ederse; o yurt, aralarında yarı yarıya taksim edilir.
Hangisinin hissesine, ikrar eylediği ev isabet ederse, onu, ikrar olunan zata
teslim ader.
Şayet, hissesine o yer
isabet etmezse, o evden kendisine isabet edeni, krar olunanla kendi arasında
taksim eder; o taksimden geri kalan kısmı ia taksim ederler. Mebsût'ta da
böyledir.
İki kişi,
bir yurda ortak
bulunduklarında, onlardan birisi: "Buranın kendileri ile filan
şahıs arasında üçte bir nisbeti ile ortak bir yer olduğunu" iddia eder;
diğeri de, "ikrar olunan zatla,
kendileri arasında dörtte birle ortak olduklarını söylerse, bu durumda biz,
ikisini müttefik olarak görürüz. Öyleki onlardan birisi inkar,.diğeri ikrar
eder ve birbirini yalanlarsa, biz İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre deriz ki:
"Dörtte birine ortak, diyene muvafakat ederiz. Ve bu yer yarı yarıya
taksim edilir. Ve ikrar edenin elinde olan, kendi ile inkar edenin arasında
taksim edilir.
Fakat, İmâm Muhammed
(R.A.)'e göre, müttefekun aleyh olarak ikrar edenden, elinde olanın beşte biri
alınır.
Câmiu'l-Kebir'in Şerhi
Tahrir'de İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un da böyle buyurduğu zikredilmişti.
Bir topluluğa aid olan
bir yolun üzerinde, bir kap bulunduğunda, bu topluluktan birisi "oranın,
bir adamın yolu olduğunu" ikrar ederse; ortaklara karşı bu ikrarı caiz
olmaz. İkrar olunan şahsın da, o yoldan geçmesi, o yol taksim edilene kadar—
caiz olmaz.
Şayet taksim sonu, o
yol ikrar edenin hissesine düşerse, o zaman, o adamın, o yoldan gitmesi caiz
olur.
Şayet, başkasının
hissesine isabet ederse, —ikrar edenin hissesine karşılık olarak— ikrar olunan
şahsın olur. Hâvî'de de böyledir.
Üç kişinin ortak
bulunduğu bir kanalın, "onda birinin bir başkasına ait olduğunu" bu
ortaklardan birisi ikrar ederse; işte bu, iki vecih üzeredir.
1) Eğer onun
için, onda birini ikrar ederse; geride kalan, aralarında üçe bölünür. İkrar
edenin elinde olan üçte bir, kendisi ile ikrar olunanın arasında dörde bölünür;
bir bölüğü ikrar olunanın olur.
2) Şayet,
"kanalın tamamının, üçte birinin kendisine ait olduğunu" iddia
ederse; ikrar eden şahsın elinde olan, on üçe bölünür; üç bölüğü ikrar olunanı,
on bölüğü ise ikrar edenin olur. Serahsî'nin Muhiytı'nde de böyledir.
Üç kişi ortak
bulunduğu pınar da böyledir. Mebsût'ta da böyledir.
İbnü Semâa'nın
Nevâdiri'nde nakledildiğine göre, İmâm Ebû Yûsuf (R. A.) şöyle buyurmuştur:
İki adamın elinde bir
ev bulunduğunda, onlardan herbirisi» "Bu evin yarısının kendine ait
olduğunu" ikrar eder ve her biri onu iddia ederse; bu durumda, bu
ortaklardan biri, evin yansını alır. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam,
"yanında bulunan kölenin
yarısının, fülana ait olduğunu" ikrar ettikten sonra:
"o benimle başka filanın arasındadır." daha sonra da: "o
benimle, daha başka filanın arasındadır." der ve hakime dava açarlarsa, o
zaman hakim, yarısını öncekine hükmeder; ikinciye dörtte birini, üçüncüye ise
sekizde birini hükmeder. İkrar edenin yanında ise, sekizde birisi kalır.
Keza ölüye karşı böyle
ikrar ederse, o varislerinin olur. Hâvî'de de böyledir.
İki adamın ortak
bulunduğu bir kesede bin dirhem bulunduğu zaman, bu
ortaklardan birisi, "onun
yarısının başka birine
ait olduğunu" söyler ve eğer "yarısı senin." der; o da
susar; diğeri ise, bunu inkar ederse; işte bu durumda, kendisi için ikrar
olunan şahsa, ikrar edenin yanında bulunanın üçte biri vardır.
Eğer: "Yansı
senin; yarısı da benimle ortağımın." derse, dediği gibi olur.
Şayet: "Bu kese
benimle senin aranda yarı yarıyadır." derse; yanında bulunan şeye yarı
yarıya ortak olurlar. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Bu ortaklardan birisi:
"Yarısı onun, yarısı da benimdir." der; diğeri de: "Üçte biri
onun, üçte ikisi de benimdir." der; önceki de bunu tasdik ederse; bu
durumda ikinciden onun elinde bulunanın üçte birini alır. Ve onu, öncekinin
elinde olana ilave eder ve yarı yarıya taksim ederler.
İmâm Muhammen (R.A.)
şöyle buyurmuştur:
İkincinin elinde
olanın beşte birini alır. Ve öncekinin elinde olana ilave eder ve aralarında
yarı yarıya bölüşürler.
Eğer adam, hepsini
iddia ederse; ikrar olunan adam, her birinden, ikrar eyledikleri kadarını'
alır.
Bu, İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'a göredir.
İmâm Muhatnmed
(R.A.)'e göre ise, "Üçte bir ikrar eden"den, elinde olamn beşte
birini alır; "yansını ikrar eden" de beşte ikisini alır. Kâfi'de de
böyledir.
Şayet, bu ortaklardan
birisi, ikrar ederek: "Üçte biri filanın üçte ikisi de benimdir,"
der; diğeri de: "Üçte ikisi onun, üçte birisi de benimdir." derse ve
o filan da, kesenin kendisinin olduğunu sanarsa, üçte biri ikrar eden şahıstan
elinde olanın beşt birini alır. Üçte ikisini ikrar edenden de beşte üçünü alır.
Bu, ikrar olunan şahıs, onları yalanladığı zaman böyledir.
Eğer, iksini de
doğrularsa; "üçte ikisini ikrar eden" şahıstan elinde olanın beşte
üçünü alıp ikincinin elinde olana ilave eder ve üçe taksim ederek üçte ikisini
ikrar eden alır; üçte birini de ikrar olunan alır. Serahsî'nin Muhiyü'nde de
böyledir.
Üç kişinin, ortak bir
keseleri (= para çantaları) olduğunda,
onlardan birisi, "kendi hissesinin, dörtte üçünün ortağına ait olduğunu
söyler; dörtte birinin de kendinin olduğunu ikrar eder; diğeri de ikrar olunanı
altıda beşi olduğunu, altıda birinin de kendisine ait olduğunu ikrar eylese;
ikrar olunan şahıs ise hepsini iddia ederse bu durumda her birinden, ikrar
ettiklerini alır.
tmâm Muhammed (RkA.)'e
göre, "dörtte üçünü ikrar eden"den, onun hissesinden beşte ikisini,
alır; diğerinden ise beşte üçünü alır. Kâfi'de de böyledir.
Şayet, onlardan
birisi: "Gerçekten yabancı birinin benim hissemin üçte birisi vardır;
benim ise üçte ikim, vardır." der; diğeri de: "Benim hissemde yarısı
vardır; yarısı da benimdir."; üçüncüsü de: "Üçte ikisi onun, üçte
birisi benimdir." der; yabancı da: "Hepsi de benimdir." derse;
"üçte bir ikrar eden" den hissesinin yedide birini alır.
"Yansını ikrar eden"den yedide ikisini alır. "Üçte ikisini ikrar
eden'Men de, yedide üçünü alır. Serahsî'nin Muhiytı'nde de böyledir.
Bir adam;
elinde, içinde bin
dirhem bulunan bir
kese bulunduğunu da, "onun filan ile yarı yarıya —ortak—
olduğunu" ikrar edip, yarısını ona verdikten sonra , yine ikrar ederek,
"o keseye, kendisi ile başka birinin, yarı yarıya ortak olduklarını"
söylese; işte bu, iki vecih üzeredir.
Önceki adama ya
hakimin hükmüyle vermiştir veya hükümsüz vermiştir.
Birinci halde, elinde
kalanın yarısını, ikinci adama verir. Bu miktar ise, kesede olanın dörtte
biridir.
İkinci vecihte ise,
elinde olanın yarısını verir. Bu, bütün alimlerimizin görüşüdür.
Şayet, ikinciadama
yansını ikrar etmez de, üçte birini ikrar eder ve "Kese benimle senin
arandadır ve öncekinin arasındadır." der; ikinci adam da biriniciyi
yalanlarsa; öncekine de hakimin hükmüyle verirse, işte o zaman, elinde kalanın
yarısını verir.
Eğer öncekine hükümsüz
vermişse, ö zaman tamamının üçte birini verir.
Eğer öncekine hakim
hükmetmeden, yansını ikinciye de hükümle üçte birini verdikten sonra da,
*'ikinci adamın, dörtte birine sahip olduğunu" ikrar eder; önceki de, onu
yalanlar; ikinci de üçüncüyü yalanlar; üçüncü de, öncekileri yalanlarsa, işte o
zaman, adam elinde olanın altıda birini üçüncü adama verir. Malından da altıda
birin yarısını, borçlu olur ki bu kesede olanın dörte birisi olsun.
Şayet, hakimin hükmü
ile öncekine yarısını vermiş; dörtte birini de —yine hakimin hükmüyle— ikinciye
vermişse; sonra da üçüncüye ikrar etmişse, elinde kalanın yarısını verir ki, o
da, sekizde birdir.
Eğer hükümle, öncekine
yarısını verir; dörtte birini de ikinciye hükümsüz olarak verir; sonra da
üçüncüye ikrar ederse; ona da kesede olanın altıda birini verir ve ona, altıda
birin yarısı (on ikide biri) kalmış olur.
Eğer birinciye,
—hükümsüz olarak— yansını verip; İkinciye de —hüküm ile— üçte birini verdikten
sonra, üçüncüye ikrarda bulunursa; onuda ^üçüncüyü de— birinci doğrular, fakat
bu ikinciyi yalanlarsa; üçüncü adam da, birinciyi doğrular, ikinciyi yalanlar;
ikinci ise, ikisini de yalanlarsa, bu durumaa Üçüncü, ikrar edenden elinde
olanın yarısını alır ve öncekinin elinde olana ilave eder.
İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'un kıyasına göre yarı yarıya taksim ederler.
İmâm Muhammed (R.A.)
ise, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'den rivayetle: "Elinde olanın üçte birini
alır; sonra da, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un dediği gibi yapar." buyurmuştur.
Şayet, hükümsüz
olarak, ikinci adama üçte bir verir; sonra da üçüncüye ikrarda bulunursa,
mes'ele kitapda söylendiği gibidir. O takdirde, üçüncü, ikrar edenden tamam
malın sekizde birini alır. O da, —adamın elinde olanı önceki adamın elinde
olana ilave edip yarı yarıya taksim etmeleri ile— dörtte üç eder.
Ebû Bekir
el-Cessâs, Ebû Said
Berzeî'nin şöyle dediğini nakletmiştir:
Bu kavil, İmâm Ebû
Yûsuf (R.A.)'un kavlidir.
Fakat, İmâm Muhammed
R.A.)*in kıyasında, tam malın onda birini alır; o da, beşte üçtür yani elinde
olanı birinci adamın elinde olana ilâve eder ve onu yarı yarıya taksim ederler.
Eğer ikrar eden,
önceki adama, —hakimin hükmüyle— yarısını verdikten sonra, ikinci ve üçüncü
adamlara birlikte ikrarda bulunur; önceki adam da üçüncü hakkındaki ikrarı
doğrular ve ikinci hakkındaki ikrarı yalanlarsa; o takdirde, üçüncü adam ikrar
edenin elinde bulunanın dörtte birini alır ve birincinin elinde olana ilave
eder ve onu yarı yarıya taksim ederler.
İşte bu, İmâm Ebû
Yûsuf (R.A.)'un kavlidir.
İmâm Muhammed (R.A.)'e
göre, üçüncü adam, ikrar edenin elinde olanın beşte birini alır. İkinci adam da
ikrar edenin ikrar eylediğini alır önceki adamın doğrulamadığı, bütün malın
dörtte birini alır. Huseyrî'nin Tahrîri'nde de böyledir.
Bir adam:
"Filanın, bende ve filanda bin dirhemi vardır." der; diğeri de bunu
inkar ederse, ikrar eden şahıs, bu bin dirhemin yarısını öder.
Keza, ariyeti, borcu,
mudarebeyi, hataen adam öldürmeyi, kasden veya hataen yaralama yapmayı ikrar
eder ve kendisiyle birlikte, bu işi iki kişi ile yaptığını söyler ve onları da
belirtir,'onlar ise, bunu inkar ederlerse; üçte birini kendisi öder.
Keza, ticaretten men
edilmiş bir köleyi veya sabiyi, harbiyi, ölüyü yahut tanınmayan bir adamı
söylerse; işte o zaman, ikrar eden hissesine düşeni öder. Hâvî'de de böyledir.
Şayet, bir adam:
"Filanın, bizde bin dirhemi vardır." der ve kendi ile birlikte
kimseyi söylemez; sonra da: "Ben, benimle filanı, filanı
kas-deyledim." derse; alacaklı da alacağın tamamını, ikrar edenden dava
ederse, bu durumda o bin dirhemin tamamını ikrar eden şahsın kendisi öder.
Keza, eğer:
"Filanın, bizde bin dirhemi vardı." der ve kendisi ile iki başka
kimseyi de işaret ederse; bu durumda da borcun tamamını, kendisinin ödemesi
gerekir.
Keza: "Filanın,
bizim tamamımızda bin dirhemi vardır." der veya "..
.tamamımızda'' derken, kendisiyle
birlikte bir topluluğa
işaret ederse; işte o zaman, bin dirhemden kendi hissesine düşeni öder.
Eğer: "Filan
adamın, bizden bir adamda, bin dirhemi vardîr." derse; bu durumda
kendisine, bir şey lazım olmaz.
"Bizden iki kişi
üzerinde, vardır." derse yine bir şey gerekmez. Muhıyt'te de böyledir.
Keza: "Ey filan, sizin bende bin dirheminiz
vardır." derse; tamamını öder.
Keza: "Siz, ey
filan, bende bin dirheminiz var." derse; tamamını öder. Keza: "ey
filan, ikinizin benim üzerimde bin dirhemi vardır." derse; onlardan
birisine yarısını öder. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Şayet: "Biz,
filandan, bin dirhem borç aldık, (veya emanet aldık) ariyet aldık. Ondan gasbeyledik)."
derse; bu şahıs, o şeyin tamamını kendisi öder. Kendisi ile birlikte başkasını
kasdetmesi kabul edilmez.
Eğer; "ben ve
filan, filandan gasbeyledik; yüz dirhemi zoraki aldık." derse; bu durumda
yarısını vermesi lazım olur.
Ancak: "Filan
adam, benimle oturuyordu." demesi hali buna muhaliftir; o takdirde
tamamını kendisi öder. Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse, ikrar
ederek "kendisi ve filanın, kasden birinin elini kestiklerini"
söyler; o filan da bunu inkar eder; talip de "o, yalnız ikrar eyledi"
diye iddia ederse; bu durumda kıyasa göre bir şey gerekmez.
Fakat biz, burada
kıyası bırakır ve o adamın, elin yarı diyetini vermesini, hak kabul ederiz.
Hâvî'de de böyledir.
Bir adam ölüp, iki
kardeşi kaldığında, onlardan birisi, "kardeşi olduğunu," diğeri "kardeşi
olmadığını" irkar ederse; bu durumda ikrar eden kardeş ikrar olunan şahsa
—alimlerimize göre— verilmesi gereken malın, yarısını verir. Fetâvâyi Suğrâ'da
da böyledir.
Kardeşlerden biri
"Benim yanımda babamdan miras yoktur." demiş olsa, diğer kardeşi de,
"ikrar eden o şahsın babasının oğlu olmadığını" söyleyerek:
"Ölenin oğlu benim." dese; veya bir kimse, diğer bir adama:
"Senin kız kardeşin öldü; o, benim karımdı; şu malı, benimle senin aranda
miras olarak terketti." dediğinde diğeri: "Onun tamamı benim; çünkü,
o senin karın değildi." dese; birinci mes'elede malın yansı ikrar
edenindir. İkinci mes'elede ise, kardeş malın tamamını alır.
Bu, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre böyledir. İmâmeyn'e göre ise, malın yarısını alır. Kâfi'de de
böyledir,
Bir kadın, "kocasına varis olduğunu" ikrar
ettikten sonra, kocanın kardeşi: "Sen, kardeşinin karısı değilsin."
derse; bu durumda malın, tamamı, İmâm Muhammed (R.A.) ve İmâm Züfer (R.A.)'e
göre kardeşin olur.
İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'a göre, dörtte biri kadının, kalanı kardeşin olur. Fetâvâyi Suğrâ'da da
böyledir.
İbnü Semâa, İmam
Muhammed (R. A.)'e yazarak, şöyle sormuş: — Bir adam, iki adama:
"İkinizin, bende bana birlikte sattığınız
kölenin bedeli olarak
bin dirhemi vardır." der; onlardan birisi, bunu doğrular; diğeri de:
"Benim sende, müşterek olarak verdiğimiz borçtan dolayı, beşyüz dirhem
alacağım vardır." derse, durum ne olur?
imâm Muhammed (R.A.)
şöyle buyurmuştur:
İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'e ve Eblû Yûsuf (R.A.)'un kıyaslarında uygun olanı, onlardan
hiçbirisinin bir şey almamalarıdır. Ancak diğeri ortak olur. Ancak, bana göre,
onlardan birisi alır; diğeri, —ortaklığını yalanlarsa— ona ortak olamaz.
Bir adam, iki kişiye:
"Ben, sizin babanızdan, bin dirhem gasbeyledim. Sizden başka da onun
varisi yoktu." dediğinde, onlardan birisi, bunu doğrular, diğeri de:
"Benim, senin üzerinde, verdiğim borçtan dolayı beşyüz dirhem alacağım
vardır. Sen, benim babamdan, bir şey gasbetmedin." derse; İmâm Muhammed
(R.A.): "Onlardan hiç birisi bir şey alamazlar. Ancak, onun kardeşi, o mala
ortak olur." demiştir. Muhıyt'te de böyledir.[16]
Bir kimse, ikrar
ederek: "Nefse kefalet, kısas kazf haddi, bir şey bedeli, verilmesi
gereken borç, ücret, bedeli gereken mehir, cinayet sebebiyle olan diyet,
tazminatı gereken gasb, emanet vedia, ariyet, icare gibi, mal olan ve olmayan
bütün haklar beraet altına girmeden önce, filanın hakkı yoktur. Benim de
filanda hakkım yoktur." derse, bu durumda emanet hariç, hepsi de bu sözün
zımmna dahil olur.
Saye: "Filanda,
benim hakkım yok. derse; işte o zaman, bu söze emanet de dahil olur; tazminati
gereken şey ise dahil olmaz. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam: "O,
benim onda olan malımdan beridir." derse; bu durumda borç bağışlanmış
olur.
Şayet: "Yanında
olan malımdan beridir." demiş olsa, aslı emanet olan mal bağışlanmış olur.
Aslı gasb veya tazminati gereken bir mal ise, bağışlanmış olmaz.
Eğer: "Önceki
olan malımdan beridir. (- kurtulmuştur.)" derse; bu durumda, muhatabı hem
tazminattan hem de emanetten kurtulmuş olur.
Şayet, bundan sonra bu
alacaklı iddiada bulunursa, iddiası kabul edilmez.
Alacağın beraattan
sonra olduğunu şahitle isbat eder; veya tarihiyle, beraattan sonra olduğunu
kanıtlarsa, o müstesnadır. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Eğer vaktin tarihi yok
ve dava mübhem ise, bu dava kiyasen kabul edilir; istihsanen ise kabul edilmez.
Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, eğer:
"Benim bir ferdde borcum yoktur." der; sonra da bir adama karşı
alacak iddiasında bulunursa, bu sahih olur.
İbnü Riistem'in
Nevâdiri'nde, nakledildiğine göre, İmâm Muhammed (R.A.) şöyle buyurmuştur:
Bir kimse: "Bütün
insanlara karşı benim borcum vardır." derse; bu şahıs o borçtan bendir.
Ancak, onlardan biaynihî birisi, alacak isterse o müstesnadır.
Keza: "Bütün
malımı insanların borcuna karşı verdim." derse, bu sahih olmaz.
Serahsî'nin Muhıyti'nde de böyledir.
Bir kimse, ikrar
ederek: "Gerçekten filan adam, daha önce, bütün hakkından beri oldu. (-
vaz geçti.)" der; sonra da:
"Haklarının bazısından, hakkından vaz geçti." derse; bu şahsın
sözüne inanılmaz.
Keza: "O, daha
önce olandan beridir." veya "Önce olan malımdan beridir." yahut:
"'Onda olan alacağımdan beridir" veya "Onda olan hakkımdan
beridir." derse, bu beraate, haklarından olan, kefalet, kısas veya diyet
lazım olan cinayetler dahil olur. Çünkü, bunların cümlesi hakdir. Mebsût'ta da
böyledir.
Eğer bir alacaklı:
"Ben, filan adamda olan alacağımdan beri oldum" veya "Onda olan
alacağım, helal olsun." derse, işte bunlar, borçlu için beraat olur.
Eğer: "Oniın, üzerinde
bulunan malımı, ona bağışladım." derse, o adam, borçtan beri olur.
Eğer huzurda olur da:
"Ben bağış kabul etmem." derse, veya hazırda olmadığı halde, durum
ona ulaşınca: "Ben, kabul etmem." derse; bu durumlarda borç, üzerinde
baki kalır.
Şayet bağış reddetmeden
ölürse; borçtan beri olmuş olur. Hâvî'de de böyledir.
Bir alacaklı, ikrar
ederek: "Gerçekten filan adam, bana olan borcundan beri oldu." derse;
işte bu ikrar, alacağını almak yerine geçer. Mebsût'ta da böyledir.
İkrar ederek:
"Filan adamla beraber, bana borcu yoktur." derse, bu durumda beraet,
alacaktan değil, emanetlerden olur. Muhıyt'te de böyledir.
İkrar ederek: "Filan adam tarafından, onun için had
cezası yoktur." der; o adam da hırsızlık iddiasında bulunursa, eli
kesilir.
Eğer: "Filan adam
tarafından, bende diyet yoktur." derse; o zaman, hata, sulh, kefalet
diyeti iddiasında bulunamaz.
Şayet: "Filan
adam tarafından, bende yaralama diyeti yoktur." derse, bu durumda ister
hata ister kasıd olsun yaralama diyeti bağışlanmış olur. Fakat, ölüm diyeti
bağışlanmış olmaz. Serahsî'nin Muhıyti'nde de böyledir.
İkrar ederek:
"Onun için, kısas yoktur." derse; bu adam had ve hata iddia etme
hakkına sahiptir.
Keza ikrar ederek:
"Hataen yaralama diyeti yoktur." dediği halde, kasden yaralama diyeti
iddia etse, buna hakkı vardır. Bu durumda isterse, kısas da yaptırır. Mebsût'ta
da böyledir.
Bir kimse, ikrar
ederek: "Filan adam tarafından, onun için, kan yokdur." derse, işte o
zaman, ne kasden, ne de hataen olan kan için, iddia da bulunamaz. Kanın
haricinde olan cinayetler için, iddia edebilir. Hâvî'de de böyledir.
Şayet ikrar ederek:
'-'Filan tarafından, onda bir hak yoktur." der; ,sonra da, kazf haddi veya
sirkat haddi iddiasında bulunursa; bu husustaki beyyinesi kabul edilmez.
Ancak, bu fiilin, berattan
sonra yapıldığım isbat ederse, o müstesnadır. Mebsût'ta da böyledir.
Eğer: "Ancak,
filanın kazfinden beridir." der; sonra da onda kazf cezası
talebinde bulunarak: "Daha
önce söylediğim sirkat cezasından beridir." derse;
tazminat ve ei kesme cezası uygulanmaz. Serahsî'nin MuhiytTnde.de böyledir.
Bir adam: "Benim,
bilerek, filan adamda bir hakkım (alacağım) yoktur." der; sonra da belirli
bir hakkının olduğunu isbat ederse bu beyyinesi kabul edilir. Önceki sözünden
dolayı beraet vaki olmaz.
Keza: "Benim
bilgime (veya inancıma, zannima re'yime, görüşüme, hisabıma veya kitabıma) göre
filanda bir hakkım yoktur." der; sonra hakkının olduğunu isbat ederse;
hakkım alır.
Şayet: "Gerçekten
ben bildim ki, filanda bir hakkım yoktur, (veya onu aldım.)" derse, bu
şahsın, —hakkının olduğuna dair— sonradan getireceği beyyinesi kabul edilmez.
Havî'de de böyledir.
Eğer: "Filandan
bir şey alıcı olmadım." der; sonra da bu hususta beyyine ibraz ederse; bu
beyyinesi kabul edilir. Önceki sözü geçersizdir. Keza: "Filandan beri
oldum." veya "Filan benden beridir." derse, bu söz, kendi
hakkından beraat olmaz. Mebsût'ta da böyledir.
Eğer: "Onun
yanında bulunan evde, benim bir şeyim yoktur." derse, bu davası kabul
edilmez. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Eğer: "Ben, şu
evden beriyim. (- uzağım)" dedikten sonra, onu iddia eder veya beyyine
ibraz ederse; bu beyyinesi kabul edilmez.
Ancak, beraattan sonra
vaki olan bir hak iddiasında olursa, o takdirde, beyyinesi kabul edilir.
Muhıyt'te de böyledir.
Eğer: "Ben, bu
evden çıktım." derse; bu bir ikrar sayılmaz. Eğer: "Ben, bu evden,
yüz dirheme karşılık çıktım." veya "Ona karşılık, yüz dirhem
aldım." derse; işte bu ikrar sayılır. Artık o evde, bir hak sahibi olamaz.
Bu, hayvan arazi,
alacak hakkında olduğunda iddia edilen de, bunu inkar ederek: "Sen, benden
gasben yüz dirhemi aldın." derse; buna karşı yemin verilir. Yemin ederse,
yüz dirhemi geri alınır. İkrar eden de, ona karşı dava edebilir. Mebsût'ta da
böyledir.
Şayet: "Ben, bu
köleden beriyim (- uzağım)" der; sonra da onu iddia eder ve beyyine de
ikame ederse; bu beyyinesi kabul edilmez.
Keza: "Ben, bu
köleden çıktım." veya "Bu köle, benim mülkümden çıktı." veya:
"Elimden çıktı." der; sonra da —kendisinin olduğuna dair— beyyine
ikam ederse, bu beyyinesi kabul edilmez. Muhıyt'te de böyledir.
Eğer: "Bu köle
senindir." der; sonra da: "Benim değildir." der; bilahare de:
"Belki de benimdir." derse; o köle, onun olmaz.
Bu durumda beyyine
ikame eylese, o da kabul edilmez. Muhıyt'te de böyledir.
Eğer: "Filan
adamın, bende bin dirhemi vardır." der; o adam da: "Sende, benim bir
şeyim yoktur." derse; bu durumda öncekinin ikrarı reddedilir.
Şayet ikrarını
tekrarlar, ikrar olunan da: "Evet." derse; bu durumda borcunu öder.
Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Eğer, ikrar ederek:
"Bu cariye filanındır; ben ondan zoraki aldım." der; o filan da:
"bu cariye, benim değildir." derse; ikrarı batıl olur.
Şayet ikrarını
tekrarlar ve ikrar olunan da bunu kabul ederse, bu durumda cariye, ikrar
olunana verilir. Mebsût'ta da böyledir.
Birşbin Velid,İmâmEbûYûsuf(R.A.)'unşöylebuyurduğunurivayetetmiştir:
.
Bir adam: "Ben,
sende olanımdan beri oldum." dediğinde, diğer şahıs da ona cevaben:
"Gerçekten senin bende bin dirhemin vardır." der; önceki de:
"Doğru söyledin." derse; bu durumda borçlunun, kıyasen—bin dirhemi
ödemesi gerekir. İstihsanen ise, ondan beri olur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de
böyledir.
Bir adam, başka bir
adamda, bin dirhemi olduğuna dair iki şahit getirir; borçlu da, "o bin
dirhemden vaz geçtiğine dair" iki şahit getirirse ve bu durumda borç
tarihli olur ve bu tarih de beraatten Önce bulunursa, o beraat etmiştir. Eğer
borç, beraattan sonra ise, yeniden beraat gerekir.
Şayet tarih, beraattan
evvel ise, mal ile hükmedilir.
Eğer her iki taraftada
tarih yoksa, yine beraatla hükmedilir.
Eğer alacaklının da,
vereceklinin de tarihleri aynı ise, borcun tarihi olduğu halde beraat tarihi
yoksa veya beraat tarihli de malın veriliş tarihi yoksa; yine beraatla
emredilir.
Bir adamın, diğerine
karşı iki senedi (yazılı kağıdı) bulunur; her birinde de bin dirhem alacak
yazılı-olur ve her ikisinin de tarihleri ayrı ayrı olur; borçlunun elinde olan
senedin birinde, "bin dirhemden
beraatı" ikinci senedde ise, "beşyüz dirhemden beraatı." yazılı
olur ve borçlu: "Senin bende, bin dirhemin vardı. Sen ise, benden bin
beşyüz dirhem aldm." der; alacaklı da: "Benim, sende ikibin dirhemim
vardı; ben, senden hiç bir şey almadım." derse; gerçekten borçlu bin
beşyüz dirhemden beri olur. Ve alacaklı, beşyüz dirhemi için borçluya başvurur.
Tamamı ise iki bin
dirhemdi. (Ve binbeşyüzünü almış olduğu anlaşılmış oldu.) Fetâvâyi Kâdîhân'da
da böyledir.[17]
İmâm Muhammed (R.A.)
şöyle buyurmuştur:
"Bir adamın
elinde bir ev bulunduğunda, o ikrar ederek: "Bu ev filanındır; benim bunda
bir hakkım yoktur." der; ikrar olunan şahıs da: "Bu ev, kat'iyyen
benim değildir. Fakat o, filan adamındır." der ve bu sözüyle, üçüncü bir
adamı kasdederse; üçüncü adam. da bu sözü doğrularsa; işte bu takdirde, hakim
evi üçüncü adama hükmeder.
Eğer, önceki ikrar
eden, sözüne bitişik olarak: "Fakat, bu filanın." der ve kat'iyyen
benim hakkım yoktur." derse, bu böyle olur.
Şayet sözünün arasını
açarak söylerse, böyle olmaz. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, "başkasında
alacağının olduğunu" ikrar eder; o adam da "borcun başkasına ait
olduğunu" söyler, o söylenilen adam da, bunu doğrularsa, sahih olur. Ve bu
alacağı almak birinci adamın hakkı olur. İkinci adamın hakkı olmaz.
Şayet, bu durumda
üçüncü şahıs borcunu ikinci şahsa ödese, yine borçtan beri (= kurtulmuş) olur.
Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Eğer: "Filanda
olan bin dirhem filanındır; benim değildir." der; o filan da: "Benim,
filana borcum yoktur." derse; bu durumda borçlu, borcumdan beri olamaz.
Şayet ikrar olunan
şahıs: "Benim filana bir şey borcum yoktur; ben ondan beriyim."
derse; yine borçtan beri olmuş olmaz. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Hişam, İmam Muhammed (R.A.)'in
şöyle buyurduğunu nakletmiştir:
Elinde bin dirhem
bulunan bir kimse, diğer bir şahsa: "Bu bin dirhem senindir; kardeşinden
miras kalmıştır." der, kendisi için ikrar olunan şahıs da: "Bu başka
bir adamındır; onun kardeşinden miras kaldı." derse; İmâm: "O bin
dirhem, —eğer sözler bitişik söylenrhişse— ikinci ikrar olunana verilir."
buyurmuştur. Muhıyt'te de böyledir. [18]
Bir adam, zorlanması
neticesinde: "Filan adamın, filan adamda bin dirhemi vardır." der;
alacaklı da: "O doğru söyledi." der; ve bu durumda, kendisinin borçlu
olduğu ikrar olunan zat, mukırhn zoraki söylemediğini irkar ederse; bu durumda
borcunu öder.
Yok, "eğer, onu
zoraki söylediğim" ikrar ederse, birşey gerekmez.
Keza: "Şahit
olunuz; gerçekten filana bin direm borcum vardır; yalan şahitlikle; .batıl ve
yalanla..." der; o filan da bunu doğrularsa; hiç bir şey gerekmez.
Şayet: "Malı
doğruladı. Fakat, "yalan şahitlerle ve batıl olarak..." sözü
yalandır." derse; bin dirhemini ondan alır.
Buna göre, bir adam
"Zor karşısında, evini bir adama, bin dirheme sattığını" söyler ve
"zoraki olarak sattığı" yalana çıkarsa, bu durumda o şahıs, evini
satmış olur.
Şayet, söylediğinin
tamamı doğrulanırsa, işte bu durumda satış, batıldır. Onu doğrulamak, şayet bir
şey tahsis olunmazsa bütününü doğrulamaktır. Mebsût'ta da böyledir.
Bir adam, diğerine:
"Benim, sende bir hakkım yoktur ve şahit ol ki senin bende bin dirhemin
vardır." der; diğeri de: "Evet, senin bende bir hakkın yoktur."
der; sonra da: "Onun için, bin dirhem borcum olduğuna şahitlik
ederim." der, bunları da şahitler tamamen duyarlarsa, bu durumda bu söz,
geçersizdir; bir şey gerekmez. Bu hususta, şahitler de dinlenmezler.
Şayet: "Şahit ol,
benim sende bin dirhemim vardır. Batıl üzeredir." veya "Sen, ondan
beri oldun." derse yine yapılacak bir şey yoktur. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, bir kadına:
"Ben seni, bin dirhem mukabili mehirle nikahlamaya şahid oluyorum."
der ve zorlama da bulunur; kadın da: "Olur, yap ve böyle yap." der;
şahitler de bu duruma şahit olurlar; sonra da adam: "Ben onu bin dirheme
nikahladım; o da bu nikaha razı oldu." derse; işte bu nikah caizdir.
Köle azad etme; karı
boşama; mal mukabili karı boşama ve alınması gereken bir hak hakkında da, bu
durum caizdir.
Yalnız bu veçhile
yapılan kitabet caiz olmaz. Bu, satım yerinde olduğundan, geçersizdir. Havî'de
de böyledir.
Bir adam, bir kadına:
"Ben, senin(n mehrini) gizlice bin dirhem (olarak) tayin ettim; fakat, onu
iki bin dirhem olarak açıkladım; sen buna şahit ol; mehrin bin dirhemdir."
der; veya gizlice bin dirheme sözleştikleri halde, yüz dinar diye açıklarsa,
kadına, her iki halde de nıehr-i misil gerekir.
Bu hal, bin dirhem ve
yüz dinar hakkındaki satışda olursa, kıyasen bu satış batıl; istihsanen ise,
sahihdir.
Şayet, bin dirhemle,
iki bin dirhemde olursa, İmam Ebû Yûsuf (R.A.): "Ben, Ebû Hanîfe
(R.A.)'den bu satışın, ikibin dirhem üzerine olduğunu öğrendim."
buyurmuştur.
Bunu, Muaila'da İmâm
Ebû Yûsuf (R.A.)'ıın, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'den böylece naklettiğini,
söylemiştir.
İmlâ kitabında, İmâm
Muhammed (R.A.) de, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)den rivayeten, "Satışın bin dirhemede
sahih olduğunu" bildirmiştir.
Bu kavil, İmâmeyn'in
de kavlidir. Mebsût'ta da böyledir. [19]
Bir adam, sıhhatli
veya hasta olduğu halde, "bin dirhem mehirle bir kadını
nikahladığını" ikrar eder; sonra da bunu inkar ederse; kadın da onun
sağlığında veya Ölümünden sonra, onun ikrarını doğrularsa; bu durumda kadın
doğrulanır ve miras ve mehir hakkına sahip olur. Ancak, mehri, mehr-i misilden
fazla olursa, o fazlalık batıl olur.
Adam hasta olur, kadın
da kendisinin sağlığında ve hastalığında ikrar ederek: "Gerçekten filan,
beni şu kadar mehirle, nikahladı." der; sonrada bunu inkar ederse; eğer
kocası onun ikrarını sıhhatli iken doğrularsa, nikah sabit olur.
Şayet o öldükten sonra
doğrularsa, nikah sahih olmaz.
Bu, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'nin kavlidir. Onun mirasından, kocasına gitmez.
Diğer iki İmama göre,
nikah sabit olur. Mebsût'ta da böyledir.
Eğer bir adam:
"Ben, filaneyi nikahladım ve inşaallah dedim." derse; bu ikrar, bir
şey değildir.
Belki de bu, bir
inkardır. .
Hatta "Bu
inşaallah, benim decjiğim gibidir." derse; bu durumda, —o hususta kocanın
sözü geçerlidir.
Bir adam, bir kadına:
"Ben, seni dün nikahlayacak değilmi idim?" derse; böyle söylemekle,
nikah yapılmış sayılmaz.
Ancak: "Seni dün,
ben nikah yapmamış mıydım?" der; kadın da: "Evet yapmıştın.'* derse;
işte bu, nikah için ikrar olur. Buna binaen, eğer istifham nefi üzerine dahil
olursa işte bu isbat olur. Bu, sanki "ben seni dün nikahladım." deyince,
"evet." cevabı verilmiş manasına gelir. Muhıyt'te de böyledir.
Keza: "Ben, seni
dün boşamış olmadım mı?" diyen kocaya kadın: "Evet'* derse, işte bu
da boşamayı ikrar olur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Bir kimse bir kadına:
"Ben, seni dün nikahladım." der; kadın da: "Hayır." der;
sonra da: "Evet" derse; bu durumda kocaya, nikah lazım olmaz.
Şayet, kadına:
"Ben, seni dün boşamadan mı?" derse, işte bu hem nikaha, hem de
talaka ikrar olur.
Eğer: "Ben, seni
dün boşadım mı?" derse; işte bu, nikahı ikrar olduğu halde, talaka ikrar
olmuyor. Muhıyt'te de böyledir.
Bir kadın, erkeğe:
"O beni boşadı." deyince, bu, nikahı ikrar oluyor. Keza: "Beni,
bin dirhem mal mukabili boşadı." derse; bu nikaha ikrar oluyor. Keza:
"Beni, dün bin dirhem karşılığında boşadı." veya "Bin dirheme
karşılık mal mukabili boşadı." veya: "Sen, benden müzahirsin."
dedi derse; bunların hepsi nikaha irkar oluyor.
Şayet, bir
erkek kadına: "Ben,
senden ayrıldım." veya "...müzahir oldum." derse, bu
da nikahı ikrardır.
Eğer: "Sen, bana
anamın sırtı gibisin." derse; bu nikahı ikrar olmaz. Mebsût'ta da
böyledir.
Eğer bir adam, kadına:
"Benden, mal mukabili boşan." derse; işte bu nikahı ikrar olur.
Hâvî'de de böyledir.
Bir kadın: "Beni
boşa." deyince, kocası da: "Serbestsin." veya "Emrin
elinde." dese veya susup bir şey söylemese; işte bu erkek tarafından
nikahı ikrar olur.
Şayet, kadın talaktan
bahsetmeseydi bunlar nikahı ikrar olmazdı. Muhıyt'te de böyledir.
Eğer bir adam,
karısına: "Sen boşsun." derse, işte bu, nikahı ikrar olur.
Şayet: "Vallahi
ben, seni kabul etmiyorum." derse; bu, nikahı ikrar olmaz.
Keza: "Sen, bana
haramsın.' ' veya "hainsin.'' veya ' *.. .ayrılmışsın/' derse, bu sözler
nikahı ikrar olmaz.
beni boşamatlın."
veya "Başkası beni nikahladı ,ve bana cima eyledi." derse, gerçekten
~bu kan-kocanın araları ayrılır ve kadına mehrinin yarısı verilir. Duhûlden
sonraki nafakası da verilir. Mebsût'ta da böyledir.
Bir kadın:
"Kendisinin, kocasının kardeşi olduğunu ve kendisinin, onun babasının
kızı olduğunu" ikrar eder; bunu da kocasının babası kabul ettiği halde»
kocası yalanlarsa, bu durumda hakim, onların aralarını ayırır.
Bilinen iki kız kardeş
cariye olurlar ve bir adam onlardan birisini nikahlar; diğer
kız kardeşi de
"onun kocasının babasının
kızı," olduğunu irkar eder; ikrar olunan zat ta bunu kabul ederse;
kız kardeşi ile onun kocası bunu yalanlasalar bile, bu durumda hakim, onların
aralarını ayırır. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adamın
bir cariyesi olduğunda,
bu ,adam, "ona cima eylediğini" ikrar eder ve bu
cariyeyi de o adamın babası veya o adamın oğlu satın alırsa, onların bu
cariyeye cima yapmaları helal olmaz.
Keza, baba cariyesine
cima eylese veya oğul cima eylese; eğer güvenilir kişi iseler, sözlerine
inanılır. Şayet yanında iken cima eder, sonra da onu azad eder; bilahare de
onu, oğlu nikah ederse; bu durumda babanın sözüne inanılmaz; nikah kıyasen caiz
olur; istihsanen aralan ayrılır. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Hür mü, cariye mi
olduğu belli olmayan bir kadın: "Filanın cariyesi olduğunu" söylerse;
onun bu sözü doğrulanır ve cariyeliği kabul edilir.
Bu durumda kendisi
ikrar olunan şahıs o cariyeye istediğini yapabilir.
Bu cariyenin yalan
söylediği bilinse bile, yine o şahsın cariyesidir. O şahıs isterse azad eder;
isterse, hizmetinde kullanır ve ona cima edebilir.
Alimlerimiz, bu
hususta, söyle buyurmuşlardır:
Esahh oian, yemin
vermektir.
Bu durumda o adama:
Gerçekten sen, bu
cariyenin tasarrufuna sahip misin? Önün söyledikleri doğru mu? diye yemin
veriiir.
Fakat, onlar bu cariyenin
yalancı olduğunu bilirlerse o zaman, o adamın tasarrufu caiz olmaz.
Keza, bir adamın hür
mü, köle mi olduğu bilinmez ve bu adam "kendisinin, bir adamın kölesi
olduğunu" iddia eder; ikrar olunan zat da bunu kabul ederse; bu durumda
onun ikrarı kabul edilir.
Keza, bir sabi ve
sabiye (= oğlan ve kız çocuk) akılları başlarına gelince, "başkalarının
kölesi olduklarını" ikrar ederlerse; bu ikrarları sahih olur. Ve ikrar
olunan zat bunu kabul ederse, onun köle ve cariyesi olurlar.
Buluntu çocuk
hakkındaki cevap da, köleliği ve hürriyeti meçhul olan kişiler gibidir.
Bu, durum her hangi
bir delil ile, bilinmediği zaman böyledir. Fakat delil ile hürriyeti bilinirse,
(Mesela: Onun ona ve babasının hür oldukları bilinirse, veya şöhretle
bilinirlerse) bu durumda hakim, onun: "Ben köleyim." demesini kabul
eylemez. Ve onu, kendisi için ikrar olunan şahsa köle yapmaz.
Şayet hakim, hürlere
ait hükümlerle hüküm verirse (Şöyleki: Bir adam cinayet işler veya ona cinayet
işlenirse ve hakim de diyetle hük-meylese) bu durumda, onun kölelik ikrarı
kabul edilmez.
Keza, "bir
adamın, diğer biri tarafından azad edildiği" bilinir, o da "köleliğini" ikrar ederse; onun da
ikrarı sahih olmaz.
Azad eden ikrar eder;
azad olunan da kabul ederse, artık o hürdür. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, hür veya
cariye olduğu bilinmeyen bir kadını nikahlarsa; bu nikah caizdir. Ve bu
kadının hür olduğuna hükmedilir.
Şayet çocuk
doğurduktan sonra, bu kadın, başka bir adamın cariyesi olduğunu iddia eder,
bunu da, ikrar olunan şahıs doğrular; kocası ise, inkar ederse; bu durumda
kadının cariyeliği doğrulanır ve diğerinin cariyesi olur. Onun efendisinin
izninin zamanına kadar, o kadın, adamın karışıdır ve efendisi isterse onu
kocasına hizmetten men edebilir. Câmiu'l-Kebîr Şerhı'nde de böyledir.
Eğer kadının efendisi,
onun ikrarından'önce mehrini verirse, ondan beri (= kurtulmuş) olur. İkrarından
sonra verirse, beri olmaz.
Bu kadın, efendisinin
sözünden Önce veya sonra, altı aydan az bir müddette doğum yaparsa; bu durumda
o çocuk hürdür.
Şayet altı aydan fazla
müddette doğum yaparsa, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, o çocuk köledir,
İmâmMuhammed(R.A.),
bunamuhalifdir.
Cariyenin talakı iki
olduğu gibi, iddeti de bi'1-ittifak ikidir.
Eğer efendisi,
cariyenin ikrarından önce iki talak boşarsa; ric'at hakkına sahiptir.
Eğer azad eder ve onu
da ikrar ederse, bu durumda kadına muhayyerlik yoktur.
Eğer kocası onu îlâ
eder; cariye de, iki ay geçmeden önce, "azad eylediğini" söylerse;
işte onun îlâsı iki aydır.
Şayet iki aydan sonra
ikrar ederse kadının îlâsı dört aydır. Serahsî'nın Muhıytı'nde de böyledir.
Cariyeye karşı işlenen
cinayetin diyeti, ikrar eden içindir.
Eğer cariye cinayet
işlerse, ikrar olunan şahıs onu ya def eder veya diyetini verir. Kâfî'de de
böyledir.
Eğer kocası,
—cariyenin ikrarını bilmeden—
onu iki talak boşarsa, ona ric'at
edebilir.
Eğer bilirse, ric'at
edemez.
Sahih olan da budur.
Keza, bir adamı,
cariyeyi —iki talak olarak— boşamak üzre vekil eder; sonra da vekil onu azad
eylediğini söyler; kadın da ikrar eder ve kocası da bunu bilirse, bu durumda
kadın, kocası, onu iki talak boşayana kadar azledilmiş olmaz.
Elendi vekilin
azlettiğini ister bilsin, isterse bilmesin, kadına müracaat edebilir. (= Yani
ona cima edebilir; yine karışıdır). Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir. .
Şayet kocası bir talak
boşar ve bu cariyenin iddeti bir hayız olarak tamam olduktan sonra da, bu kadın
azad edildiğini ikrar ederse, iddeti iki hayız olur.
Eğer iki hayız
görmeden ikrar ederse; o zaman iddeti üç hayız olur.
Eğer kocası îlâ eder;
bir ay geçer, sonra yine îlâ eder; bir ay daha geçer; sonra da bu cariye
"hür olduğunu" söylerse; bu durumda birinci ilânın müddeti dört ay;
ikinci ilânın müddeti, iki aydır.
İkrar vaktinden sonra
bir ay geçer; ikinci îlâ ile boşar ve ikinci ilânın da müddeti geçerse; o,
birinci îlânın müddeti olur.
Keza ondan îlâ eder;
sonra da iki ay geçtikten sonra, "artık, Allah'a yemin olsun, sana
yaklaşmam." der; iki ay daha geçer ve cariye "hür olduğunu"
söylerse, önceki îlânın müddeti dört ay, ikinci îlânın müdeti, iki aydır. İşte
bu iki ay geçtikten sonra, bu cariye, —iki îlânın hükmü sebebiyle— iki talak
ile bainen boş olur. Muhiyt'te de böyledir.
Bir adam,
cariyesine: "Eğer eve
girersen (veya filan
ile konuşursan veya öğle namazını kılarsan, yahut ay başı gelirse) sen
iki talak boşsun." der; sonra da bu cariye hür olduğunu söyler; şartlar da
yerine gelirse; bu durumda cariye iki talak boş olmuş olur. Ve kocası ric'at
hakkına sahiptir. Çünkü ta'likten dönmek, sahih değildir. Ric'at şartı koşarsa,
bu da sahih olmaz. Tedâriki de (= ona kavuşması da) mümkün değildir.
Şayet ağır bir haramla
haram kılarsa; cariyenin sözüyle zarar görür.
Keza, "iki talak
hususunda yetkin elindedir." der veya bunu başkasının yetkisine havale
ederse; sonra da bu cariye "hür olduğunu" söylerse, tevfiz gerekir.
Bu durumda rücu kabul olmaz ve tedariki de ( — ona kavuşması da) mümkün olmaz.
Camiu'l-Kebîr'de de böyledir.
Eğer talakını iki
fiile ta'lik eder; cariye de "hür olduğunu" ikrar eder; sonra da o
fiilleri işlerse, bu durumda kocasından iki talak boş olur. Bu durumda yine, bu
koca ric'at edebilir.
Eğer, kendi nefsine
ait bir fiile talik eder; kadın da hür olduğunu söyledikten sonra, adam»o işi
yaparsa, bu durumda, o cariye, ona haram olur. O söz, ister gerekli, ister
gereksiz olsun aynıdır. (Babamla konuşursam; öğle namazımı kılarsam demek veya
benzeri bir şey söylemek gibi...) Muhıyt'te de böyledir.
Aslı belirsiz bir
erkeğin; cariyelerinden, müdebberelerinden ve mükâtebelerinden çocukları
olsa, onlar da
fakir olsalar; onun
bu çocuklarına sadaka verilmez. Kendisi fakir ise, ona verilir.
Muhıyt'te de böyledir.
Hâli belirli olmayan
bir kadının yanında, zinadan meydana gelmiş küçük bir çocuk bulunur; bu kadın
da "Filanın cariyesi olduğunu" ikrar eder; o çocuk da "o adamın
kölesi olduğunu" söylerse, işte o zaman, kendi nefsi hakkındaki ikrarı
kabul ediiir.
Eğer o çocuk
"kendinin hür olduğunu'* söyleyebiliyorsa onun, bu sözü geçerlidir.
Keza, erkek de kadın
da tamnmasalar, ikisinin de bir çocukları olsa; adam "kendinin de, çocuğun
da hür olduğunu" söylese; bu caiz olur.
Şayet: "İkimiz de
filanın köleleriyiz." derler; efendileri de, "çocuğun
köleliğini" kabul etmezse; çocuk da: "Ben de, onun köle-siyim."
derse, bu caizdir. Tahrir'de de böyledir.
Bir adam, kölesini
azad ettikten sonra, "onun filanın kölesi olduğunu" ikrar eder; o
filan da, onu doğrularsa, yine o, köle olur.
Bu hakim, "onun
azad olduğuna dair" hüküm vermezse böyledir.
Bu köle, "köle
olduğunu" ikrar ettiği halde, hakim onun azad edilmiş olduğuna hükmederse,
bu sahih olmaz. .
Şayet köle: "Ben,
filanın kölesiyim." der; adam da: "Hayır" der; sonra da:
"Evet." derse, o takdirde, onun kölesi olur. Serahsî'nin Muhıyd'nde
de böyledir.
Köle yanında bulunan
şahıs diğer bir
adama: "Bu, senin
kölendir." der; o da: "Hayır." der; sonra
da: "Evet, o
benim kölemdir." der ve bu hususta beyyine getirirse; bu beyyinesi
kabul edilmez.
Keza: "Bu köle,
filanındır." diye ikrar eder; sonra da, beyyine getirerek "kendisinin
olduğunu" söylerse, bu beyyinesi kabul edilmez. Mebsût'ta da böyledir.
Efendisinin tasarrufu
zamanında bir köle sükût ederse, bu hal köleliğine delalet eder mi?
O durumda bakılır:
"Eğer tasarruf birlikte olursa; (icare gibi, nikah gibi, hizmet gibi...)
bu köleliği ikrar olmaz.
Şayet tasarruf,
kölelikle ilgili ise, (satım gibi teslim gibi, bağış gibi, rehin gibi...) işte
o zaman, sûküt, köleliğini ikrar olur.
Veresiye satımda
sükût, köleliğine ikrar olmaz.
Ancak, satar da teslim
etmez ve köle de ses çıkarmazsa, bu köleliğine ikrar olur mu?
Bunda ihtilaf
olmuştur: Mütekaddimin: "İkrar olur." demişler; müteahhirin ise:
"Köleliğine ikrar olmaz." buyurmuşlardır. Serahsî'nin Muhıytı'nde de
böyledir.
Bir adam, "bir
cariyenin, kendi cariyesi olduğunu" iddia eder; bu cariye de, "o
adamın, kendi kölesi olduğunu" söyler ve her ikisinin de aslı bilinmez ve
ikisi de biri birinin yanında olmazlar; her birisi de, diğerini doğrularsa; bu
durumda davaları batıldır.
Şayet, birisi
diğerinden önce ikrar eder; sonra ikrar edeni, ikinci doğrularsa; onun kölesi
olur.
Eğer doğrulamadığı
gibi, yalanlamazsa da, bu durumda birisi» diğerinin kölesi olmaz. Tahrir'de de
böyledir.
Bir adam: "O beni
azad eyledi." derse, bu köleliği ikrar olur. Keza: "Dün beni azâd
eyledi." derse, bu köleliği ikrar olur.
Keza: "Beni azad
etti mi?" derse, bu da köle olduğunu ikrar olur. Muhıyt'te de böyledir.
İmâm Muhammet! (R.A.)
şöyle buyurmuştur:
Nesebi belli olmayan
bir adamın, hür bir oğlu olur ve onu belirsiz bir adam satın alıp ve azad eder;
sonra da o şahıs bir adamın kölesi olduğunu" irkar eder; o ikrar olunan
şahıs da onu doğrular; azad olunan da inkar ederse; o şahsın kendi nefsi
hakkındaki ikrarı sahih olur. Ve kendisi ikrar ettiği şahsın kölesi olur.
Azad eden hakkındaki
ikrarı ise sahih olmaz. Ve azadhğı batıl olur.
Şayet azad eden ölür
ve mal bırakırsa, bu durumda azad olunan şahsa mal yoktur.
Eğer, bu ölünün oğlu,
kardeşi gibi veya amcası gibi asabesi bulunursa işte bunlar, ikrar olunan
şahsın terekesine varis olurlar.
Şayet ölen şahsın bir
kızından başka, kimsesi olmazsa, terekesinin yarısı, ona verilir. Geride kalanı
da vela sebebiyle azad edilenindir. O, ikrarı sebebiyle, ikrar olunan olur.
Azad edilen şahıs,
ölmez de, bir cinayet işlerse, onu da kimse bilmezse alimler burda ihtilaf
etmişlerdir: Bazıları: "kıymetine..." bazıları da: "diyeti
cihetine gidilir." demişlerdir.
Sadru'ş-Şehîd:
"Sahih olan budur." demiş; Kerhî'de buna meyletmiş ve bu kavli
Cessas'tan rivayet etmiştiur. Tahrir'de de böyledir.
Eğer ona karşı bir
cinayet işlenirse bu durumda o köleye işlenen cinayet gibi olur. Serahsî'nin
Mııhıytı'nde de böyledir.
Kölelikle ikrar olunan
zatı, ikrar eden şahıs azad eder; sonra da, önceki azad eden ölürse; ikrar
olunan şahıs için bir şey yoktur.
Keza, ikrar edenin,
hür bir oğlu varsa, bu durumda ikrar olunan .şahsa miras yoktur.
Keza, ölenin, oğlundan
başka asabesi de bulunsa; mal onun olur.
Şayet, önceki ikrar
eden ölür; bir hür oğul terk eder; sonra da önceki azad olunan ölür ve mirasına
asabe bırakmaz ise, bu durumda onun malı da, ikrar edenin oğlunun olur; ikrar
olunan şahsın olmaz. Tahrir'de de böyledir. [20]
Bir adamın bir çocuğu
ikrarı, ancak ikrar olunan çocuğun başkası tarafından nesebi
sahih olmaması ve ikrar
edeni, bu ikrarında doğrulaması halinde sahih olur.
Çocuk ve babası için
sahih olduğu zaman, kadın da onu doğrular ve kendisi de kocadan ve iddetten
hali bulunur; ikrar olunan adamın nikahının altında da, bu kadının kız kardeşi
olmaz, kendisinden başka da, bu adamın nikahı altında» dört kadın bulunmazsa,
işte bu ikrar sahihdir.
Bir kadının, çocuğunu,
kocasını ve efendisini ikrar etmesi sahih olur. Oğlunu ikrar etmesi ise sahih
olmaz.
Bazı alimlerimiz şöyle
buyurmuşlardır: "...Oğlunu irkar etmesi sahih olmaz." sözü, o kadının
belirli bir kocası varsa, ona hamledilir. Fakat, onun belirli bir kocası yoksa,
uygun olanı, onun ikrarının sahih olmasıdır. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam sağlığında
bir köleye sahib olur; hastalığı zamanında da, "onun, kendisinin oğlu
olduğunu" söyler; bu kölenin de belirli bir nesebi olmazsa, bu durumda o
köle, onun oğludur. Azad olmuştur ve o adamın varisidir.
Şayet, bu şahsın, o
köleden başka malı olmaz, o kölenin kıymeti kadar da borcu olursa; başka
yapılacak şey yoktur; o onun oğludur.
Keza, o adam, onunla
beraber, bir de onun anasına sahib olur ve ona da sıhhatli halinde sahib olur;
veya anasına sıhhatli halinde, köleye de hastalık halinde sahib olur ve
nesebini ikrar ederse, bu kölenin nesebi sahih, kendisi hür olur. Zehıyre'de de
böyledir.
Hastanın köleden başka
bir malı olmasa, köle üçte birinden çıkar, sonra İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre
o kölenin üçte iki kıymetine sa'y edilir.
İmâmeyn'e göre ise,
mirastan, ona tahsis edilen düşürülüf. Eğer, hasta için olursa köleden, malın
üçte birisi düşürülür.
Bu, İmâmeyn'in
kavlidir. Köle ona varis olur. Mirasdan isabet edene sa'y eder.
İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'nin kavline göre, varis olduğu kıymetini alır.
Cariyeye gelince, o
şeyin velisinin ölümü sebebiyle azad olmuş olur. Hastalığı halinde onun malını
alamaz. Bu, üç imama göre de böyledir. Muhıyt'te de böyledir.
Köleler küçük olursa,
İmâmeyn'e göre, nefislerine itibar olunmaz. Onlar satın alınırlar. Şayet
onlardan birisi: "O, benim oğlum ve senin oğlun." veya: "Senin
oğlun ve benim oğlum." yahut: "İkimizin oğlu" derse; eğer
bunları fasılasız konuşmuşsa, nesep, ikrar tdenden sabit olmaz. Ortağı için
doğrulanır ister o, bu sözü doğrulasın; isterse, yalanlasın fark etmez.
Şayet fasılalı konuştu
ise, şöyleki: "O, benim oğlum." dedi; durdu. Sonra da: ".. .ve
senin oğlun." dedi ise, bu ikrar edene nüfuz eder.
Ve eğer önce:
"Benim oğlum." dedi ve sustu; sonra da: "...senin oğlun."
dedi ise; ikrar olananufüz eder.
Eğer: "Senin
oğlun." dedi, sustu; sonra da: "ve dahi benim oğlum." dedi ise,
ortağının kabul etmesi halinde nesep, ortaktan sabit olur.
Eğer yalanlarsa, o
zaman, emire sahib olur mu?
İmâm Ebû Hanîfe (R.
A.)'ye göre, sabit olmaz.
İmâmeyn'e göre ise
sabit olur.
Eğer bundan sonra,
ikrar olunan şahıs ikrar eder ve ikrar olunan şahıs: "İkrar eden sözünün
arasını açar. O benim ve senin oğlun dedi." veya "Senin ve benim
oğlum." yahut "İkimizin de kızları..." derse; nesep ondan sabit
olur. Çünkü bu, ikrarını tasdik olur.
Eğer ikrar olunan:
"O senin oğlundur; benim değildir." der ve susar: "Sonra
da: "O benim oğlumdur." derse,
nesep ondan sakıt olmadığı gibi ikisinden de sabit olmaz. Bu, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre böyledir. Ziyâde Şerm'nde de böyledir.
Eğer büyük ve küçük
olurlarsa, nefsine itibar olunur. Bunlardan köle diye söylenen zatın nefsine
ikrar sahih olmaz. İsterse her ikisi de ikrar etsinler fark etmez. Eğer onlara
köleliği ikrar olunmaz ise, onun sözüne müracaat ederler. Eğer o, ikrar ederek:
"Ben, filanın oğluyum." derse, işte o, ikrar eden şahsın oğludur.
"Ben ikrar
olunanın oğluyum." der ve ikrar olunan şahıs da onu doğrularsa, öyle kabul
edilir.
Şayet ikisinin de
nesebini inkar ederse, bu durumda nesebi, hiç birinden sabit olmaz. Muhıyt'te
de böyledir.
İki adamın ortak
bulunduğu bir cariye, bir çocuk doğurduğunda, o adamlardan birisi: "Bu, benimdir ve senindir." veya
"Bu oğlan senindir ve benimdir." yahut "Oğlumuzdur." der ve
ortağı bu sözleri kabul ederse; bu durumda çocuğun nesebi, ikrar eden şahsa ait
olur. Cariye de onun ümm-ü veledi olur. Bu durumda, bu şahıs, bedelinin
yarısını —ister zengin,
isterse fakir olsun—
ortağına öder. Fakat çocuğun
kıymetinin yarısını ödemez.
Şayet ortağı, bu
şahsın ikrarını yalanlarsa (kabul etmezse) bu durumda da cevap, yukarıda olduğu
gibidir.
Yalnız burada, çocuğu
kabul etmeyen ortak, diğerinden, cariye için nısıf mehir (mehrinin yansım)
alır. Ziyâdât Şerhı'nde de böyledir.
İki kişi, çarşıdan
birisinin yanında dünyaya gelmiş bir oğlan satın alırlar ve
satın alanlardan birisi,
diğerine: "Bu, benim ve
senin oğlundur." veya: "Senin ve benim oğlumdur." yahut:
"İkimizin birden oğludur." derse, arkadaşı ister onu doğrulasın,
ister yalanlasın, oğlan ikrar edenin olur. Bu durumda çocuğun ikrarına müracaat
edilmez.
Bundan sonra, şayet
ortağı, diğerini tasdik ederse, çocuk hakkında asla kendisine tazminat
gerekmez.
Eğer yalanlarsa, o
zaman hüküm, iki kişinin ortak bulunduğu bir köieyi, birisinin azad etmesi gibi
olur.
Eğer ortak olan zat;
"Bu, benim dışımda, senin oğlundur." derse, işte o zaman İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre, ikrar eden ortağına bir şey ödemez. İmâmeyiTe göre ise, ikrar
eden zengin ise yan bedelini öder. Muhıyt'te de böyledir.
İki kişi bir köle
satın alırlar ve sonra da onlardan birisi, "onun kendisine, ait
olduğunu" iddia eder ve arkadaşına karşı şahit dinletir ve:
"iddiasından önce, onu azad ettiğini" arkadaşı doğrularsa, ikrar eden
şahıstan —arkadaşının tasdiki sebebiyle— tazminat sakıt olur. Ziyada! Şerhi'nde
de böyledir.
İki şahsın ortak
bulunduğu bir cariye hakkında, bu şahıslardan birisi, ikrar ederek: "Bu
benim ümm-ü veledimdir." der, arkadaşı da: "Sen bunu, ikrar eylemeden
önce azad eyledin." der ve onu da ikrar eden şahıs yalanlarsa, bu durumda
o cariye, ikrar edenin ümm-ü veledi olur. Ve ikrar eden şahıs diğerine, bu
cariyenin bedelinin yarısını öder,. Muhıyt'te de böyledir.
İki kişinin ortak
olduğu bir cariye, onların malı iken doğum yapar ve o adamlardan birisi,
"bu çocuğun kendinin olduğunu" iddia eder; diğeri ise: "Anasına
ortağız." veya "Sen onu azad etmiştin." derse, bu durumda çocuk,
ikrar edene nisbet edilir. Anası da ümm-ü veled olur. Çünkü, çocuğu iddia eden
şahıs, onun sahibidir ve çocuk ona isnad olunur. Ananın iddiası, hürriyeti
olur. Bu durumda ikrar eden şahıs, 'diğerine cariyenin kıymetinin yansını öder.
Şayet ortağı, onun tazminatı olmayacağını zannederse, (şöyleki: "O cariye
kızı veya azadhsı olabilir) O takdirde, ikrar eden nikah bedelinin yarısını
öder. Ona cima etmiş olduğunu, ikrar
sebebiyle, çocuğun kıymeti için ödenme
yapılmaz. Çünkü, bu durumda çocuk aslen hür olmaktadır. Ziyâdât Şerhi'nde de
böyledir.
Bir cariyeden bir
çocuk doğar, bu cariyenin kocası da "cariyeyi, kendisine başkasının
nikahladığını" ikrar eder ve ikrar olunan şahıs da, onu kabul ederse, bu
durumda o cariye de, o çocuk da, ikrar olunan şahsın memlûkudur. Çocuğun bu
durumu yalanlamasına itibar edilmez. Buluğa erişmiş olsa bile böyledir.
Keza, adam bir şey
söylemeden ölür ve şayet cariye yalanlar, diğeri de ikrar ederse, cariyenin
kıymeti; o ikrar olunan şahsa hükmedilir; mehri hükmedilmez.
Eğer tasdik veya
tekzibden önce ölür ve ikrar olunan şahıs da kabul ederse, bu durumda çocuk,
ikrar edenin kölesinin oğlu olur.
Şayet cariye inkar
eder ve hiç bir hüküm almadan da ölürse, çocuk da büyürse, bu durumda çocuğun
sözü geçerli olur.
Eğer anası sağ olur ve
o tasdik eder de, çocuk inkar ederse veya bunun aksi olursa; bu durumda çocuk,
azad edilmiş olur. Cariye de ikrar olunan şahsın ümrh-ü veledi olur ve
cariyenin kıymetini tazmin eder. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
İmâm Muhammed (R. A.)
şöyle buyurmuştur:
Bir adamın, bir
kölesi, bu kölenin de bir oğlu, bu kölenin oğlunun da iki batında meydana
gelmiş iki oğlu bulunur ve onların sağlığında, efendileri, onlardan birisi için
"benim oğlumdur." derse, nesebin sabit olması ve sonra da azad
edilmiş olması için, ona açıklaması emredilir. Şayet açıklama yapmadan önce
ölürse, onun kölesinin oğlunun kıymetinin dörtte üçüne yetkisi vardır. Onun
oğlunun da oğullarının her birinin kıymetinin dörtte birine yetkisi vardır.
Câmiu'l-Kebîr Şerhı'nde de böyledir.
Bir adamın bir kölesi,
bu kölenin de iki oğlu bulunur, bunlar da, ayrı ayrı karınlardan doğmuş olurlar
ve her birisinin de birer oğlu olur, o çocukların sağlığında da efendileri,
onlardan birisi hakkında "benim oğlum." dediği halde, kim olduğunu
açıklamadan ölürse, bu durumda, onlardan önce doğmuş olanın beşte biri azad
edilmiş olur.
İki kişinin ortaklaşa
bir köleleri bulunduğu zaman, onlardan birisi arkadaşına: "Biz o köleyi
azad eyledik." veya: "Ben ve sen, onu azad eyledik." yahut
"Onu, sen ve ben azad eyledik, der; arkadaşı (yani ortağı) da bu sözü
doğrularsa, o köle, her ikisi tarafından da azad edilmiş olur. Bu durumda, bu
köle, ikisinin de azadlısı olur. Şayet ortağı diğerini yalanlarsa, bu durumda,
bu köle ikrar edenin azadlısı olur. Ve köle, iki kişinin ortak olup da,
onlardan birisinin azad eylediği köle gibi olur.
Bu durumda, İmâm Ebû
Hanîfe (R.A.)'ye göre, ortağına üç muhayyerlik olur.
İmâmeyn'e göre ise,
eğer ikrar eden zengin ise, tazmniat teayyün eder.
Eğer tazminat aldıktan
sonra, tasdike avdet ederse ( dönerse) aidığı tazminatı geri öder. Ve ondan da
vela sabit olur. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam yalan yere,
"dün, kölesini azad eylediğini" ikrar eylese; bu köle hükmen azad
edilmiş olur. Mebsût'ta da böyledir.
Şayet: "Ben, seni
dün azad eyledim." der ve devamla: "İnşaallah dedim." derse; bu
durumda köle azad edilmiş olmaz.
Keza, bu gün satın
aldığı köleye: "Seni, dün azad eyledim." veya "Seni, satın
almadan önce azad eyledim." derse, bu durumlarda da bu köîe azad olmuş
olmaz. HâvFde de böyledir.
Sahibi, köleye:
"Eğer eve girersen, seni azad eyledim." derse, bu köle, eve
girmedikçe, azad olmuş olmaz ve eğer "dün, senin azad olma yetkini, sana
vermiştim. Sen, nefsini azad eylemedin." derse, yine, bu köle azad edilmiş
olmaz. Bu durumda, köle her ne kadar: "Ben, nefsimi azad eyledim."
dese bile, azad edilmiş olmaz. Serahsî'nin Muhiytı'nde de böyledir.
Bir adam: "Şu
köleyi, hayır belki de şu köleyi azad eylediğini" ikrar ederse,
bu durumda, o
kölelerin ikisi de
azad olmuş olur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Bir adam, şayet:
"Seni mükatep eyledim." dese de bir mal ismi söylemese, (bir bedel
belirtmese) köle de: "Beşyüz dirheme karşılık." dese, İmâm Ebû Hanîfe
(R.AO'ye göre, bu durumda uygun olan,
kölenin doğrulanmasıdır.
İmâmeyn'e göre ise, bu
kölenin tasdik olunmaması uygun olur. Hâvî'de de böyledir.
Bir adam: "Ben,
seni dün bin dirheme mükatebe eyledim." Sen ise, bunu kabul etmedin."
der; köle de: "Hayır, ben kabul eyledim." derse, bu durumda kölenin
sözü geçerli olur.
Bir adam: "Şu köleyi
bin dirheme karşılık mükatebe eyledim; hayır, şunu eyledim." der ve
onlardan her ikisi de mükatebe iddiasında bulunsalar ikisinin de kitabetleri
caiz olur. Mebsût'ta da böyledir.
Bir kimse, daha sahib
olmadan, bir köleyi mükatebe eylediğini ikrar eylese veya, "dün, mükâtebe
eylediğini" ikrar eyleşe de bu gün satın almış olsa, bu ikrarı sahih
olmaz.
Bir kimse,
"İnşaallah, dün mükâtebe eyledim." diye ikrar eylese, onun sözü
geçerli olur.
Eğer: "Nefsim
için istisnayı muhayyer kıldım." der; mükâteb de: "Muhayyerlik
yoktur." derse, bu durumda kitabet caizdir; efendinin muhayyerlik şartı
tasdik olunmaz.
Bütün satışlar
böyledir. Hâvî'de de böyledir.
İki kişi bir cariyeye
ortak bulunduklarında o iki adamdan birisi, diğer arkadaşına: "Onu, ben ve
sen müdebbere eyledik." veya: "Onu, sen ve ben müdebber
eyledik." yahut "Onu, biz müdebbere eyledik." derse; ortağının
onu tasdik etmesi halinde, o cariye, ikisi için de müdebbere olur.
Şayet, ortağını
yalanlarsa, o zaman, o cariye iki ortaktan birinin müdebbere kıldığı cariye
gibi olur.
İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre bu durumda ortak, şu şeylerden birini yapmakta muhayyerdir:
1) Dilerse,
oda, diğer yarısını müdebbere eder.
. .
2) Dilerse
kendi hissesini hali üzerine bırakır.
3) Dilerse
ikrar edene tazminat öder.
4) Dilerse,
kendi hissesini azad eder.
Yarısı müdebbere olup,
yarısı kalan cariye, bir gün müdebbere edene hizmet eder, bir gün diğerinin
yanında kalır. Şayet ortak, ortağını doğrulamaya dönerse, cariye, o zaman
ikisinin arasında müdebbere olur. O zaman ikrar edenden aldığı tazminatı
ortağına iade eder.
Şayet tasdike avdet
etmez (dönmez) ve o halde de, onlardan birisi ölür, o cariyeden de başka malı
olmazsa, ölenin, ikrar eden şahıs olması, cariyenin de onu doğrulaması halinde,
bu cariyenin kıymetinin yarısının üçde ikisi, ikrar edenin varislerinin olur.
Eğer cariye, ikrar
edeni yalanlarsa, bu durumda, zâhiru'r-rivayede, bu cariyenin kıymetinin üçte
ikisi, kendisinindir.
Eğer ölen inkarcı
olur; cariye de ikrar edeni doğrularsa, kıymetinin tamamı ikrar edenindir.
Eğer cariye, ikrar
edeni yalanlarsa; o zaman, cariyenin yan kıymeti, ikrar edenindir. Başka bir
selahiyeti yoktur.
Biri önce, diğeri
sonra olmak üzere ikisi de ölür ve ikrar eden önce Ölmüş olur, cariye de ikrar
edeni doğrularsa, bu durumda ikrar edenin hissesinin üçte biri, azad olmuş
olur. Mes'elenin hükmü budur.
İmâmeyn'e göre, ikrar
eden şahsı, diğeri tasdik edince, cariye tamamen müdebbere olur. [21]
Bir adam, diğerine:
"Şu kölemi, sana dün sattım. Sen ise, kabul etmedin." der; müşteri
de: "Ben, onu kabul eyledim."
derse, bu durumda müşterinin sözü geçerli olur.
Keza müşteri:
"Ben, senden bunu satın aldım. Sen kabul etmedin." der; satıcı ise:
"Hayır, ben kabul ettim." derse, bu durumda, onun sözü geçerli olur.
Çünkü satış, ikisinin beraberce fiili ile intizam bulur. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam: "Şu
kölemi, filan adama sattım; bedelini de aldım." der fakat onun hangi köle
olduğunu belirlemezse, bu caiz olur.
Hangi köle olduğunu
belirtir ve onu aldığını da ikrar ederse, bu daha caizdir.
Şayet bedeli belirtir
ve: "Almadım." der; müşteri de: "Gerçekten sen, onu aldın."
derse, bu durumda, satıcının yeminli olarak söylediği söz geçerli olur.
Bu durumda, beyyine
getirme işi müşteriye aittir. Mebsût'ta da böyledir.
Bir adam, diğerine
"bir yer sattığını ikrar eder" fakat, onun neresi olduğunu belirtmez,
sonra da, bu satışı inkar ederse, önceki ikrarı batıl (= geçersiz) olur.
Eğer satılan yeri
belirtir fakat bedelini belirtmezse, yine önceki ikrarı geçersizdir.
Şayet o yerin
hudutlarını belirttiği gibi bedelini de belirtmiş olursa, o zaman ilzam edilir.
Eğer satıcı inkar
eder, şahidler de hududu tanımazlarsa, bundan sonra, hududu tanıtacak beyyine
olsa bile, Önceki ikrarı geçersizdir. Serahsî'nin Muhıytrnde de böyledir.
Bir adam,
"kölesini, filana sattığını" ikrar ettiği halde, bu kölenin adını
söylemez; sonra da onu inkar ederse; bu ikrarı geçersiz olur.
Keza, "kölesini
filana sattığını." ikrar ettiği halde şahitler, bizatihi satılan bu köleyi
tanımazlarsa, ikrar geçersiz olur. Mebsût'ta da böyledir.
Bir adam, kölesini,
birine sattığını söylediği halde, bedelini belirtmez müşteri de:
"Ben, onu senden beşyüz dirheme satın aldım." der; satıcı da bunu
inkar ederek müşteriye karşı yemin ederse; önceki ikrarı üzerine bir şey
gerekmez.
Keza, önce müşteri
ikrar ederse, durum yine aynısı olur. Muhıyt't de de böyledir.
Bir kimse, "şu
köleyi, filan şahsa, bin dirheme sattığını" iddia eder; o filan da:
"Ben, senden birşey satın almadım." der; sonra da: "Evet, ben
onu senden bin dirheme satın aldım." der; satıcı da: "Ben, onu sana
satmadım." derse, bu durumda müşterinin sözü geçerli olur. Ve bedelini
vererek, köleyi teslim alır. Şayet müşteri, satın aldığım inkar edince, satıcı:
"Doğru söyledin. Sen, onu satın almadın." der; sonra da müşteri:
"Gerçekten satın aldım." derse; satım gerekmediği gibi, ona karşı
beyyinesi de kabul edilmez.
Ancak satıcı, onun
satın aldığı iddiasını doğrularsa, o takdirde her ikisi de önceki söylenilen
üzerine doğrulanırlar ve bu satış, geçerli bir satış olur. Mebsût'ta da
böyledir.
Bir adam: "Şu
köleyi filana sattım; hayır, belki de filana sattım.',' derse, işte bu batıl (=
geçersiz) olur. Her ikisine de, bedeli hakkında yemin verilir. Serahsî'nin
Muhıyti'nde de böyledir.
Bir kimse, elinde
bulunan bir kölenin, "filanın kölesi olduğunu'* iddia eder ve "onu,
ondan bin dirheme satın alıp, parasını peşinen verdiğini" söyler, sonra da
"onu, başka birisinden, beşyüz dirheme aldığını" ikrar eder ve her
ikisini de beyyinelerse, işte bu caiz olur. Bu durumda, ilk söylediği bedel
birincinin, ikinci söylediği ise, ikincinindir.
Bu, bedellerin
verilmediği hallerde böyledir. Bedelin ödendiğine dair beyyine varsa, hiç
birine bir şey gerekmez.
Şayet beyyinesi
bulunmaz ise, bu durumda köle, önceki ikrar eylediği adamındır. O adam, satışı
inkar eder, ikinci ise ikrar ederse, ona beşyüz dirhem vermesi gerekir.
Şayet o da satışı
inkar ederse, ikrar eden kölenin kıymetini ona öder. Mebsût'ta da böyledir.
Eğer, öncekine beyyine
getirir de, diğerine karşı getiremezse, diğeri de satışı kabul ederse, cevap
önceki cevap gibidir. Yani, her ikisi de beyyine ile sabit olmuş gibidir.
Muhiyt'te de böyledir.
Bir adam, "bir
köleyi, bin dirheme sattığını" söyler; müşteri de: "Ben onu, beşyüz
dirheme satın aldım." derse, bu durumda, bu kölenin yarısı, müşterinin
mülkünden çıkmış olur.
Bu, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'un kavlidir.
Bu durumda satıcı,
geride kalan beşyüz dirhemin verilmesini, ister razı olsun, ister olmasın fark
etmez.
İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'a göre, müşterinin yeminle birlikte söylediği söz geçerli olur. Ancak
satıcı, kalanı almaya razı olursa, bu takdirde iki tarafta yemin ederler.
İmâm Muhanımed
(R.A.)'e göre, satıcı kalanı almaya razı olur ve onu isterse her iki tarafta
yemin ederler ve kölenin kıymeti geri verilir. Mebsût'ta da böyledir.
Müntekâ'da şöyle
zikredilmiştir:
Bir kimse, satın
aldığı cariyeyi teslim aldıktan sonra, "bu cariyenin, davacı şahsa ait
olduğunu" ikrar eder, satıcı da onu tasdik eder ve müşteri parası için
satıcıya müracaat edince, satıcı: "O, iddia eden şahsındır. Çünkü, sen
onu, ona bağış yaptın." derse; onun bu sözü geçerli olur. Serahsî'nin
Muhıytf nde de böyledir.
İmâm Muhammet! (R.A.)
şöyle buyurmuştur:
Bir adam, diğerinden
fasid satışla bir cariye satın alıp, onu teslim aldıktan sonra, satıcı gelerek,
onu geri vermesini ister; müşteri de: "Ben, onu filana bağış yaptım. O da
onu teslim aldı-. Sonra da, onu benim yanıma emanet bıraktı." der; satıcı
da bunu kabul etmezse, bu durumda müşterinin sözü kabul edilmez; satıcı, bu
cariyeyi geri alır.
Müşteri, iddiasını
beyyinelese bile, yine kabul edilmez. Eğer hakim, müşterinin iddiasını biliyor
veya satıcıyı doğruluyor yahut satıcının ikrarına beyyinesi bulunuyor veya
müşteriye yemin veriyor, o da, yemin etmiyorsa, dava kaldırılıyor ve müşteri
cariyenin kıymetini satıcıya borçlanıyor demektir.
Şayet, şu söylenenlere
karşı beyyine bulunmaz ve cariye satıcıya geri verilir, hazırda olmayan
iddiacıda gelip, müşterinin iddiasını inkar ederse, bu durumda cariye satıcının
olur. Eğer müşterinin sözünü kabul ederse, satıcıdan cariyeyi alır. Müşteri
de-onun kıymetini borçlanır.
Şayet müşteri:
"Ben, onu filana bağışladım. O da onu teslim aldı. Sonra da bana emanet
olarak bıraktı. Sonra da, onu azad eyledi veya müdebbere eyledi yahut ümm-ü
veled eyledi." der; satıcı da, onu inkar ederse; kıymetini almakdan başka,
yapacağı bir şey yoktur.
Cariyenin
müdebberiliği veya ümm-ü veledliği bekletilir; bağış yapan ölünce, cariye ıtk
(= azad) edilmiş olur. Eğer, iddia olunan zat gelip, müşterinin söylediğinin
tamamını doğrularsa, cariyeyi alır ve bu cariye, onun müdebftiresi veya ümm-ü
veledi olur. Gelince, cariyenin bağışlandığını doğrular ve diğerlerini
yalanlarsa, bu durumda cariye onun cariyesi olur.
Şayet müşteri,
bağışlanan cariyenin mükâtebe olduğunu söyler, satıcı da, onu yalanlarsa;
cariyeyi geri alır ve bağış yapılan adam gelene kadar, yanında tutar. Kendisine
bağış yapılan adam gelir, müşteriyi yalanlarsa cariye satıcının olur.
Ancak, cariye beyyine
ibraz ederek, "satıcının sattığını, müşterinin de mükâtebe
eylediğini" söylerse, o takdirde, onun kitabetine hükmedilir.
Eğer, kendisine bağış
yapılan zat gelip hibeyi doğrular, kitabeti ise yalanlarsa, cariyeyi alır ve bu
cariye onun cariyesi olur.
Eğer, söylenenin
tamamını doğrularsa; cariyeyi satıcıdan alır. Ve durum müşterinin söylediği
gibi olur. Bu durumda müşteri, onun kıymetini, satıcıya borçlanır.
Cariye satıcıya iade
edilince, satıcı onu satar veya müdebbere yahut azad eder; bağış yapılan şahıs
da gelip, satış ve bağış hususunda müşteriyi doğrularsa, sözü geçerli olur. Bu
durumda satıcının yaptıkları bat it ve geçersizdir. Câmiu'l-Kebîr Şerhi
Tahrîr'de de böyledir.
Satış hususunda vekil
olan zat, satışı ikrar ederse müvekkili hakkında bu ikrarı sahih olur. Satış
bedeli ister duruyor olsun; isterse zayi olmuş bulunsun farketmez.
Şayet müvekkil,
"vekilin, filan şahsa, bin dirheme sattığım" söyler, o filan şahıs da
onu doğruladığı halde, vekil inkar ederse; bu durumda köle, bin dirheme, o
filan şahsın olur. Müvekkilin sözü geçerlidir. Vekilin sözü, geçerli değildir.
Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, diğerine bir
köle verip, ona, "onu satmasını" söyledikten sonra, söyleyen zat
ölür ve vekil de, "o köleyi, bin dirheme sattığını ve bedelini
aldığını" ikrar ederse; köle duruyor olması halinde, vekilin sözüne inanılmaz.
Eğer köle yoksa, vekilin sözü doğrulanır. Mebsût'ta da böyledir.
Yabancı bir adamın
kölesini, müşteri zayi ettiğinde, bu kölenin sahibi, satıcıya: "Ben, sana
benim için bedeli ile sat diye emretmiştim." der; vekil de: "Sen,
bana bedeli ile sat demedin. "Senin için onun kıymeti vardır." derse,
kölenin mevcut olması halinde, kölenin sahibinin sözü geçerli olur. Serahsî'nin
Muhıytı'nde de böyledir.
Böyle emreylemese de
ona satma müsadesi verseydi; kölenin bizatihi, duruyor olması halinde, bu caiz
olurdu. Ve eğer zayi olmuş olsaydı, bu caiz olmazdı.
Eğer, Önce elini
kesip, sonra da satımına izin vermiş olsaydı, bu durumda diyet müşteriye
düşerdi.
Eğer satımına izin
vermemiş olsaydı, bu durumda ise, diyet kölenin sahibine ait olurdu. Mebsût'ta
da böyledir.
Eğer köle, "bir
gün sonra, satışa izin verildiğini" ikrar ettiği halde, müşteri bunu inkar
eylese, bu durumda yeminsiz olarak, kölenin sahibinin sözü geçerli olur. Şayet
köle Ölmüş olursa, müşterinin yeminle birlikte söylediği söz geçerli olur.
Serahsî'nin Muhiytf nde de böyledir.
Bir adam, diğer bir
şahsı, kendi cariyesini satmaya vekil tayin edip, cariyeyi de ona teslim
ettikten sonra; bu müvekkil gelerek, o cariyeyi geri istediğinde vekil:
"Ben, onu filana bin dirheme sattım. Ona cariyeyi teslim ettim. Ben de
parasını teslim aldım. İşte parası... Sonra da, o adam, cariyeyi bana emanet
bıraktı." der;.müvekkil de onu yalanlarsa, bu durumda, vekilin sözü
doğrulanmaz ve bu cariye, müvekkile geri teslim edilir. Vekilin, bu husustaki
beyyinesi de kabul edilmez.
Şayet, ikrar olunan
şahıs gelip, inkar ederse, bu durumda cariye, müvekkile teslim edilir.
Şayet iddia edilen
şahsı ikrar ederse, bu durumda cariye müvekkilden alınır ve müvekkil —eğer
elinde duruyorsa— onun parasını vekilden alır. Şayet zayi olmuşsa, tazminat
gerekmez.
Eğer vekil ikrar
etmez, bedelini aldığım söylemezse, onun sözü geçerlidir. İkrar olunan şahıs,
bedelini verip cariyeyi alır.
Keza, cariye esir
düşmüş olur ve onu da bir müslüman, bin dirheme satın alarak, dar-i harpden
dar-i İslam'a götürür ve önceki sahibi gelerek, bedelini verip, müşteriden o
cariyeyi alır ve: "Ben, onu filana bağışladım. O da, onu benden aldı.
Sonra da, onu bana emanet olarak bıraktı ve kayboldu." derse; bu sözü
kabul edilmez. Bu cariye önceki sahibine hükmedilir. Müşterinin, bu husustaki
beyyinesi de kabul edilmez.
Şayet, ikrar olunan
gelir ve söyleneni inkar ederse, cariye önceki efendisine teslim edilip, bedeli
ondan alınır.
Şayet müşterinin
ikrarım doğrularsa, cariye önceki efendisinden alınır ve efendisi onun kıymetini
geri alarak, bu cariyeyi bağışlanan şahsa verir. Kendisine bağış yapılan şahıs
da: "Ben onu, filana bağışladım ve ona teslim eyledim. Sonradan, o da, onu
bana emanet olarak bıraktı." derse; bu durumda dediği şahsa teslim etmesi
emredilir.
Eğer, iddia olunan
zat, bunu inkar ederse maziye dönülür.
Eğer doğrularsa, bağış
yapan şahsa, bu cariyeyi, bağış yaptığı zata teslim etmesi" emredilir.
Câmiu'l-Kebîr Şerhi Tahrîr'de de böyledir.
Bir adam, diğer bir
adama "belirli bir köleyi satın almasını" emrettiğinde, vekil,
"onu, bin dirheme aldığını" söyler, satıcı da öyle olduğunu iddia
eder; emreden şahıs ise bunu inkar ederse, bu durumda vekilin sözü geçerli
olur.
Şayet belirli olmayan
bir köleyi almasını emretmiş olsa ve cinsini, sıfatını ve fiatını belirtseydi;
vekil de, onun dediği fiata aldığını söylese, amir ise, bunu inkar eyleseydi,
İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, eğer amir bedeli vekile teslim etmiş ise bu
durumda, o vekil tasdik edilir. Eğer tesüm etmemişse vekil tasdik edilmez.
İ in ânı ey n ise:
*'Şayet köle, bizatihi duruyor ve onun misli de o fiata satın almıyorsa,
vekilin sözü geçerli olur." buyurmuşlardır.
Şayet emreden ölür,
sonra da vekil o bedele aldığını ikrar ederse, bedel ister kendi elinde,
isterse satıcının elinde olsun veya amir bedeli vermemiş bulunsun, bu vekil,
İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) göre tasdik edilmez.
Eğer satıcı bedeli
harcamış ise, bu durumda vekilin sözü geçerlidir. Hâvî'de de böyledir.
İmâm Muhaınmed (R.A.)
şöyle buyurmuştur:
Bir kimse, diğer bir
adama "kendisi için, filan adamın cariyesini, bin dirheme satın
almasını", emreder; o adam da: "Olur." der ve onu satın ve
teslim alır veya teslim almaz; sonra da: "Ben onu, binbeşyüz dirheme satın
aldım. Ben, sana muhalefet eyledim. Bu cariye benim oldu." der; amir de:
"Sen, onu bin dirheme satın aldın. O cariye, benim mahmdır." der ve
satıcı da amiri doğrularsa, bu durumda satıcının sözü geçerlidir. Amir bedeli
vermemişse, bin dirhemi satıcıya verir. Ve o cariyeyi teslim alır.
Bu durumda müşterinin,
"satıcının yemin etmesini isteme" hakkı yoktur.
Eğer amirin yemin
etmesini ister ve o da yemin ederse; cariyeyi alır ve bedelini satıcıya verir.
Şayet yemin etmezse,
cariye, müşterinin olur. Bu durumda müşteri, bin dirhemi satıcıya vererek
cariyeyi teslim alır.
Şayet satıcı
müşterinin tasdiki üzere beş yüz dirhem için müşteriye müracaat ederse, durumun
ne olacağı kitapda yazılmamıştır.
Bu durumda amirin bin
dirhemini talep etmeye hakkı var mıdır, yok mudur? Cassâs'ın Kerhî'nden ve Kadî
İmâm Ebû Heysem'in de kadılardan rivayet ettiklerine göre, amirin buna hakkı
vardır. Dilerse, bin dirhemini müşteriden talep eder.
Alimlerin ekserisi
ise: "...hakkı yoktur." buyurmuşlardır.
Eğer müşteri:
"Ben, onu yüz dinara satın aldım." derse; mes'ele hali üzeredir.
Bu mes'ele ile önceki
mes'ele müsavidir.
Ancak, şu bölüm
müstesnadır: Birinci mes'elede, amir cariyeyi alır ve bin dirhemi satıcıya
verir; sonra da müşteri yemin teklif edince, yeminden kaçınırsa, müşteri
cariyeyi amirden meccanen alır. Bu, kıyasda böyledir. İstihsanda ise, bedelim
vererek alır ve amirin o cariyeyi bedeli verilene kadar habsetme hakkı vardır.
İkinci mes'elede ise,
bir şey vermeksizin meccanen alır. Bu, hem kıyas; hem de istihsanda böyledir.
Bu hal, müşterinin, "satın aldığını" ikrar etmesi halinde böyledir.
Ancak, satın aldığını
inkar eder; amir de: "Sen, onu bin dirheme satın aldın." der; satıcı
da onu doğrularsa, bu durumda satıcının sözü geçerli olur. Bedeli vermek ise,
amire aidtir.
Satıcı: "Ben,
müşteriye "amir adına almadığına dair" Allah adına yemin
veriyorum." der ve o da yemin ederse, ona bir şey gerekmez.
Şayet yeminden
kaçınırsa, o zaman bedeli vermek ona düşer ve bu durumda o da amire müracaat
eder.
Eğer hakkının
olmadığını söylerse, mes'ele yokdur.
Bu mes'elede hilaf
zikredilmemiştir. Hilaf, cinsi ayrı olduğu zaman olmuştur.
Alimlerimizden bir
kısmı: "Onlardan hiç birine yemin verilmez." demişler bazıları da:
"Yemin verilir." demişlerdir.
Amir yemin ederek:
"Vallahi, ben binbeşyüz dirheme aldığını bilmiyorum." veya "Bin
dinara aldığım bilmiyorum." derse, onun sözü geçerli olur.
»Bu durumda, satıcı
bin dirhem veya yüz dinar aldığını söylese, sözüne iltifat edilmez ve bu sözü
batıl (= geçersiz) olur. İhtilaf amir ile memur arasında kalır.
Bu durumda me'mur,
"kendi nefsi için aldığını" iddia eder; amir de "kendi için
aldığını" iddia ederse, me'murun yeminle birlikte söylediği söz geçerli
olur. Eğer böylece yemin ederse, satın alma işi kendi nefsi için sabit olur. *
Şayet yeminden
kaçınırsa, satın alma işi amir adına sabit olur.
Amir bedeli belirtmez
ve me'mur da: "Ben, o cariyeyi bin dirheme aldım." der, amir ise:
"Beşyüz dirheme satın aldın." derse, satıcının me'muru doğrulanması,
halinde, müşterinin (yani me'murun) yemin ederek söylediği söz geçerli olur.
Câmiu'l-Kebîr Şerhi Tahrîr'de de böyledir.
Satıcı, ikrar ederek:
"Şu köleyi, şu adama» şu fiata sattım." der ve aybını da söyler,
müşteri de: "Ben, ondan çok uzağım." derse; bu durumda satıcının
beyyine getirmesi gerekir.
Eğer beyyinesi
olmazsa, müşteriye yemin etme teklifinde bulunur. Yemin ederse-, onu, iade
eder.
Eğer müşteri iddia
ederek: "Onu, o kusuru ile satın aldığını" söyler; satıcı ise, bunu
inkar ederse, bu durumda bir şey gerekmez. Hâvî'de de böyledir.
Müşterinin beyyinesi
olmadan red hakkı olmaz. Beyyinesi olur veya satıcının ikrarı bulunursa, bu
takdirde müşterinin sözü geçerli olur ve kusuru (= aybı) sebebiyle, onu satıcıya geri verir.
Muhıyt'te de böyledir.
Satıcı, "yırtık
olduğunu" ikrar ederek satar; müşteri de, onu yırtığı sebebiyle geri
getirirse; "Bu yırtık, o değildir." demesi halinde, satıcının bu sözü
tasdik olunmaz.
Şayet:
"Çoğalmış." veya "Büyümüş." derse, bu sözü tasdik olunur.
Eğer, başka bir yırtık
olur ve satıcı: "Ben, sana şu yırtıkla sattım; diğefi yoktu." derse;
yeminle birlikte söylemesi halinde, satıcının bu sözü geçerli olur. Serahsî'nin
Muhiyti'nde de böyledir.
Satıcı iki kişi olur
ve onlardan birisi, bir kusuru belirtip ikrar eder; diğeri de bunu inkar
ederse, müşteri, onu ikrar eden şahsa geri verir. Diğerine geri veremez.
Satıcı bir kişi olduğu
halde, onun müfâveda onun ortağı bulunur ve satıcı aybı inkar eder, ortağı ise
onu ikrar ederse; bu durumda müşteri, kusurlu şeyi geri verir. Mebsût'ta da
böyledir.
Bu durumda müşteri
için, muhayyerlik vardır: İsterse, aybı sebebiyle ikrar edicinin ortağına;
isterse, satıcıya geri verir. Muhıyt'te de böyledir.
Eğer ortak man ortağı
ise, müşterinin onun ikrarı sebebiyle red hakkı yoktur.
Müdarabe ortaklığı da
böyledir.
Müdarib bir mal satsa,
mal sahibi de onun aybını ikrar eylese, bu durumda müşteri, müdaribe onu iade
edemez.
Mal sahibi satsa da,
müdarib o malın aybını ikrar eylese yine böyedir.
Keza, vekil satsa da,
müvekkil aybını ikrar eylese, bu durumda da vekil ilzam edilmez.
Amir de böyledir.
Şayet vekil aybı ikrar
ettiği halde, amir inkar ederse, müşteri, bu takdirde o malı vekile iade eder.
inan ortaklığında,
eğer satıcı aybı ikrar ettiği halde, ortağı inkar ederse, ikisi de ilzam
olunurlar.
Müdârib de böyledir;
eğer aybı ikrar ederse mal sahibi ilzam olunur. Mebsût'ta da böyledir.
Bir adam, başka
birinden satın aldığı kumaşı, bir başkasına sattığında, bu ikinci müşteri, onu
kusuru sebebiyle, önceki müşteriye geri verse, eğer hükümsüz vermişse, bu
durumda önceki müşteri, satıcıyı dava edemez.
Şayet hakimin hükmü
ile geri verirse, bu durumda üç vecih vardır:
Birincisi: Onun ikrarı
ile reddeyledi ise (şöyleki: O satıcı, önce kumaşın aybını ikrar eyledi; sonra
da, kabul eylemedi ve hakim onun üzerine hükmeyledi ise) bu durumda da iki
vecih vardır:
1) Ondan, bu
aybı ikrardan önce, buna ait bir
inkar sebkat etmemiştir. (Mesela: Kusurunu ikrardan önce, "Ben, onu bu
aybı ile sattım." dememiştir.) Bu takdirde, satıcı dava edilir ve kumaş
geri reddedilir.
2) Eğer
satış zamanı, o kusurun var olduğunu isbat ederse, bu durumda satıcı dava
edilmez ve kumaşı da iade olunmaz.
İkinci Vecih: Yemin
etmemesi sebebiyle geri verilir. Bu durumda, eğer ondan inkar sebkat etmediyse,
(o ayba karşı susmak bir şey söylememek gibi) ona yemin verdirilir. Yemin
etmekten kaçınırsa, kumaşı kendisine geri verilir ve satıcısı dava edilir.
Şayet ondan inkar
sebkat eylemişse, bu durumda satıcı dava edilmez.
Üçüncü vecih: Beyyine
ile reddedilir. Bu durumda, eğer o kusura karşı, susmak gibi bir inkar sebkat
eylememişse ve buna karşılık da beyyine olursa, satıcı dava edilir.
Eğer inkar sebkat
etmişse, işte bu iki vecih üzeredir:
1) İkinci
müşteri, onu, o aybi ile birlikte satmış olabilir. O zaman ilk satıcı dava
edilemez.
Şayet, "o aybın,
birinci satıcı satarken bulunduğunu" beyyinelerse, o zaman satıcıyı dava
eder. Bazı rivayetlerde böyle zikredilmiştir. "Bu, İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'un kavlidir diyenler olmuştur.
2) Bazı
rivayetlerde ise: "...satıcı dava edilmez." denilmiştir.
"Bu da İmâm
Muhammed (R.A.)'in kavlidir." denilmiştir. Mnhıyt'te de böyledir.
Bir adam, bir yer
sattıktan sonra, "onun içinde kusur olduğunu" ikrar eylese,
("duvarında çatlak var." veya "ağacında kırık var." yahut
"kapısı kırık" gibi...) bu yüzden, o ev geri verilir.
Keza, bir kimse,
içinde hurma ağaçları bulunan bir yer, sattığında, "sonradan hurmaları az
olur." veya "içinde ağaç azdır." gibi, bir ikrarda bulunursa, bu
yüzden orası geri iade edilir.
Elbise olsun, hayvan
olsun, para olsun, satıcı onun aybını ikrar ederse, cümlesi geri iade
edilirler.
Şayet, bir kimse
"sattığı kölenin, bir
elinin kesik olduğunu" söylediği
halde, müşteri iki eli de kesik olarak
getirirse, onu geri, veremez. Fakat, bir
elinin kesikliğinin noksanlık bedelini alır.
Eğer kölenin bir
parmağı fazla olur ve bunu satıcı ikrar etmiş bulunursa, müşteri onu iade
eder.
Satıcının, kusuru
ikrar etmiş bulunduğu bütün hallerde, onun satmış bulunduğu bu şey, kendisine
iade edilebilir. Mebsût'ta da böyledir.
.
İmâm Muhammed (R.A.)
şöyle buyurmuştur:
Bir kimse, cairyesine:
"Ey hırsız" veya "ey kaçkın" yahut "ey zaniye"
veya "ey deli" dedikten sonra, onu satar, müşteri de, bu cariyede, o
hallerden birisini bulur ve o kusuru yüzünden, onu geri vermek ister; satıcı
ise: "O kusur, senin yanında oldu." derse, onun sözü geçerlidir. Her
ne kadar, müşteri "satıcının, daha önce söylediği kusurun, onda
olduğunu" beigelese bile, bu beyyinesi kabul edilmez. Ve geri verme hakkı
olmaz.
Keza, beyyine
ibraz ederek: "ona
sen satmadan önce,
böyle söyledin." derse, bu sözünün de bir kıymeti olmaz. Camiu'l-Kebîr
Şerhi Tahrîr'de de böyledir.
Cariyesi hakkında
"hırsızdır." denilen şahıs susarsa, işte bu, bir ikrar sayılır.
Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Şayet, cariyesine
hırsız, zaniye, kaçgın, deli diyen şahsa karşı, şahitler şehadette bulunsalar;
bu fiiller o cariyede olmasa bile, müşteri, bu şehadetler sebebiyle, o cariyeyi
geri verebilir. CâmiuM-Kebîr Şerhi Tahrîr'de de böyiedirt.
Bir adam, karısına:
"Ey boşanmış." veya cariyesine: "Ey hürre." dese; veya
"Bu boşanmıştır." veya "Bu hürredir.' dese, dediği gibi olur ve
bu ikrar olur.
Bu, eğer bir işe
makrun olur veya çağırma cihetiyle olursa böyledir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de
böyledir. [22]
Mudârebe hakkında,
mudârib'in (= emek sahibinin) borç ikran, —müdarebe malı yanında ise— mal
sahibi hakkında da caizdir.
Mudârebe malı yanında
yoksa, borç ikrarı caiz olmaz.
Bil-icma, şehadeti
kabul edilmeyen bir müdaribin elinde, müdarebe malı mevcut ise, bunun borç
ikrarı, mal sahibi hakkında caizdir.
Keza, borç sebebiyle
şehadeti makbul olmayan, inan ortağının, ortağına karşı borç ikrarı caizdir.
Ticaret sebebiyle, bi'1-icma ortaklık hükmüne dahil olur ve ortağı olmaksızın
ilzam olunur.
Müfâveda ortaklarından
her birinin, diğerine karşı borç ikrarı da —her ne kadar, şehadeti makbul olmasa
bile— caizdir.
Ancak, tmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre, ortağı hakkında da, kendi nefsi hakkında da, ikrarı asla sahih
olmaz. Muhıyt'te'de böyledir.
Bir adamın yanında bin
dirhem mudârebe malı bulunur ve o malın içinde
borç olduğunu söyler;
mal sahibi ise,
bunu inkar ederse; mudarıbın, bu husustaki ikrarı caiz
olur.
Keza, o malda işçi
ücreti veya hayvan kirası veya dükkan kirası olduğunu söylemesi de caizdir.
Müdârib, mal sahibine
mal vererek: "Bu, senin asıl sermayendir." der; o da, onu aldıktan sonra,
söylenilen borçlardan bazısını ikrar ederse, bu durumda o tasdik edilmez.
Hâvî'de de böyledir.
Bir adam, ikrar
ederek: "Yanımda bulunan mudârebe malının bin dirheminin karı, yarı yarıya
filanındır." der; sonra da ona "kârı, yarıya bir başkasının mudârabe
malıdır." der; o adamların her ikisi de, "onun, mudârebe malı
olduğunu" iddia ederler; sonra da mudarib çalışıp kazanırsa, İmâm Ebû
Yûsuf (R.A.)'a göre, önceki adama bin dirhem ile kârın yansım verir. Diğerine,
bin dirhemi tazmin eder; ona, kâr yoktur.
İmâm Muhammed (R.A.)'e
göre ise onların hiç birine kar vermez; biner dirhemlerini öder. Kâr, kazananın
olur ve onu da tasadduk eder. Mtıhıyt'te de böyledir.
Müdarib ikrar
ederek: "Şu-mal filanın ve filanın
müdârabe malıdır." der; o filanlar da onu doğrularlar, sonra da onların
yanından ayrılınca, "birisi için üçte ikisi, diğeri için de üçte
birisi" derse, bu sözü doğrulanmaz. O mal, onların arasında yan yarıya
ortaklaşa bir mal olur. Mebsût'ta da böyledir.
Bir adam, yanında olan
bir köle hakkında: "Bu filanla, benim aramda yarı yana müdârabe
malıdır." dedikten sonra, onu ikibin dirheme satar ve: "sermayesi bin
dirhemdi." der; mal sahibi de: "Ben, sana köleyi müdarebe malı olarak
verdim. Artık, bu müdârabe fasiddir. Sana ecr-i misil vardır. Paranın tamamı
benimdir." derse, bu durumda köle sahibinin sözü geçerli olur. Serahsî'nin
Muhuytı'nde de de böyledir.
İki müdârib, ellerinde
plan malın müdârabe malı olduğunu ikrar ederek "filan adamındır."
deseler; sonra da mal sahibi, "onlardan birisi için; kârın üçte birisi;
diğeri için de karın dörtte biri olduğunu" söylerse, onun bu sözü
geçerlidir. Mebsût'ta da böyledir.
Bir kimse,
"Müdârabe malının, bir
adama ait olduğunu" söylediği halde, onun kim olduğunu belirtmese,
onun sözü geçerli olur. Ve varisleri ona göre hareket ederler. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Müdârib, "kârın bin dirhem
olduğunu" söyledikten sonra "yanıldım; o kâr, beşyüz
dirhemdir." derse, o tasdik edilmez. Önce söylediği malı tazmin eder.
Eğer maldan yanında
bir şey bulunur ve: "İşte bu kardır." ve "sermaye ile birlikte
mal sahibine verdim." der; mal sahibi de, onu yalanlarsa, bu durumda, mal
sahibinin sözü geçerli olur.
Fakat, mal sahibi,
müdâribin iddiasına göre yemin eder. Yemin edince de, müdâribin elinde olan
kârı, sermayenin hesabına göre alır. Mebsût'ta da böyledir.
Müdâribin sattığı bir
malın kusurunu» mal sahibi irkar ederse, bu durumda müşteri, o malı müdâriba
geri veremez.
Eğer satıcı da ikrar
ederse, o malı ikisi geri alırlar. Serahsî'nin Muhıyti'nde de böyledir.
Bir adam: "Filan
benim müfâveda ortağımdır." dediğinde, o adam: "evet" veya
"doğru" yahut "doğru söyledi." veya "söylediği
gibidir." veyahut "o, doğru söyleyicidir." derse; (bunların
hepsi de birdir) ve onlar, borca alacağa, akara, köleye ve ellerinde olan her
türlü malaortakdırlar.
Keza: "O, benim
müfâveda ortağımdır; ben de onun müfâveda ortağıyım." derse, yine bu
şahıslar ortaktırlar. Mebsût'ta da böyledir.
Müfâveda ortaklarından
birisinin, müfâveda altına girdiğini ikrar etmesi caizdir. Bunu, ortağı, ister
tasdik, isterse tekzib etsin fark etmez.
Mutlak olarak borcu
ikrar etmek de müfâveda ortaklığı altına dahildir.
Eğer müfâvecja
ortaklarından birisi, ortaklıkla ilgili borcu ikrar eder, ortağı da: "Bu
borç, ortak olmadan önce sana aittir." der; ikrar eden de: "Hayır,
bilakis ortaklık borcudur." derse, ikrar edenin yeminle birlikte söylediği
söz geçerli olur.
Inân ortaklarından
birisi, borcu ikrar ederse, bu borç ticaretlerine dahil olur mu?
Ortağı inkâr ederse,
ona karşı, bu borç sahih olmaz. Muhıyt'te de böyledir.
Inân ortaklarından
birinin, ortağına karşı alım.-satım gibi bir şeyi ikrar etmesi, bîaynihf o şey
duruyorsa, ortağının hissesi nisbetinde, onun için de caizdir.
Şayet zayi olmuş bir
şeyi ikrar ederse, —o ortağına değil—, kendine ait olur. Serahsî'nin Muhıytf
nde de böyledir.
Müfâveda ortaklarından
birisi sıhhatli iken veya hasta halinde kefaleti ikrar ederse, ortağı o
sebebden sorumlu tutulur.
Bu, kendi adına kefil
olunanın emriyle olduğu zaman böyledir. Ancak, onun emri olmaksızın kefil
olmuşsa, hassaten (özellikle, sadece) kendisi mes'ûldür.
Sahih olan budur.
Mütefâveda
ortaklarından birisi, sıhhatli halinde iken, hasta olan ortağının varisleri
için bir borç ikrar ederse; —bu borç hastaya değil— sahih olan kendisine ait
olur. Hızânetü'I-Müftin'nde de böyledir.
Mütefâveda ortaklarından
birisi, arkadaşının mehrine
veya karısının nafakasına yahut cinayetine kefil olduğunu ikrar ederse,
her ikisi de ilzam olunurlar.
Bu, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'nin kavlidir.
İmâmeyn'e göre yalnız
ikrar eyleyen ilzam olunur; arkadaşı ilzam edilmez. Mebsût'ta da böyledir.
İki mütefâveda
ortağından birisi, "başka birisiyle ortak oldu-karını" ikrar eder;
diğer arkadaşı da bunu inkar ederse, kitabda bu ikrarın, ikisi için de caiz
olduğu yazılmıştır.
Bu durumda, ellerinde
olan mala, bu ikisi, üçüncü şahısla ortak olurlar. Bu durumda, ikisinin
arasındaki ortaklık müfâveda veya inan ortaklığı olarak sabit olmaz;
ortaklıkları müfâveda ortaklığı olmaz. Muhiyt'te de böyledir.
Bir adam, diğer birisi
ile müfâveda ortağı olduğunu ikrar ettiği halde, o adam, bunu inkar ederse, bu
şahısların arasında ortaklık yok demektir; bir şey gerekmez.
Eğer diğer adam:
"Ben, senin elinde olan mala müfâveda olmaksızın ortağım ve sen, benim
yanımda olana ortak değilsin." derse yemin etmesi şartiyle onun sözü
geçerli olur. Havî'de de böyledir.
Hür bir adam,
"ticarete izinli bir kölenin, veya bir mükâtebin, müfâveda ortağı
olduğunu" ikrar ettiğinde o adam, bunu doğrulasa bile, aralarında müfâveda
ortaklığı olmaz. Fakat, ellerinde olan mala yarı yarıya ortak olurlar.
Bu şahıslardan
birisinin. diğerine borç ikrarı ve emanet ikrarı caiz olmaz.
Buna göre, bir sabiyi
(= çocuğu) müfâveda tüccarı olarak ikrar eylese; veya ticaret eden bir sabi,
diğer bir sabiyi, müfâveda ortağı olarak ikrar eylese, bunlar ellerinde bulunan
mala ortak olurlar. Fakat, müfâveda ortaklığı aralarında sabit olmaz. Mebsût'ta
da böyledir.
Bir kimse, "konuşmayan bir
çocuk ile müfâveda
ortağı olduğunu" ikrar ettiğinde, bunu o çocuğun babası doğrulasa;
adamın elinde olan mala, aralarında yarı
yarıya ortak olurlar. Fakat, bu ortaklık, müfâveda ortaklığı değildir.
Çocuğun elinde bulunan mala da ortak değildirler. Serahsî'nin Muhıyü'nde de
böyledir.
Bir zimmî, "bir
müslümanla müfâveda ortağı olduğunu" ikrar eder veya bir müslüman
"bir zimmî ile müfâveda ortağı olduğunu" söylese, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, bunlar müfâveda ortağı olamazlar. Fakat,
ellerinde bulunan mala, yarı yarıya ortak olurlar. Mebsût'ta da böyledir.
Bir adam: Filan, benim
ortağımdır." der ve bu sözün üzerine, fazla bir şey söylemezse; ona
açıklamada bulunması için müracaat edilir. Hangi şeyi açıklarsa, o şey üzerine
ortaklık sabit olur. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, diğerine:
"Sen, benim ticarette ortağımsın." derse, bu şahıslar her ikisinin
elinde bulunan şeye ortakdırlar.
Bu ortaklığa
meskenleri, hizmetçileri, elbiseleri, yiyecekleri dahil olmaz; dirhemleri
dinarları dahil olur. Serahsî'nin Mumytı'nde de böyledir.
Eğer, bir kimse:
"Ben, filanın, —az ve çok— her şeyine ortağım." der; o adam da onu
doğrularsa; bu ikrar esnasında, ticaret malı olarak, ellerinde ne varsa, o
şeylere ortak olurlar. Altın ve gümüşe, ortakdırlar. Bu şahıslardan birinin,
bunu açıklamasına —örfen— müracaat edilmez,
Ticaret malı olmayan
ev ve benzeri şeyler müstesnadır.
Eğer ikrar vaktinde
her birinin elinde havaic-i asliyenin dışında neyin bulunduğu biliniyorsa işte
o, ister ticaret için olsun, ister olmasın, bu söze dahildir. Muhıyt'te de
böyledir.
Bir adam, "O, şu
dükkanda bulunan şeylerde benim ortağımdır." dedikten snora: "Bu
ikrardan sonra, oraya bir yük mal daha koydum." derse; bu sözü
doğrulanmaz. Bir rivayete göre ise, bu sözü kabul edilir.
Bu hususta
alimlerimizden iki rivayet vardır:
Eğer ikrar gününden
açılana kadar, dükkan kitli ise, bu sözü kabul edilmez. Aksi takdirde kabul
edilir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Bir kimse, ikrar
ederek: "Filan, şu dükkan da bulunan her şeye benim ortağimdır."
derse; o dükkanda ne varsa, hepsine ortakdırlar. Eğer bir eşya hakkında niza
ederler ve ikrar eden: "Ben, bunu ikrardan sona getirdim." der;
kendisi için ikrar olunan zat da: "Hayır, bu, ikrar zamanı dükkanda
idi." derse, bu durum hakkında görüş ayrılığı vardır:
Ebû Süleyman'ın
rivayetine göre: "Bu durumda ikrar olunanın sözü geçerlidir." buyrulmuş
ve "O şeye, ortaktırlar." denilmiştir.
Ebû Hafs'ın
rivayetinde ise: "İkrar edenin sözü geçerlidir ve o şey, ona
mahsustur." denilmiştir.
Şayet ikrar eden:
"Filan, benim ticaret malı olarak yanımda olana ortakdır." der ve
sonra da ikrar zamanında bulunmayan ve sonra eline geçmiş olan bazı şeyleri
iddia ederse, diğeri de "Hayır, bunlar ikrar zamanı var idi." derse;
bu durumda bütün rivayetler birleşirler ve ikrar eden şahsın sözü geçerli olur.
Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse:
"Filan, benim un ortağımdır." dediğinde, bu şahsın elinde, değirmen,
deve ve değirmenci eşyaları bulunursa;, iddia olunan da bunların tamamına ortak
olduğunu söylerse, bu durumda ikrar edenin sözü geçerli olur.
Şayet: "O, benim
şu dükkanda bulunan her şeye ortağımdır." derse, dükkanda olan şeylerin
hepsine ortaktırlar.
Eğer dükkan ve
dükkanda bulunan her şey iki şahsın elide olur ve onlardan birisi: "Filan,
benim amel (çalışma) ortağımdır. Fakat, eşya benimdir." der; diğerLde:
Hayır, eşyaya da ortağız." derse; işte ona da ortakdırlar. Mebsût'ta da
böyledir.
Bir adam: "Filan,
satın aldığım her yüke ortağımdır." der; elinde de iki yük bulunur; sonra
da: "Bunların birisini satın aldım; diğeri ise, bana miras
geldi." derse, onun sözü geçerli olur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Şayet: "O,
ticaret için olan her yükde ortağımdır." dedikten sonra: "Ben,
onlardan birisini, öz malımdan, ticaretin haricinde satın aldım." derse;
bu sözü geçerli olur.
Şayet ticaret için
olduğunu ikrar ettikten sonra,
"...benim has malımdandır." derse; bu sözü tasdik olunmaz.
Mebsût'ta da böyledir.
Eğer: "Dün, Ehvaz'dan
bana gelen her yüke,
o benim ortağımdır." der;
sonra da iki yük geldiğini ikrar eder ve: "Birisi benim eşyalarım."
derse; bu durumda onların ikisine de ortakdırlar. Sonraki ikrarı sahih olmaz.
Kendisi için ikrar ettiği şahsa, eşyadan hissesini verir. Strahsî'nin
Muhıytı'nde de böyledir.
Bir kimse: "Filan
şahıs, benim filana olan borcuma ortakdır." dediğinde, ikrar olunan zat:
"Sen, ona benim iznim olmadan borç ettin. Seninle, benim aramda ortaklık
yoktur." derse; ikrar eden şahıs, —onu satmış olması halinde— o eşyanm
yarı bedelini tazmin eder.
Fakat: "Ben
satmadım. Lakin beraber sattık." Senede de benim ismim yazıldı."
derse, bu durumda, onun sözü geçerli olur.
Eğer ikrar olunan zat,
senette yazılı olan eşyanın yansım ödemek ister ve öder; sonra da: "Sen,
benim iznim olmadan, eşyamı aldın." der; senet kendi üzerine olan şahıs
da: "Ben, senden bir şey satın almadım. Ancak, bana senette ismi olan
eşyayı sattı." derse; ona tazminat gerekmez. Fakat, senette yazılı olana
yarı yarıya ortakdırlar. Talep hakkı senette adı yazılı olan şahsındır.
Mebsût'ta da böyledir.
Bir kimse:
"Filan, benim bütün ticarette ortağımdır." deyip, o adam da, bunu
doğruladıktan sonra, bunlardan birisi ölür ve ölenin varisleri: "Bu mal,
ortak mal değildir." derlerse, bu durumda, onların sözü geçerli olur.
Şayet, ikrar eylediği
günde elinde olan şeyi "ortaklıktandır." derlerse, o ortak maldan
olur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Ölen şahsın ismi
yazılı bir alacak senedi bulunur tarihi de, ortak olduğunu ikrar etmesinden
önce olursa, bu durumda, o alacak o ortaklık. maundandır.
Eğer, senedin tarihi,
ortaklığı ikrardan sonra ise, bu durumda, vârislerin sözü geçerlidir ve o
ortaklık malından değildir. Mebsût'ta da böyledir. [23]
İmâm Muhammed (R.A.),
el-Asl kitabında şöyle buyurmuştur:
Ölen bir kimsenin
vasisi, ikrar ederek: "Ölenin bütün malını filan oğlu filandan
aldım." der, ancak onun ne kadar olduğunu söylemez; sonra da: "Ben,
ondan yalnız yüz dirhem aldım." der borçlu ise: "Filan için, üzerimde
bin dirhem borç vardı. Onun vasisi, tamamını benden aldı." derse; bu
borcun, ödenmesi gereken bir borç olması vasinin de, önce "her şeyi
aldığını" ikrar etmesi, sonra da, ikrarından ayrı olarak,-fasılalı bir
şekilde "o, yüz dirhemdi." demesi halinde, borçlu, üzerinde olan
borcun "bin dirhem olduğunu" ikrar eder ve "bin dirhemi de
ödediğini" söylerse, bu durumda borçlu, bin dirhemden beri olur.
Bu durumda, vasinin yemin
ederek söylediği söz geçerli olur ki o, yüz dirhem almıştır. Vasiye karşı,
borçlu doğrulanmaz. İnkar sebebiyle de, varislere dokuzyüz dirhemi tazmin
eylemez.
Şayet, "ölenin,
borçlu da bin dirhemi olduğuna dair" bir beyyine olur ve varisler, onu
ibraz ederlerse; o beyyinenin, borçlunun bin dirhemden beri olduğunu belirtiyor
olması halinde vasi, varislere, dokuzyüz dirhemi borçlanır ve öder.
Borçlu, önce "bin
dirhem borcunun olduğunu" ikrar eder sonra da vasi, "onda olanın
tamamını aldığını" ikrar eder, bilahare de ikrarından ayrı ve fasılalı
olarak: "O, yüz dirhem idi." derse; bu durumda borçlu, vasinin ikrarı
sebebiyle, bin dirhemden beri olur. (= kurtulmuş olur) Vasi, inkarı sebebiyle
varislere dokuzyüz dirhemi tazmin edip öder.
Bu söylediğimiz husus vasinin
"o yüz dirhem idi." diye ikrarından ayrı söylediği zamandır.
Fakat vasî, sözünü
fasılasız (= aralıksız) söylerse (Mesela: "Ölünün filan üzerinde olan
bütün malını aldım; o yüz dirhem idi." der) borçlu da: "Hayır, o bin dirhem idi." der ve
vasi bu açıklamayı doğrularsa, borçludan dokuzyüz dirhemi alır mı?
Cevap: Borçlu Önce
borcunun bin dirhem olduğunu ikrar eder; sonra da vasî: "Onun üzerinde
olanın tamamını aldım. O yüz dirhemdi." derse, bunun cevabı, vasinin önce
aldığını irkar eylediği halin cevabı gibidir.
,
Bu, borcun ölen zat
tarafından verildiği zaman böyledir. Amma borcu, vasî kendi vermiş olur ve bu
vasî, önce aldığını ikrar eder; sonra da fasılalı olarak "o, yüz dirhem
idi." der; borçlu da "onun bin dirhem olduğunu" söylerse, bu durumda
borçlu, borcunun tamamından berat etmiş olur.
Bu durumda vasî de
—borçlunun, öyle söylemesiyle— varislere bir tazminatta bulunmaz.
Şayet varisler, borcun
bin dirhem olduğunu isbat ederlerse, borçlu yine —vasinin ikrarı sebebiyle—
borcundan beri olmuş olur.
Bu durumda ise vasî,
varislere, dokuzyüz dirhemi tazmin eder. ( = öder)
Eğer borçlu, önce
borcunu ikrar eder; sonra da vasi "onun üzerinde olanın tamamını aldım; o
ise, yüz dirhem idi." der; bunu da ikrarından fasılalı söylerse, borçlu
—vasinin ikrarı sebebiyle— borcundan beri olur. Vasi ise, vereseye dokuzyüz
dirhemi öder.
Eğer vasi sözünü
bitişik söyler, (Şöyleki: "Onun üzerinde olanın tamamını aldım; o yüz
dirhemdi." der) sonra da borçlu: "Borç bin dirhem idi. Sen, onu
aldın." derse, bu durumda borçlu, borcun tamamından beri olur. Vasi ondan
bir şey isteyemez ve vasî de varislere tazminatta bulunmaz. Ancak, aldığını
ikrar eylediği mikdarı tazmin eder.
Borçlu, önce bin
dirhem borcu ikrar ettikten sona vasî: "Onun üzerinde olanın tamamını
aldım; o, yüz dirhem idi." derse, borçlu borcunun tamamından berî olur.
Vasî ise, varislere dokuzyüz dirhemi tazmin eder. ( = öder) Muhıyt'te de
böyledir.
Bir kimse varisin
malım satar ve yüz- dirhem olan bedelinin tamamını aldığına da şahid tutar;
müşteri de: "Hayır, yüz elli dirhem idi." derse; bu durumda vasinin
sözü geçerli olur. Borçlu tazminat yapmaz.
Keza ölen vasiyet eder
ve vasi de onu ikrar ederek "bedelin tamamını aldığını; onun da yüz dirhem
olduğunu" söyler; müşteri de: "Yüz elli dirhem idi." derse bu
durumda vasinin sözü geçerli olur. Borçlu tazminat yapmaz. İşte o zaman vasi
elli dirhemi de alır. Nefsî malını satsa, yine böyle olur. Serahsî'nin
Muhiytı'nde de böyledir.
Şayet vasi ikrar
ederek: "Ölen zatın, filan adamda olan bütün malını aldığını, onun da yüz
dirhem olduğunu" söyler; ve —buna da— beyyine getirerek "iki yüz
dirhem olduğunu" söylerse; borçlu, yüz dirhem daha Öder; vasinin onu ibtâlı
doğrulanmaz. Mebsût'ta da böyledir.
Vasî ikrar ederek,
"ölen zatın, filanın yanında olan emanetini, mudarebesini, ortak
malını, eşyasını, Ödünç
verdiğini, kendisinin
aldığını" söyler; bundan sonra da: "Ben, yalnız yüz dirhem
aldım." derse, bu öyle kabul edilir.
Vasi, önce aldığını
ikrar eder; sonra da: "Yüz dirhem aldım." derse; —borçda olduğu gibi—
matlub (yani borçlu) her şeyden beri olur.
Bu, vasinin, sözünü
ayrı şekilde söylediği zaman böyledir.
Ancak vasi, sözünü
aralıksız, söyler; sonra da matlûp, "yanında olanın, bin dirhem
olduğunu" ikrar ederse; bu durumda vasinin sözü geçerli olur.
Eğer matlûp (= borçlu)
önce "yanında olan emanetin bin dirhem olduğunu" ikrar eder; sonra da
vasi "onda olanın tamamını aldığını; onun da yüz dirhem olduğunu"
söylerse; —şayet sözünü fasılalı söylemişse— tamamını öder. Eğer, fasılasız,
söylemişse, ikrarından başka bir şey gerekmez.
Borç bunun hialfmadır.
Muhıyt'te de böyledir.
Vasî, "filanda
olanın tamamını aldığını" ikrar ederse, onun sözü geçerli olur.
Keza, "filan
adamın Kûfe'de olan alacağını aldım." derse, bu durumda da onun (vekilin)
sözü geçerlidir. Hâvî'de de böyledir.
Şayet vasi ikrar
ederek: "Ölenin, insanlarda olan alacağını filan oğlu filandan
aldım." der; beyyine ile o adamın ölene bin dirhem borcu olduğu isbat
edilir, vasi de: "Böyle değildir; ben aldım." derse, bu durumda vasi
ilzam olunur. Mebsût'ta da böyledir.
Vasî ikrar ederek:
"Ölenin, filanda olan alacağını aldım." der; borçlu da: "Onun,
bende bin dirhemi vardı." karşılığını verir, vasi de: "Sende olan
alacağı bin dirhemdi; fakat, sen onun beşyüz dirhemini, sağlığında ona verdin;
beşyüz dirhemini de öldükten sonra ödedin." der; borçlu da "Bilakis,
ben tamamını sana ödedim." derse; vasi bin dirhemi tazmin eder; fakat
davası hususunda varislerden yemin etmelerini ister. Muhıyt'te de böyledir.
Vasî ikrar
ederek: Ölen filan zatın
evinde eşyasından, mirasından
olan her şeyi aldığını" söyler; bundan sonra da "O yüz dirhem, beş
elbise idi." der; varisler de: "Evde olan şeyin, babalarının öldüğü
gün, bin dirhem ve yüz elbise olduğunu" belgelerlerse, bu durumda vasi,
ikrarından fazlası ile ilzam olunmaz. Böylece varisler şahit dinletebilirler.
Hâvî'de de böyledir.
Vasî ikrar ederek:
"Filanın buğdayından aldım; veya şu hurma ağacından, hurmasını aldım; veya
arazisinden buğdayını aldım, o da şu kadardı" der; varisler ise, bunun
daha fazla olduğunu iddia ederler ve beyyine ibraz ederek: "O yer, şu
kadar, şu kadardı." derlerse, yine vasi-ikrarından fazla olanla ilzam
olunmaz. Yine böylece varisler şahit dinletme imkanı bulurlar. Mebsût'ta da
böyledir.
Vasî ikrar ederek
"mükâtebin üzerindeki kitabet bedelinin bin dirhem olduğunu ve ölenin,
sağlığında dokuzyüz dirhemini aldığını, kendinin de, o öldükten sonra, yüz
dirhemi aldığını" söyler; mükâtep: de: "sen, bin dirhemin tamamını
aldın." der ve bunu belgelerse, varislerin yemin etmesinden sonra, vasî
bu bin dirhemin tamamını
Bu durumda
varisler "ölenin aldığını
bilmediklerine" yemin
ederler. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Vasî, "ölen adamın, filan mükâtebde olan, kitabet bedelini
aldığını" ikrar edip "onun, yüz dirhem olduğunu" söyler; mükâteb
de: "Sen, benden kitabet bedeli olan bin dirhemi aldın." derse;
"yüz dirhem olarak," vasinin sözü geçerli olur. Bu durumda mükâtep,
dokuzyüz dirhemle ilzam olunur.
Şayet vasî,
"ondan kitabet bedelini aldığını" söyler fakat bir miktar belirtmezse,
bu durumda mükâtep, azad olmuş olur.
Eğer kitabet bedelinin
aslı bin dirhem olarak belgelenir; mükâtep de —vasî şehadette bulunmadan önce—
vasinin aldığını ikrar ederse; bu durumda vasî, onun tamamını tazmin eder.
Mebsût'ta da böyledir. [24]
Bir adamın yanında,
gaib olan birisinin malı olur ve o gaib de ölür ve bir adam gelerek, "onun
oğlu olduğunu" iddia eder; mal yanında bulunan şahıs da, ona inanırsa, bu
durumda hakim, onu kabul etmez. İsterse o, "ölenin, başka varisi
var-" desin; isterse demesin müsavidir. Şayet o ölen şahıs için başka bir
varis çıkarsa, bu böyledir; değilse malı o gelene verir.
Her yerde:
"Hakim, başka varisi varsa, o da gelsin diye yavaş davranır yani araştırma
yapar." denilmiştir. Fetâvâyi Suğra'da da böyledir.
İmla isimli kitap da,
İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
Ölen bir şahıs, bir
başkasının yanında mal bırakır; başka bir adam da "kendisinin, ölen zatın
oğlu olduğunu" bir kadın da, "kendisinin ölen zatın karısı
olduğunu" iddia eder; mal yanında bulunan şahıs da: "İkiniz de
doğrusunuz. Ancak ben, sizden başka varisinin olup olmadığını bilmiyorum."
der onlardan her biri de, diğerini yalanlarsa, bu durumda hakim, bir zaman
bekler, sonra da malın tamamını ona —kadının davasının yalan olduğuna yemin
ettirdikten sonra— oğluna verir.
Keza, ölenin bir
karısı olsa, bir adam da "onu, ölen zatın nikahladığım" söylerse; bu
durumda o kadın ölenin karısı menzilin-dedir.
Keza, mal elinde olan
zat, ölen şahsın bir koca veya bir karısı yahut bir kardeş veya ana bir veya
baba bir bacısı, olduğunu ikrar ederse veya mevle'l-ıtakanm nesebini ikrar
ederse, mes'ele ikrar ettiği gibi halledilir.
Bir kadın,
"ölenin kızı olduğunu" iddia eder; bir adam da "ölenin azadlısı
olduğunu" söyler; mal elinde bulunan zat da: "İkinizi de
doğruladım." veya "Şu kızıdır; şu da mevlâsıdır." yahut önce:
"Şu mevlâsıdır; şu da kızıdır." derse; bunlar, o malı yan yarıya
alırlar.
Eğer birbirlerini
yalanlarlarsa, mevle'l-müvâlat, iki kadın yerinde olur.
Şayet mal yanında olan
kadın olur; bu mal da bir adamın malı olursa, mal yanında olan kadın:
"Ben, ölenin karışıyım; şu da onurî karışıdır. Şu adam da Ölenin
mevlâsıdır." der; diğer kadın ise: "Ben, ölenin karışıyım. Sen
değilsin." der; mevle'l-müvâlat da: "Ben, varisim. $iz
değilsiniz." derse, işte o zaman, hakim malın dörtte birini iki kadına,
kalanını da mevle'l-müvâlata verir. Muhıyt'te de böyledir
Eğer mal yanında
bulunan şahıs: "Şu oğludur; fakat, bilmiyorum başka varisi yar
mıdır?" derse, bu durumda hakim, bir müddet bekler. Başka varis gelirse
gelir; şayet, gelen olmaz ise, malı oğluna verir.
Fakat, mal elinde
bulunan zat: "Ben, bundan başka varis tanımıyorum." derse, bu
durumda hakim, beklemeden malı ona verir. Edebü'1-Kâdî Şerhı'nde de böyledir.
İmâm Mu ha m m ed
(R.A.) şöyle buyurmuştur:
Mal elinde bulunan
adam, bir diğerine: "Sen, onun baba ve ana bir kardeşisin; ölenin, seni
mirastan mahrum bırakacak başka bir varisi var mıdır onu bilmiyorum." der
iddia olunan adam da: "Ben, ölenin baba ve ana bir kardeşiyim ve onun
varisiyim; benden başkada varisi yoktur." derse, o kardeş için, —ondan
başka varis olmadığı bilinene kadar— miras yoktur.
Şayet mal elinde
bulunan zat: "Sen, ölenin ana ve baba bir kardeşisin; onun, ana ve baba
bir, bir kardeşi daha vardır; ikiniz birlikte varissiniz. Ben, sizden başka da
varis bilmiyorum." der; iddia olunan adam da: "Ben, ölenin ana ve
baba bir kardeşiyim; benden başkada varisi yoktur." derse, o zaman, kadı
(= hakim) yavaş davranır. Eğer başka varis çıkarsa, çıkar şayet başka varis
çıkmazsa, malın tamamını iddia olunan adama verir. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam gelir ve
"ölenin kendi kölesi olduğunu iddia edip malın da o kölenin malı
olduğunu" söylerse, bu durumda o, hak sahibi olur.
Bir adam gelerek,
"ölenin oğlu olduğunu ve onunda hür olduğun" iddia ederse; bir şeye
sahip olamaz. Ancak, onun varisi olur.
Mal yanında olan:
"Ölen köle idi." der ve onlardan her birisi de diğerini yalanlarsa,
işte o zaman, malın tamamı mevlamn olur; oğulun olmaz. Muhıyt'te de böyledir.
Şayet bir adam,
"ölen bir gaibin kardeşi olduğunu iddia eder ve "onun varisi
olduğuna; başka da varisinin bulunmadığını" söyler veya "onun oğlu
(veya babası yahut anası veya mevlası) olduğunu" iddia ederse veya kadın
olur da, "ölenin baba bir bacısı veya ana bir bacısı yahut kardeşinin kızı
olduğunu" iddia eder ve: "Benden başka da varisi yoktur." derse;
bir başkası da iddia ederek: "Malın tamamını veya üçte birini kendine
vasiyet eylediğini*' söyler; mal yanında bulunmakta olan şahıs da bunların,
ikisini de doğrular ve: "Ben, bilmiyorum, ölenin sizden başka varisi var
mıdır?" derse vasiyyet iddiasında bulunana bu ikrar sebebiyle bir şey
yoktur. Kadı (hakim) malı onlara verir. Hulasa'da da böyledir.
Koca, karı ve
mevle'l-müvâlât, kendisine vasiyet olunan şahıstan evladır. Muhıyt'te de
böyledir.
Mal yanında bulunan
şahıs ikrar ederek: "Mal sahibi öldü. Şu adamın da onda bin dirhemi
var." derse hakim ona "varis terk etti mi?" diye sorar. Eğer, o
zat: "Evet" derse, aralarmda dava açılır.
Eğer o zat:
"Hayır varis bırakmadı." derse; hakim o zaman teenni eder; şayet
varis çıkmazsa, ölen için bir vasi tayin edilir.
Eğer borç sabit
olursa, alacaklıya verilir.
Aksi takdirde, mal
beytü'1-male kalır. Muhtasar'da da böyledir.
Bir adamın yanında,
başka birisinin malı bulunduğunda, bu mal sahibi ölür; mal yanında olan zat
ise: "Ölen şahıs, bu malın tamamını şu adama vasiyyet eyledi." der ve
yine ikrar ederek: "bu malın tamamını başka bir adama vasiyyet eyledi."
der; o adam da: "gerçekten ölen zat, bu malın tamamını bana vasiyyet
eyledi; sana bir şey vasiyet eylemedi." derse, bu durumda o mal, ikisinin
arasında taksim edilir.
Eğer mal yanında
bulunan adam: "Gerçekten ölen zat, malın tamamını şu zat için vasiyyet
eyledi." der veya —bunun gibi—: "Şu adam da ölenin baba ve ana bir
kardeşidir ve onun varisidir, ondan başkada varisi yoktur.", der; onlar da
birbirlernini yalanlarlarsa; bu durumda malın üçte biri, kendisine vasiyyet
edilen şahsa; üçte ikisi de kard.eşine verilir.
Şayet mal yanında
bulunan zat: "Gerçekten ölen adam, malın tamamını şu adama vasiyyet
eyledi." der ve keza: "Ölen adam, şunun, oğlu olduğunu veya babası
olduğunu veya efendisi olduğunu; başka da varisinin bulunmadığını"
söylerse; malın tamamı, ikrar olunan varise ve efendiye verilir. Muhıyt'te de
böyledir.
Bir adam iddia ederek,
"malsahibinde bin dirheminin olduğunu; onun da öldüğünü" söylerse,
varisler gelene kadar, bu şahsın sözüne itibar edilmez.
Eğer, borçlu ve iddia
olunan ikrar ederek: "Ölenin veresesi yoktur." derse; bu durumda
hakim, teenni .eder. Sonra da ölen şahıs için, bir vasî tayin eder. O vasî malı
alır. Sonra da iddia olunana: "Alacağın olduğuna dair beyyineni
getir." denilir. Eğer beyyine ibraz ederse, ona hükmedilir.
Şayet mal sahibi sağ
olarak gelirse, hakim ona hüküm verir.
Eğer adam ölmüşse,
borcun aslı borçtur; mal sahibi onu tazmin eder.
Eğer aslı gasb ise,
isterse alana tazmin ettirir. Eğer aslı emanet ise, tazminat alana aittir.
Bu, İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'un kavlidir.
İmâm Muhammed (R.A.)'e
göre ise, emanet gasb gibidir.
Eğer mal bu adamın
eline, babasının ona vasiyeti olarak gelmişse, ona tazminat yoktur; tazminat,
onu alana aittir.
Eğer mal sahibi, sağ
olarak gelmez; varisleri de gelerek borcu inkar ederlerse, bu durumdaki hüküm geçmiştir.
Muhtasar'da da böyledir.
Eğer, mal yanında
bulunan zat: "Gerçekten ölen adam, malın tamamım şu adama vasiyyet eyledi;
fakat, filan oğlu filanın, ölen adamın üzerinde şu kadar, şu kadar alacağı
var." der; onu da ikrar olunan adam doğrular; vasiyet olunan şahıs ise,
vasiyeti iddia ettiği halde borcu inkar eder, ölenin de varisi kalmamış olursa,
bu durumda hakim, bir müddet bekler, sonra da alacaklıya: "Alacağına ait
belgem getir." der.
Eğer belgesi yoksa,
kendisine vasiyet olunan zata yemin vererek, "o adamın, ölenin üzerinde
alacağının olup olmadığını" sorar.
Eğer, kendisine
vasiyet olunan zat yemin ederek: "Alacağı yoktur."-derse; hakim malı
ona verir. Bu durumda alacaklıya bir şey vermez.
Şayet mal elinde
bulunan şahıs: "Ölen zat, malının tamamını, bu adama vasiyyet eyledi. Ben
ölenin varisi var mı, yok mu bilmiyorum."; kendisine vasiyet olunan şahıs
da: "Bana ver. O, her haliyle — ister veresesi olsun, isterse olmasın—
benimdir." derse, işte o zaman hakim, ona bir şey vermez. Muhıyt'te de
böyledir.
Mal yanında bulunan
zat, hakime: "Bu mal, filan adamındır. O da öldü. Varis de
bırakmadı." derse, hakim acele etmez ve ondan nefsini kefil alır.
Eğer, bir varis veya
kendisine vasiyet edilen bir kimse gelirse gelip malı alır. Aksi takdirde,
hakim malı ondan alarak, beytü'1-male teslim eder.
Eğer, hakim, bu malı
müslümanlar arasında paylaştırdıktan sonra, mal sahibi diri olarak gelirse, o
mal borç olur ve beytü'l-malden ödenir.
Eğer o mal gasb ise,
onun sahibi muhayyerdir: Dilerse, elinde olana ödetir; dilerse, mislini
beytü'l-malden alır
Eğer, gasıbtan alırsa,
o, beytü'1-male müracaat eder. Eğer o mal, emanet ise, emanet olunan şahsa,
tazminat yoktur.
Bu, İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'a göre böyledir.
İmâm Mu h amme d
(R.A.)'e göre ise, o, gasb gibidir.
Mal elinde bulunan
şahıs o mala vasî tayin edilmiş olursa, ona tazminat gerekmez. Sahibine
beytü'l-malden karşılık verilir.
Eğer mal sahibi sağ
gelmez de, oğlu gelirse; mal yanında bulunan şahıs, onu tazmin etmez. O oğlana,
beytü'l-malden karşılık verilir. Muhtasar'da da böyledir. [25]
Bir adam, ikrar ederek
"bir adamı, hataen öldürdüğünü" söyler, beyyine de başkasının
öldürdüğü şeklinde olur; maktulün velisi de her ikisini de dava ederse, bu
durumda ikrar eden, diyetin yansını öder; diğerine bir şey gerekmez.
Buna göre, onlardan
birisi amden öldürdüğünü ikrar eder veya diğeri hakkında böyle bir belge
bulunur ve velî de katlin kasden olduğunu iddia ederse; bu durumda veli için,
ikrar edeni (kısasen) öldürtme hakkı vardır. Diğerini öldürtme hakkı yoktur.
Şayet veli, —hata
iddia edilen fasılda— tamamen ikrar edeni iddia ederse, onun diyetin tamamını
vermesi vacip olur.
Eğer velinin iddiası,
aleyhine şahitlik yapılan şahsa olursa, onun, diyetin tamamını ölenin baba
tarafından olan asabasına vermesi gerekir. Muhiyt'te de böyledir.
Bir adam,
ikrar ederek: "Yalnız başına
filanı kasden Öldürdüğünü"
söyler; bir başkası da aynı şekilde ikrarda bulunur; velî ise: "İkisi bir
öldürdü." derse; bu durumda her ikisini de (kısâsen) öldürtme hakkı
vardır. Mebsût'ta da böyledir.
Bir adamın aleyhinde
iki şahit, şehadette bulunur ve: Bu şahıs, filan adamı öldürdü." derler;
başka iki şahit de, bir başkası için, "...bu öldürdü." diye şahitlik
yaparlar; veli ise: "Her ikisi de birlikte öldürdüler." derse;
onlardan hiç birini (kısâsen) öldürtemez. Muhiyt'te de böyledi.
Onlardan birine:
"Onu sen öldürdün." derse, bu durumda, onu (kısasen) öldürtme hakkı vardır. Şayet: "İkinizin öldürdüğünü de doğruluyorum." derse;
ikisini de (kıyasen) öldürtemez. Mebsût'ta da böyledir. [26]
Bir adam, bir cinayeti
ikrar ederse, işlediği cinayetin fidyesini verir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de
böyledir. [27]
tbnü Semâa, İmâm Ebû
Yûsuf (R.A.)'un şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
Bir kimse: "Filan
adamın varislerinin, benim üzerimde bin dirhemleri vardır." derse, o
varisler arasında pay edilir. Buna, ana karnında olan da dahil olur. Şayet
"Filanın oğlunun, benim üzerimde bin dirhemi vardır." derse; ona da
oğullar aynı seviye de ortak olurlar. Fakat buna, ana karnında olan dahil
olmaz. Muhiyt'te de böyledir.
Bir adam, karısına:
"Ben, seni sabi iken nikahladım." derse, araları ayırtedilmez.
Bilakis ona: "Babadan, sana izin vermiş miydi?" diye sorulur. Şayet:
"Hayır." derse, "Bulûğa eriştikten sonra izin verdi mi?" denir. Eğer
"Hayır." derse; "Şimdi izin verdi mi?" denir. Yine:
"Hayır." derse, o zaman aralan ayrılır. Vâkiât'ta da böyledir
Hişam'ın Nevâdiri'nde,
İmâm Muhammed (R.A.)'m şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
Bir adam, ikrar
ederek: "Filan adamın, benim üzerimde, mirasdan bin dirhemi vardır."
der, ikrar olunan şahıs da, ikrar edenin söylediğini söylerse; ikrar eden
şahıstan o malı alır.
Eğer ikrar olunan
şahıs, bunu inkar ederse, onun inkar eylediği, filanın mirasına bir varis
olmaz. Muhiyt'te de böyledir.
Bir köle, hüta ile bir
adamı öldürür; efendisi de bu durumu bilmez ve o köleyi bir adama satıp teslim
ettikten sonra, satm alan zat, onu efendisinin yanına emanet bırakır; cinayetin
sahibi de, bu cinayeti yalanlarsa, bu durumda, onun sözü de beyyinesi de kabul
edilmez. Ve o kölenin, "cinayetin efendisine teslim edilmesi" veya
"fidyesinin verilmesi" emredilir.
O verildikten sonra,
gaib biri gelir ve: "Ben cinayeti biliyorum." derse, bu durumda cinayetin
velisinin, o kölede bir hakkı kalmaz. Bunu söyleyen şahsa diyet lazım olur.
İkrar olunan şahıs, ister doğrulasın, isterse yalanlasın fark etmez. Tahrîr'de
de böyledir.
îbnii Semâa, İmâm
Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir:
Bir adam: "Şu
adamın, benim üzerimde bin dirhemi var; bunun gibi, şu adamın da benim üzerimde
dinarı var." derse, bu durumda, önceki adama bin dirhem; sonrakine de bin
dinar borç öder.
Şayet: "Şu
adamın, benim üzerimde bin dirhemi var." der; susar; sonra da: "Şu adamın
da bende onun misli var." derse, bu durumda onlara biner dirhem borç öder.
Bu eğer, meclis ve söz bir olursa böyledir. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, bir kölenin
"filanın kölesi olduğunu ikrar eder, köle yanında bulunan şahıs da,
bunu inkar eder; sonra da ikrar eden
zat: "Onu satın aldım; artık, o hürdür." der ve bilahare de onu satın
alırsa, bu durumda o köle, ikrar olunan şahsa hükmedilir; azadhğı geçersizdir.
Eğer ikrar ederek:
"O filanındır." dedikten sonra: "O, hürdür." der; bilahare
de onu satın alırsa, bu durumda o köle, öncekine hükmedilir.
Bu ikrarlardan sonra,
adam "onu satın almasını" emreder, bilahare de o satın alırsa,
emreden şahıs ona daha çok hak sahibi olur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de
böyledir.
Müntekâ'da
zikredildiğine göre, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) şöyle buyurmuştur:
Bir adam:
"Filanın, bende emanet olarak bin dirhemi vardır." der ve sonra da:
"İkrarımdan önce, o zayi oldu." derse, sözüne inanılmaz. O şahıs, o
bin dirhemi öder.
Şayet: "Onun
benim yanımda emaneti vardı. Zayi oldu." derse, bu durumda, onun sözü
geçerli olur.
Eğer: "Onun,
benim yanımda bin dirhem emaneti vardı. Zayi oldu." der ve bu sözlerini
bitiştirirse; bu sözü istihsanen kabul edilir.
Keza: "Gerçekten
dün zayi oldu." derse, yine bu sözü kabul edilir. Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse, ikrar
ederek: "Filanın, kendi üzerinde, herevî bir elbisesinin olduğunu"
söyler ve bir de herevî elbise getirirse, —yemin etmeksizin— bu sözü kabul
edilir.
Bu, İmâm Muhammed
(R.A.)'in kavlidir.
İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'a göre ise, uygun olanı, bu ikrarı, orta halli bir elbiseye
çevrilmelidir.
Bu kavillerin ikisi de
doğrudur.
Keza, bu şahıs:
"Onun bende elbisesi vardır." der de, cinsini belirtmezse, hangi
elbiseyi getirirse, o kabul edilir. Bu durumda giyilmişi ve yenisi müsavidir.
Elbiseyi verene kadar da, o bırakılmaz. Mebsût'ta da böyledir.
Bir adam, ikrar ederek
"Filan şahsın kendisinde evi veya bir yeri, yahut hurmalığı veya bostanı
olduğunu" söyler ve bunu da gasben aldığını ikrar ederse; —elinde
duruyorsa— "o şeyi, olduğu gibi geri vermesi emredilir.
Şayet, o şeyi geri
vermekten aciz ise, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre o
şeyin kıymetini tazmin etmez; İmâm Muhammed (R. A.)'e göre, tazmin eder.
Muhiyt'te de böyledir.
Bir adam,
"Filanın, kendisinde bir kölesi olduğunu" ikrar eder; onu da, o filan
şahıs, iddia ederse, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.): "Orta halli bir köle veya orta
halli bir kölenin kıymetini verir." buyurmuştur.
İmâm Muhammed (R.A.)
ise: "Köle veya kıymeti hakkında söz ikrar edenin sözüdür."
buyurmuşlar.
Bu ihtilaf:
"Bende bir koyunu (veya bir ineği, bir devesi) var." denildiği zaman
da böyledir, Zehıyre'de de böyledir.
Bir adam:
"Filanın bende bir kölesi var; benim de onda, köle bedelim var."
derse; —yeminle birlikte— onun sözü geçerli olur. Mebsût'ta da böyledir.
Bir adam, kendi
üzerinde bir hayvan olduğunu ikrar ederse; istediği hayvanın kıymetini verir.
Eğer bir hayvan
getirir de: "İşte budur." derse, bu durumda onun sözü geçerli olur.
Eğer bir at, kısrak,
eşek veya deve getirirse, o kabul edilir. Bunun dışında, sözü kabul edilmez.
Kâdîhân'da da böyledir.
Ilel kitabında şöyle
zikredilmiştir:
Filan adamın, bende
fülüs dirhemi vardır." diyen kimsenin dirhemi değeri dirheme müsavi, fülüs
borcu olur.
Keza, bir adam:
"Filanın bende dinarı, dirhemleri vardır." derse; onun, dinara müsavi
dirhemler vermesi gerekir.
Eğer "filanın,
üzerimde dirhemi fülüsü vardır." derse; sanki o adam: "Ben, sana bir
dirhemlik fülüs sattım." demiş gibi olur. Ona fülüsü açıklamış olur.
Münteka'da şöyle
zikredilmiştir:
Bir adam:
"Filanın, üzerimde dirhemi unu vardır." derse, ona bir dirheme müsavi
un vermesi gerekir. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, kendisinin
bir evde veya arsada hakkının bulunduğunu ikrar eder veya mülk veya satın alım
ikrarında bulunursa, onu açıklar. İddia olunan hasmı, ona yemin verir.
Eğer açıklamadan
kaçınırsa, hakim ona: "Yarı mı? Üçte bir mi? Dörtte bir mi?" diye
sorar. Bu soruları örfte bilinen ondan aşağısına sahip olunamayan miktara kadar
indirir.
Sonra da fazlalık
üzerine yemin verir.
Eğer: "Bunun, bu
evde hakkı, şu ağaçdır. veya "...şu kapıdır." yahut "...yersiz,
şu binadır." veya "...ziraat hakkı..." yahut "...sükna
hakkı...", "kira mukabili şudur." derse, bu sözüne inanılmaz.
Ancak, bu sözü yeminle birlikte söylerse , o vakit inanılır. Serahsî'nin
Muhiytı'nde de böyledir.
Bir adam:
"Üzerimde, filanın alacağı vardır." dediği halde, onu açıklamakdan
kaçınırsa, bu durumda hakim, ona, —en az miktara varana kadar— derece derece
borç ismi söyler.
Borçlu, bu
miktarlardan birini ikrar ederse eder; etmez ise, kendisine yemin verilir ve
ilzam edilir. Muhıyl'te de böyledir.
Bir kimse: "Şu köle, filanındır; ondan satın
aldım." der ve ikrarını bitiştirirse ve ondan satın aldığını da isbat
ederse; istihsanen, belgesi kabul edilir.
Şayet, biraz sustuktan
sonra: "Satın aldım." veya "Onu, bana bağış yaptı." yahut
"Onu, bana sadaka verdi." derse, bu husustaki beyyinesi kabul
edilmez. Mebsût'ta da böyledir,
Müntekâ'da
zikredildiğine göre İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) şöyle buyurmuştur:
Bir adam:
"Kardeşimin, benim üzerimde, bin dirhemi var." dediği halde, isim
vermezse, bu batıl (= geçersiz) olur
Şayet onun ismini
bildirir ve bu isim, kardeşinin isminin aynısı olursa; ilzam edilir.
Eğer: "Oğlumun,
benim üzerimde bin dirhemi var." dediği halde, onun da ismini söylemez ve
bu şahsın belirli bir oğlu olur: "Benim, başka da oğlum vardır." Ben
onu kasdeyledim." derse, onun bu sözü geçerli olur.
Şayet, isim belirttiği
halde, bu şahsın oğlu olmaz ise, onu, başka yere sarfetmez, O çocuğun üzerinde
Ömer Ömer ve Salim Salim gibi iki isim birleşirse, bunlara borç ikrarı sahih
değildir. Talak ve ıtak ise vaki olur. O şahsın açıklama hakkı vardır.
Muhıyt'te de böyledir.
el-As]'da şöyle
zikredilmiştir:
Borcun miktarı
söylendiği veya borç maldan iki vasfa izafe edildiği zaman, bunların her
birinden yarı icabeder. Çünkü, miktarı onları izafe eylemiştir. Bu, eşit olarak
tevzi edilir. Şöyleki, iki adama izafe ederse; onların arasında, yarı yarıya
taksim edilir. İzafetteki müsavat, tevzi de müsavatı iktiza eder.
Şayet: "Bana on
herevî ve merevî elbise emanet eyledi." derse, her birinden beşer elbise
emanet edilmiş olur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Bir adam, "diğer
bir şahsın üzerinde, ikiyüz miskal altın ve gümüşünün olduğunu" söylerse,
o takdirde onların her birinden yüzer miskal alacağı olmuş olur. İkrar olunan
zat, gümüşü fazlalaştıramaz. Yenilik ve eskilik hususunda, ikrar edicinin sözü
geçerlidir. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam:
"Filanın, benim yanımda, bin dirhem alacağı ve emaneti vardır." derse
o şahıs, bunun yarısını borç ve yarısını da emanet olarak öder.
Eğer: "Onun,
bende bin dirhem mudârabe ve alacağı vardır." der ve sözü bitiştirirse,
işte o zaman: "Üçyüz dirhem borç; yediyüz dirhem mudârabedir." derse,
onun sözü geçerli olur.
Eğer, sözün arasını
açarsa, herbirinden yarı yarıya olur. Yani beş yüz dirhem borç, beşyüz dirhem
müdârabe olur. Hâvî'de de böyledir.
Bir adam: "Onun,
bende bin dirhem hibesi ve emaneti vardır." derse, bunun tamamı, emanet
olur. Serahsî'nin Muhıyti'nde de böyledir.
Bir kimse, başkası
hakkında: "Bana üç zatiy ve yehûdiy elbise emanet etti." derse; bir
zatiy ve bir yehûdiy elbise lazım olur; üçüncüyü açıklamak ona
aittir. Dilerse "zatiy," dilerse
—yeminli olarak— "yehûdiy
elbise" der. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir adam,
"üzerinde, (hınta =) buğday ve arpadan bir ölçek olduğunu, dörtte birinin
hariç kaldığını" söylerse, bu durumda, onun —arpa ve buğdayı eşit olmak
üzere— dörtte üç ölçek vermesi gerekir. Serahsî'nin Muhiytı'nde de böyledir.
Bir adam, başka biri
hakkında: "Bende bir kür buğday ve arpa ve susam alacağı var." derse,
her birinden bir kür'ün üçte birini verir.
Bir adam, eğer:
"Filanın bende, yarım dinar, dirhem ve elbisesi vardır." derse; bu
durumda onun bunlardan her birinin yarısını vermesi gerekir.
Keza: "Yarım kür
buğday, bir kür arpa ve bir kür hurması vardır." derse, dediği gibidir.
Keza: "Şu kölenin
yarısı ve şu cariyenin yansı..." derse, her birinin (değerinin) yarısını
öder.
Şayet: "Şu kür
buğdayın yarısı ve bir kür arpası vardır." demiş olursa bu durumda, onun
arpayı tam bir kür vermesi gerekir.
Eğer: "Filanın
kölesinin yarısını gasbeyledim. Ve şu cariyesini...," derse; dediği gibi
Ödeme yapar.
Keza: "Yarım
dirhem ve şu dinar." derse; dediği gibidir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de
böyledir.
Câmiu's-Sağîr'de şöyle
zikredilmiştir:
Bir adam ölüp, geride
bir köle bıraktığında, bu köle, varislere: "Baban beni azad eyledi."
der; başka bir adam da: "Babanda, bin dirhem alacağım vardır." der;
varis de: "İkiniz de doğru söylediniz." derse; İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre, bu durumda borç evladır. Kölenin kıymeti hakkında ruhsat
vardır.
İmâmeyn'e göre ona
ruhsat yoktur. Muhiyt'te de böyledir.
İmâm Muhammed (R.A.)
şöyle buyurmuştur:
Bir kimsenin, bir
kölesi; diğer bir şahsın da bir cariyesi bulunduğunda, bu şahıslardan her biri,
*'diğerinin, memlûkesini azad eylediğine" şahitlik yaparlar ve her biri bu
hususta diğerini yalanlar; sonra da, her biri diğerinin memlûkesini satın
alırsa, bu alış-veriş sahih olur. Ve bu durumda, o memlûkeler azad edilmiş
olurlar. Satın alan şahıs ister teslim alsın, ister teslim almasın hüküm
böyledir.
Bu şahıslardan her
biri, diğerine, satın aldığının kıymetini tazmin eder. Eğer kıymetleri müsavi
ise, biri diğerine, her hangi bir şey için müracaatta bulunamaz.
Şayet birinin kıymeti
diğerinden fazla ise, kıymeti fazla olanın sahibi o fazlalık için; diğerine
müracaat eder.
Keza, bu satıştan
önce, her biri, diğerinin, memlûkesini müdebbere eylediğine şahitlik etmiş
olurlarsa, bu durumda müşterinin değil, satıcının ölümüyle, hürriyet tahakkuk
eder ve velâ yerinde kalır.
Şayet her biri,
diğerinin memlukesinin başka birine ait olduğuna şahitlik yaparlar ve o da
belirli bir kişi olur; bu şahıslar karşılıklı birbirlerini yalanladıktan sonra
da, birbirlerinden o memlûkeleri satın alırlarsa; bu durumda da, bu alış-veriş
caiz olur. Ve bu şahıslardan her biri, satın aldığını ikrar ettiği şeyi o şahsa
geri verir. Bu, kendisi için ikrar olunan şahıs onları doğruladığı zaman
böyledir.
Fakat, bu şahıs onları
yalanlarsa, bu durumda onları teslim etmeleri emredilmez ve bu şahıslardan her
biri, diğerine o memlûkenin kıymetlerini tazmin etmezler. Bu durumda bir
birlerine hiç bir şey için müracaatta bulunamazlar.
Şayet onlardan birisi,
diğerinin memlûkesini müdebbere eylediğine şahitlik yapar; diğeri de
"arkadaşının elinde bulunan memlûkenin başka birine ait olduğuna"
şahitlik yapar ve o şahıs da böyle iddia ettiği halde, bu şahıslardan her
birisi diğerini yalanlar; sonra da karşılıklı satış yaparlarsa, o zaman,
kendisi için ikrar olunan şahıs, müşterisinden ikrar olunan bedeli alır.
Müdebber olduğu iddia olunan memlûke de müdeb-bere olarak kalır. Aralarındaki
satış caiz olur. Ve bu şahıslardan birisi, diğerine herhangi bir şey için
müracaatta bulunamaz.
Eğer her biri,
"diğerinin, memlûkesini mükâtep eylediğini" ikrar ettikten sonra,
karşılıklı satış yapsalar ve bu mes'ele hakime çıkarılsa, memlûkelerin kitabeti
inkar etmeleri halinde, bu satış caiz olur.
Eğer kitabetlerini
iddia ederlerse, bu durumda hakim, o iki mem-lûkeden, kitabet hususunda beyyine
ister. Onlardan her biri beyyine ibraz ederse, hakim kitabete hükmeder ve satış
bozulur.
Şayet beyyineleri
yoksa, onlardan her biri, satıcısından "kendini kitabete bağlayıp
bağlamadığı hakkında'' yemin etmesini ister.
Eğer satıcılar yemin
ederlerse, satış caiz ve onlardan her biri kendisini satın alanın kölesi olur.
Şayet satıcılar
yeminden kaçınırlarsa, hakim bu kölelerden her birinin kitabetine hükmeder ve
satış bozulur.
Eğer biri diğerinin
tedbîrine; diğeri de ötekinin kitabetine şehadette bulunur; sonra da karşılıklı
satış yaparlarsa, tedbirine şehadette bulunulan köle, satın alanın malından
müdebber olur ve onun ölümüyle hür olur; velası da bakidir.
Kitabetine şahitlik
yapılan köle hakkında, satıcı yemin eder ve memlûke olduğu bilinirse, kitabeti
fesh olur. Ve bu durumda taraflar birbirine herhangi bir şey için müracaat
edemezler.
Eğer satıcı yemin
edemezse, köle satıcıya geri verilir ve satış bozulur. Tahrîr'de de böyledir.
En doğrusunu bilen
Allahu Teâlâ'dır ve dönüş de ancak Onadır. [28]
[1] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 8/183.
[2] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 8/183.
[3] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 8/183-184.
[4] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 8/184-186.
[5] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 8/187-215.
[6] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 8/216-219.
[7] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 8/220-226.
[8] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 8/227-239.
[9] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 8/240-261.
[10] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 8/262-266.
[11] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 8/267-278.
[12] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları:
8/279-280.
[13] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 8/281-294.
[14] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 8/295-299.
[15] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 8/300-305.
[16] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 8/306-316.
[17] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 8/317-322.
[18] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 8/322.
[19] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 8/323-324.
[20] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 8/325-334.
[21] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 8/335-342.
[22] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 8/343-354.
[23] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 8/355-361.
[24] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 8/362-366.
[25] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 8/367-371.
[26] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 8/372-373.
[27] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 8/373.
[28] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 8/374-381