1- TAKSİMİN MÂNÂSI, SEBEBİ RÜKNÜ, ŞARTI VE HÜKÜMLERİ
4- ZİKREDİLMEDİĞİ HÂLDE, TAKSİME DÂHİL OLAN VEYA DÂHİL
OLMAYAN ŞEVLER
5- TAKSİMDEN RÜCÛ ETMEK VE KURA ÇEKMEK
7- TAKSİM EDİLMESİ,
BAŞKASINA KARŞİ GEÇERLİ OLAN VE GEÇERLİ OLMAYAN ŞEYLER
10- İÇİNDE BAŞKASININ HAKKI BULUNAN BİRŞEYİN TAKSİMİ
11- TAKSİMDE YAPILAN YANLIŞLIK DA'VÂSI
12- MÜHÂYEE (= MENFAATİN TAKSİM EDİLMESİ= SIRA TUTMA =
NÖBETLEŞME) MUHÂYEE NEDİR?
13- TAKSİM HUSUSUNDA ÇEŞİTLİ MESELELER
Takâm:Müteaddid
kimselerin, bir şeydeki hisse-i şayialarını, bir mik-vâs ile tayin ve tahsis
etmektir.
Meselâ: Mekîlâttaki
hisse-i şayia keyl ile; mezrûattaki hisse-İ şayia \5e zira ile temyiz ve ifraz
edilir.
Taksim, mübadeleyi
mütezammındır. Çünkü, tarafların ortak bulundukları şeyde, belirli bir parça
yoktur.
Bu durumda taksim,
ancak iki hisse üzerine müştemildir. Böyle bir taksim yapmaları hâlinde,
birbirinin hissesini almış olurlar; yarısı birinin mülkü, diğer yansı da
diğerinin mülkü olur. Birbirin hizasına ter-ketmiş olurlar, ve bunlar birbirine
bedel olur.
İfraz ve temyiz,
ölçülen, tartılan ve sayılan şeyler(adediyyat) gibi nıîslî şeylerde söz konusu
olur.
Ercah ve ezhar olan
budur. Çünkü, onlardan herbiri, diğerinin hisselinin benzerini almış ve
böylece de kendi haklarına kavuşmuş olurlar. Bu durumda da, bizzat haklarını
almış sayılırlar. Fakat, asıl kendi his-selirini almış olmazlar. Bunun için,
bir birlerinin haklarını rızasız almış
ve bu taksimden kaçınmaya zorlanırlar. Mübadele (değiştirme) . emsal
sahibi olmayan şeylerde söz konusu olur.
ve ezhar olan da budur.
Mübadele, ya hakkiki
olur; veya hükmî olur. Ödünç vermede olğu
gibi, olan şeylerde, ifrâzü'1-ayn hükmen elhaktır.
Bunun içindir ki
meyvenin, yetişmeden satışı caiz değildir. Bu, mislî olan şeylerde caizdir.
Ancak, taksimden kaçınırsa, taksime zorlanır. Zira menfatın tekmili vardır.
Mübadele de, -diğerinin
hakkına sahip olması bakımından, başka türlü vasıl olamıyor, ve ancak, öyle
vasıl oluyorsa; icbar caizdir. Müşterinin, şüf'a hakkını, şefi'â teslim etmesi
için cebredilmesi gibi... Eğer ona teslimden kaçınırsa, borcunu ödemesi için,
malı cebren satılır.Se-rahsî'nin Muhıyn'nde de böyledir. [1]
Taksimin sebebi:
Müşterek bir malın taksim edilmesini, ortakların tamamının veya bir kısmının
-mülkünden, özel hakkı olarak faydalanmak için- istemesidir. Tebyîn'de de
böyledir. [2]
Taksimin rüknü: fki
nasibin arasını temyiz ve ifrazdır, (bölüp ayırmaktır.) Ölçülen şeylerde
ölçmek, tartılan şeylerde tartmak ve adedî şeylerde saymak yolu ile hisseleri
ayırmak gibi...Nihâye'de de böyledir. [3]
Müşâ (ortaklar arasında
hisseleri ayrılmamış olan şey) bölünüp taksim edilmeden, bir menfaat vermez;
fakat ayrılıp bölününce, tam fayda verecek olursa; o zaman, bölünüp ve
aylrılması şarttır. Serahsi'nin Mu-hiytı'nde de böyledir. [4]
Taksimin hükmü,
herkesin hissesini belirleyip kendisine vermektir. Böylece birinin hakkı,
diğerinde kalmamış olur.Tebyîn'de de böyledir.
Müşterek mallar şu iki
şekilde taksim edilirler:
l-) Kısmet-i
ayan:Bizzat taksim edilecek malı bölmek;
2-) Kısmet-i
menâfi: Müşterek malın menfaatini taksim etmek. Müşterek mallar; bazen evler,
akarlar, araziler ve benzerleri gibi gayr-i menkûl olur; bazen de paralar,
hayvanlar, hububat, ölçülenler, tartilanlar ve diğerleri gibi menkul mallar
olur.
Taksim, bazan,
ortakların tamamının rızası ile yapılır; bazan da bir kısmının rızası ile
yapılar.
Ortaklardan bir
kısmının rızası ile yapılan taksim, hâkim veya onun emîni tarafından yapılır.
Yenâbi'de de böyledir. [5]
Bir evin, alt katma
iki kişi; üst katına da başka şahıslar ortak olurlar ve alt katın birinin
üstüne ortak bulunan şahıslar taksim isterlerse; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ye
göre, bu durumda alt katın elli arşın karesi, Üst katın yüz arşın karesine
mukabil tutulur.
İmâra Ebû Yûsuf
(R.A.)'a göre, alt katla, üst kat eşit tutulur. Ortak bulunulan iki alt kat
daireden birinin üst katı var; diğerinin üst katı yoksa; (Şöyle ki: Evin
birinin üst katı, bu iki ortağın değil de, başkasının olursa) ve üst katın
birinin altı da oturulacak şeküde yapılmamışsa; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre,
alt katın da ev olmayan üst kat, otuz üç arşın kare hesap edilir ve o, binanın
tamamının üçte biri sayılır. Çünkü, İnıftm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, üst kat,
alt katın -öncekinde olduğu gibi- yansı kadardır.
İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)
a göre ise, evin tamamı elli arşın sayılıp, yüz arşını, üstü olmayana, yüz
arşınım da alt katı olmayana mukabil tutu-lur.Zirâ İmâm Ebû Yusuf (R,A.)a göre,
alt katla, üst kat arasında hiç fark yoktur. İmâm Muhammed (R.A.)e gelince,
tamamının bu evin tamamında, kıymetine itibar edilir.
Fetva da buna göredir.
Mebsût'ta da böyledir.
Çöplüğü (tuvaleti)
veya gölgeliği cadde üzerinde olan bir evin taksiminde, onların yerleri hesaba
katılmaz. Çünkü onlar, ev değildir; orda karar hakkı yoktur. Zira onlar,
umumun yolu Üzerindedir ve onların yıkılma ihtimali kuvvetlidir. Yıkılması
muhtemel olan da, yıkılmış hükmündedir.
Şayet gölgelik
kimsenin gelip geçmiyeceği yerde bulunur ve yıkılması muhtemel olmazsa; onun
yeri de hesaba katılır. Serahsî'nin Mnhıy-tı'nde de böyledir.
Bir adam, geride iki
arazı veya iki ev bırakarak vefat eder ve varisler de, onların taksimini her
biri, kendi hissesini almak için isterlerse; bu arazi veya evin taksim edilmesi
caizdir.
Şayet, bu vârislerden
birisi, hâkime giderek "Benim iki evdeki hissemi birleştir." veya
"Benim iki arazideki hissemi birleştir.'* der; diğer ortağı da buna razı
olmaz ise, İmâm Ebü Hgnîfe (R.A.): "Hâkim, her iki yeri de ayn ayrı taksim
eder; birinin hissesini birleştirmez." buyurmuştur.
İmâmeyn ise: Rey
(görüş, kanaat) hâkimindir. Eğer birleştirmeyi uygun görürse, birleştirir,
değilse birleştirmez." buyurmuşlardır.
Şayet bu evler, ayrı
ayrı şehirlerde ise durumun ne olacakı el-A si'da zikredilmemiştir.
Âlimlerimiz:
"İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)nın kavline göre, her hangi birisinin hissesi, aynı
evde birleşmez, ister ayrı ayrı şehirlerde» ister aynı şehirde olsun; ister
ayrı, isterse birbirine bitişik olsun farketmez." buyurmuşlardır. Hilâl,
İmâm Efon Yûsuf (R.A.)'un şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
İki ayrı şehirde olan
evler birleştirilmez. Zira cinsleri aynı, şekilleri ayrıdır.
Şayet iki adamın,
ortaklaşa iki evi varsa; -ister evler bitişik olsun, isterse ayrı ayrı olsun-
hisseleri bir evde cem edilir.
Şayet iki evin
arasında başka bir ev bulunur ye evler birbirinden ayrı olurlarsa; bu durumda
bu ortakların hisseleri de bir evde cem olmaz. Fakat, evleri ayrı ayrı taksim
ederler.
Şayet, evler tek ev
halinde ise, bu ortaklar hisselerini birinde toplayabilirler.
Bunların tamamı, İmâm
Ebû Hanîfe (R.A.) görüşüdür.
İmâmeyn ise: "Rey
hâkimindir. Yer ile evde müsavidir. Hâkim bildiği gibi taksimini yapar."
buyurmuşlardır. Fetâvâyı Kâdîhân'da da böyledir.
Ev, akar veya ev ve
dükkan, ayrı ayrı taksim olunurlar. Çünkü cinsleri değişiktir. Hidâye'de de
böyledir.
Eğer, terekede ev ve
dükkan bulunur, vârislerin de tamamı büyük olur ve bunlar, evi ve dükkanın
bütün hisselerini birisine vermeye razı olurlarsa; bu caizdir. Çünkü, İmâra Ebû
Hsröfe (R.A.) ye göre, hâkimin cebriyle cem olmaz; fakat, kendi nzalarıyla
olursa, cem olur. (toplanabilir.)
Bir vârisin, kendi
hissesini, diğerleri râzi olmadığı hâlde, bir başkasına vermesi caiz oîmaz.
Yâni, böyle yapması diğerleri hakkında geçerli olmaz.
Ancak, hepsi birden
razı olursa; o zaman caiz olur. Bu durumda, onların geri isteme haklan vardır,
isterlerse aralarında taksim yaparlar. Bu zahirdir, (açıktır.)
Burda müşkil olan,
hissesini diğerine veren şahıs, onu geri alabilir mi?
"Hayır
alamaz" denilmiştir. Mufaivfîe de böyledir.
Bir topluluk, ortak
bulundukları bir evin taksimini isterler ve evin iki tarafından bir tarafı
üstün olur; ortaklardan biri de, hissesinin yerine para ister veya bir
başkası, hissesinin yerine bir arsa isterse; bu durumlarda bedel vermek
vardır. Hissesinin yerine para alan şahıs, o parayı, mazeretsiz geri veremez.
O takdirde hâkime başvurur.
İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)
a göre herkes kıymetine göre hissesini alır.
İmâm Ebû Hanîfe (R.A,)
ye göre, arazi sahasına (yüz ölçümüne) göre taksim edilir. Bundan sonra,
hissesine ev düşen, onu diğerine, dirhemler mukabilinde devreder. Zaruretine
binâen bunu yapmakta bir sakınca yoktur.
İmâm Muhammed (R.A,)
ise: "Binaya makabil, arsa verilir." Aralarında üstünlük olursa,
farkını alır ve kıymetlerini eşitleştirir. Bu durumda fazla gelen dirhemleri
olursa, onu geri alır. demiştir, K&fî'de de böyledir.
Ortaklar, yolun durumu
hakkında ihtilaf ederlerse; bazı âlimler: "Hâkime haber verilir."
demişlerdir; bazıları da: "Durum hâkime haber verilmez; bakılır: Eğer
herbiri için ayrı ayrı yol yapmaya imkân varsa öyle yapılır;
değilse, yol müştereken
aralarında taksimsiz kalır." buyurmuşlardır.
Bazıları ise:
"yol ortaklığı, ordan gelip geçmektir. Yoksa, yolu alıp götürmek değildir.
O yoldan geçmiyenin yol ortaklığı yoktur," demişlerdir. Kâfi'de de
böyledir,
Arsasını paylaşınca,
yolun dar alıp daı almayacağında ihtilâfa düşerlerse; bazı âlimlerimiz:
Kapılara göre hareket edilir. Kapısı geniş olanın, yolu da o nisbette geniş
bırakılır; menfaati göz önüne alınır. En azma, bir inek geçecek kadar yol
ayrılır." buyurmuşlardır. Zehiyre'de de böyledir.
Bir yola sahip olanlar
mahkemeye düşer ye onlardan herbiri yolun kendisine âit olduğunu iddia eder ve
daha öncesi bilinmemekte olursa bu durumda yol, aralarında eşit {— müsâvî)
olarak taksim edilir. Çünkü yol, evi büyük olan şahsa ne kadar lazımsa; evi
küçük olana da o kadar lâzımdır.
Bu, su kanalı gibi
değildir. Kanal herkesin arazisinin büyüklüğüne göre taksim edilir.
Şayet yolun aslı
bilinir ve bu yol ölmüş bir adamın arsasından geçmekte olur ve bu şahsın
vârisleri kalmış olursa; o yol, asıl sahibinin olur. Ve o yoldan geçmek
isteyenler, bu yolu, o vârislerden satın alırlar.
Bu yolun aslının miras
olduğunu bilmiyorlar ve bunu inkâr ediyorlarsa; bu yol olduğu gibi kalır,
Mebsât'ta da böyledir.
Cinsi bir olan adedî
şeyleri, hâkim taksim eder.
Şöyle ki: cinsi sabit,
isimleri belli kcy nlar, inekler, ölçülen şeyler, tartılan şeyler ve elbiseler
ortaklar arasında haklan nisbetinde taksim edilir. Cinsleri muhtelif olur ve
sayı ile taksime elverişli olmazsa, bu durumda uygun olanı» kıymetlerinin
hesap edilerek, ona göre taksim edilmeleridir, Mafeıyt'te de böyledir,
îki kişinin, ortaklaşa
buğdayları veya evleri yahut bir cinsten kumaşları (elbiseleri bulunduğunda,
bu ortaklardan birinin hissesini aysr-ması caiz olur.
Uygun olanı taksim
eden şahsın —muhafazası kolay olsun diye— bu taksimi bir kâğıt üzerine yazması
ve bu taksimi, eşit bir şekilde yapmasıdır. Kumaşları, miktarım bilinmesi için
arşınla ölçmek gerekir.
Binanın taksiminde,
yolu ve suyu eşit şeküde yazılmalı ve sonra-da—isimlerini yazıp— kurra
çekmelidir, önce ismi çıkan, hissesini alır. Kâfi'de de böyledir.
Bir adam öldüğünde; üç
oğul ve onbeş adet küpü kalır ve bu küplerin beşi, sirke ile dolu; beşi ise
yarı dolu; beside boş olur ve hepsi de aynı ayarda bulunur; bu oğlanlar da
bunları eşit şekilde ve hiç birini yerinden kaldırmadan taksim etmek
isterlerse; bunu nasıl yaparlar?
Âlimler şöyle
buyurmuşlardır:
Bu oğullardan birine,
iki sirke dolu küp; bir de yansına kadar dolu 'küp ile iki boş küp verilir.
İkinciye de Öyle
verilir.
Geride, birisi dolu,
birisi boş, Üçüde yarı dolu olan beş küp kalır. Onlar da üçüncü oğula
verilince, tam adilâne bir taksim yapılmış olur.
İki kişinin, birisinin
iki, diğerinin üç, ekmeği, (ikisinin birlikte beş ekmekleri) olduğunda, Üçüncü
bir adamı davet edip oturup o beş ekmeği eşit yiyorlar; sonra da davet
eyledikleri adam, bunlara beş dirhem vererek: "Aranızda —her birinizin
ekmeğinden yediğim nisbette— taksim ediniz." diyor; bu durum hakkında:
Fakıyh Ebû'el- Leys: "Bana göre, o beş dirhemin iki dirhemi, iki ekmek
sahibinin; üç dirhemi de üç ekmek sahibinin olur. Çünkü onlardan her birisi bir
ekmekle, bir de bîr ekmeğin üçte ikisini yemiş oldular. Böyle olunca da
onlardan her birisi, iki ekmek sahibininden iki hisse yemiş; Üç ekmek sahibinin
hissesinden de üç hisse yemiş olurlar. Böylece beş sehim olur ve her sehme bir
dirhem isabet eder. Demiştir.
Fakıyfa Ebfi Bekir
ise: "İki ekmek sahibine bedel olarak, bir dirhem verilir. Çünkü, o, kendi
ekmeğinin birisi ile, diğerinin üçte ikisini yemiştir; bir ekmeğinin, Üçte
birini yememiştir. Ve ekmek sahibinin her biri, bir ekmekle, bir de ekmeğin
üçte ikisini yemişlerdir. Üçüncü şahıs ise, üç ekmek sahibinin bir ekmeği ile;
diğerinin, bir ekmeğinin üçte birini yemiş olur. Böyle olunca da, üç ekmek
sahibine (beş dirhemin) dört dirhemi verilir. Fciâvâyi KldUrin'da da böyledir.
Bu mes'ele şöyle
düşünülebilir: Beş ekmek, onbeş parça olumuş-tur. Bunlardan beş parçasını, iki
ekmek sahibi yemiş; beş parçasını üç ekmek sahibi yemiş; beş parçasını da
misafir yemiş oldu. Böyle olunca, misafir, iki ekmeği olandan bir parçasını; Üç
ekmeği olandan ise, dört parçasını yemiş olur. Ve beş dirhemin, bir dirhemi,
iki ekmeği olanın hakkıdır. Dört dirhemi ise, Üç ekmeği olanın hakkıdır.
İki kişi, ortak
bulundukları şamam, bir iple taksim etseler; bu caizdir. Çünkü, bunda
değişiklik çok az olur. Zabiriyye'dc de böyledir.
Ebo Cafer'den soruldu:
—Bir hükümdar, bir köy
halkını borçlandırmak ve o borcu da onlara taksim etmek isterse; âlimlerden
bir kısmı: "Emlâklan nisbetinde borçlandırır.'* dediler; bir kısımda: Adam
başına sayıya göre alır." buyurdular.
Şayet onların
borçlandınhnalırı, mülklerini iyileştirmek, verimli hâle getirmek içinse, o
takdirde herkesi mülkü nisbetinde borçlandırır. Çünkü onun faydası, herkesin
mülküne aittir.
Şayet, bu
borçlandırma, köy halkının bedenlerini, vücutlarını ıslah içinse; o takdirde
onları adam başı (sayılarına göre) borçlandırır. Çünkü, bu durumda fayda, vücutlaradır.
Kadınlara çocuklara bir şey yoktur, (onlar borçlanmaz.) Çünkü onlara taarruz
yoktur. Mufeıyt'te de böyledir.
Yaş üzümün, ortaklar
arasındaki taksimi, tartı iledir. Bu, kantarla veya terazi ile tartılır,
ölçekle taksim edilse, o da sahih olur. Zafcî-riyye'de de böyledir.
En doğrusunu bilen
AHahu Teâlâ dır. [6]
İki kişi bir yere
ortak bulunduklarında, onlardan birinin hissesi diğerinden çok olur ve hissesi
çok olan ortak, o yeri paylaşmak istediği halde, diğeri buna razı olmazsa; bu
durumda, o yerin taksimini hâkim yapar.
Şayet hissesi az olan
taksimi ister ve hissesi çok olan ona razı olmazsa; yine o yeri hâkim taksim
eder.
Bu, Şehhû'l- İslâm
Hâher-zâde'nin ihtiyarıdır. Fetva da buna göredir.
İki kişinin ortak
bulunduğu küçük bir evin ortaklarından hissesi az olan, taksimden sonra, hiç
faydalanamıyacaksa ve bu durumda da onun taksimini isterse; âlimler:
"Taksim yapılmaz." buyurmuşlardır.
Hassâf, şöyle
buyurmuştur: Bir yerde, iki kişinin hissesi bulunur ve taksim edilmesi
hâlinde, fazla mahsul vermez hâle gelirse; birisi de, o yerin taksim edilmesini
hâkimden isterse; o zaman hâkim, o yeri taksim eder.
Şayet biri taksimini
isteyince, diğeri buna razı olmazsa; bu durumda hâkim, taksim eylemez. Çünkü,
isteyen iyi niyetli değildir.
Eğer tak .im, her
hangi birisine zarar veriyorsa (Şöyle ki: Birinin hissesi çok olur ve taksimden
sonra, yer ona fayda verecek bulunur; hissesi fazla olan bu şahıs, o yerin
taksimini ister; diğeri de buna razı olmazsa) o zaman, hâkim taksimini
yaparak, herbirinin hissesini ayırır. Şayet hissesi az olan istiyorsa o
takdirde taksim yapmaz.
Cassâs'dan bunun aksi
nakl edilmiştir. Fetâvlyi Kâdft&n'da da böyledir.
Esahh olan, Hanftt'ın
kavlidir. Tebyîn'de de böyledir.
İmâm Ebâ HaaSfe
(R..A.) şöyle buyurmuştur:
Bir topluluğun ortak
bulunduğu bir olan yol taksim edilince, bazılarına yol kalmıyacak ve o yüzden
de bir kısmı taksimini isterken, diğer bir kısım ona râzi olmamakta ise, ben o
yolu aralarında taksim eylemem. Şayet, her birine yetecek kadar yol düşerse, o
zaman taksim ederim. Mutayf te de böyledir.
Bir su yoluna, iki
kişi ortak bulunduklarında, onlardan birisi, taksimim isterken; diğeri buna
razı olmaz ve bu şahsa başka yerden ona su gelme yolu bulunursa; taksim
yapılır. Bu imkân yoksa, taksim yapılmaz.
Su yolu ile yol
aynıdır. Mebsât'ta da böyledir.
İki adamın ortak
bulunduğu bir ev yıkılır ve bu ortaklardan birisi, o evin yerinin taksimini
isterse; İmâm Ebû Yûsuf (R.A.): "O yer, aralarında taksim edilir."
buyurmuştur. İmim Muhammed (R.A.) ise:
"Taksim
olunmaz." buyurmuştur. Eğer, bu ortaklardan birisi, oraya eskiden olduğu
gibi ev yapmak ister; diğeri ise buna razı olmazsa; İbnû Rnıtem'in
Nevâdiıi'nde: "O ortağa, bina yapacaksın; diye cebredilmez."
denilmiştir.
Şayet, o yerin
üzerinde ağaç varsa, o zaman orayı yapmaya cebredilir. Eğer, bundan kaçınır ve
kendisi de fakir ise, ortağına: "Sen yap." denilir ve "Masrafının
yarısını ondan alırsın." diye söylenir.
Şayet, diğeri duvarın
üzerine ağaç komaya mâni olursa, buna hakkı olmaz. Hâvî'de de böyledir.
Hamam taksim olunmaz.
Duvar ve benzerleri de
taksim olunmaz. Ancak, ortaklar birbirini razı ederlerse bu rızalarından dolayı,
duvar taksim edilir.
Bir adam: "Bu
hamamda, her birinizin, başka bir yönden faydanız vardır. Şöyle ki: Bunu
yıkar; yerine ev yaparsanız maksadınız hasıl olur. Eğer taksimine razı
olursanız, her biriniz, yıktırmadan faydalanırsınız." der ve bu cevaba
göre, eğer yıkılmasına razı olurlarsa, yeri aralarında taksim edilir; hâkime
müracaat etmezler. Fakat, böyle yaparlarsa, bundan men edilmezler.
Bir kişinin arsasında
bulunan bir bina başka iki kişiye âit olur ve bu ortaklar, o-binayı, o yere
arsa sahibinin izniyle yaparlar; sonra da bu binanın taksimini isterler; yer
sahibi de huzurda bulunmaz; bu işi
de rızaları ile yaparlarsa; onlardan
birisi imtina edince, ona cebredilmez.
Şayet ikisinden
birisi, binanın yıkılmasını ister ve yıkmayı murad eder; diğeri de buna razı
olmazsa, bu binanın taksim edilmesi, mülkü telef etmek olur.
Gerçekten Kâdi bunu
açıklayarak: "Böyle yapamaz." demiştir.
Fakat, marad
ederlerse, ondan mende edilemez. Şayet yer sahibi, diğerini çıkarır ve orayı
yıkarsa; meydana gelen noksanlığa ortak olurlar. Bu durumda hâkim, aralarını,
ortaklardan biri isterlerse ayırır. Meb-sât'ta da böyledir.
İmâsa Mdhammed (R.A.),
el-Asi'da şöyle buyurmuştur: Çarşıda, iki kişinin ortak bulunduğu bir dükkan
olur; orayı satarlar veya orda kendileri bir iş yaparlar ve bu durumda
onlardan birisi, ayrılmak ister; diğeri de —yer sahibi olan zat da, buna razı
olmaz ve kendi de huzurda bulunmazsa; bu durumda hâkim, bakar: Eğer taksim
yapılınca, her ikisi de orda iş yapabileceklerse, orayı taksim eder; eğer buna
imkânı yoksa, taksim eylemez. Muhıyt'te de böyledir.
Vârislerin mezruatı,
başkasının elinde bulunur ve onlar da taksimi isterlerse; şayet mahsul
yetişmişse, hasad vaktine kadar taksim edilmez, ister razı olsunlar, isterse
olmasınlar.
Çünkü buğday riba
malıdır. Tahmini satış ve kabala usûlü taksimi caiz değildir. Ancak ölçülerek
taksim edilir.
Hasaddan önce de bu
mümkün değildir. Şayet mezrûat sebze ise, o da olgunlaşana kadar taksim
edilmez. Bu hususta, karşılıklı rıza bulunursa, taksimi caiz olur. Mebsât'ta
da böyledir.
Şayet, ziraate iki
kişi ortak olurlar ve onun —yeri hariç— taksimini isterlerse, hâkim taksim
eylemez.
Kitâbü'l-Kısmet
Fakat, ziraat başak
olunca, yetişip hasad olmadıkça, riba malı olduğundan, —ölçülür hâle
gelmedikçe— hiç taksim edilmez.
Şayet yeri için,
sökülmesi şartıyla olursa, taksimi caiz olur mu? Bu husustaki iki rivayetten
birinde şöyle denilmiştir:
"Her ikisi de
razı olurlarsa, hâkim taksim eder. Şayet biri razı olmazsa; taksim yapılmaz.
Bakliyatı sökmek şartıyla olursa, bi'1-ittifak taksim yapılır. Mohıyt'te de
böyledir.
İki kişinin kendi
yerlerinde ekili şeyleri bulunduğunda; onu — yeri hâriç— taksim etmek isterler
ve bu ekili şey sebze olursa; yerinde kalmak suretiyle paylaşacaklarsa, bu caiz
olmaz. Şayet sökeceklerse, caiz olur.
Mezrûat olgunlaşmca,
hasad edilmesini isterlerse, caiz olur. Eğer buna, ortaklardan birisi razı
olmaz; taksim fâsid olur. İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un
kavli budur.
İmâm Muhammed (R.A.)'e
göre, bu caiz olur.
îki kişi, hurmalara
ortak bulunduklarında, bu ortaklar —ağaçları hariç— meyvelerini taksim
edeceklerse; onlardan birisi razı olmayınca, bu hurmaların ağaçların üzerinde
iken taksim edilmeleri caiz olmaz.
Eğer, karşılıklı
olarak kesip toplamaya razı olurlarsa; taksim edilmesi caiz olur.
Şayet meyveler
yetişmiş ise, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ile İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, onlar
toplanıp, tartılıp, ölçülmezlerse taksimi caiz olmaz. İmâm Muhammed (R.A.)'e
göre caiz olur. Fetâvâyi Kâdmân'da da böyledir.
İki kişinin ortak
oldukları otuz kür eski, on kür de yeni buğdayları bulunduğunda; bu
ortaklardan biri, otuz kürü; diğeri de on kürü alır ve otuz kür eski .(kötü)
buğdayın fiatı on kür yeni (iyi) buğdayla aynı olursa; bunun böyle taksim
edilmesi caiz değildir. Tahâvi Şerhî'nde de böyledir.
îki kişi, ortak
bulundukları, sepetler dolusu hurma veya küpler dolusu sirke taksim etmek
isterler ve bu ortaklardan birisi, birinin yerine, diğerine razı olur, zira
hepsi de aynı ayarda, aynı değerde bulunursa; hâkim, rızaları oluduğu müddetçe,
aralarında taksim eder. Mebsfif-ta da böyledir.
Odun, kapı, değirmen,
hayvan ve incinin, her iki taraf da razı olmadıkça, taksimi yapılmaz.
'Kamış da böyledir
."denümeştir. Kızılmaya, parçalanmaya muhtaç olan her şey, (tek bir parça
odun gibi) —parçalanması zarar verse bile— kırılıp yan yarıya taksim edilir.
Veya satılıp parası bölüşülür. Hü-îâsa'da da böyledir.
Cevahir bölünmez.
Çünkü, onu bölmek büyük cehalettir. Görülmüyor mu ki, cevahir —ta'yinsiz— mal
mukabili karı boşamaya bedel olmuyor. Tebyîn'de de böyledir.
Hâher-îfeİe'nin
Mnbtısan'nda şöyle zikredilmiştir:
Yay, cam ve kur'an
taksim edilmez. Tatar&âaiyye'de de böyledir.
Bir adanı, koyununun
Üzerindeki yünü, iki kişiye vasiyet ettiklerinde; onlar
bu yünü kırkmadan taksim etmek isterlerse;
bunu yapamazlar.
Koyunun memcsindeki
süt de böyledir. Çünkü bunlar riba malıdırlar; kabala taksim edilmezler.
Tartılan veya ölçülen
şeyler; muhakkak öyle yapılacak, yâni tartmak ve ölçmek suretiyle, taksim
edilecektir. Ölçme veya tartma da yünü kırkıp, sütü sağdıktan sonra yapılır.
Hamile kadının
karnındaki çocuk da taksim edilmez. Ona kendi aralarında râzi olsalar bile caiz
değildir. MefesâCta da böyledir.
iki kişinin ortak
bulunduğu bir kumaşı ( = bezi) enine veya boyuna, ortadan bölmek suretiyle
taksim etmek, şayet iki tarafında rızası ile olursa, caizdir. Taksimden sonra,
birisi diğerine müracaat edip, bir şey isteyemez. Mebsât'ta da böyledir.
îki kişinin ortak
bulunduğu dikilmiş bir elbiseyi, hâkim, onların aralarında taksim eîmez. Ancak,
ona bir kıymet takdir eder ve ortaklardan birisi, diğerinin hissesine düşeni
verir veya elbiseyi satıp parasını pay ederler. Fetâvâyİ Kâdfbfta'da da
böyledir.
Kıymetleri ayrı olan
elbiseleri de, hâkim taksim eylemez. Çünkü taksiminde adalet olmaz. Birinin
değeri, diğerinden fazla olunca, fazla veya noksan dirhem hükmedilir. Zoraki
dirhem idhâli de caiz değildir.
Eğer kendi aralarında
rızâ gösterirlerse, hâkim taksimini yapar. Hi-daye Şerhı'nde de böyledir.
tki ortak, zeytî ve
herevî (iki ayrı yere ait) elbiseye, yastık ve sergiye sahip bulunurlarsa;
bunlar kendi rızaları olmadan taksim edilmez.
îki kişi, Üç elbiseye
ortak bulunduklarında; bu ortaklardan birisi, bunların taksimini ister; diğeri
de buna razı olmazsa; duruma bakılır: Eğer, kesmeksizin kıymetleri aynı ise,
(Şöyle ki: ikisinin kıymeti, bir diğerinin (üçüncünün) kıymetine denk olursa)
bu durumda hâkim taksim eder; elbiselerden birini, ortaklardan birisine; diğer
ikisini de, öbürüne verir.
Şayet kıymetleri bu
şekilde denkleşmiyorsa; o zaman kendi aralarında bir şey üzerine anlaşarak,
taksimlerini yaparlar.
İmâm Mahamtueâ (R.A.),
şöyle buyurmuştur: Esahh olan, —eğer ' kıymetlerinde eşitlik varsaj— birer
elbise, herbirine verilir; üçüncü elbiseye de ortak olurlar.
Keza, bir
uyumluluk.varsa; ona göre taksim yapılır.
Şayet, ortak olunan
şey bir menfez, bir kanal, bir kuyu, bir pınar olur ve onunla beraber bir yer
de bulunmaz ve ortaklar taksim isterlerse, bu durumda hâkim, taksim yapmaz.
Eğer, o şeyle beraber, taksim olunacak bir yer varsa; o yer taksim edilir.
Kanal, kuyu ve havuz gibi şeyler de,-her ortağın yerini sulayacağı kadar,
aralarında baki kalır. Şayet onlardan her biri için, sulama yeri bulunur ve
kuyular da müteferrik olursa; onların her birine, ayrı ayrı verilir.
Şayet onlardan herbirinin,
başka bir yerden arazilerini sulamaya güçleri yeterse; veya arazileri dağınık
ve kıyuları ayrı ayrı ise, o takdirde, herkesin yeri taksim edilir. Çünkü, bu
taksimde, hiç birinin, diğerine zararı dokunmaz. Mebsât'ta da böyledir.
Aslı aynı madenden
yapılan, tencere, tava, tas, leğen gibi kaplara, ortak bulunulduğunda; bu
kaplardan birinin cinsi ayrı olursa; hâkim o ortaklan taksimde icbar eylemez.
İnâye'de de böyledir.
Altın ve gümüş
parçalan ile benzerleri taksim edilir. Demirden, tunçtan, kalaydan ve benzeri
şeylerden yapılmış olan ve masnû olmayan şeyler de taksim edilir.
Bunların tamamı,
ortaklardan birinin taksimini istemesi hâlinde taksim edilir. Mebsât'ta da
böyledir.
Araziler taksim
edilirken, arşınla ölçülerek taksim edilir.
Bina taksim edilirken
kıymetine göre taksim edilir. Binaları, bir birlerinden üstün tutmak caizdir.
Her binanın kıymeti, değişik olarak hesap edilir.
Binaları karşılıklı
muadele ederken, durumlarına göre kıymet takdiri vaciptir.
Şayet muadele imkânı
olmaz ise (yâni aralarında müsavat (= eşitlik) olmaz ise,) neye itibar edilir?
Burda üç durum vardır:
1-) Arazi
yarı yarıya bölünür ve bina kimin tarafına düşerse, onun bu binanın kıymetinin
yansını ortağına vermesi şart koşulur. Ve ma'-lum olan (= bilinen) bu kıymet aralarında
pay edilir.
2-) Bu
binanın yeri taksim edilir; fakat binanın kıymeti bilinmeyebilir.
3-) Binanın
(arsası) taksim edilir; ev taskim edilmez. Birinci durumda taksim caizdir.
Binanın kıymeti
bilinmez ise, istihsânen ona kıymet takdiri caiz; kıyâsen caiz değildir.
4-) Binanın
yeri taksim edildiği hâlde, bina taksim olmaz ise, yine kendi hissesine düşen
binaya bir kıymet takdir edilir ve onun yansım ortağına Öder. Serahri'nin
Metayö'nde de böyledir.
Bu durum, o yere, bu
iki kişinin ortak bulunmaları hâlinde böyledir.
Bu yerin içindeki
ağaçlar ve bitkiler kimin nasibine düşerse, onun mülkü olur. Araları farklı
olursa, kıymet lakdir edilerek, bu farklar müştereken ödenir; kıymetleri esas
tutulur. Zehıyre'de de böyledir.
Bir topluluğun ortak
bulunduğu mîras tarlalarının bir kısmı ekili olur; bir kısmı ise ekili
olmazsa; taksim edilince, ekinli yer kendisine düşen şahıs, kıymetinin farkını
öder. Eğer sonradan, yerin değeri yok olur ve taksime de ihtiyaç olmaz ise,
hâkim, o yerin mahsûlünü vermesi için, ekili yeri olan ortağı icbar eder.
Arsa da böyledir.
Hâkim, arsayı, arşın arşın taksim eder, İçindeki bina birisine isabet ederse,
ona bir kıymet takdir edilir ve o diğerlerinin hisselerini öder. Kerderî'nin
Vedzi'nde de böyledir.
Hâkime gelen
ortakların ellerinde, bu ortaklara, "filandan mîras kalmış olursa; hâkim,
ona beyyinelerini getirip adamın öldüğünü isbat adedi rüvsu tayin etmedikçe,
İmâm Ebâ Hanîfc (R.A.)'ye göre taksim eylemez.
İmâmeyn ise, onların
ikrarı üzerine, hâkim taksimatı yapar ve hâkim onu, yazı ile senede —ikrar ve
iddialıya göre— kayda geçirir. Onlar birbirlerinin hisselerini alabilirler. •
Bu, mîras olduğu zaman böyledir.
Mülkiyetleri olduğunu
iddia ederlerse, o takdirde nasıl taksim edilecek ve bu, kendilerine nasıl
intikal edecek?
Câmîu's-Sagîr'm
beyânına göre; iki ortaklardan hir biri, beyyine ibraz ederek, ortak
bulundukları yerin taksimini istiyorlar; başkalarının hisseleri de olma
ihtimali üzerine, bir müddet taksimat yapılmaz. Sonra da: Bu kavil, "İmâm
Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kavlidir." denilmiştir. Ba-zılanda; "Bu,
cümlenin kavlidir." demişlerdir. Bazılanda; "Bu, cümlesinin
kavlidir." demişlerdir.
Esahh olan taksimde
iki şekil vardır.
1-) Menfaat
için, mülkün tamamım elde bırakmak.
2-) Koruması
için, herkesin hakkını vermek. önceki mümtenidir. Çünkü ikisine mülk olmaz.
îkinci de binefsihi
korunduğundan dolayı, ondan müsteğnîdir.
iki vâris gelip,
murisin ( = mîras bırakan kimsenin) öldüğünü belgeler; vârislerin adedini
bildirir; ellerinde bulunan yeri de haber verirler ve huzurda olmayan, bir
vârisleri daha olur veya küçük bir vârisleri bulunursa; hazırda olanların
isteği üzerine, hâkim o yeri taksim eder. Gâip veya küçük içinde, —onların
hisselerini alması için— bir vekil nas-beyler veya bir vasî tâyin eder.
Elbette, bu durumda, İmâm Ebö Hanîfe (R.A.)'ye göre, mirasın aslına belge
lâzımdır.
İmâmeyn'e göre ise,
belgenin olması evlâ olur; ancak ikrarlarıyla da taksim yapılabilir.
Gaip veya küçük için
ayrılan yere —o, küçüğün veya gaibin bulunduğuna hüccet olması hâlinde—
şahitler tutulur.
îki müşteriden birisi
huzurda bulunmazsa taksim yapılmaz. Her ne kadar, satın aldıklarına dâir
beyyine bulunsa bile, huzurda olmayan beklenir.
Eğer akar, kaybolan
bir vârisin elinde ise, o hazır olana kadar taksim yapılmaz.
Kendisine emânet bırakılan
da böyledir.
Akar, bir küçüğün
elinde bulunur; o da huzurda olmazsa; bu durumda, büyüklerin ikrarıyla taksim
yapılmaz.
Sahih rivâtette, bu
hâllerde beyyinenin olması veya olmaması bir kıymet ifâde etmez.
Şayet, vârislerden
birisi beyyinesiyle gelse bile, diğeri olmadıkça taksim yapılmaz.
Şayet, davacı küçük
olur, beyyinesi de bulunursa; hâkim, ona bir vâsî tayin ederek, hissesini
taksim edip, ona verir Kâfi'de de böyledir.
Bir küçük çocuğun
annesinin elinde tereke bulunduğunda; onun taksiminin cevabı, gaibin cevâbı
gibidir. Yani taksim yapılmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Burdaki mes'eleleri
hâkimin iyi bilmesi gerekir.
Eğer küçük vâris
huzurda olsa bile, ona bir vasî gerekir.
Fakat büyük olduğu
hâlde huzurda olmayan şahsa vasî gerekmez.
İmâm Ebû YusÛf
(R.A.)'a göre, gaip için de gerekir.
Hazır sabî ile, gaip
sabî arasındaki fark nedir?
Şayet sabî huzurda
olursa, zarurî cevabı versin diye, vasî nasbedi-lir. Gaip şabî için ise,, böyle
değildir. Çünkü, hazır sabînin da'vâsı geçerlidir. Cevabdan aciz olursa, o
müstesnadır.
Şayet sabî gaip ise,
onun cevap veremeyeceği zrûretine binâen, vasî tayin edilir. Nihâye'de de
böyledir.
Eğer bir ev mîras
kalır ve onun üçte biri de vasiyyet edilmiş olur; vârislerden bir kısmı ise
hazır olmayıp, bâzıları mevcut olursa; bu durumda kendisine vasiyyet yapılan
şahıs da, aynen diğer vârisler gibi mîras ortağıdır. Şayet tek başına istekte
bulursa; hâkim, onun beyyinesini kabul eylemez ve evi taksim etmeyip; diğer
varisler de gelene kadar bekletir. Zehiyre'de de böyledir.
îki kişinin ortak
bulunduğu bir yolun üzerinde, bu ortaklardan birinin gölgeliği bulunur;
diğerinin de başka bir yol yapmaya gücü yetecek olur ve o gölge'iŞin sahibi,
ordan geçirmek istemezse; bunda hakkı yoktur. Mebsüt'ta da böyledir.
îki kişinin ortak
bulunduğu bir arsanın içinde, bir sofa olur; bu sofanın yolu o arsada bulunur
ve arsanın su yolu da, sofanın arkasından geçer; bu yeri ortaklar aralarında
taksim ettiklerinde, birinin hissesine, o sofa ile o yerden bir parça düşer;
diğerine ise, kalan yer isabet ederse; su yolu ile yolun nasıl taksim edileceği
söylenmemiştir, elbetteki o yerin sahibi, o sofadan geçecek; su da arkasından
akacaktır.
Şayet, diğeri için
yeni bir yol açma, yeni bir su yolu yapma imkânı varsa taksim caiz olur. Bu
durumda, diğerinin sofasından geçmesi doğru olmaz ve suyu da oradan geçiremez.
Şayet böyle bir imkân
yoksa, yol hakkı, su hakkı hâli üzere kalmak şartıyle, taksim caiz olur;
değilse taksim fâsid olur.
Şeyhülislâm,
Kitabu'l-Kısmet Şerhi'nde de bunları zikreylemiştir. Diğer bir yerde ise:
"O yeri taksim eyledikleri zaman, birisine yol kalmıyacak olur ve kendi
hissesinden yol açma imkânı bulunursa; taksim caizdir. Eğer, bu imkân yoksa,
ve bu taksim sırasında, kendisine yol kalmayacağını biliyorsa; yine taksim caiz
olur. Eğer, bunu bilmiyorsa, bu taksim, önceki mes'eleye kıyasla fâsiddir.
Bu hususta en uygun
olanı başka bir babda söylenmiştir. Şöyle ki: Eğer taksim edilince, birisine
yol imkânı kalmayacaksa; taksim fâsiddir.
Hasılı cevap: Şayet,
kendi yerine yol, su yolu açmak imkânı yoksa, önceki yol ve su hakkı baki
kalmak şartıyla taksim caizdir; değilse fâsİddir.
Şeyhü'i İslâm, Kısmet
babında şöyle buyurmuştur:
Köylerin su yollan,
başkalarının yerinden geçiyor olsa bile taksim edilmeleri caizdir. Zira o yol
ammenin hukukudur. Onlardan her birinin ayrı ayrı su yolu yapması mümkün
değildir. Zehiyre'de de böyledir.
îki ortaktan birisi,
hissesini, bin dirheme, diğerine satarsa; bu şart altında taksimi bâtıldır. Mebsût'ta
da böyledir.
Bağış yapmak veya
sadaka vermek yahut taksim edilen şeyi satmak şartıyle yapılan taksim
bâtıldır. Anı Şartla satın almak da bâtıldır. Gınye'de de böyledir.
İki kişinin ortak
bulunduğu bir evin tamamında, bu ortaklardan ı birisinin oturması caizdir;
bunda bir beis yoktur.
Bu durumda, oturan
ortağın: "Eğer istersen, taksim edelim." demesi uygun olur.
Şayet diğeri:
"Hem otur; hem koru." bu durumda taksime hacet j kalmaz. Zehiyre'de
de böyledir.
iki kişi, ortak
bulundukları bir eivi taksim ittiklerinde, biri arsasının tamamım alır; diğeri
ise, evi alır ve ona arsadan hiç bir yer kalmazsa; burada Üç durum vardır:
1-) Binanın
yıkılıp taksim edilmesi. Bu caizdir.
2-) Taraflar
susup bir şart koşmazlarsa; buda caizdir.
3-) Binayı
yıkmayıp; öylece bırakmayı şart koşarlarsa, bu durumda taksim fâsjd olur.
Zahmyye'de de böyledir.
Bu evin taksiminde,
duvar birinin hissesine düşer ve onun üzerinde ağaçlar atılmış olur; duvar
sahibi de o ağaçları kaldırmak isterse; buna hakkı olmaz.
Ancak, taksim ederken,
"o ağaçları kaldırmayı" şart koşmuşsa; o takdirde kaldırabilir. İster
o ağaçlara müşterek olsun; isterse ağaçlar diğerine ait olsun fark etmez.
ZeUyre'de de böyledir.
Tecrîd'de de böyle
denilmiştir.
Üzerine ağaçlar
atılmış olan sütun da böyledir.
Üst katın sahibi de,
alt katın sahibi de, evin direğini kesemez. Şart koşma halleri müstesnadır.
Tstarintaiyye'de de böyledir.
Bir arsaya, beş vâris
ortak bulunduklarında; bu ortaklardan biri küçük çocuk olur; ikisi de huzurda
bulunmayıp; ikisi mevcut olur ve hazır olan iki ortaktan birisi, diğer hazırda
olanın hissesini satın alıp, taksimini isteyerek, hâkime müracaat ederse; bu
durumda hâkim, ortak sahibine, gâibîer ve çocuk için, vekil tutmasını emreder.
Çünkü, burada müşteri, satıcı makamındadır. Ve satıcının, ortağını bulması
şarttır. Ztfcluyriyye'de de böyledir.
İbnü Semte, Makmacâ
bfe Hsna (R.A.)'a mektup yazarak, şu mes'-eleyi sormuş: Bir topluluk, bir eve
vâris olduklarında, onlardan bazıları, hisselerini, bir yabancıya satmak
istemişler; müşteri olan şahıs da ortada yok; vârisler taksim talebinde
bulunmuşlar ve o evin mîras olduğuna dâir belgeleri de var; bu, durumda ne
yapacaklar?
İmini MahiiBiaed
(R.A.) şu cevabı vermiş:
Varislerden ikisi
huzurda olursa; hâkim, taksimlerini yapar. İster, müşteri bulunsun; isterse
bulunmasın, farketmez. Çünkü müşteri, satan vâris durumundadır.
d-AsTda şöyle
zikredilmiştir:
Bir köye ve onun
arazisine, iki kişi, satın almış olmaları sebebiyle ortak bulunurlar ve sonra
da onlardan birisi ölüp, hissesini vârislere terk eder; vârisler de mîras
hususundaki belgelerini getirirler; babalarının ortağı ise huzurda olmazsa;
hâkim, —babalarının ortağı hazır olana kadar— taksim yapmaz. ,
Şayet, babalarının
ortağı hazır olur da; Ölenin vârislerinden bir kısmı huzarda bulunmazlar ise,
hâkim, taksimini yaparlar. Vârislerin bir kısmının bulunması, babalarının
bulunması gibidir.
Ortaklık mal aslında
miras olmuş olsaydı, (Şöyle ki: Babalarının mîras bıraktığı köye iki vârisi
bulunup, onlardan birisi taksimden önce ölmüş ve nasibini vârislerine terk
etmiş olsaydı) ölenin vârislerinden bir kısmı da huzurda bulundukları halde,
amcalın hazır olmamış olsaydı, yine böyle olurdu, (yani hâkim, bu taksimi
yapardı.)
Amcaları huzurda olsa
da, diğerinin bazı vârisleri huzurda olmasalardı yine hâkim, taksimini yapar;
herkesin hakkım belirtirdi. Muhiyt'te de böyledir.
Nevâzfl'de
zikredildiğine göre, Ebû Bekir'den sorulmuş:
—Arazisi kâbil-i
taksim olmayan ve dörtte biri vakıf, dörtte biri, kıraç (= otuz, ağaçsız boş
yer); yarısı mülkiyet olan bir köyün halkı, bir mezarlık yapmak istiyor;
bazıları da mülk olan yere mezarlık yapmak için, taksim edilmesini istiyor;
durum ne olur?
İmâm şöyle buyurmuş:
—O köyün herkesin
hissesine göre taksim edilmesi caiz olur. Şayet bir yerin, yalnız başına taksim
edilmesini istiyorlarsa, caiz olmaz. Tatar-hâniyye'de de böyledir,
Müntekâ'da şöyle
zikredilmiştir:İmân Ebû Yûsuf (R.A.) şöyle buyurmuştur:
Bir adam, vârislerin
hissesinin bir kısmını satın aldıktan sonra; satan ve satın alan gelerek,
hâkimden taksim talebinde bulunsalar; hâkim -satıcının dışında- diğer vârisler
de gelene kadar- taksim yapmaz.
Şayet, hissesini bir
başkasına satan şahıs, bu satıştan sonra bir başka şeye de vâris olur veya
kendisi bir şey satın alırsa; önceki müşteri, onu da'vâ edemez.
Vâristen satın alan
müşteri hazır olur; satan vâris ise huzurda bulunmaz ve müşteri, satın
aldığını isbat ederse; o yer, vârislerin adedine göre taksim edilir. Şayet
satın alan müşteri, evi teslim almış ve içine diğerleriyle birlikte oturmuş ve
sonra da o evin taksimini murad eylemiş; satıcı olmayan vârisler de beyyine
ibraz ederse; bu durumda hâkim, -dediğimiz gibi- taksimini yapar.
Müşteri değil de
vârisler talepte bulunsa; yine hâkim, taksim eder ve hazırda olmayanın
hissesini, müşteriye terkeder.
İmâm Ebû Yûsnf (R.A.)
şöyle buyurmuştur:
îki kişinin ortak
bulunduğu bir evi, onlardan birisi, bir adama taksim edilmeksizin satar; sonra
da müşteri, satıcıya, "taksim edilmesini" söyler; o da taksim ederse;
bu taksim, caiz olmaz,
tki kişinin, ortak
bulundukları bir evi, aralarında yarı yarıya taksim etmeleri caiz olur.
Şayet yarının birisi,
diğerinden üstün olursa; aradaki kıymet farkını taksim ederler. Muhıyt*te de
böyledir.
İki kişi, aralarında
birisi bir yer almak, diğeri de ona karşılık bir ev almak şartryle bir anlaşma
yapsalar; bu anlaşmaları her haliyle caiz olur. Mebsût'ta da böyledir.
İki kişi, biri yüz
arşın kare yer üzerine, diğeri de daha fazla yer üzerine yapılmış bulunan bir
yere ortak bulunup, bunları da aralarında, bir fark gözetmeden, taksim etmek
isterlerse; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, bu caiz olmaz. Muhiyt'te de
böyledir.
Bir eve, iki kişi
mîras yolu ile ortak bulunduklarında; bu şahıslar başka bir eve daha vâris
olurlar ve aralarında evin biri, birinin; diğeri de o birinin olmak şartıyle
anlaşma yaparlar; eylerin arasında da fark bulunduğu için, dirhemlerle o farkı
karşılamak isteyerek her eve, bir kıymet tayin ederlerse; işte bu caiz olur.
Şayet evlerin
değerlerini belirlemezlerse caiz olmaz. Eğer, o yerlerin arşınlarını
söylerlerse; İmâmeyn'e göre bu caiz olur. İmâm Ebû Hanife (R.A.) göre ise, caiz
olmaz.
İki eve, üç kişi ortak
bulunduklarında; bu ortaklardan birisi;"ikisi, evin birini; birisi de diğerini
olmak üzere ve büyük yeri alanlar, küçük yeri alana hic dirhem vermemeleri
şartıyle taksim edilmesini istese; bu şekilde anlaşmaları caizdir.
Keza, bir eve, üç kişi
ortak bulunduklarında, o evi, bu ortaklardan ikisi, belirli bir fiata alıp, bu
bedelin üçte birini, üçüncü ortakları -na verseler; bu da caiz olur.
Keza, iki adamın ortak
bir evleri bulunduğunda, onu müsavi bir şekilde, aralarında taksim eyleseler ve
birisi, diğerine belirli bir köle, diğeri de, köle veren şahsa yüz dirhem
verse; bu da caizdir.
» Keza, aralarında
taksim eyleseler ve birisi, binayı* diğeri ise, Qnun belirli dirhemler
vermesine karşılık, yıkılan yeri aisa; işte bu da caizdir.
Keza, birisi alı kaîı,
diğeri üst katı alıp, birbirlerine fark olan parayı vermeyi şart koşsalar; bu
da caiz olur. Serahsî'nin Mohıyn'nde de böyledir.
Bir köy ve arazisini,
halk taksim etmek istediklerinde "ev ve ağaçlar hissesine düşenlerin,
kıymet farkı ödemelerini" şart koşsalar; bu da caizdir. Ve bu,
istihsândır. Mebsûl'ta da böyledir.
İki ortaktan birisi,
aftın ve gümüşleri almak, diğeri ise ona karşılık olmak üzere, kumaş, dükkan
ve diğer insanlar üzerinde bulunan alacak paralan almak üzere, taksim yapsalar;
bu taksim fâsiddir. Çünkü, bunda alım-satim muamelesi vardır. Ve bu taksim,
ikisi için de câîz olmaz.
Ancak aldıklarının
yansını, diğerine vermek suretiyle taksim yapmış olurlarsa, bu durum caiz
olur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Bir eve, iki kişi
ortak bulunduklarında, bu ortakların, birbirlerine fazlalık farkını vermek
üzere, o evi taksim etmeleri caiz olur.
Bundan sonra, hak
sahibine fazlalık hakkı verilmek suretiyle yapılan alım-satifnlar da sahihdir.
İki tarafın rızâsiyie
yapılan, şartlı anlaşmalar caizdir.
Parası, ister peşin
olsun; ister va'deü bulunsun ve ölçÜİen ve tartı-lanların vasıflan belirli
olduğu müddetçe, ister hâlde oîsun, ister istikbâlde ölsün farketmez.
Verilecek yerleri belli olursa, In&a Ebi Hftfltfe (R.A.)'ye göre selemde ve
icârede olduğu gibi caizdir.
İmâmeyn'e göre ise,
eğer teslim yerlerini belli ederlerse caiz olur. Şayet teslim yerlerini belli
etmezlerse, yine taksim caiz olur; o yerin mevzilerinin belirtilmesi gerekir.
Kıyâsta en uygun olanı, İmâmeya'e göre, akîd yerini -selemde olduğu gibi-
belirtmektir.
Fakat, istihsanda:
"Taksim tamam olmaz. Ancak taksimde herkesin yerini tayin etmek,
kıymetini belirtmek ve teslim etmek -icârede olduğu gibi- gerekir.
Şayet hayvanların
taksiminde belirli bir artım olursa, feu caizdir.
Eğer belirsiz olursa,
caiz değildir. İster vasıflı olsun, İsterse vasıfsız olsun; ister hâlde olsun,
ister istikbâlde olsun farketmez.
Şayet taksim elbisede
olursa vasıflan belli olması hâlinde vadeli olsa bile caizdir. Eğer bir vakit
tâyin edilmez ise, caiz olmaz. Mebsftt'ta tki kişi, ortak bulundukları bir evi
taksim ederken, Ön cepheden alan, üçte birini; arka taranan alan ise üçte
ikisini aımaya razı olursa, bu caiz olur.
Keza, iki kişi, ortak
bulundukları bir yeri aralarında anlaşmalı olarak üçe taksim edip, bir
parçasını biri; iki parçasını ise diğeri alırsa; bu, kendi rızaları ile olunca
caiz olur. Bu durumda, birinin aldığı yerin geliri olmasa bile farketmez.
Bir yeri, iki kişi
aralarında, hisselerine neresi düşerse, oraya bir yol yapmak üzere taksim edip,
birisi üçte ikisini, diğeri de üçte birini alsa, işte bu da caizdir.
Eğer yarfyarıya taksim
ederler ve yol hakkim, her ikisi arasında mülk olarak bırakırlarsa, bu da caiz
olur.
Anlaşmalı olduğu
müddetçe, bunların her türlü taksimleri caizdir. îster biri aldansın, isterse
aldatsın farketmez. MefesSt'ta da böyledir.
tki kişi, aralarında
bir yeri taksim ettiklerinde, biri o yerin yansını; diğeri de üçte bîrini
alıp, aralarında da altıda biri kadar yol bıraksalar ve o yol» üçte bir alanın
olmak şartıyla anlaşsalar; bu da caiz olur. O yoldan gelip gitmek, her ikisinin
de hakkı olur. Şcytt'i-İılla şöyle buyurmuştur:
Bu mes'ele,
ahm-satımda da böyle olmasının delilidir. Alım-satım muamelesinde, bu durumda
olan bir yoldan gelip geçmekte iki rivayet vardır:
Şeetâ'l-Itetesft:
"Şayet, o yol, ikisinin mülkü ise, her ikisinin de gelip geç&E&si
hakiandur ve cAirdir. tki k»& binasının alt katı satıldığında i* $Sâ@ş $$ )»ttft otsra&afi tsttp
gecmeıi gibi...1' buyurmuştur. ortel
oldukken bfar yerin arasında, boş bir parça yer bulunur; ortak yeri taksim
ederler ve arada bulunan yeri birisi, kalan, yerleri de diğeri alırsa; eğer o
aradaki yerin özelliği ne kadar alanının olduğunu, her ikisi de biliyorlarsa,
bu taksim caiz olur. Şayet biliniyorlarsa, taksim merdûdedir. (yâni
reddedilmiştir.)
Eğer birisi biliyor;
diğeri bilmiyorsa; yine taksim merdûdedir. Bu mes'ele, d-Ad'da yazılmış fakat
tafsilatı verilmemiştir. Bazı âlimler, bunu şöyle açıklamışlardır: O parça yer,
her ikisi tarafından da biliniyor ise, taksiminde ihtilaf yoktur. Şayet şart
koşan biliyor, fakat şart koşulan şahıs bilmiyorsa, mes'ele ihtilaflıdır. İmâm
Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muti am m ed (R.A.) e göre, taksim merdûdedir. İmâm
Ebû Yûsuf (R. A.)'a göre ise, bu taksim caizdir. Âlimlerden bir kısmı da:
"Hayır, bi'1-ittifak-, bu taksim merdûdedir." demişlerdir. Muhıyt'te
de böyledir.
Aralarında mîras olan
bir köyü, bir topluiuk taksim etmek isterler; hâkime de müracaat etmezler ve
aralarmdalda vasîsiz sabi ve hazırda bulunmayan hissedarlar olursa; bu taksim
caiz olmaz.
Keza, bunlar hâkimsiz,
bazı kişilerin emriyle taksim yaparlarsa, bu taksim de caiz olmaz.
Şayet bazı âlimlerin
hükmüne razı olurlar ve onlara mirasın aslıj esâsı hakkında beyyine dinletirler
ve o âlimler taksimi adalet üzere yaparlarsa; içlerinde vasisi olmayan sabî,
veya vekilsiz gaip bulununca, taksim caiz olmaz. Çünkü hüküm, gaip ve sabî
hakkında veiâyetsiz olmuştur. Zira hüküm, da'vâ sahiplerinin rızaları ile
geçerli olur. Velayet olmayınca, bu hüküm olmaz.
Şayet huzurda olmayan
zat hazır olunca; çocuk da bulûğa erişince yapılan taksime izin verip, razı olurlarsa;
o takdirde bu, taksim de caiz olur. Çünkü akid rıza ile yapılmış sayılır. Hâkim
izin verince, caiz olduğu görülmüyor mu? Bu da onun gibidir.
Şayet, sabinin malı
satılır; o da büyüyünce buna razı olursa; bu satış caizdir.
Eğer huzurda olmayan
şahıs veya sabî ölür; diğer vârisler de izin verirlerse bu kıyâsen caiz olmaz.
Bu İmim Muhıramed
(R.A.) kavlidir.
Istihsânda ise muris
ölünce, muhakkak taksime ihtiyaç vardır,
Şayet taksimde bir
eksiklik olursa, yeniden taksim yapılır. Şayet, taksim, kendi rızaları ile
yapılmış olur ve şartlan da uygun bulunursa; onu bozmaya ihtiyaç yoktur.
Mebsût'ta da böyledir.
Bu taksime, gaip veya
varisieri tarafından yahut sabinin
vasisi -veya kendi büyüyünce kendi- tarafından izin verilmiş olur; taksim de
aynı halde duruyor bulunursa -satışta olduğu gibi- icazetin açık delaletiyle,
mes'ele sâbitleşmişür. Zemyre'de de böyledir.
Bir kitap, vârisler
arasında taksim edilmez. Fakat, ondan her birisi, nöbetleşerek
faydalanabilirler. Şayet vârislerden birisi: "Yapraklarını taksim
edelim." derse; buna hakkı olmaz ve onun bu sözü dinlenmez. Tek kitap hiç
bir şekilde taksim edilmez. Kur'an'ın sandığı da böyledir. Vârislerin tamamı,
bu taksime razı olsalar bile, hâkim emir veremez.
Şayet, kitapların
cildi çok olsa bile -Mebsut şerhi gibi- o da taksim edilmez; onu taksime bir
yol yoktur.
Keza her cinsten,
muhtelif kitaplar varsa; hâkim, taksimini em-redemez. Şayet vârislerden her
birisi, o kitapların mülküyetini almak isterlerse; bir birlerinin rızâsı ile ve
kıymetini vererek alabilir; değilse alamaz.
Cevâhiruİ-Fetâv&'da da böyledir.
Yetime'de şöyle zikredilmiştir:
AH bin Ahıned'den
soruldu:
—Bir adam öldü; küçük
çocuklarla, iki büyük oğlu ve bir de evi kaldı. Hiç birine de bir vasiyyeü
yoktur. Hâkim o iki oğlandan birini vasî tayin ettikten sonra, o vasî akrabadan
iki kişiyi davet ederek onların huzurunda, o yeri taksim eder ve kitablan
büyük kardeşiyle kendisi alır; evi ise, o küçüklere verirse bu caiz olur mu?
İmâm, şu cevabı verdi.
—Eğer taksim eyleyen
âlim ve Allah'tan korkan, haramdan kaçınan birisi ise, mşaallah caiz olur.
—Küçük çocuklarada
taksim yapılır mı? diye, Ebû Hamid sormuş ve:
—Evet yapılır."
cevabını almıştır.
Ali bin Ahmed'e
sorulmuş:
—Bir adam, bir
topluluğun ortak olduğu, bir yeri satın alır ve satın aldıklarının bazıları
huzurda bulunur, bâzıları da bulunmazlarsa, bu yer nasıl taksim edilir?
—"Ortakların bir
kısmı yok. Bu durumda, ortakları olmadıkça, taksim yapılmaz." buyurmuştur.
Ancak, o yer bir
mevrûse (- miras kalmış bir yer) ise, hâkim mevcut olmayanların yerine birer
vekil nasbeder ve bu durumda taksim yapılır.
Bir adam, birisine bir
şey sattığında, başka biriside, onu tazmin ettirir ve tazmin ettiren şahıs
ölürse, malı taksim edilir. Çünkü, onun taksimine bir mâni yoktur.
Şayet, her ikisi de
vâris olurlar ve bu durumda yarısı satılır; sonra da ölene borç çıkarsa;
vârislere müracaat edilir ve satışları bozulur. Çünkü bu, ölüme yakın zamanın
borcu yerindedir.
Muhtar olan da budur.
Kübrâ'da da böyledir.
En doğrusunu, Âlîahü
Teâlâ bilir. [7]
Her ne kadar
söylenmemiş oisa bile—satılan yerde olduğu gibi—. taksim edilen yerin ağaçlan
da taksime girmiştir.
Yalnız, ekin ve meyve
taksime dahil değildir. Ancak, bunların taksime girmelerini söyleme hâlleri
müstesnadır.
Keza, ortaklar, meyve
ve ekili şeylerin yerlerinin taksime dahil olmasını söyleseler bile,
zâhirü'r-rivâyeye göre, taksime meyve ziraat dahil olmaz.
Şayet taksim
esnasında, "onlardan, ister az olsun isterse çok olsun..." derler ve
aralarında rıza gösterirlerse, o zarnan, onlar da taksime dahil olur.
Bir yere konulmuş
eşyalar, her haliyle taksime dahil olunmazlar. Fakat, o yerin sulama hakkı ve
yolu —bunlar belirtilmeden taksime dahil midir? ,
Hâkim eş- Şehîd,
Muhtasar isimli kitabında: "Bunun ikisi de dâhildir." buyurmuştur.
İmim Mtthammed
(R.A.)'de, el- Asi kitabında böyle buyurmuş ve: "Eğer o yer mîras ise,
hâkime nüracaat etmeden de taksim edilir ve herkesin hissesine düşen onun
olur. Yolu, su yolu, sulama hakkı olduğu, gibi durur; bunlar' taksime dahil
olmazlar." demiştir, Muhıyt'te Je böyledir.
Üç kişilik bir
topluluk, ortak bulundukları bir hurmalığı taksim etmek isterler ve yerini
ikisi alır; üçüncüsü de ağaçlarım alırsa; işte bu caizdir. Çünkü, kökleriyle
birlikte ağaçlar duvar hükmündedirler.
Taksimde, ortaklardan
birisi duvarına razı olursa, bu caizdir. Hurma ağaçları da böyledir.
Şayet "şu yer ile
şu ağaçlar filanındır." diye şart koşarlar ve bu durumda, o ağaçlar, —o
yerin içinde değil,— başka yerin içinde bulunur ve diğer ortak için de böyle
olur; üçüncüye düşen hurma ağaçlan ise, diğerine âit yerde bulunur ve bu şahıs
o ağaçlan kesmek isterse; işte bunu yapmaya hakkı olmaz; o ağaçlar, kökleriyle
birlikte diğerinindir. Çünkü hurma ağaçları duvar gibidir. Onun sahibi, onun
köküne de sahiptir.
Şayet o ağacı, sahibi
sökerse; yerine istediğini eker ve diker. Çünkü yeri onun hakkıdır.
Şayet ağaç sahibi
ağacının yanına gitmek isteyince, yer sahibi mâni olacak olursa; o takdirde, bu
taksimat fâsid olur. Çünkü, —ağaca gidecek yol olmayınca— zarar vardır.
Taksim sırasında
"bütün hak, sahibine aittir." denilirse; hurma ağacının yolu da onun
hakkı olur. Mebsût'ta da böyledir.
İmâm Mohammed (R.A.)
şöyle buyurmuşltur: Taksimde, ağaç köküyle birlikte sahibinin olur.
İmâra Muhammed^Jt.A.},
—kökünün kaphyacağı yerin— miktarını zikretmemiştir.
Bu hususta bazı
âlimlerimiz şöyle ^vurmuşlardır:
Taksim olduğu zaman
köklerinin bulunduğu yer kadardır.
Kökten murad,
kesildiği zaman, o ağaç kuruyacak kadar olan sahasıdır. Şemsü'i- Eimme
Serahsî'de buna meyletmiştir.
Bazı âlimler de:
"Taksim sırasında, kalın köklerinin bulunduğu yer kadardır."
buyurmuşlardır. d-AsTda buna işaret vardır.
İmâm Mühammed (R.A.)
şöyle buyurmuştur:
Kök kalmlaştıkca, yer
sahibi onu yontar.
Bu, taksim günündeki
durumuna delâlet ediyor ve o yerde, ağaç sahibinin hakkının o kadar olduğunu
gösteriyor. Zahîriyye'de de böyledir.
Bir topluluk bir yeri
paylaştıklarında, bazılarına bağ ve bahçe ve evler isabet ederse; her biri,
kendine isabet eden yerde, kimlerin ne kadar ağaç, ev hakkı varsa onu yazar;
kendisine ait olanı yazmaz. Zirâi mahsul ve meyve taksime tâbi değildir. Onlar
olgunlaştıktan sonra, aralarında paylaşırlar Fetâvâyi Kâcfihsm'da da böyledir.
Bir köye mîras yolu
ile bir topluluk ortak bulunur ve onu taksim edince, birinin hissesin- ağaçsız,
otsuz, kıraç bir yer; diğerine de bahçe isabet ederse; bu, —kur'a çekmek usûlü
ile olmuşsa— caizdir. Mebsût'ta da böyledir.
Bu köyde arazi ve su
değirmeni de bulunur; taksim neticesinde bu değirmen, suyu ile birlikte birinin
hissesine düşer; diğer birine de evler ve bazı kıraç yerler; bir diğerine de
yine böyle kıraç yerler düşer; o değirmenin suyu da diğerlerinin arazilerinin
içinden geçmekte olur ve onlar, o değirmen sahibine yol vermezler ve başka bir
yerden değirmenine su götürmek imkanı da olmazsa bu taksimat bozulur.
Şayet başka yerden su
götürme imkânı varsa, taksimat caiz olur. Zehiyre'de de böyledir.
Şayet, bir kanalın
yanında yol bulunur ve bu yol yer sahibinin haricinde olursa; taksim edilmesi
caiz olur.
Eğer taksimden önce, o
kanalın intifa hakkı kalmak şartıyle taksim yapılırsa; bu taksim caizdir.
Şayet böyle bir şart koşulmaz ve yer sahibi ile kanal sahibinin arasında
ihtilaf çıkarsa, yolunda yürümek ve çamurunu atmak hususunda, İmtaeyg'e göre,
hak, kanal sahibinindir; yolunda yürür; çamurunu da kenarına atar. İmâm Ebû
Hanîfe (R.A.)'ye göre kanalın harimide (kenarıda) yolu yoksa, kanal sahibinin
hakkı yoktur. Bunları, taksimden önce şarta bağlamak gerekir ki sonradan
ihtilafa yol açmasın.
Hurmalık ve diğer
ağaçlık da böyledir. Yolu başkasının yerinden geçiyorsa, onda hakkı yoktur.
Aralarında anlaşma yapmaları gerekir. Mttatt'ta da böyledir.
Bir yer, bir topluluk
arasında taksim edildiğinde, onlardan birinin hissesine, içinde güvercinlerin
bulunduğu bir ev düşelse; o güver- ortaklar kendi aralarında taksim ederler.
Şayet, bu güvercinler,
avlamadan yakalanamaz!arsa; taksim, edilmeleri fasiddir.
Eğer avlamadan
yakalanırlarsa; taksimi caizdir.
Güvercin satımida
böyledir: Avlamadan yakalanırsa, satışı caizdir; değilse caiz olmaz.
Bunların tamamı,
güvercinlerin gece o eve toplanmakta olmaları hâlinde böyledir. Fakat, gündüz
evden ayrıldıktan sonra taksim edilmeleri fasiddir. Fctâvâyi Köbrâ'da da böyledir.
İki kişi, bir ev
taksim ederek, bir kısmını biri; diğer bir kısmını da diğeri aldıklarında;
birinin aldığı yerde gölgelik ve çöplük bulunur ve bunlar hakkında da önceden
bir konuşma yapmış olmazlarsa; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, onların hukuku
kendisine isabet etmeyene âit değildir.
tfmâmevn'e göre ise,
önceden söylesinler veya söylemesinler, onlara ortaktırlar.
Şayet yol ehli, onları
kaldırırsa; birisi, diğerine müracaatta bulunamaz. Mebsât'ta da böyledir.
tki kişinin ortak
bulunduğu bir bağın, —onlardan birisine âit— eski bir yolu bulunur ve o bağı
aralarında taksim ettiklerinde, o eski yolu, birine bırakıp, diğerine yeni bir
yol yaparlar ve yeni ağaçlar da yetiştirilerse; duruma bakılır; Eğer bu yol ve
ağaçlar, o adam için yapılmışsa, onun olur. Çünkü, bu satılmak hükmündedir.
Şayet, o yolu, ortak
yapmışlar ve o ağaçları da ortak dikmişlerse; o, onun mülkü olmaz; ortaklıkları
devam eder. Serahs'nin Muhıyö'nde de böyledir,
tki adamın, ortak bir
evleri bulunduğunda, ondan bir kapı yeri açıp, oraya bir kapı koyduktan sonra,
o yeri, aralarında taksim ederlerse; o kapu, —bir konuşma yapmamışlarsa—
taksime tâbi olmaz.
Ancak, anlaştılarsa,
durun? başkadır ve o satış gibi olmuştur. Ze-Myre'de de böyledir.
Bir havuz ona on (=
10x10= 100 arşın kare) veya daha da küçük olursa; taksim edilmez.
Hnâaetii'l-MüfnVde de böyledir.
En doğrusunu AW« Telli
bilir. [8]
Hergangi bir mülk,
yalnızca taksimle, bir şahsın olmaz. Şu dört ma'nada tevekkuf edilir: (=
beklenir)
1-) Teslim
alma;
2-) Hâkimin
hükmü;
3-) Kur'a
çekme;
4-) Bir
adamı vekil yapıp, ona taksim ettirme. Zefeyre'de de böyledir.
Koyunlar, iki kişi
arasında taksim edilecekse, önce, sayı olarak yan yarıya bölünür; sonra da kura
çekilir; hangi taife, kime esabet ederse; o taife, onun olur.
Sonradan, bu
ortaklardan birisi nadim olur ve taksimden geri dönerse; bunu yapmaya hakkı
olmaz. Çünkü taksim sehmine çıkmakla, tamam örmüştür.
Keza, taraflar, bir
adamın taksimine rıza gösterirlerse; O şahıs, taksimi yapar; sonra da aralannda
kur'a çektirir. Bu da caizdir. Meb-ıfit'ta da böyledir.
Ortaklar üç kişi
olurlar ve kur'a birine çıkınca, herbirisi ondan dönmek isterlerse;
dönebilirler.
Kur'a onlardan ikisine
çıktıktan sonra, birisi dönmek isterse; buna hakkı yoktur.
Şayet ortaklar dört
kişi olurlarsa; kur'a üçüne çıkmadıkça, herbiri ondan dönebilir. Muhiyt'te de
böyledir.
Taksim eden şahıs,
aralarında kendi rızâları ile taksimini yapar; sonra da bâzıları hisselerinden
huruç ederse (== çıkarsa), çıkabilir.
Ancak, hepsinin hissesi
ayrıldıktan sonra olursa; bu durumda herkesin hissesine râzi olması gerekir.
Fakat, sehimler ayrılmadan olursa dönebilirler. Nifciye'de de böyledir.
Bir topluluk,
koyunlara ortak bulunduğu zaman, önce bir taksim yaparlar ve önce sehim kime
düşerse, o onun olursa; işte bu caiz olmaz.
Şayet miras, deve,
sığır, koyun ise, deveyi bir hisse, sığırı bir hisse, koyunu da bir hisse
yapıp, bedellerini denkleştirirler ve aralarında kur'a çekerlerse; işte bu
taksim caiz olur. Makiyi'te de böyledir.
Şayet mîras, deve,
sığır ve koyun ise; develer bir pay, sığırlar bir pay, koyunlar bir pay yapılır
ve aralarında kur'a çekilir. Hissesine develer düşen şahıs reddedebilir.
tki kişi, ortak
bulundukları dirhemleri, müsavi (= eşit) şekilde pay edebilirler. Bu caizdir.
MeNU'ta da böyledir.
îki kişi, ortak
bulundukları bir yeri, aralarında şöyle taksim ey-teseler: Birinin bütün
hakkına karşılık, arka taraftan üçte biri; diğerine |se ön taraftan üçte ikisi
verilse; bu taksimden, her ikisi de dönebilir.
Aralarında hudud koymadıkları
için, kendi rızalarına da itibar edilmez. Şayet, önceden hududunu ayarlamış
olurlarsa; rızalarına itibar edilir. Zehiyre'de de böyledir.
Nitifî, şöyle
buyurmuştur Kur'a'Üç nevidir:
Birincisi: Bir
kısmının hakkına isabet eder; bir kısmının hakkını da ibtâl eder. işte bu
bâtıldır.
Meselâ: Ortaklardan
birisi, tayinsiz iki köleyi azâd eder; sonra da kur'a çekerlerse, işte bu
bâtıldır.
İkincisi: Güzeldir ve
caiz olan kur'adır. Sefere çıkacak kadınlar arasında çekilen kur'a gibi...
Üçüncüsü: Ortaklardan her
birinin haklarını müsâvî şekilde ayıran kur'a. İşte bu da caizdir. Fetâvikyi
Kâdttıânda da böyledir.
Aralarında kur'a
çekilecek olan ortaklar için en uygun olanı, her birine: "Kur'a kime önce
çıkarsa, onun sehmini ona önce vereceğim; hangi taraftan olursa
olsun."denilmesidir. Sonra ikinci sonra üçüncü, —sona kadar— bu sıra takip
edilir. Tahini Şerhî'nde de böyledir.
En doğrusu Allahu
Teâlâ bilir. [9]
Taksim üç nevidir:
1-) Muhtelif
cinslerin taksimi. Bunda hissedar cebredilmez.
2-) Ölçülen
ve tartılan şeylerin taksimi. Bunda,
hissedarlar cebredilir.
3-) Elbise
gibi, misliyetten olmayan şeylerin taksimi. Bunda da hissedar cebredilir.
Taksimde muhayyerlik
üç nevidir:
1-) Şart
muhayyerliği.
2-) Ayb (=
kusur muhayyerliği)
3-) Görme
muhayyerliği.
Cinsi, muhtelif olan
şeylerden üç türlü muhayyerlik cem olur.
Ölçülen ve tartılan
şeylerde, —görme ve şart muhayyerliği değil— ,kusur (= ayıp) muhayyerliği sabit
olur.
Elbise gibi mislî
olmayan şeylerde bir nevi olursa (sığır, koyun gibi) kusur muhayyerliği sabit
olur. Bu durumda şart ve rü'yet (= görme) muhayyerliği sabit olur mu? Ebû
Süleyman'ın rivayetine göre; sabit olur. Fetva da buna göredir. Fetâvayi
Sağrâ'da da böyledir.
İmâm Muhammed (R.A.)
şöyle buyurmuştur:
Buğday, arpa ve bütün
ölçülen, tartılan şeylerde görme muhayyerliği vardır. Âlimlerimiz: İmâm bu
sözüyle, (buğday, arpa demesiyle) bütün ölçülenleri; tartılan sözüyle de bütün
tartılanlan irâde buyurmuştur. Demişlerdir. Hatta, cinslerin taksiminde de
rü'yet (= görme) muhayyerliği sabittir.
Yalnız buğdayı veya
yalnız arpayı murad ederse; o da muhtelif sıfatlara hamledilir.
Şöyle ki: Onlardan da
bazıları sert, bazıları yumuşak olur. Bazıları kırmızı, bazıları beyaz olur.
Sıfatları bir olsa
bile, bir kısmı değerli; bir kısmı, engin olur. Aynı cevap, altın ve gümüş
parçalarında da böyledir.
Altın ve gümüş kablar
da böyledir. Cevherler ve inciler de böyledir.
Paralar da böyledir.
Silahlar, kılıçlar, camlar da böyledir, (yani dereceleri muhteliftir; aynı
ayar değildirler.) Onun için, görmeye ihtiyaç vardır. Muhiyt'te de böyledir.
tki kişi, iki bin
dirheme ortak buluduklarında; her bin dirhem, bir kesede olur ve bu ortaklardan
her biri, birer kese alırlar; onlardan birisi, bin dirhemin tamamını aynı
kesede görür; diğeri ise, kesede dirhem göremezse; bu durumda, kesesinde
dirhem olanın dirhemlerini taksim etmek caizdir.
Onlardan birisine
muhayyerlik yoktur.
Ancak içinde dirhemler
olmayan kese sahibi, bu durumun açıklamasını sorma muhayerliğine sahiptir.
Bir evi, iki kişi
aralarında taksim ettiklerinde, bu şahıslardan her biri, evi dıştan gördüğü
hâlde içten görmemiş olsa; onlara muhayyerlik yoktur.
Keza, bir bostanı, ve
bir bağı aralarında taksim eden şahıslardan birisine, bostan; diğerine bağ
isabet eder; her ikisi de kendisine düşen yeri de içini de görmezler;
hurmalığını, ağaçlarını da görmezler; fakat dışardan etrafını çeviren duvarı
görürlerse; bu durumda onlara muhayyerlik hakkı yoktur; dıştan görme, içten
görme gibidir.
Keza, bir kumaşın bir
kısmını görmek; tamamını görmek gibidir. Ve bu durumda da muhayyerlik sakıt
olur. Mebsût'ta da böyledir.
Bazı âlimlerimiz,
şöyle buyurmuşlardır:
Ağaçlan görmemenin
te'vili, başlarını gördükleri içindir. Fakat, başlarını da görmezlerse görme
muhayerliği kalkmaz.
Bu kavil, alım-satımda
da böyledir.
Taksimde görme
muhayyerliğinin sabit olduğu yerde, aynen alım-satımda da görme muhayyerliği
sabit oiur. Bâtıl, olduğu yerde de bâtıldır.
Kusur (= ayb)
muhayyerliği, taksimin tamamında iki nevi olarak sabit olur.
Ortaklardan birisi,
hissesine düşende bir kusur görür ve bunu teslim almadan önce görmüş olursa;
hissesinin tamamını reddeder. Taksim edilen şey, ister bir cins olsun; isterse
muhtelif cins olsun fark etmez. Alım-satımda olduğu gibi...
Şayet teslim aldıktan
sonra gördü ise; taksim olunan şeyin bir cins olması hâlinde, (ister hakikaten,
ister hükmen bir cins olsun) (bir ev gibi..) veya hakikaten değil de hükmen
olsun; (ölçülen, tartılan şeyler gibi. ..) hissesinin tamamını geri verir. Bir
kısmını alıp da bir kısmını geri vermesi caiz olmaz. Bu da, ahm-satımda olduğu
gibidir ve taksim bâtıl olur.
Taksim olunan şey,
—koyunlar gibi— muhtelif kısımlardan oluşmuşsa; o takdirde, yalnız kusuru
bulunan reddedilir.
Satın almada da
böyledir.
Bir cariyede,
hizmetinden sonra, kusur görülürse; o istihsânen reddedilir.
Eve oturduktan sonra,
kusur görülürse, yine istihsânen reddedilir.
Elbise, bir müddet
giydikten sonra; hayvan da bir müddet bindikten sonra, reddilmez. Şayet
kusurunu gördükten sonra giydi veya bindi ise, hem istihsânen, hem de kıyâsen
bu böyledir.
Fakat evde bir müddet
oturmuşsa; İmâm Mshammed (R.A.)'in Kiîâbü'l-Büvû'da buyurduğuna göre, müşteri,
muhayyerlik müddeti içinde oturdu ise, muhayyerliği düşmüştür, tmim'ın bu
kavlinin, mezkur yerde tafsilatı yoktur. Âlimler şöyle buyurmuşlardır: Eğer,
bu şahıs, oturduğu evde inşaat yapmışsa, muhayyerliği bâtıl olmuştur; değilse
yalnız oturmakla muhayyerliği batıl olmaz. Bazı âlimler ise: Taksimde muhayyerlik,
inşa ile de bâtıl olmaz, demişlerdir. Aralarındaki fark: Kusur muhayyerliği
olan evde oturmak hâlinde, o müddet içinde reddetmek imkânı varken
reddetmedi; uzun süre oturdu ise; bu
durumda, onu reddedemez.
Ancak hâkimin hükmüyle
veya diğer ortağının rızası ile reddedebilir.
Şayet ortağı razı
olmaz ise, da'va eder.
Şart muhayyerliğine
gelince, red imkânı olunca; oturmaya ihtiyaç yoktur. Bizzat reddeder, hiç
beklemez. Ne hâkime gider; ne de ortağının rızasına başvurur. Bunlara ihtiyaç
yoktur. Böyle yapmaz ise, muhayyerliği bâtıl olur. Muhıyt'te de böyledir.
Bir ortak hissesine düşen
yeri —onun kusurunun olduğunu bilmeden— satar ve müşteri, kusuru sebebiyle onu
geri verirse; eğer hâkimin hükmü olmaksızın o yeri kabul edip, geri alırsa;
taksimdeki muhayyerliği bozulmuş olur.
Şayet hâkimin hükmüyle
geri alırsa, kendiside ortağı ile olan taksimi bozar. Bu durumda beyyinesinin
olmaması ve yemin etmemesi müsavidir. Mebsât'ta da böyledir.
Şayet müşteri, o evin
kusurunu bilmeden, orada bir yıkım yaparsa; artık onun reddi mümkün değildir.
Ancak, kusuru nisbetinde, —o kusurun— bedeline başvurur. Satışta olduğu gibi...
Satıcı ise, taksim edene —noksanı sebebiyle— başvuramaz.
Be mes'ele, hilafsız
olarak zikredilmiştir.
Bazı âlimlerimizde,
burada, yalnız İmâra Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kavlini zikreyledüer.
İmimeyn'e göre, satıcı
da kusurundan dolayı, taksim edene müracaat eder.
Bir kısım âlimlerimiz
de: Bu mes'elede, d-Asü'da tamamının kavli zikredilmedi. Sahih olanı, bu
mes'elenin ihtilaflı olduğudur. Buyurdular. Muhıyt'te de böyledir.
Şayet ortak, o yerin
bir kısmım, satmadan önce yıktı, sonra da kusurunu gördü ise, o takdirde
ortağına müracaat eder. Ancak, ortaklar razı olurlarsa, o yeri bir kısmı
yıkılmış olarak geri verir. Mebiftt'ta da böyledir.
Şart muhayyerliği,
görme muhayyerliğinde olduğu gibi, taksim muhayyerliğinde de vardır.
Şart muhayyerliği
bâtıl değildir. Rivayetlerin ihtilafına rağmen, gerçekten taksimde muhayyerlik
şartı sahihtir. Satışta sahih olduğu gibi...
Hatta üç güne kadar
şart caizdir. Bunda ihtilaf yoktur.
Üç günden fazla
olursa, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ile İmâmeyn arasında görüş ayrılığı vardır.
Muhıyt'te de böyledir.
Şayet üç gün geçtikten
sonra, o üç gün içinde, reddi idia eder; diğeri de ona üç günün geçtiğini
söylerse; onun sözü geçerli olur. Her ikisinin de belgesi bulunursa, iddiacının
belgesi geçerlidir. O yeri geri verir. Mebsût'ta da böyledir.
En doğrusunu Allabu
Teâla bilir. [10]
Aslolan, bir şeyi
satma hakkına mâlik olan bir kimsenin, taksim etme hakkına da mâlik olmasıdır.
Muhıyt'te de böyledir.
Sabiye ve bunağa
karşı, babanın her hangi bir şey taksim etmesi' —şayet, fazla bir aldanış olmaz
ise— caizdir.
Babanın vasisi de
böyledir. Ve vasî» baba ölürse, onun yerine kâimdir.
Babanın babası olan
dede de, böyledir.
Burada, babanın vasisi
olmaz ise, ananın vasîsinin taksimi de caizdir. Bu, yukarda söylenilenlerden
hiç birisi bulunmazsa, böyledir.
Akar bunun dışındadır.
Çünkü ananın vasisi, ana makamına kaimdir. Onun da, çocuğun mülkünde tasarrufu
caizdir; yalnız akar müstesnadır. Bunun için, taksimde, ananın, kardeşin,
amcanın; küçük veya gaibe karısına karşı, bocasının taksimi caiz değildir.
Fetâvâyi Kayhan'da da böyledir.
Kâfirin, kölenin ve
mükâtebin; hür, müslüman ve küçük oğluna karşı, taksimi caiz değildir. Çocuk
düşürenin, düşüğe karşı taksimi de caiz değildir. Mebsût'ta da böyledir.
Hâkim, bir yetim için
bir vasî ta'yin etmiş ve o vasî taksim eyle-mişse; bu, —akar olsun, uruz olsun—
her şeyde geçerlidir.
Şayet, hâkim, o vasiyi
yalnız nafakası üzerine veya malını muhafaza etmesi için vasî yapmışsa; o
takdirde taksim etmesi caiz değildir.
Babanın tayin ettiği
vasî bunun hilafınadır. Babanın tayin ettiği vasî, her şeye yetkilidir.
Muhıyt'te de böyledir.
Vasinin, iki küçük
arasında bir şeyi taksim etmesi caiz değildir. Birinin malını, diğerine
satmasının caiz olmadığı gibi...
Baba, bunun
hilâfinadır. Çünkü baba, küçükler arasında taksim yaparsa bu caiz olur. Birinin
malını, diğerine satmasının caiz olduğu gibi... Vâsinin, iki küçüğün ortak
bulunduğu yeri taksim edebilmesinin çâresi şudur: Bu vasî, o küçüklerden
birinin malım, —taksim etmeden— bir yabancıya satar; sonra da o malları (yani
müşterinin hissesi ile diğer küçüğün hissesini) birbirinden ayırır; daha sonra
da, hissesini sattığı küçüğün hissesini geri satın alır. Böylece, her birinin
yeri ayrılmış olur. Ve, bu taksim caiz olur. Çünkü hadise, vasî ile müşteri
arasında cerer yan etmiştir.
Bunun için İkinci bir
çâre de şudur: Vasî, küçüklerden ikisinin de hissesini bir adama satar; sonra
da onların hisselerini, ayrı ayrı satın alır. Zefeyre'de de böyledir.
Bir vasînin, kendisi
ile küçüğün ortak olduğu şeyi taksim etmesi caiz olmaz.
Ancak, taksim etmek,
küçük için bir menfaat sağhyacaksa, İmim Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre caiz olur.
imim Muhammed (R.A.)'e
göre ise caiz olmaz. Menfaati ortada olunca, baba da küçük çocuğunun malını
taksim eder. Eğer çocuk için menfaat yoksa taksim etmez. Muhıyt'te de
böyledir.
Vârislerin içinde, hem
küçükler, hem de büyükler bulunduğunda; küçüklerin hisseleri, büyüklerin
huzurunda hep bir arada olmak üzere, ayrılırsa; bu taksim caiz olur.
Bundan sonra vasî
küçüklerin hisselerini birbirinden ayırırsa; bu taksim caiz olmaz.
Büyüklerden de huzurda
olmayan olunca, akarları taksim edilmez ve taksimi caiz değildir.
Urûzun (= nakit para,
hayvan ve yenecek şeylerden olmayan mallar; kitaplar, kumaşlar ve benzerleri
gibi şeylerin) taksimi caizdir.
Bundan murad,
vârislerin tamamının büyük olmaları hâlidir. Ve hisseleri birbirinden ayrılır.
Bakkalı, Kitabında:
"Babanın terekesinde bulunan uruz taksim edilir." demiştir.
Zehıyre'de de böyledir.
Varislerin arasında,
küçük, büyük ve hazırda olmayan varsa; vasî de huzurda olmayan büyüğün
hissesini, küçüğün hissesiyle birlikte ayırırsa; İmim Ebû Hanîfe (R.A.)'ye
göre, akarda ve diğer mallarda taksim caiz olur.
İmİmeyn'e göre büyük
hakkında akarda, taksim caiz olmaz.
İmim Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre vasînin, büyüğe karşı üç yerde satışı caiz olur.
1-) ölenin
borcu varsa;
2-)
Vasiyyeti varsa;
3-) Küçük
çocuğu varsa. Taksimi de böyledir.
Fakat İmameyn'e göre,
caiz değildir. Serahsi'nin, Muhıytı'nde de böyledir.
Vârisler küçüklü
büyüklü olur ve vasî de, her birinin hisselerini ayrı ayrı taksim ederse; bu
asla caiz olmaz.
Eğer vasî, üçte bir
olan vasiyeti, kendisine vasiyet olunana verir; vârisler arasında da küçükler
bulunur; kendisi de vârisler için üçte ikiyi alırsa; bu sahih olur.
Şayet, kendisine
vasiyet olunanın elindeki zayi olursa; tazminat
gerekmez.
Şayet vârisler büyük
olur ve huzurda bulunmazsa ve yine vasî kendisine vasiyet edilenin üçte birini
verip; üçte ikisini kendisi alırsa; caiz olur.
d-Asd'da şöyle
zikredilmiştir:
Kendisine vasiyet
edilen şahıs huzurda olmaz; vârisler ise, büyük olur ve huzurda bulunurlar;
vâsî, taksim ederek, kendisine vasiyet edilenin üçte birini, kendisi alırsa;
bu taksim İmim Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre bâtıl olur. İmim Ebö Yûsuf (R.A.)'a
göre ise, caiz olur. Zehıyre'de de böyledir.
Bir adam ölür; diğer
bir adama da vasiyette bulunmuş olur ve terekesini kaplayacak kadar da borcu
bulunur ve vârisler; vasîden hisselerinin ayrılmasını isterlerse; bu durumda
vasî, taksim yapmaz. Topluca satarak, Ölenin borcunu öder. Zahîriyye'de de
böyledir.
tki vasî, ölenin malım
aralarında taksim ederek, vârislerin bir kısmının hissesini, birisi;
diğerlerinin hisselerini de diğer vasî alsa; bu caiz olmaz.
O iki vasiden birisi
yok iken, diğeri taksim yapsa; yine caiz olmaz.
İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)
buna muhaliftir.
Serseriye ve baygına
karşı taksim caiz olmaz.
Cinnet getiren de
böyledir. Yalnız o ifakat bulduğu zaman, birisini hissesini almaya vekil
yaparsa, onun hissesi vekiline verilir. Zehiyre'de de böyledir.
Vâsi zimmî, vârisler
ise müslüman olursa; o zimmînin taksimi de sahih olur. Bu zimmînin, sağlığında
bir vekil tâyin etmesi de caizdir.
Ancak, zimmî, müslüman
hakkında hiyânet etmekle müttehem olduğundan, onu vasîlikten çıkarmak gerekir.
Zira o, dinde düşmandır.
Yine de, vasîlikten
çıkarmadan önceki taksimi caiz olur.
Başkasının kölesini
vasî yapmak da, onun işiyle meşgul oîduğu için, güzel olmaz. Onuda vasîlikten
çıkarmak icabeder. Serahsi'nin Muhıytı'-nde de böyledir.
Taksimde, zimmet ehli
de, ehl-i îslâm menzilindedir. Yalnız
şarap ve domuzda aynı değildirler. Bu iki şey, onların kendi arasında olur.
Bunlardan başkasının kısmetini vermeyene zimmîler cebredilirler. Şayet,
zimmîlerin, aralarında şarap taksim ediliyorsa, bazısına fazla vermek caiz
olmaz; eşit olarak vermek gerekir. Eğer bir zimmî, bir müslü-manı vasî tayin
etmişse; vasinin domuz ve şarap taksimi mekruhtur. Fakat, o müslüman, o
hususta, bir zimmîyi vekil yapar ve o vekil olan zimmî, zimmet ehlinin domuz
ve şarap hisselerini dağıtır; aralarında taksim eder.
Bir zimmî, bir
müslümanı, "mîrasmı, vârislerine dağıtması için" vekil tâyin
ettiğinde, bu zimmînin malının içinde, domuz ve şarap bulunursa; bu
müslümanin, onları taksim etmesi caiz olmaz. Satın alması ve satmasının caiz
olmadığı gibi...
Bir müsiümanın, taksim
için, bir zimmîye vekil olması doğru bir şey değildir. Çünkü vekil olunanlar,
ondan razı olmazlar. Böyle bir şey olursa, işi bir zimmîye havale etmek
icabeder. Bu caizdir. Mebsût'ta da böyledir.
Bu vârislerden birisi,
müslüman olur ve o bir zimmîyi, domuz ve şarabın taksimi için vekil tâyin
ederse; bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre caiz olur.
İmâmeyn'e göre ise,
caiz olmaz. Meselâ: Bir müslüman, bir zimmîyi, şarap satmaya vekil eylese, bu
caiz olmaz. Serahs'nin Muhıyü'nde de böyledir.
Şayet, müslim olalı
zat, mîras olarak, şarap alırsa; onu hemen sirke yapar. Ve o müslüman, başkalarının
onda olan haklarını tazmin eder. Ve sirke kendisinin olur.
Eğer, bir zimmînin
terekesinde domuz ve şarap bulunur; alacaklıları da müslüman olurlar; bu
zimmînin de, bir vasisi bulunmazsa, bu durumda, kadı efendi,' 'Onun, bir
zimmîye satılması için" diğer bir zimmîyi görevlendirir; o onları satıp,
parasını alacaklılara verir. Mebıftt'ta da böyledir.
Güvenceli bir harbî,
bir zimmînin çocuklarına taksim yaparsa; bu caiz olmaz. Çünkü güvenceli harbî
için, zimmînin çocuklarına velayet hakkı yoktur. Bunun için dir ki, bir
müste'men harbî, bir zimmîye vâris olamıyor. Mürtedin vâris olamadığı gibi...
Diğer tasasarrufat ise, bunun hilafınadır. Serahri'nin Mukiyü'nde de böyledir.
Bir mürted, irtidadı
hâlinde öldürülürse; onun mîrasından, kendi gibi mürted olan çocuğuna hisse
yoktur.
İzinli kölenin
kısmeti, hür olan kimsenin kısmeti gibidir. Sersh-sî'nin Muhıyt'nde de
böyledir.
Mükâtep, taksimde hür
gibidir. Çünkü o, ticâret ehlidir ve taksimde, —satış gibi— müâvcda manası
vardır.
Taksimdeln sonra,
mükfttep, kitabet bedelini ödemekten âciz kalırsa; efendisinin o taksimi
feshetme hakkı yoktur.
Mükâtebin efendisinin,
—mükâtep huzurda olsun veya olmasın— onun rızası olmadan taksimi caiz değildir.
Şayet mükatep, kısmeti
için bir vekil tâyin eder; sonra da kendi âciz kalır veya ölürse; o vekilin,
bundan sonraki taksimi caiz olmaz.
Eğer, mükâtep azad
edilirse; o vekil, vekâleti üzerinedir.
Eğer mükâtep, ölümü
anında, bir vâsiye vasiyette bulunur; o vasî de onun malını vârislerine taksim
ederse; bu taksimi caiz olur. Çünkü, o hürdür; kitabet bedelini Ödemiştir ve
hürriyeti hâli hayatında hükme-dilmiştir. Bizzat kendisi Ödemiş ve sonra ölmüş
gibidir.
Mükâtebin küçük
çocuğuna karşı tasarrufu da hür olanın vasîsi gibidir.
EyidK'ta şöyle
zikredilmiştir:
Mükâtebin vasisî, gâib
hakkında da, hür gibidir. — Akarın haricinde— her türlü taksimi caizdir. Burda
söylenen de, —şayet o, vefayı terketmezse— esahhtır. Bu vasînin taksimi,
taksimden önce kitabet bedeli ödenirse, caiz olur; değilse caiz olmaz. MeMt
Şerhı'nde de böyledir.
En doğrusunu, ancak
Afaki Tefttt bilir. [11]
Vârislerden birisi,
ölenin borçlu olduğunu ikrar ettiği hâlde; diğerleri onu inkâr ederlerse;
tereke aralarında taksim edilir ve ölenin borçlu olduğunu ikrar eden vârise,
"borcun tamamım vermesi" emredilir. Bu, eğer hissesi borca kâfi
geliyorsa — bize göre böyledir. Fetâvâyi Kâdîhân'-da da böyledir.
Vârisler, ölen şahsın
evini veya arazisini taksim ettiklerinde; bu Ölünün borcu olur ve alacaklı
gelip alacağım isterse bu durumda varisler bu taksimi; —borç ister az olsun
isterse çok olsun—bozarlar.
Vârisler, kadı
efendiden, terekenin taksimini istediklerinde,., ölen şahsın üzerinde borç
bulunur ve kadı, bunu bilir; alacaklı da huzurda bulunmaz ve bu borç, terekeyi
tamamen kaplamakta olursa; bu durumda kadı, taksimi terk eder. Çünkü onun malı
yok demekdir. Dolâyısiyle bu taksimde bir fayda olmaz.
Eğer borç, terekeyi
kaplamıyorsa; bu durumda kıyâs, taksim yapmamaktır. Bilakis, terekenin
tamamını bekletmekdİr.
îstihsân ise,|borç
mikdannı bekletip;|kalanım taksim eylemek|dir.On-lardan bir kefil de alınmaz.
Bu, İmim EbÛ Hinîfe (R.A.)'ye göre böyledir.
İmâmeyn, buna muhalif
dir.
Şayet kadı, borcu
bilmiyorsa; onlara: "Ölenin borcu varım?" diye sorar. Eğer onlar:
"Evet var.'* derlerse; bu durumda onlara." borcun miktarım sorar.
Çünkü hüküm muhtelifdir.
Şayet onlar:
"Borcu yoktur." derlerse; onların bu sözü geçerli olur. Çünkü,
vârisler, ölenin yerindedirler.
Sonra da, kadı:
"Vasiyyeti var mıdır?" diye sorar. Eğer onlar: "Evet
vardır." derlerse; bu durumda da kadı: "Vasiyyeti, belirli bir
şeymi-dir?" der. Zira, burda da hüküm değişiktir.
Şayet vârisler:
"Vasiyyeti yoktur." derlerse; o takdirde kadı, aralarında terekeyi
taksim eder.
Eğer bu taksimden
sonra, ölenin borcu ortaya çıkarsa kadı taksimi bozar.
Şayet kadı,
varislerden, ölen şahsın borcunu sormadan, aralarında, terekenin taksimini
yaparsa; sûret-i zahirede, bu taksim caiz olur.
Sonradan, borç meydana
çıkarsa, o zaman yine hâkim, bu taksimi bozar.
Ancak vârisler, kendi
mallarından, o borcu öderlerse, o takdirde, kadı (= hâkim) taksimi bozmaz.
Bu her iki hâlde de
böyledir.
Alacaklılar,
alacaklarından vaz geçseler bile, taksim, yine de bozulmaz.
Bunların tamamı,
vârislerin, borcu terekeden çıkarmadıkları zaman ve ölenin başka malı
bulunmadığı hâllerde böyledir.
Fakat, ölenin borcunun
karşılığını çıkarırlar veya ölenin başka malı olursa; kadı efendinin taksimi
bozulmaz.
Başka vâris meydana
çıkarsa, hüküm yine aynıdır.
Şahitler onu tanımaz
veya kendine üçte bir veya dörtte bir vasiyyet edilen şahıs gelirse; bu
durumlarda, kadı efendi, o taksimi bozar. Sonra yeniden taksim eder.
Şayet vârisler:
"Biz, bu vârisin hakkını, (veya kendisine vasiyet edilenin hakkını)
veririz." derlerse; hâkim, taksimi bozmaz. Onların, bu sözlerine de
—bunlar; vârisi veya kendine vasiyet edileni bu sözlerine râvi edene kadar—
itimat etmez.
Alacaklı veya
kendisine vasiyet edilen şahıs, "bin dirhem alacaklı olduğunu bildiren bir
yazı ile' ortaya çıkar; vârisler de: "Biz bunların haklarım, kendi
mallarımızdan öderiz." derlerse; taksimleri bozulur. Çünkü, kendine
vasiyet edilen şahıs, —terekenin aynından— üçte biri veya dörtte bir hakka
sahîbtir. Vârisler de, onu verecek olunca, diyecek bir şey kalmaz. Bunlar, onun
nasibini satın almış olurlar. Yalnız, bunun için, onun rızâsı da şarttır.
Alacaklının durumuna
gelince; —terekenin aynında değil de— terekenin manâsında hak sahibidir. Hangi
çeşit malı varsa, borcu ondan Ödenir.
Şayet, vârislerden
birisi, onun alacağını, kendisi şahsî malından, —terekeye müracaat etmemek
üzere— öderse; bu durumda da, kadı efendi taksimi bozmaz.
Bu vâris, alacaklının
alacağım kabul ederse; borç düşer; diğer vârislere karşı yapacağı bir iş
kalmaz. Çünkü onlara müracaatı gerekmez. Fakat, onlara müracaatı şart koşar
veya bu hususta susarsa; taksim reddedilir.
Diğer vârisler,
kadıya, kendi mallarından, borçlarını öderlerse bu böyledir. Çünkü, kadının
alması, alacaklının alması demektir. Bu cevap, zahirdir.
Eğer, rücûu şart koşar
veya susarsa, uygun olanı onu tatavvu kabul etmektir.
Şayet susarsa, ben,
onu tatavvu kabul etmem. Çünkü o, hükümden muzdardır. Görümüyor mu ki;
alacaklı, hâkime gider de hâkim, ona, bütün alacağını hükmeder sonra da
vârisler mirası taksim ederler; daha sonra da bir vâris veya kendisine üçte bir
veya dörtte bir vasiyet edilen şahıs gelirse; ya üçte bire veya dörttebire
artık bu durumda kadı efendi, taksimi bozar
Zîrâ mîras, alacaktan sonradır.
Bunların tamamı tarafların taksimi; hâkimin taksiminden Önce olursa böyledir.
Eğer sonra olursa, bilâ--hare de alacaklı veya kendisine vasiyet edilen şahıs,
çıkıp gelirse; o takdirde; vâris taksimi bozmaz ve hakim de kendine vasiyet
edilenin hakkını ayırırsa; bu mes'elede âlimler ihtilâf eylediler: Ba'zıları:
"Taksim bozulmaz." dediler.
Buna, İmâm Muhımmed
(R.A.) işaret eylemiştir. Ve bu, sahihtir.
Ba'zıları da:
"Taksim bozulur." demişlerdir. Muhıyt'te de böyledir.
Ölen zatın borcunu,
bir insan teberru ederse; bu durumda alacaklıların taksimi bozma hakkı kalmaz.
Zebiyre'de de böyledir.
Teberrük edilen şeyi,
—onda borç olması hâlinde— taksim etmek isterlerse; bunun çâresi:
Bir yabancı, öleni
berî kılmak şartiyle, alacaklıdan —onu tazmin etmek için izin alır. Eğer, öleni
ibra şart olmaz veya bunu şart koşmazsa; bu durumda, ölem'n berî olması hâli,
taksim edilen şeyde geçerli olmaz. Çünkü, ölünün beraat etmesi şartı, o şeyi
borcuna havale etmek olur. O takdirde tereke, borçtan hâli olur. Kodeıî'nin
Veda'nde de böyledir.
Vârislerin bir kısmı
borcu öderse; alacaklının, kalan kısım için diğerlerine müracaat etmesini,
—Ödeyenin— şart koşması gerekir.
Şart koşmaz'da,
alacaklı bu alacağım teberru eylerse; bu teberru, vâriserin tamamına âit olur.
Hatta, bu alacaklı
hâkime gider ve borcun tamamı ona hükmedi-lirse, zaruri olarak alacağını alır.
ancak, teberruu kasd ederse onların hiç birine müracaat etmeyecektir.
Vârislere taksim
edilen evde, ölenin karısı oturuyor olur ve bu kadın, taksimden sonra mehrini
iddia ederek, beyyine de ibraz ederse; bu durumda taksim bozulur. Serahsî'nin
Muhıyü'nde de böyledir.
Vârislerden bir kısmı,
taksim tamam olduktan sonra, terekede borç bulunduğunu iddia ederlerse; bu
da'vaları sahih olur ve kabul edilir. Ve bundan dolayı, taksim bozulur.
Mohıyt'te de böyledir.
Bir topluluğa düşen
mîrasda borç ve vasıyyet bulunmaz; vârislerden biri ölmüş olur; ikinci vâris
de borçlu bulunur veya bir vasiyyeti olur; yahut onun vârislerinden hazırda
olmayan biri, veya küçük bir çocuğu olursa; bu durumlarda, önceki ölenin
mîrâsı taksim edilir; bunun hükme ihtiyacı yoktur, tkincİ ölenin alacaklısı,
alacaklarını borçlunun vârislerinden ister veya kendisine vasiyet edilen şahıs
hakkını ister; hazırda olmayan şahısla küçük de böyledir. Tittrhâniyye'de de
böyledir.
yârislerden birisi,
kendisinin küçük oğlu için, Üçte bir vasiyyet edildiğini iddia eder ve
beyyinede ibra^ ederse; ev taksim edilmiş olsa bile, onun hakkı bakidir.
Ancak, oğluna yapılan
vasiyyetii babası alamaz.
Bu taksim de batıl
olmaz. Çü'nkt/kısmet tamam olmuştur. Tamam olan, bir bir taksimi ibtal etmeye
gay/et edenin, bu sayı bâtıl olur. Onun, önceki taksime dönmesi, "Çocuğuna
bir vasiyetin yapılmadığını" itiraf olur.
Bu, borca benzemez.
Çocuk büyüyünce hakkını ister ve onun hakkı ona verilir. Z»hîriyye'de de
böyledir.
Bir topluluğa,
babalarından bir yer mîras kalıp, herkes hissesi kadarını aldıktan sonra,
birisi, "ana-bababir kardeşinin olduğunu" iddia ederse; o da babasına
vâris olur. Bu evlâd babasından sonra Ölmüş olursa;
onun vârisleri mîrasmı
ister.
Birisi: "Ben
babamın mîrasmı taksim ettim ve hisseleri yazılmadı," derse; o takdirde,
birinin başkasında hakkı yoktur. Bu, dâvayı nefye-der. "Yazılmadı."
sözünden murad, müşkili izâle etmek; cevap da bu iki durumu açıklamadır:
Keza, kardeşlerden
birisi, babasından, kaplarım sağlığında satın aldığını beyyineler veya onları
kendine bağış yaptığını isbat eder ve onları alır; anası da ona vâris olursa;
beyymesi kabul edilmez* l&sbsAî'ta da böyledir.
Varisler, borcu
aralarında taksim ederler ve bu borç, ölenin borcu olursa; borcu da, eşyayı da
eşit olarak taksim ederler.Borcu, filan ödesin; filan eşyayı, filan alsın
demek, borçta da, eşyada da bâtıl (geçersiz) olur.
Önce eşyayı taksim
edip, sonra da borcu taksim ederlerse; bu durumda borcun taksimi bâtıl olur.
Zira borç, her şeyden önce ödenecektir.
Ölenin üzerinde borç
bulunduğunda, herkes hissesine düfecek borcu, bir defada tazammun eder ve
taksimi yaparlar; diğer borçlan da birisi tazammun ederse; bu taksim fasid
olur.
Borç ödenmeden yapılım
taksim, fâsiddir; geçerli delildir. Ölenin mîrasi bulunmaz alacaklı da
alacağından vaz gd;er ve diğer alacaklılar da onun tazminvaî:ma razı olurlarsa,
işte bu caizdir.
Şayet alacaklılar,
Öien\vn borcunu, birinin teberrusunu kabul etmezlerse; taksim bozulur.
Şayet, onun
tazminatına ye teberrusuna razı olurlarsa, ölen borçtan kurtulur. Bundan
sonra, Ölenin malına müracaat olunur. Mebsûl'ta da böyledir.
Şayet, alacaklı
teberrûya şşrt koşmaz ise, taksim geçerli olmaz. Eğer diğer alacaklılar, Ölen
şahısta alacağı olanın tazminaıtma razı olurlar; o da vârislerin taksimine izan
verir; onlar da aralarında taksim ettikten sonra, alacaklı onu bozarsa; buına
hakkı vardır. Zefaıyre'de de böyledir.
Babalarından kalma
araziye vâris talan üç kişiden birisi' ölür ve bir büyük oğul vâris bırakırsa;
bu durumdiı, bu çocuğun dedisinin arazisi, amcaları ile birlikte, aralarında,
eşit olarak taksim edilir. Bundan sonra, oğlun oğlu, beyyinesiyle gelerek,
babasının babasının (dedesinin), kendisine üçte birini vasiyet
eylediğini"isbat ederek, o taksimin ibtâli-ni isterse; tenakuzdan dolayı,
bu davası dinlenmez.
Fakat, dedesinin
vasiyyetini değil de, onda babısuuh alacağs olduğunu isbat ederse; da'vâsı
sahih olur. Çünkli onda tenakuz yoktur.
Alacak, beyyine ile
sabit olur. Beyyine ile sabit olunca da, aynen isbat gibi olur. Borç tesbit
edilince de, taksim bozulur.
Amcalarının:
"Babanın, dedende alacağı yoktu." demeleri, taksimin bozulmasına
mani olamaz.
Bir yer, bir topluluk
arasında mîras olduğunda; onu taksim edip, herkes hakkını teslim aldıktan
sonra; birisi, diğerinin hissesini satın alır; sonra da, babasında alacağının
olduğunu belgelerse; bu durumda herkes, tasarrufuna devam edemez; borç var
iken, tasarruf geçerli olmaz. Mebsût'ta da böyledir,
Bir adam,
"birinin öldüğünü ve bir ev mîras bıraktığını" vârislere ikrar eder
veya onlara bunu söylemez; sonra da "üçte birini, kendisine vasiyet
eylediğini" söyleyip, "Ölende, alacağı olduğunu da"
bey-yinelerse; bu beyyinesi kabul edilir.
Vasiyet de, borç da
münâfî değildir. Her ikisi de terekeden ödenir.
Şayet
"...vârisler için..." veya "...onlar için, bıraktı" diye,
ilaveli söylemiş olsaydı, hüküm, buna muhalif olurdu.
Eğer "bu evi,
onlara mîras bıraktı;" demiş olsaydı veya "Vârislerine
bıraktı." demiş olsaydı; beyyinesi kabul edilmez; diğerleri hâli Üzere
kalırdı. Zehıyre'de de böyledir.
"Babasından mîras
kaldı." dedikten sonra; "Başkasından mîras kaldı." diye ikrar
ederse; tenakuzdan dolayı bu ikrarı kabul edilmez. Mebsât'ta da böyledir.
Bir topluluk, bir evi,
mîras olarak taksim ederler; ölenin karısı da onu doğrular ve kendisine,
sekizde bir hak düşer onu da, bir defada ayırdıktan sonra, "ayrılan o
yerin, kocasının üzerinde olan mehrine karşılık olduğunu" iddia ederek:
"Ben, onu satın aldım.*' derse; bu sözü kabul edilmez. Çünkü o, önce
taksime müsâade etmiştir. Bunu kocası ölürken iddia etmiş olsa, yine kabul
edilmez.
Keza, vârisler bir
yeri taksim ettiklerinde, her biri, babasından kendisine düşen mirasını
aldıktan sonra, birisi, iddia ederek: "Diğerlerinde bir ev veya bir
hurmalık vardır." derse beyyinesi kabul edilmez. Fetâvâyi KMnân'da da
böyledir.
En doğrusunu Allahu
Teâlâ bilir. [12]
Aslolan, bütün
taksimin kadı efendinin ihtiyarı ile olması veya iki kişinin, babalarından
kalan bir şeyi aralarında taksim etmeleridir.
Şayet, taraflardan
birisi* taksime razı olmazsa, o, -taksim talebi hâkimden gelmişse- cebredilir.
Meselâ: Bir yer taksim
edilir; oraya birisi bina yapar veya ağaç diker; sonra da o iki hisseden
birine bir hak sahibi çıkarsa; diğer ortak, ağaç ve evin kıymetine müracaat
edemez. Çünkü, bu durumda onu kandırmış (aldatmış) olmamaktadır. Ve mülkün bir
kısmının gitmesiyle, ikisi de zarara uğramış oldular. O yerin, ortaklık hakkı
da kesildi ve her birisi, o yerin taksimiyle ziyana uğrayıp, birisi orayı ihya
eyledi; yarısını diğeri alınca, onun hakkı zayi olmuş ve aldannuş olur.
Ancak,burda muhtar olan, hisse sahibinin rizâsı ile o yerin taksimi ve bina ve
ağaç sahibinin onların kıymetine müracaat etmesidir. Zira, bu durumda fazla
muz-dar olmaz; kendi hakkını ihya etmiş; diğerinden de kıymetini almış olur.Bir
yönden de, her biri aldanmış olur. Birisinin yerinin tamamen gitmesi, diğerinin
yerinin ikiye taksim edilmesi gibi...
Bir yer ikiye taksim
edilir ve her bir ortak, hisselerine birer bina yaparlar; sonra da onun birine
bir hak sahibi çıkarsa; bu ortaklardan biri, diğerine o binanın kıymeti için
müracaat edemez.
Şayet iki yer veya iki
ev olsaydı; onlardan her birisi, bunlardan birini alsaydı ve sonra da, bir hak
sahibi çıkıp, birisini alsaydı, o takdirde ibinanın kıymetinin yarısı için,
diğerine müracaat ederdi. "Bu, İmâm Ebû Hantfe (R.A.)'nın kavlidir.'*
diyenler olmuştur.
tnftaeyn ise:
"Müracâat edemez.' buyurmuşlardır.
"Sahih olan kavil
budur ve bu kavil, cümlesinin sözüdür. Denilmiştir. SerahsS'nin Mnhiyt'te de
böyledir.
tki cariyeyi, iki
ortak taksim ettiklerinde; birisi, cariyesine cima eder ve bu câriye de bir
çocuk doğurur; sonra da o cariyeye bir hak sahibi çıkar ve çocuğun kıymetini
öderse; diğer arkadaşına, onun bedelinin yansı için müracaat eder. Ve, bu
bedelinin yarısını ondan alır. Bu, İmâm Ebâ Hsnife (R.A.)'mn kavlidir. Ona
göre, kölede cebir yoktur. Bu aralarında bir bedel olur.
Fakat, İmâmeyıı'e
göre, kölede de cebir yoktur. Burada aldatmak da yoktur. Çocuğun kıymeti için,
arkadaşına müracaat edemez. Kalan cariyenin yansı, onun olur. Mebsûl'ta da
böyledir.
Bir ev ile, hâli (boş)
bir araziye bir kaç kişi veraset yolu île ortak olurlar; ve bunlar hâkimin
hükmü olmadan taksim ettikten sonra, arazi kendisine düşen şahıs, onun içine
ev yapar; bilâhare de, bu yere bir hak sahibi çıkarsa; bu bina yıkılır ve
taksim bozulur. Arkadaşına 4a, bina için müracaatta bulunamaz.
Bazı taksim
kitaplarında; "Bu evin taksim edilmesi uygundur, tki ev taksim edilip;
birisine hak sahibi çıkarsa; bu durumda, evine bir hak sahibi çıkan şahsın
diğerinin yerine müracaat etmesi ıcab eder.
Bir topluluğun ortak
bulunduğu yerleri, hâkim taksim ettiğinde, onlardan birisi, hissesine düşen
yere ev yaptıktan sonra, o yere bir hak sahibi çıkar ve onun yaptığı binayı
yıkarsa; bu durumda o adam, diğer ortaklarına, evin kıymeti için müracaat
edemez. İmâmeyn'e göre, hâkimin re'yi yerindedir. İmim Ebû Hanife (R.A.) ise:
"Hayır, hâkim tamamının hissesini taksim etmiştir. Onun hükmünde ittifak
hasıl olmuştur. Ö yer cümlesinden gitmiş gibidir." buyurmuştur. Muhıyt'te
de böyledir. İmâm Muhammed El-Asl'da şöyle buyurmuştur:
İki kişi bir yere
ortak bulunduğunda; bu ortaklardan birine, birisi gelerek; "Beni, ortağın
vekileyledi, ortağınla aranızdaki yeri bölüşr türeyim." der; diğeride onu
ne yalanlar, nede tasdik eder gelen şahıs o yeri taksim eder ve hatta huzurda
bulunan ortak, hissesine birde ev yaptıktan sonra, huzurda olmayan ortağı gelip
ve o adamı vekil yaptı.
En doğrusunu Allahu
Teâla bilir. [13]
Bıir ev veya bir yer,
ortaklar arasında taksim edildikten sonra, o yerin bir kısmına, bir hak sahibi
çıkarsa; bu mes'elede, üç durum söz konusu olur;
Birincisi: Tamamından,
bölünmesi imkanı olmayan bir yere hak sa-, hrbi çıkabilir,
Şöyleki: bir evin üçte
ikisine veya üçte birine sahib olmak veya buna benzer bir durum gibi... Bu
durumda, taksim fâsiddir.
İkincisi: Belirli bir
şey'in, bir parçasına hak sahibi çıkabilir. Hak-lun, vârislerin hisselerinden
birisine isabet etmesi gibi...
Bu durumda, taksim
-istihkak sahibinin haricinde olanlara göre-sahih olur. Ancak, istihkak sahibi
muhayyerdir. Çünkü, hissesi kusurftu çıkmıştır. Dilerse, taksimi bozup, eski
halini alır ve yeniden bölüşürler, isterse, Öylece kalır ve hissesinin
kıymetini diğerlerinden alır.
Üçüncüsü; Vârislerden
birine isabet eden hisseden, hak sahibinin hak- bölünlmesi hâlidir.
Bu durumdajmâm Efcû
Hanîfe (R.A.)'ye göre, taksim bozulmaz. Yukarıdaki beyan gibi, istihkak sahibi
hakkını alır ve bu yerin sahibi, or-ak lanna başvurur. İmâm Ebn Yusuf (R.A.)'a
göre ise, bu taksim bozu-ur. Yeniden başlar.
İmâm Muhammed
(R.A.)'in kavli ise Ebû Hafs'ın rivayet ettiğine göre, Qân ı Ebû Haoife
(R.A.)(nin kavli gibidir.
Ebû Süleyman ise:
"İmâm Muhammed (R.A.)'nm kavli, İmâm Ebû Yûsuf {-A .)'un kavli gibidir.
Demiştir.
Hâkim eş-Şehîd
Muhtasar isimli kitabında: "Esah olan görüş, önekidir." buyurmuştur.
Kudûri, İbnü Semâa ve
İbnü Rüstem : Essah olan İmam Mohammed (R.A.) ile İmâm Ebû Hanîfe (R.A.ymn
müşterek kavilleridir." buyurmuşlardır. Muhıyt ve Zehıyre'de de böyledir.
Onlardan -birisi,
hissesine düşenin yarısını sattıktan sonra, geride kalan yarısına, bir hak
sahibi çıkarsa; dörtte biri için ortağına müracaat eder.
İmâm Ebu Hanife (R.A.)
ve İmam Muhammed (R.A.)'e göre, bu durumda muhayyerliği kajmamıştir.
Satmadan önce olsaydı,
muhayyer olurdu. Çünkü satmadan evvel, istihkakdan önce reddedebilirdi.
Sattıktan sonra, redden aciz kalır ve böylece de muhayyerlik hakkı sakıt olur.
Fakat, İmâm Ebû Yûsaf
(R.A.): "Bu taksim, fâsiddir." buyurmuştur. Zahîrriyye'de de
böyledir.
Kitâbu'l-ŞürûTta şöyle
denilmiştir:
Bu mes'ele de önceki
gibi üç durumdadır; fakat o yerin tamamındaki muşa olan yer zikredilmemiş bir
kişinin hissesinde hakkı varsa, o söylenmiştir ki bu, taksim batıldır.
Aralarında yapılan
taksimde, hissesine düşenin hissesi elinde ise, onu satmamışsa o yerin ortağı
ile taksim ederler.
Eğer satmışsa, bu
satış geçerlidir. Diğeri, onun kıymetinin yansını alır.
Birinin hissesinin cüz'ünde
hakkı olan da zikredilmiş ve cevap olarak: "Taksim tamamında bâtıl
olur." denilmiştir. Bu, bizim metinde yazdığımızın hilafınadır. İmâm Ebû
Hanîfe (R.A.)'nın kavline göre, taksim bozulmaz; hak sahibi serbest bırakılır;
İsterse, taksimi o bozar ve elde kalan yeri, diğer yerlere katar.
Eğer diğeri yerini
satmamışsa, sonra aralarında taksim ederler.
Şâytt diğeri sstmişsa,
üzerinde hak bulunan elinde kalanı da ona ilâve eder ve kıymetini alalarında
yarı yarıya bölüşürler. Zehiyre'de de böyledir.
İbrahim'in
Müntekâa'nda, İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğu rivayet olunmuştur:
Üç kardeş, üç eve
vâris olurlar ve her biri, birini aldıktan sonra, birinin evinin yansına, bir
hak sahibi çıkarsa; bu mes'ele hakkında İmim Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Ebû
Yûsnf (R.A.): "Bu durumda, hissesine, -hak sahibi çıkan kardeş
muhayyerdir: Dilerse, taksimin tamamını bo^ zar; dilerse, yansım elinde tutar
ve elinde kalanın kıymeti kadar, diğer ikisine müracaat eder."
buyurmuşlardır.
Eğer o yer, tek olsa
da, üçe taksim etmiş bulunsalar ve bu durumda birinin hissesine, bir hak
sahibi çıksaydı, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.), önceki kavlin
aynısını söylediler.
İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)
ise: "Bu durumda, hissesine hak sahibi çıkmış bulunan ortak için
muhayyerlik hakkı yoktur. Ve bu taksim fâsid-dir." buyurmuştur.
Bu taksim, ister
hâkimin hükmüyle yapılsın; ister hükümsüz yapılsın farketmez,
Bir evi, iki kişi
taksim ederler ve birisi, üçte birini; diğeri de Üçte ikisini alır; fakat, bu
hisselerin kıymetleri eşit olur ve sonra da bir hak sahibi çıkıp, üçte ikiyi
veya üçte birini alırsa; şayet bu şahıs üçte iki hisse alanın hissesine
sahibse, bu durumda taksim feshedilir.
Bu şahıs, onlardan
herhangi birinin, belirli bir yerine hak sahibi ise, taksim caizdir. Hangisinin,
ne kadar yerinde hakkı varsa, o zat, diğerine, o yerin değerinin yansı kadarı
için müracaat eder.
Üçte birini alan
şahıs, hissesinin yansım sattıktan sonra, kalan yarısına bir hak sahibi
çıkarsa; satışı caiz olur ve diğerinin elinde bulunanın dörtte birine müracaat
eder.
Bu, İmim Ebû Hanffe
(R.A.) ve İmâm Muhammed (R.'A.)'e göre böyledir.
İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'a göre ise, taksim bozulur. Ve satan sattığı yerin yansını diğerine
öder. Çünkü, taksim bozulunca, hisse de fâsid olur. Ve fâsid satıştaki alım gibi
olur...Satış caiz olunca, reddinden âciz olduğu için, o yerin kıymetinin
yansını reddeder. Serahtf'nih Muhıyti'nde de böyledir.
Keza, yüz dönümlük bir
yere iki kişi ortak bulunduklarında; bu savayı mnaıyyt aralarında; birisi,
diğeri bin dirhem olan, on dönümünü; değeri de, :ğeri bin dirhem olan doksan
dönümünü almak üzere taksim ettikten nra; her ikisi de hisselerini kıymetinden
aşağıya veya yukarıya satar-; daha sonra da o, on dönüm yere bir hak sahibi
çıkarsa; bu durum-müşteri, diğer kalanı da satıcısına geri verir. Bu, İmâra Ebû
Hanife (R.A.)'nin kıyâsıdır. O takdirde, doksan dö- -hissesi olan şahıs,
hissesi on dönüm olana, beşyüz dirhem için mü-ıt eder. Mebsût'ta da böyledir.
îki kişinin, yüz
koyunu bulunur ve bu ortaklardan birisi, beşyüz lirhem değerinde kırk koyun;
diğeri de beşyüz dirhem değerinde, alt-iıis koyun almış olur ve kırk koyun
alanın koyununun birine, bir adam ip çıkar; bu koyunun kıymeti de on dirhem
olursa; bi'1-ittifak o adam, iğer ortağına beş dirhem için müracaat eder. Bu
durumda taksim câiz-ir ve kendisinde hak bulununan şahıs muhayyer değildir.
Muhıyl'te de öyledir.
En doğrusunu, ancak
Allahu Teâlâ bilir. [14]
Aralarında taksim
yapılan iki kişiden birisi, o taksimde, kıymet bakımından yanlışlık olduğunu
iddia ederse; (Şöyle ki; "Taksimde yanlışlık oldu." derse) bu
yanlışlık az bir şey olur ve mülk sahibinin mül-küyetine girmiş bulunursa; onun
da'vâsına bakılmaz; iddiası dinlenmez. Şayet yanılma mülk sahibinin mülküyeti
altına girmeyecek kadar fazla olur ve bu taksim hükümle yapılmış olup, rızâ ile
yapılmamışsa; bi'l-jttifak onun iddiası dinlenir.
Şayet hâkimin hükmüyle
olmaz da, îki tarafın rızası ile olursa: bu durum el-Asl'da zikredilmemiştir.
Fakıyb Ebû Ca'fer'in şöyle dediği nakledilmiştir.
"Bu şahsın
da'vâsı dinlenilir;" denilirse de vechi vardır; dinlenilmez."
denirse de vechi vardır.
Sahih olan da budur.
Fetva da bunun üzerinedir. Gyâsiyye'de de böyledir.
FadİPde;
"Gerçekten iddia hakimin hükmüyle olsa da dinlenir." demiştir. Sahih
olanda budur. Mjhtasar Şerhi'nde de böyledir.
İsbîcâbî ise şöyle
demiştir:
Bunların tamamı
da'vâhnın verildiğini ikrar etmemesi hâlinde böyledir.
Fakat, da'vâh
verildiğini ikrar ederse; yanlışlık da'vâsı sahih olmaz. Yalnız gasp iddiası
olursa; o takdirde da'vâ dinlenir. Fetâvayİ Snğ1ra'da da böyledir.
Taksimcilerden birisi,
miktarda yanlışlık iddia eder ve gasp daVâsı yapmaz ise (şöyle ki: iki kişi,
ortak bulundukları yüz koyunu taksim ettikten sonra; onlardan birisi, ortağına
"yanlışlıkla, sen ellibeş koyun aldm. Ben ise kırkbeş koyun aldım.*' der,
diğer ortağı da "Yanlışlık yapmadım. Ancak, ikimiz birlikte taksim
eyledik. Ben ellibeş, sen de kırk beş koyun aldm." der ve ikisinin de
beyyinesi olmazsa; karşılıklı yemin-leşirler. Çünkü taksim, alim-satim gibidir.
Satışta ihtilaf olunca» karşılıklı yeminleşilir. Üzerine yemin edilenler
mevcut iseler, taksim olunanlar da mevcuttur demektir.
Bunların tamamı» ifa
ikrarının birisi ileri geçmediği zamandır. Fakat birisi sebkat ederse; gasp
olmadıkça da'vâsı dinlenmez.
Şayet, bu ortaklardan
birisi: "Müsâvî olarak taksim eyledik ve hisselerimizi aldık. Sonra» sen
benden beş koyunu yanlışlıkla fazladan aldın.'* der; diğeri de, "Ben,
senin nasîbinden fazla bir şey almadım. Fakat, taksimimiz öyîe oldu. Bana ellibeş
koyun; sana, kırkbeş koyun isabet etti." der ve ikisinin de beyyinesi
olmazsa; işte bu durumda, karşılıklı yemin etmezler. Da'vâlının sözü, yanlış
sözdür.
İmim Mubamıaed (R.A.).
şöyle buyurmuştur:
Bir topluluk, bir yeri
taksim edip, onlardan herbiri kendi hakkını aldıktan sonra, içlerinden birisi:
"Yanlışlık oldu." derse; İmâm Ebû Ha-nife (R.A.): "Beyyinesi
olmadıkça, bu şahsın sözüne itibar edilmez. Fakat beyyinesi olursa, taksim
-herkesin hakkı müsâvî olsun dîye- yenilenir. Gasp da'vası olsa bile beyyine
lâzımdır. Beyyinesiz taksim yenilenmez.'* buyurmuştur.
İmâm Muhammet!
(R.A.)'e: "Beyyine olunca, taksim yenilenir denildi. Da'vânın niteliği
açıklanmadı.*' denilince: İmin şu karşılığı verdi:
Onun açıklanması
şöyledir: tddia sahibi, arkadaşına: "Yeri aramızda taksim eyledik. Bin
arşın benim; bin arşın senin olacaktı. Sonra sen, benden yüz arşın daha aldın.
Bu da yanlışlıkla oldu." der; diğeri de: "Hayır, bana bin yüz arşın;
sana dokuz yüz arşın olarak taksim eyledik.'* der ve buna da şahit gösterir;
bu şahitler de: "Taksim müsavi oldu.*' diye şahitlik yaparlarsa; taksimin
doğruluğu sabit olur.
Şayet, bu şahitler:
"Birisinin elindeki fazladır; hangi tarafa âit olduğunu bilmiyoruz.'*
derlerse; o takdirde, taksim yeniden yapılır. Ve, bu şehâdet kabul edilir. Burada
gasp iddiası yoktur. Zira da'vacı yanlışlıkla gasbı, birbirine karıştırmıştır.
Gasp yüz arşındır; şahitler ise, gasba âit şehâdette bulunmamışlar ve taksimin
doğruluğunu söylemişlerdir. Şayet da'vacının beyyinesi yoksa; iddiası
hususunda, önce bu da'vacı yemin eder. Karşılıklı yeminleşmezler.
Şayet, "yanlışlık
olduğuna dâir" evvelâ da'vacı yemin ederse; bu durumda yanlışlık sabit
olmaz ve taksim, hâli üzre kalır. Yeminden kaçınırsa, yeniden taksim yapılır.
Beyyine faslında olduğu gibi...
Koyunda olsun, devede
olsun, sığırda olsun, elbisede olsun, ölçülen veya tartılan şeylerde olsun,
yapılan bir taksimde, ortaklardan birisi, taksimden ve teslim almadan önce
yanlışlık bulunduğunu iddia ederse; mes'ele yukarıdaki gibidir. Bütün
hükümlerde, tasviye gerekir. Yalnız da'vâ için, tekrar dönüş yoktur.
Görülmüyor mu ki,
ölçülen ve tartılan şeylerde, iddia sahibi, yanlış olduğuna dâir beyyine ibraz
ederse; taksime geri dönülmüyor. Bilakis, bundan sonraki taksime dikkat
ediliyor.
Koyun, sığır, deve ve
elbise gibi şeylerde, ayrı görüş olursa; taksim -ev meselesinde ve yer
meselesinde olduğu gibi- yeniden yapılır.
îki kişi, iki yeri
birer birer aldıktan sonra, birisi, "yanlışlık olduğuna dâir*' bir belge
getirerek gerçekten, taksimde ortağın, şu kadar, arşın, fazla aldı."
derse: o fazlalık iddiacı şahsa hükmedilir ve taksim yenilenmez. Bu, bir yer
gibi değildir. Ve bu, İmâmeyn'e göre böyledir.
İmâm Ebû Hsnife
(R.A.)'nin kıyâsında, bu da'vâ -ister bir yer hakkında olsun, isterse iki yer
hakkında olsun- fâsiddir.
Bu mes'elenin mânası:
İki kısmet sahibinden birisi, arkadaşını, kendi hissesinden şu kadar arşın
fazla yer aldığı için da'vâ ediyor. Bu durumda, bu taksim fâsiddir. Çünkü,
diğer ortağın yeri, hissesinden fazla olmuştur. Sanki ona satmış gibi...Böyle
satış ise, İmâmeyn'e göre fâsiddir. Fakat, taksim caizdir.
iki yer ile, bir yer
arasındaki fark:
Bir yer olursa,
yeniden taksime dönülür. Fakat, iki yerde da'yâ olursa, taksime avdet edilmez.
Ve da'vâhdan o miktar alınıp, hak sahibine verilir. Çünkü, onun hakkını
vermemek, ona zarardır. Onun için, ona, o kadar hükmedilir. Sebebi: Onun nasibi
tam olmamıştır. Gerçekten, on arşın iddia edene: "Sen, şart koştun
mu?" diye sorulur; o "Nasıl olur da, ben, on arşm fazlayı şart
koşarım; nasibim onunla birliktedir.*' der; şahitler de taksimde bunların
rızalarının olmadığını söylerler ve: "Onun on arşını, bunda ilâvedir. Bu
taksim, rizasız oldu." derler; Hâkim de aralarındaki şartı bilmezse, bir
yerde olan hakkını da ona hükmeder. O takdirde, her ikisinin hissesi de, bir
mekanda ve müsavi olur. iki ayrı yer olursa, bunun hilâfınadır. Orda iddiacı:
"Bilemiyorum; bu on arşın nasıl şart koşuldu?" derse; taksime avdet
edilmez ve şahitlerin şehâdetine göre hareket edilip ona, on arşm hükmedilir.
İki kişi, ortak
bulundukları on arşm kumaşı, biri dört, diğeri altı arşm olmak üzere taksim
ettiklerinde; dört arşın alan da'vâ açarak, o altı arşından hakkını ister ve
bunu da belgelerse gerçekten, ona hükmedilir. Fazla alan, ister kabul etsin,
isterse etmesin -eğer beyyinesi yoksa-farketmez.
el-Asl'da:
"Bunlar, karşılıklı yeminleşmezler. Yalnız sahibi yemin eder. Bu da ikrar
eylediği zamana hamledilir.
Sonra, sahibi:
"Yanlışlıkla oldu." derse, böyledir. Şayet, gasbe-dildiğini iddia
ederse, yine karşılıklı yemin gerekmez. Zira, hissesine dört arşın düşmüştür.
Diğeri, "Hakkı odur." diye iddia eder ve bu hususta beyyinesi de
bulunursa; Öylece hükmedilir. Zemyre'de de böyledir.
Taksimciler ihtilaf
ederler ve taksim eden iki kişi de şahitlik yaparlarsa; şehâdetleri kabul
edilir.
Bu, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.) ve İmâm Ebû Ynsof (R.A.)'in kavli de bunlarla beraberdir."
demiştir.
Bu taksimi, ister kadı
yapsın, isterse başkası yapsın farketmez. Tedavi şöyle buyurmuştur:
Eğer taksimciler, bu
işi Ücretle yapmışlarsa; bi'1-icma şahitlikleri kabul edilmez.
Bazı âlimlerimiz de,
bu görüşe meyleylemişlerdir. Hîdâye'de de böyledir,
İki taksimcinin
şehâdeti makbuldür. Bunların ücretli olmaları ile ücretsiz olmaları müsavidir.
Şayet taksimi yapan
bir kişi olur ve o da şahitlik yaparsa; onun şehâdeti başkasına karşı makbul
olmaz. Çünkü, tek kişinin şahitliği ka-bûl edilmez. HJdâye'de de böyledir.
Şayet, taksimi, bir
başkası ile birlikte hâkim yapmışsa, o şahsın şehâdeti: İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)
ve İmâm Ebû Yfisnf (R.A.)'a göre makbuldür. Fetivâyi Kâtifaân'da da böyledir.
İbrahim, İmâm Motasned
(R.A.)'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir: Bir taksimci, iki kişi arasında bir
yeri paylaştırdı ve yanlışlıkla birine fazla verdi; o da, oraya bir ev yaptı
ise; bu taksim yeniden yapılır.
Şayet o bina, diğerine
isabet ederse; onu, ordan kaldırır. Onların ikisi de, taksimciye binanın
kıymeti için müracaat etmezler.
Fakat, onun aldığı
ücret için, ona müracaat ederler. Zahîrîyye'de de böyledir.
İki kişi, bir araziyi
aralarında taksim ettikleri zaman, birisine otsuz, ağaçsız ve boş yerlerden
iki (birim) yer isabet eder; diğerine de dört (birim) yer isabet eder; sonra
da, kendisine iki (birim) yer isabet eden zat; diğerinden, bir birim yer daha
iddia ederse: beyyinesi bulunması hâlinde, ona hükmedilir. Elbise de böyledir.
Şayet, beyyinesi
yoksa; o yer elinde bulunan şahsa yemin verir. Eğer her ikisinin de
"hisselerine, onların düştüğüne dâir." beyyi-neleri olursa; bu
durumda -da'vâcıya değil- da'vaîı olana hükmedilir. Fetâvâyi Kâduibu'da da
böyledir.
Taraflar, iki hisse arasında
bulunan had'de (hudut çizgisinde) ih-tilaf ederler ve her biri, bu hususta
beyyine ibraz ederse, bu durumda hâkim, o yer elinde olana hükmeder.
Eğer beyyinesi
bulunmaz ve karşılıklı yeminlesirlerse, aralarında kalır: yeminden sonra,
birisinin taksimini istemeye hakkı yoktur. Birisi taksimin bozulmasını
isterse, bu -satışta olduğu gibi- hâkimin hükmü olmadan, bozulmaz. Senujf'nin
Makıyt'nde de böyledir.
İbnü Semâa,
Müatekâ'sında, İmâm Ebö Yûsuf (R. A.)'un şöyle buyurduğunu nakletmiştir.
îki kişinin ortak
bulunduktan bir yeri, hâkim aralarında taksim ettiğinde; birisi, diğerine:
"Senin elindeki benimdir." der; diğeri de: "Hayır, benim
elimdeki bana isabet eyledi." derse; herkesin elindeki kendinindir;
diğerinin sözü kabul edilmez. Zehıyre'de de böyledir.
Bir adam ölür, iki
oğluna bir yer bırakır ve o yeri, bu oğullar yarı yarıya taksim ederler; bu
taksimlerine ve teslim aldıklarına dair de, şahitler bulunur; sonra da onlardan
birisi, iddia ederek: "Diğerinin elinde bulunan yeri bir kısmının kendisinin
olduğunu" söylerse; onun, bu sözüne inanılmaz.
Ancak, daha önce,
diğeri,, "Tam hakkını almış olduğu hâlde, sonradan tekrar onu bozmuş
olduklarını ve durumun diğerinin dediği gibi olduğunu" ikrar ederek ve
hasmını doğrulamışsa, o taktirde, istihkakı sabit olur.
Şayet, şahidi yoksa;
taksim ikrarı dinlenmez. Hatta: "Biz, aramızda taksim eyledik; bu saha
bana isabet eyledi; diğer yer de ortağıma isabet eyledi." der; ortağı da:
<fHayır, benim yerimin tamamı bana isabet eyledi." derse; İmâm'a göre,
ona sorulur: "Taksimden önce, o yer, ortağının elinde mi idi de, şimdi
vermedi? Yoksa, taksimden sonra gasp mı eyledi?"
Eğer: "Taksimden
sonra ğasbeyledi." veya: "Ben, onu, ariyet b> rakmıştım. yahut:
icara vermiştim." derse; bu durumlarda taksim bozulmaz.
Ancak: "Taksimden
önce, o yer ortağın elinde idi. Onu bana teslim eylemedi." derse; işte o
zaman, karşılıklı yemin ederler.
"Ölçüde yanlışlık
oldu." diye iddia ederek: "Bana, bin arşın isabet eyledi. Sana da
bin arşın isabet eyledi. Şimdi ise, benim elimde dö-kuzyüz, senin elinde binyüz
arşın vardır." der; diğeri de: "Bana, bin yüz arşın; sana da dokuz
yüz arşın isabet eyledi.'^der; o biri ise: "Hayır, bana da, sana da biner
arşın isabet eyledi. Sen, o yerin bin yüz arşınını aldın. Ben ise, dokuz yüz
arşınım aldım." derse; bu durumda karşılıklı yeminleşirler.
Şayet: "Ben
aldım; sonra da sen, benden gasbeyledin. Ben de taksimi bozmadım." der ve
yemin ederse; kabul edilir.
iki ortak yüz kovunu
aralarında taksim ettiklerinde, birinin elinde altmış, diğerinde kırk koyun
bulunur ve elinde kırk koyun olan zat: "Her birimize elli koyun düştü ve
teslim aldık. Sonra sen, benden on adedini gasbeyledin ve koyunlarına
kattın." der; diğeri de bunu inkâr ederek: "Hayır, bana altmış koyun,
sana da kırk koyun isabet eyledi." derse; onun yeminli olarak söylediği
söz geçerli olur.
Şayet, önceki:
"Bana, elli koyun isabet eyledi; sana kırk koyun verildi. Geri yanı,
senin elinde kaldı. On koyunu bana vermedin." der; diğeri de: "Bana,
altmışı isabet etti. Sana da kırkı isabet etti." derse; karşılıklı
yeminleşirler.
Şayet, bu sözden önce,
ona karşı şahidi olsaydı, elinde altmış koyun bulunanın sözü geçerli olur ve
ona yemin de gerekmezdi.
Teslimden sonra
gasbedildiğini iddia ederse; karşı tarafa yemin verilir.
Eğer, verdiğine şahidi
olmaz ve elinde kırk koyunu olan da "Babamın, yüz koyunu vardı. Ellisi
bana ellisi sana düştü: "Teslim de aldık. Sonra sen, benden on tanesini
gasbeyledin." der; elinde altmış koyunu bulunan da: "Hayır, babamın
yüz yirmi koyunu vardı. Altmışı bana, altmışı da sana isabet etti." Ben,
senden koyun gasbeylemedim ve öylece teslim aldık." derse; bu durumda,
"On koyun fazla aldın " sözü boştur; taksim gerekmez. Taksim olmadan
önce, on adet belirli o koyunu, yeminle iddia ederse, o zaman aralarında
yeniden taksim yapılır.
Yüz koyun vardı. Bana,
altmışı isabet eyledi; sonra da kırkı isabet eyledi." derse; o zaman, onun
yeminli oUiak söylediği söz geçerli olur.
Ortağı, kendi
hissesinden ibrada bulunduğunu söyler; o da: "Hayır, ibrada
bulunmadım." derse; taksim bozulur ve yeniden paylaşır-^ lar. Altmış koyun
ve kırk koyun bir araya getirilir ve önceki taksim bozulduğu için, yeniden
taksim yapılır. Mebsût'ta da böyledir. [15]
Mühâyee, menfaatlerini
ortaklar arasında taksim edilmesi demektir. Mühâyee, mekillât ve mevzûnât gibi
misliyyâtta câri olmaz; sadece, kıyemiyyât'ta câri olur.
Ancak, bunlarında
ayinlerinin bakî olması ve kendilerinden intifa etmemin mümkün bulunması
şarttır.
Misliyyâtta ise,
ayinlan baki olduğu hâlde, kendileri ile intifa mümkün değildir. [16]
Muhâyee iki çeşittir:
1-) Zamanen
Muhâyee;
2-) Mekânen
Muhâyee.
Zamanen Muhâyee: İki
kişi ortak bulundukları bir araziyi; bir sene biri, diğer sene de diğeri ekmek
veya kiraya Vermek; yahut ortak bulundukları bir evde, bir sene biri, diğer
sene de diğeri oturmak veya onu kiraya vermek üzere muhâyeede (= nöbetleşmede)
bulunurlarsa; bu durumlarda Zamanen muhâyee meydana gelmiş olur.
Mekânen Muhâyee: Müşterek
bir arazinin, yarısında ortaklardan biri, diğer yansında diğeri ziraat yapmak
veya müşterek bir evin bir tarafında biri, diğer tarafında diğeri oturmak üzere
muhâyee yaparlarsa, bu durumda da Mekânen Muhâyee meydana gelir.
Ortaklardan biri
taksimi ister; diğeri ise istemezse, bu durumda asıl olan taksimdir. Zehiyre'de
de böyledir.
îki ortaktan biri
taksim, diğeri ise, muhâyee isterse; bu durum-de hâkim, o şeyi taksim eder.
Kafî'de de böyledir.
Âlimler, nöbetleşmenin
caiz olup olmadığı hususunda çeşitli kanâatler belirtmişlerdir.
Bazıları şöyle
buyurmuşlardır:
Muhâyye,
nöbetleşilmesi kolay olan elbise gibi, arazi gibi şeylere caiz olur.
Meselâ: Bir arazi bir
sene biri, diğer sene de diğeri ekmek üzere; veya bir elbiseyi bir gün biri,
giyer; diğer bir gün de diğeri giymek üzere; yahut bir köleyi; bir gün biri;
diğer bir gün de, diğeri çalıştırmak üzere muhâyee yaparlarsa; bunlar caiz
olur.
Ortaklardan birisi,
ortak bulunduğu şeyin taksimini isterse; (as-lolan taksimdir.) diğeri, ona
cebredilir.
Cinsi muhtelif olan
(evler gibi, köleler gibi) şeyler de her yönden mübadele -iki tarafın da rızası
olmadıkça- caiz olmaz.
Esahh olan da
budur.Çünkü, ariyet bedelsiz olmaz. Zira onlardan her biri, kendi menfaatini
-nöbetinde- diğerine terkediyor. Bunu, kendi nöbetinde arkadaşı onun nasibini
alsın şartı ile bırakıyor. Zehiyre'de de böyledir.
Taksim edilen bir
şeyde, nöbetleşmek kalmaz; bâtıl olur. İster ikisi bir olsunlar, ister biri
ayrı bulunsun farketmez.
İmâm Muhammed(R.A.):
"Hayvanda nöbetleşmeyi ortaklardan her hangi birisi bozabilir; ister özrü
olsun, ister olmasın farketmez." buyurmuştur.
Şeyhu'l-İslâm'da:
"Bu, zâhiru'r-rivâyedir." demiştir.
Bu, taksim, kendi
nzalarıyla olduğu zaman böyledir.
Fakat, taksim hâkimin
hükmüyle olursa; onlardan her hangi birisi onu bozamaz. Onun bozulmasına
karşılık sulh da yapamaz.
Fakat, kendi rızaları
ile olduğunda; ortaklardan birisi bozarsa; mislini iadeye ihtiyaç yoktur,
Nöbetleşen kimsenin,
nöbeti sırasında o yere bina yapma veya bir yerini yıkma yahut oraya bir kapı
açma hakkı yoktur. Zehıyre'de de böyledir.
îki kişinin ortak
bulunduğu bir evde, oturma yerleri olur ve bu ortaklardan biri alt katta;
diğeri üst katta oturur ve kendi nöbetlerinde orada oturmaları veya icara
vermeleri caiz olur.
Meselâ: Bir senelik
veya bir aylık icarını değişikli olarak (nöbetleşe) almaları da caizdir.
Ancak, bunu kendi
rızalarıyla yaparlarsa, böyledir.
Şeyhu'l-İslâra H âh
er-zade, şöyle buyurmuştur:
Gelirleri müsavi olan
yerlerin nöbetleşe kullanılmaları caizdir. Birinin geliri fazla olursa, o
fazlalığı aralarında taksim ederler. Fetva bunun üzerinedir.
Ortak iki evi olanlar,
bu evlerini, kendi rızaları ile icara verdiklerinde, icarları ayrı ayrı olsa
bile caizdir.
Onlardan birisi razı
olmazsa, İmim Kerhî şöyle buyurmuştur: İmâm Ebû
Hanîfe (R.A.)'nin kavline göre, kadı
efendi, onu cebredemez.
Eğer ev iki olmaz da
bir olursa, o takdirde cebreder.
Şemsü'l-Eimrae Senduf,
şöyle buyurmuştur:
Ezhar olanı, kadı
efendinin cebreylemesidir. Yalnız iki eve ortak bulunduklarında, evin birisi
elinde bulunan şahıs kapısını daha çok kilitliyor da, diğeri daha az
kilitliyorsa; birbirlerine hiç bir şey için müracâatta bulunmazlar. Ev, bir
olur ve onlardan birisi, kendi nöbetinde fazla kitler; diğeri az kitlerse; yine
de kazancına ortaktırlar.
Evler ayrı ayrı
şehirde olur; sahipleri de razı bulunurlarsa; hâkim, taksim için cebreylemez.
Bu zahiru'r-rivâyede
böyledir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Her iki ortakda,
ellerinde bulunan yeri, icâre verdiklerinde; onlardan birisi, nöbetleşmeyi
bozmak ve mülkiyetini taksim etmek isterse; buna hakkı vardır.
Bu, icâre müddeti
geçtikten sonra yapılabilir. Önce olursa -diğerinin hakkını sıyanetten dolayı-
buna hakkı olmaz. Tataıhaniyye'de de böyledir.
Ortaklar, bir köleyi
hizmette kullanma hususunda nöbetleşirler ve "Şu ayda sen, şu ayda ben
hizmet ettireceğim." derler veya iki köleyi, değişikli hizmette
kullanırlarsa, bunlar caiz olur.
Bu, şu mes'eleye
muhaliftir: Bir köleyi, bir ay biri icara verip, kazancını kendi yiyecek; bir
ay, diğeri icara verip kazancını kendi yiyecek; bu hilafsız olarak caiz
değildir. Zehıyre'de de böyledir.
İki ortağın, sahip
bulundukları iki kölenin, -bir sene biri, diğer sene biri, olmak üzere-
hizmetlerinde nöbetleşmeleri caizdir.
Şayet kazançları
hakkında nöbetleşirlerse; bu İmâm Ebû Hanife (R.A.)'ye göre caiz değildir.
İ mâm ey n'e göre ise,
kazançları müsavi ise, caizdir. SerahsTnin Muhıytı'nde de böyledir.
iki kişinin, ortak iki
cariyeleri bulunduğunda, çocuklarını emzirmede nöbet değiştirmeleri caiz olur.
Tebyîn'de de böyledir.
İki kişinin ortak bir
inekleri bulunur ve aralarında, kendi rızala-nyle onbeşer gün sağmak üzere
nöbetleşirlerse; işte bu bâtıldır ve birisi için olan süt fazlalığı helâl
olmaz.
Eğer helallaşırlarsa,,
o caiz olur. En güzeli, günlük sütünü taksim etmekdir. Fetâvayi Kadihân'da da
böyledir.
Hurmalık ve diğer
ağaçlara ortak bulunan şahıslar; kendi aralarında hurmaların meyvesini birisi,
diğer ağaçların meyvelerim de diğeri olmak üzere mühâyee yapsalar bu caiz
olmaz.
Keza iki kişinin,
ortaklaşa koyunları bulunduğunda; bunlar, aralarında, bir gün biri otlatıp, o
günün sütünü o; diğer gün de diğeri otlatıp, o günün sütünü de o, olmak Üzere,
anlaşma (mühâyee) yaparlarsa; bu caiz olmaz.
Bu durumlara çâre:
Ortağının hissesini satın alır; sonra, kendisinin nöbeti geçince, tamamını
satar.
Veya, arkadaşının süt
hissesini, taksim edilmeden borç olarak alırsa, bu da caiz olur. Tebyin'de de
böyledir.
İki hayvana veya bir
hayvana ortak bulunan iki kişinin, bunlar hakkındaki mühâyeesi, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre caiz olmaz. İster binmek, ister kazanç sağlamakta mühâyee yapmış
olsunlar, bu böyledir.
İmâmeyn'e göre, iki
hayvanda, binmek olsun kazanç olsun mühâyee caizdir. Hayvan bir olursa, kân
caiz olmaz. Binmede mühâyee hususunda ise meşhur ŞeyhıTİ-İsIâm Hâherzâde:
"Uygun olanı, hem kârı, hem de binme nöbetleşmesinin caiz olmamasıdır,
"demiştir. Fetâvâyi Kâdihân'da da böyledir, iki köle hususunda, mühâyee
edilirken birisi ölür veya kaçarsa; bu durumda nöbetleşme bozulur.Ancak, üçer
günlük nöbetleşme ise, o müstesnadır. Ayın tamamı ise, bunun hilafınadır.
Kölenin biri kaçtı;
diğeri de bir ay hizmet eyledi ise, tazminat ve ücret gerekmez
Yalnız ecr-i mislin
yansını, kendisine hizmet edilen, kölesi kaçana tazmin eder.
tki köleden biri,
hizmetinde kusur yaparsa; tazminat gerekmez.
Keza, onlardan biri,
şartlı olarak oturduğu yerde, yıkım yaparsa; tazminat gerekmez. Ortaklardan
birinin, muhayyeeten oturduğu; ev yansa tazminaat gerekmez.
Bir adamın abdest
aldığı yerde, birinin ayağı kayşa da zarar görse tazminat gerekmez.
Müşterek yere bina
yapan veya kuyu kazan kimse, ortağının mülkü nisbetinde, tazminatta bulunur.
Şayet ortağı, Üçte bir
nisbetinde ortaksa; üçte bir nisbetinde tazminatta bulunur.
İmimeyn'e göre ise,
her hâlinde, yarı tazminatta bulunur. Alimlerimizden bazıları: "Bu cevabta
yanlışlık vardır". buyurmuşlardır.
Şemsü'l-Eimme Halvânî
şöyle buyurmuştur: Her kim, bu cevap hak derse; müste'eir hakkında da aynı
cevap gerekir. O da bir bina yaparsa azarlanır. Fakat, tazminat gerekmez. Oraya
bir şey koymak gibi...
Rivâyyetlerde ihtilaf
vardır. İcâre rivayetinde, müste'cire tazminat gerekir. Muhıyt'te de böyledir.
Ortaklardan birisi
üzerinde borç olarak ölürse; borcu için, hissesi satılır.
Ortaklardan birisi,
hissesini satarsa; onu teslim etmedikçe, mühâyeesi bâtıl olmaz. Çünkü, o daha
mülkünden çıkmış sayılmaz. Ancak, teslim etmesi ile mülkünden çıkmış olur.
Satıcı için
muhayyerlik olduğu gibi, müşteri içinde muhayyerlik vardır. Müşterinin
muhayyer olması sebebiyle de nöbetleşmek bâtıl olur. SerahsTnin Muhıyö'nde de
böyledir.
îki kişi, bir cariyeye
ortak bulunduklarında; bunlardan her birisi, diğeri hakkında, o cariye için
korkar ve birisi, diğerine: "Bir gün senin yanında kalacak; bir gün de
benim yanımda kalacak." der; diğeri de: "Hayır, onu bir âdil kişinin
yanına bırakalım.'* derse; ben, onu bir gün birinin yanında, bir gün de
diğerinin yanında bırakırım; âdil kişinin yanında bırakmam.
Bu durumda, önce
hangisinin yanında kalacağını, haEim tâyin eder; dilerse kur'a çektirir.
Şemsü'l-Eimme Serahsi:
"Evla olanı, —Kalplerinin mutmain olması için —aralannda kur'a çekmektir
"buyurmuştur.
Şemsü'l-Eimme
Halvânî'de buna meyletmiştir. Zehıyre'de de böyledir. Bir Köle ile bir
cariyeye, iki kişi ortak bulunduklarında; bunlar aralarında her gün, birisi
birinin yanında, kalmak üzere ve yanında kalınan şahıs onun yemeğini adalet
üzre vermek şartiyle mühâyee yaparlarsa; bu ortaklıkta üç durum, her mes'elede
kıyâs ve istihsân vardır:
Birinci Durum: Kölenin
ve cariyenin yemekleri hususunda susması hâlinde: kıyâsda: Köle ile cariyenin
yiyecekleri yarı yarıyadır. Istihsan’da ise, nöbetleşmede bunun şart koşulması
gerekir.
Giyimleri ise,
kıyâsta; yarı yarıyadır. Istihsanda da Öyledir.
İkinci Durum: Eğer
yiyeceklerinin miktarını açıklarlarsa; kıyasta bu caiz olmaz. İstihsanda ise
caiz olur.
Giyim de böyledir.
Belirli bir şeyi şart koşarlarsa'bu kıyâsen caiz olmaz.lstihsânen caiz olur.
Hayvan otlatmakta
nöbetleşme, bize göre caizdir.Mühâyee ile adam çalıştırmak da caizdir, tster ev
yapımda olsun, ister ziraat işlerinde olsun farketmez.
Keza, hamam yapımda
nöbetle çalışmak caizdir. Bir köleyi, — ortaklardan— bir yıl birinin, bir yıl
diğerinin çalıştırması, İmam Ebû Ha-nîfe (R.A.)'ye göre caiz değildir.
İmâmeyn'e göre ise,
caizdir.
Taraflar, mühâyee'nin
zaman ve mekânında ihtilaf ederek durumu hakime çıkarsalar; hâkim onların bir
şeye karar vermelerini emreder. Dilerse, ne zaman kime nöbet düşeceğine dair,
aralarında kur'a çeker. Tebyin'de de böyledir.
îki cariyenin birinin
hizmeti, diğerinden iyi olursa; ortaklar bunları nöbetleşe hizmet ettirirler.
Veya, birinin bir
senesinin yerine, diğerinin ikisenesi karşılık tutulursa; bu da caiz olur.
Bu iki cariyenin,
ortaklardan birinin yanında, daimî kalması mü-hâyeeyi bâtıl kılar. Yeniden
başlarlar. Serahtf'nın Muhıyü'nde de böyledir.
En doğrusunu Allahu
Teâlâ bilir. [17]
Hâkimin, taksim için
ücret alması caizdir. Fakat, müstehâp olan, hâkimin taksimden ücret
atmamasıdır. Za-hiriyye'de de böyledir.
Uygun olan, hâkimin,
ücretini beytü'l-muâlden vererek, bir taksim edici görevlendirmesidir. Hâkimin
tayin ettiği şahıs, halktan birşey almayacaktır. En iyisi budur.
Eğer böyle yapmaz ise,
bir taksim edici tâyin eder ve o şahıs, onların aralarında, mallarını ücretle
taksim eder ve ecr-i mislini alır. Fazla ircret verilmesine hükmedilmez.
Taksim eden şahsın,
âdil ve taksim ilmini bilen bir kimse olması; emîn (= güvenilir) bulunması,
lâzımdır.
Hâkim, ortaklara, bir
tek taksimci tutmasını emreder. Kâfi'de de böyledir..
Taksim yapan şahsın
ücreti, kendileri için yapılacak kişilere aittir. Bunlar, kendi aralarında,
adam başı ödeme yaparlar. Ücret hissel ri nisbetinde olmaz.
İmâmeyn ise:
"Hisseleri nisbetinde ücret verirler." buyurmuşlardır. Bu, hâkimin
taksimi ile, başkasının taksimi arasında müsavidir. Ve bu, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)*nin kavlidir.
Ölçücünün veya
tartıcının ücreti ise, hisselere göredir. Bazı Âlimlerimiz, bunun hilafını
söylemişlerdir. Esahh olan ise, İmâmeyn'in kavlidir.
îki ortakdan birisi
taksim istediği hâlde, diğeri, buna razı olmazsa; hâkim, taksimi emreder ve
hisselerini aynr.
Hu» bfaı Ztyid, İmim
Ebft Hanîfe (R.A.)'nin şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir.
Bu durumda, taksim
Ücreti, taksim; isteyene aittir.
İmim Ebft Yû»uf
(R.A.): "Bu Ücret, ikisi arasında pay edilir." buyurmuştur.
Zahîriyye'de de böyledir.
Aralarında anlaşma
yaparak, kendileri taksim ederlerse; bu da caiz olur.
Ancak, aralarında
küçük çocuk varsa, o takdirde hâkimin emrine (hükmüne) ihtiyaç vardır.
Müştereken taksim eden şahıslar bunu terke-demezler. Klfî'de de böyledir.
tmftm Ebû Hıoİfe
(R.A.) şöyle buyurmuştur:
Evlerin ve arazilerin
taksiminde, taksimci ücreti, aded-i rüûse (= taksime iştirak edecek kişilerin
sayısına) göre verilir.
İmâmeyn ise:
"Hisselere göre verilir." demişlerdir. Bir ev, üç kişi arasında
taksim edilince, taksimci ücretinin yarışım üçte birini, diğer birisi, altıda
birini de, üçüncü ortak verir.
Âlimler, şöyle
demişlerdir:
Bu, hâkimden böyle
taksim istedikleri zaman böyledir. Ve hâkimin taksimcisi, böyle taksim yapar.
Fakat, bu ortaklar
nefisleri için, bir taksimci icarlariarsâ; artık onun ücreti kendi
üzerlerinedir ve müsavidir.
Hissesi az olan,
hissesi çok olana müracaat eder mi?
İmâm Ebû Haaîfe
(R.A,): "Etmez." buyurmuştur.
İmâmeyn ise:
"Eder." demişlerdir.
Keza, bir vekil tayin
ederlerse, ücretini aralarında taksim ederler. Vekilin ücretinin nisbetinde
ihtilaf vardır.
İmâm JEbû Hanîfe
(R.A.)'ye göre, ortaklar ücreti eşit olarak verirler. İmâmeyn ise: "Bu
ücret herkesin hissesi nisbetindedir." buyurmuşlardır. Muhıyt'te de
böyledir.
Ortaklar, ortak
bulundukları buğdayı veya kumaşlarını ölçtürmek için bir adamı icarlariarsâ,
onun ücreti —yukarıda açıkladığımız, şekilde— ihtilaflıdır. Ölçecek şahsı,
ortaklardan biri tutmuşsa, o, herkesin hissesi nisbetinde ücret alır.
İbrahim'in
Müntekâ'sında, İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
Buğdayın kürlerinde, iki kişi ortak olursa, ücret, ' miktarı nisbetindedir.
Yapılacak işlerde ise, ücret, bu işlerin —ortaklara—
nisbetine göredir.
İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre, bu durumda ücret adam basınadır. İmâmeyn "e göre ise,
hisselere göredir. Zehiyre'de de böyledir.
Hişâm, İmâm Muhammed
(R.A.)'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir: İki kişinin ortak bulunduğu bir yere,
bu ortaklardan birisi, bir bina yapar; diğeri de: "Onu yık, kaldır."
derse; onun yeri, aralarında taksim edilir.
Şayet taksin sonunda,
o bina, diğerinin hissesine âit yere düşerse; sahibi onu kaldırır. Veya,
binanın kıymetini vererek, onu razı eder. Çünkü, bina yıkılırsa, yapanın hakkı
zayi olacaktır. Kendi hissesine düşerse ne âla...Serahsî'nin Muhıyt'nde de
böyledir.
Ortaklardan birisi
taksim istediği hâlde, diğerleri kaçınırsa; taksim isteyen ortak, ücretli bir
taksim edici getirir.- Onun ücreti, yalnız onu getirene âit olur.
Bu, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre böyledir. İmâmeyn ise: "Ücrete ortak olurlar."
buyurmuşlardır. Fetâvâyi Kâdî-hân'da da böyledir.
Şeyhu'l-tslâm, Kısmet
Kitabının Şerhi'nde şöyle buyurmuştur:
îki ortakdan birisi,
diğerinin izni olmadan, ortak yere, bir bina yaparsa; ortağı onu yıkabilir.
Keza, iki kişinin ortak bulunduğu, iki kölenin sahiplerinden birisi
kaybolunca, bir yabancı gelerek "Bu iki köleyi, o kaybolan adam adına
taksim edelim." der; hazır bulunan adam da taksim ederek, onlardan birini
Kendi alır; diğerini yabancı olan zata verdikten sonra, ortağı gelir ve bu
taksime rıza gösterir; bundan sonra da. o yabancının yanındaki köle ölürse;
taksim caizdir. Ve, o yabancının köleyi alması caizdir. Tazminat da gerekmez.
Şayet, ortak izin
vermeden önce, köle Ölürse; işte o zaman, taksim bâtıl olur. Ve bu durumda,
hazırda olmayan ortak, diğerinin elindeki köleye ortak olur. Ve aynı zamanda da
muhayyerdir: ölenin kıymetinin yansını, isterse yabancıya; isterse ortağına
ödetir. Bunlardan biri ödeme yapınca, o, diğerine müracaat edemez. Muhiyt'te de
böyledir.
Taksimde, ortaklardan
birinin hissesine, bir ağaç düşer ve bu ağacın dallan, diğerinin arsasının
üzerine uzammış olursa; onu kestirmeye zorlatamaz. Çünkü, o, ağaca dallarıyla
birlikte sahiptir.
Fetva da bunun
üzerinedir. Hızânetü'I- Müftin'de de böyledir.
Birinin hissesine, bir
ev düştüğünde, diğerinin, onun yanında bir sahası olur ve o sahanın sahibi,
oraya bir bina yapmak isterse yapılacak bina, diğerinin havasına, güneşine mâni
olacak olsa bile, ev sahibi, ona, o binayı yaptırmamaya hak sahibi değildir.
Adam binasını yapar.
Fetva da bunun
üzerinedir. Zâhirü'r-rivaye de budur.
Nasyr ve Saffâr:
"Men hakkı vardır." buyurmuşlardır. Fetâvâyi Snğ-râ'da da böyledir.
Üç kardeş,
babalarından mîras kalan bir eve vâris olduklarında, onu üçe bölüp, teslim
aldıktan sonra, bir garip onlardan birinin hissesini satın alıp, onu teslim
alır; sonra da, diğer iki kardeşten biri gelerek "Ben, taksim edilmeden
önce, hissemi ona sattım." der; müşteri de satın alır; bilâhane üçüncü
oğul gelerek: "Biz, bunu taksim eyledik." diyerek beyyine ibraz
eder; önceki satıcı onu doğruladığı hâlde, ikinci satıcı, onu yalanlar;
müşteri de: "Ben, taksim edildi mi, edilmedi mi, bilmiyorum." derse;
bu taksim caiz olur. Çünkü, o beyyine ile sabit olmuştur.
Hasım, bundan sonra,
beyyinede getirse bile, bu taksimi ibtâl edemez. Ve, önceki zatın, kendi
hissesini satması sahih ve caiz olur.
Fakat ikincinin
satışı, —üçte birini şüyu'lu sattığından— kendi nasibi hakkında caiz ve geçerli
olur.
Müşteri ise, bunun
hissesi hakkında muhayyerdir: İsterse, üçte bir hissesi karşılığını verip,
teslim alır; isterse, onu terkeder. Fetâvâyi Kâdî-hân'da da böyledir.
Varisler, mirası, yüce
Allah'ın emri gereğince taksim ederler. Herkesin hissesi, rızâları ile
ayrılır; sonra da kendi rızaları ile taksimin ibtâ-lini isterler ve evleri de,
araziyi de müşterek yaparlarsa; buna hakları vardır; yapabilirler.
Tatarhlniyye'de de böyledir.
Bir yere, iki kişi
ortak bulunduklarında, bu ortaklardan birisi, oradan bir evi, kendi hissesinden
olmak üzere satarsa; ortağı, onu ibtâl ettirir.
Keza, bir ortağın, o
yerden bir ev satması caiz olmaz. Ancak, ortağının izni olursa, o zaman caiz
olur, Bu durumda, satılan yere de, kalan yere de ortak olurlar.
Şayet ortağı razı
olmazsa satış bâtıldır.
Keza, araziden bir
miktar satarsa; yine yukardaki mesele gibidir.
îki kişi, kumaş, koyun
veya benzeri şeylere ortak bulunduklarında; bunlar taksim edilmeden önce,
birisinin, bunlardan satması caiz olur. Ortağı, bu satışı ibtâl edemez.
Bu İmâm Muhammed
(R.A.) ve Hasan bin Ziyâd'in rivayetidir.
Önceki mes'ele, ortağının
izni olmadan caiz olmazdı.
Tahavî de böylece
kabul etti ve: "îki kişi bir yere ortak bulunduklarında; onlardan birisi,
bir evin, diğerine âit olduğunu ikrar eder; ortağı da onu inkâr ederse; bu
ikrar, diğerinin hakkı açığa çıkana kadar
bekletilir.
Bu durumda, o yerin
taksimine zorlanır. Eğer o ikrar edilen yer, ikrar olunana isabet ederse, ona
verilir; diğerine isabet ederse, ikrar olunan ile, ikrar eden arasında taksim
edilir. Ve, ne kadar yer ona ikrar edilmişse, o kadar yeri, ona verir.
Bu mes'elenin
açıklanması: O yerin tamamı, ev ile birlikte yüz on arşın; ev ise, on arşın
ise; o yer yan yarıya taksim edilir. Sonra, ikrar edene ellibeş arşın isabet
eder; onun on arşını ikrar olunana verilir; ikrar edene kırkbeş arşın yer
isabet eder; on arşın ikrar olunanın olur; kalanı da diğer ortağın olur.
Taksimine ihtimal
olmayan, hamam gibi şeylerin, bir hücresinin (= odasının) t>ir başka adama
âit olduğunu, iki ortaktan birisi ikrar eder; diğeri de inkâr ederse, o
takdirde, o hücrenin kıymetinin yansı lâzım gelir. Keza, duvarda atılı bulunan
ağaçlardan birinin, bir başkasına âit olduğu iddia edildiğinde, onun kıymetinin
yarısı da ortaklardan onu ku-bul etmeyen tarafından ödenir. Tahâvî Şerhı'nde de
böyledir.
îki kişi, ölçülen veya
tartılan bir şeye ortak bulunurlar ve o şey birisinin yanında olur; onu
aralarında taksim ederler, ancak, elinde bulunmayan, —hissesi zayi olana
kadar, onu— teslim almaz ve o zayi olursa; ikisinin malı olarak zayi olmuş
olur. Bu durumda, geride kalanı taksim ederler.
Bu mes'elede, asıl,
tartılan ve ölçülen şeylerin cinsinin bir olmasıdır ve mes'ele o takdirde
böyledir.
Şayet hissesini teslim
almadan önce zayi olursa; taksim bozulmuş olur ve kalanı yeniden taksim
ederler.
Şayet zayi olan hisse,
yanında bulunanın hissesi olmuş olsa da, di-ğerininki olmasaydı; taksim
bozulmuş olmazdı.
Bu esastan dolayı,
bize göre, bir zirâat ortağı, tarla sahibine "Şu mahsûlü taksim eyle ve
benim hissemi ayır." der; o da öyle yaptıktan sonra, ortakçı hissesini
almadan, birinin hissesi zayi olursa; —ortakçının nasîbi zayi olmuşsa, taksim
bozulmuş olur. Ve bu durumda, ortakçı, tarla sahibine müracaat ederek, onun
hissesinin yansını alır. Çünkü o teslim almadan Önce zayi olmuştur. Eğer, yer
sahibinin hissesi zayi olmuşsa; taksim bozulmaz; giden ondan gitmiştir.
Zehiyre'de de böyledir.
Arpa ve buğday çeci (=
yığını) taksim edilip, hisseler ayrıldıktan sonra, ortakçı hissesini evine
götürür ve o geri gelene kadar, diğer ortağının hissesi zayi olmuş olursa; zayi
olan, sahibine âit olarak zayi olmuş olur. Fetâvâyi Kâdîhâo'da da böyledir.
Bir adam ölmüş, miras
da bir-Jcmiş ve malının üçte birini de fakirlere vasiyyette bulunmuşsa; hâkim,
o malı taksim ederken, üçte birini fakirlere ayırır; üçte ikiyi de vârislere
taksim eder. O üçte birden, vârislere biy şey vermez ve bu üçte bir veya üçte
iki zayi olursa; hepsinin ortak malından zayi olmuş olur ve bu durumda, yeniden
taksim yapılır.
Keza, hâkim üçte bir
hisseyi fakirlere verir; geride kalan üçte iki hisse de zayi olursa hüküm yine
yukarıdaki gibidir.
Şayet vâris veya
birisi yoksa yahut içlerinde küçük varsa, zayi olan o mal, varislerin malı
olarak zayi olmuş olur.
îki ortağın buğdaylan
bulunur ve bunlardan birisi, diğerine, onu taksim eylemesini söyleyip, ona
çuvallarım da vererek: "Hissemi bunlara koy." der; o da öyle
yaparsa; işte bu caizdir. Ve bu, bir teslim almadır.
Şayet:
"Çuvallarını bana ariyet olarak ver ve hissemi de içine koy." derse;
bu da caiz olur ve bu, bîr teslim alma olur.
Eğer: "Çuvallannı
ariyet olarak ver." derde: "Hissem benimdir." demez ve o da öyle
yaparsa, bu durumda hissesini teslim almış sayılmaz. Zehiyre'de de böyledir.
Bir topluluk hâkimin
huzuruna gelerek, bir malın taksimini istediklerinde, onlardan bir kısmı, o
malın, mîras olduğunu iddia ederlerse; hâkim, —adamın öldüğüne ve vârislerin
sayısına beyyinelerîni getirmedikçe— taksim etmez.
Şayet şahitler, adamın
öddüğüne şehadette bulunurlar ve: Bunlardan başka vârisi de yoktur."
derlerse —kıyâsen hâkim— bunu kabul etmez.
Istihsanda ise, kabul
eder.
Şayet şahitler:
"Biz, başka vârisinin olup olmadığını bilmiyoruz." derlerse; bu
şehâdetleri, kıyâsen de, istihsanen de kabul edilir.
Eğer şahitler:
"Biz bu şehirde bunlardan başka vârisinin olduğunu bilmiyoruz."
derlerse; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, bu şehâdetleri kabul edilir.
İmâmeyn'e göre ise, bu
şehâdetleri kabul edilmez.
Şehâdetleri kabul
edilir ve fakat ihtilaflı olursa; taksim ferâiz üzerine, yüce Allah'ın emri
gereğince yapılmışsa; içlerinde başkasının hakkını düşüren birinin olup
olmaması farketmez.
Koca ve karı, mirasdan
men edilmez. Onların hacibi olmaz. Onlara hisseleri verilir.
Kocanın hissesi, ölen
karısının çocuğu yoksa, yarıdır. Karının hissesi ise, ölen kocasının çocuğu
yoksa, dörtte birdir.
Şahitler, adamın
öldüğüne şehâdette bulunurken; adamlar susarlarsa, tereke taksim edilmez.
Eğer vârislerin
içinde* birisi, diğerini mirasdan men edecek (= dü-şürecekse; dedenin olduğu
yerde, amcanın bulunması gibi...) tereke, ister uruz olsun; ister akar olsun,
taksim edilmez.
Şayet hâcip ve mehcûb
yoksa; (baba, ana çocukları gibi...) aralarında, ferâize göre taksim yapılır.
Ancak kocaya ve
karıya, çocuksuz hallerindeki hisselerinden az verilir. Yenâbi'de de böyledir.
Bir adam ölür ve
geride karısı ile iki oğlu kalır ve kadm ''hamile olduğunu" iddia ederse;
Şeyh Ebû Bekir (Muhammed bin FadI): "Bu kadın, bir veya iki güvenilir
kadına arz edilir. (= gösterilir) Onlar, onu kontrol ederler. Eğer çocuktan
bir eser bulamazlarsa, mîras taksim edilir. Şayet hamilelik alâmeti bulurlarsa;
doğum zamanına kadar beklenir ve mîras taksim edilmez." demiştir.
Keza bir adam ölür ve
geride hamile karısı ile, iki oğlunu bırakırsa; hâkim miraslarını —çocuk
dünyaya gelene kadar— taksim etmez. Şayet vârisler çok da, doğumu beklemek
istemiyorlarsa ve doğum da uzaksa taksim yapılır. Doğum yakınsa, taksim
yapılmaz.
Yakınlık ve uzaklığın
miktarı nedir?
Bu, hâkimin re'yine
bırakılır.
Eğer hâkim, terekeyi
taksim edecek, olursa, hamlin nasibini bekletir.
Bu beklemede de
ihtilaf vardır:
Hassâf, İmâm Ebü Yûsuf
(R.A.)'un şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: Bir oğulun nasibi bekletilir.
Fetva da bunun
üzerinedir.
Bu durum, vârislerin,
o ana karnında olan çocukla birlikte vâris olmaları hâlinde böyledir. Eğer
oğlansa ve şayet, oğlanla beraber vâris olamıyorlarsa; (Şöyle ki: Bir adam Ölür
de, hamile karısıyla birlikte bir de kardeşi kalırsa) terekenin tamamı bekletilir
ve taksim yapılmaz. Fetâvâyi Kâdîbân'da da böyledir.
Bir evin sahibi ölüp,
geride büyük çocuklarıyla, hamile tansını bırakırsa; bu ev, onların aralarında
tafcSfm edilir. Ana karnındakinin hisstsi ayrılmaz. Eğer doğum olursa, bu taksim
yenilenir. Tatartaâniyye' de de böyledir.
Bir adam ölür ve
hâmile bir karısı ile, iki oğlu, iki de kızı kalır; çocuklar da taksim
isterlerse; Fakıyh Ebû Cafer şöyle buyurmuştur: "Bu kadına, sekizde bir
mîras verilir. (Kırk hisseden, beş hisse olarak) yedi hisse de kızlara verilir.
Ondört hisse de oğlanlara verilir. Ondört hissede hami için bekletilir.
Fetva için âlimler
şunu ihtiyar eylediler: Bir oğlan hissesi bekletilir. O takdirde, mes'ele
altmış dört olur. Sekiz hissesi, karısına verilir; ondört hisse, iki kızma
verilri. Yirmi sekiz hisse, iki oğluna verilir. Ondört hisse de hami için
bekletilir.
Karnında, bir gün
hareket eden çocuğuyla bir hâmile kadın ölürse; bazı âlimler: "Çocuk da
ölmüş olur." buyurmuşlar; bazıları da: "Çocuk ölmüş sayılmaz. Kadın
defnedilir." buyurmuşlardır.
Hâmile olarak ölen bir
kadının, mezarı açılsa da, yanında ölü bir kız çocuğu bulunsa ve bu kadınında
bir kocası ile, ana ve babası bulunur;
bu kadının bir miktarda
malı olursa; Belh
âlimleri şöyle buyurmuşlardır:
Şayet vârisler.
"O kız çocuğunun, sağ olarak doğduğunu" söylerlerse, —anasının
Ölümünden sonra,— o çocuk da vâris olur.
Ve o vâris olunca,
vârisler, onun sağ olarak doğduğunu inkâr ederlerse, ona mîras hükmedilmez.
Ancak bilir kişilerin
şehâdetine havale edilir. Sağ doğup doğmadığına, onlar hükmederler.
Şayet, mezardan
ayrılmadan önce sesini duyanlar olmuşsa; onun sağ doğduğuna hükmedilir.
Orada, böyle bir şahit
bulunmazsa; vârislere yemin verilir. Eğer yemin ederlerse, ona mîras düşmez.
Çocuğun başı dışarı çıksa, seside duyulsa; tamamı çıkmadanda ölse, ona mîras
yoktur. Fetâvâyİ Kâdîhân'-da da böyledir.
Ortaklardan bir kişi
hazırda değilken, bir yeri taksim ederler; sonra da o gelip: "Ren, razı
değilim; aldatma vardır." der; daha sonra da hissesini ziratciye verirse;
bu, o taksime rıza sayılmaz.
Yer taksim olduktan
sonra, ortaklardan birisi hissesine razı olmadığı hâlde onu ekerse; ektiğine
itibar edilmez ve taksim yenilenir. Ünye'de de böyledir.
Bir arsada bulunan
evlerden biri bir şahsın, ikisi diğer bir şahsın olur ve bir diğerinin de orada
büyük bir evi bulunur ve bu durumda onlardan her birisi, o yeri iddia
ederlerse, ellerindeki evler, yine ellerinde kalır ve diğer sahayı üçe
bölerler.
Onlardan birisi ölür
ve vârisleri de bulunursa; o sahanın üçte biri, onların olur. O yeri taksim
edip, küçük veya büyük birde yol veya su yolu bırakmaları caiz olur. Mebsût'ta
da böyledir.
En doğrusunu, ancak,
Allahû Teâlâ bilir. [18]
[1] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 11/207-208.
[2] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 11/208.
[3] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 11/208.
[4] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 11/208.
[5] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 11/208-209.
[6] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 11/210-215.
[7] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 11/216-234.
[8] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 11/235-238.
[9] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 11/239-241.
[10] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 11/242-246.
[11] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 11/247-252.
[12] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 11/253-259.
[13] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 11/260-262.
[14] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 11/263-266.
[15] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 11/267-273.
[16] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 11/274.
[17] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 11/274-280.
[18] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 11/281-290.