KİTÂBÜ'L-LEKIYT TERKEDİLMİŞ ÇOCUKLAR
Lekıyt: Şeriatta, zina ile itham edilmekten kaçınarak veya
geçim korkusundan dolayı, ehlinin, doğurup, canlı olarak sokağa attığı çocuk
demektir.
Bu çocuğu atan,
günahkar; alan ise, menfaatlidir.
Eğer, sokağa atılmış
yavrunun, zayi olacağı zannı varsa; onu atıldığı yerden almak menduptur.
Bir kimsenin, böyle
bir çocuğu, suda veya yırtıcı bir hayvanın önünde bulduğu zaman, onu alması
vaciptir.
Lekıyt, hürdür. Lekıyt'm velisi,
sultandır.
Dolayısiyle, lekıyt'ı bulup alan kimse,
onu bir kadınla veya —bu kızsa— bir erkekle evlendirmiş olsa, bu nikâ h câ iz olmaz. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.
Bİr kimse, lekıytı, aldığı yere
geri koyamaz.
Bir kimse, lekıytı birisine verirse, ondan da, bir başkası alamaz. Tebyîn'de de böyledir.
Lekıyt'ın nafakası, müslümanların beytü'I-mâline
aittir. Muhıyt'te de böyledir.
Lekıyt ile beraber, ona bağlanıp düğümlenmiş bir mal
bulunursa, omal,Iekıytındır.
Keza, lekıyt, bir hayvan üzerine bağlanmış olarak terkedilmişse;
o hayvan da, lekıyt'indir.
Ancak, lekıyt, bir hayvanın yakınına,bırakılmışsa; bu hayvanın,
onun olduğuna hükmedilmez. O hayvan, lukata (= buluntu)
olur. Cevheretü'n-Neyyire'de
de böyledir.
Hâkimin emriyle, lekıytın nafakası, —üzerine bağlanmış olarak bulunan,— bu
maldan karşılanır.
Lekıyti aian kimse, onun malını,
—ancak hâkimin emri ile, ona harcayabilir. "Bu emir olmadan da
harcayabilir." denilmiştir.
Lekiytın masrafı, onun
benzerinin masrafı ile
denk tutulur.
Muhıyt'te de böyledir.
Lekıytın velâsı, beytü'1-mâl
içindir.
Hatta, iekıyt, vâris bırakmadan ölürse; terekesi, beytü'l-mâl'e âit olur. Hızânetü'I-Müftîn'de de böyledir.
Terkedilmiş bir çocuğu
bulan şahıs, bu lekıytle beraber hâkimin huzuruna
çıkıp, onu almayı hâkimden istediği zaman, hâkim, şahidi olmazsa; ona inanmaz.
Çünkü, o şahıs, bu lekıyt'ın nafakasını, beytü'l-mâlden isteyebilir.
Bu şahıs, beyyine getirir ve hazırda, bunun aksini savunan bir hasmi de olmazsa, o zaman, hâkim bu şahsm
beyyinesini kabul eder.
Hâkim, bu şahsın beyyinesini kabul edince de; isterse, o lekıytı,
o şahıstan alır; isterse almaz. Ve: "Bunun muhafazasını (- korunmasını,
esirgenmesini) sana havale ediyorum." der.
Ancak, böyle
hükmetmesi, hâkimin, o şahsın, bu lekıytı muhafaza
etmekten âciz olduğunu bilmediği ve infak edeceğini bildiği hallerdedir.
Fakat, hâkim, bu
şahsın aczini bilirse; bu durumda evla olan, o lekıytı,
ondan alıp, muhafazası için, bir başka şahsın yanma koymaktır.
Sonra, ilk adam gelir
de, bu lekıytı, kendisine geri vermesini,, hâkimden
talep ederse; bu durumda, hâkim muhayyerdir: Dilerse, ona geri verir; dilerse,
vermez.
Bu durum, lekıytı almış bulunan kimsenin hilâfınadır: Bir kimsenin
elinde bulunan lekıytı, bir başkası gelerek, onun
elinden alsa ve mahkemeye düşseler; hâkim, bu lekıytı
öncekine verir.
Bir köle, kimin olduğu
bilinmeyen, bir iekıyt bulsa; ancak, kölenin —böyle—
dediği bilinse; efendisi de, bu kölesine: "Sen, yalan söylüyorsun; o,
benim kölemdir." der ve lekıytı bulan köle,
ticâretten men edilmiş birisi olursa; bu durumda, söz, efendinin sözüdür,
"(yani, efendinin sözüne inanılır.)
Fakat, bu köle,
—ticârete— İzinli bir köle ise, o zaman, kölenin sözü kabul edilir. Zahîriyye'de de böyledir.
Bulunan bir köle,
"filanın kölesi olduğunu ikrar ettiği halde; o şahıs, bu kölenin
"yalan söylediğini" söylerse; bu buluntu köle, hür olur.
Bu kimse, o kölenin,
doğru söylediğini kabul eder ve bu kölenin üzerine, şehâdetinin
kabulü, kâzifinin dövülmesi ve benzerleri gibi... hürlerle
ilgili bir hüküm tatbik edilmemiş olursa; ikrarı sahih olur. Aksi takdirde
sahih olmaz. Sirâciyye'de de böyledir.
Mültekıy't (=|Lekıytı bulan) değil de,
bir başkası, —çocuğun kendisine âit olduğunu— iddia ederse; bu lekıytın nesebi sabit olur.
Mültekıyt'ın bu iddiada bulunması ise, daha evlâdır. Mültekıt zimmî, diğeri de müsluman olsa bile, bu böyledir. Tebyîn'de
de böyledir.
Bulunan çocuğun, kendi
oğlu olduğunu iddia eden şahıs, zimmî bile olsa; bu İekıyt, onun oğludur ve müslümandir.
Şayet, hem bir müsluman, hem de bir zimmî, bir lekıytın kendilerine âit olduğunu iddia ederlerse; hüküm, müslümanın lehine verilir.
Şayet, bu iddiada
bulunanların ikisi de müsluman iseler; hangisi şahit
getirirse, ona hükmedilir.
Şayet, bunlardan her
ikisinin de beyyineleri yoksa; bu durumda, hangisi,
çocuğun bedenindeki alâmetleri iyi ve doğru söylüyorsa, ona hükmedilir. Ve,
onun oğlu olur.
Şayet, bu iki
şahıstan, hiç birisi de, bu alâmetleri anlatamazlarsa; bu İekıyt,
ikisinin de oğlu olur. Gâyetü'I-Beyân'da da böyledir.
Bu iki şahıstan
birisi, tarifinde, ancak vasiflaidan bir kısmı isabet
eder, diğer kısmı isabet etmezse; bu durumda, yine, bu İekıyt,
ikisinin oğlu olur.
Bu şahıslardan ikisi
de, çocuğun bedenindeki alâmetleri tarif ettiklerinde; bunlardan birinin
tarifi isabet eder, diğerinin ki isabet etmezse; bu lekryt,
vasfı isabet edenin oğlu olur. Diğerinin olmaz.
Keza, bunlardan biri:
"Oğlumdur,", diğeri de: "Kizımdır."
dediklerinde, hangisi isâsbet etmişse; bu İekıyt, onun olur.
Şayet, iddia sahibi
yalnız olur, ancak: "O oğlandır." dediği halde, İekıyt
kız olursa; veya: "Kızdır." dediği halde, oğlan olursa; katiyyen, ona hükmolunmaz. MuhıytHe de böyledir.
Bir lekıyt'ın, kendi çocukları olduğunu iddia eden, iki kişiden
biri: "Oğlumdur."; diğeri
ise: "Kızımdır." dediği halde, bu İekıyt,
hünsâ olursa; eğer, hünsâ-i müşkil ise, aralarında hükmolunur. Fakat, hünsâ, hünsâ-i müşkil değilse,
oğlan olarak hükmolunur ve bu durumda
"oğlum." diyene verilir. Tatarhâniyye'de de
böyledir.
İddia edenlerin fazla
olması hâlinde, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre, bu miktarın beşe kadar çıkması caizdir. Sirâciyye'de
de böyledir.
Bir kadın, bir lekıytm, kendi oğlu olduğunu iddia ettiğinde, kocası da, bu
kadını tasdik eder veya ebe, böyle şehâdette bulunur
yahut kadın başka beyyineler getirirse, dâvası sahih
olur. Aksi takdirde, sahih olmaz.
Sâdece, ebenin şahitliği bulunsa; —kadının kocası,'doğumu
inkar etse bile— bu kâfî gelir.
Ancak, kadının kocası yoksa, bu durumda, mutlaka iki
şjîhit gerekmektedir. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.
Şayet,, kadın,
"bu çocuğun, zinadan olduğunu" iddia ederse, ona hükmolumnv
Sirâciyye'de de böyledir.
Eğer, iki kadın, bir lekıytm kendilerine âit olduğunu iddia ederlerse,
bunlardan hiç birine, nesep sabit olmaz. Bu, tmâmeyn'in
kavlidir.
îmâm-i A'zam Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre ise: Nesep, bu kadınların ikisinden de sabit olur. Fakat,
taarruz vukuunda, elbette, hüccet gerekir.
Ebû Hafs'm rivayetine göre,
—burada— hüccet, bir kadının şehâdetidir.
Ebû Süleyman'ın rivayetine göre ise, hüccet, iki erkeğin
veya bir erkekle iki kadının şehâdetidir.
Hüccet, böylece ikâme
edilirse, lekıyt'ın nesebi, bu iki kadından sabit
olur; aksi takdirde, sabit olmaz.
Haniye'de şöyle denilmiştir:
Çocuğun kendisine âit
olduğunu idda eden bu iki kadından birisi, iki
erkeği; diğeri de, iki kadını şahit gösterirse; iki erkek şahidi olan kadına
hükmedilir. Tahâvî Şerhi'nde de böyledir.
Bu iki kadından
birisi, şahit dinletir; diğeri ise dinletemezse; çocuk, beyyine
ikâme edenin olur.
İki kadın, bir lekıytm kendilerine ait olduğunu iddia ederler ve ikisi de,
beyyine (= delil, belge, şahit, hüccet) ikâme ederler
ve bizzat o çocuğun ayn ayrı bir adamdan olduğunu
söylerlerse; İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre, bu çocuk, bu —iki erkekle, iki kadının— dört kişinin olur.
fmâmeyn'e göre ise, bu çocuk, hiç birinin olmaz. (Yani, ne
iddia sahibi iki kadının ne de onların isnad
ettikleri iki erkeğin olur.) Tatar-hâniyye'de de
böyledir.
Bir kimse, lekıytm, "şu, hür kadından olduğunu" iddia
ederken, diğer bir kimse de, "onun, kendi kölesi olduğunu" idda eder ve her ikisi de, beyyine
ikâme ederlerse; hüküm,' 'oğludur..." diyene verilir.
Bu iki iddiacının
biri: "Hür kadının oğlu..." dediği halde, diğeri: "Cariyenin
oğlu...'* olduğunu söylerse; hüküm, "hür kadının..." diye iddia edene
verilir.
İddiacıların her ikisi
de, beyyine getirip; bu lekıytm,
ayrı ayrı, hür kadınların oğulları olduğunu iddia ederlerse; çocuk,
her ikisinin aralarında hükmedilir.
Bir lekıytın, iki kadından nesebi sabit olur mu? İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kavline göre sabit olur. tmâmeyn'in
kavline göre ise, sabit olmaz. Muhıyt'te de böyledir.
İki erkek, bir lekıytın nesebini iddia eder ve her ikisi de, beyyine ibraz ederlerse; bunlardan, çocuğun yaşını kim isbat ederse, ona hükmolunur.
Eğer, bu lekıytın yaşında şüphe bulunur ve tarihlerde mutabakat
olmazsa, tmâmeyn'in kavillerine göre, târihe itibar
sakıt olur ve bPl-ittifak, aralarında hükmolunur.
Ebû Hafs ve Ebû
Süleyman'ın kavillerine göre de tarihi
önce
olmayana hükmolunur.
Tatarhâniyye'de ise: "Bütün rivayetlere göre, aralarında hükmolunur." denilmiştir. Sahih olan da budur. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.
Bu çocuk, bir kimsenin
elinde bulunur ve o şahıs, bunun kendi oğlu olduğunu iddia eder ve buna dâir beyyine ibraz ettiğinde, bir başka şahıs da, "benim
oğlum." iddiasıyle beyyine
getirirse; bu çocuk yanında durduğu adama hükmedilir.
Bu çocuk, bir kadının
yanında olur ve bu kadın, çocuğun kendisine
ait olduğuna beyyine getirdiğinde, başka bir kadın
da, "onun, kendisine âit olduğunu" iddia ederse,
bu durumda, çocuk, yanında
bulunduğu kadına hükmolunur.
Şayet, çocuğun yanında
bulunduğu kadının şahidi, bir kadın olduğu halde; diğerinin şahidi, iki erkek
olursa; bu durumda, çocuk,diğer kadına hükmolunur.
Lekıyt, bir adamın yanında olur; başka, hür bir şahıs da, o
çocuğun, nikâhının altında bulunan, hür bir kadından olduğunu ve kendisine ait
bulunduğunu iddia eder ve buna hüccet getirirse; çocuğun yanında bulunduğu
şahıs da, belge ibraz eder, ancak, çocuğa anne gösteremezse; bu durumda, çocuk,
diğer şahsa hükmolunur.
Bir zimmî, bir lekıytın,
"kendisinin çocuğu olduğunu" iddia ederse, nesep sabit olur. Bu
çocuk, —ehl-i zimmetin yurdunda olmadı ise— müslümandır. Bu, istihsândır. Tebyîn'de de böyledir.
Çocuk, bir zimmînin oğlu ise, —zimmî, bunun, kendi oğlu olduğuna dâir, belge ibraz
etmediği zaman bu lekıyt, müslümandır.
Şayet, "bu lekıytm, o zimmînin oğlu
olduğuna, iki müslüman şahit şehâdette
bulunursa; o zaman, bu çocuğun, o zimmînin oğlu
olduğuna hükmolunur. Bu durumda ise, çocuk, onun
dinine tâbi olur.
Şayet, bu şahitler, ehi-i zimmetten olurlarsa, o zaman, bu çocuk, zimmî olmaz. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.
Lekıytın bulunduğu mekânda, mu'teber
olan nedir?
Âlimler, bu hususta
ihtilâf etmişlerdir.
Bu mes'elenin
meydana gelmesinde, dört vecih vardır:
1) Lekiyü bir müslüman, müslümanların yurdunda bulur. Müslümanların şehrinde veya
köyünde yahut mescidde bulması gibi...
Bu durumda, lekıyt müslümandır.
2) Lekıytı, bir kâfir, ehl-i küfrün
yurdunda bulabilir.
Bir kâfir köyünde veya
bir kilisede yahut bir havrada bulması gibi... Bu durumda lekiyt,
kâfir olur.
3) Lekıytı, bir kâfir; müslümanların
yurdunda bulabilir.
4) Lekıytı, bir müslüman, kâfirlerin
yurdunda bulabilir.
îşte, bu son iki
fasılda, görüş ayrılıkları vardır. Lekıyt Kitabında:
"Bu durumda, mekâna i'tibar edilir."
denilmiştir. Tebyîn'de de böyledir.
Kudurî'de de böyledir. Zahirü'r-rivâye de budur. Nehru'l-Fâık'ta da böyledir.
Bir kimse, lekıytı, müslüman şehirlerinden
birinde bulduğu halde, bu lekıyt, kâfir olursa;
hapsedilir ve müslüman olmaya zorlanır. Sahih olanı
budur. Hızânetü'l-Müftîn'de
de böyledir.
Tâbi olması yönünden, müslümanlığma hükmedilmiş her hangi bir lekıyt,
kâfir olarak buluğa erişirse, müslüman olmaya icbar
edilir. Fakat, istihsânen, bu öldürülmez. Muhıyt'te de böyledir.
Bir kölenin iddiası
ile, nesebi belli olan lekıyt, hürdür.
Bu köle, her ne kadar:
"Bu, benim oğlumdur. Kanmdandır. O da,
câriyedir." dese ve efendisi de, onu doğrulasa bile, yine, bu lekıytın nesebi belli ve kendisi hür olur.
Aralarında niza' olduğu
zaman, müslüman, zimmîden
daha haklıdır. Ancak, bu durumda, müslümanın hür
olması gerekir.
Şayet, bu durumda, müslüman köle ise, zimmî daha
haklıdır.
Lekıyt, köle olmaz. Ancak, beyyine
ile köle olur. Bu durumda da, şahitlerin müslüman
olmaları şarttır.
Ancak, bir lekıyt, zimmet ehlinin yurdunda bulunmuşsa; bu durumda,
kâfirin şehâdetine de i'tibar
olunur.
Lekıyt, köle olduğunu, bulûğa erişmeden doğrularsa, onun
sözü dinlenmez.
Ancak, bu lekıyt, "çocuk iken, yanında bulunduğu adamın kölesi
olduğunu" iddia eder; o şahıs da, bunu doğrularsa; bu durumda,
—yukarıdakinin hilâfına, bu lekıytın sözü kabul
edilir ve— onun kölesi olur.
Eğer, bu şahıs bu lekıyt bulûğa eriştikten sonra, onu tasdik etmiş olursa;
duruma bakılır: Şayet, adamın tasdiki, bu lekıyta, şehâdetinin kâbûlü, kâzifine had
tatbik edilmesi gibi... hürriyet hükümlerinden birinin icrasından sonra
olmuşsa, kölelik ikrarı kabul edilmez. Tebyîn'de de
böyledir.
Lekıyt kadın olur ve "kendisinin, bir adamın cariyesi
olduğunu" söyler; o şahıs da, bunu doğruîarsa,
bu İekıyt, o adamın cariyesi olur.
Ancak, bu lekıyt, bir şahsın karısı olursa, "nikâhının ibtâli hakkındaki sözü" kabul edilmez.
Fakat, bu lekıytın, "kendisinin, kocasının babasının kızı
olduğunu" söylemesi; kocasının babasının da, bunu doğrulaması hâli,
yukarıdaki hükmün hilafınadır.
Bu durumda, bu lekıytın, nesebi sabit ve nikâhı bâtıl (= geçersiz) olur.
Bir lekıytı bulan
şahıs, onu tanıdıktan sonra:
"Bu, benim kölemdir."
diye iddia ettiğinde lekıyt da, bunu kabul etmezse,
hüccet gerekir.
Bir lekıyt, geride mal bırakarak veya mal bırakmadan öldükten
sonra; bir şahıs, "onun kendi oğlu olduğunu" iddia ederse; sözüne,
hücceti olmadan inanılmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Zehıyre'de şöyle denilmiştir:
Sabî yanında bulunan
adamın, bir iddiası olmaz; fakat, bir kadın, onu kendisinin doğurduğunu iddia
eder ve bu hususta hüccet de getirir, ancak babasının adını söylemezse; bir
başka adam da, bu lekıytın kendi oğlu olduğunu iddia
eder, buna dair hüccet de getirir, ancak, bu şahıs da, onun anasının adını
söylemezse; bu durumda, o çocuk, bu adamın ve o kadının oğlu olur. Sanki, bu
çocuğu, o kadın, bu adamın yatağında doğurmuş gibi olur...
Keza, bu çocuk, bu
adamın veya o kadının yanında iken, mes'ele
yukarıdaki (nin devamı) gibi olursa; yanında olan
için bir tercihe i'tibar edilmeden, bu çocuğun, bu
adamın ve o kadından doğma olduğuna hükmedilir.
Sabî, bir zimmînin elinde bulunur ve bu zimmî
o lekıytın kendi oğlu olduğunu iddia edip bu hususta
iki şahit dinlettiğinde, bir müslüman da, yanında iki
müslüman şahit olduğu halde: "o sabînin, kendi
oğlu olduğunu'* iddia ederse; zimmî tercih edilir ve
bu çocuk, ona hükmedilir. Tatarhâniyye'de de
böyledir.
Lekıyt bulûğa erişince, bir kimse, ona vâlî olsa; bunun velâsı caiz olur.
Bu kimse ancak bu lakıyt, bir suç işleyip, bu suçun karşılığı beytü'l-mâlden ödendikten sonra velâda bulunsa; velâsı sahih
olmaz.
Bulan kimse, lekıytm sahibi olamaz. Bu, ister erkek olsun, ister kadın
olsun, böyledir.
Bulan kimse, bu lekıytı, alamaz, satamaz, nikâhlayamaz ve benzeri tasarruflarda
bulunamaz.
Onun selâhiyeti, ancak, onu korumaktır; başka bir selâhiyeti yoktur.
Bulan kimse, lekıyta hıyanetlik yapamaz. Eğer yapar ve o zayi (helak)
olursa, tazmin eder.
Lekıytı bulan adam, onu, istediği yere götürebilir. Fetâvâyi Kâdî-hân'da da böyledir.
lekıytı bulan kimse onu kiraya veremez. Kerâhiyye'de
böyle zikredilmiştir. Sahih olan da budur. Tatarhâniyye'de
de böyledir.
Bir kimse, lekıyt ile beraber, mal da bulmuş olsa; hâkim, ona,
"bu malı, o lekıyta sarfetmesini
emreder.
Bu maldan, lekıytı bulan kimsenin, onun yiyeceğine ve giyeceğine
harcaması caiz olur.
Lekıytı, bir adam, hatâen
öldürürse; bunun diyeti, katilin akîlesi tarafından, beytü'I-mâl-i müslimîyne, ödenir.
Şayet, bu kimse, lekıytı kasden öldürmüşse;
imâmın, diyet üzerine, katille sulh yapması caizdir.
Ancak, katilden,
diyeti de affetmesi caiz olmaz.
Şayet, bu katili,
imâm, kısâsen öldürürse, bu da caizdir.
Bu kavil, tmâm Ebû Hanîfe
(R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'indir.
Mültekiyt (= lekıytı bulan), lekıyte, şahsî
malından sarfettiği zaman; eğer, bunu, hâkimin
emri olmadan yapmışsa, bu sarf, zâid ( = fazla) olur.
Şayet, hâkimin emri
ile harcama yapmış ve hâkim de bu mültekıyt'a:
"Harca! Alacaklı olmak üzere." demiş ve sonradan da, bu lekıytm babası meydana çıkmışsa; mültekıyt,
ona müracaat ederek, masrafını alır.
Bu durumda, lekıyta bir baba bulunamamışsa; o zaman da lekıyt büyüyünce, mültekıyt, ona
müracaat ederek, masrafını alır. Zahiru'r-rivâye budur. Esahh olan
da bu kavildir. Muhıyt'te de
böyledir..
Lekıyt, olgunluk çağına gelip, evlendikten sonra;
"kendisinin, filan şahsın kölesi olduğunu" ikrar ederse; karısının mehrini verir. Nikâhının ibtâli
ise, tasdik edilmez.
Bir lekıyt,
borç edinmiş, bir adamla mubayaada bulunmuş, bir kefil tutmuş, bir hibede
bulunmuş, tasaddukta bulunmuş ve onu teslim etmiş
veya kölesini mükâtebe, müdebbere
yapmış veya azâd eylemiş, sonra da: "filanın
kölesi olduğunu" ikrar etmişse; bunların hiç birinin ibtâli
doğru olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da
da böyledir. [1]