BAZI MEŞHUR FAKIYHLER VE ESERLERİ 12

Abdullah İbnü Abbâs. 12

Abdullah İbnü Amr İbni Âs. 14

Abdullah İbni Ebî Bekk. 15

Abdullah İbnü Ebî Evfâ. 15

Abdullah İbnü Ebî Müleyke. 16

Abdullah İbnü Ebî Zekeriyyâ. 16

Abdullah İbnü Mes'ûd. 16

Abdullah İbnü Habîb. 17

Abdullah İbnü'l - Mübarek. 17

Abdullah İbnü Ömer 19

Abdullah İbnü Revâha. 20

Müte Savaşı Ve İbnl Revâha'nın Şehadeti 21

Abdullah İbnü Sah Bere. 21

Abdullah İbnü Selâm.. 22

Abdullah İbnü Şübrüme. 24

Abdullah İbnü Tavus. 24

Abdullah İbnü'z-Zübeyr 25

Âbdurrahman Evzâî 26

Abdurrahman İbnü Abdillah İbni Sabat 26

Abdurrahman İbnü Abdillah İbni Utbe. 26

Abdurrahman İbnü Avf 27

Abdurrahman İbnü Ebî Bekr 27

Abdurrahman İbnü Ebî Leylâ. 28

Abdurrahman İbnü Ganm.. 28

Abdurrahman İbnü Kasım.. 28

Abdulaziz El-Buhârî 28

Abdü'l-Gânî Nabülüsî 29

Eserleri: 29

Abdülhakîm D-Efgânî 29

Abdüikâdir El-Kureyşî 29

Eserleri 29

Abdüllatif Şükrü Efendi 30

Abdürrezzak İbnü Hemmâm Es-San'ânî 30

Eserleri 30

Abdüssettar Efendi (Kırımlı) 30

Eserleri: 30

Adiy İbni Hâtem.. 31

Afiye. 32

Ahmet Hâlid Efendi (Yûsuf-Zâde) 32

Ahmed Hilmi Efendi 32

Ahmet İbni Mansur El-İsbicâbî 33

Eserleri: 33

Ahmed İbni Muhammed El-Keş Şenî 33

Ahmed Ziyâüddîn Gümüşhanevî 33

Eserleri: 34

Akıl İbni Ebî Tâlib. 35

Alâeddîn Efendi (İbni Âbidîn-Zâde) 36

Eserleri: 36

Alâüddîn Haskefî 36

Eserleri: 36

Ali Haydar Efendi (Ahıskalı Hoca Emin Efendi-Zâde) 36

Eserleri 37

Ali Haydar Efendi (Büyük Haydar Molla) 37

Eserleri 37

Ali Himmet Berki 37

Eserleri 38

Âlim İbni Alâi'l-Ansarî 38

Eserleri: 39

Aliyyü'l-Kârî 39

Eserleri 39

Alkame İbni Kays. 40

Âmir İbni Abdullah İbni Mes'ûd. 41

Ammar İbni Yâsir 41

Amr İbni Âs. 41

Amr İbni Dînâr 43

Amr İbnü Haris. 44

Amr İbni Selemeti'l-Cermî 44

Amr İbni Şürahbîl 44

Atâ-i Horasânî 44

Atâ İbni Ebî Rebâh. 44

Atâ İbni Yesâr 45

Atıf Mehmet Efendi 45

Eserleri: 45

Attâbî Ahmet İbni Muhammed. 45

Eserleri: 46

Attâb İbni Esîd. 46

Aynî Bedrıtd-Dîn. 46

Eserleri: 46

Bedi İbni Mansur 47

Eseri: 47

Beyhekî Ebû Ca'fer 47

Eserleri: 47

Beyhekî İsmail 47

Eseri: 47

Bezzazı 47

Bilâl İbni Ebî'd-Derdâ El-Ensârî 48

Bilâl-i Habeşî 48

Burhânüddin El-Buhârî 49

Eserleri 49

Burhânü'd-Dîn Herevî 49

Eserleri 49

Burhâpüddîn Mergınanî 49

Eserleri: 50

Bükeyr İbni Abdıllah. 50

Bükeyr Necmüddîn. 50

Eserleri: 50

Burhan En-Nesefî 51

Eserleri: 51

Bürhânü'ş-Şerîa. 51

Bürhânü'ş-Şerîa'nın Eseri: 51

Câbir İbni Abdillah. 51

Celâlüd-Dîn Harzemi 52

Cerir İbni Hazım.. 52

Cessas Ebû Bekir Ahmed İbni Ali Râzî 52

Eserleri: 53

Cevdet Paşa. 53

Ahmed Cevdet Paşanın Eserleri: 55

Cübeyr İbni Nüfeyr 55

Damad Abdurrahman Efendi 56

Eserleri: 56

Dârimî Abdullah. 56

Eserleri: 56

Dâvud İbni Nasır Et-Tâî 56

Davud-i Zahiri 56

Ebân İbni Osman. 57

Ebû Abdullah Ziyâd. 57

Ebân İbni Osman. 58

Ebû Abdillah Ziyâd. 58

Ebû Ali Ahmed İbni Muhammed Eş-Şâşî 58

Ebû Bekir Bezzar 58

Ebû Bekir İbnü Abdurrahman. 58

Ebû Oâvud Et-Tayâlisî 59

Ebû Eyyübi'l-Ensârî 59

Ebû Haysüme. 60

Ebû Hureyre. 60

Ebû İsme. 60

Ebû İdris El-Halvânî 61

Ebu Kılâbe. 61

Ebü'l-Âüyye. 62

Ebû'l-Berekât Hâfızü'd-Dîn Nesefî 62

Ebû'l-Berekât Nesefî'nin Eserleri: 62

Ebû'l-Fazl Mecdü'd-Dîn Mevsılî 62

Eserleri: 63

Mütûn-i Erbaa. 63

Ebû'l-Ferec El-Müâfa. 63

Eserleri: 63

Ebû'l-Hasan El-Kerhî 63

Eserleri: 64

Ebû'l-Leys Es-Semerkandi 64

Eserleri: 64

Ebû Musâ'l-Eş'arî 65

Ebû Meryemi'ı^Hanefî 65

Ebû Muti' El-Belhî 65

Ebu Salüil-Htdri 65

Ebü Seleme İbni Abdurrahman İbni Avf 66

Ebû Sevr Bağdadî 66

Ebû's-Suûd El-İmâdî 66

Tahsili 67

İlmî Kudreti 67

Edebî Şahsiyeti 67

Eserleri 68

Ebû's-Suûd El-Mısrî 68

Eseri: 68

Ebû'ş-Şa'sa Câbir İbni Zeyd. 68

Ebû Ubeyde İbni'l-Cerrâh. 68

Ebû Ubeyd Kasım İbni Selâm.. 70

Eserleri: 71

Ebû Vâil Şakîk. 71

Ebû Ya'lâ Ahmed El-Mevsılî 71

Ebû Zerri'l-Gıfârî 71

Ebû Zur'a Er-Râzî 74

Ekmelüddîn Bâbertî 74

Eserleri: 75

Enes İbni Mâlik. 75

Esed İbni Amr El-Kâdî 76

Esed İbni Fürat 76

Esma Binti Ebî Bekir 77

Esved İbni Yezid En-Nehaî 77

Fahrüddîn Razî 78

Eserleri 78

Fahrül-İslâm Pezöevî 79

Eserleri 79

Fenârî Şemsü'd-Dîn. 79

İlmî Kudreti 80

Eserleri 80

Filibeli Halil Efendi 81

Eserleri: 81

Haccâc İbni Ertat 81

Haddâdî Ebû Bikir 82

Eseri: 82

Hâher-Zâde. 82

Eserleri 82

Hâher-Zâde Bedrltd Dîn. 82

Hâher-Zâde Ebû Saîd. 82

Hâkimi Şehîd. 82

Eserleri: 83

Halebî İbrahim İbni Muhammed. 83

Eserleri: 83

Hâlid İbni Madan. 84

Hâlid İbni Velîd. 84

Hamevi Ahmed. 86

Eseri 86

Hâmid Efendi 86

Eseri 86

Hammad İbni Ebî Hanîfe. 86

Hammâd İbni Ebî Süleyman. 86

Hammâd Ve Fıkıh İlmi 87

Hammâd İbni Seleme. 87

Hammâd İbni Zeyd. 87

Hârice İbni Zeyd El-Ensarî 87

Hâris-i Muhasibi 88

Eserleri 89

Ebû Vâit Şakik. 89

Hasanı Basrî 89

Eserleri 90

Hasan İbni Salih. 90

Hasan İbni Ziyâd. 90

Eserleri 91

Hassâf 91

Eserleri 92

Hassan Sni Sabit 92

Hz. Âişe-i Sıddıka. 93

Hz. Ali (R.A.) 93

Hz. Ebû Bkkir-i Siddîk. 95

Hazreti Ebû Bekir'in Hayatı Ve Hilâfet Devresine Bir Bakış. 95

Hz. Ebû Bekir'in Tefsir İlmindeki Yeri 96

Hz, Ebû Bekir'in Hadîs İlmindeki Yeri 96

Hazret! Ebu Bekir'in Fıkıh Ilmindeki Yeri 97

Hz. Fâtımatü'z-Zehrâ. 97

Hz, Hafsa (Ümmü't-Mü'minîn) 97

Hz. Hasan. 98

Hz. Hüseyin. 98

Hz. Hüseyin'e Hilâfet Teklifi 99

Hz. Muâviye. 99

Hz. Osman. 100

Hz. Osman'ın Hilâfeti: 101

Hz. Osman Ve Fıkıh İlmi 102

Hz. Osman Ve Tefsir İlmi 102

Hz. Osman Ve Hadîs İlmi: 102

Hz. Osman'la İlgili Hadîsi Şerifler: 103

Hz. Ömer İbni Hattâb Doğumu, Nesebi Ve Şahsiyeti: 103

Müslüman Oluşu: 103

Hicreti: 104

Medine'de: 104

Hilafeti: 105

Hz. Ömer Ve Fıkıh İlmi: 105

Hz. Ömer Ve Tefsir İlmi: 106

Hz. Ömer Ve Hadîs İlmi: 106

Hz. Ömer'in Üstünlükleri: 107

Hz. Ömer'in Vefatı: 108

Hz. Safiyye. 108

Hemmâm Ibni'l-Hâris. 109

Heyseme İbni Abdurrahman. 109

Hızır Bey. 109

Eserleri: 109

Hilas İbni Amr 109

Hişâm İbni Yûsuf 110

Humeyd İbni Abdurrahman. 110

Huzeyfe İbnü'l-Yemân. 110

Hüsâmü'd-Din Es-Semerkandi 111

Hüsâmü'd-Din Es-Siğnaki 111

Eserleri: 111

İbni Âbidîn. 111

Eserleri 112

İbni Cerîr El-Taberî 112

Eserleri: 113

İbni Cevzî Ebû'l-Ferec. 113

Eserleri: 114

İbni Cüreyc. 114

İbnü Ebî Leylâ. 115

İbnü Ebî Zi'b. 115

İbni Ganim El-Bağdâdî 115

Eserleri 115

İbni Hacer El-A Sk Al Anî 115

Eserleri: 116

İbin Hacer El-Heysemi 116

Eserleri: 116

İbni Hafs El-Buhâri 117

İbni Hazm.. 117

Eserleri 117

İbni Huzeyme El-Belhî 118

İbni Hümâm Kemâlüddîn. 118

Eserleri: 118

İbni Lehîa. 118

İbnimâce. 118

İbni Melek. 119

Eserleri: 119

İbni Münzir Nişabûkî 119

İbni Nüceym Eumısrî 119

Eserleri 120

İbni Rüşd. 120

Eserleri: 120

İbni Şihâb Ez-Zührî 120

İbnü Türkmânî 121

Eserleri: 121

İbni Vehb. 121

İbnü Ebî'l-Vefâ El-Kureşî 121

Eserleri 122

İbnü'ş-Şıhne Abdü'l-Ber 122

Eserleri: 122

İbnü'ş-Şihne Ebû'l-Velîd. 122

Eseri: 122

İbrahim Nehâî 122

Ikrime. 124

İmâm Ahmed İbni Hanbel 124

İmâm Ahmed İbni, Hanbelin Meşâyihi: 125

Ahmed İbni Hanbel'den Hadis Rivayet Edenler 125

Ahmed İbni Hanbel Ve Tefsir İlmi 125

İmâm Ahmed İbni Hanbel Ve Hadîs İlmi 125

İmâm Ahmed İbni Hanbelin Fıkıhtaki Yolu. 125

Ahmed İbni Hanbh.İn Müctehidler Arasındaki Yeri 126

İmâm'ı Azam Ebû Hanîfe. 126

İmâm-I Azamin Yaşadığı Devir: 126

İmâmı Azamin Yetiştiği Sahabeler: 127

İmâmı Azam Ve Kelam İlmi: 127

İlk Yolculukları 127

Ebu Hanîfe'nin Fıkıh İlmine Başlaması: 127

İmâmı A'zam'ın Üstadları Ve Talebeleri: 127

İmâmı A'zam'ın İlim Silsilesi: 128

İmâmı A'zam'ın Dersleri: 128

İmâmı A'zam Ve Tefsir İlmi: 128

İmâmı A'zam Ve Hadis İlmi 128

İmâmı Azamın Fıkıhtaki Mesleği 129

İmâmı A'zam'ın Müctehidler Arasındaki ^Eri: 129

Hayatındaki İntizam.. 130

İkna Gücü: 130

Ebû Hanîfe'ye Kadılık Teklifi 131

Eserleri 131

Ahlâkı: 132

Temizliği: 132

Ebû Yûsuf'un Özlemi 132

Ve. 132

İmâm Buharî 133

Eserleri: 134

İmâm Ebû'l-Hasan El-Eş'arî 135

Eş'ari'uk-Mâturidilik. 136

Eserleri: 136

İmâm Ebü Mansur El-Mâturidî 137

İmâm Mâtüridî'nin Eserleri 137

İmâm Ebû Yûsuf 138

Eserleri 140

İmâm Mâlik. 140

İmâm Mâlikin Meşayihi: 141

İmâm Mâlikin İlmî Silsilesi: 141

İmâm Mâlikin Talebeleri: 141

İmâm Mâlik Ve Tefsir İlmi: 141

İmâm Mâlik Ve Hadîs İlmi: 141

İmâm Mâlik Ve Fıkıh İlmi 141

İmâm Mâlikin Kullandığı Deliller: 142

İmâm Mâlik Ve Diğer Müctehidler: 142

İmâm Muhammed. 143

İmâm Muhammed'in Ders Aldığı Diğer Zâtlar 143

İmâm Muhammed'in Talebeleri: 143

Hanefî Mezhebinin Muharriri 143

İlmî Seviyesi: 143

İmâm Muhammed'in Eserleri: 144

İmâm Muhammedin Vefatı 144

İmam Müslim.. 145

Eserleri 145

İmâm Şafiî 145

İmam Şafii'nin Meşayıhı 146

İmâm Şafiî'den Hadîs Rivayet Edenler: 146

İmâm Şafiî Ve Tefsir İlmi 146

İmâm Şafiî Ve Hadîs İlmi: 146

İmâm Şafiî'nin Fıkıh İlmindeki Metodu Ve Yeri 147

İmâm Şafiî Ve Ashabı Rev İle Ashabı Hadîs. 147

İmâm Şafii Ve Fıkıh Usûlü. 147

İmâm Şafiî Hazretlerinin Eserleri: 147

İmâm Şafiî'nin Mezhebinin Yayıldığı Yerler: 148

Şafii Mezhebine Bağlı Bazı Meşhurlar: 148

Menkıbeleri 148

İmâm Züfer 148

İmâm-Zâde Cûğî 149

Eserleri: 149

İmrân İbni Huseyn. 149

İsâ Ruhî Efendi 149

İshâk İbni Râheveyh. 150

Eseri: 150

Kab1sa İbni Zueyb. 150

Kadı Beyzavı 150

Eserleri: 150

Kadıhan. 151

Eserleri: 151

Kadı 1yaz. 151

Eserleri: 151

Kadı Şureyh. 152

Kadı-Zâde. 152

Eserleri 152

Kara Halil Efendi 152

Kasım Ebû Abdirrahman. 153

Kâşânî Alâu'd Dîn. 153

Eserleri: 154

Katade İbni Diame. 154

Kavs İbni Ebî Hâzim.. 155

Kerderî Muhammed. 155

Kudûrî Ebu’l Hüseyn. 155

Kudûrî'nin Eserleri: 155

Kuşeyrı Ebû'l-Kâsım.. 156

Eserleri: 157

Leys İbni Sa'd. 157

Levnekî Ebû'l-Hasenât Muhammed Abdü'l-Hay İbnü Muhammed El-Hindî 157

Eserleri: 158

Mâcişun. 158

Mahmud Esad Efendi 158

Mahmud Hamza Efendi 158

Eserler: 158

Mâlik İbni Âmir 159

Mehmed Zihni Efendi 159

Eserleri 159

Mekhûl İbni Zeyd. 160

Mesrûk İbni'l-Ecdâ. 160

Meysere İbni Habîb. 160

Mis'ar İbni Kıdâm.. 161

Molla Hüsrev. 161

Eserleri: 161

Molla Miskin. 161

Eseri: 162

Müâz İbni Cebel 162

Muhammed Ankaravî 163

Eserleri: 163

Muhammed Emin Efendi (Bağdad'lı) 163

Muhammed İbni Hanefiyye. 163

Muhammed İbni İshak. 163

Muhammed İbni Mahmud Mecdüd-Dîn. 164

Eserleri: 164

Muhammed İbni Râşid. 164

Muhammed İbni Semâa. 164

Eserleri 164

Muhammed İbni Şîrîn. 164

Mühammed İbni Sevr 165

Muhammed Sincârî 165

Eserleri: 165

Muhammed Zâhid El-Kevserî 165

Mus'ab İbni Umeyr 166

Mutarrif İbni Abdullah. 167

Mutarrif İbni Mazin. 167

Mücâhid İbni Cebr 167

Müsedded El-Basrî 167

Müsüm İbni Hâlid. 168

Müsüm İbni Yesâr 168

Muzafferü'd-Dîn İbni Sâatî 168

Eserleri: 168

Nâfî Ebû Abdillah. 168

Nasırü'd-Dîn Muhammed. 169

Eserleri: 169

Nâtıfî Ebû'l-Abbas. 169

Eserleri: 169

Nevevî 169

Eserleri: 170

Ömer Hilmi Efendi (Karın-Âbadlu) 170

Eserleri 170

Ömer İbni Abdülaziz. 171

Ömer İbni İshâk. 172

Eserleri: 172

Ömer Hulûsî Efendi (Gerdan-Kıran) 172

Ömer Nasûhî Bilmen. 172

Eserleri: 173

Ömer Nesefî 173

Ömer Nesefî'nin Eserleri; 173

Ömer Nizâmü'd-Dîn Fergânî 174

Eserleri: 174

Radıyüddîn Muhammed Es-Serahsî 174

Eserleri: 174

Râfî İbni Hadîc. 175

Rebiatü'r-Rey. 175

Rebi' İbni Hüseym.. 175

Rebi' İbni Sabîh. 175

Recâ İbni Hayve. 175

Remli Hayru'd-Dîn. 176

Eseri: 176

Ruknü'd-Dîn Muhammed İbni Muhammed Es-Semerkandî 176

Eserleri: 176

Rüknü'l-İslâm Ali Es-Suğdî 176

Eserleri: 176

Rüknü'l-İslam İbrahim İbni İsmail Es-Saffar 177

Eserleri 177

Sadeddin Taftazânî 177

Eserleri: 177

Sa'd İbni Ebî Vakkâs. 178

Sa'd İbni Muâz. 179

Sa'd İbni Ubâde. 181

Sadru'ş-Şehîd Burhânü'l-Eimme Hüsamü'd-Dîn Ömer İbni Abdi'l-Aziz El-Buhârî 181

Eserleri: 181

Sadrü'ş-Şerîati'l-Evvel Ahmed İbni Cemaliddîn Ubeydullah El-Mahbûbî 182

Sadrü'ş-Şerîati's-Sânî Ubeydullah İbni Mes'ûd İbni Tâci'ş-Şerîa Mahmud İbni Sadrü'ş-Şerîa Ahmed. 182

Eserleri: 182

Saıd Ibnı Cubeyr 182

Saîd İbni Ebî Arûbe. 183

Said İbni Müseyyeb. 183

Said İbni Zeyd. 183

Salim İbni Abdillah. 184

Salim İbni Ubeyd. 184

Seleme İbni Suheyb. 185

Selmân-I Fârisî 185

Semûre İbni Cündeb. 186

Seyfeddin İsmail Efendi 187

Seyyid Şerîf Cürcânî 187

Eserleri 188

Sıla İbni Züf Er 188

Sımak İbni Fazl 188

Süfyan İbni Üyeyne. 188

Eserleri: 189

Süfyan-ı Sevrı 189

Eserleri: 189

Süleyman İbni A'meş. 189

Süleyman İbni Habîb. 190

Süleyman İbni Yesâr 190

Süveyd İbni Gafele. 190

Şa'bî Ebû Amr Âmir İbni Şürahîl 190

Şerefü'd-Din Îsâ. 191

Eserleri: 191

Şemşü'l-Eimme Halvânî 191

Eseri: 191

Şemsü'l-Eimme Serahsî 192

Eserleri: 192

Şeyhülislâm Abdullah Efendi 193

Eserleri: 193

Şeyhu'l-İslâm Abdürrahim Efendi 193

Eserleri 193

Şeyhü'l-İslam Ali Efendi 193

Eserleri 194

Muteber Türkçe Fetva Kitapları: 194

Şeyhü'l-İslâm Ali İbni Muhammed El-İsbîcâbî 194

Eserleri 194

Şeyhu'l-İslâm İbni Kemâl Paşa. 194

İbni Kemâl'in Eserleri 195

Îbni Kemâlin Vefatı 196

Şeyhü'l-İslâm Sa'dî Çelebi 196

Eserleri: 196

Şeyhü'l-İslâm Yahya Efendi (Minkarî-Zâde) 197

Eserleri: 197

Şeyhülislam Zenbilli Ali Efendi 197

Eserleri: 197

Şihâbü'd-Dîn Kadı Ahmed. 198

Eserleri 198

Şirvânî-Zâde Ahmed Hulûsî Efendi 198

Şu'be İbni Haccâc. 198

Eserleri: 199

Şürahbîl İbni Simt El-Kindî 199

Şürünbülâlî Ebû'l-Berekât Hasan Bin Ammâr 199

Eserleri: 199

Şüreyk En-Nahaî (Kadı) 199

Taberâni Ebû'l-Kâsım Süleyman İbni Ahmed. 200

Eserleri 200

Tâcü'ş-Şerîa Mahmud Buharı 200

Eseri: 200

Tahâvî 201

Eserleri: 201

Tâhir İbni Ahmed. 201

Eserleri: 201

Tâhir İbni Selâm.. 201

Eseri: 202

Tahtâvî Ahmed İbni Muhammed. 202

Eserleri 202

Talhâ İbni Ubeydillâh. 202

Tavusıbnı Keysan. 203

Ubâde İbni Samıt 203

Ubeydulıah İbni Abdullah. 204

Urve Bin Zübeyr 205

Übey İbni Kâ'b. 205

Ümmi Habîbe (Ümmü'l-Mü'minîn) 206

Ümmü'l-Mü'minîn Cüveyriyyk. 206

Ümmü Seleme (Ümmü'l-Mü'minîn) 206

Veki İbni Cerrah. 206

Velvâlici  Abdü'r-Reşid  Ebû'l-Feth Zahîuü'd-Dîn  İbni  Ebî  Hanîfe. 207

Velvâlicî'nin Eseri: 207

Vahyâ İbni Eksem.. 207

Yahya İbni Eyyûb. 208

Yahya İbni Maîn El-Bağdâdî 208

Yahya İbni Saîd El-Kattân. 209

Yahya İbni Saîdi'l-Ensarî 209

Yahya İbni Yahya Ed-Dımaşkî 209

Yahya İbni Yahya El-Leysî 209

Yahya İbni Zekeriyyâ. 209

Yakub Efendi (Seyyid Ali-Zâde) 209

Eserleri 210

Yezid İbni Ebî Habîb. 210

Yûnus Vehbi Efendi, 210

Zâdân. 210

Zehebî 210

Eserleri: 211

Zeyd İbni Sabit 212

Zeyleî Cemâlü'd-Dîn Abdullah İbni Yûsuf İbni Muhammed. 213

Zeyleî Fahrü'd Dîn Ebû Muhammed Osman İbni Ali 213

Eseri: 214

Zemahşerî Ebû'l-Kasım Mahmud İbni Ömer 214

Eserleri: 214

Zeyne'l-Âbidın. 215

Zeynitd-Dîn Ebü'l-Feth Es-Semerkandî 215

Eseri: 215

Zirr İbni Hubeyş. 215

Zübeyr İbni'l-Avvâm.. 216

Zürâre İbni Evfâ. 216

 

BAZI MEŞHUR FAKIYHLER VE ESERLERİ

 

Abdullah İbnü Abbâs

 

Peygamber (S.A.V.) Efendimizin amcası Hz. Abbas (R.A.)'m oğludur. Ashâb-ı kiram arasında ilim ve fekâheti ile temeyyüz etmiştir.

Hz. Abdullah (R.A.)'ın annesi Lübâbetü'l-Kübrâ binti Hâris-i Hilâliyye, ilk müslüman olanlardandır.

Hz. Abbas (R.A.) da, önceden müslüman olduğu hâlde, bunu gizli tutmuş ve müslüman olduğunu Mekke'nin fethinde açıklamıştı.

Abdullah İbni Abbas (R.A.) hazretleri, hicretten bir kaç sene önce Mekke'de doğmuş ve 68 (milâdî 687) senesinde Tâif'te vefat etmiştir.

Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, Abdullah ibni Abbas (R.A.) hakkında şöyle duâ buyurmuştur:

— "Yâ Rabbi, ona hikmet öğret."

O'nun hakkında bir başka duası da şöyledir:

—"Yâ Rabbi, onu dinde fakıyh kıl ve ona tefsir (= te'vil) ilmi­ni Öğret.'

Abdullah İbni Abbas (R.A.), daha küçük yaştan itibaren Pey­gamber (S.A.V.) Efendimizin yanına gidip gelirdi. Teyzesi Meymûne binti Haris (R. Anhâ), Peygamber (S.A.V.) Efendimiz'in zevcesi ol­duğu için, bu sebeple de, İbni Abbas (R.A.) hazretleri, Peygamber (S.A.V.) Efendimizin evine giderdi. Bazı gecelerde de orada kalırdı.

Abdullah İbni Abbas (R.A.) hazretleri, bu şekilde, peygamber

(S.A.V.) Efendimizin yakınında ve hizmetinde bulunmuş ve abdest almayı, namaz kılmayı bizzat O'ndan öğrenmiştir.

Abdullah İbni Abbas (R.A.) hazretleri henüz küçük yaşta iken, Fahr-i Kâinat (S.A.V.) Efendimizi sık sık görmüş ve nübüvvet kay­nağından feyz almıştır.

Peygamber (S.A.V.) efendimiz Medine'ye hicret ettikten son­ra, Abdullah İbni Abbas (R.A.), hicretin sekizinci senesine kadar, —ailesi ile birlikte— Mekke'de kalmıştır. Mekke'nin fethinden son­ra, Medine'ye hicret etmiştir. İbni Abbas (R.A.) hazretleri, Medi­ne'ye hicret ettiği sırada henüz 11-12 yaşlarında bulunuyordu.

Abdullah İbni Abbas (R.A.) hazretleri, Peygamber (S.A.V.) Efendimizin Vefatı sırasında 13 veya 15 yaşında bulunuyordu ve Kur'ân-ı Kerim'in bir kısmını ezberlemişti.

Bundan sonra Kur'ân-ı Kerîm'in tamamını ezberlemiş ve Übey İbni Ka'b (R.A.) ile Zeyd İbni Sabit (R.A.)'e dinletmiştir.

Abdullah İbni Abbas (R.A.), Hz. Ömer (R.A.) 'in sohbetlerine ve ilim meclisine devam etmiş, O'ndan ve ashâb-ı kiramın diğer ileri gelenlerinden gerektiği gibi istifade etmiştir.

Hz. Ömer (R.A.) de, genç bir zât olmasına rağmen Abdullah İbni Abbas (R.A.)'e hürmet eder ve ilminden dolayı, onu yaşlı zât­ların önünde tutardı.

Abbullah İbni Abbas (R.A.) hazretleri, daha genç yaşlarda iken ilimde yüksek derecelere ulaşmıştı. Hz. Ebû Bekir (R.A.) 'm halife­liği sırasında ilimle iştigal etmiş ve tefsir, hadis, fıkıh ilimleri ile şiir­de, edebiyatta ve diğer sahalarda çok iyi bir şekilde yetişmiştir.

Abdullah İbni Abbas (R.A.), Hz. Ömer ve Hz. Osman (R.A.)'m halifelikleri sırasında müftülük yapmış, halka fetva vermiştir.

Hz. Ömer (R.A.), zor mes'elelerin O'na sorulmasını ve alınan cevabın kendisine bildirilmesini isterdi.

Abdullah İbni Abbas (R.A.) hazretleri, kendisine sorulan mes'-eleleri çok isabetli bir şekilde cevaplandırmış ve hiç bir mes'elede te­reddüde düşmemiştir.

İbni Abbas (R.A.)» kendisine sorulan mes'elelere cevap verir­ken, önce Kur'ân-ı Kerim'e bakar; onda açıkça bulamazsa, hadise bakar sonra Hz. Ebû Bekir (R.A.) ve Hz. Ömer (R.A.)'in mes'ele hakkındaki hükümlerini araştırırdı. Bunlarda da bulamazsa, kendi ictihâdiyle cevap verirdi.

İbni Abbas (R.A.) hazretleri, kendisine havale edilen mes'elele­re, gayet açık ve isabetli cevaplar vermekle meşhur olmuştur. Bun­dan dolayı, kendisine çok sayıda mürâcat vâki olur ve soru sahiple­rini ellişer kişilik gurublar hâlinde huzuruna alıp mes'elelerine ce­vap verirdi.

Abdullah İbni Abbas (R.A.) hazretleri, Hz. Osman (R.A.) 'nın zamanında yapılan Afrika seferine katılmış ve bu seferde, İslâm or­dusu adına kendisine elçilik görevi verilmişti. Bu vesile ile, o sırada Afrikada hükümdarlık eden Cercis ile görüşmüştür. Cercis ve adam­ları, İbni Abbas (R.A.) hazretlerinin akü, zekâ, fikrî kuvvet ve ilmi­ni görüp hayret etmişler ve "Bu, arapların mütebahhir âlimidir."

demişlerdir.

İbni Abbas (R.A.), Hz. Osman (R.A.) zamanında, O'nun em­riyle, "O'nun adına hac emîri" olmuş ve bu hac emirliğinden dön­düğünde, Hz. Osman (R.A.) şehid edilmişti.

Abdullah İbni Abbas (R.A.) hazretleri, Hz. Ali (R.A.)'nin ha­lifeliği sırasında Basra valiliği yapmış ve daha sonra da Mekke'ye yerleşmiştir.

Abdullah İbni Abbas (R.A.), hangi gün ne iş yapacağını önce­den plânlar ve yaptığı bu plânı aynen uygulardı. Ashâb-ı kiram ara­sında, ilminin üstünlüğü ile tanınırdı.

Abdullah İbni Abbas (R.A.) hazretleri, Hz. Ömer (R.A.), Hz. Osman (R.A.) ve diğer sahâbüerden pek çok iltifat görmüş ve bu il­tifatlar karşısında hâlini asla değiştirmeyip, tevazuu terketmemiştir.

Abdullah İbni Abbas (R.A.), özellikle Kur'an-ı Kerim ve tefsir ilminde yüksek bir mertebe sahibi idi. Bu sebeple O'na tercümânü'I-Kur'ân denilirdi.

İbni Mes'ûd (R.A.) hazretleri, Abdullah İbni Abbas (R.A.) hak­kında: "O, sultânü'l-müfessirîn'dir." buyurmuştur.

Abdullah İbni Abbas (R.A.) hazretlerine, hirbPI ümme (= üm­metin âlimi) ve bahr ( = —ilimde— derya, deniz) gibi isimler de verilmiştir.

Abdullah İbni Abbas (R.A.) hazretleri, hadis sahasında da de­rin bir âlim idi. Kendisi, Peygamber (S.V.A.) Efendimizden 1660 ka­dar hadîs-i şerif rivayet etmiştir.

Abdullah İbni Abbas (R.A.) hazretleri, fıkıh ilminde de en bü­yük âlimlerden biri idi. O, fıkıh ilminin temel direklerindendir. Fet­vaları ciltlerle kitap dolduracak kadar çoktur. O'nun fetvaları, fıkıh ilminin temellerindendir.

Mekke'de yetişen fakıyhler; —ya doğrudan doğruya ondan ders alarak veya dolaylı olarak onun ilminden istifâde ederek— onun va­sıtası ile yetişmişlerdir.

Abdullah İbni Abbas (R.A.) fıkıh ilminin mühim bir kolu olan ferâiz (= mîras hukuku) sahasında da ileri derecede bilgi sahibi idi.

Abdullah îbni Abbas (R.A.) hazretleri, kendisinden ilmî bir mes'-ele soranlara, o mes'eleyi öğretirdi. Bir âyet-i kerîmeyi anlamayan veya kendisine birmüşkilini arzeden kimselere, onları tatmin edecek olan cevabı verirdi.

Abdullah İbni Abbas (R.A.) hazretleri, Kur'ân âyetlerinin bir araya toplanıp, mushaf hâline getirilmesinde mühim hizmetler yapmıştır.

İbni Abbas (R.A.) hazretlerinin müstakil bir tefsir kitabı yok­tur. Ancak, O'nun tefsir hakkındaki rivayetleri muhtelif tefsir kilaplarında  yer almıştır.

Abdullah İbni Abbas (R.A.)'ın derslerinde tefsir, hadis, fıkıh gibi dîni ilimlerden başka, lisan, şiir, edebiyat ve tahrir gibi ilimler de öğretilirdi.

Müstakil derslerden başka, namazların sonunda halka vaiz ve nasihatta bulunur; hutbeler iradederdi.

İslâm ülkesinin hudutları genişleyince, Abdullah İbni Abbas (R.A.) hazretleri, yeni fethedilen beldelere seyahatler yapmış ve bu­ralardaki arapça bilmeyen müslümanlara da tercümanlar aracılığı ile vaiz-u nasihatlerde bulunmuştur.

Abdullah İbni Abbas (R.A.), pek çok âlim yetiştirmiştir. Ve ken­disinden pek çok âlim hadîs-i şerîf rivayet etmiştir.

Abdullah İbni Abbas (R.A.), son günlerinde bir hafta kadar has­ta yattıktan sonra vefat etti ve cenaze namazım Hz. Ali (R.A.)'nin oğlu Muhammed İbni Hanifiyye (R.A.) kıldırdı. Ve: "Bu gün, bu ümmetin en Rabbânî âlimi vefat etti." buyurdu. [1]

 

Abdullah İbnü Amr İbni Âs

 

Abdullah, ashâb-ı kiramın ileri gelenlerinden Amr İbni Âs (R.A.)'ın oğludur. Ve babasından önce müslüman olmuştur.

Tam ismi Abdullah ibni Amr İbni Âs ibini Vâil İbni Hâşim İbni Said İbni Sehn İbni Amr İbni Haris İbni Ka'b İbni Lüey el-Kareyşı'dir.

Asıl adı Âs idi. tslâmiyetle şereflendikten sonra, Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, Âs ismini Abdullah olarak değiştirdi.

Künyesi, Ebû Muhammed veya £bü Abdurrahman'dır.

Annesi, Râita binti Miinebbinh İbni Haccac İbni Âmir İbni Huzeyfe İbni Sstmd bin Zehm'dir.

Hanımı ise, Peygamber (S.A.V.) efendimizin amcasının oğlu Ab­dullah (ibni Abbas)'ın kızı Umre (R. Anhâ) idi. Oğlu Muhammed, bu evlilikten dünyaya geldi.

Abdullah, babası.Amr ibni As'tan —sadece— on iki yaş küçüktür.

Abdullah İbni Amr İbni Âs (R.A.) Hazretleri yaklaşık 70 yıl yaşadı. Ve hicrî 65 (milâdî 684) yılında Şam'da vefat etti. Bununla beraber vefat yerinin Mekke, Tâif veya Mısır olduğu hususunda ve vefat tarihi hakkında değişik görüşler de vardır.

Abdullah İbni Amr İbni Âs (R.A.) hazretleri, ashab-ı kiram arasın­da ilmi ile temayüz etmiş bir zât'dı. Hadis-i şerifleri yazardı. Tefsir

ve fıkıh sahasında ileri bîr âlim idi. Ve Kur'ân-ı Kerim'in tamamım ezberleyen hafızlardan idi.

Abdullah İbni Amr (R.A.) hazretlerinden 700 hadis-i şerîf rivayet edilmiştir.

Kendisi, ibâdetle pek çok iştigal eden âbid ve zâhid bir zât idi. Bu sebepten dolayı Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, Abdullah İbn Amr (R.A.) hazretlerine:

—"Muhakkak ki, senin üzerinde bedeninin hakkı vardır; eşi­nin hakkı vardır; iki gözünün de hakkı vardır. Her hususta itidale riâyet etmek lâzımdır. Artık kendini fazla yormamahsın." buyurmuştu.

Abdullah İbni Amr (R. A.), çok Kur'an okur; geceleri namaz kılar; gündüzleri oruç tutardı.

Abdullah İbni Amr (R.A.) , Bedir ve Uhud savaşlarından başka, bütün savaşlarda Peygamber (S.A.V.) Efendimizin yanında bulun­muştur. Bu ilk iki savaşa da yaşının küçük olması sebebiyle katılamamıştır.

Abdullah İbni Âs (R.A.) hazretleri çok cömertti; eline geçen şeyi hemen dağıtır ve herkesi memnun ederdi.

Abdullah İbni Amr İbni Âs (R.A.) hazretleri, bizzat Peygamber (S.A.V.) Efendimizden işiterek, pek çok şey öğrenmiştir. Şöyle ki: Abdullah İbni Amr (R.A.) Hazretleri, Peygamber (S.A.V.) Efendimiz­den, "kendisinden işittiği her şeyi yazmak için" izin istemiş ve aldı­ğı bu izin üzerine pek çok hadîs-i şerif yazmıştır.

Ashâb-ı kiram arasında en çok hadis rivayet eden Ebû Hureyre (R.A.):

—"Resûlullah (S.A.V.)'in hadislerini, benden çok ezberleyen ve rivayet eden olmamıştır. Fakat, Abdullah İbni Ömer benden daha çok ezberlemiştir. Çünkü, O yazıyordu. Ben ise yazmıyordum." diyerek, O'nun ilminin çokluğunu belirtmiştir.

Abdullah İbni Amr (R.A.)'ın, Fahr-ı Kâinat (S.A.V.) Efendimiz­den her işittiğini yazdığını gören ileri gelen sahâbiler, ona:

—"Sen Resûlullah (S.A.V.)'dan işittiğin her şeyi yazıyorsun; hal­buki Resûl-i Ekrem (S.A.V..), söz söylerken bazen gazap ve kızgın­lık hâlinde, bazen de sevinç hâlinde bulunmaktadır." dediler. Bu­nun üzerine tereddüde düşen Abdullah İbni Amr (R.A.) hazretleri, bu mes'eleyi tekrar Peygamber (S.A.V.) Efendimize arzetti.

Fahr-i Kâinat (S.A.V.) Efendimiz, O'nu dinledikten sonra: —"Yazmaya devam et. Çünkü, Allahu Teâla'ya yemin ederim ki, ağzımdan hak (= doğru, gerçek) olandan başka bir şey çıkma­mıştır." buyurmuştur.

Abdullah İbni Amr İbni Âs (R.A.) hazretleri, Peygamber (S.A.V.) Efendimizden işittiği bütün hadîs-i şerifleri Sâhife-i Sadıka denilen bir mecmuada toplamıştır. Kendisine bir suâl sorulduğu zaman, yazdı­ğı bu mecmuaya bakarak cevap verirdi.

Abdullah İbni Amr İbni Âs (R.A.) hazretlerinin ilminden en çok is­tifâde eden muhitlerden biride Basra idi. Bütün müslümanlar, O'nun naklettiği ilimlerden istifâde etmişlerdir.

Abdullah İbni Amr (R.A.) hazretleri, doğrudan doğruya Peygam­ber (S.A.V.) Efendimiz'den hadis-i şerifler rivayet ettiği gibi, O'nun mübarek hadislerini, Hz. Ömer (R.A.), Abdurrahman İbni Amr (R.A.) ve Muâz İbni Cebel (R.A.) gibi pek çok sahâbiden de rivayet etmiştir. Kendisinden de Enes ibni Mâlik, Ebû Umâme, Sen! İbni Hamı ve Ab­dullah İbni Haris İbni Nevfel gibi pek çok âlim hadîs-i şerif rivayet etmiştir. Abdullah İbni Amr (R.A.) hazretleri, bizzat Resuhıllah (S.A.V.)'in mübarek ağzından işiterek topladığı hadîs-i şerif mecmuasına son de­rece titizlik gösterirdi.

İmâm Mücâhid (R.A.) şöyle anlatıyor:

— Abdullah ibni Amr (R.A.)'ın elinde bulunan kitaplardan her hangi birine bakmak istediğimiz zaman, O, buna mâni olmazdı. Fa­kat, bu hadis mecmualarından birini okumak istediğimiz zaman, ona son derece itina gösterir ve bize: "Ben, bunu, bizzat Resûl-i Ekrem (S.A.V.)'in mübarek ağzından işiterek topladım. Onu, bütün dün­yaya değişmem." derdi.

Abdullah İbni Amr İbni Âs (R.A.) hazretlerinin ilim halkaları çok gelmişti. Kendisinden ilim öğrenmek için çok uzak yerlerden gelir­lerdi. Talebeleri, O'nu çok severlerdi.

Abdullah ibni Amr (R.A.) hazretlerinin pek çok hikmetli sözleri vardır:

Bir gün, kendisine:

—"Şerrin en fenası ve hayrın en iyisi hangisidir?" diye sordular. O, şöyle buyurdu:

— Hayrın .en iyisi doğru söz, kötülük düşünmeyen kalb ve itaat eden hanımdır. Serlerin en fenası, ise yalan söz, fenalık düşünen kalb ve itaat etmiyen hanımdır. [2]

 

Abdullah İbni Ebî Bekk

 

İslâmiyeti ilk kabul eden zâtlardan olup, Hz. Ebû Bekir (R.A.)'in oğludur. Ve küçük yaşta müslüman olmuş bir sahabîdir.

Resûl-i Ekrem (S.A.V.) ile Hz. Ebû Bekir, hicret esnasında sevr mağarasında bulundukları sırada, Hz. Abdullah, akşam karanlığın­dan istifade ederek, onların yanlarına gider; yemek ve su götürür; Kureyşin ahvalini onlara haber verirdi. Geceyi orada geçirir ve tan yeri ağarmadan Mekke'ye dönerdi.

Abdullah İbni Ebî Bekir (R.A.), hicret-i nebeviden sonra Mekke'­den Medine'ye geldi. Bilâhare Mekke-i Mükerreme'nin fethinde ve bundan sonra da Huneyn ve Tâif gazalarında bulundu. Âlim ve fa-kiyh bir zât idi.

Huneyn'den kaçan Sakîflilerle Havâzinlilerin toplanıp, bir ara­ya gelenlerine mâni olmak için, onların sığınıp saklandıkları Taif ka­lesini muhasara etti. Bu muhasara esnasında kendisine isabet eden bir okla yaralandı. Ve, Medine'ye yaralı olarak döndü.

Hz. Ebû Bekir (R.A.)'in halifeliğinin başlarında ve hicretin on birinci yılının Şevval ayında, Tâif'tc aldığı yaranın iyileşmcmesi se­bebiyle vefat etti. Bu yüzden, Tâif Şehitlerinden sayılır.

Hz. Abdullah (R.A.)'ın cenaze namazını, babası Ebû Bekfi's-Sıddîk (R.A.) kıldırdı. Kabre ise, Hz. Ömer (R.A.) ile Hz. Talha (R.A.) ve kardeşi Abdurrahman İbnü Ebî Bekir (R.A.) indirdiler. [3]

 

Abdullah İbnü Ebî Evfâ

 

Adbullah İbnü Ebî Evfâ (R.A.) ashab-ı kirâmdandır. Hicretten bir müddet önce Medine'de doğmuştur. Babası Ebû Evfâ da ashâb-ı kirâmdandır. Ebû Evfâ'nın adı Alkame'dir.

Abdullah îbnü Ebî Evfâ (R.A.), —yaşı küçük olduğu için— Me­dine devrinde meydana gelen ilk gazvelere iştirak edememiştir. Hay-ber Gazvesi'nden itibaren. Peygamber (S.A.V.) Efendimizle bera­ber bir çok gazada bulunmuştur.

Abdullah bin Ebî Evfâ (R.A.), Mekke'nin fethinden sonra, Hu­neyn Gazvesi'ne iştirak etmiş ve bu savaşta ağır bir şeklide yaralan­mıştır. Daha sonra da Tebük Gazvesine iştirak etmiştir.

Abdullah bin Ebî Evfâ (R.A.) hazretleri, Hz. Ebu Bekir (R.A.) zamanında mürtedlerle yapılan savaşlara da katılmıştır.

İbnü Ebî Evfâ (R.A.), Hz. Ömer (R.A.) zamanında Irak tarafı­na gitmiş ve Kûfe'de yerleşmiştir.

Abdullah b. Ebî Evfâ (R.A.) hazretleri, tavattun ettiği Kûfe'de vefat etmiş ve Kûfe'de vefat eden en son sahâbi bu zât olmuştur.

Abdullah b. Ebî Evfâ (R.A.), fakıyh bir zattı. Etrafındakilere va'z-u nasihatta bulunur ve bildiklerini, diğer insanlara aktarırdı.

İbnü Ebî Evfâ (R.A.) hazretleri, Peygamber (S.A.V.) Efendi­mizden 95 hadîs-i şerîf rivayet etmiştir.

Hicrî 86 senesinde Kûfe'de vefat etmiş ve orada defnedilmiştir. [4]

 

Abdullah İbnü Ebî Müleyke

 

Tabiînin büyüklerinden, fakıyh bir zâttır.

Mekke-i Mükerreme'de yaşamış ve hicri 117 (mîlâdî 735) sene­sinde, yine orada vefat etmiştir.

Abdullah b. Ebî Müleyke, fıkıh, tefsir, hadis ve kıraat ilimle­rinde, zamanın meşhur âlimlerinden idi.

İmâm Buhârî'nin rivayetine göre, İbnü Ebî Müleyke otuz sahâ-bî ile görüşmüş ve onlardan çok sayıda hadis-i şerîf rivayet etmiştir.

Ebû Zür'a ve Ebû Hâtem, "İbnü Ebî Müleyke'nin sika (= gü­venilir) bir râvî olduğunu ve müksirün'dan (= en çok hadis rivayet edenlerden) bulunduğunu" söylemişlerdir. Rivayet ettiği hadislerden bir kısmı Sahih-i Buhârî'de mevcuttur.

İbnü Ebî Müleyke, bir ara, Mekke'de halifeliğini îlan eden Ab­dullah bin Zübeyr'in kadılığını da yapmıştır. [5]

 

Abdullah İbnü Ebî Zekeriyyâ

 

Tabiînin büyüklerinden olan Abdullah bin Ebî Zekeriyya, Hu-zâa kabilesindendir ve Ebû Yahya eş-Şâmî diye mâruftur.

Doğum tarihi bilinmemektedir. Hicrî 119 (m. 737) yılında, — Halife Hişam zamanında— vefat etmiştir.

İbnü Ebî Zekeriyya, ilim cihetinden Mekhûl'ün akranı idi. Ken­disi fıkıh ve hadis sahasında* derin ve sika bir âiim ve âbid bir zât idi. Bir çok âlim, ondan hadis-i şerîf öğrenmiş ve nakletmiştir. O, Şamlıların en âlimlerinden biri idi.

İbni Sa'd, O'nun, "Şamlı tabiîlerin üçüncü tabakasından oldu­ğunu söylemiş ve: "O, hadis ilminde sıka bir âlimdir ve az hadis ri­vayet etmiştir." demiştir.

Evzâî ise, İbnü Ebî Zekeriyya hakkında: "O, zamanında Şam'­ın en faziletlesi ve seçkinlerinden biri idi." demiştir.

Yeman bin Adiy de : "O, Şam'da en çok ibâdet eden şahıslar­dandı." demiştir.

Ebû Cemile, İbnü Ebî Zekeriyya hakkında şöyle demiştir: "Onun. meclisinde hiç kimse konuşamazdı. O, şöyle derdi: Âl-lahu Teâlâ'yı anıp, O'nun emir ve yasaklarından konuşursanız, si­zinle ilgilenir ve size kıymet veririm. Eğer insanlardan ve onların dedi­kodu ve gıybetlerinden bahsederseniz, sizi terkederim; yanınızda durmam."

O, gerçekten takva sahibi idi. Yani, haram ve sakıncalı şeyler­den titizlikle kaçınırdı.

Bir yolculuk sırasında, bir yerde konakladı. İyi cins bir atı var­dı. Ve, o namaz kılarken, atı başkasının otlağından bir miktar otla-dı. Namazı bitirince, o atı, otlak sahibine hediye edip, yoluna yaya olarak devam etti.

Hâkim şöyle demiştir:

"İbni Mübarek âfakta asrının imamıdır. İlim, zühd, şecaat ve cömertlik yönünden asımdaki insanların en evlâsıdır." Ebû Üsâme ise:

İnsanlar arasında Emîrü'l-mü'minîn (= devlet başkanı) ne ise, hadis âlimleri arasında da İbni Mübarek olur." demiştir. İsmail bin İyas da şöyle demiştir.

"Yeryüzünde Abdullah bin Mübarek gibisi yoktur; Allahu Te-âla yarattığı her güzel hasletten O'na da vermiştir." Ahmed İbni Hanbel (R-A.) de şöyle demiştir: "İbni Mübarek'in zamanında, ondan ziyade ilim talebinde bu­lunan bir kimse, yoktu. İlim için Yemen'e Mısır'a, Şam'a, Basra'ya ve Kûfe'ye yolculuklar yapmıştır. O, ilim râvilerinden idi. Hadis'te âlim ve hafız idi. Bir çok eseri vardır."

İbni Mübarek hazretleri aynı zamanda şiir ve edebiyata da vâ­kıftı. Gayet güzel ve tesirli konuşurdu.

Abdullah bin Mübarek hazretlerinin talebelerinden Fadl bin Mû-sâ, Muhalled bin Hüseyn ve diğer bazı talebeleri bir araya gelerek "haydi İbni Mübarek'in güzel sıfatlarını sayalım." dediler ve itti­fakla: "0, ilmi, edebi, fıkhı, nahvi, lügati, şiiri, fesâhatî, zühdü, ve-râı, insafı, gece kalkıp ibadet etmeyi, haccı, gazayı, biniciliği, kah­ramanlığı, faydasız konuşmayı terketmeyi ve arkadaşlarına muha­lefet etmemeyi, bir araya toplamıştır." dediler.

Abbâs bin Mus'ab da, bu cümleye şunu ilâve etmiştir: "Hadisi, fıkhı, arapcayı, şecaati, cömertliği ve gıyaplarında arkadaşlarına sevgi göstermeyi bir araya getirmişti."

Abdullah bin Mübarek hazretleri, hicrî 181 (milâdî 796) tarihinde bir gazadan dönerken, Fırat civarında, Behit denilen bir beldede ve­fat etmiştir. [6]

 

Abdullah İbnü Mes'ûd

 

Abdullah İbnü Mes'ûd (R.A.), İslâmı kabul edenlerin altıncısı­dır ve ashâb-ı kiram arasında fıkıh ve güzel Kur'ân okuma sahasın­da meşhur olmuştur.

Annesi Ümmü Abd de hanım sahâbilerdendir. îbni Mes'ûd (R.A,) hazretleri genç yaşta müslüman olmuş ve daima Peygamber (S.A.V.) Efendimizin yanında ve hizmetinde bu­lunmuştur. Kendisine, her zaman Peygamber (S.A.V.) Efendimizin huzuruna ve evine girme izni verilmişti.

Çoğu zaman Resûlullah (S.A.V.)' in huzurunda bulunduğu için, Kur'ân-ı Kerimi iyi öğrenmiş ve pek çok hadis-i şerif ezberlemiştir. Mekke'de, ilk defa herkesin önünde açıktan Kur'ân okuyan sa-hâbi Abdullah İbnü Mes'ûd (R.A.) hazretleridir.

Bir gün ashab-ı kiram tenha bir yerde toplanıp "Vallahi, Rasû-lullah (S.A.V.)'den başka, Kureyş'e, Kur'ân-ı Kerimi açıktan dinle­tebilecek bir kimse çıkmadı." dediler, bunun üzerine Abdullah bin Mes'ûd (R.A.): "Ben dinletirim." dedi.

Ashâb-ı kiram: "Biz, onların sana bir zarar vermesinden kor­karız. Biz, öyle bir kimse isteriz ki, îcabettiği zaman kendisini müş­riklerden koruyabilecek bir kavmi ve kabilesi bulunsun" dediler. İbni Mes'ûd (R.A.): "Bırakın gideyim. Allahu Teâlâ beni on­lardan korur." dedi ve ertesi gün, Ka'be'de Makâm-i İbrahim'e vardı. Müşrikler de orada toplanmış bulunuyorlardı. İbni Mes'ûd (R.A.) hazretleri, ayakta besmele çekerek Rahman Sûresini okumaya başladı. Müşriker birbirlerine: "Ümmü Abd'in oğlu ne söylüyor; her hâl­de Muhammed'in getirdiği şeyleri okuyor." diyerek, O'nrn üzerine abandılar; yumruk, tekme ve tokatla elini yüzünü belirsiz hâle getir­diler. Fakat O, bütün bu saldırılar altında da Kur'an okumaya de-[7]

 

Abdullah İbnü Habîb

 

Abdullah İbnü Habîb, Rebîatü's-Selmî'nin torunudur. Büyük bir fakıyh olan Abdullah İbnü Habîb hazretleri, hicrî 105 tarihinde, doksan yaşında olduğu hâlde vefat etmiştir. [8]

 

Abdullah İbnü'l - Mübarek

 

Abdullah İbnü Mübarek Ebû Abdurrahman el-Mervezî, İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe (R.A.)'nin büyük talebelerinden biridir. Tebe-i tâbiîndendir.

İbni mübarek hazretleri Türktü. Horasan'da hicrî 118 (miladî 796) yılında dünyaya gelmiştir.

İbnü Mübarek (R.A.) hazretleri, Hişam bin Urve, Yahya el-Ensârî, Süleyman et-Teymî ve A'meş gibi meşhur âlimlerden hadis almış ve O'ndan da Süfyân es-Sevrî, Ca'fer bin Süleyman, Ebû Dâ-vud et-Teyâlisî ve İmam Muhammed bin Hasan gibi büyük âlimler rivayette bulunmuşlardır.

İbni Mübarek hazretleri çok sayıda eserler yazmış ve talebeler yetiştirmiştir. Bu talebelerinden biri de Ahmed bin Hanbel (R.A.) hazretleridir.

Abdullah bin Mübarek (R.A.) hazretleri bir yıl ticaretle uğraşır ve kazancını fakirlere tasadduk ederdi. İkinci yıl ise, Allah yolunda cihada çıkardı.

O'nun âlim, fakıyh ve faziletli bir zât olduğunda ittifak vardır. O, zühd ve takva sahibi idi. Geceleri ibâdetle geçirirdi. Az konuşur ve sözleri hüccet (= delil) sayılırdı. Duası makbûL olan zatlardandı.

İbni Mübarek hazretlerinin kitaplarında yirmi bin hadis-i .serili bulunmakta idi.

Abdullah bin Mübarek hazretleri tabiînden bir kısmı ile görüşmüştür.

O, din düşmanlarına karşı nefsi ile cihad edenlerin başında gelirdi.

vam etti. Ve ashâb-i kiramın yanma yüzü gözü yara bere içinde dön­dü. Ashâb-ı kiram bu duruma çok üzüldüler. Ve: "Zaten biz, senin bu akıbete uğrayacağından korkmuştuk, korktuğumuz başımıza gel­di." dediler.

İbni Mes'ud (R.A.) hazretleri ise hiç üzgün değildi. Ve: "Ben, Allah düşmanlarını, bu günkü kadar zayıf görmedim. İsterseniz, yarın sabah, onlara bir o kadar daha Kur'an dinletebilirim." dedi.

Ashâb-ı kiram ise:

"Hayır; sana bu kadar yeter. O azılı kâfirlere hoşlanmadıkları şeyi dinlettin." dediler.

İbni Mes'ûd (R.A.), bundan sonra da, pek çok defa müşrikler arasında Kur'ân-ı Kerim okumuştur. Kalem Sûresini, açıktan ve yük­sek sesle ilk defa okuyan da O'dur.

Müşrikler, İbni Mesûd (R.A.)'u, kızgın kumlara yatırarak iş­kence etmişler. Buna rağmen O, açıktan Kur'an okumaktan vaz geçmemiştir.

İbni Mes'ûd (R.A.) hazretleri, —müşriklerin işkencelerinden dolayı— Habeşistana yapılan iki hicretede katılmıştır.

Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, Medine'ye hicret buyurduktan sonra, İbni Mes'ûd (R.A.) hazretleri de, Habeşistan'dan Medineyi Münevvere'ye gelmiştir.

Abdullah İbnü Mesud (R.A.), Medine'ye gelince önce Muaz bin Cebel (R.A.)'e misafir olmuş; daha sonra da kendisi için Mescid-i Nebi'nin yanında küçük bir ev yapılmış ve İbni Mesud (R.A.) haz­retleri bu evde ikamet etmiştir.

İbni Mes'ûd (R.A.) hazretleri, evinin Mescid-i N bî'ye yakın ol­ması sebebiyle, sık sık Resûlullah (S.A.V.) Efendimizin hizmetine ve sohbetine koşardı. Hatta, O'nu yakından tanımayanlar, kendisi­ni Fahr-i Kâinat (S.A.V.) Efendimizin ailesinin bir ferdi sanırlardı.

Abdullah İbnü Mes'ûd (R.A.) hazretleri çok cesur ve kahraman bir zâtdı. O, Rasûlullah (S.A.V.)'in katıldığı bütün savaşlara katılmıştır.

İbni Mes'ûd (R.A.) hazretleri, Bedir savaşında, kâfirlerin ele­başısı olan Ebû Cehil'i öldürmüştür.

Abdullah İbnü Mes'ûd (R.A.) hazretleri, girdiği her savaşta, şe-hid olma gayreti ile çarpışırdı.

İbni Mes'ûd (R.A.) hazretleri, Peygamber (S.A.V.) Efendimi­zin vefatından sonra, O'nun ayrılığına dayanamadı. Ve insanlardan uzaklaşıp inzivaya çekildi.

Daha sonra, ibni Abbas (R.A.), Hz. Ömer (R.A.)'in halifeliği zamanındaki fetihlere katılmış ve —özellikle— Yermük Savaşında büyük gayret ve cesaret örneği olmuştur.

Hicretin 20. yılında (m. 651), Hz. Ömer (R.A.) tarafından Kû-fe'ye kadı olarak tayin edilen İbni Mes'ûd (R.A.), orada beytü'1-mâl muhafızlığı da yaptı.

Hz. Ömer (R.A.), bu tâyinle ilgili olarak, Küfe halkına yazdığı mektupta şöyle diyordu:

"Ben, size Ammar İbnü Yâsir'i emîr ( = vali), Abdullah İbnü Mes'ûdu da muallim ve vezir olarak gönderdim.

Bunlar ashâb-ı Bedir'dendir. Siz, onlara uyun ve emirlerine ita­at edin.

İbni Mes'ûdu yanımda alıkoymayarak; sizi, kendime tercih et­tim."

îbni Mes'ûd (R.A.) hazretleri, üzerine aldığı bu vazifeyi son de­rece liyâkat ve ehliyetle yürütmüştür. Bu kadılık görevi sırasında zu­hur eden bir çok hâdise hakkında fetva vermiş ve ictihâdda bulunmuştur.

İbni Mes'ûd (R.A.) hazretleri, Hz. Osman (R.A.) zamanında da kadılık ve beytü'1-mâl eminliği yapmıştır. Bu görevi büyük bir liyâkat ve başarı ile yürüten İbni Mes'ûd (R.A.), Hz. Osman (R.A.) 'in hilâfetinin ikinci yarısında, —Küfe'de fitne yayılınca görevden alındı ve Hicaz'a döndü,

Abdullah İbni Mes'ûd (R.A.) hazretleri, Kûfe'de görev yaptığı için, O'nun fıkhı bilgisi Irak taraflarında yayılmış ve bundan —başka İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) olmak üzere,— bütün hanefi imamları is­tifâde etmişlerdir.

Peygamber (S.A.V.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:

"Kur'anı şu dört kimseden ahzediniz: (= alınız, öğreniniz): 1-) Abdullah İbnü Mes'ûd, 2-) Ebû Huzeyfe'nin azadlısı Salim, 3—) Mu-âz, 4-) Ubey İbni Kaab.

Abdullah İbni Mes'ûd (R.A.) hazretleri, Peygamber (S.A.V.) Efendimizden 848 hadîs-i şerif rivayet etmiştir.

Abdullah İbnü Mes'ûd (R.A.) hazretleri 60 yaşını biraz geçince hastalandı ve hicrî 32 (milâdî 652) yılında Medine'de vefat etti. Cennetü'1-Bâki kabristanına defnedildi. İbni Mes'ûd (R.A.) hazret­lerinin "Kûfe'de vefat ettiği" rivayeti de vardır.

Peygamber (S.A.V.) efendimiz şöyle buyurmuşlardır:

"İbni Mes'ûd'un sözüne, bilgisine sarılınız."

Yine, Resûl-i Ekrem (S.A.V.) Efendimiz:

"Eğer ben, bir kimseyi meşveret etmeksizin âmir tâyin edecek ol­saydım, elbette İbni Mes'ûd'u tâyin ederdim." buyurmuştur.

Hz. Ömer (R.A.), Arafat'ta durmakta iken yanına bir şahıs geldi ve:

—"Ey Mü'minlerin Emiri! Ben Kûfe'den geldim. Orada, mus-hafları ezbere yazdıran birisi var."

Hz. Ömer (R.A.), bu söz üzerine benzeri az görülen bir şekilde öfkelendi ve o şahsa sordu:

—"Yazıklar olsun sana. O adam kim?" O şahıs:

  "Abdullah İbnü Mes'ûd." cevabım verdi.

Hz. Ömer (R.A.), kızgınlığı geçinceye kadar bekledi ve o ada­ma şöyle dedi:

— Vallahi, böyle bir şey yapmaya, ondan daha lâyık bir kimse­nin kaldığını zannetmiyorum. Şimdi sana, O'ndan bahsedeceğim: Re-sûlullah (S.A.V.), bir gece Hz. Ebû Bekir'le müslümanların duru­munu konuşuyordu. Ben de onların yanındaydım. Sonra, hep birlikte dışarı çıktık'. Bir de baktık ki tanımadığımız birisi Kur'ân-ı Ke­rim okuyordu. Rasûlullah (S.A.V.), O'nu dinlemeye başladı. Daha sonra, bize dönüp şöyle dedi:

—"Kim Kur'ân'ı indiği andaki tazeliğiyle okumaktan hoşlanı­yorsa, İbni Ümmü Abd (= İbni Mes'ûd) gibi okusun."

Bir gün, Abdullah İbnü Mes'ûd (R.A.) hazretleri, duâ etmek için oturmuştu. Bunun üzerine Peygamber (S.A.V.) Efendimiz:

—"İste! İstediğin sana verilecektir." buyurdu.

İbni Mes'ûd (R.A.) hazretlerinin vücudu çok zayıf ve bacakları ince idi. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, ashabına hitaben:

—"Siz, İbni Mes'ûd'un vücutça zayıf olduğuna bakmayın; mî-zanda hepinizden ağırdır." buyurdu.

Hz. Ömer (R.A.) şöyle buyurmuştur.

  "İbni Mes'ûd, ilim doldurulmuş bir dağarcıktır." İmâm Buharî, Ebû Musa el-Eş'arî (R.A.)'nin:

—"İbni Mes'ûd içinizde iken, bana bir şey sormayın." dediği­ni nakletmektedir.

İbni Mes'ûd (R.A.) hastalanınca, Hz. Osman (R.A.) ziyaretine geldi ve O'na:

—"Allahu Teâla'ya kavuşma hâlinin yakın olduğu şu sırada ne­den şikâyet ediyorsun ve neye isteğin var?" dedi.

İbni Mes'ûd (R.A.) şu cevabı verdi:

—"Günâhımdan şikâyet ediyorum.   İlâhi rahmeti isterim."

Hz Osman (R.A.):

— "Bir tabib getirelim mi?" diye sorunca; ibni Mes'ûd (R.A.): —"Hacet yok. Beni hasta eden Tabîbdir." cevabını verdi. [9]

 

Abdullah İbnü Ömer

 

Hz. Ömer'in oğlu olan Abdullah (R.A.), ashâb-ı kirâmmın ileri gelen fakıyhlerindendir. Kendisi sadece fıkıhta değil, tefsir ve hadis­te de ileri gelen âlimlerdendi.

İbni Ömer (R.A.)'in annesi Zeyneb binti Maun el-Cümeyhî'dir.

İbni Ömer (R.A.) hazretleri, babası Ömerü'l-Fâruk (R.A.) haz­retleri ile beraber ve henüz bulûğ çağına ermemiş bulunduğu bir sı­rada İslâmiyeti kabul etmiştir. İbni Ömer (R.A.), Mekke'den Medi­ne'ye hicret esnasında da, babası Hz. Ömer (R.A.) ile beraber bulunmuştur.

İbni Ömer (R.A.), hicretten bir müddet önce Mekke'de doğmuş ve hicrî 73 (milâdî 692) yılında yine Mekke'de vefat etmiştir.

İbni Ömer (R.A.) hazretleri, "Mekke'de en son vefat eden sahâbî'dir.

Küçük yaşta müslüman olan İbni Ömer (R.A.) hazretleri, —o sıralarda yaşının küçük olmasından dolayı— Bedir ve Uhud gazala­rına götürülmedi. Daha sonra ise, Resûlullah (S.A.V.) Efendimizin bütün savaşlarına katıldı. İlk katıldığı savaş Hendek Muharebesidir.

Mûte ve Yermük gazaları ile Mısır ve Kuzey Afrika'nın fethin­de de bulundu. Horasan ve Teberistan seferlerine de katıldı.

Daha sonra İslâm ülkesinde cereyan eden iç karışıklıklara ve sa­vaşlara katılmadı. O: "Cihâd, İslâm ülkesinde müslümanlar arasın­da olmaz. Cihâd, kâfirlere ve gayr-i müslim memleketine karşıdır." buyururdu.

İbni Ömer (R.A.), daima resmî görev almaktan uzak durmuştur.

Hz. Ömer (R.A.), yaralandığında, şehid olmadan önce, kendi­sinden, "oğlu Abdullah'ı veliahd göstermesi" istenmiş bunun üzeri­ne O "Bir evden, bir şehid yeter." buyurmuştur.

Hz. Osman (R.A.) şehid edilince; Hz. Ömer (R.A.)'in oğlu ol­ması ve ilmî üstünlüğü ile kahramanlığı doîayisiyle İbni Ömer (R.A.) hazretlerinin halife olması istendi. O, bu teklifi kabul etmedi ve Hz. Ali (R.A.)'ye biat etti.

Siffîn Muharebesinden sonra da, İbni Ömer (R.A.) hazretleri­ne halife olması teklif edildi. Ve O, yine kabul etmedi.

Abdullah İbni Ömer (R.A.), Peyga ber (S.A.V.) Efendimize çok bağlıydı. O'nun huzûr-u saadetinden hiç ayrılmak istemezdi. O'nu daima takip eder ve O'nun ahlâki ile ahlâklanmaya çalışırdı. Sünne­ti seniyyeyi yerine getirebilmek için, her zaman Peygamber (S.A.V.) Efendimizi taklid ederdi. İbni Ömer (R.A.) hazretleri pek çok hâdi­seye şahid oldu.

İbni Ömer (R.A.), ashâb-ı kiram içinde en çok hadîs-i şerif ri­vayet edenlerdendir. Helâl ve haramlarla ilgili hadîs-i şeriflerin ço­ğunu İbni Ömer (R.A.) hazretleri rivayet etmiştir.

Hadis ve fıkıh âlimleri arasında Abdullah İbni Ömer, Abdullah İbni Abbas, Abdullah İbnü'z-Zübeyr ve Abdulllah İbnü Amr İbni'l-Âs hazretlerine abâdiie-i erbaa (- dört abdullah) ünvânı verilmiştir. Bu dört zat bir mes'elede ittifak ettikleri zaman, "bu, abâdilenin kav­lidir." denilir.

Bununla birlikte, fıkıh kitaplarında abâdile denilince genellikle Abdullah İbnü Mes'ûd, Abdullah İbnü Abbas ve Abdullah İbnü Ömer hazretleri kasdedilir.

Abdullah İbnü Ömer (R.A.) hazretleri, Peygamber (S.A.V.) Efendimizin görmesi, O'na hizmet etme şerefine ermesi, O'nun soh­betinde çok bulunması ve fıtratındaki üstün haller sebebiyle bütün İslâmi ilimlerde mahir bir üstâd olduğu gibi, aynı zamanda zâhid ve âlicenap bir zat idi.

İbni Ömer (R.A.) hazretleri, Peygamber (S.A.V.) Efendimiz­den 2630 hadîs-i şerîf rivayet etmiştir.

İmâm Mâlik (R.A.) şöyle buyurmuştur:

"Abdullah İbni Ömer (R.A.), Resûl-i Ekrem (S.A.V.) Efendi­mizden sonra, hac mevsiminde ve diğer zamanlarda, 60 sene, insan­lara fetva vermiştir. O, fetva vermek hususunda pek ihtiyatlı idi."

Abdullah İbni Mes'ûd (R.A.), başkasına iyilik etmeyi, hayrı, sa­daka vermeyi ve köle azâd etmeyi çok seven; güzel huylu ve her tür­lü kötülükten uzak duran bir zat idi.

Kendisi şöyle diyor:

* 'Müslümanlıkla şereflendikten sonra, en büyük sevinç ve neş'e kaynağım; gönlümün —herkesi peşinden koşturan— bir takım istek ve arzulara meyletmemiş olmasıdır." Câbir bin Abdullah şöyle diyor:

"İçimizde, Hz. Ömer ve oğlu Abdullah'tan başka dünyaya meyli olmayan kimse yoktur."

Abdulah İbni Ömer (R.A.)'in azadlısı olan İmâm Nâfi (R.A.) anlatıyor:

Beni on bin dirheme satın aldı ve sonra: "Seni Allah rızâsı için azâd ettim." buyurdu. O, çok cömert ve halim - selim idi.

Kölelerinden her hangi birini Allahu Teâla'ya ibâdet ederken gö­rürse, hemen onu azâd ederdi. Kendisine, "köle ve cariyelerinin, ken­disini aldattıkları" söylenince de "hayır için aldanmaktan daha iyi bir şey var mıdır?" buyurmuştu.

Bir gün, Abdullah İbnü Ömer (R.A.) hazretlerine dört bin dir­hem (gümüş para) ile bir kaftan getirilmişti.

Dostlarından Eyyüb bin Vâil, ertesi gün, O'nu, çarşıda, binek hayvanı için veresiye yem alırken gördü. Derhâl, İbni Ömer (R.A.) hazretlerinin evine gitti ve sordu:

Abdullah İbni Ömer'e dün, dört bin dirhem (gümüş) para ile, bir kaftan gelmemiş miydi? Ev halkı cevap verdi:

  Evet, gelmişti. Eyyüb bin Vâil:

— Bu gün, O'nu gördüm; binek hayvanı için yem satın alıyor­du ve yemin bedelini peşin ödeyecek parası yoktu!

Ev halkı:

  Dünkü paradan, yanında bir kuruş kalmadı. (Tasadduk et­ti.) Dün, kaftanı omuzuna alıp gitmişti. Eve döndüğü zaman sırdın-da kaftan yoktu. Kaftanı ne yaptığını sorduk. "Bir fakire hediye ettiğini" söyledi.

Bu cevap üzerine, Abdullah İbnü Ömer (R.A.)'in dostu Eyüb bin Vâil, tekrar çarşıya döndü ve oradaki esnafa şöyle hitap etti:

— Ey tacirler! Hâliniz nice olacak? Hz. Ömer'in oğlu Abdullan, binlerce dirhemini fakirlerin ihtiyacına sarfediyor da, kendi bi­nek hayvanının yemini veresiye satın almak mecburiyetinde kalıyor.

Bir gün, dostlarından birisi, ona bir ilaç hediye etti ve:

—"Bu önemli bir Haçtır; sana Irak'tan getirdim." dedi.

İbni Ömer (R.A.):

—"Bu ilaç neye kullanılır?" diye sordu

—"Hazmı kolaylaştırır." cevabını alınca, gülümsedi ve şu mu­kabelede bulundu:

— Hazmı mı kolaylaştırır!? Ben, hiç bir yemekten, karnımı do­yuracak  kadar  yemedim.   Hazım  ilacına  ihtiyacımın  olacağını sanmıyorum.

Abdulah İbnü Ömer (R.A.) hazretleri şöyle buyuruyor: —"Kendisinden üstte olana hased, aşağıda olana tahakküm eden kimse ehl-i ilim sayılmaz."

—"İnsanın mahiyeti arkadaşından anlaşılır." —"Ey âdem oğlu! Bedeninle dünyada ol. Kalbinle Allah'ı bul." —"Hikmet ondur: Dokuzu sükût etmek, biri de az konuşmak­tır."

—"Kambur oluncaya kadar namaz kılsanız ve tüy gibi kalınca­ya kadar oruç tutsanız, bunlar haramdan kaçınmamanız hâlinde kabul olunmaz." [10]

 

Abdullah İbnü Revâha

 

İbni Revâha (R.A.) ensâr-ı kiramdandır. Kendisi fakıhy, şâir ve fevkalâde kahraman bir zât idi.

İbni Revâha (R.A.), ikinci Akabe biatinde müslüman oldu. Pey­gamber (S.A.V.) efendimizle birlikte Bedir, Uhud, Hendik gibi bü­tün gazvelere iştirak etti. Mûte Muharebesinde, kahramanca sava­şarak şehîd oldu. Şehâdeti hicretin sekizinci yılına rastlamaktadır.

İkinci Akabe biatında, Peygamber (S.A.V.) Efendimiz tarafın­dan, Medine'lilerden 12 temsilci istenildi. Medîne'li müslümanlar —9'u hazrec'ten, 3'ü de Evs'ten olmak üzere— istenilen 12 temsilciyi seçtiler, hazrec temsilcileri arasında Abdullah İbnü Revâha (R.A.) hazretleri de vardı.

Bu temsilciler, Medine'ye dönünce, temsil ettikleri toplulukla­ra İslâm Dinini anlattılar.

Hicretten sonra, ensardan olan Abdullah İbnü Revâha (R.A.) ile muhacirlerden Mikdad bin Esved (R.A.) arasında kardeşlik tesis edildi.

İbni Revâha (R.A.) hazretleri, vahiy kâtiplerindendi:

Abdullah İbni Revâha (R.A.), dinine son derece bağlı bir zat idi. Dünya malına ve rütbesine kıymet vermezdi.

Peygamber (S.A.V.) Efendimizin emir ve tavsiyelerine, ne pa­hasına olursa olsun uymaya gayret ederdi.

Bir gün, Fahr-i Kâinat (S.A.V.) Efendimiz, ashabına hutbe irâd ediyordu. Ve, cemaate hitaben: "Oturunuz." buyurdu. Bu esnada İbni Revâha (R.A.) hazretleri, Mescid-i Nebî'nin dışında —güneşin altında— idi. Hemen, bulunduğu yere oturdu ve hutbe bitene ka­dar, hiç kımıldamadan orada bekledi.

O'nun böyle yaptığı, Peygamber Efendimize haber verilince, Efendimiz (S.A.V.), Ebni Revâha (R.A.)'ya: "Allahu Teâlâ'ya ve O'nun Resulüne gösterdiğim itaatte Allahü Teâlâ hırsını artırsın." buyurdu.

Abdullah İbnü Revâha (R.A.), hicri 6. yılda akdedilen Hudey-biye Müsâlahasına da katıldı. Ve Biat-ı Ridvân'da da hazır bulundu.

İbni Revâha (R.A.), Peygamber (S.A.V.) Efendimiz tarafından, Yahudilerin Reisi Esir bin Züram'ın durumunu tetkik etmekle gö­revlendirilmiş ve O, uzun uzun tetkikâtta bulunduktan sonra, İbni Züram'ın ortadan kaldırılması gerektiğini bildirmişti. Bunun üzeri­ne, bu görev kendisine verildi ve maiyetindeki otuz kişi ile birlikte yâhudilerie savaşarak, görevini yerine getirdi.

Abdullah İbnü Revâhe (R.A.), Hayber'in fethinde de Peygam­ber (S.A.V.) Efendimizle beraber bulunmuştur.

Hayber'in fethinden sonra da, Hudeybiye Barışının yapıldığı sene yerine getirilemiyen Umre'yi yapmak için Mekke'ye gidildi.

Umre için Mekke'ye girilirken, Peygamber (S.A.V.) Efendimi­zin Kusvâ isimli devesinin yularını îbni Revâha (R.A.) çekiyor; Al­lah Resûlû (S.A.V.)'nün diğer sâdık arkadaşları da, kılıçlarım çek­miş olarak, etrafında yürüyorlardı.

Mekke müşrikleri ise, gelen bu şanlı yolcuları kin ve hasetle sey­retmek için kenarlara ve tepelere çekilmişlerdi.

İbni Revâha (R.A.), Allah Resulünü övücü ve müşrikleri alçal-tıcı şiirler söyleyerek, Kusvâ'nın yularından çekiyor; şanla, şerefle yürüyordu.

Bir ara Hz. Ömer (R.A.), O'na:

—"Ey İbni Revâha! sen, Resulullah (S.A.V.)'ın önünde ve Harem-i Şerifte nasıl şiir okuyabiliyorsun?" dedi.

Bunun üzerine Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, Hz. Ömer'e hitaben:

— Yâ Ömer! O'na mâni olma. Allahu Teâlâ'ya yemin ederim ki, O'nun sözleri, bu Kureyş müşriklerine ok yağdırmaktan daha ça­buk ve daha çok tesir eder. Ey İbni Revâha! Devam et."

Bilâhare, Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, İbni Revâha (R.A.) hazretlerine neler söylemesi gerektiği hususunda talimat verdi. Ve, O, bu söylenilenleri şiirleştirdi.

Abdullah İbnü Revâha (R.A.) hazretlerinin şairlikteki kudreti herkes tarafından bilinir ve takdir edilirdi. Peygamber (S.A.V.) Efen­dimiz de, O'nun şiirlerini beğenir ve "bu şiirlerin, düşmana, ok at­maktan daha tesirli olduğunu" beyan buyururlardı.

İbni Revâha (R.A.)'nın şiirleri, ashâb-ı kiram tarafından çabu­cak ezberlenir ve ağızdan ağıza yayılırdı.

Bedir Savaşı zaferle neticelenince, Peygamber (S.A.V.) Efendi­miz, İbni Revâha ve Zeyd bin Hârise'yi, Medine'ye müjdeci olarak gönderdi. Medine'ye her biri ayrı bir istikametten girdiler ve kapı kapı dolaşıp, Medîne'lilere zafer müjdesini ulaştırdılar. İbni Revaha (R.A.) hazretleri, bu savaşı ve neticesini şiirle anlatıyor ve Medî-ne'lilere müjdeyi şiirle veriyordu. [11]

 

Müte Savaşı Ve İbnl Revâha'nın Şehadeti

 

Hicretin sekizinci senesinde, Peygamber (S.A.V.) Efendimiz Bus-ra emirine bir mektup göndererek onu İslâmiyete davet etti. Onlar bu daveti kabul etmedikleri gibi, Peygamber (S.A.V.) Efendimizin gönderdiği elçiyi de katlettiler ve müslümanlara karşı savaşacakları­nı ilan ettiler.

Bunun üzerine Peygamber (S.A.V.) Efendimiz üç bin kişilik bir kuvvet hazırladı ve bir Öğle namazından sonra, Mescid-i Nebî'de as­habına şöyle hitap etti:

"Cihâda çıkacak olan şu insanlara, Zeyd bin Hârise'yi kuman­dan tayin ettim. Zeyd bin Harise şehid olursa, yerine Ca'fer bin Ebî Tâlib geçsin. Ca'fer bin Ebî Talip şehid olursa, —onun yerine— Ab­dullah İbnü Revâha geçsin. Abdullah İbnü Revâha da şehid olursa, rnüslümanlar aralarında münasip birini seçsin ve onu kendilerine ku­mandan yapsın." buyurdu.

Ordu yola çıktı. Abdullah İbni Revâha (R.A.) hazretleri, Allah yolunda şehid olmayı çok arzuluyor ve bu isteğini her fırsatta şiirle­ri ile ifadelendiriyordu.

Hicretin sekizinci senesinin cemâziye'l-evvel ayında, üç bin ki­şilik bu İslam ordusu, Suriye tarafında Mute denilen köyde çok ka­labalık bir Bizans ordusu ile karşılaştı. Şiddetli bir savaş oldu. İslâm mücâhidleri kahramanca savaştılar. Zeyd bin Harise şehid oldu. San­cağı Ca'fer bin Ebî Talib aldı. O da şehid oldu ve sancağı Abdullah İbnü Revâha aldı. O da kahramanca savaştı ve şehid oldu.

Bunun üzerine, müslümanlar, Peygamber (S.A.V.) Efendimi­zin emri gereğince Hâlid bin Velid (R.A.)'i kumandan seçtiler.

Müslümanlar, Halid bin Velid (R.A.)'in kumandasında yeniden hücuma geçtiler ve düşmanı bozguna uğrattılar.

Peygamber (S.A.V.) efendimiz, bu şanlı kumandanların şehid olduğunu, —henüz Medîne'ye bu haber ulaşmadan— aynı gün as­habına haber verdi. Şöyle ki:

Bu komutanların şehid düştükleri saatte, Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz ashâb-i kirâmım mescidde topladı. Kendisi çok üzgündü. Ashâb-ı Kiram:

—"Yâ Resûlullah! Sizin üzüntülü olduğunuzu gördüğümüzden beri, duyduğumuz üzüntünün derecesini ancak Allah bilir. Bu hâl nedir?" dediler.

Bunun üzerine, Peygamber (S.A.V.) Efendimizin mübarek göz­lerinden yaşlar aktı. Ve:

—"Bende gördüğünüz üzüntü, beni hüzün içinde bırakan şey ashabımın şehîd düşmeleri idî. Ve bu üzüntüm, onları cennette, kar­şılıklı tahtlar üzerinde oturan kardeşler olarak gördüğüm âna kadar devam etti. Zeyd bin Harise sancağı eline aldı. Sonunda şehîd edil­di. O, şimdi cennete girdi. Orada koşup duruyor.

Sonra, sancağı Ca'fer bin Ebî Tâlib aldı. Düşman ordularına saldırdı. Çarpıştı ve nihayet o da şehid oldu. Ve O, şehid olarak cen­nete girdi. Ve yakuttan iki kanat ile dilediği gibi uçup duruyor.

Ca'ferden sonra, sancağı Abdullah îbnü Revsâha aldı. Elinde sancak olduğu hâlde, düşmanlarla çarpıştı. Ve o da şehid oldu; cen­nete girdi.

Ve onlar, cennette, altın tahtlar üzerinde bana gösterildi." buyurdu. [12]

 

Abdullah İbnü Sah Bere

 

Abdullah İbnü Sahbere, Kûfe'li bir zattır. Künyesi Ebû Ma'-mer'dir. Ezd Kabilesine mensuptur.

Abdullah İbnü Sahbere, fukahâdandır ve sika bir âlimdir.

Abdullah İbni sahbere, Ubeydullah İbnü Ziyâd'm emirliği sı­rasında vefat etmiştir. [13]

 

Abdullah İbnü Selâm

 

Abdullah İbnü Selâm (R.A.), ashâb-ı kiramdan ve ensârm ileri gelenlerindendir. Peygamber (S.A.V.) Efendimizin Medine'ye hic­retleri esnasında müslüman olmuştur.

İbni Selâm (R.A.) hazretleri, Medine'deki BenîKaynuka kabi-lesindendi. Câhiliye devrinde ismi Husayn idi. Müslüman olunca, Pey­gamber (S.A.V.) Efendimiz, O'nun adını Abdullah olarak değiştirdi.

Tevrat ve İncili gayet iyi bilen İbni Selâm (R.A.) hazretleri, müs­lüman olmadan önce, büyük bir yahudi âlimi idi.

Kendisi, müslüman oluşunu şöyle anlatıyor:

—"Ben, Tevrat'ı ve onun tefsirini, babamdan okumuş ve öğ­renmiştim. Babam bana, bir gün gelecek olan ahir zaman Peygam­berinin sıfatlarını, alâmetlerini ve yapacağı işleri anlattı. Ve: "Eğer O, Hârûn evlâdından gelecek olursa, O'na tâbi oiurum; yoksa tâbi olmam." dedi. Ve, Resûlullah (S.A.V.)'in Medine'ye gelişinden ön­ce, babam öldü.

Resûlullah (S.A.V.)'ın, Mekke'de peygamberliğini ilân ettiğim duyduğum zaman, ben, O'nun sıfatlarını, ismini ve geleceği vakti biliyor ve bu sebeple O'nu bekleyip duruyordum.

Resûlullah (S.A. V.)'ın, Medine yakınında Küba denilen yerde­ki Amr bin Avf Oğullarının evinde misafir olduğunu, birinden öğ­reninceye kadar, bu hâlimi yahudilerden gizledim ve bu hususta sustum.

Bir gün ben, kendi hurma ağacımın üzerinde uğraşıyor ve yaş hurma topluyordum. Bu sırada Nadıyr oğullarından birisinin: "Bu gün araplann adamı geldi." diye bağırdığını duydum. Beni bir titre­me tuttu ve hemen "Allahu Ekber" diyerek tekbir getirdim. O an­da, halam Halide binti Haris, hurma ağacının altında oturuyordu ve kendisi çok yaşlı bir kadındı. Tekbirimi işitince: "Allah, seni um­duğuna kavuşturmasın; elini boşa çıkarsın! Vallahi sen, Musa bin İmrân'ın geleceğini işitmiş olsaydın, bundan fazla sevinmezdin." di­yerek bana çıkıştı.

Ben, halama şu karşılığı verdim: "Ey halâ! Vallahi O, Mûsâ bin İmrân'ın kardeşidir. Ve, O'nun gibi bir Peygamberdir; o'nun dinin-dendir ve O'nun gönderildiği tevhid ile gönderilmiştir."

Bunun üzerine o, bana: "Ey kardeşimin oğlu! Yoksa O, bize kıyamete yakın gönderileceği bildirilen Peygamber midir?" diye sor­du. Ben:

—"Evet" deyince; O:

—"Öyleyse haklısın." karşılığını verdi.

Resûlullah (S.A.V.), Medîne'ye hicret ettiği zaman halk etrafı­na toplandı.

"Resûlullah (S.A.V.) geldi." denilince, O'nu görmek için, he­men halkın arasına karıştım. Ve O'nu görür görmez: "O'nun yüzü, yalancı bir yüz olamaz." dedim.

Resûlullah (S.A.V.), etrafına toplanan insanlara İslâmiyeti an­latıyor ve nasihatlerde bulunuyordu. Burada Resûlullah (S.A.V.)'dan işittiğim ilk hadîs-i şerif şudur:

—"Aranızda selâmı yayınız; aç kimseleri doyurunuz; sıla-i rahm yapınız; insanlar uykuda iken namaz kılınız. Böyle yaparsanız, selâ­metle cennete girersiniz."

Bir rivayete göre, peygamber (S.A.V.) Efendimiz, İbni Selâm'ı Peygamberlik nuru ile tanıyor ve ona:

— Sen, Medîne âlimi İbni Selâm değil misin? diye soruyor. O: —"Evet." karşılığım verince; Peygamber (S.A.V.) Efendimiz,

Ona:

—"Yaklaş." diyor ve şu suâli soruyor:

— Ey Abdullah, Allah için söyle! Tevrat'ta benim vasıflarımı okuyup öğrenmedin mi?

Bunun üzerine, İbni Selâm, Peygamber (S.A.V.) Efendimize:

  Allah'ın sıfatlan nelerdir; söyler misiniz?

Bu sual üzerine, Peygamber (S.A.V.) Efendimiz biraz bekledi ve Cebrail (A.S.) İhlâs Sûresi'ni indirdi: "De ki: O Allah birdir. Hiç bir şey O'nun dengi ve benzeri değildir...."

Abdullah İbni Selâm, bu âyetleri işitince, hemen Peygamber (S.A.V.) Efendimize hitaben:

— "Evet yâ Resûlallah! Doğru söylüyorsun. Şehâdet ederim ki, Allah'tan başka ilâh yoktur. Ve sen, O'nun kulu ve resulüsün." dî-yerek, kelime-i şehâdet getirdi. Ve müslüman oldu.

İbni Selâm (R.A.) hazretleri, sözüne şöyle devam ediyor:

— Resûlullah (S.A.V.) ismimi sordu. Ben: Husayn İbni Selâm" dedim. O:

 "Hayır! Abdullah İbni Selâm" buyurdu. Ben de:

—"Evet, Abdullah İbnü Selâm.... Seni hak ile gönderen Zat'a yemin ederim ki, bu günden sonra, başka bir ismimin olmasını iste­mem." dedim. Ve devamla şöyle söyledim:

—"Ya Resûlallah! Yahudiler, insanı hayrete düşürecek kadar yalan söyleyen, asılsız isnad ve iftiralarda bulunan, zâlim bir millet­tir. Eğer sen, benim seciyemi ve her hâlimi onlardan sorup öğren­meden önce; onlar, benim müslüman olduğumu duyup öğrenirler­se; muhakkak, benim hakkımda iftirada bulunurlar, siz, önce, beni onlardan sorunuz." dedim ve evin bir tarafına saklandım. Bundan sonra, yahudilerin ileri gelenlerinden bir grup içeri girdi.

Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, bu yahudilere:

—L'Aranızdaki Husayn bin Selâm nasıl bir adamdır?" diye sor­du, Yahudiler:

—"O, bizim en yüksek âlimimizdir ve en büyük âlimimizin de oğludur. İbni Selâm, bizim en hayırhmizdır ve en hayırlımızın da oğ­ludur." dediler.

Bunun üzerine, Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, bu yahudilere: —"Eğer, O müslüman olduysa, siz buna ne dersiniz?" diye sor­du. Yahudiler;

—"Allah, Onu böyle bir şeyden korusun." diye karşılık verdiler. Bu sırada, Abdullah îbnü Selâm (R.A.) hazretleri saklandığı yer­den çıkarak:

—"Ey yahudi topluluğu! Allah'tan korkunuz! Size geleni kabûl ediniz. Allah'a yemin ederim ki, sizin de bildiğiniz ve elinizde olan Tevrat'ta isminin ve sıfatının yazılı bulunduğunu gördüğünüz Allah'ın Resulü budur. Ben şehâdet ederim ki, Allah'tan başka ilâh yoktur. Ve yine şehâdet ederim ki, Muhammed (S.A.V.), O'nun kulu ve resulüdür." diyerek, O'nu tasdik etti.

Bunun üzerine yahudiler:

—"O, bizim en kötümüzdür ve en kötümüzün oğludur." diye­rek, O'na çeşitli kusurlar bulup, iftiralar ederek İbni Selâm (R.A.) hazretlerini kötülediler.

Abdullan İbnü Selâm (R.A.) da, Peygamber (S.A.V.) Efendi­mize hitaben:

—"Zaten kortuğum bu idi, Yâ Resûlallah! Ben, onların zâlim, yalancı, kötülük yapan, iftiracı bir millet olduğunu size haber ver­memiş miydim? İşte dediğim çıktı." dedi.

Bunun üzerine Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, yahudilere dönerek:

—"Bize, birinci şehâdetiniz kâfidir; ikincisi ise lüzumsuzdur." buyurdu.

Abdullah İbnü Selâm (R.A.) hazretleri hemen evine dönüp aile fertlerini ve akrabalarını İslâm'a da'vet etti. Ve yakınlarının hepsi, —halası da dâhil— müslüman oldular.

Abdullah İbnü Selâm (R.A.) hazretleri, müslüman olunca, Kur'ân-ı Kerîm'e dört elle sarıldı .ve Peygamber (S.A.V.) efendimizi gölgesi gibi takip etmeye başladı.

Fahr-i Kâinat (S.A.V.) Efendimiz, O'nun hakkında şöyle buyurdu:

—"Cennetlik bir adam görmek isteyen kimse, Abdullah İbnü Selâm'a baksın."

Buhârî ve Müslim'de bildirildiğine göre, Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, Abtlullah İbnü Selâm (R.A.) hazretlerinin cennete gire­ceğini müjdeledi. Ancak O, aşere-i mübeşşere (= cennetle müjdele­nen on sahabi) arasında sayılmadı. Onun cennete gireceğini müjde­leyen müteaddid hadîs-i şerifler vardır.

Hz. Ka'b (R.A.) anlatıyor:

— Bir gün, Resûl-i Ekrem (S.A.V.) Efendimiz: "Şu kapıdan ilk girecek olan kimse, cennet ehlinden biridir." buyurdu. Biraz sonra Abdullah İbnü Selâm içeri girdi.

Ashâb-i Kiram, Resûlullah (S.A.V.)'ın bu müjdeli haberini, İbni Selâm (R.A.)'a ulaştırdılar ve "hangi ameli ile, bu dereceye ulaştığını" kendisinden sordular.

O, şu cevabı verdi:

—"Ben, zayıf bir kimseyim. Benim en kuvvetli ümidim kalb se­lâmeti (yani hiç bir kimseye karşı içimde kötülük beslememem) ve boş sözleri terketmemdir. Bundan başka, (beni kurtaracağından ümitli olduğum) bir amelim (= işim) yoktur."

Abdullah İbni Selâm (R.A.) hazretleri, Peygamber (S.A.V.) Efendimizden 25 hadîsi- şerif rivayet etmiştir.

Abdullah İbnü Selâm (R.A.) hazretleri, üstün ahlâklı ve âlim bir zât idi.

Muâz bin Cebel (R.A.) hazretleri, veba hastalığına yakalanmış­tı. Vefat edeceği sıralarda, başuçunda ağlayan bir talebesine:

—"Niçin ağlıyorsun?" diye sordu. O:

—"Ben, dünya için ağlamıyorum. İlmi senden öğreniyordum; bunu kaybedeceğim için üzülüyorum." cevabını verdi.

Bunun üzerine Muaz bin Cebel (R.A.) hazretleri:

—"İlim, benim vefatımla kaybolmaz. Benden sonra, ilmi şu dört kişiden öğren: 1-) Abdullah İbnü Mes'ûd, 2-) Abdullah İbnü Selâm, 3-) Hz. Ömer, 4-) Selmân-ı Fârisî'den, (başka bir rivayette, dördün­cü sırada Ebû'd-Derdâ (R.A.) hazretleri vardır.)

Bir zina olayı üzerin Peygamber (S.A.V.) Efendimize müra­caat eden yahudiler, Tevrat'taki recm âyetine, Resûlullah (S.A.V.)'dan gizlemek istediler. Fakat, Abdullah İbnû Selâm (R.A.) hazretleri, bu âyeti, bizzat Peygamber (S.A.V.) Efendimize göstere­rek, yahudilerin bu yalanlarını ortaya çıkardı.

Abdullah İbnü Selâm (R.A.) hazretleri, nefsini kötü huylar­dan ve isteklerden tamamen temizlemeye ve terbiye etmeye çalışırdı.

Kendisi zengin olduğu hâlde, zaman zaman Medine çarşısında, sırtında bir yük odunla dolaştığı görülürdü. Bir gün, kendisini bu hâlde görenler, ona:

— Çocukların ve hizmetçilerin var; onlar, senin bu kadar işini göremiyorlar mı?" diye sordular.

O, şu cevabı verdi:

— Evet var. Ve bu işimi yaparlar. Ancak ben, kendimi tecrübe etmek istedim. "Acaba, bu işi yapmak, nefsime ağır gelecek mi?" diye düşündüm. Eğer, bende kibir varsa, ondan kurtulmak istiyo­rum. Resûlullah (S.A.V.)'in şöyle buyurduğunu işittim: "Kalbinde hardal tanesi kadar kibir bulunan kimse, cennete giremiyecektir."

Abdullah İbnü Selâm (R.A.) hazretleri, Peygamber (S.A.V.) Efendimizin Veda Haccında da onunla beraber bulunmuştur.

Hz. Ebû Bekir (R.A.)'in hilâfeti zamanında, mürtedlere karşı yapılan savaşlara katılmış bulunan İbni Selâm (R.A.) hazretleri, Hz. Ömer (R.A.)'in halifeliği zamanında da, Kudüs'ün ve Câbiye'nin fet­hinde hazır bulunmuştur.

Abdullah İbnü Selâm (R.A.) hazretleri, Hz. Osman (R.A.)'ın şehâdeti esnasında, yanında hazır bulunmuş ve Medine'ye gelip is­yan çıkaran Mısır'h âsilere pek çok öğütler vermiş fakat o müessif hâdisenin önüne geçememiştir.

Abdullah İbnü Selâm (R.A.) hazretleri, hicrî 43 (milâdî 663) senesinde, Medîne-i Münevvere'de vefat etmiştir. [14]

 

Abdullah İbnü Şübrüme

 

Abdullah İbnü Şübrüme (R.A.) tabiînden bir zâttır. Ve Kû-fe'de yaşamış büyük bir fıkıh ve hadis âlimidir. Künyesi Ebû Abdullah'tır.

İbni Şübrüme hicrî 72 (milâdî 691) yılında doğmuş ve hicrî 144 (mîlâdî 761) yılında vefat etmiştir. Kûfe'de yaşamıştır.

Hadîste sika (= güvenilir) bir âlim ve râvî olan İbni Şübrü-me'nin rivayet ettiği hadîs-i şerifler, —İbni Mâce'nin Süneni hâriç— kütübü sittede (= meşhur altı hadis kitabında) yer almaktadır.

Fıkıh ilminde de büyük bir şöhreti bulunan îbni Şübrüme, Ebû Ca'fer tarafından, Kûfe'ye kadı tayin edilmiştir.

Aynı zamanda büyük bir şair olan İbni Şübrüme, cömertliği ve ahlâkının güzelliği ile de şöhret bulmuştur.

Onun yaşadığı devrin âlimleri de, ondan sonra gelen âlimler de, İbni Şübrüme hazretlerinin ilminin ve ahlâkının üstünlüğünü takdir etmişlerdir.

Süfyân-ı Sevrî; "İbni Şübrüme, bizim müftimiz idi." demiştir.

Abdullah İbnü Şü&rüme, —diğer bir çok âlim gibi— halkın arasına girip onlarla sohbet etmeyi çok severdi.

Arkadaşlarına da böyle yapmalarım tavsiye ederdi. Bu hâli kendisinden sorulunca da şöyle derdi: —"Alimler, halkın arasına karışıp dolaşmak. Onlarla, güzelce dînî sohbetler yapmalı; arkadaşlarını çoğaltmak ve onlara, müslü-manlarla anlaşıp kaynaşmayı ve onları sevmeyi öğretmeli. Onlara, dîni işlerde yardımcı olmak; iyi ve güzel ahlâklı davranaıak, onlara örnek ve rehber olmalıdır."

Abdullah İbnü Şübrüme (R.A.) hazretleri; çevresi ile dâima iyi geçinir; onlara her işlerinde yardımcı olur ve ihtiyaçlarını karşılardı.

Bir gün, yakın arkadaşlarından birinin bir ihtiyacını temin etti. Arkadaşı, bu yardımına karşılık olarak, çok kıymetli bir hediye ge­tirdi ve İbni Şübrüme'ye vermek istedi. Bunun üzerine İbni Şübrü­me, arkadaşına;

—"Hediyeni almış gibi oldum. Getirdiğin bu hediyeyi geri alır­san, beni çok sevindirirsin. -Allahu Teâlâ, seni mükâfatlandırsın.

Güvendiğin dostlarından birine bir işin düştüğü zaman, o dos­tun, o işi yapmaz veya ona elinde olan bütün imkânlarla sarılmaz-san; —sanki cenaze namazı kılar gibi— abdest al ve dört tekbir ge­tir. Sonra da, o dostunu Ölülerden say.'

Abdullah İbni Şübrüme, dünya malına ve makamına hiç önem vermezdi. Herkesle iyi geçinmeyi, güzel ahlâklı olmayı ve ilim sa­hipleri ile bir arada bulunmayı her şeye tercih eder ve âlimleri överdi.

İbni Şübrüme, Şa'bî'den, İbni Sîrîn'den ve İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe (R.A.)'den ve diğer bir çok âlimlerden hadîs-i şerif rivayet etmiştir.

İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe (R.A.)'den, İbni Şübrüme sorul­duğu zaman, O şu cevabı verdi:

—"Benim bildiğim ve takdir ettiğim şey şudur: O, dünya malı­na, zenginliğe ve makama kavuştuğu hâlde, bunlardan uzaklaştı; bun­ların İıiç birine itibar etmedi; hepsini geri çevirdi." diyerek; O'nun alçak gönüllülüğünü ve ilme değer verdiğim anlattı. [15]

 

Abdullah İbnü Tavus

 

Abdullah İbni Tavus, Yemen'de yetişmiş büyük bir fakıytır. Ebû Muhammedi'l-Yemânî diye ma'ruftur.

Abdullah İbnü Tavus, fıkıhta olduğu gibi, hadîste de büyük bir âlim idi.

İbni Tavus, ilâhî emirlere sıkıca sarılan, harama ve yasaklar­dan şiddetle kaçınan, olanca gücü ile ibâdetle iştigal eden alim, zâ-hid ve faziletli bir zat idi.

Abdullah İbnü Tavus, hicrî 132 yılında vefat etmiştir. [16]

 

Abdullah İbnü'z-Zübeyr

 

Abdullah Îbnü'z-Zübeyr (R.A.) ashâb—ı kiramdandır. Ve aşere-i mübeşşereden (= cennetle müjdelenen on sahâbîden biri olan) Zübeyr bin Avvam (R.Â.)'ın oğludur.

Abdullah İbnü'z-Zübeyr (R.A.) hazretlerinin annesi, Hz. Ebû Bekir (R.A.)'in kızı olan ve Zâtü'n-nikatayn (= çift kuşak sahabi) unvanını taşıyan Hz. Esma'dır. Dolayısiyle Mü'minlerin Annesi Hz. Âişe-i Sıddîka (R.A.) da, İbni Zübeyr (R.A.) hazretlerinin teyzesidir.

Medine'ye hicretten sonra muhacirlerden ilk önce doğan ço­cuk Abdullah İbnü'z-Zübeyr (R.A.) hazretleridir. O'nun doğumu ile müslümaniar pek çok sevinmişlerdi. Çünkü, yahudiler: "Biz, mu­hacirlere sihir yaptık; onların çocukları olmayacak." diyorlardı. On­ların bu sözlerinden sonra, İbni Zübeyr'in doğması, muslüm anları sevindirmiş, yalanlan ortaya çıkan yahudileri İse, hayal kırıklığına uğratmıştı.

Abdullah Îbnü'z-Zübeyr, henüz yedi yaşında iken babası ta­rafından Peygamber (S.A.V.) Efendimize getirildi ve bu yaşta O'na biat etme şerefine erdi.

Abdullah İbnü'z-Zübeyr, Hz. Ebu Bekir (R.A.) zamanında yavaş yavaş çocukluk çağından kurtulmuş; Hz. Ömer (R.A.) zama­nında kendisini göstermeye başlamıştır.

Hicri 14 yılında, babası ile birlikte Yermük Savaşma gitmiş, an­cak muharebeye katılmamış; hicrî 18 yılında ise, yine babası ile bir­likte, Mısırın fethine katılmıştır.

Hicrî 29 senesinde de, Abdullah İbnü Sa'd ile birlikte Tunus har­bine katıldı ve gösterdiği büyük kahramanlıklarla, zaferin kazanıl­masında mühim tesirler icra etti.

Abdullah İbnü'z-Zübeyr, hicrî 36 yılında da, Said bin Âs ku­mandasındaki ordu ile Horasan seferine katıldı.

Abdullah İbnü'z-Zübeyr (R.A.) hazretleri, Hz. Osman (R.A.) tarafından Kur'ân-ı Kerîm'in çoğaltılması için toplanan ilmî heyete da'vet edildi.

Abdullah İbnü'z-Zübeyr (R.A.) hazretleri, tefsir ve hadis saha­sında olduğu gibi fıkıh sahasında da ashâb-ı kiram içinde ileri gelen âlimlerden idi. Ve âbâdile'den (= dört Abdullah'tan biridir.

Abdullah İbnü'z-Zübeyr, Hz. Osman (R.A.)'m şehid edildiği gün, O'nu, büyük bir gayretle müdâfaa etmiştir.

Hz. Osman (R.A.)'m şehâdetinden bir yıl sonra meydana gelen Camel Vakası'nda, İbni Zübeyr hazretleri, babasının yanında yer almıştır.

Hz. Muâviye (R.A.), hicrî 60 yılında vefat ettikten sonra, ye­rine, oğlu Yezid iktidara geçti.

Abdullah İbnü'z-Zübeyr, Yezid'e biat etmeyerek, Hz. Hüseyin (R.A.) ile birlikte, Mekke'ye geldi.

Bunun üzerine Yezid İbni Zübeyr'in üzerine, Onun baba bir kar­deşi olan Amr bin Zübeyr komuta'sında bir ordu gönderdi. Abdul­lah İbnü'z-Zübeyr hazretleri bu orduyu yendi ve kardeşini de esir etti.

Kûfe'liler, kendisine biat etmek üzere Hz. Hüseyin (R.A.)'i da'vet etmişlerdi. Hz. Hüseyin (R.A.) bu yolculuk esnasında Kerbelâ'da şehid edildi.

Hz. Hüseyin (R.A.)'in şehâdeti haberini işiten Abdullah İbnü'z-Zübeyr (R.A.), Yezid'in adamlarını Hicaz'dan çıkarttı ve kendisi­nin halifeliğini îian etti.

Bu hâdiseler üzerine Mekke ve Medine halkı Abdullah İbnü'z-Zübeyr (R.A.) hazretlerine biat etti. Ve hicrî 61 (milâdî 680/681) yı­lında, İbni Zübeyr (R.A.) hazretleri bütün Hicaz'a hâkim oldu.

İki yıl sonra Yezid'in gönderdiği bir ordu Medine-i Münevvere-yi ele geçirdi. Bu savaşta Medine halkından ve ashâb-ı kiramdan pek çok kimse sehîH «M» çok kimse şehîd oldu.

Bu ordu, daha sonra Mekke üzerine gitti ve Abdullah Ibnü'z-Zübeyr (R.A.)'i iki aydan daha uzun bir süre muhasara etti. Mekke-liler bu muhasaradan dolayı çok sıkıntı çektiler.

Bu muhasaranın sonlarına doğru Yezidi'in ölüm haberi geldi ve ordusu, muhasarayı kaldırarak Şam'a döndü.

Bu sırada Ka'be-i Muazzama yanmıştı. İbni Zübeyr (R. A.), Ka'-be'yi yeniden yaptırdı ve Hacer-i Esved'i içeriye aldırdı.

İbni Zübeyr (R.A.) hazretleri, Peygamber (S.A.V.) Efendimi­zin türbesini de tamir ettirdi,

Yezid'in ölümünden sonra, Hicaz, Yemen, Irak, İran ve Hora­san halkı Abdullah Îbnü'z-Zübeyr (R.A.) hazretlerine biat edip, o'nü halife olarak tanıdılar. İbni Zübeyr (R.A.) hazretleri dokuz sene ka­dar Mekke'de halifelikte bulundu. Emevîlerin elinde sadece Mısır ve Şam bölgesi kalmış oldu.

Abdullah İbnü'z-Zübeyr (R.A.), yönetimi altında bulunan yer­lere kendisine sadık ve liyakatli kimseler tâyin ederek, yönetimi kuvvetlendirdi.

İslâm tarihinde, ilk yuvarlak gümüş parayı da Abdullah İbnü'z-Zübeyr (R.A.) bastırdı.

Emevî Devletinin başına, hicrî 65 yılında Abdulmelik bin Mer-van geçti ve Emevî yönetimini kuvvetlendirdi. Irak'a ve Hicaz'a as­ker şevketti. Hicaz'a gönderilen Emevî ordusunun komutanı Hac-cac bin Yusuf es-Sakafî Mekke-i Mükerreme'yi kuşattı. Ebû Kubeys Dağı üzerine mancılık kurarak, Ka'be'yi ve şehrin diğer taraflarını tahrip etti.

Abdulah İbnü'z-Zübeyr (R.A.) komutasındaki Mekke'lİler, şehri uzun süre savundular.

İbni Zübeyr (R.A.) hazretleri, bu savaşta şehid oldu. Şehâdeti hicri 73 (milâdî 692) yılına rastlamaktadır.

Abdullah İbnü'z-Zübeyr (R.A.), Peygamber (S.A.V.) Efen­dimiz'den 33 hadîs-i şerif rivayet etmiştir. Bu hadis-i şeriflerin ta­mamı, Ahmed bin Hanbel' (R.A.)'in, Miisned isimli eserinde mevcut­tur. Bunlar Sahihayn'da (Buharı ve Müslim'de) da mevcuttur.

Abdullah İbnü'z-Zübeyr (R.A.), âlim, fazıl, cesur ve kahra­man bir zat olduğu kadar, ibâdetlerine de kavi bir zat idi. Namazla­rını huşu ve huzur ile kılar ve gündüzlerini oruçlu geçirirdi. [17]

 

Âbdurrahman Evzâî

 

Abdurrahman İbni Amr îbni Muhammed Evzâî, tebe-i tâbi-îndendir. Büyük bir fıkıh âlimidir.

Şam ahâlisi, dînî mes'elelerde hep ona müracaat ederlerdi.

Şam ve Mağrib (yani Tunus, Cezayir ve Fas) halkı, İmâm Mâ-lik'in mezhebine mensup olmadan önce, İmâm Evzâî'nin mezhebi­ne bağlı idiler. O'nun mezhebi, Endülüs'te de takip edilirdi.

Evzâî, Ba'lbek'te doğdu. Hayatının sonlarına doğru Beyrut'a yerleşti. Burada kendisine kadılık görevi vermek istediler; fakat, o kabul etmedi ve orada da ilim teorisi ile meşgul   !du.

İmâm Abdurrahman Evzâî, hicri 157 (mîiâu- ) '*} yılında Bey­rut'ta vefat etti.

İmâm Evzâî'nin mezhebi, hicrî üçüncü asrın ortalarına kadar devam etti. Daha sonra, bu mezhebe bağlı olanlar kalmadığı için, mezhep son bulmuş oldu.

İmâm Evzâî, Atâ îbni Ebî Rebah, Katâde ve Zuhrî gibi bü­yük âlimlerden hadîs-i şerif rivayet etmiştir.

Kendisinden de, Katâde, Zuhrî, Mâlik, Şu'be ve Îbnü'l-Mübârek gibi büyük âlimler hadis rivayet etmişlerdir.

İmâm Evzâî ilim ve fazileti ile meşhur olduğu kadar, zühd ve takvası ile de meşhur bir zât idi. İbâdet hususunda çok gayretli davranırdı.

Gecelerini namaz kılıp, Kur'ân okuyarak ve ağlayarak geçirirdi.

O'nun hakkında söylenenlerden bir kaçını zikredelim: Ümeyye İbni Yezid İbni Ebî Osman şöyle diyor:

— "Evzâî, ibâdeti, verâi (= haramlardan sakınmayı) ve hakkı (= doğruyu) söyleme özelliğini kendisinde toplamış bir zat idi."

îbni Sa'd şöyle diyor:

— "Evzâî, ilmi geniş, fıkıh bilgisi pek fazla, çok sayıda hadis bilen, seçkin, faziletli, hadis ilminde sika, sadûk ve güvenilir bir âlim­dir."

Muhammed İbni Aclân: "İnsanlara, Evzâî'den daha çok na-sîhat eden bir kimse bilmiyorum." demiştir.

İmâm Evzâî, halîfelere ve ileri gelen devlet adamlarına zaman zaman nasihatlerde bulunurdu.

Bir gün, Evzâî, Halife Ca'fer'e nasihatte bulunmuştu. Yanın­dan ayrılırken, halîfe, ona değerli hediyeler vermek istedi. Fakat, Ev­zâî bu hediyeleri kabul etmedi ve şöyle dedi:

—"Benim, hediye ettiğin şeylere ihtiyacım yok. Ben, nasihati, dünyalık karşılığında satmadım."

İmâm Evzâî'nin rivayet ettiği hadîs-i şeriflerden bir kaçını zikredelim:

—"İman, yetmiş küsur haslettir. Bunların en büyüğü Lâ ilahe il­lallah' ı dili ile söyleyip, bunun manâsına kalbi ile inanmaktır. En kü­çüğü ise, yoldan, eziyet verici bir şeyi kaldırmaktır."

Evzâî, Rasulullah (S.A.V.)'ın akrabalarından birinin günâh işlediğini gördü ve şöyle buyurdu:

—Sakın, Rasulullah (S.A.V.) Efendimize olan yakınlığınız, sizi aldatmış olmasın. Çünkü, Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, kızı Fâ-tıma (R.A.)'ya: "Kızım, kendini cehennem ateşinden kurtarmaya bak. Çünkü ben, senin namına, AUahu Teâlâ'dan bir şey temin edemem." buyurmuştur. [18]

 

Abdurrahman İbnü Abdillah İbni Sabat

 

Abdurrahman İbnü Abdillah İbni Sabat, tabiînden âlim bir zat­tır. Mekke-i Mükerreme'de yaşamıştır. Oranın fakıyhlerindendir.

Hatta Abdurrahman İbnü Abdullah îbni Sabat'm Mekke'de kadılık yaptığı da rivayet edilmiştir.

Abdurrahman İbnü Abdullah İbnü Sabat, hicrî 118 tarihinde vefat etmiştir. [19]

 

Abdurrahman İbnü Abdillah İbni Utbe

 

Abdurrahman İbnü Abdillah İbnü Utbe, tabiînden, fakıyh ve muhaddis bir zattır.

Abdurrahman'ın babası Abdullah da tabiînin ileri gelenlerin-dendir. Abdullah'ın "sahâbî olduğunu" söyliyenler de vardır.

Abdullah İbnü Utbe, Hz. Ömer'den, kendi amcası Abdullah tbnü Mes'ûd'dan ve diğer bazı sahâbilerden hadîs-i şerîf rivayet etmiştir.

Kendisinden de İbni Sîrin gibi âlimler hadîs-i şerif rivayet etmiştir.

Abdurrahman'm dedesi Utbe, ashâb-ı kirâmdandır. Ve Ab­dullah İbnü Mes'ûd hazretlerinin kardeşidir.

Utbe de fakıyh bir zat idi.

Hatta, Zührî'nin şöyle dediği rivayet olunmuştur: "Abdullah İbnü Mes'ûd, kardeşi Utbe'den daha fakıyh değildir. Utbe, Hz. Ömer (R.A.)'in halifeliği sırasında vefat etmiştir.

Utbe'nin oğlunun oğlu olan Abdurrahman da, fakıyhler ve hadisciler arasında büyük bir mevki sahibi idi.

Abdurrahman, hicrî 160 tarihinde vefat etmiştir. [20]

 

Abdurrahman İbnü Avf

 

Abdurrahman İbni Avf (R.A.) hazretleri, aşere-i mübeşşere-den, fakıyh fâzıl ve gayet cömert bir zat idi.

Hz. Abdurrahman'm İslâmiyetten önceki ismi Abdi-Amr (baş­ka bir rivayete göre ise Abdü'l-ka'be yahut Abdü'l-hâris) idi. Müs­lüman olunca, Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, onun adım Abdur­rahman olarak değiştirdi.

Abdurrahman îbnü Avf (R.A.)'m annesi Şifâ (R.A.) da; Hz. Ebû Bekir, Hz. Osman, Hz. Talhâ ve Hz. Zübeyr (R.A.)'in anneleri ile birlikte müslüman olmuştu.

Hz. Abdurrahman (R.A.)'m kardeşlerinden Esved ve Abdullah da müslüman olmuştur.

Abdurrahman İbnü Avf (R.A.), bir çok defa evlenmiş ve ye­disi kız, yirmi biri erkek olmak üzere, yirmi sekiz çocuğu olmuştur.

Erkek çocuklarından bazılarının isimleri şunlardır: Muhammed, İbrahim, Humeyd, Zeyd, Ebû Seleme, Mus'ab, Süheyl, Osman, Ömer ve Misver'dir.

Bunlardan İbrahim, Muhammed, Hâmid ve Zeyd'in annesi Üm-mü Gülsüm, Ebû Seleme'nin annesi ise Tümâdır'dir.

Hz. Abdurrahman 'm oğlu İbrahim, Resûlullah (S.A.V.) Efen­dimizle görüşme şerefine erişmiştir.

Hz. Abdurrahman îbnü Avf (R.A.), Hz. Ebû Bekir'in teşvik ve tavsiyesi üzerine müslüman olmuştur. Kendisi, öncelik itibariyle, imân edenlerin beşincisidir.

Hz. Abdurrahman îbnü Avf (R.A.) müslüman olunca, —diğer müslümanlar gibi— pek çok eziyet ve işkenceye maruz kalmıştır. Bu­nun üzerine, diğer bazı, müslümanlarla birlikte Habeşistan'a hicret etti.

Daha sonra da, Medîne-i Münewere'ye hicret ederek, Peygam­ber (S.A.V.) Efendimize katıldı.

Hz. Abdurrahman İbnü Avf (R.A.), Peygamber (S.A.V.) Efendimizle birlikte bütün harplere katıldı. Özellikle Bedir Savaşın­da, pek büyük kahramanlıklar gösterdi.

Abdurrahman İbnü Avf (R.A.), Uhud savaşında da iki müşrik öldürdü. Kendisi de yirmi bir yerinden yaralandı. Ve aldığı bir yara yüzünden hafifçe topal kaldı. Ayrıca, on iki dişi kırıldı.

Hicretten sonra, Peygamber (S.A.V.) Efendimiz muhacirler­den her birini, bir ensarla kardeş ederken, Hz. Abdurrahman ibnü Avf'ı da Hz. Saîd İbni Rebî ile kardeş yapmıştır.

Saîd İbni Rebî (R.A.) hazretleri çok cömert ve iyi kalbli bir zât idi. Hz. Abdurrahman (R.A.)'ı bütün malına ortak etmek istedi. Bu­nun üzerine Hz. Abdurrahman, ona: "Sevgili kardeşim, Allahu Te-âlâ sana ve çoluk çocuğuna çok mal versin ve bereket ihsan etsin... Sen, bana çarşının yolunu göster. Ben orada, biraz alış-veriş yapar ve ihtiyaçlarımı karşılarım." dedi.

Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, Abdurrahman İbnü Avf (R.A.)'ın böyle dediğini duyunca, ona dua etti. Ve Abdurrahman İbnü Avf (R.A.), ticâret yaptı; kısa zamanda çok zengin oldu.

Hz. Abdurrahman İbnü Avf, Peygamber (S.A.V.) Efendimiz'-in sağlığında, Allah yolunda çok mal harcadı.

Defalarca, malının yarısını Allah yolunda harcadığı gibi, sa­vaşlarda asker donatmak, ordu için lâzım olan at ve develeri temin etmek gibi hususlarda da pek çok harcamalar yapmıştır.

Bir defasında un, buğday ve çeşitli zahire yüklü olan yediyüz deve ile Medine'ye girmişti. Hz. Âişe (R.A.), Peygamber (S.A.V.) Efendimizin: "Abdurrahman İbnü Avf, cennete diz üstü girer." bu­yurduğunu haber verdi.

Bunun üzerine Abdurrahman îbnü Avf (R.A.), "bu develeri­nin hepsini, yükleri ile birlikte, Allah yolunda dağıtacağını" söyledi ve bunu Hz. Âişe (R.A.)'yi şahit tuttu.

Abdurrahman İbnü Avf (R.A.), Peygamber (S.A.V.) Efen­dimizin Emri ile, Dûmetü'l Cendel'e giden orduya komutanlık yaptı.

Abdurrahman İbnü Avf (R.A.), Hz. Ebû Bekir (R.A.)'in hi­lâfeti zamanında da, O'nun en yakın müşavirlerinden biri idi. Hz. Ebû Bekir (R.A.), ona hürmet gösterir ve her hususta onunla istişa­rede bulunurdu.

Abdurrahman ibnü Avf (R.A.), Hz. Ömer (R.A.)'in de mü­şaviri idi.

Hz. Ömer (R.A.) vefat ederken, halifeliğe aday olarak altı kişi­yi göstermişti. Bunlardan biri de Abdurrahman İbnü Avf (R.A.) idi. Ancak o, kendi hakkından feragat ederek hakem oldu.

Hz. Osman (R.A.) Halife seçilince, önce Abdurrahman İbnü Avf (R.A.) biat etti.

Abdurrahman İbnü Avf (R.A.), Hz. Osman (R.A.) devrinde son derece sakin bir hayat yaşadı.

Abdurrahman İbnü Avf (R.A.), Peygamber (S.A.V.) Efen­dimizden 65 hadis-i şerif rivayet etmiştir.

Abdurrahman İbnü Avf hazretleri, hicrî 31 (milâdi 653) sene­sinde, 75 yaşında olduğu hâlde Medîne-i Münevvere'de vefat etmiş ve Baki Kabristanına defnolunmuştur. [21]

 

Abdurrahman İbnü Ebî Bekr

 

Hz. Abdurrahman (R.A.), Hz. Ebû Bekr-i Sıddîk (R.A.)'ın en büyük oğludur. Âişe-i Sıddîka validemizin öz kardeşidir. Anne­leri Ümmü Ruman'dır.

Ashâb-ı kiram arasında birbirinden doğmuş dört sahabînin mevcudiyeti, sadece Ebû Bekr-i Sıddık ailesine mahsus bir özellik­tir. Şöyle ki:

Hz. Ebû Bekir (R.A.)'in kendisi, babası kuhâfe, oğlu Abdur­rahman ve bunun oğlu Muhammed ashab-ı kiramdan idiler.

Abdurrahman (R.A.), Hudeybiye Anlaşması sırasında müslüman olmuştur.

Yemâme vak'asmda bulunmuş- ve kahramanca savaşmıştır.

Abdurrahman İbnü Ebî Bekr (R.A.) hazretleri âlim ve fakıyh bir zat idi.

Peygamber (S.A.V.) Efendimizden sekiz hadîs-i şerîf rivayet etmiştir.

Hz. Abdurrahman (R.A.), hicrî 53 yılında vefat etmiştir; Mekke-i Mükerreme'de medfûndur. [22]

 

Abdurrahman İbnü Ebî Leylâ

 

Abdurrahman İbnü Ebî Leylâ, tabiînin ileri gelen âlimlerin­den biridir. Künyesi Ebû îsâ'dır.

Abdurrahman hicrî 19 tarihinde Kûfe'de doğmuş ve 83 tari­hinde aynı yerde vefat etmiştir.

Abdurrahman İbnü Ebî Leylâ, bir çok sahâbî ile görüşmüş ve onlardan hadîs-i şerifler rivayet etmiştir.

Abdurrahman'ın babası Ebû Leylâ da Peygamber (S.A.V.) Efendimizin ashabındandır. Adı Yesar veya Dâvûd el-Ensârî'dir.

Ebû Leylâ Kûfe'ye gelip, orada yerleşmiştir. [23]

 

Abdurrahman İbnü Ganm

 

Yemenli olan Abdurrahman İbnü Ganni (R.A.)'in sahâbî olup olmadığı hususunda iki ayrı rivayet vardır.

Bir rivayete göre, Abdurrahman îbnü Ganm hazretleri, Peygam­ber (S.A.V.) Efendimizin huzuruna gelip-müslüman olmuştur. Bu­na göre, o bir sahâbidir.

Diğer bir rivayete göre ise, Peygamber (S.A.V.) Efendimizin Ye-men'e gönderdiği Muaz îbni Cebel (R.A.) hazretlerinin da'veti ile İslâm'a gelmiş ve vefatına kadar, O'nun musahibi ( = arkadaşı, soh­bet ve istişare ettiği şahıs) olarak bulunmuştur. Bu sebeple, kendisi­ne sâhib-i muaz denilmiştir.

Abdurrahman îbnü Ganm (R.A.), Hz. Ömer, Hz. Ali, Hz. Ebû'd-Derdâ ile diğer bazı sahabelerden hadîs-i şerifler dinlemiş ve bunları rivayet etmiştir.

Abdurrahman İbnü Ganm (R.A.), bilâhare Şam'a yerleşmiş ve buradaki tabiîn kendisinden fıkıh öğrenmiştir.

İbni Ganm, zamanında, Şam'ın en fakıyh kişisi idi.

Abdurrahman îbnü Ganm (R.A.) hazretleri, hicrî 78 yılında, Şam'da vefat etmiştir. [24]

 

Abdurrahman İbnü Kasım

 

 Abdurrahman îbnü Kasım, Hz. Ebû Bekir (R.A.)'in oğlu Muhammed'in oğlunun oğludur*

Abdullah İbnü Kasım hazretleri büyük bir fıkıh âlimidir.

l&ndisi, babasından, Âmir'den, Nâfî'den ve diğer bazı âlim­lerden rivayette bulunmuştur.

Abdurrahman İbnü Kâsım'dan ise, Yahya el-Ensârî, Mâlik, Süf-yân es-Sevrî, Leys, Evzâl gibi büyük âlimler rivayette bulunmuşlardır.

İmâm Ahmed: "Abdurrahman sikadır, sikadır, sikadır." di­yerek,   O'nun  ilimdeki   üstünlüğünü  ve  güvenilirliğini   ortaya koymuştur.

Abdurrahman îbnü Kasım Hicrî 126 senesinde Şam'da vefat etmiştir. O'nun Medine'de vefat ettiği rivayeti de vardır. [25]

 

Abdulaziz El-Buhârî

 

Abdülaziz el-Buhârî, büyük bir fıkıh âlimidir. Özellikle usûl-ü fıkıh sahasında eserler te'lif etmiştir.

Abdülaziz el-Buhârî'nin babasının adı Ahmed'tir. Fıkıh ilmini amjfesı Muhammed ile Muhammed el-Buhârî'den tahsil etmiştir.

Kendisi çok kuvvetli bir usûl âlimidir.

Keşfü'l-Esrâr isimli eseri, İmâm Pezdevî'nin Usûlü'nün en kıymetli şerhlerinden biridir.

Gâyetii't-Tahkik isimli eseri de, fıkıh usûlü ile ilgilidir.

Abdülaziz el-Buhârî, hicrî 730 tarihinde vefat etmiştir. [26]

 

Abdü'l-Gânî Nabülüsî

 

Nabülüsî Abdü'1-Gânî İbnü Şeyh İsmail ed-Dimaşkî, hanefî fukahâsından ve nakşibendî, kâdirîmeşâyihinden muhterem bir zattır.

Babasından ve diğer bir çok âlimden ilim tahsil etmiştir. Bu cüm­leden olarak Şeyh Ahmed Kal'î'den fıkıh ve usül-ü fıkıh; Abdülbâkî. el-HanbeK'den hadis; Mahmud el-Kerderfden nahiv ve edebiyat oku­muş ve Şeyh Abdürrezzak el-Keylân'dan kâdirî tarîkim ahzetmiştir.

Nabülüsî, daha yirmi yaşında iken eser telif etmeye başlamıştır.

Bir ara inzivaya çekilmişse de, bundan sonra tedris hayatına atıl­mış ve Şam'daki Selimiye Camiinde Kazî Tefsiri'ni okutmaya başlamıştır.

Nabülüsî, hicrî 1075 tarihinde İstanbul'a gelmiş, bir müddet bur-da kaldıktan sonra, Lübnan'a, Kudüs'e, Mısır'a ve Hicaz'a gitmiş; oradan da Şam'a dönmüştür. [27]

 

Eserleri:

 

Şeyh Nabülüsî'nin bir çok eseri vardır. Bu eserlerin ekserisî Kâmusü'I-A'lâm'da zikredilmiştir ve başhcaları şunlardır:

1-) et-Tahrîrü'1-Hâvî bi-Şerhı Tefsîri'l-Beyzâvî.

2-) Kitâbü'l-Evrâd

3-) el-Hadîkatü'n-Nediyye Şerhu't-Tarîkati'l-Muhammediyye.

4-) Nefehatü'I-Ezhâr alâ nesmâti'l-Eshârfî-Medhi'n-Nebiyyi'1-Muhtâr

5-) Reşehâtü'I-Aklâm Şerhu Kifâyeti'l-Gulâm

6-) Kıyâfetü'l-Gulâm fî-Cümleti Erkâni'I-İslâm. Bu eser, hane­fî fıkhına aittir.

7-) el-Cevâbü'ş-Şerif li'1-Hazreti'ş-şerîfe fî enne mezhebe Ebî Yû-süfe ve Muhammed hüve mezhebü Ebî Hanîfe

8-) Es-Sulhu beyne'l-İhvân fî hükmi İbâdeti'd-dühân 9- Dîvânü'I-Hakâik ve Mecmûu'd Dekâik 10-) Cevâhirü'n nüsûs fî halli kelimâti'l-Füsûs 11-) Ta'tîrü'l-Enâm fi Ta'bîri'l-Menâm.

Nabülüsî merhum, Dı^.aşk'ta hicrî 1050 tarihinde doğmuş ve 1143 tarihinde orada vefat etmiştir. [28]

 

Abdülhakîm D-Efgânî

 

Abdülhakim   el-Efgâni,   hicrî   14.   asrın  büyük   âlim  ve ediblerindendir.

Kendisi Afganistan tarafından gelip Şam'a yerleşmiş ve orada il­mî faaliyetlerini sürdürmüştür.

Keşfü'I-Hakâik Şerhi Kenzü'd-Dekâik adlı eseri, kısa fakat çok fay­dalı bir fıkıh eseridir. [29]

 

Abdüikâdir El-Kureyşî

 

Abulkâdir el-Kureyşî Muhammed isimli bir zâtın oğludur. Kün­yesi de Ebû Muhammed'dir.

Abdülkâdir el-Kureyşî, hadis ve fıkıh ilimlerinde meşhur bir âlim olduğu gibi, diğer bir çok, ilimlerde de zamanın meşhur âlimleri ara­sında idi.

Abdülkâdir el-Kureyşî, Alâüddin Ali Türkmânî ve Hîbetullah Türkistânî gibi zâtlardan ilim tahsil etmiştir. [30]

 

Eserleri

 

Abdülkâdir el-Kureyşî'nin başlıca eserleri şunlardır:

1-) el-İnâye fî Tahrîri Ehâdîs-i Hidâye.

2-) Şerhu Maâni'1-Âsar

3-) er-Reddü alâ İbni Ebî Şeybe an Ebî Hanîfe

4-) el-Bustân fî Fezâili'n-Nu'mân

5-) el-Kitâb fî'1-Müellefeti Kulûbihim

6-) el-Cevâhirü'1-Muzic fî Tabakâti'l-Hanefiyye.

el-Fevâidü'1-Behiyye'de   nakledildiğine   göre,   Tabakâtü'l-Kârî'de şöyle denilmiştir:

"Hidaye kitabında bir çok evham vâki olmuştur, bunları Allame Abdulkâdir el-Kureyşî el-İnâye fî Tahrîc-i Hadîsi'1-Hidâye adındaki ki­tabında nakletmektedir. [31]

 

Abdüllatif Şükrü Efendi

 

Mecelle'nin 6, 7 ve 8. kitaplarının hazırlanmasında görev yap­mış bulunan Abdüllatif Şükrü Efendi'nin hayatı hakkında, incele­nen kaynaklarda bir bilgiye rastlanmamıştır. [32]

 

Abdürrezzak İbnü Hemmâm Es-San'ânî

 

İbnü Hemmâm, hicrî 136 yılında San'a şehrinde doğmuştur. Büyük bir hadis ve fıkıh âlimidir.

Abdurrezzak İbnü Hemmâm Ibnü Nâfiî Ebû Bekir es-San'ânî, Benî Himyer kabilesi azadlılarından idi. Bu sebeple kendisine Ebû Bekir el-Himyerî denilirdi.

Hadis, fıkıh ve tefsir ilminde, —yaşadığı devirde— insanların müracaat mercii idi.

Kendisi, babasından, amcasından, Ma'mer İbni Râşid, îmâm Evzâî, İmâm Mâlik, İbni Cüreyc, Süfyân İbni Üyeyne, Süfyân-ı Sevrî, Zekeriyya İbni İshak el-Mekkî, Ca'fer İbni Süleyman, Yûnus İbni Süleym es-San'ânî, İbni Ebî Revvâd, İsmail îbni Iyâş ve başka zât­lardan ilim öğrenmiş ve hadîs-i şerîf rivayet etmiştir.

Kendisinden de Vekf İbni Cerrah, Ebu Usâme, Ahmed İbni Hanbel, İshâk İbni Râhaveyh, Yahya İbni Ma'în Ahmed İbni Sâlin, İbrahim İbni Musa, Abdullah İbni Muhammed el-Müsnedî, Ahmed İbni Yûsuf es-Sülemî, Ebu Mes'ûd er-Râzî ve başka âlimler hadîs-i şerîf rivayet etmişlerdir. [33]

 

Eserleri

 

Abdürrazzak İbnü Hemmâm'in başlıca eserleri şunlardır:

1-) Tefsîru'l-Kur'ân

2-) el-Musannef fTl-Hadis

3-) Kitâbü'l-Megâzî

4-) Tezkiyetü'I-Ervâh

5-) el-Câmiu'I-Kebîr fî'1-Hadîs

6-) el—Câmiu's-Sünen fi'1-Fıkh

Abdurrezzak İbnü Hemmâm, hicrî 21 î (milâdî 826) yılında Ye-men'de vefat etmiştir. [34]

 

Abdüssettar Efendi (Kırımlı)

 

Kırımlı Abdüssettar Efendi, tahsilini tamamladıktan sonra, müderris olarak tedris hayatına başlamış ve uzun müddet Mekteb-i Hukuk'ta müderrislik yapmıştır.

Kırımlı Abdüssettar Efendi, îlâmât-ı Şer'iyye Mümeyyiz Mu-âvinlİği yaptığı sırada, Mecelle Komisyonunda da görevlendirilmiş ve Mecelle'nin 13, 14, 15 ve 16. kitaplarının yazılmasında vazife yapmıştır.

Hicrî 1304 (milâdî 1886) senesinde, Temyiz Mahkemesi âzası bulunduğu sırada Mekke-i Mükerreme Mollalığına tayin olunmuş ve bu görev için oraya gittiğinde hac vazifesini de yapmıştır.

Ve, kısa bir müddet sonra hicrî aynı yılın zilhicce ayının on al­tıncı günü (milâdî: 6 Eylül 1887) vefat etmiştir.

Abdüssettar Efendi, devrinin en büyük fakıyhlerinden biridir, bu zâtın, Şam Müftisi Mahmud Hamzavî ile yaptığı fıkıh konusun­daki yazışmalar çok meşhurdur. [35]

 

Eserleri:

 

Kırımlı Abdüssettar Efendi'nin başlıca eserleri şunlardır:  

1-) TeşîtaıTI-Kavâidi'l-KiiUiyye

Hukuk sahasında pek kıymetli bir eser olan bu kitap matbûdur ve Türkçedir.

2-) Mecelle Şerhi Teşrih

Bu eser, Mecelle'nin 700 maddesinin şerhidir; Türkçedir ve matbûdur.

3-) MedhaM Fıkıh

Bu eser de Türkçedir ve matbûdur.

4-) Tenbihu'r-Rukûd alâ-enne'l-imzâe mine'I-Kaza fî'I-Kısâsı ve'1-Hudûd

Bu eser, Kırımlı Abdussettar Efendi'nin, Şarn Müftîsi Mahmut Hamzavî Efendiye verdiği cevaplardan müteşekkildir. Arabça olan bu kitap da matbûdur. [36]

 

Adiy İbni Hâtem

 

Adiy bin Hâtem (R.A.), ashâb-ı kirâmdandir. Ebû Tarif is* miyle meşhur olmuştur. Meşhur şâir Hâtem-i Taî'nin oğludur.

Adiy bin Hâtem (R.A.), hicretin 9. senesinde müslüman ol­muştur. Daha önce hiristiyandı.

Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, Medine'nin çevresindeki, — henüz İslâm'a girmemiş olan— kabileler üzerine sefer düzenledi.

Bu seferlere katılan ashâb-ı kiram, bu kabileleri önce İslâm'a da'vet ederlerdi. Bu da'veti kabul etmezler ve zimmeti de reddeder­lerse, savaş yapılırdı.

Hicretin dokuzuncu senesinde, Tebük'ün doğusunda yaşayan Tay kabilesi üzerine de bir İslâm birliği geldi. Bu kabilenin reisi olan Adiy bin Hâtem, ashâb-ı kiramı görünce kaçtı. Savaş sonunda müs-lümanlar tarafından alman esirler arasında Adiy bin Hâtem'in kız kardeşi de vardı.

Esirler Peygamber (S.A.V.) Efendimizin huzuruna getirilince, Efendimiz (S.A.V.), kız kardeşini Adiy bin Hâtem'i bulup getirmesi için gönderdi. Kız kardeşi, onu bularak Peygamber (S.A.V.) Efen­dimizi anlattı.

Adiy bin Hâtem, daha önce kayser ve kisrâlarm huzurlarında bulunmuş ve onların sert ve gösterişli davranışlarına şahit olmuştu. Bu sebeple Peygamber (S.A.V.) Efendimizin huzuruna çıkmaktan çekiniyordu. Kız kardeşinin Peygamber (S.A.V.) Efendimiz hakkın­daki sözleri, Adiy bin Hâtem'i cesaretlendirdi ve Efendimizin huzu­runa çıkmaya karar verdi. Bundan sonrasını kendisinden dinleyelim:

—Rasulullah (S.A.V.) Mescid'de imiş. Oraya gittim. Selâm ver­dim. Bana:

—"Kimsiniz?" dediler. Ben de:

—"Adiy bin Hâtem'in" dedim. Kalktılar ve beni evine da'vet ettiler.

Yolda, zayıf ve yaşlı bir kadına^rastladık. Bu kadın, Rasûhıllah'a bazı ihtiyaçlarının bulunduğunu anlattı. Onunla ilgilendi ve ih­tiyaçlarını halletti. Ben de, onları seyrediyor ye içimden: "Bu zat melik değildir" diyordum.

Sonra Resûlullah (S.A.V.) beni evine götürdü. İçi lif dolu bir minderi oturacağı yere koydu ve bana:

—"Buraya oturun." buyurdu. Ben:

—"Siz oturun." dedim. Tekrar, bana oturmamı emrettiler. Otur­dum. Ve kendileri yere oturdular. Ben içimden: "Vallahi, melik olan bir şahıs böyle yapmaz. Bu zat melik değildir ve çok kerem sahibi bir zattır." dedim. Bana:

—"Ey Adiy bin Hâtem, müslüman ol ki, selâmette olasın." bu­yurdu. Ben:

—"Benim dînim vardır." dedim.

Resûlullah (S.A.V.):

—"Senin dinini, senden daha iyi biliyorum. Sen, Rakusiyye di­ninden değil misin? Kavminin ganimetinin dörtte birini yemiyor mu­sun? Bu, senin dininde, sana helâl değildir." buyurdu.

Ve ben, içimden: "Vallahi doğru söylüyor. Bilinmeyen şeyleri biliyor. O, peygamberdir." dedim.

Rasûlullah (S.A.V.) şöyle devam etti:

—"Ey Adiy bin Hâtem, seni İslâm'a girmekten alıkoyan nedir? Seni, lâilâhe illalah demekten uzaklaştıran nedir?

Allah'tan başka ilâh var mı? Neden çekmiyorsun? Seni Allah en büyüktür demekten alıkoyan nedir? Allahu Teâlâ'dan daha bü­yük var mı?" buyurdu.

Bu kadar güzel yüzlü, tatlı sözlü bir kimse yalancı olamazdı. Hemen kelime-i şehâdet getirip müslüman oldum. Peygamber (S.A.V.) Efendimizin mübarek yüzleri gülüyor ve: — Kendilerine azâb edilenler, yahudilerdir. Sapıklarsa hıristi-yanlardır." buyuruyorlardı.

Adiy bin Hâtem (R.A.) müslüman olduktan sonra, ResûM Ek­rem (S.A.V.) Efendimizin emri ile kendi kabilesine ve çevresindeki diğer kabilelere İslâmiyeti tebliğ etmek ve onların zekâtlarını topla­mak için görevlendirildi.

Adiy bin Hâtem, kabilesinin yanma döndü ve onlara İslâmiyeti tebliğ ederek hepsinin müslüman olmasına sebep oldu.

İslâmiyette, kavminin zekâtını ilk olarak toplayan Adiy bin Hâ­tem (R.A.) hazretleridir.

Adiy bin Hâtem (R.A,) hazretleri, müslüman olduktan kısa bir süre sonra Peygamber (S.A.V,) Efendimizle birlikte Veda Hac-cında bulundu.

Peygamber (S.A.V.) Efendimizin âhirete irtihâllerinden son­ra, bazı kabileler İslamiyetten ayrılıp mürted olmuşlardır.

Halîfe Hz. Ebû Bekir (R.A.), irtidad eden bu kabileler üzerine ordu göndererek, İslâm'dan ayrılmalarına mani olmaya çalıştı.

Bu dönemde Adiy bin Hâtem (R.A.), kavmine gerekli nasihat­lerde bulunarak, kavminin irtidad ve isyanına mâni oldu. Tay kabi­lesi İslâm'a samimiyetle bağlı kaldı.

Adiy bin Hâtem (R.A.), Hz. Ömer (R.A.)'in zamanında Ce-zîre, Şam ve Irak fütuhatında hazır bulunmuştur.

Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, sadaka vermek hususunda, bir gün Adiy bin Hâtem (R.A.)'e şöyle buyurdu:

—"Bir hurmanın yarısıyla bile olsa, cehennem ateşinden koru­nunuz. Onu da bulamazsanız, —muhatabınıza— tatlı ve güzel bir sözle karşılık veriniz."

Adiy bin Hâtem (R.A.), çok cömert ve dünyaya kıymet ver­meyen bir zât idi. Çok sadaka verirdi; kazancının çoğunu fakirlere dağıtırdı.

Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, bir mecliste otururken, Adiy bin Hâtem (R.A.) gelirse, ona yanında yer verir ve iltifatta bulunurdu.

Adiy bin Hâtem (R.A.) daha vakit girmeden namaza hazırla­nır ve her vakit için abdest alırdı.

Hâlid bin Velid (R.A.) hazretleri Şam ve Irak'ın fethi sırasın­da Adiy bin Hâtem (R.A.) hazretlerini kendisine muavin (= yardımcı) tâyinetmişti.

Adiybin Hâtem (R.A.) hazretleri Cemel ve Sıffîn savaşların­da Hz. Ali (R.A.)'nin tarafında yer almıştı.

Küfe Şehri kurulunca, Adiy bin Hâtem (R.A.) hazretleri ge­lip oraya yerleşti. Yaşı çok ilerlediği için, artık savaşlara katılmıyor­du. Bu sırada Hz. Ömer (R.A.) şehid edilmiş ve Halifeliğe Hz. Os­man (R.A;) seçilmişti. Hz. Osman (R.A.), Adiy bin Hâtem (R.A.)'i, İslâm'a yaptığı hizmetlerden dolayı ve oranın gelirinden istifâde et­mesi için Bağdad'a gönderdi.

Adiy bin Hâtem (R.A.), Hz. Ali (R.A.)'nin şehâdetine kadar Bağdat'da kaldı. Sonra, tekrar Kûfe'ye döndü. Orada insanlara na­sihat ederek İslâm'a hizmetini devam ettirdi.

Adiy bin Hâtem (R.A.) hazretleri, Peygamber (S.A.V.) Efen­dimizden 66 hadîs-i şerif rivayet etmiştir. Bu hadîs-i şeriflerden bir kısmı Sahîh-i Buhârî ve Sahîh-i Müslim'de mevcuttur.

Adiy bin Hâtem (R.A.) hazretleri hicrî 69 yılında 120 yaşında olduğu hâlde Kûfe'de vefat etmiştir. [37]

 

Afiye

 

Afiye îbni Yezid İbni Kays el-Kûfî, önde gelen hanefi fuka-hâsmdandır. Sadûktur. Kendisi Kadi Afiye diye meşhurdur.

İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe (R.A.)'nin Kadı Âfiye'ye büyük teveccühleri vardır.

İmâm-ı A'zam (R.A.), Kadı Âfiye'nin de hazır bulunduğu bir mecliste bir mes'eleyi halledince, Âfiye'nin o mes'ele hakkında mu­halif bir mütalaada bulunup bulunmadığına bakardı. Eğer, Kadı Afi­ye o mes'ele hakkında muhalif bir görüş beyan etmemişse, tmâm-ı A'zam (R.A.)» o mes'eleyi tesbit ederdi.

Âfiye'nin bulunmadığı meclislerde ise, hükmün sab üleştirilmesi hususunda acele edilmemesini tavsiye ederdi, ve o mes'eleden Âfi­ye'nin de haberdar olmasını isterdi.

Kadı Afiye, hicri 160 tarihinden sonra vefat etmiştir. [38]

 

Ahmet Hâlid Efendi (Yûsuf-Zâde)

 

Ahmet Hâlid Efendi, Kazasker Yûsuf Efendinin oğlu ve 117. Şeyhü'l-İslam Mehmet Cemâleddin Efendinin babasıdır.

İstanbul'da doğan ve tahsilini burada tamamlayan Ahmet Hâ­lid Efendi, müderris olarak ilmiye yolunu seçmiştir.

Ahmet Hâlid Efendi, 1853'de Diyarbakır, 1861'de de Şam Mol­lası olmuş; 1866'da Haremeyn payesini kazanmıştır.

Sonra, İstanbul payesini kazanmış ve 1876'da fiilen İstanbul ka­dısı olmuştur.

Daha sonra, Anadolu Kazaskerliğini kazanan Ahmet Hâlid Efen­di, İdâre-i Emvâl-i Eytâm reisliği, İn.tihâb-ı Hükkâm reisliği gibi gö­revlerde de bulunmuştur.

Ahmet Hâlid Efendi, 29 Ağustos 1882'de vefat etmiş ve Fatih Camii avlusunda, —pederinin yanma— defnolunmuştur. [39]

 

Ahmed Hilmi Efendi

 

Ahmet Hilmi Efendi, son devir Osmanlı âlimlerindendir ve Me­celle Cemiyeti azasıdır.

Mecelle'nin bütün kitaplarının hazırlanmasına iştirak etmiş olan Ahmet Hilmi Efendi Kastamonuludur.

Ahmet Hilmi Efendi, hicrî 1275 (milâdî 1858) yılında Galata Mollalığına tâyin olunmuş ve yedi sene sonra da (yani 1865'de) ken­disine Sofya kadılığı tevdî olunmuştur.

Daha sonra, Mekke payesini ibraz ederek 1868'de Divân-ı Ahkâm-ı Adliye azası olmuş ve bundan sonra da Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye'deki görevine başlamıştır.

1875 yılında İstanbul payesi ile mükâfatlandırılan Ahmet Hilmi Efendi, aynı senenin Ramazan ayında Temyiz Mahkemesi reisliğine tâyin olunmuştur.

Anadolu Kazaskerliği payesini de alan Ahmet Hilmi Efendi, hastalığı sebebiyle ve kendi arzusu ile 1888 yılında tekâüd olmuştur.

Tekaüde ayrılmasından kısa bir müddet sonra 11 Ağustos 1888 tarihinde vefat eden ahmet Hilmi Efendi, Fatih Türbesi haziresine defnolunmuştur.

Ahmet Hilmi Efendi fıkıh ilminde büyük ihtisas sahibi idi. Bu sebeble Mecelle'nin tedvini hususunda, Ahmet Cevdet Paşa'nın en çok müşavere ettiği şahıs olmuştur. [40]

 

Ahmet İbni Mansur El-İsbicâbî

 

Kadı Ahmet İbni Mansûr el-İsbîcâbî büyük bir hanefî fıkıh âlimidir. Künyesi Ebû Nasr'dır.

İsbîcâb, Semerkant yakınlarında bir yerleşim merkezidir. Ah-med İbni Mansûr İsbicâb'da doğmuş ve orada ilim öğrenmiştir. İs-bicab, o devirlerde Mâverâün'n-nehr şehirleri arasında mühim ilim merkezlerinden biri idi.

Ahmet İbni Mansûr, memleketinde küçük yaşta lisan ve din ilim­lerini öğrenmeye başladı. Bilâhare zamanın en meşhur âlimlerinden tefsir, hadis ve fıkıh ilimlerini tahsil etti.

İsbîcâbî, ihlaslı çalışması ve kuvvetli zekâsı ile İslâmî ilimlere en iyi bir şekilde vâkıf oldu.

İsbicabî, öğrendiği bu ilimleri, taliplerine öğreterek Allah'ın rızasına nail olmak arzusu ile Semerkant'a gitti. Burada talebelere ders, halka da nasihatlar vermekte ve sapıklarla da münazaralar yap­makta idi.

Seyyid Ebû Şücâ'dan sonra, Semerkant'taki ilmî reislik isbicâ-bî'ye geçti.

İsbicabî hazretleri engin ilmi ve bu ilmine uygun yaşayışı ile insanlara güzel örnek oldu. Çok cömertti ve insanlara iyilik etmeyi, yardımda bulunmayı çok severdi.

Vaktini, ibadet etmek, ilim öğrenmek ve insanlara öğretmekle geçirirdi.

İsbicabî Semerkant'ta kadılık da yaptı.

İsbicabî ve onun ilminden isifade edenler sayesinde, güzel Se­merkant daha bir güzelleşti. İslam'ı güzel bir şekilde öğrenen ve ya­şayan bu insanlardan meydana gelen toplum dünyada huzur, başarı ve zafere koşuyor, İslâm dinini yaymak ve diğer insanları da kurtar­mak için üstün bir gayret sarf ediyor lar di.

Anadolu halkını Bizans zulmünden kurtarmak ve onlara da İs­lâm'ın nuru ile aydınlatmak maksadı ile yapılan akınlar ve kazanı­lan zaferler de bu güzel devre rastlamış ve bu büyük insanlara nasip olmuştur.

Ebû Nasr İsbicabî, pek çok ve kıymetli eserler yazdı ve bu eser­leri ile Hanefi fıkhını, insanların anlıyacağı bir lisanla açıkladı. [41]

 

Eserleri:

 

İsbicâbî'nin başlıca eserleri şunlardır:

1) Câmiu'l- Sağır Şerhi

2) Câmiu'l- Kebîr Şerhi

3) Kâfi Şerhi

Bu eser, Hâkimü'ş-Şehid Muhammed bin Muhammed'in Kâfî isimli eserinin pek faydalı bir şerhidir.

4-) Muhtasar Şerhi

İmâm Tahâvî'nin Muhtasar isimli eserini de şerheden İsbicabî, bu esere pek faydalı bir mukaddime yazmış ve bu mukaddimesinde Tahavî ve eseri hakında geniş ve faydalı bilgiler vermiştir.

5-) Fetâvâyi İsbicabî

İmam İsbicabî, gördüğü yanlış fetvaları toplar, bunların yanı­na doğrularını da yazar ve fetvalarını saklardı.  .

Ahmet bin Mansûr el-İsbicâbî'nin doğum tarihi bilinmemek^ tedir. Hicri 480 (milâdî 1087) yılında vefat etmiştir.[42]

 

Ahmed İbni Muhammed El-Keş Şenî

 

el-Keşşenî, büyük bir fıkıh âlimidir. Keşşen, Cürcan yöresinde bir köyün adıdır.

Ahmet İbni Muhammed el-Keşşenî, Necmüddin Ömer en-Nesefî'den ilim tahsil etmiştir ve büyük bir hanefî fıkıh âlimidir.

Mecmûu'n-Neyâzfl, el-Keşşenî hazretlerinin hanefî fıkhına ait mü­him bir eserdir.

Keşfü'z-zünûn'da, "Mecmûu'n-Nevâzil ve'I-Havâdis ve'l-Vâkiât isimli eserin   Şeyh   İmâm  Ahmed   İbni  îsâ  Me'mûn'a  ait  olduğu'* kaydedilmiştir. [43]

 

Ahmed Ziyâüddîn Gümüşhanevî

 

Ahmed Ziyâüddin Gümüşhânevi hazretleri, büyük bir hadîs âlimi ve mutasavvıftır.

Hicrî 1228 (milâdî 1813) yılında Gümüşhane'de dünyaya geldi. On yaşında gelince, babası ve bütün ailesi ile birlikte Trabzon'a yerleştiler.

Ahmet Ziyâüddin Gümüşhânevî, beş yaşında iken okumaya başladı.

Sekiz yaşına geldiğinde de, Kur'ân-ı Kerîm, delail-i Hayrat ve Kasîde-i Burde kirâatı için icazet aldı.

Trabzon'da, bir taraftan ticâretle iştigal eden babasına yar­dım ediyor; bir taraftan da, zamanın meşhur hocalarından âlet ve şeriat ilimlerini tahsile gayret sarfediyordu. Ancak, O'nun meyli ti­cârette değil, ilimde idi.

Ahmed Ziyâüddin Gümüşhânevî, on sekiz yaşında iken, amcası ile birlikte ticarî mal almak için İstanbul'a geldi. İşlerini tamam­layıp dönüş zamanı gelince, amcasına "İlim ve marifet beldesi İs­tanbul'da bulunmaktan bahtiyarlık duyduğunu; kendisine de mem­lekette pek ihtiyaç kalmadığını; kendisinden hiç bir talepte bulunmadığını" beyan ederek, kendi el emeği ile biriktirdiği parala­rı da amcasına verdi ve yakınlarından helâllik ve dua talep ederek İstanbul'da kaldı.

Ahmed Ziyâüddün Gümüşhânevî'nin İstanbul'daki ilk dura­ğı Beyazıt Medresesi oldu. Burada tahsilini sürdürürken, kendisi ile meşgul olan bir Allah dostunun vefatı üzerine, Mahmut Paşa Med­resesinde bir odaya taşındı. Burada iken, Süleymâniye Medresesin-deki derslerine de devam etti.

Bu dönemde, Padişah Hocası Muhammed Emin Efendi ve Ab-durrahman Harpûtî gibi âlimlerin derslerine devam eden Ahmet Zi­yâüddin Gümüşhânevî, icazetini aldıktan sonra, Beyazıt Camii Mü­derrisliğine tâyin edildi.

Burada irşad görevine ve ders okutmaya başlayan Ahmet Zi-yâüddîn Gümüşhânevî hazretleri aynı zamanda eser telifine de başlamıştı.

Zahirî ilimlerde kemâle ermiş bulunan Ahmet Ziyâüddin Gü­müşhânevî, tasavvuf ve tarikat sahasında da olgunlaşmak arzusun­da idi. Bu maksatla Mevlânâ Hâlid-i Bağdadî hazretlerinin halifele­rinden Abdülfettah hazretlerine intisap etmek istedi. Ancak bu zât:

—"Sizin tarikatte nasip ve kısmetiniz, benim vâsıtamla değil­dir. Sizin irşadınıza memur bir başkası vardır. Vakti gelince, ona in­tisap eder ve feyzinizi alırsınız." dedi.

Artık, O'nun için, hasretle bekleme dönemi başlamıştı.

Nihayet Mevlânâ Halid-i Bağdadî'nin emri ile halifelerinden Ah­met Ziyâüddin el-Ervâdî İstanbul'a geldi. Ve Ahmet Ziyâüddin Gü-müşhânevî'yi irşad etti. Ve onu yüksek derecelere ulaştırdı.

Ahmet Ziyâüddin Gümüşhânevî hazreterinin mürşidi büyük bir muhaddisti. Kendisine, hadis ilminde de icazet verdi.

Gümüşhânevî hazretleri, Mahmut Paşa Medresesinden İstan­bul Vilâyet binası civarındaki zaviyeye taşında ve burada ömrünün sonuna kadar talebe yetiştirdi.

1867 yılında hacca gitti. Bu yolculuk esnasında Mısır ve İs-kenderiyye'ye de uğradı.

93 harbi diye anılan Osmanlı-Rus savaşına etrafındaki talebe ve müridleri ile bizzat katıldı ve savaştı.

Bu savaştan bir sene sonra, ikinci defa hacca gitti ve dönü­şünde Mısır'a uğrayarak Nâsiriyye ve Câmiul-Ezher'de, üç yıl ka­dar, kendi tasnifi olan Râmuzü'l-Ehâdisi okuttu ve yüzlerce arap âlim­lerine icazet verdi. Sonra İstanbul'a döndü.

Ahmet Ziyâüddin Hazretlerinin dergahı bir ilim merkezi idi. O, gündüzleri ilim okutmak, geceleri de ibâdet ve eser telifi ile meş­gul olurdu.

Ahmet Ziyâüddin Gümüşhânevî hazretleri, 25 Mayıs 1893 ta­rihinde İstanbul'da vefat etmiştir. Kabirleri, Süleymâniye Camiinin avlusunda, Kanuni Sultan Süleyman Han'ın türbesinin yakınındadır. [44]

 

Eserleri:

 

Muhaddisin-i Kiramdan, Fahru'l-Meşâyîh Ahmet Ziyâüddin Gümüşhânevi hazretleri, bir milyon civarında mürid, binlerce tale­be yetiştirmiş ve bu arada pek faydalı eserler telif ve tasnif etmiştir. Bu kıymetli eserlerin başlıcaları şunlardır:

1-) Câraiu'i-Mütün fi-Hakkı Envâi's-Sıfâti'l-İlâhiyye ve'l-Akaidi11-Mâturidiyye ve Elfâzf İ-Küfri ve Tashihi'l-A'- Wl-A'ci biyye.

Arapça olan bu eser, akâid hakkında dır ve defalarca basılmıştır. Ayrıca,  Türkçe'ye de tercüme ve şerhedilen bu kitap da matbu'dur.

2-) Râmuzü'1-E hadîs alâ tertibi hurûfı'1-hecâ

Bu eser, kıymetli bir hadis külliyatıdır. Hadîs-i şerifler harf sı­rasına göre tertip edilmiştir. Bu eserin de çeşitli tercümeleri vardır. Aslı ve tercümeleri defalarca basılmıştır.

3-) Levâmiu'l Ukûl Şerha Ramuzi'l-Ehâdis

Bu eser, Ramazü'l-Ehâdîs'in arapca şerhidir. Beş cilttir ve çe­şitli baskıları vardır.

4-) Câmiu'1-Usûl fi'I-Evliya ve Knvâihim.

Bu eser, tasavvufla ilgilidir. Kenarında İsülâhat-ı Sû fi y ye ve Fevâıd-i Saire isimli eserle defalarca basılmıştır. Tercümesi de vardır.

5-) Mecmuatü'l-Ahzâb ve'1-Evrad Dua, zikir ve virdleri ihtiva eden bu eser de, çeşitü şekillerde,

defalarca basılmıştır.

6-) Garaibü'l-Ehâdis

Hadîs ilmi ile ilgili olan bu eser de matbudur.

7-) Hadîs-i Erbain

Kırk hadîs-i şerîf ihtiva etmektedir.

8-) Ruhü'l Arifin ve İrşâdü't-Tâlibîn

Öğüt ve nasihatler ihtiva eden, bu tasavvufî eser de matbudur.

9-) Necâtü'l-Gâfffin

Tasavvufla ilgilidir ve çeşitli baskıları vardır.

10-) Câmiu'l-Menâsik alâ Ahseni'l-Mesâlik

11-) NetâyicüM- Ihlâs

duâ hakkında bir eserdir.

12-) ZübtetiH-Akâid ve Nuhbetü'l-Fevâid

Akâid hakkında, özet bilgiler ihtiva eden bir kitaptır.

13-) tîsûlü't-Turukı'l-Âliye

Tasavvufla ilgili bir eserdir.

14-) Acâibü'n-Nübiivve ve Dekâiku'î-Velâye Nübüvvet ve velayet konularını anlatan bir eserdir.

15-) Nâsiku'I-Hac

16-) Ravhatu'l-Ârifîn Matbu bir eserdir.

17-) Fezâilü'l-Cihâd

Cihadın faziletlerini anlatan bir eserdir.

18-) Müstağni'ş-Şürûh mine't-Tasrif

19-) Kilâbii'l-Âbir fî'1-ensâr ve'1-Mucâcir.

Ashâb-ı kiram hakkındadır.

20-) Letâiiü'l-Hikem

21-) Risale

Tasavvuf hakkındadır.

22-) EsrânTt-Tarîk

23-) LevâmiıTI-Fusûl

24-) Mülhakattı Garaibi11-Ehâdis

25-) Mütemmimâtü CâmiFl-Usûl

26-) Risale fi'l-Muhâcere

27-) Devâu'l-Miisiimîn

Bu eser, merhumun mev'ızalarını ihtiva etmektedir. [45]

 

Akıl İbni Ebî Tâlib

 

Akıl İbni Ebî Tâlib (R.A.), Hz. Ali ve Ca'fer-i Tayyar'ın ağa­beyleridir. Hz. Ca'fer'den 10, Hz. Ali'den 20 yaş büyüktür.

Hz. Âkilin nesebi Akıl bin Ebî Tâlib bin Abdülmuttalib bin Hâ-şim bin Abdimenâf bin Kusayy el-Kureyşî el-Hâşimî'dir. Künyesi ise Ebû Yezid'dir.

Akıl ibni Ebî Tâlib (R.A.) Mekke'de doğmuş ve yüz yılı aşkın bir süre yaşadıktan sonra, hicrî 60 (milâdî 680) yılında Medine-i Mü-nevvere'de vefat etmiştir. Baki' kabristanında medfundur.

Akîl İbni Ebî Tâlib (R.A.), âlim, fakıyh bir zat olduğu gibi, arablara ait neseb ilmini ve cahiliye devre arap tarihi ile arapların örf ve âdetlerini çok iyi bilirdi. Cahiliyye araplarmın meşhur günle­rine ait destan ve hikâyelerin hepsini bidiğinden Mekke Şehrinde ve civardaki kabilelerde büyükbir saygı görürdü. Bu hususlarla ilgili so­rular ona sorulur ve kendisinden her zaman tatminkar cevap alınırdı.

Peygamber (S.A.V.) Efendimizin İslâmiyeti yaymaya başla­dığından beri, Akîl İbni Ebî Tâlib'in müslümanlığa meyli vardı. An­cak, Mekke'deki içtimaî durum ve müşriklerin müslümanlara yap­tıkları şiddetli baskı sebebiyle bu meylini açığa vuramamış ve hatta Bedir Muharebesinde, Müslümanlara karşı kerhan savaşmıştır. Bu savaşta esir edildi ve İslam ordusuna bir zararı dokunmadı.

Bedir Savaşı bittikten sonra, esirler hakkında bilgi isteyen Pey­gamber (S.A.V.) Efendimiz, Abbas, Nevfel ve Akîl'in esirler ara­sında bulunduğunu öğrenince, bunların her biri ile ayrı ayrı görüştü ve konuştu. Ve bu üç esir salıverildi.

Bu esaretten kurtulan Akîl İbni Ebî Tâlib, hemen Mekke'ye döndü.

Ve hicretin 8. yılında Medîne-i Münevvere'ye gelerek Müslüman olduğunu açıkladı.

Akîl İbni Ebî Tâlib (R.A.), aynı yıl, kardeşi Ca'fer-i Tayyar ile birlikte Mu'te harbine iştirak etti.

Mu'te savaşından döndükten sonra ağır bir şekilde hastalandı. Bu hastalığı sebebiyle Mekke'nin fethi ile Huneyn ve Tebük seferle­rine veTaif in muhasarasına katılamadı.

Hz. Muâviye (R.A.)'nin karısı Fâtıma binti Utbe Akîl İbni Ebî Tâlib (R.A.)'in teyzesi idi.

Hz. Ali (R.A.) ile Hz. Muâviye (R.A.) arasında ihtilaf çıkınca bir ara Akîl İbni Ebî Tâîib (R.A.) de, Hz. Ali (R.A.) tarafını birakarak Şam'a giderek, Hz. Muâviye (R.A.)'nin yanında'yer almıştır.

Hz. Akîl (R.A.) fakir idi. Medine'ye hicret ettikten sonra, mad­dî durumu daha da kötüleşti. Bunun üzerine Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, Hayber seferinden sonra, Hz. Akîl'e yıllık bir maaş bağ­ladı. Başka bir geliri bulunmayan Akîl İbni Ebî Tâlib (R.A.), bu ma­aşla hayatını devam ettirdi.

Akîl îbni Ebî Tâlib (R.A.) câhiliye âdetlerini çok iyi bilir ve bunlardan gerektiği gibi sakınırdı. İnsanları da câhiliye örf ve âdet­lerinden sakındırırdı.

Hz. Akîl (R.A.), Peygamber (S.A.V.) Efendimizin sünnet-i seniyyesine sımsıkı sarılan ve O'nu çok seven bir Sahâbî idi.

Peygamber (S.A.V.) Efendimiz de, AkîL (R.A.)'i çok sever ve bu sevgisini zaman zaman mübarek sözleri ile de ifade ederlerdi.

Akîl İbni Ebî Tâlib (R.A.), Hz. Hüseyin (R.A.) ile Yezid ara­sındaki ihtilâfta Hz. Hüseyin'in tarafını tutmuş ve bu konuda önemli rol almıştır.

Hz. Akîl (R.A.), bir çok defa evlenmiş ve bir çok çocuğu olmuştur.

Hanımlarının en meşhuru, Hz. Muâviye (R.A.)'mn kız kardeşi Kureybe binti Ebî Süfyan, oğullarının en meşhuru ise Müslim ibni Akîl'dir. [46]

 

Alâeddîn Efendi (İbni Âbidîn-Zâde)

 

Meşhur fakıyh İbni Âbidîn'in oğlu olan Alâeddin Efendi, Me-celle'nin ilk beş kitabının hazırlanışına iştirak etmiştir.

Alâeddin Efendi, Şam'da doğmuş ve tahsilini orada tamam­ladıktan sonra İstanbul'a gelmiştir.

1868 senesinde Mecelle Cemiyeti âzâlığma tâyin edilen Alâed­din Efendi, burada üç yıl görev yaptıktan sonra, tekrar Şam'a dönmüştür. [47]

 

Eserleri:

 

İbni Âbidîn-zâde Alâeddin Muhammed Efendinin başlıca eser­leri şunlardır:

1) Uyûnii'l-Ahyâr li-Tekmileti Reddi'1-Muhtar Bu eser, Alâeddin Efendinin, babası İbni Âbidîn merhumun Reddül-Muhtâr adlı eserine yazdığı bir tekmiledir.

2-) Fev&id-i Alâiyye:

Bu da, ibâdetlerle ilgili bir eserdir.

Alâeddin Efendi, hicrî 1306 (milâdî 1889) yılında vefat etmiştir. [48]

 

Alâüddîn Haskefî

 

Muhammed Alâüddin bin Ali Haskefî, hicrî 1025 (milâdî 1616) yılında Haskef'te doğmuştur.

Haskef'in asıl adı Hısn-ı Keyfâ'dır ve Diyarbakır civarında bir yerin adıdır.

Alâüddin Haskefî,  babasından  ve  İmâm  Muhammed el-Mehasinî'den çeşitli ilimler tahsil etmiş ve Remle'ye giderek Hayruddin Remlî'den fıkıh okumuştur.

Alâüddin Haskefî, Kudüs ve Hicaz'a gitmiştir. Şam'da da müf-tîlik yapmıştır. [49]

 

Eserleri:

 

Alâüddin Haskefî'nin başlıca eserleri şunlardır:

1-) Ed-Dürrü'1-Muhtâr H-Şerhi tenvSri'l-Ebsâr.

2-) İfzâtiiİ-Knvâr alâ-Usûfi Menâr.

3-) ed-Dürrii'1-Müntekâ fî-Şerhi'l-Mültekâ.

Alâüddin Haskefî'nin Diirrii'I-Muhtâr  isimli  eserine, İbni Abidîn Reddi'1-Muhtâr ismi ile geniş ve pek güzel bir haşiye yapmıştır.

Bu eser, ayrıca Halebî ve Tahtâvî de haşiyeler yapmışlardır.

Alâüddin Haskefî, hicrî 1088 (milâdî 1677) yılında Şam'da ve­fat etmiştir. [50]

 

Ali Haydar Efendi (Ahıskalı Hoca Emin Efendi-Zâde)

 

Ahıskalı Hoca Emin Efendi-zâde Ali Haydar Efendi, milâdî 1852 yılında Batum'da doğmuş ve 1918 yılında İstanbul'da vefat etmiştir.

Ali Haydar Efendi, 1877 yılında Medresetü'1-Kudât-ı bitire­rek kadı oldu.

Anadolu ve İstanbul mahkemelerinde kadılık yaptı. 1907 yı­lında kazasker unvanını aldı. 1914 yılında Fetva Emini oldu,

Ali Haydar Efendi 1915 yılından itibaren ölünceye, kadar ad­liye nâzın olarak görev yaptı.

Ali Haydar Efendi, birinci cihan savaşının "cihâd-ı ekber" olduğu hususunda fetva vermiştir.

Ali Haydar Efendi, devlet görevleri yanında, çeşitli yüksek öğ­retim kurumlarında öğretim görevim de yürütmüştür. [51]

 

Eserleri

 

Ahıskalı Hoca Emin Efendi-zâde Ali Haydar Efendinin baş­lıca eserleri şunlardır:

1-) Dürretü'l-Hükkâm fî-Mecelletü'l-Ahkâm

Bu eser, Mecelle'nin en muteber şerhlerinden biridir. Dört büyük ciltten meydana gelen bu kıymetli eser arapcaya da tercüme edil­miştir. Bu eser 1881-1901 yuları arasında neşredilmiştir.

2-) Risâletü"I-Müvûdaa ve'l-İstiğlâl

3-) Tavzîhü'l-Müşkîlât fî-Ahkâmi'1-İntikâlât.

Bu eser, miras ve intikâl mes'eleleri hakkında müşkil mes'elele-ri açıklamak üzere kaleme alınmıştır.

4-) Tatbîkât-ı Şer'iye dersi

Ayrıca, arazi, evkaf ve mefkud ahkâmı ile ilgili eserleri vardır. [52]

 

Ali Haydar Efendi (Büyük Haydar Molla)

 

Büyük Haydar Molla diye anılan Ali Haydar Efendi, milâdî 1837 yılında İstanbul'da doğdu ve 1903 yılında aynı yerde vefat etti.

Büyük Haydar Efendi, âlim, fakıyh ve edip bir zat idi.

AH Haydar Efendi, ilk tahsilini Fatih'te Şeyh Mustafa Efendi Tekkesi'nde yaptı. Sonra da Muallimhâne-i Nüvvâb (= kadı yetişti­ren okulu) bitirdi.

Ali Haydar Efendi bilâhere bitirdiği bu okulda fıkıh ve ferâiz hocalığı yaptı.

Arabca ve farsca bilen Ali Haydar Efendi; Bosna ve çevresi Ad­liye Müfettişliği; Bosna, Tuna ve İzmir kadılıkları; Tuna ve İzmir Dîvân-ı Temyiz reisliği gibi bir çok resmî görevlerde bulundu.

Büyük Haydar Molla 1885 yılından, hayatının sonuna kadar Mecüs-i Kebîr-i Maarif Reisi olarak görev yaptı.

Bu arada Ali Hayar Efendi, Sekiz yıl süre ile İstanbul Hukuk Mektebi'nde Fıkıh Usûlü ve Mecelle dersleri okuttu. [53]

 

Eserleri

 

1-) Usûl-i Fıkıh'la ilgili takrirleri, hicrî 1307 yılında taş basması olarak tab edilmiş ve günümüzde de yeni alfabe ile baskısı yapılmıştır. Bu eseri, O'nun fıkıh ve usûl-i fıkıh'ta ne derece ileri bir ilme sahip olduğunu göstermektedir.

2-) Şerhi C'edîd-i Kânûnii'l-Arâzî

Bu eser, o.zaman çıkarılmış olan Arazî Kanununu açıklamak maksadı ile kaleme alınmıştır.

3-) Tashîhu'l-Arazi

Bu eser de, arazinin kayıt işlemlerinden bahsetmektedir ve ölü­münden sonra neşredilmiştir.

Ali Haydar Efendi'ye O'nun "Büyük" sıfatı, Ahiskah Hoca Emin Efendi-zâde "Küçük" Ali Haydar Efendiden ayırmak için verilmiştir.

Ali Haydar Efendi, Üsküdar'daki Şeyh Nasûhî Efendi Der­gâhına defnedilmiştir. Şeyh Nasûhî Efendi, Ali Haydar Efendinin dedelerindendir. [54]

 

Ali Himmet Berki

 

Ali Himmet Berki, Antalya Vilâyeti, Akseki kazasına bağlı İb-radı Nahiyesinin Umulla köyündendir. Babası Demirci-zâde Osman Efendi Elbistan'da kadı iken, 26 safer 1299 (i 7 Ocak 1880) tarihin­de, orada dünyaya gelmiş ve kendisine Ali Himmet adı verilmiştir.

İlk tahsilini köyünde ve babasının kadı olarak bulunduğu Ço-rum'da yapmış ve daha sonra İbradı Rüştiyesini bitirmiştir.

1316 yılında İstanbul'a giden Ali Himmet Efendi, Fatih dersi­amlarından Tokatlı Mehmet Şakir Efendi'nin ve Kayserili Büyük Hamdi Efendinin derslerine devam ederek 1327 (milâdî 1909) yılın­da icazet almıştır.

Aynı yıllarda girdiği imtihanı kazanarak Medresetü'l-Kuzât'a da kaydolan Ali Himmet Efendi, 26 ağustos 1909 tarihinde, burayı da birincilikle bitirmiştir.

İlk resmî görevine, 14 Eylül 1909 tarihinde, Meşîhat-ı İslâmi-ye'de, Fetvâ-hâne-i Âlî İlânat Odası Mübeyyizi olarak başlayan Ali Himmet Berki, bu dairede evrak memurluğu ve ikinci sınıf müsev-vidliğe terfi ettirilmiştir.

15 Aralık 1913'te Medresetü'l-Kuzât'ta Ahkâm-ı Arazi öğret­menliğine tâyin edilmiş olan Ali Himmet Berki; 1914 de Tokat, 1915'de Amasya, 1920'de de tekrar Tokat kadılığına tâyin edilmiştir.

1921'de Kars Kadılığına tâyin edilmişse de, özür beyân ederek istifasını sunması sebebiyle, Tokat'taki görevinde bırakılmıştır.

1922'de Ankara Kadılığına nakledilmiş ve 1923 yılında bu gö­revden ayrılarak Şer'iyye ve Evkaf Vekâleti, Hey'et-i İftâiye âzâhğı-na tâyin edilmiştir.

Bu görevde iken 24 Aralık 1923'ten itibaren —ek görev olarak— Şûrayı Evkaf Reisliği'ni de yürütmüştür.

3 Mart 1924'de Şer'iye ve Evkaf Vekâleti kaldırılıp, yerine Di­yanet İşleri Reisliği kurulunca, Ali Himmet Berki merhumunun ün-vâm da Hey'et-i Müşavere Âzası olarak değiştirilmiş; ancak 0,1 Ma­yıs 1924 tarihinde bu görevinden istifa ederek ayrılmıştır.

Aynı tarihte, İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesi İkinci reisliği­ne, 1 Haziran 1925 tarihinde ise aynı mahkemenin birinci reisliğine tayin edilmiştir.

12 Temmuz 1925'te Temyiz Mahkemesi Âzalığma; 29 Mart 1933'te de Yargıtay 2. Hukuk Dâiresi Reisliğine tâyin edilmiş ve emek­liliğine kadar bu görevde kalmıştır.

Merhum Ali Himmet Berki, 5 Haziran 1950 tarihinde emekli olmuştur.

İslâm Hukuku sahasınde engin bir ilme sahip olan, Ali Him­met Berki, emekli olduktan sonra da ilmî çalışmalarım sürdürmüştür.

Büyük bir âlim ve ilmi ile amel eden samîmi bir müslüman olan Ali Himmet Berki, 24 Mayıs 1976 tarihinde, Rahmet-i Rahma­na kavuşmuştur. [55]

 

Eserleri

 

1) Fâzıl'm Galatât Defteri

Bu kitap, eski dildeki konuşma ve yazı hataları ile ilgilidir.

2-) Eski Hâdiselerde Tatbiki Lâzım Gelen İrs ve İntikâl:

3-) Vakıflar (1. Kitap)

4-) Vakıflar (2. Kitap)

Bu kitaplar, eski ve yeni vakıfların bağlı olduğu prensipler ve vakıfların çeşitleri hakkındadır.

5-) Miras ve Tatbikatı.

Bu eser, ferâiz ve intikâl mes'elelerini ihtiva etmektedir.

6-) Hukuk Mantığı ve Tefsir

Bu eser, kanun ve Mukavelelerin Tanzimine yorumlanmasına ait kaide ve asılları açıklamaktadır.

7-) Büyük Türk Hükümdarı İstanbul Fâtihi Sultan Mehmed Han ve Adalet Hayatı

İstanbul'un 500. Fetih yıl dönümü münâsebetiyle kaleme alman bu kıymetli eser, Mısır'da merhum Türk âlimi Mehmed İhsan bin Abdülaziz tarafından arapcaya tercüme edilmiş ve Kâhire'de, 1953 yılında, M. Sami Hancı Yayınevi Tarafından neşredilmiştir.

8-) Tasarruf Hukuku Bakımından Dalyan ve Voli Sahasında ilk yayın olan bu eser, Dalyan ve Voli'lerin tabi ol­duğu mahallî esasları ve uygulamalardan bahsetmektedir.

9-) islâm Hukukunda Ferâiz ve İntikâl

İslâm mirası hukukundan ve intikal kanunlarından bahseden bir eserdir.

10-) Sular Hukuku

Bu eseri Sedat Çumralı ile kaleme almıştır. Eski ve yeni hukuka göre sulardan bahsetmektedir.

11-) Mecelle (Metin ve lügatçe)

Mehrumun, Mecelle'ye lügatçe ekliyerek yaptığı bir yayındır.

12-) Hatemü'l-Enbiya Hz. Muhammed ve Hayatı Merhum bu eseri Osman Keskioğlu ile birlikte köleme almıştır.

13-) Vasiyet ve Ölüme Bağlı Tasarruflar

Merhum, konuyu İslâm hukukuna göre ve yeni hukuka göre anlatmıştır.

14-) İslâm'da Kaza, Hüküm, Hâkimlik ve Tevâbü.

Bu kitabın dış kapaktaki adı: İslâm Şeriatinde Kaza Hükmü ve Hâkimlik Tarihi ve İfta Müessesesi'dir.

15-) Vakıflara Dair Yazılan Eserlerle Vakfiye ve Benzeri Vesikalarda Geçen Istılah ve Tedbirler.

16-) Ahlâka ait 250 Hadis

Bu eserlerin hepsi matbûdur ve içlerinde bir kaç def'â bası­lanlar da vardır. [56]

 

Âlim İbni Alâi'l-Ansarî

 

Âlim İbni Alâi'l-Ansârî, sekizinci asırda Hindistan'da yaşa­mış büyük bir hanefî fakıyhıdır. [57]

 

Eserleri:

 

Âlim İbni Alâi'l-Ansârî'niti en meşhur ve muteber eseri Fetâ­vâyi Tatarhâniyye'dir.

Âlim İbni Alâi'l-Ansârî, bu eserini; hicrî 752 (milâdî 1351) yı­lında vefat etmiş olan Dehli Hükümdarı —Tuğlak sülâlesinden— Sul­tan Muhammed Şah'ın veziri Tatar Han namına telif etmiştir.

Bu esere Zâdü'l-Müsâfır unvanı da verilmiştir. [58]

 

Aliyyü'l-Kârî

 

Molla Ali bin Muhammed bin Sultan el-Herevî meşhur bir âlimdir. Hanefi fukahâsmdan muktedir ve faziletli bir zattır. Lâka-bi Nuri'd-dîndir.

Aliyyü'1-Kârî, kendi beldesinde tahsilini tamamladıktan son­ra, bilgisini artırmak için seyahatlere çıkmış ve bir müddet Mısır'da kalmıştır.

Daha sonra Mekke-i Mükerreme'ye gitmiş ve orada mücavir kalmıştır. Mekke-i Mükerreme'de tavattun ettiği için,  kendisine AIiyyü'1-Kârî el-Mekkî de denir.

Aliyyü'1-Kârî, Mekke-i Mükerreme'de Üstad Ebû'l-Hasan el-Bekrî ve Şihab Ahmed İbni Hacer el-Heysenî'den müstefid olmuştur.

Aliyyü'1-Kârî, tefsir, hadis, fıkıh ve diğer ilimlerde büyük bir ihtisas sahibi idi. Kendisi meşhur kurralardan ve hattatlardan sayılır.

Aliyyü'l-Kârî, her sene bir mushaf-ı şerîf yazar ve bunun he­diyesi ile (yani hattatlıkla) geçinirdi.

Aliyyü'l-Kârî, zamanında bazı âlimlerle ilmî tartışmalara gi­rişmiş ve İbni Hacer el-Heysemfye itirazlarda bulunmuştur.

Aliyyü'l-Kârî, İbni Teymiyye ile İbni Kayyim Cevziyye'yi de müdâfaa ederdi. Bu tutumundan dolayı, tenkidlere uğramıştır.

Aliyyü'l-Kârî merhumun tasavvuftan da büyük bir zevk aldı­ğı eserlerinden anlaşılmaktadır. Buna rağmen, Aliyyü'l-Kârî'nin bazı tasavvuf büyükleri hakkında, hoş karşilanmıyacak sözleri de vardır.

Aliyyü'l-Kârî'nin, Fıkhu'I-Ekber Şerhinde Rasûlullah (S.A.V.) Efendimizin ebeveyni hakkındaki izahı da hoş karşılanmamış ve ten­kide uğramıştır.

Aliyyü'l-Kârî, daha hayatta iken ilim ve fazileti, zühd ve tak­vası ile büyük bir şöhret kazanmıştır.

Aliyyü'l-Kârî, 1014 hicri yılında Mekke-i Mükerreme'de ve­fat etmiştir. [59]

 

 

Eserleri

 

Aliyyü'l-Kârî merhum, pek çok eser yazmış ve pek çok esere de şerhler ve ta'likler yapmıştır. Merhumun başlıca eserleri şunlardır.

1-) Envâru'l-Kur'ân Esrâru'l-İrfan

Bu, merhumun kaleme aldığı güzel bir tefsirdir. Bu eserin, 1400 sahifelik yazma bir nüshası Fatih Kütüphanesinde mevcuttur.

2-) Celâleyn Haşiyesi

3-) el-Ehâdisii'1-Kudsiyye ve'l-Keiimâtü'l Ün siy ye. Bu eser, kırk kudsî hadisten meydana gelmiştir. 4-) CemVl-Vesâi fi-Şerhi'ş-Şemâil

5-) Şerhu'ş-Şifâi'ş-Şerif

6-) Mirkâtü'l-Mefâtih Ii-Mişkâfi'1-Mesâbîh

7-) el-MenhıTl-Fikriyye bi-Şerhri-Mukaddemeti'İ-Cezeriyye 8-) el-Mevdûâl

Merhum Aliyyü'l-Kârî'nin mevzu' (= uydurma) hadislerden bahseden bu eseri de "bazı, sahih hadisleri mevzu' saymakla" itham ve tenkid edilmiştir.

9-) Fethu'r-Rahmân bi- Fedâili'l-Şa'bân

10-) el-Mübîn li-Fehmi'I-Erbaîn Bu eser, İmam Nevevî'nin 40 Hadis risalesine şerhtir.

11-) Şerhu'ş-Şemâil

12-) Şerhu Fıkhı'l-Ekber

13-) Şerh-i Muvattâ-ı Muhammed

14-) Niizhetü'l-Hâtıril-Fâtır fî-Menâkibi'ş-Şeyh Abdilkâdir.

15-) el-Esmarii'1-Ceniyye fî-Esmâi'1-Hanefiyye.

16-) Envârü'l-Hüccâc fi-Esrâıfl-Hac

17-) El-Edeb fi Receb

18-) Haşiye alâ-Fethi'l-Kadir

19-) Hudûdül-Ahkâm

20-) ŞerhıTI-Câroi's-Sağîr

21-) Şerbu Sahihi Müslim

22-) Şerhu Sülâsiyâti'l-Buhârî

23-) Şerhu'l-Vikâye fi-Mesâili'1-Hidâye. 24-) Şerhu'l-Hidâye

25-) Fethu Babi'l-İnâye fî-Şerhi Kitâbi'n Nikâye

26-) cl-Mes'cle fî-Şerhi'I-Besmele 27-) Mustalahâtü EhU'l-Eser. [60]

 

Alkame İbni Kays

 

Alkame İbni Kays (R.A.), tabiînin büyüklerindendir. Alka-me, tefsir, hadis ve fıkıh ilimlerinde büyük bir âlim idi. Kendisi, ashâb-ı kiram'ın en büyük âlimlerinden Abdullah îbnü Mes'ûd (R.A.)'un en ileri talebelerinden birisi idi.

Alkame hazretleri, Fahr-i Kainat (S.A.V.) efendimizin irtihâl-lerinden önce doğmuş, fakat, O'nunla görüşme şerefine erememiştir.

Alkame İbni Kays'm vefat tarihi hakkında ihtilaf vardır. Kuv­vetli rivayet, O'nun hicri 62 (milâdî 681) yılında, Kûfe'de vefat et­miş olduğudur.

Alkame İbni Kays hazretleri, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali, Hz. Ebû'd-Derdâ, Hz. Abdullah İbnü Mes'ud ve diğer bir çok sahâ-bîlerle görüşmüş ve bunlardan hadîs-i şerîf rivayet etmiştir.

Alkame, Hz. Ebû Bekir, Hz. Âise, Hz. Huzeyfe el-Yemânî, Hz. Selmân-ı Fârisî ve Hz. Hâlid bin Velid'den de hadîs-i şerif rivayet etmiştir.

Alkame İbni Kays hazretleri pek çok âlim yetiştirmiş, bilhas­sa fıkıh ilminde, ehl-i sünnetin bir çok büyük imâmı, —talebeleri vasıtasiyle— Alkame hazretlerinin ilminden istifade etmiştir.

Alkame İbni Kays hazretlerinden ilim tahsil etmiş bulunan meş­hur âlimlerden bir kısmı şunlardır:

İbrahim Nehâî, Ebû Vâil, Muhammed İbni Şîrîn, İmâm-ı Şa'-bî, Abdurrahman İbnü Yezîd, Esved İbni Yezîd, Ömer İbni Alka­me, İmâm-ı Zuhrî ve daha pek çok zat...

Alkame İbni Kays hazretleri, Kur'an-ı Kerimi ve fıkıh ilmini Abdullah îbnü Mes'ûd (R.A.) hazreterinden öğrendi. Onun dersle­rinde, üstün bir şekilde yetişti.

Nitekim, Abdullah İbnü Mes'ûd (R.A.) hazretleri: "Alkame, benim okuduğum her şeyi okur ve bildiklerimi bilir." buyurmuştur.

Alkame İbni Kays, hal ve davranışları ile de, üstadı Abdullah İbnü Mes'ûd (R.A.)'a benzerdi. İbni Mes'ûd (R.A.) de Peygamber (S.A.V.) Efendimize çok benzerdi.

Alkame îbni Kays, Kur'an-ı Kerîmi çok güzel okurdu. Onu dinleyenler kendinden geçerdi.

İbrahim Nehâî anlatıyor:

Alkame îbni Kays, Abdullah înbü Mes'ûd (R.A.)'un huzurun­da Kur'ân-ı Kerîm okurdu. İbni Mes'ûd (R.A.) hazretleri onu dinle­dikçe: "Oku, anam babam sana feda olsun." derdi."

Kendisi şöyle anlatıyor:

"Abdullah İbnü Mes'ûd (R.A.), beni yanına çağırtıp Kur'an-ı Kerîm okumamı isterdi. Ben de okudum. Ben durunca: "Devam et" buyurdu."

A'rec de şöyle anlatıyor:

"Kur'an-ı Kerîm okumada ses bakımından insanların en güzeli Alkame idi. İbni Mes'ûd (R.A.), ne zaman onun kıraatini dinlese kendinden geçer ve: "Eğer Resûlullah (S.A.V.), seni görseydi, se­ninle mesrur olurdu." derdi."

Alkame îbni Kays hazretleri tefsir ilminin de büyük imamla­rından biridir, ayet-i Kerîmeleri tesfir ederken, diğer âyetlerden ve hadîs-i şeriflerden istifâde ederdi.

Hadis ilminde de ileri bir âlim olan Alkame İbni Kays, hadis­te hafız mertebesine yükselmiş bulunan âlimlerdendir. Rivayet ettiği hadîs-i şerifler kütübü sitte'de yer almaktadır.

Ehl-i sünnet ve'1-cemâaatin reisi ve hanefî mezhebinin imâ­mı, îmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe (R.A.) de ilmini, onun talebeleri zin­cirinden almıştır.

Alkame, tabiîn içinde pek büyük bir mevkie sahiptir. Kaabûs Ibni Ebî Zabyân el-Kûfî şöyle anlatıyor: Babama:

—"Niçin, ashâb-ı kiram'ın meclislerini bırakıp da Alkame'nin meclisine gidiyorsun?" diye sordum.

Babam şu cevabı verdi:

— Ben, Resûlullah (S.A.V.)'in ashabından bir çoğuna yetiştim ki, onlar Alkame'den soruyor; ondan fetva alıyorlardı."

Ebû İshâk da şöyle derdi:

—"Alkame îbni Kays, Rabbanî âlimlerdendir." [61]

 

Âmir İbni Abdullah İbni Mes'ûd

 

Âmir Ibni Abdullah îbni Mes'üd, tabiînin ileri gelenlerinden âlim bir zattır. Fıkıh ve hadis ilimlerinde çok ileri idi. Güvenilir bir âlimdi.

Âmir İbni Abdullah Ibni Mes'ud'un künyesi Ebû Ubeyde'dir ve o, bu künye ile meşhurdur.

Âmir İbni Abdullah îbni Mes'ûd Kûfe'lidir ve hicrî 80 tari­hinden sonra vefat etmiştir. [62]

 

Ammar İbni Yâsir

 

Ammar Ibni Yâsir (R.A.), ashâb-ı kiramın ileri gelenlerinden-dir. Künyesi Ebû'l-Yekzân'dır.

Ammar İbni Yâsir (R.A.)'uı babası Yâsir, aslen Yemenlidir. Ammar (R.A.), Mekke'de doğmuş ve hicrî 37 yılında Sıffîn Sava­şında, doksan dört yaşında olduğu hâlde şehîd olmuştur.

Ammar İbni Yâsir'in Annesi Sümeyye hanımdır. Ammar, ba­bası Yâsir ve annesi Sümeyye İslâmiyeti ilk kabul eden kimselerdendir.

Ammar îbni Yâsir (R.A.) ile müslüman olanların otuzuncusu-dur. Dârü'l-Erkâm'da müslüman olmuştur.

Ammar, babası Yâsir ve annesi Sümeyye müslüman oldukla­rı için, müşriklerden pek çok ezâ ve cefâ gördüler.

Muhammed İbni İshâk şöyle anlatıyor:

Ebû Tâlib hayatta iken, müşriklerden hiç biri Peygamber (S.A.V.) Efendimize bir kötülükte bulunmazlardı.

Ashab-ı Kiram içindeki tanınmış kimselere de, kavimlerinin hi­mayesi ve aşiretlerinin kalabalık olması sebebiyle, istedikleri ezâ ve cefayı yapamazlardı. Lâkin, kimsesiz müslümanları bulup onlara çeşit çeşit işkenceler yaparlardı. Bunların içinde en çok eziyet görenler ise Bilâl-i Habeşî, Süheyb, Habbab ve Ammar İbni Yâsir'dir. Müşrik­ler, bu büyük sahâbilerden kimini kızgın güneş altında aç ve susuz bırakıp "Muhammed'in dininden dön." derler; kimini döverler; ki­mini de görülmedik işkenceler yaparlardı. Onlar da bu işkencelere sabreder ve İslâm dininden dönmezlerdi.

Benî Mahzum kabilesinin ileri gelenleri, Ammar'a, babası Yâ-sir'e ve annesi Sümeyye'ye işkence ederler, sıcak günlerde, kızgın kum­ların içine gömerler; susuz bırakırlardı. Sonra da "Lat ve Uzza, Mu-hammed'in dininden iyidir; deyin." derlerdi. Onlar da böyle bir şey demezler; dinlerinde sebat gösterirlerdi.

Bir gün, Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, bu ailenin yanından geçerken: "Sabredin; size va'dedilen yer cennettir." buyurdu.

Müşrikler, Ammar'ın Annesi Sümeyye hanımı işkence ile şehid ettiler. Daha sonra da, babası Yâsir şehid edildi. İslâm uğruna ilk şehid olanlar bunlardır.

Bu korkunç işkenceler karşısında Ammar İbni Yasir, kâfirlerin dediklerini ikrah ile söyledi. Bu durum Peygamber (S.A.V.) efendi­mize iletilip "Ammar kâfir oldu." denilince, O: "Ammar kâfir olmaz. Baştan ayağa kadar imandır." buyurdu. Bu hâdise üzerine NahI Sûresinin 106. âyeti nazil oldu. Ve Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, Ammar'a: "Müşrikler eziyet ederlerse, yine böyle söyle." buyurdu.

Ammar îbni Yâsir (R.A.), Mekke devrinde gördüğü işkence­lerden dolayı Habeşistan'a hicret edenlerin arasına katıldı. Ve bilâ­hare tekrar Mekke'ye döndü.

Hz. Ammar (R.A.), Medine'ye hicret edince, Münzir İbni Abdül-mübeşşir'in misafiri olmuş, daha sonra da Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, Ammar'ı Huzeyfe İbni Yeman ile kardeş yapmıştır.

İslam'da ilk mescid olan Küba mescidi'nin yapılmasını Am­mar İbni Yasir teklif etmiş ve bu mescidin inşasında bilfiil çalışmıştır.

Hz. Ammar İbni Yâsir, Bedir, Uhud, Hendek ve diğer gaza­larda hazır bulunmuştur.

Müseylemetü'l-Kezzab'a karşı yapılan Yemâme savaşında bir ku­lağı kesildi.

Hz. Ömer (R.A.) halife olunca, Ammar İbni Yâsir'i Kûfe'ye vali tayin etti.

Ammar İbni Yâsir (R.A.), Cemal ve Sıffîn vak'alarmda Hz. Ali (R.A.)'nin tarafında bulundu. Ve Sıffîn savaşında şehid oldu. Cenaze namazım Hz. Ali (R.A.) kıldırdı.

Hz. Ammar îbni Yâsir (R.A.), fakıyh, âbid, zâhid ve mücâ-hid bir zat idi.

Peygamber (S.A.V.) Efendimizden 62 hadîs-i şerîf rivayet etmiştir. [63]

 

Amr İbni Âs

 

Amr İbni  Âs  (R.A.)  hazretleri ashab-ı  kiramın   ileri gelenlerindendir.

Amr İbnü Âs (R.A.), Mekke-i Mükerreme'de doğdu ve hicrî 43 yılında Mısır'da vali iken vefat etti. Hz. Amr (R.A.) vefat etti­ğinde doksan yaşında idi.

Amr İbnü Âs (R.A.) hazretlerinin mensup olduğu Benî Sehm kabilesi,   Islâmiyetten   önceki   devirlerde  Kureyşin   ileri   gelen âilelerindendi.

Amr İbni Âs (R.A.)'ın ismi, babası Âs İbni Vâil sağ iken pek duyulmazdı.

Amr İbni Âs (R.A.), hicrî 8. yılda müslüman oldu ve bu ta­rihten itibaren ismi duyulmaya başladı.

Amr İbni Âs, müslüman olmadan önce müslümanlar ikinci de­fa Habeşistana hicret ettiğinde, Kureyş müşrikleri tarafından, 'Habeşistandaki müslüman muhacirlerin teslim edilmesi için" Habeş hü­kümdarı Necâşi'ye elçi olarak gönderilmiştir.

Amr İbni Âs, önceleri, kabilesine uyarak İslâmiyet aleyhine çalışmakta idi. Ancak, Hendek Savaşından sonra İslâmiyet üzerine düşünmeye başladı.

Amr İbni Âs, İslâm'ı inceledikçe değişiyor ve bu değişiklik ka­bilesinin de dikkatini çekiyordu. Çünkü, Amr İbni Âs, artık müslü-manlara muhalefet etmediği gibi, onlara muhalefet edenlerden de ökaçıyordu.

Kabilesinden bazı kimseler bu durumu kendisine sordular. Ve açık açık onun bu durumunu konuştular. Amr İbni Âs, artık, kalbi­ni İslâm'a çevirmişti. Kendisini kınayanları ikna etmeye çalışıyordu.

Mekke'nin fethinden önce, Amr İbni Âs, bir ara, çarşıda Hâlid İbni Velid ve Ebû Süleyman ile karşılaştı. İslâmiyetle ilgili fikrini on­lara da açtı. Ve "Hz. Muhammed (S.A.V.)'in yoluna baş koymak istediğini" söyledi. Onlar da aynı şeyi düşünüyorlarmış. Teklifi he­men kabul ettiler.

Hicretin sekizinci yılında, Mekke'nin fethinden altı ay önce, bu üç zât, Medîne-i Münevvere'ye gelerek müslüman oldular.

Amr İbni Âs (R.A.), İslâmiyeti kabul ettikten sonra, eski ha­tâlarından dolayı çok pişman oldu. Ve bundan dolayı, İslam'a daha çok hizmet etmeyi, müşriklere karşı savaşmayı arzu ediyordu. Ve böy­lece, İslâm dininin yiğit bir mücâhidi oldu.

Vâkıdî şöyle naklediyor:

Amr İbni Âs (R.A.), müslüman olunca, Peygamber (S.A.V.) Efendimize:

— Ey Allah'ın Resulü, nice müddettir şeriat sarayını yıkmaya kasdetmiştim. Şimdi ise, İslâm'a geldiğimin belli olmasını murad edi­yorum." dedi.

Bunun üzerine Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, Amr İbni Âs'a: "Yakında, seni bir hizmete gönderirim." buyurdu.

Bundan sonra Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, Amr İbni Âs (R.A.) hazretlerini bir seriyyeye komutan tâyin ederek, Belî İbni Ömer ibni Lihaf kabilesine gönderdi.

Seriyye, Zâtü's-Selâsil denilen mevkie gelince, Amr İbni Âs (R.A.), kâfirlerin başka kabilelerle birleştiğini haber aldı. Bu duru­mu Rasûlulah (S.A.V.) efendimize bildirerek, yardım istedi.

Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, Ebû Ubeyde bin Cerrah (R.A.)'ın emri altında, aralarında Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer (R.A.)'in de bulunduğu bir birliği, Amr İbni Âs (R.A.)'a yardımcı olarak gönderdi. Amr İbni Âs (R.A.), bu yardım ekibi ile kuvvet bul­du. Düşman cezalandırıldı ve bu birlikler, zafer ve ganimetlerle Me­dine'ye döndüler.

Amr İbni Âs (R.A.), müslüman olduktan sonra» Mekke fet­hine iştirak etti. Bundan sonra da Huneyn Gazvesinde bulundu. Ve Resûlullah (S.A.V.) Efendimizle Medine'ye döndü.

Mekke'nin fethinden bir müddet sonra, Suva ve Benî Huzeyl kabileleri üzerine küçük bir ordu gönderildi. Bu birliğin komutanı da Amr İbni Âs (R.A.) hazretleri idi. Bu seferle, putperestlikte ısrar eden, bu kabilelerin müslümanlığı kabul etmeleri sağlandı.

Yine Mekke'nin fethinden sonra, Peygamber (S.A.V.) Efen­dimiz, bazı hükümdarlara mektup göndererek, onları îslâmiyete davet etti.

Umman hükümdarlarına yazılan- mektubu da Ambr İbni Âs (R.A.) hazretleri götürdü.

Resûlullah (S.A.V.) Efendimizin mektubunu okuyan Umman hükümdarları müslüman oldu.

Bunun üzerine, Peygamber (S.A.V.) Efendimiz Amr İbni Âs (R.A.)'ı Umman'a vali tâyin.etti. Amr îbni As (R.A.), Resûl-i Ek­rem (S.Â.V.) vefat edinceye kadar bu görevine devam etti.

Amr İbni Âs (R.A.), Hz. Ebû Bekir (R.A.)'in hilâfeti sırasın­da, önce Umman'daki mürtedleri (= İslâm dininden ayrılan kimse­leri) yola getirdi. Sonra da Hz. Ebû Bekir (R.A.) tarafından Medîne'ye çağırıldı.

Amr İbni Âs (R.A.), Medine'ye gelince, Hz. Ebû Bekir (R.A.) tarafından Benî Kadaa kabilesini yola getirmek üzere görevlendiril­di. Amr îbni Âs (R.A.), irtidad etmiş bulunan bu kabilenin de yeni­den İslâm'a dönmelerini temin etti. Sonra, yine Umman'a döndü.

Daha sonra, irtidad kargaşalarını bastırmış bulunan Amr İb­ni Âs (R.A.), Hz. Ebû Bekir (R.A.) tarafından Irak ve Şam'ın fet­hinde görevlendirildi.

Hicrî 13 yılında Ecâdin muharebesini yaptı ve Bizanslıları mağ­lup etti. Bu savaştan sonra, müslümanlara Şam yolu açılmış oldu.

Şam'ın fethinden sonra, İslâm ordusu, Fahl ve Yermük savaş­larını yaptı. Bizans ordusuna karşı üst üste zaferler kazanıldı ve yeni yerler fethedildi.

Amr İbni Âs (R.A.), Kudüs'ü kuşatmıştı. Kudüs hükümdarı, halife'nin bizzat gelmesi hâlinde, şehri teslim edeceğini bildirdi. Bu­nun üzerine Hz. Ömer (R.A.), geldi ve Kudüs, sulh ile müslümanla-rın eline geçmiş oldu.

Filistin'in fethi tamamlanınca, Hz. Ömer (R.A.), Amr İbni Âs (R.A.)'ı Filistin'e vali tâyin etti.

Amr İbnî Âs (R.A.), halifeden izin alarak Mısır'ı fethe başla­dı. Mısır'a girdi ve bir çok savaştan sonra Mısır'ı tamamen fethetti.

Amr İbni Âs (R.A.). Mısır'dan sonra Kuzey Afrika'ya yönel­di. Trablusgarb ve Siyre'yi fethetti. Bu durumu halifeye bildirdi ve Tunus, Cezayir ve Fas'ın fethi için de izin istedi.

Fakat, "daha fazla ileri gitmenin mahzurlu olacağı; orada kal­manın daha uygun olduğu" halife tarafından kendisine bildirilince, Amr İbni Âs (R.A.) daha fazla ilerlemedi.

Amr İbni Âs (R.A.) hazretleri, Hz. Osman (R.A.) tarafından Mısır valiliğinden alındı. Medine'ye döndü ve Hz. Osman (R.A.)'a müşavir oldu.

Amr İbni Âs (R.A.)'ın Sıffîn savaşı hakkındaki içtihadı, Hz. Muaviye'nin içtihadına uygun düştü. Hz. Muâviye'nin hilâfeti sıra­sında, Amr İbri Âs (R.A.) yemden Mısır'a vali tâyin edildi.

Amr İbn Âs (R.A.), vefat edinceye kadar bu görevde kaldı.

Amr îbni Âs (R.A.), hemen hemen bütün ömrünü savaş meydanlarında geçirmiştir. Bundan dolayı, ilimle fazla uğraşmadı.

Ancak, Amr ibni Âs (R.A.), çok temiz ve fasih bir arapça ile Kur'ân-ı Kerim okur ve bundan derin bir zevk duyardı.

Savaştan fırsat buldukça, halka öğüt verir ve Peygamber (S.A.V.) Efendimizin söz ve davranışlarını anlatırdı. Özellikle, dün­yaya fazla bağlı olmamanın gerektiği hususunda ısrarla dururdu.

Ayrıca, Amr îbni Âs (R.A.), bazı fıkhı mes'elelerde kıyâs ve ictihadlarda bulunmuştur.

Amr îbni Âs (R.A.), zamanın en iyi edip ve hatiplerindendi. Kısa ve özlü yazar, mükemmel teşbihler yapardı.

Şa'bî şöyle diyor:

—"İslamiyet döneminde dört arap dahîsi vardır. Amr îbni Âs bunlardan biridir. O, çetin günler içindir."

Amr îbni Âs (R.A.), hayırlı işlerde çok aceleci ve atak idi. Bu özelliği, savaşlarda daha çok belli olurdu.

Hz. Amr, sadece savaşlarda değil, devlet idaresinde de dâhi idi. Memleket idaresi, mahkemelerin tanzimi, vergi toplanması gibi işlerde de çok büyük başarılar göstermiştir.

An» İbni Âs (R.A.), ülkenin imarında da mühim işler başar­mıştır. Bu arada, Fustat şehrinde, ilk defa, minaresi bu günkü Ana­dolu Camilerinin minarelerine benzeyen bir cami inşa ettirdi.

Kahire ile Kızıldeniz arasında 19 kilometrelik bir kanal açtıra­rak, Hicaz bölgesine, gemilerle yiyecek şevketti.

Birisi, Amr îbni Âs (R.A.) hazretlerine sordu:

—"Siz, akıllı bir adamdınız, niçin İslama girmekte geciktiniz?

Şu cevabı verdi:

—"Biz, yaş ve bilgi bakımından, bizim önümüzde bulunan in­sanlarla beraberdik. Onların yalancılıkları ise akılsızlık derecesinde idi. Resûl-i Ekrem (S.A.V.) Peygamber olarak gönderilince, bunu kabul etmediler. Bu ise, hepimize tatlı geldi.

O insanlar gidip, sıra bize gelince, düşündük inceledik ve Hak­kın çok açık olduğunu gördük. Böylece, İslâm kalbime yerleşti. Pey­gamber (S.A.V.)'in "öldükten sonra, —bu dünyada iken— iyilik ya­panlara, iyilik; kötülük yapanlara ise kötülük yapılacağı" sözünü, içimde doğru buldum. Bozuk ve bâtıl olan bir şeye devam etmekte hiç bir fayda görmedim."

Amr Ibni Âs (R.A.) hazretleri, Kureyş'in zâhid ve sâlihlerin-dendir. Hakkında Resûl-i Ekrem (S.A.V.) Efendimizin büyük tevec­cühleri tecellî etmiştir.

Amr Ibni Âs (R.A.) hazretlerinden 37 hadîs-i şerîf rivayet olunmuştur.

Amr İbni Âs (R.A.) hazretleri vefat edince, cenaze namazını oğlu Abdullah kıldırdı. Vefatı, hicrî 43 (milâdî 664) yılının ramazan bayramının birinci gününe rastlamıştır. [64]

 

Amr İbni Dînâr

 

Amr îbni Dinar, tabiînin meşhurlarından, fakiyh ve sika bir zattır.

Künyesi Ebû Muhammed el-Mekkî'dir.

Aslen İranlı olup, Cümh kabilesinin azadlılarmdandı.

Amr   İbni   Dinar'ın   doğum   yeri  ve   doğum   tarihi bilinmemektedir.

Kuvvetli rivayete göre, hicrî 126 tarihinde vefat etmiştir.

Amr îbni Dinar, Abdullah îbni Abbas, Abdullah İbni Ömer gibi ashâb-ı kiramın ileri gelenlerinden ve Sa'd İbni Müseyyeb, Atâ gibi tabiînden hadis dinleyip rivayette bulunmuştur.

Amr îbni Dinar, sika bir hadis imamıdır.

Amr İbni Dinar'dan da, tâbiî'nin büyüklerinden İmâm-ı A'-zam Ebû Hanîfe, Katâde İbni Diâme, Eyyüb Sahtiyanı, Şu'be îbni'l-Haccâc, Süfyân İbni Dinar, Süfyân İbni Ziyâd Asfurî, Hammad îb­ni Seleme, Hammad İbni Zeyd gibi büyük âlimler hadîs-i şerif öğ­renmiş ve rivayet etmiştir.

Amr îbni Dinar, fıkıhta da müctehid bir imamdı. Ve zama­nında Mekke-i Mükerreme müftisi idi.

Amr İbni Dinar hazretleri, müslümanlar arasında her yönü ile tanınır ve çok sevilirdi. Ahlaken de zamanın en seçkin s im alarmdandır.

Hadis âlimlerinden Şu'be Îbni'l-Haccâc, Amr İbni Dinar üze­rine hiç biri kimseyi takdim ve tercih etmezdi, ve: "Hadis-i şerifler hususunda Amr îbni Dinar'dan daha emin bir kimse görmedim." buyurdu.

îbni Müceyh de şöyle demiştir:

—"Ben, İbni Dinar'dan daha fakiyh kimse görmedim."

Ahmet İbni Hanbel ve Yahya tbni Main, Amr îbni Dinar'ı Katâde'ye tercih ve takdim etmişlerdir.

Amr îbni Dinar, çok ibadet ederdi. Geceleri üçe böler; üçte birinde hadis okur, üçte birinde uyur ve üçte birinde namaz kılardı. [65]

 

Amr İbnü Haris

 

Amr İbni Haris Ebû Umeyye el-Ensârî, Mısır'ın büyük âlim­lerinden biridir.

Amr Ibni Haris, fıkıh ve hadis ilimlerinde yüksek bilgi sahibi bir âlimdir.

Hadiste hafız idi.

Amr İbni Haris hicrî 148 yılında Mısır'da vefat etmiştir. [66]

 

Amr İbni Selemeti'l-Cermî

 

Amr îbni Seleme, Ebû Büreyd Ibni Seleme îbni Kays, ashâb-ı kiramın gençlerinden idi.

Amr İbni Seleme, sonradan Basra'da ikâmet etmiştir. Kendisi fakıyh ve muhterem bir zât idi.

Amr İbni Seleme'nin nisbeti Cermî İdi, [67]

 

Amr İbni Şürahbîl

 

Ebû Meysere Amr bin Şürahbîl el-Hemdânî tabiînden, fakıyh ve sâlih bir zat olup, Kûfe'lidir.

Amr İbni Şürahbil (R.A.), Kur'ân-ı Kerimi, Abdullah İbnü Mes'ûd (R.A.) hazretlerinden teallüm etmiş ve Hz. Ömer (R,A.)'den de hadis rivayetinde bulunmuştur.

Amr İbni Şürahbîl (R.A.) hazretlerinden de, Ebû Vâil ve Ebû İshâk es-Sebiî hadis rivayet etmişlerdir.

Amr İbni Şürahbîl (R.A.), Ubeydullah îbni Ziyâd'ın valiliği sırasında vefat etmiş, ve cenaze namazını Kadı Şureyh kıldirmıştır. [68]

 

Atâ-i Horasânî

 

Atâ-i Horasânî, tabiînin ileri gelenlerinden büyük bir tefsir ve hadis âlimidir.

İsmi: Atâ îbni Meysere, Ebû Eyyûb İbni Ebî Müslim el-Belhî'dir.

Atâ-i Horâsâni'nin hadis-i şerif rivayet etmiş bulunduğu sa­habelerden bazıları şunlardır.

Abdullah İbni Abbas, Adiy İbni Adiy el-Kindî, Muğîre bin Şu'be, Ebû Hureyre, Ebû'd-Derdâ, Enes İbni Mâlik, Ka'b îbni Ucre, Mu-âz îbni Cebel.

Atâ-i Horasânî*den hadis-i şerif rivayet eden meşhur âlimle­rin bir kısmı da şunlardır:

İmâm Mâlik, Evzâî, Atâ İbni Rebâh, Dahhak İbni Müzâlim, İshak îbni Useyd el-Horasânî, Dâvüd İbni Ebî Hind.

Atâ bin Ebî Müslim hazretlerinin rivayet silsilesinde yer al­mış bulunduğu hadîs-î şerifler; Sahih-i Müslim, Sünen-i Ebî Dâvûd, Sünen-i Tirmizî, Sünen-i Nesâî ve Sünen-i İbni Mâce'de yer almıştır.

Atâ-i Horasânî, ilmi ile âmil olan mübarek bir zattır. [69]

 

Atâ İbni Ebî Rebâh

 

Atâ İbin Ebî Rebâh, tabiînin büytiklerindendir. Fıkıh, tefsir ve hadis ilimlerinde büyük bir âlim idi.

Babası Ebû Rebâh'm ismi Müslim'dir ve Hz. Ömer (R.A.) za­manında Mekke âmili bulunan İbni Heysem el-Fehrî'nin azâdlısıdır. Bu sebeble Ebû Rebâh'a Müslim el-mekkî el-Kureşî denir.

Atâ, Habeşistan asıllı olduğundan siyah renkli bir zât idi. Atâ İbni Ebî Rebâh hazretleri hicrî 27 tarihinde Mekke'de doğ­muş ve hicrî 115 tarihinde yine Mekke'de vefat etmiştir.

Atâ İbni Ebî Rebâh hazretleri, zamanında Mekke-i Mükerre-menin en ileri fakıyhı idi. Fetva işleri kendisine havale edilmişti.

Atâ, hadis sahasında da büyük bir âlimdir.

Atâ İbni Ebî Rebâh hazretleri, iki yüz kadar sahabiye yetişmiş ve Hz. Âişe, Abdullah İbni Ömer, Abdullah İbnü Abbas, Abdullah İbnü Câbir, Abdullah İbni Zübeyr Usâme İbni Zeyd, Câbir İbni Ab­dullah, Zeyd İbni Erkânı gibi bir çok sahâbiden hadis-i şerîf rivayet etmiştir.

Kendisinden de Ebû İshâk, Mücâhid, Zührî, Amr İbni Dînar İlim öğrenmişlerdir.

İmâm-i A'zanvEbü Hanîfe, Eyyüb Sahtiyanı, Ebû Zübeyr, Ha­kem İbni Uteybe, A'meş, Hüseyin el-Muallim, İbni Cüreyc, Evzâî gibi zatlar da, Atâ İbni Ebî Rebâh'tan rivayette bulunmuşlardır.

Abdullah İbnü Abbas'tan sonra, tedris kürsüsü Atâ İbni Ebî Rebâh'a intikal etti.

Abdullah İbnü Abbas (R.A.), başka bir rivayete göre ise Ab­dullah İbnü Ömer (R.A.), kendisinden fetva isteyen kimselere: "Ey Mekke'liler! Sizin yanınızda Atâ bulunduğu hâlde, niçin benim ba­şıma toplanıyorsunuz?" demiştir.

İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe (R.A.): "Ben, Atâ'dan daha fazi­letli bir kimse görmedim." buyurmuştur.

İmâm Şafiî (R.A.) şöyle buyurmuştur.

—"Tabiîn arasında, hadise en çok ittiba eden Atâ'dır. Atâ  İbni Ebî  Rebâh,  fıkıh silsilesinde,  safîlerin meşâyihi arasındadır.

İbni Sa'd, şöyle buyurmuştur.

—"Mekke-i Mükerremeliler, fetva almak için Atâ İbni Ebî Re­bâh ile Mücâhid'e giderlerdi. Fakat Atâ İbni Rebâh'a gidenler daha fazla idi. O, fıkıh ilminde derin, çok hadis-i şerif rivayet eden, sika bir âlimdir."

Abdülaziz îbnü Refî anlatıyor:

Atâ îbni Ebî Rebâh'a bir mes'ele soruldu. O:"Bihniyorum." derdi. "Kendi görüşüne göre bir şey söyleyiversen olmaz mı?" dedi­ler; bunun üzerine Atâ: "Böyle bir şey yapmaktan Allahu Teâlâ'-dan haya ederim." buyurdu.

Seleme îbni Küheyl şöyle diyor:

—"Şu üç zâtın, ilmi, Allah rızası için istediğini gördüm: Atâ, Mücâhid ve Tavus.

Ebû Âsim Sekafî, Ebû Ca'fer'in şöyle dediğini naklediyor: —"Atâ îbni Ebî Rebâh'a iyi sarılınız, Ondan çok istifâde edi­niz." [70]

 

Atâ İbni Yesâr

 

Tabiînin ileri gelenlerinden âlim bir zattır.

Künyesi Ebû Muhammed el-Medinî'dîr. Hilâli lakabı ile de tanınmaktadır.

Atâ İbni Yesâr, ümmü'l-mü'minîn Meymûne binti'l-Hâris haz­retlerinin azadlılarındandır.

Atâ İbni Yesâr, ashâb-ı kiramdan pek çok zât ile görüşmüş ve bunlardan ilim almıştır. İbni Mes'ûd, îbni Ömer, İbni Abbas ve Ebû Hureyre (R.A.) bunlardandır.

Atâ İbni Yesâr'dan ilim öğrenen ve hadis-i şerîf rivayet eden zât­lardan bir kısmı ise şunlardır:

Ebû Seleme îbni Abdurrahman, Muhammed İbnü Ömer ibni Atâ, Muhammed îbni Amr İbni Halhala, Hilâl, İbni Ali, Zeyd îbni Eşlem, Şüreyk İbnü Ebî Nemr, Amr İbnü Drnâr.

Atâ İbni Yesâr hazretleri, kıraat (= Kur'an-ı Kerimi okuma) ilmini de en iyi bilenlerden biri idi.

Atâ ibni Yesâr, hadis ilminde de sıka bir âlimdir ve çok sayı­da hadîs-i şerif rivayet etmiştir.

Atâ İbni Yesâr, çok güzel konuşur ve halka daima nasihatta bulunurdu.

Atâ îbni Yesâr, Medine'de doğmuş ye hicrî birinci asrın so­nuna doğru İskenderiyye'de vefat etmiştir. [71]

 

Atıf Mehmet Efendi

 

Atıf Mehmet Efendi,. Kuyucaklı-zâde Mısır Mollası Abdur-rahman Nafiz Efendi'nin oğludur.

Atıf Mehmet Efendi, İstanbul'dan ilim tahsil ettikten sonra, Mı­sır'a gitmiş ve orada müfessir Şeyh İbrahim es-Saka'dan tefsir ve hadis okumuştur.

Fakıyh, edib ve şâir bir zat olan Atıf Mehmet Efendi, istan­bul'a döndükten sonra, müderris olmuş ve yetiştirdiği talebelere icazet verme mutluluğuna da erişmiştir. Bulunduğu son görev, Evkâf-ı Hü­mâyun Meclisi idaresi Reisliğidir.

Kuyucaklı-zâde Atıf Mehmet Efendi, daha genç yaşta iken, hicrî 1316 yılında vefat etmiş ve Süleymâniye Camii Avlusuna defnedilmiştir. [72]

 

Eserleri:

 

l-) Mecelle Şerhi

Atıf Mehmet Efendi, Mecelle'nin Şirket Bahsi'nin sonuna ka­dar, kısa fakat faydalı bir şerh yazmıştır.

2-) el-İmdâd bi-M arif eti Uluvvi'l-İsnâd

Âtif Mehmet Efendi, bu eseri ile, kendisinden ders aldığı âlim­lerin ilmî zincirlerini bildirmiştir.

Bu eserler basılmıştır.

3-) Arazî Kânunu Şerhi

Ayrıca, bazı meş'elelerin halli ile ilgili risaleleri vardır. [73]

 

Attâbî Ahmet İbni Muhammed

 

Attâbî Ahmet İbni Muhammed, büyük bir tefsir ve fıkıh âli­midir. Hanefî fukahâsmın ileri gelenlerindendir.

Künyesi: Ebû Nasr; ismi ise: Ahmet İbni Muhammed İbni Ömer'dir.

Buhârâ'da, Attâbiyye Mahallesinde doğduğu için Attâbî ve Buhârî diye anılır.

Attâbî merhuma, İmâm ve Zeynüddîn lakâbları verilmiştir.

İmâm Attâbî, hicri 586 (milâdî 1190) yılında Buhârâ'd  vefat etmiş ve Kelâbâd'daki Yedi Kadı Kabristam'na defnedilmiştir.

Tahsile, âlet, ilimlerini ve temel din bilgilerini öğrenerek baş-lıyan Ebû Nasr Attâbî, Arabî ilimler, tefsir ve fıkıh konularında bir çok büyük âlimlerden ders aldı.

Dört mezhebin inceliklerini öğrenen Zeynüddin Attâbî, hane-fî fıkhının usûl- ve furûunda derin bilgi sahibi oldu.

Attâbî Ahmet İbni Muhammed, İmam Muhammet (R.A.)'in eserlerini açıkladı ve şerhetti.

Attâbî merhum, dünya malına kıymet vermeyen, çok eömert ve güzel ahlâklı bir zât idi.

İslâm'a hizmet için gayret eder ve isteyen herkese dini bilgileri öğretirdi.

Halka devamlı nasihatte bulunur; Aİlahu Teâjâ'mn emir ve ya saklarım açıklardı.

İmâm Zeynüddîn Ahmet İbni Muhammed Attâbî, pek çok ta­lebe yetiştirdi. Onun ilminden istifâde eden meşhur hanefî âlimleri arasında şemsü'l-eimme Kerderî ve Hâfizü'd-dîn gibi zâtlar da vardır. [74]

 

Eserleri:

 

İmâm Ahmet îbni Muhammed Attâbî İmâm-ı A'zam Ebû Ha-nîfe (R.A.)'nin büyük talebelerinden olan ve "hanefî mezhebinin muharriri" diye anılan, İmâm Muhammed Şeybânî (R.A.) hazretle­rinin eserlerini şerhetmiştir. Eserlerinin başlıcaları şunlardır:

1-) Şerhu Camii'I-Kebir

2-) Şerhu Camii's-Sağîr

3-) Şerha Ziyâdât

4-) Muhtasaru'l-Câmi

5-) Cevâmiü'1-Fıkh = Fetâvâyi Attâbiyye

6-) Tefsiri Attâbî

Attâbî merhum, îmâm Muhammed (R.A.)'in Ziyâdât'ıni şerh ederken Vasiyetler kısmında matematikle ilgili bilgiler de vermektedir. [75]

 

Attâb İbni Esîd

 

Sahâbe-i kiramdan ve Benî Ümmiyye'den sâlih, fâzıl, fakıyh ve idareci bir zattır.

Attab İbni Esîd (R.A.), Mekke-i Mükerreme'nin fethedildiği gün müslüman oldu ve Peygamber (S.A.V.) Efendimiz tarafından Mekke-i Mükerreme'ye vali tâyin edildi. Attâb İbni Esîd hazretleri, bu tarihte henüz yirmi yaşlarında bir delikanlı idi.

Attâb İbni Esîd (R.A.) hazretleri, Mekke-i Mükerremenin fet­hinden itibaren, Hz. Ebû Bekir (R.A.)'in irtihâline kadar, valilik gö­revini sürdürmüştür.

Hz. Ebû Bekir (R.A.)'in irtihâli haberi Mekke-i Mükerreme'ye geldiği gün, Attâb İbni Esîd (R.A.) hazretleri de vefat edip, rahmet-i Rahmana kavuşmuştur. Bu da, hicrî 13 tarihine rastlamaktadır. [76]

 

Aynî Bedrıtd-Dîn

 

Aynî Bedru'ddin Ebû Muhammed Mahmut îbni Ahmet el-Aymtâbî, hanefi fukahâsmdan muhaddis ve edip bir zattır.

Aslen Halep'lidir. Babası Antep'te kadı iken, orada doğmuş­tur. Bununla beraber, Halep'te veya Mısır'da doğmuş olduğu da ri­vayet edilmektedir.

Aynî merhum, Haieb'de, Şam'da ve Kâhire'de pek çok âlim­lerden ders okumuş ve özellikle Alâüddin Seyrâfî ile Zeynüddin Irâ-kî'den çok istifâde etmiştir.

Hicrî 801 senesinde Hanefî kadılığına ve Müeyyediyye'de ha­dis; Mahmudiyye'de fıkıh müderrisliğine tayin edilmiştir.

Camii Ezher civarında bir mescid yaptırarak, kitaplarını oraya vakfetti. [77]

 

Eserleri:

 

Aynî merhumun çok kıymetli eserleri vardır ve başlıcaları şunlardır:

1-) en-Nihâye fi Şerhı'l-Hidâye

2-) Remzü'I-Hakâık fi Şerhi Kenzi'd-dekâik

3-) Râbakâtii'l-Hanefiyye

4-) Umdelü'1-Kâri fi Şerhi'1-Bnhârî

5-) Tabakâtu'ş-Şuarâ

6-) Şerhu Maâni'1-Âsar

Aynî merhum hicrî 762 tarihinde doğmuş ve 855 de vefat etmiş­tir. Kendi yaptırdığı medresenin bahçesinde medfundur. [78]

 

Bedi İbni Mansur

 

Bedi îbni Mansur, Kadı Fahrüddin el-Kuzebnî, hanefî fuka-hâsından büyük bir zattır. Fahru'l-Eimme diye anılır.

Necmü'l-Eimmetü'l-Buhârî'den fıkıh tahsil etmiş olan Bedi İb­ni Mansur, zamanında fetva reisi olarak görev yapmıştır.

Kinye sahibi Muhtar İbni Mahmud ez-Zâhidî ve diğer bazı fakıyhler, Bedi İbni Mansur'dan fıkıh tahsil etmiştir.[79]

 

Eseri:

 

Bedi İbni Mansur'un el-Babrül-Muhıyt adında bir eseri vardır. Münyetü'l-Fnkahâ diye de bilinen bu eser, furuu fıkha aittir.

Bedi İbni Mansur'un hicrî 620 yılında Sivas'ta mukim bulun­duğu kaydedilmektedir. [80]

 

Beyhekî Ebû Ca'fer

 

Ebû Ca'fer Ahmet İbni Ali İbni Muhammed Beyhekî, büyük bir fıkıh âlimidir. Kendisi Caferek diye maruftur.

Ebu Ca'fer Beyhekî, Nahiv, Lügat ve tefsir ilimlerinde imâm idi.

Ebû Ca'fer Beyhekî, hicrî 544 tarihinde vefat etmiştir. [81]

 

Eserleri:

 

1-) el-Muhıyt

Bu eser, Kur'ân-ı Kerim'in lügatleri ile ilgilidir.

2-) Tâcü'l-Masâdir fi-Müga

Bu eser de, Kur'ân-ı Kerîm ve hadîs-i şeriflerin mastarları hakkındadır.

3-) Yenâbiü'1-Lüga. [82]

 

Beyhekî İsmail

 

Beyhekî İsmail İbni Hüseyn, hanefî fakiyhlerindendir. Kün­yesi: ebû'l-Kâsım'dır. [83]

 

Eseri:

 

İsmail Beyhekî'nin Kitâbü'ş-Şâmil adında bir eseri vardır. Beyhekî, bu eserinde Mebsût ile Ziyâdai kitaplarındaki mes'eleleri ve fetvaları cem etmiştir. Bu eser, iki cilttir ve çok faideli bir kitaptır. [84]

 

Bezzazı

 

Bezzazı Hafizü'd-dîn Muhamııı d İbni Muhammed el-Kerdcri, Hanefî fu-kahâsından büyük bir âlim olup, Harzem'lidir.

Kerderî, bir aralık Kırım'a gitmiş ve orada iki yıl kaldıktan sonra

memleketine dönmüştür.

Beîzââ'nin doğum yeri olan Kerder, Harzem'de bir köydür.

Kerderî, Kırımdan döndükten sonra, bir aralık Osmanlı ülkesine gelmiş ve Şemseddin Fenari île görüşmüştür. İki âlim çeşitli konularda mülakatta, mübâhasede bulunmuşlardır.

Kerderi'nin Bezzâziyye adındaki fetva kitabı, muteber bir kitabtır.

Bezzâziyye'ye, müellifi el-Câmiu'1-Vecîz adım vermiştir. Bu eser Ker-derî'nin Vecizi şeklinde de anılır.

Keşfü'z-Zünûn'da zikredildiğine göre, Şeyhu'l-İslâm Ebû Suud Efendi­ye: "Niçin mühim rnes'eleleri toplayıp, mühim bir eser telif etmiyor­sun?" denilmiş ve O: "Bezzâziyye kitabı varken, onun müellifinden haya ederim. Çünkü O, mühim meseleleri gerektiği gibi ihtiva eden bir şerefli kitaptır." demiştir.

Bezzââ'nin Menâkıbü'1-İmâm Ebî Hanîfe isimli bir eseri daha vardır. [85]

 

Bilâl İbni Ebî'd-Derdâ El-Ensârî

 

Bilâl İbni Ebî'd-Derdâ el-Ensârî, tabiînin ileri gelenlerinden bir zattır.

Bilâl İbni Ebî'd-Derda büyük bir fıkıh âlimi ve sıka bir mühaddisti,

Şam'da kadılık yapmıştır.

Bilâl İbni Ebî'd-Derda hicrî 92 tarihinde vefat etmiştir. [86]

 

Bilâl-i Habeşî

 

Bilâl İbni Rebâh (R.A.), kölelerden, İslâm şerefine ilk nail olan zâttır.

İsmi: Bilâl İbni Rebah el-Habeşî, künyesi ise Ebû Abdullah ve­ya Ebû Abdülkerîm'dir.

Bilâl-i Habeşî (R.A.), Mekke-i Mükerreme'de, müşriklerin ileri gelenlerinden olan Ümeyye İbni Halefin kölesi idi. O, zorbalıkla köle edilenlerdendi. Annesi de köle yapılmıştı.

Bilâl-ı Habeşî diğer kölelerden çok farklı idi. Ticâretten iyi an­layan dürüst ve mert bir kimse idi. Sesi de çok güzeldi. Sahibi Ümeyye îbni Halef, bu vasıflarından dolayı, Bilâl-i Habeşi'ye farklı muame­le ederdi.

Bilâl-ı Habeşî, Hz. Ebû Bekir (R.A.)'in davet ve teşviki ile müs-lüman oldu.

Bilâl-ı Habeşî (R.A.), müslüman olduktan sonra, hayatında bambaşka bir safha başladı. Artık o, hak ile bâtıl arasındaki çetin mücadelenin azimli bir kahramanı ve yalnız bir mücâhidi idi.

Bilâl-ı Habeşî'nin müslüman olduğunu öğrenen Ümeyye bin Halef, büyük bir dehşete kapıldı ve ne yapacağını şaşırdı. O'nu di­ninden döndürmek için her çareye baş vurdu ve en ağır işkenceleri yapmaya başladı. Yoruluncaya kadar döver; öğle vaktinde Arabis­tan'ın yakıcı sıcağı altında» elbiselerini soyup, —bazen yüz üstü, ba­zen sut üstü— sıcak kumlara yatırıp, üzerine ağır taşlar koyardı. Bilâl-i Habeşî'nin vücudu sıcak kumlardan yanar; ağır taşlar altında ne­fesi kesilirdi. Bu korkunç işkenceler altında dahi O: "Allah bir"; "Al­lah bir" demeye devam ederdi. Sonra Ümeyye bin Halef, sonra, O'-nun boynuna ip takar ve çocuklara sürükletirdi.

Bilâl'e işkence yapıldığı günlerin birinde, Peygamber (S.A.V.) efendimizi, o civardan geçiyordu. O'nun hâlini görerek üzüldü ve O'na: "Allahu Teâlâ'nm ismini söylemek seni kurtarır." buyurdu. Daha sonra, Bilâl-i Habeşî'nin çektiği işkenceyi, Hz. Ebû Bekir (R.A.)'e söyleyerek: "Çok üzüldüm." buyurdu.

Bunun üzerine, Hz. Ebû Bekir (R.A.) gidip, Ümeyye bin Ha­leften, Bilâl-i Habeşî'yi satın almak istedi. O, satmaya razı olmadı; ancak Hz. Ebû Bekir'in kölesi Âmir'le değiştirebileceğini" söyledi. Hz. Ebû Bekir (R.A.), O'nun istediği köleyi vererek, karşılığında Bi-lâl'i satın aldı ve O'nu, o korkunç işkenceden kurtarıp, Peygamber (S.A.V.) efendimizin huzuruna getirdi. Ve:

—"Yâ Resûlallah! Bilâl'i bu gün, Allah rızası için azâd ettim." dedi.

Bu duruma, Rasûl-i Ekrem (S.A.V.) Efendimiz çok sevindi ve Hz. Ebû Bekir (R.A.)'e çok duâ buyurdu.

Bilâl azat edildikten sonra, hicrete kadar Peygamber (S.A.V.) Efendimizin yanından ayrılmadı.

Hicretten sora, İslâm hızla gelişiyor ve bu gelişmede herkes üze­rine düşen görevi, büyük bir gayretle ve aşkla yapıyordu. Bilâl-i Ha­beşî de, diğer müslümanlar gibi mühim hizmetler yapıyordu. En mü­him hizmetlerinden biri Fahr-i Kâinat (S.A.V.) Efendimize müezzinlik yapmasıdır. O, Peygamber (S.A.V.) Efendimizin yanından ayrılma­mış; hazerde ve seferde müezzinliğini yapmıştır.

Bilâl-i Habeşî (R.A.), Peygamber (S.A.V.) Efendimizin bü­tün gazvelerine iştirak etmiştir.

Bilâl-i Habeşî (R.A.)'den, Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Ali gibi ileri gelen sahâbîlerle, tabiînden pek çok zat hadîs-i şerif rivayet etmiştir.

Hz. Ömerü'l-Fâruk (R.A.) şöyle demiştir:

—"Ebu Bekir seyyidimizdir; seyyidimiz (yani Bilâl-i Habeşî)'yi azad etmiştir."

Bilâl-i Habeşî (R.A.) hazretleri, Peygamber (S.A.V.) Efendi­mizin (başka bir rivayette ise, Hz. Ebû Bekir (R.A.)'in irtihâlinden sonra, cihâd için Şam'a giderek, ömrünün bundan sonraki kısmım orada geçirmiştir.)

Bilâl-i Habeşî (R.A.), Peygamber (S.A.V.) Efendimizden pek çok hadîs-i şerif rivayet etmiştir.

Bilâl-i Habeşî (R.A.)'in sesi çok güzel ve tesirli idi. Ezan oku­duğu zaman, ağlamayan kalmazdı.

Hz. Ömer (R.A.), Şam'a gelince; O'nun isteği üzerine, Bilâl-ı Habeşî ezan okumuş ve bütün İslam mücâhitlerini ağlatmıştır.

Daha sonra, Bilâl-i Habeşî (R.A.) Medîne'yi ziyaret ederken, Hz. Hüseyin (R.A.)'in ricası üzerine, bir sabah ezanı okumuş, Pey­gamber (S.A.V.) Efendimizin müezzininin ezan okuyuşunu duyan Medine halkı sokağa çıkıp O'nu dinlemiş ve Rasûlullah (S.A.V.) di­rildi sanmıştı. Peygamber (S.A.V.) Efendimizin vefatından sonra, bu iki defanın dışında ezan okumamıştır.

Bilâl-i Habeşî (R.A.) hazretleri, hicri 20 (milâdi 641) yılında, Şam'da vefat etmiş ve Bâbii's-Sağîr denilen mevkide defnedilmiştır. [87]

 

Burhânüddin El-Buhârî

 

Burhânüddin el-Buhâri Mahmud İbni Sadr-i Saîd Tâciiddin Ahmed, Hane­fi Fukahâsından meşhur bir âlimdir.

Burhânüddin el-Buhâri, babası Tâciiddin ile amcası Sadr-i İjehîd Ömer'den ilim öğrenmişdir.

Kendisi, m ite (eh id fi'l-raesâil sayılmaktadır. [88]

 

Eserleri

 

Bir çok kıymetli eser yazmıştır. Başlıca eserleri ise şunlardır:

1-) EI-MuhrynV[-Biirhânî

2-) Zahîretü'l-Fetâvâ

3-) Et-Tecrîd

4-) Telimmetü'l-Felâvâ

5-) el-Vâkıât

6-) Et-Tarîkatii'l-Bürhâniyye

7-) Şerh-ı Edebi'I-Kaza li'1-Hassâf

Burhânüddin el-Buhârî, hicri 544 tarihinden sonra vefat etmiştir. [89]

 

Burhânü'd-Dîn Herevî

 

Mevlâna Haydar İbni Muhammed, Burhaneddin Herevî, al-lame Taftazânî'nin taiebelerindendir.

Burhaneddin Herevî, Sultan Çelebi Mehmed zamanında zu­hur eden Simavva Kadısı oğlu Şeyh Bedreddin'in idamına fetva vermiştir. [90]

 

Eserleri

 

Burhaneddin Herevî'nin başlıca eserleri şunlardır:

1-) Şerhu İzah

2-) Şerhu Ferâzi Sirâciye

3-) Taftazânî'nin Keşşaf Haşiyesi'ne Ta'lik

Burhaneddin Herevî, hicrî 830 tarihinde vefat etmiştir. [91]

 

Burhâpüddîn Mergınanî

 

Ali İbni Ebî Bekr Burhânüddin Merginanî, hanefî fukahâsı-nın en meşhurlarından biridir.

Mergivan, Fergâne'de bir beldenin adıdır. Merginanî merhum, zühd ve takva sahibi, müdekkık, edib, şair ve hilâfiyyata (= âlimler arasındaki ilmî ihtilaflara) vâkıf bir zât idi.

Burhânüddin Merginanî'nin fıkıh öğrendiği üstadlarından şun­ları sayabiliriz:

1-) Müftî's-sakaleyn Necmüddin Ebû Hafs Ömer en Nesefî

2-) Sadr-Şehîd Hüsâmüddîn

3-) Şemsüddin Serahsî'nin talebesi Ebû Ömer el-Beyhekî.

Burhanüddin Merginanî, ashâb-ı tercihten veya müctehid fî'l-mezhep sayılmaktadır.

Merginânî'den fıkıh tahsil etmiş bulunan meşhur âlimlerden bir kısmı da şunlardır:

1-) Oğlu, Şeyhül-îslâm Celâlüddin Muhammed.

2-) Oğlu, Nizâmüddin Ömer

3-) Şeyhu'l-îslâm İmâdüddin İbnü Ebû Bekir. Bu zat da, Mer­ginanî merhumun oğludur.

4-) Şemsü'l-Eimme Kerderî

5-) Celâlüddin Mahmut İbni Hüseyin Üstrüvşenî.

6-) BurhâmVl-İslâm Zencûrî.

Merginanî merhum bunların dışında da çok sayıda âlim yetiştirmiştir.

Merginanî merhumun talebelerinden Burhânü'l-îslâm Zencürî, Ta'limü'I-Müteallim adlı eserinde şöyle diyor:

"Hidaye Sahibi, büyük imâm, bana şu (mealde bir) şiiri oku­du; Hayasız âlim, âlemde büyük bir fesattır./Ondan daha büyük fe­sat ise, câhil âbiddir./Din yönünden bunları örnek alan kimse ise, / İki dünyada da büyük zarardadır." [92]

 

Eserleri:

 

1-) Hidâye:

Hidâye, fıkıhla uğraşan herkesin baş vurduğu bir kitaptır. Ya­zıldığı târihten i)u güne kadar değerini koruyan bu kıymetli eserin pek çok şerhi vardır.

2-) Bidâyetü'l-Mübtedî

Merginanî merhum, bu kitabın başında şöyle demektedir:

"İlk zamanlarında, içinde fıkhın her konusu bulunan, hacmi kü­çük olmasına rağmen içindeki ilim çok olan bir kitap olsun istedim. Kudûrî'nin muhtasarını buldum. Bu, gerçekten özlü ve güzel bir kitaptı.

Ayrıca, zamanımızın büyük âlimlerinin; küçük, büyük, bütün ilim talebelerini, İmâm Muhammed (R.A.)'in Câmiu's-Sağîr'ini ez­berlemeye teşvik ettiklerini gördüm.

Bu iki kitabı birleştirerek ve zaruret olmadıkça, bu iki kitabın dışına çıkmamak arzusu ile, bir kitap yazdım. Ve bu kitabın adını Bidâyetü'l-Mübtedî koydum.

Sonra bu kitabı şerhettim ve bu yeni kitaba da Kifâyetül-Münlekî

adını verdim.

3-)  Kifâyetü'l-Müntekî

Görüldüğü gibi, bu eser, Bidâyetü'l-Mübtedî'nin genişletilmiş şeklidir.

Merginanî merhum, bu Kifâyetü'l-MüntehTyi ihtisar ederek, meşhur Hidâye'yi meydana getirmiştir.

4-)  Kitâbü't-Tecnîs

5-) Neşru'l-Mezheb.

6-) Muhtarâl-ı Mecmuu 'un-Nevâzil

7-) el-Mezîd

8-) Kitâbül-Ferâiz

9-) Menâsik-i Hac.

Merginanî merhumun, bunların dışında, pek çok kıymetli eseri daha vardır.

Merginanî, Buhara halkı ile Cengiz Han arasında sulh akdi yapmaya memur edildi. Ve bu sulh yapıldı.

Ancak, Buhara halkından bir kısmı, bu muahedenin hilâfına ha­reket ettiler. Cengiz, Buhara'yı yaktı, yıktı ve ahalisini öldürdü. Bu arada, Merginanî de şehid edilmiştir. Şehâdeti 593 hicrî (milâdî 1196) yılına rastlar. [93]

 

Bükeyr İbni Abdıllah

 

Bükeyr İbni Abdillah Îbni'1-Eşec tabiînden ve Benî Mahzum Kabîlesinin azatlasından Medîne'li bir zattır. Künyesi Ebû Abdillah'tır.

Bükeyr İbni Abdillah Mısır'da İkâmet etmiştir.

Bükeyr İbni Abdillah; Sâib İbni Yezîd ve Rebia İbni İbâd gi­bi sahâbe-i kiramdan ve Said İbni Müseyyeb gibi tabiinden rivayette bulunmuş, sika, fakıyh ve sâlih bir zattır.

Ali Îbnü'l-Medenî şöyle demiştir:

—"Medine-i Münevvere'de tabiînin ileri gelenlerinden sonra, İb­ni Şihâb, Yahya el-ensârî ve Bükeyr îbni Abdillah'tan daha âlim bir zat yoktur."

Bükeyr İbni Abdillah hicrî 120 yılında vefat etmiştir. [94]

 

Bükeyr Necmüddîn

 

Bükeyr Necmüddin, Ebû'l-Fezâil et-Türkî, fakıyh ve arif bir zattır.

Ebû'l-Fezâil et-Türkî, fıkıh ilmini Addurrahman İbnü Şücâ'-dan tahsil etmiştir. [95]

 

Eserleri:

 

Ebû'l-Fezâil et-Türkî'nin eserleri şunlardır:

1-) el-Hâvî

Bu eser, muhtasar bir fıkıh kitabıdır

2-) en-Nârü'l-Lâmî ve'1-Biirhânü's-Sâati. Bu eser ise, Akâid-i Tahâvî'nin şerhidir

Ebû'l-Fezâil et-Türkî, hicrî 652 yılında Bağdat'ta vefat etmiştir. [96]

 

Burhan En-Nesefî

 

Ebû'1-Fazl Muhammed bin Muhammed bin Muhammed, Bur­han en-Nesefî, hanefî fukahâsmdan, muhaddis bir zattır.

Burhan en-Nesefî, tefsir, hadis, kelâm ve usûl ilimlerinde imâm sayılmaktadır.

Burhan en-Nesefî: hazretleri takriben hicrî 600 tarihinde doğ­muş; 686 veya 679 tarihinde Bağdad'da vefat etmiştir.

Bürhân   en-Nesefi   merhum,   İmâm-ı  A'zam   Ebû   Hanîfe (R.A.)'nin türbesi civarına defnedilmiş. [97]

 

Eserleri:

 

1-) el-Vâzıh

Bu eser, İmâm Fahreddin Râzî'nin Mefâtîhu'l Gayb adlı Tefsîr-i Kebîr'inin tclhıysı suretiyle meydana getirilmiştir. Burhan en-Nesefî, bu eserde, Fahreddin Râzî'nin usûlünü takip etmiştir.

2-) el-Mukaddimetü'1-Burhâniyye

Bu kitap, cedel ilmi ile ilgili kıymetli bir eserdir.

Bu eseri, Şemseddin Muhammed Semerkandî şerhetmiştir.

Mukaddime'nin Meârikü'l-Fühûl adında başka bir şerhi daha vardır.

3-) el-Akâidü'n-Nesefiyye

Bu eser, Ömer Nesefî'ye de Nisbet ediliyor. Fakat Zürkânî, bu­nun Burhan en-Nesefî'ye ait olduğunu tasrîh etmektedir.

Akâidle ilgili bu meşhur eserin de bir çok şerhleri vardır. [98]

 

Bürhânü'ş-Şerîa

 

Bürhânü'ş-Şerîa Mahmud İbni Sadri'ş-Şerîati'l-Evvel, hanefî fukahâsının meşhurİarındandır.

Bürhânü-ş-Şeria, hicrî 673 (milâdî 1274 târihinde vefat etmiştir. [99]

 

Bürhânü'ş-Şerîa'nın Eseri:

 

Bürhânü'ş-Şerîa, Hidâye kitabına bir hülâsa mesabesinde ol­mak üzere Vikâyetü'r-Rivâye fi-MesâiIi'l Hidâye adında bir kitap yazmıştır.

Bürhânü'ş-Şerîa, bu eserini, kızının oğlu Sadruş-Şerîati's-Sani, Ubeydullah bin Mesud namına tasnif etmiştir. Sadru'ş-Şerîati's-Sânî de Vikâye'yi hem şerh, hem de ihtisar ederek, şerhine Şerhu Vikaye, muh­tasarına da Nikâye veya Muhlasar-ı vikaye adım vermiştir.

Nikâye'nin de çeşitli şerhleri vardır. Bunlardan, Kuhistânî'nin Câmiü'r-Rıımuz adlı eseri en meşhur Nikâye şerhidir.

Nikâye'nin farsca şerhi olan, Celâleddin Mahmud bin Ebû Bekr'-in Kür-i Mîrî adındaki esere hicrî 1317'da İstanbul'da basılmıştır.

Mahmut bin Ebû Bekir, Burhaneddin Merginânî'nin torunlarındandır.

Vikâye'nin de çeşitli şerhleri vardır. Bunlardan, îznik Medrese­si müderrislerinden olan Alâüddin Ali bin Ömer'in el-İnâye fî-Şerhi'l-Vikâye adındaki şerhi, en meşhur Vikaye şerhlerindendir.

Vikâye'yi İbni Melek de şerhetmiştir. [100]

 

Câbir İbni Abdillah

 

Câbir İbni Abdillah İbni Amr el-Ensârî ei-Selemî ashâb-ı ki­ramın ileri gelenlerindendir.  Künyesi Ebû Abdullah veya Ebû Abdurrahman'dır.

Bu zattan başka, ashâb-ı kiram arasında Câbir îbni Abdillah nâmını taşıyan iki zat daha vardır. —Ashâb-ı kiramdan olmayan— hadis râvileri arasında da bu ismi taşıyan beş kişi daha vardır.

Hz. Câbir (R.A.), ensâr-ı kiram arasında İslâmiyeti ilk kabul etmiş bulunan zattır. Kendisi, birinci Akabe biatından önce, ResûP-i   Ekrem   (S.A.V.)   Efendimize   mülâki   olarak,   îslâmiyetle şereflenmiştir.

Câbir İbni Abdillah (R.A.) hazretleri, daha sonra, ensardan yetmiş zât ile birlikte ikinci Akabe Matında da hazır bulunmuştur.

Hz, Câbir (R.A.), Bîatü'r-rıdvan'da da hazır bulunmuştur.

Câbir İbni Abdillah (R.A.) Bedir, Uhud, Hendek ve diğer bazı gazvelere iştirak etmiştir. Zamanında yapılan İstanbul Muhasarası­na katıldığı da bilinmektedir.

Hz. Câbir (R.A.)'in İstanbul'da medfûn bulunduğu rivayet edilmekte ise de, bu rivayet zayıftır. Ve, Hz. Câbir (R.A.), hicrî 78 tarihinde 94 yaşında olduğu hâlde Medîne-i Münevvere'de vefat et­miştir. Nitekim, Umdetü'l-Kârî'de: "Medîne-i Tâhire'de ashâb-ı ki­ramdan en son vefat eden zat Câbir hazretleridir." denilmektedir.

Câbir îbni Abdullah (R.A.), müfessir, muhaddis ve fakıyh bir zattır.

Kur'ân-ı Kerimin kıraat, esbâb-ı nüzul ve diğer hususlardaki bü­tün inceliklerine vâkıftı. Kendisinden tefsirle ilgili bir çok malumat rivayet edilmiştir.

Câbir îbni Abdullah (R.A.), sahâbe-i kiramın fakıyhlerinden-dir. Zamanında, Medîne-i Münevvere'nin müftisi idi.

Hz. Câbir, Peygamber (S.A.V.) Efendimizden bir çok ilim ah-zetmiştir. Daha sonra da Hz. Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali, Ebû Ubeyde, Talha, Muaz İbni Cebel ve Ammar îbni Yâsir'den ilim Öğ­renmeye devam etmiştir.

Hz. Câbir (R.A.)'in derslerini takibe Mekke, Yemen, Küfe, Basra ve Mısır gibi yerlerden gelenler olmuştur.

Kendisinden rivayette bulunanların bir kısmı şunlardır: Atâ İb­ni Ebî Rebâh, Mücâhid İbni Cebr, Ebû Süfyan, Talha İbni Nâfi, Said İbni Mâlik..

Câbir İbni Abdullah (R.A.), Peygamber (S.A.V.) Efendimiz­den 1540 hadîs-i şerif nakletmiştir. Bunlardan 2Î0 hadis Sahihayn'-da zikredilmektedir. Bunların elli sekizi her ikisinde; yirmi altısı yal­nız Buhârî'de, yüz yirmi altısı da Müslim'de bulunmaktadır.

Câbir İbni Abdullah (R.A.)'ın rivayetleri son derece sağlam ve ihtiyatlıdır. Tabiînin her tabakası, O'nun ilminden istifade etmiştir. [101]

 

Celâlüd-Dîn Harzemi

 

Celâleddin bin Şemseddin el-Harzemî, hanefî fukahâsından meşhur bir zattır.

Celâleddin Harzemî, hicrî 710 tarihinde vefat etmiş olan, Ni-hâye sahibi Hüsâmeddin'den ve Keşf-i Pezdevi sahibi Abdülaziz el-Buhârî'den fıkıh ilmi okumuştur.

Hidâye'nin   şerhlerinden   olan   el-Kıfâye,   bu   zata   nisbet edilmektedir. [102]

 

Cerir İbni Hazım

 

Cerir İbni Hazım, fakıyh ve muhaddis bir zattır. Ezd Kabile­sine mensuptur.

Ebû'n-Nazari'l-Basrî diye de bilinir.

Sika bir muhaddistir ve Sahih-i Buharî'de de rivayetleri vardır.

Cerir İbni Hazım, hicrî 170 (milâdî 787) yılında vefat etmiştir. [103]

 

Cessas Ebû Bekir Ahmed İbni Ali Râzî

 

Ebû Bekir Râzi el-Cessas; zamanında tefsir, hadis ve fıkıh ilim­lerinde en meşhur âlim olan Cessas, hanefî mezhebinde idi.

İsmi: Ahmed İbni Ali er-Râzî,; künyesi: Ebû bekir; meşhur la­kabı ise: Cessas'tır. Hem Cessas, hem de Râzî diye anılır.

Cessas merhum, hicrî 305 (milâdî 917) tarihinde Rey Şehri'-nde doğmuş: 370 (milâdî 980) senesinde Bağdad'da vefat etmiştir.

Cessas, zâhid ve muttaki bir zat idi. Bu yönlerde de Kerhî mer­humun yolunda idi.

Cessas merhum, Zâhid İbni Ahmet el-Fakıyh, îbni Muhammed Ebû Muhammed el-Mehledî, Ebû Sehl Zeceac, Ebû Hasan Kerhî gibi  âlimlerden  ilim  tahsil  etmiş  ve  hadîs-i  şerif  rivayetinde bulunmuştur.

Cessas merhumdan da, Ebû Salih el-Müezzin, Muhammed İbni Yahya Cürcânî, Ebû Hasan Muhammed İbni Ahmet Za'ferânî gibi bir çok âlimler ilim öğrenmiş ve hadîs-i şerîf rivayet etmişlerdir.

Cessas, zamanında hanefî mezhebinin imâmı, yani en büyük, en önde gelen âlimi idi.

Cessas merhum hakkında, Hatîb-i Bağdadî şöyle demektedir: —"Zamanında hanefi mezhebinin reisi olan Cessas, zühd ve vera'da da meşhurdu. Ona, defalarca kadılık teklif edildi; ancak o, hiç birinde bu teklifi kabul etmedi.

Ahmed İbni Ali Ebû Bekir Râzî merhum, Bağdad'da ikâmet etmiştir. İlim tahsili için Hâkim Nişabûrî ile beraber Ehvaz, Nişa-bur ve daha başka yerleri dolaşıp, 25 yaşında iken tekrar Bağdad'a döndü ve oraya yerleşti. Burada tedrise başladı ve pek çok kişiye fı­kıh, hadis ve tefsir ilimlerini öğretti.

Âlimlerin bir kısmı, Cessas merhumu ashâb-ı tahrîc'ten saymak­tadırlar. Ancak Cessas'ın müctehid R'1-mezheb mertebesini elde etmiş olduğuna ilmi eserleri şehâdet etmektedir. Bundan dolayı, bu zatı sadece ashâb-ı tahric'den sayanlar; bu yüksek üstadın kadrini tenzil etmiş olurlar.

Şemsü'l-Eimme ve diğer bazı zâtlar müctehidler sırasındadırlar ve bunlar, Ebû Bekiri'l-Cessas'ın ilim ve faziletinden istifâde etmiş ve onun iyâlinden sayılmışlardır. [104]

 

Eserleri:

 

Ebû Bekir'i-Râzî el-Cessas, çok sayıda talebe yetiştirdiği gibi, pek çok kıymetli eser de telif etmiştir. Onun başlıca eserleri şunlardır:

1-) Ahkâmü'l-Kur'an

Bu eser, çok kıymetli bir tefsir kitabıdır ve dört cild hâlinde basılmıştır.

Bu tefsir, sadece ahkâm ile ilgili âyet-i kerîmelerin izah ve tefsi­rini muhtevidir.

Hanefî fukahâsı arasında temayüz etmiş bulunan diğer mücte-hidlerin kavillerine de muttali olan bu büyük âlim, bu tefsirde, fıkhı mes'eleler hakkında uzun uzun tetkiklerde bulunuyor; müctehidle-rin o husustaki kavillerini yazıyor; bunların isnad ettikleri nasları ve delilleri, senetleri ile beraber ortaya koyuyor.

Hanefî fıkhını müdâfaa eden bu kudretli âlimin tefsiri, fıkıh, usûl-i fıkıh ve hilâfıyat ilimleri bakımından da büyük bir kıymet taşımaktadır.

Bununla beraber, bu tefsirde biraz mutezile mezhebine temayül görülmektedir.

2-) Kitâbü'l-İlhâmi'l-Kurân

3-) Şerhu Esmâil-Hüsnâ

4-) Şerhu Mutasari't-Tahâvî

5-) Şerhu Muhtasari'l-Kcrhî

6-) Edebü'l-Kazâ

7-) Kitâbü Usûl-i Fıkh

8-) Kilab fî-Usulfd-Din

9-) Kitaba Cevâbâii'l-Mesâil

10-) Şerhu'l-Câmîli Muhammed İbni'l-Hasan[105]

 

Cevdet Paşa

 

Osmanlı Deyleti'nin, —19. asırda yetişmiş olan— en.büyük ilim ve devlet adamlarından biri olan Ahmet Cevdet Paşa, (milâdî) 27 Mart 1822 tarihinde Lofça'da doğdu. Babası İsmail Ağa; annesi Topuz Oğullarından Ayşe Sünbül hanımdı.

Cevdet Paşa'nm dedesi Ali Efendi ve babası İsmail Ağa, Lof-ça'nın ileri gelenler indendi. Dedesi, Lofça ayanlarının kâtipliğini yap­mış, münevver bir zat idi. Babası da, Lofçanın idare meclisi âzâlarındandı.

Cevdet Paşa, ilk tahsilini Lofça'da yaptı. Burada hem okula gitti; hem de şehrin ileri gelen hocalarından dersler alıyordu. Öyle ki, bu sayede, İstanbul'a gelmeden önce arapça ve mantık gibi âlet ilimleri ile dîni ilimlerde iyice mesafe katetmişti.

Cevdet Paşa, fıtratan zeki, kabiliyetli ve çalışkandı. 17 yaşın­da İstanbul'a geldi. Yeni yeni hocalardan dersler alıyor; her ilimde bilgi sahibi olmak için gayret sarfediyor; bazen de bir ilimden ders aldığı bir hocasına, kendisi de, başka bir ilimden ders okutuyordu.

Cevdet Paşa, böyle bir öğrenme aşkı sayesinde ve maddlimkan-ların da yardımı ile, kısa bir zamanda temayüz etti.

Cevdet Paşa, bu sırada, meşhur Murad Molla Tekkesi'ne git­ti. Burada, Murad Molla'dan farsça öğrendi ve onun derslerine de­vam ederek Mesnevî-i Şerîf icazeti aldı.

Cevdet Paşa, bu tekkede, o devrin devlet adamları, âlimleri ve şâirleri ile tanışma imkânı da buldu.

Cevdet Paşa, 1845 yılında İstanbul rüûsunu alarak müderris oldu.

Reşid Paşa sâderete ilk geldiği zaman, yeni kanun ve nizâm­nâmeler için lüzumlu şer'î bilgiler hususunda, kendisine müracaat edilecek bir şahıs arayınca, kendisine Cevdet Paşa tavsiye edildi. Reşit

Paşa'nın çocuklarına da ders vermiş bulunan Ahmed Cevdet Paşa, kısa zamanda Reşid Paşa'nın sevgisini ve itimâdını kazandı. Cevdet Paşa, böylece idarî ve siyasî hayatla temas kurmuş oluyordu. Çok geçmeden, Ali ve Fuad Paşa ile de tanışmış ve dost olmuştu.

Bu yeni sahada ilk görevi, 1848 yılında, Eflâk ve Buğdan'da çıkan karışıklık üzerine Bükreş'e gitmiş bulunan Fuad Paşa'ya, Sad-râzam'ın şifahî talimatını götürmek oldu. Orada bir ay kadar kal­dıktan sonra, Fuad Paşa'nın cevabını alarak İstanbul'a döndü.

Bu görevden bir sene sonra 13 Ağustos 1850 tarihinde, Ah­med Cevdet Paşa, Meclis-i Maârif Âzâlığı ile Dârül-Muallimîn Mü­dürlüğü'ne tayin edildi.

Bu vazifeye başlamadan önce, Fuad Paşa ile birlikte Bursa'-ya giderek, orada, beraberce Kavâid-i Osmâniyye ile Şirket-i Hayriyye Nizâmnâmesi'nin esaslarını hazırladılar.

Bu Kavâid-i Osmâniyye kitabı, 1851 yılında, Encümen-i Dâniş'in

açılış merasiminde Sultan Birinci Abdülmecid'e takdim edilmiş ve * 'basılsın" emri alınmıştır.

Cevdet Paşa, Encümeni-i Dâniş üyeliğine tayin edildi ve ken­disine Tarîh-i Cevdet'in ve Terceme-i İbni Haldun'un telif ve neşri havale edildi.

Cevdet Paşa, Mısır Valisi' Abbas Paşa ile Mehmed Ali Paşa­nın arasındaki ihtilafı halletmek üzere, Fuat Paşa ile birlikte Mısır'a gitti ve burada iki ay kaldı.

Daha sonra, Encümen-i Dâniş'teki görevine tekrar dönen Cev­det Paşa, yazılması kararlaştırılan Osmanlı Taribi'nin kendi payına düşen kısmını üç cild hâlinde tamamladı.

Sonra, 2 Şubat 1855 tarihinde vakânüvisliğe tâyin edildi.

Aynı zamanda, Metn-i Metfn ismi ile yazılması kararlaştırılan komisyonda âza bulunmakta olan Ahmed Cevdet Paşa, bu çalışma sırasında Kitâbü'l-Büyû'u kaleme aldı.

1856 yılında Galata Mollası olan ve 1857'de Mekke Payesini elde eden Ahmed Cevdet Paşa, bundan sonra Meclis-i Âlî-i Tazmi­nat âzası oldu. Burada da Ceza Kanun-nâmesi'nin hazırlanmasında bü­yük emeği geçti.

Böylece, bundan sonra bütün ömrünce sürdüreceği, hukuk sa­hasındaki çalışmalarına başlamış oluyordu.

Ahmed Cevdet Paşa, Arazî Kânun-nâmesi'ni hazırlamak için ku­rulan komisyona reis seçildi. Ve, bu konuda bir çok kanunun tedvi­ninde büyük payı oldu,

Ahmed Cevdet Paşa, Âli ve Fuad Paşalar tarafından kendisi­ne teklif edilen Vidin Valiliğini kabul etmedi.

1859 yılında, Kıbrıslı Mehmed Paşanın Rumeli Müfettişliğin­de, O'nun yanında bulundu ve bu sırada geçen hizmetlerinden dola­yı, İstanbul payesini elde etti.

Aynı senenin temmuz ayında, Meclis-i Âlî-i Tanzîmât ile Meclis-i Vâlâyi Ahkâm-ı Adliyye'nin birleştirilmesi ile teşekkül eden Meclis-i Vâlâ'da âzâ oldu. Nizam-nâmesin e bizzat kendisinin kale­me aldığı bu mecliste, ancak iki ay kalabildi. Ve bundan sonra, İs-kodra Fevkalâde Komiseri oldu. Buradaki görevini de kısa sürede başarı ile tamamlayınca Anadolu Kazaskeri payesi ile Bosna-Hersek Müfettişliğine gönderildi. Ve bu görevde de bir buçuk yıl kadar kaldı. Buradan da başarı ile dönünce, kendisine Osmânî Nişanı verildi.

Cevdet Paşa, 1866—1868 yılları arasında Halep Valiliği yaptı.

Sonra, Haleb'ten, Şubat 1868'de Dîvân-ı Ahkâm-ı Adliyye Re-isliği'ne da'vet edildi.

Cevdet Paşa'nın bu reisliği sırasında hazırladığı nizâm-nâmeye göre, Dîvân-ı Ahkâm-ı Adliyye iki kısma ayrılıyordu: 1-) Temyiz Mah­kemesi; 2-) Geniş selâhiyetlere sahip olan yüksek mahkeme.

Bu yoğun ve yorucu çalışma hayatı içinde, Ahmet Cevdet Pa-şa'nın yaptığı en mühim görev olan Mecelle hususundaki çalışmaları­nı dikkatle incelemek gerekir:

O devrin devlet adamları arasında, yeni bir kanun tanzim edil­mesi hususunda ciddi bir arzu ve tartışma ortamı vardı.

Mithat Paşa ve bilhassa Ticâret Nâzın Kabûlî Paşa, Fransız Medenî Kanunu'nun tercüme edilerek Osmanlı Devletinde uygulan­masını istiyorlar; Fransız Elçisi de bu hususta gayret sarfediyordu.

Cevdet Paşa, bu ortamda, Hanefî fıkhı esas alınarak, bir Me­celle teşkil edilmesi fikrini müdâfaa etti ve bunu, Şirvânî-zâde Rüşdî ve Fuad Paşaların yardımı ile kabul ettirdi.

Ve Cevdet Paşa, Mecelle tanzimi için kurulan hey'etin reisi oldu.

Bu görevi, fasılalı olmakla beraber, yaklaşık olarak yirmi yıl ka­dar sürdü.

Cevdet Paşa merhum, devamlı ve sistemli çalışması sayesinde Mecelle'nin ilk dört kitabını^ bir yıl içinde neşretti. Ancak beşinci kitabı neşretmeye hazırlandığı sırada bu görevinden azledilip, Bursa Valiliğine tâyin edildi.

O ayrıldıktan sonra, Mecelle Komisyonu altıncı kitabı da tamam­layıp neşretti. Ancak bu kitap şiddetli tenkidlere uğradı. Bu hâl, Cev­det Paşa'nın bu konudaki ehliyetini ve kaleminin kuvvetini de orta­ya koymuş oldu. Bunun üzerine Cevdet Paşa, yeniden Mecelle Reisligine ve bununla birlikte Şûrâyi Devlet Tanzimat Dâiresi Reisliğine getirildi.   Kendisi   yokken   neşredilmiş   bulunan   altıncı   kitabı toplattırıldı.

Ancak Cevdet Paşa, bu sefer de Maraş Valiliğine tayin edildi. Buna rağmen, Mecelle'nin 7. ve 8. kitabını da neşretti.

Cevdet Paşa, 26 Şubat 1873 tarihinde Evkâf-ı Hümâyûn Nâ-zırlığı'na tâyin edildi. Sonra da, 15 Nisan 1873 tarihinde Maârif-i Umûmiyye Nâzın oldu. Maârif Nazırlığı sırasında da büyük hizmetleri dokunan Cevdet Paşa, ders kitaplarını yazdırmak için komisyon kurdurttu.

Cevdet Paşa, 1874 yılında Yanya Valiliğine tayin edildi. Fa­kat, çok sürmeden tekrar İstanbul'a çağrıldı. Ve önce Maârif sonra da Adliye Nazırlığına tayin edildi. (1875). Daha sonra, Adliye Na­zırlığından azledildi ve Suriye Valiliğine tayin edildi. Bu tayinde, fik­ren bir türlü anlaşamadığı Mahmut Nedim Paşanın rolü vardı. Cev­det Paşa; Suriye'ye gitmeden önce, Mahmud Nedim Paşa, azledilin­ce, tekrar Maârif Nazırlığına getirildi.

Sultan 2. Abdulhamid Han'ın tahta geçmesinden sonra, Cev­det Paşa Adliye Nâzın oldu. Mecelle'yi de bu sırada tamamlamıştı.

Ethem Paşa'nın Sadrazamlığı sırasında yeni tesis edilen Dâhili­ye Nazırlığına getirildi. Aleyhinde olduğu Rus Harbinin tahakkuku­na mâni olamadı. Çok geçmeden, yeniden Suriye Valiliğine tâyin edil­di (Şubat 1878). Bu sırada çıkan Kozan İsyanını bastırdı ve dokuz ay kadar orada kaldı. Sonra, yerine Midhat Paşa tayin edildi.

Bir müddet sonra, Sâid Paşa Sadrıâzam olunca, Cevdet Pa­şa, tekrar adliye nazırlığına getirildi. Bu son görevinde de çok bü­yük hizmetlerde bulundu. Hukuk Mektebini açtı ve burada Usûl-i Muhakeme-i Hukûkiyye ve Belâgat-i Osmaniyye derslerini okuttu.

Mithat Paşa'nın Sultan Abdülaziz'in katli münâsebetiyle yargı­lanması da bu devreye rastlar.

Cevdet Paşa, 30 Teşrîn-i Sânı 1882 tarihinde Adliye Nâzırh-ğı'ndan ayrıldı. Ancak, ilmi çalışmalarına devam etti.

Dört senelik bir aradan sonra yeniden Adliye Nazırlığına ge­tirilen Ahmet Cevdet Paşa, Kâmil Paşa ile görüş ayrılğına düştüğün­den, bu vazifeden ayrıldı ve Sultan 2. Abdülhamid tarafından Meclis-i Âliyye'ye tâyin edildi.

Ahmet Cevdet Paşa, 25 Mayıs 1895 tarihinde, kısa bir hasta­lıktan sonra, Bebek'teki yalısında vefat etti. [106]

 

Ahmed Cevdet Paşanın Eserleri:

 

Ahmet Cevdet Paşa merhum, pek çok ilimde eser vermiştir. Kendisi daha ziyâde tarihçiliği ve hukukçuluğu ile tanınır. Başlıca eserleri şunlardır:

1-) Mecelle-i Ahkâm-i Adliyye

Hanefî fıkhı esas alınarak meydana getirilmiş bulunulan bu mu­azzam hukuk âbidesi, umumiyetle Ahmed Cevdet Paşa'nın başkam bulunduğu bir hey'et tarafından hazırlanmış ve padişahın onayı ile yürürlüğe konulmuştur.

2) Şerhu Kitabi'1-Emânât

3-) Risâletü'l Vefa

4-) Meln-i Metin

5-) Htilâsatü'l-Beyân fi-Te'fifil-Kur'ân Bu eser arapça yazılmıştır.

6-) Târihi Cevdet

7-) Kısâs-ı Enbiya ve Tevârih-i Hulefa

8-) Tezâkir-i Cevdet

9-) Mâruzât.

10-) Kavâid-i Osmâniyye

11-) Kavâid-i Türkiye

12-) Medhal-i Kavâid

13-) Balâgat-i Osmâniyye

14-) Divançe

15-) Divânı Sâib Şerhine tetimme

16-) Mîyar-ı Sedâd

17-) Adâb-i Sedâd fî-İlmi'l-Âdâb

18-) Hflye-i Seâdet

19-) Düstûr

Cevdet Paşa'nın bir kısmım bizzat telif edip, bir kısmı da da üyesi veya başkanı bulunduğu heyetler tarafından kaleme alınan bu eserlerin tamamı matbudur.  Hatta,  ekserisi,  yeni harflerle de basılmıştır. [107]

 

Cübeyr İbni Nüfeyr

 

Cübeyr Ibni Nüfeyr Ebû Abdurrahman İbnü Mâlik el-Hadramî, Resûl-i Ekrem (S.A.V.) Efendimizin zaman-ı saadetlerin­de Yemen'de müslüman olmuş ise de, Peygamber (S.A.V.) Efendi­mizle görüşme saadetine ermemiş ve daha sonra Hz. Ebû Bekir veya Hz. Ömer'in hilâfeti sırasında Medîne-i Münevvere'ye gelmiştir.

Cübeyr îbni Nüfeyr, ashâb-ı kiramı görüp, onlardan ilim öğ­renmiş, hadîs-i şerif dinlemiştir.

Cübeyr İbni Nüfeyr'in kendisinden hadîs-i şerif dinleyip, riva­yet ettiği ashâb-ı kiramın bir kısmı şu zatlardır:

Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Ebû Zerr-i Gıfârî, Ebû'd-Derdâ, Muâz İbni Cebel, Ubâde bin Sâmit, Avf İbni Mâlik, Ka'b İbni Iyâd, Sevbân, Abdullah İbni Amr İbni Âs, Abdullah İbni Ömer, Ukbe bin Âmir, EbûHureyre, Enes İbni Mâlik... (R.A. = Radıyallühü An-hüm = Allah, onlardan razı olsun.)

Cübeyr İbni Nüfeyr'den hadîs-i şerîf rivayet eden zatların bir kısmı da şunlardır:

Oğlu Abdurrahman İbnü Cübeyr, Hâlid İbni Ma'dem, Ebû Os­man, Selim İbni Âmir....

Taberî, Cübeyr İbni Nüfeyr'in, fıkıh ilminde de âlim olduğu­nu bildirmekte ve fukâhâ tabakâti içinde onu da zikretmektedir.

Cübeyr İbni Nüfeyr merhum, hadis ilminde sika bir râvî ve âlimdir. Onun rivayet ettiği hadîs-i şerifler Sahih-i Müslim'de ve kütüb-i sittenin dört süneninde mevcuttur.

Cübeyr İbni Nüfeyr, Medîne-i Münevvere'den sonra, Şam ta­rafına gitmiş ve Humus'ta yerleşmiştir.

Cübeyr İbni Nüfeyr, hicrî 80 (milâdî 700) tarihinde veya bun­dan bir müddet sonra vefat etmiştir. [108]

 

Damad Abdurrahman Efendi

 

Şeyhizâde Damad Abdurrahman Efendi fakıyh ve âlim bir zattır. Rumeli Kazaskerliği görevinde bulunmuştur.

Abdurrahman Efendi, hicrî 1078 (milâdî 1668) yılında İstan­bul'da vefat etmiş ve fatih civarında defnedilmiştir.[109]

 

Eserleri:

 

Şeyhî-zâde Damad Abdurrahman Efendinin meşhur eserleri şunlardır.

1-) Mecmaul-Enhür fi-Şerhi Mülteka'l-Ebhur

Abdurrahim efendi bu kıymetli eserini hicrî 1077 (milâdî 1667) yılında Edirne'de tamamlamıştır.

2-) Nszmü'l-Ferâid

Bu kıymetli eserin konusu, Mâturidî mezhebi ile Eş'arî mezhe­bi arasındaki ihtilaflardır. [110]

 

Dârimî Abdullah

 

Dârimî Abdullah, büyük bir fakıyh ve muhaddistir.

İsmi: Abdullah tbnü Abdurrahman İbnü FadI İbni Behram; kün­yesi: Ebû Muhammed'dir.

Dârimî, 181 hicrî (798 milâdî) yılında semerkand'da doğmuş ve 255 (milâdî 869)da Bağdad'da vefat etmiştir.

Dârimî merhum, Semerkand'da kadılık yapmış ve bu belde­de hadis ilmini yaymaya muvaffak olmuştur.

Dârimî, Hicaz, Şam, Mısır, Irak ve Horasan'da büyük âlim­lerden hadis-i şerif dinlemiştir.

Dârimî, merhum, Nadr İbni Şümeyl, Ebu Nadr Hâşim İbni Kasım, Mervân İbni Muhammed et-Tatârî, Ya'lâ İbni Ubeyd gibi tanınmış âlimlerden rivayette bulunmuştur.

Dârimî merhumdan rivayette bulunan âlimlerden bir kısmı ise şunlardır:

İmâm Müslim, Ebü Dâvud, Tirmizî, İmâm Buhârî, Hasan İbni Salih el-Bezzâr, Zührî...

Müslim, Dârimî'den yetmiş üç hadîs-i şerif rivayet etmiştir.

îbni Hibban şöyle diyor:

—"Dârimî, Semerkand'da, Resûlullah (S.A.V.)'ın sünnetinin yayılmasında ve yerleşmesinde büyük bir gayret sarf etmiştir. O, in­sanları sünnet-i seniyyeye da'vet etti. Ve sünnete uymayanlara mâni oldu."

Dârimi hazretleri, hadis ilminde olduğu kadar, tefsir ve fıkıh ilimlerinde de derin bir âlim idi. [111]

 

Eserleri:

 

Dârimî merhumun başlıca eserleri şunlardır:

1-) Tefsir

2-) Müsned-i Dârimî

En meşhur ve kıymetli eseri budur.

3-) el-Câmıu's-Sahih, bu esere Sünen-i Dârimî de denir. [112]

 

Dâvud İbni Nasır Et-Tâî

 

Ebû Süleyman Dâvud İbni Nasıyr et-Tâî, Kûfe'Ii fakıyh, zâ-hid ve sika bir zat idi.

Dâvud-i Tâî hazretleri uzun zaman İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe (R.A.)'m'n derslerini takip etmiş ve O'nun ileri gelen talebelerinden olmuştur.

Takva sahiplerinin büyüklerinden ve zâhidlerin en meşhurların­dan olan Dâvud îbni Nasıyr, aslen Horasanlıdır. Kendisi- Habîb-i Ace-mî'nin halifesi idi.

Dâvud-i Tâî, haramlardan, şübhelilerden ve hatta mubah olan şeylerin de fazlasından sakınır ve makam sahiplerinin hediyyelerini kabul etmezdi.

Dâvud İbni Nasıyr, hicrî 165 (milâdî 781) tarihinde Bağdad'-da vefat etmiştir. [113]

 

Davud-i Zahiri

 

Ebû Süleyman Dâvud îbni Ali îsfehânî, fakıyh, zahid ve eimme-i müslimîhden sayılan bir zattır.

Dâvud-i Zahirî merhumun ecdadı İsfehanlı olup, kendisi Kûfe'de, hicrî 202 (milâdî 818) tarihinde doğmuştur.

Dâvud-i Zahirî merhum, Nişabura giderek, orada İshâk İbni Râheveyh ve Ebû Sevr gibi zatlardan ilim tahsil etmiştir.

Dâvud-i Zahirî, İmâm Şafiî hazretlerine fazlaca meyilli idi. O'­nun hakkında iki kitap yazmıştır.

Zamanında Bağdad'da ilmî reislik Dâvud-i Zahirî hazretleri­ne gelmiştir.

Dâvud-i Zahirî merhum, Zâhiriyye nâmı ile bir fıkıh mezhebi tesis etmişse de, bu mezhep, müntesibinin kalmamış olmasından do­layı pek çaMık münkariz olmuştur.

Dâvud-i Zahirî merhum, kıyâsı delil olarak kabul etmiyordu.

Fer'î bir fıkhı mes'elede, Dâvud-i Zahirî ve O'nun mezhebini takip edenlerin muhalefetlerine itibar olunup olunamayacağı husu­sunda üç kavil vardır. Şöyle ki:

1-) Bunların kavilleri asla nazar-ı itibare alınmaz.

Ebû İshâk bu görüştedir ve ona göre : "Cumhurun kavline gö­re, kıyâsı kabul etmiyenler, ictihad derecesine ulaşamazlar.

İmâmü'l-Haremeyn'in ihtiyarı da böyledir.

2-) Bunların kavilleri, —kıyâs-ı celî'ye muhalif olmamak şartıyle— muteberdir.

Bu da, Ebû Amr İbnü's-Salâh'ın reyidir.

Tabakât-ı Subkî'de yazıldığına göre, Dâvud-i Zahirî, kıyâs-ı celiyi inkar etmezdi.

3-) Bunların kavillerine ve hilaflarına mutlaka itibar olunur. Ebû Mansur Bağdâdf nin kanâati böyledir. Şafiîlerce salih gö­rülen de budur.

Müteahhirîn imamları, Dâvud-i Zâhirî'nin mezhebine kitap­larında yer vermişlerdir.

Dihye bin Halîfe el-Kelbî (R.A.), Peygamber (S.A.V.) Efen­dimizi çok severdi. Kendisi ticâretle iştigal eder ve ticaret maksadı ile çıktığı yolculuklardan Medîn 'ye her dönüşünde, Peygamber (S.A.V.) Efendimizle, torunları Hz. Hasan ve Hüseyin'e hediyeler getirirdi.

Dihye (R.A.), Peygamber (S.A.V.) Efendimizden 3 hadîs-i şerîf rivâyetetmiştir.

Dihye bin Halîfe (R.A.), hicrî 50 (milâdi 671) yılında vefat etti. [114]

 

Ebân İbni Osman

 

Eban, Hazreti Osman-ı zî'n-nüreyn (R.A.)'ın oğludur ve ta­biînin ileri gelenlerindendir.

Ebân İbni Osman hazretleri, Medîne-i Münevvere'nin ileri ge­len fakıyhlerindendir ve müctehid bir zattır. Sikadır.

Amr İbni Şuâby şöyle demiştir:

—"Hadis ve fıkıh sahasında Ebân İbni Osman'dan daha âlim bir kimse görmedim."

Ebân İbni Osman hazretleri, Abdülmelik İbni Mervan tara­fından Medîne-i Münevvere valiliğine tayin edildi ve hicrî 83 (milâdî 704) yılına kadar bu görevi yürüttü.

Ebân İbni Osman hazretleri hicrî 105 (milâdî 724) tarihinde Medîne-i Münevvere'de vefat etmiştir. [115]

 

Ebû Abdullah Ziyâd

 

Ebû Abdillah Ziyâd, Kurtuba'lıdır. Abdurrahman ismindeki bir zâtın oğludur.

Ebû Abdillah Ziyâd, Endülüs'ün (İspanya'nın) Kurtuba şehrinde Dâvud-i Zahirî merhum, Nişabura giderek, orada İshâk İbni Râheveyh ve Ebû Sevr gibi zatlardan ilim tahsîl etmiştir.

Dâvud-i Zahirî, İmâm Şafiî hazretlerine fazlaca meyilli idi. OJ-nun hakkında iki kitap yazmıştır.

Zamanında Bağdad'da ilmî reislik Dâvud-i Zahirî hazretleri­ne gelmiştir.

Dâvud-i Zahirî merhum, Zâhiriyye nâmı ile bir fıkıh mezhebi tesis etmişse de, bu mezhep, müntesibinin kalmamış olmasından do­layı pek ça^uk münkariz olmuştur.

Dâvud-i Zahirî merhum, kıyâsı delil olarak kabul etmiyordu.

Fer'î bir fıkhı mes'elede, Dâvud-i Zahirî ve O'nun mezhebini takip edenlerin muhalefetlerine itibar olunup olunamayacağı husu­sunda üç kavil vardır. Şöyle ki:

1-) Bunların kavilleri asla nazar-ı itibare alınmaz.

Ebû İshâk bu görüştedir ve ona göre : "Cumhurun kavline gö­re, kıyâsı kabul etmiyenler, ictihad derecesine ulaşamazlar.

İmâmü'l-Haremeyn'in ihtiyarı da böyledir.

2-) Bunların kavilleri, —kıyâs-ı celî'ye muhalif olmamak şartıyle— muteberdir.

Bu da, Ebû Amr Ibnü's-Salâh'ın reyidir.

Tabakât-ı Subkî'de yazıldığına göre, Dâvud-i Zahirî, kıyâs-ı celiyi inkar etmezdi.

3-) Bunların kavillerine ve hilaflarına mutlaka İtibar olunur. Ebû Mansur Bağdâdfnin kanâati böyledir. Şafiîlerce salih gö­rülen de budur.

Müteahhirîn imamları, Dâvud-i Zâhirî'nin mezhebine kitap­larında yer vermişlerdir.

Dihye bin Halîfe el-Kelbî (R.A.), Peygamber (S.A.V.) Efen­dimizi çok severdi. Kendisi ticâretle iştigal eder ve ticaret maksadı ile çıktığı yolculuklardan Medîn 'ye her dönüşünde, Peygamber (S.A.V.) Efendimizle, torunları Hz. Hasan ve Hüseyin'e hediyeler getirirdi.

Dihye (R.A.), Peygamber (S.A.V.) Efendimizden 3 hadîs-i şerîf rivayet etmiştir.

Dihye bin Halîfe (R.A.), hicrî 50 (milâdi 671) yılında vefat etti. [116]

 

Ebân İbni Osman

 

Eban, Hazreti Osman-ı zî'n-nüreyn (R.A.)'ın oğludur ve ta­biînin ileri gelenlerindendir.

Ebân İbni Osman hazretleri, Medîne-i Münevvere'nin ileri ge­len fakıyhlerindendir ve müctehid bir zattır. Sikadır.

Amr İbni Şuâby şöyle demiştir:

—"Hadis ve fıkıh sahasında Ebân İbni Osman'dan daha âlim bîr kimse görmedim."

Ebân İbni Osman hazretleri, Abdülmelik İbnî Mervan tara­fından Medîne-i Münevvere valiliğine tayin edildi ve hicrî 83 (milâdî 704) yılına kadar bu görevi yürüttü.

Ebân İbni Osman hazretleri hicrî 105 (milâdî 724) tarihinde Medîne-i Münevvere'de vefat etmiştir. [117]

 

Ebû Abdillah Ziyâd

 

Ebû Abdillah Ziyâd, Kurtuba'lıdır. Abdurrahman ismindeki bir zâtın oğludur.

Ebû Abdillah Ziyâd, Endülüs'ün (İspanya'nın) Kurtuba şehrinde yüksek bir ilim topluluğu meydana getirmişti.

Ebû Abdullah Ziyâd, Şebtun lakabı ile anılırdı.

Ebû Abdillah Ziyâd, İmâm Mâlik'ten Muvatta'ı dinlemiştir. Bu kıymetli eseri, Endülüs'e ilk defa götüren bu zâttır.

Ebû Abdullah Ziyâd, Semai Ziyâd namı ile bir eser meydana getirmiştir ki, O bu eseri İmâm Mâlik'ten ahzetmiştir.

Ebû Abdullah Ziyâd, hicri 193 (milâdî 809) yılında vefat etmiştir. [118]

 

Ebû Ali Ahmed İbni Muhammed Eş-Şâşî

 

Ebû Ali Ahmed İbni Muhammed, hicrî dördüncü asırda ya­şamış büyük bir hanefî fakıyhidir. 344 yılında vefat etmiştir. [119]

 

Ebû Bekir Bezzar

 

Ebû Bekir el-Bezzar, büyük bir fıkıh ve hadis âlimidir. İsmi: Ahmed İbni Amr el-Basrî'dir.

Hadîs'te hafız olan Bezzar merhumun büyük bir Müsned'i vardır.

Ebû Bekir Bezzar, hicrî 292 (milâdî 905) tarihinde Renle'de vefat etmiştir. [120]

 

Ebû Bekir İbnü Abdurrahman

 

Ebû Bekir bin Abdurrahman bin Hars bin Hişam el-Kureşî, el~Mahzûmi, tabiînin ileri gelenlerindendir.

Ebû Bekir bin Abdurrahman, Hz. Ömer (R.A.)'in halifeliği sırasında doğmuş ve hicri 94 (milâdî 712) senesinde vefat etmiştir.

İmâm Ebû Dâvud, hicrî 202 (milâdî 817) yılında Hindistan'ın sınır komşusu olan Sicistan'da doğmuş ve 275 (milâdî 889) yılında Basra'da vefat etmiştir.

îmâm Ebû Dâvud, Horasan, Bağdad, Irak, Şam, Mısır ve Hi­caz gibi îslâm merkezlerinde dolaşarak bir çok âlimle görüşmüş ve bir müddet de Basra'da ikâmet etmiştir.

Ebû Dâvud Sicistânî, zamanının en büyük hadis âlimlerinden idi. Ayrıca fıkıh ve tefsir ilimlerinde de ileri gelen âlimlerdendi.

Ebû Dâvud Sicistanî'nin kendilerinden hadîs-i şerîf öğrenip rivayet ettiği âlimlerden bir kısmı şunlardır:

Ahmed İbni Hanbel, Yahya İbni Maîn, Ebû Dâvud Tayâlisî, Müslim İbni İbrahim, Süleyman İbni Harb, Ebû Ma'mer...

Ebû Dâvud Sİcistânî'den de, oğlu Abdullah, Ebû Abdurrah-man en-Nesâî, Ahmed İbni Muhammed İbni'l-Hârun ve daha baş­ka pek çok âlim hadîs-i şerif rivayet etmişlerdir.

Ebû Dâvud, beş yüz bin hadîs-i şerîf ezberlemişti. Bu beş yüz bin hadîs-i şerifin içinden dört bin sekiz yüzünü seçerek Sünen-i Ebî Dâvud denilen meşhur hadîs kitabını meydana getirmiştir.

Sünen-i Ebî Dâvud, özellikle fıkhî mes'eleler için mühim bir mü­racaat merciidir.

Ebû Dâvud, bu kitabım, İmam Ahmed îbni Hanbel'e göster­miş ve bu büyük müctehidin beğenisini kazanmıştır,

Ebû Davud'un Sünen'i, kütübü sittenin üçüncüsü sayılmaktadır.

Ebû Dâvud hazretleri şöyle demiştir:

—"Ben bu kitabımda dört bin sekiz yüz hadîs-i şerîf topladım; insanın dinî için, bunlardan şu dört hadîs-i şerif kifayet eder:

1-) "Ameller(in hükümleri, kıymetleri) niyetlere göredir."

2-) "Kişinin, kendisine fayda vermeyecek şeyleri terketmesi, is-lâmiyetinin güzelliğindendir.

3-) Bir mü'min, kendi nefsi için isteyip hoşlandığı bir şeyi, kar­deşi için de isteyip hoşlanmadıkça hakkı ile mü'min olamaz."

4-) "Helâl de apaçık bellidir; haram da apaçık bellidir. Bunla­rın arasında, bir takım şübheli şeyler vardır. (Binaenaleyh, harama düşmemek için, bu şüpheli şeylerden sakınmak lâzımdır."

Ebû Dâvud (R.A. = Rahmetullahi aleyh), ilmi ile âmil olan büyük bir âlim idi. Sünen'inden başka, bir de Kitâb-ı Merâsil adlı eseri vardır. Bu eseri ve sünen-i matbûdur ve bir çok yerde, bir çok defa basılmıştır.

Sünen-i Ebû Davud'un pek çok şerhleri vardır.

Bu, şerhlerden, Muttaki Hindî'nin dört cild hâlindeki kitabı basılmıştır.

Sünen-i Ebî Davud'un şerhlerinden Hattâbî de basılmıştır.

Diğer bir şerhi de Bezhü'I-Mechöd adını taşımaktadır. Son zamanlarda yazılan el-Menhelü'l-Azbii'-l-Mevrûd isimli şerh, önce ya­rım kalmış, daha sonra da üzerine tekmile yazılarak basılmıştır.

İmâm Nevevî, şöyle demiştir:

—"Fıkıh ve diğer ilimlerle uğraşan kimselerin, Ebû Davud'un sünenine ehemmiyet vermesi ve onu çok iyi tanıması gerekir. Çün­kü, delil olarak getirilen ahkâm hadislerinin çoğu bu kitaptadır. Son­ra, bu kitaptan istifade etmek de kolaydır." [121]

 

Ebû Oâvud Et-Tayâlisî

 

Ebû Dâvud Süleyman İbni Dâvud İbni'l-Cârud et-Tayâlisî, bü­yük bir fıkıh ve hadis âlimidir. Horasanlı bir zattır.[122]

 

Ebû Eyyübi'l-Ensârî

 

Ebû Eyyûb el-Ensârî, Peygamber (S.A.V.) Efendimizin mih­mandarı, ashab-ı kiramın büyüklerinden ve ensârdandır.

Ülkemizde Eyüb Sultan diye bilinir.

İsmi: Hâlid; künyesi Ebû Eyyüb; babasının adı: Zeyd bin Kelîb'dir.

Annesi ise, Hind binti Rebî'a bin Ka'b'dır.

Ebû Eyyûb el-Ensârî (R.A.) hazretleri, Hazrec Kabilesine ve bu kabileden Neccar Oğullarına mensuptur.

Eyyûb Sultan hazretleri, annesi ve babası yönünden Peygam­ber (S.A.V.) Efendimize akraba düşerdi.

Ebû Eyyûb el-Ensârî (R.A.), bi'setin (Hz. Muhammed'e pey­gamberlik verilmesinin) on birinci yılında, (hicret'ten iki sene kadar önce), hac mevsiminde müslüman olmuştur.

Bi'setin on ikinci yılında da (milâdî 621) hac mevsiminde ikinci Akabe biatında hazır bulunarak, Rasûl-i Ekrem (S.A.V.) efendimi­zin sohbeti ile şereflendi.

Mekke'den Medîne-i Münevvere'ye hicret buyurduğunda, Pey­gamber (S.A.V.) Efendimiz, Mescid-i Nebevi yapılıncaya kadar, Ebû Eyyûb el-Ensarî (R.A.) hazretlerinin evlerinde misafir olmuşlardır.

Hz. Ebû Eyyüb el-Ensârî (R.A.), Peygamber (S.A.V.) Efen­dimizin bütün savaşlarına katılmış ve bu savaşlarda Fahr-i Kâinat (S.A.V.) efendimizin sancaktârlığını yapmıştır.

Ebû Eyyûb el-Ensârî (R.A.) hazretleri, Hz. Ali (R.A.)'nin ya­kınında bulunmuş ve onunla Cemel ve Nehrüvan Vak'alarma işti­rak etmiştir.

Hicretin 50. yılında, İstanbul üzerine gönderilen İslam ordu­suna, —yaşının ilerlemiş olmasına rağmen, Peygamber (S.A.V.) Efen­dimizin İstanbul'un fethi ile ilgili müjdesine nail olmak maksadı ile— katılmış ve burada hastalıktan vefat ederek, şehir surlarının dışına defnedümiştir. (Hicrî 50 = Milâdî 670)

İstanbul, Fâtih Sultan Mehmed Han hazretleri tarafından fet­hedilince, Eyyûb Sultan (R.A.) hazretlerinin mübarek kabirleri bu­lunmuş ve üzerine türbe ve yakınına da cami yaptırılmıştır.

Ebû Eyyûb el-Ensârî (R.A.) hazretleri âlim ve fakıyh bir zât idi. Kendisinden yüz elli hadîs-i şerif rivayet edilmiştir. [123]

 

Ebû Haysüme

 

Ebû Haysüme Zübeyr bin Harb el-Bağdâdî, büyük bir fakıyh ve muhaddistir.

Aslen, neseî'dir. Sonradan Bağdad'a yerleşmiştir.

Ebû Haysüme, sika bir râvîdir ve hadiste hâfudır.

İmâm Müslim hazretleri, Ebû Haysüme'den binden fazla hadîs-i şerîf rivayet etmiştir.

Ebû Haysüme, hicrî 234 (milâdî 849) tarihinde yetmiş dört ya­şında olduğu halde vefat etmiştir. [124]

 

Ebû Hureyre

 

Abdullah (veya Abdurrahman) bin Sahr ed-Devsî el-Yemânî,

ashâb-ı kiramın ileri gelenlerindendir.

Yemen'in Devs kabîlesindendir.

Künyesi: Ebû Hureyre'dir. Bu künye'nin, kendisine babası ve­ya Resûl-i Ekrem (S.A.V.) tarafından verildiği hususunda iki ayrı rivayet vardır.

Ebû Hureyre (R.A.)'den hadîs-i şerîf rivayet eden zatların sa­yısı, —asKâb ve tabiînden olmak üzere— sekiz yüz'dür.

Ebû Hureyre (R.A.) hazretlerinin rivayet ettiği hadîs-i şerif­lerden 325'i sahîhayn'de (= Buhârî ile Müslim'de) müştereken mev-cudtur. Bundan başka 93'ü yalnız Buhârî'de; 19O'ı yalnız Sahîh-i Müs­lim'de mündemiçtir. Mütebakisi ise, diğer hadis kitaplarındadır.

Hadîs-i şeriflerin, ümmet arasında yayılması matlup olduğun­dan Ebû Hureyre (R.A.) hakkında böyle bir mucizenin tecellîsi, şüp­hesiz, dinî bir hikmete müstenittir.

Ashâb-ı Kiramın hepsi udûldür. Özellikle zühd ve takva mev-sûf, fukahâdan madud ve etrafı sahâbe-i kiramın büyükleri ile dolu bulunan Ebû Hureyre gibi bir zâtın, Rasûlullah (S.A.V.) Efendimi­ze karşı, hakikate muhalif bir şey iddia etmesi katiyen düşünülemez. Aksini düşünmek, ashâb-ı kiramın kadrini, diyanet ve faziletini tak­dir edememekten ileri gelir.

Asr-ı saadette ve onu takip eden asırlarda harikulade zekâya ve hafızaya sahip binlerce İslâm âliminin yetiştiği târihçe sabit bir hakikattir.

Hâkim Ebû Abdillah Nişaburî şöyle diyor:

—"Vaktiyle hadîs hafızı nâmım alan bir zâtı, beş yüz bin hadis ezberlemiş olurdu."

imâm Ahmed İbni Hanbel (R.A.), bir milyon kadar hadîs-i şerifi ezbere biliyordu.

Ebû Zür'a er-Râzî, yedi yüz bin hadis-i şerif ezberlemişti.

İmâm Buharı, hafızasından üç yüz bin hadis-i şerîf naklederdi. Bu misaller, istenilirse yüzlere, binlere çıkarılabilir.

Ebû Hureyre (R.A.)'nin rivayet ettiği hadis-i şeriflerden üçü­nü, teberrüken buraya alıyoruz:

1-) İmân, altmış şu kadar şubeye aynlır. Haya da imândandır.

2-) Güzel söz sadakadır.

3-) Kocasız kadına ve yoksul kimseye yardıma koşan Allah yolunda cihad eden veya gündüzün oruçlu, geceleyin ibâdetle kâim olan kimse mesabe sindedir.

Ebû Hureyre (R.A.), Hz. Ömer (R.A.) tarafından Bahreyn Va­liliğine tayin edilmiş, bilâhare tab'an mülayim olduğu için azledil­mişti. Daha sonra yine Vali tayin edilmek istenilmişse de kendisi ka­bul etmemiştir.

Daha sonra, Hz. Osman (R.A.) tarafından Mekke-i Mükerre-me kadılığına ve bilâhare Hz. Muâviye tarafından da, —bir aralık— Medîne-i Münevvere valiliğine tayin edilmiştir.

Ashab-ı kiramın fakıyhlerinden olan ve onların arasında fet­va vermekte temayüz eden Ebû Hureyre (R.A.) hazretleri, hicrî 59 (milâdî 679) tarihinde Medîne-i Münevvere'de vefat etmiş ve Baki' Kabristanına defnedilmiştir. [125]

 

Ebû İsme

 

Ebû isme, büyük bir fıkıh âlimidir.

İsmi: Nuh İbni Ebî Meryem; künyesi: Ebû Isme'dir. Kendisi, Nuh ekCâmi ismi ile meşhur olmuştur.

Ebû isme, fıkıh ilmini İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe ile İbni Ebî Leylâ'dan tahsil etmiştir.

Ebû isme hazretleri, Haccâc İbni Ertad ve zamanındaki diğer âlimlerden hadis; İbni İshak'tan meğâzî, el-Kelbî ve Mukâtil'den de tefsir ilimlerini tahsil etti.

Bu ilimleri nefsinde toplamış olduğu için veya Imâm-ı A'zam Ebû Hanîfe'nin fıkhını Merv'de ilk cem eden şahıs olmasından do­layı, Ebû Isme'ye Câmî (= bir araya getiren, toplayan) unvanı verilmiştir.

Ebû isme, Ebû Ca'fer Mansur zamanında Merv'de kadılık gö­revinde bulunmuştur.

Ebû Isme'nin, —ilim öğrettiği— dört ayrı meclisi vardı: Bu meclislerden birinde, hadîs ve âsâr rivayet eder; birinde, İmâm-ı A'-zam'ın kavillerini nakleder; birinde de, arap lisanını öğretir, diğe­rinde ise şiir tedrîs ve müzakeresi ile meşgul olurdu.

Ebû Isme'nin kendisinden hadîs-i şerîf rivayet ettiği zatlardan bir kısmı şunlardır:

Zührî, Sabit el-Benânî, Yahya İbni Sadi el-Ensârî, İbni Cüreyc, İbni Ebî Leylâ, îmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe, İbni

Ebû Isme'den hadis-i şerif rivayet eden zatlardan bir kısmı da şunlardır:

Ali İbni'l-Hüseyn îbni Vâkıd, Zeyd İbniU-Habbâb, Hibban İb­ni Mûsâ, Nuaym ibni Hammâd, Süveyd îbni Nasr, Şu'be bin Mübarek...

"Kur'âri-ı Kerim'in sûrelerinin fazileti hakkında, bazı hadis­ler vazettiği" söylenmişse de, bu, doğru değildir. Bunları vaz eden başka bir şahıstır.

Kendisi, hadîs uydurmak bir tarafa, bilakis sika (yani güveni­lir) bir râvîdir. zira, Ebû Dâvud ve Tirmizî, "sünen"lerinde; İbni Cerîr de tefsirinde, O'nun rivayetlerine yer vermişler; İbni Mâce de, tefsirinde O'nun kavlini delil olarak almıştır.

Hattâ, Şu'be, bir hadîs-i şerîf hakkında yaptığı isbat için, O'­nun rivayetini delil olarak göstermiştir. Şu'be ise, râvilerin sika ol­masına çok dikkat eden bir zattır.

Ebu isme hazretleri, hicrî 173 (milâdî 789) tarihinde vefat etmiştir. [126]

 

Ebû İdris El-Halvânî

 

Ebû İdris el-Halvânî, tabiînin ilklerindendir ve fakıyh bir zâttır. İsmi: Âizullah bin Abdullah; künyesi: ebû İdris'tir.

Ebû İdris el-Halvânî, hicrî 8. yılda doğmuş ve 80 (milâdî 700) yılında vefat etmiştir.

Ebû İdris el-Halvânî, Hz. Mûaviye tarafından Şam'a kadı tâ­yin edilmiş, daha sonra Abdülmelik tarafından da aynı göreve getirilmiştir.

Ebû İdris el-Halvânî, Ebu'd-Derdâ, Ebû Zer, Huzeyfe, Ubâ-de bin Sâmit, Avf bin Mâlik, Ebû Hureyre gibi bir çok zâttan hadis-i şerîf rivayet etmiştir.

Ebû İdrîs el-Halvânî'nin rivayet ettiği hadis-i şeriflerden bir kısmı Sahîh-i Buhârî'de de yer almıştır.

Ebû İdris el-Halvânî merhumdan hadis rivayet eden zâtlar ise, Zührî, Mekhûl, Yunus bin Meysere ve diğer başka âlimlerdir.

Said bin Abdülaziz şöyle diyor:

—"Ebû'd-Derda'dan sonra, Şamlıların âlimi Ebû îdris el-Halvânî idi."

Mesaî, onun hadis ilminde sika olduğunu kabul etmektedir. [127]

 

Ebu Kılâbe

 

Ebû Kılâbe Abdullah İbnü Zeyd, tabiînin ileri gelenlerinden fakıyh ve muhaddis bir zattır. Basralıdir.

Ebû Kılâbe hazretleri hicrî 104 yılında Şam'da vefat etmiştir.

Ebû Kılâbe, sahâbe-i kiramdan Sabit ibni Kays ile Enes İbni Mâlik; tabiînden de Ebû Eyyüb Sahtiyanı ve Katâde'den hadîs-i şe-rîf rivayet etmiştir.

Ebû Kılâbe'nin sika olduğunda ittifak vardır.

Ebû Kılâbe, zaman zaman, bir hadîs-i şerîf öğrenmek için se­yahatlere çıkardı.

Kendisi şöyle söylüyor:

"Hiç bir işim olmadığı hâlde, sırf bir hadîs-i şerifi, daha önce duymuş olan bir şahıstan dinlemek için, Medine'de üç gün kaldım."

Hadîs-i şerîflerin toplanıp, yazılması için gayret sarfederdi.

Ebû Kılâbe hazretleri, vefat etmeden önce, kitaplarının Ebû Eyyûb Sahtiyânî'ye verilmesini vasiyet etti. Ve bu vasiyeti yerine getirildi.

Ebû Kılâbe, âlim ve fâzıl bir zat idi. Etrafındakilere hikmet dolu sözlerle tavsiye ve nasihatlerde bulunurdu.

Ebû Kılâbe hazretleri, etrafındakileri, devamlı, helâl kazan­maya teşvik ederdi.

Ebû Eyyûb Sahtiyânî'ye: "çarşıya git, iş ara. Zira, en büyük hu­zur, insanlara muhtaç olmamaktadır." buyurdu.

Bir başkasına da: "Seni, geçimini temin ederken görmem, cami köşesinde görmemden daha sevimlidir." buyurmuştur.

Ebû Kılâbe hazretlerinin hikmetli sözlerinden bir kaçını daha görelim:

—"Allah'a şükredilmesine vesile olan dünyalık, insana zarar ver­mez."

—"Bir sözü, anlamıyacak kimseye söyleme. Çünkü o söz, ona zararlı olur; fayda vermez."

—"Bid'at ehli ile oturmayınız; onlarla sohbet etmeyiniz. Zira onlar, sizi dalâlete düşürebilir veya bilmediğiniz kötülüklere bulaştı­rabilir." [128]

 

Ebü'l-Âüyye

 

Ebû'l-Âliye Rufi' İbni Mihrân er-Riyâhî, tabiinin ileri gelen­lerinden Basra'h bir zattır.

Ebû'l-Âliye, câhiliye devrinde bulunduğu hâlde, Peygamber (S.A.V.) Efendimizin irtihâlinden iki sene sonra müslüman olmuştur.

Hz. Ömer'in arkasında namaz kılmış bulunan Ebû'l-Âliye haz­retleri, Hz. Osman'dan, Zeyd İbni Sâbit'ten, İbni Abbas'tan riva­yette bulunmuştur.

Ebû Bekir İbni Ebî Dâvud şöyle demiştir: —"Sahâbe-i kiramdan sonra, Kur'ân-i Kerîmi Ebû'l-Âliye'den

daha iyi bilen kimse yoktur."

Ebû'l-Âliye, —yüz yaşını geçkin olduğu hâlde— hicrî 90 (mi­lâdî 708) tarihinde vefat etmiştir.

Bir de, Ebû'l-Âliye Ziyâd İbni Fîrûz vardır. Bu zat da tâbiîn-dendir. İbni Abbas (R.A.)'dan rivayette bulunmuştur. Bu zat, Benî Riyah'tan bir a'rabînin mevlâsı (= azatlısı) idi. Hicrî 190 yılında vefat etmiştir. [129]

 

Ebû'l-Berekât Hâfızü'd-Dîn Nesefî

 

Ebû'l-Berekât Hâfizû'd-dîn Abdullah İbni Ahmed Nesefî, ha-nefi fukahâsınm meşhurlanndandır.

Hafîzüddin Nesefî merhum tefsirde, hadiste, fıkıhta ve usûl-i fıkıhta ihtisas sahibi bir âlim idi.

Ebû'l-Berekât Nesefî, fıkıh ilmini Muhammed bin Abdiset-tar Kerderî, Hamiddüddîn Zarîr ve Hâher-zâde Bedrüddin'den tah­sil etmiştir.

Şeyhu'l-lslam İbni Kemâl Paşa-zâde merhum, Ebû'l-Berekât Nesefî'yi "kavî ve zâif kavilleri birbirinden ayırmaya muktedir olan mukallidler" tabakasından saymıştır. Bu tabakada olanlar, kitapla­rında merdud kavilleri ve zayıf rivayetleri nakletmezler.

Başka usûlcüler İse, Ebû'l-Berekât Nesefî'yi müctehid fî'1-mezheb saymaktadırlar. Bu âlimler, müctehid fTl-mezhep kudretinin, Ebû'l-Berekât Nesefî ile son bulduğuna, kendisinden sonra müctehid fî'l-mezhep yetişmemiş olduğuna kail olmuşlardır.

Ebû'l-Berekât Hafîzüddin Nesefî, Buhâra'nın, bir vakitler çok mamur bir şehri olan Nesef'te doğmuştur.

Hicrî 710 (milâdî 1310) yılında Bağdad'ı ziyaret eden Nesefî mer­hum aynı sene vefat etmiştir. [130]

 

Ebû'l-Berekât Nesefî'nin Eserleri:

 

Ebû'l-Berekât Nesefî hazretleri, pek çok eser telif etmiştir. Bu kıymetli eserlerinin başlıcaları şunlardır:

1-) Medârikü't-TeiMÎI ve Hakâikü'l-Te'vü Bu eser, kıymetli bir tefsirdir.

2-) Umdetu Akîdeti EbM's-Siinneü ve'l-Cemâa Akaide ait olan bu kıymetli eser, Londra'da, 1843 yılında Wili-an Corurtan tarafından bastırılmıştır.

3-) İtimat

Bu eser, bundan önce zikrettiğimiz Umde'nin Şerhi'dir.

4-) Menârii'l-Envâr

Usûl-i fıkıhla ilgili bir eserdir.

5-) Keffü'l-Esrâr Şerhu'l-Menâr

Bu eser de, Menâr'm şerhidir.

6-) Kenzü'd-Dekâik

Bu eser, muteber bir fıkıh kitabıdır. Bu kıymetli eserin pek çok şerhleri vardır.

7-) el-Vâfî

Bu da, muteber bir fıkıh kitabıdır.

8-) el-Kâfî

Bu eser, el-Vâfî'nin şerhidir.

9-) el-Musaffa

Bu kitap, Ebû Hafs Ömer Nesefî'nin hılâfiyyata ait el-Menzûme adlı eserinin şerhidir.

10-) el-Müstesfâ

Bu kitap da, Kasım İbni Yûsuf'un ea-Nâfî isimli fıkıh kitabının şerhidir.

Merhum Ebû'l-Berekât Hafîzüddin Nesefî'nin bütün eserleri faydalıdır ve fakıylerce muteberdir. [131]

 

Ebû'l-Fazl Mecdü'd-Dîn Mevsılî

 

Ebû'1-Fazl Meddü'd-dîn Abdullah İbnü Mahmud el Mevsılî, büyük bir fıkıh âlimidir.

Ebû'1-Fazl, hicrî 599 (milâdî 1202) tarihinde Musul'da doğ­muş, 683 (mîlâdî 1284 tarihinde vefat etmiştir.

Ebû'1-Fazl, ilim tahsiline babasında başlamış, sonra Şam'a gi­derek, Cemâlüddîn Hasırî'den fıkıh tahsil etmiştir.

Bir müddet, Kûfe'de kadılık yapan Ebû'1-Fazl merhum, daha sonra Bağdad'a giderek tedriste bulunmuştur.

Ebû'1-Fazl merhum, zamanında, fıkıh ve usûl-i fıkıh ilimle­rinde hanefî ulemasının en seçkinlerinden biri idi. [132]

 

Eserleri:

 

Ebû'l-Fazl'ın bir çok kıymetli eseri vardır. Bunların en meş­hurları ise şunlardır:

1-) Muhtar

2-) Muhtâr'ın Şerhi olan el-İhtiyar

Bu iki eser, hanefî fıkhının en meşhur kitaplarmdandır. [133]

 

Mütûn-i Erbaa

 

Müteahhir fakıyhlerin en çok itimat ettiği dört fıkıh kitabı vardır ki, bunlara mütûn-i erbaa (= dört metin) denir. Bu kıymetli eserler şunlardır:

1-) Muhtar

2-)  Kenz

3-) Vikaye

4-) Mecmau'MJahreyn

Bu kıymetli fıkıh kitaplarından her biri defalarca basılmış ve her birine, bir çok fakıyh, şerhler yazmışlardır. [134]

 

Ebû'l-Ferec El-Müâfa

 

Ebû'l-Fereci'l-Müâfa İbni Zekeriyya en-Nehrüvanî, büyük bir tefsir ve fıkıh âlimidir.

Hicrî 305 tarihinde doğmuş, 390 tarihinde vefat etmiştir.

Ebü'I-Fereci'l-Müâfa, Muhammed İbni Cerîri't-Taberî'ye men­suptur. Zira, onun mezhebi üzere tefekkuhte bulunmuştur.

Bir çok ilimlere vakıf bulunan Ebû'l-Fereci'HÜüâfa rivayetle­rinin ve yazdığı eserlerin çokluğu ile tanınır. [135]

 

Eserleri:

 

Ebû'l-Fereci'l-Müâfa'nın eserlerini^ i&isi şiardır:

1-) Kitabü't-Tefsir.

Bu tefsir, altı cildten müteşekkildir.

2-) Kitâbü'l-Ceffs ve'1-Enîs[136]

 

Ebû'l-Hasan El-Kerhî

 

Ebû'l-Hasan el-Kerhî, büyük bir hadisci ve hanefî fıkıh âlimidir.

İsmi: Ubeydullah İbnü'l-Hüseyin İbni Dellal İbni Deüıim'#r. Künyesi: Ebû'l-Hasan'dır.

Irak'ta, Kerh bölgesinde doğduğu için oraya nisbet edilmiş ve Ebû Hasan el-Kerhî diye meşhur olmuştur.

Kerhî merhum hicrî 260 (milâdî 874) yılında Kerh'te doğdu; ömrünün büyük kısmım Bağdad da geçirdi ve burada 340 hicrî (mi­lâdî 952) yılında vefat etti. Cenaze namazını, talebelerinden Ebû Te­mam Hasan bin Muhammed Zeynebî Hâşimî kıldırdı. Ve, Bağdad'-da Ebû Zed geçidindeki mescidinin yanma defnedildi.

Kerhî merhun, Fıkıh, İmâm-ı A'zam Ebû Hanife (R.A.)'nin oğlu Hammad'ın oğlu İsmail'den ilim öğrenmiş, olan Ebû Sa'îd Ah-med İbni Hüseyn Bürdeî'den tahsil etti.

Ayrıca, Kadı İsmail bin İshak, Ahmed bin Yahya Halveni, Mu­hammed bin Süleyman Hadremî, Muhammed bin Abdullah bin Sü­leyman Hârezmî ve daha bir çok âlimden ilim öğrendi.

İslâm'ın inceliklerini öğrenmek ve böylece Allah'ın rızasını kazanmak için çok çalıştı. Daha önce yapılmış olan bütün ictihadları öğrendi. Verilen fetvaları ezberledi. Hanefi mezhebinin tafsîlî delil­lerinin tamamını öğrendi.

İbni Kemâl Paşa'ya göre, Ebû'l-Hasan el-Kerhî müctehid fî'l-m es'ele (- mes'elede müctehid)*dir.

Kerhî merhum, hocası Ebû Sa'îd Bürdeî ve Kadı Ebû Hazm'-den sonra, Bağdad'da hanefî âlimlerinin reisi oldu.

Ebû'l-Hasan el-Kerhî'nin yetiştirdiği pek çok talebeden bir kıs­mı şunlardır:

Ebû Bekir Ahmed Râzî Cessas, Ebû Ali Ahmed bin Muham-med Şa'şî, Ebû Hâmid Taberî, Ebû'l-Kâsim Ali Tenûhî, Ebû Bekir Damganı, Ebû'l-Hasan Kudûrî, Ebu Hafs îbni Şahin, İbni Hayve, İbni Sellâc, Kadı Ebû Muhammed bin bin Efgânî, Ebû Abdullah Basrî. [137]

 

Eserleri:

 

Ebû'l-Hasan el-Kerhî hazretlerinin pek çok kıymetli eseri var­dır. Bu eserlerin başlıcaları şunlardır:

1-) el-Muhfasar

2-) ŞerhıTl-Câmii's-Sağîr

3-) Şerhu'l-Câmii'l-Kebîr Muhtasardı, Kudûrî merhum şerhetmiştir. [138]

 

Ebû'l-Leys Es-Semerkandi

 

Ebû'1-Leys Nasr bin Muhammed bin Ahmed bin İbrahim es-Semerkandî, hanefî mezhebinin büyük bir fıkıh âlimi, tefsir, kelâm, fıkıh, tasavvuf ve ahlâk sahasında eserler vermiş, meşhur bir zattır.

Ebû'1-Leys künyesi ile tanınan, bu büyük âlime İmâmii'l Hüdâ la­kabı verilmiştir.

Ebû'1-Leys es-Semerkandî, fakiyh ünvâm ile de anılır.

Ebû'1-Leys es-Semerkandî (R.A.) hazretleri, hicrî dördüncü (milâdî onuncu) asırda Semerkant'ta yetişmiş büyük bir âlimdir. Do­ğum tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Vefat tarihinde de ihtilaf edilmiştir. Bazılarına göre hicrî 373 (milâdî 984); bazılarına göre 375 (milâdî 986); bazılarına göre de 393 (milâdî 1003) tarihinde vefat etmiştir.

Ebû'1-Leys (R.A.), faziletli ve ilmi ile âmil olan bir âlimdir. Hanefi mezhebinin imamlarından güzel ahlaklı, tasavvuf ehli, fakıyh ve müfessir bir zâttır.

Fakıyh Ebû'1-Leys es-Semerkandî (R.A.), Ebû Ca'fer el-Hinduvânî'den ve diğer bazı âlimlerden ilim tahsil etmiştir. [139]

 

Eserleri:

 

1-) TefsîriH-Kur'ân

Bu eserin bir çok yazma nüshası, ülkemizin bir çok kütüphane­lerinde mevcuttur.

Ebû'1-Leys (R.A.) hazretleri, bu eserini orta bir hacimde açık, faydalı bir şekilde ve bazı nasihatleri muhtevi bir şekilde yazmıştır.

Bu latif tefsirdeki hadîs-i şerifleri, hicrî 879 (milâdî 1475) yılın­da vefat etmiş bulunan, Şeyh Zeynü'd-dîn Kasım bin Kutluboğa tahrîc etmiştir.

Bu tefsir, hicrî 854 (milâdî 1451) senesinde vefat eden Ahmed Muhammed bin Ali bin Arabşah tarafından Türkçe'ye tercüme edilmiştir.

1446 milâdî yılında vefat eden Ebû'1-Fazl Mûsâ el-İznikî, bu ter­cümeyi Enfâs el-Cevâbir adı ile işlemiş ve neşredilmiştir.

Bu tefsirin başka bir tercümesi de milâdî 1417 yılında vefat et-, miş olan Ahmed ed-Dâî tarafından yapılmıştır.

1-) Bu tefsirin aslının ve tercümelerinin bir  çok yazma nüshala­rı Kütüphanelerimizde mevcuttur.

2-) Hızânetii'I-Fıkh

Hanefî fıkhının hükümlerine dair bu özlü eserin de yazma nüs­haları Kütüphanelerimizde mevcuttur.

3-) Umdetü'I-Akâid

4-) Şerhu'l-Câmiu's-Sağîr

5-) en-Nevâzil mine'l-Fetâvâ

6-) Muhtelifti'r-Rivâye

7-) el-Fetâvâ min-EbâvÜi'1-Meşâyih.

8-) Uyûnu'I-Mesâi fî'1-Förû

9-) en-Nevâzil fî'l-Fürû

10-) el-Mukaddimelii tî s-S al âl

11-) Beyânu Akîdetü'1-Usûl

12-) Boslânü'l Arifin

13-) Tenbîhu'I-Gâfüm

14-) Esrârü'1-Vahy

15-) Kurretü'1-Uyün ve Müferrîhü'l-Kalbi'l-Mahzûn

16-) Şerhu'l-Fıkhı'I-Ekber.

17-) Dekâıku'I-Abbâr fi-Zikril-Cenneti ve'n-Nâr

18) Tesîsu'l-Fıkıh

19-) ŞerVl-İslâm

20-) el-Maârtf fî-Şerfii's-Sabâif

21-) Tesîsü'n-Nazar

22-) Risâletü'l-Ma'rife ve'I-İmân

23-) Risâletün fî'I-Hikem.

24-) Kut en-Nefs fî-Mârifeti'1-Erkânn-Hams.

25-) Tuhfetu'l-Enâm fî Menâkıbi'l-Eimmeff I-Erbaa el-A'lâm.

26-) el-Latâifii'l-Miistabrece min SahihFI Bunârî

27-) er-Risâle fî'1-Fıkih.

28-) Fedâil-i Ramazan.

Fakıyh Ebû'1-Leys es-Semerkandî (R.A.)'nin bütün bu kıymetli eserlerinin el yazması ve bir kısmının da matbu nüshaları* bir çok kütüphanemizde mevcuttur ve ilim adamlarının alâkalarını beklemektedir. [140]

 

Ebû Musâ'l-Eş'arî

 

Ebû Mûsâ'l-Eş'arî, ashâb-ı kiramın fakıylerinden zâhid ve fa­ziletli bir zattır.

İsmi: Abdullah; künyesi: Ebû Mûsâ; babasımn adı: Kays'dır. Annesi: Tayyibe binti Vehb bin Ak'tır.

Ebû Mûsâ, Yemenlidir vxe Eş'ar Kabîlesindendir.

Ebû Mûsâ'l-Eş'arî (R.A.), müslüman oluşunu şöyle anlatıyor: —"Biz, Yemen'de iken, Peygamber (S.A.V.) Efendimizin or­taya çıkışını işittik. Ben ve ağabeylerim Ebû Bûrde ile Ebû Rûhem ve Eş'arı kabilesinden 52 veya 53 kişi, bir gemiye bindik; Rasulullah (S.A.V.)'ı görmek için yola çıktık ancak, hava muhalefeti sebebiyle gemimiz Habeşistan kıyılarına yanaşmak mecburiyetinde kaldı ve biz Habeşistan'a çıktık. Orada, Ca'fer bin Ebî Tâlib'le karşılaştık ve müs­lüman olduk.

Ca'fer, bize: "Bizi, buraya Rasulullah (S.A.V.) Efendimiz gön­derdi. Ve, bir müddet burada oturmamızı emretti. Siz de, bizimle, bir müddet burada oturunuz." dedi. Bunun üzerine biz de orada oturduk.

Daha sonra, Resûlullah (S.A.V.) Efendimizin izni ile, Habeşis­tan Hükümdarı Necaşî, bizi iki gemiye bindirip Medine'ye gönderdi.

Biz, Medine'ye geldiğimizde, Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz, Hayber fethinde bulunuyordu. Bu savaşta, yanında bulunmayanla­ra hisse vermediği hâlde, bize, ganimetten hisse verdi.

Ebû Mûsâ'l-Eş'ârî, Resûl-i Ekrem (S.A.V.) Efendimizin za­manında Zebid, Aden ve Yemen Valiliklerinde bulundu.

Hz. Ömer (R.A.) zamanında da Küfe ve Basra Valiliklerine tayin edildi.

Ebû Mûsâ'l-Eş'arî (R.A.) burada vali iken Ehvaz, İsfahan ve Nusaybin'i fethetti.

Hz. Ali (R.A.) zamanında da Basra Valiliğine devam etti.

Ebû Mûsâ'l-Eş'arî (R.A.), Kur'ân-ı Kerîmin tamamını ezbe­re bilen sahâbilerdendi. Hz. Ebu Bekir (R.A.)'in halifeliği sırasında Kur'an-ı Kerîmi toplayan hey'ette de görevlendirildi.

Hicrî takvim'in hazırlanmasında Ebû Mûsâ'l-Eşarî merhumun mühim rolü olmuş ve bu takvim, onun teklifi ile Hz. Ömer (R.A.) zamanında kabul edilmiştir.

Ebû Mûsâ'l-Eş'arî (R.A.), Peygamber (S.A.V.) efendimizden 360 hadîs-i şerîf rivayet etmiştir.

Ebû Mûsâ'l-Eş'arî (R.A.) hazretleri hicrî 42 (milâdî 663) yı­lında, Kûfe'de vefat etti. [141]

 

Ebû Meryemi'ı^Hanefî

 

Ebû Meryem Hanefî, Kadı İyas İbni Subh, tabiînin ileri ge-lenlerindendir. Rivayeti makbul olan bir zattır.

Takrîbü't-Tezhîb'de beyan edildiğine göre: Bu zat, Ebû Meryem es-Sakafî'den ve Ebu Meryem el-Kûfî'den başkadır. [142]

 

Ebû Muti' El-Belhî

 

Ebû Muti' Hakem İbni Abdillah, büyük bir hanefî fakıyhıdir. Ebû Muti' merhum, Belh'de, on altı sene kadılık yapmıştır.

İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe (R.A.)'nin Fıkhı Ekber'ini bu zal ri­vayet etmiştir.

Ebû Muti Belhî hazretleri hicrî 199 tarihinde, —84 yaşında— vefat etmiştir. [143]

 

Ebu Salüil-Htdri

 

Ebû Sâidi'l-Hudrî, ashâb-ı kiramın ileri gelenlerinden âlim ve lakıyh bir zattır. Ensârdandır.

İsmi: Sa'd bin Mâlik bin Sinan'dır. Babası, Mâlik de ashâb-ı kirâmdandır.

Ebû'Saidi'l-Hudrî (R.A.), Peygamber (S.A.V.) Efendimizin hicretinden on sene kadar önce doğmuştur.

Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, Medîneye hicret edince, Ebû Saidi'l-Hudn'nin babası ve annesi müslüman oldular. Böylece O, müslüman bir aile içinde, İslâm terbiyesi ile büyümüş oldu.

Ebû Saidi'l-Hudrî'nin babası, Uhud gazvesinde şehid düştü. Ailenin yükü kendi üzerine kalmış oldu.

Hz. Ebû Said el-Hudrî, yaşının küçük olması sebebiyle Bedir ve Uhud gazalarına katılmadı. Sonra Benî Mustalık ve Hendek gaz­veleri ile bazı seriyyelere katıldı. Ayrıca, Hudeybiye, Hayber, Mek-kenin fethi, Huneyn ve Tebük gazvelerine de katıldı.

Hz. Ebû Saidi'l-Hudrî (R.A.), Peygamber (S.A.V.) Efendi­mizin irtihâlinden sonra; Hz. Ebû Bekir, Hz, Ömer ve Hz. Osman'­ın hilâfetleri sırasında Medîne-i Münevvere'de fetva ile meşgul oldu.

Hz. Ebû Sâidi'l-Hudrî (R.A.), hadis ve fıkıh sahasında ilim sahibi bir zat idi. Kendisi, Peygamber (S.A.V.) Efendimizden 1170 hadîs-i şerîf rivayet etmiştir.

Ebû Saidi'l-Hudrî (R.A.), —bir rivayete göre— hicrî 64 (mi­lâdî ) yılında Medîne-i Münevere'de vefat etmiş ve Baki* Kab­ristanına defnedilmiştir.

Başka bir rivayete göre ise: Ebû Saidi'l-Hudrî (R.A.), İstanbul'un fethi için gelen askerlerin içinde idi ve çarpışırken, Edirnekapısı ci­varında şehid düştü; kabri Kariye Camii avlusundadır. [144]

 

Ebü Seleme İbni Abdurrahman İbni Avf

 

Adı: Abdullah veya İsmail'dir. Babası: Abdurrahman İbni Avf (R.A.) hazretleri aşere-i mübeşşere'den (- hayatta iken cennetle müj­delenen on büyük sahâbî'den) biridir.

Ebû Seleme hazretleri ise tâbiîndendir. Fakıyh ve sika bir zattır ve rivayetinin çokluğu ile tanınır.

Bir rivayete göre, Ebû Seleme hazretleri, Medîne-i Münevve-re'deki fukahâyı seb'adan {= yedi büyük fakıyh'ten) biridir. Diğer bir rivayete göre ise, bunun yerine Ebû Bekir İbni Abdirrahman, fukahâ-i seb'adan sayılmaktadır.

Ebû Seleme hazretleri, sahâbe-i kiramdan ve tabiînden bir çok hadîs-i şerif rivayet etmiştir.

Kendisinden de bir çok zat rivayette bulunmuştur.

Ebû Seleme hazretleri, hicrî 94 (milâdî 712) tarihinde, —72 yaşında olduğu halde— vefat etmiştir. [145]

 

Ebû Sevr Bağdadî

 

Ebû Sevr Bağdadî, büyük bir hadis âlimidir, sikadır.

Ebu Sevr, müstakil bir mezhep sahibidir. Ancak, kendisi, İmâm Şafiî (R.A.) hazretlerinden de istifâde etmiş bulunduğundan, şâfiî fakıyhlerinden sayılır.

Ebû Sevr, hadîs ilminde ileri olduğu gibi, fıkıh ilminde de ile­ri bir zât idi. Kendisi, bu iki ilmi nefsinde cem etmiştir.

İmâm Neseî şöyle diyor:

—"Ebû Sevr sikadır; me'mundur, fukahâdan biridir."

Ebû Sevr, hadîs, fıkıh ve ahlâk sahasında pek çok eserler telif etmiştir.

Ebû Sevr, hicrî 240 (milâdî 855) yılında vefat etmiştir. [146]

 

Ebû's-Suûd El-İmâdî

 

Mevlânâ Ebû's-Suûd Mehmed bin Muhyi'd-Dîn Mehmed bin Mustafa ei-İmâdî meşhur bir allâmedir. Babası, Yavsı Mehmed Efen­di, nâmında âlim, sâlîh bir zattı. Annesi de Mevlânâ Alâü'd-Dîn Kuşcu'nun kardeşinin kızıdır.

Ebû's-Suûd Efendi hicri 896 (mîlâdî 1490) yılında , İstanbul'­da Müderris Köyü denilen yerde dünyaya gelmiştir.

Abdu'l-Kâdir el-Hindî'nin, en-Nûru's-Sâfir fî Ahbâri'l-Karni'l-Âşir adlı eserine göre, Ebû's-Suûd Efendi, bu tarihte İskilip'te dün­yaya gelmiştir.

Eyüb civarında medfun bulunanlara dair yazılmış bir risaleye göre ise, Ebû's-Suûd Efendinin pederi namına yapılan ve daha son­raları Sivas Tekkesi nâmiyle anılan dergâhta dünyaya gelmiştir.

Ebû's-Suûd Efendi, İstanbul'da yetişmiştir. Sütlüce semtinde oturmuş olan Ebû's-Suûd Efendi hicrî 982 (milâdî 1545) senesinde vefat etmiştir. Kabri Ebû Eyyübü'l-Ensârî (Eyüp Sultan) civarındadır.

Ebû's-Suûd Efendi, uzun boylu, uzunca yüzlü, mehib ve zâ-hid bir zat idi.

Ebû's-Suûd Efendinin oğulları: Şehzade Medresesi müderrisi Ahmed Efendi ile Mehmed Çelebi ve Mustafa Efendidir. Şeyh Nas-rullah Efendi de Ebû's-Suûd Efendi'nin kardeşidir. [147]

 

Tahsili

 

Ebû's-Suûd Efendi, ilk tahsilini, babası Yavsı Mehmed Efendi'den görmüş ve daha sonra babasının gösterdiği ihtimam sayesin­de pek yüksek bir tahsile nail olmuştur.

(Yavsı Mehmed Efendi İskilip'de doğmuştur. Ak-Şemşeddin'in halîfesi İbrahim Tennûrî'den tarikat ahzeden Yavsı Mehmed Efendi diğer ilimleri de Ali Kuşcu'dan okumuştur.

Yavsı Mehmed Efendi, Beyzâvî tefsirine ta'lik, Vâridât-ı Küb-râ'ya Şerh yazmış ve ahvâl-i sülük hakkında bir risale kaleme almıştır.

Ve bu değerli âlim, oğlunun tahsiline gerekli itinayı göstermiştir).

Ebû's-Suûd Efendi, Müeyyed-Zâde ve İbni Kemâl Paşa gibi büyük âlimlerden ders almış, istifâde etmiş ve zamanla kendisi de en kudretli âlimler arasına girmiştir.

Sultan İkinci Bâyezid tarafından, Ebû's-Suûd Efendiye, yüz otuz akçe çelebi ulufesi verilmiştir. Şeyhu'l-îslâm İbni Kemâl paşa tarafından yirmi sekiz akçe ücretle Çankırı Medresesine müderris tâyin edilmişse de, oraya gitmesi nasip olmamış ve otuz akçe ücretle (hicrî 922 yılında) İnegöl Medresesine gitmiştir.

Ebû's-Suûd Efendi, daha sonra, Dâvud Paşa, Mahmud Paşa ve Kekbûzedeki Mustafa Paşa Medreselerine tayin edilmiştir.

Ebû's-Suûd Efendi, hicri 932 yılında Bursa'da Sultaniye Paye­sine, 939 da Bursa Kadılığına ve bir sene sonra da İstanbul Kadılığı­na yükselmiştir.

Hicrî 944 yılında Rumeli Sadâretine getirilen Ebû's-Suüd Efen­di, nihayet hicri 953 yılında Şeyhu'l-İslâmhk makamına yükselmiştir.

Ebû's-Suûd Efendi, —vefatına kadar— otuz yıl şeyhu'l-lslâm olarak bulunmuştur. [148]

 

İlmî Kudreti

 

Ebû's-Suûd Efendi, asırların emsalini nadiren yetiştirebildiği büyük âlimlerden biridir.

el-Fevâidü'1-Behiyye'de şöyle denilmektedir:

Ebû's-Suûd Efendi, bir şeyh-i kebir, bir âlim-i nihrîr idi. Onun ne Acem'de bir misli, ne Arap'ta bir benzeri vardır. Zamanında, riyâset-i hanefiyye kendisine müntehi olmuştur. Usul ve fürû'da kâ­mil bir kuvvet ve şâmil bir kudret sahibi idi. Bazı mes'elelerde icti-had eder; tahrîcde bulunur; delilleri tercih ederdi. Tefsirde de bü­yük ihtisas sahibi idi. Zemahşerî'nin Fetih Sûresi tefsirine bir haşiye yazmıştır.

Ebû's-Suûd Efendi, İrşâdü'l-Akli's-Selîm ilâ Mezâye'1-Kur'âni'l-Aam nâmı ile pek mükemmel bir tefsir vücûda getirmiştir. Bu eser, Ebû's-Suûd Efendinin ne büyük bir allâme olduğunun apaçık bir sahibidir.

Ebû's-Suûd Efendi, bu tefsirindeki belagat ve fesahatinden do­layı hatıbü'l-müfessirin (= tefsircilerin hatibi) unvanını almıştır.

Mevlânâ Ebû's-Suûd, bu tefsirini kısmen yazıp, oğlu ile, Ka­nunî Sultan Süleyman'a göndermiş; Kanunî, onu kapıda karşılamış ve Ebû's-Suûd Efendinin Şeyhu'l-İslâmhk maaşını iki yüz akçeden beş yüz akçeye çıkarmıştır. Bir sene sonra, bu tefsir tamamlanmış ve Ebû's-Suûd Efendinin maaşı yüz akçe daha artırılmıştır.

Ebû's-Suûd Efendi, Kanunî Sultan Süleyman'ın ve Sultan İkin­ci Selim'in iltifat ve teşviklerine nail olmuş ve devletin kanunlarını şer'i şerîf dâiresinde tanzime çalışmış; ilim ve irfanın yayılmasına hiz­met etmiş ve günden güne artan bir şeref ve şan içinde yaşamıştır. Bu teşvik ve taltifin, tefsirinin ve diğer eserlerinin meydana gelme­sinde büyük tesiri olmuştur.

Keşşaf ve Kaazî tefsiriden sonra, hiç bir zâtın tefsiri, Ebû's-Suûd efendinin tefsiri kadar itibara ve şöhrete mazhar olmamıştır. [149]

 

Edebî Şahsiyeti

 

Ebû's-Suûd Efendi, aynı zamanda kudretli bir edîb, bir şair idi. Arabistan'da bulunmadığı hâlde, pek mükemmel arapça konu­şur, arapça yazar; belagat ve fesahatine arap belâgatçılarını da hayran bırakırdı. Arapça, Türkçe ve Farsça şiirleri vardır. Bilhassa arapça şiirleri pek güzel ve meşhurdur.

Ebû's-Suûd Efendi'nin kasîde-i mîmiyye isimli meşhur şiiri, bazı arap edipleri tarafından şerh edilmiştir.

Kutbü'd-dîn Muhammed el-Mekkî şöyle diyor:

"Sultan Süleyman'ın cenaze namazını Ebû's-Suûd Efendi kıl-dırmıştır. Sultan Süleyman hakkında, şâirler, her lisanda, meşhur ve mutantan mersiyeler yazmışlardır. Bunların en büyüğü, en güzeli ise müftî Ebû's-Suûd Efendinin mersiyesidir." [150]

 

Eserleri

 

Şeyhu'l-İslâm Ebûs-Suûd Efendi'nin başlıca eserlerini şöyle­ce sırahyabiliriz.

1-) İrşâdü'l-Akli's-SeGm ilâ Mezâye'l-Kur'âni'l-Azîm.

İstanbul Kütüphanelerinde bu tefsirin çok nefis ve müzehhep yazma nüshaları bulunduğu gibi, ayrıca bu eser bir çok defa da ba­sılmıştır. Bu tefsir hem müstakil olarak, hem de Tefsir-i Kebir'in ke­narında tab olunmuştur.

2-) Meâkıdii't-Tarâz fî-evveli Tefsîru Sureti' 1-Fethi mine'l-Keşşâf.

Bu eser, Ebû's-Suûd Efendinin, Zemahşeri'nin Fetih Sûresi tef­sirine yaptığı bir haşiyedir.

3-) Fetâvâyi Ebî's-Suûd

Bu eser, Ebû's-Suûd Efendinin vefatından sonra toplanmış bu­lunan fetvalardan meydana getirilmiştir.

4-) Cismü'l-Hüâfi fil-meshi ale'l-Hufaf.

5-) Tehâfütü'l-Emcâd fî-evveli Kitabi'I-Cihâd

6-) Mevkıfii'1-Ukûi fi-vakfi'I-Menkûl.

7-) Sevâkibü'l-Enzâr fi evveli'1-raenâr

8-) Hidâye'nin Kilâbü'l-Büyû'una Haşiye

9-) Gamerâtü'l-Mefflı fî-evveli Mebâhisi Kasn'l-âmi mİDe'l-Telvîh

10-) Marûzât-ı EbîVSuûd

Bu eser, Ebû's-Suûd Efendinin bazı kararlarını ve fetvalarını içi­ne almaktadır.

11-) Türkçe, arapca ve farsca şiirleri. [151]

 

Ebû's-Suûd El-Mısrî

 

Muhammed Ebû's-Suûd İbni Ali, fukahâ'dan Mısırlı bir zattır. Hicri 12. asırda yaşamıştır. [152]

 

Eseri:

 

1) Fethu'l-Muîn

Bu eser, Allâme Molla Miskîn'in Kenz'e yapmış bulunduğu muh­tasar şerhe yazılmış olan mufassalca bir haşiyedir. [153]

 

Ebû'ş-Şa'sa Câbir İbni Zeyd

 

Câbir İbni Zeyd, tâbînin ikinci tabakasmdandır. Basra'da yaşamıştır.

Künyesi: Ebû'ş-Şa'sa'dır.

Aslen, Umman'daki Hırka nahiyesindendir. Bu bakımdan, oraya nisbet edilerek Hırkî de denir.

Câbir bin Zeyd, Abdullah îbni Abbas (R.A.) hazretlerinin as­habından âlim ve fakıyh bir zattır.

Ebû'ş-Şa'sa Câbir İbni Zeyd hazretleri, tabiînin imâmların-dandır ve fıkıhta başlı başına bir mezhep sahibi sayılmaktadır.

Câbir bin Zeyd, Abdullah İbni Abbas ile diğer bazı sahabe ve tâbîlerden rivayette bulunmuştur.

Kendisinden de Katâde ve Arar İbni Dinar gibi meşhur âlim­ler rivayette bulunmuştur.

Câbir bin Zeyd, hicrî 93 (milâdî 711) yılında vefat etmiştir. [154]

 

Ebû Ubeyde İbni'l-Cerrâh

 

Ebû Ubeyde bin Cerrah (R.A.) aşere-i mübeşşere'den ( = ha­yatta iken cennetle müjdelenen on büyük sahabeden) biridir. Ve Pey­gamber (S.A.V.) Efendimiz tarafından cmînü'1-ümme (- ümmetin emî-ni) diye övülmüş, bu lakapla anılmıştır.

Ebû Ubeyde (R.A.)'nin asıl ismi: Âmir bin Abdullah bin Cer­rah bin Ka'b bin Dabbe bin Hars bin Fehr'dir.

Peygamber (S.A.V.) Efendimizin bütün gazvelerinde hazır bu­lunan Ebû Ubeyde bin Cerrah (R.A.), Bedir Savaşında, düşman saf­larında bulunan babasını katletti.

Uhud'da, Fahr-i Kâinat (S.A.V.) efendimizin mübarek yana­ğına batan iki demir halkayı, dişleri ile çıkaran da Ebû Ubeyde bin Cerrâh'tır.

Ebû Ubeyde bin Cerrah (R.A.) hazretleri, Rumlar ile yapılan savaşlarda senelerce nefer olarak savaştıktan sonra, Hz. Ömer (R.A.) tarafından Şam Ordularına Başkomutan tâyin edildi. Ve adaleti ile Rum halkını hayrette bıraktı. Böylece, Şamlıların isteyerek müslü-raan olmalarına sebep oldu.

Hz. Ubeyde bin Cerrah (R.A.), Hz. Ebû Bekir (R.A.)'in va-sıtasiyle müslüman olanların onuncusu idi. Ve îmâna geldiğinde otuz bir yaşındaydı.

Bu büyük sâhâbî, müslüman olduğu günden, vefat ettiği gü­ne kadar malı, mevkü ve caniyle îslâmiyeti yaymak için çalıştı.

Ebû Ubeyde bin Cerrah (R.A.), Mekkede iken, kafirlerin ezâ ve cefâlarının artması sebebiyle, Peygamber (S.A.V.) Efendimiz'in izniyle, Habeşistan'a hicret etti.

Ebû Ubeyde bin Cerrah (R.A.) hazretleri, Medîne-i Münev-vere'ye hicret ettikten sonra, Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, O'nu Sa'd bin Muâz (R.A.) ile kardeş yaptı.

Bedir Savaşında, düşman saflarında Ebû Ubeyde bin Cerrah (R.A.) hazretlerinin babası da bulunuyordu.

Savaş bütün şiddeti ile devam ederken, Ebû Ubeyde (R.A.), ba-basıyle karşılaştı. Babası, O'nu öldürmek için sadırınca, Ebû Ubey­de (R.A.), "Yâ Allah!...." diyerek babası ile savaşmaya başladı. O, Allah ve Resulü aşkına, Allah ve Rasûlünün düşmanı olan öz babası ile savaşıyordu. Bir fırsatını bulup, babasının başını kesti ve onu Pey­gamber (S.A.V.) Efendimizin huzuruna getirdi.

Bu hâdise üzerine, şu âyet-i celîle nazil oldu.

Allah ve âhiret gününe imân (ve bu imânda sebat) eden, hiç bir kavmin, Allah'a ve Resulüne karşı gelen kimselerle, —bu kimseler, bu mü'minlerin babalan veya oğullan yahud kardeşleri veyahut da akrabaları bile olsalar— dost olduklarını (onlara sevgi besledikleri­ni) göremezsin. Allahu Teâlâ, işte bu (mü'min) kimselerin kalbleri-ne îmânı yazmış ve bunları kendinden bir ruh ile desteklemiştir. (Al­lah), bunları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacaktır. Bun­lar, orada (cennete) temelli (= ebedî olarak) kalacaklardır. Allah, onlardan razı olmuştur; onlar da Allah'tan hoşnut olmuşlardır. İşte bunlar, Allah'ın hizbi (- fırkası, taraftarı)'dır. Dikkat ediniz ki, Al­lah'ın taraftarları (= mensupları, hizbi) umduklarına erenlerin tâ ken­dileridir. (Mücâdele Sûresi; âyet: 22.)

Ve, Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, şöyle buyurdular: —"Ebû Bekir cennettedir; Ömer cennettedir; Osman cennettedir; Ali cen­nettedir; Talha cennetdedir; Zübeyr cennettedir; Abdurrahman İbni Avf cennet­tedir; Saad İbni Ebî Vakkas cennettedir; Said İbni Zeyd cennettedir. Ebû Ubeyde İbni'l-Cerrah cennettedir."

Hz. Ebû Ubeyde (R.A.), Uhud, Hendek ve Hayber Savaşla­rında da büyük kahramanlıklar gösterdi. Mekke'nin fethinde de, Pey­gamber (S.A.V.) Efendimizin yanında bulundu.

Hicretin 9. senesinde, Peygamber (S.A.V.) Efendimizin hu­zuruna, Necran'dan bir heyet geldi, uzun konuşmalardan sonra, hı-ristiyan olan bu Necranlılar, Peygamber (S.A.V.) Efendimize:

—"Yâ Muhammedi... Sen'den razıyız... Ne istersen sana vere­lim. Ashabından emin bir kimseyi, bizimle beraber gönder; vergile­rimizi ona verelim!..." dediler.

Bunun üzerine, Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, yemin ederek:

—"Gayet emin bir kimseyi sizinle gönderirim." buyurdular.

Ve, ashâb-ı kiram, emin olarak kimin şereflendirileceğini me­rak ederken, Fahr-i Kâinat (S.A.V.) Efendimiz:

—"Kalk yâ Ebû Ubeyde!" buyurdular ve:

—"Ümmetimin emini budur." diyerek, Ebû Ubeyde (R.A.) haz­retlerini Necranhlarla beraber gönderdiler.

Bu müjdeye kavuşan Ebü Ubeyde (R.A.) hazretleri de, sevinç­ten ağladılar.

Bahreyn ile sulh yapıldığında, Peygamber (S.A.V.) efendimiz, cizyeleri almak üzere, Ebû Ubeyde (R.A.)'yi görevlendirdi. Ebû Ubey­de (R.A.), bu görevini üstün bir başarı ile yapmış ve dönüşünde, ha­zineyi altınla doldurmuştu.

Peygamber (S.A.V.) Efendimizin irtihâl ettiği gün, Hz. Ebû Ubeyde, halîfe seçiminde de mühim ve yapıcı bir rol oynamıştır.

Hz. Ebû Bekir (R.A.) halîfe olunca, Ebû Ubeyde bin Cerrah (R.A.) hazretlerini başkomutan tâyin ederek, Şam, Humus, Ürdün ve Filistin'i fethetmek ve oradaki insanları da İslam'a davet etmek üzere gönderildi.

Hz. Ebû Ubeyde; Bizanslıların Suriye'yi kurtarmak için, bü­yük bir haçlı ordusu topladığını öğrenince, Şam, Ürdün ve Filistine gönderilen kuvvetleri toplayarak, Bizanslıları, Yermük'te karşıladı.

Hz. Ebû Bekir (R.A.), Ebû Ubeyde (R.A.)'ye yardım için Hâ-lid bin Velid (R.A.)'i gönderdi. Düşman ordusu 240 bin, İslâm or­dusu ise 40 bin kişi civarında idi. Haliti bin Velid (R.A.) hazretleri, orduyu biner kişilik alaylara böldü. Savaş başladı. En şiddetli anın­da Bizans Generali Yorgi, Hâlid bin Velid (R.A.)'in "Allah'ın Kılıcı" lakabım duyunca, hidâyete erdi ve o da müslümanlann safına geçti. Uzun ve çetin bir savaştan sonra, zafer, müslümanlara nasip oldu.

Hz. Ebû Bekir (R.A.)'in vefatından sonra, O'nun yerine ge­çen Hz. Ömer (R.A.), "Ebû Ubeyde (R.A.)'nin yine baş komutan olarak görevine devam etmesini" emretti.

Ve, Ebû Ubeyde (R.A.), Humus'a hareket ederek, orayı sulh yolu ile aldı. Humus'un alınmasından sonra, Ebû Ubeyde (R.A.) haz­retleri, adamlarım bütün şehirde gezdirerek şu ilânatta bulundu:

—"Ey Rumlar!.... Allah'ın yardımı ile ve Halîfemiz Ömer'in em­rine uyarak, bu şehri de aldık. Hepiniz ticâretinizde, işinizde ve ibâ­detinizde serbestsiniz. Malınıza, canınıza, ırzınıza kimse dokunma­yacaktır. İslâmiyetin adaleti, aynen size de tatbik edilecek; her hak­kınız gözetilecektir.

Dışarıdan gelen düşmana karşı, mtislümanlan koruduğunuz gi­bi, sizi de koruyacağız. Bu hizmetimize karşılık olmak üzere müslü-manlardan hayvan zekâtı ve öşür aldığımız gibi, sizden de, senede bir kere cizye vermenizi istiyoruz.

Size hizmet etmemizi ve sizden cizye almamızı, Allahu Teâlâ em­retmektedir."

Bu ilân üzerine, Humus halkı, cizyelerini kendi istekleri ile ge­tirip, Beytü'1-mâl emini Habîb bin Müslim'e ödediler.

Herakliyüs'ün büyük bir ordu toplayıp, Antakya'ya hücuma hazırlandığı haberi alınınca, Humus'taki ordunun da merkezdeki kuv­vetlere katılması kararlaştırıldı.

Bunun üzerine Ebû Ubeyde (R.A.) hazretleri, Humus'ta şu îlâ-nâtta bulundu.

—"Ey Hıristiyanlar!... size hizmet edeceğimize ve sizi koruya­cağımıza söz vermiştim. Ve buna karşılık, sizden cizye almıştım. Şimdi ise, Halîfemiz Hz. Ömer'den aldığım emir üzerine, Herekliyüsle sa­vaşacak kardeşlerime yardıma gidiyorum. Size verdiğim sözde duramıyacağım.

Bunun için, hepiniz beytü'1-mâle gelip, ödediğiniz cizyelerinizi geri alınız. İsimleriniz ve ödediğiniz miktarlar defterimizde yazılıdır."

Suriye şehirlerinin çoğunda bu uygulama yapıldı. Ve hıristiyan-lar, müslümanların bu adaletini, bu şefkatini görünce, Rum İmpa­ratorunun zulmünden ve işkencesinden kurtulmuş olduklarına sevin­diler; bayram ettiler. Ve çoğu, seve seve müslüman oldu.

Ebû Ubeyde (R.A.), bir çok yer fethederek Kudüs'e geldi ve burayı muhasara etti.

Kudüslüler "sulh yapmak istediklerini; ancak bu sulhta Hz. Ömer'in de bulunmasını arzu ettiklerini, aksi takdirde sulh yapmıyacaklarını" bildirdiler. Bu durum. Hz. Ömer (R.A.)'e arze-dildi. Hz. Ömer (R.A.) yerine Hz. Ali (R.A.)'ye bırakarak Kudüs'e geldi ve Kudüslülerle sulh yapıldı. Hz. Ömer (R.A.) sulhtan sonra Medine'ye döndü.

Hz. Ebû Ubeyde (R.A.), bundan sonra da, bir çok yerleri fet­hetti ve haçlı ordusuna karşı büyük bir zafer kazandı.

Hicrî 18 (milâdî 639) yılında Şam'da veba salgını başlamıştı. Ebû Ubeyde bin Cerrah (R.A.) da vebaya yakalandı. Hastalığı şid­detlenince, yanında bulunanlara şöyle vasiyet etti:

—"Namazınızı kılınız, orucunuzu tutunuz. Zekâtınızı veriniz.

Haccınızı yapınız. Birbirlerinize iyilikte bulununuz. Âlimlere ve bü­yüklerinize itaat ediniz. Dünyaya aklanmayınız. İnsanların en akıl­lısı, Allahu Teâlâ'nın emirlerini yerine getirendir. Hepinize Allah'ın selâm, rahmet, lütuf ve bereketini niyaız ederim. Haydi yâ Muâz, cemâatte namazı kıldır."

Ebû Ubeyde bin Cerrah (R.A.) bu sözleri müteakip rahmet-i Rahman'a kavuşmuş ve cenaze namazını» yerine vekil bıraktığı Mu­âz bin Cebel (R.A.) kıldırmıştır.

Hz. Muaz, cemâate şöyle hitabetti:

— "Yemin ederim ki, bu sizin kaybettiğiniz zâttan daha dinine bağlı, daha temiz ve merhametli bir kimse görmedim. Dünyaya hiç meyletmeyen, dâima tebâsına iyiliği ve birbirini sevmeyi emreden bu mübarek Ebû Ubeyde hazretlerine hakkınızı helâl edin ve duâ edin."

Hz. Ömer (R.A.),  Şam'a gittiği zaman, kendisini karşılayanlara:

—"Kardeşim Ebû Ubeyde nerde?" diye sordu.

—"İşte geliyor efendim." diyer k, O'nu gösterdiler.

Hayatta iken cennetle müjdelenen bu iki dost selâmlaştüar ve Hz. Ömer:

—"Haydi, senin evine gidelim." dedi.

Gittiler, Hz. Ömer, Ebû Ubeyde'ninevinde bir şey göremeyince:

—"Nerede senin eşyan? Burada bir keçe, bir kırba ve bir iki ufak tefekten başka bir şey yok. Sen emirsin; burada senin yiyecek hiç bir şeyin yok mu?" deyince, Ebû Ubeyde (R.A.)» bulunan bir kaç lokmayı getirdi. Bunun üzerine Hz. Ömer (R.A.):

—"Ey kardeşim Ebû Ubeyde!' Dünya herkesi değiştirdi; yalnız seni değiştirmedi." buyurdu. [155]

 

Ebû Ubeyd Kasım İbni Selâm

 

Ebû Ubeyd Kasım îbni Selâm, tefsir, hadis, fıkıh, lügat ve ta­rih ilimlerinde, zamanının en meşhur ve en muktedir âlimi idi.

Ebû Ubeyd, hicrî 154 (milâdî 770) yılında Herat'ta doğdu. Ba­bası, Anadolu'dan Herat'a gitmiş bir köle idi. Ebû Ubeyd, Herat'ta efendisinin oğlu ile birlikte tahsil yaptı.

Ebû Ubeyd Kasım Ibni Selâm, daha sonra Bağdad'a gelmiş ve ilmî yönden orada yetişip kemâle ermiştir. Bu sebeple kendisine Ebû Ubeyde el-Bağdâdî de denilir.

Ebû Ubeyd Kasım İbni Selâm'm kendilerinden ilim tahsil et­miş bulunduğu hocalarından bir kısmı şunlardır:

Ebû Ubeyd, Kur'ân-ı Kerim ilimlerini, Kisâî, ismail bin Ca'fer ve Şüca bin Ebî Nâsır'dan;

Hadîs-i Şerîf ilmini. İsmail bin İyâs, İsmail bin Ca'fer, Hüşeym bin Beşir, Şüreyk bin Abdullah, Süfyan bin Uyeyne, Abbad bin Ab-bad, Abbad bin Avvâm ve İbni Hişâmdan;

Lügat ilimlerini, Ömer bin Müsennâ, Kisâî, Ferra ve el-Esmâî'den tahsil etmiştir.

Kendisinden ilim tahsil eden ve hadis-i şerif rivayetinde bulu­nan meşhur talebelerinden bazıları da şunlardır:

Abdurrahman ed-Dârimî, Ebû Bekir bin Ebî'd-Dünyâ, Haris bin Ebî Üsâme, Ahmed bin Yûsuf et-Tağlibî, Ali bin Abdülaziz el-Belâzurî...

Abdullah îbnü Ca'fer şöyle diyor:

—"Bağdad âlimlerinden, lügat, hadîs ve Kur'ân ilimleri saha­sında ün yapmış âlimlerden muhtelif ilimlere vâkıf edebiyat, fıkıh, hadîs ve hukuk alanında bir çok eser vermiş biri de Ebû Ubeyd Ka­sım bin Selâm'dır."

Ahmed bin Kâni'l el-Kâdî'nin şöyle dediği nakledilir.

—"Ebû Ubeyd, dinde ve ilimde çok değerli bir zât idi. Hadîs, fıkıh ve Kur'ân ilimlerinde ihtisas sahibi idi. Hadîs-i şerîf rivayetleri sahihtir."

Ebu Ubeyd Kasım bin Selâm, Sabit bin Nasr bin Mâlik zama­nında, on sekiz sene Tarsus Kadı'lığı yapmıştır.

Hacca gittiğinde, rüyasında Peygamber (S.A.V.) Efendimizi görmüş ve Hicaz'da kalmıştır.

Ebû Ubeyd, hicrî 224 (milâdî 839) yılında Medîne-i Münevve-re'de (bir rivayete göre de Mekke-i Mükerreme'de) vefat etmiştir. [156]

 

Eserleri:

 

Ebû Ubeyd hazretlerinin yirmiden fazla eseri vardır. Başhcalan şunlardır:

1-) Kitâbü'n-Neseb.

2-) Kitâbü'l-Emvâl

3-) Edebü'1-Kâdî

4-) Garîbü'l-Miisannef

5-) el-Emsâl

6-) Meâiyyü'ş-Şi'r

7-) el-Maksûr vei-Memdûd

8-) el-Müzekker ve'l-Müennes

9-) Kitâbü'l-İhdâs

10-) Adedi Âyâti'l-Kur'ân

11-) el-Ey manii veVnüzürii ve'l-hayz

12-) el-Garîb fil Lügat[157]

 

Ebû Vâil Şakîk

 

Ebû Vâil Şakîk, İbni Seleme el-Esedî tabiînin ileri gelenlerin­den fakıyh,zâhit ve sika bir zâttır.

Ebû Vâil Şakîk Kûfe'lidir.

Kendisi, Bi'seti Nebeviyye (= Hz. Muhammed'e, Peygamberlik verilmesi) esnasında on yaşında bulunuyormuş; ancak, Peygamber (S.A.V.) Efendimiz hayatta iken müslümanlığı kabul edip, sahabe olma şerefine nail olamamıştır.

Ebû Vâil Şakîk hazretleri bir çok sahâbe-i kiram ile görüşmüş ve bunlardan hadîs-i şerif rivayetinde bulunmuştur.

Ebû Vâil Şakîk hazretlerinden de Şa'bı, A'meş ve Âsumü'l-Ahvel gibi pek çok meşhur zatlar rivayette bulunmuştur.

Ebû Vâil Şakîk hazretlerinin, akâid ve mevâiz hususunda pek meşhur sözleri vardır.

Ebû Vâil Şakîk, hicrî 89 (milâdî 708) yılında vefat etmiştir. [158]

 

Ebû Ya'lâ Ahmed El-Mevsılî

 

Ebû Ya'lâ Ahmed İbni Ali İbni'l-Müsennâ, fakıyh ve hâfizü'l-hadîs bir zattır.

Aynı zamanda büyük bir fakıyh de olan Ebû Ya'lâ Mevsilî'nin Sünenii Ebû Ya'lâ isimli bir hadis kitabı vardır ki, bu eserde kütübü sitte'de yer almayan pek çok hadis-i şerîf vardır.

Ebû Ya'lâ, hicrî 307 (milâdî 920) tarihinde —doksan yedi ya­şında olduğu halde— vefat etti. [159]

 

Ebû Zerri'l-Gıfârî

 

Ebû Zerri-i Gıfârî (R.A.), ashâb-ı kiramın ileri gelenlerinden ve ilk müslüman olan zâtlardandır.

İsmi: Cündeb bin Cünâde'dir.

Müslüman olmadan önceki künyesi: Ebû Memle idi. Müslüman olunca, Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, O'na Ebû Zer künyesini verdi.

Ebû Zer (R.A.)'in lakabı ise: Mesûhü'I-İslâm'dır.

Ebû Zer (R.A.) hazretleri, Benî Gıfar Kabîlesindendir. Do­ğum tarihi bilinmemektedir.

Benî Gıfar Kabilesi, Mekke'nin ticâret yolu üzerinde yaşamakta idi. Câhiliye devrinin diğer kabileleri gibi bunlar da putperest idiler. Her türlü kötülüğü çekinmeden yapıyorlardı.

Benî Gıfar Kabilesi, kervanların yolunu kesiyor; soygunculuk yapıyordu. Ebû Zer'de, atılganlığı ve cesareti ile şöhret bulmuş bir kimse idi. O da, kavmine uyarak bir müddet soygunculuk yaptı.

Ancak Ebû Zerr-i Gıfârî, bunlardan hiç bir zevk almıyordu. İn­sanların kendi elleri ile yaptıkları putlara tapmalarına şaşıyordu.

Nihayet, bir gün, her şeyin tek bir yaratıcısı olduğuna inandı. Soygunculuktan da vazgeçti. İnsanlardan uzak yaşamaya ve kendi­sini kurtaracak bir rehber aramaya başladı.

Bu sıralarda, Efendimiz Muhammed (S.A.V.)'e Peygamber­lik vazifesinin verilmesi (= bi'set) zamanına rastlamakta idi. İslâm'ın doğuş haberi, etrafa yayılmaya başlamıştı.

Nihayet bu haber, Benî Gıfar Kabilesinin Yurduna da ulaştı. Mekke'den gelen bir şahıs, —Ebû Zerr'in: "Iâilâhe iBa'Uah (= Al­lah'tan başka ilâh yok)" dediğini duyunca:

—"Mekke'de bir zât var; o da senin gibi lâ ilahe illallah diyor ve peygamber olduğunu bildiriyor." dedi.

Ebû Zer, bu haberi getiren şahsa, "bu zâtın hangi kabileden olduğunu" sordu. O şahıs.

—"Kureyş'tendir." dedi.

Ebû Zer, bu haberi işitince, hemen kardeşi Üneys'i göndererek, bir haber getirmesini istedi.

Üneys, Mekke'ye giderek, Peygamber (S.A.V.) Efendimizin mü­barek cemâlini gördü; sohbetiyle ve ihsanları ile şereflendi. O'na hay­ran kaldı. Ve memleketine döndü.

Ebû Zer, kardeşi Üneys'e:

—"Ne haber getirdin?" diye sordu ve şu cevâbı aldı:

—"Ağabey, öyle yüce bir zât gördüm ki, O, hep hayrı ve iyiliği emrediyor; kötülüklerden sakındırıyor."

Ebû Zer:

—"Pekî, insanlar O'nun hakkında ne diyorlar."

Kardeşi Üneys:

—"Şâir, kâhin, sihirbaz... diyorlar. Fakat, O'nun söyledikleri, kâhinlerin sözlerine de, sihirbazların sözlerine de benzemiyor. O'­nun söylediklerini, bütün şâirlerin bir çeşit şiirleri ile karşılaştırdım; onlara hiç benzemiyor. O'nun sözleri, hiç kimsenin sözü ile ölçüle­mez. Vallahi, O zât hakkı bildiriyor; doğruyu söylüyor. O'na inan-mıyanlar yalancı ve sapıklık içindeki kimselerdir."

Ebû Zerr-i Gıfârî, bilgili bir şahıs ve aynı zamanda güçlü bir şâ­ir olan kardeşinin getirdiği bu haber üzerine, hemen Mekke'ye git­meye ve Peygamber (S.A.V.) Efendimizi görüp müslüman olmaya karar verdi. Ve Mekke yoluna düştü.

Mekke'ye varınca, hâlini kimseye açamadı. Çünkü, İslâm'ın ilk zamanları idi ve gizlilik vardı. Müşrikler, müslüman olanlara işken­ce yapıyorlardı.

Ebû Zer, bir ipucu bulabilmek ümidi ile Ka'be'ye gitti. Akşam olunca, bir sokağın başına oturdu. Onu, Hz. AH gördü ve evine gö­türüp misafir etti. Sabahtan yine Beytu'llah'a gitti. Akşam, yine Hz. Ali'ye misafir oldu. Bu hâl üç gün böyle devam etti. Üçüncü akşam, Hz. Ali, Ebû Zerr-i Gıfârîye:

—"Nereden ve niçin geldin?" diye sordu.

Ebû Zer:

—"Eğer, bana doğru bilgi vereceğine, kat'î bir şekilde söz ve­rirsen, bunları söylerim." cevabın verdi.

Hz. Ali:

—"Söyle. Hâlini kimseye açmam." dedi.

Bunun üzerine Ebû Zer:

—"İşittim ki, burada bir peygamber çıkmış. Onunla görüşmek ve O'na kavuşmak için buraya geldim."

Hz. Ali:

—"Sen doğruyu buldun. Akıllılık ettin. Şimdi ben, O zâtın yamna gidiyorum. Beni takip et ve benim girdiğim eve, peşimden sen de gir."

Bu konuşmadan sonra evden çıktılar. Ebû Zerr-i Gıfârî, Hz. Ali'­yi takip ederek, Peygamber (S.A.V.) Efendimizin huzuruna çıktı ve O'nu görünce, hemen:

—"Esselâmü aleyküm." diye selâmladı. Bu selâmı ilk veren Ebû Zer (R.A.) oldu. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz onun bu selâmına mukabelede bulundu ve:

—"Sen kimsin?" diye sordu.

Ebû Zer:

—"Ben, Gıfar Kabilesindenim." dedi.

Fahr-i Kâinat (S.A.V.) Efendimiz:

—"Ne zamandan beri burdasın?"

Ebû Zer:

—Üç gün-üç geceden beri buradayım.

Peygamber (S.A.V.) efendimiz:

—"Seni kim doyurdu?"

Ebû Zer:

—Zemzemden başka bir yiyecek ve içecek bulamadım.

Resûl-i ekrem (S.A.V.) Efendimiz:

—"Zemzem mübarektir; aç olanı doyurur." buyurdu.

Bundan sonra Ebû Zerr-i Gifârî, Peygamber (S.A.V.) Efendimize;

—"Bana İslam'ı bildir." dedi.

Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, O'na kelime-i şehâdeti öğretti. O da, kelime-i şehâdet getirerek müslüman oldu.

Ebû Zerr-i Gifârî (R.A.), müslüman olduktan sonra, Ka'be'-nin yanına gidip, yüksek sesle Kelime-i Şehâdet getirdi ve müşrikle­rin hücumuna maruz kaldı; müşrikler O'nu dövdüler.

Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, Ebû Zerr-i Gifârî (R.A.)'ye "memleketine dönmesini ve orada İsiamiyeti yaymasını" emretti.

Ebû Zerr-i Gıfârî (R.A.), bu emir üzerine memleketine dönüp, îslâmiyeti kavmine anlatmaya başladı.

Bu hizmeti, Medine'ye hicrete kadar devam etti.

Medine'ye hicretten sonra. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, Ebû Zerr-i Gıfârî (R.A.)'yı, Münzir bin Amr (R.A.) ile kardeş yaptı.

Hz. Ebû Zerr-i Gıfârî (R.A.), hicretten sonra» yine Îslâmiyeti tebliğ için, kabilesinin arasına gönderildi.

Ebû Zerr-i Gıfârî, İslâm'ı tebliğ maksadı ile kavminin arasın­da bulunduğu için Bedir, Uhud ve Hendek savaşlarına katılamadı.

Hendek Savaşından sonra, Medine'ye gelip yerleşti. Bundan son­ra Peygamber (S.A.V.) Efendimizin yanından ayrılmadı.

Ebû Zer, Peygamberimiz (S.A.V.)'in hizmetinde bulunur ve na­maz vakitlerinde mescide giderdi. Başka bir işle uğraşmazdı. Pey­gamber (S.A.V.) Efendimizin evinin bir ferdi gibi olmuştu.

Hz. Ebû Zer, her hareketinde, her işinde Fahr-i Kâinat (S.A.V.) Efendimize tâbi oldu. Ve, bütün zamanım, dini öğrenmeye tahsis etti,

Hz. Ebû Zerr-i Gıfârî (R.A.), ilim öğrenmek hususunda bü­yük bir gayret sahibi idi. Her şeyi, Peygamber (S.A.V.) Efendimize sorardı. O, pek çok şeyi, bizzat Fahr-i Kâinat (S.A.V.) Efendimize sorarak öğrendi.

Peygamber (S.A.V.) Efendimiz de, Ebû Zerr-i Gıfârî (R.A.) hazretlerini çok sever ve iltifatta bulunurdu.

Ebû Zerr-i Gıfârî (R.A.) hazretleri, çoğu zaman, gecenin geç vaktine kadar, Rasûlullah (S.A.V.) Efendimizin huzurunda bulunur ve O'nunla mahrem mes'eîeleri konuşurdu. Ebu Zer (R.A.), Peygam­ber (S.A.V.) Efendimizin dostu ve sırdaşı idi.

Ebû Zerr-i Gıfârî, Peygamber (S.A.V.) Efendimize biat eder­ken, "Allahu Teâlâ'nın yolunda, hiç bir kötüleyicinin kötülenmesine aldanmıyacağına; ne kadar acı olursa olsun, daima doğru sözlü olacağına" söz vermişti. Ve, ömrünün sonuna kadar bu sözüne bağlı kaldı.

Fahr-i Kâinat (S.A.V.) Efendimiz:

—"Dünyaya Ebû Zer'den daha sadık bir kimse gelmedi" buyurdular.

Ebû Zerr-i Gıfârî (R.A.) hazretleri, ilim bakımından, ashâb-ı kiramın ileri gelenlerinden idi.

Hz. Ali:

—"Ebû Zer ilimde bir deryadır. İnsanların anlamaktan âciz ol­duğu çok ilmi biliyordu. Sonra, ilmin üzerini kırba bağlar gibi bağ­layıp, ondan hiç sızdırmadı ve zayi etmedi/' buyurdu.

Hz. Ömer:

—"Ebû Zerrin ilmi çok yüksektir." buyurdu.

Abdullah İbnü Mes'ûd:

—"Ebu Zer, ilim hususunda, bu ümmetin en ileri gelenlerin­den biridir." buyurdu.

Ebû Zer (R.A.), Peygamber (S.A.V.) Efendimizin zamanın­da fetva verenlerden biri idi.

Ebû Zer (R.A.), Tebük Savaşına katılmıştı; devesi zayıftı; ge­ride katayştı; nihayet yolun ortasında çöküp kaldı. Ebû Zer (R.A.), eşyasını sırtına alarak orduya yetişti ve tek başına, tenhâ bir yere oturdu.

Bunun üzerine, Peygamber (S.A.V.) Efendimiz: —"Allahu Teâlâ, yalnız başına yürüyen, yalnız başına vefat ede­cek olan ve yalnız başına haşrolunacak olan Ebû Zerre'e rahmet et­sin." buyurdu.

Mekke'nin fethine, Ebû Zer hazretleri, kendi kabilesinin san­cağı ile iştirak etti.

Ebû Zerr-i Gifârî (R.A.), dünyaya hiç değer vermezdi. Kana­atkardı. Fakir ve yalnız yaşadı. Bu sebeple, Peygamber (S.A.V.) Efen­dimiz, O'na Mesîhü'l-İslâm lakabını verdi.

Ebû Zer (R.A.), her hususta Peygamber (S.A.V.) Efendimize tam bir şekilde bağlı idi; O'nun sevdiğini sever; sevmediğini sevmezdi.

Ebû Zerr-i Gifârî (R.A.), Peygamber (S.A.V.) Efendimizin ve­fatı ânında da, O'nun yanında bulunmuştu.

Ebû Zer (R.A.) hazretleri, Fahr-i Kâinat (S.A.V.) Efendimi­zin irtihâlinden sonra bir köşeye çekilip son derece mahzun ve yal­nız bir hayat yaşadı.

O, Hz. Ebû Bekir (R.A.)'in halifeliği sırasında da böylece yaşa­dı. O'nun vefatından sonra, Şam'a gitti ve oraya yerleşti.

Ebû Zerr-i Gifârî (R.A.), Hz, Osman (R.A.)'ın hüâfeti zama­nına kadar Şam'da kaldı. Ve Şam halkına İslâm'ı öğretmekle meş­gul oldu.

Sonra, Medîne-i Münevvere'ye döndü.

Hz. Ebû Zer (R.A.), şüpheli şeylerden ve haramlardan son de­rece sakınır ve fakirleri dâima kollardı. Hattâ, evinde bir günlük na­fakadan daha fazla bir şey bulundurmazdı; hep fakirlere dağıtırdı.

Öyle ki, —Şam'da bulundukları sırada—, bir gün, Şam Valisi, tecrübe etmek maksadı ile, ona, on bin dirhem altın gönderdi.-Ve Ebû Zer (R.A.) hazretleri bu altınları derhal fakirlere dağıttı. Ken­disine tek bir altın bile bırakmadı.

Ertesi gün, valinin görevlisi gelerek: "Aman Efendim; dün sa­na getirdiğim altınlar; meğerse başkasına gidecekmiş; yanlışlıkla sa­na getirmişim." dedi.

Bunun üzerine Ebû Zerr-i Gifârî (R.A.): "Oğlum, onları fakir­lere dağıttım. Sen, validen iki-üç gün mühlet iste; ben bu parayı ha­zırlarım, iade ederiz." dedi.

Bu görevli, durumu valiye anlattı. Durumu tahkik eden vali, Ebû Zerr'in doğru söylediğini ve yaptığının da doğru bir şey olduğunu anladı.

Ancak, Şam'ın zenginleri, Ebû Zer (R.A.)'in bu gibi davranış­larından rahatsız oldular. Ve, O'nun Şam'dan gitmesini talep ede­rek, Hz. Ebû Zerr'i, Hz. Osman (R.A.)'a şikâyet ettiler.

Ebû Zerr-i Gifârî (R.A.) hazretleri Medîne-i Münevvere'ye da'-vet edildi. Ve Hz. Osman (R.A.) "Şam halkının, kendisinden niçin şikayetçi olduğunu" sordu. Ebû Zerr-i Gifârî (R.A.), olup biteni ay­nen anlattı.

Bunun üzerine, Hz. Osman (R.A.):

—"Yâ Ebâ Zer, halkı, zühd yoluna zorla sokmak imkansızdır. Benim vazifem, insanlar arasında Hak Teâlâ hazretlerinin emri ile hükmetmek ve onları çalışma ve iktisat yönüne teşvik etmektir." buyurdu.

Ebû Zerr-i Gifârî (R.A.), Hz. Osman (R.A.)'a:

—"Resûlullah, bana: "Binalar Seldağı'na ulaştığı zaman, sen Medine'den ayrıl." diye emretmişti. İzin verirseniz, ten Medîne'den gideyim." dedi.

Hz. Osman (R.A.), müsaade etti ve O'na biraz deve ile iki köle ve kâfi miktarda yiyecek verdi. Ve "Medine yakınlarındaki Rebeze Köyü'ne yerleşmesini" söylediler. Ailesi de, Şam'dan buraya gönderildi.

Ebû Zerr-i Gifârî (R.A.), Rebeze'ye bir mescid yaptırdı. Ve ha­yatının sonuna kadar, insanlara İslâm'ı öğretmeye gayret sarf etti.

Ebû Zer (R.A.) hazretleri, bu köyde vefat etti.

Hz. Osman (R.A.), O'nun kızını kendi evladları arasına aldı.

Ebû Zerr-i Gıfârî (R.A.)'nin doğum tarihi kesin olarak bilin­miyor. Vefatı ise, hicrî 32 (milâdî 652) senesine rastlamıştır,

Abdullah İbnü Mes'ûd (R.A.), Ebû Zer (R.A.)'in vefat etti­ğini işitince:

—"Resûlullah (S.A.V.): "Ebû Zer yalnız vefat eder ve yalnız haşrolunur." buyurmuştu." dedi ve ağladı.

Peygamber (S.A.V.) Efendimiz şöyle buyurdular: —"Benim ümmetim içinde Ebû Zer, Meryem Oğlu îsâ'nın züh­düne sahiptir. Bu fıtrat üzere yaratılmıştır."

Ebû Zerr-i Gıfârî (R.A.), Peygamber (S.A.V.) Efendimizden 281 hadîs-i şerîf rivayet etmiştir.

Kendisinden hadîs-i şerîf rivayet edenler arasında da Enes bin Mâlik, Ibni Abbas, Hâlid bin Vehban, Zeyd bin Vehb, Hurşe bin Hurr, Cübeyr bin Nüfeyr, Ahnef bin Kays, Abdullah bin Sâmit, Amr bin Meymun gibi büyük zatlar vardır.

Abdullah bin Sâmit, Ebû Zer (R.A.)'in şöyle dediğini rivayet etti:

"Dostum Resûlullah, bana şu yedi şeyi tavsiye buyurdu:

1-) Bana, "fakirleri sevmeyi ve onlarla haşir neşir olmayı'* emretti.

2-) Bana, "kendimden daha aşağıda olanlara bakmamı ve ken­dimden daha üstün olanlara bakmamamı" emretti.

3-) Bana, "hiç bir kimseden, hiç bir şey istemememi" emretti.

4-) Bana, "geri çevrilmiş olsam bile, akrabayı ziyaret etmemi" emretti.

5-) Bana, "acı da olsa, hakkı söylememi" emretti. 6-) Bana, "Allah yolunda, hiç bir ayıplayıcımn ayıplamasından korkmamamı" emretti.

7-) Bana, "Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billah teşbihini çok söylememi" emretti. Çünkü, bu kelimeler, arşın altındaki hazînelerdendir. [160]

 

Ebû Zur'a Er-Râzî

 

Ebû Zur'a er-Râzî, Ubeydullah Ibni Abdilkerim, büyük bir fakıyhtır.

Hadîs ilminde de ileri bir âlim olan Ebû Zur'a, hadis'te hafızlık mertebesine erişenlerdendir. Kendisi, mevsût bir zâttır.

Ebû Zur'a, er-Râzî, hicrî 264 (milâdî 878) târihinde vefat etmiştir. [161]

 

Ekmelüddîn Bâbertî

 

Ekmelüddin Muhammed bin Mahmut Bâbertî, hanefi imam­larından muhakkik ve müdakkik bir âlimdir.

Bağdad civarındaki Bâbertâ'da doğmuştur. Bayburt'lu olduğu da rivayet edilmektedir.

Bâbertî, hicrî 714 (milâdî 1315) yılında doğmuş, sonra Haleb'e gitmiş; daha sonra da Mısır'da yerleşmiştir.

Hadîste hafız ve zabıt olan Bâbertî merhum, diğer ilimlerde de, zamanının eşi bulunmaz bir âlimi idi.

Lügat, nahiv, sarf, meânî ve beyân gibi lisan ilimlerinde de üs-tad olan Ekmelüddin Bâbertî, fıkıh ilmini Kavvâmüddin Muham­med bin Muhammed Kâkî'den tahsil etmiştir, onun ilmi silsilesi ise, üstadı Hüsâmüddin Hasan Sağnâkî vasıtasıyla imâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a ulaşmaktadır.

Bâbertî Merhum," Şemsüddin Isfahânî Ebû Hayyan, Ebû'l-Hasan Seyyid Ali Cürcânî, Semsüddin Muhammed biri Hamza Fenârî ve Bedrüddin Mahmud bin israil gibi büyük âlimlerden de ilim tahsil etmiştir.

Ekmelüddin Bâbertî, Mısır'da Şeyhûniyye'de müderrislik yapmıştır.

Kendisi, devlet adamlarının ziyaretine gitmez; fakat çoğu kez, makam-mevki sahipleri, O'nun ziyaretine gelir ve hizmetinde bulu­nurdu. O, Mısır'da büyük bir hürmete mazhar olmuştu.

Sultan Zahir Berkuk da, Bâbertî merhumun ziyaretine gelirdi. [162]

 

Eserleri:

 

Ekmelüddin Bâbertî merhum, pek çok kıymetli eser telif et­miştir; başhcalan şunlardır:

1-) Keşşaf Haşiyesi

Bu eser, meşhur Keşşaf Tefsirinin Âl-i İmran sûresinin sonuna kadar yapılan bir haşiyedir.

2-) Şerhıı felhıy.sı'I-Câmi'l-Kebîr

3-) el-Inâye bi-Şerhı'1-Hidâye

Fıkıhtan meşhur Hidâye'nin şerhi olan bu eser matbu'dur.

4-) Şerhu Meşankı'l-Envâr.

5-) Şerhu'I-Menâr

6-) Şerhu Vasıyyeti'l-İmâm Ebî Hanîfe

7-) Şerhu Muhtasarı İbnî Hâcib

8-) Şerhu Telhıysu'l-Meânî

9-) Şerhu Akıydeti-t-Tûsî

10-) Şerhu'l-Ferâizi's-Sirâciyye

11-) Şerhi Usûli Pezdevî[163]

 

Enes İbni Mâlik

 

Enes bin Mâlik (R.A.), ensâr-ı kiramın büyüklerinden olan ve gençliğinde on yıl Peygamber (S.A.V.) Efendimize hizmet etme saadetine eren bir zâttır.

Künyesi: Ebû Hamza'dır ve bu künyeyi, ona Fahr-i Kâinat (S.A.V.) Efendimiz vermiştir.

Enes bin Mâlik (R.A.)'in lakabı ise: Hâdim-i Resûlullah (= Re-sûlullah'ın hizmetçisi) dır. Kendisine böyle hitab edilince, çok sevinirdi.

Enes bin Mâlik (R.A.), Peygamber (S.A.V.) Efendimizin hic­retinden on sene önce dünya'ya gelmiştir.

Enes bin Mâlik (R.A.)'ın annesi Ümmi Süleym'dir. Bu mü­barek hanım rriüslüman olduğu hâlde, kocası (yani Enes hazretleri­nin babası) İslâmiyeti kabul etmemişti. Bununla da kalmayarak, Üm­mi Süleym hazretlerine İslâm'dan çıkması için baskı yapıyordu. Ne­ticede anlaşamadılar ve kocası onu terkedip Şam'a gitti. Bir müddet sonra da orada öldü.

Peygamber (S.A.V.) efendimizin Medîne'ye hicret buyurma­ları sırasında Enes bin Mâlik hazretleri henüz on yaşında idi.

Annesi Ümmi Süleym, hemen, Enes'i de yanına alarak Peygam­ber (S.A.V.) Efendimizin huzuruna çıktı ve:

—Ey Allah'ın Resulü! Ensânn erkeklerinden ve kadınlarından Sana hediye vermeyen hiç kimse kalmadı. Benimse, Şu oğlumdan başka hiç bir şeyim yok. Bunu al; sana hizmet etsin" dedi ve Enes'i hizmetine kabul buyurmasını Fahr-i Kâinat (S.A.V.) Efendimizden talep etti.

Annesinin bu isteği kabul buyruldu.

Bunun üzerine Ümmi Süleym:

—"Ya Resûlallah! Şu hizmetçiniz Enes'e duâ buyurunuz." dedi.

Resûl-i Ekrem (S.A.V.) de:

—"Ya Rabbî! Enes'in malını ve evladını mübarek kıl ve artır; ömrünü uzun eyle ve günâhlarını affet." diye duâ buyurdu.

Enes bin Mâlik (R.A.) hazretleri,  hicretten,  Peygamber (S.A.V.) Efendimizin irtihâline kadar, on yıl O'nun hizmetinde bu­lundu. Yakını oldu.

Enes bin Mâlik (R.A.) hazretleri, —o zaman yaşı pek küçük olmasına rağmen— Bedir savaşı dâhil Peygamber (S.A.V.) Efendi­mizin iştirak ettiği bütün savaşlara katıldı.

Enes bin Mâlik (R.A.),  Veda Haccı'nda da Peygamber (S.A.V.) Efendimizle birlikte bulunmuş ve vefatı sırasında da yanında olmuştur.

Enes bin Mâlik (R.A.) hazretleri, Hz. Ebû Bekir (R.A.)'in hi­lâfetinde, Bahreyn ve havalisinin zekâtını toplamakla görevlendiril­di. Ve, Hz. Ebû Bekir (R.A.)'in vefatında Bahreyn'de bulunuyordu.

Enes bin Mâlik (R.A.) hazretleri, Hz. Ömer (R.A.)'in hilâfe­tinde Medîhe-i Münevvere'ye döndü ve orada kaldı. Hz. Ömer (R.A.), Enes bin Mâlik (R.A.) hazretlerini müşavere meclisine aldı. Ve, O'-nun kıymetli tavsiyelerinden istifâde etti.

Bu sırada, Meidîne'de kaldığı müddetçe fıkıh dersi vermekle meşgul oldu.

Tuster Savaşında mağlup edilen İran komutanı Hürmüzan'ın Medine'ye getirilmesi ile görevlendirilen Enes bin Mâlik (R.A.), Me­dine'den Basra'ya gitmiş ve burada Hz. Ömer (R.A.)'in vefat ettiği haberini duymuştu.

Hz. Osman (R.A.) zamanında Basra'da kalan Enes bin Mâ­lik (R.A.), burada da fıkıh dersi vermeye devam etti.

Sonra, Medine'ye dönmeye karar veren Enes bin Mâlik (R.A.), bu yolculuk esnasında Hz. Osman (R.A.)'ın vefatım öğrendi.

Enes bin Mâlik (R.A.), Hz. Ali (R.A.)'nin ve bundan sonra da Emevî halîfelerinden bir kısmının halifeliklerini görmüş ve zaman­larında yaşamıştır.

Enes bin Mâlik (R.A.), dâima zulme ve haksızlığa karşı ol­muş ve hakkı söylemekte, haksızlığı engellemekte hiç bir zaman te-reddüd göstermemiştir.

Artık, bu sıralarda ashâb-ı kiramın sayıları iyice azalıyor ve bu sebeple, yaşayan sahabuerin değeri iyice biliniyordu. Halk, böyle mü­barek zatları arayıp buluyor ve onların sohbetlerinden istifâde etmeye çalışıyordu.

Enes bin Mâlik (R.A.) hazretleri, uzun ve bereketli bir ömür yaşamıştı. Vefatına yakın bir sırada, Basra'da hastalanınca, bütün ahâlî gece-gündüz onu zîyâret etmiştir.

Enes bin Mâlik (R.A.) hicrî 93 (miladî 712) yılında, yüz ya­şında olduğu halde vefat etmiş ve vasiyeti üzerine vefat ettiği yerde defnedilmiştir.

Enes bin Mâlik (R.A.), Basra'da en son vefat eden sahâbî'dir.

Enes bin Mâlik (R.A.), Hz. Ebû Bekir, Hz.  Ömer, Hz. Os­man, Ubeyy bin Ka'b   gibi bir çok sahabeden de hadîs-i şerîf riva­yet etmiştir.

Enes bin Mâlik (R.A.) hazretlerinden de Hasan-ı Basrî, Zührî, Katâde, Yahya bin Saîd gibi büyük zeyât hadîs nakletmiştir.

Enes bin Mâlik (R.A.) hazretleri Fahr-i Kâinat (S.A.V.) Efen­dimizden 2286 hadîs-i şerîf rivayet etmiştir.

Bu hadîs-i şeriflerden 168'i Sahîhayn'de, 83'ü yalnız Buhârî'-de, 71'i yalnız Müslim'de, 1964'ü de başka kitaplardadır.

Enes bin Mâlik (R.A.) hazretleri, seneler boyunca Peygam­ber (S.A.V.) Efendimizin hizmetinde bulunduğundan, Kur'an-ı Ke­rîmin tefsirini de çok iyi bir şekilde öğrenmişti. O'nun, âyetlerin tef­siri ile ilgili rivayetleri, bütün muteber hadîs kitaplarını süslemektedir.

Enes bin Mâlik (R.A.) hazretlerinin, hadis ve tefsir ilmine oldu­ğu kadar fıkıh ilmine de büyük hizmetleri olmuştur.

Enes bin Mâlik (R.A.)'in, —büyük bir kitap teşkil edecek kadar— fetva ve ictihâdları vardır.

Enes bin Mâlik (R.A.) hazretleri ahlaken de kâmil bir zât idi. Nâzik, güzel sözlü ve güler yüzlü ide.

Enes bin Mâlik (R.A.), Resulullah (S.A.V.)'ı çok sever ve O'na hizmet etmeye can atardı.

Fahr-i Kâinat (S.A.V.) Efendimizin âhirete irtihâlinden sonra da, Enes bin Mâlik (R.A.) hazretleri, hep O'nun gününü, yaşayışını sünnet-i seniyyesini anlatmak ve insanlara İslâmiyeti öğretmek için çalıştı. [164]

 

Esed İbni Amr El-Kâdî

 

Esed İbni Amr, hanefî fıkhının meşhur âlimlerindendir ve İmâm-ı   A'zam   Ebû  Hanîfe   (R.A.)   hazretlerinin   ileri   gelen talebelerindendir.

Kadı Beclî el-Kûfî diye de anılan Esed İbni Amr'in künyesi: Ebû'l-Münzir'dir.

İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe (R.A.) hazretlerinin yetiştirdiği yüzlerce büyük âlimden ilk on âlim arasında yer alan Esed îbni Amr hazretleri, aynı zamanda İmâm-ı A'zam'ın kavillerim kitaplaştırmaya başlayan ilk zâttır.

Esed İbni Amr, hadis ilminde de büyük bir âlimdir. Ahmed İbni Hanbel (R.A.) hazretleri şöyle diyor:

—"Esed İbni Amr, hadis ilminde sika bir âlimdir."

Esed İbni Amr, İmâm Ebû Yûsuf (R. A.)'tan sonra, Hârunü'r-Reşîd'in Bağdad kadılığını yapmış ve onun kızı ile evlenerek damadı olmuştur.

Esed îbni Amr, hicrî 190 (milâdî 806) yılında vefat etmiştir. [165]

 

Esed İbni Fürat

 

Esed îbni Fürat, aslen Nişaburlu'dur. Tunus'ta neş'et etmiş ve daha sonra Medîne-i Münevvere'ye giderek, İmâm Mâlik hazret­lerinden Muvatta'ı okuyup ezberlemiştir.

Esed İbni Fürat, fıkıh ilmini İmâm Ebû Yûsuf ile İmâm Mu-hammed'ten tahsil etmiş, İmâm Ebû Yusuf da, ondan Mmvatta'ı okumuştur.

Esed İbnilîürat, daha sonra Ebû'l-Kasım el-Mâlikî'den mâli­ki fıkhinı okumuştur. Daha sonra, Kayrevân'da mâliki fıkhını yay­mış ve orada kadılık görevi de yapmıştır.

Esed İbnİİHürat, hicrî 213 (milâdî 829) târihinde Keyravan'da vefat[166]

 

Esma Binti Ebî Bekir

 

Hz. Esma, Ebû Bekir (k.A.)'in büyük kızıdır. Annesi Katâle binti ÂbdÜ'l-Uijzâ'dır.

Hz. Esma» Hz. Abdullah bin Ebî Bekir ile ana-baba bir; Hz. Âişe ile de baba bir kardeştir.

Hz. Esmâ'nın annesi Katâİe müslüman omadığı için, Hz. Ebû Bekir onu boşadı.

Hz.  Esma (R.A.   =   Radıyallahü anhâ),  ilk müslüman olanlardandır.

Fahr-i Kâinat (S.A.V.) Efendimiz, Hz. Ebû Bekir (R.A.) ile birlikte hicret için yolculuğa çıkacakları sırada, yol azığı olarak top­lanan yiyecekleri bir çıkına koyup bağlamak gerekti; fakat ip bula­madı. Bunun üzerine Hz. Esma (R.A.), belindeki kuşağını çıkarıp ikiye böldü ve azığı bağladı. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz de ona Zâîü'n-Nekaleyn ( = iki kuşak sahibi) unvanını verdi.

Hz. Esmâ(R.A.), aşere-imübeşşere'den( = hayatta iken cen­netle müjdelenen on büyük sahabeden) bîri olan Zübeyr bin Avvam (R.A.) ile evlendi. Ve, oğullan Abdullah bin Zübeyr hazretleri dün­yaya geldi.

Hz. esma (R.A.), çok cömert bir kadındı. Eline geçen şeyleri sadaka olarak dağıtırdı.

Hz. Esmâ'nın, Zübeyr bin Avvam hazretlerinden, Abdullah'­tan başka Münzir ve Urve adlarında oğulları ile Hadîce, Ümmü'l-Hasen ve Âişe adlarındaki kızları dünyaya gelmitir.

Hz. Esmâ'nın oğlu Abdullah bin Zübeyr, Mekke-İ Mükerre-me'de — Emevîlere karşı— halifeliğini ilân etti. Kardeşi Mus'ab bin Zübeyr'i Kûfe'yi ele geçiren Muhtar es-Sakâfî'nin üzerine gönderdi. Böylece, bütün Irak'ı da ele geçirmiş oldu.

Emevî halifesi Abdülmelik bin Mervan, Mekke'ye Abdullah bin Zübeyr'in üzeri e bir ordu gönderdi; sonra, Haccâc bin Yûsuf es-Sakafî komutasında ikinci defa bir ordu daha gönderdi. Haccâc, Ebû'l-Kubeys Dağının üzerine inancılıklar kurarak Ka'be'yi taşa tut­tu. Abdullah bin Zübeyr, bu muhasarada şehid oldu. Annesi Esma da, oğlundan yirmi gün sonra vefat etti. Hz. Esma vefat ettiği sıra­da yüz yaşında idi.

Hz. Esma, çok metîn bir hanım idi. oğlu Abdullah bin Zü-beyr'e hikmetli ve kahramanlık telkin eden öğütleri vardır.

Hz. Esma (R.A.), Peygamber (S.A.V.) Efendimizden 56 hadîs-i şerîf rivayet etmiştir. [167]

 

Esved İbni Yezid En-Nehaî

 

Esved İbni Yezid îbni Kays tabiînin büyüklerinden Kûfe'li bir zâttır. Künyesi Ebu Amr'dır. Doğum tarihi bilinmemektedir. Hicrî 74 tarihinde vefat etmiştir.

Esved İbni Yezid, Alkame îbni Kays'ın kardeşinin oğlu, îb-rahim Nehaî'nin de dayısıdır.

Ebû Amr en-Nehaî, Hz. Ebû Bekir (R.A.) ile Hz. Ömer (R.A.)'i görmüş; Hz. Ali (R.A.) ile Hz. Âişe (R.A.)'den ve İbni Mes'-ûd ile Muaz îbni Cebel'den pek çok hadîs-i şerîf rivayet etmiştir.

Kendisinden rivayette bulunanlar ise, oğlu Abdurrahman, kar­deşi Abdurrahman îbni Yezid ve yeğeni İbrahim Nehaî ve diğerleridir.

Esved İbni Yezid, fıkıhta büyük bir âlim olduğu gibi, hadiste de hafız idi. yani, yüz bin hadis-i şerifi, senetleri ile birlikte ezbere biliyordu.

Esved İbni Yezid en-Nehaî hazretleri ilim ve yaşayış bakımın­dan tamamen Islama uygun bir hayat yaşadı. Bu sebeple halk ara­sında çok sevilirdi.

Esved İbni Yezid, çok oruç tutar; ramazanlarda iki gecede, ramazan dışında ise altı gecede bir   ef a Kur'an-ı Kerîmi hatmeder­di. Dünyaya önem vermezdi. Çok sayıda hac ve umre yapmıştır.

Şa'bî'ye Esved en-Nehaî'yi sordular; O, şöyle anlattı:

—"Esved en-Nehâî, çok oruç tutar; geceleri çok namaz kılar ve çok hacceder."

Alkame İbni Kays, Esved îbni Yezid'e sordu:

  Niçin bu cesede o kadar azab ediyorsun? O, şu cevabı verdi:

  Bu vücûdun rahatlığını istiyorum.

Bir gün, Esved İbni Yezid ağlıyordu. Ona: —"Niçin ağlıyorsun?" diye sordular.

O, şu cevabı verdi:

— Niçin ağlamayım... Ağlamaya, benden daha lâyık kim var ki?...

Rivayet ettiği hadis-i şeriflerden biri:

—"Eğer ilim sahipleri, ilmi korusalar ve onu ehline verselerdi, zamanlarında insanların efendisi ve üstünü olurlardı.

Fakat, ilim sahipleri, ilmi —dünyalıklarından istifade etmek için— dünyaya sarılan kimselere bağışlıyorlar. [168]

 

Fahrüddîn Razî

 

Muhammed İbni'l-Allâme Hatîbü'r-Rey Ziyâüddîn Ömer et-Teymî el-Bekrî, meşhur bir âlimdir.

Künyesi: Ebû Abdillah'tır.

Nesebi,    Kureyş    kabilesine    ulaşmaktadır.     Asılları Taberistan'dandır.

Fahrüddin Muhammed, hicrî 543 (milâdî 1148) yılında Rey şehrinde doğmuştur. Oraya nisbetle kendisine Râzî denilmiştir.

Fahrüddin Râzî hazretleri hicrî 606 (milâdî 1210) tarihinde He-rat'ta vefat etmiştir.

Fahrüddin Râzî'nin ilk hocası, babası Allâme Hatîbü'r-Rey Ziyâüddin'dir. Bu zât, Muhyi's-Sünne Muhammed Bagavî'nin tale-belerindendir. Gayet güzel konuşan bir âlim olduğu için Hatîbü'r-Rey unvanını amıştır.

Fahr-ı Râzî, daha sonra, Merfiga'da Ali Mecducîlî'den hik­met okumuş; Kemâl Sümmânî'den fıkıh tahsil etmiş ve Şeyh Nec-müddîn'i Kübra'dan zühd ve tasavvuf dersi almıştır.

Fahr-i Râzî, ilim tahsilini ikmâl ettikten sonra, bir çok seya­hatlere çıkmıştır. îlk olarak Harzem'e gitmiş ve orada mutezile mez­hebi mensupları ile münazaralarda bulunmuştur.

Sonra Mâverâü'n-Nehre gitmiş; orada da bir çok mübâhase ve müzâkerelerde bulunmuştur.

Sonra, memleketi olan Rey'e dönmüş ve orada iki oğlunu, çok zengin bir doktorun iki kızı ile evlendirmiştir. Bir müddet sonra, bu tabib ölmüş ve serveti Fahr-i Râzî ailesine intikâl etmiştir.

Daha sonra Gazne'ye bilâhere de Horasan'a giden Fahrtid-din Râzî, buraları da ilmi ile aydınlatmıştır.

Fahrüddin Râzî, bir müddet de Herat'ta ikamet ederek, bu­radaki Kerrâmiyye taifesinin durumunu ve yanlışlıklarını halka anlattı.

Fahrüddîn Râzî, tefsir, kelâm, fıkıh, usûl-i fıkıh gibi ilimleri hakkıyle tahsil etmiş olduğu gibi, edebiyat, riyâziyyât, kimya, hey'-et ve tıb gibi ilimlerde büyük bir iktidar sahibi idi.

O, parlak fikri, güçlü muhakeme kabiliyeti ve sür'at-i intikâli ile dehâ seviyesinde idi.

Daima hakkı, ehl-i sünnet ve'1-cemâati savunur ve karşısına çı­kan her türlü sapıklıklarla mücâdele ederdi.

İmâm Fahreddin Râzi'nin eserleri, o kadar çok alâka görüyor­du  ki,   nerede  ise,   hiç  kimse,   onun  eserlerinden  başkasına bakmıyorlardı.

Asrının hükümdarları, O'nun ziyaretine koşar; o, bir yere git­mek için atma bindiğinde, etrafında yüzlerce talebesi de yürürdü. [169]

 

Eserleri

 

imâm Fahrüddîn-i Râzî hazretlerinin, tefsîr, hadîs, kelâm ve sair, ilimlerde yüzlerce eserleri vardır. Bunlardan bir kısmim bura­da zikredelim.

1-) Mefâtîtau'l-Gayb (= Tefsiri Kebîr = Tefsfr-i Râzî)

Fahrüddîn-i Râzî merhum, tefsirde, kendisine has bir yol tut­muş ve bu kıymetli kitabını o zamana kadar yazılmamış bir tarzda vücuda getirmiştir.

Bu eser, bir cilt tutan Fâtihâ Tefsîri ile birlikte on üç cilttir.; Daha sonra, altı ve sekiz cilt hâlinde defalarca basılmıştır.

Bu kıymetli eser, bazı âlimler tarafından telhıys edilmiştir.

2-) Metâlibü'l-Aüyye

3-) Nihâyetü'l-Ukûl

4-) Erbain

5-) MuhassaKi Efkâri'l-Mütekaddimîn ve'1-Müteanhırîn

6-) Tabyan fî'l-Meânî.

7-) Meâlimö Usûliddin

8-) Kitâbii't-TarikatiT Alliyye-

9-) Şerha Uyani'l-Hikme

10-) Şerha Külüyâti'l-Kanon

11-) Menâkftü'l-İmami'ş-Şâfü.

12-) İrşadü'n-Nazâr İlâ Latâifi'l-Esrar

13-) Uyûnc'l-Mesâil

14-) el-Mahsûl

15-) el-Mebâhısü'l-İmadiyye

16-) el-Levâmiu'i-Beyyinât fî-Şerhi Esmau'llabi Teâlâ ve's-Sıfât

17-) Ecvibetü'l-Mesâili'l- Buaâriyye

18-) Tahaylu'1-Hak

19-) Kitâbul-Ahlâk

20-) Kilâbu Fedaili's-Sahâbe

21-) Tehzîbü'd-Delâil

22-) Kitaba EsâsPt-Takdîs

23) Kitâbü IsraeliM-Enbiya

24-) Kiiâbü'l-Âyeti'l-Beyyinâl

25-) Kitaba Ahkâmi'l-Ahkâm. [170]

 

Fahrül-İslâm Pezöevî

 

Ali bin Muhammed bin el-Hüseyin bin Abdi'l-Kerim bin Mû-sâ Fahrü'l-îslam Pezdevî, Mâverâü'n-Nehir'de yetişen hanefl fakih-lerinin en büyüklerindendir.

Fahrü'l-îslâm Pezdevî hazretleri, Tefsir'de, usûl-i fıkıhta ve fürû'-ı fıkıhta mütebahhir bir âlim idi. O'nun, hanefi mezhebinde pek geniş ve erişilmez bir iktidar sahibi olduğu darb-ı mesel hâline gelmiştir.

Fahrü'l-tslam Pezdevî hazretleri, Semerkant'ta tedrîs ile meşgul olmuş ve nice âlimler yetiştirmiştir.

Ali bin Muhammed bin Hüseyin bin Abdülkerim bin Mûsâ bin Isâ bin Mücâhid en-Nesefî el-Pezdevî merhum takriben hicrî 400 (milâdî 1010) yılında dünyaya gelmiş ve 482 (milâdî 1090) yılında Keş Kasabasında vefat edip, Semerkant'a nakil ve orada defnedilmiştir.

Pezdevî, merhum zamanındaki âlimlerin imâmı ve en büyüğü idi. [171]

 

Eserleri

 

Ebû'l-Hasen Fahrü'l-lslâm Pezdevî hazretlerinin başlıca eser­leri şunlardır:

1-) Tefsîrii'l-Kur'ân

Bu tefsir, her biri bir mushaf büyüklüğünde yirmi ciltten müte­şekkil bir eser imiş, bir cildi, İstanbul Esad Efendi Kütüphanesinde mevcuttur.

2-) Mebsût

Bu eser de onbir ciltten müteşekkil bir fıkıh kitabıdır.

3-) Şerim'l-Câmiu'l-Kebîr

4-) Şerhu'l-CâmiıTI-Sağîr

Bu eserler, imâm Muhammed (R.A.)'in meşhur eserlerinin şerhidir.

5-) Gınâü'l-Fukahâ

Bu eser de fıkıh ilmi ile alâkalıdır.

6-) er-Risâle fi-Kirâati'l-MusalİÎ

Namazda Kur'an okumakla ilgili bir eserdir.

7-) ZeOetü'I Kâri

Namaz kılmakta olan bir kimsenin, Kur'an okurken yaptığı ha­talardan bahseden bir eserdir.

8-) Ziyâdât

Bu kitap, fürûu fıkıh mes'elelerini anlatan bir eserdir. Bu kıy­metli eserin bir nüshası, İstanbul, Süleymaniye Kütüphanesinde mevcuttur.

9-) Ziyâdâtü'z-Ziyâdât

Bu kitap, Ziyâdât'ın son kısmında ilâve olarak mevcuttur.

10-) Şerbu'J-Hidiye

Bu kitap, Hidâye'nin Nikâh Babı'na kadarki kısmının şerhidir. 11-) Kenzü'l-Vüsûl flâ Ma'rifeü'1-Usûl

Bu kitap, Fahrü'l-îslâm Pezdevî hazretlerinin en meşhur ve mü­him eseridir. Bu eser Usûl-i Pezdevî nâmı ile meşhur olmuştur.

Bu eserin pek çok şerhleri vardır.

Abdü'1-azîz Buharî'nin KeşnVİ-Esrâr isimli şerhi çok meşhurdur ve matbu'dur.

Pezdevî merhumunun usoPü Osmanlılar zamanında da önem verilen ve medreselerde okutulan bir eser olmuştur.[172]

 

Fenârî Şemsü'd-Dîn

 

Molla Fenârî Şemseddin Muhammed İbni Hamza, ilmî kav­rayışının üstünlüğü darb-ı mesel hâline gelmiş ve varlığı ile iftihar edilen âlimlerin en büyüklerinden biridir.

Molla Şemseddin'in Fenârî nisbetini alması hakkındaki en kuv­vetli rivayet, merhumun, Mâverâü'n-Nehir'de bulunan Fenâr köyün­de doğmuş olmasıdır.

Molla Fenârî hazretleri Anadolu'da ilim ve irfan kazandık­tan sonra, bilgisini genişletmek için Mısır'a gitmiştir.

Molla Fenârî'nin Anadolu'daki üstadlan Alâaddin Esved ve Ce-mâleddin Aksarâyî'dir. Mısır'daki üstadı ise Şeyh Ekmelüddin'dir. Molla Fenârî, Mısır'da Seyyid Şerif Cürcânî ile ders arkadaşlığı da yapmıştır.

Bir aralık Anadolu'ya dönen Molla Fenârî sonra yine Mısır'a gitmiş ve orada âlimlerle sohbetlerde bulunarak, ne derece kudretli bir âlim olduğunu isbat etmiştir.

822 hicrî (milâdî 1419) yılında Hicaz'a gitmiş, dönüşünde de Mısır Sultanı Melik Müeyyed'in da'veti ile Kahire'ye uğramış ve pek çok âlimle karşılıklı görüşmelerde bulunmuştur.

Molla Fenârî, bu yolculuğu sırasında Kudüs'ü de ziyaret etmiştir.

Molla Fenârî, hicrî 832 (milâdî 1429) yılında da, Antakya ve Şam tarîkıyle tekrar Hicaz'a gitmiş ve mukaddes makamları ziyaret etmiştir.

Molla Fenârî merhumun âhir-i ömründe gözlerine perde inmiş ve bilâhere bu hastalıktan iyileşerek, gözleri tekrar görmeye başla­mıştı. Bu iyileşmeye şükrâne olarak bu son haccma gitmiştir. [173]

 

İlmî Kudreti

 

Molla Muhammed Fenârî,  asrının büyük allâmelerinden birisidir.

Bu asırda (yani hicrî sekizinci asırda), İslâm âleminde dört zat teferrüd etmişti. Şöyle ki:

1-) Şeyh Sirâcüddin İbnü'l-Mülâkkan fıkıh ve hadîs sahasında telif ettiği bir çok eserle;

2-) Fîruzâbâdî Tûfî, hadîs ilmindeki kudretiyle;

3-) Zeynüddîn Tûfî, hadîs ilmindeki vukûfiyle;

4-) Molla Fenârî merhum da, aklî ve naklî ilimlerdeki kavrayış ve ıttılâının üstünlüğü ile teferrüd etmişlerdi. (= Herkesten ayrılıp yalnız ve tek kalmışlar; eşsiz, emsalsiz benzersiz olmuşlardır).

Molla Fenârî hazretleri, Bursa'da müderrislik ve kadılık yap­mış; Sultan İkinci Murad Han'ın büyük teveccühlerine mazhar olmuştu.

Sonra, iftâ makamına getirilen Molla Fenârî, Osmanlı Devleti­nin ilk şeyhu'l-İslâmı olmuştur.

Aynı zamanda, Padişahın müşâvir-i hâssu'l-hâssı da olan Mol­la Fenârî'ye halk da çok büyük saygı gösterirdi. O camiye giderken, halk, O'nu görebilmek için yollarda toplanırdı.

Molla Fenârî merhum, tefsir ilminde de tam bir vukuf sahibi idi.

Fâtihâ-i Şerîfe'ye yazmış olduğu tefsir, O'nun tefsir ilmindeki kudretinin en parlak bir şahididir.

Bu tefsir kitabının mukaddimesinde "tefsir ilmine, tefsir ilmi­nin istinat ettiği diğer ilimlere ve müfessirlerin ittihaz edecekleri ter­tip ve usûle dair" pek mühim ve kıymetli malûmat vardır.

Bu kıymetli tefsir, ilmî ve tasavvufî bir çok mütâlâa ve tahkik ile de tezyin edilmiştir.

Hasılı, bazen ilmî, bazen de tasavvufî bir lisanla ve pek de mü-rettep görülmeyecek bir sekide yazılmış olan; pek çok faydalı malu­matı da ihtiva eden bu Fatiha Tefsiri, tefsir ilmine vukuf için, insa­na rehberlik edecek bir mâhiyettedir.

Molla Fenârî merhum, hicrî 834 (milâdî 1431) yılında vefat etmiştir. Mübarek kabri, Bursa'da kendisinin yaptırdığı Cami-i Şe-rîfin avlusundadır. "Cennetü'l-Firdevs" terkibi O'nun ölüm tarihi­ni göstermektedir.

Molla Fenârî'nin tasavvufî yönü de vardır. O, Sadreddin Ko-nevî'nin hâlifesi olan babası, Mevlânâ Hanza'dan Ekberiye; Abdülla-tif Kudsî'den Zeyniye, Hamid-i Kayserî'den Erdebilîye tarikatlarını almıştır.

Molla Fenârî'nin kabir taşında, O'nun Zeyniye tarikatından ol­duğunun alâmeti vardır. [174]

 

Eserleri

 

Molla Fenârî hazretleri yüzden fazla eser telif etmiştir. Bun­ların bir kısmı aşağıda zikredilmiştir.

1-) Uyûnü'l-A'yân

Mahiyetinden yukarıda bahsettiğimiz Fatiha Tefsiri.. Bu eser matbu'dur.

2-) Fusûlü'I-Bedâi fî-Usûü'ş-Şerâi

Bu eser, usûl-i fıkıhla ilgilidir. Otuz senede yazıldığı rivayet olunmuştur.

Bu kıymetli eser, Pezdevî'nin, Fahreddin Râzî'nin ve İbni Hâ-cib'in fıkıh usûlü ile ilgili eserlerini tamamiyle içinde toplamıştır. Bu eserin, Molla Fenârî'nin oğlu Muhammed Şah tarafından haşiyesi yapılmış; Şeyh Yûsuf Mağribî tarafından da ihtisar edilmiştir.

3-) Şerhu İsâ Goci

Bu eser, mantıkla ilgilidir ve bir gün içinde yazılmıştır.

4-) Enmûzeri'l-Ulûm

Yüz ayrı ilimden bahseden bir risaledir.

5-) Ferâiz-î Sirâciyye Şerhi

İslâm Mîras hukukundan bahseden Sirâciyye kitabının kıymetli bir şerhidir.

6-) Mcvakıf Şerhi'ne Ta'likât

7-) Avîsâtü'l-Efkâr fî-İotiyâri ulu'l-Ebsâr

Bazı ilimlerle ilgili müşkil suâllere verilen cevapları ihtiva eden bir risaledir.

8-) Manzum Bir Risale

Bu eser, her biri bir ilme ait olmak üzere, garip bir şekilde tan­zim edilmiş yirmi kıt'adan müteşekkildir.

9-) Şerhu alâ-Nusûsi Iî-ş-Şeyh Sadreddin Konevî

10-) Şerhu ala-Miftâhi'l-Gayb li'ş-Şeyh Sadreddin Konevî

11-) Esâsü't-Tasrîf

12-) Risaleyi Usûlü'd^dta fî-Esrâri'1-Vusûü ve'1-Yaldn.

13-) Risale fî-Beyani Vahdet-i Vücûd

14-) Hâşiye-i Dibâce-i Usûl-i Pezdevi

15-) Hâşiye-i Telhıys Camii Ahlatı.

16-) Haşiye-i Ceben

17-) Muhimmat-ı Fenârî

18-) Şerhu Muhtasar-ı Mevâkıf

Bu kıymetli eserlerden, sadece Tefsir, Füsûlü Bedâyi ve İsâ Goci matbu'dur. Diğerleri matbu olmamakla beraber, yazma nüshaları kütüphanelerde mevcuttur. [175]

 

Filibeli Halil Efendi

 

Ailece, aslen Bursalı olan Halil Efendinin dedesi, Bursa'dan Filibe'ye göç etmiş ve Halil Efendi 1805'de Filibe'de doğmuştur. Bu sebeple Filibeli Hoca diye tanınmaktadır. Babası Abdullah ve dede­si Mustafa Efendiler de âlim idiler.

Halil Efendi, tahsilini Filibe'de tamamlayıp, 1824 yılında İs­tanbul'a gelmiştir.   .

Önce, müderrislik görevine, sonra da huzur dersi muhatap ve mukarrirliğine tâyin edilmiştir. Bu sırada Sultan Abdulmecid'in te­veccühünü kazanarak Saray Hocalığına getirilmiştir.

1862'de Medine Mollası, 1864'de Fetva Emîni, 1866 da Ders Vekili olan Halil efendi 1867'de İstanbul Payesini elde etmiştir.

1868'de Meclis-i İntibâh-ı Hükkâm reisi ve 1878'de de bi'1-fiil Anadolu Kazaskeri olan Halil Efendi, sonra da Rumeli Kazaskerliği ile taltif edilmiştir.

17 sene ders vekilliği yapan Halil Efendi, 1882'de emekli ol­muş ve Hicaz'a gitmiştir.

Filibeli Halil Efendi, emekli olduktan bir müddet sonra Tâ-if'te veya Medine'de vefat etmiştir. [176]

 

Eserleri:

 

Filibeli Halil Efendi, hem çok sayıda talebe yetiştirmiş ve hem de çok sayıda eser telif etmiştir. Bu eserlerinin başlıcaları şunlardır:

1-) Hâşiye-i Cedide alâ-Şerhi İsâmil-Feride

2-) Tevşîhn'I-Usûl

3-) Hadâiku'l-İmtihân

4-) Süfûfu'l-Kavatı,

Bu eser, oğlu Kazasker Hayreddin Efendi tarafından Türkçe'­ye tercüme edilmiştir. [177]

 

Haccâc İbni Ertat

 

Haccâc bin Ertât bin Sevr bin Hübeyre, tebe-i teabiîndendir. Kûfe'lidir. Künyesi: Ebû Ertât en-Nehâîdir.

Haccâc bin Ertât, fıkıh ve hadis ilimlerinde imâm sayılan bü­yük bir âlimdir. Saduktur.

Haccâc bin Ertat; Atâ, Şa'bî, Zührî, Katâde gibi büyük zât­lardan hadîs-i şerîf dinlemiş ve rivayet etmiştir.

Haccâc bin Ertat'dan da, Sevrî ve İbnü'l-Mübârek gibi meşhur zâtlar hadîs-i şerîf rivayetinde bulunmuşlardır.

Haccâc bin Ertat, Mısır'da kadı'lık görevinde bulunmuştur.

Henüz on altı yaşlarında bulunan Haccâc bin Ertat, halka yol göstermeye başlamış ve insanların ilmî meselelerde müracaat mercii olmuştu. Yumuşak ve güzel huylu bir zâttı.

Kendisi şöyle diyor:

—"Ben, hiç bir şahısla muhâsamede bulunmadım ve muhâse-mede bulunanların meclislerinde de oturmadım."

Bazı muhaddislerce, Haccâc bin Ertat zâif ve müdellis görül­müştür. Bununla birlikte, onu, Şu'be tevsik etmiştir.

Haccâc bin Ertat hazretleri, hicrî 145 (milâdî 763) tarihinde Rey şehrinde vefat etmiştir. [178]

 

Haddâdî Ebû Bikir

 

Ebû Bekir bin Muhammed el-Yemenî el-Haddâdî, hanefî fakıylerindendir.

Haddâdî Ebû Bekir merhum, hicrî 800 (milâdî 1398) yılında Zebid şehrinde vefat etmiştir. [179]

 

Eseri:

 

Haddâdî Ebû Bekir'in meşhur eseri Cevherelü'n-Neyyire'dir.

Cevheretü'n-Neyyire, Muhtasar-ı Kudûrî üzerine yazılmış güzel ve cemiyetli bir şerhtir. [180]

 

Hâher-Zâde

 

Hâher-zâde Ebû Bekir Muhammed Îbnü'l-Hüseyin el-Buhârî, Mâverâü'n-Nehir'deki hanefî âlimlerinin büyükler indendir. Kendisi yolu, ilmi, ahlâkı güzel bir zât idi.

Büyük bir fakıyh olan Hâher-zâde merhumun pek çok fetvaları vardır ve bu fetvalar fıkıh kitaplarını süslemektedir. [181]

 

Eserleri

 

Mâverâü'n-Nehr'in en büyük âlimlerinden biri olan Hâher-zâde Ebû Bekir merhumun başlıca eserleri şunlardır:

1-) Muhtasar

2-) Tecnîs

3-) Mebsût Bu eser, Ebû Bekir Hâher-Zâde Mebsnt'u diye şöhret bulmuştur.

Zehebî, şöyle diyor:

"Hâher-zâde, Mâverâü'n-Nehir'de büyük bir hanefî âlimidir. Vaktinin Nu'man'ı (yanî Ebû Hanîfe'si) idi."

Hâherzâde Ebû Bekir hicrî 433 (milâdî 1042) yılında vefat etmiştir.

Hâher-zâde "kız kardeş oğlu" demektir. Bu büyük âlim de, Ka­dı EbÛ Sabit Muhammed bin Ahmed el-Buhârî'nin kız kardeşinin oğlu idi.

Fukahâ arasında Hâher-zâde lakabını taşıyan iki zât daha var­dır. Bu zatlar da şunlardır: [182]

 

Hâher-Zâde Bedrltd Dîn

 

îmâm Bedrü'd-dîn Muhammed bin Mahmud, Şemsü'l-Eimme Muhammed bin Abdü's-Settâr el-Kerderî'nin kız kardeşinin oğludur ve hicrî 651 (milâdî 1254) yılında vefat etmiştir. [183]

 

Hâher-Zâde Ebû Saîd

 

Bu üçüncü Hâher-zâde'den Ensâb'da şöyle bahsediliyor: Ebû Saîd Muhammed bin Abdülhamîd bin Abdürrahim bin Ah­med bin Abdullah bin Abdülvâris Hâher-zâde, Mevr köylerinin bi-rindendi. Bu faziletli zât, hadis'e meyilli idi. Çok hadîs dinlemiş ve yazmıştır.

Zamanında, hadis sahasında hanefî âlimlerinin en ileri geleni idi. Bu zâta Hâherzâde denilmesinin sebebi de, Kadı Ebû Hasan Ali bin Hüseyin Dihkan'ın kız kardeşinin oğlu olmasıdır. [184]

 

Hâkimi Şehîd

 

Hâkim-i Şehîd, fıkıh ve hadîs âlimlerinin büyüklerindendir. îsmi: Muhammed bin Muhammed bin Ahmed bin Abdullah bin

Abdülmecid bin İsmail bin Hâkim el-Mervezî el-Belhî'dir. Hâkim-i Şehîd ve Hâkim-i Mervezt lakablan ile meşhur olmuştur. Künyesi: Ebû'l-Fadl'dır.

Hâkim-i Şehîd, ilim tahsil etmek için Horasan, Nişabur, Rey, Bağdad ve Küfe gibi bir çok şehirleri dolaşmış ve pek kıymetli eser­ler telif etmiştir.

Hâkim-i Şehîd, bir müddet Buhfirâ'da kadı'lık yapmış ve sonra da Horasan Emîri'nin vezirliğinde bulunmuştur.

Ve, askerler tarafından, "erzakları, bir vakitler verilmemiş ol­duğu bahanesi ile" hicrî 344 (milâdî 955) senesinde şehid edilmiştir.

Hâkim-i Şehîd, Merv'de Muhammed bin Ussam bin Süheyl, Muhammed bin Handeveyh; Rey'de İbrahim bin Yûsuf; Bağdad'da Haysen bin Halef; Kûfe'de Ali bin Ebî Abbas Becilî; Mekke'de Mu-faddal bin Muhammed; Mısır'da Ahmed bin Süleyman el-Mısrî; Bu-hârâ'da Muhammed bin Said en-Nevhabâzî gibi bir çok âlimden ilim tahsil etmiş ve hadis-i şerîf rivayet etmiştir.

Kendisinden de, Ebû Abbullah el-Hâkim ve Horasan Emîri gi­bi bir çok kimse ilim tahsil etmiş ve hadîs-i şerîf rivayetinde bulunmuşlardır.

Hâkim-i Şehîd, hadîs ilminde sika bir âlimdir. Ezbere altmış bin hadîs-i şerîf bilirdi.

Hâkim-i Şehîd, âbid, verâ ve takva sahibi bir zât idi.

Sem'ânî şöyle anlatıyor

—"Hâkim-i Şehîd, şehid olduğu güne kadar, kıldığı her namaz­dan sonra: "Yâ Rabbi, bana şehidliği nasip eyle." diye dua ederdi. O gece, bazı gürültüler işitti. "Ne var? Ne oluyor?" diye sordu. Dışarıdakiler: "Askerler toplanmışlar; erzakın eksik verildiğini söyleyerek; sizi suçluyorlar." dediler. Bunun üzerine: "Yâ Rabbi! Beni affeyle.'* dedi. Ve sonra, bir berber çağırtıp, başını tıraş ettir­di; gusûl abdesti aldı ve kefen giydi. Bütün gece, sabaha kadar na­maz kıldı. Sabahleyin, isyancılar etrafını sardılar. Sultan, toplanan isyancıların üzerine asker gönderip, isyanı bastırdı. Ancak, bu kar­gaşada, Hâkim secdede iken şehîd edildi. [185]

 

Eserleri:

 

Hâkim-i Şehîd, hanefî fakıylerinin önde gelenlerindendir. Ve telif ettiği eserler temel ve kaynak kitaplar arasında ilk sıralarda yer almaktadır. Hâkim-i Şehîd'in başlıca eserleri şunlardır.

1-) Muhtasar

2-) Müntekâ

3-) Kafi

Bu eserler, imâm Muhammed (R.A.)'in zâhirü'r-rivâye'yi teş­kil eden altı mühim eserinden telhıys suretiyle telif edilmiştir.

MöDtekâ ve Kâfi imâm Muhammed (R.A.)'in eserlerinden sonra, hanefî mezhebinde iki ana kaynak ve iki asıl sayılmaktadır. [186]

 

Halebî İbrahim İbni Muhammed

 

İbrahim îbni Muhammed, büyük bir fıkıh âlimidir. Hicrî 865 (milâdî 1459) yılında Haleb'de doğmuş ve 956 (milâdî 1549) yılında İstanbul'da vefat etmiştir. Halebî merhum, Edirnekapısı Kabrista­nına defnedilmiştir. Boğaz Köprüsü ve buna bağlı çevre yollan ya­pılırken, merhum Halebî, Sakızağacı Kabristanına nakledilmiştir.

Haleb'de doğan ve orada tahsil gören ibrahim Îbni Muham­med, daha sonra Mısır'a gitmiş; oradan da İstanbul'a gelerek, Fatih Camiinde imamlık görevi yapmışıtr.

Zahiru'r-rivâye denilen bu altı eser şunlardır;

1-) Mebsût,

2-) Ziyâdât,

3-) CâmhTs-Sağîr,

4-) Siyeru's-Sağîr,

5-) Câmiu'l-Kebîr,

6-) Siyeru'l-Kebîr. [187]

 

Eserleri:

 

Haîebî İbrahim Efendi'nin fıkha dair kıymetli eserleri vardır. Bunlardan başhcaları ise şunlardır:

1-) MüHekâ'I-Ebhûr

Bu eser, hanefî fıkhı ile ilgili makbul bir metindir. Bu kıymetli eser, bir çok zevat tarafından şerh edilmiştir.

Bu şerhlerden biri de, İbrahim Halebî'nin talebelerinden biri olan el-Hâc Ali Halebî'nin şerhidir.

Bu eserin ve şerhlerinden bir kısmının Türkçe tercümeleri var­dır ve bunlar basılmıştır.

2-) Şerhu Münyetü'l-Musaüî (= HALEBİ-İ SAĞİR) Menyelü'l-Musallî, İmâm Muhammed Sedîdü'd-dîn Kaşgârî'nin eseridir. Halebî İbra­him İbni Muhammed merhum, bu eseri şerhetmiştir.

Miinyetii'l-Musallî ŞerhPnin de bir çok Türkçe tercümeleri vardır.

Bunlardan Babadâğî İbrahim Efendinin Tercümesi bir çpk ke­re basılmış bir eserdir.[188]

3-) Gunyetü'l-Mütemeüî fî-Şerhi Münyetü'l-Musalfî (= HALEBÎ-İ KEBÎR)

Bu eser, Münyetü'l-Musalfi'nin daha geniş bir şerhidir. Ve Halebî İbrahim Efendi tarafından önce bu şerh yapılmıştır. Daha sonra bu şerh kısaltılarak HALEBÎ-Î SAĞIR meydana getirilmiştir. [189]

 

Hâlid İbni Madan

 

Hâlîd Îbni Ma'dan el-Kelâî eş-Şâmî, tabiînin ileri gelenlerin­dendir. Şam'da ikâmet etmiştir ve Kelâa kabilesine mensuptur. Kün­yesi: Ebû Abdullah'tır. Humus'ludur.

Hâlid Îbni Ma'dan, büyük bir fakıyh ve sika bir muhaddistir.

Kendisi, "ashâb-ı kiramdan yetmiş zatla görüşüp sohbetlerinde bulunduğunu" bildirmiştir.

Hâlid İbni Madan hazretleri, Muâz îbni Cebel, Ebû Ubeyde İbni Cerrah, Ebû Zerri'l-Gıfarî ve Ebû Hureyre gibi büyük sahâbî-lerden hadîs-i şerifler rivayet etmiştir.

Hâlid İbni Ma'dan, çok ibadet eder ve çok ibadet için, dâima şiddetti arzu duyardı. Vefat ettiğinde de oruçlu idi.

Hâlid îbni Ma'dan, hicrî 103 veya 104 (milâdî 722) yılında vefat etmiştir. Vefat tarihi hakkında, başka rivayetler de vardır. [190]

 

Hâlid İbni Velîd

 

Hâlid İbni Velîd (R.A.), ashâb-ı kiramın ileri gelenlerinden, kahraman bir zattır.

Nesebi: Hâlid İbni Velid îbni Mugîre İbni Abdullah İbni Amr îbni Manzum el-Kureyşî el-Mahzûmî'dir.

Annesi   ise:   Lübâbetü's-Suğra  binti   Haris   İbni   Harb el-Hilâliye'dir.

Künyesi: Ebû Süleyman, lakabı ise: Seyfullah (=  Allah'ın Kılıcındır.

Hâlid bin Velid (R.A.) hazretlerinin ailesi, câhiliyye devrinde Kureyş'in eşrafından ve ordu komutanlığı görevini yürüten bu se­beple bütün araplarca tanınan ve sayılan bir aile idi.

Bedir Savaşında, —henüz müslüman olmamış bulunan— Halid bin Velid, Kureyş'in Suvâri komutam oldu. Ve bu sıfatla iştirak et­tiği Uhud Savaşında müslümanlara çok zayiat verdirdi.

Hendek Savaşında, Kureyşin Müslümanlara hiçbir şey yapa­mamış olması, Hâlid bin Velid'i şaşkınlığa düşürdü ve düşünmeye şevketti.

Hicri 6. yılda yapılan Hudeybiye Anlaşması, Hâlid bin Velid'in moralini bozdu ve İslam'ın geleceğinin parlak olacağını düşünmeye başladı. Artık kendisini boşlukta hissediyordu.

Tam bu sırada, daha önce Müslüman olmuş bulunan kardeşi Ve­lid bin Velid, O'na mektup yazarak, Peygamber (S.A.V.) Efendimi­zin kendisinden sitayişle bahsettiğini Hâlid bin Velid'e bildirdi. Bu durum, Hâlid bin Velid'in İslamiyete meyletmesine sebep oldu.

Hicrî 8. yılda, Mekke çarşısında Amr İbni Âs'Ia karşılaşan Hâ­lid bin Velid, İslamiyet hakkındaki düşüncelerini ve meylini ona an­lattı. Meğerse, o da aynı duygular içindeymiş... Müslüman olmaya karar verdiler ve beraberce Medine'ye gittiler.

Hâlid bin Velid, kardeşine uğrayıp niyetlerini açıkladı. O da, durumu Resûlullah (S.A.V.) Efendimize arzetti. Fahr-i Kâinat (S.A.V.) Efendimiz memnuniyetlerini izhar buyurunca, Huzur-i Sa­adetlerine çıktılar ve İslâm şerefine nail oldular.

Hâlid bin Velid (R.A.), Islâmiyeti kabul ettikten sonra Medi­ne'ye yerleşti. Böylece hicret sevabına da nail olmuş oldu.

Ve Hâlid bin Velid (R.A.), artık, müşriklerin amansız düşmanı ve korkulu rüyası olmuştu.

O, askerdi; sert tabiatlı idi; mütehakkimâne bir edâ ile konu­şurdu... O, İslam'a girdikten sonra da bu vasıfları taşıdı. Ve O, an­cak hak ve hakikat karşısında yumuşar; bunlara teslim olurdu.

Müslüman olduktan sonra katıldığı ilk savaş Mu'te Harbidir.

Bu savaşta, kendisinden önceki komutanlar şehid düşünce, as­ker tarafından komutan seçildi... Orduyu toparladı.... Kahramanca savaştı... Öyle ki, bu savaşta Hâlid bin Velid (R.A.)'in elinde dokuz kılıç kırıldı... Düşman geriletilip zafer kazanıldı. Medîne'ye dönüş­te savaşın bütün safhaları Allah Resulüne arzedildi. Halid bin Ve­lid'in kahramanlıkları ve kırılan kılıçlar, Fahr-i Kâinat (S.A.V.) Efendimize haber verilince, O, Halid bin Velid'e S ey fu İlah yani Allahın-kınından sıynlmış-kıiıcı lakabını verdi.

Ve Hâlid bin Velid , kınından sıyrılmış Allah kılıcı olarak, hep zafer, hep galibiyet peşinde gitti.

Hicrî, 9. yıl... Mekke fethediliyor... Halid bin Velid (R.A.), îslâm ordusunda sağ cenah komutanı... Bütün direnişleri kırıyor.... Başarılan Fahr-i Kâinat (S.A.V.) Efendimize iletilince, O, Hz. Ha-lid'e: "Allah senden razı olsun.** buyuruyor.

Huneyn Gazvesi... Allah Resulü (S.A.V.)'nün beraberinde Hâ­lid bin Velid de ileri atılıyor ve hafif bir yara alıyor.

Hâlid bin Velid (R.A.), Taif muhasarasında komutan.. Ve Tâ-iflilerin gözünü korkutuyor.

Tebük Gazvesinde; Devmetü'l-Cendel kabilesi reisi Ukaydır bin Abdülmelik üzerine gönderilen seriyyenin komutanı da Hâlid bin Velid (R.A.)... O kabile reisini esir edip, Fahr-i Kâinat (S.A.V.) Efen­dimizin huzurlarına getiriyor.

Hicrî 9. yıl... Benî Huzeyme üzerine yapılan sefer.. Ve komu­tan yine Hâlid bin Velid (R.A.)... Bu sefer, yanlışlıkla, BenîHuzey-me'den bazıları katlediliyor... Ve Peygamber (S.A.V.) Efendimiz mü­teessir oluyor.. Katledilenlerin diyetleri verilerek, Benî Huzeyme'li-lerin gönülleri alınıyor ve böylece bu hatâ düzeltiliyor.

Hicrî 10. yıl... Hâlid bin Velid (R.A.), Necran üzerine giden seriyyenin komutanı... Bu sefer, iyilikle yola getirmek me'mûriye-tinde... O da, Peygamber (S.A.V.) Efendimizin bu emrini güzel ted­bir ve ikna yolunu kullanarak yerine getiriyor ve Benî Abdülmed-dan Necrânî kabîlesi müslüman oluyor.

Aym yıl... Allah Resulü (S.A.V.), Hz. Ali ve Hz. Halid'i bir miktar askerle, İslâm Da'vetcisi olarak Yemen'e gönderiyor. Yemen­liler başlangıçta da'veti kabul etmeyip direniyorlar ve savaş çıkıyor. Sonradan Yemenliler müslümanhğı  kabul ediyorlar ve mes'ele halloluyor.

Yine hicrî 10. yıl... Halid bin Velid (R.A.), bir seriyye ile, Ku-reyş ve Kinâne'nin Uzza nâmındaki puthânesinin bulunduğu yere gi­diyor ve putlarla birlikte puthâneyi yıkıp dönüyor. Bu, O'nun son seriyye komutanlığı...

Fahr-i Kâinat (S.A.V.) Efendimiz irtihâl ediyorlar... Hz. Ebû Bekir (R.A.) halîfe... İrtidad olayları başlıyor... yani, topluca İslâm'­dan çıkmalar oluyor... Ve yalancı peygamberler türüyor...

Halife Hz. Ebû Bekir (R.A.), Halid bin Velid (R.A.)'i bir or­duyu komutan ediyor ve yalancı peygamber Tüleyha bin Huveylid üzerine gönderiyor... Hz. Hâlid onu, avânesi ile birlikte katlettikten sonra Benî Temim üzerine yürüyor ve orada türeyen yalancı peygam­ber Ayniye bin Husayn ve etrafındaküeri der-dest edip Medine'ye getiriyor.

Bundan sonra Hz. Halid, daha önce üzerine gönderilen İslâm kuvvetlerini mağlup etmiş olan, yalancı peygamber Müseylemetü'l-Kezzâb üzerine gönderiliyor. Hicrî 13. yılında yapılan kanlı bir sa­vaş sonunda Hz. Hâlid, O'nu ve ordusunu da mağlup ederek kılıç­tan geçiriyor.

Yalancı Peygamberleri susturan Halid bin Velid (R.A.), bun­dan sonra, Halife Hz. Ebû Bekir (R.A.) tarafından bir orduya ko­mutan tâyin edilip Irak tarafına gönderiliyor.

Hicrî 13. yılda Hire*yi fethediyor ve Fırat havalesine hâkim oluyor.

Firaz denilen yerde Bizanslıları mağlup etti. Anbar Şehrini sulh yolu ile teslim aldı. Ve yavaş yavaş bütün Suriye'yi işgale başladı.

Bu sırada, Hz. Ebû Bekir (R.A.) vefat etmiş ve Hz. Ömer (R.A.) hilâfet makamına geçmişti. Hz. Ömer (R.A.),,Hz. Hâlid'i baş­komutanlıktan azletmiş ve yerine Ebû Ubeyde bin Cerrah (R.A.)'ı tâyin etmişti. Hz. Hâlid (R.A.), yine bu ordunun bir cenahının ko­mutanı idi.

Hz. Hâlid bin Velid (R.A.), başkomutanlığı sırasında, Ecâ-din'de toplanan Bizans ordusunu mağlup etmişti. Buradan itibaren başkomutanlığa aşere-i mübeşşereden Ebû Ubeyde getirildi. Ve Şam'a doğru yöneldi. Önüne çıkan Haderda, Erk, Suva', Havarin, Kasm, Merc ve Rahit şehirlerini de ele geçirerek Busra'ya ulaştı. Buradan da hareket ederek Şam'ı muhasara etti.

Recep (hicrî) 15 yılında (milâdî 20 Ağustos 636), Suriye'deki İslâm orduları, Yermük'te, Bizans orduları ile karşılaştı. Bu savaşta Hz. Hâlid bin Velid (R.A.) İslâm ordularmdaki süvarilerin komuta­nı idi. Ancak bütün ordunun hareket plânını Ebû ubeyde bin Cer­rah (R.A.)'in emri ile Hz. Hâlid bin Velid hazırladı.

Kanlı ve çetin bir savaştan sonra Bizans ordusu mağlup edildi. Bu zaferle, İslâm ordusunun önünde bir engel kalmamış oldu. Hz. Hâlid bin Velid (R.A.), kendi kuvvetleri ile Humus şehrini fethetti ve buradan da Kmnesrin şehrine yürüdü. Karşısına çıkan Bizans or­dusunu yenerek, bu şehri de aldı.

Savaş meydanlarının bu cesur ve mehâretli komutanı hicri 21 yılında hastalanmıştı. Hastalandığında, hep üzülüyor ve: "Bunca sa­vaşlarda bulunduğu ve bu kadar yaralar aldığı hâlde, hiç bir savaş­ta, hiç bir yara sebebiyle vefat etmeyip, sonunda yatakta öldüğüne kederlendiğini" söylüyor.

Bu  büyük kahraman,   atını  ve  silahlarını AUah  yolunda vakfetmiştir.

Allah'ın kınından sıyrılmış kılıcı Hâlid bin Velid (R.A.) haz­retleri, hicrî 21 (milâdî 642) yılında Humus'ta (bir rivayete görede Medîne-i Münevvre'de) vefat etmiştir.

Ve O'nun vefatı, başta Hz. Ömer (R.A.) olmak üzere, bütün müslümanları mahzun etmiş ve kedere boğmuştur.

O büyük kahraman, hastalığında kendisinini ziyarete gelenle­re, ağlıyarak:

—Elli altı savaşa girdim. Hepsinde de abdestli olarak bulundum. Niyetim, bu savaşlarda şehid olmaktı. Cenâb-ı Hak, bana şehâdeti nasip etmedi. Bunun için ağlıyorum.." diyordu.

Bütün ömrünü savaş meydanlarında geçiren bu büyük kahra­man sahâbî, Allah Resulünün huzurunda kalmak için fazla vakit bu­lamamış ve Ondan fazla hadîs-i şerîf rivayet etmemiştir.

Ancak O, savaş meydanında bile Kur'an-ı Kerîm öğrenmiş ve hükmü ile amel etmiştir.

Hz. Halid bin Velid (R.A.), Peygamber (S.A.V/) Efendimizden 18 Hadîs-i şerîf rivayet etmiştir.

Halid bin Velid (R.A.)'den hadîs-i şerîf nakledenler arasında İbni Abbas, Câbir, Ebû Ümâme gibi ashabı kiramın seçkinleri ile Kus  bin  Ebî Hâzim ve Ebû Vâil  gibi  tâbiîin  ileri  gelenleri bulunmaktadır.

Hâlid bin Velid (R.A,)'den rivayet olunan Hadîs-i Şerîfler Bu-hârî ve Müslim'in Sahıyhleri ile Tirmizî ve îbni Mâce'nin Sünenle-rinde mevcutur. [191]

 

Hamevi Ahmed

 

Ahmed İbni Muhammed el-Hariefî el-Hamevî, fukahâdan bir zattır.

Ahmed Hamevî, hicrî 1098 (milâdî 1687) tarihinde vefat etmiştir. [192]

 

Eseri

 

Ahmet Hamevî merhum, îbni Nüceym'in Eşbâh ?e Nezâir isim­li kitabına Gamzfi Uyûni'l-Besâir alâ Mehâsini'I-Eşbâhi ve'n-Nezâir adı ile çok kıymetli bir şerh yazmıştır. [193]

 

Hâmid Efendi

 

Hâmid Efendi,  Yenişehir Kadısı Muhammed Efendı'nm oğludur.

Hâmid Efendi Konyalıdır. Ve hicrî 900 (milâdî 1494) yılında doğmuştur.

Hâmid Efendi, Bursa ve istanbul'da ilim tahsil ettikten son­ra, birçok medreselerde müderrislik yapmıştır.

Daha sonra, Manisa, Müftülüğü, Şeyhzâde muallimliği, Şam, Mısır ve İstanbul Kadılıklarında bulunmuş olan Hâmid Efendi, 964 (milâdî 1556) yılında Rumeli Kazaskeri olmuştur.

Şeyhu'l-İslâm Çivizâde Muhyiddin Efendinin önceleri talebe­si, bilâhare de damadı olan Hâmid Efendi, hicrî 982 (milâdî 1574) yılında, —Ebû's-Suûd Efendinin vefatı ile boşalan— Seyhu'l-İslâm'hk makamına tâyin edilmiştir.

Üç yıl üç ay, Şeyhu'l-İslâmlık makamını liyâkat ve başarı ile idare eden Hâmid efendi hicrî 985 (milâdî 1577) yılında vefat etmiş ve Eyûb Sultan civarında defnedilmiştir. [194]

 

Eseri

 

Şeyhu'l-Islâm Hâmid Efendi'nin, Fetâvâyi Hâmiddiyye adında dört ciltlik çok kıymetli bir eseri vardır.

Bu kıymetli eser, İbni Âbidîn tarafından eUJkudumyye fi-Tenkihi'l-Feîâvâyi'l-Hâmiddiyye adı ile telhıys edilmiştir. [195]

 

Hammad İbni Ebî Hanîfe

 

Hammâd İbni Nu'man, İmâm-i A'zam Ebû Hanîfe (R.A.)'nin oğludur. Ve büyükbir fakıyh, verâ sahibi bir âlimdir.

Hammâd bin Nu'man hazretleri, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) ta­bakasında bir fakıyhtir.

Hammâd îbni Ebî Hanîfe, resmî görev de almış ye Kûfe'de kadılık yapmıştır.

Hammâd bin Nu'man, hicrî 176 (milâdî 793) senesinde vefat etmiştir.

Hammâd bin Nu'man'ın oğlu (yani İmâm-ı A'zam Ebû Ha-nîfe'nin torunu) İsmail de fukahâdan bir zâttır ve Basra'da kadılık yapmıştır. [196]

 

Hammâd İbni Ebî Süleyman

 

Hammâd İbni Ebî Süleyman (R.A.), tabiînin büyüklerinden, meşhur bir fıkıh âlimidir.  Ve İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe'nin hocasıdır.

Künyesi: Ebû İsmail'dir.

Hammâd İbni Ebî Süleyman hazretlerinin doğum tarihi belli değildir. Hicrî 120 (milâdî 746) tarihinde vefat etmiştir. Kendisi Kû­fe'de yaşamıştır.

Hammâd Ibni Ebî Süleyman, fıkıh ilmini Enes İbni Mâlik (R.A.)'den tahsil etti.

Hammâd îbni Ebî Süleyman, ayrıca, Enes Ibni Mâlik, Zeyd îbni Vehb, Saîd îbni Müseyyeb, Said îbni Cübeyr, Ikrime, Ebî Vâil ve ibrahim Nehâî gibi, sahabe ve tâbîlerden hadîs-i şerîf dinlemiş ve rivayet etmiştir.

Hammâd İbni Ebî Süleyman hazretlerinden hadîs-i şerîf din­leyip rivayet eden ve O'ndan ilim tahsil eden zevatın bir kısmı ise şunlardır:

Oğlu İsmail Ibni Hammâd,' Âsim el-Ahvel, Şu'be Süfyân-ı Sev-rî, Hammâd Ibni Seleme, Mis'ar İbni Kedâm, İmâm Ebû Hanîfe, Hâkim İbni Uteybe...

Hammâd İbni Ebî Süleyman hazretlerinin rivayet ettiği hadis-i şerifler, kütüb-ü sitte'de —Buharı hâriç— mevcuttur. Ayrıca, İmâm Buhârî hazretlerinin Edebii't-Müfred adlı hadis kitabında da yer almıştır. [197]

 

Hammâd Ve Fıkıh İlmi

 

Hammâd îbni Ebî Süleyman, özellikle fıkıh ilminde çok meş­hur olan bir âlimdir.

Hammâd İbni Ebî Süleyman, fıkıh ilmini bir çok zevattan din­ledi. Ancak, bu ilimde, O'nun hocası îbrâhim Nehâi'dir.

İbrahim Nehâî de, Alkame bin Kays'tan, o da Abdullah îbnü Mes'ûd (R.A.)'dan fıkıh tahsil etmiştir.

Abdullah İbni Mes'ûd (R.A.) da, ilmi, doğrudan doğruya Pey­gamber (S.A.V.) Efendimizden Öğrenmiştir.

Hammâd îbni Ebî Süleyman, hocalarının naklettiği ilimleri iyice öğrendikten sonra, uzun müddet ders vermiş ve çok sayıda kıy­metli âlim yetiştirmiştir.

Hammâd'ın yetiştirdiği en büyük âlim olan îmâm EbÛ Hanî­fe 28 sene onun derslerine devam etmiş ve ilimde pek az kimsenin ulaşabileceği bir dereceye yükselmiştir. Bu hâl ise, bütün islâm âle­minde, hem o zaman, hem de daha sonraları müslümanların itikâdî ve amelî bilgileri öğrenmeleri ve buna göre amel etmeleri hususunda büyük bir rahmet olmuştur.

Hammâd Ibni Ebî Süleyman hazretleri ticâretle iştigal eder­di. Başörtüsü satardı. Ve her gün, kendisine kâfî gelecek miktarı ka­zanınca, ticari eşyasını toplayarak, pazar yerini terkederdi.

Hammâd îbni Ebî Süleyman (R.A.) hazretleri, çok cömert bir zât idi; daima fakirleri kollar, gözetir ve tasaddukta bulunurdu.

Her sene Ramazân-ı Şerifte elli fakiri besler ve onlara bayram günü yeni elbiseler giydirirdi. Ayrıca, yüzer dirhem de harçlık verirdi.

Hammâd İbni Ebî Süleyman, âbid ve zâhid bir zât idi. Kur'ân-ı Kerim okurken göz yaşlan dökerdi.

Torunu şöyle anlatıyor:

—"Dedem Hammâd'ın odasında okuduğu Kur'ân-ı Kerîminin sayfalarının göz yaşlarıyla ıslandığını çok gördüm." [198]

 

Hammâd İbni Seleme

 

Hammâd İbni Seleme, Basra'n bir fakıyhtir.

Ibni Seleme, hicrî 167 (milâdî 784) tarihinde vefat etmiştir.

Hammâd Ibni Seleme, a'mâ idi.

Ubeydullah İbnü'l-Hasan şöyle demiştir:

—ilim sahibi olmak isterseniz, onu iki a'mâdan alınız ki, bun­lardan biri Hammâd İbni Zeyd, diğeri ise Hammâd İbni Seleme'dir. [199]

 

Hammâd İbni Zeyd

 

Hammadlbni Zeyd, ilmî kudreti büyük, Basra'lı bir âlimdir. Künyesi: Ebû İsmail'dir.

Hammad İbni Zeyd; Muhammed îbni Sîrin, Amr Ibni Dînâr ve diğer bazı, âlimlerden, ilim tahsil etmiştir.

Kendisinin yetiştirdiği fakıyler arasında da, Sevrî, İbni Uyeyne ve İbni Mübarek gibi bazı büyük fakıyhler sayılabilir.

Hammad İbni Zeyd, zamanında Basra'nın imâmı idi. Kendi­si sika bir zattır.

Hammad İbni Zeyd, hicrî 98 (milâdî 717) tarihinde doğmuş ve hicrî 179 (milâdî 796) tarihinde, Basra'da vefat etmiştir. [200]

 

Hârice İbni Zeyd El-Ensarî

 

Hârice İbni Zeyd el-Ensârî tabiînin büyüklerinden fakıyh bîr zattır.

Harîce, sahâbe-i kiramdan Zeyd îbni Sâbit'in oğludur. Künyesi: Ebû Zeyd'dir.

Hârice İbni Zeyd hazretleri hicrî 30 (milâdî 651) yılında Medîne-i Münevvere'd doğmuş ve hicrî 100 (milâdî 719) yılında, — yetmiş yaşında olduğu hâlde— Ömer İbni Abdülaziz zamanında, yi­ne Medîne-i Münevvre'de vefat etmiştir.

Hârice İbni Zeyd, Medîne-i Münevvere'deki fukahâ-i seb'a'-dan (= yani yedi büyük fakıyh'ten) biridir.

Hârice İbni Zeyd hazretleri, hadîs sahasında da büyük bir âlimdir.

İbni Sa'd şöyle demiştir:

—"Hârice İbni Zeyd, sika ve çok hadîs rivayet eden bir zâttır."

Hârice İbni Zeyd hazretlerinin kendisinden hadis rivayet etti-ği zevat şunlardır.

Babası Zeyd İbni Sabit, amcası Yezid, Üsâme İbni Zeyd İbni Sabit, Sehl İbni Sa'd, Abdurrahman İbni Ebî Umre ve annesi Üm-mü Sa'd...

Hârice İbni Zeyd hazretlerinden hadîs-i şerîf rivayet eden zâtla­rın bir kısmı da şunlardır:

Oğlu Süleyman, Saîd İbni Süleyman îbni Zeyd îbni Sabit, Kays İbni Sa'd îbni Zeyd, Abdullah İbni Amr İbni Osman îbni Affan, Oğlu Muhammed İbnü Abdullah, Zührî, Osman İbni Hâkim..

Hârice İbni Zeyd, âlim olduğu kadar da âbid bir zât idi. Ve o, çoğu kez uzleti (= yalnızlığı) tercih ederdi.

Hârice İbni Zeyd hazretlerinin mevsuk ve ilimde kudret sahi­bi olduğunda ittifak vardır. [201]

 

Hâris-i Muhasibi

 

Hâris-i Muhasibi, zahir ve batin ilimlerini nefsinde cem etmiş, arif bir zâttır.

İsmi: Haris bin Esed el-Bağdâdî, künyesi: Ebû Abdullah'tır. Nefsini muhasebe etme hususunda ziyâde dikkatii ve gayretli ol­duğu için Muhasibi nisbetini almıştır.

Hâris-i Muhasibi, Bağdad'da yaşamıştır.

Hâris-i Muhasibi, Merhumun tasavvufa, kelâma, mutezileyi redde ve diğer ilimlere dair iki yüz kadar eseri vardır.

Hâris-i Muhasibi, zamanında hadîs, kelâm, fıkıh ve tasavvufta imâmü'l-miislimîn sayılmaktadır.

Hâris-i Muhasibî hazretleri, Yezid bin Harun'dan ve O'nun tabakasında bulunan hadis ricalinden hadîs-i şerîf dinlemiş ve riva­yet etmiştir.

Kendisinden de Ebû'l-Abbas bin Mesrûk ve Cüneyd-i Bağdadî gibi zâtlar rivayette bulunmuştur.

Hâris-i Muhasibi, îmâm Şafiî hazretleri ile aynı asırda yaşa­mıştır. Kendisinin de şâfiiyyü'l-mezhep olduğu kaydedilmektedir.

Hâris-i Muhasibî'nin doğum tarihi kesin olarak bilinmemek­tedir. Vefat tarihleri ise hicrî 243 (milâdî 897) tarihine rastlamakta­dır. Hâris-i Muhasibi, Bağdad'da, —İmâm Ahmed bin Hanbel (R.A.)'in vefatından iki yol sonra— vefat etmiştir.

Hâris-i Muhasibî'nin rivayet ettiği hadis-i şeriflerden: Ebû'd-Derdâ (R.A.) hazretleri, Rasûlullah (S.A.V.) Efendimi­zin şöyle buyurduğunu haber verdi:

—"(Kıyamet gününde) Mizanda en ağır gelecek olan şey, güzel ahlâktır."

Hâris-i Muhasibi, pek fakirane ve zâhidâne yaşar; dünyanın varına-yoğuna iltifat etmezdi. Onun pek arifane ve hakimane sözle­ri vardır.

Bunlardan bazılarını buraya alıyoruz:

"Kim cennetliklerden olmayı isterse, sâlih kimselerle beraber olsun."

"Sadık (= doğru) bir kimse, halk kendisine iltifat etmedi di­ye üzülmez."

"Kulluk, insamn acizliğini idrak etmesidir."

"Kanaatkar bir kimse, aç bile olsa; onun gönlü zengindir.**

"Malı ve mülkü ne kadar fazla olursa olsun, o, yine fakirdir."

"İlmin neticesi, Allahu Teâla'dan korkmak; zühdün neticesi, rahatlık; ma'rifetin neticesi, Allahu Teâlâ'ya dönüştür."

"İlim sahipleri, Allahu Teâlâ'dan daha çok korkar.

Zühd, insamn kalbini dünya sıkıntılarından uzak tutar. Allahu Teâlâ'nın yüceliğini ve büyüklüğünü tanımak, teıfce et­meyi temin eder."

"İlmiyle takvasını, ameliyle basiretini ve akliyle ma'rifetîni ar­tıran kimsenin izinden yürü."

"Eziyetlere katlanmak, kızmamak, güler yüzlü ve tatlı sözlü olmak güzel ahlâktandır,"

"Taatın aslı, verâdır. (= Şüpheli şeylerden sakınmaktır) Ve-ranın aslı takvadır. Takvanın aslı, nefsi yaptıklarından hesaba çek­mektir. Nefsi hesaba çekmenin aslı, Allah'ın rahmetinden ümidli olup, azabından korkmaktır. Ümid ile korkunun aslı, dünyada iyi feler ya­pıldığı zaman, bunlara karşı mükâfat verileceğinin; kötü işlet yapıl­dığı zaman ise, azap yapılacağının bilinmesi; bunun da aslı, iyilik yapıldığı zaman mükâfatın* kötülük yapıldığı zaman da cezasının bü­yük olduğunu bilmektir. Bunun da aslı tefekkür ve ibret almaktır."

"Her şeyin bir cevheri, özü vardır. İnsanın cevteri de akıldır. Aklın cevheri ise sabırdır.

Kim Allahu Teâlâ'nın verdiği nimetlere şükretmezse» o, nime­tin elinden alınmasını istemiş olur."

"Gayretini, başkasının ayıplarını aramakta değil, kendi nef­sini ıslah etmek için harca."

"İnsan, nefsiyle mücâdele edip, onun arzu ve isteklerine mâ­ni olmalıdır,"

Günâhlar gaflet getirir, gaflet ise kalbin katılaşmasına sebep olur. Kalbin katılaşması da, insanı Allahu Teâlâ'dan uzaklaştırır. Al-Iahu Teâlâ'dan uzaklık ise, Cehenneme götürür."

"Her hâlin esası doğruluk ve ihlâstır. Doğruluktan; sabır, ka­naat, zühd, rızâ ve ünsiyet doğar. îhlastan ise; korku, sevgi ve haya doğar,"

"Tâatını günâha, ilmini cehalete ve dinini dünyaya tercih et­meyen akıl aldatıcıdır."

"Haya, Allahu Teâlâ'nm beğenmediği kötü huylardan vaz geçmektir"

"Namazını, artık dünyadan aynhyormuş gibi kıl." [202]

 

Eserleri

 

Hâris-i Muhasibi (R.A.) hazretlerinin zamanımıza kadar ula­şan eserlerinden bazıları şunlardır:

1-) Âdâbü'n-Nüfûs.

2-) ŞerhıTI-Ma'rifet

3-) el-Menâzil fi z-Zühd

4-) el-Ba's ve'n-Nöşûr

5-) er-Riâye li-Hukuk Allah Azze ve CeHe.

6-) el-Hahet ve't-Tenekkul fî'f-îbâdet

7-) Muâtebeiü'n-Nefs

8-) Risâlelü'l-Müsterşidîn[203]

 

Ebû Vâit Şakik

 

Ebû Şakik, İbni Seleme el-Esedî tabiînin ileri gelenlerinden fakıyh, zahit ve Sika bir zâttır. Ebû Vâil Şakîk Kûfe'lidir. Kendisi, Bi'seti Nebeviyye (= Hz. Muhammede, Peygamberlik verilmesi) esnasında on yaşında bulunuyormuş; ancak, Peygamber (S.A.V.) Efendimiz hayatta iken müslümanlığı kabul edip, sahabe olma şerefine nail olamamıştır.

Ebû Vâil Şakîk hazretleri bir çok sahâbe-i kiram ile görüşmüş ve bunlardan hadis-i şerif rivayetinde bulunmuştur.

Ebû Vâil Şakîk hazretlerinden de Şa'bî, A'meş ve Âsımü'l-Ahmet gibi pek çok meşhur zatlar rivayette bulunmuştur.

Ebû Vâil Şakîk hazretlerinin, akâid ve mevâiz hususunda pek meşhur sözleri vardır.

Ebû Vâü Şakîk, hicrî 89 (milâdî 708) yılında vefat etmiştir. [204]

 

Hasanı Basrî

 

Hasan-ı Basrî (R.A. = Rahmetullahı aleyh), tabiînin büyük­lerinden, âlim, fakıyh, zâhid ve mücâhid bir zattır.

îsmi: Hasan bin Ebî'l-Hasan Yesar el-Ensârî; künyesi: Ebû Sa-îd; nisbesi: Basrî'dir.

Hasan-ı Basrî (R.A.), hicrî 21 (milâdî 641) yılında Medîne-i Münevvere'de dünyaya geldi.

Babası, ashâb-ı kiramdan Zeyd bin Sabit (R.A.)'in azadlısı Ca'fer'dir.

Annesi  Hayre de,  Ümmü'İ-Mü'minîn Hz.  Ümmü  Seleme (R.A.)'nin cariyesi idi.

Babasının ve annesinin, Hasan-ı Basrî doğunca azad edildikleri rivayet edilmektedir.

Ümmü Seleme (R.A.)'nin evine giderek, onun hizmetini gören Hayre, oraya, oğlu Hasan-ı Basrî'yi de götürüyor ve o, bir iş için dışarı çıktığında, küçük Hasan'ı Peygamber Zevcesi Ümmü Seleme annemiz bağrına basıp, O'na dua ediyordu. Böylece Hasan-ı Basrî, büyük bir berekete ve bu bereket sayesinde de nice nimetlere nail olmuştur.

Hasan-ı Basrî hazretleri Medine'de bulunduğu sırada arabca-yı iyice öğrendi ve on iki-on üç yaşlarında iken de Kur'ân-ı Kerimi ezberledi.

Hasan-rBasrî, Medine'de bir çok önemli olaylara şahit oldu, Ashâb-ı Kirâm'ın büyüklerinden Hz. Osman, Hz. Ali, Abdullah 1b-nü Abbas ve daha pek çok sahâbî ile görüştü; onlardan istifâde etti. Medine Mescidinde Hz. Osman (R.A.)'ın hutbelerini dinlerdi

Hasan-ı Basrî hazretleri, on beş yaşından sonra Medîne-i Mü-nevvere'den ayrılıp, Basra'ya gitti ve orada yerleşti.

Ve Basra'da da, ashâb-ı kiramdan îbni Abbas, Enes bin Mâlik, Abdurrahman İbnü Semûre, Semûre bin Cundeb, Iyâd bin Hımâr, Ma'kıl bin Yesar ve Esved bin Seri gibi büyük zâtların ders ve soh­betlerine devam etti.

Hasan-ı Basrî, âlim, fakıyh, emîn, mevsuku' 1-kelîm, melîhü'l-vecih bir zât idi. Hayâtım ilim ve cihâda hasretmişti. Kendisi devri­nin meşhur kahramanlarından biridir.

Hânedân-ı Nübüvvetten aldığı bir feyz ile, kendisinde bir çok kemâlât tecellî etmiştir. Ve O, bâtın ilminin de ileri gelenlerindendir.

Hasan-ı Basrî hazretleri, pek çok sahabeye yetişmiştir. Ken­disi şöyle diyor:

-^"Gazâ için Horasan'a gittiğimiz zaman, ordumuzda, ashâb-ı kiramdan ttç yüz zat bulunuyordu."

Hasan-ı Basrî merhum, Ebû Mûsâ'l-Eş'arî (R.A.)'den Kur'ân-ı Kerîm teallüm etmiştir.

Hasan-ı Basrî, tabiînin ileri gelenlerinden Ebû-1-Âliye ve Fadl bin Iyâd gibi zâtlardan da istifade etmiş ve rivayette bulunmuştur.

Hasan-ı Basrî, —İmâm Zehebî'nin de dediği gibi— bir allâ-me ve bir mütebahhirdir; fakıyhu'n-nefs ve belîğu'l-mev'izedir.

Bazı rivayetler arasında tedlîs eseri görülür. Meselâ Hz. Ali (R.A.)'den nakledilen bir hadîs-i şerîf rivayet ederken, O'nun ismi­ni zikretmezdi. Kendisine bunun sebebi sorulunca:

—"Haccâc gibi bir zâlim halkın başına musallat iken, ben, Hz. Ali'den nasıl hadis rivayet edebilirim." cevabını vermiştir.

Hasan-ı Basrî, gayet belîğ ve hakimane bir tarzda va'z-u nasî-hatte bulunurdu. O, defalarca Hz. Osman (R.A.)'ın hutbelerini dinlemiştir.

Hz. Ali'ye biat edildiğinde, Hasan-ı Basrî henüz on beş yaşında bulunuyordu. O'nu sadece Medine'de görmüş, daha sonra Basra ve Kûfe'ye gitmiş olan Hz. Ali'ye mülâkî olamamıştır.

Hasan-ı Basrî hazretleri, bir aralık Mekke-i Mükerreme'ye git­mişti. Halk başına toplanmış, O'nun rivayet ettiği hadîs-i şerifleri dinliyordu, dinleyenler arasında Tavus, Atâ ve Mücâhid gibi büyük âlim ve muhaddisler de bulunuyordu. Herkes, bu kudretli âlimin li­yâkatine hayret etmiş ve: "Bu zâtın bir misli görülmemiştir." deme­ye mecbur olmuştu.

Hasan-ı Basrî, Hz. Muâviye devrinde Horasan Valisi bulunan Rebî bin Ziyâd'a kâtiplik görevi de yapmıştır.

Ömer bin Abdülaziz, hilâfet makamına geçtiği zaman, Hasan-ı Basrî'ye mektup yazarak, "kendisine yardım edecek kimseleri tavsi­ye etmesini" rica etmişti. Hasan-ı Basrî, O'na şu mealde bir cevap verdi:

—"Zamane insanlarını sen istemezsin; âhiret erleri de seni iste­mezler. O hâlde, yardımı Allahu Teâlâ'dan iste."

Velhâsıl, Hasan-ı Basrî hazretleri, bu ümmetin büyüklerinden-dir ve emsali az bulunabilen bir zâttır.

İlmî üstünlüğü kadar zühd ve takvası ile de meşhur olan Hasan-ı Basrî hazretlerinin pek çok menkîbesi, asırlardan beri söylenegelnıektedir. [205]

 

Eserleri

 

Hasan-ı Basrî merhumdan rivayet edilen pek kıymetli eserler vardır. Başhcaları da şunlardır:

1-) Tefsîru'l-Hasani'l-Basrî

Hasan-ı Basrî merhum, bu tefsîrini rivayet tarîki ile yazmıştır. Bu kıymetli eserin tamamı bir kitap hâlinde bulunamamışsa da, bir­çok tefsir kitaplarında Hasan-ı Basrî'den rivayetler vardır.

2-) Kitâbü'l-Hasen İbni Ebî'l-Hasen fi'l-Aded. Bu eser, Kur'an-ı Kerîm ayetlerinin adedi ile ilgilidir.

3-) Risale fi-Fazli Haremi'!-Mekketi'l-Mükerreme. Bu eser, Mekkei-i Mükerreme'nin faziletlerini beyân etmektedir.

4-) Risale Abdi'I-Melik İbni Mervan ilâ Hasanı'I-Basrî ve Cevâbikî Bu risale, Halife Abdülmelik'e hitaben yazılmıştır.

5-) Risale Erbaa ve Hamsın Fariza Bu, elli dört farzla ilgili bir risaledir.

6-) İmân'da Aranacak Elli Fazilet

7-) el-İstiğfârelü'l-Munkıze Mine'n-Nâr Bu eser de tevbe hakkındadır. [206]

 

Hasan İbni Salih

 

Hasan ibni Salih, tebe-i tabiînin ileri gelenlerinden büyük bir fakıyh, sika bir muhaddis ve âbid bir zat idi.

Künyesi: Ebû Abdullah'tır, Hemedanhdır.

Hasan îbni Salih, mezhebi mürikati olmuş raüctehidlerden sayılmaktadır.

Hasan İbni Salih hazretleri, hicrî 100 (milâdî 718) tarihinde doğmuş ve 199 tarihinde vefat etmiştir.

Hasan îbni Salih'in rivayet ettiği hadîs-i şerîfler, — Buharı hariç— kütüb-ü sittede yer almaktadır.

Hasan îbni Salih hazretleri; babasından ve Ebû îshâk, Arar îbni Dıhâr, Âsim el-Ahvel, Abdullah İbni Muhammed İbni Akîl, Ab-dtilaziz İbni Refi, Muhammed ibni Amr îbni Aîkame, Saîd ibni Ebî Urve ve diğer bazı zâtlardan hadîs-i şerîf rivayet etmiştir.

Hasan ibni Salih'ten hadîs rivayet edenlerden bir kısmı ise şunlardır:

İbni Mübarek Humeyd İbni Abdurrahman er-Rewâsî, Veki İbni Cerrah... [207]

 

Hasan İbni Ziyâd

 

Hasan İbni Ziyâd, İmâm-i A'zam Ebû Hanîfe (R.A.)'nin ka­villerini nakleden büyük bir hanefî fakıyhjdir.

ismi: Hasan îbni Ziyâd; künyesi: Ebû Ali; nisbesi: el-Kûfi; la­kabı ise: el-Lü'lüî'dir. Bu lakap, kendisine inci ticâreti ile uğraştığı için verilmiştir.

Hasan  İbni  Ziyâd  (R.A.),   İmâm-ı  A'zamın  yetiştirdiği müetehidlerdendir.

Hasan İbni Ziyâd, aslen Medînelidir ve ensânn soyundandır. Hicrî 116 (milâdî 734) yılında Kûfe'de doğmuş ve 204 (milâdî 819) yılında, aynı yerde vefat etmiştir.

Hasan İbni Ziyâd (R.A. = Rahmetullahi aleyh), Kûfe'de bir müddet (hicri 194 de) kadılık yapmıştır.

Hasan İbni Ziyâd'm hafızası çok kuvvetli idi ve îmâm-ı A'-zam Ebû Hanîfe (R.A.)'nin rivayet ve kavillerini ezberlemişti.

Hasan İbni Ziyâd (R.A.), bazı mes'elelerde, İmâm Ebû Yû­suf (R.A.)'a muhalefet etmiştir.

Hasan İbni Ziyâd (R.A.) hazreteri, ömrü boyunca ilimle işti­gal etmiş ve pek çok talebe yetiştirmiştir. Ondan ilim tahsil eden meş­hur zatların bir kısmı şunlardır:

Muhammed İbni Semâ'a el-Kâdî, Muhammed İbni Şücâ es-Selcî, Şuayb İbni Eyyûb, Ali Râzî, Hassaf'ın babası Ömer İbni Müheyr...

İmam-ı A'zam'dan fıkıh ve hadîs, îbni Cüreyc'ten de hadîs öğrenip rivayet eden Hasan İbni Ziyâd (R.A.) hazretleri şöyle diyor:

"İbni Cüreyc'ten on iki bin hadîs işittim. Bunların hepsine de fıkıh âlimleri muhtaçtır.

Hasan tbni Ziyâd (R.A.), müctehid fi'1-mezhebtir.

İbni-Abîdin'in 1. cildinde şöyle denilmektedir:

"Müftü ve hâkim, İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe'nin kavline uy­gun olarak hüküm ve fetva verir. Onun sözünde, aradığı mes'eleyi açık bir şekilde bulamazsa, İmâm Ebû Yûsuf'un kavlini alır. Onun kavillerinde de bulamazsa, İmâm Muhammed eş-Şeybânî'nin kavli­ni alır. Ondan sonra İmâm Züfer'in, daha sonra da Hasan İbni Zi-yâd'ın kavlini alır."

Yahya İbni Âdem şöyle diyor:

—"Hasan İbni Ziyâd'dan daha fakıyh bir kimse görmedim."

Ahmed îbni Abdülhamid el-Hârisi şöyle diyor:

—"Hasan İbni Ziyâd'dan daha güzel huylusunu görmedim."

Hasan İbni Ziyâd'm torunu Muhammed şöyle anlatıyor: —"Dedem, bir mes'elede yanılmıştı. O zaman, hemen bir adam tutup, ona: "Hasan, filan gün, filan mes'elede hatâ etti." diye ba­ğırttı. Ve bundan sonra, uzun bir müddet fetva vermedi. Ve hatta, o soruyu soran kimse gelip, ona bu mes'elede yanıldığını söyleyince-ye kadar, talebelerine ders de vermedi."

Hasır îbni Yahya şöyle diyor:

—"İmâm Hasan, gecesini ve gündüzünü taksim etmişti: Önce, sabah namazını kılar; sonra, fürû' mes'elelerini okumaya başlardı. Bu hâl, kuşluk vaktine kadar devam ederdi. Sonra, evine gider ve bazı işlerini görürdü. Öğleye kadar işleri ve evi ile meşgul olurdu. Sonra, öğle namazına çıkar ve namazdan sonra, ikindiye kadar, su­alleri cevaplandırırdı. İkindiyi kıldıktan sonra, fıkıh usûlü ilmini öğ­retir ve münazara ederlerdi. Bu, akşama kadar devam ederdi. Akşa­mı kıldıktan sonra evine dönerdi. Sonra evinden çıkıp, mescidde zor ve karışık mes'eleleri söyler ve bunları çözerdi. Bu hâl de, yatsıya kadar devam ederdi. Yatsı namazını kılınca, çeşitli mes'eleler hak­kında konuşur; tavsiye ve nasihatlarde bulunurdu. Bu işe de, gece­nin üçte biri geçinceye kadar devam ederdi. İlmî mes'eleler hakkın­da konuşmaktan asla yorulmazdı. £n güzel suâl soran insanlardan biri idi.

Nitekim, kendisi de şöyle diyor:

—"Evimde, kırk sene yatmadım. Geceleri, her zaman önümde kandil yanardı." [208]

 

Eserleri

 

İmâm Hasan İbni Ziyâd (R.A.), pek çok eserler telif etmiştir. Bunlardan bazıları şunlardır:

1-) Edebül-Kâdî

2-) Kitâbü'l-Hisâl

3-) Kitâbü'n-Nafakât

4-) Kitâbü'l-Ferâiz

5-) Kitâbü'I-Vesâyâ

6-) Muharrer

7-) Meâni'l-Eymân[209]

 

Hassâf

 

Ebû Bekiri'l-Hassâf Ahmed bin Ömer, meşhur bir hanefî fakıyhıdir.

İmâm Hassâf, fâzıl, muhasib, arif bir âlimdir.

Şemsü'l-Eimme Halvânî şöyle diyor:

—"Hassâf, illim sahasında büyük bir kişidir, kendisine iktidâ sahih olan kimselerdendir."

Hassâf, halîfe Mühtedî için, Kitâbü'l-Harâc'ı tasnif etmişti. Mühtedî öldürülünce, Hassâf'in eşyalarından bir kısmı da yağma edil­miş ve bu yağma esnasında kitaplarının bir kısmı zayi olmuştur. [210]

 

Eserleri

 

İmâm Hassâf'ın çok sayıda telifâtı vardır. Başhcalan şunlardır:

1-)  Kitâbü'l-Hıyel

2-)  Kilâbü'l-Vesâyâ

3-) Kitâba'ş-Şvâtü'I-Kebîr

4-) Kitâbu'ş-Şv&tu's-Sağîr

5-) KilâbıiT-Reda

6-) Kilâbul-Mehadır ve's-Siciüât

Bazı Meşhur Fatihler

7-) Küâbe'n-Nafakât ak'1-Ekarib

8-) Kföbu's-Ssjpr ve Abkamihi

9-) Kilâbu'l-Harâc

10-) Kitâbu'l-MeDâsik

11-) Kitâbu Âdibi'l-Kâdî

Hassâf'ın Edebu'l-Kâdî adlı eserine pek çok şerhler yapılmıştır. Bunlardan HüsânuVş-Şehid diye anılan Ömer İbni Abdülaziz ile İb ni Mâce'nin şerhleri çok meşhurdur.

İmâm Hassâf (R.A.), hicrî 261 (milâdî 874) yılında Bağdad' da vefat etmiştir. [211]

 

Hassan Sni Sabit

 

Hassan bin Sabit (R.A.), ashâb-ı kirâmdandır ve meşhur bir şâirdir. Medîneli müslümanlardan yâfli ensârdandır.

Künyesi: Ebû Velidi'I-Ensârî'dir. Lakabı ise: Ş&iru ResûBllah ( = Allah Resulümün Şâiri) dir.

Hassan bin Sabit (R.A.)'in doğum tarihi bilinmemektedir. Ken­disinin ifâdesine göre; Peygamber (S.A.V.) Efendimizden 7 veya 8 sene önce doğmuştur.

Hassan bin Sabit (R.A.) hazretleri, yüz yirmi yaşında iken Medîne-i Münevvere*de vefat etmiştir. Doğum tarihi hakkında ihti­laf vardır. O'nun hicrî 40 tarihinden Önce vefat ettiğini söyleyenler olduğu gibi, hicrî 50 veya 54 yahud 60 yılında vefat ettiğini söyle­yenler de vardır.

Hassan bin Sabit (R. A.), müslüman olduğunda 60 yaşında bu­lunuyordu. Müslüman olduktan sonra, 60 yıl daha yaşadı.

islâm'ın yayılmaya başladığı ilk yıllarda, bazı müşrikler İs­lâm dininin ve müslüman olan kimselerin aleyhinde nazmen ve şifa­hen hicivler söylemeye kalkıyorlardı.

Bunlara karşı, ashâb-ı kiramdan Hassan bin Sâbît, Kaab bin Mâ­lik ve Abdullah bin Revâhe gibi şâir zâtlar İslâmiyeti ve müslüman-ları —aynı yolla— müdâfaa ediyorlar ve onlara mukabelede bulunuyorlardı.

Kudretli şâirlerden olan Hassan bin Sabit ve Kaab bin Mâlik hazretleri, arapların neseplerini ve tarihi olayları çok iyi biliyorlar ve müşriklerin tarihî hayatlarındaki kusurları göstererek onları hic­vediyorlardı. Abdullah bin Revâhe ise, onların kâfir olduklarını ve putlara tapmalarını ayıplıyor ve müşrikleri bu yönden hicvediyordu.

Hassan bin Sabit (R.A.), Fahr-i Kâinat (S.A.V.) Efendimize dil uzatmak küstahlığında bulunan müşrik şâirlere, gerekli susturu-/ cu cevaplar verir ve bu cevâbı şiirlerini Peygamber (S.A.V.) Efendi­mizin, kudsî sıfatları ile süslerdi.

Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, Hasan bin Sabit (R.A.) için: —Yâ Rabbi! (= Hassan bin Sâbit'i), Cibrîl-i Emîn ile te'yid bu­yur." diye dua buyurmuştu. Bu duâ'nın bereketiyle, Hassan bin Sa­bit (R.A.)'in şiirleri din düşmanları üzerine gerektiği gibi müessir olurdu.

Fahr-i Kâinat (S.A.V.) Efendimiz, Hassan bin Sabit (R.A.) hazretlerine şöyle buyurdular.

—"Ey Hassan! Müşrikleri kötüle; Cebrail seninledir. Ashabın silahlan savaştıkları zaman, sen de dil ile savaş."

Yine, Peygamber (S.A.V.) Efendimiz

—"Hasan'ın beyitleri, düşmana, ok darbesinden daha tesirli­dir." buyurmuşlardır.

Hasan bin Sabit (R.A.), şiirleri ile Peygamber (S.A.V.) Efen^ dimizi, İslâmiyeti ve ashâb-ı kiramı över ve İslâm kahramanlarını cihâda teşvik ederdi.

Ayrıca, O, Kureyş kâfirlerinin ve diğer müşriklerin yüz karala­rını ortaya döken hicviyeler de söylerdi.

Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, Mescid-i Nebevî'de, Hassan bin Sabit (R.A.) için bir minber yaptırmıştı. O, bu minberde, İslâ­miyeti anlatan ve öven şiirlerini okurdu.

Görüldüğü gibi Hassan bin Sabit (R.A.), cihâdın en kıymetli­lerinden olan söz ve yazı ile cihâdı ilk olarak yapanlardan biri olma şerefine nail olmuştur.

Hassan bin Sabit (R.A.)'in Peygamber (S.A.V.) Efendimiz­den bizzat işitip rivayet etmiş bulunduğu hadis-i şerifler de vardır ve bunlar Kütübü Sitte'de de mevcuttur. [212]

 

Hz. Âişe-i Sıddıka

 

Hz. Âişe-i Sıddıka (R.A. - Radiyallahü Teâlâ anhâ), Pey­gamber (S.A.V.) Efendimizin muhterem refikası, Hz. Ebû Bekir (R.A.)'in kerîmesi ve bütün mü'minlerin annesidir.

Hz. Âişe (R.A.), İslâm hukukunda büyük ihtisas sahibi idi. Özellikle feraiz (= İslâm mîras hukuku), kadınlara mahsus haller ve helâller, haramlar hususunda tam bir vukuf sahibi idi.

Ashâb-ı kiram arasında fıkıhla iştigal eden ve fetva veren pek çok zat vardı. Bunlar arasında miktar olarak en çok fetva verenler ise şunlardır:

1-) Hz. Ömer,

2-) Hz. Ali,

3-) îbnü Mes'ûd,

4-) İbnü Ömer,

5-) İbnü Abbas,

6-) Zeyd bin Sabit ve

7-) Hz. Âişe Görüldüğü gibi Hz. Âişe (R.A.), fetvaları en çok rivayet edil­miş bulunan ashabtandır.

Ebû Muhammed Ali bin Hazm şöyle diyor:

"Bu yedi sahâbîden her birinin fetvası bir araya getirilse, birer büyük cild hâsıl olması mümkündür."

Hz. Âişe (R.A.) validemiz, küçük yaşta iken okuma-yazma öğrenmişti. Çok zeki ve kabiliyetli idi. Arap edebiyatına da vakıftı. Her hâdise üzerine hemen bir şiir söylerdi.

Hz. Âişe (R.A.)» öğrendiği ve ezberlediği bir şeyi katiyen unutmazdı.

Hafızası çok kuvvetli olduğu için ashâb-ı kiram, bir çok şeyi on­dan sorup öğrenirdi.

Ashâb-ı kiram arasında en çok hadîs-i şerîf rivayet eden zât­lar (= müksirîn-i sahabe) de şunlardır:

1-) Ebû Hureyre (R.A.); 5374 hadîs-i şerîf rivayet etmiştir.

2-) Abdullah bin Ömer (R.A.); 2630 hadîs-i şerîf rivayet etmiştir.

3-) Enes bin Mâlik (R.A.); 2286 hadîs-i şerîf rivayet etmiştir.

4-) Ümmü'l-mü'minîn Âişe-i Sıddıka (R.A.); 2210 hadîs-i şerîf rivayet etmiştir.

Hz. Âişe (R.A.) annemizin rivayet etmiş bulunduğu bu hadîs-i şeriflerden 174'ü sahihayn'de 54'ü yalnız Buhârî'de, 68'i yalnız Müs­lim'de, 1914'ü ise diğer hadis kitaplanndadır.

5-) Abdullah bin Abbas (R.A.); 1660 hadîs-i şerîf rivayet etmiştir.

6-) Câbir bin Abdillah el-Ensârî (R.A.); 1540 hadîs-i şerîf riva­yet etmiştir.

7-) Ebû Saîd el-Hudrî (R.A.); 1170 hadîs-i şerîf rivayet etmiştir.

Görüldüğü gibi, Hz. Âişe (R.A.), hadîs rivayetinde de, ashâb-ı kiram arasında mühim bir mevkide bulunmaktadır.

Hz. Âişe (R.A.) annemiz, afife, âlime ve sâliha bir hanımdı. Yüce Rabbimiz, O'nu medheden âyet inzal buyurmuştur.

Hz. Âişe (R.A.)'nin doğum tarihi hususundaki bilgiler ihti­laflıdır. Bazı kaynaklara göre Milâdî 605; bazı kaynaklara göre ise 613-614 yıllarında dünyaya gelmiştir.

Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, Hz. Âişe (R.A.) ile, hicret­ten altı veya yedi ay sonra evlenmiştir.

Hicretin dördüncü yılında yapılan Beni Mustalik gazvesinden sonra, münafıklar, Hz. Âişe (R.A.) annemizle ilgili nahoş dediko­dular çıkardılar. Bunun üzerine nazil olan âyet-i kerîme ile O'nun masum olduğu ortaya çıkmıştır.

Hz. Âişe (R.A.), Peygamber (S.A.V.) Efendimizin bazı gaz­velerine iştirak etmiş; bunlarda yaralıların yarasını sarmış ve asker­lere su dağıtmıştır. Bu gazveler hakkında en geniş bilgiyi de Hz. Âi­şe (R.A.) annemiz aktarmıştır.

Peygamber  (S.A.V.)  Efendimiz,   hastalığında  Hz.   Âişe (R.A.)'nin   odasında  yatmış;   burada  vefat   etmiş  ve   buraya defnedilmiştir.

Peygamber (S.A.V.) Efendimiz'in irtihâlinden sonra Ümmü'l-mü'minîn Hz. Âişe (R.A.), —babası Hz. Ebû Bekir (R.A.)'in hali­feliği sırasında— çok sessiz ve sakin bir hayat yaşamıştır.

Hz. Âişe (R.A.) annemiz, Hz. Ömer ve Hz. Osman (R.A.) za­manında da büyük itibar görmüş ve ilimle iştigal etmiştir.

Hz. Osman (R.A.)'in şehîd edilmesinden sonra İslâm âlemin­de meydana gelen üzücü olaylarda Hz. Âişe (R.A.) taraf oldu.

Cemel Vak'asından sonra Hz. Ali (R.A.)'nin yardımı ile Medî-ne'ye gönderildi.

Ve, bundan sonra Hz. Âişe (R.A.), etrafında toplananlara fı­kıh ve hadîs-i şerîf öğretti.

Hz. Âişe (R.A.) annemiz, hicrî 57 senesinde Ramazan ayının 17. günü Medîne-i Münevvere'de vefat etti. Cenaze namazını, Me­dine Valisi Ebû Hureyre kıldırdı. Vasiyeti üzerine, geceleyin Bakî Kab­ristanına defnedildi. [213]

 

Hz. Ali (R.A.)

 

Ebû'l-Hasan Ali İbni Ebî Tâlib, Peygamber (S.A.V.) Efendi­mizin amcasının oğlu ve damadıdır. Ve, Peygamber (S.A.V.) Efen­dimizin sevgili torunları, Hz. Hasan ve Hüseyin'in babasıdır.

Hz. Ali (R.A.), Haydar ve Esedullah (= Allanın Arslanı) di­ye anılır. O, zülfikar sahibidir.

Hz. Ali (R.A.), bi'setten on yıl kadar önce (hicretten 23 yıl önce) doğdu.

Gençler arasında ilk müslüman olan Hz. Ali (R.A.)'dir.

Hilâfet  makamına,  Haşimîlerden  ilk  geçen  de  Hz.  Ali (R.A.)'dir.

Peygamber (S.A.V.) Efendimizin hicretinin başlangıcında, Hz. Ali (R.A.), O'nun odasında gecelemiş ve orada yatarak müşrikleri oyalamış, böylece büyük bir fedakarlık göstermiştir.

Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, hicret edeceği zaman, yanın­da bulunan, Mekkelilere ait emânetleri de Hz. Ali (R.A.)'ye tevdi etmişti. Bunları sahiplerine teslim ettikten sonra Hz. Ali (R.A.) de, Medîne-i Münevvre'ye hicret etmiştir.

Hz. Ali (R.A.), bütün savaşlara katılmış ve dâima çok büyük kahramanlıklar göstermiştir.

Peygamber (S.A.V.) Efendimizin savaşlarından sadece Tebük gazvesine katılmamıştır. Çünkü, bu savaş sırasında, Hz. Ali (R.A.), Medîne-i Münevvere'de kaim-i makam olarak bırakılmıştı.

Hz. Ali (R.A.)'nin Hayber'in fethinde gösterdiği kahramanlık, dillere destan olmuştur.

Hayber savaşında Peygamber (S.A.V.) Efendimiz: —"Sancağı Allah'ın ve Resulünün sevdiği bir kimseye verece­ğim." buyurmuş ve sonra, sancağı Hz. Ali (R.A.)'ye vermiştir. Ve bu savaşta, Hz. Ali (RnA.), iri yarı ve kuvvetli yahudi pehlivanını bir hamlede yere sermiştir.

Hicretten sonra, muhacirler ile ensâr arasında kardeşlik ku­rulduğu zaman, Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, Hz. Ali (R.A.)'yi kendisine kardeş seçmiştir.

Hz. Ali (R.A.), bütün faziletleri kendisinde toplamış, kemâ-lât sahibi bir zâttır. O, cesur, mert, kahraman, cömert, âdil, âlice-nâb, âlim, şâir ve hatip idi.

Hz. Ali (R.A.), fıkıh mes'delerini en iyi bilen fukahâ-i seb'a-i ashâbtan (= ashab-ı kiram içindeki yedi büyük fakiyh'ten) biridir.

Hz. Ali (R.A.), Peygamber (S.A.V.) Efendimizden 586 hadîs-i şerif rivayet etmiştir.

Resûl-i Ekrem (S.A.V.) Efendimiz, Hz. Ali (R.A.)'yi Yemen'e kadı, vali ve mürşid olarak göndermişti.

Hz. Ali (R.A.):

—"Yâ Rasûlallah! Benim, kaza işlerine vukufum yoktur." de­miş; bir başka zamanda:

—"Ya Resûlallah! Beni, Yemene kadı olarak nasbediyorsun. Halbuki, orada, benden yaşlı zatlar var. Ben, onların arasında nasıl hükmedebilirim?" demek istemişti.

Bunun üzerine Resûl-i Ekrem (S.A.V.) Efendimiz, Hz. Ali'ye: Bana yafctn gel.'* buyurmuş ve mübarek ellerini Hz. AM (R.A.)'nin göğsüne koyarak:

—"Allah'ım! lisânını tesbit et; kalbini de hidâyete mazhar bu­yur." diye dûa buyurmuştu.

Hz. Ali (R.A.), şöyle demiştir:

—* 'Alemleri yaratan Allahû Teâlâ'ya yemin ederim ki, ben, bun­dan sonra verdiğim hükümlerin hiç birinde, bir şek ve tereddüde düş­medim."

Yine Hz. Ali (R.A.) şöyle buyurmuştur:

—Resûl-i Ekrem (S.A.V,), bana: "Yâ Ali! Huzuruna iki hasım gelip oturduğu zaman birincisinin sözlerini dinlediğin gibi, diğerinin sözlerini de dinlemedikçe, aralarında hükmetme. Böyle yaparsan, na­sıl hükmedeceğin sana tebeyyün eder." buyurdu. Artık, bundan son­ra, bana hiç bir hükmümde işkâl vâki olmadı.

Hz. Ali (R.A.), âdilâne hükümleri ile şöhret buldu.

Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Osman (radiyallahü anhüm), hali­felikleri sırasında, Hz. Ali (RtA.) ile istişare ederlerdi.

 i sırasında, bir gün, Hz. Ali (R.A.)'ye:

—"Ebû Bekir ve Ömer zamanında işler iyi giderdi; şimdi neden bozuldu?" dediler.

Hz. Ali (R.A.), şu cevabı verdi:

—Onların, benim gibi müşavirleri vardı. Benim müşavirlerim ise sizin gibiler...

Hz. Ali (R.A.), esbâb-ı nüzulü çok iyi bilirdi, tbnî Sa'd şöyle diyor:

—"Hz. Ali: Bir âyetin nerede, ne hakkında ve ne zaman nâal olduğunu bilirim. Rabbim bana, belleyen bir kalb, söyleyen bir lisan nasip etti." derdi. İlmini ve şecaatini herkes takdir ile anardı. O, mes'eleleri çok iyi incelerdi.

Yeni evlenen birisi sefere gitmek istedi. Karı tarafı onu gönder­mek istemediler. O da: "Eğer, bir aya kadar nafakasını yollamaz-sam, boşarım." dedi. Bu müddet geldi ve nafaka yollamadı.

Adam dönüp gelince, taraflar Hz. Ali (R.A.)'nin huzurunda mu­hakeme oldular.

Hz. Ali (R.A.): "Adamı zorladınız; o da: "Boşarım" va'dinde bulundu. Bu sayılmaz." dedi ve karıyı kocasına verdi.

Hz. Ali (R.A.)'nin mîras konusunda mes'ele-i minberiyye diye anı­lan buluşu da meşhurdur. Bu mes'ele, kitabımızın ilgili bölümünde zikredilmiştir.

Hz. Ömer (R.A.):  "Ali olmasaydı, Ömer mahvolurdu." buyurmuş.

Tabiînden Atâ'ya sordular:

—Ashab arasında, Ali'den daha âlimi var mıydı?

O:

—"Hayır, öyle birini bilmiyorum." cevabım verdi.

Hz. Âişe (R.A.), "O'nun sünneti en iyi bilen olduğunu" söyler...

Ne yazık ki, bazı kimseler, bu mübarek zat nâmına bir takım asılsız hadisler, fetvalar, hutbeler, hükümler nakletmişlerdir.

Bu cihetle, bu büyük zattan rivayet edilen şeylerin sahihlerini mevzularından (= doğrularını uydurmalarından) ayırmak müşkil bir hâle gelmiştir.

Hatta, İmâm Buhâri'nin ifâdesine göre: îbni Sîrin, Hz. Ah* (R.A.)'den rivayet edilen bütün haberlerin, O'nun namına uyduru­lan şeyler olduğuna kail idi.

Bundan dolayı, îslâm âlemi, bu büyük zâtın fıkhından ve ilmin­den —kısmen de olsa— mahrum kalmış demektir. Bunun vebali ise, o mevzu haberleri çıkaran ve yayanlara râcidir.

Hülefâ-i Râşidîn'den her birinin bir mümeyyiz vasfı vardır ki, bu durum, şu beyitle ifadelendirilin iştir.

Ebû Bekr'in sadakati, Ömer'in adli, Osman'ın hayası, Ali'nin ilmi

Hz. Ali (R.A.) edebiyat ve belagatın en üst mertebesine yük­selmiştir. O'nun dinî, siyâsi, içtimâi ve ahlâkî nutuklarını Şerif Ra-dî, Nehcü'l-Belâğa' da toplamıştır. Buradaki nutuklardan çoğunun Hz. Ali (R.A.)'ye ait olduğu kabul edilir.

Hz. Ali (R.A.)'nin, oğlu Hz. Hasan (R.A.)'a vasiyeti çok meşhurdur.

Resûl-i Ekrem (S.A.V.) ile kerîmeleri Fâtıma, dâmâdı Ali, torun­ları Hasan ve Hüseyin hazretlerine Âİ-i Aba ve Ehl-î Beyt-i Mustafâ denir.

Hz. Ali (R.A.), aşere-i mübeşşere'dendir.

Hz. Ali (R.A.) beş seneden fazla bir müddet hilâfet makamında kalmış ve hicrî 40. senenin Ramazan ayının 17. gününde, Küfe Ca­miinde Abdurrahman tbni Mülcem adındaki bir haricî tarafından şehîd edilmiştir. Şehâdetinde 63 yaşında idi.

Hz. Ali (R.A.), oğulları Hz. Hasan, Hz. Hüseyin, Hz. Muham-med İbni Hanefiyye ile Hz. Ca'fer-i Tayyar'ın oğlu Abdullah tara­fından techîz ve defnedildi. Sonraları, mezarının başında, bugünkü Necef şehri kuruldu. [214]

 

Hz. Ebû Bkkir-i Siddîk

 

Hz. Ebû Bekir Abdullah bin Ebî Kuhâfe Osman bin Âmr et-Teynî el-Kureşî, ashâb-ı kiramın   en efdali ve İslâm Halifelerinin birincisidir.

Hz. Ebû Bekir'in nesebi Mürre bin Ka'b'de Resûl-i Ekrem (S.A.V.) Efendimizin şerefli nesebi ile birleşmektedir,

Hz. Ebû Bekir (R.A.) Resûl-i Ekrem (S.A.V.) Efendimizden iki sene ve üç ay sonra yanî milâdın 573 üncü senesinde, fil vak'asın-dan sonra dünyaya gelmiştir.

Hz. Ebû Bekir (R.A.)'in câhiliye zamanındaki ismi Abdü'l-Ka'be idi. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, O'na Abdullah adını verdi.

Hz. Ebû Bekir (R.A.)'in lakabı Atîk'dir. Hüsn-ü cemâle sahip olduğu için veya Fahr-i Kâinat (S.A.V.) Efendimizin, kendisine hi­taben : "Ente = Sen, AllahuTeâlâ'nın-cehenneminden-azadlısısın." buyurmasından dolayı bu lakabı almıştır.

Hz. Ebû Bekir (R.A.), Rasûl-i Ekrem (S.A.V.) Efendimizin, Peygamberliklerini ve miraçlarını tereddütsüz tasdik ettiği ve dâima sıdk ve istikâmetle muttasıf bulunduğu için Sıtfchyk lakabını da almıştır.

Hz. Ebû Bekir-i Sıddıyk (R.A.), Peygamber (S.A.V.) Efendi­mizin irtihâl ettiği gün halîfe seçildi.

Hilâfeti 2 sene 3 ay 10 gün sürdü.

Hz. Ebû Bekir (R.A.), 63 yaşında iken, hicretin 13. (milâdî 634) yılında, Cemâziye'1-âhir ayının yedisinde pazartesi günü hastalandı ve 15 gün hasta yattıktan sonra vefat etti. cenazesini Hz. Ömer (R.A.) kıldırdı ve Ravza-i Mutahhara'ya defnedildi.

Hz. Ebû Bekir (R.A.)'nin pederi Ebû Kuhâfe'nin asıl adı Os­man'dır; ancak Ebû Kuhâfe diye meşhur olmuştur.

Ebû Kuhâfe, Mekke'nin fethedildiği gün, İslâm şerefine nail ol­muş ve Hz. Ömer (R.A.)'in hilâfetine kadar yaşamıştır.

Hz. Ebû Bekir (R.A.)'in annesi Ümmü'1-Hayr Selmâ binti Sahr da İslâmiyet şerefine nail olmuştur.

Hz. Ebû Bekir (R.A.), hem kendisi, hem ebeveyni, hem de evlâdı ile bazı torunları sahabeden olan ve zürriyeti arasında üç ba­tın Sahâbî bulunan tek zâttır. [215]

 

Hazreti Ebû Bekir'in Hayatı Ve Hilâfet Devresine Bir Bakış

 

Hz. Ebû Bekir (R.A.), bi'setten (= Hz. Muhammed'e Pey­gamberlik verilmesinden) önce, Kureyş arasında nezâhet ve nebahat ile yetişmiş, herkesin muhabbetini kazanarak rüesâ sırasına geçmiş­ti. Resûl-i Ekrem (S.A.V.) Efendimizin de dostu idi.

Bi'setten sonra da, hemen Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimizi tasdike koşmuş ve İslam Dinine hizmete başlamıştır.

Hz. Ebû Bekir (R.A.), Nebiyy-i zî-Şân (S.A.V.) Efendimizle birlikte ve O'nun refakatinde Medîne-i Münevvere'ye hicret etmiştir.

Hz. Ebû Bekir (R.A.), Resûl-i Ekrem (S.A.V.) Efendimizin maiyetinde bütün gazvelerde hazır bulunmuş ve Uhud Gazvesi ile Hu-neyn Gazvesinde, O'nun yanından asla ayrılmamıştır.

Hz. Ebû Bekir (R.A.), kahramanlık ve cömertlik yönünden ashab-ı kiramın en seçkini en Önde geleni idi.

Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, son hastalığında, ashâb-ı ki­rama namaz kıldırması için, Hz. Ebû Bekir (R.A.)'i imâm tâyin buyurmuştur.

Bu hastalığı sırasında, Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, bir gün minbere çıkarak, Cenâb-ı Hakka hamd ve senadan sona, ashâb-ı gü-zînine hitaben: "insanlar arasında, bana karşı, gerek malı ve gerek nefsi hususunda Ebû Bekir bin EbîKuhâfe'den daha fedakar bir kim­se yoktur. Eğer ben, insanlardan birini halîl ittihaz edecek olsaydım, mutlaka Ebû Bekir'i halîl ittihaz ederdim. Lâkin, İslâm dostluğu daha faziletlidir. Bu mescide açılan —Ebû Bekir'in kapısından başka— bütün kapıları kapatınız." buyurmuştu.

Bütün bunlar, Hz. Ebû BekiriVSıddıyk (R.A.)'in, hilâfet ma­kamına geçmesine birer işaret bulunuyordu.

Nitekim, Peygamber (S.A.V.) Efendimizin irtihâlini takiben ve aynı gün, sahâbe-i kiramın ittifakı ile Hz. Ebû Bekir (R.A.), hilâ­fete seçilmiştir.

Hz. Ebû Bekir (R.A.), hilâfet makamına geçince, zuhur et­miş bulunan irtidad olaylarını, harikulade bir metanetle bastırmış ve İslam ordularım, doğu ve batıda, nice büyük zaferlere sevketmiştir.

Hz. Ebû Bekri's-Sıddıyk (R.A.), Hülefâ-i Râşidîn'in ve aşere-i mübeşşere'nin birincisidir.

O, hilâfet makamına lâyık olduğunu, cihan tarihini süsleyen ulvî icrâatiyle pek güzel bir şekilde isbat etmiştir.

Hz. Ebû Bekir (R.A.); Hâlid bin Velid, Amri'bni'1-Âs, Ebû Ubeyde bin Cerrah, Alâ bin Hadramî, Yezid bin Süfyân, Mesnâ bin Haris gibi, dirayeti ve liyakati ile şöhret bulmuş bir çok komutanı cihad işlerinde görevlendirmiş ve Şam'ın tamamını ve Irak'ın bir kıs­mını fethetmiştir. [216]

 

Hz. Ebû Bekir'in Tefsir İlmindeki Yeri

 

Hz. Ebû Bekir (R.A.), arap lisanına, nesep bilgilerine, tarihî olaylara herkesten çok vâkıftı. Bu yüzden, muasırları kendisini Ku-reyş'in İlimi olarak tanıyorlardı.

Hz. Ebû Bekir (R.A.), gayet fasîh, beliğ, hatîb ve malûmatlı bir zat idi.

Bunlardan başka Hz. Ebû Bekir (R.A.), bizzat Fahr-i Kâinat (S.A.V.) Efendimizden feyz almış, O'nun medrese-i irfanından ye­tişmiş, Kelâmullahın mânâ ve hakikatlerine ait bilgileri, bizzat o bü­yük menbâdan almıştı. Bundan dolayı, Kur'ân-ı Kerîm'in tefsirine ve bütün inceliklerine hakkıyle muttali idi. Ve, Kur'ân-ı Kerîm âyet­lerinden dinî hükümleri çıkarmaya, onun inceliklerini kavrama hu­susunda büyük bir kudret sahibi idi."

Hatta, Hazreti Ebû Bekir (R.A.), halîfe seçileceği gün, Sakîfe'-de irad ettiği beliğ ve hikmetli hutbesinde, Tevbe Sûresi'nin 100. âye­tini okumuş ve "muhacirlerin ensardan önce geldiğini", mahâcirle-rin, bu âyette önce zikredilmiş olması ile de isbat etmişti.

Hz. Ebû Bekir (R.A.), bir gün cemâate hitaben şöyle buyurdu: —Ey İnsanlar! Siz: "Ey iman edenler, siz nefislerinize bakın. kendiniz doğru yolu bulunca, sapanlar size zarar vermez." • âyet-i kerîmesini okuyorsunuz da, bunu menzilinin gayrine vaz ediyor, ya­ni yanlış tefsire tâbi tutuyorsunuz. Ben, Rasulullah (S.A.V.)'dan şöyle buyurduğunu işittim:

—"İnsanlar bir fenalığın yapıldığını görür de, onu değiştirme­ye çalışmazsa; Allahu Teâla, onun ukubetini, hemen, hepsine şâmil kılar."

Hz. Ebû Bekir (R.A.)'in bu ihtarından anlaşıldığına göre: îkti-dâya nâiliyet, bütün emirlere, itaatle ve nehiylerden ictinabla kaim­dir. Münkeri tağyire çalışmakda, itaat cümlesindendir. Bunu, kud­reti nisbetinde yerine getirmeyen bir insan, Hakk'a itaatte kusur et­miş olacağından, hakkıyle ihtida etmiş olamaz ki, melhuz zarardan müstesna kalabilsin...

* Mâide Sûresi, âyet: 1505

Netice şudur ki: Hz. Ebû Bekir (R.A.), müfessirlerin en seç­kin tabakasını teşkil eden ashâb-ı güzînin birincisi bulunmaktadır.

Bununla beraber, kendisi pek ihtiyatlıca hareket ettiği için, tef­sir hususunda, pek çok şey zikretmemiştir.

Hatta, bir gün, kendisinden "Abese Sûresinin 31. âyetindeki eb kelimesinden murâdm ne olduğu" sorulmuş; Hz. Ebû Bekir (R.A.) ise, —bundan murâd-ı Uâhi'nin ne olduğunu yakînen bilmediği için— cevap vermemiş ve: "Kendi reyimle, dilediğim gibi te'vil ve tefsire kalkışırsam, beni hangi semâ gölgelendirir, beni, azâb-ı ilâhî'den kim kurtarabilir?" buyurmuştur. [217]

 

Hz, Ebû Bekir'in Hadîs İlmindeki Yeri

 

Hz. Ebû Bekri Sıddiyk (R.A.), Fahr-i Kâinat (S.A.V.) Efen­dimizin enîsi, yâr-ı gâr'ı, ashabının en faziletlisi ve en önde geleni idi. Bundan dolayı, Nebiyy-i zî-Şân (S.A.V.) Hazretlerinin müba­rek akvâl ve ef âline, (sözlerine ve davranışlarına) pek yakından vâ­kıf idi.

Hz. Ebû Bekir (R.A.)'den; Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali, Abdurrahman bin Avf, İbni Mes'ud, İbni Ömer, İbni Abbâs, Hu-zeyfe ve Zeyd bin Sabit gibi sahâbe-i güzin hadîs-i şerîf rivayet etmiştir.

Hz. Ebû Bekir (R.A.), Resûl-i Ekrem (S.A.V.)'den sonra hi­lâfet işleri ile meşgul olmuş ve Peygamber (S.A.V.) Efendimizden gördüğü ve işittiği her şeyi rivayet edecek kadar yaşamamış; hadîs-i şeriflerin de, yalnız meâlen değil, aynen mübarek lafizlarıyle birlik­te nakledilmesi yönüne lüzumlu görmüş bulunduğundan, kendisin­den rivayet edilen hadis-i şerifler büyük miktarlara ulaşmamıştır.

îbni Hazm'm beyânına göre: Hz. Ebû Bekir (R.A.)'in yalnız

müsned olarak zikrettiği hadîs-i şeriflerin sayısı yüz kırk iki'dir.

Hz. Ebû Bekir (R.A.)'den rivayet edilen hadîs-i şerifler, îmâm Ahmed bin Hanbel'in Müsned'inde ve diğer muhaddislerin kitapla­rında mevcuttur.

Bu hadis-i şeriflerden üçünü, —meâlen— buraya alıyoruz:

1-) Her kim bir kötülük yaparsa, ânında, dünyada cezalanır.

2-) Misvak, ağzı temizlemeye ve Hakk'ın rızasını celbe vesiledir.

3-) AUahu Teâlâ'dan, evvel ve âhir afv, afiyet ve yakın isteyiniz. [218]

 

Hazret! Ebu Bekir'in Fıkıh Ilmindeki Yeri

 

Hz.   Ebû   Bekir- (R.A-.),   ashâb-ı   kiramın   en   büyük fakıyhlerindendir.

Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimizin, müstesna bir şekilde teveccühlerine mazhar, feyizlerine muhatap ve ma'kes olan Hz. Sıd-dıyk (R.A.), bu sebeble kendisinde ilim ve irfan hakkıyle tecellî et­miş bulunan, İslâm'ın mes'elelerine ve hükümlerine hakkıyle vâkıf olan bir zât idi.

İbni Ömer (R.A.)'den sorulmuş:

—"Resûl-i Ekrem (S.A.V.) Hazretlerinin zamanında kimler fetva verirdi?"

İbin Ömer (R.A.), şu cevabı vermiştir

—"Ebû Bekir ile Ömer fetva verirdi. Bunlardan başkasının fet­va verdiğini bilmiyorum."

Hakikaten, Hz. Siddıyk ile Hz. Faruk, gerek Allah'ın Kitabı­na ve gerekse Resulünün sünnetine hakkıyle muttali oldukları için, Peygamber (S.A.V.) Efendimizin zamanında bile, fetva verme selâ-hiyetine hâiz bulunuyorlardı.

Hz. Ebû Bekir (R.A.), vermiş olduğu fetvaların sayısı bakı­mından, fakıyh sahâbüerin mutavassıtlarından sayılmaktadır. [219]

 

Hz. Fâtımatü'z-Zehrâ

 

Hz. Fâtıma (R.A. = Radıyallahü anhâ) Fahr-i Kâinat (S.A.V.) Efendimizin mübarek kızlarından biri ve en fazîletlisidir.

Hz. Fâtıma'nın annesi, Hz. Hadicetü'l-Kübrâ (R.A.)'dır.

Hz. Fâtıma (R.A.); Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin (R.A. = Ra­dıyallahü anhümâ)'mn anneleridir.

Ayrıca, küçük yaşta vefat eden Muhsin isimli bir oğlu ile Zey-neb ve Ümmü Gülsüm adlarında iki kızı da dünyâya gelmiştir.

Hz. Ali, Hz. Fâtıma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin, Fahr-i Kâi­nat (S.A.V.) Efendimizin ehl-i beytini meydana getirirler.

Hz. Fâtıma (R.A.)'mn faziletleri sonsuzdur. O, cennet kadın­larının seyyidesidir.

Hz. Fâtıma (R.A.)'dan, 18 hadîs-i şerîf rivayet edilmiştir.

Hz. Fâtıma (R.A.), Peygamber (S.A.V.) Efendimizin âhirete irtihaîlerinden altı ay kadar, hicrî lî (milâdî 633) yılında vefat etti. Hz. Fâtıma (R.A.) Medîne-i Münevvere'de vefat ettiğinde henüz yirmi yedi yaşında idi. [220]

 

Hz, Hafsa (Ümmü't-Mü'minîn)

 

Hz. Hafsa, Peygamber (S.A.V.) Efendimizin mübarek hanım­larından ve bütün mü'minlerin annelerinden (= ümmühât-ı mü'mi-nînden) biridir.

Hz. Hafsa (R.A.) annemiz, Hz. Ömer (R.A.)'in kızıdır.

Hz. Hafsa (R.A.), bi'setten beş sene önce Mekke'de dünyaya geldi.

Babası Hz. Ömer (R.A.)'in müslüman oluşunu tâkîben Hz. Haf­sa da müslüman oldu.

Hz. Hafsa, Mekke'de Huneys bin Huzafe ile evlendi. Ve be­raberce önce Habeşistan'a, sonra da Medine'ye hicret ettiler.

Huneys, Bedir ve Uhud gazvelerine katıldı. Uhud'da yaralandı ve Medine'de vefat etti.

Hz. Hafsa (R.A.), genç yaşta dul kalınca, babası Hz. Ömer (R.A.), hicretin üçüncü yılında, Hz. Ebû Bekir ve Hz. Osman'a kı­zım almalarını teklif etti. Bu teklifleri hemen kabul görmeyince üzüldü.

Durum Peygamber (S.A.V.) Efendimize bildirilince, O, Hz. Ömer (R.A.)'e:

—"Yâ Ömer, sana Osman'dan daha hayırlı bir damat; Osman'a da, senin kızından daha hayırlı bir zevce nasib olacaktır.'' buyurmuştur.

Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, hicretten üç yıl sonra Hz. Haf­sa (R.A.)'yı nikahlamıştır.

Mü'minlerin annesi Hz. Hafsa (R.A.), bilgili iradesi kuvvet­li, özü- sözü bir ve ibâdete düşkün bir sahâbiye idi. Geceleri, namazla, gündüzleri ise, oruçla geçirirdi.

Hz. Hafsa (R.A.) validemiz, Peygamber (S.A.V.) Efendimiz­den altmış hadîs-i şerif rivayet etmiştir. Kendisinden rivayette bulu­nan başlıca zât da kardeşi Abdullah bin Ömer (R.A.)'dir.

Hz. Hafsa (R.A.), hicrî 45 (mîlâdî 665) yılında Medine'de ve­fat etmiştir. Vefat ettiğinde altmış yaşında idi. Bakî kabristanında medfundur. [221]

 

Hz. Hasan

 

Hz. Hasan (R.A.), Hz. Ali ile Hz. Fatima'nın ilk oğulları ve Fahri- Kâinat (S.A.V.) Efendimizin sevgili torunu.... Ve İslâm hali­felerinin beşincisidir.

Hz. Hasan (R.A.)'ın künyesi: Ebû Muhammed, lakabı ise: Müctebâdır.

Hz. Hasan (R.A.), hicretin üçüncü yılında, Medîne-i Münev-vere'de, ramazan ayının ortalarında dünyaya geldi. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, kulağına ezan ve ikâmet okuyup, adını Hasan koydu.

Hz. Hasan, Fahr-i Kâinat (S.A.V.) Efendimizin terbiyesi ile yetişip büyüdü. Ve Peygamber (S.A.V.) Efendimizin, —bir çok hadîs-i şerifle— müjde ve iltifatlarına nail oldu.

Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, Hz. Hasan'ı ve Hz. Hüseyin'i çok sever ve onlara şefkatle muamele ederdi.

Resûl-i Ekrem (S.A.V.) Efendimizin ulvî nazarlarına muha­tap olan Hz. Hüseyin'de pek büyük kemâlât tecelli etmişti. O, İslâ-mî hükümleri çok iyi bilen bîr fakıhy ve bildiğim yaşayan, üstün ah­lâklı bir âlim idi.

Hz. Hasan (R.A.), Hz. Ali (R.A.)'nin Şehid edilmesi üzeri­ne, hicrî 40 tarihinde hilâfet makamına geçmiş ve kendisine Basra, Hicaz, Horasan, Irak, İfan, Küfe, Medine, Mekke ve Yemen ahâlisi biat etmiştir.

Fakat, Mısır ve Şam halkı Hz. Muâviye'ye biat ettiler.

Hz. Hasan (R.A.)'ın hilâfetinin yedinci ayında iki tarafın or­duları Bağdad yakınlarında harbe hazır bir hâlde iken, Hz. Hasan, Müslüman kanı dökülmesin diye, hilâfeti Hz. Muâviye'ye bıraktı. Ve müslüman kanı dökülmedi.

Hz. Muâviye, kendisinden sonra, Hz. Hasan'ın halife olması­na razı olmuş ve buna karar vermiştir.

—Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, bir gün, Hz. Hasan'a işaret ederek:

—"Bu oğlum seyyiddir. Ümid ederim ki, Allahu Teâlâ, O'nun vâsıtasıyle iki tarafın arasını bulur." buyurmuştu. Ve böylece de, bir mucize olarak, Hz. Hasan (R.A.)'ın böyle davranarak, müslüman-lar arasındaki vahdet, sulh ve salâhı temin için böyle davranacağını haber vermiştir.

Hz. Hasan (R.A.) daha sonra Medine'ye döndü:

Hz. Muâviye'nin oğlu Yezid, babasının, Hz. Hasan'ı halef gös­termiş olmasını çekemiyordu. Yezid, Hz. Hasan (R.A.)'ın hanımı Ca'de binti Eş'ase, haber göndererek, O'na vaadlerde bulundu ve Hz. Hasan (R.A.)'m zehirlenmesini istedi. Ve Hz. Hasan (R.A.), hicrî 49 tarihinde, hanımı Ca'de tarafından zehirlendi ve âhirete şehid ola­rak göçtü.

Hz. Hasan (R.A.), çok cömert ve iyilik sever bir zâttı. Daima fakir ve düşkünlere yardım ederdi.

Hz. Hasan (R.A.)'ın, on beş erkek, sekiz de kız evladı vardı. O'nun soyundan gelenlere şerif denir.

Hz. Hasan (R.A.), Medîne-i Münevvere'de Bakî Kabristanında medfundur.

Fahr-i Kâinat (S.A.V.) Efendimiz, Hz. Hasan ve Hz. Hüse­yin için şöyle buyurmuşlardır:

—"Bunlar benim oğullarımdır. Kızımın oğullarıdır. Allah'ım, ben onları seviyorum; Sen de onları sev ve onları seven kimseleri sev."

Yine, Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, bu mübarek torunları hakkında:

—"Kim onları severse, beni sevmiş olur. Kim onlara buğzeder-se, bana buğzetmiş olur."

Bir başka hadîs-i şerifte de, Resûl-i Ekrem (S.A.V.) Efendimiz: —"Hasan ve Hüseyin, Cennet ehlinin gençlerinin efendisidir." buyurmuştur.

Hz. Hasan (R.A.), Peygamber (S.A.V.) Efendimize çok benzerdi.

Bu hususta Enes bin Mâlik (R.A.) şöyle diyor:

—Resulullah (S.A.V.) Efendimize, Hasan (R.A.)'dan daha çok benzeyen kimse yoktu." [222]

 

Hz. Hüseyin

 

Peygamebr (S.A.V.) Efendimizin sevgili torunu, Hz. Ali ile Hz. Fâtıma'nın aziz oğulları Hz. Hüseyin (R. A.), hicretin 4. (milâdî 626) yılında doğdu. Kendisine Hüseyin, ismi, Fahr-i Kâinat (S.A.V.) Efendimiz tarafından verildi.

Künyesi:   Ebû   Abdullah,   lakabı   ise   Seyyid,   Şchîd   ve Zeyne'l-Âbidîn'dir.

Hz. Hüseyin (R.A.), babası Hz. Ali (R.A.) ile birlikte Kûfe'-ye gittiği vakte kadar Medîne-i Münevvre'de ikâmet etti. Sıffîn ve Cemel vakıalarını ve daha sonra da, Haricîlerle yapılan savaşları gördü.

Hz. Hüseyin (R.A.), ağabeyi Hz. Hasan ile Hz. Muâviye ara­sında yapılan Sulhten sonra, O'nunla birlikte Medine'ye döndü. Ve Hz. Muâviyenin vefatına kadar burada kaldı. Sonra Mekke-i Mü-kerreme'ye gitti.

Hz. Hüseyin (R.A.), ilim, verâ ve takva yönünden, zamanı­nın en seçkin ve eşsiz simalarından birisidir.

İmâm Zührî:

— "Hüseyin bin Ali'den daha fakıyh bir kimse görmedim. Şu kadar var ki, O, az hadîs rivayet ederdi." demiştir.

Saîd bin Müseyyeb de:

—Hüseyin bin Ali'den daha müttakî bir kimse görmedim." demiştir.

İmâm Mâlik şöyle demiştir:

—"Hz. Hüseyin (R.A.), her gece ve gündüz bir rekat namaz kıl­maya devam etmiş olduğu için, kendisine Zeyne'l-âbidîn lakabının ve­rilmiş olduğunu duydum." [223]

 

Hz. Hüseyin'e Hilâfet Teklifi

 

Hz. Hüseyin (R.A.), Mekke'de ikâmet etmekte iken, kendisi­ne, Irak halkından bir mektup geldi. Bu mektupta Irak'Iılar, "Hz. Muâviye'nin vefatından sonra, kendisine biat ettiklerini" yazıyorlardı.

Hz. Hüseyin, Iraklılara, amcasının oğlu Müslim bin Akîl'i gön­derdi. Ve Müslim'i gönderirken, O'na şu talimatı verdi:

—"Bana yazdıkları hususu tetkik et. Şayet doğru ise, ben ora­ya geleyim."

Müslim, yanına —yol göstermeleri için— iki de delil alarak yo­la çıktı. Bu delillerden biri, susuzluktan çölde öldü.

Küfe halkı, Müslim'in geldiğini haber alınca, —ilk anda, O'nu Hz. Hüseyin sanarak— on iki bin kişi kendisine biat etti. Sonradan halk, duruma muttali oldu ve Müslimin etrafından ayrıldı. Müslim ise, olup bitenleri Hz. Hüseyin (R.A.)'e bildirememişti.

Aradan uzunca bir müddet geçtikten sonra, Hz. Hüseyin (R.A.), Mekke-i Mükerreme'den yola çıktı. Yanında 17 si ehl-i beyt'-ten olmak üzere, 40 kişi vardı.

Bu sırada, Yezid'in Küfe ve civan sorumlusu Ubeydullah bin Ziyâd idi. Bu adam, Hz. Hüseyin (R.A.)'in geldiğini haber alınca, bu masum zevatın üzerine askerî birlik gönderdi.

Hz. Hüseyin (R.A.), Kûfe'de, Kerbelâ denilen yerde hicrî 61 yı­lının Muharrem ayının onuncu gününde şehid edildi.

Resûl-i Ekrem (S.A.V.) Efendimizin bir çok teveccühlerine ve muhabbetlerine mazhar olan bu mübarek zâtın şehid edilmesi, rnüs-İümanların kalblerine ebedî bir hüzün ve teessür bırakmıştır. [224]

 

Hz. Muâviye

 

Muâviye İbni Ebî Süfyân (R.A.), ashâb-ı kiramın ileri gelen­lerinden ve Peygamber (S.A.V.) Efendimizin vahiy kâtiplerinden biridir.

Hz. Muâviye, Ümmü'l-Mü'minîn Hazreti Habîbenin biraderi olduğundan, kendisi hâlü'l-mü'minîn diye de anılmıştır.

Hz Ebû Bekir (R.A.), Hz. Ömer (R.A.) ve Hz. Osman (R.A.) zamanlarında Şam'da valilik yapmıştır.

Hz. Osman'ın şehid edilmesinden sonra, O'nun katillerinin ya­kalanmadığını ileri sürerek, Hz. Ali (R.A.)'ye biat etmeyen Hz. Mu-âviye, kendisinin emirliğini ilân etti.

Bunun üzerine Sıffîn savaşı vuku buldu.

Sıffîn vak'asından sonra, Şam'da dört buçuk sene kadar kendi adına emirlik yapan Hz. Muâviye (R.A.), hicretin kırk birinci sene­sinde, Hz. Hasan (R.A.) tarafından hilâfet kendisine verilmesi üze­rine, yirmi sene kadar, Şam'da halifelik görevini yürütmüştür.

Hz Muâviye (R.A.), fevkalâde zekî. dirayetli, fasih, fakıyh ve cömert bir zât idi.

İslâm hâkimiyetinin şarkta ve garbta yayılmasında pek büyük hizmetlerde bulunmuştur.

Hz. Muâviye (R.A.), Peygamber (S.A.V.) Efendimizden 163 hadîs-i şerîf rivayet etmiştir.

Kendisinden hadis-i şerîf dinleyip nakledenler arasında, îbni Ab-bas, Ebû'd-Derdâ, Cerir İbni Abdillah, Nu'man İbni Beşir, îbni Ömer, tbni Zübeyr, Ebû Saîd el-Hudrî, Sâib İbni Yeâd ve Ebû Ümâ-me îbni Sehl gibi sahâbüerle; tâbi'îhin ileri gelenlerinden îbnü'l— Müseyyeb ve Humeyd îbni Abdirrahman gibi zâtlar vardır.

Peygamber (S.A.V.) Efendimizin vahiy kâtiplerinden biri olan Hz. Muâviye, Fahr-i Âlem (S.A.V.) Efendimizin duasını almıştır.

Hz. Muâviye (R.A.) fakıyh bir zat idi. O'nun böyle olduğunu ibni Abbas (R.A.) da bildirmiştir.

Nevevîmerhum'unTehzîbü'l-Esmâ'da bildirdiğine göre, Hz. Muâviye: "Keşke, Kureyş'ten bir er olsaydım da, şu hükümet işle­rinden hiç bir şeye bakmasaydım." demiştir.

Hz. Muâviye, hicrî 60 yılının Recep ayında (milâdî 680), yet­miş sekiz yaşında Şam'da vefat etmiştir. [225]

 

Hz. Osman

 

Hz. Osman îbni Affân (R.A.), ashâb-ı kiramın en ileri gelen­lerinden ve hülefâ-i râşidînin üçüncüsüdür.

Resûl-i Ekrem (S.A.V.) Efendimizden altı sene sonra Mekke'­de dünyaya gelmiştir. Annesi Ervâ, Peygamber (S.A.V.) Efendimi­zin halasının kızıdır.

Hz. Osman (R.A.), Fahr-i Âlem (S.A.V.) Efendimizin muhte­rem kızı Rukıyye ile; bunun vefatından sonra da diğer kızı Ümmü Gülsüm'le evlenmiş bulunduğundan, iki nur sahibi anlamına gelen Zî'ri-Nûreyn lakabını almıştır.

Hz. Osman İbni Affan (R.A.), Kureyş Kabilesinin Benî Umey-ye kulundandır.

Hz. Osman îbni Affan (R.A.), ilk müslüman olanların beşin-cisidir. Hz. Ebû Bekir (R.A.)'in teşviki ile müslüman olmuştur. Ve aşere-i mübeşşeredendir.

Hz. Osman (R.A.) ticâretle uğraşır ve zaman zaman ticarî mak­satlarla seyahatlere çıkardı. Zengin bir tüccar ve mükemmel, zarif, kibar bir cemiyet adamı idi.

Kendisi, Hz. Ebû Bekir (R.A.) gibi, cahiliyye devrinin bütün sa­pıklıklarından ve kötülüklerinden uzak olmuştur.

Osman îbni Affan, Fahr-i Âlem (S.A.V.) Efendimizin, Pey­gamberlikle görevlendirilip, İslâm'ı yaymaya başladığını duyunca; Doğruca samîmi dostu olan Hz. Ebû Bekir'e gitti ve durumu sordu. O, kendisine Islâmiyeti anlattı ve kendisini alıp, Peygamber (S.A.V.) efendimizin huzuruna götürdü.

Fahr-i Âlem (S.A.V.) Efendimiz Hz. Osman'a —"Ya Osman! Hak Teâlâ, seni cennete da'vet eder. Sen de icabet et. Ben, bütün insanlara hidâyet rehberi olarak gönderildim." buyurdu.

Hz. Osman (R.A.) Resûlullah (S.A.V.) Efendimizin güler yüz­lü söylediği bu güzel sözler karşısında, derhal kelime-i şehâdet geti­rerek müslüman oldu.

Hz. Osman (R.A.) da, müslüman olduktan sonra, Kureyş müş­riklerinden ve özellikle yakınlarından pek çok işkence gördü.

Bu sebeple, Habeşistan'a hicret etme izni verilince, Hz. Osman (R.A.) da, hanımı Hz. Rukıyye ile, bu ilk muhacirlerin arasına ka­tıldı. Ve, Hz. Hud (A.S.)'dan sonra, dini uğrunda ailesi ile birlikte hicret eden kişi oldu.

Bir müddet sonra, Habeşistan'da, "Mekke'liler müslüman ol­du." diye bir haber işitilince, Hz. Osman (R.A.) Mekke'ye döndü. Bu haber asılsızdı. Ve Hz. Osman (R.A.) İkinci Habeşistan hicreti­ne de katıldı.

Habeşistan'dan Mekke-i Mükerreme'ye dönen Hz. Osman (R.A.), Peygamber (S.A.V.) Efendimizden önce Medine'ye hicret etti.

Hz. Osman (R.A.)'in Medine'ye hicret ettiği günlerde, bura­da su sıkıntısı çekiliyordu. Bir yahudiye ait olan Remle Kuyusundan başka bir yerde su yoktu ve bu yahudî, kuyusunun suyunu para ile satıyordu.

Fahr-i Âlem (S.A.V.) Efendimiz, "bu kuyunun bir müslüman tarafından satın alınmasının çok uygun olacağını" bildirdi. Bunun üzerine Hz. Osman (R.A.), bu kuyuyu satın alarak sebîl etti.

Hz.  Osman  (R.A.),  —Bedir  Savaşı  hariç—  Peygamber (S.A.V.) Efendimizle birlikte bütün savaşlara iştirak etmiştir.

Bedir Savaşı sırasında, Hz. Osman (R.A.)'in hanımı olan, Pey­gamber (S.A.V.) Efendimizin kızı Hz. Rukıyye ağır hasta idi. Bu se­beple Hz. Osman (R.A.)'e, bu savaşa katılma izni verilmemişti. Ni­tekim, Bedir Zaferi'nin Medîne-i Münevvere'ye ulaştığı gün, Hz. Ru­kıyye rahmet-i Rahmân'a kavuştu.

Hz. Osman (R.A.)'ın, Hz. Rukıyye'den Abdullah adında bir oğlu olmuştu. Bundan dolayı Ebû Abdullah diye de anılır. Abdul­lah, hicretin dördüncü yılında altı yaşında iken vefat etmiştir.

Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, Hz. Rukıyye'nin vefatından sonra, diğer kızı Ümmü Gülsümü Hz. Osman'la evlendirdi.

Hicretin dokuzuncu yılında, Hz. Ümmü Gülsüm de vefat edin­ce, Resûl-i Ekrem (S.A.V.) Efendimiz, Hz. Osman'a:

—"Ey Osman! Bir kızım daha olsaydı, onu da sana verirdim." buyurdu.

Hz. Osman (R.A.) savaşlara sadece bedenen katılmakla kal­madı. Kendisi çok zengindi ve her savaşta, ordunun teçhizi için bü­yük yardımlarda bulunuyordu.

İslâmiyet yayılmaya başlayınca, Medîne-i Münevvere'nin nü­fûsu da artıyordu. Çünkü, müslüman olan herkes Medîne-i Münev­vere'ye geliyordu. Bundan dolayı, Medine'nin nüfusu artmış ve Mescîd-i Nebî kâfi gelmemeye başlamıştı. Bunun üzerine, Fahr-iÂlem (S.A.V.) efendimiz:

—"Bizim mescidimizi bir zira' olsun genişleten, Cennet'e gider." buyurdu.

Bunu işiten Hz. Osman (R.A.) ise:

—"Yâ Resûlallah; malım mülküm Sana feda olsun; Mescidi ge­nişletme işini üzerime alıyorum." dedi ve Mecsidi kırk zira (yakla­şık 20 metre) genişletti. Bunun üzerine, Tevbe Sûresinin 18. âyeti nazil oldu.

Hz. Osman (R.A.), umumiyetle Peygamber (S.A.V.) Efendi­miz'in yanından ayrılmazdı.

Hudeybiye Musâlahasında, Hz. Osman (R.A.), Mekke'ye elçi olarak gönderilmişti. O'nun şehid edildiğine dair bir haber yayıldı. Ve bunun üzerine, meşhur Bîat-ı Ridvân yapılmıştır.

Hz. Osman (R.A.), Veda Haccı sırasında da Fahr-i Âlem (S.A.V.) Efendimizle beraber bulunmuştur.

Hz. Osman (R.A.), Peygamber (S.A.V.) Efendimizin irtihâ-lini müteakip Beni Sâide sakîfesinde halîfe seçilen Hz. Ebû Bekir (R.A.)'e orada biat etmiş ve O'nun meşveret meclisinde bulunmuştur.

Hz. Osman (R.A.), Hz. Ömer (R.A.)'in halifeliği sırasında, O'na bütün gücü ile destek olmuştur. [226]

 

Hz. Osman'ın Hilâfeti:

 

Hz. Osman (R.A.), hicretin 23. yılında Hz. Ömer (R.A.)'in şehit edilmesi üzereni, O'nun görevlendirdiği şûra tarafından halîfe-liğe seçilmiştir.

Hz. Osman (R.A.)'ın hilâfeti genellikle başarılı geçmiştir. Özel­likle halîfeliğinin ilk yılları, Hz. Ebû Bekir (R. A.) ve Hz. Ömer (R. A.) devirlerinin bir devamı olarak çok parlak basan ve fetihlerle doludur.

Hz, Osman (R.A.) devrinde İslâm Devletinin hudutları daha da genişlemiştir. Bu cümleden olarak sırası ile Afrika fethedilmiş, Is-kenderiyye Bizanstan geri alınmış ve Antakya ile Tarsus arasında bu­lunan pek çok kale fethedilmiştir.

Böylece, Hz. Osman (R.A.) zamanında, İslam devleti daha da büyümüş ve Ermenistan, Kafkasya, Horasan, Merâkeş, Kirman, Af­rika gibi ülkeler İslâm Devleti haritası içine girmiştir.

Hz. Osman (R.A.)'in hilâfeti sırasında Şam Valisi bulunan Hz. Muâviye tarafından, İstanbul muhasara edilmişse de, fethedilmemiş-tir. Hz. Muâviye tarafından Kıbrıs adası fethedilmiş ve Akdeniz'de mühim bir müstahkem mevki ele geçirilmiştir.

Hz. Osman (R.A.)'ın hilâfetinin ilk altı yılı emniyet ve huzur içinde geçti; İslâm ülkesi genişledi ve refaha kavuştu.

Ashâb-ı Kirâm'dan bir kısmı, servetin ve refahın bu derece yay­gınlaşmasından endişe ediyor ve servetin insanı değiştireceği korku­su ile, halîfeye sadelik ve kanaatkarlık istediklerini bildiriyorlardı.

Hz. Osman (R.A.)'ın hilâfetinin yedinci yılının başlarında, bu geniş İslâm ülkesinde yer yer idarî zaaf ve hatâlar görünmeye başla­dı. Bu hâl de kısmî hoşnutsuzluklar ve bazı muhalif grublar meyda­na getirmeye başladı.

Bu durumdan istifâde etmeye kalkan yahûdi ve mecûsîler, müs-lümanlar arasında fitne ve dinî ihtilaflar meydana getirmek için çe­şitli yollara baş vurdular. Bunların tahriki ile meydana gelen fitne ve fesat İslâm aleminin her tarafını sarmaya başladı.

Hz. Osman (R.A.), zuhur eden bu fitneyi bastırmak ve ortadan kaldırmak için çok gayret sarfettiyse de, muvaffak olamadı. Zira, fitne, Q*nun kontrol edebileceği boyutları aşmıştı. Aldığı her ted­bir, yeni bir fitne ve fe&adın çıkması neticesini doğuruyordu.

Fitne ve fesadın en büyük kaynağı Mısır idi. Zira, fitne ve fe­satçıların elebaşısı Abdullah İbni Sebe isimli yahudi buraya yerleş­mişti. İslâm âleminin her tarafına yerleştirdiği adamları ile devamlı temas hâlinde bulunuyor ve fitnenin yayılması için elinden geleni ya­pıyor ve durum gün geçtikçe vahim bir hâl alıyordu.

Neticede, Mısır, Basra, ve Küfe gibi merkezlerdeki müfsid ve fitneciler, hacca gitmek bahanesiyle Medîne-i Münevvere'ye gelip, çadırlarını şehrin kenarına kurdular.

Bu şekilde başhyan olaylar ve fitne genişledi. Hatta, bu fitneci­ler, Hz. Osman (R.A.)'e "hilâfetten çekilmesini" teklif edecek ka­dar ileri gittiler. Buna karşı, Hz. Osman (R.A.): "Fahr-i Âlem (S.A.V.)'in bana giydirdiği elbiseyi, kendi elimle çıkarmam." dedi.

Çünkü, Peygamber (S.A.V.) Efendimiz Hz. Osman (R.A.)'a:

—"Ey Osman! Allahu Teâlâ, sana (hilâfet denen) bir gömlek giydirecek. Eğer münafıklar, o gömleği soymak isterlerse; —bana kavuşuncaya kadar— sakın onu çıkarma." buyurmuştu.

Hz. Osman (R.A.), hicretin 35. yılında (mîlâdî 656), seksen iki yaşında iken, âsîler tarafından şehîd edildi.

Âsiler, beytü'1-mâli de yağma ettiler ve Medîne-i Tâhire'yi ka­na buladılar.

Hz. Osman (R.A.)'ın şehit edilmesi haberi, İslâm ülkesinde kısa sürede yayıldı ve hudutsuz üzüntülere sebep oldu. Her tarafta büyük bir huzursuzluk ve hüzün başladı.

İslâm düşmanları fitneyi çıkartmış ve kinlerini kusmuşlardı.

Hz. Osman (R.A.)'ın şehit edildiği zamana kadar tam bir birlik içinde bulunan İslam Milleti arasına fitne girmiş ve çeşitli bâtıl fır­kalar boy göstermeye başlamıştır.

Zaten. Osman-ı Zî'n-Nureyn (R.A.), şehâdet mertebesine ula­şacağını, Fahr-i Âlem (S.A.V.) Efendimizden işitmişti.

Ayrıca, son günlerinde, rüyasında Resûl-i Ekrem (S.A.V.) Efen­dimizle, Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer'i görmüş ve bunlardan: "Sab­ret; yarın bizim yanımızda iftar edeceksin." müjdesini almıştır.

Hz. Osman (R.A.), Kur'ân-i Kerim okumakta iken şehit edil­di. Ve mübarek vücûdundan fışkıran kanlardan bir kaç damlası, Ba­kara Sûresinin 137. âyetinin üzerine isabet etmiştir ki, bu âyet-i celî-lenin meali şudur:

"Onlar da sizin îmân etmiş olduğunuz gibi iman ederlerse, ger­çekten doğru yolu bulmuş olurlar. Şayet yüz çevirirlerse, onlar an­cak (size karşı) muhalefet (ve çıkmaz) içindedirler. O durumda olan­lara karşı, Allah sana kâfî gelecektir. Ve O, hakkiyle işitici ve bilici­dir." [227]

 

Hz. Osman Ve Fıkıh İlmi

 

Hz. Osman (R.A.), ashâb-ı kirâm'ın fakıyhlerindendir. zira, bütün âlimler, hülefâ-i râşidîhin fıkıh sahasında ashâb-i güzînin ile­ri gelenlerinden oldukları hususunda ittifak etmişlerdir. Hz. Osman (R.A.), kendisinden ciltler dolduracak kadar çok fetva nakledilen yedi sahâbî arasına girmemekte ise de, hem bunları takip eden ve kendi­sinden nakledilen fetvalar bir araya getirildiğinde bir cüz olabilecek bulunan sahabîlerdendir. Nitekim, Hz. Ebû Bekir (R.A.) de, bu gu­ruba girmektedir.

Hz. Osman (R.A.), ilim ile ameli zâtında bir araya getirmiş, verâ ve takva sahibi bir zat idi.

Hz. Osman (R.A.), dâima Peygamber (S.A.V.) Efendimizin yolunu takip eder ve bütün fiillerini, O'nun fiillerine uydurmaya çalışırdı.

Hz. Osman (R.A.), Mescid-i Nebevî'de cemâate karşı pek be­liğ hutbeler irad eder; bir kısım fıkıh mes'elelerini konu edinerek, bu hususlarda halkı aydınlatırdı.

Hattâ, lüzumu hâlinde, mes'eleleri tatbîkî bir tarzda anlatırdı. Meselâ: Bir defasında Mescid-i Nebevî'ye su getirterek, Fahr-i Âlem (S.A.V.) Efendimizin aldığı şekilde abdest almış ve: "İşte, Resûlul-lah (S.A.V.) böyle abdest alırdı." demiştir.

Bir sene, hac için Mekke-i Mükerreme'ye gitmiş ve Minâ'da, namazını, dört rek'at olarak kılmıştı.

Halk, bunu garip görüp, "seferi olduğu hâlde, neden kasr-ı sa-lâtta bulunmuyor?" demeye başlamıştı.

Bunun üzerine Hz. Osman (R.A.):

—"Ey İnsanlar! Ben, Mekke'ye geldiğim gün evlendim. Ve ben, Resûlullah (S.A.V.)'m: "Her kim, bir beldede evlenirse, orada mu­kim kimsenin namazı gibi namaz kılsın." buyurduğunu duymuş bu­lunuyorum." dedi. Bu mes'elede, Hz. Osman (R.A.)'in içtihadı böyledir. [228]

 

Hz. Osman Ve Tefsir İlmi

 

Hz. Osman (R.A.), arap lisanım inceliklerine vâkıf bir zât ol­duğu gibi, aynı zamanda Fahr-i Âlem (S.A.V.) Efendimizin yanın­dan ayrılmayan bir büyük sahâbî olduğundan Kur'ân-ı Mübîn'in in­celiklerine mükemmel bi şekilde muttali idi. Âyet-i kerimelerin nüzûl sebeplerini bilir ve mânâlarını Allah Resulünün beyân ettiği tarzda anlamaya gayret ederdi.

Peygamber (S.A.V.) Efendimizin vahiy kâtiplerinden olan Osman-ı Zi'n-Nureyn (R. A.) hazretleri, çok güzel yazan ve çok gü­zel konuşan bir zât idi.

Hz. Osman (R.A.)'in özellikle Kur'an-ı Kerîm nüshalarım ço­ğaltmak hususundaki hizmeti pek büyüktür. O, Hz. Ebû Bekir (R.A.)'in toplayıp, bir araya getirdiği Kur'an-ı Kerîm'den altı nüs­ha daha yazdırıp, büyük îslam merkezlerine göndermişti. Bu sebep­le kendisine Nâşiru'l-Kur'ân ünvânı da verilmiştir.

Hz. Osman (R.A.), çok Kur'ân okuyan bir zât idi; mânâsına da o derece vâkıftı.

Bu sebepten dolayı, Kur'ân-ı Kerîm hakkında malûmat almak için, ashâb-ı kiramın ileri gelenleri de zaman zaman, Hz. Osman (R.A.)'a müracaat ederlerdi.

Nitekim, ashâb-ı kiram içinde müfessirlerin en kudretlilerinden biri olan Abdullah İbnü Abbas (R.A.), bir gün Hz. Osman (R.A.)*a müracaat ederek O'na şöyle bir sual sormuştu:

—Neden, Sûre-i Enfâl ile Berâe Sûresini birbirine bitişik yazdı­nız da, bu iki Sûrenin arasını besmele ile ayırmadınız? Hz. Osman (R.A.), bu suâle şu cevabı verdi: —Resûl-i Ekrem (S.A.V.) zamanında., sûreler ve âyetler nazil olunca, vahiy kâtiplerine: '-Şu âyeti, şu sûredeki, şu âyetlerin yanı­na yazınız." diye emrederdi. Enfâl Sûresi, Medine'de ilk nazil olan sûrelerden; Tevbe Sûresi ise, en son nazil olan Kur'ân âyetlerinden-dir. Her iki sürenin muhteviyatı arasında bir benzerlik vardır. Biz bu iki sûrenin bir olduğuna zâhib olduk. Resûlullâh, irtihâlinden önce, "bu sûrenin, o sûreden olup-olmadığını" bize bildirmemişti. Bun­dan dolayı, bu iki sûre muttasıl yazıldı; aralarını besmele ile ayırma­dık ve bunları seb'u tıvâl sırasına vâz ettik. [229]

 

Hz. Osman Ve Hadîs İlmi:

 

Hz. Osman (R.A.), ashâb-ı kiram içinde ilim ve irfanı ile te­mayüz etmiş bir zât idi. Peygamber (S.A.V.) Efendimizin fiil, takrir ve kavillerine yakından vâkıf olan Hz. Osman (R.A.) Fahr-i Âlem (S.A.V.) Efend mizden 146 hadîs-i şerîf rivayet etmiştir.

Bu hadîs-i şerifler, İmâm Ahmed îbni Hanbel hazretlerinin Müs-nedi'nde mevcuttur. Bunlardan on biri de Sahîh-i Buhârî de yer almaktadır. [230]

 

Hz. Osman'la İlgili Hadîsi Şerifler:

 

Şimdi de, Fahr-i Âlem (S.A.V.) Efendimizin Hz. Osman (R.A.) ile ilgili hadîs-i şerîflerinden bir kısmını görelim:

Peygamber (S.A.V.) Efendimiz şöyle buyuruyorlar: —"Ey Allah'ım! Osman'dan razı ol."

—"Ey Allah'ım! Gerçekten ben, Osman'dan razı oldum; Sen de, O'ndan razı ol.*'

(Fahr-i   Âlem   (S.A.V.)   Efendimiz,   bu   duayı   üç   defa

tekrarladılar).

—"Osman, cennettedir."

—"Osman, Hz. İbrahim'e benzer ve melekler bile, ondan haya ederler."

—"Her peygamberin, ümmeti içerisinde bir dostu vardır. Be­nim dostum da Osman İbni Affan'dir."

—"Her peygamberin cennette bir arkadaşı vardır. Orada, be­nim arkadaşım Osman İbni Affan'dır.'V

—"Ey Osman! Allahu Teâlâ sana bir gömlek (hilâfet) giydire­cektir. Eğer münafıklar senden onu çıkartmanı (hilâfetten vaz geç­meni) isterlerse; bana kavuşuncaya kadar, onu çıkarma."

—"Ey   Osman!   Cenâb-ı   Hak   sana   bir   gömlek   (hilâfet)

giydirecektir.

İnsanlar, senden onu çıkarmam isteyeceklerdir. Sen, onu çıkar­ma. Eğer sen, onu terkedersen, cennetin kokusunu koklayamazsın."

—"Ben, aziz ve celîl olan Allah'ın huzurunda, Osman'ın düş­manlarının hasmıyım. (Onlardan da'vâcıyım.)" [231]

 

Hz. Ömer İbni Hattâb Doğumu, Nesebi Ve Şahsiyeti:

 

Ömer el-Faruk el-Adevî el-Kureşî (R.A.), ashâb-i kiramın en seçkinlerinden ve islâm halîfelerinin ikincisidir.

Hz. Ömer İbni Hattâb'a Peygamber (S.A.V.) Efendimiz tara­fından Ebö Hafs künyesi verilmiştir.

Halîfeler arasında Emîre'l-Mü'minm nâmı ile anılan ilk zât Hz. Ömer'dir.

Hz. Ömer (R.A.), hak ile bâtılın arasım lâyıkı veçhile ayırdığı için veya müslümanlar ile gayr-i müslimler arasındaki ayrılığı en gü­zel ve kesin bir şekilde belirttiği için Fâruk-i A zam lakabını almıştır.

Hz. Ömer (R.A.), Fil Vak'asından 13 sene sonra, yâni hicret­ten 40 sene önce Mekke-i Mükerreme'de dünyaya gelmiştir.

Ömerü'l-Fâruk (R.A.)un babası Hattâb, Kureyş kabilesinin ileri gelenlerindendir. Ömer İbni Hattâb (R.A.)'ın soyu, dokuzuncu dedesi olan Ka'b'de Fahr-i Kâinat (S.A.V.) Efendimiz'in soyu ile birleşmektedir.

Annesi Hanteme binti Hişam, Ebû CehiPin kız kardeşidir.

Ömerü'l-Fâruk (R.A.), öteden beri Kureyş arasında sevilen ve sayılan, seçkin bir şahsiyet idi.

Kendisi, güzel ve tesirli konuşması, arap târihine, edebiyatına, şiirine vukufu, mes'eleleri çabuk ve doğru kavraması ve kolay çö­züm bulması gibi hasletleri ile tanınmış; bu yönleri ile yaşadığı top­lum içinde üstün bir mevki sahibi olmuştu.

Arap kabileleri ile kureyş arasında meydana gelen savaş ve ben­zeri olaylarda, elçilik görevi genellikle Hz. Ömer ibni Hattâb'a verilirdi. [232]

 

Müslüman Oluşu:

 

Resûl-i Ekrem (S.A.V.) Efendimiz, İslâmiyeti yaymaya baş­layınca, Ömer ibni Hattâb, başlangıçta O'na muhalif olmuş ve cep­he almıştı.

Hatta, Hz. Hamza (R.A.) müslüman olunca, müslümanlann güçlendiğin gören ve bundan telaşlanan müşrikler, bu işe kesin bir çözüm bulmak maksadıyla Ebû Cehil'in başkanlığında toplandıkla­rında; Fahr-i Âlem (S.A.V.) Efendimizin mübarek vücûdunu orta­dan kaldırma görevini üzerine almıştı.

Bu maksatla yola düşen Ömer İbni Hattâb, yolda kız kardeşi­nin ve eniştesinin müslüman olduğunu duymuş, doğru onların evine yönelmiş ve işittiği Kur'an âyetlerinin tesiri ile kalbi yumuşamıştı.

Kendisi, kalbinde İslâm dinine karşı temayülün ne şekilde mey­dana geldiği hususunu şöyle de anlatmaktadır:

—"Resûlüllah'a taarruz için evimden çıkmıştım. Kendisinin ben­den önce Mescid-i Haram'a gitmiş olduğunu anlayınca, hemen ben­de gidip arka tarafına durdum. O, el-Hakka Sûresini okumaya baş­lamıştı. Kur'an'm fesahat ve belagatına teaccüp ettim. Ve içimden: "Vallahi, bu, Kureyş'in dediği gibi, bir şâirdir." diye geçirdim. Ben, içimden bunu geçirir geçirmez, Hz. Peygamber : "Kur'ân, Şerefli bir elçinin getirdiği sözdür. O, bir şâir sözü değildir...." âyet-i kerîmesini[233] okudu. Kendi kendime: 'Herhalde bu kâhin." dedim. Bu kerre de: "Kâhin sözü de değildir. Ne az düşünüyorsunuz." nazm-ı celîlini[234] okumasın mı.. Artık, İslamiyet kalbimde büyük bir yer tutmuştu."

Fahr-i Âlem (S.A.V.) Efendimiz, daha O İslam'a muhalif iken.

—"Yâ Rabbî!... Bu dîne, iki Ömer'den biri ile izzet ver." diye duâ eterdi.

Hatta, bir defasında Peygamber (S.A.V.) Efendimiz:

—"Yâ Rabbi! îslâmiyyeti Ömer îbni Hattâb ile kuvvetlendir." diye duâ buyurmuştu.

Nihayet, Hz. Ömer, Resûl-i Ekrem (S.A.V.)'de ve Kur'ân-ı Kerîm'de tecellî eden sonsuz üstünlükleri ve güzellikleri görmüş; kal­binde İslâm Nurları parlamaya başlamış ve sonunda Fahr-i Âlem (S.A.V.) Efendimizin huzuruna giderek müslüman olmuş ve bunu bütün âleme ilan etmiştir.

Hz. Ömer (R.A.)'den önce 39 erkek, 23 kadın müslüman ol­muştu. O, müslüman olan erkeklerin kırkıncısı oldu. Ve bunun üzerine:

—"Ey Nebîî Sana; Allahu Teâlâ ile sana tabî olan mü'minler yeter."[235] âyet-i kerîmesi nazil oldu.

Bi'setin (= Hz. Muhammed'e peygamberlik görevi verilmesi­nin) altıncı yılının Zi'1-hicce ayında Hz. Ömer (R.A.)'in müslüman olması ile, gerçekten müslümanlar güç buldu, kuvvet kazandı. O: "Biz, mademki Hak üzereyiz; ne diye gizlenelim..." diyordu. Ar­tık, birlikte ve aşikâre Ka'beyi tavafa gittiler. Ve artık, müslüman­lar dînî vazifelerini açıktan ve toplu halde yapıyorlar; İslamın kuv­veti gün geçtikçe artıyordu.

Ne var ki, müşrikler de boş durmuyor ve onlar da, baskıları­nı, zulümlerini işkencelerini gün geçtikçe artırıyorlardı.

Ve, müslümanlar, Allah Resülü'nün izni ile iki defa Habeşis­tan'a hicret ettiler... İslâmiyet Medine'de yayılmaya başladı.... Bi­rinci ve İkinci Akabe Bîatleri gerçekleşti ve Fahr-i Âlem (S.A.V.) Efendimizin izni ve emri ile Medine'ye hicret başladı. [236]

 

Hicreti:

 

Hz. Ömer (R.A.) de, Fahr-i Kâinat (S.A.V.) Efendimizden ön­ce hicret edenlerdendir. Ve, O'nun İslam'a girişi şanlı olduğu gibi, hicreti de şanlı oldu.

Hicret edeceği gün, yayını omuzuna asıp, Ka'be-i Muazzama'-yi açıktan tavaf etti; namazını kıldı ve oradaki müşriklere gür ve hâ­kim bir seda ile şöyle haykırdı:

—"Yüzünüz kara olsun!... Allah, burunlarını toprağı sürtecek­tir. Anasını ağlatmak, çocuklarını öksüz, karısını dul bırakmak is­teyen varsa, şu vadinin arkasında karşıma çıksın da göreyim!"

Bu meydan okuyuş karşısında, tek bir kimse bile yerinden kı-mıldayamadı. Ve o kahraman zât, cesaret ve vakarla; ama biraz da hüzünle Mekke-i Mükerreme'den ayrılıp, Medine'ye hicret etti. [237]

 

Medine'de:

 

Hz. Ömer (R.A.), yanında hicret eden yirmi müslümanla bir­likte Medine'ye vardı. Ve Medîne halkına "Allah Resülü'nün de, Me-dîne'yi şereflendireceğini müjdeledi.

Sonra, Küba'ya yerleşip, Fahr-i Âlem (S.A.V.) Efendimizin teş­riflerini bekledi ve O'nu karşıladı.

Hicret'ten sonra, ensar ile muhacirler arasında yapılan kar-deşleşmede, Hz. Ömer (R.A.) de, Utban îbni Mâlik ile kardeş olmuştu.

Bu iki kardeşten, her gün biri, Allah Resülü'nün huzurunda bu­lunur ve duyduklarını diğerine naklederdi.

Namaz vakitlerinin nasıl îlân edilmesi gerektiğinin istişare edil­diği günlerde, bu günkü ezanı rüyasında görenlerden biri de Hz. Ömer (R.A.)'di.

Hz. Fâruk-ı A'zam (R.A.). Resûl-i Ekrem (S.A.V.) Efendi­mizin bütün savaşlarına iştirak etti. O'nun, Rasûl-i Ekrem ve Ne-biyyi Muhterem (S.A.V.) Efendimize olan muhabbet ve fedâkârlığı her türlü tasavvurun üzerinde idi.

Hz. Ömer (R.A.), Bedir ve Uhud Savaşlarında, devamlı Resû-lullah (S.A.V.) Efendimizin yanında bulundu.

Bedir Savaşında, Kureyşin bütün kabileleri, bütün savaşçıları ile iştirak ettiği hâlde, Hz. Ömer (R.A.)'in mensup olduğu kabile­den, —O'ndan korktukları için— sadece on iki kişi iştirak etmişti.

Ve Hz. Ömer (R.A.) bu savaşta; Kureyş'in komutanlarından olan dayısı Âs İbni Hâşim'i kendi eliyle öldürdü.

Uhud Savaşında, Peygamber (S.A.V.) Efendimizin yanından hiç ayrılmadı...

Hendek Savaşında ise, emrindeki askerlerle hendeğin bir bö­lümünü tuttu ve düşmanın hücumuna mâni oldu.

Hayberin fethinden sonra,  kendi hissesine düşen araziyi vakfetti.

Mekke'nin fethinde de hazır bulundu

Mekke fethinden hemen sonra yapılan Huneyn Gazvesine de katıldı.

Tebük seferinde, bütün malının yansını ordunun teçhizine sar-fedilmek üzere verdi.

Hendek Savaşından sonra, kızı Hz. Hafsa (R.A.), Allah Ra-sûlü tarafında nikahlanınca, Fahr-i Âlem (S.A.V.) Efendimize ka­yınpeder olma şerefine erdi.

Hz. Fahr-i Kâinat (S.A.V.) Efendimizin irtihâlini müteakip, hilâfet makamına geçen Hz. Ebû Bekir (R.A.)'e ilk biat eden O ol­du ve devamlı yanında ve hizmetinde bulundu; müşaviri oldu. Beytü'l-Mâl emini olarak görev yaptı.

Hz. Ebû Bekir (R.A.)'e, Kur'ân-ı Kerîm'in bir mushaf hâlin­de toplanılmasını teklif etti ve bir hey'et vasıtasıyla bu teklifi gerçekleştirildi. [238]

 

Hilafeti:

 

Hz. Ebû Bekir (R.A.), vefatına yakın bir sırada, ashâb-ı kira­mın ileri gelenleri ile istişare ederek, Hz. Ömer (R.A.)'i velî-ahd tâ­yin etti.

Böylece Hz. Ömer (R.A.), Hz. Ebû Bekir (R.A.) tarafından ha­lîfe tâyin edilmiş oldu.

Hz. Ömer (R.A.)'in hilâfetini, ashâb-ı kiramın hepsi memnu­niyetle karşıladı ve biat ettiler.

Ermre'l-Mü'minin Hz. Ömer (R.A.)'in hilâfeti on sene altı ay yedi gün sürdü.

Ve bu müddet içinde, Bizans ve Sâsânî imparatorluklarının hâ­kimiyeti altında bulunan Suriye, Filistin, Mısır, Irak ve İran'ı İslâm Devletinin sınırları içine kattı. Ve zamanında 1036 büyük şehir fethedildi.

Kuzey Afrika'dan Türkistan'a Azerbeycan'dan Yemen'e kadar, iki milyon kilometre kareden daha geniş olan İslâm Devletini, kur­duğu mükemmel müesseselerle, gayet mükemmel bir şekilde idare etti.

Hz. Ömer (R.A.)'in, İlim sahiplerine ve özellikle Peygamber (S.A.V.) Efendimizin ehl-i beytine ve akrabalarına olan muhabbet ve teveccühü dillere destan olacak kadar fazla idi.

İslâm Âleminde ilk Kur'an okulunu, Hz. Ömer (R.A.), Medîne-i Münevvere'de kurmuş ve Âmir îbni Abdillah el-Huzaî (R.A.)'yi bu okula, Kur'an öğretmeni olarak tâyin edip, maaşını Beytü'l-Mâl'den vermiştir.

İslâm Âleminde, ilk nüfus sayımı da Hz. Ömer (R.A.) zama­nında yapılmıştır.

Tüccarların, esnafın ve satıcıların, halkı kandırıp aldatmala­rına manî olmak için hisbe denilen belediye teşkilatı da, Hz. Ömer (R.A.) zamanında kuruldu.

Mısır'dan, Medine'ye deniz yolundan istifâde edilerek, ilk gı­da malzemesi nakli de O'nun zamanında yapıldı.

Ağırlık ve uzunluk ölçülerinde bütün İslâm beldesinde tek öl­çü sistemi Hz. Ömer (R.A.) zamanında kabul edildi ve yaygınlaştırıldı.

Hz. Ömer (R.A.) zamanında, bazı dirhemler de (= gümüş pa­ralar da) darbedilmiş { = basılmış) ve bunların üzerine el-hamdü lillah ve Mubamraed Resûlullah gibi ibareler yazılmıştır.

Beytü'l-Mâl-i Müslimîn adı ile, devlet hazînesi de ilk olarak Hz. Ömer (R.A.) zamanında tesis edilmiştir.

Hicret-i Nebî'nin tarih başlangıcı olarak kabul edildiği hicrî-kamerî takvim de Hz.  Ömer (R.A.)  zamanında kullanılmaya başlanmıştır.

Küfe ve Basra şehirleri de, Hz. Ömer (R.A.) zamanında ve O'nun emri ile kurulmuştur.

Posta teşkilâtı da Hz. Ömer (R.A.) zamamnda kuruldu ve geliştirildi.

Asayişi temin maksadı ile, geceleri Medine sokaklarına bekçi koyan ilk yetkili de Hz. Ömer (R.A.)'dir.

Hz. Ömer (R.A.), halîfe olunca, ashâb-ı kirâm'm isimlerini dîvan denilen defterlere, onların derecelerini nazar-ı dikkate alarak kaydettirip onlara maaş bağladı. Bu defterlerin muhafaza edildiği yere de dîvan denilir.

Ayrıca fakir ve yoksullara da, beytü'I-mâl'den nafaka dağıtmıştır. [239]

 

Hz. Ömer Ve Fıkıh İlmi:

 

Hz. Ömer (R.A.), büyük bir fakıyh ve yüksek bir müctehid-tir. Kendisinden bir çok fetvalar nakledilmiştir.

Ashâb-ı kiram içinde, îbni Abbas gibi nice büyük âlim ve fa-kıyhler Hz. Ömer (R.A.)'in talebesi durumundadırlar.

Hz. Ömer (R.A.)'ın bir mes'eie hakkında hüküm verirken;

a-) Önce Kitaballah'e yani Kur'ân-ı Kerim'e; onda bulamazsa,

b-) Sünnet-i Seniyye'ye; onda da bulamazsa,

c-) Ashâb-ı Kiramın icma'ma; müracaat eder; hükmü bunlarla sa­bit olmayan hadiseler hakkında ise

d-) İçti had eder yani kıyâs yoluna giderdi.

Kıyâs ve ictihad ederken de, fakıyh sahabelerle fikir ahş-verişinde bulunur; hikmet ve maslahatı da nazar-ı dikkate alırdı.

Hz. Ömer (R.A.)'in ictih adların da büyük isabetler görül­mektedir.

Hüküm verme hususunda, kendisinin kullandığı bu metodu, diğer fakıyhlerin özellikle yöneticilik ve kadılık gibi resmî görevler­de bulunan şahıslara da tamim eder ve onların da, bir mes'ele hak­kında hüküm verirken, bu metodu takip etmelerini isterdi.

Nitekim Kadı Şureyh'e yazdığı mektupta, ona da, "bir hâdise hakkında hüküm verirken; kitap, sünnet, icma ve kıyâs delillerini, —bu sıraya göre— kullanmasını" emretmiştir.

Görüldüğü gibi, bu deliller, ehl-i sünnet imamlarının da esas aldığı demlerdir ve bunları,  Hz.  Ömer (R.A.) ortaya koymuş bulunmaktadır.

Hz. Ömer (R.A.), fıkıh usûlünü ve muhakeme usûllerini or­taya koyma hususunda da büyük hizmetlerde bulunmuştur.

Bu sahada, Hz. Ömer (R.A.) ile birlikte hizmeti geçen ashâb-ı kiramın büyük âlimleri ve içtihada muktedir olan seçkin zâtları da şunlardır: Hz. Ali, Abdullah îbni Mes'ûd, Ubey İbni Kâ'b, Zeyd İbni Sabit ve Ebû Mûsâ'l-Eş'arî...

Hz. Ömer (R.A,)» ashâb-ı kirâm'ın fakıyhleri arasında, en çok fetva verenlerden biri idi.

Âdâb-ı Kazâ'ya (= Muhakeme Usûlü'ne) dair, Basra Kadısı Ebû Mûsâ'l-Eş'arî'ye yazmış olduğu meşhur mektubu, fıkıh, usûl-i fıkıh ve âdâb-ı kaza ilimlerindeki yüksek derecesini, parlak bir şekilde göstermektedir.

Hukuk sahasında benzersiz bir vesika olan bu mektup, Serah-sî'nin Mebsûtu'nda Bedâyi'de ve İ'lâmü'l-Muvakkıîn isimli kitap­larda mevcuttur.

Hz. Ömerü'l-Fâruk (R.A.)'un daha pek çok mektupları ve hut­beleri vardır ve bunlar birer ilim ve hukuk âbidesi ve birer belagat şaheseridir.

Hz. Ömer (R.A.), arap edebiyat ve şiirine de hakkıyle vâkıf­tı. Kendisine arzedilen her şey hakkında arap şiirinden bir beyit okuyabilirdi.

Hz. Ömer (R.A.), bütün kumandanlarına, "dâima sabır, se­bat, adalet ve takva ile hareket etmelerini" emir ve tavsiye buyururdu.

İmâm Mâlik hazretlerinin Zeyd îbni Eşlem'den rivayet ettiğine göre:

Şam Orduları komutanı Ebû Ubeyde (R.A.) hazretleri, Hz. Ömer (R.A.)'e yazdığı bir mektupta, "rumlarm tahşîdâtından (= asker yığ­mış olduklarından) ve korkunç vaziyetlerinden" bahsetmişti. Hz. Ömer (R.A.), bu mektuba şu cevabı verdi:

"Emmâba'd... (= bundan sonra = gelelim maksadımıza....) Şüphe yok ki, bir mü'mine, her ne zaman, bir yerden, bir mihnet (= zahmet, eziyet, müsîbet belâ, gam, keder, sıkıntı, dert) yüz gös­terirse; Allahu Teâlâ, hemen mihnetten sona, bir halâs (= kurtuluş çâresi yaratır.)

Ve şüphe yok ki, bir zorluk, çetinlik, iki kolaylığa galebe ede­mez. Çünkü, her bir zorluğa, iki kolaylığın mukârin (= bitişik, ulaş­mış, erişmiş, yaklaşmış, bir yere gelmiş) olacağını, bir âyet-i kerîme

bildirmiştir.

Ve yine şüphe yoktur ki, Allahu Teâlâ, şöyle buyurmuştur: "Ey Mü'minler! Sabır (ve sebat) ediniz. Sabır hususunda din düşmanlığı ile yarışıp, onlara galebe ediniz. (Sınırlarınızda) nöbet bekleyiniz (ve İslâm yurdunu çiğnetmeyiniz.) Allah'tan korkunuz. (Bu sayede) fe­lah bulacağınızı umabilirsiniz."[240]

Hz. Ömerü'l-Fâruk'un maddî ve manevî kemâlâtım, özellik­le İslâm hukuku sahasındaki büyük kudret ve hizmetini anlatmak için ciltlerle kitap gerekir. [241]

 

Hz. Ömer Ve Tefsir İlmi:

 

Hz. Ömer (R.A.), Kureyş içinde, belâget ve fesahat yönün­den en ilerde bulunanlardan, mütefekkir bir zât idi.

Ve Hz. Ömer (R.A.), yaratılışında bulunan, bu güzel yazma, güzel konuşma istidadı ile, kelâmın inceliklerine hemen vakıf olur ve sözdeki mânâ ve nükteleri derhal kavrardı.

Ayrıca, yıllarca Fahr-i Âlem (S.A.V.) Efendimizin huzurunda bulunmuş olan Hz. Ömer (R.A.), Kur'an-ı Kerîm âyetlerinin mânâ­larına ve nüzul sebeplerine muttâlî olmuş ve bunların tefsiri husu­sunda Resûl-i Ekrem (S.A.V.) Efendimizden pek çok şey öğrenmiş bulunuyordu.

Bütün hayatını, îslâmiyetin yükselmesine tevcih ve tahsis et­miş bulunan Hz. Ömerü'l-Fâruk (R.A.), şüphesiz ki, Kur*ân-ı Ke-rîm'in hakîkatlarına vakıf olma hususunda, büyük bir ihtisas sahibi idi.   Bundan  dolayıdır  ki,   O,  müfessirlerin  ilk  ve  en  seçkin tabakasındadır.

Bezzaz, Hz. Ömer (R.A.)'in tefsirle ilgili bir kavlini şöyle nakleder:

"Zâriyât sûresinin birinci âyetindeki tozutup savuranlardan mu-rad rüzgariar'dır. Üçüncü âyetteki kolayca akanlar'dan murad da gemi-ler'dir. Dördüncü âyetteki İş bölümü yapanlar'den murad ise, melekler'-dir. Eğer ben, Resûlullah (S.A.V.)'den böyle buyurmuş olduğunu işitmiş olmasaydım, bunu böyle söylemezdim." [242]

 

Hz. Ömer Ve Hadîs İlmi:

 

Hz. Ömer (R.A.), dâima Fahr-i Âlem (S.A.V.) Efendimizin yakınında ve hizmetinde bulunmuş, O'nun müşaviri ve sıhriyet iti­bariyle akrabası olmuş bir büyük sahâbî olduğu için; Nebiyyi zî-Şân (S.A.V.) Efendimiz'in bir çok mübarek akvâl ve ef'âline ( = sözleri­ne ve fiillerine) vâkıf olduğu muhakkaktır.

Ve dolayısiyle, Hz. Ömer (R.A.)'in muhaddisler arasında çok yüksek bir mevkîi vardır. Kendisi Fahr-i Kâinat (S.A.V.) Efendimiz­den bir çok hadîs-i şerîf rivayetinde bulunmuştur. Ve bu hadislerin bir çoğu İmâm Ahmed îbni HanbeFin Müsned'inde toplanmıştır.

tbni Hazm'ın bildirdiğine göre, Hz. Ömer (R.A.)'in, müsned olarak rivayet ettiği hadisi şeriflerin miktarı 573'tür.

Bununla birlikte Hz. Ömer (R.A.), hadîs-i şerîf rivayeti hu­susunda çok ihtiyatlı ve dikkatli hareket eder ve Rasûl-i Ekrem (S.A.V,) Efendimize isnâd edilen her şeyi, kuvvetli bir delil ile sabit olmadığı müddetçe, hemen bir hadîs-i şerîf olarak kabul etmezdi.

Hadîs-i şerîf rivayet ederken çok titiz davranan Hz. Ömer (R.A.); hadîs-i şerîf rivayet edecek zâtları intibaha ve basiretli hareket etme­ye da'vet ederdi.

Bu sebepten dolayıdır ki, Hz. Muâviye (R.A.) şöyle demiştir:

—"Ömer İbni'l-Hattab (R.A.)'ın bildirdiği hadîs-i şeriflere iyi sarılınız.^ünkü O, Resûlullah (S.A.V.)'ın söylemediği şeylerin ha­dîs diye nakledilmemesi için insanları ihâfe etmiştir. (Yani yalan ha­dîs rivayet edenlere cezalandıracağını bildirerek korkutmuştur)"

Bundan dolayıdır ki, Hz. Ömer (R.A.)'in zamanında, hiç bir kimse, sahîh olmayan hadisleri rivayet etmeye cür'et ve cesaret edemezdi. [243]

 

Hz. Ömer'in Üstünlükleri:

 

Abdullah îbni Mes'ûd (R.A.), şöyle diyor:

—"Hz. Ömer'in müslüman olması bir fetihtir; hicreti bir za­ferdir; halifeliği de bu ümmet için bir rahmettir. Biz Ka'be'de na­maz kılmaktan korkardık; Ömer müslüman olunca, orada topluca namaz kıldık."

Muhammed îbni Vâil şöyle diyor: Abdullah İbni Mes'ûd (R.A.!) şöyle demişti:

—"Eğer, Hz. Ömer'in ilmi, terazinin bir gözüne, insanların il­mi de diğer gözüne konulacak olsaydı; elbette Ömer'in ilmi daha ağır gelirdi." demişti. Ben bu sözü İbrahim'e naklettim. İbrahim bana:

—"Vallahi, Abdullah bundan daha fazlasını söylemiştir.'* de­di. Ben:

—"Ne söylemiştir?" diye sorunca, o şu cevabı verdi:

—"Hz. Ömer vefat edince, Abdullah İbnü Mes'ud: "İlmin on­da dokuzu gitmiştir." demiştir."

Kubeysa İbni Câbir şöyle diyor:

—"Ben, Hz. Ömer'den daha çok Kur'ân okuyan, İlâhî dinde O'ndan daha fakıyh olan, hududullahı ikâmeye daima gayret eden, insanların kalblerinde heybet duygusu uyandıran bir zât görmedim."

Hz. Ömer (R.A.) şöyle diyor:

Hesaba çekilmeden önce kendinizi hesaba çekiniz. Amelleriniz tartılmadan önce, onları siz tartınız."

—"İyilik kolay bir şeydir. Güler yüz ve yumuşak söz bunu te­min eder."

—"Şiddet göstermeksizin kuvvetli; zaaf göstermeksizin yumu­şak ol."

—"Allah'a itaat eden büyük zâtların sözlerine dikkat edeniz. Çünkü onlara, gerçekler Allah tarafından tecellî eder ve onunla ko­nuşurlar."

—"İnsanların en câhili, âhiretini, başkasının dünyası için satan­dır."

—"Tevbeden maksat, günâhı bilip yapmamaktır. Amel-i sâlih-te bulunmaktan maksak kendini beğenmemektedir. Şükürden mak­sat, aczini itiraf edip kulluğu bilmektir."

—"İnsanın elbiselerini temiz kullanması şerefi icâbıdır."

—"Dinini bilmeyen tüccar, pazarımızda satış yapmasın."

—"Hakkımda hangisinin daha hayırlı olduğunu bilmediğim için darlık (fakirlik) ve bolluk (zenginlik) günlerimin hiç birine aldırış et­medim."

Hz. Ömer (R.A.), Şam'a gittiğinde, orada "elbisesinin eskili­ği hakkında" söz edildiğini duydu. Ve:

—"Biz, İslâmiyetle izzet bulduk; izzet ve şerefi başka yerde ara­mayız." buyurdu.

Allah Resulü (S,A.V.) şöyle buyurmuştur:

—"Allah'ım! İslâm'ı, Ömer İbni Hattab ile aziz kıLve Ömer İbni Hattab'ı da İslâm ile aziz kıl."

—"Cenâb-ı Allah, gerçeği, Hz. Ömer'in lisanı ve kalbi üzere yarattı. O Faruktur. Allah, O'nunla, hak ile batılın arasını ayırdetti.

—"Muhakkak ki, şeytan senden korkar, ey Ömer!"

—"Ömer'in gazabından korkun; çünkü, O gazablanınca Allah da gazab eder."

—"Gökte olan her melek, Ömer'e hürmet eder ve yer yüzünde­ki her şeytan O'iîdan kaçar ve O'na yanaşamaz."

—"Eğer, benden sonra bir peygamber gelecek olsaydı; bu mu­hakkak Ömer İbni Hattab olurdu.

—"Ömer İbni Hattab, Cennet ehlinin kandilidir."

—"Ömer'e buğzeden muhakkak bana buğzetmiştir. Ömer'i se­ven, şüphesiz ki, beni sevmiştir. Her indiğim yerde, Ömer benimle beraberdir ve Ömer'in indiği her yerde de ben O'nunla beraberim. Her sevdiğim şeyde Ömer benimledir ve Ömer'in sevdiği şeyde de ben O'nunla beraberim."

—"Ömer İbni Hattab, Ümmetimin arasında yaşadıkça, fitne ka­pısı —ümmetime karşı— kapalı bulunur. Ömer, vefat edince, üm­metimin araşma arka arkaya fitne girer."

—"Ey Ömer! Allahu Teâlâ seni, dünya ve âhirette hayır ile müj­delesin."

—"Ömer kahraman bir mü'mindir, cömerttir, müttakîdir, dinin koruyucusudur, hidâyet nurudur ve takva nişânesidir. Sana tabî olanlara müjdeler olsun.

Ve sana hor bakanlara yazıklar olsun. [244]

 

Hz. Ömer'in Vefatı:

 

Bir gün Hz. Ömer (R.A.) şöyle duâ ediyordu:

—"Yâ Rabbî! Bana, senin yolunda şehitlik nasip et! Ve ölümü­mü Resulünün beldesinde kıl."

Bu duayı kızı ve bütün müzminlerin annesi Hz. Hafsa işitti ve kendisine:

—"Bu, nasıl olabilir?" diye sordu.

Hz. Ömer (R.A.) şu cevabı verdi:

—Allahu Teâlâ isterse, bunu vücûda getirir.

Hicretin 23. yılının (milâdî 645) son ayında, Muğîre îbni Şu*-be (R.A.)'nin kölesi olan Mecûsî Ebû Lü'lü, Hz. Ömer (R.A.)'i sa­bah namazı vaktinde ve mescidde bir hançerle yaraladı. Ebû Lü'lü denilen kâfir, tfe. Ömer (R.A.)'e hançerini altı defa vurmuştu. Ve yaralardan, karmnda olanı derin ve ağırdı. Bu köle, bir başka şahsı da yaralayarak mescidden kaçtı. Ve sonra intihar etti.

Hz. Ömer (R.A.) evine kaldırıldı. Bir müddet sonra ayıldı ve: —"Katilim kimdir? diye sordu

Kendisine, "katilinin Ebû Lü'lü olduğu" söylenince de: —"Allah'a şükürler olsun ki, bir müslüman tarafından vurul­madım." dedi.

Hz. Ömerü'I-Fâruk (R.A.), kendisinden sonra halîfe olacak kimsenin seçilmesi için ashâb-ı kiramdan, cennetle müjdelenmiş olan şu altı kişiyi görevlendirdi. Hz, Osman, Hz. Ali, Hz. Zübeyr, Hz. Talhâ, Hz. Sa'd îbni Ebî Vakkâs ve Abdurrahman İbni Avf.

Bundan sonra Hz. Ömer (R.A.), oğlu Abdullah (R.A.)'a:

—"Müzminlerin annesi Hz. Âişe'ye git ve O'na, Ömer îbni Hattab'ın selâmını söyle; "mü'minlerin emîri" deme; ben, bugün, rhü*-minlerin emîri değilim. O'na: "Ömer, sahibinin yanına defnediTmek için izin istiyor." de." buyurdu.

Abdullah İbni Ömer (R.A.) bu durumu, Hz. Âişe (R.A.)'ye söy­leyince, O:

—"O yeri kendime ayırmıştım; fakat, gönül rızâsı ile Ömer'e veriyorum." buyurdu.

Hz. Ömer (R.A.), bu haberi duyunca*

—"Bu, benim en büyük dileğimdi." buyurarak memnuniyetini izhâr etti.

Ve Hz. Ömer (R.A.), yaralanışından bir gün, (diğer bir riva­yete göre ise üç gün) sonra vefat etti.

Şehitlik şerefine nail olduğu zaman 63 yaşında idi.

Ve, Fahr-i Âlem (S.A.V.) Efendimiz şöyle buyurmuştu

—"Cebrail (A.S.) bana gelip: "Ömer'in ölümü üzerine, bütün İslâm Âlemi ağlıyacaktir." dedi."

Ve Hz. Ömer (R.A.), Fahr-i Âlem (S.A.V.) Efendimiz ile Hz. Ebû Bekr-i Sıddîk (R.A.)'in medfün bulundukları Ravza-i Mutah-hara'ya defnedildi. Ve onlar, birbirlerinden ayrılmaksızın beraberce yaşadıkları gibi irtihallerinde de makber-i saadetlerine konuldukları zaman yine beraber oldular. [245]

 

Hz. Safiyye

 

Ümmü'l-Mü'minîn Hz. Safiyye, Hayber Reislerinden Huyey İbni Ahtab'm kızıdır. Safiyye binti Huyey îbni Ahtap, takriben hic­retten 12 yıl kadar önce Hayber'de doğmuştur.

Hz. Safiyye annemizin nesebi, Hz. Mûsâ (A.S.)'nm kardeşi Hz. Harun İbni îmrân'a kadar uzanmaktadır. Bu itibarla, Medine civarında oturan Benî Kurayza ve Benî Kaynuka kabileleri, kendisi­nin Prens kızı olarak tanırlardı.

Hz, Safiyye, önce Selâm îbni Mişkem-'in karısı idi; daha son­ra Kinâne îbni Ebî Hukayk ile evlenmiştir. Hicrî 6. yılda yapılan Hay-ber seferi sonunda, kocası katledilmiş; kendisi de esir olarak alınmıştı.

Enes  İbni Mâlik hazretleri;  Hz.  Safiyye'nin Peygamber (S.A.V.) Efendimizle izdivaçlarını şöyle anlatıyor:

"Allahu Teâlâ, Hayber'in fethini nasip etti. Esirler alındı Sa-hâbilerden Dihye, Peygamber (S.A.V.) Efendimize müracaat ederek, bir câriye istedi. Efendimiz (S.A.V.) de, "gidip, esirler arasından bir câriye seçmesini" emir buyurdu. Dihye (R.A.) de gidip Safiyye'yi seçti. Bunu gören sahâbilerden biri, Resûl-i Ekrem (S.A.V.) Efendi­mize gelerek:

—' 'Yâ Resûlallah, Dihye'nin seçtiği, Benî Kurayza ve Benî Nâ­dir Kabîlelerinin^ultanıdır. O, Allah'ın Resulünden başka kimseye uygun düşmez." dedi.

Bunun üzerine Peygamber (S.A.V.) Efendimiz Dıhye'yi çağıra­rak: "Git, Safiyye'nin yerine esirlerden bir başkasını al."

Ve,.Resül-i Ekrem (S.A.V.) Efendimiz, Safiyye'yi azâd etti."

Hz. Safiyye, azâd edildikten sonra, Fahr-i Kâinat (S.A.V.) Efendimiz, ona evlenme teklif etti. O da, mehir olarak, kendisinin azâd edilmesini kabul edip, evliliğe "evet" dedi. Ve, böylece nikâh aktedildi.

Hz. Safiyye (R.A. = Radıyallahu Anhâ) annemiz, îslâmiy-yeti o derece samimiyyetle benimsemişti ki, bütün vakitlerini ibâdet ve zikirle geçirmeye başlamıştı.

Ümmü'l-Mü'minîn Hz. Safiyye, Peygamber (S.A.V.)'den on hadîs-i şerîf rivayet etmiştir.

Hicretin 50. yılında Medîne-i Münevvere'de vefat eden Ümmü'l-Mü'minîn Hz. Safiyye (R.A.), Bakî   Kabristanına defnedilmiştir.

Bıraktığı yüz bin dirhemlik mirasın üçte birisi, vasiyeti gereğin­ce yeğenine, kalanı da fakirlere dağıtıldı. [246]

 

Hemmâm Ibni'l-Hâris

 

Hemmâm İbni Haris İbni Kays en-Nehaî, tabiînden, Kûfe'li bir âlimdir.

Hemmâm îbni Haris, fıkıh ve hadis ilimlerinden güvenilir bir âlimdi. Ayrıca, ilmi ile amel eden, muttaki ve zâhid bir zatttı.

Hemmâm İbni Haris, hicrî 65 (milâdî 685) tarihinde vefat etmiştir. [247]

 

Heyseme İbni Abdurrahman

 

Heyseme İbni Abdurrahman, büyük bir fıkıh âlimidir. Kûfe'-lidir. Sika bir zattır.

Ancak, bu zatın, —hadîs rivayet ederken— irsalde bulunduğu yani hadîs-i şerifin senedini söylerken râvilerden bir kısmını atladığı söylenir.

Heyseme İbni Abdurrahman, hicrî 180 (mîlâdî 797) yılından sonra vefat etmiştir. [248]

 

Hızır Bey

 

Hızır Bey, büyük bir Osmanlı âlimidir.

Hicrî 800 (milâdî 1398) tarihinde Sivrihisar'da doğan Hızır Bey, Kadı Celâlüddîn'in oğludur ve Hoca Nasreddin Efendi merhumun torunlarındandır.

Hızır Bey, Bursa'da müderrislik yapmıştır.

Fatih Sultan Mehmed Han, İstanbul'u fethedip, orayı devlet merkezi yaptıktan sonra Hızır Bey'i Sivrihisar'dan getirtmiş ve İs­tanbul'a kadı tâyin etmiştir. İstanbul'un ilk kadısı Hızır Bey'dir.

Hızır Bey merhum, Molla Fenârî hazretlerinden fıkıh tahsil etmiştir.

Kendisinden de Hâce-zâde Muslıhiddin ve Hatib-zâde Şemsüd-din gibi meşhur âlimler ders almışlardır.

Merhum Hızır Bey, kısa boylu olduğu için, kendisine ilim da­ğarcığı derlerdi.

Hızır Bey'in vefat tarihi "Lâ zâle aleyhimü'r-rahmetü" ter­kibinin delâlet ettiği (hicrî) 863 (milâdî 1459) yılıdır.

(Ebced hesabiyle târih düşürmeyi de Hızır Bey bulmuştur.) Hızır Bey, İstanbul'da, Vefâ'dan Zeyreğ'e giden caddenin sağ tarafındaki mescidin avlusunda medfundur. [249]

 

Eserleri:

 

Büyük bir fakiyh ve edib olan Hızır Bey'in başlıca eserleri şunlardır:

1-) Kaade-i Nûnîyye

Bu kıymetli eser, manzum bir akâid risâlesidir.

Kasîde-i Nûniyye, Hızır Beyin talebelerinden Şemsüddin Ahmed Hayalî ve Uryânî-zâde İsmet Efendi gibi bir çok zât tarafından şer-hedilmiştir. Bunların en meşhuru Şemsüddin Hayalî merhumun şerhidir.

2-) Metali'nin Farsça Tercümesi

Hızır Bey, Fâtih Sultan Mehmet Hanın emri ile, Metâli'i geniş bir şekilde farsca'ya tercüme etmiştir.

3-) Şiirleri:

Hızır Bey'in arapca, farsca ve Türkçe şiirleri, O'nun edebiyatta­ki gücünü göstermektedir. [250]

 

Hilas İbni Amr

 

Hilâs îbni Amr el-Hecerî, tabiînden, muhaddis bir zâttır. Basra'lıdır.

Hilâs lbni Amr, şu zevattan hadîs-i şerîf dinlemiş ve rivayet etmiştir:

Hz. Ali, Hz. Ebû Hureyre, Hz. Abdullah îbnü Abbas ve diğer bazı sahâbiler..

Ondan hadîs rivayet eden kimseler ise: Mâlik îbni Dinar ve Katâde gibi meşhur âlimlerdir.

Sika ve faziletli bir zât olan Hilas İbni Amr, hicrî 100 tarihin­den önce vefat etmiştir. [251]

 

Hişâm İbni Yûsuf

 

Ebû Abdurrahman Hişâm lbni Yûsuf es-San'anî, Yemen fu-kahâsınm en büyüğü sayılan bir âlimdir.

Hişâm İbni Yu'suf, aslen İran'a olduğu hâlde, San'ada kadılık yapmış bulunduğu için San'ânî diye meşhur olmuştur.

Hişâm lbni Yûsuf, hıfzı ve kavrayışı çok kuvvetli olan bir âlimdir.

Hişâm İbni Yûsuf merhum, rivayet ettiği hadis-i şerifler Sahîh-i Buharı'de yer almış bulyrîan meşhur ve sika râvilerdendir.

Hişâm İbni Yûsuf hicrî 197 (milâdî 813) yılında vefat etmiştir. [252]

 

Humeyd İbni Abdurrahman

 

Humeyd Ebû İbrahim, aşere-i mübeşşere'den Abdurrahman îbnü Avf (R.A.) hazretlerinin oğludur. Annesi Gülsüm, Hz. Osman (R.A.)'m ana bir kız kardeşidir.

Humeyd, muhterem babasından, ibni Abbas'tan, Ebû Hurey-re'den ve daha bir çok sahâbe-i kiramdan hadîs-i şerîf rivayet etmiştir.

Kendisinden de, Zührî gibi bir çok tabiî rivayette bulunmuştur.

Humeyd İbni Abdirrahman İbnü Avf, sika bir muhaddis ve büyük bir fakıyhtir.

Tabiînin ileri gelenlerinden biri olan Humeyd İbni Abdirrah­man, hicrî 95 (milâdî 714) yılında, yetmiş iki yaşında vefat etmiştir. [253]

 

Huzeyfe İbnü'l-Yemân

 

Huzeyfe   İbnü'l-Yemân   el-Ebsî,   sahâbe-i   kiramın  ileri gelenler indendir.

Huzeyfe, Yemân lakabiyle şöhret bulan îbni Câbir el-Absî'nin oğludur ve babası da sahabedendir.

Hz. Huzeyfe ve babası Hz. Yemân (R.A. = Radıyallahu an-hüma), Medîne-i Münevvere'ye beraberce hicret etmişler ve babası Yemân hazretleri, Uhud Savaşında, bir yanlışlık eseri olarak, İslâm kuvvetleri tarafından şehîd edilmiştir. Huzeyfe (R.A.), babasımn ka­nını hibe etmiştir.

Huzeyfe İbnü'l-Yemân (R.A.)'ın kabîlesi olan Benî Abs, Hay-ber ile Teyme arasındaki bölgede yerleşmişti. Ve bu kabîle, İran kisrâsı Nuşirevân zamanında hiristiyan olmuştu. Onların arasından çı­kan bir hiristiyan büyüğü, âhir zaman peygamberinin geleceğini ha­ber vermişti. Bu kabîle ancak, hicretten sonra İslâmiyetten haberdar olmuş ve Hz. Huzeyfe ile babasının da dâhil olduğu dokuz kişilik bir hey'et Medîne'ye gelerek îslâmiyeti kabul etmişlerdi.

Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, bunları muhacirden veya en-sârdan olmak arasında serbest bırakmış, onlar da ensârdan olmayı tercih etmişlerdir.

Hz. Huzeyfe (R.A.), Resûl-i Ekrem (S.A.V.) Efendimizin sır­daşı, mahremi- esrarı idi. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, kıyamete kadar zuhur edecek olan fitneleri ve büyük hâdiseleri O'na haber ver­mişti. Bu cümleden olarak, Huzeyfe (R.A.) hazretleri, münafıkların kimlerden ibaret olduğunu da bilirdi.

Bu durumu, bütün ashâb bildiği için, Hz. Huzeyfe (R.A.)*ya büyük itibar gösterirler ve ileriye dönük bazı mes'eleleri O'ndan so­rarlardı. Ancak O, bu gibi suâlleri cevapsız bırakırdı.

Bir gün, Hz. Ömer, "fitrenin kendi devrindemi çıkacağım" sor­muş ve Huzeyfe (R.A.) hazretlerinden sadece: "Hayır." cevabını alabilmişti.

Hz. Ömer (R.A.) halifeliği şuasında, Huzeyfe (R.A.)'den, "memurları arasında, münafıkların bulunup bulunmadığını" sormuş; "bulunduğu" cevabını alınca da "kimlerin münafık olduğunu" söy­lemesini istemiş; fakat, Hz. Huzeyfe (R.A.) bunları açıklamamıştı.

Hz. Ömer (R.A.), ashâb içinden bir cenaze zuhur ettiğinde, Huzeyfe (R.A.)'nin, o cenazeye gidip gitmediğine bakardı. Ve, O'-nun cenazesine gitmediği şahsı münafık sayarak, kendisi de cenaze namazını kılmazdı.

Hz. Huzeyfe (R.A.)*nin Kur*an-ı Kerimin bir araya toplan­masında da hizmeti geçmiştir.

Hz. Huzeyfe (R.A.), Peygamber (S.A.V.) Efendimiz zama­nında ve O'nunla birlikte bir çok savaşa iştirak ettiği gibi, Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer zamanlarındaki fetihlere de iştirak etmiştir. O*-nun, müslüman olduktan sonraki hayatı savaşlarda geçti. Hemedân ve Dinever, O'nıın himmeti Ue fetholunmuş ve bir çok görevlerde bulunmuştur.

Hz. Ebû Bekir tarafından emîr (= ordu komutam) tâyin edilen Huzeyfe (R.A.), Umman'dan Irak'a iran'dan Azerbeycan'a kadar bütün bölgelerde savaşmış ve zafer kazanmıştır.

Hz. Huzeyfe, Hz. Ömer tarafından Medayin Valiliğine tâyin edilmiş ve vefatına kadar bu görevde bulunmuştur.

Hz. Ömer (R.A.), yeni fetholunan memleketlere: "Huzeyfe ne isterse veriniz." diye emir vermiş olduğu halde, O kendi yiyeceği ile atının yeminden başka bir şey almamıştır.

Hz. Ömer (R.A.) daha sonra, Hz. Huzeyfe'nin eskisi gibi faki­rane ve sâde yaşadığını görünce, boynuna sarılmış ve: "Sen benim kardeşimsin; ben de senin kardeşinim." demiştir.

Huzeyfe İbnü'l-Yemân (R.A. = Radıyallahu anhümâ), Fahr-i Kâinat (S.A.V.) Efendimizden, yüzden fazla hadîs-i şerîf rivayet etmiştir.

Huzeyfe (R.A.)'nur rivayet ettiği hadîs-i şeriflerden otuz yedisi Buhârî ve Müslim'de yer almıştır. Diğer sünen sahipleri de Hz. Hu­zeyfe (R.A.)'den hadis nakletmişlerdir.

Bu hadîs-i şeriflerden bir kısmı fitne ve fesat hakkındadır.

Resûl-İ Ekrem (S.A.V.) Efendimizin sırdaşı olan Huzeyfe Îbnü'l-Yeman hazretleri, Hz. Osman (R.A.)'ın şehid edildiğini duy­duktan sonra fazla yaşamamış ve ölüm döşeğinde: "İşte bu dünya­nın son demidir. Yâ Rabbi! Bilirsin ki, ben seni severim. Sana ka­vuşmamı mübarek kıl." diyerek, ruhunu teslim etmiştir.

Hz. Huzeyfe'nin vefatı hicrî 36 (milâdî 657) yılına rastlamaktadır. [254]

 

Hüsâmü'd-Din Es-Semerkandi

 

Hüsâmüddin   Muhammed  bin  Osman  el-Alyabadî  es-Semerkandî büyük bir hanefî âlimidir. Kendisi hem fakıyh, hemmü-fessir ve hem de muhaddis idi.

Hüsâmüddîn Semerkandî merhum, Mecîdüddîn Muhammed Üstürûşenî'den ilim tahsil etmlfir.

Kendisinden de, FiisûhıM-Iiatİiyye sahibi îmâdüddnVin oğlu Ab-durrahim fıkıh tahsil etmiştir.

Hüsamüddin Semerkandî* nin MaÜau'KMeinî ve Menbau'l-Mebkaî isimli, bir kaç ciltten müteşekkil bir tefsiri vardır ki, bunu hicrî 628 (milâdî 1231) tarihinde telif etmeye başlamıştır. [255]

Alyabâd, Rey civar indîdir.

 

Hüsâmü'd-Din Es-Siğnaki

 

Hüsamüddin    Hüseyin    bin    Ali    Sığnâkî,    hanefî fakıyhlerindendir.

Sığnak, Türkistan'da bir beldenin adıdır.

Hüsâmüddîn Sınâkî merhum, Hâfızu'd-dîni'l-Kebîr Muham­med el-Buhârî'den ilim tahsil etmiştir. [256]

 

Eserleri:

 

Hüsâmüddîn Sınâkî'nin başlıca eserleri şunlardır:

1-) en-Nihâye Bu eser, HMfcye'nin şerhidir ve Hidâye üzerine yazılan ilk şerh budur.

2-) Klfî

Bu eser de, UsûM Pezdevî'nin şerhidir.

3-) Şeihu't-Temhîd fi-KavüdJ't-Tevhîd

Hüsâmüddîn Sığnâkî, hicrî 711 (milâdî 1312) tarihinde vefat etmiştir. [257]

 

İbni Âbidîn

 

tbni Âbidîn, Muhammed Emin bin Ömer bin Abdü'1-Aziz ha-nefî fukahasından meşhur bir zâttır.

tbni Âbidîn, hicrî 1198 (milâdî 1784) yılında Şam'da doğmuş ye 1252 (milâdî 1836) yılında yine Şam'da vefat etmiştir.

İbni Âbidîn merhum, küçük yaşta Kur'an-ı Kerîmi ezberle­miş ve babasının dükkanında ticâretle uğraşmaya başlamıştır.

İbni Âbidîn, bir gün babasının dükkanının önünde, Kur'ân-ı Ke­rîm okumakta idi. Oradan geçmekte olan bir şahıs, îbni Âbidîn'e "orasının bir ticarethane olduğunu, burada Kur'ân okumakla hem kendini, hem de başkalarını, günâha soktuğunu; Kur'an'da da lahn yaptığını" hatırlatarak; "orada Kur'ân okumamasını" tenbîh etmiş....

Bunun üzerine îbni Âbidîn, derhal babasından izin almış ve o zaman Şam'ın en meşhur hafızlarından olan Şeyhu'I-Kurra Sâid el-Hamevî'den, kıraat ilimlerini tahsil etmiş; Cezeriyye ve Şâbbiyye gibi kıraat kitaplarını ezberlemiştir.

Daha sonra sarf, nahiv ve şâfiî fıkhı ile meşgul olmaya başla­yan İbni Âbidîtı, bilâhare Seyyin Muhammed Şakir Selîmi'nın ders­lerine devam etmiştir.

îbni Âbidîn merhum, Seyyin Muhammed Şâkir SeBmiî'den tef­sir, hadîs ve fıkıh ilimleri ile ilgili pek çok şey okumuş ve bu zâtın tavsiyesiyle hanefî mezhebine intikâl etmiştir.

Zamanında Şam'ın en büyük muhaddislerinden olan Küzbe-rî'den de icazet almış bulunan îbni Âbidîn merhum, kendisi de bir çok âlime icazet vermiştir. [258]

 

Eserleri

 

İlmi ile âmil, sâüh ve muttaki bir zât olan İbni Âbidin merhumun pek çok telifatı vardır. Bu kıymetli eserlerinin başlıcaları şunlardır:

1-) Teftfr-i Beyzârî Haşiyesi

2-) Reddii'l-Muhtâr alâ Düm'l-Muhtâr

Bu kıymetli eser, son zamanlarda Türkçeye tercüme edilmiş ve basılmıştır.

Bu esere, Merhum îbni Âbidîn'in oğlu Alâüddın Muhammed tarafından Kun-etü'l-Uyûni'l-Ahyâr namı ile bir tekmile yazılmıştır.

3-) Ref o'-Enzar amma Evredehül-Hakbî ale'd-Dürri'l-Muhtâr.

4-) Minhâtü'l-Halik ale'1-Bahri'r-Raik

5-) Nesematü'l-Eshar alâ-Şerhi'1-Menâr

6-) Haşiye ale'l-Mutaml.

7-) er-Râhikü'l-Mahtum Bu eser, feraizle ilgilidir.

8-) el-İbâne

9-) İthâfü'z-Zeki

10-) İcâbetü'1-Gavs

11-) Bağyelü'l-Menâsik

11-) Tahbîrü't-Tahrir

13-) Tahrirü'l-İbâre

14-) Tahrirün-Nükûl

15-) Tenkîbn zevi'l-Efhâm alâ Buhtâni'l-Hükm.

16-) Tenkîhu'l-Fetâvâ'l-Hamidiyye

17-) er-Râhiku'1-Mahtûm

18-) Refû'l-İştibâh

19-) Şifâü'1-ABI Ukodii'l-LeâÜ

20-) el-İbnü'z-Zâhir

21-) el-Fevâidii'l-Acîbe

22-) Miinhalü'l-Halik

23-) Tenbîhu'l-Vüföd

24-) Tenbihu'l-Gafdiiı

25-) Mianetn'l-Cebfl

26-) Nesemâtü'l-Eshar[259]

 

İbni Cerîr El-Taberî

 

İbni Cerîr et-Taberî, tefsir, kıraat, hadîs, fıkıh, tarih, edebi­yat, nahiv, matematik ve tıb ilimlerinden eser vermiş büyük bir âlimdir.

îsmi: Muhammed İbni Cerîr; künyesi: Ebû Ca'fer olan bu zât, memleketine nisbet edilerek Taberî diye anılmaktadır.

Büyük bir şâfî fakıyju olan Muhammed îbni Cerîr, hicrî 224 (mî-lâdî 839) yılında Taberistan'in Amül şehrinde dünyâva gelmiştir.

îbni Cerîr Taberî, tahsiline memleketinde başlamış ve yedi ya­şında iken Kur'anî Kerîm'i ezberlemiştir.

Dokuz yaşma gelince, işittiği hadîs-i şerifleri yazmaya başlayan Taberî, bundan sonra ilim tahsili için Küfe, Basra, Rey, Mısır, Suri­ye ve Irak şehirlerine gitti. Tahsilini tamamladıktan sonra Bağdad'a yerleşerek, meşgul olduğu sahalarda bilgisini artırdı.

İbni Cerîr Taberi; Muhammed İbni Abdilmelik, İshâk İbni Ebî İsrail, Ahmed İbni Meni Begav! ve Muhammed İbni Mûsâ gibi pek çok âlimlerden hadisi- şerif dinledi ve rivayet etti.

Kendisi, yüz bin hadîs-i şerîfi, râvî silsilesi ile birlikte ezberleye­rek, hadîs'te de hafız oldu.

İbni Cerîr et-Teberî, fıkıh ilmini Dâvud-i Zahirîden, şâfiî fık­hını Mısır'da Rebi İbni Süleyman'dan; Bağdad'da da Muhammed Za'ferânî'den öğrendi.

Taberî merhum, Yûnus İbni Abdü'1-Â'lâ ve diğer bazı fakıyh-lerden Mâlikî mezhebini; Ebû Mukâtil'den de Hanefî fıkhım öğren­di. Böylece, —kendisi şâfiî olmakla beraber— dört mezhebin fıkhı­nı da öğrenmiş oldu.

Taberî merhumdan hadîs dinleyip, rivayette bulunan şahıslar arasında da Ebû Şuayb el-Harrânî ve Abdülgaffâr el-Huseybî gibi zâtlar vardır. [260]

 

Eserleri:

 

Taberî merhum pek çok ilimle meşgul olmuş ve bu ilimlerde çok sayıda kıymetli eserler telif etmiştir. Bu eserlerden başlıcalân şunlardır:

1-) Ctaiu'I-Beyla et-Te\3n'l-Kur'İB

İbni Cerîr et-Taberî hazretleri Özellikle tefsir sahasında meş­hur olmuş bir âlimdir. Ve, tefsiri ile tanınır.

Onun Tcfsîr-i Taberî diye de anılan bu kıymetli eseri, tefsir husu­sunda ashâb-ı kiramın ve tabiînin rivayetlerini toplayan, en geniş tef­sirlerden biridir,

O, bu eserinde, bütün rivayetleri değerlendirdiği gibi, kendisin­den önce tefsir yazan zevatın eserlerini de gözden geçirip onlardan da istifade etmiştir.

İmâm Nevevî şöyle diyor:

—"Taberî'nin yazdığı tefsirin bir benzeri yazılmamıştır. Bu hu­susta ittifak vardır."

Ebû Hâmid el-Isferânî de:

—Bir kimse, İbni Cerir tefsirini elde etmek için, Çin'e kadar git­miş olsa bile, çok bir iş yapmış sayılmaz." demiştir.

2-) Târîhü'1-Umem ve'1-Mülûk

Bu eser, Abbâru'r-Rusûl ve'l-Möttk veya kısaca Târîh-i Taberi diye de anılmaktadır.

Taberî merhum, bu kıymetli eserinde, Hz. Adem (A.S.)'m ya­ratılışından, Peygamber (S.A.V.) Efendimizin hicretine kadar geçen olayları duyduğu ve tarih kitaplarında gördüğü şekilde yazmış; hic­retten sonraki olayları ise, vesikalara ve rivayetlere dayanarak geniş bir şekilde kaleme almıştır.

Yazılış zamanı itibariyle eski, mündericât itibarîyle geniş ve mev­suk bulunan bu kıymetli eser» tarihçiler için mühim bir kaynak teş­kil etmektedir.

Bu kitap, önce farscaya tercüme edilmiş, sonra da ingilizce ve almanca çevirileri neşredilmiştir.

Bu kitabın arabca aslı, Mısır'da On bir cild olarak basılmıştır.

Tarih-i Taberî, Ali İbni Muhammed Şimşâtî nâmında bir şiî tarafından tahrif ve tahrîb edilerek kısalmış ve sahâbe-i kirama dil uzatan bu kitap da, Tarih-i Taberî adı ile tanınıp, yine bu isimle di­limize de çevrilmiştir.

3-) el-Müsteişîd fî-ülûmi'd-Dîn

4-) Kilâbü İhdlâfi'l-Fukahâ.

5-) Tariha'r-Ricâl raineVSahâbeli ve't-TâbSn

6-) Kitâbü Tezhîbi'I-Âsâr

Bu eser, benzersiz bir kitaptır. Aşere-i mübeşşere'nin, Peygam­ber (S.A.V.) Efendimizin ehl-i beytinin, mevâlinin ve kısmen İbni Abbas (R.A.) hazretlerinin, müsnedlerinin ve rivayet ettikleri bir kı­sım hâdis-i şeriflerini ihtiva etmektedir.

Aynı zamanda büyük bir edib ve şâir olan Taberî merhum, kendi geliri ile geçinir ve kimseye minnet etmezdi.

Babasının Taberistanda bıraktığı mirastan hissesine düşen mik­tar ile geçimini sağlayan Taberî, sultan ve emirlerin atiyyelerini de kabul etmezdi.

Hakânî vezir olunca, Taberî'ye büyük bir atıyye vermek istedi, O bunu kabul etmedi. Kadı tâyin etmek istedi. Taberî bunu da ka­bul etmedi. Bunun üzerine arkadaşları, Taberî'ye:

—"Bunu kabul etmeliydin. Bunda senin için sevap vardı. Bir sünneti ihya etmiş olurdun." dediler.

Taberî ise:

—"Ben bunu kabul etsem bile, siz, beni bundan men etmeliy­diniz. Ben, böyle yapacağınızı zannederdim.*' karşılığını verdi.

Muhammed îbni Cerîr et-Taberî, hicri 310 (milâdî 923) yılın­da Bağdad'ta vefat etmiştir. [261]

 

İbni Cevzî Ebû'l-Ferec

 

Abdurrahman Ibnü Ebî'l-Hasan Ali el-Cevzî el-Bağdadî meş­hur bir zâttır. Hz. Ebû Bekir (R.A.)'in neslindendir.

ibni Cevzî merhumun künyesi: Ebâ'l-Ferec, lakabı ise: Cemâliiddîn'dir.

Büyük dedesi Vasıflıdır. Vâsıt'ta da sadece bu zatın evinde ceviz ağacı varmış. Bu sebeple kendisi ve neslinden gelenler cevzî di­ye anılmıştır.

Îbnü'l-Cevzî, zamanında Irak'ın büyük bir allâmesi ve heye­canlı bir vaizi idi.

Gayet zâhid ve âbid bir zât olan îbni Cevzî merhum hanbeK mez­hebinden idi. Ancak, hanbelî mezhebindeki bazı tutumlardan şika­yetçi olmuştur.

İbnü'l-Cevzî hayatının son zamanlarında, Abdülvehhab el-Hanbelî adındaki garazkâr bir şahsın şikâyeti üzerine, şiî olan vezir İbnü'l-Kassab tarafından Vâsıt'a sürülmüş ve orada bir ev içinde mah-bus gibi yaşamıştır. Bu sürgünde, bu mübarek zâtın, Hz. Ebû Bekir (R.A.)'in neslinden gelmiş olmasında tesiri olmuştur.

Ibnü'l Cevzî, özellikle tefsir, hadis ve tarih ilimlerinde, müte-hasıs idi. Kendisinin, üç yüz kadar eseri vardır. Ancak, bazı eserle­rinde yanlışlıklara rastlanmaktadır ki, bu hâlin "çok eser yazmasın­dan, yazdığı bir eseri kontrol etmeden, diğer bir esere geçmiş bulun­masından ileri geldiği" söylenmektedir. [262]

 

Eserleri:

 

Bu muhterem zâtın eserlerinden bir kısmı şunlardır:

l-) Zâdü'l-Mear fi-İlmi't-Tefsîr

Bu, dört ciltlik bir eserdir.

2-) Teyarü'l-Beyân fî-Tefsîri'l-Kur'ân

3-) Minhâcü'l-Vüsfil Uâ-ilmi'I-Usûl

4-) el-Menfea fî'l-Mezâhibi'i-Erbaa

5-) el-İnsâf fî-Mesâili'l-Hilaf

6-) el-Bujga fî'1-Fürû

7-) Ceyâhirü'l-Meviza

8-) Medâricü's-Sâlikin

9-) el-Munlazara fi-Târihi'l-Umem

10-) MenâkM'ş-Şaffî

11-) Menâkibü'l-İmâm Ahmed İbni Hanbel.

12-) Defi Şübheti'l-Teşbîh ve'r-Reddü alâl-Mücessime

13-) Kitâbü'l-Ezkiya

14-) Tezkiretii'l-Müntebih fî-Uyuni'l-Müstebeh

15-) Umdetü'r-Râsıh fî-Ma'rifeti'l-Mensûb ve'n-Nâsih.

16-) eUVluhteseb fî'n-Neseb

17-) Fedâili Ömer İbni'l-Hattâb

18-) Fedâili Ömer İbni Abdilaziz

19-) Fedâili Saîd İbnii-Müseyyeb

20-) Fedâili Haseni'l-Basrî

21-) Menâkıbü'l-Fudayl İbni Iyâd

22-) el-Cevher

23-) Menakibii-Bağdad

24-) el-Laiâif

25-) İrşâdü'l-Müridin fi-Selefi Şalinin

26-) et-Tahkiyk fî-Eh âdisi't-Talik.

27-) el-Mevduat Min'el-Ehâdîsi'l Merfuat

28-) El-ilelii'l M üten ahiye fi'I-Ebâdisi'l-Vahiye

29-) el-Keşfü Ii-Müşkiti's-Sahiyhayn

30-) ed-Duafâü ve'l-Mefnıkîn

31-) Menâkfoü Ashâbi'l-Hadîs

32-) el-Mönâcât

33-) Tebis-i İbfis

Îbnü'l-Cevzî, Bağdad'da hicri 511 (milâdî 1120) senesinde doğ­muş ve yine Bağdad'da 597 (mîlâdî 1200) senesinde vefat etmiştir. [263]

 

İbni Cüreyc

 

Abdülmelik İbni Abdülaziz İbni Cüreyc el-Mekkî, tebe-i ta­biînden âlim ve fakıyh bir zâttır.

Künyesi: Ebû'l-Velîd olan İbni Cüreyc, Emevîlerin mevâlisindendir.

îbni Cüreyc, Tavus, Atâ ve Mücâhid gibi meşhur zâtlardan hadis-i şerîf dinlemiş ve rivayet etmiştir.

İbni Cüreyc hazretlerinden de Evzâî, Süfyân-ı Sevrî ve İbni Uyeyne gibi meşhur zatlar hadis öğrenmiş ve rivayette bulunmuştur.

İmâm Ahmed İbni Hanbel hazretleri şöyle demiştir.

— 'Bizde ilk kitap tasnif eden İbni Cüreyc ile İbni Arûbe'dir.

İbni Cüreyc, hem büyük bir âlim ve hem de, âbid, zâhid ve sâlih bir zat idi. Pek çok menkıbeleri vardır.

İmâm Nevevî merhum şöyle diyor:

—"İbni Cüreyc, fıkıh silsilesinde, biz şâfiîlerin şeyhlerinden ve imâmlanndandır. Çünkü, İmâm Şafiî, fıkhı, Müslim İbni Hâlid'den, o da İbni Cüreyc'den, o da Atâ'dan, Atâ da îbni Abbas'tan almıştır."

İbni Cüreycin hadis ilminde sika bir râvî olduğu hususunda âlimler arasında ittifak vardır.

Ve kendisi, zamanında Mekkeli fakiyhlerin en büyüklerinden biri idi.

Talha İbni Ömer el-Mekkî şöyle anlatıyor: —"Atâ İbni Ebî Rebah'a: "Senden sonra kime soralım?" de­dim. O da: "Eğer yaşarsa, şu gence." diyerek İbni Cüreyc'i işaret etti.

İbni Cüreyc hazretleri hicri 150 (mildâdî 767) tarihinde 70 ya­şında vefat etmiştir. [264]

 

İbnü Ebî Leylâ

 

îbnü Ebî Leylâ, meşhur fakıyhlerdendir. ismi: Muhammed, babasının adı: Ebu îsâ'dır,

Îbnü Ebî Leylâ bir müddeti Emevîler, bir .müddeti de Abbasî­ler zamanında olmak üzere, Kûfe'de aralıksız otuz yıı Kadılık yapmıştır.

İlk fakıyhlerden olan İbnü Ebî Leylâ İmâm-i A'zam'ın çağ­daşıdır ve aralarında bazı fıkhî mübâhaseler geçmiştir.

Îbnü Ebî Leyla merhum, Süfyân-ı Sevrfnin üstadıdır.

Babası Ebû îsâ Abdurrahman da, tabiînin ileri gelenlerinden fakıyh bir zât idi.

tbnü Ebî Leylâ hicrî 74 (mîlâdî 694) tarihinde doğmuş, 148 (mîlâdî 766) tarihinde vefat etmiştir. [265]

 

İbnü Ebî Zi'b

 

İbni Ebî Zi'b, Ebû'l-Hâris Muhammed îbni Abdirrahman el-Kureyşî,   ilk   hadiscilerdendir.   İmâm  Mâlik   Hazretlerinin arkadaşlarındandır.

İbni Ebî Zi'b, aslen Medînelidir ve orada fetva verenlerdendir.

İbni Ebî Zi'b hazretleri, Nâfî, îkrime ve Sâid Makbûrî gibi meşhur zatlardan hadis dinlemiş ve rivayet etmiştir.

İbni Ebî Zi'b'den hadis-i şerîf rivayet edenler arasında da, Süfyân-ı Sevri, Vekî ve İbni Mübarek gibi meşhur zâtlar vardır.

İbni Ebî Zi'b, pek sika bir muhaddis olduğu gibi, âbid ve zâ-hîd bir âlimdir. İlim ve vera bakımından yüksek bir makam sahibi idi.

Halîfe Mehdî, İbni Ebî Zi'b'i Bağdad'a da'vet etmişti. Bu da'-vet üzerine oraya gitti. Ve, orada bir müddet hadis-i şerîf rivayet ede­rek, pek çok kimseye fıkıh ve hadis ilmi verdi.

İbni Ebî Zi'b hazretlerinin menkibeleri hakkında Hatîb-i Bağ­dadînin tarihinde pek geniş ve güzel malumat bulunmaktadır.

Halîfe Ebû Ca'fer Mansur, yanma gelmiş bulunan İmâm Mâlik hazretlerine sordu:

— Medîne-i Münevvere'de âlimlerden kim kaldı? İmam şu cevabı verdi:

—"Ey Mü'minlerin Emîri, Medine'de âlimlerden, —sadece— İbni Ebî Zi'b, İbni Ebî Seleme ve İbni Ebî Sibre kaldı."

İbni Ebî Zi'b, Bağdad'dan Medîne'ye dönerken Kûfe'de ve­fat etmiştir. Kendisi, Küfe fukahâsından sayılır.

Hicrî 80 (mîlâdî 699) yılında doğmuş 159 (mîlâdî 775) yılında vefat etmiştir. [266]

 

İbni Ganim El-Bağdâdî

 

îbni Ganîm el-Bağdâdî, on birinci hicrî asrın büyük âlimle­rinden fakıyh bir zâttır. [267]

 

Eserleri

 

İbni Ganîm merhumun meşhur iki eseri vardır:

1-) Teâruzü'l-Beyyinât

2-) Mecmau'z-Zamanât

Bu eser hanefî fıkhına aittir ve yazılması hicrî 1027 tarihinde tamamlanmıştır. [268]

 

İbni Hacer El-A Sk Al Anî

 

İbni Hacer Şihâbüddîn Ahmed İbni Ali el-Askalanî, büyük bir hadîs alimi ve şafiî fakıyhıdır.

Künyesi: Ebû'1-Fazl; lakabı: Kadî'l-kudât'tır.

ibni Hacer, hadîs ilmini Hâfız-ı Irâkî'den; fıkhı da îbni Mül-kinî'den; lügat ilmini de Firûzâbâdî'den tahsil etmiştir.

Askalanî merhum, hicrî 773 (mîlâdî 1371) yılında Mısır'da doğ­muş, tahsilini burada tamamladıktan sonra, Şam ve Hicaz'a gide­rek uzun müddet, hadîs-i şerîf öğrenmekle iştigal etmiştir.

İbni Hacer Askalânî'nin yaşadığı devirde, kendisinden başka hadîs hafızı yok gibidir.

İbni Haeer merhum, 20 yıl kadar Mısır'da kadılık yapmıştır.

îbni Hacer el-Askalânî, hicrî 852 (mîlâdî 1448) yılında Mısır­da vefat etmiştir: [269]                                                                 

 

Eserleri:

 

İbni Hâcer el-Askalânî merhum, çoğu hadis sahasında olmak üzere yüz eîli kadar eser yazmıştır. Bu kıymetli eserlerden bir kısmı şunlardır:

1-) Felbu'1-Bârî fî-Şerhi Sahihi'I-Buhârî.

Bu eser, Hacer'in en meşhur eseridir.

2-) eMsâbe fi-TemyîziYSahâbe

3-) Takrîbii't-Tehzîb

4-) Bülûğü'l-Merâm min Edflleti'l-Ahkâm

Umumiyetle ahkâm hadîslerini ihtiva eden bu eser, merhum Ah­med Davudoğlu tarafından Türkçe'ye çevrilmiş ve neşredilmiştir.

5-) Lisânü'l-Mîzân

6-) Zehru'l-Firdevs

7-) Miisnedü'l-Bezzâz

8-) Nasbü'r-Râye li-Ehâdîsii-Hidâye

9-) Tahricü Ehfcdfon-Keşşâf

10-) Nuhbetü'l-Fiker

11-) Tabakâlü'l-Müddeüsîn

Merhum îbni Hacer-Askalânî'nin el-İsâbe fî-TemyîziYSahâbe adh eseri, ashâb-ı kiram hakkında yazılmış olan eserlerin en büyük ve en güzellerinden biridir.

ibni Hacer merhumun eserlerinin ekserisi matbûdur. [270]

 

İbin Hacer El-Heysemi

 

Şihâbüddin Ahmed İbni Hacer el-Heysemi-[271] büyük bir şâfiî fakıyhıdir. Ömrünün yarısını Mekke-i Mükerreme'de geçirdiği için, îbni Hacer merhum Mekkî nisbesi ile de anılmaktadır.

İbni  Hacer el-Heysemî,  hicrî 909  (mîlâdî  1504)  yılında doğmuştur.

Küçük yaşta babasını kaybeden İbni Hacer, babasının şeyhi, meşhur mutasavvıf Şemseddin İbni Ebî'l-Hamâil ve O'nun talebesi Muhammed Şenâvî tarafından yetiştirilmiştir.

Tahsiline, Seyyid Ahmed Bedevî'nin ders halkasında başlayan,

İbni Hacer; hicri 924 (mîlâdî......) yılında Câmü'I-Ezher'e girdi ve burayı tamamlayıp, ifta (= fetva verme görevi) yapmaya başladı.

Hicrî 932 (milâdî 1526) yılında ilk defa hacca giden İbni Ha-cer merhum, ilk eserini yazmaya bu yolculuğu sırasında başlamış ve dönüşünde de tamamlamıştır.

Hicrî 937 (milâdî 1531) yılında, ikinci defa —Ve ailesiyle— hacca gitmiş ve Mekke'de uzun müddet kalmıştır.

Daha sonra Mısır'a dönen îbni Hacer, hicrî 940 (milâdî 1534) yılında, yeniden Mekke-i Mükerreme'ye gitmiş ve hayatının sonuna kadar orada kalmış ve eserlerinin hemen hemen tamamım orada yazmıştır.

îbni Hacer'in yaşadığı devirde hem Mısır, hem de Hicaz Os­manlı Devletine bağlıydı.

îbni Hacer-i Heysemî merhum, Mekke'de telif ettiği "Adâ-let'le ilgili kırk hadîs" kitabını da Kânûnî Sultan Süleyman Han'a ithaf etmişti.

İbni Hacer Heysemî, hicrî 974 (milâdî 1567) tarihinde Mekke-i Mükerreme'de  vefat   etmiş   ve   Cennetü'l-Mualla   kabristanına defnedilmiştir. [272]

 

Eserleri:

 

ibni HAcer Heysemî merhumun çoğu matbu olan eserlerin­den başlıcaları şunlardır:

1-) el-A'lam bi-Kavâtü'l-İslâm

2-) Tuhfetü'I-Muhiâc

Bu eser, İmâm Nevevî'nin Minhac'inin Şerhidir ve dört cilt hâ­linde basılmıştır.

3-) Tuhfetü'l-Ahyâr fi-Mevüdi'l-Muh(âr

4-) Tathîrii'l-Cinân ve'1-Lfeân

5-) Cevhero'İ-Munazzain fi Ziyâreti'l-Kabri'l-Mükerrem.

6-) Hâşiyetn ale'l-îzâh fi'1-Mehâsik li'n-Nevevî

7-) el-Hayrâtü'l-Hisan fî-menakibi İmâmi'l-A'zam Ebî Hanîfete'n-Nu'raan. Bu eserin arabcası defalarca basıldığı gibi, Türkçe'ye de defa­larca çevrilmiştir.[273]

8-) Şerhu'l-Erbain li'n-Nevevî

9-) Şerhu Kasîdetü'l-Bürde

10-) ez-Zevacirü fi'n-Nehyi an İktirâfı'l-Kebâir

11-) es-Savaıku'l-Mutarika

12-) et-Fetâva'1-Hatfsiyye

13-) el-Fetâvâ'l-Kubrâ'l Fıkhıyye

14-) Fethul-Cevâd fi-Şerhi'I-irşâd

15-) Felhu'l-Mubin

16-) Keffı'r-Ruâ

17-) Menâsiku'1-Hacc

18-) el-Minâhu'l-Mekkiyye fi-Şerhı'l-Hemayye

19-) en-Nnhabü'1-CeSîle fiM-Hutabil-Cezîle

20-) el-Erbaîni'l-AdUyye

Adaletle ilgili kırk hadîsi ihtiva eden bu kıymetli eser, Kanunî Sultan Süleyman'a ithaf edilmiştir. Bu eser de 1759 yılında Leyden'-de basılmıştır.

21-) Şerhu'1-Muhtasari'l-Fikhı'ş-Şâfn[274]

İbni Hafs El-Buhâri

 

Ahmed îbni Hafs el-Buhârî, hanefî fakıyhlerindendir.

Kendisi Ebû'l-Hafsi'l-Kebîr diye amlmaktadır. Bunun sebebi, oğ­lunun künyesi de Ebû'l-Hafs'tır. Ve babasından ayırmak için buna Ebû'l-Hafei's-Sagîr denir.

Ebû'l-Hafsı'l-Kebir,  fıkhı  îmâm Muhammed  (R.A.)'den almıştır.

Meşhur muhaddis İmâm-ı Buhârî hazretleri, Buhârâ'ye gele­rek fetva vermeye başlamıştı. Ebû Hafs-ı Kebîr: "Hadîs imâmı ol­mak başka, fıkıhta müctehid olmak başka şeydir." diyerek O'nu fetva vermekten men etmiştir.

Ebû Hafs-ı Kebîr'in oğlu Ebû Hafs-ı Sağîr Muhammed İbni Ahmed de büyük bir fakıyhtır.

Ebû Hafs-ı Kebîr, hicrî 264 (mîlâdî 877) yılında vefat etmiştir. [275]

 

İbni Hazm

 

İbni Hazm, Ebû Muhammed Ah' İbni Ahmed meşhur bir fakıyhtir.

Başlangıçta şâfiî mezhebinde olan İbni Hazm, sonradan Dâvûd-ı Isfahânî'nin kurmuş olduğu Zâhiriyye mezhebine intisap etti- Kitap­larını da bu mezheb üzerine yazdı.

îbni Hazm, tefsir, hadîs ve fıkıh ilimleri ile edebiyatta devri­nin en önde gelen âlimlerindendi. Yazdığı eserlerin yekûnu dört yüz cilt kadar tutmaktadır.

İbni Hazm, bir ara Endülüste (İspanya'da) Devlet-i Âmiriyye hükümdarlarına vezirlik de yapmıştır.

İbni Hazm, âlimlere karşı bazen muhalefet etmiş ve umumi­yetle onlara karşı saygılı ifade kullanmamıştır. Bu sebeple sürgün edi­len İbni Hazm, Kurtuba'nın Leyle denilen bir mevkiinde vefat etmiştir. [276]

 

Eserleri

 

Aslen dedeleri İranlı olan İbni Hazm'ın bir çok eserleri var­dır. Ancak alimler: "Bu eserlerin ihtiyatla okunması gerektiğini" söylemektedirler.

Bu eserlerin bir kısmı şunlardır:

1-) eMhkâm fi Usûli'l-Ahkâm

2-) Kitâb fî'Mcm»

3-) Mesulü Usûü'l-Fıkıh

4-) el-Emâfi

5-) el Mntaalâ

6-) Kitâbü'I-Fasl beyne ehli'l-etavâi ve'n-nihâl

İbni Hazm, 384 (mîlâdî 995) yılında Kurtuba'da doğmuş ve 456 (mîlâdî 1064) senesinde vefat etmiştir. [277]

 

İbni Huzeyme El-Belhî

 

İbni Huzeyme, hanefî fakıyhlerinden bir zât olup Belh'üdir. Belh'de doğmuş ve yetişmiş ve orada ilim neşrinde bulunmuştur.

tbni Huzeyme el-Belhî merhumun, hanefî mezhebi dâhilinde bazı ihtiyarları vardır.

İbni Huzeyme, hicrî 314 (mîlâdî 927) yılında vefat etmiştir. [278]

 

İbni Hümâm Kemâlüddîn

 

İbni Hümâm Kemâlüddin, Muhammed İbni Hümâmüddîn, Abdülvâhid el-îskenderî, meşhur bir hanefî fakıyhıdır

Şer'î ilimlerin tamamı ile edebiyat ve diğer ilimlerde, zamanı­nın en ileri âlimlerinden biri idi. Ayrıca, keşif ve keramet sahibi bir zât olduğu da nakledilir.

tbni Hümâm Kemâlüddîn, babasından ve diğer pek çok âlim­den ilim tahsil etmiş ve Kârii Hidâye denilen Sirâcüddîn Ömer'den Hidâye okumuştur. Ebû Zür'a el-Irakî'den hatiîs-i şerîf dinleyen îbni Hümâm Kemâlüddîn, bir müddet iftâ (= fetva verme işi) ile meş­gul olmuş; daha sonra da, Mansuriyye'de, Eşrefiyye'de ve Şeyhu-niyye'de fıkıh tedrisi ile meşgul olmuştur. [279]

 

Eserleri:

 

Ibni Hümâm Kemâlüddîn, fıkıh sahasında pek çok kıymetli eser telif etmiştir. Bunların başhcaları şunlardır:

1-) Tahrîr fî'1-Usûl

Bu eser, usûl-i fıkıhla ilgilidir.

2-) el-Müsâyere

Bu eser ise usûl-i din ile ilgilidir. Bu iki eser, İbni Hümâm Ke-mâlüddin merhumun en çok meşhur olmuş iki kitabıdır.

3-) Fethu'I-Kadîr

Bu kitap, el-Hidâye'ye şerh olarak yazılmış çok kıymetli ve meş­hur bir kitaptır.

îbni Hümâm Kemâlüddin, bu kitabı, Kitâbü'l-Vekâle'ye kadar yazmış, kalan kısmını da Kadı-zâde Müftî er-Rûmî diye tanınan ve hicrî 988 (milâdî 1580) yılında vefat etmiş bulunan Şemsüddin Ah-med Efendi tamamlamıştır.

îbni Hümâm Kemâlüddin hicrî 788 (mîlâdî 1336) tarihinde doğ­muş ve 861 (mîlâdî 1457) tarihinde vefat etmiştir.[280]

 

İbni Lehîa

 

Ebû Abdurrahman Abdullah îbni Lehîa el-Mısrî, fakıyh ve muhaddis bir zâttır.

îbni Lehîa', Abbasiler tarafından hicrî 155 yılında Mısır'a kadı olarak tâyin edilmiştir. Kendisi; Abbâsilerin ilk Mısır kadısıdır.

Nevevî'nin Tehzîbü'l-Esmâ'da beyân ettiğine göre: İbni Le­hîa, ehl-i hadîs indinde zâiftir.

Takrîbü't-Tehzîb'de beyân edildiğine göre ise: İbni Lehîa', saduktur. Ancak, kitapları yandıktan sonra, —rivayetlerinde— bazı karışıklıklar meydana gelmiştir.

İbni Lehîa, hicrî 97 (mîlâdî 716) tarihinde doğmuş, 174 (mîlâ­dî 791) tarihinde vefat etmiştir. [281]

 

İbnimâce

 

İbni Mâce, Ebû Abdullah Muhammed İbni Yezîd el-Kazvinî, meşhur hadîs ve fıkıh âlimidir.

Sünen-i İbni Mâce denilen meşhur hadîs kitabı, kütûb-i şiltenin altıncısıdır.

İbni Mâce merhum, ilim ve irfan tahsil etmek için, çok za­man seyahat etmiştir. Bu cümleden olarak Basra, Bağdad, Küfe, Mekke-i Mükerreme, Şam, Mısır, Horasan ve Rey beldelerine git­miş ve buralarda bulunan muhaddis ve fakıyhleri dinleyerek, onlar­dan rivayetlerde bulunmuştur.

İbni Mâce hazretleri, Leys, îbrâhim İbni Münzir ve İmâm Mâ-lik'in ashabından hadîs-i şerif dinlemiş ve rivayet etmiştir.

Kendisinden de, Ebû'l-Hasan el-Kattân, Ahmed İbni Ruhî el-Bağdâdî gibi meşhur zatlar hadîs-i şerîf dinleyip, rivayet etmiştir.

İbni Mâce merhumun en meşhur eseri Sünen-i İbni Mâce'dir. Bu muhteşem eser, dört bin hadîs-i şerif ihtiva etmektedir, ve bu ki­tapta isnadı zaif olan hadislerin sayısı, ancak otuz kadardır. [282]

 

İbni Melek

 

İbni Melek, İzzüddîn Abdullatîf, hanefî fakıyhlerinden mu-haddis ve müdakkik bir zâttır. Kendisi İbni Ferişteh diye de anılır.

îbni Melek merhum, Tire'de müderrislik yapmıştır. Kendisi de Tirelidir.

İbni Melek merhum tasavvufa da muntesip idi.

İstanbul'da, Aksaray civarında, Sofular Mahallesinde, İbni Melek merhumun adına atfen, sonradan bir taş dikilmiştir.

İbni Melek merhum, hicrî 855 (milâdî 1451) tarihinde, Tire'­de vefat etmiştir. [283]

 

Eserleri:

 

İbni Melek merhumun değerli eserleri şunlardır.

1-) Şerhn Meşank-i Şerif

Bu kitabın asıl metni, hicrî 650 tarihinde vefat etmiş bulunan İmâm Radıyuddîn Hasan İbni Muhammed es-Sâğânî'nin hadis ilmi ile ilgili meşhur eseri olup, ismi Meşâiiku'l-Envâıfn-Nebeviyyeti min Sihâhi'l-Ahbâri'l-Muslafaviyye'dir.

Bu eser, bir çok âlim tarafından şerh olunmuşsa da, bunlar ara­sında en meşhuru İbni Melek merhumunun şerhidir.

Bu şerhin tam ismi: Möbârekü'I-Ezhar fî-Şerhi Meşâriki'l-Envâr'dır.

2-) Şerhn Menâri'l-Envâr

Bu eserin metni ise, hicrî 710 tarihinde vefat etmiş olan Hafî-zuddîn Nesefî lakabıyla meşhur olan İmâm Ebû'l-Berekât Abdullah İbni Ahmed'in meşhur eseridir.

Ve, bu kıymetli eser de bir çok âlim tarafından şerhedilmiştir.

3-) Şerha Mecmâi'1-Bahreyn

Bu eserin aslı da, hicrî 964 yılında vefat etmiş bulunan ve İbnî Sâatî diye meşhur olan, Muzafüriddîn Ahmed îbni el-Bağdâdî'nin, hanefî mezhebinin fürûatiyle ilgili meşhur kitabıdır.

Bu eser de, bir çok âlimler tarafından şerh edilmiş ve haşiyeleri yapılmıştır.

4-) Şerhu Vikaye

Bu eserin metni de, Allâme Mahmud İbni Şadru'ş Şerîa'nın, Vikâyetü'r-Rivâyeti fî-Mesâili'l-Hidâye adlı eseridir.

Bu kıymetli eserin de pek çok şerhleri yapılmıştır.

5-) Şerha TuhfelüUVliilnk

Bu kitabın metni de, Ebû Bekir Râzî'nin hanefî mezhebi'nin fü-rûatı ile ilgili meşhur eseridir. Bu eserinde pek çok şerhleri vardır.

6-) Tasavvufla ilgili bir kitap,

Bu eserin ismi, Şakâyık-ı Nûmâniyye'de zikredilmemiştir.

7-) Şerhu Mukaddnneti'!-Fıkhıyye

Bu eserin metni de, Fakıyh Ebû'1-Leys es-Semerkandî'nindir. Bu eserin de bir çok şerhi ve haşiyesi yapılmıştır. 8-) Manzum Kânûn-i Lügât-ı İlâhî

Bu eser, Kur'an-ı Kerîm'in lafızları ile ilgili bir lügâtçedir.

9-) MinyelüVSayyadîn fî-Ta'limi'l-İstiyâdi ve Ahkâraihî. [284]

 

İbni Münzir Nişabûkî

 

İbrahim İbni Abdillah ibni Münzir el-Hızâmî, meşhur bir âlim olup, hadîs-i şerîf hususunda kuvvetli bir zat idi.

İbni Münzir, Süfyan bin Uyeyne, Ebû Muâviye ed-Derîr, EbÛ Usâme, Halef bin Temin gibi büyük âlimlerden hadîs rivayet etmiştir.

Kendisinden de Ebû Hatim er-Râzî, Ebû Bekir bin ebî'd-Dünya, Ahmed bin Ali el-Âbar ve daha bir çok âlimler rivayette bulunmuştur.

İmâm Buharı hazretlerinin dışındaki hadîs imamları, İbni Mün-zir'den hadis-i şerîf dinlemişlerdir. O, Bağdad'da hadîs dersi vermiştir.

İbin Münzir sika bir âlimdir.

îbni Münzir, hicrî 236 yılında vefat etmiştir. [285]

 

İbni Nüceym Eumısrî

 

Zeynü'l-Abidîn İbrahim Ibni Nüceym el-Mısrî büyük bir ha-nefî fakıyhı ve mütefekkir bir âlimdir.

İbni Nüceym,-Şerefüddin Bülkınî ve Şihâbüddin eş-Şıblî gibi, büyük âlimlerden ilim tahsil etmiştir.

İbni Nüceym, pek kıymetli kitaplar yazmış ve fıkhı mes'eleleri, bir takım küllî kaideler altında toplamaya başlamıştır.

Kendisinin hac arkadaşı olan Abdülvehhâb Şa'rânî, îbni Nü-ceym'in ahlâkî faziletlerine şehâdet etmektedir. [286]

 

Eserleri

 

Zeynü'l-Âbidîn İbrahim İbni Nüceym'in kıymetli telifatından başlıcaları şunlardır.

1-) el-Eşhâb ve'n-Nezâir

2-) ei-Bahro'r-Râik Şerhu Kenzi'd Dekâik

3-) Felâvâyi İbni Nüceym

4-) er-Resâilü'z-Ziyniyye fî'1-MesâiIi'I-Hanefıyye.

tbni Nüceym, hicrî 970 (milâdî 1563) tarihinde vefat etmiştir. [287]

 

İbni Rüşd

 

îbni Rüşd, Kadı Ebû'I-VeEd Muhammed îbni Ahmed el-Endülüsî, meşhur Mâliki fakıyhlerindendir.

İbni Rüşd; fıkıh, felsefe, heyet, riyaziye ve tıb gibi ilimlerde, benzeri yetişmemiş bir âlimdir.

İbni Rüşd, Endülüs hükümdarlarından Mehdi İbni Yûsuf za­manında, Kurtuba'da kadılık yapmıştır,

îbni Rüşd, Fas hükümdarlarından Ebû Yâkub Yûsuf'un te­veccühlerine mazhar olup, Marakaş'â gitmiş ve oradaki dârü'l-fünûn'ları teftiş ve ıslâh etmiştir. [288]

 

Eserleri:

 

îbni Rüşd merhumun, çeşitli ilimlerde pek çok eserleri vardır.

İbni Rüşd eserlerinden bir kısmı latinceye çevrilerek, avrupa üniversitelerinde uzun müddet ders kitabı olarak okunmuştur.

İbni Rüşd'ün eserlerinden bir kısmı şunlardır:

1-) Bidâyetü'I-Müclelıid ve Nihayetti'I-Muktesid Bu eser, fakıyhler arasındaki görüş ayrılıklarından bahseden, çok değerli bir eser olup, İbni Rüşd'ün fıkıh sahasındaki kudretini göstermektedir.

2-) el-Mükaddimâtü'l-Mümehhidâl Bu eser, Müdevvenetü'I-Kübrâ'mn zeylidir.

3-) Risâleffi'l-Tevhîd ve'l-Felsefe

4-) Tebâfetü't-Tehâfiit

Bu eseri, İmâm Gazâli'nin Tehâfüt adlı eserini tenkid için yazmıştır.

5-) Külliyât mine't-Tıb

6-) Makale fî'I-Cirmi's-Semâvî

ibni Rüşd, hicrî 520 (milâdî 1126) yılında Kurtuba'da doğmuş ve 595 (milâdî 1199) yılında Marakeş'te vefat edip orada defnedil-miştir. Bilâhare, buradan kaldırılıp, Kurtuba'ya götürülmüştür.

İbni Rüşd'ün babası Ahmed de, Kurtuba'da kadılık yapmış­tır. Buna, İkinci İbni Rüşd denir.

îbni Rüşd'ün dedesi, Ebû'l-Velîd Muhammed İbni Rüşd'dür. Bu zât da mâliki mezhebinde olup, kendisinin fetvalarını Kurtuba Camii Kebir'inin Şeyhi îbnü'l-FÜrat toplayarak, bunları bir kitap hâ­line getirmiştir. Bu kitabın asıl nüshası, Paris Kütüphânesindedir. Bu zâta da birinci îbni Rüşd denilmektedir. Yani dede birinci, oğul ikinci, torun da Üçüncü Ibni Rüşd olarak biliniyor. [289]

 

İbni Şihâb Ez-Zührî

 

Ebû Bekir Muhammed İbni Müslim (İbni Şihâb ez-Zührî), Ku-reyş'in Zühre kabîlesine mensuptur ve tâbiîndendir.

Bu zat, bazan büyük dedesine nisbet edilerek İbni Şihâb, umu­miyetle de kabilesine nisbet edilerek Zührî diye anılır.

Zührî merhum, büyük bir muhaddis, fakıyh ve zâhid bir zattır.

Zührî, ashâb-ı kiramdan on zat ile görüşmüş, Enes İbni Mâ­lik ve Rabia İbni Ibâd gibi sahâbe-i güzînden ve bir çok kibâr-ı tabi­înden hadîs-i şerîf dinlemiştir.

Zührî'den hadîs-i şerîf dinleyip rivayet edenler ise, Atâ, Ömer îbni Abdilaziz, İmâm Mâlik gibi pek çok meşhur zevattır.

îbni Şihâb ez-Zührî hazretleri Medîne-i Münevverelidir; an­cak, Şam'da ikâmet etmiştin

İmâm Buhârî'nin Ali el-Medenî'den rivayet ettiğine göre, Züh­rî, iki. bin hadîs-i şerîf rivayet etmiştir.

Bu hadîs-i şeriflerin bir çoğu, Kütüb-i Sitte'de ve Muvatta'üa zikredilmiştir.

Zührî'nin fevkalâde üstün bir zekâsı ve hafızası vardı. Öyle-ki, Kur'ân-ı Kerîmi seksen gecede ezberlemişti.

Zührî, Medîne-i Münevvere'deki fukahâ-i seb'anın (= fıkıh ilmi ile meşhur olmuş yedi büyük sahabenin) malumatını (fıkıh bil­gilerini) cami (= kendisinde toplamış) bulunuyordu.

Eyüb Sahtiyânî şöyle diyor:

—"Zührî'den daha âlim bir kimse görmedim."

imâm Şafiî şöyle diyor:

—"Zührî olmasaydı, Medine'den sünnetler gitmiş olurdu."

Ibni Şihâb ez-Zührî hazretleri, hicrî 124 (milâdî 741) tarihin­de, yetmiş iki yaşında Şam civarında Şegbeda denilen köyde vefat etmiştir. [290]

 

İbnü Türkmânî

 

İbni Türkmen Alâaddin Ali îbni Osman, Mardin'Ii büyük bir fakıyh ve muhaddistir.

Kendisi hanefî fukahâsmdan, âlim, kâmil, muhakkik, mütebah-hır bir zât idi; aklî ve naklî İlimlerde yed-i tûlâsı vardır.

Ibni Türkmen merhum Mısır'da kadılık yapmıştır.

İbni Türkmen, Mısır'da hicrî 750 (mîlâdî ) tarihinde vefat etmiştir. [291]

 

Eserleri:

 

îbni Türkmen hazretlerinin bir çok kıymetli eseri vardır ve baş­lıca eserleri şunlardır.

1-) Behcetü'l-Eârib bimâ fi'l-Kur'ânî mine'i-Garâib.

2-) el-Müntehâb fi'l-Hadîs

3-) el-Mü'telef ve'1-Muhtelef

4-) Kitâbü'z-Züefâ ve'1-Metrûkîn

5-) el-Cevhera't-Tâkiyyi fi'r-Reddi ale'l-Beyhakî

6-) Muhtasarü'l-Hidâye

7-) Muhtasara Risâleti'l-Kuşeyrî

8-) Sâdiye fî-Usûli'l-Fıkıh

9-) Muhtasara Ulu m i I-Hadîsi li İbni Salah. [292]

 

İbni Vehb

 

İbni Vehb, Basra'lı meşhur bir âlimdir. Adı: Abdullah; baba­sının adı: Müslim; künyesi ise: Ebû Muhammed'dir. Kendisi, Ku-reyş'in mevâlisinden idi.

İbni Vehb, faziletli, sika ve fakıyh bir zâttır.

İbni Vehb, İmâm Mâlik, Leys ve Sevrî gibi zevattan ilim tah­sil etmiş ve hadîs-i şerîf rivayetinde bulunmuştur.

İbni Vehb fıkıhta pek ileri derecelere ulaşmış bir âlim idi. İmâm Mâlik (R.A.) hazretleri bu zâta yazdığı mektupta: "Mısır'ın fakıyhı Ebû Muhammed'il-Müftî.,," diye yazardı ve başka hiç bir şahsa "fakıyh" diye hitap etmezdi.

İbni Vehb'den yüz bin kadar hadis-i şerîf rivayet edilmiştir. îbin Hatîm şöyle diyor:

—"Ben, İbni Vehb'm Mısır'da ve başka yerlerde rivayet etmiş olduğu seksen bin kadar hadîs'e baktım; bunların içinde aslı olma­yan bir hadîs gördüğümü hatırlamıyorum."

Sahih-i Buharı ve Sahîh-i Müslim'de hadîsi bulunan, bu zât­tan başka Abdullah İbni Vehb yoktur.

Kendisine Dîvanü'l-İlm denilmiştir.

îbni Vehb hazretleri hicrî 125 (mîlâdî 743) tarihinde doğmuş, 197 (mîlâdî 813) yılında vefat etmiştir. [293]

 

İbnü Ebî'l-Vefâ El-Kureşî

 

Muhyiddîn Ebû Muhammed Abdulkâdir, İbnü Ebû'1-Vefâ el Kureşî, Mısır'da 696 (mîlâdî 1296) yılında doğmuş, 775 (mîlâdî 1374) yılında vefat etmiştir.

Hanefi  fukahâsından  olan  İbnü  Ebî'1-Vefâ,  tabakâtü'l-hanefiyye konusunda ilk eseri yazan zâttır. [294]

 

Eserleri

 

İbni Ebî'l-Vt5â'nın başlıca eserleri şunlardır.

l-) El-Cevâhirü'1-Muzia fî-Tabakâti'l-Hanefiyye

Bu eser, hanefî fakıyhleri ile ilgili ilk kitaptır ve matbûdur. Bu eser, Şeyh İbrahim İbnü'l-Halebî tarafından şerhedilmiştir.

2-) Meani'I-Âsar Şerhi

3-) el—İnâye fi-Tahrîci Ehâdîsi'I-Hidâye

4-) el-Bustân fî-FezâiIi'n-Nu'man[295]

 

İbnü'ş-Şıhne Abdü'l-Ber

 

İbnü'ş-Şıhne Abdü'1-Ber Muhammed İbni Muhammed Mecdüddîn el-Halebî, fakıyh bir zâttır.

İbnü'ş-Şıhne Abdü'1-Ber, Kasım İbni Kutluboğa'dan fıkıh il­mi tahsil etmiştir.

Abdü'I-Ber, hicrî 921 (milâdî 1515) yılında, aynı yerde vefat etmiştir. [296]

 

Eserleri:

 

İbnü'ş-Şihne Abdü'l-Ber'in fıkıh sahasındaki eserleriniabaş-lıcaları şunlardır:

1-) ez-Zehâirü'l-Eşrefiyye fi-Elgâzi'l-Hanefiyye Bu meşhur eseri, İbni Nüceym, Eşhâb kitabının dördüncü fen­ninde intihap etmiştir.

2-) Şerhu M an zum e-i İbni Vöhbân[297]

 

İbnü'ş-Şihne Ebû'l-Velîd

 

İbnüş'-Şıhne Ebû'l-Velîd Ahmed İbni Muhammed el-Halebî, fukahâdan bir zâttır.

Kendisi kadı'l-kudât ve lisânüd-dîn lakabları ile anılır. İbnü'ş-Şıhne, Haleb'te kadılık ve Emevî camiinde hatiblik yapmıştır. [298]

 

Eseri:

 

İbnü'ş-Şıhne Ebû'l-Velîd'in en meşhur eseri, Lisânii'l-Hükkâm fî-Ma'rifeii'I-Ahkâm'dır.

Otuz fasıldan müteşekkil olan bu eseri, kendisi ikmâl edeme­miş; yirmi bir faslını yazmıştır. Geri kalan kısmını ise Burhâmüddin İbrahim adında bir zât yazıp tamamlamıştır.

İbnü'ş-Şıhne, hicrî 882 (mîlâdî 1477) yılında vefat etmiştir. [299]

 

İbrahim Nehâî

 

İbrahim Nehaî (R.A. - Rahmetullahi aleyh), tabiînin en bü­yük fakıyh ve muhaddislerindendir. Fıkıh ilmi'nin ve Irak Mekte-bi'nin (= ehl-i rey'in) kurucularındandır.

İsmi: İbrahim İbni Yezîd İbni Esved İbni Amr İbni Rebîa İbni Harise İbni Sa'd İbni Mâlik İbni en-Nehâî olup; künyesi Ebû İmrân'dır.

İbrahim Nehâî Kûfe'lidir. Ancak, aslında Yemendeki Nehâ ka­bilesine mensup olduğundan Nehâî diye meşhur olmuştur.

İbrahim Nehâî (R.A.) hazretleri Kûfe'de yaşamış ve hicrî 96 (mîlâdî 715) tarihinde Kûfe'de vefat etmiştir.

İbrahim Nehâî (R.A.), şöhretten kaçınır ve devlet adamları­nın meclisinde pek oturmazdı.

İbrahim Nehâî (R.A.), Hz_ Âişe, Sâidi'l-Hudrî ve diğer bazı sahâbîlerle görüşmüştür.

Ancak, İbrahim Nehâî'nin rivayetlerinin ekserisi tâbiîndendir.

İbrahim Nehâî'nin ilim tahsil ettiği ve hadis rivayetinde bu­lunduğu meşhur âlimlerden bir kısmı şunlardır: Hâliyetü'l-Esved, Ab-durrahman İbnü Yezîd, Mesrûk, Alkame, Ebî Ma'mur Hemman İbni Haris, Kadı Şureyh, Sehm İbni Müncâb...

İbrahim Nehâî'den ilim tahsil eden ve ondan hadîs-i şerîf ri­vayetinde bulunan âlimlerin bir kısmı ise şunlardır: A'meş, Ham-mad İbni Süleyman, Mansur, İbni Avn Zeydi'1-Yânî, Muğîre İbni Muksimi's-Sâbî...

Hammad tarîki ile İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe'nin de üstadı olan İbrahim Nehâî hazretleri, Kûfe'nin müftisi bulunuyordu.

İbrahim Nehâî, Hadîs-i şeriflerin senetlerindeki râvilerinin du­rumundan ziyâde, onların mânâlarına bakar ve hadîs-i şerifleri bu yönden ele alırdı.

A'meş: "İbrahim Nehâî, hadîs-i şerîf sarrafı idi." demiştir.

İbrahim Nehaî, hadîs-i şerîfi dinler, tedkikini yapar ve ona gö­re, bazısını red, bazısını kabul ederdi.

Nehâî merhum, hadis rivayetinde irsal yapardı; yani hadis riva­yet ederken bazı ravileri atlardı. Ancak, bu irsali Peygamber (S.A.V.)'den yapmaya çekinirdi. "Peygamber (S.A.V.) şöyle buyur­du," yerine; "filan sahabî şöyle buyurdu." demeyi tercih ederdi.

Ona:

—"Ey Ebî îmrân, sana, Hz. Peygamber (S.A.V.)'den hiç hadîs-i şerîf ulaşmadı mı?" diye sordular. Nehâî şu karşılığı verdi:

—"Evet ulaştı. Fakat, "Hz. Ömer (R.A.) şöyle buyurdu." "îbni Abbas...." veya "Alkame dedi ki:" demek bana daha sevimli, daha kolay ve daha hafif gelir."

İbrahim Nehâî, fıkhı rivayetlerden öğrenir; rivayetleri de rey ve akılla anlar yani ictihad ederdi. Bu itibarla, Irak'ta rey mektebini kuran ve bu fıkhı tesis eden İbrahim Nehâî'dir.

Rey yolu, kıyâs yoludur. Her hangi bir işin nasıl yapılacağı Kur'ân-ı Kerîm'de ve hadîs-i şeriflerde açıkça bildirilmemişse; bu işe benzeyen başka bir işin nasıl yapılacağı aranır, bulunur ve önceki iş de bunun gibi yapılır. Bu usûle, "rey yolu" denilmiştir.

İbrahim Nehâî, sorulmadıkça konuşmaz; fetva istenmedikçe, her hangi bir şeyin hükmünü beyân etmezdi. Faraziyeler üzerinde durmaz ve çok az konuşurdu. Hatta, bazı günler ikindi ile akşam arasında hiç konuşmadığı olurdu.

Şöyle diyor:

— "Susmayı pek çok severim. Kolayını bulsam, hiç konuşmaz­dım."

İbrahim Nehâî, yaptığı bütün iyilikleri gizler ve şöhretten dâ­ima kaçınırdı. Herkesin göreceği yerlerde, camilerde sütun arkala­rında ibâdet etmez ve hatta oturmazdı bile....

Şöyle buyururdu:

—"Din ve dünya işlerinde parmak ile gösterilmek, meşhur ol­mak, zarar olarak insana yeter. Bu zarardan, ancak Allahu Teâlâ'-nın muhafaza ettiği kimseler kurtulur.

Bizim hayatlarına ulaştığımız ve tanıdığımız insanlar, her han­gi bir toplantıda iyiliklerini anlatanı hoş görmezlerdi."

îbrahim Nehâî, kadı olmamak için, Haccac zamanında bir müddet gizlenmiştir.

İbrahim Nehâî, tamamen bir fıkıh muhitinde yetişmiştir: Ai­lesi ve çevresi, hep, büyük fıkıh âlimleri ile doludur. Dayısı Alkame bin Kays büyük bir fakıyhtır. Dayısının oğulları Esved ve Abdur-rahman da fakıyhtirler.

İbrahim Nehâî vefat ettiğinde, Şa'bî şöyle dedi: —"İnsanların en fakıyhını mezara koydunuz." Sordular:

—"Hasan-i Basrî'den de mi fakıyhtı?" Şa'bî, şu karşılığı verdi:

—"Evet, Hasan-ı Basrî'den daha fakıyhtır. O, Basra ehlinin, Küfe ehlinin, Şam ehlinin ve Hicaz ehlinin en fakıyhıdir."

Abdü'l-Melik İbni Ebî Süleyman şöyle anlatıyor:

—"Said bin Cübeyr: "İçinizde İbrahim Nehâî varken, niçin bana fetva soruyorsunuz?" diyerek îbrahim Nehâî'nin ilimdeki yüksek de­recesini beyân etmiştir."

A'meş şöyle diyor:

—"İbrahim'in, kendi fikri ile bir şey söylediğim işitmedim."

îbrahim Nehâî:

—"Hevâ sahipleri ile (yani : Nefsinin arzulan peşinde koşan­larla) asla beraber olmayınız; onların yanlarında oturmayınız."

Talebelerinden Ebû Hamza, kendisine:

—"Sen, benim imamımsm; ben de, sana tabî olan bir kimse­yim. Hevâ nedir, bana öğret." deyince; İbrahim Nehâî:

—"Hevâyı terket. Çünkü, Allahu Teâlâ, hevâda hardal tanesi kadar hayır yaratmamıştır, iş budur." diye cevap verdi.

İbrahim Nehâî şöyle buyurdu:

—Bir hastaya durumu sorulduğu zaman, bu hasta, önce hâlini, hayırla, hamd ve şükürle söyler, sonra da derdini anlatırsa; bu hasta hâlinden şikâyet etmiş sayılmaz ve o, hastalığa sabredenlerdendir; şikâyet edenlerden değildir.

Yine İbrahim Nehâî buyuruyor:

—"Bir âlim veya başka bir kimse, insanların teveccühünü, sev­gisini kazanmak için bir kelime bile söylese, bu bir kelime, onu ce­henneme kadar götürebilir. Konuşmasının başından sonuna kadar niyeti, insanların teveccüh ve sevgisini kazanmak olan bu kimsenin hâlini düşününüz.

Söylediğiniz her sözü, Allah rızası için söyleyiniz. Allah rızası olmayınca da konuşmayınız."

İbrahim Nehâî hazretleri namazlarını huşu ile kılar ve çok Kur'-an okurdu.

Bir gün, Kur'an okumakta iken, yanına birisi gelmek istedi. O, hemen Kur'an-i Kerîmi kapadı ve: "Bu şahıs, benim, her zaman Kur'an-ı Kerim okuduğumu görmesin." buyurdu.

İbrahim Nehâî hazretleri, günah işleyen kimseleri de aşağı görmezdi.

O, şöyle buyurmuştur:

— "Günâh işlediği için, arkadaşınla arayı açma, ondan uzak-/, laşma. O, bu gün günah işlemişse, yarın günâhına tevbe eder."

Ve, O, şöyle buyurmuştur:

—"Âlimin hatâsını yaymayın, teşhir etmeyin. Çünkü âlim, iş­lediği zelleyi hemen terkedebilir.

İbrahim Nehâî'ye sordular.

—Dürüst tüccar mı, yoksa sadece ibâdetle meşgul olup, çok ibâ­det eden bir kimse mi makbuldür?

O, şu cevabı verdi:

—"Dürüst tüccar daha makbuldür. Çünkü o, ölçerken, tartar­ken, alırken, verirken hep şeytanla mücâdele halindedir."

Hanefî fıkhı, ashâb-ı kiramdan İbni Mes'ûd (R.A.)'dan riva­yet edilen hükümlere dayanır. Şöyle ki:

Hanefi Mezhebinin müessisi ve reisi İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe (R.A.), fıkıh ilmini Hammad'dan; Hammad da, İbrahim Nehâî'den; Nehâi'de Alkame'den; Alkame ise Abdullah İbnü Mes'ûd'dan al­mıştır. Tabiatiyle İbni Mes'ûd da bu ilmi, Peygamber (S.A.V.) Efen­dimizden öğrenmiştir.                                                       ..

İbni Âbidîn, meşhur eserinin birinci cildinde şöyle diyor: "Fıkıh ilmi, herkese —ekmek gibi— lâzımdır.

Bu bilginin tohumunu eken, Abdullah îbnü Mes'ûd (R.A.), ashâb-ı kiramın ileri gelenlerinden ve en âlimlerindendir.

İbni Mes'ûd'un talebesi Alkame, bu tohumu sulayarak, ekin hâ­line getirmiştir.

Alkame'nin talebesi olan İbrahim Nehâî ise, bu ekini biçmiş yani bu bilgileri bir araya toplamıştır.

İbrahim'in talebesi Hammad ise, bunu harman yapmıştır.

Hammad'm talebesi olan İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe, öğütmüş; yani bu bilgileri taksim ve tasnif etmiştir.

İmâm-ı A'zam'ın talebelerinden Ebû Yûsuf, hamur yapmış; İmâm Muhammed ise pişirmiştir.

Bu şekilde hazırlanmış olan lokmaları da insanlar yemektedir. Yani, bu bilgileri öğrenip, dünya ve âhiret saadetine kavuşmaktadırlar.

İmâm Muhammed, pişirdiği bu lokmaları, dokuz yüz doksan dokuz kısım bilgi grubu hâlinde talebelerine aktarmıştır.

İmâm Muhammed, ... Sağır ( = ...küçük) diye isimlendirdiği üç kitabında İmâm Ebû Yûsuf'tan; kebîr (= büyük) diye vasıflandır­dığı üç kitabında da İmâm Ebû Hanîfe'den işittiklerini yazmıştır."

İbrahim Nehâî (R.A.) hazretleri hadîste, özellikle fıkıhta bü­yük bir âlim ve müctehiddir.

O, fıkhını hem Abdullah İbnü Mes'ûd, hem Hz. AÜ ve hem de Hz. Ömer'den almıştır. [300]

 

Ikrime

 

Ebû Abdullah İkrime el-Medenî, tabiînin büyüklerindendir. Kendisi, Abdullah İbni Abbas hazretlerinin kölesi idi; bilâhare oğlu Ali tarafından azâd edilmiştir.

İkrime hazretleri, Abdullah İbnü Abbas, Abdullah İbni Ömer, Ebû Hureyre, Hz. Âişe ve Hz. Hasan gibi ashâb-ı güzînden hadîs dinlemiş ve rivayet etmiştir.

İkrime hazretlerinden hadis-i şerîf rivayet edenler arasında da Şa'bî, İbrahim Nehâî, Ebû'ş-Şa'sâ gibi bir çok meşhur zât vardır.

îkrime, büyük bir âlimdir. Kendisi tefsir, hadîs ve fıkıh ilim­lerinde tam bir mütehassıstı. Öyle ki, daha Abdullah İbnü Abbas haz­retleri hayatta iken, îkrime hazretleri fetva vermeye başlamıştı.

Abdullah İbnü Abbas (R.A.), İkrime hazretlerine: —"Hadi git... İnsanlara fetva ver. Sana bir kimse gelir ve ken­disi ile ilgili mühim bir şey hakkında suâl sorarsa; ona fetva ver. An­cak, k£B4!si ile ilgili olmayan bir şey hakkında suâl soran kimselere fetva verme. Bu şekilde hareket edersen, insanların seninle ilgili sı­kıntılarının üçte ikisini bertaraf etmiş olursun." şeklinde öğüt ve ta­limat vermiştir.

İbni Abbas (R.A.) hazretlerinin bu tavsiyesi, iftâ (= fetva ver­me) hususunda takip edilecek yolu göstermektedir.

Kurre İbni Hâlid şöyle demiştir.

—"İkrime, Basra'ya gidip, orada bulunduğu sırada, Hasan-ı Basrî vaaz etmekten ve fetva vermekten çekinirdi."

Takrîbü't-Tehzîb'te bildirildiğine göre: İkrime hazretleri, aslında Berberî'dir. Kendisi sikadır; Tefsirde de âlimdir; bid'ati sabit değildir.

tkrime hazretleri hicrî 104 (mîlâdî 723) yılında vefat etmiştir. [301]

 

İmâm Ahmed İbni Hanbel

 

Bütün ehl-i sünnetçe kabul edilen dört büyük fıkhî mezhebin dördüncüsünün İmâmı olan Ahmed İbnî Hanbel hazretleri, hicrî 164 (mîlâdî 780) tarihinde Merv'de doğmuş veya O'na Merv'de hâmile kalan annesi, doğumu Bağdad'ta yapmıştır. Bu sebeple, nisbetinde Mem ve Bağdadi de denir.

Ahmed îbni Hanbel hazretlerinin babasının adı: Muhammed; künyesi ise: Ebû Abdullah'tır.

İmâm Ahmed İbni Muhammed İbni Hanbel eş-Şeybânî, Bağ­dad'ta yetişmiş, bir aralık Küfe, Basra, Mekke-i Mükerreme, Medîne-İ Münevvere, Yemen» Şam, el-Cezîre, İran, Horasan ve el-Cibâl'e se­yahatlerde bulunmuş, zamanının bütün parlak ilim merkezlerini ge­zip dolaşmış; sonra yine Bağdad'a dönmüştür.

Oğlu Salih, îmâm Ahmed'in beş defa hacca gittiğini söylemiştir. [302]

 

İmâm Ahmed İbni, Hanbelin Meşâyihi:

 

İmâm Ahmed tbni Hanbel hazretleri, pek çok büyük âlimle görüşmüş ve onlardan ders almış ve hadîs-i şerîf dinlemiştir. Bu bü­yük âlimlerden bir kısmı şunlardır:

İmâm Şafiî, Süfyân İbni Uyeyne, İbrahim İbni Sa'd, Cerîr İbni Abdilhamîd, İmâm Ebû Yûsuf, İmâm Veki, Yezîd İbni Hârûn, İb­rahim İbnî Üleyye, Abdürrezzak. [303]

 

Ahmed İbni Hanbel'den Hadis Rivayet Edenler

 

Ahmed İbni Hanbel hazretlerinden hadîs-i şerîf dinlemiş ve rivayette bulunmuş olan meşhur muhaddis ve fakıyhlerden bir kıs­mı ise şunlardır:

İmâm Buhârî, İmâm Müslim, Ebû Dâvud, Ebû Hatim Râzî, Ha­san İbni Mûsâ, Begavî, İbni Ebî'd-Dünyâ, Ebû Zür'a er-Râzî, Os­man İbni Said ed-Dârimî gibi meşhur âlimler ve kendi oğulları Salih ve Abdullah.... [304]

 

Ahmed İbni Hanbel Ve Tefsir İlmi

 

Ahmed İbni Hanbel hazretleri, büyük bir müfessirdir. O, ri­vayet tarıykı ile, şer'î hükümlerle ilgili pek çok hadîs-i şeriften mü­teşekkil bir tefsir meydana getirmiştir.

Ebû'l-Hüseyin İbnü'l-Münâvî şöyle diyor:

—* 'Ahmed İbni Hanbel, yüz yirmi bin hadıs-i şerîfı içine olan bir Kur'an tefsiri yazmıştır.*'

Bu büyük müctehidin de, bütün eserleri, müfessirler için bi-[305]

 

İmâm Ahmed İbni Hanbel Ve Hadîs İlmi

 

İmâm Ahmed îbni Hanbel hazretleri mudakkik ve muktedir bir muhaddistir. O'nun zamanında, hadis ilmi müdevven bir hâle gel­miş ve pek çok kudretli hadisciler yetişmiştir.

Ahmed İbni Hanbel hazretleri, pek çok muhaddisle karşılaş­mış, yüz binlerce hadîs-i şerîf dinlemiş ve ezberlemiştir.

İmâm Ahmed İbni Hanbel hazretlerinin, otuz bin hadîs-i şe-rîften müteşekkil olan Kitâbü'l-Miisoed'ini, yedi yüz bin hadisten seçe­rek meydana getirdiği rivayet edilmiştir.

Ebû Zür'a, İmâm Ahmed ibni Hanbel'in oğlu Abdullah'a şöyle demiştir:

—"Senin baban, bir milyon hadis hıfzetmiştir. Ben, kendisiyle bütün hadis bablarını müzakere ettim, bu sebeple bu hıfzına muttaHasılı, îmâm Ahmed hazretleri, sünnetin hafızı ve hadis ehli için­de kendisine uyulan bir zat idi.[306]

 

İmâm Ahmed İbni Hanbelin Fıkıhtaki Yolu

 

Ahmed İbni Hanbel hazretleri, diğer ehli sünnet mezheplerinde olduğu gibi, hüküm çıkarmak için tamamen şer'î deliller kullanmış­tır. Onun kullandığı delilleri şöylece siralıyabilİriz:

1-) Kitap

2-) Sünnet

İmâm Ahmed İbni Hanbel hadîsin her nev'ini delil olarak alır ve sahâbe-i kiramın kavilleri ile de amel ederdi.

3-) Kıyâs Ahmed İbni Hanbel hazretleri kryâs-ı gayet az kullanır. O, sa­habe kavlini rey ve kıyâs'a tercih ederdi. Kıyâsa zaruret hâlinde baş vururdu.

4-) İcma Ahmed İbni Hanbel, icmâ'ı delil olarak kabul ederdi. Ancak, sadece Ashâb-ı Kiramın icma'mm mümkün olacağını kabul eder; on­dan sonraki müctehidlerin icma'ını, —İslâm âleminin her tarafına dağılmış olduklarından— kabul etmezdi.

Ahmed İbni Hanbel hazretleri, Hanefi mezhebinde kullanı­lan İstihsan delili ile Mâlikî Mezhebince kullanılan Mesâlih-i Mürsele'yi delil olarak kabul etmez. [307]

 

Ahmed İbni Hanbh.İn Müctehidler Arasındaki Yeri

 

İmâm Ahmed İbni Hanbel hazretleri, ehli sünnetin mübarek ve muazzam müctehidlerinden biridir. O, âlim ve kâmil bir zât idi.

Ahmed İbni Hanbel'e hocalık yapmış bulunan İmâm Şafiî haz­retleri, O'nun hakkında şöyle diyor:

—"Ben Bağdad'tan çıktım ve orada Ahmed İbni Hanbel'den daha faziletli ve daha âlim, daha fakıyh bir halef bırakmadım."

Yine İmâm Şafiî şöyle demiştir.

—"Ben, Ahmed tbni Hanbel ile Süleyman İbni Dâvud el-Hâşimî'den daha akıllı kimse görmedim."

Ebû Hatim şöyle demiştir.

—"Ahmed İbni Hanbel'i seven bir kişiyi gördüğüm zaman, bilki o, sâhib-i sünnettir.'

İmâm Ahmed İbni Hanbel'in hadis ilmindeki kudretinin, fı­kıh ilmindeki kudretinden daha fazla ve daha geniş olduğu, bazı âlim-lerce kabul edilmektedir.

İmâm Ahmed îbni Hanbel hazretlerinin menkibelerini anla­tan bir çok eser vardır. İmâm Beyhakî, Ebû İsmail el-Ensârî, Ebû'l-Ferec İbnü'l-Cevzî gibi bir çok âlim tarafından bu hususta kıymetli eserler telif edilmiştir.

İmâm Ahmed İbni Hanbel hazretleri, âbid, zâhid bir zât idi. Fakirane yaşamayı minnet bilir ve: "İnsana, az bir mal yetişir; çok mal yetişmez." derdi.

Kendisine teveccüh eden servet ve siyâseti kabul etmekten kaçınırdı.

Halîfe Me'mun zamanındaki kadf I-kudât Ahmed İbni Düvâd'-ın yanlış bir içtihadı yüzünden, Halife Mu'tesim tarafından yirmi sekiz ay hapsedilmiştir. Bu hapisten 220 yılında çıkarılmıştır.

imâm Ahmed İbni Hanbel'e, halîfe Vâsık zamanında bir fe­nalık yapılmamış; onun yerine geçen kardeşi Mütevekkil îbni Mu'­tesim ise, O'na ikram etmiş ve O'nunla istişare etmedikçe hiç bir kim­seye bir görev vermemiştir.

Bu ikram ve hürmet, İmâm Ahmed îbni Hanbel (R.A.)'in ve­fatına kadar devam etmiştir.

Hanbelîlik, ilk zamanlarda Bağdad'ta yayıldı. Bilâhare, Fâtı-mîler ve Eyyûbîler zamanında Mısır'a gitti. Suriye, Hicaz ve Filistin halklarından da bu mezhebe girenler oldu.

Ahmed İbni Hanbel hazretleri, hicrî 164 (milâdî 780) tarihin­de doğmuş ve 241 (milâdî 854) tarihinde Bağdad'ta vefat etmiştir. [308]

 

İmâm'ı Azam Ebû Hanîfe

 

İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe (P .A.), bütün İslâm Âleminin en büyük müctehididir.

İsmi: Nu'man; babasının adı: Sabit dedesinin adı Zut'â'dır. Nûman bin Sabit hazretlerinin lakabı: İmâmı A'zara; künyesi: Ebû Hanîfe; velâ itibariyle nisbetide: Teymî'dır.

tmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe'nin nesep silsilesi hakkında çeşitli kaviller vardır. O'nun atalarının Irak'lı, İranlı veya ensar-ı kirâm'-dan yahut Horasan'lı olduğuna kail olanlar vardır.

İmâm-ı A'zam'm oğlu Hamrnad'ın oğlu İsmail'in, "atalarının, bir ilbeyi ailesine mensup olduğunu" söylediğine göre, ecdadının Ho­rasan Türklerinden olma ihtimâli büyüktür.

İmâm-ı A'zamın ataları Horasan illerinden gelip Kûfe'ye yer­leşmiştir. Büyük babası Zut'a, Afganistan'ın başşehri olan Kabil'de doğmuştur.

Babası Sabit ise, Horasan şehirlerinden Nes'e veya Enbar'da doğ­muştur. Sabit, Nes'e, Enbar ve Tirmiz şehirlerinde bir müddet otur­duktan sonra, Kûfe'ye gelmiş ve burada yerleşmiştir. Oğlu Nûman burada dünyaya gelmiştir.

İmâm-ı A'zam'ın babası Sabit, çocukluğunda Hz. Ali (R. A.)'ye hizmet etmiş ve duasını almıştır.

İmâm-ı A'zam'a, Ebû Hanîfe künyesinin verilmesi, kendisinin Ha­nîfe adında bir kızının bulunmasından dolayı değildir. O'na, Ebû Hanîfe denilmesinin sebebi hususunda çeşitli kaviller vardır:

O, Iraklılarca hanîfe diye adlandırılan bir çeşit diviti çok kul­landığı için kendisine Ebû Hanîfe denilmiştir. Veya:

İslâmiyete hakkıyle yönelmiş ve bağlanmış bir mü'min zümre­sinin, manevî babası makamında olduğu için, kendisi Ebû Hanîfe kün­yesi ile anılmıştır,

Ebû Hanîfe hazretlerinin, sadece, Hammad isimli bir oğlu vardır. [309]

 

İmâm-I Azamin Yaşadığı Devir:

 

Ebû Hanîfe (R.A.), Kûfe'de, Emevîlerden Abdülmelik bin Mervan zamanında dünyaya geldi. Pek çok tarihî olayların içinde yaşadı. Haccâc-ı Zâlimin günlerine şahid oldu. Emevîlerin çöküşü­nü ve Abbasî Devletinin kuruluşunu gördü:

Nûman bin Sabit hazretleri, bütün bu olaylara kendini kaptır­madı ve hayatını ilme ve İslam'a hizmete verdi.

Ebû Hanîfe (R.A.), küçük yaşta Kur'ân-ı Kerîm'i ezberledi ve okunması mutad olan sarf, nahiv gibi ilimleri tahsil etti.

Ebû Hanîfe'nin babası Sabit, Küfe, Basra ve Mekke arasında ticâretle meşgul olur ve bu yolculukları esnasında oğlunu da berabe­rinde götürürdü. Ebû Hanîfe, bu vesile ile muhtelif yerlerdeki âlim­lerle görüşmüş ve onların derslerini dinlemiştir.

Özellikle Küfe ve Basra'daki âlimlerin derslerini takip eden Ebû Hanîfe, onlardan hadîs-i şerif dinlemiş, ilim tahsil etmiştir. [310]

 

İmâmı Azamin Yetiştiği Sahabeler:

 

İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe hazretleri, ashab-ı kiramdan şu dört zâta yetişmiştir: Enes İbni Mâlik, Abdullah İbni EbîEvfâ, Sehl İbni Sâid el-Ensârî ve Ebû't-Tufeyl Âmir el-Kûfi...

Dolayisiyle, Ebû Hanîfe hazretleri tâbon'dendir. Bu mazhariyet de, dört büyük müctehid arasında, sadece Ebû Hanîfe hazretlerine has bir meziyettir. [311]

 

İmâmı Azam Ve Kelam İlmi:

 

İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe'nin ilme meylettiği ilk zamanlar­da haricîler ve şia fırkası ortaya çıkmıştı. Ve bu sapık görüşlerle, ke-Iâmcılar münâkaşa ederlerdi.

İmâm-ı A'zam da, ilk zamanlarda kelâm ilmiyle meşgul oldu ve sapık kollarla yaptığı münâkaşalardaki dirayeti ile şöhret buldu. Sapık fikirlerin sahipleri ile tartışıyor ve onları aklî ve naklî deliller­le susturuyor; bâtıl fikirlere karşı ehl-i sünnet ve'1-cemâatİn savunu­culuğunu yapıyordu. [312]

 

İlk Yolculukları

 

îmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe, henüz 16 yaşında iken, babası ile hacca gitti. Ve Ka'be-i Muazzama içindeki ders halkalarını gördü. Ashâb-ı Kiramdan Abdullah İbnü Haris (R.A.) etrafındakilere hadis-i şerîf rivayet ediyordu. Bu manzara, Ebû Hanîfe'nin ilme olan işti­yakını artırdı. Dönüşünde Küfe'de ilim çevrelerine girdi ve derslere devama başladı.

Bu sıralarda, Irak'ın ikinci ilim merkezi Basra idi. Ebû Hanî­fe'nin zaman zaman Basra'ya ticaret maksadiyle gidip, oradaki âlim­lerin derslerini de dinliyordu. Bu seyahatlerinin sayısı in yirmiden fazla olduğu bilinmektedir.

Ebû Hanîf e hazretlerinin ilmî yönden kendisini yetiştirdiği or­tam, Küfe Mescididir. O tarihte Küfe mescidi kırk bin kişiyi alacak . genişlikte idi ve içinde her nevî ilim okunurdu.

tmâm-ı A'zam, muhakemesinin kuvveti ile buradaki kelâmcı* lar içinde ön sıraya yükselmiştir. [313]

 

Ebu Hanîfe'nin Fıkıh İlmine Başlaması:

 

îmâm-ı A'zam'm talebesi tmâm Züfer şöyle anlatıyor: —Ebû Hanîfe, Küfe Mescidinde, Hammad bin Süleyman'a ya-km bir yerde oturmuş duruyordu. Bir kadın geldi ve kendisine bir mes'ele sordu. Ebû Hanîfe, ona ne cevap vereceğini bilemedi ve bu kadım Hammad'a gönderdi. Bundan sonra da, fıkıh mes'elelerini öğrenmeye merak sardı ve Hammad'm derslerine devam etmeye baş­ladı."

îmâm-ı A'zam'ın fıkıh ilmine başlamasını talebesi, Züfer böyle anlatıyor. [314]

 

İmâmı A'zam'ın Üstadları Ve Talebeleri:

 

Nûman bin Sabit hazretlerinin, kendilerinden ilim (özellikle hadis ve fıkıh) tahsil ettiği zâtların sayısı dört binden fazladır. Ve hiç bir müctehidin, bu kadar çok üstadının bulunduğu da pek görülmemiştir.

îmâm Şafiî hazretlerinin sadece seksen şeyhi varmış îmâm Buhârî gibi bazı meşhur hadîscilerin binlerce şeyhi var ise de, bunlar hadîs meşâyihidir ve kendilerinin birer büyük âlim olma­ları gerekmez.

Fıkıh meşâyihi ise, ilimde iyice ileri olan zâtlardan ibarettir. Ve, genelde fakihlerin sayısı daha azdır.

İmâm Ebû Hanîfe hazretleri görüştüğü sahabelerin dışında pek çok âlimden hadîs derlemiş ve ilim tahsil etmiştir.

Ebü Hanîfe'nin fıkıhtaki en büyük hocası, Hammad İbni Ebî Süleyman'dır.

İmâm-ı A'zam, Atâ, Nâfî, Katade, Ebû Ishak, Amr İbni Dî-nar, Hişam İbni Urve, Adiy İbni Sabit gibi pek çok, büyük zâttan hadîs-i şerîf dinlemiştir.

İmâm-ı A'zam'ın fıkıh sahasında yetiştirdiği binlerce talebe içinde, her biri başlı başına bir müctehid olma kudretini gösteren zatlar şunlardır:

îmâm Ebû Yûsuf, îmâm Muhammed, İmâm Züfer, Hasan İb­ni Ziyâd, Vekî, Abdullah el-Mübârek, Dâvûd-i Tâî, Afiye, Yûsuf îbni Hâlid, Nuh İbni Meryem....

İmâm-ı A'zam'dan hadis dinleyip, rivayet edenlerden bir kıs­mı da şunlardır:

Vekî İbni Yezîd, Ebû Âsim, Abdürrezzak, Ebû Nuaym, Abdul­lah İbnü Mûsâ, Ebû Abdurrahman el-Mukrî... [315]

 

İmâmı A'zam'ın İlim Silsilesi:

 

İmâm-ı A'zam'ın ilim silsilesi, Hz. Ali ve Hz. Abdulah İbnü Mes'ud'a ulaşmaktadır. Şöyle ki:

İmâm Ebû Hanîfe, ilmi Hammad'dan; o, İbrahim Nehâî'den; o da Alkame ile Esved'den; bunlar da Hz. Ali ile Abdullah İbnü Mes'-ûd'dan; bu yüce sahâbiler de, bizzat Resûl-i Ekrem (S.A.V.) Efen­dimizden almışlardır. [316]

 

İmâmı A'zam'ın Dersleri:

 

Ebû Hanîfe, 20 yaşında iken Hocası Hammad'ın derslerini ta­kibe başlamıştı. 18 yıl, bıkmadan usanmadan, büyük bir aşkla bu derslere devam etti. Hocası vefat edinceye kadar, O, daima talebe kaldı. O hayatta iken, kendisi müstakilen ders okutmadı.

40 yaşında iken ders okutmaya başlayan İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe, vefatına kadar devamlı öğretmekle uğraştı ve 30 yıl içinde 4000 talebe yetiştirdi. Bunların içinde 56O'i fıkıh ilminde şöhret sa­hibi oldu. 40 tanesi de müctehid derecesine yükseldi. O'nun talebe­lerinin isimleri ve memleketleri bazı kitaplarda zikredilmiştir.

İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe (R.A.), derslerinde kendisine has bir metod takip ederdi. Dersleri, talebesi ile müzâkere şeklinde olur ve böylece, mes'eleleri incelemeye, çözmeye ve hüküm vermeye alış­tırırdı. O'na göre maksat, ilim toplamak değil, bu ilmi kullanarak mes'eleleri çözmek olmalıdır. O'nun dersleri, genellikle karşılıklı tar­tışma şeklinde geçer ve neticeye bu tartışmaların sonucunda ulaşılırdı.

O, talebelerine sadece ilim öğretmekle kalmaz, onlara malca da yardım ederdi.

Nitekim, İmâm Ebû Yûsuf gibi bir çok talebesinin masraflarını bizzat O,karşılamıştır.

İmâm-ı A'zam, talebelerini sever, dâima onlara yardımcı olur ve nasihatte bulunurdu. Ve O, talebelerine:

—"Sizler, benim kalbimin sevinci, hüznümün tesellîsisiniz." derdi. [317]

 

İmâmı A'zam Ve Tefsir İlmi:

 

İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe (R.A.) hazretleri, kendisinde Kur'an-ı Kerim âyetlerinin ihtiva ettiği dinî mes'ele ve hakikatleri an­lamak ve anlatmak kudreti bulunan büyük müctehidlerin başında gel­mektedir. Bu sebeple, O üstâdü'l-müfessirîn'dir.

O, bir Kur'an âyetinin nassından, delâletinden, işaret ve iktiza­sından yüzlerce mes'ele çıkarmaya muktedir büyük bir müctehid ol­duğuna göre, bu derece büyükbir müfessir olması da tabîîdir.

Gerçi, İmâm Ebû Hanîfe'nin müstakil bir tefsir kitabı yoktur; ancak, O, bütün hükümlerinde ilk delîl olarak Kur'an-î Kerîmi aldı­ğına göre, bu büyük İmâm'ın aynı zamanda da en büyük müfessir olduğu ortaya çıkmaktadır.

Ayrıca, kendi mezhebini takip eden nice müfessirin tefsirlerin­de, O'nun hissesi, hiç bir zaman inkar edilemez. [318]

 

İmâmı A'zam Ve Hadis İlmi

 

İmâm-ı A'zam Ebû Hanife (R.A.) hazretlerinin hadis ilmin­de de pek mümtaz bir yeri vardır. Ve O, büyük bir muhaddistir.

İmâm-ı A'zam, dört bin kadar zâttan hadîs dinlemiş, hârika zekâ ve hafıza sahibi bir zât olduğuna göre, O'nun hadis ilmindeki yeri­nin ne derece yüksek olduğunu anlamamak körlük olur.

O'nu, hadîs yönünden tenkid edenler, hatâ etmektedirler.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) şöyle buyurmuştur:

—"Ben, hadîs-i tefsir ve izah hususunda Ebû Hanîfe'den daha âlim bir kimse görmedim."

Yahya bin Maîn de şöyle buyurmuştur:

—"Ebû Hanîfe sika idi. O, sadece hıfzetmiş olduğu hadîs-i şe­rifleri rivayet eder, ezberlemediklerini rivayet etmezdi." [319]

 

İmâmı Azamın Fıkıhtaki Mesleği

 

Büyük müctehid Ebû Hanîfe (R.A.), fıkhı mezhebini, iki kı­sım delil üzerine kurmuştur:

1-) Edüle-i Asliyye (= Aslî deliller)

a)- Kitab

b-) Sünnet

c-) İcma

d-) Kıyâs

2-) Edille-i Fer'iyye (= Fer'î Deliller)

a-) İstihsan

b-) İstihsab

c-) Tahkîm-i hâl

d-) Örf ve Âdet

Bu fer'i deliller, kitap, sünnet ve icmaa muhalif olamaz.

İmâm-ı A'zam'a göre, bir mes'ele hakkındaki şer'î hükmü be­lirlemek için, önce Kitâbullaha (Kur'an-ı Kerîm'e) müracaat edilir.

Ve, Şârii Mübîn olan Allahu Teâlâ'nm kendi Kitâb-ı Kerîm'de serâhaten veya delâleten beyân buyurduğu ahkâma göre amel edilir.

Sonra, Fahr-i Kâinat (S.A.V.) Efendimizin sünneti- seniyyele-rine müracaat edilir.

Bunlarda hükmü bulunmayan bir mes'ele hakkında ise, ashâb-ı kiramın veya müctehidîn-i izamın —bu hususta icma'Iarı varsa, O— icmâlarına müracaat edilir.,

Şayet, hükmü, kitap, sünnet veya icma ile serâhaten sabit ol­mayan bir mes'ele karşısında kalınırsa; bu durumda da, kıyâs-ı fu-kahâ denilen delile müracaat edilir.

Şayet, bir mes'ele ilgili hüküm, bu asli delillerin hiç biri ile çıkarılamazsa; o zaman, İmâm Ebû Hanîfe hazretlerine göre, fer'i delillere başvurulur.

Görüldüğü gibi, İmâm-ı A'zam'ın fıkıhtaki mesleği/mezhe­bi, tamamen şer'î kaidelere istinat eder; hikmet ve maslahat kaidele­rine uygun düşer.

Hanefi fıkhı, İslam hukuk müesseselerinin en seçkinlerinden biridir. Hanefî fakıyhlerine ehU rey, ehl-i kıyâs denilmesi, sadece bir ıstılahtır. Yoksa, Bu mezhebde, bazı mes'elelerin hükümlerinin, sa­dece şahsî rey'e dayandırıldığı asla iddia edilemez.

Hatta, hanefî mezhebi, hadîs-i şerifler için, diğer mezheplerden daha geniş bir tatbik sahası açık bulundurmuştur. Bu hakikat, usûl-i fıkıh kitaplarına bakıldığı zaman, açık.bir- şekilde anlaşılır.

Meselâ: Hanefî Mezhebinde, fakıyh ve müctehid olan bir râvî-nin naklettiği bir hadîs-i şerîf kıyâsa tercih olunur. O hadîs, kıyâs'a muhalif olsa bile hüküm böyledir.

Mâlikî Mezhebinde ise, kıyâs'a muhalif olan hadîs, kabul edilmez.

Bu hususta, Hanefi Mezhebinin büyük imamlarından Fahrü'l-İslam Pezdevî şöyle diyor:

—"Râvî, Hülefâi Râşidîn gibi müctehidlerden ise, onun habe­ri, her hâlde, kıyâsa takdim olunur. Şayet râvî, yalnız zabt ve ada­letle mâruf olur da, fakıyh ve müctehit olmak bakımından meşhur olmazsa; asıl olan, bu durumda yine haber ile amel olunmaktır. An­cak, bu haber bilumum, kıyâslara muhalif olursa, o zaman, —rey ve kıyâs yolları, büsbütün kapanmasın diye— bu haber terk edilir."

İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe (R.A.)'nin "bütün içtihatları, İmâm Ebû Yûsuf ve İmâm Muhammed gîferfcüyük talebelerince toplanmış ve yazılmıştır. [320]

 

İmâmı A'zam'ın Müctehidler Arasındaki ^Eri:

 

İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe hazretleri, bütün ehl-i sünnet ta­rafından   benimsenmiş   bulunan,   dört   büyük   müctehidin  en büyüğüdür.

İmâm-ı A'zam, ictihad sahasında emsalsiz bir yol meydana ge­tirmiş ve içtihadım pek mükemmel, muhalled esaslar üzerine kur­muş; daha hayatta iken, kendi içtihadına bağlı, yüzlerce büyük âli­min yetiştiğini görmüştür.İmâm Ebû Hanîfe hazretleri vefat ettik­ten sonra da, fm asırda O'nun içtihadına bağlı binlerce fukahâ yetişmiştir.

Kevâkib-i Muaa'da şöyle denilmektedir:

—"Vaktiyle Semerkant'e tâbi Hakirdir Kasabasında Türbe-i Mu-hammedîn denilen bir mezarlık vardı. Burada, her birinin ismi Mu-hammed olmak üzere, hanefî fukahâsından, telîfat sahibi dört yüz âlim medfun bulunuyordu. Bunların hepsi de hanefî mezhebi üzeri­ne fetva vermiş, kitap telif etmiş ve tedris ile meşgul olarak nice tale­beler yetiştirmişlerdir."

Bu naklimiz; hanefî mezhebinin ne derece yaygın olduğunu; İs­lâm âleminde bir zamanlar meydana gelmiş — fakatmaalesef bu gün kaybolmuş— ilim, irfan ve hukuk tecellîsinin ne derece parlak oldu­ğunu gıbta ve hüzün ile düşündürecek mahiyettedir.

îmâm'ı A'zam Ebû Hanîfe hazretlerini, muasırlarından ve son­raki asırlarda yaşamış olan büyük âlim ve müctehidlerden pek çoğu lisan-ı ta'zim ile sena etmiş; CVnun zühd ve takvasını, ahlâkındaki metanet ve nezâhati, ictihâdındaki ulviyeti, mezhebindeki suhulet ve mükemmeliyeti dile getirmiştir.

Îbnü'l-Mübârek şöyle diyor:

—"Ebû Hanife, insanların en büyüğüdür, en fakihidir; O'ndan

daha fakiyh bir kimse görmedim. O, bütün faziletler hususunda Allahu Teâlâ'nın âyetlerinden bir âyet idi."

Bağdad'ta hadîs okuturken, etrafına yetmiş bin kişi toplan­mış olan, büyük muhaddis Yezid bin Harun'a soruyorlar:

—"Hanefî kitaplarına bakmak caiz midir?**

O, şu cevabı veriyor:

— Gidiniz, o kitapları mütalaa ederek istifade ediniz. Ben, bu hususun.kerâhatine kail olan hiç bir fakıyh görmedim. Hatta işitti­ğime göre, Süfyân-ı Sevrî bile, bir yolunu bulup EM Hanîfe'den Kitâbü'r-Rehni almış ve kendisi de, onun bir nüshasını yazmıştır.

Yine Yezid bin Harun'a sormuşlar:

—"Size göre, İmâm Mâlik'İn reyi mi daha makbuldür; yoksa, Ebû Hanîfe'nin reyi mi?"

Şu cevabı vermiş:

—"İmâm Mâlik'in hadislerini zabtediniz. Çünkü hadislerin râ-vilerini temyiz ve intikat eder. Fıkıh ilmi ise Ebû Hanîfe ve ashabına mahsus bir sinaat-ı celîledir. Onlar, sanki bunun için yaratılmışlar­dır."

İmâm Mâlik hazretlerine sormuşlar: —"İmâm-ı A'zam nasıl bir zâttır?

O, şu cevabı vermiş:

— Ben, O'nu öyle gördüm ki: "Şu direk altındır." dese, bu id­diasını isbat için hüccet getirmeye kadir olur.

Şafiî fakıyhlerinden, muhaddis bir zât olan İbni Hacer el-Heysemî'nin kaleme aldığı ef-Hayrâtü'l-Hısân fî-FezâiIi'n-Nu'mân adlı eserde bildirildiğine göre, Abdullah İbnü'l-Mübârek şöyle demiştir:

—Ben, bir gün İmâm Mâlik'in yanında idim. İmâm Ebû Hanî­fe teşrif ettiler. İmâm Mâlik O'nu meclisin sadrına oturttu. Hakkın­da pek ihtiramda bulundu. O gittikten sonra da; bize hitaben:

  Bu zât, Ebû Hanîfe denilen Nu'man İbni Sabittir ki, "Şu direk altındır." dese, filvâkî dediği gibi çıkar. Fıkıh ilminin en ince mes'elelerini çıkarmak, O'na çok kolay gelir. Herkesin hayrette kal­dığı mes'eleler hakkında, O, külfetsizce doğru hükmü bulmaya mu­vaffak olur.

Büyük Âlim, M. Zâhid Kevserî'nin Akvemii'l-Mesalîk adlı ese­rinde bidirildiğine göre, peraverdî şöyle demiştir:

—"İmâm Mâlik'in şöyle dediğini işittim: "Benim yanımda Ebû Hanîfe'nin fıkhından alınmış bin mes'ele vardır."

İbrahim İbni İshak da şöyle demiştir:

—"İmâm Mâlik, mes'elelerde çok kerre, Ebû Hanîfe'nin kav­line itibar ederdi."

Yine Dâreverdî şöyle diyor:

—Ben, İmâm Mâlik ile İmâm Ebü Hanîfe'yi, yatsı namazından sonra, Resûlullah (S.A.V.)'ın Mescidinde müzakere ve müdârese hâ­linde gördüm; her biri, diğerinin kabul ve kendisi ile amel etmekte olduğu bir kavle vâkıf olunca, —taassub göstermeksizin ve tahtit etmeksizin— dilini tutuyordu. Bu iki imâm, sabah namazını kılın-caya kadar, bu hâl üzere devam ettiler.

İmâm Şâfî hazretleri de şöyle buyuruyor:

—"Bütün insanlar, fıkıh hususunda, Ebû Hanîfe'nin ıyâlidir. (Yani, O'nun sayesinde barınmaktadırlar.) Ben, fıkıh ilmine, O'ndan daha ziyâde vakıf bir zat bilmiyorum."

İmâm Ahmed bin Hanbel hazretleri de, İmâm-ı A'zam'ı pek çok anar ve rahmetle yad ederdi. O'nun mihnetli günlerinde ağlar; bu büyük imâmın kadılığı kabul etmeyişinden dolayı habsedilmiş, dövülmüş olduğunu düşünerek teselli bulmaya çalışırdı. [321]

 

Hayatındaki İntizam

 

İmâm-ı A'zam, gayet plânlı ve intizamlı çalışırdı. O, günlük işlerim bir plân dâhilinde yapardı: Sabah ve akşamlarını derse ayır­mıştı. Öğleye kadar, çarşıda ticâret işlerine bakardı; öğleden sonra da ilimle meşgul olurdu. Gecelerini de ibâdetle ve ders müzâkeresi ile geçirirdi.

Cum'a günleri, evinde dostlarına, ahbablarma ziyafet verir ve onlarla sohbet ederdi.

Cumartesi gününü ise, evinin ihtiyaçlarına ayırmıştı; Ev, bahçe ve emfâk işleriyle meşgul olurdu. [322]

 

İkna Gücü:

 

İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe hazretleri; kuvvetli muhakemesi, hârukulâde zekâ ve hafızası, fıtrî mantığı sayesinde, dillere destan bir ikna kuvveti vardı. Yaptığı bütün münazara, münakaşa ve mü-bâhaseleri kolayca kazanırdı.

Zamanında türeyen ve dehrî denilen inkarcı ve maddeci bilginle­ri, susturduğu gibi, yanlış kanâat taşıyan müslümanlann bu hatala­rını düzeltmek için gayret sarfederdi. Buna bir örnek olmak üzere, 'İmâm-ı A'zam'la, bir müslüman arasında geçen şu konuşmayı nakledelim:

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) zamanında, Kûfe'liler bazı siyâsî se­bepler dolayısiyle Hz. Osman (R.A.)'ı pek sevmezlerdi. Ve böylece bir çevrede, bir Kûfe'li Hz. Osman (R.A.)'a dil uzatıp: 'Yahudi de­miş. Bir çok âlim, o şahsı ikna edip, bu sözünden vaz geçirmeye ça­lışmışlar; fakat muvaffak olamamışlar. Ve İmâm-ı A'zam hazretle­rine baş vurmuşlar

Ebû Hanîfe hazretleri, o adama giderek, şöyle demiş:

—Ben sana, kızım, bir şahsa istemek için geldim.

—Kimin için istediğini söyle bakalım...

—Zengin ve şerefli bir adam; ayrıca hâfız-ı Kur'an, cömert ve gecelerini de ibâdetle geçirir.

—Yeter, yeter.. Saydığınız bu meziyetler kâfi .

—Yalnız» bu şahsın bir kusuru var.

  Kusuru neymiş? Söyle bakalım.

  Yahudi diyorlar...

— Fesübhânallah!.. Benden, kızımı bir yahudiye vermemi nasıl istersin. Asla vermem!

Bunun üzerine tmam-ı A'zam hazretleri:

—"Sen vermezsin de, Hazreti Peygamber (S.A.V.) bir Yahudi­ye iki kerîmesini nasıl verir?" buyurur ve böylece, Hz. Osman (R.A.) hakkında, o adamı ikna eder. [323]

 

Ebû Hanîfe'ye Kadılık Teklifi

 

tmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe hazretleri, Emevîlerin son zaman­larını ve Abbasî Devletinin ilk zamanlarını görmüş; siyasî yönden hayli karışık olan bu devirlerde, hiç kimseye bağlanmadan ve âlet olmadan, sadece İslâm'a bağlı olarak, O'nun hizmetinde sade ve şe­refli bir hayat yaşamıştır.

Emevîler, İmâm Ebû Hanîfe hazretlerini kendi taraflarına çek­mek istiyorlardı. Bunu temin için, Irak valisi Ibni Hubeyre vasıta-siyle, O'na kadılık teklif ettiler. İmâm-ı A'zam, bu teklifi kabul et­meyince Vali îbni Hubeyre tarafından hapsedildi.

Ebû Hanîfe hazretleri, bu hapsinden kurtulunca Mekke'ye gitti ve bir müddet orada kaldı.

Abbasiler itkidara geçince, tmâm-ı A'zam tekrar Kûfe'ye döndü.

Bu defa da, Halîfe Mansur, yeni kurulan ve Başkent yapılan Bağdad kadılığını İmâm-ı A'zam'a teklif etti. İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe hazretleri, belki de bir hükümde kusur ederim korkusu ile kabul etmedi. Ve, yine hapsedildi. Ve hatta dövüldü.

Aslında, İmâm-ı A'zam gibi bir büyük müctehidin, ictihad gibi gayet ulvî bir işten ve binlerce talebe yetiştirmekten ayrılarak böyle bir göreve başlaması, ilim ve din açısından da yararlı olmazdı.

Bir ara, îmâm-ı A'zam hazretlerinin fetva vermesi de yasak­lanmıştı. Bu durumu Nasr İbni Muhammed şöyle anlatıyor:

îmâm-f A'zam, bir müddet fetva vermekten nehyedilmişti.

Bir gün, oğlu Hammad gelip bazı mes'eleler sormuş, cevap ala­mayınca, babasına:

—"Bizi, burada kimse görmüyor, cevap verseniz ne lâzım ge­lir?..." demiştir.

Bunun üzerine, Imâm-ı A'zam hazretleri:

—"Oğlum! Bir gün Sultan: "Hiç fetva verdin mi?".diye sorar­sa; ben: "Vermedim." diye yalan söyliyebilir miyim?" cevabını vermiştir. [324]

 

Eserleri

 

Daha önce de söylediğimiz gibi, İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe hazretlerinin kavil ve ictihadlannı, İmâm Ebû Yûsuf, İmâm Muham­med, İmâm Züfer, İmâm Hasan bin Ziyâd gibi ileri gelen talebeleri yazmış ve bir araya toplamışlardır.

O'nun bizzat kaleme aldığı fazla eseri bulunmamakla beraber; kendisinden sonra gelen ve bizzat O'nun veya talebelerinin yetiştir­diği binlerce, on binlerce âlimin kaleme aldığı, binlerce, onbinlerce eser, hep onun ictihadlan ve kavilleri ile doludur ve O'nun koyduğu metodla, O'nun usûlüne uygun olarak yazılmıştır.

Doğrudan doğruya kendisine izafe edilen eserlerin bir kısmı ise şunlardır:

1-) Fıkhu'l-Ekber

Bu eser, İmâm-ı A'zam'ın tevhid sahasında özet olarak kaleme aldığı bir kitaptır. Bu küçük eserde ehl-i sünnet itikadı özet hâlinde verilmiş ve zamanında bir çok münâkaşalara çözüm getirmiştir. Bu eseri, Ebû Mutî el-Belhî rivayet etmiştir,

2-) Müsnedü'l-İmâmi'l-A'zam Ebî Haflîfete'n-Nu'mân.

Bu kıymetli hadîs kitabı, İmâm-ı A'zam'ın rivayet ettiği bir çok hadîs-i şerifi içine almaktadır. Bu eser de, kendisinden Hasan İbni Ziyâd rivayet etmiş ve hanefî fakıyhlerinden olan Kasım İbni Kutlu-boğa tertip etmiştir.

3-) Âlim ve MiHeallim

4-) Fıkhı Ebsat

5-) Vasiyyet'ler.

Velhâsıl- İmâm'ı A'zam Ebû Hanife hazretleri, feyizli bir kay­nak olan ahkâm-ı şer'iyyenin, şarkı ile garbı ile bütün cihana akıp, yayılmasından büyük hizmette bulunmuş; İslâm hukukunun kaide­lerini ve ıstılahlarını ortaya koymuş, ve bablarını tertip etmiştir. Ay­rıca, bu büyük müctehid, yirmi sekiz bini ibâdetlere, iki yüz yetmiş iki bini de muamelâta âit olmak üzere üç yüz bin mes'ele vaz etmiş ve bunların hükümlerini ortaya koymuştur. [325]

 

Ahlâkı:

 

El-Kevâkibü'd-Dürriye isimli eserde şöyle deniliyor:

Bir gün, Hârunü'r-Reşîd, İmâm Ebû Yûsuf'tan, İmâm-i A'zam'-ın ahlakım tavsif etmesini istemiş; O, da Kaf Sûresinin 18. ayetini[326] okuyup, "Cenâb-ı Hakk'ın, konuşan her şahsın, ne söylediğinden haberdar olduğunu" söyledikten sonra şöyle devam etmişi

—İmâm-i A'zam, Allahu Teâlâ'nın haram kıldığı şeylerin ya­pılmasını şiddetle men etmeye çalışırdı. Dîn-i İlâhî hakkında bilme­diği bir şeyi söylemekten pek korkardı. O, daima Hakk'a itaat edil­mesini, isyan edilmemesini isterdi. O, çok sükût eder; daima düşü­nür, tefekkürü terketmezdi. O, geniş bir ilim sahibi idi.

O, ne daima susar ve ne de faydasız bir şey konuşurdu. İstenil­diği zaman, ilmini ve malını ziyadesiyle bezleder, saçardı.

Kendi adına, insanlardan müstağni bulunur; kimseden bir şey istemez ve kimseden bir şey almazdı. Ve O, hiç bir kimseyi, hayır­dan başka bir şeyîe anmazdı."

İmâm Ebû Yûsuf'un bu sözlerini dinleyen Harûnü'r^-Reşîd, kâ­tibine: "Bu hasletleri yaz." emrini verdi.

Zehebî merhum da, Tabakltü'l-Huffâz'ında şöyle diyor:

— Ebû Hanîfe, imâm, müteverrî, âlim, müteabbid, kebîrüş-şân bir zat idi. Sultanin atiyyelerini kabul etmez; ticâretle uğraşır, kazanırdı.

Evet, İmâm-ı A'zam ticaratle uğraşırdı. Bezzaz idi; yâni, bez, kumaş alıp satardı. Bu işini dillere destan bir dürüstlükle bir müd­det sürdürmüş; daha sonra ise, bazı kimselere sermâye vererek, on­ları, ticâret için etrafa göndermiş; elde edilen kâr ile de hem kendisi geçinmiş,- hem de başkalarına yardım etmiştir.

O, dürüst ve cömert bir tüccar idi. O'nun bu yönü ile ilgili, pek çok menkıbeler nakledilmektedir. Hayatını anlatan kitaplarda, bu menkibelerin bir çok örneği vardır. [327]

 

Temizliği:

 

İmâm-ı A'zam, her yönü ile temizliği çok sever ve temizlik ka­idelerine hakkıyle riâyet ederdi. Bu cümleden olarak, temiz giyin­meyi de çok severdiî Miskinlik arzeden, kirli-paslı şeylerden hiç hoşlanmazdı.

Bir gün, Ebû Hanîfe hazretlerinin yanına üstü-başi kirli ve eski-püskü bir adam geldi. Hazreti İmâm, ona:

—"Al şu paraları da, üstüne başına bak!" dedi.

Adam:

—"Benim hâlim-vaktim iyi; servet sahibiyim." deyince; İmâm-ı A'zam:

—"Öyleyse, üstüne-başına bak!... Allahu Teâlâ kuluna verdiği nimeti, onun üzerinde görmeyi sever." buyurdu.

Kendisinin giydiği kaftan, dört yüz dirhem ( = gümüş para) değerindeydi. [328]

 

Ebû Yûsuf'un Özlemi

 

İmâm Ebû Yûsuf'a —kadı'l-kudât iken— sordular: — Bunca servet içindesin; daha ne gibi arzuların var O, şu cevabı verdi:

—"Ebû Hanîfe'nin bir meclisine servetimin yarısını vermeye ha­zırım. Çünkü, içimde bâzı sorular var; O'na onları sorup öğrenmek en büyük arzum ve zevkimdir." [329]

 

Ve

 

Hâsıl-ı kelâm, İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe (R.A. = Rahme-tullahı Teâlâ aleyh) hazretleri, büyük bir âlimdir. O'nun meydana getirmiş bulunduğu ictihad müessesesi, asırlardan beri îslâm âlemi için bir -rahmet vesilesi olmuştur.

O'nun mübarek ismi, bütün müslümanlar arasında dâima rah­met ve şükranla anılmıştır ve bundan sonra da aynı şekilde anılacaktır.

İmâm-i A'zam Ebû Hanîfe (R.A.) hazretleri hicrî 80 (milâdî 699) yılında Kûfe'de dünya'ya gelmiş ve hicrî 150 (mîlâdî 767) yılın­da Bağdad'da vefat etmiştir.

Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah'ın veziri Şerefü'1-Mülk Ebû Sa'd Muhammed, İmâm-ı A'zam hazretlerinin Bağdad'da bulunan kabirleri üzerine güze! bir türbe yaptırmıştır. Bu türbe, daha sonra­ları, Osmanlı Padişahları tarafından defalarca tamir ve tezyin edil­miştir. Ve hâlen bir ziyâretgâhtır.

İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe (R.A.) hazretlerinin, —üstadı Ham-mad'ın adını verdiği— ve Hammad İbni Nu'mân ismi ile anılan bir oğlu vardır ki, o da büyük bir fakıyh, verâ sahibi bir âlim idi. Ken­disi, İmâm Ebû Yûsuf tabakasında bir fakıyh idi. Kûfe'de kadılık yapmıştır.

Hammad İbni Nu'man'ın oğlu (yani İmâm Ebû Hanîfe hazret­lerinin torunu) İsmail de fakıyh bir zât idi. Bu da Basra'da kadılık yapmıştır. [330]

 

İmâm Buharî

 

İmâm Buharı hazretleri, hadîs imamlarının en büyüğüdür. Ve Kur'an-ı Kerîm'den sonra, dünyanın en kıymetli kitabı olan Buhâriyi Şerifin musannifi ve müellifidir.

İsmi: Muhammed İbni İsmail İbni İbrahim İbni'l-Mugayre el-Cûfî el-Buhârî'dir.

Künyesi ise: Ebû Abdillah'tır.

Babası, Ebû'l-Hasan İsmail de büyük âlimlerdendir.

İmâm Buhârî, tahsiline kendi vatanında başlamış ve Kur'ânn Kerim ile İbnü'l-Mübârek'in müsannefatmı ezberledikten sonra, hadîs-i şerîf öğrenmek maksadiyle seyahatlere başlamıştır.

Kendisi şöyle anlatıyor:

— "On altı yaşında iken Abdullah İbnü Mübârek'in ve Veki İb­ni Cerrâh'ın kitaplarım ezberledim ve fıkıh ilminde, müctehidlerin, rey ehlinin bildirdiklerini, öğrendim.

Sonra, annem ve kardeşim Ahmed'le birlikte hacca gittik. Hac farizasını edâ ettikten sonra, annem ve kardeşim Buhârâ'ya döndü. Ben Mekke'de kalıp, hadîs-i şerîf toplamaya başladım. On sekiz ya­şına gelince, sahabe ve tâbi fetvalarını topladım.

Bu arada Medîne-i Münevvere'ye gittim; Resûlullah (S. A. V.)'in kabr-i şerifi başında geceleri ay ışığında Tarihü'l-Kebir'i yazdım."

İmâm Buhârî hazretleri, Mekke-i Mükerreme'de bulunduğu sı­rada Abdullah İbni Zübeyr el-Hamidî'den şâfiî fıkhını öğrendi.

İmâm Buhârî hazretleri, hadis bilgilerini artırmak ve genişlet­mek için hicrî 210 yılından itibaren çeşitli İslâm merkezlerine seya­hatlere çıkmış ve uğradığı Mekke, Medine, Bağdad, Basra, Küfe, Mı­sır, Nişabur, Belh, Merv, Askalan, Şam, Humus, Rey gibi yerlerde binden ziyâde meşayihe mülâkî olarak, kendilerinden hadîs-i şerîf telakki etmiştir.

Kendisi şöyle anlatıyor:

—"Hadîs öğrenmek için, iki defa Mısır'a ve Şam'a; dört defa Basra'ya gittim. Hadîs âlimleri ile birlikte, Bağdad ve Küfe şehirle­rine kaçar defa gittiğimi sayamam."

Süleyman İbni Mücâhid şöyle anlatıyor:

Bir gün, Süleyman İbni Selâm Bikendî'nin yanına gitmiştim. Ya­nma varır varmaz:

—"Biraz önce gelseydin, yetmiş bin hadîs-i şerîf ezberlemiş olan bir çocuk görürdün." dedi.

Bu söz üzerine çok merak ettim. Dışarı çıktım ve bir çocukla karşılaştım. "Bahsedilen çocuk budur." diye düşünerek, ona:

—"Yetmiş bin hadîs-i şerîf ezberleyen sen misin?" dedim. O çocuk:

—"Evet efendim, daha da fazlasını ezberledim. Ayrıca, saha­beden ve tabiînden olup da, rivayet ettiği hadîs-i şerifi ezberlediğim râvîlerin doğum ve ölüm tarihleri ile yaşadıkları yerleri de biliyorum." karşılığını verdi.

İmâm Buhârî hazretleri, hadîs-i şeriflerin râvilerini çok ince­ler, dinin emirlerine uymayan, edeblerini gözetmeyen veya ahlâkın­da bir kusur olan kimselerin rivayetlerini almazdı.

Kendisi, hadîs-i şerifin metnini ezberlediği gibi, o hadîsi rivayet eden şahısların künyesini, doğum ve ölüm tarihlerini, ahlâkını, ya­şayışını, kimden rivayette bulunduğunu, o râvîden başka kimlerin hadîs-i şerîf aldığını öğrenir ve bunları da ezberlerdi.

İmâm Buhârî hazretlerinden hadîs-i şerîf dinleyip nakleden­lerin sayısı doksan binden fazladır.

Gittiği {ıer yerde, etrafı, ondan hadîs-i şerîf dinlemek ve öğren­mek isteyen kimselerle dolup taşardı. Hatta, Nişabur'a gittiğinde, kendisini dört bin kişi karşılamıştı.

Bu şekilde senelerce süren seyahatler sonunda, hissettiği va­tan özlemi ile Buhârâ'ya dönen İmâm Buhârî hazretleri, orada bazı hasedcilerin iftirasına hedef olmuş ve "Lafz-ı Kur'an'ın mahlukiye-tine kaildir." diye hakkında dedi-kodular çıkarılmıştır.

Ayrıca, Buhârâ Emîri Hâlid İbni Ahmed ed-Dehlî, İmâm Bu-hârî'den husûsî bir şekilde hadis okumak istemiştir.

İmâm Buhârî ise: "umûma hitaben takrir etmekte olduğum ders­lerde hazır bulunabilir." diyerek, emîrin bu arzusunu gerine getirmemişti.

Bundan dolayı, Emir de, halkı İmâm Buhârî hazretlerinin aley­hine kışkırttı.

Nihayet, varlığı ile memleketine ebedî bir şeref bahşeden bu bü­yük zât, Buhârâ'dan çıkartıldı.

İmâm Buhârî hazretleri, sekiz defa Bağdad'a gidip gelmiş ve her seferinde de İmâm Ahmed İbni Hanbel hazretleri ile görüşüp konuşmuştur.

İmâm Buhârî hazretleri, son defa veda için yanına vardığında, Ahmed İbni Hanbel hazretleri şöyle demişti:

—"Ey Ebû Abdillah!... Sen, ilmi ve nâsı bırakarak Horasan'a mı gideceksin? Nâs, şüyûhtan (- şeyhlerden - üstadlardan) ibaret­tir. Şüyuh gittikten sonra kim ile yaşanabilecek?"

İlmî ihatası cihan kadar geniş olan bu büyük âlim, Buhârâ'­dan çıkartılmış ve Hertenk köyünde yerleşmiş, bir bakıma kapanıp kalmıştı. Ve burada, yakın dostu ve üstadı olan Ahmed İbni Han-bei'in vsda esnasında kendisine söylediği o sözleri hazin hazin hatırlıyordu.

Hatta, bu hâlden o kadar sıkılmıştı ki, Cenâb-ı Hakka şöyle dua etmekte idi:

— Ya RabbÜ... Yer yüzü bu kadar geniş iken, benim başıma dar geldi... Artık ruhumu kabzet ve beni İlâhî yakınlığına kavuştur."

İmâm Buhârî hazretleri, bu duasının üzerinden bir ay bile geç­meden, rahmet-i Rahman'a kavuştu.

İmâm Buhârî (R.A.) hazretleri, bir fıtrat hârikası idi. Yüz bin sahih, iki yüz bin de gayr-i sahîh hadis ezberlemişti.

Daha önce söylediğimiz gibi, İmâm Buhârî, Şafiî fıkhını öğ­renmiş ve o mezhebe sülük etmişti. Ancak, daha sonra, kendisine has bir ictihad yolu ihtiyar etmiştir.

Selim İbni Mücâhid şöyle demiştir:

—"Altmış seneden beri, dünyada Muhammed İbni İsmail'den (yani İmâm Buhârî'den) daha fakıyh, daha müteverri ve daha zâhid bir zat görmedim."

İmâm Buhârî'nin ve İmâm Müslim'in şeyhi olan Muhammed İbni Beşşar şöyle demiştir:

—"Dünyanın hadis hafızları şu dört kişidir: Rey'de, Ebû Zür'a; Nişabur'da, Müslim îbni'l Haccâc (İmâm Müslim); Semerkant'ta, Abdurrahman Dârimî ve Buhârâ'da Muhammed İbni İsmail (İmâm Buhârî)'dir."

İmâm Buhârî Basra'ya girdiği gün, üstadı Muhammed İbni Beşsar:

—"Bu gün, Basra'ya seyyidü'l-fukahâ (= fakiyhlerin efendisi) girdi." buyurmuştur.

İmâm Buhârî hazretleri hicrî 194 (milâdî 810) tarihinde Bu-hârâ'da dünyaya gelmiş ve 256 (milâdî 870)tarihinde Semerkant'ta Hertenk köyünde vefat etmiştir. [331]

 

Eserleri:

 

1-) el-Câmiu's-Sahîb ( = Sahibi Buhârî)

Şüphesiz ki İmâm Buhârî'nin en mühim ve baş eseri Sahîh-i Bu-harî diye meşhur olan el-Câmiu's-Sahîh'idir.

İmâm Buhârî hazretlerinin bu şaheseri, Allah'ın Kitâbın'dan son­ra, dünyanın en kıymetli kitabıdır.

İmâm Buhârî, 7275 hadîsten müteşekkil olan bu eserin, altı yüz bin hadisin içinden seçerek meydana getirmiştir.

Bu hadîs-i şeriflerden bir kısmı, vecihlerinin veya senetlerinin tekerrür etmiş bulunmasından dolayı, mükerrer bulunmaktadır.

Bu mükerrerler sayılmayınca 4000 Hadis-i şerîf kalmış olur ki, Zeynüddîn Ahmed Zebidî merhum, bu dört bin hadîsi alarak, Safaîh-i Buhârî Muhfasan olan Tecrid-i Sarîh adındaki eserini telif etmiştir.

Bu kıymetli eser, merhum Ahmed Nâim ve Kâmil Miras tara­fından Türkçemize tercüme ve şerh edilerek, Türkiye Büyük Millet Meçlisi'nin kararı ile neşredilmiştir. Hâlen, Diyanet İşleri Başkanlı-ğı'nca basılıp neşredilmekte olan eser de budur.

Ayrıca, Sahîh-i Buhârî'nin şerhleri de vardır. Bunların bir kıs­mını da şöylece sıralayabiliriz:

a) Ümdetü'I-Kârî fî-Şerhi'l-Buharî

Bu şerh, Bedrüddin Aynî tarafından yapılmış ve 25 cüz hâlinde basılmıştır.

b-) İrşâdü's-Sârî

Bu şerh de, İmam Kastalânî tarafından yapılmıştır ve matbûdur. c) Fethu'1-Bârî fi-Şerhi Sahihi Buhârî

İbni Hâcer Askalânî tarafından yapılan bu şerh de 14 cild ola­rak basılmıştır.

d-) El-Kevâkibü'd-Dürârî

Şemseddin Muhammed İbni Yûsuf Kirmânî tarafından yapılan bu şerh de matbû'dur.

e-) İ'lâmüVSünen Ahmet İbni Muhammed el-Hattâbî tarafından yapılmış olan bir

şerhtir.

Sahih-i Buhârî'nin saydığımız bu muhtasar ve şerhlerinden baş­ka da, bir çok tercüme, şerh ve muhtasarları vardır.

2-) Târîhu'l-Kebîr

İmâm Buhârî hazretlerinin bu eseri; hadîs ricaline aittir ve ha­dis râvîlerinin hayatları ile hadîs ilmindeki durumlarını ihtiva etmektedir.

3-) Târîhu'l-Evsat

Bu eser, Târîhu'l-Kebîr'in kısaltılmışıdır.

4-) Târîhu's-Sağîr.

Bu da, Tarîhu'I-Kebîr'in kısa bir özetidir.

5-) Kitâbu ZuafâFs-Sağîr

Bu eser, zayıf râvilerin hallerinden bahseder

6-) Tarîhu fî-Ma'rifeti RuvâtFl-Hadîs ve Mükâti'1-âsân ve's-Sünen ve Tem-yîzü Sikatihin min Züafaihim ve Tarihi Vefâtihim.

Bu da, hadis ricali ile ilgili bir eserdir.

7-) Tevârîhu'l-Ensâb

Bazı şahısların özel hallerinden ve nes plerinden bahseden bir eserdir.

8-) Kitâbu'l-Künâ

Bu da, râvîlerin künyelerinden bahseden bir eserdir.

9-) Edebü'I-Miifred.

Bu eser, İmâm Buhârî hazretlerinin, ahlâk hadîslerini bir arada topladığı bir kitaptır. Türkçeye tercüme ve neşredilmiştir.

10-) Ref u'1-Yedeyn fî's-Salâl

11-) Kitâbu Kıraati Halfe-I İmâm

12-) Haiku'1-EfâM İbâd ve Reddi ale'l-Cehmiyye

Cehmiyye mezhebinin yanlışlıklarını ortaya koyan bir eserdir.

13-) ei-Akîde (= et-Tevhîd)

Akâid konularını ihtiva eden bir eserdir.

14-) Abâru's-Sıfat

Bu da, hadisle ilgili bir eserdir. 15-) Birrü'l-Vâlideyn 16-) ei-Câmiıı'l-Kebîr 17-) et-Tefsîrü'i-Kebîr 18-) Kitâbü'1-Hîbe 19-) Kitâbii'I-Eşribe 20-) Kitâbii'l-Mebsût 21-) Kitâbü'l-İlel 22-) Kitâbü'l-Fevâid 23-) EsmâiiVSahâbe

İmâm Buhâri hazretlerinin Sahîh-i Buhari'si kütüb-i sitte denilen ıltı hadis kitabının birincisidir. [332]

 

İmâm Ebû'l-Hasan El-Eş'arî

 

Ebû Hasan el-Eş'arî, ehl-i sünnetin itikadtaki iki imamından biridir.

İsmi: Ali İbni İsmail; künyesi; Ebû'l-Hasan'dır. İmâm Ebû'I-Hasan el-Eş'arî Basra'lıdır.

İmâm Eş'arî hazretlerinin büyük ceddi, ashâb-ı kiramdan Ebû Musâl-Eş'arî (R.A.) hazretleridir.

Ebû'l-Hasan el-Eş'arî hazretleri, İmâm Mâturidi hazretleri gibi, selef-i salihinin yâni sahâbe-i kiram ile tabiîn hazretlerinin takip et­tikleri  itikadı  yolu  takrir  ve tavzih  etmişler  ve  kelâm  ilmini geliştirmişlerdir.

İmâm Eş'arî, fıkıh bakımından şâfiî mezhebinde idi. Şafiî fa-kiyhlerinden Ebû İshâk Mervezî'den şâfiî fıkhını okuyan Eşarî mer­hum, üvey babası Ebû Ali Cübbâî'den daha önceden mu'tezile mez­hebine ait bilgileri öğrenmişti.

İmâm Ebû'l-Hasan el-Eş'arî hazretleri çağdaşı olan bir çok faziletli âlimle görüşmüş ve onlarla fıkıh ve kelâm mes'elelerini mü­zâkere ve münâkaşa etmiştir.

İmâm Ebû'l-Hasan el-Eş'ari kırk yıl gibi uzun bir müddet mu­tezile mezhebinin imamlığını yaptığı hâlde, sonunda, o mezhebi nail olduğu bazı manevî, işaretler ve geniş ilmî tetebbulan sayesinde ter-ketmiştir. Şöyle ki:

İmâm Eş'arî hazretleri; nail olduğu manevi bir işaretin neticesi olarak, mutezile yolunun yanlış bir yol olduğunu kavradı. Ve: "Hak­kın ötesinde, sapıklıktan başka bir şey yoktur." diyerek, hakkı yanî ehl-i sünnet mezhebini seçti, bu kararını takiben de, bir kaç hafta evinden çıkmadı. Sonra evinden çıkıp, Basra Camiine giden İmâm Eş'arî hazretleri, orada binlerce kişiye şöyle hitap etti:

—"Ey İnsanlar!... Çoktan beri, dışarı çıkmıyor, sizinle görüş­müyordum. Dikkatle düşündüm ve insafla inceledim. Bütün delille­ri gözden geçirdim ve tercih hususunda zorlandım. Sonunda, Cenab-ı Hak'tan, beni hidâyete erdirmesini istedim dûa ettim. Ve Allahu Teâlâ beni hidâyete erdirdi; doğru yola kavuşturdu. Mu'tezile mezhebine ait itikadlarımın hepsinden vaz geçtim. Ve kurtuldum." diyerek, ehl-i sünnet itikadına girdiğim ilân etti. Ve sahih, nezih bir inaç sistemi olan ehl-i sünnet itikadının nelerden ibaret olduğunu, —daha önce­den hazırlamış bulunduğu yazılardan halka okuyarak— anlattı. Ve ömrünün sonuna kadar, ehl-i sünnet itikadının yayılması için gayret sarfetti. Mutezilenin hatalarını ve yanlışlıklarını da ortaya döktü.

Ebû'l-Hasen el-Eşarî hazretlerinin ehli sünnet mezhebine geç­mesi ile, kelâm ilmi mu'tezile mezhebinin elinden kurtulmuş oldu. Ve kelâm ilmi, mutezilenin elinde tehlikeli ve zararlı iken, İmâm Eş'arî sayesinde, doğru yolun yolcularına rehber oldu.

Kısacası, İmâm Eş'arî hazretlerinin ehli sünnete geçmesi, — ehl-i sünnet itikadının yayılmasında büyük bir zafer olmuştur. Bo­zuk ve zararlı bir inanç sistemi olan mu'tezile mezhebinin tesiri, İmâm Eş'arî tarafından zayıflatılmış ve hattâ ortadan kaldırılmıştır.

Eş'arî merhum, daha önce hocası ve mu'tezile mezhebinin ileri gelenlerinden olan Ebû Ali Cübbâî ile yaptığı çetin ilmî münazara­larda O'nu mağlup etti.

İmâm Eş'arî, tefsir, hadis ve fıkıh ilimlerini, o zamanın meş­hur âlimlerinden Zekerriyyâ İbni Yahya'es-Sâcî, Ebû Halîfe el-Cumhî, Sehl İbni Sehr, Muhammed İbni Ya'kub el-Mukrî, Abdurrahman İbni Halef ed-Dabî gibi zatlardan tahsil etmiş ve Bağdad'da Câmi-i Mansur'da, Ebû İshâk Mervezi'nin hadis derslerini dinlemiş', kendi­si de, O'na kelâm ilmini okutmuştur.

İmâm Eş'arî hazretleri, tasavvuf ilminde de âlim ve velî bir zât idi.

Tâcüddin Subkî'nin de dediği gibi, Ebû'l-Hasan el-Eş'arî ye­ni bir mezhep kurmuş veya yeni bir görüş ortaya atmış değildir. Bi­lakis O, ashâb-ı kiram ve tabiînin yolunu takrir ve bu husustaki yeni hüccet ve burhanları parlak bir şekilde ortaya koyup açıklığa kavuş­turmuş; İslâm âleminin bir çok taraflarında, türemiş olan birtakım yanlışlarla ve bid'atlarla dolu mezheplere karşı mücâdele ve mücâ-hadeye girişmiş ve şanlı bir şeklide muvaffak olmuştur. [333]

 

Eş'ari'uk-Mâturidilik

 

Eş'arîlikle mâturidîlik arasındaki hilaf pek cüz'îdir. İmâm-ı A'zam, İmâm Ebû Yûsuf ve İmâm Muhammed'in itikâdî kavillerini Akîde-i Ta havi adlı eser ihtiva etmektedir. Ki, İmâm Eş'arî'nin itikadı da bundan ibarettir.

Maturidî ve Eş'arî hazretlerinin kitapları derinlemesine incele­nirse, aralarındaki görüş ayrılığının, nihayet onu üç mes'eleye inhi­sar ettiği görülür.

Bu ihtilafların altısı manevî, yedisi ise lafzîdir. Manevî olan altı hilafın hiç biri, iki tarafın birbirine muhalefetinin, diğer tarafı tek­fir ve bid'ate nisbet etmesini iktiza edecek şeyler değildir.

Bu durumu, üstad Mansur Bağdadî ve diğer pek çok âlim tas­rîh etmektedir. [334]

 

Eserleri:

 

İmâm Ebû'l-Hasan el-Eş'arî hazretleri, yüzden fazla eser te'-lif etmiştir.

Bu eserler, şu beş grubta toplanmaktadır:

a-) Kırk yaşından önce yâni mutezile iken yazdığı eserler. Eş'arî merhum, ehl-i sünnet'e gelince, önceki eserlerin hepsini ibtâl etmiştir.

b-) Felsefecilerle, yahudi, hristiyan ve mecûsîlere yazdığı reddiyeler

c-) Hâriciye, mu'tezile ve şia mezhebine yazdığı reddiyeler

d-) Makaleler.

e-) Kendisine sorulan suallere cevap olarak yazdığı risaleler Bu eserlerin başlıcalarını şöylece sıralayabiliriz.

1-) Tefsîru'l-Kur'ân.

îbni Asâkîr'in bildirdiğine göre, Eş'arî merhumun bu kıymetli tefsin 70 veya 300 cilttir.

2-) Mûcez

3-) Halku'l-Ef âl

4) Kitâbü'l-Füsûl.

Bu eser, on iki fasıldan müteşekkildir.

5-) Kitabü'l-İsliiâa

6-) Sifatlar'la ilgili bir kitap

7-) Risâletü'I-İman

8-) Kıtâbü'I-Fünûn

Bu eser, dinsizlere cevap olarak yazılmıştır.

9-) Kifâbü'n-Nevâdir.

Bu eser, kelâm ilminin inceliklerini ihtiva eden bir kitaptır

10-) Makâlâtii'l-Felâsife

Bu eser, felsefecilere cevap olarak yazılmıştır. Üç makaleden meydana gelmiştir.

11-) Kilâbü'1-Umed

12-) el-Luma fî'r-Reddi ala Ehli'z-Zeygi ve'I-Bıd'a

Bu eser, on bölümden meydana gelmiş kıymetli bir eserdir. Bu eser, ingilizce ve almancaya da tercüme edilmiştir.

13-) el-Cevher fi'r-Reddi alâ Ehli'z-Zeygi ve'l-Münker

14-) Dehrîlerin il ir azlarına Cevap mahiyetinde bir kitap

15-) Nazar ve îstidlal'Ie bunların şartları hakkında LübâTnin sual­lerine verdiği cevaplan ihtiva eden bir kitap

16-) Cevâbü'l-Horasâniyyîıt

17-) Tenasüh'e İnananlar hakkında bir kitap

18-) Mantıkçılar ile ilgili bir kitap

19-) Hıristiyanlar hakkında yazılan bir kitap

20-) Delâiiün Nübüvve.

21-) Risale Ketebbihâ ilâ Ehli's-Sağr bi-Bâbi'l-Ebvâb

Bu eser, ehl-i sünnet âlimlerini anlatan bir kitaptır.

22-) Makâlâtü'Mslamiyyîn

Bu  eser   matbûdur   ve   Kelâm   ilminin   inceliklerinden bahsetmektedir.

23-) el-İhane an Usûli'd-Diyâne

Ehl-i sünnet dışı görüşlerin reddi bakımından mühim bir eserdir.

24-) Kavlu'l-Cümlât Eshâbü'l-Hadis ve KhliVSünnc fi'1-İtikâd

25-) Risâletü'l-İstihsân el-Havzu fi-İlmi'l-Kelâm Bu eser de basılmıştır ve İngilizce tercümesi de vardır.

26-) et-Tebyîn alâ-Usûli'd-dîn

27-) İzahü'l-Bürhân fi'r-Reddi alâ Ehli'z-Zeygi ve*t-Tuğyân.

28-) el-Mukaddime

29-) el-Emâi ve'l-Ahkâm

İmâm Eş'arî hazretleri, hicri 260 (milâdî 879) tarihinde Bas­ra'da doğmuş, 330 (milâdî 941) tarihinde Bağdad'ta vefat etmiştir. [335]

 

İmâm Ebü Mansur El-Mâturidî

 

Ebû Mansur Mâturidî, ehl-i sünnetin itikadtaki iki imamın­dan birincisidir. Adı: Muhammed İbni Muhammed İbni Mahmut'­tur. Künyesi: Ebû Mansur'dıîr. Ebu Mansur Muhammed, Semer-kant'ın Mâturid nahiyesinde doğmuştur. Doğum tarihi kesin olarak bilinmemekle beraber hicri 280Me doğduğu sanılmaktadır.

İmâm   Ebû   Mansur   Mâturidî,   hanefî   fakıyhlerinin büyüklerindendir.

İmâm Mâturidî, Ebû Bekir Ahmed Cürcânî ve Ebû Nasr el-lyâd gibi zâtlardan fıkıh ve hadîs ilimlerini tahsil etmiştir.

İmâm Ebû Mansur Mâturidî, İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe'nin naklen bildirdiği ve yazdığı ehl-i sünnet itikadını ve kelâm bilgileri­ni, O'ndan nakledenlerden dinleyip kitaplara geçirdi ve bu itikadı mes'eleleri izah ve isbat etti.

İmâm Mansûr Mâturidî hazretleri pek kıymetli eserler yazmış ve çok sayıda talebe yetiştirmiştir.

O'nun yetiştirdiği, her biri büyük bir ilim ve ihlas sahibi olan âlimlerden bir kısmı şunlardır:

Hâkimi Şemerkandî diye şöhret bulmuş olan Ebû'l-Kâsım Is-hâk İbni Muhammed, Ebû Muhammed Abdulkerim îbnü Mûsâ el-Pezdevî, Ebû'1-leys el-Buhârî, Ebû'l-Hasen Ali İbni Said...

İmâm Ebû Mansur Mâturidî, Tefsir, hadis, fıkıh ve kelâm ilim-lerindeki geniş bilgi, kudret ve dirayeti ile, bütün ehl-i sünnetin te­veccüh ve itimadını kazanmıştır. Bu yüksek liyâkatinden dolayı, İmâm Mâturidî hazretlerine İmâmü'l-MülekdJimîn denilmiştir.

İmâm Mâturidî hazretleri, İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe (R.A.) hazretlerinin el-Fikhu'1-Ekber, er-Risâle, el-Fıkhu'1-Ebsât, el-ÂHm ve'1-Müteallim ve Vasiyyet gibi itikadı eserlerde bildirilen esasları, aklî ve naklî delillerle açıklayarak, tasnif etmiştir.

İmâm Mâturidî ve O'nun gibi itikâd imâmı bulunan İmâm Eş*-arî hazretleri, selef-i sâlihin mezhebi üzere yürümüş; İslâm Âlemin­de baş gösteren muhtelif cereyanlara, felsefî nazariyelere karşı, hak ve hakikati müdâfaaya ve her tarafa yaymaya çalışmış; İslâm itika­dının ne kadar saf ve doğru olduğunu yeni yeni delil ve mütâlâalar­da isbat etmişlerdir. [336]

 

İmâm Mâtüridî'nin Eserleri

 

Hayatını ilme ve Ehl-i Sünnet itikadını yaymaya hasreden ve bu yolda çok değerli hizmetler veren İmâm Mâtüridî hazretleri, pek çok ve değerli eserler telif etmiştir. Bu eserlerden başlıcalan ise şunlardır

1-) Kilâbü't-Tevbîd

Bu eser, ehl-i sünnetin itikad esaslarım ortaya koyan ve sapık fırkaların durumunu açıklayan bir kitaptır.

2-) Te'vflâtin-Kur'ân:

Te'vîlâtü'l-Mâtüridiyye diye anılan bu eser, eşine ender rastla­nan bir tefsirdir. Bu kıymetli tefsiri, Semerkandî şerhetmiştir.

3-) Me'hazü'ş-Şer'iyye:

Bu eser, fıkıh ilmi ile ilgilidir.

4-) Kitâbü'l-Makâlâi fi'1-Kelâm

Tevhid ve Kelâm ilmi ile ilgili bir eserdir.

5-) Kitâbü'l-Ceâel fî'l-Usâl

Bu eser de, fıkıh usûlü ile ilgilidir.

6-) Rcdda Evâili'l-Edille li'l-Ka'bi ve Beyâna VehnüM-Mu'tezöe

Bu kitap da, Mu'tezile mezhebinin yanlışlıklarını ortaya koyan bir eserdir.

7-) er-Reddii alâ-Usûli'l-Karamita

Karamıta fırkasının bâtıllığını ortaya koyan bir eserdir.

8-) Reddu Kitâbü'l-İmâme li-Ba'zir-Revâfiza

Bu eser, ashab-ı kirama düşman olanların sapık yönlerini anla­tan bir kitaptır.

Taşköprü-zâde şöyle demiştir.

"Ehl-i sünnet ve'1-cemâatin kelâm ümindeki reisleri iki zat­tır. Bunlardan birisi hanefî, diğeri şâfiîdir. Hanefî olanı Ebû Man-sur Mâtüridî şâfü olanı ise Ebû Hasan el-Eş'arî'dir."

Biz hane filer, itikâden matüridiyye mezhebindeniz. Şâfiîler ve mâlikî'lerin   ekserisi   ile   hanbelilerin   bazıları   ise   eş'arî mezhebindedirler.

İmâm Ebû Mansur Mâturidî hazretleri, hicrî 333 (milâdî 944) yılında, Semerkant'ta vefat etmiştir. [337]

 

İmâm Ebû Yûsuf

 

îmâm Ebû Yûsuf'un ismi: Yâkub, babası: İbrahim İbni Ha-bîb el-Ensarî; şöhret ve künyesi ise: Kadı Ebü Yûsuf'tuf.

Nesebî, sahâbe-i güzînden ve ensârın büyüklerinden Sa'd İbni Heyseme (R.A.) hazretlerine dayanır.

Fahri- Âlem (S.A.V.) Efendimiz hicret esnasında Küba mev­kiinde ikâmet buyururken, Sa'd İbni Heyseme (R.A.) hazretlerinin evine, her gün, uğrar ve ziyaretçilerini orada kabul buyururlardı.

Sa'd İbni Heyseme (R.A.)'ye yaşı küçük olduğu için Bedir Sa­vaşına katılma izni verilmemiş, daha sonraki bütün savaşlara Pey­gamber (S.A.V.) Efendimizle birlikte iştirak etmiş; daha sonra da, Kûfe'ye gelerek, burada yerleşmiştir.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A. = Rahmetullahi aleyh), hicrî 113 (mi­lâdî 731) yılında Kûfe'de dünyaya geldi. Kendisi küçükken, babası vefat etti. annesi de fakir bir kadındı. Ve, Ebû Yûsuf'un bir sanat öğrenip, istikbâlini kurtarmasını istiyordu. Ebû Yusuf'u bir terzinin yanına çırak verdi.

Ancak, Ebû Yûsuf, ilim tahsil etmek istiyor ve ders halkaların­dan ayrılmak istemiyordu. İlme âşıktı. Bu sebeple, ustasının yanın­dan kaçıp, Ebû Hanîfe (R.A.) hazretlerinin ders halkasına koştu. An­nesi ise, O'nu alıp tekrar ustasına götürdü. Bu olay bir kaç kez te­kerrür edince, annesi endişelendi.

İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe (R.A.), Ebû Yûsuf'taki ilim tah­sil etme ve bu sahada kemâle erme aşkını, bu konudaki kabiliyet ve fevkalâde üstün zekasını görüp tesbit etmiş, soy temizliğini sezmiştir.

Bir gün, Ebû Yûsuf, İmâm-ı A'zam'ın ders halkasında iken, an­nesi çıkageldi ve O'na:

—"Oğlum! Sen, O'nunla bir değilsin; O'nun her şeyi tamam... Ekmeği pişmiş, yemeği hazır... Ama sen açsın ve yiyeceğe muhtaç­sın." dedi. Sonra da İmâm-ı A'zam'a dönerek:

—"Ey İmâm! Sen, oğlumun san'at öğrenmesine engel oluyor­sun. Ben, fakir bir kadınım; kimseye muhtaç olmadan geçinebilmek için iplik eğiriyorum. Geceyi gündüze katıp, oğluma bakmaktayım. Maksadım, oğlumun bir san'at öğrenmesidir. San'at öğrensin ki, elin­de, maişetini temin edecek bir işi olsun; kimseye muhtaç olmasın." dedi.

İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe ise:

—"Ey bîçâre hâtûn! Sen işine git. Oğlun fıstık yağlı felûzeç ye­meği öğreniyor." karşılığını verdi.

Ebû Yûsuf şöyle anlatıyor:

—".... Bu durum karşısında, ben de, mecburen ilim tahsilin­den vaz geçmeyi ve annem için çalışıp, ona hizmet etmeyi düşündüm ve buna karar verip, istemeyerek dersleri terk ettim. Ebû Hanîfe haz­retleri, talebeleri arasında beni görmeyince, "nerede olduğumu" sor­muş.... Ve beni huzuruna çağırttı. Ve:

.   — Niçin bizden ayrıldın? diye sordu. Ben de:

—"Geçim sıkıntısından Efendim." dedim.

Ders meclisi dağılıp, huzurdakilerin hepsi çıkınca, beni çağırıp, ihsan ve in'amda bulundu. Verdiği şeylerin arasında, çok miktarda gümüş para da vardı. Bana:

—"Bunları harca; bitince bana bildir. Ders halkamızdan ayrıl­ma." buyurdu.

Ve bundan sonra, her defasında, bana verdiği para bittiği gün, ben bu durumu henüz kendisine arzetmeden, tekrar para verirdi. Bu, hep böyle devam etti. Ben, kendi kendime: "Paramın bittiğini, O'na Allahu Teâlâ bildiriyor." derdim. O'nun bu iütfu, ihsanı ve yardımı sayesinde, derslerime devam edip, ilim yönünden maksadıma ulaştım.

îmâm Ebû  Yûsuf (R.A.),   İmâm-i  A'zam  Ebû  Hanîfe; (R.A.)'den önce de, bazı üstadlardan ders aldı. Hatta, O'nun ders­lerine devam ederken ve O'nun vefatından sonra da, bâzı hadis âlim­leri ile görüşüp, onlardan hadis-i şerif dinlemiştir.

Ancak, hepsinden ziyâde bağlandığı ve severek takip ettiği ders­ler, İmânı-ı A'zam Ebû Hanîfe'nin dersleri idi.

Ebû Yûsuf'un ders aldığı ve hadîs-i şerîf dinlediği diğer zâtlar­dan bir kısmı şunlardır. Ebû Ishâk eş-Şeybânî, Süleyman et-Teymî, Yahya İbni Sa'd el-Ensârî, İmâm Süleyman el-A'meş, Hişam tbni Urve, Atâ tbni Sabit, Haccac tbni Ertât, Leys İbni Sa'd, Ebû Eyyûb İbni Utbe, Hasan İbni Dînar, Hanzala tbni Ebî Süfyân, Muhammed İbni İshâk İbni Yesâr...

İmâm Ebû Yûsuf, sadece fıkıhta değil, hadîs ilminde de bü­yük bir üstaddı.

İbni Cerîr et-Taberî, bu hususta şöyle diyor: —"Kadı Ebû Yûsuf îbni İbrahim, fakiyh ve âlim bir zât idi. Hadis bilirdi. Hadîs-i şerifleri ezbere bilmekle tanınmıştı. Muhad-dislerin derslerine gelir ve bir derste elli-altmış hadis ezberler,*sonra dersten kalkınca bunları yazdırırdı. Çok hadis bilirdi."

İmâm-i A'zam (R.A.)'m ders verme metodu farkıl idi. Dersi­ni takrir tarzında yapmaz, müzâkere metodunu kullanırdı. Ortaya bir mes'ele atılır; ders halkasında bulunanlar, bu mes'ele hakkında­ki görüş ve delillerini ortaya korlardı. Neticede —çoğu kez, Ebû Ha-nîfe'nin kavli ile— bu mes'ele hükme bağlanırdı.

Yine böyle bir ders halkasında, ortaya atılan mes'ele hakkında, müzâkere, genellikle İmâm Ebû Yûsuf ile İmâm Züf er arasında geç­mişti. Bu iki büyük âlim, Üstatlarının ve onca talebenin huzurunda, en kuvvetli delillerini ortaya koyarlar ve birbirlerini yenmeye çalışı­yorlardı. Bu esnada öğle ezanı okundu. Ve îmâm-ı A'zam, eli ile ZÜ-fer'in dizine vurarak:

—"Sen, Ebû Yûsuf'un bulunduğu bir yerde, reislik hevesine ka­pılma.'* buyurdu. Böylece, bütün talebelerinin yanında, Ebû Yûsuf -un ilmî üstünlüğünü herkese îlân etti.

İmâm Ebû Yûsuf, İmâm-ı A'zam'ın yetiştirdiği binlerce talebe arasında, en önde gelenidir.

Talhâ İbni Muhammed İbni Ca'fer şöyle diyor:

—"Ebû Yûsuf, İmâm-ı A'zam'ın talebeleri arasında en âlimi­dir. Üstünlüğü aşikardır. Fıkıhta zamanın en yükseğidir. İmâm-ı A'­zam'ın mezhebi üzerine olup, mes'eleleri açan, yazan, İmâm-ı A'­zam'ın ilmini bütün dünyaya yayan ve saçan O'dur."

İbrahim îbni Mesleme et-Tayâlisî şöyle diyor:

—"Ebû Yûsuf, İmâm-ı A'zam'a kendi annesi ve babasından ön­ce dûa ederdi. Ve kendisi: "İmâm-ı A'zam da, kendi hocası olan Han-mad'a, ebeveyninden önce dua ederdi." derdi."

Usûl-i Fıkıh sahasında ilk kitap yazan, İmâm Ebû Yusuf'tur.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) hazretleri, ilim ve kemâl bakımın­dan en büyük müctehidlerden biridir. Kendisi, İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe (R.A.) hazretlerinin usûl ve menâhicine bağlı, kalmış, bazı mes'elelerde üstadına muhalefeti bulunmakla beraber, O'nun icti-had yolunu tutarak, mezhebini devam ettirmiştir.

Bişr   İbni   Kasım,   îmâm  Ebû   Yûsuf'un   şöyle   dediğini nakletm iştir:

—"Ferâiz ve hayza âid bilgileri, İmâm-ı A'zam'ın bir meclisin­de; nahiv ilmini de, âlim bir zatın meclisinde bir defada öğrendim."

İmâm-ı Ebû Yûsuf (R.A.), İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe'nin ic-tihadlarmı toplayarak ilmin muhafazası yönünden büyük bir muvaf­fakiyete erişmiştir. O, sadece bunları toplamakla kalmamış, onların yayılmasında da büyük gayreti ve müessiriyeti olmuştur. O'nun bu gayreti ile, hanefî mezhebi İslâm Âleminin her tarafına yayılmıştır.

İmâm Ebû Yûsuf (R. A.), Abbasî halîfelerinden Mehdî zama­nında, Bağdad'da Kâdı-l-Kudât'lığa tâyin edilmiştir. Bu ünvânı ilk alan zât da kendisidir.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.), bu görevine halîfe Hâdî ve Hârûne'r-Reşîd zamanlarında da devam etmiştir.

18 yıl Kâdı'l-Kudât'hk yapan Ebû Yûsuf (R.A.) ilminin ve mes­leğinin şeref ve itibarım dâima korumuştur.

Fevkalâde üstün bir zekâya sahip bulunan İmâm Ebû Yûsuf (R.A.), kendisine sorulan en girift sualleri ânında cevaplandırdığı gibi, karşılaştığı her yeni durum ve mes'elelere de, derhâl çözüm bulur­du; hazır cevaptı.

Bir gün, aralarında Ebû Yûsuf'un da bulunduğu bir çok fa-kıyh, Hârûne'r-Reşîd'in huzurunda oturuyordu. Bu arada, huzura bir adam getirildi. Bu adamın, geceleyin, birisinin evinden bir mal aşırdığı iddia ediliyordu. Mal aşırmakla itham edilen şahıs, bu mec­lisin huzurunda, aşırdığı iddia edilen malı, "almış olduğunu" itiraf etti.

Hârûne'r-Reşîd'in huzurunda bulunan bütün fakıyhler, bu ik­rarı ile, o şahsın hırsızlığının sabit olduğunda ve elinin kesilmesi ge­rektiğinde ittifak ettiler.

Ancak İmâm Ebû Yûsuf (R.A.):

— "Bu durumda el kesilmez." buyurdu.

Diğer fakıyhler:

—"Niçin?" diye sordular:

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.):

—"Çünkü, bu adam "malı aldığını" ikrar etti; çaldığını değil... Bir malı, mutlak mânâsı ile almak, el kesilmesini icâp ettirmez. Çün­kü, "almak" demek "çalmak" demek değildir. Elinin kesilmesi için, bu malı "çaldığını" itiraf ve ikrar etmesi şarttır." dedi.

Diğer fakıyhler, Ebû Yûsuf hazretlerinin bu gerekçesini haklı bulup, onu tasdik ettiler.

Ve, malı alan adama, bu defa da:

"Sen, onu çaldın mı?" diye sordular.

O şahıs:

—"Evet, çaldım" deyince; yine orada bulunan fakıyhler, itti­fakla, "elinin kesilmesi gerektiğine" karar verdiler. Çünkü, onlara göre, bu durumda o adam "çaldığını" açıkça itiraf etmiş oluyordu.

İmâm Ebû Yusuf (R.A.), tekrar söz aldı ve:

—"Bu şahıs, her ne kadar, "çaldığını" ittiraf etmişse de, bu du­rumda eli kesilmez. Çünkü, bu son ikrarı; daha önce "bu malı aldığını" ikrar etmesi sebebiyle, "o malı ödemesi" kendisine vacip olduktan sonra vâkî olmuştur. O şahıs, bu ikrarı ile, sadece üzerin­den ödemeyi düşürür ki, bundan dolayı, bu durumda o adamın, ikinci ikrarı dinlenmez." buyurarak, bu mes'eleyi halletti.

İmâm Ebû Yusuf (R.A.), âlim olduğu kadar da, âbid, zâhid ve müttakî bir zât idi.

Muhammed İbni Semaa şöyle demiştir: —"Ebû Yûsuf, kâdı'l-kudât olduktan sonra da, her gün yüz rek'-at (nafile) namaz kılardı."

Bişr İbni Kıyâs şöyle diyor:

__Ebû Yûsuf ile on yedi sene arkadaşlık ettim. O, hiç, dünyaya teveccüh etmedi; ama, dünya O'nun yüzüne güldü ve sıkıntısız dün­ya malı, makam ve mevki sahibi oldu."

Muhammed İbni Semaa; vefat edeceği gün İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un şöyle dediğini naklediyor:

—Yâ Rabbi! Kulların arasında hüküm verirken, bile bile zulüm ve adaletsizlik etmediğimi Sen bilirsin.

Senin Kitabına ve Resûlü'nün Sünnetine uygun olmak üzere ic-tihad ettim. Bulamadığım hususta seninle benim aramda, Ebû Hanîfe'yi vâsıta kıldım. Çünkü, o hususu, o mes'eleyi, O'ndan daha iyi'bilen hiç bir kimsenin olmadığını biliyorum."

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.), hicrî 182 (milâdî 798) yılında Bağ-dad'da vefat etti. [338]

 

Eserleri

 

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) hazretleri, ömrünün mühimce bir kıs­mını İmâm-i A'zam'ın ders halkasında ilim tahsili ile; O'nun irtihâlinden sonra da tedris ile meşgul olmuş, ve eser telifine fazla vakit bulamamıştır. Buna rağmen, hanefi mezhebinin ilk ve mühim eser­lerini yazan O'dur.

Ayrıca, kendisinden sonra yazılan hanefî fıkhı ile ilgili eserlerin çoğunun da, İmâm-ı A'zam ve İmâm Ebû Yûsuf'tan nakledilen ka­villerden meydana geldiğini unutmamak lâzımdır.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a izafe edilen eserler şunlardır:

1-) Kilâbü'l-Cevâmi

2-) Kitâbii'n-Nevâdir.

3-) Kitâbü'r-Red alâ-Siyeri'1-Evzâî

4-) Kitâbii'l-Harâc[339]

5-) İhtilâfu Ebî Hanîfe ve İbni Eb: Leylâ

6-) Kitâbu'r-Red ala-Mâlik İbni Enes

7-) Kitâbü'l-İbtilâfi'l-Emsâr

8-) Kitâbü'l-İmlâ

9-) Kitâbü'1-Asl (el-M eb sû t K'l-Fikh)

10-) Edebü'l-Kâdî alâ-Mezhebi Ebî Hanîfe

11-) Kitâbii'l-Âsâr

12-) Kitâbü's-Salât

13-) KHâbü'z-Zekât

14-) Kitâbü's-Sıyâm

15-) Kitâbü'lrFerâiz

16-) Kilâbü'l-Büyû

17-) Kitâbü'I-Hudûd

18-) Kitâbü'l-Vekâle

19-) Kitâbü'l-Vesâyâ

20-) Kitâbii'i-Emâlî lî'l-Fıkılı.

21-) Kitâbü's-Sayd ve'z-Zebâih

22-) Kitâbii'l-Gasb ve İslihrâ[340]

 

İmâm Mâlik

 

İmâm Mâlik İbni Enes (R.A.  = RahmetüIIahi Teâlâ aleyh) hazretleri, Medîne-i Münevvere'de dünyaya gelmiştir. Künyesi: Ebû Abdullah; lakabı ise: İmâm-ı Dâri'l-Hicre'dir. Kendisi Medine halkının imamıdır.

İmâm Mâlik hazretlerinin ataları, Yemen'den gelip Medîne-i Mü-nevvere'ye yerleşmişlerdir. Y emendeki Benî Esbah kabilesine ve Hım-yerîlerden bir hükümdar hanedanına mensuptur.

Bütün müslümanlann kendileriyle iftihar ettiği dört büyük müctehidin ikincisi olan İmâm Mâlik hazretleri, hicrî 93 (milâdî 712) yılında Medîne-i Münevvere'de doğmuş; orada yetişip gelişmiş ve bu mübarek beldenin ufuklarından, bütün İslâm âlemine, senelerce ilim ve hikmet nurları neşretmiş ve yine bu Belde-i Münevvere'de hicrî 179 (milâdî 795) yılında, ahirete irtihâl etmiştir. [341]

 

İmâm Mâlikin Meşayihi:

 

Tebe-i Tabiînden olan İmâm Mâlik hazretleri, tabiînden pek çok fakiyhe yetişmiştir. Gençliğinden itibaren ilim yoluna girmiş bu­lunan İmâm Mâlik hazretleri, üç yüz'ü tâbînden, dokuz yüzü de tebe-i tabiînden olmak üzere dokuz yüz şeyhten hadîs-i şerîf dinleyip al­mıştır. Bu büyük zâtların bir kısmı şunlardır:

Yahya îbni Said. Nâfî, Zührî, Makburî, Abdullah İbni Dînar, Hişarrı İbni Amr, Zeyd İbni Eşlem, Rebia İbni Abdirrahman.... [342]

 

İmâm Mâlikin İlmî Silsilesi:

 

İmâm Mâlik İbni Enes, ilmi Rebîa'dan; Rebia ise Enes İbni Mâlik (R.A.)'ten, Enes îbni Mâlik hazretleri de Resûl-i Ekrem (S.A.V.) Efendimizden almışlardır.

İmâm Mâlik hazretlerinin diğer bir ilmî silsilesi de şöyledir: İmâm Mâlik İbni Enes, Nâfî'den; o da, Abdullah ibni Ömer (R.A.)'den; bu ise Rasulullah (S.A.V.) Efendimizden ilmi almışlardır. [343]

 

İmâm Mâlikin Talebeleri:

 

İmâm Mâlik hazretlerinden hadîs-i şerîf rivayet eden zevatın sayısı, bir rivayete göre 993, diğer bir rivayete göre ise 1300 kadardır.

Bu zatlardan bir kısmı şunlardır:

Abbasî halîfelerinden: Mansur, Mehdî, Hâdî, Harûnü'r-Reşîd, Emîn, Me'ınûn.

Meşhur âlimlerden: İmâm Muhammed, İmâm Şafiî, Ebû Hi-şam, Maîn İbni îsâ, Yahya İbni Yahya, İbnü'l-Mübârek, İbni Veheb.... [344]

 

İmâm Mâlik Ve Tefsir İlmi:

 

İmâm Mâlik İbni Enes de, büyük bir müfessirdir. Kur'an-ı Ke­rîm âyetlerinden binlerce şer'î hüküm çıkarmış bulunan, böyle bü­yük bir müctehidin, tefsir ilminde de en ileri bir seviyede bulunması tabiîdir.

İmâm Mâlik hazretlerinin Tefsînı Garibü'l-Kur'ân namında bir de eseri vardır ki, bunu, kendisinden Hâlid İbni Abdirrahman el-Mahzûmî rivayet etmiştir. [345]

 

İmâm Mâlik Ve Hadîs İlmi:

 

İmâm Mâlik hazretleri, büyük bir muhaddistir. Kendisinin, sahîhu'r-rivâye bir hüccet olduğunda, ümmetin ittifakı vardır.

İmâm Mâlik'in telif etmiş olduğu e!-MııvattaJ isimli eser, hadîs âliminde en muteber kitaplardan biridir.

İmâm Mâlik hazretleri Movatiâ'i kırk senede meydana getirmiştir.

Bir ara, halîfe Harûnü'r-Reşîd, el-Muvatta' kitabına bir resmi­yet vermek, onu her tarafa yayarak, herkesin onunla amel etmesini sağlamak istemişti. İmâm Mâlik hazretleri, bazı haklı gerekçeler gös­tererek, buna muvafakat etmedi.

İmâm Mâlik hazretleri, hadîs-i şerîf rivayet edeceği zaman, ab-dest alır, yıkanır, temiz elbiselerini giyer, güzel kokular sürünür, sa­çını sakalım düzeltir ve büyük bir vakar ve heybetle oturup, başka hiç bir şeyle meşgul olmadan, kemâl-i ta'zimle hladîs-i şerîfleri riva­yet etmeye başlardı.

Celâleddin Suyûtî, İmâm Mâlik'ten hadîs-i şerif rivayet eden 993 zâtın isimlerini alfabetik sıra ile Kitâbü Tezyînfl-Memâlik bi-Menâkibi Seyyidinâ el-İmami Mâlik isimli eserinde kaydetmiştir. [346]

 

İmâm Mâlik Ve Fıkıh İlmi

 

îmâm Mâlik hazretleri, henüz on yedi yaşında iken, Medîne-i Münevvere'de ders vermeye başlamıştır. O, ehl-i hadîs gurubunun başı sayılır. Bununla beraber, İmâm Mâlik, —Ehl-i Rey fakıyhleri gibi— kıyâsı da delil olarak kullanır.

Şimdi, İmâm Mâlik (R.A.)'in fıkhî mezhebinde kullandığı de­lilleri sırasiyle ve kısaca görelim. [347]

 

İmâm Mâlikin Kullandığı Deliller:

 

1-) Kitab

2-) Sünnet.

3-) İcma

4-) Lüzumu hâlinde- Kıyâs

5-) Ehl-i Medine'nin ( = Medine halkının) ameli.

îmâm Mâlik hazretleri, Medine halkının amelini, —icma'dan ayrı— müstakil bir delil olarak kabul eder. Çünkü, O: "Medîne'li-ler, Resulullah'ın akvâl ve ahvâline, —başkalarına nisbetle—daha ziyâde vâkıftırlar. Bunların ittifakları, seleften halefe intikal etmiş bulunan, bir tarîkat-i mesnûnedir." tarzında düşünür.

6-) Maslahal-ı Mürsele

Yanî, hakkında belirli bir şer'î hüküm bulunmayan; başka bir deyişle, hakkında şer'an sükût edilmiş olan bazı hâdiselerde, maslahat-ı mürseleye müracaat olunur. Ve o hâdise hakkında maslahata uy­gun olan hüküm ne ise, onunla hükmedilir.

Bu şekilde hakkında şer'an açık bir hüküm bulunmayan bir mes*-ele, başıboş bırakılmış, kendi hâline terkedilmiş bir şey gibi görül­düğünden, bu duruma MasJahat-ı Mürsele adı verilmiştir.

Maslahat-ı Mürsele delili, hanefî mezhebindeki İslihsan delili yerindedir.

7-) Sedd-i Zerâyi

Bu, "şer'an memnu (- yasak) olan bir şeye vesile teşkil edecek olan, mübâh bir fiilin de yasaklanması" demektir.

"Defi mefâsid, celb-i menâfi'den evlâdır." Bu esas hanefî mez­hebinde de kısmen muteberdir.

îmâm Mâlik hazretleri, örf ve âdeti de muteber tutar. [348]

 

İmâm Mâlik Ve Diğer Müctehidler:

 

İmâm Mâlik hazretleri, hicrî ikinci asırdan beri, kemâli itti­fakla  kabul  edilmiş  bulunan,   dört  büyük  mezhebten  birinin kurucusudur.

İmâm Şafiî şöyle diyor:

—"Âlimler anılınca, İmâm Mâlik bir yıldızdır. îmâm Mâlik ile îbni Uyeyne olmasaydı, Hicaz'ın ilmi söner giderdi."

Zehebî merhum, Tabakâtü'l-Huffâz'da şöyle diyor:

—"İmâm MâhVte şu menakıb bir araya gelmiştir: Uzun bir ömür, yüksek bir mertebe, parlak bir zihin ve anlayış, pek geniş bir ilim, sıhhatli rivayet, diyanet, adalet, sünnet-i nebeviyye'ye ittiba, fıkıh ve fetvada sıhhatli kaidelere sarılma.

Bunların, başkalarında böylece içtima etmiş olduğunu bilmiyo­rum."

İmâm Mâlik hazretleri, fetva vermekte acele etmeyi çirkin gö­rür; çok kerre: "Bilmiyorum." derdi.

İmâm Mâlik İbni Enes hazretleri, Fahr-i Kâinat (S.A.V.) Efen­dimize pek büyük muhabbet beslerdi. Bu muhabbetinden dolayı, Medîne-i Münevvere içinde daima yaya dolaşırdı. Ve: "Burası öyle mübarek bir beldedir ki, toprakları içinde Nebiyyi zî-Şân medfun buIlınmaktadır. Nasıl olur da, ben burada hayvana binebilirim?.." derdi.

Harunü'r-Reşîd, İmâm Mâlik hazretlerini Bağdad'a da'vet et­mişti. Medine'ye muhabbetinden, mazeret beyân edip, bu da'veti de kabul etmemiştir.

Yine Hârüne'r-Reşîd, kendisine el-Muvafla'ı okutması için, İmâm Mâlik'i Bağdad'a davet etmişti. İmâm Mâlik hazretleri:

—"Ey Mü'minlerin Emîri! Bu ilim, senin mensup olduğun hânedân-ı nübüvvetten zuhur etmiştir, ilim, kimsenin ayağına git­mez; herkes İlme koşar gelir, Bir âlim, ilmini âmmenin gayrine tah­sis edince, o ilminden havas da avam da istifâde edemez." demiştir.

Hicrî 147 yılında Medîne-i Münevvere'de emîr bulunan Ebû Ca'feri'l-Mansur'un amcasının oğlu olan Ca'fer İbni Süleyman; ken­disine yapılan bir jurnalciliğe itibar ederek, İmâm-ı Mâlik'i kırbaç-latnııştı. Buna rağmen İmâm: "Ya Rabbi!.. Onları affet; çünkü on­lar bilmiyorlar." diyordu.

Halîfe Ebû Ca'feri'l-Mansur, bu hâdiseden haberdar olunca, emir Ca'fer'i azlederek semerli bir deveye bindirtip Bağdad'a celbet-miş ve Ona ceza verilmesi için İmâm Mâlik'ten izin istemişti. İmâm Mâliki e: "Hayır!... Ben, O'nu affettim, ben, Resulullah'ayakınlı­ğı olan bir zatın kıyamet gününde hasmı olmaktan haya ederim." şeklinde cevap vermişti.

Velhâsıl: İmâm Mâlik hazretleri vakarlı, yüksek bir yaratılışa sahip, kemâlât ile mücehhez pek büyük bir âlim ve pek muhterem bir müctehid idi.

İmâm Mâlik'iri mezhebi Hicaz, Mısır, Sudan, Kuzey Afrika ve Endülüs'te (- İspanya'da) yayılmıştı.

Maliki mezhebinin muteber fıkıh kitapları: el-Müdevvene, d-Vâ/ıha ve Muhtasâr-ı Hatif d ir.

İmâm Malik (R.A.) hazretleri, Medîne-i Münevvere'de Bakî kabristanında medfundur. [349]

 

İmâm Muhammed

 

İmâm Muhâmmed İbni Hasan eş-Şeybânî, İmâm-ı a'zam'm ileri gelen talebelerinden müctehid bir zattır. Adı: Muhâmmed; kün­yesi: Ebû Abdullah'tır.

İmâm Muhâmmed İbni Hasan eş-Şeybânî, hicrî 132 (milâdî 749)

yılında, Irak'ın Vâsit kasabasında doğdu.

Kûfe'de yetişip büyüyen, İmâm Muhâmmed eş-Şeybânî haz­retleri, İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe (R.A.)'den istifâde etmek için, O hayatta bulunduğu müddetçe, bu büyük müctehîdin ders halkası­na devam etti. [350]

 

İmâm Muhammed'in Ders Aldığı Diğer Zâtlar

 

İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe (R.A.)'nın vefatından sonra; İmâm Muhâmmed İbni Hasan hazretleri, yaşça kendisinden büyük bulu­nan İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'tan ders aldı.

Ayrıca, O, İmâm Mâlik, Evzaî, Süfyân-ı Sevrî gibi zatlardan da fıkıh ve hadîs dinlemiş ve tahsil etmiştir.

Hattâ, İmâm Muhâmmed (R.A.) hazretleri, İmâm Mâlik'in el-Muvatta' adlı eserini, kendisinden rivayet edenlerden biridir.

imâm Muhâmmed (R.A.) hazretleri, ilimde çok iyi yetişmiş ve şöhrete ermiş, büyük bir müetehiddir. O, arab edebiyatına da iyice vakıftı. Konuşma ve yazma kabiliyeti de çok iyi olan İmâm Muhâm­med (R.A.), kıhk-kıyâfetine de çok dikkat ederdi.

Kendisini çok yakından tanıyan İmâm Şafiî hazretleri, İmâm Muhâmmed hakkında:

—"Muhâmmed, hem gözü, hem de gönlü doldurur." derdi. [351]

 

İmâm Muhammed'in Talebeleri:

 

İmâm Muhammed (R.A.)'den fıkıh tahsil eden ve hadîs-i şe­rif dinleyip rivayette bulunan pek çok zât vardır. Bunlardan bir kıs­mı ise şunlardır:

Ebû Hafs-ı Kebîr, Ebû Süleyman Cürcânî, Muhammed İbni Se-mâa, İbrahim İbni Rüstem, Muhammed îbni Mukâtil, Şeddad İbni Hakim, Mûsâ İbni Nasır er-Râzî, Hiyam İbni Abdullah Rûzî, Ebû Ubeyde Kasım İbni Selâm, İsmail İbni Nevbe, Ali İbni Müslim Tûsî ve İmâm Şâfi'î gibi pek çok meşhur âlim O'ndan ilim tahsil etmiş ve hadîs-i şerif rivayetinde bulunmuşlardır.

İmâm Ahmet İbni Hanbel (R.A.) hazretleri de, İmâm Muham­med (R.A.)'in fıkhî eserlerinden çok istifade etmiştir.

Nitekim, İmâm Ahmed İbni Hanbel1 e, şöyle bir sual sorulmuş:

—"Bu kadar ince mes'eleleri, nereden öğrendin, nereden elde ettin?"

O, bu suâle:

—"İmâm Muhammed'in kitaplarından..." karşılığını vermiş.

(Görüldüğü gibi, büyük müctehidler, dâima birbirlerinin kadrini-kıymetini bilmişlerdir. Bunlar arasındaki dargınlıklarla ilgili rivayetler, sahih bir esasa dayanmaz.) [352]

 

Hanefî Mezhebinin Muharriri

 

Hanefî mezhebinin fıkhî mes'elelerini, İmâm-ı A'zam Ebû Ha-nîfe hazretlerinin bütün ictihadlarını yazıya geçiren İmâm Muham-med'dir. Bu sebeble, kendisine Muharrir-i Mezheb denilmiştir.

Irak fıkhını, gelecek nesillere aktaran İmâm Muhammed'dir. O çalışırken, yanında tomar tomar kağıt bulunurdu.[353]

 

İlmî Seviyesi:

 

Büyük bir müctehid olan İmâm Muhammed (R.A.), kendi.ic-tihadlannda, İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe (R.A.)'nin usul ve kâidelerini kullanmış (yani hanefî mezhebi dahilinde ictihad etmiş) olmak­la beraber, bir çok mes'elede, ona muhalefette bulunmuştur.

İmâm Muhammed (R.A.), Harûnü'r-Reşîd zamanında, bir müddet Rekka'da kadılık yapmıştır. [354]

 

İmâm Muhammed'in Eserleri:

 

Hanefî Mezhebinin ana kaynağı olan kitapları İmâm Muham­med (R.A.) hazretleri yazmıştır. O'nun yazdığı eserlerin sayısının dok­san dokuz kadar olduğu rivayet edilmektedir.

Bu eserlerden başlıcaları şunlardır:

A-) Usâl = Zahirü'r-Rivâye:

Bunlar, Hanefi fıkhının asıl mes'elelerini ihtiva eden ve tevatü-ren nakledilen, ayrıca bu mezhebin en kuvvetli kavillerini bildiren eserlerdir:

1-) Mebsût

2-) Câmiu's-Sağîr.

3-) Câmiu'l-Kebîr

4-) Siyer-i Sağır

5-) Siyer-i Kebîr

6-) Ziyâdât

Hâkim-i Şehîd, bu altı temel eseri bir araya toplayarak, el-Kâfî adlı muteber eserini meydana getirmiştir.

B- Nevadır:

1-) Keysâniyât

2-) Harûniyâl

3-) Cürcâniyât

4-) Rakkiyât

Keysâniyâl: Süleyman İbni Sâid Keysân tarafından rivayet edi­len kavilleri içine alır.

Hârûniyât: Bu eser, Hârûn-u Reşîd nâmına yazılmıştır. cürcâniyât: Ali İbni Salih Cürcânî'nin rivayet ettiği mes'etelerdir. Rakkiyât: İmâm Muhammed (R.A.)'in, Rakka'da kadı iken yaz­dığı eserdir. Bu eseri, Muhammed îbni Semaa rivayet etmiştir.

Gerek, Zahirü'r-rivâye ve gerekse nevâdir eserleri Hanefî fık hinin mes'elelerini esas olarak çözmektedirler. Bu eserlerde, İmâm-A'zam, İmâm Ebû Yusuf ve İmâm Muhammed'in kavilleri toplan­mış bulunmaktadır.

C-) Diğerleri:

1-) el-Âsâr

2-) Kitâbü'l-Hücce

3-) Kitâbü Usûli'l-Fıkıh[355]

 

İmâm Muhammedin Vefatı

 

İslâm hukukuna ve hadîs ilmine çok değerli hizmetleri bulu­nan İmâm Muhammed (R.A.) hazretleri, hicrî 189 (milâdî 804) yi-İında Rey Şehrinde vefat etmiştir. O, vefatı sırasında, Harûne'r-Reşîd'le birlikte çıkmış   bulunduğu   Horasan   yolculuğunda bulunuyordu.

O devrin en büyük arap lisan âlimi İmâm Kisaî de, İmâm Mu­hammed hazretleri ile aynı gün vefat etmişti.

Devrin halîfesi Harûne'r-Reşîd, bu iki büyük âlimi kastederek:

—"Bu gün, lügat ile fıkıh ilmi gitti." demiş ve böylece de bu iki âlimin yüksek değerlerini belirtmiştir.

Muhammed Zâhid el-Kevserî merhumun yazmış bulunduğu, BülûgıTI-Emânî fi-Sîreti'l-İmâm Muhammed İtmi'l-Hasenİ-ş-Şeybânî adlı eser­de, İmâm Muhammed (R.A.)'ın hayatı ve menkıbeleri geniş ve gü­zel bir şekilde anlatılmaktadır.

İmâm Muhammed (R.A.) şöyle buyurmuştur:

—"Büyüklük neseble değil, fazilet ve olgunluk iledir.'

—"Güzel ahlâk kötü nesebi örter." —"Kendini nefsini beğenmek kadar, ahmaklık olmaz." —"Sadık arkadaş, seni hayra teşvik edendir." —"Bir mecliste ilim ve irfan bulunmazsa, onun yerine, o mec­liste nefsânî hisler bulunur."

Şimdi de, İmâm Muhammed (R.A.) hazretleri hakkında söy­lenmiş olan bazı sözlere bakalım:

İmâm Şafiî şöyle diyor:

—"İmâm Muhammed gibi üstün ahlâk sahibi, edib ve fakiyh az bulunur."

Muhammed İbni Seleme şöyle buyuruyor:

—"İmâm Muhammed, her gecenin üçte birisinde yatar; üçte bi­rinde namaz kılar; diğer üçte birinde de, talebesine ilim öğretirdi."

Ebû Ubeyde şöyle anlatıyor:

—"İmâm Muhammed'in yanına gittim. İmâm Şafiî'nin ilme kar­şı arzusunu gördüm. İmâm Muhammed'e bir sual sordu: O'da ce­vap verdi: Şafiî'nin ilme karşı arzusunu görünce, kendisine yüz gü­müş verip: "Eğer, ilimden zevk almak istersen, meclisimize devam et; bizden ayrılma." buyurdu." [356]

 

İmam Müslim

 

İmâm Müslim, Kütüb-i Sitte denilen, meşhur altı hadîs kita­bından ikincisi olan Sahih-i Müslim'in müellifidir.

İsmi: Müslim İbni Haccâc İbni Müslim el-Kuşeyrî en-Nişabûrî'dir.

Künyesi: Ebû'I-Hüseyin olan bu zât, İmâm Müslim diye şöhret bulmuştur.

İmâm Müslim hazretleri, hicrî 206 (milâdî 821) yılında Nişa­bur'da doğmuştur.

Aynı zamanda fakıyh da olan İmâm Müslim hazretleri, hadîs ilmindeki ihtisasım mükemmel bir hâle getirmek için, uzunca bir müd­det vatanından ayrılarak Hicaz, Şam, Mısır ve defalarca Irak'a git­miş ve en yüksek âlimlerle, muhaddislerle görüşerek onlardan hadîs-i şerifler dinlemiştir.

O'nun, hadîs-İ şerîf dinlediği meşhur âlimlerden bir kısmı şunlardır:

Yahya İbni Yahya en-Nişaburî, Ahmed İbni Hanbel, Kutebye İbni Saîd, Ebû Bekir İbni Ebî Şeybe, Osman İbni Ebî Şeybe, Şeyban îbni Ferrûz, İmâm Şafiî...

İmâm Müslim hazretleri, Nişabur'a son gelişinde, İmâm Bu-hârî hazretlerine mülâki olmuş ve O büyük muhaddisin ilim meclisi­ne devam etmiştir.

İmâm Müslim hazretleri, İmâm Buhârî'ye hayran kalmış ve O'na daima hürmet etmiştir. Nitekim O'na: "Sana buğzedenler, ancak, ha­sedinden dolayı buğzeder. Senin, dünyada bir benzerinin bulunma­dığına şehâdet ederim." dediği meşhurdur.

İmâm Müslim'den hadîs dinleyip rivayet edenlerin sayısıda da pek çoktur. Bunlardan bir kısmı ise şu meşhur ve muteber zâtlardır:

Ebû İsâ et-Tirmizî, Yahya İbni Saîd, Muhammed İbni Mahled, Mekkî İbni Abdan....

Hadîs-i Şerîf öğrenmek ve öğretmek için pek çok yolculuk ya­pan İmâm Müslim hazretleri, ömrünün son yıllarını Nişabur'da ge­çirmiş ve orada, ticâretle de meşgul olmuştur.

İmâm Müslim hazretleri hicrî 261 (milâdî 875) yılında 55 ya­şında iken, doğum yeri olan Nişabur'da vefat etmiştir. [357]

 

Eserleri

 

1-) el-Câmiu's-Sahih (= Sahîh-i Müslim)

Şüphesiz ki İmâm Müslim'in en mühim ve birinci eseri, el-MüsnedüVSahîh diye de anılan bu eserdir.

İmâm Müslim, bu şaheserini üç yüz bin hadîs-i şerîf içinden se­çerek meydana getirmiştir. Ve bu kitap, dört bin kadar hadîs-i şerîf ihtiva etmektedir.

İmâm Müslim, bu eserini mevzularını dikkate alarak kitapla­ra ayırmıştır. Ancak, bu kitapları ayrıca bablara bölmemiştir. (İmâm Buhârî ise, kitapları ayrıca bablara bölmüş ve her bab için, gerekli açıklamalar da yapmıştır.)

İmâm Müslim, isnâd üzerinde de hassasiyetle durmuş ve eseri­nin başına, hadîs ilmi ile ilgili çok faydalı bir açıklama da koymuştur.

İmâm Buhârî'nin Sahîh'i ile İmam Müslim'in Sahîh'ine, — ikisine birden— Sahıybayn denir.

İmâm Müslim'in,  Sahîh-i Müslimine de bir çok şerhler yapılmıştır.

Sahîhi- Müslim ve bazı şerhleri Türkçemize de tercüme edil­miş ve bazıları neşredilmiştir.

İmam Müslim hazretlerinin ekserisi hadis, usul-i hadis ve ha­dis ricali ile ilgili olan diğer eserleri ise şunlardır:

2-) el-Müsnedü'l-Kebîr

3-) el-Câmi ale'l-Ebvâb

4-) el-Esmâ ve'I-Kûnâ

5-) el-Efrâd ve'1-Vuhdân

6-) Tesmiyetü'ş-Şuyûhu Mâlik ve Siifyân ve Şu'be.

7-) Kitâbii'l- Muhadramîn.

8-) Kitabü Evlâdi's-Sahâbe.

9-) Kiiâbü Evhâmi'l-Muhaddisîn

10-) Kiiâbü Tabakâti't-Tâbon.

11-) Efrâdü'ş-Şâmiyyîn

12-) Kitâbii'(-Temyiz.

13-) Kiiâbü'1-Ilel. [358]

 

İmâm Şafiî

 

İmâm Şafiî, dört mezhep imamlarının meşhurlarındandir. Adı: Muhammed; babasının adı: îdris; künyesi: Ebû Abdullah'tır.

İmâm Muhammed îbni İdriş eş-Şâfiî, Suriye'de Gazze'de doğmuştur.

Küçük yaşta yetim kalan Şafiî, annesi ile Mekke'ye geldi. Ve arap kabileleri arasında yetişti. Kendisi zaten, neseben Kureyşii idi. Büyük dedesi Şâiî, gençliğinde Resûl-i Ekrem (S.A.V.) Efendimize mülâki olmuştur. O'nun babası Sâib ise, Bedir Gazvesinde~İsîami-yeti kabul etmiş, muhterem bir sahâbîdir.

Eimme-i erbaanın üçüncüsü olan İmâm Şafiî hazretleri, bun­ların içinde neseben Kureyş'li olması yönünden temayüz etmiştir.

İmâm Şafiî hazretleri, gençken gittiği Mekke-i Mükerreme'-da fasih arapçayı iyice öğrendi; O, arap edebiyatına da iyice vâkıftır.

İmâm Şafiî hazretleri, bir aralık Medîne-i Münevvere'ye git­miştir. Oradan da, Harûnü'r-Reşîd tarafından Yemen Valiliğine tâ­yin edilmiş bulunan bir dostu ile birlikte oraya gidip, bazı memuri­yetlerde bulunmuştur. Bu görevlerde başarılı olmuştur.

İmâm Şafiî hazretleri biri.hicrî 184, diğeri de 195 yılında ol­mak üzere iki defa Bağdad'a gitmiş ve orada iki sene kadar kalmış­tır. Bağdad'tan Hicaz'a dönmüş ve Mekke-i Mükerreme'de iki sene kadar kaldıktan sora, 199 tarihinde Mısır'a gitmiş ve Fustat belde­sinde tavattun etmiştir. [359]

 

İmam Şafii'nin Meşayıhı

 

İmâm Şafiî hazretleri, henüz dokuz yaşında iken Kur'ân-i Ke­rîmi ezberlemiş ve genç yaşında iken Mekke-i Mükerreme Müftisi Ebû Hâlid Müslim İbni Hâlid'den fıkıh tahsil etmiştir.

Bir müddet sonra İmam Mâlik hazretlerine mülâki olan, İmâm Şafiî, O'ndan da fıkıh ve hadîs tahsil etmiştir.

Daha sonra Irak'a giden İmâm Şafiî hazretleri, İmâm Muham­med hazretleri ile mülâkî olmuş ve O'ndan da fıkıh tahsil etmiştir.

İmâm Şafiî hazretleri, kadîm içtihatlarını içine alan Kitâbü'l-Hücce adlı eserini Irak'ta yazmıştır.

Bu sırada, İmâm Muhammed hazretlerinin kitaplarını okuyup, onları istinsah eden İmâm Şafiî hazretleri, bunlardan stifâde etmiştir.

İmâm Şafii hazretleri, Süfyan ibni Uyeyne, Abdülaziz îbni'l-Mâcişûn gibi meşhur zâtlardan da hadis-i şerif dinleyip rivayet etmiştir. [360]

 

İmâm Şafiî'den Hadîs Rivayet Edenler:

 

İmâm Şafiî hazretlerinden hadîs-i şerîf rivayet eden zatlardan bir kısmı şunlardır:

İmâm Ahmet İbni Hanbel, Ebû Sevr İbrahim İbni Hâlid, Ebû İbrahim el-Müzenî, Rebî İbni Süleyman el-Murâdî... [361]

 

İmâm Şafiî Ve Tefsir İlmi

 

îmâm-t Şafiî hazretleri, daha pek genç iken, arap edebiyatı­na, şiirine ve târihine, son derece vâkıf bulunuyordu. Dolayısıyle Kur'an-ı Kerîm lisanına da hakkıyla vâkıf bulunuyordu. Ve kendisi, Kur'an-ı Mübîn'in ahkâmına ve inceliklerine de tamamen âşinâ olan, büyük bir müctehid idi. Bütün bunlar, O'nun kuvvetli bir müfessir olduğunun apaçık bir delilidir.

O'nun, Kur'an-i Kerim âyetlerinden ne büyük bir itina ve itidal ile hüküm çıkarmış olduğunu anlamak için, Kitâbü'l-Ümm'üne bak­mak kâfîdir. [362]

 

İmâm Şafiî Ve Hadîs İlmi:

 

İmâm Şafiî de, büyük bir muhaddistir. O, henüz yirmi yaşın­da iken, İmâm Mâlik hazretlerinin Muvattâ'ını tamamen ezberlemiş ve O'nun huzuruna girince, bu kitabım, ezberden okumuş ve takdi­rini kazanmıştı.

İmâm Şafiî hazretleri pek çok muhaddisle mülâkî olmuştur. Özellikle, bir yönden hocası, bir yönden de talebesi olan İmâm Ah-med İbni Hanbel'le hadîs-i şerîfler hakkında müzâkerelerde bulun­muş ve pek çok hadîs-i şerîf ezberlemiştir.

İmâm Ahmet İbni Hanbel'in oğlu Abdullah şöyle demiştir: Babama sordum:

—Şafiî nasıl bir kimsedir ki, sen, O'na, bu kadar çok duâ ediyorsun?

Babam şu cevabı verdi:

—Oğlum!.. Şafiî dünya için güneş, insanlar için afiyet mesabe­sindedir; bak, hiç bunların yerini tutacak bir şey var mıdır?

Ebû Sevr de şöyle demiştir:

—Ben, Şafiî'nin bîr mislini görmedim; kendisi de, kendisinin bir mislini görmüş değildir. [363]

 

İmâm Şafiî'nin Fıkıh İlmindeki Metodu Ve Yeri

 

İmâm Şafiî hazretleri, ictihâdlarında delil olarak:

1-) Kitap,

2-) Sünnet

3-) İcma

4-) Sahâbe-i Kiramın müttefekun aleyh olan kavilleri.

5-) İcâbı hâlinde kıyâs

İmâm Şafiî hazretleri, ashabın ihtilaflı kavillerini, istihsâm ve maslahât-ı mürseleyi delil olarak kabul etmemiştir.

Ona göre, sünnetin her nev'i delildir; Hanefi İmamları gibi her hangi bir şart koşmaz, ancak İmâm Şafiî hazretleri, mürsel hadîsleri delil olarak almaz. Halbuki Hanefi imamları, mürsel hadisleri delil olarak alırlar.

İmâm Şafiî hazretleri, hanefi fukahâsının delil olarak kullandı­ğı istihsâm da kabul etmez. Hatta bundan dolayı, hanefîlere ve mâ-likilere de çatar.

İmâm Şafiî hazretleri, mesâlih-i mürseleyi delil olarak almaz; ancak haber-i vahidi çok müdâfaa eder. Bu hâl, hadiscilerin çok ho­şuna gitmiş ve hadisciler, O'nu takdir etmişlerdir. [364]

 

İmâm Şafiî Ve Ashabı Rev İle Ashabı Hadîs

 

İmâm Şafiî hazretleri, İmâm-ı A'zam'ın büyük talebelerinden İmâm Muhammed'den ders aldı ve O'nunla, mezhep mes'elelerini müzâkere ettiler. Ve beraberce, hadis ehli ile rey ehli arasındaki ihti­lafları çözerek, bu iki grubu birbirine yaklaştırdılar.

İmâm Şafiî, Irak'taki ictihadlarını el-Hücce adlı kitabında top­lamıştı; bunlara Mezheb-i Kadîm denir. Mısır'daki ictihadlarını ise, e!-Ümm isimli eserinde topladı. Bunlara da Mezheb-i Cedîd denir.

İmâm Şafiî hazretleri, hem İmâm Muhammed, hem de İmâm Mâlik'ten ders almış bulunduğundan, hadis fıkhı ile rey fıkhı ara­sında, bir birleşme halkası teşkil eder. Yani, İmâm Şafiî, Hanefî fıkhı ile Hicaz fıkhı arasında bir köprüdür. Ve kendisi ile, fıkıh imamları arasındaki  mesafe  biraz  kapanmış  ve  her  iki  taraf  birbirine yaklaşmıştır.

İmâm Şafiî hazretleri, aslında hadis taraftarı fakıyhlerdendir. Haber-i vahidi, tereddütsüz delil olarak alır. Bu bakımdan hanefî fıkhı ile Şafiî fıkhı arasında, bazı mes'elelerde ayrılık vardır. Hane-fîler, daha müsamahalıdır. [365]

 

İmâm Şafii Ve Fıkıh Usûlü

 

Uslûl-i fıkıhla ilgili ilk eser yazan İmâm Şafiî hazretleridir, O'-nun er-Risâle adlı eseri, fıkıh usûlü ilminin temeli sayılır.

İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe hazretlerinin, hüküm çıkarırken kaide olarak kullandığı esasları vardı. Ancak, bunlar, şifahî bir hâlde kal­mıştı. Bunlar tedvin edilip, bir eser hâline getirilmemişti.

îmâm Şafiî ise, kullandığı kaideleri tesbit edip, bunları er-Risâle fî'I-Usûl adlı eserinde toplamıştır. [366]

 

İmâm Şafiî Hazretlerinin Eserleri:

 

İmâm Şafiî hazretleri, hadis ve fıkıhta olduğu gibi, tıb, şiir, edebiyatta ve atıcılık san'atında büyük bir iktidar sahibi idi. O ka­dar ki, attığı her on oktan dokuzu, çoğu kere de tamamı isabet ederdi.

İmâm Şafiî hazretlerinin başlıca eserleri şunlardır:

1-) Ahkâmü'I-Kur'an

2-) es-Sünen

3-) İhtilâfii'l-Hadîs.

4-) er-Risâle Fî'I-Usûl.

5-) el-Mevâris.      

6-) Kitâbü'J-Ümm.

7-) Müsnedü'ş-Şâfn

8-) Edebii'l-Kâdî

9-) el-Eşribe.

10-) Fezâil-i Kureyş

11-) es-Sebku ve'r-Remy[367]

 

İmâm Şafiî'nin Mezhebinin Yayıldığı Yerler:

 

Şafiî mezhebi Mısır'da Güney Arabistan'da, Doğu Afrika'­da, Azerbeycan'da, Doğu Anadolu'da, Endenozya'da, kısmen Hin­distan'da ve Horasan'da yayılmıştır. [368]

 

Şafii Mezhebine Bağlı Bazı Meşhurlar:

 

Devlet adamlarından Mahmut Sebüktekin, Nizamü'1-mülk, Se-lâhaddin   Eyyûbî  gibi   bazı   devlet   adamları   Şafiî  mezhebini desteklemişlerdir.

Âlimlerden Ebû Ya'kub, Yûsuf Büveytî, İsmail Müzeni, Mu-hiddin Nevevî ve Sübkî gibi bazı zâtlar da Şafiî mezhebine hizmet etmişlerdir. [369]

 

Menkıbeleri

 

Ehl-i Sünnetin ittifakla kabul etmiş olduğu dört büyük fıkhı mezhepten birinin kurucusu olan İmâm Şafiî hazretlerinin menkibe-leri hakkında pek çok eser yazılmışır.

Bu eserlerden ilki, Zahiriye Mezhebinin kurucusu olan İmâm Davudi Zâhirî'nin eseridir.

Ebû Bekir Beyhekî'nin ve Fahrüddîn Râzî'nin de bu hususta ya­zılmış eserleri vardır.

İmâm Şafiî hazretleri, Kureyş'ten yetişmiş en büyük âlimler­den biri, belki de birincisidir.

İmâm Mâlik hazretleri, henüz gençlik yaşlarında bulunduğu sıralarda imâm Şafiî hazretlerine şöyle demişti:

—"Allahu Teâlâ, senin kalbine bir nur bırakmış; sen de, artık o nuru mâsiyet ile söndürme."

Hicrî 150 (mîlâdî 767) yılında Suriye'de doğan İmâm-ı Şafiî hazretleri, hicri 204 (mîlâdî 819) yılında Mısır'da vefat etmiştir. [370]

 

İmâm Züfer

 

İmâm Züfer, hanefî mezhebinin büyük fıkıh âlimlerindendir. Ve îmâm-ı A'zam'ın en ileri talebelerinden biridir, İmâm Züfer, ha­dîste de büyük bir âlimdi.

İmâm Züfer (R.A.), aslen İsfahan'adır. Künyesi: Ebû HüzeyP-dir. Hicrî 110 (mîlâdî 728) yılında dünyaya gelmiştir.

Züfer îbni Huzeyl hazretleri ilim tahsiline Basra'da başladı. Önce hadis ilminde ilerledi.

Sonra, Kûfe'ye giderek, İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe (R.A.)'nin derslerine devam etti. Ve O'ndan fıkıh ilmini iyice öğrenip, zamanı­nın en meşhur fakıyhlerinden^ve müctehidlerinden oldu.

İmâm Züfer, âlim ve âbid bir zât idi. Dünyaya hiç ehemmiyet vermedi. Ömrünü ilim öğrenmek ve öğretmekle geçirdi.

İmâm Züfer hazretleri, hanefî mezhebinin büyük imamların­dan ve fukahâ'nm ikinci tabakasındandır. O, mezhebte müctehid idi.

İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe (R.A.) hazretleri, İmâm Züfer hak­kında: "O, talebelirimin en mükemmellerindendir." buyurdu.

Ebû Nuaym ve Yayha İbni Maîn:"İmâm Züfer sikadır; me'-mundur." derlerdi.

İmâm-ı A'zam Ebu Hanîfe (R.A.), İmâm Züfer'in düğün me- -rasiminde bir konuşma yapmış ve: "Züfer, müslümanların imâmla-rındandır. Şeref, neseb ve haseb bakımından en tanınmışlarından-dır." buyurmuştur.

İmâm Züfer (R.A.) hazretleri, gayet iyi yetişmiş bir âlimdi. Kendisine bir suâl sorulduğu zaman, genişçe cevap verir, anlaşılır bir lisanla onu îzâh ederdi. İsbât edilmesi gereken mes'eleleri de kat'î delillerle isbât ederdi.

İmâm Züfer (R.A.) hazretleri, İmâm-ı A'zam'ın usûlüne gö­re, yani O'nun mezhebi dâhilinde ictihad ederdi. İmâm Züfer, pek az mes'elede İmâm-ı A'zam'a muhalefet etmiştir. O'nun, İmâmeyn'e muhalefet ettiği mes'eleler de vardır.

İmâm Züfer, İmâm Ebû Yûsuf'la münazarada bulunurdu.

İmâm Züfer hazretleri, kıyâstaki üstün gücü ile meşhur olmuş­tur. Ancak O: "Biz, bir mes'elede hüküm verirken, o mes'ele hak­kında bir hadîs-i şerif (eser) bulursak, onunla hükmederiz; kıyâs yap­mayız." buyururdu.

İmâm Züfer (R.A.), kendisine ısrarla teklif edilen kadılık gö­revini almaktan kaçınmıştır.

İmâm Züfer (R.A.) hazretleri, kardeşlerinin mîrası için, Bas­ra'ya gitmişti. Basra halkı, O'nu çok sevdi ve Bağdad'a dönmesine manî oldular.

İmâm Züfer (R.A.), Muhammed, İbnü Abdullah Ensârî, Halef İbni Eyyûb, Âsim îbni Yûsuf ve Hilâl er-Rey gibi pek çok âlim yetiştirmiştir.

İmâm Züfer (R.A.) hazretleri, hicrî 158 (milâdî 775) yılında, kırk sekiz yaşında olduğu hâlde, Basra'da vefat etmiştir. [371]

 

İmâm-Zâde Cûğî

 

İmâm-zâde Cûğî (- Muhammed bin Ebû Bekir) Vaiz ve Rüknü'l-İslâm unvanının taşıyan bu zat, hanefî fukahâsının ileri gelenlerindendir.

İmâm-zâde Muhammed bin Ebû Bekir, Semerkant'ın Çuğ köyündendir.

İmâm-zâde Cûğî merhum, Buhârâ'da iftâda bulunurdu. (Yanî fetva verirdi.)

İmâm-zâde Cûğî hazretleri çok faziletli bir zat idi. Konuşma­sı tesirli, ifadesi güzel, yazı tarzı mükemmel olan, İmâm-zâde mer­hum, insanlara devamlı öğüt verir, va'z ve nasihat ederdi. Ve, ge­nellikle tasavvufî ilimlerden bahsederek, halkı irşada ve iyiliğe sev-ketmeye çalışırdı.

İmâm-zâde Cûğî hazretleri, fıkıh ilmini Mecdü'l-Eimme Mu­hammed bin Abdullah'tan ve Şemsü'l-Eimme Bekir bin Muhammed ez-Zernûcî'den tahsil etmiş; ayrıca hilaf ilmini Radıyüddîn Nişabu-rî'den okumuştur.

Tasavvufa da, silsüetü'z-zehebin büyük mürşidlerinden ve sofiyye-i âliyyenin ileri gelenlerinden Hâce Yûsuf Hemedânî'den almıştır.

îmâm-zâde Cûğî hazretlerinden fıkıh tahsil eden zâtların bir kısmı şunlardır:

et-Ta'Iîmü'l-MüteaUim isimli eserin sahibi BürhâmVl-İslâm Zernû-cî, Ubeydullah bin İbrahim Mahbûbî, Muhammed bin Abdüssettar... [372]

 

Eserleri:

 

İmâmzade Cûğî hazretlerinin en meşhur eseri Şir'atü'l-İslâm'dır. Şir'atii'l-İsiâm, bazı fıkhî mes'eleleri ve tasavvuf edeplerini içine alan

bu güzel eser., inanç, ibadet ve ahlâk konularında müracaat edile­cek, kıymetli bir kitaptır.

Bu kıymetli eserin bazı şerhleri de vardır. Bu şerhler içinde en faydalı olanı ise, Ya'kub bin Seyyid Ali'nin şerhidir.

Şir'atü'l-İslam, A. Uyan tarafından Türkçeye çevrilmiş ve neşredilmiştir. [373]

 

İmrân İbni Huseyn

 

İmran İbni Huseyn (R.A.), ashâb-ı kiramdan, fakıyh bir zattır. Künyesi: Ebu Nüceymi'l-Basrî'dir.

İmrân İbni Huseyn, hicretin yedinci senesinde müslüman ol­muştur. Sahîh olan rivayete göre: Babası Huseyn'de İslam şerefine nail olmuştur.

Hz. Ömer (R.A.), İmrân İbni Huseyn (R.A.)'i, ahâlisine fı­kıh öğretmek için, Basra'ya göndermiştir. Hz. İmran, Basra'da ka­dılık da yapmışır.

Hasan-ı Basrî, —yemin ederek— şöyle derdi:

—"Basralılar için, İmran'dan daha hayırlı bir idareci, kollayıp-gözetici gelmemiştir."

İmrân İbni  Huseyn (R.A.)'den  180 hadîs-i şerif rivayet olunmuştur.

İmran İbni Huseyn (R.A.), hicrî 52 (milâdî 672) yılında Bas­ra'da vefat etmiştir. [374]

 

İsâ Ruhî Efendi

 

Şirvanlı Hasan Efendinin oğlu olan İsâ Ruhî Efendi, tahsilini tamamladıktan sonra, müderris olarak vazifeye başlamış ve daha son­ra da Meclis-i Tetkîkât-ı Şer'iyye azâlığına tâyin olunmuştur.

Bu görevde iken Mecelle heyetinde de vazife alan tsâ Ruhî Efen­di, Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye'nin 5. kitabı olan Kitâbu'r-Rehn'in ve önceden hazırlandığı hâlde beğenilmeyen Kitâbü'l-Vedîa'nın hazır­lanmasında vazife görmüştür.

İsâ Ruhî Efendi, hicrî 1289 (mîlâdî 1872) yılında Maraş Mol­lalığına tâyin edilmiş ve bundan sonra da Mekke payesini kazanmıştır.

İsâ Ruhî Efendi hicrî 1297 (mîlâdî 1880) yılında, İstanbul'da vefat etmiştir. [375]

 

İshâk İbni Râheveyh

 

İshak İbni Râheveyh İbni İbrahim el-Mervezî, büyük bir mu-haddis ve fakıyhtir.

Künyesi: Ebû Ya'kub'tur.

İshâk İbni Râheveyh, hicrî 161 (mîlâdî 778) senesinde dünya­ya gelmiştir.

İshâk İbni Râheveyh, İmâm Şafiî'ye mülâki olmuş, O'nun ne derece büyük bir âlim olduğunu kavramış ve O'nunla münazarada bulunmuştur.

İshâk îbni Râheveyh, İmâm Şafiî'nin musannefâtını, Mısır'da yazıp cem etmiştir. Kendisi de İmâm Şafiî'nin yakınlarından sayılmaktadır.

İmâm Ahmet İbni Hanbel hazretleri şöyle demiştir:

—"İbni Râheveyh, bizce müslümanların imâmlarındandır. Yük­sek bir imamdır; O'ndan daha fakıyh bir zât, Bağdad köprüsünden geçmemiştir. Hafızasında yetmiş bin hadîs vardır."

İbni Râheveyh, Irak, Hicaz, Yemen ve Şam taraflarından se­yahat ederek,  Süfyân İbni Uyeyne gibi zâtlardan hadîs-i şerif dinlemiştir.

Kendisinden de, İmâm Buharı, Müslim, Tirmizî, Ebû Dâvud, Neseî ve Ahmed İbni Hanbel gibi büyük muhaddisler hadîs-i şerifler rivayet etmişlerdir.

İshâk İbni Râheveyh, hicrî 273 (mîlâdî 887) yılında, Nişabur'da vefat etmiştir. [376]

 

Eseri:

 

Fıkıh ve hadîs sahasında derin bir ilmi olan İshâk İbni Râhe-veyh'in en mühim ve muteber eseri, Kitâb-ı Müsned'idir. Bu eser, uzun seyahatler sonunda, elde etmiş bulunduğu hadîs-i şerifleri muhtevidir. [377]

 

Kab1sa İbni Zueyb

 

Kabîsa İbni Züeyb, evlâd-ı sahabeden ve Medîne-i Münevve-re'nin ileri gelen fakıyhlerindendir. Sika ve me'mun bir zât olan Ka-bisa İbni Züeyb hazretlerinin künyesi: Ebû Sâid el-Huzaî'dir.

Kabîsa İbni Züeyb, Mekke-i Mükerreme'nin fethedildiği sene dünyaya gelmiştir.

Kendisi, Medîne-i Münevvere ahâlisinden olduğu hâlde, Şam'a gidip orada yerleşmiştir.

Kabîsa İbni Züeyb, Medine-i Münevvere'nin en yüksek fakıyh-lerindendir. Kendisi, Medine'deki fakıyhler arasında, ilk on iki kişi­nin arasında sayılmaktadır.

Kabîsa İbni Züeyb, pek çok sahâbîden hadîs-i şerifler rivayet etmiştir.

Şa'bî şöyle derdi:

—"Kabîsa, ashâb-ı kiramdan Zeyd İbni Sâbit'in verdiği hüküm­leri en iyi bilen kişi idi."

Kabîsa Abdulmelik tbnü Mervân'ın mektupçusu idi. O'na ge­len mektupları alıp okur ve sonra O'na haber verirdi.

Kabîsa İbni Züeyb hazretleri, hicrî 86 (mîlâdî 705) yılında ve­fat etmiştir. [378]

 

Kadı Beyzavı

 

imâm Nâsirüddin Abdullah İbni Ömer îbni Muhammed İbni Ali el-Beyzâvî meşhur bir şâfiî fakıyhidir.

Künyesi: Ebû'l-Hayr'dır. Kâdî Beyzâvî diye meşhurdur.

Kadı Beyzâvî Tebriz nahiyelerinden Beyzâ'da dünyaya gel­miştir.

Kadı Beyzâvî, tefsir ilminde meşhurdur. Beyzâvî merhum, fı­kıh, usûl, kelâm, mantık, nahiv, belagat ve tarih ilimlerinde de tam bir mütehassıs idi.

Arif, âbid ve sâlih bir zât olan Beyzâvi, tarîk-i kaza'ya sülük etmiştir. Bir aralık Tebriz'e gitmiş ve orada vezirin de hazır bulun­duğu bir ilim meclisinde, kendi kemâlâtını isbât ederek, vezirin ilti­fatına nail olmuş ve Şiran'da kadı'l-kudât'lığa tâyin edilmiştir.

Rivayet edildiğine göre: Son zamanlarda Şeyh Muhammed İbni Muhammed Kethânî'nin işaretiyle, kadılık görevini terk etmiş ve O'-nun sohbetine devama başlamıştır. Meşhur tefsîrini de bu sırada te­lif etmiştir.

Kadı Beyzâvî, hicrî 685 (mîlâdî 1286) yılında vefat etmiş ve şeyhinin kabrinin yanma defnedimiştir. [379]

 

Eserleri:

 

Kadı Beyzâvî merhumun, tefsir, fıkıh, usûl-i fıkıh, hadîs, ke­lâm, mantık gibi bir çok ilimde, bir çok telifâtı vardır:

Bu kıymetli eserlerden bir kısmı şunlardır:

1-) Envârii't-Tenzîl ve Esrarü'l-Te'vîl

Tefsîr-i Kadı Beyzâvî namı ile meşhur olan bu eser, İslam âleminin en nadide tefsirlerinden biridir.

Bursalı Mehmet Tahir Efendinin, Osmanlı Müelliflerinde bildi­rildiğine göre: Kadı Beyzâvfnin bu tefsîrine tamamen veya kısmen haşiye yazan zâtların sayısı 75'tir.

Bu tefsir üzerine ta'lika yapan 39 kişiyi daha göz önüne getire­cek olursak, Kadî Tefsiri üzerinde ilmi çalışma yapıp, eser meydana getiren âlimlerin sayısının 114 olduğunu görürüz ki, bu hâl pek az âlime ve pek az esere nasip olmuştur.

2-) el-İzâh

Bu eser, usûl-i dîne dâirdir.

3-) el-Minhâc

Fıkıh usûlü ile ilgili bir eserdir.

4-) Şerhtı'l-Minhâc

Bu eser, Minhâc'ın şerhidir.

5-) et-Tevâli

Bu eser de, kelâm ilmi ile ilgilidir.

6-) Şerhu'I-Metâli

Mantıkla ilgili bir eserdir.

7-) el-İnâyetü'l-Kusvâ

Fikıh'la ilgili bir eserdir.

8-) Şerhu'l-Kâfıye

Arap dilbilgisi eserlerinden Kâfiye'nin şerhidir.

9-) Lübbü'l-Elbâb fî-İlmi'1-İ'râb.

Kâfiye'nin kısaltılmışıdır. [380]

 

Kadıhan

 

Fahrüddîn Hasan İbni Mansur Kâdîhân, Evzecent'ii meşhur bir hanefî âlimidir.

Künyesi: Ebû'l-Mehâsin'dir.

Kâdîhan, fıkıh ilmini, Şemsü'l-Eimme Muhammed İbni Ab-di's-Settar el-Kerderî'den tahsil etmiştir.

Kâdîhân merhum, müetehid fî'1-mes'ele tabakasındadir.

Kâdîhan Hasan İbni Mansur, hicrî 592 (milâdî 1196) yılında vefat etmiştir.

Evzecent, İsfahan'ın nahiyelerinden biridir. [381]

 

Eserleri:

 

Ebû'l-MehâsinjKâdîhân'ın fıkıh sahasındaki eserlerinden baş-lıcaları şunlardır:

1-) Felâvâyi Kâdihân (- Hâniyye) Bu eser, fıkıh kitaplarının en meşhurlarındandir.

2-) Vâkiât

3-) el-Mehâzır

4-) ŞerhıTz-Ziyâdât. [382]

 

Kadı 1yaz

 

Ebû'1-Fazl Iyaz İbni Mûsâ, mâliki fukahâsındandır.

Kadı Iyaz adı ile meşhurdur. Kendisi, Endülüs'ün (İspanya'nın) Sebte beldesindendir.

Kadı Iyaz, hadîs ve fıkıh ilimleri ile arap lisanında imamdır.

Parlak bir düşünce yapısına ve geniş fıkıh bilgisine sahip olan Ebû'1-Fazl Iyaz İbni Mûsâ merhum, önceleri kendi beldesinde, da­ha sonra da Gırnata'da kadılık yapmıştır.

Kadı Iyaz, hicrî 496 (mîlâdî 1103) yılında doğmuş, 544 (mîla dî 1150) yılında vefat etmiştir. [383]

 

Eserleri:

 

Kadı Iyaz hazretleri, pek çok eserler telif etmiştir, Başiıcaları şunlardır:

1-) Şifâ-i Şerif (= Kitâbii'ş-Şifa bi-Ta'rıfi Hukûki'l-Mustaiâ) Bu mübarek eser, Kadı Iyaz hazretlerinin en meşhur eseridir. Bu kıymetli eserin bir çok şerh ve haşiyeleri vardır. Ve bunların pek çoğu matbûdur.

2-) Meşânkü'i-Envar

3-) Tertîbü'l-Medârik ve Takrîbü'i-Mesâlik fî-Ma'rifeti Alanıi Mezhebi'i-İmâm-ı Mâiik                                                                                

4-) Şerh-i Sahihi Müslim ( = Kilâbül-îkmâl)

5-) Tarih

6-) İzhâru'r-Rıyâd fî-Ahbari'l-Kâdi Iyâd

7-) el-Gunyeh[384]

 

Kadı Şureyh

 

Kadı Şureyh, tabiînin ileri gelenlerinden fakıyh ve muhacldis bir zâttır.

Kendisinin sahabeden olduğuna kail olanlar da vardır..

Babası Ham, Kinde, kabilesinden idi. Ve, Medîne-i Münev-vere'ye elçi olarak gelmişti. Resûiullah (S.A.V.) Efendimizi görünce müslüman oldu. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, bu zâta Ebû Şu­reyh ismini verdi.

Şureyh hazretleri, kırk yaşında iken Hz. Ömer (R.A.) tara­fından Küfe kadılığına tâyin edildi. Bir sene kadar da, Basra'da ka-dılık yapmıştır.

Kadı Şureyh, Hz. Ömer'den sonra, Hz. Osman, Hz. Ali, Hz. Muâviye (R.Anhüm) ve O'ndan sonrakiler zamanında da Küfe ka­dılığı görevinde tutulmuştur. Böylece, Kadı Şureyh, bu görevi, ara­lıksız altmış yıl sürdürmüştür.

Kadı Şureyh, çok âdil ve çok bilgili bir zât idi. Hz. Ali (R.A.) Efendimizin iltifatlarına da mazhar olmuştur.

Kadı Şureyh hazretleri, hadîs ve fıkıh ilimleri sahasında dev­rinin en büyük âlimlerinden idi. Tecrübî ilimlere de vâkıftı.

Kadı Şureyh, aralıksız altmış yıl sürdürdüğü bu görevinden Haccâc zamanında istifa etmiş ve bir sene sonra hicrî 79 (milâdî 698) yılında vefat etmiştir. [385]

 

Kadı-Zâde

 

Kadı-zâde Şemsüddin Ahmet İbni Bedriddin Efendi fukahâdan bir zâttır.

Babası Mevlânâ Bedreddin Mahmut Edirne'de kadılık yapmıştır.

Kadı-zâde Şemsüddin Ahmet efendi, Ebû's-Suûd efendide tah­silini ikmal ettikten sonra, Bursa, Edirne ve İstanbul medreselerinde kadılık yapmıştır.

Bilâhare Haleb ve sonra da İstanbul Kadılığına tâyin edilmiş; Rumeli kazaskeri olmuş ve hicrî 985 (mîlâdî 1577) tarihinde Şeyhü'l-İslam'Iık makamına getirilmiştir.

Şeyhü'l-İslam Kadı-zâde Şemseddin Ahmed Efendi, pek afif, müstakim ve doğru sözlü bir zat idi.

Kadirzâde, hicrî 998 (mîlâdî 1590) yılında İstanbul'da vefat etmiştir. Kabri, İstanbul'da Küçük Karaman Geçidindedir.

Şeyhü'l-lslâm kadı-zâde Şemseddin Ahmet Efendi, hayır sahi­bi bir zât idi. Çırçır Mescidi, O'nun hayra ait eserlerindendir. [386]

 

Eserleri

 

Şeyhü'l-İslâm Kadı-zâde merhumun kıymetli eserleri vardır ve bunların başhcalan da şunlardır:

1-) Netâyicü'l-Efkâr fi-Keşfi'r-Rumûzi ve'1-Esrâr. Kadı-zâde merhum, bu eseri Fethü'l-Kadîr'i ikmâl için yazmıştır.

2-) Hâiyeyi Beyzâvî

3-) Haşiyeyi Tecrîd min Bahsi'l-Mâhiyel

4-) Haşiye alâ-Evâili Sadrii'ş-Şerîa

5-) Şerhu'I-Hidâye min Evveli Kitabi'I-Vekâleti ilâ Âhiri'l-Kiiab

6-) Ta'Iîkâtü ale'l-Mevâkıf

7-) Ta'likatü ale't-Telvîh.

8-) Haşiyeyi Şerhi Miftâh min evvelihî ilâ âhiri'I-fenni's-sâni.

9-) Tercemeyi Madeni'l-Cevâhir ve Ravzatü'f-Havâtır. [387]

 

Kara Halil Efendi

 

Kara Halil Efendi, Mecellenin altıncı kitabından sonra komis­yon çalışmalarına katılmış ve son on kitabın hazırlanmasında fiilen görev yapmıştır.

Kara Halil Efendi, Mecitözün'de doğmuş; tahsiline orda baş­layıp, Konya'da tamamlamış ve 1834 yılında icazet almıştır.

Bir sene sonra rüûs imtihanını kazanmış ve fetvâ-hâne müsev-vidi olarak ilk görevine başlamıştır. Diğer taraftan da, Fâtih Cami­inde ders okutmuştur.

1866 yılında Yenişehir Mollalığına da getirilen Kara Halil Efen­di, aynı yıl Medine payesini; 1867'de de Haremeyn (= Mekke ve Me­dine) payesini ve 1868'de ise İstanbul Kadılığı payesini kazanmıştır.

Aynı yılın sonlarında, Evkaf-1 Hümâyun müftetişliğine; 1870'de de Meclis-i Tetkîkât-ı Şer'iyye âzâlığma getirilen Kara Halil Efendi 1871 yılında ikinci defa Fetvâ-emîni oldu.

1873 yılında Anadolu Kazaskerliği payesini alan Kara Halil Efendi, 1877 yılında Meclis-i Âyân âzâlığma tâyin edildi.

Anadolu ve Rumeli Kazaskerliği payesini kazanan Kara Halil Efendi, daha sonra Şeyhü'I-îslâm'hğa tayin edilmiş ve bu görevi 1 sene 9 ay sürdürdükten sonra, Mart 1878'de emekli olmuştur.

Usûl-i fıkıh'ta otorite kabul edilen Kara Halil Efendi, 30 Aralık 1880 tarihinde İstanbul'da vefat etmiş ve Fâtih Camii avlusundaki kabristana defnedilmiştir. [388]

 

Kasım Ebû Abdirrahman

 

Kasım Ebû Abdurrahman, Hz.'Ebû Bekir (R.A.)'in oğlu Mu-hammed'in oğludur. Ve kendisi tabiînin ileri gelenlerindendir.

Kasım Ebû Abdurrahman, Medîne-i Münevvere'deki fukahâ-i seb'a'dan (= yedi büyük fakıyhten) birisidir.

Hz. Siddıyk'ın torunu olan Kasım, verâ ve takva sahibi bir zat idi. Kendisi, bir çok hadîs-i şerif rivayet etmiştir.

Kasım Ebû Abdurrahman, halası Hz. Aîşe (R.A.), İbni Ömer, İbni Abbas, Ebû Hureyre ve Hz. Muâviye'den hadîs-i şerif rivaye­tinde bulunmuştur.

Kasım Ebû Abdurrahman hazretlerinden de, Nâfî, Zühri ve İbni Ebî Müleyke gibi meşhur zâtlar hadîs-i şerif dinlemiş ve riva­yetlerde bulunmuşlardır.

Kasım Ebû Abdirrahman hazretleri, hicrî 31 (mîlâdî 652) yı­lında Mekke-i Mükerreme'de doğmuş, 112 (mîlâdî 731) yılında Mekke-i Mükerreme ile Medîne-i Münevvre arasında Kudeyd köyünde vefat etmiştir. [389]

 

Kâşânî Alâu'd Dîn

 

Ebû Bekir İbni Mes'ûd İbni Ahmet Alâüddin Şâşî Kâşânî, ha-nefî âlimlerinin büyüklerindendir.

Ebû Bekir İbni Mes'ûd İbni Ahmed hazretleri, Alâüddîn ve Melîkii'l-Üiemâ lakâblan ve Kâşânî nisbetiyle meşhur olmuştur.

Kâşân, Türkistan'da, Seylıun Nehri'nin kuzeyindeki Fergana Bölgesi'-nde bulunan Şaş'ın arkasında, içinde'sağlam bir kalesi de bulunan güzel bir belde idi.

Bu şehir, çeşidi savaşlar neticesinde harap olmuştur.

Melikü'l-Ülemâ Alâüddîn merhum, bu beldede doğduğu için, oraya nisbetle Kâşânî diye. anılmaktadır. Kâşânî tarzında da söylenmektedir.

Kâşânî merhum, Tuhfetü'l-Fukahâ ve Usûl kitaplarının sahibi, Alâüddin Muhammed İbni Ahmed es-Semerkandî'den fıkıh ilmini tah­sil etti. O da, Sadru'I-İslâm Ebû'1-Yüsr Pezdevî'den ilim öğrendi. Pezdevî'nin hocası ise Ebû'1-Maîn Meymûn el-Mekhûlî idi. Mekhû-lî de, Mecdü'I-Eimme Serahkî'den fıkıh öğrenmişti.

Kâşânî hazretleri, hocasının Tuhfe isimli eserini şerhetmiş ve bu şerhine el-Bedâyiü's-Senâyî fî-Tertîbi'ş-Şerâyi adını vermiştir.

Kâşânî, hocası Muhammed İbni Ahmed es-Semerkandî'nın kızı Fâtımâ ile evlendi. Fâtımâ, ileri derecede fıkıh ilmine sahip bir ha­nım idi. Bu sebeple de Kâlımâ-i Fakiyhe diye anılırdı.

Kâşânî merhum çok yer dolaştı. Bir ara da Konya'da bulun­du. Daha sonra da Haleb'e gitti ve orada yerleşti.

Kâşânî, Haleb'teki Halâviyye Medresesi'ne müderris tâyin edil­di ve ilini arayanlara ders okuttu.

Kâşânî, hicrî 587 (mîlâdî 1191) yılında, Recep ayının onuncu günü, İbrahim Sûresini okurken, yirmi yedinci âyeti- kerîmeye gel­diğinde rahmet-i Rahmân'a kavuştu. Ve, kendisinden önce vefat et­miş bulunan hanımı Fâtımâ-i Fakıyhe'nin kabrinin yanına defnedil­di. Haleb'in dışında bulunan kabirleri, hâlen bir ziyâretgâhtır.

Kâşânî'nin hanımı Fâtımâ-i Fakiyhe, hocası büyük fıkıh âli­mi Alâüddin Semerkandî'nin kızıdır. Fâtımâ'nın ilminin ve ahlâkı­nın üstünlüğü ve cemâlinin güzelliği dillere destan olmuştu. Fâtımâ babasının Tuhfetü'I-Fukahâ adlı eserini de ezberlemişti.

Onunla evlenmek için bir çok fakıyh talip olmuştu. Hatta, bazı Türk hükümdarları da talip olmuştu. Babası, onlardan hiç birine vermedi.

Bu sırada Kâşânî hazretleri gelip, Semerkandî merhumdan fı­kıh tahsil etmeye başladı. Hocası, Kâşânî île meşgul oldu ve O'na, bütün eserlerini okutup ezberletti.

Kâşânî, fıkıh, usûl ve fürûunda, emsalleri arasında farklı bir üs­tünlük kazandı ve hocasının Tuhfe kitabını, Bedâyiü's-Senâyi fî-Tertîbi'ş-Şerâi adı ile şerh edip, O'na takdim etti. Bu eseri, hocası tarafından çok beğenildi. Bu eserden ziyadesiyle memnun kalan hocası, bunun mükâfatı olarak kızı Fâtımâ-i Fakıyhe ile O'nu evlendirdi. Hanımı da, nikâhında mehir olarak bu şerhi kabul etti. Ve başka bir şey istemedi.

İmâm Kâşânî, hanımı Fâtımâ-i Fakıyhe ve hanımının babası Alâüddin Semerkandî, —üçü de— fetva verirdi. Böylece, bir evde üç müftî bulunmuş oluyor ve her birinin fetvaları bir çok yere yayılıyordu.

İbnü'1-Adîm şöyle anlatıyor:

—Babam, "Fâtımâ-i Fakıyhe'nin, hanefî mezhebindeki bütün mes'elelere vâkıf olduğunu ve bu mezhebi çok iyi naklettiğini; O'-nun, —çok defa— Alâüddîn Kâşânî'nin fetvâlarındaki noksanlıkla­rı gösterdiğini; kocasının, da, O'nun reyine rücû ettiğini" bilirdi.

Hanefi fıkhında büyük bir âlim olan Alâüddîn Kâşânî, çok yer dolaşmış ve geniş ilmî faaliyetlerde bulunmuştur.

Ehl-i Sünnet âlimlerinin büyüklerinden olan Kâşânî, zamanın­daki mutezile itikadında olan bid'at ehli ile sık sık mücâdele eder ve onların yanlış fikirlerini, kuvvetli delillerle çürütürdü.

Kâşânî, Konya'da, Selçuklu Sultanı Birinci Mes'ûd'un sara­yında iken, orada bulunan âlimlerle, aralarında geçen ilmî münaza­ralar, sultanla arasının açılmasına sebep oldu. Sultan, bir ara Kâşâ-nı'yi saraydan uzaklaştırmak istedi. Vezir araya-giripr"Bu, büyük ver muhterem bir âlimdir. O'nu, buradan göndermiyelim." diye ri-cade bulundu.

Bunun üzerine, Halep atabeki Sultan Nureddîn Zengi'nin yanı­na gönderildi.

Haleb'te çok iyi karşılanan Kâşânî, kısa zamanda ilmi ile meş­hur oldu. Haleb'teki âlimlerin isteği üzerine, Sultan Nureddin Zengi tarafından yaptırılmış bulunan Halâviyye Medresesine müderris ola­rak tayin edildi.

Bu medresede, Kâşânî'den önce, Radıyüddîn Serahsî ders okut­makta idi.

Alâüddin Kâşânî, Halâviyye Medresesinde pek çok talebe yetiştirmiştir.

Oğlu Mahmut ve Mukaddimetii'l-Gazneviyye adlı eserin sahibi Ah­met İbnî Mahmud, Kâşânî merhumun yetiştirdiği büyük âlimlerdendir.

Ahmet İbni Yûsuf tbni Muhammed el-Ensârî-nin, İbni Adîm'e anlattığına göre:

Kâşânî merhum Haleb'ten, memleketine dönmek istemişti. Ha­nımı da, bunu istediğinden, bu arzusu fazlalaşmıştı. Âlimleri çok se­ven, âdil Sultan Nureddin Mahmut eş-Şehîd bu durumu öğrenince, Kâşânî'ye hemen bir haberci gönderip, O'nu yanına çağırdı. Ve Ha-leb'de kalmasını temine çalıştı. Kâşânî: "Yolculuğa hazırlandık. Aynı zamanda, hanımım hocamın kızı olur. Bu yüzden memleketimize dön­memiz gerekiyor." diyerek, kalmalarının mümkün olmayacağını be­yan etti.

Bunun üzerine sultan, mektup ile, haberci bir kadın gönderdi. Bu kadın gidip, Kâşânî'mn hanımına sultanın ricasını bildirdi ve "Ha­leb'te kalmalarını çok arzu ettiğini" söyledi. Bu emre uyarak Ha­leb'te kaldılar. [390]

 

Eserleri:

 

Kâşânî merhumun başlıca eserleri şunlardır:

1-) el-Bedâyiu's-Senâyı1 fî-Tertîbi'ş-Şerâyı'

Bu kitap, İmâm Kâşânî hazretlerinin en mühim eseridir. El yaz­ması üç cild oan bu eser, yedi cild hâlinde basılmıştır.

Bu kitap hakkında: "Hanefî fıkhına dair yazılmış, tertip bakı­mından ilk sistemli eserdir." denilir.

Bu eseri, Kâşânî merhum, hocasının Tuh fel ü'l-Fu kah â1 sına şerh oia-rak yazmıştır. Ancak, tarzı değişiktir ve şerh olduğu hiç belli olmamaktadır.

Kâşânî, "bu eserini, eski ve yeni bir çok kitaptan toplayarak hazırladığını" bildirmekte ve: "Ben hocama uydum ve doğru yolu buldum." demektedir.

2-) Sultânü'I-Mübtn

Bu eser, akâidle ilgilidir.

3-) Kitâbü'l-Ceül[391]

 

Katade İbni Diame

 

Katâde İbni Diame, tabiînden Basra'lı bir zâttır. Künyesi: Ebû'l-Hattab'dır.

Katâde İbni Diame, amâ olarak dünyaya gelmiştir.

Katâde hazretleri, celâlet-i kadre mâlik mevsûkü'l-kelâm ve hâfızü'l-hadîs bir zât idi. Her işittiğini derhâl ezberledi.

Katâde İbni Diame; Enes İbni Mâlik (R.A.), İbnü'l-Müseyyeb, Hasan-ı Basrî, İbni Şîrîn ve İkrime gibi pek çok meşhur zevattan ilim tahsil etmiş ve hadîs-i şerîf dinleyip rivayette bulunmuştur.

Katâde hazretleri, tefsir, hadîs ve hilâfiyat ilimlerinden müte­hassıs idi. Pek çok âlimin yetişmesinde emeği geçmiştir.

Katâde İbni Diame, hicrî 117 (milâdî 736) tarihinde vefat etmiştir. [392]

 

Kavs İbni Ebî Hâzim

 

Kays İbni Ebî Hâzim, tabiînin ilklerinden, sika bir zâttır. Künyesi: Ebû Abdullah el-Kûfî'dir.

"Kays İbni Ebî Hâzim, aşere-i mübeşşere'nin hepsinden hadîs-i şerif rivayet etmiş bulunan tek şahıstır. Tabiîn arasında bu mazhari­yete nail olan bir başka şahıs yoktur." denilmiştir.

Kays İbni Ebî Hâzim, —başkalarının hiç hadîs rivayet etme­miş olduğu— bazı sahâbîlerden de, rivayette bulunmuştur ki, bu zâtlar babası ve Dükeyn İbni Saîd (R.A.) hazretleridir.

Kays İbni Ebî Hâzim hazretleri, —yüz yaşını geçmiş olduğu hâlde— hicrî 84 (milâdî 703) yılında vefat etmiştir.[393]

 

Kerderî Muhammed

 

Şemsti '1-Eimme Muhammed İbni Abdisettar Kerderî, hanefî fakıyhlerindendir.

Kerderî, hicrî 599 (mîlâdî 1203) yılında dünyaya gelmiştir.

Şemsü'l-Eimme Kerderî merhum, Şir'a adlı eserin sahibi Hatib-zâde'den fıkıh tahsil etmiş ve diğer âlimlerden de faydalanmıştır.

Akranları arasında üstün bir mevkie ulaşan Kerderî merhum, usûl ve fürû' ilimlerini ihya etmiş; pek çok eser yazmış ve talebe yetiştirmiştir.

Şemsü'l-eimme Kerderî merhum, İmâm Gazâli'nin Menhul adlı eserini inceleyip tenkid etmiştir.

Şemsü'İ-eimme Muhammed İbni Abdissettar Kerderî merhum hicrî 643 (mîlâdî 1246) yılında Buhârâ'da vefat etmiştir. [394]

 

Kudûrî Ebu’l Hüseyn

 

Ebû'l-Hüseyn el-Kudûrî Ahmed bin Muhammed, meşhur bir hanefî imamıdır.

Hangi sebepten dolayı kendisine Kudûrî lakabının verildiği kat'î olarak bilinmemektedir.

Bir rivayete göre, Bağdad yakınlarındaki Kudûre köyüne nis-bet edilerek, kendisine Kudûrî denilmiştir.

Diğer bir rivayete göre ise, Kudûr, çömlek mânâsına gelen Kıdr kelimesinin çoğuludur. Kendisinin veya soyundan birisinin çömlek­çilikle meşgul olmasından dolayı Kudûrî lakabını almıştır.

Şeyhu'l-îslam İbni Kemâl Paşa-zâde'ye göre İmâm Kudûrî, fukahâ'nın ashâb-ı tercih tabakasındandır.

İmâm Kudûrî (R.A.), hanefî fıkıh âlimlerinin önde gelenle-rindendir. Bu noktaya, ilminin çokluğu, ibaresinin güzelliği ve lisa­nının akıcılığı ile yükselmiştir.

Kudûrî merhum, çok güzel Kur'an okur ve devamlı ibâdetle meşgul olurdu.

Ebû'l-Hüseyin Kudûrî, Ebû Abdullah Muhammed Yahya el-Cürcânî'den fıkıh ilmi okumuş ve hadîs-i şerîf rivayet etmiştir.

Kudûrî merhum, Ubeydullah bin Muhammed el-Havşebî ve daha bir çok âlimlerle görüşüp, onlarla ilmî sohbetlerde bulunmuş ve kendilerinden ilim tahsil etmiştir.

Kerderî merhum, bir çok büyük âlime de hocalık etmiştir. Meşhur Târih-i Bağdad'ın sahabi Ebû Bekir Hatîb-i Bağdadî de, Kerderî'-den ilim öğrenip, hadîs-i şerif rivayet edenlerdendir.

Hatîb-i Bağdadî, Târih- Bağdad'da: "Kudûrî, sadûk ve sika bir zat idi." demektedir.

İmâm Kudûrî (R,A.), hicrî 362 (mîlâdî 973) tarihinde Bağdad'-da doğmuş ve 428 (mîlâdî 1037) yılında yine orada vefat etmiştir. [395]

 

Kudûrî'nin Eserleri:

 

Kudurî merhum, pek çok kıymetli eserler telif etmiştir. Bun­ların başhcaları ise şunlardır:

1-) Muhtasarı Kudûrî

Bu eser, muteber bir fıkıh kitabıdır. Kudûrî'den sonra gelen bir çok fakıyh bu eserden istifâde etmişlerdir.

Bu eserde, binlerce fıkhî mes'ele kısa ve öz olarak toplanmıştır. Senelerce, medreselerde ders kitabı olarak okutulan bu eserin pek çok şerhleri vardır. Bu şerhlerin meşhurlarının bir kısmı ise şunlardır:

a-) Cevhere

b-) Lübâb

c-) Tashîh-i Kudûrî

Bu eserin müellifi, Ebû Nasr Akta'dır.

2-) Kilâbü'l-Tecrid

Bu eser, Imâm-ı A'zam Ebû Hanîfe (R.A.) ile İmâm Şafiî (R.A.) hazretlerinin arasındaki hılâfiyatı, —delillerini zikretmeden— içine alır.

3-) Şerb-i Muhlasarii'l-Kerhî

4-) Kitâbün-Nikâft[396]

 

Kuşeyrı Ebû'l-Kâsım

 

Abdülkerim îbnü Hevâzin İbni Abdülmelik îbni Muhammed Nişaburî, büyük bir fıkıh, tefsir, hadis ve tasavvuf âlimidir.

Künyesi: Ebû'l-Kâsım'dır.

Kuşeyr İbni Ka'b adındaki bir kabileye mensup olduğu için Ku-şeyrî diye anılır.

Kuşeyrî merhumun Zeynü'l-İslâm ve Mecmau'l-Bahreyn gibi lakap­ları da vadır.

Anlaşıldığına göre, Kuşeyrî merhum, arap asıllı olup, Horasan'a sonradan gelip yerleşen bir ailedendir.

Ebû'l-Kâsım Kuşeyrî, hicrî 376 (milâdî 986) yılında Horasan'ın Üstüvâ nahiyesinde dünyaya gelmiştir.

Kuşeyrî merhum, ilk tahsiline akrabası olan Ebû'l-Kâsım Ye-mânî'den, arap dili ve edebiyatı öğrenerek başladı.

Daha sonra, Nişabur'a hesap ilmi tahsil etmek üzere gitti. Ne var ki, orada Ebû Ali Hasan ed-Dekkak ile karşılaştı. Bu büyük velî Kuşeyrî ile ilgilendi; O'na tarikat verdi ve tasavvuf öğretti. Ve, O'-nun diğer ilimleri Öğrenmesi hususunda da öncülük etti; hocalarım, buldu.

Kuşeyrî, fıkıh ilmini Ebû Bekir Muhammed İbni Bekir et-Tûsî'den; kelâm ilmi ile usûl-i fıkhı Ebû Bekir tbni Fevrek ve Ebû İshak İsfiraînî'den, hadis ilmini ise Ebû'l-Hüseyn Haffaf ile Ebû Nu-aym İsfiraînî'den tahsil etti.

Ebû'l-Kâsım Kuşeyrî, tefsir, hadis, fıkıh, usûl-i fıkıh, tasav­vuf, şiir ve edebiyatta benzersiz bir üstad idi. Onun lisamndaki açık­lık ve tesir, sözlerindeki kuvvet, yazılarındaki güzel üslûp, tabiatın-daki incelik ve nezâket fevkalâde yüksektir.

Güzel şiirleri ve tesirli mektupları bulunan Kuşeyrî merhum, özel­likle Sâfiyye hazretlerinin söz ve menkıbelerini nakletme hususunda büyük bir iktidar göstermiştir.

Ebû'l-Kâsım Kuşeyrî hazretleri, bu arada Nişabur'da ders ver­meye başlamış ve Hatîb el-Bağdâdî, Ebû'l-Kâsım Nasrâbâdî, Ebû Ali Farmedî gibi bir çok âlimler yetiştirmiştir.

Ebû'l-Kâsım Kuşeyrî, Ebû Ali Dekkak hazretlerinin vefatın­dan sonra, bir müddet Ebû Abdurrahman es-Sülemi'nin sohbetine devam etmiştir.

Ali İbni Hasan, Dümyetü'1-Kasr isimli eserinde şöyle diyor: —"Zeynü'l-îslâm Kuşeyrî, bütün güzellikleri ve üstünlükleri ken­disinde toplanmış bir zat idi. Bütün çetin ve müşkil şeyleri kolayca çözer; tehditkâr hitabeleri taşı bile eritir ve va'zını şeytan dinlerse tevbekâr olurdu."

Kuşeyrî hazretleri; özellikle evliyâullahun güzel itikatlarına, tasavvufun mâhiyetine ve zühd ve takvanın nelerden ibaret olduğu­na dair bir eser yazmıştır; Risâle-i Kuşeyrî ismi ile tanınan bu eser pek meşhurdur.

Bu eser şark ve garp dillerinin pek çoğuna tercüme edilmiş ve basılmıştır.

Kuşeyrî hazretleri hicrî 448 (milâdî 1056) yılında Nişabur'dan ayrılarak Bağdad'a gitti. Orada da tedris hayatına devam eden Ku-şeyri merhum, hadis ve fıkıh dersleri okutmuştur.

Ebû'l-Kâsım Kuşeyrî, İslâm beldelerinde pek çok seyahatler­de bulunmuştur.

Bir defasında, bir hac mevsiminde, binlerce âlim hac için bir araya gelmişlerdi. Bunlar arasında dört yüz kadar kadı da bulunu­yordu. Bunun için bu yıla senetü'l-kudât ( = kadılar senesi) denilmiştir.

Bu âlimler tarafından, Harem-i Şerifte bir hutbe irâd edilmesi istenildi. Bunun üzerine, oradakiler: "Bu hutbeyi, ancak Kuşeyrî gibi büyük bir âlim okur." dediler. Ve hutbeyi, İmâm Kuşeyrî okudu.

ZeymVl-İslâm Kuşeyrî hazretleri, amelen şâfiî, itikâden eş'arî mezhebinde idi ve bu mezheplerin müdâfîlerindendir.

Bu büyük âlimin sahip olduğu ilmi kudret ve mevkî, bazı haset» ci kimselerin bu duygularını tahrik ediyordu.

Bu devirde Nişabur'da bulunan Üstad Ebû Sehl Îbni'l-Muvaffak da büyük bir ihtişam ve riyaset sahibi idi. hanefî ve şâfiî fukahası O'nun konağında toplanarak ilmî mübâhaselerde bulunurlardı. Pek çok talebesi bulunan bu büyük zat, vezâret makamına da namzet ola­rak görülüyordu.

Bu bakımdan, Selçuklu hükümdarı Tuğrul Beyin veziri Ebû Nars Mansûr el-Kindî, bu büyük âlimi kendisine rakip telakki ederek, aley­hine bir cereyan meydana getirmeye çalışıyordu.

Nihayet bu vezir, âdil, dindar, âlim ve faziletli kişilere muhab­beti olan ve hanefî mezbinde bulunan bu büyük hükümdarı kandı­rarak, "bid'at sahiplerine minberlerde la'net okunması için "bir fer­man istihsal etti.

Bunun üzerine, bir takım kimseler Eş'arîleri de ehl-i bid'atten sayarak, onlara bir la'net okumaya başladılar. Bunun üzerine bü­yük bir fitne zuhur etti. Ve bu fitnenin zararı, Horasan, Şam, Hicaz ve Irak beldelerine yayıldı.

Mutezile mezhebinde olduğu ve bir çok bozuk fikirler taşıdığı söylenilen vezir, Ebû Nasr, Nişabur'da ikâmet eden Ebi Sehl, İmâmü'l-Haremeyn, Ebû'l-Kâsım Kuşeyrî ile Reis Fürâtî'yi nefy ve hapsetmek için de bir irade elde etmişti. Ebû Sehl ile îmâmül-Haremeyn yakalanamamış, Kuşeyrî ile Reis Fürâtî ise yakalanıp hap­sedilmişlerdi. Bu mahpusluk bir aydan fazla sürdü. Sonra Ebû Sehl başına topladığı bir kuvvet sayesinde, bu iki zatı hapisten kurtardı.

Kuşeyrî merhum, bu olay üzerine vatanından uzaklaşmış ve yıllarca sürecek gurbet hayatına başlamıştı.

Abdülmelik el-Cüveynî de Hicaz'a gitmiş ve Mekke-i Mükerre-me ile Medîne-i Münevvere'de kalmıştı. Bu sebeple kendisi İmâmüH-Haremeyn unvanını almıştır.

Bir ara, Ebû Sehl'i de yakalatıp hapsettiren hâin vezir, Ebû Nasr da, az bir müddet sonra fena bir hâlde katledilmiştir.

Bu fitne hâdisesi, bu büyük şâfiî âlimlerini, diğer mezhepler hakkında tenkitkârâne bir tutum içine girmelerine sebep olmuştur.

Bundan sonra, İmâm Kuşeyrî, Tuğrul Bey'le görüşerek der­dini anlatmak istemiş; daha sonra Bağdad'a giderek halîfe el-Kâim bi-Kmrillah'ı ziyaret etmiş ve onun teveccühlerine nıazhar olmuştur.

Bu fitne, hicrî 455 (mîlâdî 1063) tarihine kadar devam etmiş ve bu tarihte saltanat makamına Sultan Alp Arslan'ın gelmesi ile so­na ermiştir.

Ve, Ebû'l-Kâsım Kuşeyrî, bundan sonra vatanına dönmüş, Sul­tan Alp Arslan'dan hürmet ve ikram görmüş ve kendi yurdunda, bu hürmet içinde on yıl daha yaşamıştır.

İmâm Kuşeyrî, zuhur etmiş olan bu elim fitneyi Şikâyetü Ehli's-Sünne bi-Hikâyeti Mânâ'l-Lehün mine'l-Mihne adlı bir risale ile anlatmış ve bu risaleyi, o zaman, bütün islâm âlemine dağıtıp ulaştırmıştır. [397]

 

Eserleri:

 

imâm ZeymVI-îslâm Kuşeyrî, bir çok ilimde pek çok eser te­lif etmiştir. Bu eserlerin başlıcaları şunlardır:

Bazı Meşhur Fakihler

1-) Adâbü's-Sâfiyye

2-) et-Tahbîr fî't-Tezkîr

3-) et-Teysîr fi İlmi't-Tefsîr

4-) Ldâifü'l-İşârâi

5-) Kîtâbü'l-Ceyâhir

6-) Uytroi'l-Ecvibe fî-Usûli'1-EsOe

7-) Kitâbü'l-Münâcât

8-) Kitâbü AhkâmiVSema

9-) Kitabu'l-Erbaîn

10-) Kitâbü Nüktei Ulî'n-Nübâ

11-) Şikâyetü Ehü's-Sünne bi-Hikâyeti Mânâ Lehiim mine'l-Mihne 12-) Risâletü'l-Kuşeyri

İmâm Kuşeyrî hazretleri hicrî 465 (mîlâdî 1073) yılında Nişa-bur'da vefat etmiş ve üstadı Ebû Ali Dekkak hazretlerinin yanma defnedilmiştir. [398]

 

Leys İbni Sa'd

 

Leys İbni Sa'd el-Mısrî, muhaddis ve fakıyh bir zâttır. Künyesi: Ebû'l-Hâris'tir

Hanefî fakıyhı olan Leys îbni Sa'd hazretlerinin Mısır'da ka­dılık yaptığı rivayet edilir.

Leys İbni Sa'd hakkında İmâm Şâfiî hazretlerinin pek çok hüsn-i zanm vardır. Hatta, Ebû Hatim İbni Habbân, İmâm Şafiî'­nin şöyle dediğini rivayet etmektedir:

—"Leys İbni Sa'd, İmâm Mâlik'ten daha fakıyh idi. Şu kadar var ki, etrafındakiler, O'nun kıymetini hakkıyle bilemediler.

İmâm Ahmed îbni Hanbel hazretleri de şöyle demiştir:

—"Leys, ilmi çok ve sahîhü'l-hadîs bir zâttır. Şu Mısırlılar ara­sında O'ndan daha sağlamı yoktur. O'nun bir benzerini görmedim."

Leys İbni Sa'd hazretleri zengin ve cömert bir zât idi. Medîne-i Münevvere'ye gittiği zaman kendisine bir sini dolusu hurma hediye eden, İmâm Mâlik hazretlerine, o siniyi altınla doldurarak mukabe­le ettiği rivayet olunmuştur.

Leys îbni Sa'd hazretleri, aslen Isfahanhdır. Hicrî 94 (milâdî 713) tarihinde Mısır'ın köylerinden birinde dünyaya gelmiş ve 175 (milâdî 792) yılında vefat etmiştir. Kabri, Karafetü's-Suğrâ'dadır. [399]

 

Levnekî Ebû'l-Hasenât Muhammed Abdü'l-Hay İbnü Muhammed El-Hindî

 

Levnekî Muhammed Abdülhay İbnü Muhammed el-Hindî, bü­yük bir hanefî âlimidir.

Künyesi: Ebû'l-Hasenât'tir.

Ebû'l-Hasenât, babasından ve diğer âlimlerden ilim tahsil etmiştir.

Hindistan'da yetişmiş büyük âlimlerden biri olan Ebû'l-Hasenât Ban'da beldesinde doğmuş ve Haydarâbad'da ikâmet etmiştir.

Ebû'l-Haseriât, ilmi ile âmil bir zât idi. İki defa Hicaz'a gitmiştir.

Hicrî 1264 (milâdî 1848) yılında doğan Ebû'l-Hasenat Muham­med Abdülkay ibnü Muhammed, 1304 (mîlâdî 1887) yılında vefat etmiştir. [400]

 

Eserleri:

 

Ebû'l-Hasenât merhumun elîf ettiği eserler kırktan fazladır ve başlıcaları şunlardır:

1-) el-Fevâidü'I-Behiyye fî-Terâcimn-Hanefiyye. Bu eser, hanefî fukahâsı hakkındadır.

2-) et-Ta'fiku'1-Mümecced alâ-Muvattai'1-İmâm Muhammed.

3-) er-Ref u ve't-Tekmîl fî'1-Cerhi ve't-Ta'dfl

4-) en-Nâfıu'1-Kebîr Limen Yutâliü'l-Câmia's-Sağîr

5-) el-Âsârü'1-Merfûa fi'I-Ahbâri'l-Mevzûa[401]

 

Mâcişun

 

Abdulaziz İbni Abdillah Mâcişun, aslen Medîne-i Münevve-re'U bir zat olup, Bağdad'ta yerleşmiştir.

Üstün bir fakıyh ve sika bir muhaddis olan Mâcişun, pek çok talebe yetiştirmiştir; ayrıca eser de yazmıştır. Mâcişun'un oğlu Abdülmelik fukahâdandır.

Mâcişun, hicrî 164 (mîlâdî 781) yılında vefat etmiştir. [402]

 

Mahmud Esad Efendi

 

Mahmud Esad Efendi, Seydişehir'li bir zattır.

Babası, Kadı Güzel Efendi-zâde Mehmet Emin Efendi de fazi­letli bir zat idi.

Mahmud Esad Efendi, Fatih müderrislerinden Elbasanh Abdülkerîm Efendi'de tahsîlini ikmâl edip, icazet almış ve bir ara ken­disi de müderrislik yapmıştır.

Bilâhare hakimlik ve hukuk müşavirliği gibi çeşitli görevlerde bulunan Mahmud Esad efendi, Hukuk mektebinde Mecelle ve Dev­letler Hukuku dersleri okutmuştur.

Kendisi İngilizce de bilirdi. Kıymetli yazıları ve tercümeleri vardır.

Ferâiz, münâkehat, usûl-ı fıkıh, İslâm tarihi ve devletler hu­kuku ile ilgili çeşitli eserleri bulunan Muhmud Esad Efendi hicrî 1335 (milâdî 1917) yılında, 64 yaşında vefat etmiştir. [403]

 

Mahmud Hamza Efendi

 

Mahmud Hamza (İbni Muhammed el-Hüseynî) Efendi, on do­kuzuncu   milâdî   asrın   fukahâsmdandır.   Aslen   Harran'lıdır. Nekabetü'l-eşraf makamına sahipti.

Mahmud Hamza Efendi, hicrî 1236 (milâdî 1821) yılında doğ­muş; 1305 (milâdî 1888) yılında vefat etmiştir.

Mahmud Hamza Efendi Şam'da Müftîlik yapmakta iken 1260 (milâdî) yılında kadı nâibliğine tayin edilmiş ve İstanbul'la Anado­lu'ya misâfereten gelmiştir. Daha sonra Şam'a dönmüş ve oranın Meclis-i Kebîr âzâlığına tâyin edilmiştir.

Mahmud Hamza efendi, ilmî mes'elelerde çok dikkatli bir araş­tırıcı İdi. [404]

 

Eserler:

 

Mahmud Hamza Efendi'nin pek çok te'lifâtı vardır ve başlı-caları şunlardır:

1-) Mesâilii'l-Evkâf.

Vakıflarla ilgili mes'eleler hakkında bir eserdir.

2-) et-Tarîkatü'l-Vâzıha

3-) Risale fî-Haleli'1-Mubazaratı ve's-Siciüât

4-) Dürrü'l-Esrâr

Bu eser, Mahmud Hamza Efendinin yazmış olduğu noktasız ve ;ok meşhur bir tefsirdir.

5-) el-Ferâidü'1-Behiyye fî-Kavâidi'l-Fıktayye

6-) Tenbîhü'I-Havvâs alâ-enne'1-İmzâe fî'I-Hndûdi lâfî'l-Kısâş Bu risale, Ulemâdan Mecelle Cemiyeti âzası Abdüssettâr Efen­di'nin Tenbîhü'r-Riikûd alâ-enne'1-İmzâe mine'l-Kazâi fî'l-Kısâsı ve'l-Hudûd adlı eserine reddiye olarak yazılmış ve Şam'da basılmıştır. [405]

 

Mâlik İbni Âmir

 

Mâlik İbni Âmir, tabiînden bir zâttır. Esbah kabilesine mensuptur.

Mâlik İbni Âmir, Hz. Ömer (R.A.)'den hadıs-i şerîf dinlemiş ve rivayet etmiştir.

Mâlik İbni Âmir hazretleri, hicrî 74 (milâdî 693) yılında vefat etmiştir. [406]

 

Mehmed Zihni Efendi

 

Mehmed Zihni Efnedi, fıkıh sahasında eserler telif etmiş bu­lunan değerli bir Osmanlı âlimidir.

Adı: Mehmedtir. "Zihni" mahlası, kendisine hocası tarafından verilmiştir.

Mehmed Zihni Efendi, daha çok Hacı Zihni Efendi ismiyle meş­hur olmuştur.

Hacı Zihni Efendî, hicrî 1262 (milâdî 1845) yılında İstanbul'­da doğmuştur.

Babası Mehmed Reşid Efendi, mülkiye kaymakamı idi.

Mehmed Zihni Efendi, tahsilini tamamladıktan sonra, Babı­âli'de memuriyete başlamış ve bu sırada ilk eseri olan Sarf-ı Arabî'-yi yazmıştır.

Bir müddet Matbaa-ı Âmire'de de görev yapan Mehmed Zihni Efendi, buradan Mekteb-ı Sultani, Ulûm-i Arabiyye ve Dîniyye mu­allimliğine, oradan da Mekteb-i Mülkiye, Usûl-i Fıkıh muallimliği­ne tâyin edilmiştir.

Bu resmî görevleri yanında, bitmek tükenmek bilmez bir gay­retle ilmî araştırmalarını sürdüren Hacı Zihni Efendi, telif ve terce-me yolu ile, Türkçe ve Arapça pek çok eserler yazmıştır. Zamanının çoğunu kütüphanelerde geçirir ve müşfik bir aile reisi olmasına rağ­men, evine fazla vakit ayıramazdı.

Mehmed Zihni Efendi, zahirî ilimlerde, bir üstad olduğu gi­bi, tasavvuf sahasında da ileri derecede bilgi sahibi idi.

Aynı zamanda Şâbânî tarikatına intisap etmiş bulunan Mehmed Zihni Efendi, ilmi ile âmil, dürüst, gayretli, samîmi, şefkatli, çalış­kan ve son derece edepli bir zât idi.

Mehmed Zihni Efendi, Türkçeyi en güzel kullanan zâtlardan sayılır.

Kendisi ilim, irfan ve maarif hayatımıza pek çok hizmetlerde bulunmuştur.

Mehmed Zihni Efendi, Meclis-i Kebîr-i Maarif azaliğı ve Maa­rif Encümeni Teftiş ve Muayene reisliği gibi üst vazifelerde bulu­narak, maarif tarihimize fiilen de hizmet etmiştir.

Mehmed Zihni Efendi, şöhreti ülke hudutlarının dışında da yayılmış bir âlimdir. Nitekim, 1884 yılında Stockholm'da toplanan Şarkiyatçılar  Kongresi  tarafından,   Mehmed  Zihni  Efendi;   — eserlerinden dolayı— altın madalya ile taltif edilmiştir.

Mehmed Zihni Efendi, hicrî 1332 (mîlâdî 1914) yılında, son eseri olan el-Muhtasârat basıldığı sırada vefat etmitir.

Kabri, Beylerbeyi'ndeki Küplüce Câmiinin avlusundadır. [407]

 

Eserleri

 

Fıkıh, arapça, tercüme-i hâl, tecvîd gibi ilimlerde pek çok eser telif etmiş bulunan Mehmed Zihni Efendinin, bu eserlerinin çoğu mat-bûdur ve şunlardır:

1-) Ni'met-i İslâm;

Mehmed Zihni Efendinin en meşhur eseri olan Ni'met-i İslâm, İtikat, temizlik, namaz, oruç, zekât hac ve nikâh konularını içine alan çok geniş ve faydalı bir ilmihâldir. Bu kıymetli eser, kendisinden sonra yazılan bütün ilmihâllere örnek ve kaynak olmuş; eski ve yeni harf­lerle pek çok kere de basılmıştır.

2-) el-Mnhtasarât

Merhum Mehmed Zihni Efendinin son eseridir ve Ni'met-i İs­lâm'ın özeti mahiyetindedir.

3-) Usû!ü'n-Nükâ

Usûl-i fıkıhla ilgili bir eserdir. Basılmamıştır.

4-) Terceme-i Tuhfetü'l-Mülûk Tuhfetü'l-Mülûk adlı, kıymetli bir fıkhı kitabın tercümesidir.

Basılmamıştır.

5-) Elgaz-ı Fıkhiyye

Fıkıhla ilgilidir ve matbu'dur.

6-) el-Mnnkızu mine'd-Dalâl

İmâm Gazâlî'nin aynı adı taşıyan meşhur eserinin tercümesidir.

7-) Tuhfetü'f-Erîb Tercümesi

8-) Etvâku'z-Zeheb Tercümesi

9-) Feyz-i Yezdan Tercümesi

10-) Meşâhürii'n-Nisâ

Meşhur İslam kadınlarının tercüme-i hâlleri

11-) Kitâbü't-.Terâcîm

Hal tercümeleri ile ilgili bir eser.

12-) Sihâmü'l-İsâbe fi-Kenzİ Daavâti'l-Müstecâbe

Makbul dualarla ilgili bir eser.

13-) el-Hakâık Câmu's-Sağîr'deki hadîs-i şeriflerin râvilerinin hâl tercümeleri

14-) el-Kavlü's-Sedîd fî-İlmi't-Tecvîd

Tecvid ilmi ile ilgili bir eser.

15-) Düstûrii'l-Muvahhidîn

İtikâd ve ahlâk'Ia ilgili bir eserdir; basılmamıştır.

16-) el-Müntehâb fî-Ta'limi Lügati'1-Arab Arap dilindeki fiillerin çekimi ile ilgili bir eser.

17-) el-Muktedâb

Arapça sarf ve nahiv kitabıdır

18-) el-Kavfö'l-Ceyyid

Arap edebiyatında meşhur olan bazı beyitlerin şerhi.

19-) el-Müşezeb.

Bu da, arapca sarf ve nahiv kitabıdır.

20-) Sarf-ı Arabî

Bu kitap, M. Zihni Efendinin arapca olarak yazdığı ilk eserdir ve fiil çekimleri ile ilgilidir. [408]

 

Mekhûl İbni Zeyd

 

Ebû   Abdullah   Mekhûl   İbni   Zeyd,   tabiînin   meşhur fakıyhlerindendir.

Mekhûl hazretleri, Enes İbni Mâlik (R.A.) ile diğer bazı sa-hâbilerden ve İbni Müseyyeb gibi tabiînin büyüklerinden hadîs-i şe-rîf dinlemiş ve rivayette bulunmuştur.

Kendisisi ifta (= fetva verme işi) ile de iştigal etmiştir.

Mekhûl hazretleri, aslen Sind'lidir ve Kabil esirleri arasında gelmiştir.

Mekhûl, Sâid îbni Âs (R.A.) hazretlerinin kölesi idi; o refikası­na bağışlamış, hanımı da Mekhûl hazretlerini azâd etmiştir.

Mekhûl hazretleri, Mısır ve Irak'ta bir müddet bulunmuş ve sonra Şam'da yerleşmiştir.

Ebu Hatim şöyle demiştir: "Ben Şam'da Mekhul'den daha alim bir zat görmedim.

Mekhûl hazretleri, hicrî 118 (milâdî 736) tarihinde, Şam'da ' vefat etmiştir. [409]

 

Mesrûk İbni'l-Ecdâ

 

Mesrûk İbni'1-Ecda İbni Mâlik el-Hemdânî Kûfe'de yetişmiş tabiîlerin ilklerindendir. Künyesi: Ebû Âişe'dir.

Mesrûk, fazîletli ve sika bir zattır.

Mesrûk hazretleri, Hülefâ-i Râşidîn'den, Abdullah İbnü Mes'~ ûd'dan ve diğer büyük zâtlardan hadîs-i şerif rivayet etmiştir.

Mesruk'tan hadîs-i şerîf rivayet eden zatlar arasında da Ebû Vâil, Şa'bî, Nehâî gibi meşhur âlimler vardır.

Şa'bî şöyle demiştir:

— "Hiç bir Hemdanlı kadın, Mesrûk gibisini doğurmamıştır."

Ali İbni Medinî: "İbni Mes'ûdun ashabından hiç birini, Mes­rûk'a takdim etmem."

Mesrûk, meşhur kahraman Amr İbni Ma'dî'nin kız kardeşi­nin oğludur. Kendisi de kahraman bir zât i'di.

Hz. Ömer (R.A.), Mesrûk'a adını sormuş; o: "Mesrûk İbni Ecdâ'dır." karşılığını verince de:

—"Ben, Nebiyyi Ekrem'den "Ecdâ şeytandır." buyurduğunu işittim. Sen, Mesrûk bin Abdurrahman'sın." buyurmuştur.

Büyük bir âlim, fakıyh ve muhaddis olan Mesrûk hazretleri, hicrî 62 (milâdî 682) yılında vefat etmiştir. [410]

 

Meysere İbni Habîb

 

Meysere İbni Habîb, Kûfe'li bir fakıyhtır. Künyesi: Ebû Ha­zım en-Nehdî'dir.

Meysere İbni Habîb, yüksek bir fakıyh olduğu gibi, aynı za­manda sika bir muhaddistir Saduktur,

Meysere İbni Habîb, hicri 100 tarihînden sonra vefat etmiştir. [411]

 

Mis'ar İbni Kıdâm

 

Mis'ar İbni Kulam, meşhur muhaddislerden, fakıyh ve muk­tedir bir zâttır. Kûfe'lidir.

Şu'be şöyle diyor:

—"Biz, sıdkından dolayı, Mis'ar'a Mushaf adını verdik.

Mis'ar İbni Kıdâm, Sahih-i Buhâri'deki ravîlerdendir. Hişam îbni Urve şöyle demiştir:

—"Bize, Irak'tan Eyyüb Sahtiyanı ile Mis'ar'dan daha fazi­letli bir kimse gelmedi."

Süfyân-ı Sevrî şöyle demiştir:

—"Biz, bir yerde şek edince, onu, Mis'ar'den sorardık."

Mis'ar İbni Kıdâm hazretleri, hicrî 155 (milâdî 772) tarihinde vefat etmiştir. [412]

 

Molla Hüsrev

 

Molla Hüsrev (Muhammed İbni Feramuz İbni Ali) büyük bir Türk âlimidir. Tokat  civarındaki Türkmenlerden   İrsak kabîlesindendir.

Molla Hüsrev, zamanının en büyük fakıyhıdır. Fıkıh ilmini Burhânüddîn Herevî'den tahsil etmiştir.

Molla Hüsrev merhum, Edirne'de müderrislik yapmış ve bu sırada Fâtih Sultan Mehmet Han'ın büyük iltifat ve hürmetlerine mazhar olmuştur.

İstanbul'un fethinden sonra, Hızır Bey'i tâkîben İstanbul Ka­dılığına ve Ayasofya Müderrisliğine tâyin edilmiştir.

Molla Hüsrev (R.A. = Rahmetullahi aleyh), Bursa'da Zey-nîler'de bir medrese yaptırmış ve bu medresede de müderrislik göre­vi yapmıştır.

Fâtih Sultan Mehmet Han, Molla Hüsrev hazretleri ile iftihar eder ve vezirlerine hitaben: "Bakınız! Bu zât, zamanın Ebû Hanî-fe'sidir." derdi.

Hanefî âlimlerinin ileri gelenlerinden olan Molla Hüsrev haz­retleri, gayet vakur, mütevazı, yumuşak huylu ve güzel ahlâklı bir zât idi. Bir çok hizmetçisi bulunduğu hâlde, mütâlaahânesinde ken­di işlerini bizzat kendisi yapardı. [413]

 

Eserleri:

 

Molla Hüsrev (R.A.)'in pek çok kıymetli telîfâtı vardır. O'-nun ilmî kudretine şehâdet eden bu kıymetli eserlerin başlıcaları şunlardır:

1-) Hâşiye-i Beyzâvî

Bu eser, Kadı Beyzâvî'nin Tefsirine yapılmış bir haşiyedir. Bu haşiye, Kadı Beyzâvî Tefsiri üzerine yapılmış haşiyelerin en güzeli ve en tercih edileni sayılmaktadır.

Ancak, bu haşiye, tefsirin tamamını değil, Bakara Sûresinin 142. âyetine kadar olan kısmım ihtiva etmektedir.

Bu kıymetli haşiyeye —hicrî 1016 (milâdî 1608) yılında vefat et­miş olan Muhammed bin Abdülmelik Bağdadî el-Hanefî tarafından, Bakara Sûresinin sonuna kadar bir zey! yazılmıştır.

Molla Hüsrev'in bu kıymetli haşiyesinin, el yazma bir nüshası Âtif Efendi Kütüphanesinde mevcuttur.

2-) Hâşiye-i alâ'I-Telvîh

Bu kıymetli eser matbûdur.

3-) Dürerü'I-Hükkâm fî-Şerhî Gureri'l-Ahkâm

Bu eser de matbûdur. Molla Hüsrev hazretlerinin kendi el yazı­sı ile yazıp, Fâtih Sultan Mehmet Han'a takdim ettiği nüshası hâlen Köprülü Kütüphanesinde mevcuttur. Bu kıymetli eser, bir fıkıh ki-tâbidir ve furûu fıkıhla ilgilidir.

4-) Mir'atü'1-Usûl üâ Mirkâti'i-Vusûl

Bu kıymetli eser de, Usûl-i fıkıhla ilgilidir ve matbûdur.

Bu eserin de, Molla Hüsrev tarafından elle yazılmış bir nüsha­sı, İstanbul Yeni Cami Kütüphanesinde mevcuttur.

5-) Nakdü'I-Efkâr fî-Reddi'l-Enzâr

Bu eser, tesmiye, ahbâr-ı nübüvvet, fıkih, usûl belagat ve man­tık konularında olmak üzere altı bahsi içine almaktadır.

Molla Hüsrev merhum hicrî 885 (mîlâdî 1480) yılında, İstan­bul'da vefat etmiş ve na'şı, Bursa'ya nakledilerek, kendisinin yap­tırdığı medresenin avlusuna defnedilmiştir. [414]

 

Molla Miskin

 

Molla Miskin,  Muînüddîn Muhammed el-Herevî,  hanefî fakıyhlerindendir. [415]

 

Eseri:

 

Molla Miskin, Kenzü'd-Dekâik'e muhtasar ve müfid bir şerh yaz­mıştır. Ve bu şerhi hicrî 881 (mîlâdî 1477) yılında, Semerkant'ta tamamlamıştır. [416]

 

Müâz İbni Cebel

 

Muâz İbni Cebel (R.A.) ensâr-ı kiramdan yani Medîne-i Mü-nevvere'li sahâbîlerdendir.

Künyesi: Ebû Abdurrahman'dır ve Hazrec kabîlesindendir.

Hz. Muâz İbni Cebel, on sekiz yaşında iken, annesi ile birlik­te, İkinci Akabe Bîatında müslüman olarak, Fahr-i Kâinat (S.A.V.) Efendimize bîat etmiştir.

Muâz İbni Cebel (R.A.) hazretleri, Peygamber (S.A.V.) Efen­dimizle birlikte Bedir Savaşına katıldı. Daha sonraki yıllarda, Uhud, Hendek, Benî Kurayza ve Hayber gazvelerine de iştirak eden Muâz İbni Cebel hazretleri Mekke'nin fethinde de hazır bulunmuştur.

Mekke'nin fethinden hemen sonra yapılan Huneyn Gazvesinde, Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, Mekke'de kendisine vekil olarak Mu­âz İbni Cebel (R.A.)'i bırakmış ve O'na "Halka, Kur'ân-ı Kerim öğ­retmesini , dinî esasları açıklamasını" emretmiştir.

Huneyn Gazvesinden sonra, Medîne-i Münevvere'ye dönen Fahr-i Kâinat (S.A.V.) Efendimiz, yine Muâz İbni Cebel hazretleri­ni Mekke'de yerine vekil olarak bıraktı.

Muâz İbni Cebel (R.A.), Medîne-i Münevvere'ye döndükten sonra da Kurân-ı Kerîm ve dinî bilgileri öğretmeye devam etti.

Ayrıca, Muâz îbni Cebel hazretleri, Peygamber (S.A.V.) Efen­dimiz zamanında fetva veren bir kaç sahâbiden biridir.

Hicrî 9. yılda Tebük Seferinde de hazır bulunan Muâz İbni Ce­bel (R.A.), bu seferden dönüldükten sonra Peygamber (S.A.V.) Efen­dimiz tarafından, âmil (- zekât toplama görevlisi) olarak Yemen'e gönderildi.

Fahri- Kâinat (S.A.V.) Efendimiz, Hz. Muâz-ı Yemen'e uğur­larken ona:

—"Yâ Muaz! Sana bir mes'ele getirildiği zaman, ne ile hükme­deceksin?" diye sordu.

Muâz İbni Cebel (R.A.):

—"Allah'ın Kitabı ile hükmederim." karşılığını verdi.

Bunun üzerine, Peygamber (S.A.V.) Efendimiz:

—"Allah'ın Kitabında bulamazsan, ne ile hükmedersin?" buyurdu.

Muâz İbni Ceb I (R.A.):

—"Resûlullah'ın sünnetiyle..." diye cevap verdi.

Bu cevap üzerine Peygamber (S.A.V.) Efendimiz:

—"Peki, Resûlullah'ın sünnetinde de bulamazsan, ne yapacak­sın?" buyurdu.

Muâz İbni Cebel (R.A.) de:

— "Böyle bir durumda, kendi görüşüme dayanarak ictihad ede­rim."

Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, Muâz İbni Cebel hazretlerinin bu cevabından çok memnun kalmış ve:

—"Resulünün elçisini, Resulünün hoşnud kalacağı şeye mu­vaffak kılan Allah'a hamdederim." buyurmuştur.

Muâz İbni Cebel (R.A.), Yemen'e varınca, Yemenlileri İslâ-miyete da'vet etti. Bu da'veti kabul eden Yemenliler müslüman olun­ca, Muâz İbni Cebel'in işi kolaylaştı.

Hz. Muâz, bir müddet Yemen'de kaldı ve Peygamber (S.A.V.) Efendimizin vefatını orada öğrendi.

Gidişinden bir sene sonra hac için Mekke'ye geldi. Orada Hz. Ömer (R.A.) ile görüştü. Sonra, Medîne-i Münevvere'ye döndü:

Ve, Medîne-i Münevvere'de kaldığı müddetçe, Hz. Ebû Bekir (R.A.)'in müşavere hey'etinde bulundu.

Muâz İbni Cebel (R.A.), bir müddet Medine'de kaldıktan sonra Suriye tarafına gitti. Orada, hem savaşlara katıldı, hem de halka Kur5ân-ı Kerîm ve İslâmî bilgileri öğretti.

Muâz İbni Cebel (R.A.), Hz. Ömer (R.A.) zamanında da, bir defa zekât âmilliğine tayin edildi. Bu görevden sonra da, tekrar Su­riye tarafına gitti ve Humus üzerinden Filistin'e geçti.

Bu esnada, aile efradı ile birlikte bulaşıcı bir hastalığa (Amavas vebasına) yakalandı ve hicrî 18 (milâdî 639) yılında, vefat etti. Aynı hastalıktan aile fertleri de vefat etti.

Muâz İbni Cebel (R.A.) hazretleri, vefat ettiği sırada henüz 33 yaşında idi.

Muâz İbni Cebel (R.A.) hazretleri, Peygamber (S.A.V.) Efen­dimiz zamanında Kur'ân-ı Kerîmi bir arada toplamış bulunan zat­lardan biri idi.

Muaz İbni Cebel (R.A.) hazretleri, çok cömert ve faziletli bir zât idi. Eline geçenleri sadaka olarak dağıtırdı.

Muâz îbni Cebel (R.A.), Fahr-i Kâinat (S.A.V.) Efendimiz'-den 157 hadîs-i şerîf rivayet etmiştir.

Muâz İbni Cebel (R.A.), ashâb-ı kiramın âlimlerindendir. Müş-kili olan sahâbiler, O'na müracaat ederlerdi. Güzel konuşurdu ve hal­ka dâima nasihatlerde bulunurdu. [417]

 

Muhammed Ankaravî

 

Muhammet Ankaravî, Hüseyin Efendi adında Ankaralı bir za­tın oğludur.

Muhammed Ankaravî, tahsilini tamamladıktan sonra Yeni­şehir, Bursa, Mısır ve İstanbul Kadılıkları ile Anadolu Kazaskerliği görevlerinde bulunmuş; hicrî 1097 (milâdî 1686) yılında da Meşîhat-ı İslâmiyye (= Şeyhûl-îslam'hk) makamına getirilmiştir. [418]

 

Eserleri:

 

Muhammed Ankaravî Merhumun başlıca eserleri şunlardır:

1-) Fetâvâyi Ankaraviyye.

Bu eser, arapça ve muteber bir fetyâ kitabıdır.

2-) Tenvir Haşiyesi

Muhammed Ankaravî hicrî 1099 (milâdî 1687) yılında İstan­bul'da vefat etmiş ve Sultan Selim civarında Koğacı Dede türbesinin önündeki makbereye defnedilmiştir. [419]

 

Muhammed Emin Efendi (Bağdad'lı)

 

Muhammed Emin Efendi, aslen Anadolu Türklerindendir; an-'cak Bağdad'ta dünyaya geldiği için Bağdad'lı diye anılmaktadır.

Muhammed Emîn Efendi, tahsilini Bağdad'ta tamamlamış ve orada müfti olmuştur.

1867 yılında İstanbul'a Şurây-i Devlet âzâhğına tâyin edilen Muhammed Emin Efendi, bir sene sonra kurulan Meceüe-i Ahkâm-ı Adliyye Cemiyetine âzâ seçilmiş ve Mecelle'nin ilk dört kitabının hazırlanması sırasında bu görevde bulunmuştur.

1877'de ilk Ayan Meclisine âzâ tâyin edilen Bağdad'lı Muham­med Emin Efendi, hicrî 1309 (milâdî 1891) yılında İstanbul'da vefat etmiştir. [420]

 

Muhammed İbni Hanefiyye

 

Muhammed İbni Ali İbni Ebî Tâlib; Hz. Ali (R.A.) Efendi­mizin, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'den sonra, oğullarının en olgun ve en üstünüdür.

Künyesi: Ebû'l-Kâsım'dır. Ve kendisi Muhammed İbni Hane-fiyye diye meşhur olmuştur.

Muhammed İbni Hanefiyye'nin annesi, Havle binti Ca'fer İbni Kays, Benî Hanîfe kabîlesindendir.

Muhammed İbni Hanefiyye hazretleri, hicrî 21 (mîlâdî 641) yılında dünyaya gelmiştir.

Muhammed İbni Hanefiyye hazretleri, ilim yolunda gayretler sarfetmiş ve bu cümleden olmak üzere, Abdullah İbnü Abbâs ile bir­likte ilim ve fıkhı cem etmişlerdir.

Muhammed İbni Hanefiyye hazretleri, verâ, takva, istikâmet, güzel huy gibi hasletlerle de kâmil bir şekilde mevsuf idi.

Hz. Ali (R.A.)'nin, Muhammed İbni Hanefiyye hazretlerine, büyük muhabbet ve teveccühleri vardı. Hatta, irtihalleri sırasında, bu oğlunu, Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin'e tavsiye ve emânet etmişlerdi.

Cemel Vak'asmda, Hz. Ali (R.A.) Efendimizin sancağım, Mu­hammed îbni Hanefiyye hazretleri taşımıştır. Kahramanlık ve şeca­atle eşsiz olan Muhammed İbni Hanefiyye; aslında, bu çatışmaya iş­tirak etmek istemiyordu. Ancak, babası Hz. Ali (R.A.)'nin: "Baba­nın dâhil bulunduğu tarafın haklı olduğunda şübhen mi var?" de­mesi üzerine, sancağı eline almıştı.

Muhammed İbni Hanefiyye hazretleri, hicrî 73 (mîlâdî 693)

senesinde Medîne-i Münevvere'de vefat etmiştir. Cenaze namazım, o tarihte Medîne-i Münevvere Valisi bulunan Ebân İbni Osman haz­retleri kıldırmıştır. [421]

 

Muhammed İbni İshak

 

Muhammed İbni İshâk İbni Ca'fer es-Sağânî, büyük fakıyh-lerden biridir.

Muhammed îbni İshak, hadis ilminde de üstün bir derece sahi­bi olup, hüccet ve hâfızü'l-hadîs bir zâttır.

Künyesi Ebû Bekir olan Muhammed İbni İshâk İbni Ca'fer es-Sağânî, Bağdad'da yerleşmiş ve hicrî 276 (milâdî 890) yılında orada vefat etmiştir. [422]

 

Muhammed İbni Mahmud Mecdüd-Dîn

 

Muhammed İbni Mahmud Mecdüddîn, hanefî fakiyhlerinin ileri gelenlerindendir.

Muhammed İbni Mahmud Mecdüddîn, hicrî 632 (milâdî 1235) yılında vefat etmiştir. [423]

 

Eserleri:

 

Muhammed İbni Mahmud Mecdüddîn'in başlıca eserleri şunlardır:

1-) Füsûlü'l-Üstüriişenî Bu eser, muteber bir fıkıh kitabıdır. Ustürüşne, Semerkand'in doğusunda bir beldedir.

2-) Câmiu Ahkâmi's-Siğar[424]

 

Muhammed İbni Râşid

 

Muhammed İbni Râşid, Basra'h bir fakıyhtır. Künyesi: Ebû Urve'dir.

Muhammed İbni Râşid, Ezd Kabilesinin azadlılarından idi. Yemen'de ikâmet etmiştir.

Sika bir muhaddis ve faziletli bir fakıyh olan Muhammed İb­ni Râşid, hicrî 154 (milâdî 771) yılında, —seksen yaşında olduğu hâlde— vefat etmiştir. [425]

 

Muhammed İbni Semâa

 

Muhammed İbni Semâa İbni Abdillah et-Teymî, hanefî fa kıyhlerinin ilklerinden ve büyüklerindendir.

Muhammed İbni Semâa, hadis ilmi ile de iştigal etmiş ve Leys İbni Sa'd ile İmâm Ebu Yûsuf ve İmâm Muhammed'den hadîs-i şe­rif rivayetinde bulunmuştur.

Muhammed İbni Semâa hazretleri, fıkıh ilmini İmâm Ebû Yû-. suf ile İmâm Muhammed'den ve Hasan İbni Ziyâd hazretlerinden tahsil etmiş; kendisi de, Tahâvî'nin şeyhi Ebû Ca'fer Ahmed İbni Ebî İmran el-Bağdâdî'ye bu ilmi-okutmuştur.

Muhammed İbni Semaa hazretleri, sika, hâfız-ı hadîs ve fa-kiyh bir zât idi. Kendisi, İmâmeyn'den Nevâdir'i dinlemiş ve yazmıştır.

Muhammed İbni Semaa, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'tan sonra, halife Me'mun tarafından Bağdad Kadılığına tâyin edilmiştir.

İleri yaşlarında gözlerinin görmesi zayıflayan Muhammed İbni Semaa, bu görevinden alınmış ve yerine İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe (R.A.)'nin torunu ismail İbni Hammad tâyin edilmiştir.

Muhammed İbni Semaa, âbid ve zâhid bir zât idi. Her gün iki yüz rek'at namaz kıldığı rivayet edilir.

Muhammed İbni Semaa hazretleri hicrî 233 (mîlâdî 847) yı­lında vefat etmiştir.

O vefat edince, Yahya İbni Maîn:

—"Ehl-i Reyden, Reyhânetü'1-ilm vefat etti." demiştir. [426]

 

Eserleri

 

Muhammed îbni Semaa hazretlerinin başlıca eserleri şunlardır:

1-) Edebü'1-Kâdî

2-) Kitâbü'l-Mehâdır veVSicillâf

3-) en-Nevâdır. [427]

 

Muhammed İbni Şîrîn

 

Muhammed İbni Şîrîn Ebû Bekir el-Basrî,  tabiînin ileri gelenler indendir.

Babası Şîrîn, Hz. Enes İbni Mâlik (R.A.)'in kölesi idi; mükâte-be yolu ile azâd edilmiş ve bu sebeple ensâr'dan sayılmıştır. Annesi Safiyye de, Hz. Ebû Bekir (R.A.)'in azadlısı idi.

Bu durum, Muhammed İbni.Sîrîn'in ne derece yüksek bir aile ortamında yetiştiğini göstermektedir.

İbni Şîrîn tefsir, hadîs ve fıkıh ilimlerinde mütehassıs olduğu gibi, ayrıca güzel ahlâklı, âbid, zâhid ve sika bir zâttır.

Muhammed İbni Şîrîn, 30 kadar sahabe ile görüşüp, onların sohbetlerinde bulundu ve kendilerinden hadîs-i şerîf dinledi.

Çok sayıda hadîs-i şerîf öğrenen İbni Şîrîn hazretleri, bu ilimde imamlık derecesine yükseldi.

Muhammed İbni Şîrîn hazretleri; Hz. Âişe, Enes İbni Mâlik, Zeyd İbni Sabit, Hasan İbni Ali, Ebû Hureyre, Abdullah İbni Ab-bas, Cündeb İbni Abdullah, Semûre İbni Cündeb, İmran İbni Hu-sayn, Huzeyfe Îbni'l-Yemân, Ebû Saîd el-Hudrî ye Ebû'd-Derdâ gi­bi sahâbîlerden ve tabiînin ileri gelenlerinden pek çok zattan hadîs-i şerîf dinlemiş ve rivayet etmiştir.

Kendisinden de, Kûfe'nin en büyük âlimlerinden Şa'bî, meş­hur hafız ve imamlardan Kâtâde İbni Diâme, yine devrin meşhur âlim ve muhaddislerinden Dâvud İbni Hind, Ebû Eyyûb, Hâlid el-Hazzâ, Cerîr İbni Hazım, Eş'as İbni Abdülmelik, Âsim el-Ahvel, Mâlik İb-' ni Dinar, Evzâî, Umâre İbni Mihran, Ebû Hilâl, İbni Avn, Süley­man et-Teyrrn ve Mükâtil İbni Süleyman gibi zâtlar hadîs-i şerîf ri­vayet etmişlerdir.

Hadîs ilminde imâm olan Muhammed İbnî Şîrîn, rivayet es­nasında harflere bile dikkat eder ve isnada gerekli hassasiyeti gösterirdi.

Muhammed İbnî Şîrîn hazretleri tefsir ilminde de mütehassıs­tır ve müfessirlerin ikinci tabakasına dâhildir.

Fıkıh ilminde de büyük bir kudret sahibi olan Muhammed İbni Şîrîn müctehiddi ve verdiği fetvalar çok beğinilirdi.

el-İclî şöyle diyor:

—"Ben, İbni Şîrîn kadar, fıkıhta takva sahibi ve takvada fıkha bağlı bir kimse görmedim."

Hatîb-i Bağdadî de şöyle diyor:

—"îbni Şîrîn, kendi zamanında verâ ve takva ile yad olunan fakıyhlerden biri idi."

Muhammed İbni Şîrîn, isabetli rüya tabir etmesi ile de meş­hur olmuştur.

İbni Şîrîn ticaretle iştigal ederdi. Bezzazlık yanı manifatura­cılık yapardı ve bütün alış-veriş işlerinde adaletli davranır; kimseyi kandırmaz ve sattığı malda bulunan bütün kusurları söyler, hiç biri­ni saklamazdı.

Hişam İbni Hassan: "İbni Şîrîn, gördüğüm insanların en doğ­rusudur." demiştir.

Ahlaken de kâmil bir zât olan Muhammet İbni Şîrîn hazretle­ri hicrî 110 (milâdî 729) tarihinde Basra'da vefat etmiştir. [428]

 

Mühammed İbni Sevr

 

Muhammed İbni Sevr, büyük bir fakıyhtır. Künyesi: Ebû Abdullah'tır.

San'a'lı olan Muhammed İbni Sevr fıkıh ilminde üstün olduğu gibi, ilmi ile amel eden, zâhid ve vera sahibi bir zât idi. Hadîs ilminde de sika olarak tanınır.

Muhammed İbni Sevr, takriben hicrî 290 (mîlâdî 903) tarihinde vefat etmiştir. [429]

 

Muhammed Sincârî

 

Muhammed İbni Muhammed Kıvâmüddîn el-Kâkî es-Sincârî, hanefî fakıyhlerindendir.

Muhammed Sincârî, Kahire'ye giderek Mardin Camii şerîfin-de talebe yetiştirmek ve fetva vermekle iştigal etmiştir. [430]

 

Eserleri:

 

Muhammed Sincârî, hanefî fıkhı ile ilgili bazı eserler de telif et­miştir. Başlıcaları şunlardır:

1-) Mi'râcü'd-Dirâye Bü eser, Hidâye'nin şerhidir.

2-) Uyûnü'l-Mezâhib.

Bu eser de, eimrne4 erbaa'nm (= dört fıkıh mezhebinin imam­larının) kavillerini içine alan bir kitaptır.

Muhammed Sincârî, hicrî ,749 (mîlâdî 1348) tarihinde vefat etmiştir. [431]

 

Muhammed Zâhid El-Kevserî

 

Muhammed Zâhid el-Kevserî, son devir Osmanlı âlimlerinin'

ileri gelenlerindender.

Hicrî 1296 (mîlâdî 1879) yılında Düzce'nin Hacı Hasan Efendi köyünde dünyaya gelen Muhammed Zâhid Efendi, Müderris Hasan el-Kevserî'nin oğludur.

İlk tahsilini Düzce'de yapan Muhammed Zahid el-Kevserî, 1893 yılında İstanbul'a gelip, tahsiline devam etmiş ve 1904 yılında icazet almıştır.

1907 yılında girdiği bir imtihanı kazanan Muhammed Zâhid Efendi dersiam olmuş ve bu tarihten Birinci Cihan Harbi'nin başla­rına kadar Fâtih Camiinde müderrislik yapmıştır.

Şeyhü'l-İslârn Ürgüplü Mehmed Hayri Efendi zamanında Kas­tamonu'da açılan yeni bir medreseyi faaliyete geçirmekle görevlen­dirilen M. Zâhid Efendi, /1909 yılında, bu görevinden istifa ederek İstanbul'a dönmüştür.

İstanbul'a gelince, Dârü'ş-Şafaka'ya bir ay sonra da Medresetü'l-Mütehassisîne müderris olarak tâyin edilen Muhammed Zâhid el-Kevserî, bir müddet sonra Ders Vekâleti Meclisine âzâ seçilmiş ve daha sonra da Ders Vekilliğine tâyin edilmiştir.

İttihat ve Terakkicilerle anlaşamıyan M. Zahid Efendi, Ders Vekilliğinden azledilmiş; ancak, Ders Vekâleti Meclisi âzâlığı ile müderrislik görevine, 3 Kasım 1922 tarihinde Mısır'a gitmek üzere, Türk-iyeden ayrılıncaya kadar devam etmiştir.

Mısır'da da ilmî faaliyetini sürdüren, M. Zâhid Efendi, bura­da, özellikle ehl-i sünnet dışı fikirlerle, gayet seviyeli bir şekilde mü­cadelesini sürdürmüş ve çok kıymetli eserler telif etmiştir.

Elliden fazla kitabı ve yüzden fazla ilmî makalesi bulunan Mu-hammed Zâhid el-Kevserî, genellikle hadîs ve fıkıh sahasında çalış­mış ve İslâm âleminde zuhur eden yanlış ilmî kanâatleri düzeltmeye çalışmıştır.

Muhammed Zâhid el-Kevserî, 1952 yılında, yetmiş bir yaşın­da Kâhire'de. vefat etmiştir. [432]

 

Mus'ab İbni Umeyr

 

Mus'ab İbni Umeyr (R.A.), ashâb-ı kiramın büyüklerinden ve ilk müslümanlardandır.

Künyesi: Ebû Muhammed'dir.

Doğum tarihi kesin olarak bilinmemektedir.

Mus'ab İbni umeyr (R.A.), babası ve annesi tarafından, Ku-reyş'in asil ve zengin, bir ailesine mensup oldüğudan gayet rahat bir hayat sürüyordu.

Orta boylu, güzelyüzlü, nazik, yumuşak huylu ve çok zeki bir zât olan Mus'ab İbni Umeyr (R.A.) hazretleri, aynı zamanda fev­kalâde güzel konuşan bir zât idi.

Akl-i selîm sahibi olan Mus'ab İbni Umeyr (R.A.),  — müslüman olmadan önce de— putlardan nefret ederdi.

Annesi tarafından, en iyi şartlar altında, refah ve bolluk için­de yetiştirilen Mus'ab İbni Umeyr'e, Mekke'de herkes gıbta ederdi. Ancak O, kendisini boşlukta hissediyordu.

Bir gün, Osman îbni Talhâ'yı ibâdet ederken gördü. Ve hiç tereddüt etmeden, o sırada Erkâm İbni Ebî Erkam'm evinde, İslâ-miyeti yaymak için gayret sarfeden Fahr-i Âlem (S.A.V.) Efendimi­zin huzuruna çıkarak müslüman oldu.

Hz. Mus'ab'm ailesi, O'nun müslüman olduğunu duyunca, di­ninden dönmesi için baskı yaptılar. Eylerinde bulunan bir mahsene hapsedip, günlerce aç ve susuz bıraktılar. Sonra da, yakıcı sıcak al­tında, her türlü işkence yaptılar.

Mus'ab İbni Umeyr (R.A,) ise, bütün bu işkencelere sabırla kat­landı ve samimiyetle sarıldığı yüce dininden dönmedi.

Sonra, Habeşistan'a hicret izni çıkınca Mus'ab İbni Umeyr (R.A.) hazretleri de, oraya hicret edenlerin arasına katıldı.

Bir müddet, Habeşistan'da kalan Hz. Mus'ab, orada da çok sı­kıntılı günler geçirdi.

Ve, bir müddet sonra dönüp, Peygamber (S.A.V.) Efendimizin yanma geldi.

Hz. Ali (R.A.) Efendimiz, bu dönüşü şöyle anlatıyor: —"Ben, Resulullah (S.A.V.) ile oturuyordum. Bu sırada Mus'ab îbni Umeyr geldi. Üzerinde, yamalı bir elbiseden başka bir şey yok­tu. Resulullah (S.A.V.) O'nun bu hâlini görünce, mübarek gözleri yaşla doldu. Çünkü, O, müslüman olmadan önce servet içinde idi. Ve O, dini uğruna bunları terketti."

Birinci Akabe Biatında müslüman olan Medme'liler, Peygam­ber (S.A.V.) Efendimiz'den, kendilerine İslâmiyeti öğretecek bir mu­allim istediler. Bu iş için, Mus'ab İbni Umeyr (R.A.) görevlendirildi.

Bunun üzerine, Mus'ab îbni Umeyr hazretleri Medine'ye gidip,

Es'ad İbni Zürâre'nin evine yerleşti. O, bu evde, hem Kur'an-ı Ke­rîm öğretiyor, hem de Islâmiyeti yaymak için elinden geleni yapıyordu. O'hun bu gayreti ile, Medine'de pek çok kişi müslüman oldu.

Özellikle, Medine'deki ileri gelen kabilelerin reisleri bulunan Sa'd Ibni Muâz ve Useyd İbni Hudayr'm müslüman olmaları, kabileleri­ne müessir oldu ve İslâmiyet, Medine'de hızla yayıldı.

Medîne'li müslümanlardan bir kısmı, Peygamber (S.A.V.) Efendimizle görüşmek üzere, hac mevsiminde Mekke'ye gitmek is­tediler. Bunları alıp Mekke'ye gelen Mus'ab İbni Umeyr (R.A.) haz­retleri, doğruca Fahr-i Âlem (S.A.V.) Efendimizin yanma gitti.

Bu gelişinde, Mekke-i Mükerreme'de üç ay kadar kalan Mus'-ab îbni Umeyr (R.A.) hazretleri, Peygamber (S.A.V.) Efendimizin hicretinden on iki gece önce, Rebîu'l-evvel ayının başında, ikinci defa Medine'ye hicret etti.

Bu hicretten sonra uygulanan kardeşleşme olayında, Mus'ab İbni Umeyr (R.A.) hazretleri, Ebû Eyyûb el-Ensârî ile kardeş yapıldı.

Mus'ab îbni Umeyr (R.A.) hazretleri Bedir Savaşına katıldı ve Sancağı taşıdı. Büyük kahramanlıklar gösterdi.

Uhud Savaşma da katılıp, orada da sancaktarlık yapan Mus'ab îbni Umeyr (R.A.) hazretleri, bu savaşta, üst üste iki zırh giymişti. Bu hâli ile de Peygamber (S.A.V.) Efendimize çok benziyordu. Müş­rik ordusundan İbni Kam'a, Peygamberimize Saldırdı. Mus'ab İbni Umeyr, O'nun önüne atıldı ve kılıç darbesi ile sağ ile kesildi. Sanca­ğı sol eline aldı; o da yaralanınca, iki kesik kolu ile tuttu.

Ve, Mus'ab İbni Umeyr (R.A.) hazretleri bir mızrak darbesi ile şehid edildi.

Bu kıyafeti içinde, Mus'ab İbni Umeyr (R.A.), Peygamberimi­ze benzemekte olduğundan, müşrikler, Fahr-i Kâinat (S.A.V.) Efen­dimizi öldürdüklerini zan ve öyle ilân ettiler.

Savaş tamamlanıp, şehidler defnedilirken, Mus'ab İbni Umeyr (R.A.)'e kefen olarak bir şey bulunamamıştı. Baş tarafı kaftanı ile örtüldü; ayak tarafı ise otlarla kapatıldı.

Uhud Savaşı hicrî 3 (mîlâdî 625) yılında yapıldı ve Mus'ab îb­ni Umeyr (R.A.), şehid olduğunda kırk yaşlarında idi. [433]

 

Mutarrif İbni Abdullah

 

Mutarrif îbni Abdillah İbni Seleme İbni'1-Esam; İmâm Mâ-lik'in ashâbmdandır.

Künyesi: Ebû Mus'ab el-Medenî'dir. Kendisi, İmâm Mâlik'in kız kardeşinin oğludur.

Sika bir zât olan Mutarrif İbni Abdillah, hicrî 220 (mîlâdî 835) tarihinde vefat etmiştir. [434]

 

Mutarrif İbni Mazin

 

Mutarrif îbni Mazin, fakıyh bir zâttır. Künyesi: Ebû Eyyûb el-Kinânî'dir.

Mutarrif îbni  Mazin,  Yemen'in San'a Şehrinde  kadılık yapmıştır.

İmâm Şafiî, Mutarrif İbni Mâzin'in, mahkemede, insanlara Kur*an-ı Kerîm (= Mushaf) ile yemin ettirdiğini görmüştür.

Mutarrif İbni Mazin, hicrî 191 (mîlâdî 807) yılında vefat etmiştir.

Bu zat, hadîs bakımından saduk görülmemiştir. [435]

 

Mücâhid İbni Cebr

 

Mücâhid îbni Cebr el-Mekkî, tabiînin büyüklerindendir. Künyesi: Ebû'l-Haccâc'tır.

Mücâhid hazretleri tefsir, hadîs ve fıkıh'ta imâm idi.

Mücâhid İbni Cebr; Abdullah îbnü Abbas, Ebû Hureyre, Câ-bir ve Abdullah İbnü Ömer (R.A. = Radıyallahü Anhüm)'den ve diğer bazı sahâbîlerden hadîs~i şerîf. rivayet etmiştir.  

Kendisinden de; Tavus, İkrime, Katâda, tbni Kesîr, Ebû ^Vmr İbni Alâ gibi meşhur zâtlar tefsir ve hadîs dinleyip, rivayette bulunmuşlardır.

İmâm Şafiî ve İmâm Buhârî hazretlerinin, Mücâhid îbni Cebr'e büyük itimatları vardır.

Sahîh-i Buhârî'de, Mücâhid îbni Cebr'den tefsir hakkında ve diğer konularda, bir çok nakiller vardır.

Tenzîbü'l-Esmâ'da şöyle denilmektedir:

"Mücahid, tefsirde, hadîste ve fıkmta imamdır."

Mücâhid İbni Cebr hazretleri, hicrî 21 (mîlâdî 642) yılında dün­yaya gelmiş, 103 (mîlâdî 722) yılında, secde hâlinde iken vefat etmiştir.

Mücâhid ibni Cebr hazretlerine İbni Cübeyr de denir. [436]

 

Müsedded El-Basrî

 

Müsedded îbni Müserhed el-Esedî el-Basrî, hâfız-i hadîs, fa-kıyh ve sika bir zâttır.

Künyesi: Ebû'l-Hasan'dır.

Rivayete göre: Basra'da, ilk Müsned kitabını yazan bu zâttır. Adının "Abdülmelik" olduğunu söyleyenler de vardır.

Müsedded el-Basrî, hicrî 223 (mîlâdî 838) yılında vefat etmiştir. [437]

 

Müsüm İbni Hâlid

 

Müslim tbni Hâlid, tabiînden ve Mahzum Kabilesi azadlılar-dan,   Mekke-i   Mükerremeli   bir   zâttır.   Künyesi:   Ebû   Hâlid ez-Zencî'dir.

Müslim İbni Hâlid; Zührî, îbni Cüreyc, İbni Ebî Müleyke, Amr İbnj Dînar gibi bir çok meşhur âlim ve muhaddisten, ilim tahsil et­miş ve hadîs-i şerîf rivayetinde bulunmuştur.

Müslim İbni Hâlid, İmâm Şafiî'nin üstadı sayılmaktadır.

Nevevî, Tenzîbü'l-Esmâ'da şöyle diyor:

—' 'Müslim İbni Halici (R.A.), bizden, Resûl-i Ekrem (S.A.V.)'e muttasıl olan, fıkıh silsilemizdeki ecdadımızdan biridir."

îbni Ebî Hatim şöyle demiştir:

—"Müslim-i Zencî, fıkıhta ve ilimde bir imamdır."

Şeyh Ebû İshâk'da Tabakâtı'nda şöyle diyor: —"Müslim İbni Hâlid, İbni Cüreyc'den sonra, Mekke-i Müker-

reme'de müftî olmuş ve şeyhü'l-Haremeyn unvanını almıştır."

Müslim İbni Hâlid, fakıyh ve sika bir zattır. Bununla bera­ber, O, muhaddislerce kavî görülmemiştir.

Müslim îbni Hâlid, hicrî 179 (mîlâdî 796) yılında, —seksen yaşında olduğu hâlde— vefat etmiştir. [438]

 

Müsüm İbni Yesâr

 

Müslim îbni Yesar, tabiînden fakıyh, fazıl ve sika bir zattır. Künyesi: Ebû Abdullah el-Basrî'dir.

Müslim İbni Yesar'ın, Hz. Osman (R.A.)'m azadlılârından ol­duğu rivayet edilmektedir.

Halife İbni Hayyat şöyle demiştir.

—"Müslim İbni Yesar, Basra'daki beş büyük fakıyhın beşinci­si sayılır."

Müslim İbni Yesar, hicrî 100 (milâdî 722) yılında vefat etmiştir. [439]

 

Muzafferü'd-Dîn İbni Sâatî

 

Muzafferüddin İbni Sâatî Ahmet İbni Ali, aslen Ba'lebekli olan ve Bağdad'a yerleşmiş bulunan bir âlimdir.

Babası Ali İbni Sa'leb, Bağdad'da Muntasır Kapısı üzerindeki meşhur saati yapmıştır. O, astronomi ilminde meşhur bir âlim oldu­ğu gibi, saat yapımı ile de şöhrete ulaşmış bir usta idi. .

Muzafferüddin İbni Sâatî, Bağdad'da yetişti ve ilimde kemâ­le erdi. Şer'î ilimlerde zamanın imâmı oldu.

Muzafferüddin, Tâcüddin Ali İbni Sencer'den, o da, Zahîrüd-din Muhammed el-Buhârfden ilim tahsil etmiştir. Zahîrüddin Mu-hammed, meşhur Fetâvâyi Zahîriyye'nin sahibi olan zattır. O da ilmini Kâdîhân'dan, Kâdîhân da Hasan İbni Ali Mergînânî'den, bu da Ab-dülaziz İbni Ömer İbni Mâze'den, bu da İmâm Serahsî'den, Serahsî ise İmâm Halvânî'den almışlardır.

Şafiî ulemâsından, Mahsul'ün şârihi Şemseddin İsfehânî, İb­ni Sâati'yi, İbni Hâcib'ten üstün görür ve: "Ondan zekidir." derdi.

Yâfiî, Mir'atü'l-Cinân'da şöyle diyor:

"İbni Sâatî, zekâda, fesahatte ve hüsn-i hatta darb-ı mesel gibi olmuştu. Fıkıhta, fıkıh usûlünde ve edebiyatta faideli tasnifleri var­dır. Bağdad'da Mustansiriyye'de müderris idi. Ba'lebek, Şam'a on iki fersah mesafede bir şehirdir. Sem'ânî böyle demektedir." [440]

 

Eserleri:

 

ibni Sâatî'nin belli başlı eserleri şunlardır:

1-) Mecmâu'l-Bahreyn

İbni Sâatî merhum, bu meşhur eserinde, Muhtasar-ı Kudûrî ve Manzûme-i Nesefî'yi cem etmiş; ayrıca, pek çok mes'elelerde de fay­dalı, ilâveler yapmıştır.

MecmâıTl-Bahreyn'i bizzat îbni Sâatî merhum şerh ettiği gibi, ayrı­ca başka âlimler de şerhetmişlerdir.

2-) el-Kavâid vei-Bedâi

Bu eser, usûl-i fıkha dâirdir. îbni Sâatî merhum bu eserinde de Fahru'l-İslâm Pezdevî'nin Usûl kitabı ile, Âmidî'nin Usul kitabını cem etmiştir.

Muzafferüddin İbni Sâatî, hicrî 694 (mîlâdî 1294) tarihinde vefat etmiştir. [441]

 

Nâfî Ebû Abdillah

 

Nâfi   Ebû   Abdillah   İbni   Hürmüz   el-Medenî   tabiînin meşhurlar ındandır.

Nâfi Ebû Abdullah, aslen Horasanlı veya Belh'Iidir. Abdul­lah îbnü Ömer (R.A.)'in azadlısıdır.

Abdullah îbnü Ömer (R.A.)'den nakledilen hadîs-i şeriflerin ço­ğunu bu zât rivayet etmiştir.

Nâfi Ebu Abdullah hazretlerinin sika ve büyük bir muhaddis olduğunda ittifak vardır.

İmâm Buhârî hazretleri şöyle demiştir:

—"îsnadların en sahihi, MâkVin Nâfî'den, Nâfi'in de İbni Ömer (R.A.)'den olan rivayetidir."

Halîfe Ömer İbni Abdülaziz, halka Peygamber (S.A.V.) Efen-dimzin  sünnetini   öğretmesi   için,   Nâfi  Ebû  Abdillah'ı  Mısır'a göndermiştir.

Nâfi hazretleri, hicrî 117 (milâdî 736) tarihinde Medîne-i Mü-nevvere'de vefat etmiştir. [442]

 

Nasırü'd-Dîn Muhammed

 

Nasırüddin Muhammed İbni Yûsuf es-Semerkandî, hanefî fa-kıyhlerinin büyüklerindendir.

Künyesi: Ebû'l-Kâsım'dır.

Nasırüddîn Muhammed es-Semerkandî, zamanının müetehi-di idi.

Rivayete göre: Nasırüddîn Muhammed, Semerkant'ta bazı imâm ve âlimler hakkında bastı lisanda bulunduğu için, bazı kimse­ler tarafından taşlanarak şehid edilmiştir. [443]

 

Eserleri:

 

Nasırüddin Muhammed es-Semerkandî merhumun, fıkıh sa­hasında pek çok eserleri vardır. Başlıcalan şunlardır:

1-) el-Menâfî

2-) el-Mültekât fî'1-Fetâvâ

3-) Hulâsatü'l-Müftî

4-) Mesâbihü's-Sübül

5-) Kilâbü'l-Ahkaf

Nasırüddin Muhammed es-Semerkandî, hicrî 556 (milâdî 1161 yılında vefat etmiştir. [444]

 

Nâtıfî Ebû'l-Abbas

 

Nâtıfî Ebû'l-Abbas, Ahmed îbni Muhammed et-Taberî, ha­nefî fakıyhlerinden ve Irakaynin büyük âlimlerinden biridir.

Nâtıfî merhum, fıkıh ilmini Ebû Abdullah el-Cürcânî'den okumuştur. [445]

 

Eserleri:

 

NâtıfTnin başhca eserleri şunlardır:

1-) el-Ecnâs fî'1-Fürû

2-) el-Fürûk

3-) el-Vâkıât

Nâtıfî Ebû'l-Abbas et-Teberî hicrî 446 (mîlâdî 1055) tarihin­de vefat etmiştir.

Nâtıf: Bir nevî kaba helva demektir. [446]

 

Nevevî

 

Ebû Zekeriyyâ Muhyiddîn Yahya İbni Şeref en-Nevevî, hicrî yedinci asrın büyük hadîs ve fıkıh âlimlerindendir.

Şam Nahiyelerinden Neva'da hicrî 631 (mîlâdî 1233) yılında do­ğan Ebû Zekeriyyâ, 677 (mîlâdî 1278) yılında yine aynı yerde vefat etmiştir.

Nevevî merhum asrının en seçkin âlimlerinden okumuş ve İs-lâmî ilimlerin bütün şubelerinde yüksek bir selâhiyet kazanmıştır.

Keskin bir zekâ ve kuvvetli bir hâfızaya.malik olan Nevevî mer­hum, küçük yaşlarda iken, Kur'an-ı Kerîm'i dört buçuk ayda ezberlemiştir.

Nevevî merhum, usul ve furûda şâfiî îmâmlarındandır. Sözü, fukahâ arasında senet kabul edilen Nevevî merhum, hadîs ilmine ve hadis ricaline de tam manâsile vâkıftır.

Nevevî merhum, zühd ve takvada da ileri bir zât idi. Geceleri­ni ibâdet, Kur'an okuma ve eser yazmakla geçirirdi.

Nevevî, hiç kimseden bir şey almaz ve daima insanlara iyiliği emreder, kötülüklerden nehyederdi.

Bu görevini herkese karşı sürdürür; gerektiğinde hükümdarla­ra, valileri ve hatta zâlimlere bile mektup yazar ve hakikati onlara bildirerek, azâb-ı ilâhî ile korkuturdu. [447]

 

Eserleri:

 

İmâm Nevevî Hazretlerinin başlıca eserleri şunlardır:

1-) el-Minhâc fı-Şerhî Sahih-i Müslim İbni'l-Haccâc

Bu eser, Sahîh-i Müslim'in çok kıymetli bir şerhidir ve beş cilt hâlinde basılmıştır.

2-) et-Takrib ve't-Teysîr I i-M arife ti Süneni' 1-BeşîrFn-Nezfr

Bu eser, usûl-i hadîs'le ilgilidir.

3-) el-Erbaûne Hadisen

Bu eser, Erbaînü'n-Nevevî ismi ile meşhur olmuştur. Çeşitli dillere çevrilmiş ve bu kıymetli kitap kırk hadis ihtiva etmektedir.

4-) Minhâcü't-Tâu'bîn ve Umdetü'l-Müttakîn

Bu eser, şâfiî fıkhına dâir kıymetli bir kitaptır.

5-) el-lzâh fî'1-Menâsik.

Bu kitap, muhtasar bir eserdir. Ve matbûdar.

6-) Tezhîbü'l-Esmâ ve'l-Lûgât

Bu eser, hadîs ricali hakkındadır ve alfabetik bir sistem ile ter­tip edilmiştir. Mısır'da basılmıştır.

7-) Riyâzü's-Sâlihîn nin Kelâmi Seyyidi'I-Mürselîn

Bu eser, merhum Diyanet İşleri Başkanı H. Hüsnü Erdem tarafmdan Türkçeye tercüme edilmiş ve defalarca basılmıştır.

8-) Bahân Şerhi

imâm Nevevî merhumun, Sahih- Buharî'nin bir kısmına yap­mış olduğu bir şerhtir.

9-) el-İrşâd

Bu eser de, hadîs ilmine dâirdir.

10-) Hiyletü'l-Ebrâr ve Şiârii'l-Ahyâr fî Telhiysî'd-Deavâti ve'l-Ezkâr Bu eser, zikir ve dua ile ilgilidir. Matbûdur ve bir çok şerhleri vardır.

11-) et-Tibyân fî-Âdâbi Hameleti'I-Kur'ân Bu kıymetli eserin de şerh ve muhtasarları vardır.

12-) Mekâsidü'n-Nevevî

Bu eser, tevhid, ibadet ve tasavvuf konularını ihtiva eder ve matbûdur.

13-) Revzatu't-Tâlibîn ve Umdetü'l-Muttakîn

Bu da, şâfiî fıkhına dair kıymetli ve kaynak bir eserdir. Bir çok defa şerh ve telhıys edimiştir. Matbûdur.

14-) TasbîhiTt-Tenbîh

Bu eser de, şâfiî fıkhının mühim kaynaklarından ve müracaat kitaplarından biridir. Matbûdur.

15-) el-Mecmû

Bu eser, el-Müzehheb'in şerhidir. Dokuz cilt olan bu eser, Mı­sır'da basılmıştır.

16-) Tabakâtü'l-Fukahâ

Fukahâ'nm hayatı ve eserleri ile ilgili bir eserdir. [448]

 

Ömer Hilmi Efendi (Karın-Âbadlu)

 

Ömer Hilmi Efendi, hicrî 1261(mîlâdî 1845) yılında, İstan­bul'da dünyaya gelmiştir. Fukahâ'dan Kann-Âbad'lı Abdurrahman Efendinin oğludur.

Ömer Hilmi Efendi, bir çok hocadan özel ders okumuş ve Tik-veşli Kazasker Yûsuf Efendiden icazet almıştır.

Önce müderrislik görevine başlıyan Ömer Hilmi Efendi, da­ha sonra Fetvâ-hâne müsevvidliğine tayin edilmiştir.

Bir müddet sonra Fetvâ-Emîni olan Ömer Hilmi Efendi, bunu takiben Evkâf-ı Hümâyûm Müsteşarlığı, Senedât-ı Hâkânî memurluğu, Mahkeme-i Temyiz âzâlıği ve Evkaf Müfettişliği gibi görevler­de bulundu.

Bu arada, sırasiyle ilmiye rütbelerini kateden Ömer Hilmi Efendi, 1885'de İstanbul payesini kazandı.

Nisan 1888'de Temyiz Mahkemesi Reisliğine tâyin edilen Ömer Hilmi Efendi, bu arada Hukuk Mektebinde Mecelle ve İslâm Huku­ku ile ilgili dersler okuttu.

Ömer Hilmi Efendi, 27 Ekim 1889'da Temyiz Mahkemesi Reisi iken, aniden vefat etti. Mezârî Fâtih Camiî avlusundadır. [449]

 

Eserleri

 

Karın-âbâdlı Ömer Hilmi Efendi, devrinin en ileri fakıyhle-rinden biridir. Hattâ, Ahmet Cevdet Paşa, Ömer Hilmi Efendi'den "devrimizin İmâm-ı A'zamV diye bahsedermiş

Ömer Hilmi Efendinin başlıca eserleri şunlardır:

1-) İthâfu'l-Ahlâf fi-Ahkâmi'l-Evkâf

Vakıf hükümleri ile ilgili bu değerli eser Fransızcaya tercüme edilmiştir.

2-) Ahkâmü'I-Arâa

3-) Mîyârii'l-Adâlel

4-) Kitâbü'l-Diyât[450]

 

Ömer İbni Abdülaziz

 

Ömer îbni Abdülaziz, Emevî halîfelerinin sekizin çişidir. Ömer İbni Abdülaziz'in annesi Ümmü Âsim Hafsa, Hz. Ömer1

(R.A.)'in oğlu Âsım'in kızı idi. Bundan dolayı, Ömer İbnü Abdüla­ziz, Hz. Ömer (R.A.)'in torunlarından sayılır.

Babası Abdülaziz İbni Mervan da, adaletli, insaf ve diyanet sahibi bir zât idi.

Ömer İbni Abdülaziz, hicrî 60 (milâdî 679) yılında, yaniİHz. Muâviye'nin vefat ettiği sene, Medîne-i Münevvere'de doğmuştur.

Abdülaziz İbni Mervan, Mısır Valiliğine tayin edilince, Oğlu Ömer'i de beraberinde götürürdü.

Daha sonra, babası, Ömer İbni Abdülaziz'i tahsil için Medîne-i Münevvere'ye gönderdi. Orada, Enes İbni Mâlik, Abdullah İbni Ca'-fer ve Said İbni Müseyyeb gibi zevattan hadîs-i şerîf dinlemiş ve ilim tahsil etmiştir.

Babası hicrî 85 (milâdî 705) yılında vefat edince, amcası olan halife Abdülmelik, Ömer İbni Abdülaziz'i Şam'a getirdi ve kızı Fa-tıma'yı ona nikahladı.

Ömer İbnü Abdülaziz faziletli bir âlim ve adaletli bir devlet adamı idi.

Ömer İbni Abdülaziz, halîfe Velîd İbni Abdülmelik devrinde, hicrî 87 (milâdî 706) yılının RebraTevvel ayında Haremeyn (= Mek­ke ve Medine) valiliğine tayin edildi.

Bu görevine başlamak üzere, Medine'ye vardığında oranın bü­yük âlimlerinden on kişiyi toplayıp, onlarla istişare etti ve idarede kendisine yardımcı olmalarını söyledi.

Enes İbni Mâlik (R.A.): "İmamlık yapmakta Resûlullah Efen­dimize, Ömer İbni Abdülaziz'den daha çok benzeyen bir kimse gör­medim." demiştir.

Ömer İbni Abdülaziz'in adaleti ve güzel idaresi İslâm âlemi­nin dört bir tarafına yayılmış ve pek çok kimse, memleketini terk ederek Hicaz bölgesine gelmiştir.

Ömer İbni Abdülaziz, buradaki valiliği sırasında Mescid-i Ne-bî'yi genişleterek tamir ettirmiştir.

Ömer İbni Abdülaziz'in Haremeyn Valiliği hicri 93 (milâdî 711) yılma kadar sürdü.

Halife  Süleyman İbni. Abdülmelik,  —iki oğlu  olmasına rağmen— bir ahid-nâme yazarak, Ömer İbni Abdülaziz'i kendi­sine halef gösterdi ve bu ahid-nâmeyi veziri Reca'ya verdi.

Kendisi hicrî 99 (milâdî 717) yılında vefat edince, Vezir Recâ bu ahid-nâmeyi açıp, ilgililere okudu. Ömer îbni Abdülaziz, bu işle­re fazlaca girmek istemiyordu. İstifa isteğinde bulundu ise de, bu ka­bul edilmedi. Ve bütün emirler, Ömer İbni Abdülaziz'in halifeliğine bîat ettiler.

Ömer İbni Abdülaziz, hilâfet makamına geçince, kendisine ait olan elli bin dirhemi fakirlere dağıttığı gibi, hanımının da bütün mü­cevherlerini beytü'1-mâle vermesini sağlamıştır.

Kendisi tek bir elbise ile kalan Ömer İbni Abdülaziz, çok sade bir hayat sürdürmü tür.

Bir zat kendisine:

—"Ey Mü'minlerin emîri!... Allahu Teâlâ sana ihsan buyurmuş, biraz giyinip kuşunsari olmaz mı?" deyince, Ömer İbni Abdülaziz, bu suâlden hoşnut olmadığını hissettirerek, şu cevabı vermiştir.

—"İktisadın efdalı varlık zamanında olanıdır. Affın efdali de kudret zamanındakidir."

Ömer İbni Abdülaziz, işgal ettiği hilâfet makamının mes'uli-yetini idrak eden ve gereğini hakkıyle yerine getirmeye çalışan bir zat idi.

Hz. Muâviye vefat ettikten sonra, Cum'a hutbelerinde ehl-i beyte la'net okumak âdet hâline getirilmişti. Ömer İbni Abdülaziz halîfe olunca, ilk iş olarak bu çirkin ve kötü adeti kaldırdı.

Ve,   o  günden  beri,  hutbelerde  Nahl  Sûresinin  90.   âyeti okunmaktadır.

Ömer îbni Abdülaziz, hilâfeti sırasında, hadîs-i şeriflerin top­lanması ve tedvin edilmesi hususunda emir çıkartmış ve bu hususta gerekli gayreti ve hassasiyeti göstermiştir.

Ömer İbni Abdülaziz, iki sene, beş ay, ön beş gün kadar hilâ­fet makamında bulunduktan-sonra, hicri 101. senenin recep ayının 25. günü (milâdî 9 Şubat 720), vefat etmiştir. O'nun, kölelerinden biri tarafından zehirlenmiş olduğu rivayet edilmektedir.

Ömer İbni Abdilaziz vefat ettiğinde henüz kırk bir yaşında idi. [451]

 

Ömer İbni İshâk

 

Ömer İbni İshâk İbni Ahmet, hanefî fukahâsından eşine az rastlanır bir âlimdir.

Künyesi: Ebû Hafs Sirâcüddîn el-Gaznevî'dir.

Ömer İbni îshâk el-Gaznevî, fıkhı Vecîdüddîn Dehlevî ve dev­rinin diğer âlimlerinden tahsil etmiştir.

Ömer İbni İshâk, —takriben— hicrî 704 (milâdî 1305) tari­hinde dünyaya gelmiş ve 773 (milâdî 1372) tarihinde vefat etmiştir. [452]

 

Eserleri:

 

Ömer İbni İshâk el-Gaznevî merhum, pek çok eser telif etmiş­tir. Bu kıymetli eserlerinin bir kısmı şunlardır:

1-) et-Tevşih

Bu eser, Hidâye şerhidir.

2-) Zübedü'l-Ahkâm fî-ihtîlâfi'l-Eimmeü'l-Erbaati'I-Â'lam.

3-) Şerhu Bedii'1-Usûl

4-) el-Levâmi fî-Şerhı Cem'ii-Cevâmi '

5-) Şerhu Akideti't-Tahâvî

6-) Kitabü fî't-Tasavvuf

7-) eş-Şâmil fî'1-Luga

8-) el-Gurretü'î-Münîfe fi-Tercîhi Mezhebi Eb! Hanîfe[453]

 

Ömer Hulûsî Efendi (Gerdan-Kıran)

 

Ömer Hulûsî Efendi, Gümüşhane'lidir. Tahsilini tamamladık­tan sonra, müderris olarak ilim hayatına atılmış; bilâhere dersiam olmuş ve Şehzadelere hocalık yapmıştır.

1846 senesi sonlarında, Bahriye Müftüsü, sonra Yenişehir Mol­lası, sonra da Edirne Mollası olmuştur.

1857'de Mekke payesini kazanan Ömer Hulûsî Efendi, Ağus­tos 1863'de İstanbul Kadısı olmuştur.

Daha sonra Anadolu ve bilâhare de Rumeli Kazaskerliği paye­sini kazanan Ömer Hulusi Efendi, Meclis-i Tetkıkât-ı Şer'iyye azâlı-ğına tâyin edilmiş ve bu görevde iken Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye aza-lığı görevini de sürdürmüştür.

Ömer Hulûsî Efendi, Mecelle'nin 5, 6, 7 ve 8. kitabının hazır­lanmasında görev yapmıştır.

Ömer Hulûsî Efendi 6 Şaban 1292 (mîlâdî 7 Eylül 1875) tari­hinde vefat etmiştir. [454]

 

Ömer Nasûhî Bilmen

 

Merhum Ömer Nasûhî Bilmen, fıkıh, usûl-i fıkıh, tevhid, ke­lâm, tefsir ve hadîs ilimlerinde değerli eserler vermiş büyük bir âlimdir.

Hicrî 1300 (mîlâdî 1884) tarihinde Erzurum'da dünyaya gelen Ömer Nasûhî Bilmen'in babası zamanın âlimlerinden Hacı Ahmet Efendidir.

Tahsîline, Erzurum'da amcası Ahmediye Medresesi müderri­si ve Nâkibü'l-Eşraf Kaymakamı Abdürrezzak İlmî Efendi ile o za­man Erzurum Müftüsü bulunan Narmanlı-zâde Hüseyin Hâki Efen­dide başlıyan Ömer Nasûhî Efendi, bu âlimlerin vefatı üzerine, 24 yaşında iken İstanbul'a gelmiş ve Fâtih dersiamlarından Tokatlı Şa­kır Efendinin derslerine devama başlamıştır.

İki sene sonra bu zattan icazet alan Ömer Nasûhî Bilmen, 1326 yılında giriş imtihanını kazanarak, Medresetü'l-kuzât'a kaydolmuş ve burayı da 1329 yılında pekiyi derece ile ve birincilikle bitirmiştir.

Medresetü'1-Kuzât-ı bitirdikten sonra Ruus imtihanını da ka­zanan Ömer Nasûhî Bilmen merhum Fatih Dersiâmlığma tâyin edilmiştir.

Bu tarihten itibaren, bir müddet Fâtih Camiinde tedrisatta bu­lunan Ömer Nasûhî Efendi, daha sonra Dârü'l-Hilâfe Medresesinde ve Medresetü'I-Vâizîn'de fıkıh ve usûl-i fıkıh dersleri de okutmuştur.

Sahn Medresesi Âlî Kısmında, Kelâm Müderrisliği de yapan Ömer Nasûhî Bilmen merhum daha sonra, on beş sene kadar Dârü'ş-Şefekâtü'l-İslâmiyye'de kelâm, münâkahât, siyer-i enbiyâ ve felsefî ahlâk gibi dersler okutmuştur.

Ömer Nasûhî Bilmen'in —ilmiye mesleğinin dışındaki— me­muriyet hayatı 1329 yılında başlamıştır. Bu tarihte aldığı ilk resmî görev, Fetvahane- Âlî memurluğudur. Bu görevinden, aynı dâirenin

Telif Hey'eti âzâlığına naklen tayin edilen Ömer Nasûhî Bilmen, 1333 yılından itibaren, üç yıl süre ile Temyiz Mahkemesi Şer'iyye Dâiresi Mümeyyizliği görevini yürütmüştür.

Bilâhere eski görevine dönen Ömer Nasûhî merhum, 1338 yı­lında Meclisi- Tetkîkât-ı Te'lîfiye âzâlığına naklen tâyin olunmuş; bu vazifede iken Meşîhat-ı İslâmiye Dairesinin (= Şeyhü'I-İslâmhk Makamının) ilga edilmesi üzerine, bir müddet açıkta kalmıştır.

Ömer Nasûhî Bilmen, 1926 yılında İstanbul Müftü Muavinli­ğine tâyin edilmiş, 1943 yılında terfi ederek İstanbul Müftüsü olmuş ve bu görevini 1960 yılına kadar sürdürmüştür.

1960 yılında Diyanet İşleri Başkanlığına tâyin edilen Ömer Na­sûhî Bilmen, bir müddet sonra, kendi isteği ile bu görevinden ayrılmıştır.

Hayatının her devresinde ilimle iştigâl eden Ömer Nasûhî Bil­men hazretleri, emekli olduktan sonra, ilmî çalışmalarına hız ver­miş ve meşhur ve muteber tefsirini bu devrede meydana getirmiştir.

Ömer Nasûhî Bilmen, uzun ve şerefli ömrünü, 12 Ekim 1971 tarihinde tamamlayıp Rahmet-i Rahmana kavuşmuştur. Kabirleri İstanbuldadır. [455]

 

Eserleri:

 

Ömer Nasûhî Bilmen hazretleri, asırların biriktirdiği îslâmî ilimleri, asliyetini bozmadan ve kendi dilimizle bize aktaran, emsal­siz bir âlimdir. O'mm, her biri defalarca basılmış olan kıymetli eser­lerini şöylece sıralıyabiliriz:

1-) Huktik-i İslâmiyye ve Istılâhât-i Fıkhıyye Kamusu.

İlk baskısı, İstanbul Üniversitesi'nce 6 cilt hâlinde yapılan bu kıymetli eser, sonradan 8 cilt olarak basılmaya başlanılmıştır. İslâm Hukuku hakkında, lisammızdaki en güzel eser, şüphesiz ki budur.

Bazı Mecbur Fakihler

2-) Büyük İslâm İlmihâli.

Bu eser, itikat, ibâdet ve ahlâk konularını muhtevidir. Istılâhât-ı Fıkhiye Kamusunun bir bölümü olarak düşünüldüğünde, ikisi bir bü­tün olur ve İtikat, İbâdet, Muamelât, Ukûbat ve Ahlâk ile İslâmî hükümler bu iki eserle tamamlanmış bulunur.

3-) Kur'ân-i Kerim'in Türkçe Meâl-i Âlîsi ve Tefsiri 8 ciltlik, gayet faydalı bir tefsirdir.

4-) Büyük Tefsir Tarihi - Tabakâtü'l-Müfessirîn Sahasında, lisanımızda yazılmış en güzel eserdir.

5-) Sûre-i Fetih Tefsiri

6-) İlm-i Tcvhid

7-).Muvazzah İlmi Kelâm

8-) Hikmet Goncaları - 500 Hadîs-i Şerit

9-) Dînî Bilgiler.

10-) Kur'ân'dan Dersler ye Öğütler

11-) Eshâb-ı Kiram Hakkında Müslümanların Nezih İtikadı

12-) Yüksek İslâm Ahlâkı

13-) Dînî ve Felsefî Ahlâk Lügatçesi. [456]

 

Ömer Nesefî

 

Ömer Nesefî, İbni Muhammed, Ebû Hafs Necmüddin, meş­hur bir hanefî fakıyhıdır.

Kendisi, tefsir, hadîs, fıkıh, usûl-i fıkıh, belagat ve tarih ilimle­rinde ihtisas sahibi büyük bir âlim idi. Hafız olan Ömer Nesefî, ha­nefî mezhebinde imâm idi.

Ömer Nesefî, fıkıh ilmini Sadru'l-İslâm Ebû Yüsr Muhammed Pezdevf den okumuştur. O da, fıkıh ilmini, Ya'kub Yusuf-i Seyyâ-n'den, O da İbni Sema'a'dan, İbni Semâ'a ise İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'tan öğrenmiştir.

Ömer Neşet"? merhum, diğer ilimleri de, birçok değerli âlim­lerden tahsil etmiştir.

Malûmatının çokluğu ve iîminin her tarafa yayılmış olmasın­dan dolayı,  Ömer Nesefi hazretlerine Müftiyyü's-sakaleyn unvanı verilmiştir.

Zekâsı ve hafızası yönünden eşsiz bir âlim olan Ömer Nesefî hazretleri, çok sayıda talebe de yetiştirmiştir.

Oğlu Mecd-i Nesefi ve Ebû'1-Leys Ahmed kendisinden fıkıh il­mini öğrendi.

Ebû Bekir Ahmet Belhî ve Burhâneddin Merginânî de, Ömer Nesefî hazretlerinden ilim tahsil edenlerdendir. [457]

 

Ömer Nesefî'nin Eserleri;

 

Ömer Nesefî merhum, pek çok kıymetli eser telif etmiştir. Bun­ların sayıları yüzü bulmaktadır ve başhcalan şunlardır:

1-) et-Teyâr fî't-Tefsîr

Dört ciltten müteşekkil olan bu kıymetli eserin mukaddimesin­de, tefsir usûlüne ait çok faydalı bilgiler vardır.

Bu nadide eserin bir nüshası, İstanbul'da Umûmî Kütüphâne'-de bulunmakadır.

2-) el-Ekmeiü'1-Etvel.

Bu eser de, tefsirle ilgilidir.

3-) el-Manzûme

Bu eserin konusu ise fıkıh ve hadîstir. Fıkıhla ilgili olarak, na­zım tarzında yazılmış olan iljc eser budur.

4-) Kaydü'l-Evâyid.

Bu da, fıkha dair manzum bir eserdir.

5-) Tilbetii't-Talebe

Bu eser, fıkıh ıstılahlarını açıklayan kıymetli bir kitaptır.

6-) el-Eş'âr bFI-Muhtâri mine'I-Eşâr.

Bu eser, yirmi ciltlik bir kitaptır.

7-) Kitabu'l Kant fi Ulemâi Semerkant

Bu kıymetli eser, Semerkand'da yetişmiş binlerce büyük âlimin hatırasını ihya eden, muazzam bir kitaptır.

8-) Târîh-i Buhara

İmâm Taftazânî tarafından şerh edilmiş olan el-Akâidü'n-Nesefiyye adındaki meşhur metnin de Ömer Nesefi merhumunun eserlerinden olduğu söyleniyorsa da, Zürkânî'nin ifadesine göre, bu zatın eseri değildir. Belki de Muhammed Ebû'1-Fadl Burhânüddin en-Nesefî'nin eseridir.

Ömer Nesefi merhum, hicrî 461 (milâdî 1069) yılında Nesef-te doğmuş,537  milâdî 1142) yılında Semerkand'da vefat etmiştir. [458]

 

Ömer Nizâmü'd-Dîn Fergânî

 

Ömer Nizamüddin Fergânî, hanefi fakıyhlerindendir. Hidâye sahibi Bürhanüddin Ali İbni Ebî Bekir'in oğludur. Ve fıkıh ilmini babasından tahsil etmiştir.

Kardeşi Celâlüddin Muhammed de fakıyhtır. [459]

 

Eserleri:

 

Ömer   Nizamüddin   Fergânî  merhumun  başlıca  eserleri şunlardır.

1-) Cevâhirü'l-Fıkıh

2-) el-Fevâid. [460]

 

Radıyüddîn Muhammed Es-Serahsî

 

Radıyüddîn Muhammed İbnü'1-A'lâ es-Serahsî, meşhur bir ha-nefî fakıyhıdir.

Radiyiiddîn Bürhânü'l-İslâm lakabını taşıyan, Muhammed İbnü'l-A'Iâ; fıkıh ve fıkıh usûlünü, Sadru'ş-şehîd Hüsâmüddin'den tahsil etmiştir.

Radiyüddîn Muhammed, Serahs'tan Şam'a gitmiş ve oradan da Haleb'e geçerek, Halâviyye Medresesinde, bir müddet ders okutmuştur.

Daha sonra yeniden Şam'a dönen Radiyüddîn Serahsî, hicrî 571 (milâdî 1176) yılında, burada vefat etmiştir. [461]

 

Eserleri:

 

Bir çok büyük âlimden ders alan ve bir çok âlim yetiştiren Ra­diyüddîn Serahsî merhum, fıkıh sahasında çok sayıda kıymetli eser de te'lif etmiştir. Bunların başlıcaları ise şunlardır:

1-) Mnhıyt-ı Radavî

Bu eser, Radiyüddin Muhammed'in Muhıyl adını verdiği üç ese­rinden biridir. İki cilttir.

2-) Muhıyt-ı Serahsî

Radiyüddîn Muhammed Serahsî merhumun en çok şöhrete eren Muhıyt bu eserdir. On ciltten müteşekkil olan bu eserden Fetâvâyi Hin-diyye'de çok nakil vardır.

3-) Muhıyt

Bu da, Radiyüddîn Muhammed Serahsî'nin eseridir. Bjr de Muhıyt-ı Bürhânî vardır ki, bu eserin müellifi Bürhânüddîn Mahmud bin Taceddin el-Buhârî'dir.

4-) Fevâidü'l-Câini's-Sağîr

Bu eser, îmâm Muhammed (R.A.)'uı Camin's-Sağîr'ine yapılmış bir şerhtir.

5-) Uyûnü'l-Mesâii

6-) Vecîz fî'l-Fetâvâ[462]

 

Râfî İbni Hadîc

 

Râfî İbni Hadîc İbni Alâi'l-Hârisî el-Ensarî ashâb-ı kiramın ileri gelenlerindendir. Medine'deki Evs Kabilesindendir.

Râfi İbni Hadîc (R.A.) hicret esnasında henüz çocuktu. Yaşı küçük olduğu için Bedir Savaşı'na katılmamış, ondan sonraki savaş­ların bir çoğunda hazır bulunmuştur.

Veda Haccmda, Peygamber (S.A.V.) Efendimizle birlikte bu­lunmuş ve Fahr-i Kâinat (S.A.V.) Efendimizin irtihâlinden sonra da büyük hizmetleri geçmiş olan Râfî İbni Hudeyc, Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer (R.A.) zamanlarında da bazı savaşlara katılmıştır.

Râfî İbni Hadîc, Resûl-i Ekrem (S.A.V.) Efendimize itaati ve emr-i bi'1-ma'ruf-nehyi ani'l-mühker görevini çekinmeden yerine ge­tirmesi özelliği ile tanınır.

Râfî İbni Hadîc (R.A.), Peygamber (S.A.V.) Efendimizden 78 hadîs-i şerîf rivayet etmişlerdir.

Râfi İbni Hadîc (R.A.), hicrî 74 (mîlâdî 694) yılında, seksen altı yaşında oldukları hâlde, Medîne-i Münevvere'de vefat etmişlerdir. [463]

 

Rebiatü'r-Rey

 

Rebîa İbni Abdirrahman et-Teymî, tâbiîndendir. Teym Kabi­lesinin azatlılarındandır.

Asıl adı: Ferruh idi. Rey ve kıyâs yönü ile mâruf olduğu için Rebîtü'r-Rey unvanını almıştır. Künyesi: Ebû Osman'dır.

Doğum tarihi kesin olarak bilinmiyen Rebîatü'r-Rey merhum, hicrî 136 (mîlâdî 753) tarihinde Medîne-i Münevvere'de (bir başka rivayete göre de Anbar denilen beldede) vefat etmiştir.

Sika, hafız ve fakıyh bir zât olan Rebîatü'r-Rey, Medîne-i Mü-nevvere'nin fetva işlerine bakardı. Ve Medine'nin ileri gelenleri O'-nun meclisine devam ederlerdi.

Rebiatü'r-Rey, ashâb-ı kirâm'dan bazısına yetişmiş ve bu mü­barek zevatlajtâbii'nin ileri gelenlerinden hadîs|i şerîf rivayet etmiştir.

Enes İbni Mâlik, Said İbni Yezîd, Muhammed îbni Yahya İbni Habbân, Said İbni Müseyyeb, İbni Ebî Leylâ, A'rec, Mekhûl eş-Şâmî gibi zatlar bu cümledendir.

Rebîatür-Rey'den de, Yahya îbni Said el-Ensârî Süleyman et-Teymî, İmâm Mâlik, Şu'be, Hammad İbni Seleme gibi zâtlar riva­yette bulunmuştur.

Rebîa îbni Abdurrahman, İmâm Mâlik'in hocalarmdandır. [464]

 

Rebi' İbni Hüseym

 

Rebi îbni Hüseym, tabiînin ileri gelenlerinden, âlim ve fâzıl bir zattır.

Rebi İbni Hüseym, Abdullah İbni Mes'ûd (R.A.) hazretlerin­den kıraat ilmi tahsil etmiştir.

Kendisi de Ebü ZurVya Kur'ân-i Kerîm kıraati ile ilgili ilimleri öğretmiştir.

îbni Mes'ûd (R.A.) hazretleri, Rebi îbni Hüseym'e iltifat ede­rek eğer "Resûl-i Ekrem (S.A.V.), seni görmüş olsaydı severdi." buyurmuştur.

Rebi İbni Hüseym, hicrî 63 (milâdî 683) yılında vefat etmiştir. [465]

 

Rebi' İbni Sabîh

 

Rebi' İbni Sabîh, Basra'h, âbid, mücâhid ve saduk bir âlim­dir. Künyesi: Ebû Bekir'dir.

Basra'da ilk kitap tasnif eden zatın Rebi İbni Sabîh olduğu rivayet edilmektedir.

Rebi îbni Sabîh, Hasan-ı Basrî, Humeydü't-Tavîl, Yezid Rek-kâşî, Ebû Zübeyr, Ebû Gâlib, Sabit el-Benânî, Mücâhid bin Cerh gibi zatlardan hadîs-i şerîf rivayet etmiştir.

Kendisinden.de, Süfyân-ı Sevrî İbni Mübarek îbni, Mehdî ve Veki bin Cerrah gibi zâtlar hadis rivayet etmişlerdir.

Rebi' îbni Sabîh'in rivayet ettiği hadîsler, bazı muteber sünenlerde yer almaktadır.

Rebi' İbni Safeîh, hicri 160 (milâdî 777) yılında vefat etmiştir. [466]

 

Recâ İbni Hayve

 

Recâ îbni Hayve el-Filistinî, tabiînin büyüklerinden, fakıyh bir zâttır. Künyesi: Ebû Nâsır'dır.

Recâ İbni Hayve, sahâbe-i kiramın ileri gelenlerinden Muâz İbni Cebel, Ubâde îbni Sâmit ve Muâviye îbni Ebî Süfyân'dan ve tabiîlerin bir çoğundan rivayette bulunmuştur.

Recâ İbni Hayve hazretlerinden de Zührî, Katâde ve îbni Avn gibi meşhur âlimler rivayette bulunmuşlardır.

Mekhûl, şöyle demiştir:

—"Recâ şeyhimizdir, seyyidimizdir. Şamlıların seyyididir."

Sika ve zâhid bir zât olan Recâ İbni Hayve, bir müddet kadı­lık yapmıştır. Vefatı hicrî 112 (milâdî 731) yılına rastlamaktadır. [467]

 

Remli Hayru'd-Dîn

 

Hayrü'd-dîn İbni Ahmed el-Uleymî el-Remlî, fakıyh bir zât olup, hanefiyyü'l-mezhebtir.

Hayreddin İbni Ahmed, Filistin'de Remle nahiyesinde hicrî 933 (milâdî ) tarihinde doğmuştur.

Remlî merhum, bir müddet Mısır'da kalmış ve sonra yine mem­leketine dönmüştür. [468]

 

Eseri:

 

Remlî merhumun, el-Fetâvâ'1-Harriyye Ii-Nefi'1-Beriyye adında meş­hur bir fetva kitabı vardır.

Remlî merhum hicrî 1081 (milâdî 1670) yılında vefat etmiştir. [469]

 

Ruknü'd-Dîn Muhammed İbni Muhammed Es-Semerkandî

 

Ruknü'd-dîn Muhammed İbni Muhammed es-Semerkandî, ha-nefî fukahâsının büyüklerinden biridir.

Muhammed Semerkandî merhum Ebû Hâmidi'l-Âmidî diye meşhur olmuştur.

Muhammed İbni Muhammed es-Semerkandî, hilaf (= muka­yeseli İslam hukuku) ilmine dair ilk eseri yazan mütefekkir bir zâttır.

Kendisi, bu hususta Radıyüddin Nişaburî'den istifâde etmiştir. Daha önceleri, hilaf mes'eleleri de diğer fıkıh mes'eleleri ile beraber yazılırdı. [470]

 

Eserleri:

 

Ruknü'd'dîn Muhammed İbni Muhammed es-Semerkandî merhumun başlıca eserleri şunlardır:

1-) Tarîkat-ı Âmidî

Bu eser, hilaf (= mukayeseli İslâm hukuku) ilmine ait ilk kitaptır.

2-) el-İrşad

3-) Kitâbü'n-Nefâis fil-Cedel

Bu eseri, şâfiî fakıyhlerden Ahmed İbni Halil Hûbî Arâisü'n-Nefâis adı ile ihtisar etmiştir.

Ruknü'd-dîn es-Semerkandî merhum hicrî 615 (mîlâdî 1219) tarihinde Buhârâ'da vefat etmiştir. [471]

 

Rüknü'l-İslâm Ali Es-Suğdî

 

Rüknü'l-İslâm Ali Es-Suğdî, Mâverâü'n-Nehir'de yetişen, bü­yük hanefî fakıyhlerinden biridir.

İsmi: Ali bin Hüseyin bin Muhammed el-Kadı es-Suğdî el-Hanefi; künyesi ise: Ebû'l-Hüseyin'dir.

Suğd, Mâverâü'n-Nehir'de Semerkant civarında bir kasaba­nın   adıdır.   Suğdî   merhumun   doğum   tarihi   kesin   olarak bilinmemektedir.

Ali es-Suğdî, hicrî 461 (mîlâdî 1069) yılında Buhârâ'da vefat etmiştir.

Şemsü'l-Eimme   Serahsî  merhum, Rüknü'l-İslam  Ali   es-Sağdî'nin talebisidir ve kendisinden Siyer-i Kebîr'i rivayet etmiştir.

Fazîletli bir âlim olan Ali es-Sağdî, fıkhî münazaraları çok severdi.

Suğdî merhum, fetva makamına yükselince, kendisine kadıhk verildi.

Rüknü'l-İslam Ali es-Sağdî, yaşadığı devirde, hanefi mezhebi fıkıh mes'delerinin sorulduğu tek âlimdi. Ve bu mezhebin reisi durumundaydı. [472]

 

Eserleri:

 

Rüknü'l-İslam Ali es-Suğdî merhumun yazdığı eserlerin baş-Ucaları şunlardır;

1-) en-Nûtefü fî'l-Fetâvâ

2-) Şerhu edcbü'l-Kadi li'1-Hassâî

Bu eser, İmâm Hassaf in muhakeme usûlü ile ilgili kıymetli ese­rinin, çok güzel ve faydalı bir şerhidir.

3-) Şerhu Câmii'l-Kebîr

4-) Şerhu Siyeri' I-Kebîr

Bu iki eser de, İmâm Muhammed (R.A.) hazretlerinin, zahiru'r-rivâyeyi teşkil eden altı kıymetli kitabından ikisinin şerhidir. [473]

 

Rüknü'l-İslam İbrahim İbni İsmail Es-Saffar

 

Rünü'l-İslâm İbrahim İbni İsmail es-Saffar büyük ve faziletli bir fakiyhtır. Künyesi: Ebû İshâk'tır.

Rüknü-îslâm Saffâr merhum, fıkıh ilmini babasından öğren­miştir. Babasıda —kendisi gibi— hanefîlerin ileri gelen âlimlerden idi.

Rüknü'l-İslâm Saffâr merhum pek çok talebe yetiştirmiştir. Kâdîhân da, onu talebelerindendir. [474]

 

Eserleri

 

Rüknü'l-İslâm İbrahim îbni İsmail es-Saffâr'ın telif ettiği baş­lıca eserler şunlardır:

1-) Telhiysü'z-Zâhidî

2-) Kitâbü's-Sünneti ve'1-Cemâa[475]

 

Sadeddin Taftazânî

 

Allâme Sadeddin Mes'ûd İbni Ömer îbni Abdullah et-Taftazânî el-Herevî el-Horasânî şarkın yetiştirdiği en büyük âlimler­den biridir.

Kendisi, hicri 727 veya 712 (milâdî 1327 veya 1312) yılında Ho­rasan'da Neşe civarında Teftezân adlı büyük bir köyde dünyaya gelmiştir.

Sadeddîn Taftazânî, Kudbü'd-dîn Râzî ve Adudü'd-dîn el­lerden ilim tahsil etmiş; kendisi de yüzlerce talebe yetiştirmiştir.

Bir aralık, Moğol faciası yüzünden Şarkta İslam Medeniyeti duraklama geçirmiş, büyük alimler kalmamış İslam ilim müessese­leri sönmeye yüz tutmuştu.

İşte Taftazânî böyle bir zamanda yetişti. Ve şarkta ilmi, irfanı yeniden ihyaya (= diriltmeye) çalışanların başında geldi.

Allâme Taftazânî, Serahs'ta ikâmet ederdi. Kendisi, Timur'­la birlikte bazı seferlere iştirak etti. Ve, Timur tarafından Semerkant'a gönderildi.

Taftazânî'nin yazdığı eserler, binlerce ilim aşıkı tarafından, devamlı bir şekilde çoğaltilarak, dünyanın her tarafına yayıldı.

Taftazânî, bir aralık Türkiye'yi ziyaret edip, Osmanlı âlimle­ri ile görüşmüş ve bu tarihten itibaren kitapları Türkiye ilim müesse­selerinde okunmaya başlanmıştır.

Allâme Taftazânî, hanefî mezhebinde idi. O'nun Şafiî mez­hebinde olduğunu söyleyenler varsa da, eserlerine bakıldığı zaman, hanefî olduğu anlaşılmaktadır.

Allâme Sadedin Taftazânî, 792 ve 793 (milâdî veya) yı­lında Semerkan'ta vefat etmiş ve na'şı Serahs'e nakledilmiştir. [476]

 

Eserleri:

 

Allâme Sadeddin Taftazânî hazretleri, İslâmî ilimlerin hepsin­de, fevkalâde kıymetli eserler telif etmiştir.

Onun bu kıymetli eserlerinden bazıları şunlardır:

1-) Keşfü'l-Esrâr

Bu eser, Taftazânî hazretlerinin farsca olarak kaleme aldığı bir tefsir'dir.

Ancak, O'nun tefsirdeki kudretini ortaya koyan eseri 2. sırada zikredeceğimiz eserdir.

2-) Keşsâf Haşiyesi

Bu eser, O'nun tefsir ilminde ne derece derin ve geniş bir bilgi ve ne kadar üstün bir ifâde sahibi olduğunu ortaya koymaktadır.

3-) Hadîs-i Erba'ıyn Şerhi

4-) TeMh fî-Keşfi Hakâiki't-Tenkîh.

5-) Şerhu Hutbeti'I-Hidâye

6-) Şerhu'i-Miftâh.

7-) Şerhu'I-Mekâsid

8-) el-Fetâvâ'I-Hanefiyye.

9-) Şerhiı'1-Adud.

10-) Mutavve!

11-) Muhtasar

12-) Şerhu Akâidi'n-Nesefî

13-) Şerhu Muntehâ'l-Suvâli ve I-A mel İî-ilmi'l-üsûli ve'1-Cedel.

14-) Tehzîbü'I-Mantık ve'I-Kelâm

15-) Şerou'l-Şemiyye

16-) İrşâdü'1-Hâdî[477]

 

Sa'd İbni Ebî Vakkâs

 

Sa'd İbni Ebî Vakkâs (R.A.), ashâb-i kiramın ileri gelenlerin­den ve aşere-i mübeşşere'den (= yani, daha hayatta iken cennetle müjdelenen on zattan) biridir.

İbni: Sa'd; künyesi: Ebû İshâk'tır. Babasının aıiı: Mâlik; kün­yesi ise Ebû Vakkâstır.

Hz. Sa'd (R.A.), Fil vak'asından yirmi üç, hicretten otuz yıl ka­dar önce Mekke-i Mükerreme'de dünyaya geldi.

Sa'd İbni Ebî Vakkas (R.A.), 17 yaşında iken, Hz. Ebû Bekir (R.A.)'in vasıtasiyle müslüman oldu. Kendisi, ilk müslümanolanla­rın yedincisidir.

Sa'd İbni Ebî Vakkâs (R.A.) hazretlerinin nesebi, hem baba tarafından, hem de anne tarafından, Peygamber (S.A.V.) Efendi­mizle birleşmektedir.

Annesi, Hz. Sa'di dininden döndürmek için çok uğraştı. Hat­ta, "dininden dönmediği müddetçe, hiç bir şey yemiyeceğini ve içmiyeceğini" bildirerek açlık grevine başladı.

Ancak, Sa'd İbni Ebî Vakkas (R.A.), ona: —"Anne!... Senin yüz canın olsa ve her birini İslâmiyeti bırak­mam için versen; yine de ben, dînimden vaz geçmem. Artık sen, ister ye, ister yeme!..." dedi.

Annesi, O'nun bu îmânını ve sebatını görünce, şaşırdı ve ye­meye, içmeye başladı.

Bu olay üzerine, Ankebût Sûresinin sekizinci âyeti nazil oldu.

Sa'd İbni Ebî Vakkâs (R.A.), ashâb-ı kiram arasında en ce­sur ve kahraman olanlardan birisi idi.

Mekke'de, ilk müslüman olan kimseler, müşriklerin zulüm ve işkencelerine muhatap oluyorlardı. Hz. Sa'd da çok eziyet çekmişti.

Bir gün, Hz. Sa'd (R.A.), bir kaç müslümanla birlikte, Ebû Düd Vadisinde namaz kılmakta iken, müşriklerden bir gurub gelerek on­lara sataştı ve namazı hafife almaya başladılar. Bunun üzerine Sa'd îbni Ebî Vakkâs (R.A.), eline geçirdiği bir deve kemiği ile, müşriklerden birinin başını yardı. Böylece, Allah yolunda ilk kan döken O oldu.

Sa'd İbni Ebî Vakkâs (R.A.), bütün gazvelere iştirak etti; ay­rıca bir çok seriyyede de bulundu.

Hz. Sa'd, bu savaşlarda, Mekke'Iilerin üç sancağından birini de taşırdı.

Bedir Savaşında büyük kahramanlıklar gösterdi ve müşriklerin komutanlarından Sa'd Îbni'1-Âs'ı öldürdü.

Uhud Savaşında da, büyük bir fetânetle savaşmış ve bu harbte binden fazla ok atmıştır.

Fahr-i Kâinat (S.A.V.) Efendimiz, kendisine:

— At! Yâ Sa'd! Anam-babam sana feda olsun." buyurarak dua etmiştir.

Hz. Ali (R.A.) Efendimizin bildirdiğine göre, Peygamber (S.A.V.) Efendimiz,Hz.Sa'd'dan başka hiç kimseye "anam-babam sana feda olsun." dememiştir.

Hz. Ebû Bekir (R.A.), halife seçilince, O'na ilk bîat edenler­den biri de Sa'd îbni Ebî Vakkâs (R.A.) olmuştur.

Hz. Ömer (R.A.) zamanında, Iran tarafında olaylar çıkmaya ve genişlemeye başlayınca; Halife oraya, Sa'd İbni Ebî Vakkâs ko­mutasında dört bin kişilik bir ordu gönderdi. Bu ordu Medine'den hareket etti ve İran topraklarında bulunan İslâm askerleri ile birle­şerek Kadisiye Savaşını kazandı.

Kadisiye Savaşı kazanılıp Medâyin fethedildikten sonra, bu şehrin havasının askere iyi gelmediği, Sa'd Ibni Ebî Vakkâs (R.A.) tarafından, Hz. Ömer (R.A.)'e bildirildi.

Bunun üzerine, Hz. Ömer (R.A.) "yeni bir şehir kurulmasını" emretti. Bu emir üzerine Hz. Sa'd İbni Ebî Muâz (R.A.) hazretleri, Küfe Şehrini kurdu. Bu şehre ilk vali olarak Hz. Sa'd (R.A.) tâyin edildi.

Hz. Ömer (R.A.), şehid olmadan önce, kendisinden sonraki halîfeyi seçmek üzere, altı kişilik bir şûra teşkil edilmesini vasiyet et­ti. Bu şûra üyeliği için vasiyet ettiği şahıslardan biri de Sa'd İbni Ebî Vakkâs hazretleri idi.

Hz. Osman (R.A.) halife seçilince, Sa'd İbni Ebî Vakkâs (R.A.) hazretlerini, tekrar Küfe Valiliğine tâyin etti.

Sa'd İbni Ebî Vakkâs (R.A.), hayâtının sonlarına doğru, Me-dîne yakınlarındaki Akîk denilen yerde hastalandı ve bu yerde hicrî 65 (mîlâdî 675) yılında vefat etti.

Mübarek naşı, Medîne-i Münevvere'ye götürüldü. Cenaze na­mazını Medine valisi Mervân kıldırdı.

Vasiyeti gereğince, Bedir Savaşında giymiş bulunduğu elbise ile defnedildi.

Hz. Sa'd İbni Ebî Vakkâs (R.A.) aşere-i mübeşşere'den en son vefat eden zâttır.

Sa'd İbni Ebî Vakkâs (R.A.) hazretleri, Peygamber (S.A.V.) Efendimize annesi tarafından dayı olurdu. Bu sebeple, Fahr-i Kâi­nat.(S.A.V.) Efendimiz, O'na: "Bu benim dayımdır. Böyle bir da­yısı olan varsa, bana göstersin." derdi.

Sa'd îbni Ebî Vakkâs (R.A.) hazretleri, Peygamber (S.A.V.) Efendimizden 270 hadîs-i şerif rivayet etmiştir.

Kedisinden hadîs-i şerif dinleyip nakledenler arasında, oğullan İbrahim, Âmir, Ömer, Muhammed, Mus'ab ile Hz. Âişe, Abdulah İbni Abbas, Osman Mehdi, Alkame İbni Kays Ahnef İbni Kays, Şu-reyh İbni Hânı gibi meşhur zâtlar vardır.

Hz Sa'd İbni Ebî Vakkâs (R.A.), orta boylu, esmer, heybetli, cesur ve özü-sözü doğru bir zât idi.

Çok cömertti ve sade yaşamayı severdi. [478]

 

Sa'd İbni Muâz

 

Sa'd   İbni   Muâz   (R.A.)   hazretleri   ensâr-ı   kiramın   ileri gelenler indendir.

Künyesi: Ebû Amr olan bu büyük sahâbînin lakabı: Seyyidü'1-Es-tir.

Sa'd İbni Muâz (R.A.) hazretlerinin doğum tarihi, kesin bir şe­kilde bilinmemektedir.

Benî Evs kabilesi içinde Abdü'l-Eşhel oğullarından olan ve hem kendi kabilesinin hem de bütün Evs kabilesinin en şereflisi ve en zen­gini bulunan Sa'd İbni Muâz (R.A.) hazretleri, bu kabîlenin efendi­si ve reisi idi. Benî Evs ve Benî Abdü'l-Eşhel, Sa'd İbni Muâz (R.A.) hazretlerinin sözlerini, —âdeta kanun gibi— hemen kabul ederdi.

Bi'setin ( = Fahr-i Kâinat (S.A.V.) Efendimize peygamberlik görevinin verilmesinin) 12. yılında, yani hicretten bir yıl önce, Mekke-i Mükerreme'de Akabe mevkiinde, birinci Akabe biati akdedilmiş ve bunun tatbikatı cümlesinden olmak üzere, Mus'ab İbni Umeyr (R.A.) hazretleri, Kur'an-ı Kerîmi ve İslam'ı tanıtmak yaymak ve öğretmek maksadiyle Medine'ye gönderilmişti.

Mus'ab İbni Umeyr (R.A.) hazretleri, Medîne-i Münevvere*-ye varınca, Abdü'l-Eşhel oğullarından Es'ad İbni Zürâre (R.A.)'nin evine yerleşti ve tebliğ görevini yapmaya başladı.

Es'ad İbni Zürâre (R.A.) Sa'd îbn Mûaz (R.A.)'nin teyzesinin oğlu idi. Ve Hz. Sa'd, teyzesini kıracak bir davranışta bulunmaktan kaçmıyordu. Ancak, onun evinde, böyle bir faaliyetin sürdürülme­sini de istemiyordu.

Bu mes'eleyi hâlletmek için, Abdü'l-Eşhel kabilesinin ileri ge­lenlerinden Useyd İbn Hudayr ile görüştü.Ve kendisinin yapmak is­tediği işi, O'na havale etti. Ve, O'na: "Git, şu bizim hanemize gelen şahsı gör.. Ne yap yap, bu işi hallet. Es'ad teyzemin oğlu olmasay­dı, bu işi sana bırakmazdım." dedi.

Useyd İbni Hudayr, Sa'd İbni Muâz'ın bu sözü üzerine, hemea mızrağını alarak, Mus'ab İbni Umeyr (R.A.) hazretlerinin bulundu­ğu eve gitti.

Orada karşılaştığı, —ev sahibi— Es'ad îbni Zürâre ile Mus'ab İbni İbni Umeyr'e hitaben:

—"Garazınız nedir? Bazı zayıf kimseleri aldatıp azdırıyorsunuz. Niçin, içinizdeki, bir takım beyinsizlerin aklı ile oynuyor; bizim bil­mediğimiz bir takım işleri yapıyorsunuz? Derhal buradan çekilme­nizi ihtar ediyorum." dedi.

Useyd İbni Hudayr hem bu sözleri söylüyor, hem de mızrağı ile muhataplarını korkutucu bir tavır takınıyordu.

Karşısındakiler, bu tehditten korkacak kimseler değildiler ve bu tehditkâr duruma aldırış bile etmediler.

Resûl-i Ekrem (S.A.V.) Efendimizin gönderdiği muallim Mus'­ab İbni Umeyr (R.A.), sükûnetini hiç bozmadan, tatlı, yumuşak ve tesirli bir edâ ile, Useyd İbni Hudayr'a:

—"Hele biraz durunuz; oturunuz. Sözümü dinleyiniz ve mak­sadımızı anlayınız." diyerek, gayet yumuşak ve lütufkâr bir tavırla mukabele etti ve oturttu.

Sonra, O'na; kendisinin ne yapmak istediğini, İslâmiyetin esas­larını, gayesini, oldukça açık ve tatlı bir dille anlattı. Konuşmasını takiben de, çok güzel ve kalbe işleyen sesi ile biraz Kur'ân-ı Kerim okudu.

Yapılan konuşma ve özellikle okunan Kur'ân-ı Kerîm Useyd İbni Hudayr'de beklenen tesiri gösterdi ve O, kendinden geçmiş bir edâ içinde: "Bu ne güzel şey!...." dedi.

Ve: "Bu dîne girmek için ne yapmak lâzımdır?" diye sordu. An­lattılar. Ve, derhâl, orada müslüman oldu.

Sonra, Üseyd İbni Hudayr (R.A.), Mus'ab İbni Ümeyr'e hitaben: —"Beni, buraya birisi gönderdi. Ben gidip, hemen onu size gön­dereyim. Eğer, o size tâbi olursa, bu şehirde, onun kavminden iman etmedik kimse kalmaz." diyerek.kalktı ve gitti.

Doğruca Sa'd İbni Muâz'm yanma vardı. Sa'd, O'nu geriden görünce: "Yemin ederim ki, Useyd buradan gittiği yüzle gelmiyor." dedi. Ve sonra, Useyd İbni Hudayr'e:

—"Ne yaptm Ey Useyd?" dedi: Useyd İbni Hudeyr (R.A.):

—"O adamla konuştum ve onların fena bir tarafını görmedim. Yalnız, haber aldım ki: "Benî Harise, Es'ad'in bu hareketinden kuş­kulanmış ve O'nu öldürmek için kıyam etmişler." dedi.

Bu sözler Sa'd İbni Muâz'ı çok kızdırdı. Çünkü, bir kaç sene önce vuku bulan bir savaşta, kendi kabilesi olan Benî Abdü'l-Eşhel, Beni Hâriseyi yenmiş ve onları Hayber'e sığınmaya mecbur etmişti. Bir sene sonra, merhameten, onların, yurtlarına dönmelerine izin ve­rilmişti. Şimdi ise, Esad İbni Zürâre'yi öldürmeye kalkacak kadar küstahlaşıyorlardı. Sa'd İbni Muâz'ı kızdıran durum bu idi..

Aslında böyle bir durum da yoktu. Ancak, Useyd İbni Hudayr, Sa'd İbni Muâz'ın, teyzesinin oğluna zarar vermesini istemiyor ve onun tarafına geçmesini arzu ediyordu.

Sa'd İbni Muâz, bu haberi alınca, derhâl kalkıp, Es'ad İbni Zürâre (R. A.) ile Mus'ab îbni Umeyr'm bulundukları yere gitti. On­ları huzur içinde görünce Üseyd îbni Hudayr'ın maksadını anladı.

Ve onlara hitaben:

—"Es'ad! Aramızda akrabalık olmasa, sen bana bu kadar ar-' zulu olmazdın." dedi.

Bu söze Mus'ab İbni Umeyr (R.A.) cevap verdi:

—* 'Ey Sa'd!... Hele biraz durunuz; şuraya oturunuz ve bizi din­leyiniz; anlayınız. Sözlerimiz hoşunuza giderse ne âla!... Eğer, söz­lerimizi beğenmezseniz, biz de, —çirkin gördüğünüz işi— size teklif etmekten vaz geçeriz. Ve, bizi bırakır gidersiniz."

Bu makul sözler karşısında Sa'd İbni Muâz, bir kenara otur­du ve onların sözlerini dinledi.

Mus'ab İbni Umeyr (R.A.), O'nada önce İslâmiyeti anlattı ve sonra da bir miktar Kur'an-ı Kerim okudu. O okudukça, Sa'd İbni Muâz'ın yüzünün rengi de değişiyordu. Kur'ân-ı Kerîm bitince:

—"Siz, bu dîne girmek için ne yapıyorsunuz?" dedi.

Hz. Mus'ab İbni Umeyr (R.A.), O'na îslâmiyetin esaslarını ve kelhne-i şehâdeti öğretti. O da kelime-i şehâdet getirerek İslâmiyet şerefine nail oldu.

Oradan huzur içinde ayrıldı. Evine gidip yıkandı. Sonra, yanı­na Useyd İbni Hudayr'ı da alarak, kavminin toplanmış olduğu yere gitti.

Orada bulunan Abdü'l-Eşhel Oğullarına hitaben:

—"Ey Abdü'l-Eşhel Oğullan, siz, beni nasıl tanırsınız?" dedi.

Kavmi, hep bir ağızdan:

—"Siz, bizim efendimiz, efdalimiz, reisimiz ve büyüğümüzsü-nüz." karşılığını verdiler.

Bunun üzerine, Sa'd İbni Muâz (R.A.) hazretleri:

O hâlde, hepinize haber veriyorum ki, ben İslâm ile müşerref oldum. Siz de Allah'a ve Resulüne İmân etmelisiniz. Bunu yapmaz­sanız, erkeklerinizle de kadınlarınızla da konuşmak bana haramdır." dedi.

Ve Abdü'l-Eşheİ Oğulları toptan müslüman oldular. O gün, Me-dîne sokakları, bu yeni mü'minlerin "Allahu Ekber" nidaları ile çınladı.

Bu olaydan kısa bir müddet sonra, Medine'nin iki büyük kabîlesi olan Evs'lilerin ve Hazreclilerin tamamı müslüman oldu.

Durum, Resûl-i Ekrem (S.A.V.) Efendimize bildirilince, Mek­ke müslümanlan büyük bir sevince garkoldular. Bu sebeple, bu yıla sevinç yılı denildi. (Milâdî 621)

İkinci Akabe bîatında Sa'd İbni Muâz (R.A.) hazretleri de bu­lunmuş ve Fahr-i Âlem (S.A.V.) Efendimize biat etmiştir.

Hz. Şa'd İbni Muâz (R.A.), ehl-i Bedir'dendir. Ve, bu savaş­tan önce, Peygamber (S.A.V.) Efendimiz'in yaptığı istişârî toplantı­da söz almış ve yaptığı konuşmada, Fahr-i Kâinat (S.A.V.) Efendi­mize bağlılığını samîmi ve duygulu bir lisânla dile getirmiştir.

Sa'd İbni Muâz (R.A.) hazretleri, Uhud Savaşına da iştirak etmiş ve büyük kahramanlıklar göstermiştir.

Bu savaşta, Hz. Sa'd'ın oğlu Amr İbni Sa'd İbni Muâz (R.A.) şehîd olmuştur.

Hicrî 5. yıda vuku' bulan Hendek Gazvesinde de, Sa'd İbni Mûaz (R.A.) hazretleri, mühim rol oynamış ve Habban İbni Abdi Menâfin attığı bir okla, kolundan derin bir şekilde yaralanmış ve çok kan kaybetmiştir.

Hz. Sa'd İbni Muâz kendisine ok atan şahsı gördü ve O'na bed­dua etti.

Yarasının ağır olduğunu gören, Sa'd İbni Muâz (R. A.), Cenâb-i Hakka şöyle duâ etti.

—YâRabbÜ... Kureyş harbe devam edecekse, hayatta kalayım. Çünkü, Senin Resulüne eziyet eden ve onu yalanlayan bu adamlarla savaşmaktan hoşlandığım kadar, başka hiç bir şeyden hoşlanmıyorum.

Yok, eğer aramızdaki savaş son buluyorsa, beni şehitlik merte­besine yükselt. Fakat, Benî Kurayza'mn âkibetini görmeden ruhu­mu kabzetme."

Sa'd İbni Muâz (R.A.) hazretlerinin bu samimî duasını Cenâb-ı Hak kabul buyurdu.

Şöyle ki, vadinde durmayan ve düşmana yardım eden Benî Ku-rayza muhasara altına alındı ve bu muhasara bir ay sürdü. Bu du­rumda, Benî Kurayza'lılar, kendilerine de Benî Kaynuka'hlara ya­pılan muamelenin aynısının yapılmasını istediler ve Sa'd İbni Mu-âz'ın hakem olmasını, O'nun hükmüne razı olacaklarım bildirdiler. Hz. Sa'd İbni Muâz (R.A.), Tevrat'a göre hükmetmeyi uygun bul­du. Yahudiler de bunu kabul etti. Sa'd İbni Muâz (R.A.) hazretleri Tevrat'a göre hüküm vererek, eli silah tutan erkeklerin katledilme­si, kadınlarla çocukların da esir edilmelerine karar verdi. Müslüman olan Benî Kurayza'lılar canını kurtardı.

Sa'd İbni Muâz (R.A.), hükmünü verdikten sonra çadırına döndü. Yarası açılmış, yine fazla kan kaybetmeye başladı. Duası ka­bul edilmişti. Resûl-i Ekrem (S.A.V.) Efendimiz, Sa'd İbni Muâz (R.A.)'ı ziyaretine geldi.

Ve, Hz. Sa'd İbni Muâz (R.A.), hicretin 5. yılında şehitlik, mer­tebesine ulaştı.

Sa'd İbni Muâz (R.A.) vefatında, Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer sesli olarak ağlamaktan kendini alamadılar.

O'nun şehâdeti, Fahr-i Âlem (S.A.V.) Efendimizi de çok müte­essir etmişti.

Resûl-İ Ekrem (S.A.V.) Efendimiz şöyle buyurdu:

—"Sa'd İbni Muâz'ın ölümünden dolayı, Rahman olan Hak Te-âlâ'mn arşı titredi."

Bazı zâtlara göre, arşın titremesi: Hz. Sa'd İbni Muâz'ın gel­mesinden dolayı meleklerin ferahâp olması anlamındadır. [479]

 

Sa'd İbni Ubâde

 

Sa'd İbni Ubâde (R.A.), ensâr-ı kiramın ileri gelenlerindendir.

Kendisi, o devirde yapılabilecek tahsilin en üstününü yapmıştı. Ve arap dilini en iyi bilenlerden biri idi.

Sa'd İbni Ubâde (R.A.) hazretlerinin künyesi: Ebû Sâbîl el-Ensârî; lakabı ise; Seyyidü'l-Hazrecdir. Annesi Umre binti Mes'ud İbni Amr da müslümandı yanı Sâhâbiye idi.

Sa'd İbni Ubâde (R.A.), Medîne-i Münevvere'de doğmuştur. An­cak doğum târihi kesin olarak bilinmemektedir.

Sa'd İbni Ubâde (R.A.)'nın dedesi olan Delîm İbni Harise, Haz-'rec Kabilesinin en büyük emiri ve komutanı idi. O, bütün Hazrec Kabi­lesini etrafında toplamıştı. Bu reislik, O'ndan sonra Oğlu Ubâde'ye, ondan da Hz. Sa'd (R.A.)'e geçmiştir.

Sa'd ibni Ubâde (R.A.), babasının ve dedesinin kahramanlık ve cömertlik gibi hasletlerini devam ettirmiştir.

Hz. Sa'd İbni Ubâde (R.A.) hazretleri, Medîne-i Münevvere'de İslâmiyet yayılmaya başladığı sırada, ikinci Akabe biati sırasında müs-lüman oldu.

Hz. Sa'da ibni Ubâde (R.A.), çok zengin olduğu kadar, çok da cömert idi.

Resûl-i Ekrem (S.A.V.) Efendimiz, Medîne-i Münevvere'ye hicret ettiğinde, Hz. Ebû Eyyûb el-Ensârî'nin evinde misafir olarak kaldı­ğı sırada, her gün O'na yemek göndermiştir.

Sa'd îbni Ubâde (R.A.) hazretleri, Peygamber (S.A.V.) Efen­dimizle birlikte Bedir Savaşı hâriç bütün savaşlara iştirak etti. Bedir Savaşına, hasta bulunduğu için iştirak etmediği rivayet edilmektedir.

Bütün gazvelerde, ensâr-ı kirâmm sancağım Hz. Sa'd İbni Ubâde (R.A.) taşımıştır.

Hudeybiye Müsâlahası ile Bîat-ı Rıdvan'da hazır bulunan Sa'd İbni Ubâde (R.A.) hazretleri, aynı yılın sonlarına doğru yapılan Hay-ber Gazvesinde de komutanlar arasında bulundu.

Sa'd İbni Ubâde (R.A.), Mekke'nin fethine iştirak etmiş; Pey­gamber (S.A.V.) Efendimizle birlikte Veda Haccında da bulunmuştur.

Fahr-i Kâinat (S.A.V.) Efendimizin irtihâlinden sonra, Benî Sâide sakîfesinde halife seçimi için yapılan toplantıda, ilk aday Sa'd İbni Ubâde (R.A.) hazretleri idi. Bu sırada Hz. SaM (R.A.) hasta idi. Abasına sarılarak toplantı yerine getirildi ve burada bir konuş­ma yaptı.

Bu toplantıda, hilâfet makamına Hz. Ebû Bekir (R.A.) seçildi. Sa'd İbni Ubâde (R.A.) hazretleri de derhâl Hz. Ebû Bekir (R.A.)'e biat etti. Ve, O'nun hilâfeti müddetince, Medîne-i Münevvere'de ikâ­met etti.

Daha sonra, Suriye tarafına giden Sa'd İbni Ubâde (R.A.) haz­retleri, Havran'da ikâmet etmiş ve hicri 15 senesinde orada Rahmet -i Rahmân'a kavuşmuştur. [480]

 

Sadru'ş-Şehîd Burhânü'l-Eimme Hüsamü'd-Dîn Ömer İbni Abdi'l-Aziz El-Buhârî

 

Sadrü'ş-şehid Bürhânü'l-eimme Hüsamüddîn Ömer İbni Ab-dilaziz el-Buhârî, hanefî fakıylerinin büyüklerindendir.

Künyesi: Ebû Muhammed'dir.Hüsâmü'ş-şehîd diye de anılır.

Sadrü'ş-şehîd fıkıh ilmini babası Bürhânü'd-dîn el-Kebîr'den okumuştur.

Kendisi de, Mutaıyt-ı Razavî sahibi'nin fıkıhta üstadıdır.

Sadrü'ş-şehîd, hicrî 483 (milâdî 1090) tarihinde doğmuştur. Hicrî 536 (mîlâdî 1142) yılında, Semerkant'ta gayri müslimler tarafından şehîd edilen,Bürhânül-eimme Hüsamü'd-dîn Ömer İbn Abdilaziz'in naşı, Buhârâ'ya nakledilmiştir. [481]

 

Eserleri:

 

Sadrü'ş-şehîd merhum, fıkıh sahasında pek çok kıymetli eserler telif etmiştir. Bunların başlıcaları şunlardır:

1-) Şerhu Edebi'1-Kâdî

Bu eser, Hassâf'm Edebü'1-Kâdî adlı eserinin çok faydalı bir şerhidir.

2-) Fetâvâyi Suğrâ

3-) Fetvâvâyi Kübrâ

4-) Şerhû'l-Câmii's-Sağîr

5-) el-Mebsûi fi'1-Hüâfiyyât

6-) el-Vâkıât

7-) Kitâbü'I-Hitân

8-) Kitâbü't-Tezfeiye

9-) Risale fî- Mesaili'ş-Şüyü

10-) Şerhu'l-Kitabi'I-Nafakât

11-) Umdetü'l-Müfti

12-) Usûlü'l-Fıkıh

13-) Kitâbü't - Teravih

14-) Fetâvâyi Hiisânî

Bü kıymetli eserlerden bir kısmının el yazması nüshaları, İs­tanbul kütüphanelerinde mevcuttur. [482]

 

Sadrü'ş-Şerîati'l-Evvel Ahmed İbni Cemaliddîn Ubeydullah El-Mahbûbî

 

Sadrü'ş-Şerîati'l-Evvel Ahmed İbni Cemâliddîn Ubeydullah el-Mahbûbî, büyük bir hanefî fakıyhıdir.

Sadrü'ş-Şeriâti'l-Evvel, Buhârâ'lıdır. Ve hicrî 630 (mîlâdî 1233) tarihlerinde Buhârâ'da yetişmiştir.

Tâcü'ş-Şeria Mahmud, bu zatın oğludur. [483]

 

Sadrü'ş-Şerîati's-Sânî Ubeydullah İbni Mes'ûd İbni Tâci'ş-Şerîa Mahmud İbni Sadrü'ş-Şerîa Ahmed

 

Sadrü'ş-Şerîati's-Sânî Ubeydullah İbni Mes'ûd İbni Tâci'ş-Şerîa Mahmud İbni Sadrü'ş-Şeria Ahmed, hanefî fakıyhlerinin ileri gelenlerindendir.

Sadrü'ş-Şeriati's-Sânî, fıkıh, tefsir, hadis ilimleri ile özellikle kelâm, mantık ve felsefe ilimlerinde çok ileri bir âlim idi.,

Sadrü'ş-Şerîati's-Sariî hicrî 747 (mîlâdî 1346) tarihinde Buhâ­râ'da vefat etmiştir. Kabri, Buhârâ'da Şeriâbâd'dadır. Kendisine Sadrü'ş-Şerîati'l-Asgar da denir. [484]

 

Eserleri:

 

Sadru'ş-Şeriati's-Sanî merhumun başlıca,eserleri şunlardır:

1-) Şerhu Vikaye

Bu eser, dedesi Tacüddîn'in Vikayesine yaptığı bir şerhtir.

2-) Tenkihu'1-UsBİ

3-) et-Tavzîh fî-Haffi Gavâmızı't-Tenkîh

4-) en-Nikâye Muhtasara'1-Vikaye

5-) Mukaddimât-ı Erbaa

6-) Tâdîlül-Ulûm[485]

 

Saıd Ibnı Cubeyr

 

Saîd İbni Cübeyf, tabiînin büyüklerinden, Küfe'de yetişmiş, müctehid bir zâttır.

İsmi: Said İbni Cübeyr îbni Hişam el-Esdî; künyesi; Ebû Mu-hammed'dir. Aslen Habeşistanlıdır.

Said İbni Cübeyr (R.A.); Abdullah İbnü Abbas, Abdullah İbnü Zübeyr, Abdullan İbnü Ömer; Ebû Said el-Hudrî, Ebû Hureyre, Ebû Mûsâ el-Eş'arî ile daha pek çok sahâbe-i kiramdan ilim tahsil etmiş ve onların ders halkalarında yetişmiştir.

Said İbni Cübeyr hazretleri, bu büyük sahâbîlerden, özellikle hadîs,  fıkıh,  tefsir  ve  kıraat  ilimleri  ile  pek  çok  rivâyeterde bulunmuştur.

Abdullah İbnü Abbas (R.A.) hazretleri, Said îbni Cübeyr'e: "Ey  Said!   Sen  de,   dîni  mes'elelerde,  soranlara  cevap  ver." buyurmuştu.

Said İbni Cübeyr hazretleri de pek çok âlim yetiştirmiştir.

Bir müddet İsfahan'da ikâmet etmiş bulunan Said İbni Cü­beyr; Haccâc'm zulmüne karşı çıkmış Ve O'na cephe alan Eş'as ile, Türkistan'da bulunmuştur.

Bu hâdise sonunda, büyük âlim, Haccâc tarafından hicrî 95 (mî-lâdî 714) yılında ve kırk dokuz yaşında olduğu hâlde şehîd edilmiştir.

İmâm Ahmed İbni Hanbel hazretleri, şöyle demektedir:

—"Haccâc, Said ibni Cübeyr'i şehîd etti. Said İbni Cübeyr, yer-yüzündekilerin hepsinin kendisine muhtaç bulunduğu bir zât idi."

Ebû Kasım Taberî şöyle diyor.

—"Said İbni Cübeyr, hadis rivayetinde sika bir râvî ve her mes'-elede müslümanlara hüccet olan bir imamdır."

İbni Hibban, Kitâbü's-Sikât'ında şöyle diyor: —"O, fakıyh, âbid, fazıl ve müttakî bir zât idi."

Hasan-ı Basrî, Said İbni Cübeyr'in şehid edildiğini duyunca: —"Eyvah! İlmine, irfanına doğudan batıya kadar bütün müslümanlarm muhtaç olduğu en değerli âlimi kaybettik." buyurdu. [486]

 

Saîd İbni Ebî Arûbe

 

Saîd îbni Ebî Arûbe, tanınmış bir alim ve sika bir hadis hafızıdır.

Künyesi: Ebû'n-Nadr olan Said İbni Ebû Arûbe, Adiy Kabile­sinin azâdlısıdır. Babasının adı: Mihran el-Basrî'dir.

Saîd İbni Ebû Arîbe, zamanının en büyük hadîs âlimi idi. Kendisi, Katâde, Nadr İbni Enes, Hasan-ı Basrî, Abdullah İbni Fîruz, Âmir el-Ahvel, Ya'lâ İbni Hâkim gibi bir çok zâttan hadîs rivayet etmiştir.

Kendisinden de Halil îbni Haris, Yezid îbni Zeri, Muhammed îbni Ebî Ad'iy, Yahya el-Kettân, Bişr İbni Mufaddal gibi âlimler ri­vayette bulunmuşlardır.

Yahya el-Kettan şöyle demiştir:

—"Şu'be veya Hişam yahut İbni Ebî Arûbe'den bir şey işitti­ğim zaman, onu başkalarından da duyma ihtiyacı hissetmem."

Said Ibni Ebî Arûbe hazretleri hicrî 156(mîlâdî 773)yılında vefat etmiştir. [487]

 

Said İbni Müseyyeb

 

Saîd İbni Müseyyeb, Medîne-i Münevvere'de tabiîn devrinde yetişmiş bulunan fukahâ-i seb'adan (= yedi büyük fakıh'ten) birisidir.

İsmi: Saîd İbni Müseyyeb İbni Hazn İbni Ebî Vehb'dir. Künye­si: Ebû Muhammed MedenFdir.

Saîd İbni Müseyyeb; Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali, Sa'd İbni Ebî Vakkas, Muâviye, Ebû Hureyre gibi pek çok sahâbîden hadîs-i şerîf rivayet etmiştir. Babası ve dedesi de ashab-i kiramdandır.

Saîd İbni Müseyyeb, hadîs ilminde olduğu gibi fıkıh ilminde de üstün bir âlim idi. Kendisine fakıyhu'l-hıkahâ ve âlimü'l-ülemâ da denir.

Saîd İbni Müseyyeb, Ebû Hureyre (R.A.)'nin kızı ile evli idi.

Saîd İbni Müseyyeb hazretleri, bir hadîs-i şerîf öğrenmek için, bazen, günlerce, yolculuk yapardı.

Ali îbni el-Medenî şöyle derdi:

—"Tabiînin arasında, O'ndan daha âlim bir kimse görmedim. O: "Peygamberimizin sünneti böyle olmuştur." derse, bu sana yeter."

İmâm Şafiî: "O'nun mürselleri (= yani, senedinden sahabe­yi atlıyarak rivayet ettiği hadisler) bizim içiri huccettir.Sağlam bir de­lildir/' buyurmuştur.

Amr İbni Meymûn İbni Mihan, babasının şöyle dediğini nakletmiştir:,

—"Medine'ye geldiğinde, şehir halkı içinde en âliminin kim ol­duğunu sordum. Bunun üzerine, beni Said îbni Müseyyeb'e gönder­diler."

Katâde İbni Diâme şöyle diyor:

—"Helâl ye haramı, Said îbni Müseyyeb'den daha iyi bilen hiç bir kimse görmedim."

Said İbni Müseyeb, hicrî 15 (mîlâdî 638) yılında Medîne-i Mü­nevvere'de doğdu ve hicrî 91 (mîlâdî 710) yılında vefat etti. [488]

 

Said İbni Zeyd

 

Hz. Saîd İbni Zeyd (R.A.), aşere—i mübeşşereden,yani ha­yatta iken cennetle müjdelenen on büyük sahabeden biridir.

Künyesi: Ebû AVer ve Ebû Sevir idi. Dedesi Amr, Hz. Ömer (R.A.)'in amcasıdır.

Hz. Saîd İbni Zeyd, Hz. Ömer (R.A.)'in eniştesi, aynı zamanda da kayın biraderidir.

Saîd îbni Zeyd (R.A.)'in babası Zeyd İbni Amr, Islamiyetten önce Peygamberimizle görüşürdü. O, putlara tapmaz, onlar adıiıa kesilen hayvanların etmi yemez ve Allah'ın birliğine inanırdı. Ve, Hz. İbrahim'in dini olan hanîfilik"dinine girmiştir.

Saîd İbni Zeyd (R.A.), Peygamber (S.A.V/) Efendimizin İs­lâm'a da'vetini kabul etti ve derhâl hanımı Fâiıma bint-i Hattab ile birlikte müslüman oldular. Kendileri, ilk müslümanlardandırlar.

Habbab İbni Eret (R.A.), evlerine gelip, Kur'ân-ı Kerîm okurdu. Hz. Ömer (R.A.) de, kötü niyetle geldiği bu evde Kur'ân-ı Kerî­mi işitmiş ve dinlemiş; bunun tesiri ile de müslüman olmuştur.

Saîd İbni Zeyd (R.A.) müslüman olunca, diğer ilk nıüslümanlar gibi çok zulüm ve eziyet gördü ve Peygamber (S.A.V.) Efendimizin izni ile Habeşistan'a hicret etti.

Buradan da, Fahr-i Kâinat (S.A.V.) Efendimizin hicretinden son­ra, Medîne-i Münevvere'ye geldiler.

Medine'ye hicretten sonra, Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, Hz. Saîd İbni Zeyd ile Talhâ Ibni Ubeydullah hazretlerini Suriye ta­rafına, oradaki insanların durumlarını araşırmak ve incelemek üze­re gönderdi. Bu yolculukları sırasında, Ebû Süfyân'm başkanı bu­lunduğunu araştırdılar.

Saîd îbni Zeyd (R.A.), Bedir Savaşında bulunmadı. Ancak, O'nun^oklarını Peygamber (S.A.V.) attı ve O'na ganîmetten hisse ayrıldı.

Saîd İbni Zeyd (R.A.), Bedir'den sonra, Peygamber (S.A.V.) Efendimizin bütün gazvelerine katıldı.

Hz. Ebû Bekir (R.A.), Hz. Ömer ve Hz. Osman devirlerinde de pek çok savaşlara iştirak etti. Ecnâdeyn Savaşında suvârî kuvvet­lerinin Fihl Savaşında da piyadelerin komutanı idi. Şam muhasara­sına ve bu şehrin fethine iştirak etti.

Saîd İbni Zeyd (R.A.), dünya ve dünya nimetlerinden daha çok ibâdetlerini ve âhireti düşünürdü.rijç bir makam ve mevkie ta­lip olmaz; ancak, aldığı görevi en güzel bir şekilde yapardı.

Saîd İbni Zeyd (R.A.), düâsı kabul edilen zatlardan biridir. Bundan dolayı, herkes bu büyük zâtı kırmaktan kaçınırdı.

Saîd İbni Zeyd (R.A.) hazretleri, Peygamber (S.A.V.) Efen­dimizden 48 hadîs-i şerîf rivayet etmiştir.

Saîd İbni Zeyd (R.A.) hazretleri, hicrî 50 (mîlâdî 671) yılın­da, Medîne-i Münevvere yakınlarındaki Akîk denilen mevkîde, yet­miş yaşlarında iken vefat etmiştir.

Cenazesini, Sa'd İbni Ebî Vakkâs (R.A.) hazretleri yıkamış, techîz ve tekvin etmiştir.                                                                  

Medîne-i Münevvere'de Bakî Kabristam'na defnedilmiştir. [489]

 

Salim İbni Abdillah

 

Salim bin Abdullah (R.A.) hazretleri, Hz. Ömer (R.A.)'in oğ­lunun oğludur. Künyesi: Ebû Ömer'dir.

Tabiînin ileri gelenlerinden olan Salim, aynı zamanda büyük bir fıkıh âlimidir.

Babası, ashabı kiramdan, büyük âlim Abdullah bin Ömer (R.A.)'dir.

Salim bin Abdullah (R.A.) hazretleri, babası Abdullah bin Ömer (R.A.)'in terbiyesinde yetişmiş büyük bir zattır. Kâmil ahlâk sahibi idi. Babasına çok benzerdi. Ve, herkes tarafından sevilirdi.

Salim  bin  Abdullah  (R.A.)  hazretleri,   babasından  Ebû Eyyübü'l-Ensârî'den, Ebû Hureyre'den, Hz. Âişe'den ve daha bir çok sahâbîden hadîs-i şerîf rivayet etmiştir.

Salim bin Abdullah (R.A.) hazretlerinden ilim tahsil eden ve hadis rivayetinde bulunan zatların bir kısmı ise şunlardır:

Nâfî, Ömer bin Dinar, İbni Şihâb ez-Zuhrî..

Salim bin Abdullah (R.A.), Resûl-i Ekrem (S.A.V.), Hz. Ömer  (R. A.) ve babası Abdullah İbnü Ömer (R. A.) ile diğer sahabe-i kira­mın örnek ahlakını babasından ve dedesinden rivayet ederek, insan­lara haber verdi. Ve müslümanlara rehber oldu.

Salim bin Abdullah, Emevî halifelerinden Ömer İbni Abdü-laziz ve Hişam İbni Abdülmelik'e de zaman zaman nasihatlerde bulunurdu.

Salim bin Abdullah (R.A.), Medîne-i Münevvere'nin en bü­yük fakıyhlerindendir. O'nun bazı ictihadları mühim kitaplarda mevcuttur.

Tabiînden ve Medîne-i Münevvere'deki yedi büyük âlimden biri olan Saîd bin Müseyyeb, şöyle diyor:

—"Salim, Abdullah'ın kendisine en çok benzeyen oğludur. Ab­dullah ise, Ömer'in, kendisine en çok benzeyen oğlu idi."

İshâk bin Rahîye şöyle diyor:

—"Bütün isnadların en doğrusu, Zührî'nin Sâlim'den; O'nun da babasından rivayetidir."

Salim bin Abdullah (R.A.) hazretleri, hicrî 106 (mîlâdî 725) senesinde Medîne-i Münevvere'de vefat etmiştir. [490]

 

Salim İbni Ubeyd

 

Salim İbni Ubeyd (R.A.) ashâb-ı kiramın ileri gelenlerinden ve Kur'ân-ı Kerîmi en güzel okuyan (= kurrâ) lardan biridir.

Aslen İranlı olan Hz. Sâlim'in babasının isminin Ma'kıl oldu­ğunu söyleyenler de vardır. Kendisi, çoğu zaman Salim îbni Ebî Hu-zeyfe diye anılır. Bunun sebebi: Hz. Salim, Ebû Huzeyfe'nin zevcesi Sübeyte'nin azatlısı olup, kendisini Ebû Huzeyfe'nin evlâd edinmiş olmasıdır.

Künyesi: Ebû Abdullah'tır Baba tarafından muhacirinden, an­ne tarafından da ensâr'dandır.

Hz. Salim, Mekke-i Mükerreme'de iken müslüman olmuş ve Peygamber (S.A.V.) Efendimizden önce Medîne-i Münevvere'ye hic­ret etmiştir.

Salim İbni Ubeyd (R.A.) hazretleri, Peygamber (S.A.V.) Efen­dimizin bütün gazvelerinde hazır bulunmuştur.

Hz. Ebû Bekir (R.A.) zamanında, Yemâme'de yapılan savaşta sancaktarlık yapmakta idi. Aldığı kılıç darbeleri ile şehid oldu.

Hz. Salim İbni Ubeyd (R.A.), ashâb-ı kiram içinde, Kur'ân-ı Kerîm'i en güzel okuyanlardan biri idi. Nitekim, Fahr-i Âlem (S.A.V.) Efendimiz:

—"Kur'an-ı Kerîm'i şu dört kişiden öğreniniz." buyurmuşlar ve bu dört kişiyi sayarken, Salim İbni Ubeyd (R.A.)'i de zikretmişlerdir.

Resûl-i Ekrem (S.A.V.) Efendimiz, Hz. Sâlim'in kıraatini de­rin bir huşu içinde dinlerdi. O'nun sesi güzeldi ve Kur'ân-i Kerîm'i çok güzel okurdu.

Hz. Salim İbni Ubeyd (R.A.), çok cömert ve yardımsever bir zât idi. Muhtaç olan kişileri arayıp bulur ve gizlice onlara yardım ederdi.

Hz. Ömer (R.A.)'in, Salim İbni Ubeyd'e teveccühü vardı. O'nu takdir eder ve çok severdi.

Hz. Ömer (R.A.) yaralandığında, şehit olmadan önce: —"Ebû Huzeyfe'nin azatlısı Salim hayatta olsaydı, hilâfet mes'elesini şûraya havale etmezdim." buyurmuştur.

Hz. Ömer (R.A.)'in bu sözü, Salim İbni Ubeyd'in, ashâb-ı ki­ram arasında ne derece mühim ve muhterem bir mevkiinin bulundu­ğunu göstermektedir.

Hz. Salim İbni Ubeyd (R.A.), cömertliğini şehâdeti sırasında da göstermiş ve malının üçte birini, köleleri azâd etmek için harcan­masını vasiyet etmiştir.

O'nun ruhunu taziz için, vârisleri de malından birşey almamış ve hepsi beytü'1-mâle kalmıştır. [491]

 

Seleme İbni Suheyb

 

Seleme İbni Suheyb, hicrî ikinci asırda yetişmiş âlimlerdendir. Künyesi: Ebû Huzeyfe'dir. "İbni Suhaybe" ve başka isimlerle de anılır.

Seleme İbni Suheyb, iyi bir fakıyh ve sika bir muhaddistir. Kendisi, tebe-i tâbiîndendir. [492]

 

Selmân-I Fârisî

 

Selmân-ı  Fârisî  (R.A.)  hazretleri,   ashâb-ı  kiramın  ileri gelenlerindendir.

Aslen İranlı olup, İsfahan'ın Cey köyünde doğmuş bulunan Selmân-ı Fârisî hazretlerinin doğum tarihi bilinmemektedir.

Kendisinin muammerûn'dan (= uzun ömür sürmüş kimseler­den) olduğunda ittifak bulunmasına rağmen kaç yıl yaşadığı da ke­sin olarak bilinmemektedir. Ancak, Selmân-ı Fârisî hazretlerinin 250 yıldan fazla yaşadığını söyleyenler çoğunluktadır.

Selmân-ı Fârisi (R.A.)'nin ailesi mecûsî olup, ateşe tapan kim­selerdendir. Kendisi de o terbiye iie yetişmişti.

Bu sırada hıristiyan olan bir kaç kişi ile görüşüp, din hakkında onlardan bilgi edindi ve hır is tiy anlığa mecûsîlikten üstün bularak o dine girdi.

Buna razı olmayan babası, Selmân-ı Farisî'ye işkence yaptı.

Bir fırsatını bulup, Şam'a giden bir kervana dâhil oldu ve Şam'da hıristiyanların en büyük rahibinin hizmetine girdi. Bu adam, görün­düğü gibi değildi. Fakirlere vermek üzere, zenginlerden topladığı pa­rayı, yine vermiyor ve kendi adına biriktiriyordu. Bu şekilde yedi küp altın biriktirmişti .

Bu adam ölünce, hıristiyan cemâati; ona büyük bir merasim yap­ma hazırlığına girdi. Selâm-ı Fârisî, o şahsın iç yüzünü açıkladı ve merasimden vaz geçildi.

Bu şahsın yerine gelen rahip, ihlâslı bir adamdı. Selmân-ı Farisî uzun müddet ona da hizmet etti. Bu şahıs ölürken, Selmân, "kendi­sinden sonra kimin hizmetinde bulunacağını" sordu. O da Musul'­da bulunan bir rahibi tavsiye etti.

O'na da uzun müddet hizmet etti ve öleceği zaman, onun da tav­siyesini alarak Nusaybin'deki bir rahibin hizmetine girdi. Onun ölü­mü üzerine ve tavsiyesine uyarak, Anadoluya gelen Selmân-ı Farisî, Ankara'da başka bir rivayete göre de Sivrihisar'da bir rahibin hiz­metine girdi.

Bu şahsa da uzun müddet hizmet eden Selmân-ı Fârisî ölüm dö­şeğinde iken, bu rahibe:

—"Efendim, ömrünüzün uzun olmasını temenni ederim. Fakat, eğer siz benden önce vefat ederseniz, bana sizin gibi mürşid olacak, bir büyük zâtı şimdiden tavsiye eder misiniz?" dedi. Rahip:

—Böyle birini tavsiye edeceğim gibi; onun yanma hemen git­meni de tavsiye ederim." dedi. Ve şöyle devam etti:

—"Arabistan tarafına git; o tarafta âhir zaman Peygamberi zu­hur edecektir. Onun ismi bizim kitabımızda yazılıdır. Ona tâbi ol. Senin yerin orasıdır."

Selmân-ı Farisî:

—"O zâtı nasıl bulacağım? Bulduğum zatın senin dediğin şahıs1 olduğunu nasıl anlayacağım?" diye sordu. Rahip:

—"O zat, sadaka teklif edersen almaz; hediye verirsen onu ka­bul eder. Sırtında da nübüvvet mührü vardır ki, bu onun mueizele-rindendir." karşılığını verdi.

Bu rahip ölünce, Selmân-ı Fârisî, kendisini Arabistan'a götüre­cek bir kervan beklemeye başladı. Bu arada sahibi bulunduğu ko­yun ve sığırları otlatıyordu.

Nihayet bir kervan geldi. Selman da koyun ve sığırlarını satıp, yolculuk ücreti olarak verdi. Ancak, Arabistan'a gelince, kervancı­lar onu köle diye sattılar. Ve geldiği yerin Medine olduğunu sonra­dan öğrendi.

Bu sırada, Fahr-i Kâinat (S.A.V.) Efendimiz hicret buyurup, Me­dine'yi şefeflendirmişlerdi. Selmân, önce, O'na bir miktar hurma gö­türüp "Sadakamdır." dedi ve Rasûl-i Ekrem (S.A.V.) Efendimiz on­dan yemeyip, yanındakilere ikram etti; sonra: "hediyemdir." diye­rek bir miktar daha hurma götürdü. Peygamber (S.A.V.) Efendi­miz ondan yedi.

Bunlardan sonra Selmân-ı Fârisî, nübevvet mührünü de gördü ve müslüman oldu.

Daha sonra mükâtebe usulüyle kölelikten kurtulan Selmân-ı Fârisî (R.A.), Bedir ve Uhud savaşlarına, —bu sıralarda köle oldu­ğu için— iştirak edemedi.

Hürriyete kavuştuktan sonra yapılan Hendek Savaşına iştirak etti. Bu savaşta, Medine'nin düşmanın geleceği tarafına hendek ka­zılması fîkri de Selmân-ı Fârisî (R.A.) tarafından ortaya atılmıştır.

Selmân-ı Fârisî, müslüman olduktan sonra bütün gazvelere iş­tirak etti.

Peygamber (S.A.V.) Efendimiz: "Selman, benim ehl-i beytim-dendir." buyurmuştur.

Selmân-ı Fârisî (R.A.) hazretleri ashâb-i suffa'dandı. Dolayı-siyle, Fahr-i Kâinat (S.A.V.) Efendimizin huzurunda çok ve uzun müddet bulunurdu. Hatta, geceleri bile O'nun huzurunda sohbeti ile şereflendiği olurdu.

Fahr-i Âlem (S.A.V.) Efendimiz, Selmân-ı Fârisî'yi, Ebü'd-Derdâ (R.A.) ile kardeş yapmış ve bir defasında Ebû'd-Derdâ'ya hitaben:

—"Selmân senden daha fakıhtır." buyurmuştu.

Hz. Ebû Bekir (R.A.) devrinde Medîne-i Münevvere'de ka­lan Selmân-ı Fârisî (R.A.) hazretleri, Hz. Ömer (R.A.) zamanında İran tarafına gönderilen orduya katıldı. Ve İran'ın fethinde çok bü­yük hizmetleri dokundu. Çünkü, ana dili farsca idi ve onların ör­fünü, âdetini, savaş taktik ve silahlarını gayet iyi biliyordu.

Medâin şehri fethedilince, Hz. Ömer (R.A.), Selmân-ı Farisî (R.A.) hazretlerini buraya vali tâyin etti.

Selmân-ı Fârisî, idaresindeki basiret, halka uyguladığı adalet ve kendi yaşayışındaki sadelikten dolayı, halk tarafından çok sevildi ve bu tutumu ile onların İslâm'a muhabbet beslemelerini sağladı.

Selmân-ı Fârisî (R.A.), Medâin Valiliğinden ayrılıp Medîne-i Münevvere'ye döndü ve ömür boyu hiç terketmediği sade yaşama­ya, zühd ve takvaya devam etti.

Selmân-ı Fârisî (R.A.), uzun boylu, esmer tenli ve gayet sade giyinen bir zat idi. > Vali bulunduğu sırada da bu alışkanlığını hiç terketmedi. Eline geçen her şeyi, fakir ve muhtaç kimselere dağıtırdı. Kendisi hiç kimseden sadaka almazdı.

Hz. Osman (R.A.) zamanında hastalanan Selmân-ı Fârisî (R.A.), kendisini ziyaret edenlere, nasihatlerde bulunmaya devam etti.

Selmân-ı Fârisî, hicrî 35 (milâdî 655) yılında vefat etti.

Selmân-ı Fârisî (R.A.), Resûl-i Ekrem (S.A.V.) Efendimizin huzurlarında ve sohbetleri ile kemâle ermiş, büyük bir zahir ve batin âlimi idi.

Kendisi, Peygamber (S.A.V.) Efendimizden 60 hadîs-i şerif ri­vayet etmiştir. Bu hadis-i şeriflerin otuz kadarı, Buhârî ve Müslim hazretlerinin sahihlerinde yer almaktadır.

Selman-ı Farisi (R.A.), ilim öğretme hususunda da çok gay­retli idi. Ebû Said el-Hudrî, îbni Abbas, Evs İbni Mâlik gibi zâtlar O'nun.talebeleri arasında idi". Ebû Hureyre (R.A.) de, kendisinden hadîs-i şerîf rivayet edenler arasındadır.

Tabiînin büyüklerinden ve Medîne'de, zamanının yedi büyük fa-kıyhınden (= fukahâ-i Seb'adan) olan Kasım İbni Muhammed de, Selmân-ı Fârisî (R.A.)'nin talebelerindendir.

Peygamber (S.A.V.) Efendimiz şöyle buyurdular: —"Cennet üç kişiye müştaktır. (Yani, onların gelmesini şevkle

beklemektedir): Aliyyü'l-Murtazâ, Ammâr İbni Yâsir ve Selmân-ı Fârisî' *

Yine Fahr-i Âlem (S.A.V.) Efendimiz buyuruyorlar: "Dört kişi, fazîlet bakımından öne geçmiştir: Ben arapları, Sü­heyl ramları, Selman farsları ve Bilâl habeşleri, —faziletçe— geçmi­şiz.*'[493]

 

Semûre İbni Cündeb

 

Hz. Semûre İbni Cündeb, ensâr-ı kiramdandır. Künyesi: Ebû Said (veya Ebû Süleyman Yahut Ebû Abdullah) dır.

Semûre İbni Cündeb (R.A.) hazretlerinin İslâmiyeti ne zaman kabul ettiği bilinmemektedir. Ancak, annesinin kendisinden önce müs-lüman olduğu kaydedilmektedir.

Semûre İbni Cündeb, Fahr-i Kâinat (S.A.V.) Efendimizle bir­likte bir çok gazaya iştirak etmiş ve O'ndan 123 hadîs-i şerîf rivayet etmiştir.

Bu durumlardan, O'nun genç yaşta müslüman olduğu anlaşılmaktadır.

Hz. Semûre İbni Cündeb (R.A.), Basra Şehri kurulduktan son­ra, oraya gidip yerleşmiş ve hayatının sonuna kadar orada yaşamıştır.

Ziyâd İbni Ebîhi'nin Basra Valiliği sırasında, o, sefere çıkınca, altı ay kadar valiliğe vekâlet eden Semûre İbni Cündeb hazretleri; daha sonra, Küfe şehrinde de Ziyâd İbni Ebîhi nâmına, altı ay ka­dar emirlik yapmıştır. Bu görevinden, Hz. Muâviye tarafından, hic­rî 53 (mîlâdî 674) yılında azledilmiştir.

Semûre İbni Cündeb (R.A.) hazretleri, haricîlere karşı gayet şiddetli davranmış ve onları sindirmeye muvaffak olmuştur.

Hz Semûre (R.A.), kuvvetli bir hafız ve güçlü bir hadîs âlimidir.

Hasan-ı Basrî ve İbni Şîrîn gibi, tabiînin meşhurları kendisin­den hadîs-i şerîf rivayet etmişlerdir.

Semûre İbni Cündeb (R.A.) hazretleri hicrî 59 (milâdî 679) ta­rihinde, Basra'da vefat etmiştir. [494]

 

Seyfeddin İsmail Efendi

 

Seyfeddin İsmail Efendi, Mecelle Komisyonu azalarındandır ve çalışmaların tamamında bulunanlardan biridir.

Harput'ta dünyaya gelmiş olan Seyfeddin İsmail Efendi, bir müddet, orada tahsile devam etmiş ve daha sonra da İstanbul'a ge­lerek tahsilini tamamlamıştır.

Vidihli hocadan ders alırken, Ahmet Cevdet Paşa ile ders arka­daşı olan Seyfeddin İsmail Efendi, tahsilini bitirince müderris ola­rak ilmiye sınıfına intisab etmiştir.

Seyfeddin İsmail Efendi, Mayıs 1867'de Galata Kadılığına tâyin olunmuştur.

Aynı yıl Mekke payesine erişen Seyfeddin İsmail Efendi Nisan 1869'da Şûrayı Devlet ve Mecelle Cemiyeti azası olmuş ve bundan kısa bir müddet sonra da İstanbul payesini ihraz etmiştir.

Seyfeddin İsmfcil Efendi, haziran 1872'de fiilen. İstanbul Ka­dısı, mayıs 1874'de de Muhâkemât Reisi olmuştur.

Aralık 1875'de Şûrayı Devlet'e alınan Seyfeddin İsmail Efendi, 1878 yılında Anadolu ve Rumeli Kazaskerliği payesini kazanmış ve aynı yıl içinde Haieb Nâibliğine tâyin edilmiştir.

1879 yılında İstanbul'a dönen Seyfeddin İsmail Efendi tekrar Şûrây-ı Devlet azalığına tayin olunmuş ve Murassa Nişân-ı Osmânî ile taltif edilmiştir,

Fıkıh sahasında son derece muktedir, hitabeti kuvvetli ve her­kesin itimadını kazanmış bulunan Seyfeddin İsmail Efendi 28 Ara­lık 1882 de istanbul'da vefat etmiştir. [495]

 

Seyyid Şerîf Cürcânî

 

Ali İbni Muhammed İbni Ali el-Cürcânî, meşhur bir âlimdir. Künyesi: Ebû'l-Hasan'dır. Seyyid Şerîf ve Seyyid Sened diye tanınır.

Seyyid Şerîf, Cürcan'da Esterâbâd yakınında Tâgû'da hicrî 816 (milâdî 1413) yılında doğmuştur.

Hanefî mezhebinde olan Seyyid Şerif Cürcânî Şer'î ve edebî ilimleri Ekmelüddîn Muhammed el-Bâbertî ve en-Nûru't-Tavûsî'den okumuş; ayrıca, Kutbuddîn Muhammed er-Râzî ve Mevlânâ Müba­rek Şah gibi büyük âlimlerin ilim meclislerinde bulunmuş ve daha bir çok meşhur zâttan ilim tahsil etmiştir.

Seyyid Şerîf Cürcânî tasavvuf ve tarikata da intisab etmiş ve Ho­ca Allâüddîn Attâr ile Nizâmüddîn Hâmûşîden ders almıştır.

Seyyid Şerîf, bütün hayatını ilim ve irfana hasretmiş, her ilim ve fenden müstefid olmuş ve bir çok ilimlerle ilgili eserler yazmış ve allâme unvanım hakkıyle kazanmıştır.

Allâme Aynî: "Seyyid, şarkın âlimidir." demiştir.

Kendi beldesinde bir çok ilimlerde üstad olan Seyyid Şerîf, bu­nunla iktifa etmiyerek,   ilmî kudretini artırmak için seyahate de çıkmıştır.

Herât'a uğramış, Kutbüddın Râzî'den mantık okumak istemiş­ti. Bu zat, Mısır'a yerleşmiş olan Şah'ı tavsiye edince, oraya gitmek üzere yola çıkmış ve bu yolculuk esnasında Anadolu'ya da uğramış­tı. Karaman'a uğrayıp Cemâlüddîn Akserâyî ile görüşmek istemişse de, oraya vardığı gün, o büyük zâtın cenaze merasimi ile karşılaş­mıştı. Cemâlüddin Aksarâyî ile görüşememiş, ancak, O'nun en seç­kin talebelerinden olan Molla Fenârî ile karşılaşmıştır.

Seyyid Şerîf ile Molla Fenârî beraberce Mısır'a gitmişler ve Ek-melüddîn'den ders almışlardır. Bu sırada Seyyid Şerîf, Mübarek Şah'-ın derslerine de devam etmiştir.

Uzun müddet Mısır'da kalan Seyyid Şerîf, büyük bir şeref ve şan kazanmıştır. Mısır'dan ayrılıp Şirâz'a giden Seyid Şerîf, burada Şah Şücâüddîn Muzafferin takdirlerine mazhar olmuştur.

Timurlenk hicrî 789 (milâdî 1387) yılında Şirâz'ı işgal ettiğin­de, Seyyid Şerifin ilmi kudretini anlamış ve O'na fevkalâde hürmet göstererek, bu büyük âlimin evine iltica edenlere eman vermiştir.

Timur, daha sonra, Seyyid Şerifi alıp, Mâverâü'n-Nehir'e gö­türdü. Timur, âlimlere çok hürmetkar idi. Meclisinde asrının en de­ğerli âlimlerini topladı.

Seyyid Şerîf, Timur'un vefatına kadar Semerkant'ta kalmış; son­ra Şirâz'a dönmüştür. Seyyid Şerîf ile Allâme Taftazânî arasında Taş­kent'te cerayan eden ilmî mübâhase'ler dillere destan olmuştur.

Seyyid Şerîf, Keşşafa yaptığı haşiye ve Kadı Beyzâvî tefsiri-ne yaptığı ta'lika ile tefsir ilmindeki kudretini göstermiş ve kendisi­ne "En büyük müfessirlerin iftiharı" denilmiştir.

Daha sonra gelen bir çok âlim de, Seyyid Şerifin Keşaf haşiyesi üzerine haşiyeler yazmışlardır. [496]

 

Eserleri

 

Allâme  Seyyid  Şerîf Cürcânî'nin eserlerinden bir  kısmı şunlardır:

1-) Keşşafın baş kısmına Haşiye

2-) Kadı Beyzâvî Tefsirine Ta'lîka

3-) Risâlelü fî-Usûli'1-Hadis

Hadis Usulü ile ilgili olan bu eser matbüdur.

4-) er-Risâletü'ş-Şerife

Mubâhase âdab,ı ile ilgili olan bu eser de matbüdur.

5-) Hâşiyelü ale'l-Mutavvel

6-) Şerhu Metali* Haşiyesi

7-) Hikmetti'I-Ayn Haşiyesi

8-) Şerhu Tecrid Haşiyesi

9-) Risâletü fî'1-Vücûd

10-) Ferâizu Sirâciyye Şerhi

Bu eser de matbüdur.

11-) Hidâye Haşiyesi

12-) Şerhu Muhtasar' İbni Hâcib Haşiyesi

13-) Şerhu Mevakıf

Bu eser de matbüdur

14-) Tarifât-ı Seyyid Bu eseride matbüdur.

15-) Mîr îsâ goci Matbüdur.

16-) Şerhu Hikmeti'l-İşrâk

17-) Risale fî-Hâce Nakşıbend

18-) Mekâtidü'1-Ulûm[497]

 

Sıla İbni Züf Er

 

Sıla İbni Züfer el-Absî, tabiînin büyüklerindendir. Künyesi: Ebû'l-Ulâ'dır.

Kûfe'li olan Sıla İbni Züfer hazretleri, büyük bir fakıyh ve sika bir râvîdir. Zamanının en büyük muhaddis ve fakıyhlerinden olduğunda ittifak vardır.

Sıla İbni Züfer el-Absî, hicrî 70 (mîlâdî 690) tarihinde vefat etmiştir. [498]

 

Sımak İbni Fazl

 

Simak îbni Fazl, hicrî ikinci asırda yetişmiş Yemenli bir âlimdir.

Tebe-i tabiînden olan Simak İbni Fazl hazretleri, kuvvetli'bir fakıyh ve sika bir ravîdir. Rivayet ettiği hadîs-i şerifler, İmâm Nese-î'nin Sünen'inde ve diğer bazı hadis kitaplarında mevcuttur. [499]

 

Süfyan İbni Üyeyne

 

Süfyân İbni Uyeyne, tebe-i tabiînden fakıyh ve muhaddîs bir zattır.

Künyesi: Ebû Muhammed el-Küfî'dir.

Süfyân İbni Uyeyne, hicrî 107 (milâdî 726) tarihinde Kûfe'de doğmuş ve sonradan Mekke-i Mükerreme'de ikâmet etmiştir.

Süfyân İbni Uyeyne; Zührî, Şa'bî, Amr îbni Dinar ve Abdul­lah İbnü Dînar gibi meşhur zevattan hadis-i şerîf dinlemiş ve rivayet etmiştir.

Süfyân İbni Uyeyne hazretlerinden, hadis dinleyip rivayet eden zatlar içerisinde ise, A'meş, Sevrî, Îbnü'l-Mübârek, İmâm Şafiî, İb­ni Vehb, Ahmed îbni Hanbel gibi meşhur imamlar bulunmaktadır.

Süfyân îbni Uyeyne hazretlerinden rivayet edilen hadîs-i şe­riflerin sayısı yedi bini bulmaktadır. Yanında kitap bulundurmazdı ve hafızasındaki kuvvet bir hârika demekti.

Kendisi, hadiscilerin hükemâsından sayılırdı. Fıkıh silsilesi iti­bariyle de İmâm Şafiî'nin ecdadından biri idi.

Tekrîb'de şöyle deniliyor:

—"İbni Uyeyne; sikadır, hafızdır, fakıyhtir, İmamdır, hüccet­tir. Şu kadar varki, son günlerinde tegayür etmişti."

Süfyân îbni Uyeyne, hicrî 198 (milâdî 814) yılında Mekke-i Mükerreme'de vefat etmiştir.

îbni Vehb: "Ben, tefsirde Süfyân İbni Uyeyne'den daha âlim bir kimse bilmiyorum." demiştir. [500]

 

Eserleri:

 

Tefsir, hadîs ve fıkıh sahasında büyük bir âlim olan Süfyân İbni Uyeyne hazretlerinin başlıca eserleri şunlardır:

1-) et-Tefsîr

Bu, Kur'an-ı Kerîm tefsiri ile ilgili bir eserdir.

2-) el-Câmi

Bu da, hadîs ile ilgili bir eserdir. [501]

 

Süfyan-ı Sevrı

 

Süfyân-ı Sevrî, tebe-i tâbiîn'in ileri gelenlerinden, büyük bir âlimdir.

İsmi: Süfyân İbni Saîd îbni Mesrûk el-Kûfî; künyesi ise: Ebû Muhammed (veya Ebû Abdullah) tır.                         

Süfyân-ı Sevrî, hicrî 97 (milâdî 716) yılında Küfe'de dünyaya gelmiştir.

Büyük bir muhaddis ve büyük bir fakıyh olan Süyfân-ı Sevrî, aynı zamanda zühd, takva ve vera sahibi büyük bir mutasavvıftı.

Fıkıh ve hadis ilimlerini zamanındaki büyük âlimlerden tahsil etti.

Kendisi mutlak bir müctehid idi; yani müstakil bir mezhep sa­hibi bulunuyordu. Hatta, Cüneyd-i Bağdadî ve Hamdun Kassar gi­bi zatlar da, Süfyân-ı Sevrî hazretlerinin mezhebinde idiler.

Ancak, Süfyân-ı Sevrî hazretlerinin mezhebi, —bağlısı kalma­dığı için— zamanla unutuldu.

Ebû Âsim şöyle demiştir:

—"Süfyân-ı Sevrî, hadiste emire'l-mü'minîndir."

İbni Mübarek de şöyle demiştir:

—' 'Ben, bin yüz şeyhten hadîs-i şerîf yazdım; ancak, kendisin­den hadîs-i şerîf yazdığım zevat içinde, Süfyân-ı Sevrî'den daha ef-dâl birini görmedim."

İmâm Nevevî merhum, Tehabü'1-Esmâ isimli eserinde şöyle diyor: —"Sevrî, kendisine uyulan altı mezhep sahibinden biridir."

Kûfe'Ii olan Süfyân-ı Sevrî hazretleri, Mekke-i Mükerreme'-ye gittiği zaman, halk başına toplanıp, kendisinden pek çok şeyler sormuş; Süfyân-ı Sevrî de, hiç telâş göstermeden, bu suallere teker teker cevap vermiştir.

Hadis, tefsir, fıkıh ve tasavvuf ilimlerinde zamanının eşsiz âlim­lerinden olan Süfyân-ı Sevrî hazretleri, fevkalade bir hafızaya mâ­likti. Kendisi şöyle diyor:

—"Hafızam, kendisine tevdî ettiğim hiç jbir şeyde bana ihanet etmedi." [502]

 

Eserleri:

 

İlmî kudreti herkesçe kabul edilen ve ilmi ile âmil olup, sade­ce haramları yapmamakla kalmayarak, şüpheli şeylerden de kaçınan Süfyân-ı Sevrî hazretlerinin başlıca eserleri şunlardır:

1-) el-Câmiu'1-Kebir

2-) el-Câmiu's-Sağîr

3-) Kitâbü'l-Ferâiz

İmâm Süfyân-ı Sevrî hazretleri, hicrî 161 (mîlâdî 778) yılında Basra'da vefat etmiştir. [503]

 

Süleyman İbni A'meş

 

Süleyman İbni Mihran el-A'meş, tabiîn devrinin, büyük kıra­at, hadîs ve fıkıh âlimidir.

Künyesi: Ebû Muhammed; lakabı ise: A'meş'tir. Gözlerinden çok su aktığı için veya görme duygusunun çok zayıf olmasından do­layı, kendisine bu lakap verilmiştir.

Babası, Devâmend'li idi; Kûfe'ye geldi ve yerleşti. A'meş haz­retleri hicrî 61 (mîlâdî 681) yılında Kûfe'de dünyaya geldi.

A'meş, hadis ilminde hafızdır ve sikadır.

Her sahadaki ilminin çokluğu sebebiyle, kendisine allâmetü'l-İslâra; sıdkımn (= doğruluğunun) çokluğu sebebiyle de Mushaf denilmiştir.

Süleyman İbni A'meş, kıraat ilminde de devrinin en ileri âli­mi ve imâmı idi.

Hüşeym şöyle demektedir:

— "Kûfe'nin hiç bir tarafında, Allahu Teâla'nm kitabını, O'-nun kadar iyi okuyan; O'nun kadar güzel söz söyliyen; O'nun ka­dar sür'atle anlayan ve güzelce kavrayan; suâllere, O'nun kadar su-râtli cevap veren bir kimse görmedim."

Süleyman İbni A'meş hazretleri kıraat, hadis ve fıkıh ilminde zamanının   imamı   idi.   Kendisi   İmâm   Mâlik   hazretleri   ile   de görüşmüştür.

Süleyman İbni A'meş, hicrî 148 (milâdî 765) tarihinde vefat etmiştir. [504]

 

Süleyman İbni Habîb

 

Süleyman îbni Habîb ed-Dârânî büyük bir fakıyhtır. Künyesi: Ebû Eyyûb'dür.

Süleyman İbni Habîb, tahsilini tamamladıktan sonra, Emevî halifelerinden   Süleyman   tarafından   Şam'a  kadı   olarak   tâyin edilmiştir.

Hadiste de sika bir alim olan Süleyman İbni Habîb, hicrî 126 (milâdî 744) yılında vefat etmiştir. [505]

 

Süleyman İbni Yesâr

 

Süleyman İbni Yesâr, tabiînin büyüklerinden âlim bir zâttır. Künyesi: Ebû Abdur rahman'dır.

Kendisi, Medîne-i Münevvere'deki fukahâ-i Seb'adan (yedi meş­hur fakihten birisidir.)

Süleylan İbni Yesâr, Ümmü'l-Müminîn Meymûne'nin azad-lısı idi. Ve Atâ-i Hilâlî'nin kardeşidir.

Süleyman İbni Yesâr hazretleri; Hz. Meymûne Hz. Âişe, Hz. Ümmü Seleme, Ebû Hureyre, Abdullah İbnü Abbas, Zeyd İbni Sa­bit, Mikdad İbni Esved ve diğer pek çok zâttan hadîs-i şerîf dinlemiş ve rivayette bulunmuştur.

Süleyman İbni Yesâr hazretlerinden hadis-i şerîf rivayet edenler arasında da, Amr İbni Dînar, Abdullah İbni Dînâr, Abdullah İbni Fadl el-Hâşimî, Ebû'z-Zinâd, Bukeyr İbni Eşec, Yahya İbni Saîd el-Ensârî gibi meşhur zâtlar vardır.

Süleyman İbni Yesâr hazretleri kütüb-i sitte râvilerindendir. Sikadır ve çok hadîs-i şerîf rivayet eden râvîlerdendir.

Muhammed İbni Sa'd şöyle demiştir:

—"Süleyman; sika, âlim, kadri yüce, fakıyh ve çok hadîs riva­yet eden bir zât idi."

Süleyman İbni Yesâr, hicrî 109 (milâdî 728) tarihinde, yetmiş üç yaşında vefat etmiştir. [506]

 

Süveyd İbni Gafele

 

Süveyd İbni Gafele, tabiînin ilklerinden, fakıyh bir zattır. Süveyd İbni Gafele hazretleri, Peygamber (S.A.V.) Efendimiz hayatta iken müslüman olmuş ve daha sonra Medîne-i Münevvere'-ye gitmiştir. Ancak, Fahr-i Kainat (S.A.V.) Efendimizin, irtihâli bu sırada vuku bulduğundan Süveyd İbni Gafele hazretleri, sahabî ol­ma şerefine nail olamamıştır.

Süveyd İbni Gafele hazretleri, Kâdisiye ve —Hz. Ali'nin yanında— Sıffîn savaşlarında bulunmuştur.

Kûfe'de yerleşmiş olan Süveyd İbni Gafele hazretleri hicrî 80 (milâdî 700) senesinde 128 yaşında olduğu hâlde vefat etmiştir. [507]

 

Şa'bî Ebû Amr Âmir İbni Şürahîl

 

Âmir İbni Şürahîl, tabiînin büyüklerinden Kûfe'li bir zattır. Âmir İbni Şürahîl'in ataları Yemenli'dir ve Hemdan kabilesi­nin bir kolu olan "Şab"a mensuptur.

Ebû Amr eş-Şa'bî, kudretli bir âlim, fakıyh ve muhaddistir. Şa'bi (R.A.), İmam-ı Azam Ebu Hanife'nin hadiste şeyhidir. Şa'bî hazretleri, üstün bir hafızaya mâlikti.

Eline kalem alıp, hiç bir şeyi yazmaz; bununla birlikte, kendisi­ne rivayet edilen binlerce hadisi derhal ezberler ve hıfzetmek için, hiç birinin tekrarlanmasına lüzum etmezdi.

Kendisi şöyle derdi:

—"Benim en az rivayet ettiğim şey şiirdir. Bununla beraber, di­lersem, size, tekrar etmeksizin .bir ay, aralıksız şiir inşad edebilirim."

Şa'bî (R.A.), beş yüz sahâbiyi görmüş ve Hz. Âişe, Hz. Ali, tmrân İbni Huseyn, Ebû Hureyre, İbni Abbâs gibi bir çok büyük sahabeden hadîs-i şerîf rivayet etmiştir.

Rivayet edildiğine göre, halîfe Abdülmelik, Şa'bî hazretleri­ni, sefir olarak Rum Kayser'ine (Bizans İmparatoruna) göndermiş ve O, bu vazifesini tamamladıktan sonra, bir mektupla memleketi­ne dönmüştü.

Abdülmelik, bu mektubu okuyunca, Şa'bî'ye: —"Kayser mektubunda ne yazmış; biliyormusunuz?" diye sor­du. O:

—"Hayır, bilmiyorum." deyince; Abdülmelik: —"Şöyle yazmış: Senin dindaşlarının-hâline şaşılır; nasıl olmuş da senin sefirini halife yapmamışlar?" Bunun üzerine Şa'bî:

—"Ey mü'minlerin emîri! O, yalnız beni gördü; seni görmüş olsaydı böyle yazmazdı." dedi.

Abdülmelik ise:

—"Hayır, o, bu yazısı ile beni, seni öldürmem İçin tahrik et­miş." karşılığım verdi.

Daha sonra, Kayser'in, o sözleri, bu maksatla yazmış olduğu, onun kendi ifadesinden anlaşılmıştır.

Şa'bî'nin hikmetli sözlerinden:

—"Fitne çıkaran âlimden ve câhil âbidden sakının. Bunların hâ­line meftun olan kimse için, ikisi de fitnedir. Hem de çok tehlikeli fitne..."

—"Ben, ne fakıyhim, ne de âlim... Biz, ancak duyduğunu size nakleden bir topluluğuz. Fakıyh: Allanın yasak kıldıklarından çeki­nen; âlim ise: Görmediği hâlde Allah'tan korkandır."

—"Bizim yetiştiğimiz insanlar, ilmi, aklı olan ve onunla amel edecek kimseler için öğrenirdi. Ama, şimdi ilim tahsil edenler; bu­nu, akılsızlar ve amelsizler için yapıyorlar."

Şa'bî (R.A.), hicri 20 yılında Basra'da doğmuş, 104 (milâdî 722) tarihinde Kûfe'de ansızın vefat etmiştir. [508]

 

Şerefü'd-Din Îsâ

 

Şerefüddin İsâ îbni Seyfiddîn Ebu Bekir, Eyyûbî hanedanın­dan, âlim, fakıyh ve edîb bir hükümdardır.

Şerefüddîn Isa, MeBk-i Âdfl unvanını taşıyan büyük bir devlet ada­mı idi.

Şerefüddîn îsâ, Cemâlüddin Mahmud el-Hâsirî'den fıkıh tahsil etmiştir. Kendisi, hanefî mezhebine çok bağlı idi. Ve, Eyyûbî hane­danı şâfii mezhebinde olduğu hâlde, bu zât hanefî mezhebini seçmiştir.

Şerefüddin isa'nın meclisine, İslâm âleminin her yerinden âlimler gelir ve O, ilim ehline pek çok iltifat ve ikramlarda bulunurdu.

Melîk-i Âdil Şerefüddîn îsa, hicrî 576 (mîlâdî 1181) tarihinde Kahire'de doğmuştur.

Şam'a, sekiz seneden biraz fazla mâlik olan Şerefüddîn Isâ, hicrî 624 (mîlâdî 1227) tarihinde burada vefat etmiştir. [509]

 

Eserleri:

 

Devlet işlerinin yanı sıra, büyük bir liyâkatle ilim mes'elele-riyle de meşgul olan Şerefüddin îsâ merhum, "İmâm Ahmed İbni Hanbel hazretlerinin Müsned'inin bablar üzerine tertip edilmesini ve her hadîs-i şerifin, mânâ bakımından gereken bab'a nakledilmesini" emretmiştii.

Kendisinin de, pek değerli ve faydalı eserleri vardır. Başlıcaları ise şunlardır:

1-) es-Sehmü'1-Musîb fî'r-Reddi ale'l-Haüb

Şerefüddîn îsâ merhum, bu eserini Hatîb-i Bağdâdî'ye reddiye olarak yazmış ve bununla îmam-ı A'zam Ebû Hanîfe hazretlerini mü­dâfaa etmiştir.

2-) Şerhu CâmiTI-Kebîr

3-) Kitâbu'1-Aruz. [510]

 

Şemşü'l-Eimme Halvânî

 

Şemsü'l-Eimme Abdülaziz îbni Ahmed îbni Salih el-Halvânî el-Buhâri, büyük hanefî fakıyhıdir. Zamanında, Buhârâda hanefî mezhebinin imâmı idi.

Künyesi:   Ebu   Muhammed,   lakabı   ise:   Şemsü'd-dîn   ve Şemsü'l-Eimmedir.

Halvânî merhum, fıkıh ilmini, Kadı Ali Ebû'l-Hasan en-Nesefî'den ve faziletinden dolayı kendisine Ebû Hanîfe-i Asgar denilen Şemsü'l-Eimme Ebû'1-Fazl Bekir İbni Muhammed'den tahsil etmiştir.

îbni "Kemâl merhum, Şemsü'l-Eimme Halvânî hazretlerinin mes'elede müctehid olduğunu bildirmektedir.

Halvânî merhumdan fıkıh ilmi tahsil edenler arasında Ezrakî ve Şemsü'l-Eimme Serahsî gibi meşhur zâtlar da vardır. [511]

 

Eseri:

 

Şemsü'l-Eimme Halvânî merhumun, fıkıh sahasındaki el-Mebsûtü'l-Halvânî adlı eseri çok meşhurdur.

Şemsü'l-Eimme Abdülaziz îbni Ahmed İbni Salih el-Halvanî hazretleri, hicrî 456 (mîlâdî 1064) tarihinde Keş şehrinde vefat etmiş ve naşı Buhârâ'ya nakledilerek orda defnedilmiştir. [512]

 

Şemsü'l-Eimme Serahsî

 

Şemsü'l-eimme Muhammed İbni Ahmed es-Serahsî, İslâm âlimlerinin meşhurlarından ve hanefî   fakıyhlerinin   ileri gelenler in dendir.

Künyesi: Ebû Bekir, lakabı: Şemsü'l-Eimme'dir.

Şemsü'l-Eimme Serahsî hazretleri, Türkistan'da yetişen, bü­yük İslam âlimlerindendir ve hicrî 400 (mîlâdî 1010) tarihinde Serahs şehrinde dünyaya gelmiştir. Kendisine, doğduğu şehre izafeten Se­rahsî denilmektedir.

Serahs, Türkmenistan'da Meşhed ile Mery arasında bir şehirdir ve bu gün İran-Rus hududu üzerindedir.

İmâm Serahsî hazretleri, tahsilini Buhârâ'da yaptı. Fıkıh il­mini, Şemsü'l-Eimme Halvânî'den okudu. O'nun derslerine uzun süre devam etti. Ayrıca Ebû'I-Hasan Ali İbni Muhammed İbni Hüseyin ve Ebû Hafs Ömer İbni Mansûr el-Bezzâr'dan da fıkıh tahsil etmiştir.

Serahsî hazretlerinin en büyük hocası Şemsü'I-Eimme Halvâ-nî hazretleridir. Serahsî, hocası vefat ettikten sonra O'nun yerine geç­miş ve ilimdeki üstünlüğü sebebiyle, Serahsî'ye de Şemsü'l-Eimme (- imamların güneşi) ünvânı verilmiştir.

Şemsü'l-Eimme Serahsî merhumdan fıkıh tahsil edenler ara­sında ise; Bürhânü'l-Eimme Abdülaziz İbni Ömer İbni Mâze, Mah-mud İbni Abdüîaziz Özcendî, Rüknüddîn Mes'ûd İbni Hasan ve Os­man  İbni  Ali  İbni  Muhammed  Beykendî gibi  meşhur  zâtlar bulunmaktadır.

Şeyhu'l-İslâm Kemâl Paşa-zâde, İmâm Serahsî hazretlerinin, müctehid fî'1-mezheb  (= mezhebte müctehid)   olduğunu bildirmektedir.

İmâm Serahsî, bir çok ilimde mütehassıs ve ilmi ile âmil, zâ-hid bir zât idi.

İmâm Serahsî'nin hayatında, çok önemli bir sıkıntı dönemi olmuştur. Bu da, hakana yaptığı nasihatlarden dolayı, Özcent şeh­rinde on seneden fazla süren hapislik hayatıdır.

İmâm Serahsî, hapishanede iken de, ilmî hayatını sürdürdü. Kendisi hapishanede, talebeleri de dışarıda olmak üzere, onlara ders okuturdu. Hatta eserlerinin çoğunu da, bu durumda, içeriden söyle­yip, talebelerine imlâ ettirmek suretiyle telif etmiştir. [513]

 

Eserleri:

 

Şemsü'I-Eimme Serahsî hazretlerinin, fıkıh sahasında pek çok ve pek kıymetli eserleri vardır ve başlıcalan şunlardır.

1-) Mebsût Otuz cüzden müteşekkil olan bu nadîde eser, İmâm Serahsî'nin

hapishanede iken, hiç bir kitaba bakmadan, hiç bir kaynağa müra­caat etmeden, dışarıdan dinleyen talebelerine dikte ettirdiği şaheser­dir. Daha sonra, Fergana'da, kendisi tarafından ikmâl edilmiştir. Bu kıymetli eser, 10 cilt ve 15 cilt hâlinde bir kaç defa basılmıştır.

Bu fıkıh hazinesi hakkında, Allâme Tarsûsî şöyle demektedir. —"Serahsî'nin Mebsût'u öyle bir eserdir ki, onun muhalifi ile amel edilmez. Ancak ona güvenilir ve onunla fetva verilir."

2-) Eşrâtü's-Sâat

İmâm Serahsî merhum, bu eserini, talebeliği sırasında İmâm Hal-vânî'nin derslerinde tuttuğu notlarla yazmıştır. Konusu: Kıyamet alâmetleridir.

3-) Şertıu Ziyâdâti' z-Zîyâdât

4-) Şerhli Camii' 1-Kebîr

5-) Şerhu Camii1 s-Sağîr

6-) Şerhu'l-Muhtasar fi'I-Fıkıh

7-) Şerhu Siyer-i Kebîr

Bu eser, İmâm Muhammed (R.A.) hazretlerinin, Siyer-i Kebîr adlı eserine, Şemsü'I-Eimme Serahsî hazretlerinin yaptığı kıymetli şerhtir.

Bu kıymetli şaheser, Antepli Muhammed JVIünib Efendi tara­fından Türkçeye çevrilmiş ve hicrî 1241 (mîlâdî 1826) yılında neşredilmiştir.

8-) Şerhu Muhtasarı Tahâvİ

9-) Şerhu Kitabi'n-Nafakât

10-) Şerhu Edebi'I-Kâdî

11-) Fevâidü'l-Fikhiyye ve Kitabü'1-Hayz.

Özcent'teki hapishaneden çıktıktan sonra, Fergana'ya giden Şemsü'I-Eimme Serahsî hazretleri, burada Fergana Emîri Hasan ta­rafından çok iltifat gördü. İlmi çalışmalarına orada devam etti.

Şemsü -1-Eimme Serahsî hazretleri, hicrî 483 (mîlâdî 1090) yı­lında, Fergana'da vefat etmiştir. [514]

 

Şeyhülislâm Abdullah Efendi

 

Abdullah Efendi, Rumeli Yenişehir'inde doğmuştur. Tahsili­ni tamamladıktan sonra, bir müddet İstanbul'da müderrislik yap­mıştır. Daha sonra Fetvâ-emânetine tayin edilen Abdullah Efendi,, bu görevinde iken Şeyhü'l-İslâmhğa tâyin edilmiştir.

Abdullah Efendi, Patrona isyam yüzünden Şeyhü'l-İslâm'lıktan azledilerek, Bozcaada'ya sürülmüştür.

Bilâhere hac için Mekke-i Mükerreme'ye giden Abdullah Efen­di, dönüşünde —izin alarak— İstanbul'da ikâmet etmeye başlamıştır.

Abdullah Efendi hicrî 1155 (milâdî 1742) yılında İstinye'de ve­fat   etmiş   ve   Kanlıca'da   İskender   Paşa   Câmiinin   bahçesine defnedilmiştir. [515]

 

Eserleri:

 

Şeyhü'l-İslâm Abdullah Efendinin başlıca eserleri şunlardır:

1-) Behcetü'l-Fetâvâ

Bu eser, fetva kitaplarının en meşhurlarındandır.

2-) Hâşiye-i Mir'at[516]

 

Şeyhu'l-İslâm Abdürrahim Efendi

 

Şeyhu'l-İslâm Menteşî'zâde Abdurrahim Efendi Bursalı bir âlimdir.

Abdurrahim Efendi, tahsile Bursa'da başlamış, daha sonra İs­tanbul'a gelerek Şeyhu'l-îslam Minkarî-zâde Yahya Efendi'ye inti­sap etmiş ve O'nun tedris halkasına dâhil olmuştur. Tahsilini tamam­ladıktan   sonra  Yenişehir   ve  Edirne' de  görev   yapmış   sonra azledilmiştir.

Feyzullah Efendi'nin şeyhu'I-İslâm'lığı sırasında yeniden göreve getirilen Abdurrahman Efendi, Üsküdar'da ve Mısır'da kadılık yapmıştır.

Sonra da, Anadolu ve İstanbul payesini almış ve hicrî 1123 yı­lında Rumeli Kazaskerliğine getirilmiştir.

Abdurrahim Efendi, hicrî 1127 yılında Şeyhu'l-İslâm oldu. Bu makamda vefat edinceye kadar (yani bir buçuk yıl) kaldı.

Fıkıh ilminde ve fetva meselelerinde derin bir ilmi olan Abdur­rahim Efendi hicri 1128 (mîlâdî 1715) senesinde vefat etmiş ve Edir­ne'de Zehr-i Mâr Mescidinin avlusuna defnedilmiştir. [517]

 

Eserleri

 

Şeyhu'l-İslâm Menteşî-zâde Abdurrahim Efendi, Sultan Üçün­cü Ahmed Han zamanında meşîhat makamında bulunmuştur. Baş­lıca eserleri şunlardır:

1-) Fetâvâyi Abdurrahim

Bu eser, iki ciltlik bir fetva kitabıdır. Meşhur bir fıkıh kitabı olan bu eser, bir çok defa basılmıştır.

2-) Cerîdetü'l-Ferâiz.

Miras taksimi ile ilgili bir eserdir.

3-) Ta'Bkât ale'l-Beyzâvî

Bu eserleri matbu değildir. [518]

 

Şeyhü'l-İslam Ali Efendi

 

Şeyhü'l-İslâm Ali Efendi, Şeyh Muhammed Efendinin oğlu­dur. Dedesi ise, Hasan el-Alâî'dir.

Ali Efendi, hicrî 1041 (mîlâdî 1632) yılında Çatalca'da doğmuştur.

Ali Efendi, tahsilini tamamladıktan sonra, Ordu kadılığında bulunmuş, bilâhare Selanik ve Mısır kadılıkları görevini yürütmüştür.

Daha sonra, Rumeli Kazaskerliğine tâyin edilen Ali Efendi, hicrî 1084 (mîlâdî 1674) yılında Şeyhü'l-İslam'hğa getirilmiştir.

Bir ara, bu görevinden azledilen Şeyhü'l-İslâm Ali Efendi 1103 (milâdî 1692) yılında, tekrar aynı göreve getirilmiştir.

Ali Efendi, ikinci defa Şeyhü'l-îslâm'lığa getirilişinden elli bu­gün sonra vefat etmiştir. [519]

 

Eserleri

 

Şeyhü'l-İslâm Ali Efendinin, Fetâvlyi Ali Efendi nâmı ile anılan. meşhur bir fetva kitabı vardır. Bu eser Türkçedir ve matbûdur. [520]

 

Muteber Türkçe Fetva Kitapları:

 

Osmanlılar zamanında, Fetvâ-hâne-i Ali tarafından muteber addedilen Türkçe dört fetva kitabı vardı ki bunlar, şu eserlerdir.

1-) Fetâvâyi Ali Efendi

2-) Fetâvâyi Feyziyye

Bu eser, Şeyhü'l-îslam Feyzullah Efendi'nindir.

3-) Behcelii'1-EMAn

4-) Netfcetü'l-Fetâvâ

Bu eser, Şeyhü'l-İslâm Dürri-zâde Mehmed Arif Efendi zama­nında fetva emîni bulunan Ahmed Efendi tarafından tedvin olunmuştur. [521]

 

Şeyhü'l-İslâm Ali İbni Muhammed El-İsbîcâbî

 

Şeyhü'I-îslâm Ali İbni Muhammed el-İsbîcâbî es- Semerkan-dî, büyük bir hanefî fakıyhıdir.

Şeyhü'l-İslâm Ali ibni Muhammed, hicrî 454 (milâdî 1062) yı­lında îsbîcâb'da doğmuş; Semerkant'ta ikâmet etmiş ve hicrî 535 (mî-lâdî 1141) yılında burada vefat etmiştir.

Yaşadığı asırda, Şeyhü'l-İslâm İsbîcâbî kadar, hanefî mezhe­bini hıfzetmiş, bir başka âlim yoktu.

Hidâye sahibi de, bu zattan fıkıh tahsil etmiştir. [522]

 

Eserleri

 

Şeyhü'l-İslâm Ali İbni Muhammed el-İsbîcâbî es- Semerkan-dî'nin başlıca eserleri şunlardır:

1-) Muhtasar-ı Tahâvî Şerhi

2-) Mebsût Şerhi[523]

 

Şeyhu'l-İslâm İbni Kemâl Paşa

 

Şeyhu'l-İslam İbni Kemâl, Kemal Paşa-zade Süleyman'ın oğ­ludur. Adı: Ahmet Şemseddin'dir.

Ahmed Şemseddin'in ceddi Osmanlı Emirlerinden idi. Baba­sı da bu meslekte idi. Ahmet Şemseddîn de, babaları gibi askerlik mesleğine girmişti. Sultan İkinci Beyazid zamanında bir çok seferle­re iştirak etmiş ve askerlik sahasında büyük bir iktidar göstermiştir.

Ahmet Şemseddin, daha sonra Ulemânın yüksek mevkiini ve mazhar oldukları büyük teveccühleri görerek ilmiye tarikine intisap etmiştir. Asrının en kudretli âlimlerinden, özellikle Hatip-zâde'den ve Mevlânâ Muarrif-zâde'den ders alan İbni Kemâl Paşa, az bir müd­det içinde ilimde pek yüksek bir mertebeye nail olmuştur.

Zamanının en parlak ilim ve irfan simalarından biri olan İbni Kemâl, ilmiye sınıfının âdedi olduğu veçhile, evvelâ ders okutmaya başlamış; Edirne ve Üsküp'te müderrislik yapmıştır.

İbni Kemâl Paşa, daha sonra Edirne Kadılığına, bilâhare de Ana­dolu Kazaskerliğine tayin edilmiştir.

Yavuz Sultan Selim ile birlikte Mısır seferine katılmış olan îbni Kemâl, oradakileri gelen âlimlerle sohbet ve münazaralarda buluna­rak, faziletini ve kemâlini isbat etmiştir.

İbni Kemâl  Paşa,  ilmî  kudretinden  dolayı,  zamanında, Müftiyü's-Sakaleyn lakâbıyle anılırdı.

İbni Kemâl, hicrî 932 yılında meşîhat-i İslâmiyye makamına nail olmuş, yani Şeyhu'l-İslâm'Iık görevine getirilmiştir.

Zamanının en büyük âlimi olan İbni Kemâl, fetva makamını hakkı ile elde etmiş ve şer'î mes'eleleri hal ve fasl hususunda fevka­lâde bir iktidar göstermiş ve böylecede, vefatına kadar şeyhu'l-îslâmlık makamında kalmıştır.

İbni Kemâl, asırlar içinde emsaline ender rastlanabilecek mü­tefekkir ve mütebahhir bir âlimdir. O, ilmî mes'elelerin en derinleri­ne nüfuz eden zeki ve tenkidci bir zat idi.

İbni Kemâl merhum, en kudretli âlimlerin eserlerini tenkide tâbi tutmaktan, en müşkil bahisleri münakaşa sahasına koymaktan büyük bir zevk duyardı. Bu hassasiyeti eserlerinde açık bir şekilde görülür ve hissedilin*

Ondaki bu ilim ve irfan heyecanı, kendisini pek tenkitkâr bir hâle getirmiştir. O, en büyük, en meşhur âlimlerin eserlerine haşiye­ler yazar; onları tenkide çalışır; hiç kimsenin hatırına gelmiyecek in­ce nükteler ve faideler keşfederdi.

Abdül-IJayy el-Konevî, İbni Kemâl'in bu değişik ruh hâlini iyi anlamış bir alimdir ve O'nun hakkında el-FevâMü'1-Behiyye adlı ese­rinde şöyle demektedir:

—' 'İbni Kemâl'in müsennefâtında Islah ve îzah adlı kitabını mütâlaa ettim. Bu muhakkik ve müdekkik zât, Sadra'ş-Şeria'nın Vikâye'-sine ve şerhine itirazlar ve iradler serd edip durmuş; bu hususta ken­disini pek haris buldum. Fakat, bunların ekserisi gayr-i vâridtir. Bu itirazlar, Vikaye ve Şerhi'nin şöhretine ve kendilerine itimat edilme du­rumuna bir noksanlık vermemiştir. İbni Kemâl'in Islâh ve îzahı da, Şadru'ş-Şerîa'nın Vikayesi ile Şerhî'nin nail olduğu şöhret derecesine erişememiştir.

Hak olan şudur ki: Bir kitabın istifâde erbabı yanında kabule ve itimâda mazhar olmasının sebebi, müellifinin fazileti miktarına göre değildir; bu ancak Âlemlerin Rabbınin bir fazlıdır. Bunun me­darı niyyettir. Amellerin hükmü niyyete göredir.

Reddü'l-Muhtar'da Tabakâtü't-Temimî'den naklen şöyle deniliyor: (Allâme Ahmed İbni Süleyman (= İbni Kemal), her ilimde yed-i tûlâ[524] sahibi idi. Hiç bir fen yoktur ki, İbni Kemâl'in ona dair bir veya birden çok kitabı bulunmasın... O, yazdığı eserlerin çokluğu ve mütâlâasının genişliği bakımından Celâleddin Suyûtî gibidir. Mısır'­da Suyûtî ne ise, Diyar-ı rum'da İbni Kemâl odur.

Bence İbni Kemâl, Suyûti'den daha ziyade dikkat-i nazara ve hüsn-i fehme mâliktir. Her ikisi de asrının zineti idi.)

Fakat, bana göre: îbni Kemâl, her ne kadar edebiyata ve usûle ıttıla yönünden Suyûtî'ye müsâvî olsa bile, hadis ilimlerinde O'na müsavî olamaz. Suyûtî, bu ilimler bakımından daha geniş bir görü­şe ve daha ince bir fikre mâlikti. Zannımca, Suyûti'den sonra, ken­disinin birmisli daha gelmemiştir. îbni Kemâl merhum, hadis ilimle­rinden, Suyûtî seviyesinde değildir. Eserlerini inceleyenler bu duru­mu anlarlar."

Gerçek şudur ki: İbni Kemâl merhum, dirayet itibariyle Su-yûti'ye müsâvî hatta ondan daha ince fikir ve nazara, muhakemeye mâlik olsa bile, rivayet bakımından O'nun derecesine çıkamaz.

Şeyhu'l-îslâm İbni Kemal, büyük bir âlim olduğu gibi, aynı zamanda da, muktedir bir tarihçi, değerli bir edib.kuvvetli bir şair idi.

Mısır seferinden dönülürken, İbni Kemâl'in atının ayağından sıçrayan çamurlar, Yavuz Sultan Selim Han'ın kaftanını kirletmişti.

Herkesin neticeyi korku ve merakla beklediği bu sırada, Yavuz Sultan Selim Han:

—"Ulemânın atının ayağmdan sıçrayan çamur, benim için zî-nettir ve mefharete medardır. Bu kaftanım, ölümüm,den sonra san­dukamın üzerine örtülsün." diyerek ilme ve âlime ne derece büyük ve yüksek bir saygı duyduğunu gösterdi. [525]

 

İbni Kemâl'in Eserleri

 

İbni Kemâl merhum, pek çok ilimde pek çok ve kıymetli eser­ler telif etmiştir. Bunlardan bir kısmını aşağıda gösteriyoruz:

1-) Tefsîru'l-Kur'ân

Bu eser, tamamlanmamış bir Kur'an tefsiridir.

2-) Keşşaf Tefsiri'ne Haşiye

Bu eser de tamamlanmamıştır.

3-) Şerhu Hidâye

Bu eser, fıkıhtan, meşhur Hidâye adlı esere şerhtir.

4-) Tağyîrü't-Tenkıyh

Bu kitap, usûl-i fıkha aittir ve matbûdur.'

5-) Islâh ve'1-îzâh

6-) Envâru't-TenziTin baş kısmına Haşiye

7-) et-Tecrîd,

Bu eser, kelâm'a ait bir kitaptır.

8-) Mühimmat

Bu eser, îbni Kemâl merhumun fetvalarından müteşekkil bir kitaptır.

9-) et-Tecvîd

Bu da, kelâm'a dâir bir eserdir.

10-) el-Miftâh ve Şerhi

Bu eser, belâgate dairdir.

11-) Tağyîru's-Sîrâciyye ve Şerbuhu

Bu eser, ferâize dairdir.

12-) Meşâriku'l-Envâr Şeriıi

13-) Sahıhhu'I-Buhâri üzerine Talik

14-) en-Nücûmü'z-Zâhîre Tercümesi

Mısır tarihi ile ilgili bir eserdir.

15-) Muhiytü'1-Lüga

Bu eser, arapçadan farsçaya tercüme edilmiştir.

16-) Dekâyıkn'l-Hakâyık

Bu eser, farsçadaki müteradif lafızlar arasındaki farkları gösterir.

17-) Nigâristan

Bu eser, Gülistan'a nazire olarak kaleme alınmıştır.

18-) Âl-i Osman Târihi

Bu eser, hicrî 699'dan 895 yılına kadar, Osmanlı Tarihi'ni ihti­va eden, Türkçe yazılmış kıymetli bir kitaptır.

19-) Hoca-zâde'nin Tehâfütü Hakkında Muhakeme.

20-) Ktnije Muharebesi

21-) Manzum Yûsuf ve Züleyhâ

22-) Risâletü'l-Kâfiye

23-) Şerhu Hadîs-i Erbain

24-) Mukattaât İbni Yemin

26-) Divân-ı Eş'âr

Şiirlerinin en mühim ve en meşhuru Yavuz Sultan Selim Haz­retlerine yazdığı meşhur mersiyesidir.

İbni Kemâl merhumun şiirlerinden meydana gelen bir divan matbûdur.

27-) Rücuu'ş-Şeyh İla Sıbâh fil-Kuvveti ale'l-Bâh

Bu eser, tıb'la ilgilidir ve basılmıştır.

28-) Resâil-i İbni Kemâl[526]

 

Îbni Kemâlin Vefatı

 

Şeyhu'l-îslâm îbni Kemâl Paşa Allâme Ahmed Şemseddin efendi Tokat'ta doğmuş, Edirne'de yetişmiş ve İstanbul'da vefat etmiştir.

Merhum Îbni Kemâl'in vefat tarihi, hicrî 940 yılıdır.

"Mâte't-Tahrîr" ve "trtihâle'l-Ulûmu bi'1-Kemâl" cümleleri, ebced hesabı ile merhumun vefat târihi olan 940 (hicrî) yılım göstermektedir.

"Kabri-i Ahmet müdam olan pürnûr" ve "Ol bârigâha vardı İbni Kemâl Paşa" mısraları ile kefeni için söylenen "Hiye âhiru'l-Libâs" ve kabri için söylenen "Hazâ makârn-ı Ahmed" cümleleri de, O'nun vefat tarihini göstermektedir.

Ayrıca, merhumun ölümü sırasında söylediği "Yâ Ehad! necci-nâ mimmâ nehâf" duâ cümlesinin da, ölüm tarihi olan hicri 940 yı­lını gösterdiği sonradan hesab edilmiştir.

"Vay gitti Kemâl'i bir asrın" mısrâi da bu tarihi göstermektedir.

İbni Kemâl merhumun kabri, Edirne Kapı'nın dışında, Emir Buhârî tekkesi civarında, Eyüb'e giden caddenin sol tarafındadır. Ve harap bir vaziyettedir.

İbni Kemal Paşa-zâde'nin babası Süleyman Çelebi ile dedesi Ke­mâl Paşa Amasya'da medfundur.

îbni Kemal Paşa zade merhumun en seçkin talebesi, Ebû's-Suûd Efendidir. [527]

 

Şeyhü'l-İslâm Sa'dî Çelebi

 

Sa'dî çelebi (Sa'dullah İbni îsâ), fakıyh ve faziletli bir zattır. Sa'dî Çelebi, aslen Kastamonu'ya bağlı Daday'dandır. İstanbul'a gelip, Samsun'lu Muhammed İbni Hasan adındaki bir âlimden tah­silini tamamlamıştır.

Sa'dî çelebi, Edirne ve İstanbul'da müderrislik, bilâhere İs­tanbul'da Kadılık yapmış ve bunu takiben de, Şeyhu'l-İslâmlık ma­kamına getirilmiştir.

Sa'dî Çelebî, hicrî 945 (milâdî 1539) yılında, İstanbul'da ve­fat etmiş ve Eyûb Sultan civarında defnedilmiştir. [528]

 

Eserleri:

 

Şeyhü'I-İslâm Sa'dî Çelebi'nin başlıca eserleri şunlardır:

1-) TefSîr-i Beyzâvî Haşiyesi

Bu eser, Beyzâvî Tefsirine yapılmış en kıymetli ve meşhur haşi­yelerden biridir.

2-) Hidâye Şerhi

3-) İnâyc Haşiyesi

4-) Mecmuayı Fetâvâ

5-) Kamus Haşiyesi[529]

 

Şeyhü'l-İslâm Yahya Efendi (Minkarî-Zâde)

 

Yahya Efendi, Sultan Dördüncü Murad Han zamanında Şeyhu'l-İslâm olan âlimlerden biridir.

Yahya Efendi, Alâiyye'li (= Alanya'lı) Minkarî'zâde Kadı Ömer Efendinin oğludur.

Yahya Efendi, usûlüne göre tahsilini tamamlayıp, ilmî hizmet­lerde bulunduktan sonra, hicrî 1058 (mîlâdı 1648) yılında Mekke-i Mükerreme kadılığına tayin edildi.

Daha sonra, İstanbul Kadılığı ve Rumeli Kazaskerliği yaptı.

Hicrî 1073 tarihinde Şeyhu'l-İslâm olan Yahya Efendi, on bir yıl kadar bu görevi yürüttükten sonra felç oldu.

Tebdil-i hava için, bir müddet Edirne'de kalan Yahya Efendi, hicrî 1084 (mflâdî 1673) yılında azl ve emekli edilmiştir.

Minkari-zâde Yahya Efendi, hicrî 1088 (milâdî 1677) yılında vefat etmiş ve Üsküdar'da kendisinin yaptırdığı medresenin avlusu­na defnedilmiştir. [530]

 

Eserleri:

 

Kırk ikinci Osmanlı Şeyhu'l-îslami olan Yahya efendinin baş­lıca eserleri şunlardır:

1-) Fetâvâ

Bu eser, Şeyhu'l-îslâm Yahya Efendinin fetvalarım muhtevidir.

2-) Beyzâvî Tefsirine Haşiye

3-) Âdâb-ı Adûdiyye Haşiyesi Bu eser, ahlâka dair bir kitaptır.

4-) Tibyân fî-Âdâbi'l-Kur'ân Bu eser ise, tecvid ilmi ile ilgilidir. [531]

 

Şeyhülislam Zenbilli Ali Efendi

 

Zenbilli Ali Efendi (Alâüddin Ali el-Cemâlî İbni Ahmed) Os­manlı Şeyhu'l-îslâmlarının en seçkinlerinden biridir.

Zenbilli Ali Efendi, aslen Karamanlıdır ve Şeyh Cemâleddin Aksarâyî'nm soyundandır.

Zenbilli Ali Efendi, ilim tahsiline Karaman'da Mevlânâ Hamza'da başlamış ve sonra İstanbul'a gelerek Molla Hüsrev'den ve Bur-sa'da da Hüsam-zâde'den ilim tahsil etmiştir.

Zenbilli Ali Efendi, Anadolunun bir çok yerinde ve özellikle Edirne'de, Amasya'da ve Bursa'da müderrislik yapmış ye hicrî 908 tarihinde şeyhVl-İslâmlığa getirilmiştir.

Bu tarihten itibaren, vefatı anına kadar yirmi dört yıl şeyhu'l-İslâmlık yapan Zenbilli Ali Efendi, bu makama itibar kazandırmış­tır. Müftîlik makamı, O'nun zamanından itibaren vezâret ve kazas­kerlik makamlarının önüne geçmiştir.

Zenbilli Ali Efendinin Şeyhu'l-İslâmlığı, Sultan İkinci Bâye-zid Han, Yavuz Sultan Selim Han ve Kânûnî Sultan Süleyman, Han'ın zamanlarına rastlar.

Zenbilli Ali Efendi, Yavuz Sultan Selim Han'ın pek çok tevec­cühüne mazhar bulunuyordu. Şeyhu'l-îslâm Ali Efendi, icâbedince, O sert hükümdara bile hak ve hakikate riayet etmesini tavsiye etmek­ten geri durmazdı.

Ali Efendi, fetva isteyenleri bekletmemek için, evinin pence­resinden bir zenbil sarkıtır; suâl sahipleri, sorularını yazıp, bu zen-bilin içine koyduktan sonra, yukarı çeker; hepsinin cevaplarını ya­zar ve bu fetvaları zenbile koyarak tekrar aşağıya sarkıtır, böylece işi olanları külfetten kurtarmış olurdu. Bu sebeple, kendisine Zenbilli denilmiştir.

Zenbilli Ali Efendi, âlim, zekî, cesur, şeriatın ahkâmını koru­mak hususunda çok gayretli bir zat idi. O, zühd, takva ve dinin emir­lerine tam manâsı ile hizmet etmedeki metanet ve selâbeti ile meşhurdu.

Zenbilli Ali Efendi, İstanbul'da hicrî 932 (milâdî 1525) yılın­da  vefat   etmiş ve  Zeyrek'te   yaptırdığı   mektebin   avlusuna defnedilmiştir. [532]

 

Eserleri:

 

Şeyhu'l-İslâm Zenbilli Ali Efendi pek çok âlim yetiştirmiş ve eser meydana getirmiş bir zattır.

Başlıca eserleri şunlardır:

1-) Muhiâru'l-Fetâvâ Fıkıh'la ilgili bir eserdir.

2-) Edebii'l-Evâyâ

Bu eser, Zenbilli Ali Efendinin zamanındaki âlimlerle tasavvuf ehli arasında çıkan ihtilaflardan bahsetmekte ve sûfiyenin devamı­nın caiz olduğunu beyân etmektedir.

Ali Efendi, Edebü'l-Evsiyâ adlı eserini, Mekke-i Mükerreme ka­dılığında cem etmiştir.

Zenbilli Ali Efendinin, Sultan İkinci Bâyezid adına, ahlâk ilmi­ne dair bir eser yazmış olduğu da söylenmektedir.[533]

 

Şihâbü'd-Dîn Kadı Ahmed

 

Şihâbüddin Kadı Ahmed İbni Muhammed el-Hafacî, Mısırlı büyük bir âlimdir.

Benî Haface kabilesine mensuptur  ve hicrî 977 (milâdî 1670) tarihinde Mısır'da doğmuştur.

Kadı Ahmed, hanefî mezhebinin büyük fakıyhlerindendir.

Fıkıh ilmini İbrahim el-Alkâmî ve Ali îbni Ganîm el-Makdisî gibi zâtlardan tahsil etmiştir.

Kadı Ahmed, babası ile birlikte. Mekke-i Mükerreme ve Medîne-i Münevvere'ye gitmiş; tahsilini orada ikmâl etmiştir.

Kadı Ahmed, daha sonra İstanbul'a gelerek, buradaki büyük âlimlere mülâki olmuş ve onlardan da icazet almıştır.

Şihâbüddin Kadı Ahmed, Rumeli'de, bilhassa Üsküp ve Se­lanik'te kadılık yapmış; daha sonra da Mısır Kadılığına tâyin edilmiştir.

Bu görevinden azledilen Kadı Ahmed, dönüşünde Şam'a uğra­mış ve bir eserinde oranın âlim ve fâzıl kişilerini medhetmiştir. Da­ha sonra Mısır'a sürülen Kadı Ahmet, vefatına kadar burada kalmıştır.

Şihâbüddin Kadı Ahmet merhum, hicrî 1069 (mîlâdî 1559) yı­lında vefat etmiştir. [534]

 

Eserleri

 

Şihâbüddin Kadı Ahmet merhum, tefsir, hadîs, fıkıh ve özel­likle arap diline derin bir vukuf sahibi idi. Bu özelliği, bu ilimlerdeki eserlerinden kolayca anlaşılmaktadır.

Kadı Ahmed merhumun eserlerinden bazıları şunlardır:

1-) İnâyetü'l-Kâzî ve Kifayetti'r-Râzî

Bu eser, Tefsîr-i Beyzâvî'ye haşiyedir.

2-) Şerh-i Şifâ-i Şerif. (= Nesîmü'r-Riyâz)

3-) Tirâzü'l-Mecâlis.

4-) Dîvânii'1-Edeb iı-Zikri ŞuarâTl-Arab. [535]

 

Şirvânî-Zâde Ahmed Hulûsî Efendi

 

Mecelle'nin on üç kitabının hazırlanması esnasında hizmeti ge­çen Ahmed Hulûsî Efendi, Amasya'da doğmuştur.

Ahmet Hulûsî Efendi, Amasya'da başladığı tahsilini İstanbul'­da tamamlamış ve müderris olmuştur.

Mayıs 1867'de Galata Kadılığına tayin edilmiş, aynı yılın so­nunda Mekke payesini, daha sonra da İstanbul payesini elde etmiş ve 1877 yılında İstanbul Kadılığına fiilen tayin edilmiştir.

Aynı yıl, Anadolu Kazaskerliği payesini kazanan Ahmed Hu­lusi Efendi, bir görevle Afganistan'a gönderilmiştir.

1878 yılında Diyarbakır'a tayin edilen Ahmed Hulûsî Efendi, iki yıl burada görev yapmış ve daha sonra da memleketi olan Amas­ya'da ikâmete memur edilmiştir.

Ahmet Hulûsî Efendi.bu görevlerinden başka, Divan-ı Ahkâm-ı Adliyye azâlığı, Şûray-ı Askerî Müftiliği, Meclis-i Tetkîkât-ı Şer'-iyye azalığı ve reisliği, Meclis-i intihâb-i Hükkârn reisliği de yapmıştır.

Ahmet Hulusi Efendi, 17 Ocak 1889'da Amasya'da vefat et­miştir. Kabri de oradadır. [536]

 

Şu'be İbni Haccâc

 

Şu'be îbni Verd el-Vâsıtî, tabiînden meşhur bir âlim, menkî-besi çok ve faziletli bir zâttır.

Kendisi Ezd Kabilesinin azadlılarmdan idi. Künyesi: Ebû Bis-tam'dır. Şu'be ibni Verd diye de anılır.

Şu'be hazretleri, Vâsıfta, hicrî 82 (milâdî 701) tarihinde dün-ya'ya gelmiş ve tahsiline orada başlamıştır.

Daha sonra, Basra'ya gelip, orada yerleşen Şu'be hazretlerinin imameti ve celâdet-i kadri hakkında ittifak vardır. Kendisi, fıkıh, tefsir ve hadis ilimlerinde zamanının en meşhurları arasında idi. Sika, âbid ve zâhid bir zâttır.

Şu'be İbni Haccâc hazretlerinin, ashâb-ı kiramdan Enes İbni Mâlik (R.A.) ile Ömer İbni Seleme (R.A.)'yi gördüğü rivayet edilmektedir.

"Irak'ta, ilk olarak hadîs ricâliniteftiş ve intikada tâbi tutan ve Peygamber (S.A.V.) Efendimizin sünnet-i seniyyesini müdâfaa­ya çalışan Şu'be'dir." denilmektedir.

Şu'be İbni Haccâc hazretleri; Muâviye îbni Kurre, Enes îbni Şîrîn, Sâbit-i Bennânî, Hammad îbni Süleyman ve A'meş gibi tabiî­nin ileri gelenlerinden hadîs-i şerîf dinlemiş ve rivayet etmiştir.

Kendisinden de; Eyyûb-i Sahtiyanı, Süfyân-ı Sevrî, Abdullah îb-nü Mübarek gibi meşhur zâtlar hadîs-i şerîf rivayet etmişlerdir.

Şu'be hazretlerinin rivayet ettiği hadîs-i şeriflerin sayısı iki bin kadardır.

Kütüb-i Sitte'de, Şu'be İbni Haccâc adında başka bir râvî yoktur.

Süfyân-ı Sevrî şöyle diyor:

—"Şu'be, hadîs ilminde emîrü'l-mü'minîndir."

İmâm Şafiî şöyle demiştir.

—"Şu'be olmasaydı, Irak'ta, hadîs ilmi bilinmezdi.

İmâm Ahmed İbni Hanbel şöyle diyor:

—"Şu'be, hadîs ilmi hususunda başlı başına bir ümmettir."

Şu'be İbni Haccâc hazretleri, aynı zamanda en eski ve büyük müfessirlerden biridir. [537]

 

Eserleri:

 

Şu'be (R.A.) hazretlerinin eserleri şunlardır:

1-) Tefârü'l-Knr'ân

2-) el-Garâib Bu eser, hadîs ilmi ile ilgilidir. [538]

 

Şürahbîl İbni Simt El-Kindî

 

Şurahbîl İbni Simt el-Kindî, sahâbe-i kiramdan, Şam'lı bir zâttır.

Kendisi,  Kadisiye  Savaşında ve  Humus'un  fethinde hazır bulunmuştur.

Hz. Muâviye tarafından Humus Valiliğine tâyin edilmiş olan Şürahbîl İbni Simt, hicri 40 (mîlâdî 661) tarihinde vefat etmiştir.

Bu zatın, tabiînden olduğunu söyleyenler de vardır. [539]

 

Şürünbülâlî Ebû'l-Berekât Hasan Bin Ammâr

 

Ebû'l-Berekât Hasan bin Ammâr, Mısırlı bir âlimdir. Büyük bir hanefî fakıyhıdir. Câmiu'l-Ezher'de tedris ile meşgul olmuş ve büyük bir şöhret kazanmıştır.

Ali   bin   Ganim   el-Makdisî,   Şürünbülâlî'nin   yetiştirdiği âlimlerdendir. [540]

 

Eserleri:

 

Ebû'l-Berekât Şürünbülâlî'nin başlıca eserleri şunlardır:

1-) Günyetii zevi'l-Ahkâm fî-Buğyeti Diireri'l-Hükkâm

Bu eser, Molla Hüsrev'in Dürer'inin hâşiyesidir.

2-) Nûru'1-îzâh

3-) Merâkı'i-Felâh

Merâkı'l-Felâh, Nûru'1-îzâh'in şerhidir. Bu iki eser, ibâdetlere aittir ve çok makbul kitaplardır.

4-) İbni Vehbâ'nın Manzumesine Şerh.

5-) Merâku's-Saâde

Bu eser, ilmi Kelâm'la ilgili, çok kıymetli bir kitaptır.

Şürünbülâlî, Mısır'da, hicrî 1069 (mîlâdî 1658) yıhda, yetmiş beş yaşında olduğu hâlde vefat etmiş ve Karafe-i Kübrâ Kabrista­nıma defnedilmiştir. [541]

 

Şüreyk En-Nahaî (Kadı)

 

Kadı Şüreyk en-Nehaî, fukahâdan ve muhaddislerden bir zattır. Künyesi: Ebû Abdullah'tır.

Şüreyk en-Nahaî, Abbasî halîfelerinden Mehdî tarafından Kû-fe'ye kadı tayin edilmiş ve daha sonra aynı görevle Ehvaz'a nakledilmiştir.

Kadı Şüreyk en-Nahaî, hicrî 95 (mîlâdî 714) tarihinde doğmuş, 177 (mîlâdî 794) senesinde Kûfe'de vefat etmiştir. [542]

 

Taberâni Ebû'l-Kâsım Süleyman İbni Ahmed

 

Süleyman bin Ahmed bin Eyyûb bin Mutayr eş-Şâmî el-Lahmî et-Taberânî, meşhur, bir hadis, tefsir ve fıkıh âlimidir. Künyesi: Ebû'l-Kâsım'dır.

Taberânî, hicrî 260 (mîlâdî 873) yılında, Şam'ın Taberiyye ka­sabasında doğdu. Ve sonradan yerleşmiş bulunduğu Isfehan şehrin­de, hicrî 360 (mîlâdî 970) yılında, yüz yaşında iken vefat etti. Pey­gamber (S.A.V.) Efendimizin ashabından olan Hammad ed-Devrî'nin kabri yanında defnedildi.

Taberânî'nin kendilerinden hadîs    dinleyip rivayet ettiği âlim­lerden bir kısmı şunlardır:

Haşini bin Mürsel et-Taberânî, Ebû Zür'a es-Sakafî, İshâk ed-Debrî, İdrîs el-Attâr, Beşir bin Mûsâ, Hafs bin Ömer, Abdullah bin Mahmud bin Sa'id bin Ebî Meryem, Ali bin Abdülaziz el-Begâvî, Mikdam bin Dâvud er-Re'yinî, Yahya bin Eyyüb el-AUat, Ebû Ab-durrahman en-Nesâî...

Taberânî merhumdan ilim tahsil eden ve hadîs-i şerîf rivâyetinde bulunan zatların bir kısmı ise şunlardır;

Ebû Huleyfe el-Cehmî, İbni Ukde, Ebû Nuayim el-Hâfiz, Ebû Hüseyn bin Fâzişah, Abdan, Ca'fer el-Feryâbî, Ebû Abdullah bin Merd el Hafız...

Büyük hadis âlimlerinden biri olan Taberânî merhum, hadis'te hüccet (= üç yüz binden fazla hadîs-i şerifi, senetleri ile birlikte ez­bere bilen) unvanına sahipti.

Taberânî merhuma sordular:

—"Bu kadar hadis-i şerifi ezberleme bahtiyarlığına nasıl eriştin?"

O, şu cevabı verdi:

—"Otuz sene, kuru hasır üzerinde uyudum."

İlim tahsili için rahatlığı terketti ve sade bir hayat yaşadı. Otuz üç yıl, ilim uğrunda seyahat etti. Ve bu yolda hiç bir fedâ­kârlıktan kaçınmadı. [543]

 

Eserleri

 

İmâm Taberânî, pek çok eser meydana getirmiştir. Bunların başlıçalan şunlardır:

1-) Mu'cem-i Kebîr

2-) Mu'cem-i evsat

3-) Mu'cem-i Sağır

4-) Delâilü'n-Nübüvve

5-) Kitâbü's-Sünne

6-) Tersini Kebir

7-) Tefsıru'l-Hasen

8-) Kitâbü Müsned-i Süfyan

9-) Kitâbü Müsned-i Şu'be

10-) Kitâbü'n-Nevadir.

11-) Ma'rifelüYSahâbe

12-) Reddü ale'1-Mntezüe

13-) Reddü alâ Cehmiyye

14-) FedâiIü'I-Erbaati'r-Râşidîn

15-) Kitâbü'l-Menâsik

16-) Kitâbü'd-Dııâ

17-) Kitâbü Hadîs-i Şâmiyyîn[544]

 

Tâcü'ş-Şerîa Mahmud Buharı

 

Tâcü'ş-şerîa Ömer İbni Sadri'ş şerîati'l-evvel Ubeyd İbni Mah-mud el-Mahbûbî, hicri yedinci asrın hanefî fakıyhlerindendir. [545]

 

Eseri:

 

Tâcü'ş-şerîa, Hidâye kitabına Nihâyetü'I-Kifâye adı ile bir şerh yazmış ve bu şerhi hicrî 673 (milâdî 1275) yılında Kirman şehrinde tamamlamıştır. [546]

 

Tahâvî

 

Ahmed îbni Muhammed el-Ezdî et-Tahavî, meşhur hanefî fakıyhlerindendir.

Künyesi: Ebû Ca'fer'dir.

Mısır'ın Taba veya Tahye nahiyesine mensup olduğu için Taha-vî diye anılmakta olan Ebû Ca'fer, hicri 229 (milâdî 844) tarihinde dünyaya gelmiştir.

Tahavî merhum, müctehid fî'1-mezheb derecesinde bulunuyor­du. Bazı mes'elelerde şahsî içtihadına tâbi olduğu söylenir.

Tahavî, Mısır'da hanefî mezhebinin reisi bulunuyordu. Şafiî fukahâsmdan Ah" el-Müzenî, Tahavî merhumun dayısı idi.

Tahavî'nin kendisi de, —önceleri— şâfiî mezhebinde idi; daha sonra hanefî mezhebine intikal etmiştir.

Hayatını ilimle geçiren; pek çok ve kıymetli eser telif eden ve pek çok talebe yetiştiren imâm Tahavî hicrî 321 (milâdî 933) tarihin­de vefat etmiştir. [547]

 

Eserleri:

 

Tahavî merhumun eserlerinden başhcaları şunlardır:

1-) Ahkâmü'l-Kur'ân.

2-) Bcyânü Müşkül'I-Âsâr

3-) Maâdi'I-Âsâr

4-) İhtüafü'l-UIemâ

5-) el-Nâsihu ve'l-Mensûh

6-) Şerhu Camii' 1-Kebîr

7-) Şerhu Camii VS ağır

8-) CD-Ncvâdirü'1-Fıkhiyye

9-) Kitaba Meoâkibi Ebî Hanîfe

10-) Tarîh-i Kebîr

11-) Kitâbü'l-Eşribe

12-) el-Vesâyâ ve'1-Ferâiz

13-) Sahîhu'l-Âsâr

14-) Muhtasar

15-) EhM Sünnet ve'I-Cemâat[548]

 

Tâhir İbni Ahmed

 

Tâhir İbni Ahmed îbni Abdirreşîd el-Buhârî zamanında, ha­nefî mezhebinin Mâverâü'n-Nehir'deki şeyhi olan büyük bir âlimdir.

Lakabı: îftihârüddîn'dir.

Tâhir İbni Ahmed el-Buhârî, müctehidler tabakasına dâhil bir fakıyh sayılmaktadır.

Tâhir ibni Ahmed, fıkıh ilmini babası Kıvâmüddin Ahmed'-den tahsil etmiş; kendisi de pek çok talebe yetiştirmiştir.

Tâhir İbni Ahmed, hicrî 542 (mîlâdî 1148) tarihinde vefat etmiştir. [549]

 

Eserleri:

 

Tâhir  İbni Ahmed el-Buharî merhumun başlıca eserleri şunlardır:

1-) Nisâbfi'l-Fakıyh

2-) Hizânetü'l-FetâVâ

3-) Hulâsatü'l-Feiâvâ[550]

 

Tâhir İbni Selâm

 

Tâhir İbni Selâm İbni Kasım el-Harzemî, büyük bir hanefî fakıyhıdır.

Lakabı: Sâid Nemed Pûş'tur.

Tâhir îbni Selâm, fıkıh ilmini Hidâye'ye Kifâye adı ile bir şerh yazmış bulunan Seyyid Celâlüddîn'den, tahsil etmiştir.

Tâhir İbni Selâm, bir ara Hicaz'a gitmiş ve Türkiye'ye de gelmiştir.

Daha sonra Mısır'a dönen Tâhir İbni Selâm, ilmi faaliyetine ora­da devam etmiştir -.[551]

 

Eseri:

 

Tahir İbni Selâm merhumun, telifini hicrî 771 (mîlâdî 1370) yılında tamamlamış olduğu Cevâhirü'l-Fıkih adında kıymetli bir eseri vardır. [552]

 

Tahtâvî Ahmed İbni Muhammed

 

Ahmed İbni Muhammed Tahtâvî, Mısır'h bir âlimdir. Mısır'da bir kaza merkezi olan Tahtâ'da doğmuştur.

Kâhire'de tahsilini tamamladıktan sonra, Mısır Hanefî Müf­tülüğüne tayin edilmiştir.

Ahmed Ibni Muhammed İbni İsmail, hicrî 1231 (milâdî 1815) yılında vefat etmiştir. [553]

 

Eserleri

 

1-) Dürrü'l-Muhtâr Haşiyesi

2-) Merâkı'I-Felâh Haşiyesi

Tahtâvî merhumun bu eserleri basılmıştır. [554]

 

Talhâ İbni Ubeydillâh

 

Hz. Talhâ (R.A.), ilk müslüman olanlardan ve hayatta iken cennetlik olduğu müjdelenenlerdendir.

Künyesi: Ebû Muhammed; lakabı: Feyyaz ve Hayyir idi.

Hz. Talhâ (R.A.), hicretten yirmi dört sene kadar önce Mek­ke'de dünyaya gelmiştir.

İlk Müslüman olanların sekizincisi, Hz. Ebû Bekir (R.A.) vası-tasıyle İslâm'a gelenlerin beşincisidir.

Hz. Talha (R.A.), —Bedir'den başka— Peygamber (S.A.V.) Efendimizin bütün gazvelerine iştirak etmiştir. Bedir Savaşı sırasın­da, Hz. Talhâ ve Saîd İbni Zeyd (R.A.), Peygamber (S.A.V.) Efen­dimiz tarafından Suriye ve civarının durumunu öğrenmek üzere gö­revlendirilmişlerdi. Bu sebeple Bedir Savaşma katüamadılar. Ancak, Fahr-i Kâinat (S.A.V.) Efendimiz, onların bu savaşa katılanlar gibi sevap aldığını bildirdiği gibi, ganimetten de onlara pay ayırdığı için, bu iki sahâbî Bedir ehlinden sayılırlar.

Hz. Talhâ İbni Ubeydullah (R.A.), Uhud Savaşında, büyük kahramanlıklar göstermiş ve Fahri- Kâinat (S.A.V.) Efendimizi ko­rumak için canını siper etmiştir.

Bu savaşta yetmişten fazla yara alan Hz. Talhâ (R.A.), Peygam­ber (S.A.V.) Efendimİz'e bir zarar gelmemesi için, vücûdunu, bir kal­kan gibi O'na gelen darbelerin önüne tutmuştur. Hatta, Fahr-i Âlem (S.A.V.) Efendimize atılan bir oku, eli ile karşılamış ve bu sebeple eli parçalanmıştır.

Hz. Talhâ'nın, Uhud Savaşında gösterdiği kahramanlık ve Al­lah Resulüne gösterdiği cansiperane bağlılık her türlü övgü ve ifade­nin üstündedir.

Hz. Talhâ (R.A.) Uhud'dan Mekke'nin'fethine kadar geçen süre içindeki bütün gazvelere katılmıştır. Mekke'nin fethinden he­men sonra vuku bulan Huneyn Gazvesinde de büyük kahramanlık ve sebat örneği göstermiştir.

Tebûk gazvesinde de, diğer zengin müslümanlarla yarışırcası­na, askerin teçhizi için varını yoğunu harcamıştır.

Fahr-i Âlem (S.A.V.) Efendimizle birlikte Veda Haccında da bulunan Hz. Talhâ, buradan Medine'ye dönmüştür.

Resûl-i Ekrem (S.A.V.) Efendimizin irtihâlini duyunca, ten­ha bir köşeye çekilip ağlayan Hz. Talhâ; halîfe seçildiğini duyar duy­maz Hz. Ebû Bekir'e bîat etmiştir.

Hz. Ebû Bekir (R.A.) hastalanınca, "yerine kimin halîfe ol­masının uygun olacağı" hususunda, Hz. Talhâ (R.A.) ile istişare etlan ile gece her iki orduya da hüçûm ederek, bir tarafa: "Âişe sö­zünde durmadı." diğer tarafa da: "Ali sözünde durmadı." diye ba­ğırtıp, savaş çıkmasına ve pek çok müslümanm kanının dökülmesi­ne sebep oldular.

Hz. Talhâ İbni Ubeydullah (R.A.), burada şehid oldu.

Hz. Ali (R.A.), harp meydanım gezerken, Hz. Talhâ (R.A.)'yı ölenler arasında gördü ve çok üzüldü. Ve uzun müddet ağladı. O'nu kucağına alıp, yüzündeki toprakları sildi ve: "Ey Ebû Muhammed, semânın yıldızlan altında, seni toprağın üzerine serilmiş olarak gör­mek, bana pek ağır geldi; bu hâl beni kalbimden vurdu. Keşke; yir­mi yıl önce ölseydim." dedi.

Hz. Talhâ'nm cenaze namazını, bizzat. Hz. Ali (R.A.) kıldırdı.

Hz. Talhâ (R.A.), Peygamber (S.A.V.) Efendimizden 38 hadîs-i şerif rivayet etmiştir.

Hz. Talhâ îbni Ubeydullah (R.A.), şehîd olduğu zaman (hic­ri 36), altmış dört yaşında idi. Mübarek kabri Basra'dadır ve hâlen bir ziyâretgâhtır. [555]

 

Tavusıbnı Keysan

 

Tavus İbni Keysan, tabiînin ileri gelenlerinden meşhur bir fa-kıyh ve muhaddistir.

Künyesi: Ebû Abdirrahman el-Hemdânî'dir.

Aslen İranlı olan Tavus İbni Keysan hazretleri, Yemen'de Cened beldesinde otururdu. Yemelideki Tulân Kabilesinin azadhların-dan olduğu rivayet edilirmiş; o da: "Hz. Ömer, bu makama en çok lâyık olan zâttır. Cenâb-ı Hak sana: "Müslümanların işini kime terk ettin?" derse; açık bir alınla ve müsterih olarak: "Ömer'e bıraktım." dersin." demiştir.

Hz. Talhâ İbni Ubeydullah (R.A.), Hz. Ömer (R.A.) zama­nında, O'nun müşavere heyetinde idi. Ve, her hususta O'nun reyine müracaat eder, O'nun reyi ile amel etmeye çalışırdı.

Hz. Ömer (R.A.) vefatından önce, "aday gösterdiği altı zât­tan birinin halîfe seçilmesini" vasiyet etmişti ve bu altı zâttan biri de Hz. Talhâ idi.

Hz. Talhâ, adaylıktan çekildi ve reyini Hz. Osman'a verdi.

Hz. Osman'ın hilâfetinin ilk altı yılı olaysız ve huzur içinde geçti. Sonra, bütün müslümanlan kalbten yaralayan olaylar başladı. Fit­ne ve fesat o kadar yayıldı ki, önü alınamaz bir hâle geldi. Hz. Os­man (R.A.), âsiler tarafından sarılınca, Hz. Ali ve Hz. Zübeyr gibi, Hz. Talhâ da, O'nu korumaları için oğullarını gönderdi.

Hz. Osman'ın şehid edilmesine, bütün müslümanlar gibi Hz. Tal­hâ da çok üzüldü.

Hz. Ali (R.A.), halîfe seçilince, Hz. Talhâ O'na biat etti, O katillerin derhal bulunup cezalandırılmalarını istiyordu. Hz. Ali (R.A.) de: "O anda, isyancıların Medine'ye hâkim olduklarım, bir müddet sonra, kendilerine bağlı bir ordu kurulduğu zaman, isyancı­ların ve katillerin cezasının verileceğini" beyân etti.

Duruma çok üzülen Hz. Talhâ (R.A.), Mekke'ye, Hz. Âişe (R.A.) annemizin yanına gitti. Oradan da Basra'ya geçti.

Hz. Âişe (R.A.) annemizin aracılığı ile, Hz. Ali (R.A.) ve kar­şısındakiler, kan dökülmemesi hususunda anlaşmışlardı. Ne var ki, bu anlaşmadan haberdar olan Abdullah İbni Sebe yahudisi, adam-

Tavus İbni Keysan hazretleri, fıkıh, tefsir ve hadîs ilimlerinde çok ileri bir dereceye sahipti. Kendisinin sika olduğunda ittifak vardır.

Hz. Tavus; Hz. Âişe, Abdullah İbni Ömer, Ebû Hureyre, Ab-dulah İbni Amr, Zeyd İbnî Erkam gibi seçkin sahâbilerden hadîs-i şerîf dinlemiş ve rivayette bulunmuştur.

Kendisi, "yetmiş kadar sahabeyi gördüğünü" söylerdi.

Tavus İbni Keysan hazretlerinden de, oğlu Abdullah, Zührî, İbrahim İbni Meysere ve Mücâhid gibi meşhur fakiyh, müfessir ve muhaddisler rivayette bulunmuştur.

Tavus İbni Keysan hazretleri, çok ibâdet eden bir zât idi. Ço­ğu zaman geceleri uyumazdı ve: "Âbidlerin uykusu, cehennemi ha­tırlamaktır." derdi.

"Kırk defa hacca gittiği ve kır1', yıl yatsı abdesti ile sabah na­mazını kıldığı" söylenir.

Tavus İbni Keysan, cesurdu; asla gayr-i meşru bir iş yapmaz­dı; daima doğruyu söylerdi. Ve zamanının devlet adamlarına gidip, onlara nasihat ederdi.

Tavus İbni Keysan; Ömer İbni Abdülaziz hilâfet makamına geçince, O'na nasîhat için bir mektup yazdı ve: "Kendi amelinin ha­yır olmasını istiyorsan, halkın işlerini hayırlı insanlara yaptır." dedi.

Ömer İbni Abdülaziz, bu mektubu okuyunca: "Öğüt olarak bu kâfidir." demiştir.

Tavus İbni Keysan hazretleri evinden çıkmıyordu. O'na sordular:

—Evinizden çıkmıyorsunuz; hikmeti nedir?

Şu cevabı verdi:

—fdâreciler adaletten ayrıldı; halk fesada uğradı. Peygamber (S.A.V.) Efendimizin yolu unutuldu. Bunun için dışarı çıkmıyorum. Bir kimse, kölesiyle evladına ayrı muameleyi yapmıyorsa, adaletten ayrılmıştır."

Tavus İbni Keysan hazretleri, hicrî 106 (milâdî 725) yılında Mekke-i Mükerreme'de, hac mevsiminde, doksan yaşında vefat etmiştir. [556]

 

Ubâde İbni Samıt

 

Ubâde İbni Sâmit (R.A.), ashâb-i kiramın ileri gelenlerinden-dir. Medîne-i Münevvere'lidir ve Hazrec kabîlesindendir.

Künyesi: Ebû'l—Velîd el-Ensârfdir.

Mekke-i Mükerreme'de İslâm dini yayılmaya başladığı sıra­da, Ubâde İbni Sâmit, henüz genç yaşında idi. Bu arada Mekke'ye gitmiş ve bu yeni dinin yayılmaya başladığını duymuştu. Medine'ye döndüğünde, bu mes'ele üzerinde bol bol düşünme fırsatı buldu.

Bu sebeple, Birinci Akabe Bîatına iştirak eden on iki kişi ara­sına Ubâde İbni Sâmit de katıldı ve Fahr-i Kâinat (S.A.V.) Efendi­mize bîat etti.

Ubâde İbni Sâmit (R.A.), ikinci Akabe Bîatına da katıldı.

Ubâde İbni Sâmit (R.A.)'in annesi de müslüman olmuştu. Me­dine'ye dönünce İslâmiyeti yayma gayreti gösteren Ubâde İbni Sâ­mit (R.A.)'e, annesi de yardımcı oluyordu.

Ubâde İbni Sâmit (R.A.) hazretleri, Fahr-i Kâinat (S.A.V.) Efen­dimiz Medîne'ye hicret edinceye kadar bu hizmetine devam etti ve pek çok Medîne'linin Müslüman olmasına vesîle oldu.

Ubâde İbni Sâmit (R.A.), Bedir Savaşına katıldı. Bu savaş­tan sonra, Benî Kaynuka yahudilerinin kalesi muhasara edildi. Ne­ticede, onlar, Peygamber (S.A.V.) Efendimizin haklarında vereceği hükme razı oldular. Medine'den sürülmelerine karar verildi. Ve bu işle Ubâde İbni Sâmit (R.A.) görevlendirildi. Onları, Medine'den ala­rak, Zibab denilen mevkie kadar götürdü.

Ubâde İbni Sâmit (R.A.), Uhud Gazvesine ve bunu takiben Benî Kurayza'mn Medine'den uzaklaştırılması olayına da iştirak etti.

Mekke'nin fcLİıine ve hemen bundan sonra Huneyn gazvesi­ne kaüîan Ubâde İbni Sâmit hazretleri Tebük Seferine de hem mâ-ieıı, hem bedenen katıldı.

Veda Haccinda da bulunma şerefine eren Ubâde hazretleri, Hz, Ebû Bekir (R.A.) devrinde, Suriye tarafındaki savaşlara da katıldı.

Hz. Ömer (R.A.)'in halîfeliği sırasında, Mısır'ın fethine ka­tılmış ve büyük hizmetleri olmuştur.

Peygamber (S.A.V.) Efendimiz zamanında, çeşitli bölgelerin zekâtını toplamak üzere, bir çok defa âmil tâyin edilen Ubâde İbni Sâmit (R.A.), Hz. Ömer (R.A.) zamanında da Filistin ve Humus'ta valilik görevinde bulunmuştur.

Hz. Osman (R.A.) zamanında, Şam tarafına gidip, orada ikâ­mete başlayan Ubâde îbni Sâmit (R.A.) hazretleri, âlim ve kahra­man bir zat idi.

Peygamber (S.A.V.) Efendimiz zamanında Kur'ân-ı Kerîm'-in tamamını yazmış ve ezberlemiş bulunan Ubâde İbni Sâmit (R.A.) hazretleri, zaman zaman ashâb-ı suffa'ya muallimlik yapmış ve on­lara okuma-yazma öğretmiştir.

Hz. Ubâde (R.A.), Resûl:i Ekrem (S.A.V.) Efendimizden işit­tiği hadîs-i şerifleri rivayet ederken çok hassas davranırdı. O, hadis ilminin kurucularından sayılmaktadır.

Ubâde İbni Sâmit (R.A.) hazretleri, daima halka va'z ve na-sihatta bulunur ve emr-i bi'1-maşgul görevini hiç bir zaman ihmâl etmezdi. Özellikle, yetkili makamlarda bulunan kimseleri ikâz etmek­ten ve onlara doğruyu göstermekten hiç tereddüt etmezdi.

Fıkıh ilminde de, ileri bir mertebede bulunan Ubâde İbni Sâ­mit (R.A.), müslümanlann bu konuda da müracaat mercii idi. Ken­disi, pek çok fetva vermiştir.

Hz. Muâz İbni Sâmit (R.A.) Peygamber (S.A.V.) Efendimiz'-den 181 hadîs-i şerîf rivayet etmiştir. Kendisinden hadîs-i şerif din­leyip, rivayette bulunan zevat arasında, ashâb-ı kiramın ve tabiînin ileri gelenleri vardır.

Evzâî şöyle diyor:

—"İlk olarak Filistin kadılığına tâyin edilen zât, Ubâde İbni Sâ-mit'tir."

İlmi, kahramanlığı, ahlâkı, samimiyeti, cesareti, gayreti ve doğ­ru sözlülüğü ile ashab-ı kiram arasında seçkin bir yeri olan Übâde İbni Samit (R.A.), hicrî 34 (milâdî 655) yılında Remle'de (başka bir rivayete göre ise, Kudüs'te) hastalandı ve kısa bir süre sonra vefat etti. Bu sırada 72 yaşında bulunuyordu. .

Hastalığı sırasında da, kendisini ziyarete gelenlere ve evlâdına vâ'z, ve nasihatte bulunuyor, öğüt veriyor ve tavsiyelerde bulunuyordu. [557]

 

Ubeydulıah İbni Abdullah

 

Ubeydullah İbnü Abdullah İbni Utbe İbni Mes'ud el-Hezlî, tâbiî'nin büyüklerinden âlim ve fakıyh bir zâttır.

Ubeydullah İbnü Abdullah'ın babasının amcası, Abdullah İbni Mes'ud (R.A.) hazretleridir.

Ubeydullah İbni Abdullah hazretleri, Medîne-i Münevvere'-deki Fukahâ-i Seb'adan (= yedi büyük fakıyhten) bindir.

Ubeydullah îbnü Abdullah; İbni Abbas, Ebû Hureyre ve Hz. Âişe, gibi bir çok sahabe ile görüşmüş ve kendilerinden hadîs-i şerif rivayet etmiştir.

Fıkıh ve hadîs sahasındaki ilmi ile zühd ve takvası yönünden meşhur olan Ubeydullah İbnü Abdullah hazretleri, Halîfe Ömer İb­ni Abdülaziz'in muallimi ve sohbet arkadaşı idi.

İbni Sa'd: "Ubeydullah, âlim, sika, fakıyh, çok hadîs bilen ve şâir bir zât idi." diyor.

Ubeydullah İbni Abdullah hazretleri; hicrî 102 (mîlâdî 720) tarihinde, Medîne-i Münevvre'de vefat etmiştir. [558]

 

Urve Bin Zübeyr

 

Urve bin Zübeyr (R.A.), aşere-i mübeşşereden Hz. Zübeyr bin Avvâm (R.A.)'in oğludur. Annesi de, Hz. Ebû Bekir (R.A.)'in kızı Zâtü'n-Nikateyn (- iki kuşak sahibi) Esmâ'dır.

Hz. Urve, tabiînin büyüklerinden ve Medine'de yetişen Fukahâ-f Seb'a'dan (= yedi büyük fakıyh'ten) biridir.

Urve bin Zübeyr (R.A.) hazretleri Kur'ân, hadîs ve fıkıh ilimle­rinde büyük bir meleke sahibi idi.

Urve bin Zübeyr (R.A.), teyzesi'Hz. Âişe, babası Zübeyr bin Avvâm, Zeyd bin Sabit, Ebû Hureyre ve diğer bazı sahâbîlerden hadîs-i şerîf rivayet etmiştir.

Urvetü'bnü-Zübeyr (R.A.) hazretlerinden de oğulları Hişam, Muhammed, Osman, Yayha, Abdullah ve torunu Amr bin Abdil-lah ile Zührî ve diğer başka alimler rivayette bulunmuşlardır.

Zuhrî: "Urve bin Zübeyr'i ilim konusunda bitmeyen bir de­niz buldum." der.

Urve hazretlerinin oğlu Hişâm da şöyle demektedir: "Babam, Ramazan ve Kurban Bayramlarının dışında dâima oruç tutardı. Hatta, oruçlu olarak vefat etti."

Urve bin Zübeyr hazretleri, oğullarına şöyle vasiyet etmiştir.: "İlim öğreniniz. Çünkü siz, şimdi, içerisinde bulunduğunuz top­luluğun küçüklerisiniz. Fakat, ileride, bu topluluğun büyükleri ola­bilirsiniz. Cehalet ne kadar çirkin bir şeydir; özellikle yaşlı bir kim­senin cehaleti daha çirkin olur."

Kütübü Sitte'de kendisinden başka Urve bin Zübeyr nâmın­da bir ravi yoktur.

Urve bin Zübeyr'İn ilminin çokluğu ve kadrinin yüksekliği hak­kında ittifak vardır.

Urvetü'bnü'z-Zübeyr (R.A.), hicrî 22 (mîlâdî 642) yılında doğ­du ve 94 (mîlâdî 712) yılında vefat etti.

Oğlu Hişam da, fıkıh ilminde ileri bir zat idi. [559]

 

Übey İbni Kâ'b

 

Übey İbni Kâ'b İbni Kays (R.A.), ashâb-ı kiramın ileri gelen-lerindendir. Medîne'lidir. Yanî ensardandır.

Künyesi: Ebû'I-Münzir el-Hazrecî'dir. Lakabı: Seyyidü'l-Kurrâ, Seyyüdü'l-Ensâr veya Seyyidü'l-Müslimîn'dir.

Übey İbni Kâ'b (R.A.), ikinci Akabe Biatine iştirak edip, Pey­gamber (S.A.V.) Efendimize bîât eden müslümanlardandır.

Übey İbni Kâ'b, Peygamber (S.A.V.) Efendimizle birlikte, Be­dir, Uhud ve Hendek Savaşlarında hazır bulunduğu gibi, Hayber'in fethine de iştirak etmiştir.

Übey İbni Kâ'b (R.A.) hazretleri Mekke'nin fethine katılmış, hemen bunu takiben Huneyn Gazvesine iştirak etmiş ve Tâif muha­sarasında da hazır bulunmuştur.

Übey İbni Kâb (R.A.), ashâb-ı kiram içinde en güzel Kur'ân okuyanlardan biri idi. Savaş olmadığı zamanlarda Kur'ân-ı Kerîm ezberlemeye çalışırdı.

Peygamber (S.A.V.) Efendimiz tarafından, zaman zaman, çe­şitli kabileler nezdinde zekât âmili olarak görevlendirilmiştir.

Hz. Ebû Bekir (R.A.) zamanında, Kur'ân-ı Kerîm'in toplan­ması için kurulan hey'ette, Hz. Übey İbni Kâ'b de görevlendirilmiştir.

Hz. Ömer (R.A.) zamanında da, O'nun müşaviri olarak gö­rev yapan Übey İbni Kâ'b (R.A.), boş zamanlarında ders okutur ve fetva verme işini de yürütürdü.

Ramazanlarda, Mescîd-i Nebî'de terâvîh namazlarını da Übey İbni Kâ'b (R.A.) hazretleri kıldırırdı.

Hz. Osman (R.A.) zamanında Kur'ân-ı Kerîm nüshaları .ço­ğaltılırken, Übey İbni Kâ'b (R.A.) okumuş, Zeyd İbni Sabit (R.A.) hazretleri de onu yazmıştır.

Peygamber (S.A.V.) Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:

—"Ümmetimin en güzel Kur'ân okuyanı Übey İbni Kâ'b'dir."

Übey İbni Kâ'b (R.A.) hazretleri fıkıh ilminde de ashâb-ı ki-râmm seçkmlerindendir. Mesrûk, şöyle demiştir:

—"Ashâb-ı Kiram içinde fetva ve hüküm verme ehli olanlar şu altı zâttır: Hz. Ömer, Hz. Ali, Hz. Abdullah, Übey, Zeyd, Ebû MûÜbey îbni Kâ'b (R.A.), İslâmî ilimlerden başka Tevrat ve İn-cîl'i de bilirdi.

Kuvvetli bir hafızası vardı. Peygamberimizin mübarek sözleri­ni naklederken çok hassas davranırdı. Kendisinden 164 hadîs-i şerîf rivayet edilmiştir.

Übey îbni Kâ'b (R.A.)'den rivayette bulunan zevatın bir kıs­mı şunlardır.

Abdullah İbni Abbas (R.A.), Ebû Mûsâ'l-Eş'arî (R.A.) gibi sa-habîlerle, oğlu Tüfeyl, Süveyd İbni Gafale, Zerr İbni Hubeş...

Hasılı kelâm, Übey îbni Kâ'b (R.A.) hazretleri, kıraat, tefsir, ftadîs ve fıkıh ilminde ashâb-ı kiramın en ileri gelen âlimlerindendi ve müctehiddi.

Hz. Übey îbni Kâ'b (R.A.) hicrî 30. yıl civarında Medîne-i Mü-nevver'de vefat etmiş ve cenaze namazını, Hz. Osman (R.A.) kıldırmıştır. [560]

 

Ümmi Habîbe (Ümmü'l-Mü'minîn)

 

Mü'minlerin annesi Hz. Ümmü Habîbe (R.A. = Radiyalla-hü Anhâ), ashâb-ı kiramdan Ebû Süfyan'ın kızı ve Hz. Muâviye'-nin kız kardeşidir.

Ümmü Habîbe (R.A.), İslâm'ın ilk zamanlarında Müslüman olmuş ve kendisi gibi İslam'ı seçmiş bulunan kocası Ubeydullah İb-nü Cahş ile birlikte Habeşistan'a hicret etmiştir.

Kocası Ubeydullah, Habeşistan'da İslâmiyeti terkederek hiris-tiyanhğa geçti. Ve irtidadından bir müddet sonra da öldü. Ümmü Habîbe (R.A.) hazretleri böylece dul kalmış oldu.

Nebiyyi Zî-Şan (S.A.V.) Efendimiz, Hz. Ümmü Habîbe'nin asaletine ve İslâm dinindeki sebatına bir mükâfaat olmak üzere, bu mübarek annemizi, ezvâcı tâhirâtmdan olmak şerefine nail kılmış­tır. Şöyle ki:

Hicretin 6. senesinde, hıtbe (= söz kesmek, nişan),için, Amr îbni Ümiyye, Habeşistan'a gönderildi. Ve, Habeşistan hükümdarı Necaşî tarafından 4000 dirhem mehirle, Ümmü Habîbe (R.A.), Resul-i Ekrem (S.A.V.) Efendimize nikahlandı. Bu nikâhın, Ümmü Habî­be (R.A.) annemiz Medîne'ye döndükten sonra, kendisinin en yakın akrabası olan Hz. Osman (R.A.) tarafından kıyıldığı da kaydedilmektedir.

Mü'minlerin annesi Ümmü Habîbe (R.A.), hicretin 44. yılın­da, Medîne-i Münevvere'de vefat etmiştir. [561]

 

Ümmü'l-Mü'minîn Cüveyriyyk

 

Peygamber.(S.A.V.) Efendimizin muhterem ve mutahhar zev­celerinden Hz. Cüveyriyye (R.A. = radıyallahü anhâ), Beni Musta-Iık Kabilesinin reisi, Haris İbni Dırâr'm kızıdır.

Mü'minlerin Annesi Hz. Cüveyriyye, fekâhati ile tanınırdı. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz'den 7 hadîs-i şerif rivayet etmiştir.

Ümmü'l-Mü'minîn Hz. Âişe (R.A.) şöyle demiştir:

—"Ben, Cüveyriyye'den daha hayırlı, daha bereketli bir kadın görmedim."

Hz. Cüveyriyye annemiz, hicrî 56 (mîlâdî 676)) yılında Medi­ne'de vefat etmiştir. Cenazesi Mervân İbni Hakem tarafından kıldı­rılan Hz. Cüveyriyye Bakî Kabristanına defnedilmiştir. [562]

 

Ümmü Seleme (Ümmü'l-Mü'minîn)

 

Mü'minlerin annesi Ümmü Seleme (R.A. = Radıyallahü an­hâ), hicretin dördüncü senesinde, Resûl-i Ekrem (S.A.V.) Efendi­mizin ezvâc-ı tâhirâtmdan olma saadetine nail olmuştur.

Ümmü Seleme (R.A.), Huzeyme Kabilesinden Ebû Umeyye'-nin kızıdır. İlk müslüman olanlardandır. Kocası ile Habeşistan'a hic­ret etmiş, Medine'ye geldikten sonra, kocası Abdullah ve kendisi İs­lâm için çok gayret sarfettiler; kocası Uhud Savaşında ağır yaralan­dı ve bu yaraların tesiri ile daha sonra vefat etti. Ümmü Seleme, dört çocuğu ile dul kalmıştı.

Fahr-i Kâinat (S.A.V.) Efendimizin nikahı ile şereflenen Üm­mü Seleme (R.A.) annemiz1, çok güzel konuşurdu.

Ümmü Seleme (R.A.) validemizin, hilâfeti sırasında Hz. Os­man (R. A.)'a karşı irâd buyurduğu nasihat mahiyetindeki nutku pek meşhurdur.

Ümmü Seleme (R.A.), Peygamber (S.A.V.) Efendimizden 378 hadîs-i şerif rivayet etmiştir.

Ümmü Seleme (R.A.) annemiz, hicretin 61. yılında, —seksen dört yaşında— Medîne-i Münevvere'de vefat etmiş ve Bakî Kabris­tanına defnedilmiştir.

Peygamber (S.A.V.) Efendimizin mübarek hanımları içinde en son vefat eden Ümmü Seleme (R.A.) annemizdir.[563]

 

Veki İbni Cerrah

 

Veki İbni Cerrah, Kûfe'li bir âlimdir.

Künyesi: Ebû Süfyân olan Veki hazretleri Rüva besine mensuptur.

Veki Ibni Cerrah, aslen Nişabur veya Sind'li dir.

Veki İbni Cerrah; İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe, İmâm Ebû Yû­suf ve İmâm Züfer hazretlerinden fıkıh tahsil etmiş ve bir çok zevat­tan da hadîs-i şerîf rivayetinde bulunmuştur.

Kendisinden de, İbnü'l-Mübârek, Yahya İbni Âdem, Âhmed İbni Hanbel ve İbni Raheveyh gibi pek çok meşhur âlim rivayette bulunmuştur.

Veki İbni Cerrah hazretleri çok geniş bir ilme ve çok kuvvetli bir hafızaya sahipti. İşitmiş oiduğu hiç bir hadîs-i şerîfi unutmamıştır.

Veki hazretlerine, bir dostu gelmiş ve hafızısanın zayıflığın­dan şikâyet etmiş; bunun üzerine Veki, o şahsa, günahlardan kaçın­masını tavsiye etmişti. O, zat, bu nasihati şöyle şiirleştirdi:

Veki'a, hafızamın kötü oluşundan şikâyet ettim. Bana günahları terketmem için irşad etti.

Ve: "İlim, bir fazlı- İlâhîdir;

Allah'ın fazlını ise, günahlar ihtiva edemez." dedi.

Ahmet İbni Hanbel hazretleri şöyle diyor:

—"Gözlerim, Veki'in bir benzerim görmedi. O, hadîs ezberler;-fıkıh müzâkere eder; ibâdet ve taatle uğraşır ve hepsinde de güzelce muvaffak olurdu. O, kimsenin aleyhinde söz söylemezdi. Veki'nin tasnif ettiklerine dikkat ediniz; ben, ilmi, ondan daha ziyâde ihata etmiş bir kimse görmedim."

Veki'in babası, Küfe'de beytü'1-mâl nâzın idi. Harûnü'r-Reşîd, Veki'i kadı tâyin etmek istediyse de, O, bunu

kabul etmedi.

Veki, İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kavli ile fetva verirdi.

Veki İbni Cerrah, hicrî 127 (milâdî 745) yılında Kûfe'de doğ­muş, 197 (mîlâdî 813) yılında, Hac'dan dönerken Feyd denilen yer­de vefat etmiştir. [564]

 

Velvâlici  Abdü'r-Reşid  Ebû'l-Feth Zahîuü'd-Dîn  İbni  Ebî  Hanîfe

 

Abdürreşid Ebû'l-Fetih Zahîrüddîn İbni Ebî Hanîfe İbni Ab-dürrezzak, hanefî fakıyhlerinden çok faziletli bir zattır.

Velvâltcî, Belh'de Ebû Bekir Kazzaz Muhammed ve Bürkân'ı Belhf den fıkıh tahsil etmiştir.

Ebû'1-Feth Abdürreşid Velvâlicî, hicrî 467 (mîlâdî 1074) tari­hinde Velvâlic'de doğmuş ve hicrî 540 (mîlâdî 1145) yılında yine ay­nı yerde vefat etmiştir.

Velvâlic, Bedahşan'da bir beldedir. [565]

 

Velvâlicî'nin Eseri:

 

 Abdürreşid Velvâlicî merhumun, Fetâvâyi Velvâliciyye adında meş­hur bir fetva kitabı vardır.

(Keşfü'z—Zünûn'a göre, Fetâvâyi Velvâliciyye hicrî 710 (mîlâdî 1310) yılında vefat eden Zahîrüddin Ebû'l-Mekârim îshâk İbni Bekir'in eseridir.

Hanefî fakiyhleri arasında Zahîrüddin lakabım taşıyan bir çok zevat vardır.

Meselâ:

1-) Fetâvâyi Zahîriyye sahibi Kadı Muhammed İbni Ahmed'e, Zahîrüddini'l-Buhârî denir. Bu zat, hicrî 619 (mîlâdî 1222) yılında vefat etmiştir.

' Sahîh-i Buhârî Şârihi Bedrüddin Aynî, bu fetva kitabından, ken­disine çok ihtiyaç, hissedilen mes'eleleri seçerek el-Mesâilü'1-Bedriyye el-Müntehebâtü minel-Fetâvâyi'z-Zafiîriyye adı ile bir eser vttcûde getirmiş ve; "Zahîriyye, mütekaddimînin kitaplarından bir takım mes'eleleri nıuh-tevîbir kitaptır ki, bundan müteahhirîn âlimleri müstağni olamaz." demiştir.

2-) Bir de, Zahîrüddini'l-Kebîr el-Merginânî vardır ki, bu zâtın adı: Ali bin Abdülaziz'dir.

3-) İkinci sırada zikrettiğimiz Zahirüddinî'l-Kebîr'in oğlu Ha­san vardır ki, bu da Zahîrüddin diye anılır.

4-) Bir de, Zahîrüddin Ahmed .tbni İsmail vardır.

Bu zat, el-Câmiu's-Sağîr'i Şerh etmiştir.

Bu zata, Zahîr-i Timurtâşî denir.

5-) Bir de, Zahîrüddin Belhî vardır.

Bu zatın ismi Ahmed bin Ali'dir. [566]

 

Vahyâ İbni Eksem

 

Yahya İbni Eksem, hanefî fıkıh âlimlerinin büyüklerindendir. İsmi: Yahya İbni Eksem İbni Muhammed el-Temîmî el-Esedî el-Mervezî; künyesi ise: Ebû Muhammed'dir.

Yahya İbni Eksem, hicrî 159 (mîlâdî 775) tarihinde Merv'de doğmuştur.

Yahya İbni Eksem; İmâm Muhammed eş-Şeybânî, Abdullah İbni Mübarek, Fadl İbni Musa es-Sinânî, Hafs İbni Abdurrahman en-Nişaburî, Mihran İbni Ebî Ömer er-Râziyyîn, Süfyân İbni Uyey-ne gibi bir çok büyük âlimden fıkıh tahsil etmiş ve hadîs-i şerîf din­leyip rivayet etmiştir.

Kendisinden de, İmâm Buhârî, Tirmizi, Ebû Hâtem er-Râzî, İs­mail İbni İshâk el-Kâdî ve bu zatın kardeşi Hammâd İbni İshâk gibi bir çok zevat ilim tahsil etmiş ve hadîs-i şerîf dinleyip rivayette bulunmuşlardır.

Yahya İbni Eksem hazretleri, İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe'nin torunu İsmail'den sonra ve henüz yirmi bir yaşında iken Basra'ya kadı olarak tâyin edilmişti.

Basra'lılar:

—"Kadımız kaç yaşındadır?" diye sorarlar. Yahya îbni Eksem, bu suâlde, kendisini —yaşça— küçük görme havasının olduğunu se­zer ve şu cevabı verir:

—"Ben, Resûl-i Ekrem'in Mekke-i Mükerreme'ye kadı tâyin et­tiği Attab'dan ve Yemen'e kadı olarak gönderdiği Muâz İbni Cebel'-den daha yaşlıyım."

Hatîb el-Bağdâdî şöyle diyor:

—"Yahya İbni Eksem, ehl-i sünnet ve'1-cemâat itikadı üzerin­de olup, bid'atten çok sakınan bir zât idi."

Yahya İbni Eksem hazretleri, hicrî 242 (mîlâdî 856) yılında, hacdan dönerken, Rebeze'de seksen iki yaşında iken vefat etti. [567]

 

Yahya İbni Eyyûb

 

Yahya İbni Eyyûb, büyük bir fakîh'tir. Ve pek çok talebe yetiştirmiştir.

Yahya İbni Eyyüb, fıkıh ilminde olduğu gibi hadîs ilminde de ileri ve sika bir zât idi.

İlmi ile amel eden, zâhid ve vera sahibi olan Yahya İbni Ey­yüb, "Bağdatlıdır ve hicrî 234 (mîlâdî 849) yılında, yetmiş yedi yaşın­da olduğu hâlde vefat etmiştir.

Bir de Yahya İbni Eyyûb el-Halvânî vardır ki, bu da saduk ve faziletli bir zattır. Bu zât, hicrî 289 (mîlâdî 902) tarihinde vefat etmiştir. [568]

 

Yahya İbni Maîn El-Bağdâdî

 

Ebû Zekeriyya Yahya İbni Maîn el-Bağdâdî, büyük fıkıh âlim­lerinden, muhaddis ve faziletli bir zâttır.

Yahya İbni Maîn, hicrî 158 (mîlâdî 775) tarihinde dünyaya gelmiştir.

Yahya İbni ıMaîn hazretleri, Bağdad'da doğup yetişmiş olma­sına rağmen, aslen arap olmayıp, Horasan'ın Serahs Şehrindendir.

Özellikle hadîs ilminde yüksek bir dereceye ulaşan ve "kendi eli ile altı yüz bin hadîs yazdığını" söyliyen Yahya İbni Mâin hazret­lerinin, kendilerinden hadîs-i şerîf dinleyip rivayet ettiği zevatın bir kısmı şunlardır:

Bazı Meşhur Fakihler

Abdullah İbni Mübarek îsâ İbni Yûnus, Süfyân îbni Uyeyne, Muâz İbni Muâz, Yahya İbni Saîd el-Kattân..

Yahya İbni Maîn hazretlerinden hadîs-i şerîf dinleyip rivayet eden zâtların bir kısmı da şunlardır.

Ahmet İbni Hanbel, Muhammed İbni Sa'd (= Kâtib-i Vâkıdî), Ebû Zür'a, Ebû Hatim, İmâm Buharı, İmâm Müslim, Ebû dâvud, Züheyr İbni Harb...

İbni Maîn merhum, hadîs ilmi hususunda çok gayret göster­miş ve bu sahada emsalsiz bir noktaya gelmişti. Kendisi, Fahr-i Kâi­nat Efendimizden sabit olmayan haberleri reddeder ve bunları ilim ehli olanlara bildirerek, bu hususta herkesi aydınlatır ve yalanıcıla-' rın yalanlarını açığa çıkarırdı.

Yahya İbni Maîn, yazdığı bütün hadîsleri ezberlerdi. O, bu sahada hâkim derecesine ulaştı. Hadis ilminde herkesin müracaat et­tiği bir merci durumunda idi.

İbni Hibbân şöyle diyor:

— "Yahya İbni Maîn, çok dindar, fazilet sahibi, Rasûlullah (S.A.V.) Efendimizin sünnetlerini toplamak için, gece-gündüz çalış­mak maksadı ile, dünya ile alâkasını kesmiş büyük bir âlim; hadîs sahasında rehber ve zor mes'elelerde, kendisine baş vurulan bir merci idi."

îbni Rûmî şöyle diyor:

—"Ben, Ahmed İbni Hanbel'in yanında idim. Bu sırada bir şa­hıs gelerek, O'na: "Ey Ebû Abdullah! Şu hadîs-i şeriflerin metnin­de veya senetlerinde bir arıza olup-olmadığma bir bakıver." dedi. Bunun üzerine Ahmed İbni Hanbel:

—"Sen, Yahya İbni Maîn'e git. O, hadîs-i şerifleri çok iyi bi­lir." buyurdu.

Yahya İbni Maîn hazretleri, ilim tahsil etmek ve özellikle, Fahr-i Kâinat (S.A.V.) Efendimizin Sünnet-i Seniyyelerini doğru olarak öğrenmek için genç yaşından itibaren büyük bir gayret ve dikkat sar-fetmeye başladı.

Bu cümleden olarak çeşitli İslâm merkezlerine yolculuklar yap­tı. Kûfe'ye ve Basra'ya gitti. Henüz yirmi dört yaşında iken, yaya olarak Hicaz'a gitti. Orada, İslâm âleminin dört bir tarafından ge­len âlimlerle görüştü ve onları dinledi. Daha sonra da sık sık bu mü­barek beldelere gitti.

Yahya İbni Maîn, otuz yaşında iken Yemen'e gidip, oranın bü­yük âlimlerinden de faydalandı.

Daha sonra, Tebriz, Rey, Şam ve Mısır'ı da dolaşan Yahya İb­ni Maîn hazretleri,bütün bu yolculukları, sünnet-i seniyyeyi doğru ve sağlam olarak öğrenmek ve bunları derleyip toplamak için yapmıştır.

Yahya İbni Maîn hazretleri son haccı esnasında, Medîne-i Mü­nevvere yakınlarında hastalandı. Bunun üzerine, arkadaşlarının yol­larına devam etmesini isteyerek, kendisi Medîne-i Münevvere'ye dön­dü ve_ burada Rahmet-i İlâhîye kavuştu. Ve, Bakî Kabristanına defnedildi.

Vefatı hicrî 233 (milâdî 847) yılına rastlamaktadır. Yahya İbni Maîn hazreteri vefat ettiklerinde 75 yaşında idiler.[569]

 

Yahya İbni Saîd El-Kattân

 

Yahya îbni Saîdi'I-Kattân, tebe-i tabiînden, faziletli bir âlimdir. Künyesi: Ebû Saîdi'l-Basrî'dir.

Yahya İbni Saîd, Irak âlimleri arasında hadîs rivayeti konu­sunda hassasiyet göstererek, zayıf râvîlerden hadis rivayetini terk edip, sika râvilerin vasıflarından bahseden ve onların hadîsini alan zatlar­dan biridir.

Kendisi zamanında ilmi ile meşhur olduğu kadar; ibâdeti, zühd ve takvası ile de temayüz etmiş bir zat idi.

Yahya İbni Sâid el-Kattân, hicrî 120 (milâdî 738) yılında doğ­muş 198 (mîlâdî 814) yılında vefat etmiştir. [570]

 

Yahya İbni Saîdi'l-Ensarî

 

Yahya İbni Sâid îbni Kays el-Medenî, Neccâr Kabilesinden fakıyh bir zâttır.

Künyesi: Ebû Sâidi'l-Ensarî'dir.

Yahya İbni Sâid, Medîne-i Münevvere'de kadılık yapmıştır.

Yahya İbni Sâid, Enes İbni Mâlik (R.A.)'den hadîs-i şerîf din­lemiş ve tabiînin ileri gelenlerinden rivayette bulunmuştur.

Halîfe Ebû Ca'fer Mansur, Yahya İbni Saîd'i Bağdad'a ça­ğırmış ve Hâşimiyye Kadılığına tâyin etmiştir.

Yahya. İbni Saîd, hicrî 144 (mîlâdî 762) yılında vefat etmiştir. [571]

 

Yahya İbni Yahya Ed-Dımaşkî

 

Yahya İbni Yahya İbni Kays, Dımaşklı bir fakıyhtır.

Yahya İbni Yahya îbni Kays, halîfe Ömer İbni Abdülaziz tara­fından Musul'a kadı tâyin edilmiştir, kendisinin sika ve büyük bir âlim olduğunda ittifak vardır.

Ebû Muhammed İbni Hıbbân şöyle demiştir. "—Yahya, Şam'ın fakıyhlerinden ve kurrâsındandır."

Yahya İbni Yahya İbni Kays, hicrî 64 (milâdî 684) tarihinde Şam'da ( = Dımaşk'ta) doğmuş ve 133 (mîlâdî 751) senesinde yine aynı yerde vefat etmiştir, [572]

 

Yahya İbni Yahya El-Leysî

 

Ebû Muhammed Yahya İbni Yahya el-Leysî, mâliki fakıyhle-rinin büyüklerindendir.

Kurtuba'da (Endülüs'te = İspanya'da) doğmuş ve orada ilim tahsil etmiştir.

Daha senra şarka gelen Yahya İbni Yahya, İmâm Mâlik'ten el-Muvattâ'ı dinlemiştir.

Yahya İbni Yahya hazretleri Mekke-i Mükerreme, Medîne-i Mü­nevvere ve Mısır'da da, büyük mâliki fakıyhlerinden, istifade etmiş; Süfyan İbni Uyeyne ve diğer fakiyhlerden de ders almıştır.

Yahya îbni Yahya, Mâliki fıkhının Mağrib'de yayılmasında müessir olmuştur.

Yahya İbni Yahy^, doğduğu yer olan Kurtuba'da hicrî 234 (mî­lâdî 849) yılında vefat etmiştir. [573]

 

Yahya İbni Zekeriyyâ

 

Yahya İbni Zekeriyyâ İbni Ebî Zaide, Kûfe'li, fakıyh ve mu-haddis bir zâttır.

Yahya ibni Zekeriyyâ, babasından ve Hişâm ile A'meş'ten ve diğer bir çok zevattan hadîs dinlemiştir.

Yahya İbni Zekeriya hazretleri, fıkıh, ilmini îmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe hazretlerinden okunmuştur.

Yahya İbni Zekeriyyâ, Harunu Reşîd tarafından Medîne-i Mü-nevvere'ye vali tayin edilmiştir. Bu görevden ayrılıp Bağdad'a dön­dükten sonra, hadîs-i şerîf rivayeti ile meşgul olmuştur.

Büyük bir fakıyh ve sika bir muhaddis olan Yahya İbni Zeke­riyyâ, zamanının bu sahalarda en ileri alimlerinden biri olduğu gibi, en güçlü müfti de o idi.

Kufe'de ilk kitap tasnif eden zatın, Yahya İbni Zekerriyâ ol­duğu söylenmektedir.

Yahya İbni Zekerriyâ hazretleri, Meâdîn kadısı iken, hicrî 184 (mîlâdî 800) yılında, 63 yaşında olduğu halde vefat etmiştir. [574]

 

Yakub Efendi (Seyyid Ali-Zâde)

 

Seyyid Ali-zâde Yâkub Efendi, hanefî fukahâsından faziletli bir zâttır.

Yâkub Efen di,Bursa'da,  Edirne'de ve İstanbul'da kadılık yapmıştır.

Yâkub Efendi hicrî 931 (mîlâdî 1525) yılında vefat etmiştir. [575]

 

Eserleri

 

Seyyid Ali-zâde Yâkub Efendinin, pek çok kıymetli telifâtı var­dır, bu kıymetli eserlerden bir kısmı şunlardır:

1-) Şir'atü'l-İslâm Şerhi Mefâlihii'l-Cinân

Bu eser, hicrî 573 (mîlâdî 1Î78) yılında vefat etmiş olan İmâm-zâde vaiz Rüknü'l-İslâm Muhammed îbni Ebî Bekri'in Şir'atü'l-İslâm adındaki eserinin çok güzel bir şerhridir. Ve matbûdur.

2-) Gülistan Şerhi Bu eser^ Gülistan'ın arabca bir şerhidir.

3-) Hâşiye-i Şerh-i Ferâiz U's-Seyyid Şerif

4-) Ecvibe alâ-Şerhı Miitâh li-Kara Seyyidî

5-) Hâşiye-i Şerhi Dibace fî-İlmi'n-Nahiv

6-) Haşiye alâ-Şerhı Melâlii'l-Envâr

7-) Telhiys-ı Mir'atü'l-Cmân ve İbretü'I—Yakazan Bu eser, İmâm Yâfiî'nin meşhur tarihinin kısaltümışıtır. [576]

 

Yezid İbni Ebî Habîb

 

Yezîd İbni Ebî Habîb, Süveyd el-Mısrî, tabiînden muhaddis bir zâttır. Künyesi: Ebû Recâ'dır.

Yezîd îbni Ebî Habîb; Abdullah İbnü'I-Hâris ve Ebû't-Tufeyl Âmür İbni Vesîle gibi sahâbe-i güzinden hadîs-i şerîf dinlemiş ve ri­vayet etmiştir.

Yezîd İbni Ebî Habîb'deh hadîs-i şerîf dinleyip rivayet eden şahıslar arasında da, Süleyman et-teymî, Yahya İbni Eyyûb gibi, Mı­sırlı pek çok meşhur muhaddis vardır.

Yezîd İbni Ebî Habîb, zamanında Mısır halkına fetva verirdi. Kendisine bu fetva verme görevini Ömer İbni Abdülaziz tevcih etmiştir.

Yezîd İbni Ebî Habîb, hicrî 53 (mîlâdî 673) yılında doğmuş; 128 (milâdî 746) yılında vefat etmiştir. [577]

 

Yûnus Vehbi Efendi,

 

Yûnus Vehbi Efendi, hicrî 1284 (mîlâdî 1832) yılında İstan­bul'da doğmuştur ve aslen Kayseri'lidir. Tahsilini tamamlayıp Ispar-taya Kadı tayin edilmiştir.

Daha sonra Haremeyn payesini kazanmış ve İstanbul'da evkaf Nezâreti Müfettişliğine tayin edilmiştir.

Yûnus Vevbi Efendi, hicrî 1288 (mîlâdî 1871) de Mecelle Ko­misyonuna tayin edilmiş ve 5, 6, 7 ve 8. kitapların hazırlanmasında görev yapmıştır.

Bu arada Müdîr-i Muallimhâne-i Nuvvâb ve Mekteb-i Nuvvâb Müdürlüklerini de yürüten Yûnus Venbi Efendi hicrî 1322 (mîlâdî 1904) senesinde vefat etmitir. Fatih Camii Bahçesinde medfundur. [578]

 

Zâdân

 

Zâdân el-Kindî, sadûk bir muhaddis ve fakıyhtir

Bir künyesi de Ebû Abdillah olan Zâdân merhum, hicrî 82 (mî­lâdî 702) tarihinde vefat etmiştir. [579]

 

Zehebî

 

Zehebî Şemsü'd-dîn, Muhammed İbni Ahmed îbni Kaymaz, Ebû Abdullah Türkmânî, şâfiî fukahâsından meşhur bir âlimdir.

Zehebî, müdekkik bir muhaddis ve bir tarihçidir. Kendisi HInz Zehebî diye de tanınır.

Zehebî, yaşadığı asırdaki ilim sahiplerinin müracaat mercii idi.

Hafız Zehebî, hadis ricali hakkında çok geniş ve derin bilgile­re sahipti.

Cerh ve ta'dil hususlarında da kudretli bir ilim sahibi idi.

Bu hususta Tâcüddin Subkî şöyle diyor:

—' 'Sanki bütün ümmet bir saha üzerine toplanmış; Zehebî de onlan nazar-ı müşâhadeden geçirmiş ve sonra da, onlarla ilgili mâ-lûmâtı birer birer vermeye başlamıştır.'*

Zehebî merhum, fıkıh ilmini, şâfiî fakıyhlerinden Kadî'I-kudât Muhammed Kemâlüddin İbni Zemelkânî'den ve İbni Kadı Şuhbe'-den tahsil etmiştir.

Hadis ilmini ise, Ebû Zekeriyya İbni Sayrafî, İbni Ebû'1-Hayr ve Kutb İbni Ebî Usrûn gibi büyük alimlerden tahsil etmiştir.

Hafız Zehebî, henüz on sekiz yaşında iken hadis ilmini öğren­meye başlamış ve bu maksatla seyahatlere çıkmıştır.

Bu cümleden olarak Dımeşk, Ba'lebek, Mekke, Haleb, Mısır ve İskenderiyye'de bir çok meşhur hadîs âliminden hadis dinlemiştir.

Özellikle, hadis konusunda, Mısır'da Şeyhu'l-İslâm İbni Dakîkı'I-îd'den çok istifâde etmiştir,

Hafız Zehebî, Mısır'dan Şam'a dönünce, önce Ümm-i Salih Mescidi'nde, sonra da Eşrefiyye Medresesinde hadis muallimi ola­rak görev yapmıştır.

Zehebî merhum şâfiî mezhebinde idi. Ancak, Hanbelî fakıyh­lerinden bir kısmının rey ve görüşlerine de fazlaca temayül gösterirdi.

Zehebî hakkında şöyle denilmiştir;

"Zehebî, hadîs ve hadîs âlimleri hakkında geniş bir bilgiye sa­hiptir. Bununla birlikte, —kendisi o hâlden berî olduğunu iddia et­mesine rağmen— mücessime'ye meyyaldir. Bu hususta te'vile veya senedi yönünden intikada tâbi olan bir takım hadîsleri te'vil ve tenkid etmeden, olduğu gibi kabul etmiştir."

Tâcüddîn Subkî, üstadı olduğu için Zehebî merhumu övmek­le beraber, bazı hâllerini de tenkid etmektedir.

Subkî'nin bu husustaki mütalaalarının bir kısmı şöyledir: "Şeyhimiz Zehebî'nin tarihe dair eseri güzeldir ve pek çok bügiyi içine almaktadır. Bununla beraber, müfrid bir taassub ile dolu­dur. Bir çok yerlerinde ehli dîne (yani: Halkın safveti olan fukara­ya) lisan ile ezada bulunmuş ve Şafiî ve Hanefî imânlarından bir ço­ğuna dil uzatmıştır. Özellikle Eşariler aleyhinde pek ifrada basmış­tır. Mücessime hakkında ise, hep övücü ifâdeler kullanmıştır.

Bizim kendilerine ulaştığımız meşayih (= şeyhler = âlimler), bizlere, Zehebî'nin sözüne bakmayı yasaklarlardı. Onun kavline iti­bar etmezlerdi"

Cem'ül-Cevâmî sahibi de şöyle diyor:

''Zehebî, şer'î ilimlerde mümâresede bulunmuş (= meleke kes-betmiş) değildir."

Zehebî merhumun, kendi kanâatinde bulunmayan zâtların hal tercümelerini yazarken, onların hakkında uygun olan hükmü vermek hususunda pek insaflıca hareket etmemiş olduğu da söylenmektedir.

Bütün bunlarla beraber, Zehebî merhum, değerli ve mütefek­kir bir âlimdir. Özellikle hadîs ricali hakkında derin bir vukuf sahibidir.

Ve Zehebî merhum, İbni Teymiyye ve İbni Kayyım Cevziyye kadar cumhura karşı cephe almış da değildir.

Hatta, aslında takdir ettiği ve bir takım mes'elelerde kendisi ile aynı fikri paylaştığı İbni Teymiyye hakkında, tenkidimsi bir risalesi bile vardır.

Ve Zehebî merhum, bu risalesinde İbni Teymiyye'nin cumhura muhalif bir takım hâllerini hoş görmeyip, o'nu adetâ şöhret düşkü­nü görmüş ve O'na hakimane öğütler vermiştir. Zehebîmerhum, bu ri­salesinde, İbni Teymiye'yi şu cümlelerle muâhaze etmektedir.

"Sen, ne zamana kadar nefsini methedecek, âlimleri kötüleye­rek, insanların mahrem hallerini araştırmaya çalışacaksın?

Hâlbuki, Resûl-i Ekrem (S.A.V.)'in: "Ölülerinizi ancak hayırla yadediniz. (hayırdan başka hiç bir şeyle anmayınız.)" buyurmuş olduğunu bilirsin.

Haccac'ın kılıcı ile İbni Hazm'ın lisanı iki öz kardeş idi; sen de onlarla kardeşlik akdettin.

Senin,açıktan beni tenkid edip, gizlice sözümden faydalanman­dan ben razıyım. Beni kusurlarımdan haberdar eden kimseye Allahu Teâlâ rahmet buyursun." [580]

 

Eserleri:

 

Zehebî merhumun pek çok eseri vardır. Bu eserlerden başlı-caları şunlardır:

1-) Tarih-i Kebîr

Bu eser, 12 ciltlik bir İslâm tarihidir. Bu kıymetli eser, îslâmi-yetin zuhurundan, hicri 715 (milâdî 1315) yılına kadar olan vak'ala-rı ve bu asırlarda yaşamış olan âlimlerin hâl tercümelerini içine almaktadır.

Bu kıymetli eser matbu değildir ve ciltleri ayrı ayrı kütüphane­lerde bulunmaktadır.

İmâm Sahâvî, bu kıymetli esere hicrî 744 (milâdî 1343) senesine kadar bir zeyl yazmıştır. Bu zeyl, iki cüz olarak Haydarâbad'ta basılmıştır.

2-) Târîhu'l-Evsat (= el-Iber)

Bu eser, Tarih-i Kebîr'in (= İslam Tarihi'nin) bir telhıysidir.

3-) Târîhu's-Sağîr (= Düvel-i İslâmiyye).

Bu da, İslâm tarihinden telhis edilerek meydana getirilmiş bîr eserdir.

4-) Siyerü'n-Nübelâ

Bu kitabın konusuda tarih ve terâcim-i, ahvâldir.

5-) Tezkiretü'l-Huffâz.

Bu eser, hadis hafızları ile ilgilidir. Aslında bu eser de İslâm Tâ­rihinden hulâsa edilmiştir.

Zehebî, bu eserinde hadîs hafızlarını yirmi bir tabakaya ayırmış ve her tabakadaki hafızların hâl tercümelerini tafsilâtlıca yazmıtır. Tezkiretü'l-Huffâz'ı, İmâm Suyûtî telhıys etmiştir.

6-) el-Müştebih fi'1-Esmâi ve'1-Ensab.

7-) et-Tecrîd fî-Esmâi's-Sahâbe.

8-) Tabakâtü'l-Kurrâ

9-) Tabakâtü'l-Huffâz.

10-) İhtisârii Süncni'l-Beyhakî

11-) İhtisârii'l-Müstedrek

12-) İhtisârii't-Tezhîb

13-) Tezhîbü't-Tehzîb

14-) Mîzânü'l-İ'tidâl fi-Nakdi'r-Ricâl

15-) el-Müstahlâ İhtisârii 'I-Muallâ I i-İbni Hazm.

16-) Tenldhü Ehâdîsi't-Tâlik li-İbni Çevri

17-) Tıbbü'n-Nebevî

Bu güzel eser matbûdur. Ve bir çok yerde bir çok defa basılmıştır.

18-) Hülefâ-i Râşidîn'in Menkıbeleri hakkında dört ayrı kitap.

19-) Ahbârii Ebî Müslim el-Horasânî

20-) Muhtasar-ı Târîh-i İbni Asâkir

21-) Muhtasar-ı Târihi'1-Hatîbi'l-Bağdâdî

22-) İhtisâr-ı Târih-i Nişabur.

23-) İhtisâr-ı Takvimi'1-Büldan li-Ebî'1-Fidâ

24-) el-Muharrer fi-Esmâi Rkâli-I-Kütübi's-Sitte

25-) Kitâb fi'1-Vefâyât 26-) Şiirleri

Şemsüddîn Muhammed îbni Ahmed ez-Zehebî, hicrî 673 (mîlâdî 1274) yılında Şam'da veya Diyarbakır'a bağlı Silvan'da doğmuş; 748 (milâdî 1347) yılında Şam'da vefat etmiştir. Bâbü's-Sağîr'de medfundur. [581]

 

Zeyd İbni Sabit

 

Zeyd   İbni   Sabit   (R.A.),   ashâb-ı   Kiramın   ileri   gelen âlimlerindendir.

Zeyd îbni Sabit (R.A.), Peygamber (S.A.V.) Efendimizin hic­retinden —yaklaşık— on yıl kadar önce Medine'de dünyaya gelmiştir. Künyesi: Ebû Said el-Ensârî'dir.

Kârı, Mukrî, Farzî, Katibü'I-Vahy ve Hibrü'1-Ümme gibi la­kapları olan Zeyd İbni Sabit (R.A.) hazretleri, Fahr-i Kâinat (S.A.V.) Efendimiz tarafından, Kur'an-ı Kerîmi ve İslâmiyeti öğretmek üze­re Medîne-i Münevvere'ye gönderilen Mus'ab İbni Umeyr (R.A.) va-

 ile ve henüz on-onbir yaşlarında iken müslüman oldu.

Müslüman olur olmaz, o güne kadar indirilmiş bulunan Kur'ân-ı Kerîm âyetlerini ezberlemeye başlayan Zeyd İbni Sabit, Pey­gamber (S.A.V.) efendimizin hicreti sırasında on yedi sûreyi ezber­lemiş bulunuyordu. Onun bu hâli ve Kur'ân'a olan sevgisi Fahr-i Âlem (S.A.V.) Efendimizin memnuniyetine sebep olmuştur.

Bedir Savaşı sırasında, henüz on üç yaşında bulunduğu için, Resûl-i Ekrem (S.A.V.) Efendimiz, onun savaşa-katılmasına izin ver­medi. Uhud Savaşına da aynı gerekçe ile katılmadığı bildirilmektedir.

Zeyd İbni Sabit (R.A.), hendek savaşında, hem hendeğin ka­zılmasına ve hem de fiilî muharebeye katılmış ve çok büyük kahra­manlıklar göstermiştir.

Zeyd İbni Sabit (R.A.), Hudeybiye Müsâlahasına, Mekke'nin fethine, Huneyn Gazvesine ve Taif muhasarasına da iştirak etmiştir.

Fahr-i Kâinat (S.A.V.) Efendimizle birlikte, Veda haccına da katılan Zeyd İbni Sabit (R.A.), O'nun irtihâlinden sonra, Yemâme savaşına da iştirak etmiş ve bu savaşta bir okla yaralanmıştır.

Resûl-i Ekrem (S.A.V.) Efendimiz, hayatta olduğu müddet­çe, O'nun vahiy katipliğini yapan ve bu arada diğer yazışmalarını da yürüten Zeyd İbni Sabit (R.A.) hazretleri, çok zeki ve hafızası kuvvetil bir zât idi. Nitekim, Peygamber (S.A.V.) Efendimizin emir­leri ile, Süryanîce'yi on beş gün gibi kısa bir müddet içinde öğren­mişti. Bu lisanla Peygamberimiz (S.A.V.)'e gönderilen mektupları okur, tercüme eder ve emredildiği tarzda onlara cevap yazardı.

Zeyd İbni Sabit (R.A.), kâtiplik görevine Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer devirlerinde de devam etmiştir.

Hz. Osman (R.A.), Zeyd İbni Sabit hazretlerim Beytü'1-Mâl Eminliğine tayin etmiştir.

Zeyd İbni Sabit (R.A.)'in, ashâb-ı kiram içinde, ferâiz (- mi­ras hukuku) ilmini en iyi bilen bir zât olduğunu, Nebiyyi Muhterem (S.A.V.) Efendimiz haber vermiştir.

Hz. Ömer (R.A.), hilâfet makamında iken, her zaman Hz. Ali'­yi ve Zeyd İbni Sâbit'i istişare meclisine da'vet ederdi.

Kendisi büyük bir âlim olan Abdullah İbnü Abbâs (R.A.) haz­retleri, ilminden istifade etmek için Zeyd İbni Sabit (R.A.) hazretle­rinin evine giderdi. Kendisine niçin böyle yaptığı sorulunca da: "İl­min —ayağına— gidilir; ilim —ayağa— gelmez." buyururdu.

Zeyd İbni Sabit (R.A.) hazretleri kıraat (= Kur'ân-ı Kerîmi okuma) ilminde, ashâb-ı kiramın en ileri gelen âlimlerinden biri idi.

Ve O, Kur'ân-ı Kerîmin tamamını ezberlemişti. Kendisinden, İbni Abbas ve Ebû Abdurrahman es- Sülemi gibi meşhur sahabeler kirâat dersi almışlardır.

Kıraat ilmi, en mühim ilimlerden biridir. Ve Zeyd İbni Sabit (R.A.) hazretleri, bu ilimde İmamdır.

Zeyd İbni Sabit (R.A.), tefsir ilminde de ileri bir mertebede bulunuyordu. Tefsir hakkında pek kıymetli rivayetleri vardır.

Hâsılı kelâm, Zeyd İbni Sabit (R.A.) hazretleri hadîs, fıkıh, fe-râiz, kaza (= hüküm verme) ve fetva ilimlerinde son derece bilgili olan Zeyd İbni Sabit (R.A.) hazretleri, bu ilimlere pek çok hizmette bulunmuş ve talebe yetiştirmiştir.

Süleyman İbni Yesâr şöyle diyor:

—"Hz. Ömer ve Hz. Osman, fetva ferâiz ve kıraat hususların­da, hiç bir kimseyi Zeyd üzerine takdim etmezlerdi."

Zeyd İbni Sabit (R.A.), fıkıh ilminin her mes'elesinde, müc-tehid olan Sahabelerdendi ve Fahr-i Kâinat (S.A.V.) Efendimiz ha­yatta iken fetva verme şerefine kavuşmuştu.

Hz. Zeyd İbni Sabit (R.A.), Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Os­man, Hz. Ali ve Hz. Muâviye zamanında da Medîne-i Münevvere'-de fetva verirdi.

Peygamber (S.A.V.) Efendimizin, vefat ettiği sırada, ashâb-ı kiram içinde, Kur'an-i Kerîmi tamamen ezberlemiş pek çok hafız vardı.

Ancak, bunların bir kısmı, Hz. Ebû Bekir zamanında çıkan sa­vaşlarda, şehid olmuşlardı. Sayıları azalıyordu. JBunun üzerine Hz. Ömer, Halîfe Hz. Ebû Bekir'e müracaat ederek; o zaman, "dağınık sâhifelerde yazılı bulunan, Kur'ân-ı Kerîm âyetlerinin bir kitap hâ­linde toplanmasını" talep etti.

Bunun üzerine, Hz. Ebû Bekir (R.A.), Zeyd îbni Sabit (R.A.)'i çağırarak, ona:

—"Ey Zeyd!... Sen, genç ve akıllı birisin. Ayıplanacak ve seni töhmet altında bırakacak bir davranışın da yok... Resûl-i Ekrem (S.A.V.) hayatta iken, O'nuc vahiy kâtibi idin.. Sen, Kur'an âyetle­rini bir araya topla." dedi.

Bu talimat üzerine, Hz. Zeyd İbni Sabit, bu iş için hemen bir heyet kurarak, büyük bir titizlik ve gayretle Kur'ân-ı Kerîm âyetleri-. ni bir araya toplayıp, onu bir mushaf hâline getirdi. Ve bu mushafı Halîfe Hz. Ebû Bekir (R.A.)'e teslim etti.

Hz. Osman (R.A.)'m halifeliği sırasında da, Hz. Ebû Bekir (R.A.) zamanında tek nüsha olarak tertip edilip, halife'nin yanında bulunan Kur'ân-ı Kerim, yine Zeyd İbni Sabit (R.A.)'in başkanlı­ğındaki bir hey'et tarafından, altı nüsha hâlinde toplanarak, çeşitli İslâm beldelerine gönderilmiştir.

Fukahâ-i Seb'adan yani ashâb-ı kiram içindeki yedi büyük fa-kıyhten biri olan bu büyük sahâbî, hicrî 54 (milâdî 674) tarihinde Medîne-i Münevvere'de vefat etti.

Cenazesinde Abdullah İbni Abbas, Said İbni Müseyyeb ve Ebû Hureyre gib zevat da bulundu.

Zeyd îbni Sabit (R.A.) vefat edince, Ebû Hureyre (R.A.): —"Bu ümmetin âlimi vefat etti. Umulur ki, Allahu Teâlâ, İbni Abbas'ı ona halef kılar." demiştir.

Abdullah İbni Abbas (R.A.) hazretleri de: —"Bu gün, ilim hazînesi defnolundu." demiştir.

İbni Ebî Dâvud şöyle derdi:

—"Zeyd İbni Sabit, ashâb-ı kiranı içinde, insanların en âlimi idi. Dinî ilimlerde tam bir meleke sahibi bulunuyordu."

Zeyd îbni Sabit (R.A.), Peygamber (S.A.V.) Efendimizden 92 hadîs-i şerif rivayet etmiştir.

Zeyd İbni Sabit hazretlerinin oğlu Hârice İbni Zeyd de büyük bir fakiyh idi. [582]

 

Zeyleî Cemâlü'd-Dîn Abdullah İbni Yûsuf İbni Muhammed

 

Abdullah İbni Yûsuf İbni Muhammed Zeyleî, Kahire'li Mu-haddis ve fakıyh bir zâttır.

Cemâlüddîn Abdulah İbni Yûsuf; Kenzü'd—Dekâik sahibi Fahrüddin ez-Zeyleî'den ve Alâüddîn Türkmânî'den ilim tahsil etmiştir.

Hadîs ilmine derin bir vukufu bulunan Cemâlüddin Zeyleî mer­hum, Keşşaf in ve Hidâye'nin hadislerini tahrîc etmiştir.

Cemâlüddin Zeyleî'nin Hidâye Hadisleri ile ilgili eserini, Şihâbüd-din İbni Hâcer telhîs etmiştir.

Cemâlüddîn Zeyleî, hicrî 762 (mîlâdî 1361) yılında vefat etmiştir. [583]

 

Zeyleî Fahrü'd Dîn Ebû Muhammed Osman İbni Ali

 

Osman İbni Ali ez-Zeyleî, hanefi fukahâsından kudretli bir âlimdir.

Künyesi: Ebû Muhammed; lakabı: Fahrüddîn'dir. Zeyle, Habeş denizi sahilinde bir beldedir.

Memleketinde tahsilini tamamlayan Zeyleî merhum hicrî 705 (milâdî 1306) tarihinde kâhire'ye gitmiş ve orada talebe yetiştirmek­le iştigal etmiştir, aynı zamanda ifta (= fetva verme) görevide ya­pan Zeyleî merhum, hanefî fıkhının yayılmasına da gayret etmiştir.

Fahrüddin Ebû Muhammed ez-Zeyleî, hicrî 743 (mîlâdî 1343) tarihinde vefat etmiştir. [584]

 

Eseri:

 

Zeyleî merhumun Tebyînii'l-Hakâik alâ-Ke azı'd-Dekâik adlı eseri,

muteber bir fıkıh kitabıdır. [585]

 

Zemahşerî Ebû'l-Kasım Mahmud İbni Ömer

 

Mahmud İbni  Ömer  İbni Muhammed  İbni Ahmed ez-Zemahşerî, hanefî fukahâsından meşhur bir âlim;  kudretli bir müfessirdir.

Künyesi: Ebû'I-Kâsım olan Mahmud İbni Ömer, Türkistan'ın büyük bir parçası olan, Harzem ülkesinin Zemahşer köyünde hicrî 467 (mîlâdî 1075) yılında dünyaya geldi.

Ebû'l-Kâsım Zemahşerî ilim ve kemâl itibariyle bir hârikadır. Bağdad'da Ali îbni Muzaffer en-Nişabûrî, Ebû'n-Nasr el-îsfehânî ve Ebû Mansur el-Cevâlikî'den ilim tahsil etmiştir.

Zamanının bir kısmını Arabistan'da özellikle Mekke-i Müker-reme'de geçirmiş ve Canı ilah unvanım almıştır.

Zemahşerî, kendisi Türk olduğu hâlde, arap lisânına fevkalâ­de vakıftı. Hatta, bir gün Mekke-i Mükerreme'de Ebû Kubeys tepe­sine çıkarak, arap kabîlelerine hitaben şöyle demişti:

—"Geliniz, babalarınızın, dedelerinizin dilini benden öğreniniz." diyecek kadar; kendisini kudretli hissetmişti. Zemahşerî merhum, vü­cûda getirmiş olduğu kıymetli eserlerle, bu iddiasını isbat etmiştir.

Zemahşerî, bir sefer esnasında, kendisine isabet eden şiddetli soğuk ve kar sesebiyle, donma tehlikesi geçirmiş ve bu sebeple bir ayağı kesilerek topal kalmıştır.

Mekke-i Mükerreme'den Harzem'e dönen Zemahşerî, hicrî 538 (milâdî 1144) tarihinde arefe günü vefat etmiştir. Cürcan kasabasın­da medfundur.

Zemahşerî, büyük bir âlim, dünyaya kıymet vermeyen bir zâ-hid ve takva sahibi, faziletli bir şahsiyet olmasına rağmen, itikat yö­nünden mutezile mezhebinde idi. Ve, çok kıymetli olan eserlerinde, özellikle tefsirinde, bu mezhebin yanlış akideleri görülmektedir. [586]

 

Eserleri:

 

Zemahşerî merhum pek çok eserler telif etmiştir. Bunların en mühimleri olan tefsirinden başlayarak şöyle sıralayabiliriz:

1-) el-Keşşâf an-Hakâiki't-Tenzil.

Keşşaf, Zemahşerî merhumun en mühim eseri olduğu gibi, saha­sında da eşi bulunmaz bir tefsirdir. Zemahşerî, bu mühim tefsirini üç.yıl gibi kısa bir müddet içinde tamamlamıştır.

Bu tefsir üzerine, otuzdan fazla telhis, haşiye veya ta'lika yazılmıştır.

Bu eserlerin, çoğu, Zemahşerî'nin mu'tezilî fikirlerine işaret edilerek, onların doğruları da gösterilmiştir.

Ayrıca, Keşşaf tefsirinde geçen hadislerin tahrîci ve bu tefsir­le ilgili diğer'hususlarla ilgili eserler de te'lif edilmiştir.

2-) el-Fâik fî-Caribi'l-Hadîs

Bu kitap, hadisle ilgilidir ve matbûdur.

3-) cl-Makâmât

Bu da, nasihatler ihtiva eden matbu bir eserdir.

4-) et-Tavaku'z-Zeheb fî'I-Mevâizî ve'l-Hntab

Bu da, Meviza ve hutbeleri   muhtevi matbu bir eserdir.

5-) Esâsü'l-Belâga:

Bu eser, arap dili ve lügati ile ilgilidir ve matbûdur, iki cildtir.

6-) el-Enmûzec

Bu eser, nahiv ile ilgilidir ve matbûdur.

7-) el-Kelimü'n-Nevâbiğ

Bu kitap, fransızca'ya da tercüme edilmiştir. Metni de, tercü­mesi de matbûdur.

8-) el-Mufassal

Bu kitap, arap dilbilgisi ile ilgilidir ve matbûdur.

9-) Mudaddimetü'1-Edeb

Bu bir Jügattır. Ve bu lügat 1705 yılında Türkçeye çevrilmiş ve İstanbul'da basılmıştır.

10-) Afcebü'l-Aceb Şerhu tamiyeti'l-Arab

Matbûdur.

11-) el-Cibâl ve'1-Emkine vei-Miyâh

Matbûdur.

12-) er-Râiz fi'1-Ferâiz

13-) Kıstas

Bu kitap aruz hakkındadır. [587]

 

Zeyne'l-Âbidın

 

Zeyne'I-Âbidîn, Ali İbni Hüseyin İbhi Ali İbni Ebû Tâlib, Hz. Hüseyin (R.A.) Efendimizin muhterem oğullarıdır.

Künyesi: Ebû Muhammed veya Ebu Hüseyin'dir. Lakapları: Seccâd ve Zeyne'l-Âbidîn'dir. Kendisi tabiînin ileri gelenlerindendir.

Zeyne'I-Âbidîn hazretleri, hicrî 50 (milâdî 671) yılında Medîne-i Münevvere'de dünyaya geldi.

Annesi Şehr-i Bânû, o zamanın Acem padişahının kızıdır.

Zeyne'l-Âbidîn hazretleri, gönülleri yakan Kerbelâ Faciası „. rasmda on beş yaşında idi. Mübarek babasının kesilmiş başları ile birlikte Şam'a gönderilmiş olanlardandı.

Şam'dan, Medîne-i Münevvere'ye dönmüştür. Ve, devamirbir surette zühd ve ibâdetle meşgul olmuştur.

Zeyne'l-Âbidîn hazretlerinin dokuz erkek ve dört kız evlâdla-rı olmuştur. Büyük oğlu Muhammed Bakir hazretleridir.

Zeyne'l-Âbidîn (R.A.) hazretleri, Sika, me'mun, fakıyh ve ilim­le, irfanla hakkıyle mücehhez bir zât idi.

İmâm Zührî şöyle demiştir:

—"Ben, Medîne-i Münevvere'de ondan daha efdâl bir zata ye­tişmedim."

Yahya el-Ensârî de şöyle demiştir:

—"Zeyne'l-Âbidîn hazretleri, Medûıe-i Münevvere'de gördüğüm Hâşimîlerin en efdalidir."

Zeyne'l-Âbidîn hazretlerinden, pek çok büyük ve meşhur zât, hadîs-i şerîf rivayet etmiştir.

Zeyne'l-Âbidîn hazretleri, hicrî 94 (milâdî 712) yılında Medîne-i Münevvere'de vefat etmiştir.

Tehzîbü'l-Esmâ'da bildirildiğine göre: Bu seneye senetü'l-Fukahâ denilmiştir. Çünkü, o sene içinde, Zeyne'I-Âbidin hazretleri gibi, bir çok büyük fakıyh rahmet-i Rahmân'a kavuşmuştur.

Zeyne'l-Âbidîn hazretleri, pek cömert ve hayır sever bir zât idi. Medîne-i Münevvre'deki yüz fakır ailenin maişetini devamlı temiri etmiş olduğu, kendisinin vefatından sonra anlaşılmıştır. (R.A. = Rahmetullahi aleyh) [588]

 

Zeynitd-Dîn Ebü'l-Feth Es-Semerkandî

 

Zeynüddîn Abdurrahim İbni Ebî Bekir Imâdiddîn İbni Sâhibi'l-Hidâye hanefî fakıyhlerinin ileri gelenlerindendir.

Künyesi: Ebû'l-Feth'tir. [589]

 

Eseri:

 

Zeynüddîn  Ebû'1-Feth  es-Semerkandî merhumun Fusûlü'l-İmâdiyye adlı muteber bir fıkıh kitabı vardır.

Zeynüddin Ebû'1-Feth es-Semerkandî, Hidâye sahibi Bürhâ-nüddîn el-Mergınânî'nin torunudur.

Bazı zevata göre: Fusûlü'l-Imâdiyye'nin müellifi, Cemâlüddin İbni Imâdüddîn'dir.

Keşfü'z-Zünûn'de Füsûlü'I-Imâdiyye'nin müellifi olarak Ebü'l-Feth Abdurrahim İbni Ebî Bekir İbni Abdi-'l-celîl el-Mergınânî es-Semerkandî gösterilmektedir. [590]

 

Zirr İbni Hubeyş

 

Zirr İbni Hubeyş İbni Hubaşe, Kûfe'Ii bir âlimdir. Sikadır. Künyesi: Ebû Meryem el-Esedî'dir.

Kendisi, câhiliyye devrinde, dünyaya gelmiş olmasına rağmen ashâb-ı kiramdan olma şerefine nail olamamıştır.

Tabiînin ileri gelenlerindendir.

Zirr İbni Hubeyş hazretleri, ashâb-ı kiramdan Hz. Abdullah İbnü Mes'ûd, Hz. Osman İbni Affan ve Hz. Aliyyü'l-Murtaza (R.Anhüm) hazretlerine mülâki olmuş ve Kur'ân-ı Kerîm okumasını* bu yüksek zevattan öğrenmiştir.

Zirr İbni Hubeyş hazretlerinden Kur'an-ı Kerîm kirâatini te-allüm edenler arasında da, meşhur kıraat İmâmı Âsim, Süleyman el-A'meş, Şa'bî ve Nehâî gibi zatlar bulunmaktadır.

Zirr İbni Hubeyş hazretleri, hicrî 82 (milâdî 702) yılında, 120 yaşında olduğu hâlde, Cemâcim'de vefat etmiştir.[591]

 

Zübeyr İbni'l-Avvâm

 

Zübeyr İbni Avvâm îbni Huveylid (R.A.) ashab-ı kiramın ileri gelenlerinden ve aşare-İ mübeşşeredendir.

Fakıyh sahâbîlerin de ileri gelenlerinden olan Zübeyr İbni Av­vâm hazretleri, Hz. Hatice'nin erkek kardeşi ile Peygamber (S.A.V.) Efendimizin halası Hz. Safiyye'nin oğludur.

Zübeyr İbni Avvâm (R.A.) hazretleri ilk müslüman olanlardan­dır. Kendisi Hz> Ebû Bekir (R.A.)'in damadı idi,

Zübeyr İbni Avvâm (R.A.), müslüman olunca; eski dînine dön­mesi için, amcası tarafından işkenceye tâbi tutuldu.

Zübeyr İbni Avvâm (R.A.), Allah yolunda kılıcını ilk çek,,, müslümandır. Bundan dolayı da, Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, kendisine ve kılıcına dua buyurmuştur.

Mekke'de, müslümanlarm sayısı arttıkça; onlara yapılan iş-kincelerde artıyordu. Bunun üzerine, Peygamber (S.A.V.) Efendi­miz, ashabına:

—"Siz, bari yeryüzüne dağılın!.. Allahu Teâlâ sizi yine toplar." buyurmuştu.

Bunun üzerine, aralarında Zübeyr İbni Avvâm'm da bulundu­ğu on beş kişilik bir kafile, Mekke'den gizlice ayrılarak, Habeşis­tan'a hicret ettiler.

Habeşistan İmparatoru Necâşî, gelen bu müslümanları çok iyi karşıladı.

Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, Mekke'den Medîne'i Münev-vere'ye hicret edince, Habeşistan muhacirleri de Medine'ye geldiler.

Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, Zübeyr İbni Avvâm (R.A.)'ı ensârdan Ka'b îbni Mâlik (R.A.) ile kardeş yaptı;

Zübeyr İbni Avvâm (R.A.) hazretleri, Peygamber (S.A.V.) Efendimizle birlikte Bedir, Uhud, Hendek Savaşları ile Mekke-i Mü-kerreme'nin fethine iştirak etmiş ve bu savaşların hepsinde büyük kahramanlıklar göstermiştir.

Zübeyr İbni Avvâm (R.A.) hazretleri, Tâif muhasarasına, Te-bük Seferine ve Veda haccına da iştirak etmiştir.

Zübeyr İbni Avvâm (R.A.), Mısır'ın fethine de iştirak etmiştir.

Zübeyr îbni Avvâm (R.A.) hazretleri, Cemel Vak'asında, Hz. Tahla (R.A.) ile birlikte', Hz. Ali (R.A.)'nin karşı tarafında bulunu­yordu. Ancak, sonradan muharebeden çekilmiştir. Bir ağaç altında uykuya dalmışken, İbni Cermuz tarafından şehit edilmiştir. Bu sıra­da altmış yedi yaşında bulunuyordu.

Hz. Ali (R.A.), Zübeyr İbni Avvâm (R.A.)'m vefatına çok üzül­dü ve onun cenaze namazım bizzat kendisi kıldırdı.

Kabri, Basra'da, şehid edildiği Vâdi's-Sika denilen yerdedir.

Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, Zübeyr İbni Avvâm (R.A.)'in şehid edileceğini haber vermiş ve: "Zübeyr'in katiline cehennemlik olduğunu haber veriniz." buyurmuştur.

Çok zengin ve çok cömert olan Zübeyr İbn Avvâm (R.A.) haz­retleri, etrafındaki fakirlerin hepsinin maişetini temin etme hususunda gayret sarf ederdi.

Fahr-i  Âlem  (S.A.V.)  Efendimiz,   Zübeyr  İbni  Avvâm hakkında:

—"Her peygamberin bir havarisi (= samîmi dostu) vardır; be­nim havarim de Zübeyr'dir." buyurmuştur.

Zübeyr Ibni Avvâm (R.A.), Peygamber (S.A.V.) Efendimiz­den, otuz sekiz hadîs-i şerîf rivayet etmiştir. [592]

 

Zürâre İbni Evfâ

 

Zürâre Ibni Evfâ, Basralı fakıyh bir zâttır. Künyesi: Ebû Hâcib'tir.

Zürâre îbni Evfâ, Basra'da kadılık yapmıştır.

Zürâre merhum, büyük fakıyh olduğu gibi, aynı zamanda il­mi ile âmil olan, mütteki ve zâhid bir zât idi.

Zürâre Ibni Evfâ, hicrî 193 (mîlâdî 809) tarihinde, namaz kı­larken, aniden vefat etmiştir. [593]

 



[1] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/155-159.

[2] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/159-162.

[3] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/162-163.

[4] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/163.

[5] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/163-164.

[6] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/164-166.

[7] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/166.

[8] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/167.

[9] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/167-171.

[10] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/171-175.

[11] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/175-178.

[12] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/178-179.

[13] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/179.

[14] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/180-185.

[15] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/186-187.

[16] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/187-188

[17] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/188-191.

[18] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/191-193.

[19] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/193.

[20] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/193-194.

[21] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/194-197.

[22] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/197.

[23] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/198.

[24] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/198-199.

[25] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/199.

[26] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/199.

[27] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/200.

[28] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/200-201.

[29] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/201.

[30] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/201.

[31] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/201-202.

[32] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/202.

[33] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/202.

[34] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/202-203.

[35] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/203.

[36] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/203-204.

[37] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/204-208.

[38] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/208.

[39] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/208-209.

[40] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/209-210.

[41] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/210-211.

[42] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/211.

[43] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/212.

[44] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/212-214.

[45] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/214-216.

[46] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/216-218.

[47] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/218-219.

[48] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/219.

[49] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/219.

[50] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/219-220.

[51] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/220.

[52] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/220-221.

[53] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/221.

[54] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/221-222.

[55] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/222-223.

[56] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/224-225.

[57] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/225.

[58] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/225.

[59] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/225-226.

[60] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/227-228.

[61] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/228-230.

[62] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/230.

[63] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/230-232.

[64] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/233-238.

[65] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/238-239.

[66] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/240.

[67] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/240.

[68] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/240.

[69] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/240-241.

[70] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/241-243.

[71] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/243-244.

[72] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/244.

[73] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/244-245.

[74] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/245-246.

[75] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/246.

[76] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/246.

[77] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/247.

[78] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/247.

[79] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/247-248.

[80] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/248.

[81] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/248.

[82] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/248.

[83] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/248.

[84] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/248.

[85] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/249.

[86] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/249.

[87] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/249-252.

[88] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/252.

[89] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/252-253.

[90] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/253.

[91] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/253.

[92] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/253-254.

[93] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/254-255.

[94] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/255-256.

[95] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/256.

[96] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/256.

[97] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/256-257.

[98] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/257.

[99] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/257.

[100] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/257-258.

[101] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/258-260.

[102] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/260.

[103] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/260.

[104] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/260-261.

[105] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/262.

[106] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/262-268.

[107] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/268-269.

[108] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/269-270.

[109] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/270.

[110] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/270-271.

[111] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/271-272.

[112] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/272.

[113] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/272.

[114] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/272-274.

[115] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/274.

[116] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/274-276.

[117] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/276.

[118] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/276-277.

[119] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/277.

[120] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/279.

[121] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/279-281.

[122] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/281.

[123] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/284-285.

[124] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/285.

[125] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/285-289.

[126] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/289-291.

[127] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/291.

[128] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/292-293.

[129] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/293.

[130] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/294.

[131] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/294-295.

[132] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/295-296.

[133] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/296.

[134] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/296.

[135] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/296-297.

[136] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/297.

[137] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/297-298.

[138] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/298.

[139] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/298-299.

[140] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/299-301.

[141] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/301-302.

[142] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/302.

[143] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/302.

[144] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/303-304.

[145] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/304.

[146] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/304-305.

[147] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/305.

[148] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/305-306.

[149] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/306-307.

[150] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/307-308.

[151] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/308-309.

[152] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/309.

[153] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/309.

[154] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/309.

[155] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/310-315.

[156] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/315-317.

[157] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/317.

[158] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/317-318.

[159] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/318.

[160] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/318-327.

[161] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/327.

[162] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/327-328.

[163] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/328.

[164] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/328-332.

[165] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/332-333.

[166] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/333.

[167] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/333-335.

[168] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/335-336.

[169] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/336-338.

[170] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/338-339.

[171] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/339-340.

[172] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/340-341.

[173] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/341-342.

[174] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/342-343.

[175] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/344-345.

[176] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/345.

[177] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/346.

[178] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/346-347.

[179] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/347.

[180] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/347.

[181] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/347.

[182] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/347-348.

[183] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/348.

[184] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/348.

[185] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/348-350.

[186] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/35.

[187] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/350.

[188] Münyetü't-Musallî'nin Babadâğî tercümesi, tarafımızdan sadefcştirilip, gerekli ilâveler de yapı­larak HALEBÎ-İ SAĞİR unvanı ile AKÇAĞ Yayınevi tarafından neş£dilmiştir. (İsmail KARAKAYA)

[189] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/351.

[190] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/351-352.

[191] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/352-357.

[192] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/358.

[193] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/358.

[194] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/358.

[195] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/358-359.

[196] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/359.

[197] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/359-360.

[198] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/360-361.

[199] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/361.

[200] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/361-362.

[201] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/362-363.

[202] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/363-366.

[203] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/366.

[204] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/366-367.

[205] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/367-370.

[206] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/370.

[207] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/371.

[208] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/371-373.

[209] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/374.

[210] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/374.

[211] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/374-375.

[212] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/375-377.

[213] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/377-380.

[214] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/380-384.

[215] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/384-386.

[216] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/386-387.

[217] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/387-389.

[218] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/389-390.

[219] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/390-391.

[220] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/391.

[221] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/391-393.

[222] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/393-395.

[223] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/395-396.

[224] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/396-397.

[225] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/3997-398.

[226] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/398-402.

[227] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/402-404.

[228] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/404-405.

[229] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/405-406.

[230] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/407.

[231] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/407-408.

[232] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/408.

[233] el-Hakka Sûresi; âyet: 40-41

[234] el-Hakka Sûresi; âyet: 42

[235] Enfâl Sûresi; âyât 64

[236] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/409-410.

[237] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/411.

[238] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/411-413.

[239] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/413-415.

[240] Âl-i İmrân Sûresi; âyet : 200

[241] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/415-417.

[242] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/418.

[243] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/418-419.

[244] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/419-422.

[245] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/422-423.

[246] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/423-425.

[247] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/425.

[248] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/425.

[249] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/425-426.

[250] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/426-427.

[251] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/427.

[252] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/427.

[253] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/428.

[254] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/428-430.

[255] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/431.

[256] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/431.

[257] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/431.

[258] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/432..

[259] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/432-433.

[260] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/433.

[261] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/435-436.

[262] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/437.

[263] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/437-439.

[264] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/439-440.

[265] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/440.

[266] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/440-441.

[267] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/441.

[268] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/441.

[269] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/442.

[270] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/442-443.

[271] İbni Hacfr merhumun doğduğu yer olan Heysem kelimesi, bazı kaynaklarda "t" ile Heytem olarak yazılmaktadır. Biz, Heysem'i tercih ettik.

[272] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/443-444.

[273] Bu eserin bir tercümesi, "Menakıbı İmâm-ı A'zam ve Fıkhı Ekber Şerhi" namı ile Ahmet Ka-radut tarafından tercüme ve AKÇAğ A.Ş. tarafından neşredilmiş olan eserin ilk bölümünde mev­cuttur. İbni Hacer merhum şafîî mezhebinde olmasına rağmen, Ebû Hanlfe hazretleri hakkındaki bu kıymetli eseri, telif etmiş olması şâyân-ı dikkat ve şâyân-ı takdir bir davranışdır.

[274] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/444-445.

[275] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/445-446.

[276] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/446.

[277] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/447.

[278] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/447.

[279] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/447-448.

[280] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/448.

[281] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/448-449.

[282] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/449.

[283] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/450.

[284] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/450-451.

[285] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/451-452.

[286] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/452.

[287] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/452.

[288] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/453.

[289] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/453-454.

[290] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/454-455.

[291] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/455.

[292] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/456.

[293] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/456-457.

[294] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/457.

[295] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/457.

[296] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/457-458.

[297] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/458.

[298] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/458.

[299] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/458.

[300] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/458-464.

[301] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/464-465.

[302] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/465-466.

[303] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/466.

[304] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/466.

[305] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/466-467.

[306] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/467.

[307] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/467-468.

[308] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/468-469.

[309] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/469-470.

[310] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/470-471.

[311] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/471.

[312] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/471.

[313] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/472.

[314] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/472.

[315] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/472-473.

[316] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/474.

[317] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/474.

[318] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/475.

[319] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/475.

[320] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/475-477.

[321] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/477-480.

[322] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/480.

[323] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/481.

[324] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/482.

[325] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/483.

[326] Meali: "O, bir söz,söylemeye dursun, mutlaka yanında hazır bir gözcü vardıf." (Hasan Basri çamay Mcâti; clid: 3; sayfa: 953)

[327] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/484-485.

[328] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/485.

[329] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/485.

[330] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/485-486.

[331] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/486-490.

[332] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/490-492.

[333] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/493-495.

[334] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/495.

[335] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/495-497.

[336] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/497-498.

[337] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/498-500.

[338] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/500-506.

[339] Bu eserin, Osmanlı âlimlerinden Müderris-zâde Muhammed Atâullah Efendi tarafından yapı­lan tercümesi, tarafımızdan sadeleştirilmiş ve AKÇAĞ YAYINEVİ tarafından neşredilmiştir.

[340] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/506-507.

[341] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/507-508.

[342] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/508.

[343] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/508.

[344] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/508.

[345] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/509.

[346] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/509.

[347] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/510.

[348] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/510-511.

[349] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/511-513.

[350] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/513.

[351] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/513.

[352] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/514.

[353] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/514.

[354] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/514-515.

[355] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/515-516.

[356] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/516-517.

[357] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/517-518.

[358] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/519-520.

[359] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/520-521.

[360] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/521.

[361] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/521.

[362] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/522.

[363] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/522.

[364] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/523.

[365] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/523-524.

[366] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/524.

[367] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/524-525.

[368] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/525.

[369] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/525.

[370] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/525-526.

[371] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/526-528.

[372] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/528-529.

[373] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/529.

[374] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/529-530.

[375] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/530.

[376] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/530-531.

[377] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/531.

[378] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/531-532.

[379] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/532-533.

[380] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/533-534.

[381] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/534.

[382] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/534-535.

[383] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/535.

[384] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/535-536.

[385] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/536.

[386] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/537.

[387] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/537.

[388] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/538.

[389] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/538-539.

[390] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/539-542.

[391] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/543.

[392] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/543-544.

[393] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/544.

[394] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/544-545.

[395] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/545-546.

[396] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 15/546.

[397] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/5-8.

[398] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/8-9.

[399] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/9-10.

[400] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/10.

[401] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/11.

[402] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/11.

[403] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/11-12.

[404] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/12.

[405] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/12-13.

[406] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/13.

[407] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/13-14.

[408] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/15-16.

[409] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/16-17.

[410] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/17.

[411] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/18.

[412] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/18.

[413] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/18-19.

[414] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/19-20.

[415] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/20.

[416] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/20.

[417] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/21-23.

[418] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/23-24.

[419] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/24.

[420] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/24.

[421] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/25-26.

[422] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/26.

[423] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/26.

[424] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/26.

[425] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/27.

[426] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/27-28.

[427] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/28.

[428] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/28-30.

[429] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/30.

[430] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/30.

[431] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/30-31.

[432] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/31-32.

[433] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/32-35.

[434] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/35.

[435] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/35.

[436] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/36.

[437] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/36.

[438] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/37.

[439] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/37-38.

[440] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/38.

[441] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/39.

[442] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/39-40.

[443] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/40.

[444] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/40.

[445] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/41.

[446] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/41.

[447] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/41-42.

[448] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/42-43.

[449] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/43-44.

[450] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/44.

[451] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/45-47.

[452] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/47.

[453] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/48.

[454] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/48.

[455] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/49-50.

[456] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/50-51.

[457] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/51-52.

[458] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/52-53.

[459] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/53.

[460] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/53.

[461] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/53-54.

[462] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/54.

[463] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/55.

[464] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/55-56.

[465] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/56.

[466] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/56-57.

[467] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/57.

[468] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/58.

[469] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/58.

[470] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/58.

[471] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/58-59.

[472] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/59.

[473] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/60.

[474] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/60.

[475] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/60.

[476] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/61.

[477] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/62.

[478] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/62-66.

[479] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/66-71.

[480] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/72-73.

[481] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/73-74.

[482] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/74.

[483] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/75.

[484] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/75.

[485] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/75-76.

[486] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/76-77.

[487] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/77-78.

[488] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/78-79.

[489] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/79-81.

[490] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/81-82.

[491] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/82-84.

[492] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/84.

[493] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/84-88.

[494] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/89-90.

[495] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/90.

[496] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/91-92.

[497] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/92-93.

[498] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/93.

[499] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/94.

[500] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/94-95.

[501] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/95.

[502] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/95-96.

[503] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/96-97.

[504] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/97-98.

[505] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/98.

[506] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/98-99.

[507] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/99.

[508] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/100-101.

[509] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/101-102.

[510] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/102.

[511] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/102-103.

[512] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/103.

[513] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/103-104.

[514] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/104-105.

[515] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/106.

[516] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/106.

[517] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/106-107.

[518] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/107.

[519] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/107-108.

[520] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/108.

[521] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/108.

[522] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/108-109.

[523] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/109.

[524] Yed-i (âlâ: Lügat anlamı en uzan d demek olan bu terkip, bir sahada tam «yi çok geniş bilgi (sahi­bi olmak) anlamında kullanılır.

[525] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/109-112.

[526] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/112-113.

[527] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/114.

[528] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/114-115.

[529] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/115.

[530] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/115-116.

[531] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/116.

[532] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/116-117.

[533] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/117-118.

[534] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/118.

[535] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/119.

[536] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/119-120.

[537] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/120-121.

[538] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/121.

[539] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/121-122.

[540] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/122.

[541] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/122.

[542] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/123.

[543] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/123-124.

[544] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/124-125.

[545] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/125.

[546] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/125.

[547] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/125-126.

[548] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/126.

[549] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/126-127.

[550] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/127.

[551] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/127.

[552] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/127.

[553] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/128.

[554] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/128.

[555] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/128-130.

[556] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/130-133.

[557] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/133-135.

[558] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/135.

[559] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/136-137.

[560] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/137-138.

[561] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/140.

[562] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/140-141.

[563] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/141-142.

[564] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/142-143.

[565] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/143.

[566] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/144.

[567] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/145-146.

[568] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/146.

[569] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/146-148.

[570] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/148-149.

[571] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/149.

[572] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/149-150.

[573] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/150.

[574] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/150-151.

[575] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/151.

[576] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/151-152.

[577] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/152.

[578] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/152-153.

[579] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/153.

[580] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/153-156.

[581] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/156-157.

[582] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/158-162.

[583] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/162.

[584] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/162-163.

[585] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/163.

[586] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/163-164.

[587] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/164-165.

[588] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/165-167.

[589] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/167.

[590] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/167.

[591] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/167-168.

[592] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/168-170.

[593] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 16/170.