BAZI MEŞHUR FAKIYHLER VE ESERLERİ
Müte Savaşı Ve İbnl Revâha'nın Şehadeti
Abdurrahman İbnü Abdillah İbni Sabat
Abdurrahman İbnü Abdillah İbni Utbe
Abdürrezzak İbnü Hemmâm Es-San'ânî
Ahmet Hâlid Efendi (Yûsuf-Zâde)
Ahmed İbni Muhammed El-Keş Şenî
Alâeddîn Efendi (İbni Âbidîn-Zâde)
Ali Haydar Efendi (Ahıskalı Hoca Emin Efendi-Zâde)
Ali Haydar Efendi (Büyük Haydar Molla)
Âmir İbni Abdullah İbni Mes'ûd
Bilâl İbni Ebî'd-Derdâ El-Ensârî
Cessas Ebû Bekir Ahmed İbni Ali Râzî
Ahmed Cevdet Paşanın Eserleri:
Ebû Ali Ahmed İbni Muhammed Eş-Şâşî
Ebû'l-Berekât Hâfızü'd-Dîn Nesefî
Ebû'l-Berekât Nesefî'nin Eserleri:
Ebû'l-Fazl Mecdü'd-Dîn Mevsılî
Ebü Seleme İbni Abdurrahman İbni Avf
Hazreti Ebû Bekir'in Hayatı Ve Hilâfet Devresine Bir Bakış
Hz. Ebû Bekir'in Tefsir İlmindeki Yeri
Hz, Ebû Bekir'in Hadîs İlmindeki Yeri
Hazret! Ebu Bekir'in Fıkıh Ilmindeki Yeri
Hz. Osman'la İlgili Hadîsi Şerifler:
Hz. Ömer İbni Hattâb Doğumu, Nesebi Ve Şahsiyeti:
İmâm Ahmed İbni, Hanbelin Meşâyihi:
Ahmed İbni Hanbel'den Hadis Rivayet Edenler
Ahmed İbni Hanbel Ve Tefsir İlmi
İmâm Ahmed İbni Hanbel Ve Hadîs İlmi
İmâm Ahmed İbni Hanbelin Fıkıhtaki Yolu
Ahmed İbni Hanbh.İn Müctehidler Arasındaki Yeri
İmâmı Azamin Yetiştiği Sahabeler:
Ebu Hanîfe'nin Fıkıh İlmine Başlaması:
İmâmı A'zam'ın Üstadları Ve Talebeleri:
İmâmı A'zam'ın İlim Silsilesi:
İmâmı Azamın Fıkıhtaki Mesleği
İmâmı A'zam'ın Müctehidler Arasındaki ^Eri:
İmâm Mâlikin Kullandığı Deliller:
İmâm Mâlik Ve Diğer Müctehidler:
İmâm Muhammed'in Ders Aldığı Diğer Zâtlar
İmâm Şafiî'den Hadîs Rivayet Edenler:
İmâm Şafiî'nin Fıkıh İlmindeki Metodu Ve Yeri
İmâm Şafiî Ve Ashabı Rev İle Ashabı Hadîs
İmâm Şafiî Hazretlerinin Eserleri:
İmâm Şafiî'nin Mezhebinin Yayıldığı Yerler:
Şafii Mezhebine Bağlı Bazı Meşhurlar:
Levnekî Ebû'l-Hasenât Muhammed Abdü'l-Hay İbnü Muhammed El-Hindî
Muhammed Emin Efendi (Bağdad'lı)
Muhammed İbni Mahmud Mecdüd-Dîn
Ömer Hilmi Efendi (Karın-Âbadlu)
Ömer Hulûsî Efendi (Gerdan-Kıran)
Radıyüddîn Muhammed Es-Serahsî
Ruknü'd-Dîn Muhammed İbni Muhammed Es-Semerkandî
Rüknü'l-İslam İbrahim İbni İsmail Es-Saffar
Sadru'ş-Şehîd Burhânü'l-Eimme Hüsamü'd-Dîn Ömer İbni Abdi'l-Aziz El-Buhârî
Sadrü'ş-Şerîati'l-Evvel Ahmed İbni Cemaliddîn Ubeydullah El-Mahbûbî
Sadrü'ş-Şerîati's-Sânî Ubeydullah İbni Mes'ûd İbni Tâci'ş-Şerîa Mahmud
İbni Sadrü'ş-Şerîa Ahmed
Şa'bî Ebû Amr Âmir İbni Şürahîl
Şeyhu'l-İslâm Abdürrahim Efendi
Muteber Türkçe Fetva Kitapları:
Şeyhü'l-İslâm Ali İbni Muhammed El-İsbîcâbî
Şeyhü'l-İslâm Yahya Efendi (Minkarî-Zâde)
Şeyhülislam Zenbilli Ali Efendi
Şirvânî-Zâde Ahmed Hulûsî Efendi
Şürünbülâlî Ebû'l-Berekât Hasan Bin Ammâr
Taberâni Ebû'l-Kâsım Süleyman İbni Ahmed
Velvâlici Abdü'r-Reşid Ebû'l-Feth Zahîuü'd-Dîn İbni
Ebî Hanîfe
Yakub Efendi (Seyyid Ali-Zâde)
Zeyleî Cemâlü'd-Dîn Abdullah İbni Yûsuf İbni Muhammed
Zeyleî Fahrü'd Dîn Ebû Muhammed Osman İbni Ali
Zemahşerî Ebû'l-Kasım Mahmud İbni Ömer
Zeynitd-Dîn Ebü'l-Feth Es-Semerkandî
Peygamber (S.A.V.)
Efendimizin amcası Hz. Abbas (R.A.)'m oğludur. Ashâb-ı kiram arasında ilim ve
fekâheti ile temeyyüz etmiştir.
Hz. Abdullah (R.A.)'ın
annesi Lübâbetü'l-Kübrâ binti Hâris-i Hilâliyye, ilk müslüman olanlardandır.
Hz. Abbas (R.A.) da,
önceden müslüman olduğu hâlde, bunu gizli tutmuş ve müslüman olduğunu Mekke'nin
fethinde açıklamıştı.
Abdullah İbni Abbas
(R.A.) hazretleri, hicretten bir kaç sene önce Mekke'de doğmuş ve 68 (milâdî
687) senesinde Tâif'te vefat etmiştir.
Peygamber (S.A.V.)
Efendimiz, Abdullah ibni Abbas (R.A.) hakkında şöyle duâ buyurmuştur:
— "Yâ Rabbi, ona
hikmet öğret."
O'nun hakkında bir
başka duası da şöyledir:
—"Yâ Rabbi, onu
dinde fakıyh kıl ve ona tefsir (= te'vil) ilmini Öğret.'
Abdullah İbni Abbas
(R.A.), daha küçük yaştan itibaren Peygamber (S.A.V.) Efendimizin yanına gidip
gelirdi. Teyzesi Meymûne binti Haris (R. Anhâ), Peygamber (S.A.V.) Efendimiz'in
zevcesi olduğu için, bu sebeple de, İbni Abbas (R.A.) hazretleri, Peygamber
(S.A.V.) Efendimizin evine giderdi. Bazı gecelerde de orada kalırdı.
Abdullah İbni Abbas
(R.A.) hazretleri, bu şekilde, peygamber
(S.A.V.) Efendimizin
yakınında ve hizmetinde bulunmuş ve abdest almayı, namaz kılmayı bizzat O'ndan
öğrenmiştir.
Abdullah İbni Abbas
(R.A.) hazretleri henüz küçük yaşta iken, Fahr-i Kâinat (S.A.V.) Efendimizi sık
sık görmüş ve nübüvvet kaynağından feyz almıştır.
Peygamber (S.A.V.)
efendimiz Medine'ye hicret ettikten sonra, Abdullah İbni Abbas (R.A.),
hicretin sekizinci senesine kadar, —ailesi ile birlikte— Mekke'de kalmıştır.
Mekke'nin fethinden sonra, Medine'ye hicret etmiştir. İbni Abbas (R.A.)
hazretleri, Medine'ye hicret ettiği sırada henüz 11-12 yaşlarında bulunuyordu.
Abdullah İbni Abbas
(R.A.) hazretleri, Peygamber (S.A.V.) Efendimizin Vefatı sırasında 13 veya 15
yaşında bulunuyordu ve Kur'ân-ı Kerim'in bir kısmını ezberlemişti.
Bundan sonra Kur'ân-ı
Kerîm'in tamamını ezberlemiş ve Übey İbni Ka'b (R.A.) ile Zeyd İbni Sabit
(R.A.)'e dinletmiştir.
Abdullah İbni Abbas
(R.A.), Hz. Ömer (R.A.) 'in sohbetlerine ve ilim meclisine devam etmiş, O'ndan
ve ashâb-ı kiramın diğer ileri gelenlerinden gerektiği gibi istifade etmiştir.
Hz. Ömer (R.A.) de,
genç bir zât olmasına rağmen Abdullah İbni Abbas (R.A.)'e hürmet eder ve
ilminden dolayı, onu yaşlı zâtların önünde tutardı.
Abbullah İbni Abbas
(R.A.) hazretleri, daha genç yaşlarda iken ilimde yüksek derecelere ulaşmıştı.
Hz. Ebû Bekir (R.A.) 'm halifeliği sırasında ilimle iştigal etmiş ve tefsir,
hadis, fıkıh ilimleri ile şiirde, edebiyatta ve diğer sahalarda çok iyi bir
şekilde yetişmiştir.
Abdullah İbni Abbas
(R.A.), Hz. Ömer ve Hz. Osman (R.A.)'m halifelikleri sırasında müftülük yapmış,
halka fetva vermiştir.
Hz. Ömer (R.A.), zor
mes'elelerin O'na sorulmasını ve alınan cevabın kendisine bildirilmesini
isterdi.
Abdullah İbni Abbas
(R.A.) hazretleri, kendisine sorulan mes'-eleleri çok isabetli bir şekilde
cevaplandırmış ve hiç bir mes'elede tereddüde düşmemiştir.
İbni Abbas (R.A.)»
kendisine sorulan mes'elelere cevap verirken, önce Kur'ân-ı Kerim'e bakar;
onda açıkça bulamazsa, hadise bakar sonra Hz. Ebû Bekir (R.A.) ve Hz. Ömer
(R.A.)'in mes'ele hakkındaki hükümlerini araştırırdı. Bunlarda da bulamazsa,
kendi ictihâdiyle cevap verirdi.
İbni Abbas (R.A.)
hazretleri, kendisine havale edilen mes'elelere, gayet açık ve isabetli
cevaplar vermekle meşhur olmuştur. Bundan dolayı, kendisine çok sayıda mürâcat
vâki olur ve soru sahiplerini ellişer kişilik gurublar hâlinde huzuruna alıp mes'elelerine
cevap verirdi.
Abdullah İbni Abbas
(R.A.) hazretleri, Hz. Osman (R.A.) 'nın zamanında yapılan Afrika seferine
katılmış ve bu seferde, İslâm ordusu adına kendisine elçilik görevi
verilmişti. Bu vesile ile, o sırada Afrikada hükümdarlık eden Cercis ile
görüşmüştür. Cercis ve adamları, İbni Abbas (R.A.) hazretlerinin akü, zekâ,
fikrî kuvvet ve ilmini görüp hayret etmişler ve "Bu, arapların mütebahhir
âlimidir."
demişlerdir.
İbni Abbas (R.A.), Hz.
Osman (R.A.) zamanında, O'nun emriyle, "O'nun adına hac emîri" olmuş
ve bu hac emirliğinden döndüğünde, Hz. Osman (R.A.) şehid edilmişti.
Abdullah İbni Abbas
(R.A.) hazretleri, Hz. Ali (R.A.)'nin halifeliği sırasında Basra valiliği
yapmış ve daha sonra da Mekke'ye yerleşmiştir.
Abdullah İbni Abbas (R.A.),
hangi gün ne iş yapacağını önceden plânlar ve yaptığı bu plânı aynen
uygulardı. Ashâb-ı kiram arasında, ilminin üstünlüğü ile tanınırdı.
Abdullah İbni Abbas
(R.A.) hazretleri, Hz. Ömer (R.A.), Hz. Osman (R.A.) ve diğer sahâbüerden pek
çok iltifat görmüş ve bu iltifatlar karşısında hâlini asla değiştirmeyip,
tevazuu terketmemiştir.
Abdullah İbni Abbas
(R.A.), özellikle Kur'an-ı Kerim ve tefsir ilminde yüksek bir mertebe sahibi
idi. Bu sebeple O'na tercümânü'I-Kur'ân denilirdi.
İbni Mes'ûd (R.A.) hazretleri,
Abdullah İbni Abbas (R.A.) hakkında: "O, sultânü'l-müfessirîn'dir."
buyurmuştur.
Abdullah İbni Abbas
(R.A.) hazretlerine, hirbPI ümme (= ümmetin âlimi) ve bahr ( = —ilimde— derya,
deniz) gibi isimler de verilmiştir.
Abdullah İbni Abbas
(R.A.) hazretleri, hadis sahasında da derin bir âlim idi. Kendisi, Peygamber
(S.V.A.) Efendimizden 1660 kadar hadîs-i şerif rivayet etmiştir.
Abdullah İbni Abbas
(R.A.) hazretleri, fıkıh ilminde de en büyük âlimlerden biri idi. O, fıkıh
ilminin temel direklerindendir. Fetvaları ciltlerle kitap dolduracak kadar
çoktur. O'nun fetvaları, fıkıh ilminin temellerindendir.
Mekke'de yetişen
fakıyhler; —ya doğrudan doğruya ondan ders alarak veya dolaylı olarak onun
ilminden istifâde ederek— onun vasıtası ile yetişmişlerdir.
Abdullah İbni Abbas
(R.A.) fıkıh ilminin mühim bir kolu olan ferâiz (= mîras hukuku) sahasında da
ileri derecede bilgi sahibi idi.
Abdullah îbni Abbas
(R.A.) hazretleri, kendisinden ilmî bir mes'-ele soranlara, o mes'eleyi
öğretirdi. Bir âyet-i kerîmeyi anlamayan veya kendisine birmüşkilini arzeden
kimselere, onları tatmin edecek olan cevabı verirdi.
Abdullah İbni Abbas
(R.A.) hazretleri, Kur'ân âyetlerinin bir araya toplanıp, mushaf hâline
getirilmesinde mühim hizmetler yapmıştır.
İbni Abbas (R.A.) hazretlerinin
müstakil bir tefsir kitabı yoktur. Ancak, O'nun tefsir hakkındaki rivayetleri
muhtelif tefsir kilaplarında yer
almıştır.
Abdullah İbni Abbas
(R.A.)'ın derslerinde tefsir, hadis, fıkıh gibi dîni ilimlerden başka, lisan,
şiir, edebiyat ve tahrir gibi ilimler de öğretilirdi.
Müstakil derslerden
başka, namazların sonunda halka vaiz ve nasihatta bulunur; hutbeler iradederdi.
İslâm ülkesinin
hudutları genişleyince, Abdullah İbni Abbas (R.A.) hazretleri, yeni fethedilen
beldelere seyahatler yapmış ve buralardaki arapça bilmeyen müslümanlara da
tercümanlar aracılığı ile vaiz-u nasihatlerde bulunmuştur.
Abdullah İbni Abbas
(R.A.), pek çok âlim yetiştirmiştir. Ve kendisinden pek çok âlim hadîs-i şerîf
rivayet etmiştir.
Abdullah İbni Abbas (R.A.),
son günlerinde bir hafta kadar hasta yattıktan sonra vefat etti ve cenaze
namazım Hz. Ali (R.A.)'nin oğlu Muhammed İbni Hanifiyye (R.A.) kıldırdı. Ve:
"Bu gün, bu ümmetin en Rabbânî âlimi vefat etti." buyurdu. [1]
Abdullah, ashâb-ı
kiramın ileri gelenlerinden Amr İbni Âs (R.A.)'ın oğludur. Ve babasından önce
müslüman olmuştur.
Tam ismi Abdullah ibni
Amr İbni Âs ibini Vâil İbni Hâşim İbni Said İbni Sehn İbni Amr İbni Haris İbni
Ka'b İbni Lüey el-Kareyşı'dir.
Asıl adı Âs idi.
tslâmiyetle şereflendikten sonra, Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, Âs ismini
Abdullah olarak değiştirdi.
Künyesi, Ebû Muhammed
veya £bü Abdurrahman'dır.
Annesi, Râita binti
Miinebbinh İbni Haccac İbni Âmir İbni Huzeyfe İbni Sstmd bin Zehm'dir.
Hanımı ise, Peygamber
(S.A.V.) efendimizin amcasının oğlu Abdullah (ibni Abbas)'ın kızı Umre (R.
Anhâ) idi. Oğlu Muhammed, bu evlilikten dünyaya geldi.
Abdullah, babası.Amr
ibni As'tan —sadece— on iki yaş küçüktür.
Abdullah İbni Amr İbni
Âs (R.A.) Hazretleri yaklaşık 70 yıl yaşadı. Ve hicrî 65 (milâdî 684) yılında
Şam'da vefat etti. Bununla beraber vefat yerinin Mekke, Tâif veya Mısır olduğu
hususunda ve vefat tarihi hakkında değişik görüşler de vardır.
Abdullah İbni Amr İbni
Âs (R.A.) hazretleri, ashab-ı kiram arasında ilmi ile temayüz etmiş bir
zât'dı. Hadis-i şerifleri yazardı. Tefsir
ve fıkıh sahasında
ileri bîr âlim idi. Ve Kur'ân-ı Kerim'in tamamım ezberleyen hafızlardan idi.
Abdullah İbni Amr
(R.A.) hazretlerinden 700 hadis-i şerîf rivayet edilmiştir.
Kendisi, ibâdetle pek
çok iştigal eden âbid ve zâhid bir zât idi. Bu sebepten dolayı Peygamber
(S.A.V.) Efendimiz, Abdullah İbn Amr (R.A.) hazretlerine:
—"Muhakkak ki,
senin üzerinde bedeninin hakkı vardır; eşinin hakkı vardır; iki gözünün de
hakkı vardır. Her hususta itidale riâyet etmek lâzımdır. Artık kendini fazla
yormamahsın." buyurmuştu.
Abdullah İbni Amr (R.
A.), çok Kur'an okur; geceleri namaz kılar; gündüzleri oruç tutardı.
Abdullah İbni Amr
(R.A.) , Bedir ve Uhud savaşlarından başka, bütün savaşlarda Peygamber (S.A.V.)
Efendimizin yanında bulunmuştur. Bu ilk iki savaşa da yaşının küçük olması
sebebiyle katılamamıştır.
Abdullah İbni Âs
(R.A.) hazretleri çok cömertti; eline geçen şeyi hemen dağıtır ve herkesi
memnun ederdi.
Abdullah İbni Amr İbni
Âs (R.A.) hazretleri, bizzat Peygamber (S.A.V.) Efendimizden işiterek, pek çok
şey öğrenmiştir. Şöyle ki: Abdullah İbni Amr (R.A.) Hazretleri, Peygamber
(S.A.V.) Efendimizden, "kendisinden işittiği her şeyi yazmak için"
izin istemiş ve aldığı bu izin üzerine pek çok hadîs-i şerif yazmıştır.
Ashâb-ı kiram arasında
en çok hadis rivayet eden Ebû Hureyre (R.A.):
—"Resûlullah
(S.A.V.)'in hadislerini, benden çok ezberleyen ve rivayet eden olmamıştır.
Fakat, Abdullah İbni Ömer benden daha çok ezberlemiştir. Çünkü, O yazıyordu.
Ben ise yazmıyordum." diyerek, O'nun ilminin çokluğunu belirtmiştir.
Abdullah İbni Amr
(R.A.)'ın, Fahr-ı Kâinat (S.A.V.) Efendimizden her işittiğini yazdığını gören
ileri gelen sahâbiler, ona:
—"Sen Resûlullah
(S.A.V.)'dan işittiğin her şeyi yazıyorsun; halbuki Resûl-i Ekrem (S.A.V..),
söz söylerken bazen gazap ve kızgınlık hâlinde, bazen de sevinç hâlinde
bulunmaktadır." dediler. Bunun üzerine tereddüde düşen Abdullah İbni Amr
(R.A.) hazretleri, bu mes'eleyi tekrar Peygamber (S.A.V.) Efendimize arzetti.
Fahr-i Kâinat (S.A.V.)
Efendimiz, O'nu dinledikten sonra: —"Yazmaya devam et. Çünkü, Allahu
Teâla'ya yemin ederim ki, ağzımdan hak (= doğru, gerçek) olandan başka bir şey
çıkmamıştır." buyurmuştur.
Abdullah İbni Amr İbni
Âs (R.A.) hazretleri, Peygamber (S.A.V.) Efendimizden işittiği bütün hadîs-i
şerifleri Sâhife-i Sadıka denilen bir mecmuada toplamıştır. Kendisine bir suâl
sorulduğu zaman, yazdığı bu mecmuaya bakarak cevap verirdi.
Abdullah İbni Amr İbni
Âs (R.A.) hazretlerinin ilminden en çok istifâde eden muhitlerden biride Basra
idi. Bütün müslümanlar, O'nun naklettiği ilimlerden istifâde etmişlerdir.
Abdullah İbni Amr
(R.A.) hazretleri, doğrudan doğruya Peygamber (S.A.V.) Efendimiz'den hadis-i
şerifler rivayet ettiği gibi, O'nun mübarek hadislerini, Hz. Ömer (R.A.),
Abdurrahman İbni Amr (R.A.) ve Muâz İbni Cebel (R.A.) gibi pek çok sahâbiden de
rivayet etmiştir. Kendisinden de Enes ibni Mâlik, Ebû Umâme, Sen! İbni Hamı ve
Abdullah İbni Haris İbni Nevfel gibi pek çok âlim hadîs-i şerif rivayet
etmiştir. Abdullah İbni Amr (R.A.) hazretleri, bizzat Resuhıllah (S.A.V.)'in
mübarek ağzından işiterek topladığı hadîs-i şerif mecmuasına son derece
titizlik gösterirdi.
İmâm Mücâhid (R.A.)
şöyle anlatıyor:
— Abdullah ibni Amr
(R.A.)'ın elinde bulunan kitaplardan her hangi birine bakmak istediğimiz zaman,
O, buna mâni olmazdı. Fakat, bu hadis mecmualarından birini okumak istediğimiz
zaman, ona son derece itina gösterir ve bize: "Ben, bunu, bizzat Resûl-i
Ekrem (S.A.V.)'in mübarek ağzından işiterek topladım. Onu, bütün dünyaya
değişmem." derdi.
Abdullah İbni Amr İbni
Âs (R.A.) hazretlerinin ilim halkaları çok gelmişti. Kendisinden ilim öğrenmek
için çok uzak yerlerden gelirlerdi. Talebeleri, O'nu çok severlerdi.
Abdullah ibni Amr
(R.A.) hazretlerinin pek çok hikmetli sözleri vardır:
Bir gün, kendisine:
—"Şerrin en
fenası ve hayrın en iyisi hangisidir?" diye sordular. O, şöyle buyurdu:
— Hayrın .en iyisi
doğru söz, kötülük düşünmeyen kalb ve itaat eden hanımdır. Serlerin en fenası,
ise yalan söz, fenalık düşünen kalb ve itaat etmiyen hanımdır. [2]
İslâmiyeti ilk kabul
eden zâtlardan olup, Hz. Ebû Bekir (R.A.)'in oğludur. Ve küçük yaşta müslüman
olmuş bir sahabîdir.
Resûl-i Ekrem (S.A.V.)
ile Hz. Ebû Bekir, hicret esnasında sevr mağarasında bulundukları sırada, Hz.
Abdullah, akşam karanlığından istifade ederek, onların yanlarına gider; yemek
ve su götürür; Kureyşin ahvalini onlara haber verirdi. Geceyi orada geçirir ve
tan yeri ağarmadan Mekke'ye dönerdi.
Abdullah İbni Ebî
Bekir (R.A.), hicret-i nebeviden sonra Mekke'den Medine'ye geldi. Bilâhare
Mekke-i Mükerreme'nin fethinde ve bundan sonra da Huneyn ve Tâif gazalarında
bulundu. Âlim ve fa-kiyh bir zât idi.
Huneyn'den kaçan
Sakîflilerle Havâzinlilerin toplanıp, bir araya gelenlerine mâni olmak için,
onların sığınıp saklandıkları Taif kalesini muhasara etti. Bu muhasara
esnasında kendisine isabet eden bir okla yaralandı. Ve, Medine'ye yaralı olarak
döndü.
Hz. Ebû Bekir
(R.A.)'in halifeliğinin başlarında ve hicretin on birinci yılının Şevval ayında,
Tâif'tc aldığı yaranın iyileşmcmesi sebebiyle vefat etti. Bu yüzden, Tâif
Şehitlerinden sayılır.
Hz. Abdullah (R.A.)'ın
cenaze namazını, babası Ebû Bekfi's-Sıddîk (R.A.) kıldırdı. Kabre ise, Hz. Ömer
(R.A.) ile Hz. Talha (R.A.) ve kardeşi Abdurrahman İbnü Ebî Bekir (R.A.)
indirdiler. [3]
Adbullah İbnü Ebî Evfâ
(R.A.) ashab-ı kirâmdandır. Hicretten bir müddet önce Medine'de doğmuştur.
Babası Ebû Evfâ da ashâb-ı kirâmdandır. Ebû Evfâ'nın adı Alkame'dir.
Abdullah îbnü Ebî Evfâ
(R.A.), —yaşı küçük olduğu için— Medine devrinde meydana gelen ilk gazvelere
iştirak edememiştir. Hay-ber Gazvesi'nden itibaren. Peygamber (S.A.V.)
Efendimizle beraber bir çok gazada bulunmuştur.
Abdullah bin Ebî Evfâ
(R.A.), Mekke'nin fethinden sonra, Huneyn Gazvesi'ne iştirak etmiş ve bu
savaşta ağır bir şeklide yaralanmıştır. Daha sonra da Tebük Gazvesine iştirak
etmiştir.
Abdullah bin Ebî Evfâ
(R.A.) hazretleri, Hz. Ebu Bekir (R.A.) zamanında mürtedlerle yapılan savaşlara
da katılmıştır.
İbnü Ebî Evfâ (R.A.),
Hz. Ömer (R.A.) zamanında Irak tarafına gitmiş ve Kûfe'de yerleşmiştir.
Abdullah b. Ebî Evfâ
(R.A.) hazretleri, tavattun ettiği Kûfe'de vefat etmiş ve Kûfe'de vefat eden en
son sahâbi bu zât olmuştur.
Abdullah b. Ebî Evfâ
(R.A.), fakıyh bir zattı. Etrafındakilere va'z-u nasihatta bulunur ve
bildiklerini, diğer insanlara aktarırdı.
İbnü Ebî Evfâ (R.A.)
hazretleri, Peygamber (S.A.V.) Efendimizden 95 hadîs-i şerîf rivayet etmiştir.
Hicrî 86 senesinde
Kûfe'de vefat etmiş ve orada defnedilmiştir. [4]
Tabiînin
büyüklerinden, fakıyh bir zâttır.
Mekke-i Mükerreme'de
yaşamış ve hicri 117 (mîlâdî 735) senesinde, yine orada vefat etmiştir.
Abdullah b. Ebî
Müleyke, fıkıh, tefsir, hadis ve kıraat ilimlerinde, zamanın meşhur âlimlerinden
idi.
İmâm Buhârî'nin
rivayetine göre, İbnü Ebî Müleyke otuz sahâ-bî ile görüşmüş ve onlardan çok
sayıda hadis-i şerîf rivayet etmiştir.
Ebû Zür'a ve Ebû
Hâtem, "İbnü Ebî Müleyke'nin sika (= güvenilir) bir râvî olduğunu ve
müksirün'dan (= en çok hadis rivayet edenlerden) bulunduğunu"
söylemişlerdir. Rivayet ettiği hadislerden bir kısmı Sahih-i Buhârî'de
mevcuttur.
İbnü Ebî Müleyke, bir
ara, Mekke'de halifeliğini îlan eden Abdullah bin Zübeyr'in kadılığını da
yapmıştır. [5]
Tabiînin büyüklerinden
olan Abdullah bin Ebî Zekeriyya, Hu-zâa kabilesindendir ve Ebû Yahya eş-Şâmî
diye mâruftur.
Doğum tarihi
bilinmemektedir. Hicrî 119 (m. 737) yılında, — Halife Hişam zamanında— vefat
etmiştir.
İbnü Ebî Zekeriyya,
ilim cihetinden Mekhûl'ün akranı idi. Kendisi fıkıh ve hadis sahasında* derin
ve sika bir âiim ve âbid bir zât idi. Bir çok âlim, ondan hadis-i şerîf
öğrenmiş ve nakletmiştir. O, Şamlıların en âlimlerinden biri idi.
İbni Sa'd, O'nun,
"Şamlı tabiîlerin üçüncü tabakasından olduğunu söylemiş ve: "O,
hadis ilminde sıka bir âlimdir ve az hadis rivayet etmiştir." demiştir.
Evzâî ise, İbnü Ebî
Zekeriyya hakkında: "O, zamanında Şam'ın en faziletlesi ve seçkinlerinden
biri idi." demiştir.
Yeman bin Adiy de :
"O, Şam'da en çok ibâdet eden şahıslardandı." demiştir.
Ebû Cemile, İbnü Ebî
Zekeriyya hakkında şöyle demiştir: "Onun. meclisinde hiç kimse
konuşamazdı. O, şöyle derdi: Âl-lahu Teâlâ'yı anıp, O'nun emir ve yasaklarından
konuşursanız, sizinle ilgilenir ve size kıymet veririm. Eğer insanlardan ve
onların dedikodu ve gıybetlerinden bahsederseniz, sizi terkederim; yanınızda
durmam."
O, gerçekten takva
sahibi idi. Yani, haram ve sakıncalı şeylerden titizlikle kaçınırdı.
Bir yolculuk
sırasında, bir yerde konakladı. İyi cins bir atı vardı. Ve, o namaz kılarken,
atı başkasının otlağından bir miktar otla-dı. Namazı bitirince, o atı, otlak
sahibine hediye edip, yoluna yaya olarak devam etti.
Hâkim şöyle demiştir:
"İbni Mübarek
âfakta asrının imamıdır. İlim, zühd, şecaat ve cömertlik yönünden asımdaki
insanların en evlâsıdır." Ebû Üsâme ise:
İnsanlar arasında
Emîrü'l-mü'minîn (= devlet başkanı) ne ise, hadis âlimleri arasında da İbni
Mübarek olur." demiştir. İsmail bin İyas da şöyle demiştir.
"Yeryüzünde
Abdullah bin Mübarek gibisi yoktur; Allahu Te-âla yarattığı her güzel hasletten
O'na da vermiştir." Ahmed İbni Hanbel (R-A.) de şöyle demiştir: "İbni
Mübarek'in zamanında, ondan ziyade ilim talebinde bulunan bir kimse, yoktu.
İlim için Yemen'e Mısır'a, Şam'a, Basra'ya ve Kûfe'ye yolculuklar yapmıştır. O,
ilim râvilerinden idi. Hadis'te âlim ve hafız idi. Bir çok eseri vardır."
İbni Mübarek
hazretleri aynı zamanda şiir ve edebiyata da vâkıftı. Gayet güzel ve tesirli
konuşurdu.
Abdullah bin Mübarek
hazretlerinin talebelerinden Fadl bin Mû-sâ, Muhalled bin Hüseyn ve diğer bazı
talebeleri bir araya gelerek "haydi İbni Mübarek'in güzel sıfatlarını
sayalım." dediler ve ittifakla: "0, ilmi, edebi, fıkhı, nahvi,
lügati, şiiri, fesâhatî, zühdü, ve-râı, insafı, gece kalkıp ibadet etmeyi,
haccı, gazayı, biniciliği, kahramanlığı, faydasız konuşmayı terketmeyi ve
arkadaşlarına muhalefet etmemeyi, bir araya toplamıştır." dediler.
Abbâs bin Mus'ab da,
bu cümleye şunu ilâve etmiştir: "Hadisi, fıkhı, arapcayı, şecaati,
cömertliği ve gıyaplarında arkadaşlarına sevgi göstermeyi bir araya
getirmişti."
Abdullah bin Mübarek
hazretleri, hicrî 181 (milâdî 796) tarihinde bir gazadan dönerken, Fırat
civarında, Behit denilen bir beldede vefat etmiştir. [6]
Abdullah İbnü Mes'ûd
(R.A.), İslâmı kabul edenlerin altıncısıdır ve ashâb-ı kiram arasında fıkıh ve
güzel Kur'ân okuma sahasında meşhur olmuştur.
Annesi Ümmü Abd de
hanım sahâbilerdendir. îbni Mes'ûd (R.A,) hazretleri genç yaşta müslüman olmuş
ve daima Peygamber (S.A.V.) Efendimizin yanında ve hizmetinde bulunmuştur.
Kendisine, her zaman Peygamber (S.A.V.) Efendimizin huzuruna ve evine girme
izni verilmişti.
Çoğu zaman Resûlullah
(S.A.V.)' in huzurunda bulunduğu için, Kur'ân-ı Kerimi iyi öğrenmiş ve pek çok
hadis-i şerif ezberlemiştir. Mekke'de, ilk defa herkesin önünde açıktan Kur'ân
okuyan sa-hâbi Abdullah İbnü Mes'ûd (R.A.) hazretleridir.
Bir gün ashab-ı kiram
tenha bir yerde toplanıp "Vallahi, Rasû-lullah (S.A.V.)'den başka,
Kureyş'e, Kur'ân-ı Kerimi açıktan dinletebilecek bir kimse çıkmadı."
dediler, bunun üzerine Abdullah bin Mes'ûd (R.A.): "Ben dinletirim."
dedi.
Ashâb-ı kiram:
"Biz, onların sana bir zarar vermesinden korkarız. Biz, öyle bir kimse
isteriz ki, îcabettiği zaman kendisini müşriklerden koruyabilecek bir kavmi ve
kabilesi bulunsun" dediler. İbni Mes'ûd (R.A.): "Bırakın gideyim.
Allahu Teâlâ beni onlardan korur." dedi ve ertesi gün, Ka'be'de Makâm-i
İbrahim'e vardı. Müşrikler de orada toplanmış bulunuyorlardı. İbni Mes'ûd
(R.A.) hazretleri, ayakta besmele çekerek Rahman Sûresini okumaya başladı.
Müşriker birbirlerine: "Ümmü Abd'in oğlu ne söylüyor; her hâlde
Muhammed'in getirdiği şeyleri okuyor." diyerek, O'nrn üzerine abandılar;
yumruk, tekme ve tokatla elini yüzünü belirsiz hâle getirdiler. Fakat O, bütün
bu saldırılar altında da Kur'an okumaya de-[7]
Abdullah İbnü Habîb,
Rebîatü's-Selmî'nin torunudur. Büyük bir fakıyh olan Abdullah İbnü Habîb
hazretleri, hicrî 105 tarihinde, doksan yaşında olduğu hâlde vefat etmiştir. [8]
Abdullah İbnü Mübarek
Ebû Abdurrahman el-Mervezî, İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe (R.A.)'nin büyük
talebelerinden biridir. Tebe-i tâbiîndendir.
İbni mübarek
hazretleri Türktü. Horasan'da hicrî 118 (miladî 796) yılında dünyaya gelmiştir.
İbnü Mübarek (R.A.)
hazretleri, Hişam bin Urve, Yahya el-Ensârî, Süleyman et-Teymî ve A'meş gibi
meşhur âlimlerden hadis almış ve O'ndan da Süfyân es-Sevrî, Ca'fer bin
Süleyman, Ebû Dâ-vud et-Teyâlisî ve İmam Muhammed bin Hasan gibi büyük âlimler
rivayette bulunmuşlardır.
İbni Mübarek
hazretleri çok sayıda eserler yazmış ve talebeler yetiştirmiştir. Bu
talebelerinden biri de Ahmed bin Hanbel (R.A.) hazretleridir.
Abdullah bin Mübarek
(R.A.) hazretleri bir yıl ticaretle uğraşır ve kazancını fakirlere tasadduk
ederdi. İkinci yıl ise, Allah yolunda cihada çıkardı.
O'nun âlim, fakıyh ve
faziletli bir zât olduğunda ittifak vardır. O, zühd ve takva sahibi idi.
Geceleri ibâdetle geçirirdi. Az konuşur ve sözleri hüccet (= delil) sayılırdı.
Duası makbûL olan zatlardandı.
İbni Mübarek
hazretlerinin kitaplarında yirmi bin hadis-i .serili bulunmakta idi.
Abdullah bin Mübarek
hazretleri tabiînden bir kısmı ile görüşmüştür.
O, din düşmanlarına
karşı nefsi ile cihad edenlerin başında gelirdi.
vam etti. Ve ashâb-i
kiramın yanma yüzü gözü yara bere içinde döndü. Ashâb-ı kiram bu duruma çok
üzüldüler. Ve: "Zaten biz, senin bu akıbete uğrayacağından korkmuştuk,
korktuğumuz başımıza geldi." dediler.
İbni Mes'ud (R.A.)
hazretleri ise hiç üzgün değildi. Ve: "Ben, Allah düşmanlarını, bu günkü
kadar zayıf görmedim. İsterseniz, yarın sabah, onlara bir o kadar daha Kur'an
dinletebilirim." dedi.
Ashâb-ı kiram ise:
"Hayır; sana bu
kadar yeter. O azılı kâfirlere hoşlanmadıkları şeyi dinlettin." dediler.
İbni Mes'ûd (R.A.),
bundan sonra da, pek çok defa müşrikler arasında Kur'ân-ı Kerim okumuştur.
Kalem Sûresini, açıktan ve yüksek sesle ilk defa okuyan da O'dur.
Müşrikler, İbni Mesûd
(R.A.)'u, kızgın kumlara yatırarak işkence etmişler. Buna rağmen O, açıktan
Kur'an okumaktan vaz geçmemiştir.
İbni Mes'ûd (R.A.)
hazretleri, —müşriklerin işkencelerinden dolayı— Habeşistana yapılan iki
hicretede katılmıştır.
Peygamber (S.A.V.)
Efendimiz, Medine'ye hicret buyurduktan sonra, İbni Mes'ûd (R.A.) hazretleri
de, Habeşistan'dan Medineyi Münevvere'ye gelmiştir.
Abdullah İbnü Mesud
(R.A.), Medine'ye gelince önce Muaz bin Cebel (R.A.)'e misafir olmuş; daha
sonra da kendisi için Mescid-i Nebi'nin yanında küçük bir ev yapılmış ve İbni
Mesud (R.A.) hazretleri bu evde ikamet etmiştir.
İbni Mes'ûd (R.A.)
hazretleri, evinin Mescid-i N bî'ye yakın olması sebebiyle, sık sık Resûlullah
(S.A.V.) Efendimizin hizmetine ve sohbetine koşardı. Hatta, O'nu yakından
tanımayanlar, kendisini Fahr-i Kâinat (S.A.V.) Efendimizin ailesinin bir ferdi
sanırlardı.
Abdullah İbnü Mes'ûd
(R.A.) hazretleri çok cesur ve kahraman bir zâtdı. O, Rasûlullah (S.A.V.)'in
katıldığı bütün savaşlara katılmıştır.
İbni Mes'ûd (R.A.)
hazretleri, Bedir savaşında, kâfirlerin elebaşısı olan Ebû Cehil'i
öldürmüştür.
Abdullah İbnü Mes'ûd
(R.A.) hazretleri, girdiği her savaşta, şe-hid olma gayreti ile çarpışırdı.
İbni Mes'ûd (R.A.)
hazretleri, Peygamber (S.A.V.) Efendimizin vefatından sonra, O'nun ayrılığına
dayanamadı. Ve insanlardan uzaklaşıp inzivaya çekildi.
Daha sonra, ibni Abbas
(R.A.), Hz. Ömer (R.A.)'in halifeliği zamanındaki fetihlere katılmış ve
—özellikle— Yermük Savaşında büyük gayret ve cesaret örneği olmuştur.
Hicretin 20. yılında
(m. 651), Hz. Ömer (R.A.) tarafından Kû-fe'ye kadı olarak tayin edilen İbni
Mes'ûd (R.A.), orada beytü'1-mâl muhafızlığı da yaptı.
Hz. Ömer (R.A.), bu
tâyinle ilgili olarak, Küfe halkına yazdığı mektupta şöyle diyordu:
"Ben, size Ammar
İbnü Yâsir'i emîr ( = vali), Abdullah İbnü Mes'ûdu da muallim ve vezir olarak
gönderdim.
Bunlar ashâb-ı
Bedir'dendir. Siz, onlara uyun ve emirlerine itaat edin.
İbni Mes'ûdu yanımda
alıkoymayarak; sizi, kendime tercih ettim."
îbni Mes'ûd (R.A.)
hazretleri, üzerine aldığı bu vazifeyi son derece liyâkat ve ehliyetle
yürütmüştür. Bu kadılık görevi sırasında zuhur eden bir çok hâdise hakkında
fetva vermiş ve ictihâdda bulunmuştur.
İbni Mes'ûd (R.A.)
hazretleri, Hz. Osman (R.A.) zamanında da kadılık ve beytü'1-mâl eminliği
yapmıştır. Bu görevi büyük bir liyâkat ve başarı ile yürüten İbni Mes'ûd
(R.A.), Hz. Osman (R.A.) 'in hilâfetinin ikinci yarısında, —Küfe'de fitne
yayılınca görevden alındı ve Hicaz'a döndü,
Abdullah İbni Mes'ûd
(R.A.) hazretleri, Kûfe'de görev yaptığı için, O'nun fıkhı bilgisi Irak
taraflarında yayılmış ve bundan —başka İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) olmak üzere,—
bütün hanefi imamları istifâde etmişlerdir.
Peygamber (S.A.V.)
Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Kur'anı şu dört
kimseden ahzediniz: (= alınız, öğreniniz): 1-) Abdullah İbnü Mes'ûd, 2-) Ebû
Huzeyfe'nin azadlısı Salim, 3—) Mu-âz, 4-) Ubey İbni Kaab.
Abdullah İbni Mes'ûd
(R.A.) hazretleri, Peygamber (S.A.V.) Efendimizden 848 hadîs-i şerif rivayet
etmiştir.
Abdullah İbnü Mes'ûd
(R.A.) hazretleri 60 yaşını biraz geçince hastalandı ve hicrî 32 (milâdî 652)
yılında Medine'de vefat etti. Cennetü'1-Bâki kabristanına defnedildi. İbni
Mes'ûd (R.A.) hazretlerinin "Kûfe'de vefat ettiği" rivayeti de
vardır.
Peygamber (S.A.V.)
efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
"İbni Mes'ûd'un
sözüne, bilgisine sarılınız."
Yine, Resûl-i Ekrem
(S.A.V.) Efendimiz:
"Eğer ben, bir
kimseyi meşveret etmeksizin âmir tâyin edecek olsaydım, elbette İbni Mes'ûd'u
tâyin ederdim." buyurmuştur.
Hz. Ömer (R.A.),
Arafat'ta durmakta iken yanına bir şahıs geldi ve:
—"Ey Mü'minlerin
Emiri! Ben Kûfe'den geldim. Orada, mus-hafları ezbere yazdıran birisi
var."
Hz. Ömer (R.A.), bu
söz üzerine benzeri az görülen bir şekilde öfkelendi ve o şahsa sordu:
—"Yazıklar olsun
sana. O adam kim?" O şahıs:
— "Abdullah İbnü Mes'ûd." cevabım
verdi.
Hz. Ömer (R.A.),
kızgınlığı geçinceye kadar bekledi ve o adama şöyle dedi:
— Vallahi, böyle bir
şey yapmaya, ondan daha lâyık bir kimsenin kaldığını zannetmiyorum. Şimdi
sana, O'ndan bahsedeceğim: Re-sûlullah (S.A.V.), bir gece Hz. Ebû Bekir'le
müslümanların durumunu konuşuyordu. Ben de onların yanındaydım. Sonra, hep
birlikte dışarı çıktık'. Bir de baktık ki tanımadığımız birisi Kur'ân-ı Kerim
okuyordu. Rasûlullah (S.A.V.), O'nu dinlemeye başladı. Daha sonra, bize dönüp
şöyle dedi:
—"Kim Kur'ân'ı
indiği andaki tazeliğiyle okumaktan hoşlanıyorsa, İbni Ümmü Abd (= İbni
Mes'ûd) gibi okusun."
Bir gün, Abdullah İbnü
Mes'ûd (R.A.) hazretleri, duâ etmek için oturmuştu. Bunun üzerine Peygamber
(S.A.V.) Efendimiz:
—"İste! İstediğin
sana verilecektir." buyurdu.
İbni Mes'ûd (R.A.)
hazretlerinin vücudu çok zayıf ve bacakları ince idi. Peygamber (S.A.V.)
Efendimiz, ashabına hitaben:
—"Siz, İbni
Mes'ûd'un vücutça zayıf olduğuna bakmayın; mî-zanda hepinizden ağırdır."
buyurdu.
Hz. Ömer (R.A.) şöyle
buyurmuştur.
— "İbni Mes'ûd, ilim doldurulmuş bir
dağarcıktır." İmâm Buharî, Ebû Musa el-Eş'arî (R.A.)'nin:
—"İbni Mes'ûd
içinizde iken, bana bir şey sormayın." dediğini nakletmektedir.
İbni Mes'ûd (R.A.)
hastalanınca, Hz. Osman (R.A.) ziyaretine geldi ve O'na:
—"Allahu Teâla'ya
kavuşma hâlinin yakın olduğu şu sırada neden şikâyet ediyorsun ve neye isteğin
var?" dedi.
İbni Mes'ûd (R.A.) şu
cevabı verdi:
—"Günâhımdan
şikâyet ediyorum. İlâhi rahmeti
isterim."
Hz Osman (R.A.):
— "Bir tabib
getirelim mi?" diye sorunca; ibni Mes'ûd (R.A.): —"Hacet yok. Beni
hasta eden Tabîbdir." cevabını verdi. [9]
Hz. Ömer'in oğlu olan
Abdullah (R.A.), ashâb-ı kirâmmın ileri gelen fakıyhlerindendir. Kendisi sadece
fıkıhta değil, tefsir ve hadiste de ileri gelen âlimlerdendi.
İbni Ömer (R.A.)'in
annesi Zeyneb binti Maun el-Cümeyhî'dir.
İbni Ömer (R.A.)
hazretleri, babası Ömerü'l-Fâruk (R.A.) hazretleri ile beraber ve henüz bulûğ
çağına ermemiş bulunduğu bir sırada İslâmiyeti kabul etmiştir. İbni Ömer
(R.A.), Mekke'den Medine'ye hicret esnasında da, babası Hz. Ömer (R.A.) ile
beraber bulunmuştur.
İbni Ömer (R.A.),
hicretten bir müddet önce Mekke'de doğmuş ve hicrî 73 (milâdî 692) yılında yine
Mekke'de vefat etmiştir.
İbni Ömer (R.A.)
hazretleri, "Mekke'de en son vefat eden sahâbî'dir.
Küçük yaşta müslüman
olan İbni Ömer (R.A.) hazretleri, —o sıralarda yaşının küçük olmasından dolayı—
Bedir ve Uhud gazalarına götürülmedi. Daha sonra ise, Resûlullah (S.A.V.)
Efendimizin bütün savaşlarına katıldı. İlk katıldığı savaş Hendek
Muharebesidir.
Mûte ve Yermük
gazaları ile Mısır ve Kuzey Afrika'nın fethinde de bulundu. Horasan ve
Teberistan seferlerine de katıldı.
Daha sonra İslâm
ülkesinde cereyan eden iç karışıklıklara ve savaşlara katılmadı. O:
"Cihâd, İslâm ülkesinde müslümanlar arasında olmaz. Cihâd, kâfirlere ve
gayr-i müslim memleketine karşıdır." buyururdu.
İbni Ömer (R.A.),
daima resmî görev almaktan uzak durmuştur.
Hz. Ömer (R.A.),
yaralandığında, şehid olmadan önce, kendisinden, "oğlu Abdullah'ı veliahd
göstermesi" istenmiş bunun üzerine O "Bir evden, bir şehid
yeter." buyurmuştur.
Hz. Osman (R.A.) şehid
edilince; Hz. Ömer (R.A.)'in oğlu olması ve ilmî üstünlüğü ile kahramanlığı
doîayisiyle İbni Ömer (R.A.) hazretlerinin halife olması istendi. O, bu teklifi
kabul etmedi ve Hz. Ali (R.A.)'ye biat etti.
Siffîn Muharebesinden
sonra da, İbni Ömer (R.A.) hazretlerine halife olması teklif edildi. Ve O,
yine kabul etmedi.
Abdullah İbni Ömer
(R.A.), Peyga ber (S.A.V.) Efendimize çok bağlıydı. O'nun huzûr-u saadetinden
hiç ayrılmak istemezdi. O'nu daima takip eder ve O'nun ahlâki ile ahlâklanmaya
çalışırdı. Sünneti seniyyeyi yerine getirebilmek için, her zaman Peygamber
(S.A.V.) Efendimizi taklid ederdi. İbni Ömer (R.A.) hazretleri pek çok hâdiseye
şahid oldu.
İbni Ömer (R.A.),
ashâb-ı kiram içinde en çok hadîs-i şerif rivayet edenlerdendir. Helâl ve
haramlarla ilgili hadîs-i şeriflerin çoğunu İbni Ömer (R.A.) hazretleri
rivayet etmiştir.
Hadis ve fıkıh
âlimleri arasında Abdullah İbni Ömer, Abdullah İbni Abbas, Abdullah
İbnü'z-Zübeyr ve Abdulllah İbnü Amr İbni'l-Âs hazretlerine abâdiie-i erbaa (-
dört abdullah) ünvânı verilmiştir. Bu dört zat bir mes'elede ittifak ettikleri
zaman, "bu, abâdilenin kavlidir." denilir.
Bununla birlikte,
fıkıh kitaplarında abâdile denilince genellikle Abdullah İbnü Mes'ûd, Abdullah
İbnü Abbas ve Abdullah İbnü Ömer hazretleri kasdedilir.
Abdullah İbnü Ömer
(R.A.) hazretleri, Peygamber (S.A.V.) Efendimizin görmesi, O'na hizmet etme
şerefine ermesi, O'nun sohbetinde çok bulunması ve fıtratındaki üstün haller
sebebiyle bütün İslâmi ilimlerde mahir bir üstâd olduğu gibi, aynı zamanda
zâhid ve âlicenap bir zat idi.
İbni Ömer (R.A.)
hazretleri, Peygamber (S.A.V.) Efendimizden 2630 hadîs-i şerîf rivayet
etmiştir.
İmâm Mâlik (R.A.)
şöyle buyurmuştur:
"Abdullah İbni
Ömer (R.A.), Resûl-i Ekrem (S.A.V.) Efendimizden sonra, hac mevsiminde ve
diğer zamanlarda, 60 sene, insanlara fetva vermiştir. O, fetva vermek
hususunda pek ihtiyatlı idi."
Abdullah İbni Mes'ûd
(R.A.), başkasına iyilik etmeyi, hayrı, sadaka vermeyi ve köle azâd etmeyi çok
seven; güzel huylu ve her türlü kötülükten uzak duran bir zat idi.
Kendisi şöyle diyor:
* 'Müslümanlıkla
şereflendikten sonra, en büyük sevinç ve neş'e kaynağım; gönlümün —herkesi
peşinden koşturan— bir takım istek ve arzulara meyletmemiş olmasıdır."
Câbir bin Abdullah şöyle diyor:
"İçimizde, Hz.
Ömer ve oğlu Abdullah'tan başka dünyaya meyli olmayan kimse yoktur."
Abdulah İbni Ömer
(R.A.)'in azadlısı olan İmâm Nâfi (R.A.) anlatıyor:
Beni on bin dirheme
satın aldı ve sonra: "Seni Allah rızâsı için azâd ettim." buyurdu. O,
çok cömert ve halim - selim idi.
Kölelerinden her hangi
birini Allahu Teâla'ya ibâdet ederken görürse, hemen onu azâd ederdi.
Kendisine, "köle ve cariyelerinin, kendisini aldattıkları"
söylenince de "hayır için aldanmaktan daha iyi bir şey var mıdır?"
buyurmuştu.
Bir gün, Abdullah İbnü
Ömer (R.A.) hazretlerine dört bin dirhem (gümüş para) ile bir kaftan
getirilmişti.
Dostlarından Eyyüb bin
Vâil, ertesi gün, O'nu, çarşıda, binek hayvanı için veresiye yem alırken gördü.
Derhâl, İbni Ömer (R.A.) hazretlerinin evine gitti ve sordu:
Abdullah İbni Ömer'e
dün, dört bin dirhem (gümüş) para ile, bir kaftan gelmemiş miydi? Ev halkı
cevap verdi:
— Evet, gelmişti. Eyyüb bin Vâil:
— Bu gün, O'nu gördüm;
binek hayvanı için yem satın alıyordu ve yemin bedelini peşin ödeyecek parası
yoktu!
Ev halkı:
— Dünkü paradan, yanında bir kuruş kalmadı.
(Tasadduk etti.) Dün, kaftanı omuzuna alıp gitmişti. Eve döndüğü zaman
sırdın-da kaftan yoktu. Kaftanı ne yaptığını sorduk. "Bir fakire hediye
ettiğini" söyledi.
Bu cevap üzerine,
Abdullah İbnü Ömer (R.A.)'in dostu Eyüb bin Vâil, tekrar çarşıya döndü ve
oradaki esnafa şöyle hitap etti:
— Ey tacirler! Hâliniz
nice olacak? Hz. Ömer'in oğlu Abdullan, binlerce dirhemini fakirlerin
ihtiyacına sarfediyor da, kendi binek hayvanının yemini veresiye satın almak
mecburiyetinde kalıyor.
Bir gün, dostlarından birisi,
ona bir ilaç hediye etti ve:
—"Bu önemli bir
Haçtır; sana Irak'tan getirdim." dedi.
İbni Ömer (R.A.):
—"Bu ilaç neye
kullanılır?" diye sordu
—"Hazmı
kolaylaştırır." cevabını alınca, gülümsedi ve şu mukabelede bulundu:
— Hazmı mı
kolaylaştırır!? Ben, hiç bir yemekten, karnımı doyuracak kadar
yemedim. Hazım ilacına
ihtiyacımın olacağını sanmıyorum.
Abdulah İbnü Ömer
(R.A.) hazretleri şöyle buyuruyor: —"Kendisinden üstte olana hased,
aşağıda olana tahakküm eden kimse ehl-i ilim sayılmaz."
—"İnsanın
mahiyeti arkadaşından anlaşılır." —"Ey âdem oğlu! Bedeninle dünyada
ol. Kalbinle Allah'ı bul." —"Hikmet ondur: Dokuzu sükût etmek, biri
de az konuşmaktır."
—"Kambur oluncaya
kadar namaz kılsanız ve tüy gibi kalıncaya kadar oruç tutsanız, bunlar haramdan
kaçınmamanız hâlinde kabul olunmaz." [10]
İbni Revâha (R.A.)
ensâr-ı kiramdandır. Kendisi fakıhy, şâir ve fevkalâde kahraman bir zât idi.
İbni Revâha (R.A.),
ikinci Akabe biatinde müslüman oldu. Peygamber (S.A.V.) efendimizle birlikte
Bedir, Uhud, Hendik gibi bütün gazvelere iştirak etti. Mûte Muharebesinde,
kahramanca savaşarak şehîd oldu. Şehâdeti hicretin sekizinci yılına
rastlamaktadır.
İkinci Akabe biatında,
Peygamber (S.A.V.) Efendimiz tarafından, Medine'lilerden 12 temsilci
istenildi. Medîne'li müslümanlar —9'u hazrec'ten, 3'ü de Evs'ten olmak üzere—
istenilen 12 temsilciyi seçtiler, hazrec temsilcileri arasında Abdullah İbnü
Revâha (R.A.) hazretleri de vardı.
Bu temsilciler,
Medine'ye dönünce, temsil ettikleri topluluklara İslâm Dinini anlattılar.
Hicretten sonra,
ensardan olan Abdullah İbnü Revâha (R.A.) ile muhacirlerden Mikdad bin Esved
(R.A.) arasında kardeşlik tesis edildi.
İbni Revâha (R.A.)
hazretleri, vahiy kâtiplerindendi:
Abdullah İbni Revâha
(R.A.), dinine son derece bağlı bir zat idi. Dünya malına ve rütbesine kıymet
vermezdi.
Peygamber (S.A.V.)
Efendimizin emir ve tavsiyelerine, ne pahasına olursa olsun uymaya gayret
ederdi.
Bir gün, Fahr-i Kâinat
(S.A.V.) Efendimiz, ashabına hutbe irâd ediyordu. Ve, cemaate hitaben:
"Oturunuz." buyurdu. Bu esnada İbni Revâha (R.A.) hazretleri,
Mescid-i Nebî'nin dışında —güneşin altında— idi. Hemen, bulunduğu yere oturdu
ve hutbe bitene kadar, hiç kımıldamadan orada bekledi.
O'nun böyle yaptığı,
Peygamber Efendimize haber verilince, Efendimiz (S.A.V.), Ebni Revâha
(R.A.)'ya: "Allahu Teâlâ'ya ve O'nun Resulüne gösterdiğim itaatte Allahü
Teâlâ hırsını artırsın." buyurdu.
Abdullah İbnü Revâha
(R.A.), hicri 6. yılda akdedilen Hudey-biye Müsâlahasına da katıldı. Ve Biat-ı
Ridvân'da da hazır bulundu.
İbni Revâha (R.A.),
Peygamber (S.A.V.) Efendimiz tarafından, Yahudilerin Reisi Esir bin Züram'ın
durumunu tetkik etmekle görevlendirilmiş ve O, uzun uzun tetkikâtta
bulunduktan sonra, İbni Züram'ın ortadan kaldırılması gerektiğini bildirmişti.
Bunun üzerine, bu görev kendisine verildi ve maiyetindeki otuz kişi ile
birlikte yâhudilerie savaşarak, görevini yerine getirdi.
Abdullah İbnü Revâhe
(R.A.), Hayber'in fethinde de Peygamber (S.A.V.) Efendimizle beraber
bulunmuştur.
Hayber'in fethinden
sonra da, Hudeybiye Barışının yapıldığı sene yerine getirilemiyen Umre'yi
yapmak için Mekke'ye gidildi.
Umre için Mekke'ye
girilirken, Peygamber (S.A.V.) Efendimizin Kusvâ isimli devesinin yularını
îbni Revâha (R.A.) çekiyor; Allah Resûlû (S.A.V.)'nün diğer sâdık arkadaşları
da, kılıçlarım çekmiş olarak, etrafında yürüyorlardı.
Mekke müşrikleri ise,
gelen bu şanlı yolcuları kin ve hasetle seyretmek için kenarlara ve tepelere
çekilmişlerdi.
İbni Revâha (R.A.),
Allah Resulünü övücü ve müşrikleri alçal-tıcı şiirler söyleyerek, Kusvâ'nın
yularından çekiyor; şanla, şerefle yürüyordu.
Bir ara Hz. Ömer
(R.A.), O'na:
—"Ey İbni Revâha!
sen, Resulullah (S.A.V.)'ın önünde ve Harem-i Şerifte nasıl şiir
okuyabiliyorsun?" dedi.
Bunun üzerine
Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, Hz. Ömer'e hitaben:
— Yâ Ömer! O'na mâni
olma. Allahu Teâlâ'ya yemin ederim ki, O'nun sözleri, bu Kureyş müşriklerine ok
yağdırmaktan daha çabuk ve daha çok tesir eder. Ey İbni Revâha! Devam
et."
Bilâhare, Peygamber
(S.A.V.) Efendimiz, İbni Revâha (R.A.) hazretlerine neler söylemesi gerektiği
hususunda talimat verdi. Ve, O, bu söylenilenleri şiirleştirdi.
Abdullah İbnü Revâha
(R.A.) hazretlerinin şairlikteki kudreti herkes tarafından bilinir ve takdir
edilirdi. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz de, O'nun şiirlerini beğenir ve
"bu şiirlerin, düşmana, ok atmaktan daha tesirli olduğunu" beyan
buyururlardı.
İbni Revâha (R.A.)'nın
şiirleri, ashâb-ı kiram tarafından çabucak ezberlenir ve ağızdan ağıza
yayılırdı.
Bedir Savaşı zaferle
neticelenince, Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, İbni Revâha ve Zeyd bin
Hârise'yi, Medine'ye müjdeci olarak gönderdi. Medine'ye her biri ayrı bir
istikametten girdiler ve kapı kapı dolaşıp, Medîne'lilere zafer müjdesini
ulaştırdılar. İbni Revaha (R.A.) hazretleri, bu savaşı ve neticesini şiirle
anlatıyor ve Medî-ne'lilere müjdeyi şiirle veriyordu. [11]
Hicretin sekizinci
senesinde, Peygamber (S.A.V.) Efendimiz Bus-ra emirine bir mektup göndererek
onu İslâmiyete davet etti. Onlar bu daveti kabul etmedikleri gibi, Peygamber
(S.A.V.) Efendimizin gönderdiği elçiyi de katlettiler ve müslümanlara karşı
savaşacaklarını ilan ettiler.
Bunun üzerine
Peygamber (S.A.V.) Efendimiz üç bin kişilik bir kuvvet hazırladı ve bir Öğle
namazından sonra, Mescid-i Nebî'de ashabına şöyle hitap etti:
"Cihâda çıkacak
olan şu insanlara, Zeyd bin Hârise'yi kumandan tayin ettim. Zeyd bin Harise
şehid olursa, yerine Ca'fer bin Ebî Tâlib geçsin. Ca'fer bin Ebî Talip şehid
olursa, —onun yerine— Abdullah İbnü Revâha geçsin. Abdullah İbnü Revâha da
şehid olursa, rnüslümanlar aralarında münasip birini seçsin ve onu kendilerine
kumandan yapsın." buyurdu.
Ordu yola çıktı.
Abdullah İbni Revâha (R.A.) hazretleri, Allah yolunda şehid olmayı çok
arzuluyor ve bu isteğini her fırsatta şiirleri ile ifadelendiriyordu.
Hicretin sekizinci
senesinin cemâziye'l-evvel ayında, üç bin kişilik bu İslam ordusu, Suriye
tarafında Mute denilen köyde çok kalabalık bir Bizans ordusu ile karşılaştı.
Şiddetli bir savaş oldu. İslâm mücâhidleri kahramanca savaştılar. Zeyd bin
Harise şehid oldu. Sancağı Ca'fer bin Ebî Talib aldı. O da şehid oldu ve
sancağı Abdullah İbnü Revâha aldı. O da kahramanca savaştı ve şehid oldu.
Bunun üzerine,
müslümanlar, Peygamber (S.A.V.) Efendimizin emri gereğince Hâlid bin Velid
(R.A.)'i kumandan seçtiler.
Müslümanlar, Halid bin
Velid (R.A.)'in kumandasında yeniden hücuma geçtiler ve düşmanı bozguna
uğrattılar.
Peygamber (S.A.V.)
efendimiz, bu şanlı kumandanların şehid olduğunu, —henüz Medîne'ye bu haber
ulaşmadan— aynı gün ashabına haber verdi. Şöyle ki:
Bu komutanların şehid
düştükleri saatte, Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz ashâb-i kirâmım mescidde
topladı. Kendisi çok üzgündü. Ashâb-ı Kiram:
—"Yâ Resûlullah!
Sizin üzüntülü olduğunuzu gördüğümüzden beri, duyduğumuz üzüntünün derecesini
ancak Allah bilir. Bu hâl nedir?" dediler.
Bunun üzerine,
Peygamber (S.A.V.) Efendimizin mübarek gözlerinden yaşlar aktı. Ve:
—"Bende
gördüğünüz üzüntü, beni hüzün içinde bırakan şey ashabımın şehîd düşmeleri idî.
Ve bu üzüntüm, onları cennette, karşılıklı tahtlar üzerinde oturan kardeşler
olarak gördüğüm âna kadar devam etti. Zeyd bin Harise sancağı eline aldı.
Sonunda şehîd edildi. O, şimdi cennete girdi. Orada koşup duruyor.
Sonra, sancağı Ca'fer
bin Ebî Tâlib aldı. Düşman ordularına saldırdı. Çarpıştı ve nihayet o da şehid
oldu. Ve O, şehid olarak cennete girdi. Ve yakuttan iki kanat ile dilediği
gibi uçup duruyor.
Ca'ferden sonra,
sancağı Abdullah îbnü Revsâha aldı. Elinde sancak olduğu hâlde, düşmanlarla
çarpıştı. Ve o da şehid oldu; cennete girdi.
Ve onlar, cennette,
altın tahtlar üzerinde bana gösterildi." buyurdu. [12]
Abdullah İbnü Sahbere,
Kûfe'li bir zattır. Künyesi Ebû Ma'-mer'dir. Ezd Kabilesine mensuptur.
Abdullah İbnü Sahbere,
fukahâdandır ve sika bir âlimdir.
Abdullah İbni sahbere,
Ubeydullah İbnü Ziyâd'm emirliği sırasında vefat etmiştir. [13]
Abdullah İbnü Selâm
(R.A.), ashâb-ı kiramdan ve ensârm ileri gelenlerindendir. Peygamber (S.A.V.)
Efendimizin Medine'ye hicretleri esnasında müslüman olmuştur.
İbni Selâm (R.A.)
hazretleri, Medine'deki BenîKaynuka kabi-lesindendi. Câhiliye devrinde ismi
Husayn idi. Müslüman olunca, Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, O'nun adını
Abdullah olarak değiştirdi.
Tevrat ve İncili gayet
iyi bilen İbni Selâm (R.A.) hazretleri, müslüman olmadan önce, büyük bir
yahudi âlimi idi.
Kendisi, müslüman
oluşunu şöyle anlatıyor:
—"Ben, Tevrat'ı
ve onun tefsirini, babamdan okumuş ve öğrenmiştim. Babam bana, bir gün gelecek
olan ahir zaman Peygamberinin sıfatlarını, alâmetlerini ve yapacağı işleri
anlattı. Ve: "Eğer O, Hârûn evlâdından gelecek olursa, O'na tâbi oiurum;
yoksa tâbi olmam." dedi. Ve, Resûlullah (S.A.V.)'in Medine'ye gelişinden
önce, babam öldü.
Resûlullah
(S.A.V.)'ın, Mekke'de peygamberliğini ilân ettiğim duyduğum zaman, ben, O'nun
sıfatlarını, ismini ve geleceği vakti biliyor ve bu sebeple O'nu bekleyip
duruyordum.
Resûlullah (S.A.
V.)'ın, Medine yakınında Küba denilen yerdeki Amr bin Avf Oğullarının evinde
misafir olduğunu, birinden öğreninceye kadar, bu hâlimi yahudilerden gizledim
ve bu hususta sustum.
Bir gün ben, kendi
hurma ağacımın üzerinde uğraşıyor ve yaş hurma topluyordum. Bu sırada Nadıyr
oğullarından birisinin: "Bu gün araplann adamı geldi." diye
bağırdığını duydum. Beni bir titreme tuttu ve hemen "Allahu Ekber"
diyerek tekbir getirdim. O anda, halam Halide binti Haris, hurma ağacının
altında oturuyordu ve kendisi çok yaşlı bir kadındı. Tekbirimi işitince:
"Allah, seni umduğuna kavuşturmasın; elini boşa çıkarsın! Vallahi sen,
Musa bin İmrân'ın geleceğini işitmiş olsaydın, bundan fazla sevinmezdin."
diyerek bana çıkıştı.
Ben, halama şu
karşılığı verdim: "Ey halâ! Vallahi O, Mûsâ bin İmrân'ın kardeşidir. Ve,
O'nun gibi bir Peygamberdir; o'nun dinin-dendir ve O'nun gönderildiği tevhid ile
gönderilmiştir."
Bunun üzerine o, bana:
"Ey kardeşimin oğlu! Yoksa O, bize kıyamete yakın gönderileceği bildirilen
Peygamber midir?" diye sordu. Ben:
—"Evet"
deyince; O:
—"Öyleyse
haklısın." karşılığını verdi.
Resûlullah (S.A.V.),
Medîne'ye hicret ettiği zaman halk etrafına toplandı.
"Resûlullah
(S.A.V.) geldi." denilince, O'nu görmek için, hemen halkın arasına
karıştım. Ve O'nu görür görmez: "O'nun yüzü, yalancı bir yüz olamaz."
dedim.
Resûlullah (S.A.V.),
etrafına toplanan insanlara İslâmiyeti anlatıyor ve nasihatlerde bulunuyordu.
Burada Resûlullah (S.A.V.)'dan işittiğim ilk hadîs-i şerif şudur:
—"Aranızda selâmı
yayınız; aç kimseleri doyurunuz; sıla-i rahm yapınız; insanlar uykuda iken
namaz kılınız. Böyle yaparsanız, selâmetle cennete girersiniz."
Bir rivayete göre,
peygamber (S.A.V.) Efendimiz, İbni Selâm'ı Peygamberlik nuru ile tanıyor ve
ona:
— Sen, Medîne âlimi
İbni Selâm değil misin? diye soruyor. O: —"Evet." karşılığım verince;
Peygamber (S.A.V.) Efendimiz,
Ona:
—"Yaklaş."
diyor ve şu suâli soruyor:
— Ey Abdullah, Allah
için söyle! Tevrat'ta benim vasıflarımı okuyup öğrenmedin mi?
Bunun üzerine, İbni
Selâm, Peygamber (S.A.V.) Efendimize:
— Allah'ın sıfatlan nelerdir; söyler misiniz?
Bu sual üzerine,
Peygamber (S.A.V.) Efendimiz biraz bekledi ve Cebrail (A.S.) İhlâs Sûresi'ni
indirdi: "De ki: O Allah birdir. Hiç bir şey O'nun dengi ve benzeri
değildir...."
Abdullah İbni Selâm,
bu âyetleri işitince, hemen Peygamber (S.A.V.) Efendimize hitaben:
— "Evet yâ
Resûlallah! Doğru söylüyorsun. Şehâdet ederim ki, Allah'tan başka ilâh yoktur.
Ve sen, O'nun kulu ve resulüsün." dî-yerek, kelime-i şehâdet getirdi. Ve
müslüman oldu.
İbni Selâm (R.A.)
hazretleri, sözüne şöyle devam ediyor:
— Resûlullah (S.A.V.)
ismimi sordu. Ben: Husayn İbni Selâm" dedim. O:
— "Hayır! Abdullah İbni Selâm"
buyurdu. Ben de:
—"Evet, Abdullah
İbnü Selâm.... Seni hak ile gönderen Zat'a yemin ederim ki, bu günden sonra,
başka bir ismimin olmasını istemem." dedim. Ve devamla şöyle söyledim:
—"Ya Resûlallah!
Yahudiler, insanı hayrete düşürecek kadar yalan söyleyen, asılsız isnad ve
iftiralarda bulunan, zâlim bir millettir. Eğer sen, benim seciyemi ve her
hâlimi onlardan sorup öğrenmeden önce; onlar, benim müslüman olduğumu duyup
öğrenirlerse; muhakkak, benim hakkımda iftirada bulunurlar, siz, önce, beni
onlardan sorunuz." dedim ve evin bir tarafına saklandım. Bundan sonra,
yahudilerin ileri gelenlerinden bir grup içeri girdi.
Peygamber (S.A.V.)
Efendimiz, bu yahudilere:
—L'Aranızdaki Husayn
bin Selâm nasıl bir adamdır?" diye sordu, Yahudiler:
—"O, bizim en
yüksek âlimimizdir ve en büyük âlimimizin de oğludur. İbni Selâm, bizim en
hayırhmizdır ve en hayırlımızın da oğludur." dediler.
Bunun üzerine,
Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, bu yahudilere: —"Eğer, O müslüman olduysa,
siz buna ne dersiniz?" diye sordu. Yahudiler;
—"Allah, Onu
böyle bir şeyden korusun." diye karşılık verdiler. Bu sırada, Abdullah
îbnü Selâm (R.A.) hazretleri saklandığı yerden çıkarak:
—"Ey yahudi
topluluğu! Allah'tan korkunuz! Size geleni kabûl ediniz. Allah'a yemin ederim
ki, sizin de bildiğiniz ve elinizde olan Tevrat'ta isminin ve sıfatının yazılı
bulunduğunu gördüğünüz Allah'ın Resulü budur. Ben şehâdet ederim ki, Allah'tan
başka ilâh yoktur. Ve yine şehâdet ederim ki, Muhammed (S.A.V.), O'nun kulu ve
resulüdür." diyerek, O'nu tasdik etti.
Bunun üzerine
yahudiler:
—"O, bizim en
kötümüzdür ve en kötümüzün oğludur." diyerek, O'na çeşitli kusurlar
bulup, iftiralar ederek İbni Selâm (R.A.) hazretlerini kötülediler.
Abdullan İbnü Selâm
(R.A.) da, Peygamber (S.A.V.) Efendimize hitaben:
—"Zaten kortuğum
bu idi, Yâ Resûlallah! Ben, onların zâlim, yalancı, kötülük yapan, iftiracı bir
millet olduğunu size haber vermemiş miydim? İşte dediğim çıktı." dedi.
Bunun üzerine
Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, yahudilere dönerek:
—"Bize, birinci
şehâdetiniz kâfidir; ikincisi ise lüzumsuzdur." buyurdu.
Abdullah İbnü Selâm
(R.A.) hazretleri hemen evine dönüp aile fertlerini ve akrabalarını İslâm'a
da'vet etti. Ve yakınlarının hepsi, —halası da dâhil— müslüman oldular.
Abdullah İbnü Selâm
(R.A.) hazretleri, müslüman olunca, Kur'ân-ı Kerîm'e dört elle sarıldı .ve
Peygamber (S.A.V.) efendimizi gölgesi gibi takip etmeye başladı.
Fahr-i Kâinat (S.A.V.)
Efendimiz, O'nun hakkında şöyle buyurdu:
—"Cennetlik bir
adam görmek isteyen kimse, Abdullah İbnü Selâm'a baksın."
Buhârî ve Müslim'de
bildirildiğine göre, Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, Abtlullah İbnü Selâm (R.A.)
hazretlerinin cennete gireceğini müjdeledi. Ancak O, aşere-i mübeşşere (=
cennetle müjdelenen on sahabi) arasında sayılmadı. Onun cennete gireceğini
müjdeleyen müteaddid hadîs-i şerifler vardır.
Hz. Ka'b (R.A.)
anlatıyor:
— Bir gün, Resûl-i
Ekrem (S.A.V.) Efendimiz: "Şu kapıdan ilk girecek olan kimse, cennet
ehlinden biridir." buyurdu. Biraz sonra Abdullah İbnü Selâm içeri girdi.
Ashâb-i Kiram,
Resûlullah (S.A.V.)'ın bu müjdeli haberini, İbni Selâm (R.A.)'a ulaştırdılar ve
"hangi ameli ile, bu dereceye ulaştığını" kendisinden sordular.
O, şu cevabı verdi:
—"Ben, zayıf bir
kimseyim. Benim en kuvvetli ümidim kalb selâmeti (yani hiç bir kimseye karşı
içimde kötülük beslememem) ve boş sözleri terketmemdir. Bundan başka, (beni
kurtaracağından ümitli olduğum) bir amelim (= işim) yoktur."
Abdullah İbni Selâm
(R.A.) hazretleri, Peygamber (S.A.V.) Efendimizden 25 hadîsi- şerif rivayet
etmiştir.
Abdullah İbnü Selâm
(R.A.) hazretleri, üstün ahlâklı ve âlim bir zât idi.
Muâz bin Cebel (R.A.)
hazretleri, veba hastalığına yakalanmıştı. Vefat edeceği sıralarda, başuçunda
ağlayan bir talebesine:
—"Niçin
ağlıyorsun?" diye sordu. O:
—"Ben, dünya için
ağlamıyorum. İlmi senden öğreniyordum; bunu kaybedeceğim için üzülüyorum."
cevabını verdi.
Bunun üzerine Muaz bin
Cebel (R.A.) hazretleri:
—"İlim, benim
vefatımla kaybolmaz. Benden sonra, ilmi şu dört kişiden öğren: 1-) Abdullah
İbnü Mes'ûd, 2-) Abdullah İbnü Selâm, 3-) Hz. Ömer, 4-) Selmân-ı Fârisî'den,
(başka bir rivayette, dördüncü sırada Ebû'd-Derdâ (R.A.) hazretleri vardır.)
Bir zina olayı üzerin
Peygamber (S.A.V.) Efendimize müracaat eden yahudiler, Tevrat'taki recm
âyetine, Resûlullah (S.A.V.)'dan gizlemek istediler. Fakat, Abdullah İbnû Selâm
(R.A.) hazretleri, bu âyeti, bizzat Peygamber (S.A.V.) Efendimize göstererek,
yahudilerin bu yalanlarını ortaya çıkardı.
Abdullah İbnü Selâm
(R.A.) hazretleri, nefsini kötü huylardan ve isteklerden tamamen temizlemeye
ve terbiye etmeye çalışırdı.
Kendisi zengin olduğu
hâlde, zaman zaman Medine çarşısında, sırtında bir yük odunla dolaştığı
görülürdü. Bir gün, kendisini bu hâlde görenler, ona:
— Çocukların ve
hizmetçilerin var; onlar, senin bu kadar işini göremiyorlar mı?" diye
sordular.
O, şu cevabı verdi:
— Evet var. Ve bu
işimi yaparlar. Ancak ben, kendimi tecrübe etmek istedim. "Acaba, bu işi
yapmak, nefsime ağır gelecek mi?" diye düşündüm. Eğer, bende kibir varsa,
ondan kurtulmak istiyorum. Resûlullah (S.A.V.)'in şöyle buyurduğunu işittim:
"Kalbinde hardal tanesi kadar kibir bulunan kimse, cennete
giremiyecektir."
Abdullah İbnü Selâm
(R.A.) hazretleri, Peygamber (S.A.V.) Efendimizin Veda Haccında da onunla
beraber bulunmuştur.
Hz. Ebû Bekir
(R.A.)'in hilâfeti zamanında, mürtedlere karşı yapılan savaşlara katılmış
bulunan İbni Selâm (R.A.) hazretleri, Hz. Ömer (R.A.)'in halifeliği zamanında
da, Kudüs'ün ve Câbiye'nin fethinde hazır bulunmuştur.
Abdullah İbnü Selâm
(R.A.) hazretleri, Hz. Osman (R.A.)'ın şehâdeti esnasında, yanında hazır
bulunmuş ve Medine'ye gelip isyan çıkaran Mısır'h âsilere pek çok öğütler
vermiş fakat o müessif hâdisenin önüne geçememiştir.
Abdullah İbnü Selâm
(R.A.) hazretleri, hicrî 43 (milâdî 663) senesinde, Medîne-i Münevvere'de vefat
etmiştir. [14]
Abdullah İbnü Şübrüme
(R.A.) tabiînden bir zâttır. Ve Kû-fe'de yaşamış büyük bir fıkıh ve hadis
âlimidir. Künyesi Ebû Abdullah'tır.
İbni Şübrüme hicrî 72
(milâdî 691) yılında doğmuş ve hicrî 144 (mîlâdî 761) yılında vefat etmiştir.
Kûfe'de yaşamıştır.
Hadîste sika (=
güvenilir) bir âlim ve râvî olan İbni Şübrü-me'nin rivayet ettiği hadîs-i
şerifler, —İbni Mâce'nin Süneni hâriç— kütübü sittede (= meşhur altı hadis
kitabında) yer almaktadır.
Fıkıh ilminde de büyük
bir şöhreti bulunan îbni Şübrüme, Ebû Ca'fer tarafından, Kûfe'ye kadı tayin
edilmiştir.
Aynı zamanda büyük bir
şair olan İbni Şübrüme, cömertliği ve ahlâkının güzelliği ile de şöhret
bulmuştur.
Onun yaşadığı devrin
âlimleri de, ondan sonra gelen âlimler de, İbni Şübrüme hazretlerinin ilminin
ve ahlâkının üstünlüğünü takdir etmişlerdir.
Süfyân-ı Sevrî;
"İbni Şübrüme, bizim müftimiz idi." demiştir.
Abdullah İbnü
Şü&rüme, —diğer bir çok âlim gibi— halkın arasına girip onlarla sohbet
etmeyi çok severdi.
Arkadaşlarına da böyle
yapmalarım tavsiye ederdi. Bu hâli kendisinden sorulunca da şöyle derdi:
—"Alimler, halkın arasına karışıp dolaşmak. Onlarla, güzelce dînî
sohbetler yapmalı; arkadaşlarını çoğaltmak ve onlara, müslü-manlarla anlaşıp
kaynaşmayı ve onları sevmeyi öğretmeli. Onlara, dîni işlerde yardımcı olmak;
iyi ve güzel ahlâklı davranaıak, onlara örnek ve rehber olmalıdır."
Abdullah İbnü Şübrüme
(R.A.) hazretleri; çevresi ile dâima iyi geçinir; onlara her işlerinde yardımcı
olur ve ihtiyaçlarını karşılardı.
Bir gün, yakın
arkadaşlarından birinin bir ihtiyacını temin etti. Arkadaşı, bu yardımına
karşılık olarak, çok kıymetli bir hediye getirdi ve İbni Şübrüme'ye vermek
istedi. Bunun üzerine İbni Şübrüme, arkadaşına;
—"Hediyeni almış
gibi oldum. Getirdiğin bu hediyeyi geri alırsan, beni çok sevindirirsin.
-Allahu Teâlâ, seni mükâfatlandırsın.
Güvendiğin
dostlarından birine bir işin düştüğü zaman, o dostun, o işi yapmaz veya ona
elinde olan bütün imkânlarla sarılmaz-san; —sanki cenaze namazı kılar gibi—
abdest al ve dört tekbir getir. Sonra da, o dostunu Ölülerden say.'
Abdullah İbni Şübrüme,
dünya malına ve makamına hiç önem vermezdi. Herkesle iyi geçinmeyi, güzel
ahlâklı olmayı ve ilim sahipleri ile bir arada bulunmayı her şeye tercih eder
ve âlimleri överdi.
İbni Şübrüme,
Şa'bî'den, İbni Sîrîn'den ve İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe (R.A.)'den ve diğer bir
çok âlimlerden hadîs-i şerif rivayet etmiştir.
İmâm-ı A'zam Ebû
Hanîfe (R.A.)'den, İbni Şübrüme sorulduğu zaman, O şu cevabı verdi:
—"Benim bildiğim
ve takdir ettiğim şey şudur: O, dünya malına, zenginliğe ve makama kavuştuğu
hâlde, bunlardan uzaklaştı; bunların İıiç birine itibar etmedi; hepsini geri
çevirdi." diyerek; O'nun alçak gönüllülüğünü ve ilme değer verdiğim
anlattı. [15]
Abdullah İbni Tavus,
Yemen'de yetişmiş büyük bir fakıytır. Ebû Muhammedi'l-Yemânî diye ma'ruftur.
Abdullah İbnü Tavus,
fıkıhta olduğu gibi, hadîste de büyük bir âlim idi.
İbni Tavus, ilâhî
emirlere sıkıca sarılan, harama ve yasaklardan şiddetle kaçınan, olanca gücü
ile ibâdetle iştigal eden alim, zâ-hid ve faziletli bir zat idi.
Abdullah İbnü Tavus,
hicrî 132 yılında vefat etmiştir. [16]
Abdullah Îbnü'z-Zübeyr
(R.A.) ashâb—ı kiramdandır. Ve aşere-i mübeşşereden (= cennetle müjdelenen on
sahâbîden biri olan) Zübeyr bin Avvam (R.Â.)'ın oğludur.
Abdullah İbnü'z-Zübeyr
(R.A.) hazretlerinin annesi, Hz. Ebû Bekir (R.A.)'in kızı olan ve
Zâtü'n-nikatayn (= çift kuşak sahabi) unvanını taşıyan Hz. Esma'dır.
Dolayısiyle Mü'minlerin Annesi Hz. Âişe-i Sıddîka (R.A.) da, İbni Zübeyr (R.A.)
hazretlerinin teyzesidir.
Medine'ye hicretten
sonra muhacirlerden ilk önce doğan çocuk Abdullah İbnü'z-Zübeyr (R.A.)
hazretleridir. O'nun doğumu ile müslümaniar pek çok sevinmişlerdi. Çünkü,
yahudiler: "Biz, muhacirlere sihir yaptık; onların çocukları
olmayacak." diyorlardı. Onların bu sözlerinden sonra, İbni Zübeyr'in
doğması, muslüm anları sevindirmiş, yalanlan ortaya çıkan yahudileri İse, hayal
kırıklığına uğratmıştı.
Abdullah
Îbnü'z-Zübeyr, henüz yedi yaşında iken babası tarafından Peygamber (S.A.V.)
Efendimize getirildi ve bu yaşta O'na biat etme şerefine erdi.
Abdullah
İbnü'z-Zübeyr, Hz. Ebu Bekir (R.A.) zamanında yavaş yavaş çocukluk çağından
kurtulmuş; Hz. Ömer (R.A.) zamanında kendisini göstermeye başlamıştır.
Hicri 14 yılında,
babası ile birlikte Yermük Savaşma gitmiş, ancak muharebeye katılmamış; hicrî
18 yılında ise, yine babası ile birlikte, Mısırın fethine katılmıştır.
Hicrî 29 senesinde de,
Abdullah İbnü Sa'd ile birlikte Tunus harbine katıldı ve gösterdiği büyük
kahramanlıklarla, zaferin kazanılmasında mühim tesirler icra etti.
Abdullah
İbnü'z-Zübeyr, hicrî 36 yılında da, Said bin Âs kumandasındaki ordu ile
Horasan seferine katıldı.
Abdullah İbnü'z-Zübeyr
(R.A.) hazretleri, Hz. Osman (R.A.) tarafından Kur'ân-ı Kerîm'in çoğaltılması
için toplanan ilmî heyete da'vet edildi.
Abdullah İbnü'z-Zübeyr
(R.A.) hazretleri, tefsir ve hadis sahasında olduğu gibi fıkıh sahasında da
ashâb-ı kiram içinde ileri gelen âlimlerden idi. Ve âbâdile'den (= dört
Abdullah'tan biridir.
Abdullah
İbnü'z-Zübeyr, Hz. Osman (R.A.)'m şehid edildiği gün, O'nu, büyük bir gayretle
müdâfaa etmiştir.
Hz. Osman (R.A.)'m
şehâdetinden bir yıl sonra meydana gelen Camel Vakası'nda, İbni Zübeyr
hazretleri, babasının yanında yer almıştır.
Hz. Muâviye (R.A.),
hicrî 60 yılında vefat ettikten sonra, yerine, oğlu Yezid iktidara geçti.
Abdullah
İbnü'z-Zübeyr, Yezid'e biat etmeyerek, Hz. Hüseyin (R.A.) ile birlikte,
Mekke'ye geldi.
Bunun üzerine Yezid
İbni Zübeyr'in üzerine, Onun baba bir kardeşi olan Amr bin Zübeyr komuta'sında
bir ordu gönderdi. Abdullah İbnü'z-Zübeyr hazretleri bu orduyu yendi ve
kardeşini de esir etti.
Kûfe'liler, kendisine
biat etmek üzere Hz. Hüseyin (R.A.)'i da'vet etmişlerdi. Hz. Hüseyin (R.A.) bu
yolculuk esnasında Kerbelâ'da şehid edildi.
Hz. Hüseyin (R.A.)'in
şehâdeti haberini işiten Abdullah İbnü'z-Zübeyr (R.A.), Yezid'in adamlarını
Hicaz'dan çıkarttı ve kendisinin halifeliğini îian etti.
Bu hâdiseler üzerine
Mekke ve Medine halkı Abdullah İbnü'z-Zübeyr (R.A.) hazretlerine biat etti. Ve
hicrî 61 (milâdî 680/681) yılında, İbni Zübeyr (R.A.) hazretleri bütün Hicaz'a
hâkim oldu.
İki yıl sonra Yezid'in
gönderdiği bir ordu Medine-i Münevvere-yi ele geçirdi. Bu savaşta Medine
halkından ve ashâb-ı kiramdan pek çok kimse sehîH «M» çok kimse şehîd oldu.
Bu ordu, daha sonra
Mekke üzerine gitti ve Abdullah Ibnü'z-Zübeyr (R.A.)'i iki aydan daha uzun bir
süre muhasara etti. Mekke-liler bu muhasaradan dolayı çok sıkıntı çektiler.
Bu muhasaranın
sonlarına doğru Yezidi'in ölüm haberi geldi ve ordusu, muhasarayı kaldırarak
Şam'a döndü.
Bu sırada Ka'be-i
Muazzama yanmıştı. İbni Zübeyr (R. A.), Ka'-be'yi yeniden yaptırdı ve Hacer-i
Esved'i içeriye aldırdı.
İbni Zübeyr (R.A.)
hazretleri, Peygamber (S.A.V.) Efendimizin türbesini de tamir ettirdi,
Yezid'in ölümünden
sonra, Hicaz, Yemen, Irak, İran ve Horasan halkı Abdullah Îbnü'z-Zübeyr (R.A.)
hazretlerine biat edip, o'nü halife olarak tanıdılar. İbni Zübeyr (R.A.)
hazretleri dokuz sene kadar Mekke'de halifelikte bulundu. Emevîlerin elinde
sadece Mısır ve Şam bölgesi kalmış oldu.
Abdullah İbnü'z-Zübeyr
(R.A.), yönetimi altında bulunan yerlere kendisine sadık ve liyakatli kimseler
tâyin ederek, yönetimi kuvvetlendirdi.
İslâm tarihinde, ilk
yuvarlak gümüş parayı da Abdullah İbnü'z-Zübeyr (R.A.) bastırdı.
Emevî Devletinin
başına, hicrî 65 yılında Abdulmelik bin Mer-van geçti ve Emevî yönetimini
kuvvetlendirdi. Irak'a ve Hicaz'a asker şevketti. Hicaz'a gönderilen Emevî
ordusunun komutanı Hac-cac bin Yusuf es-Sakafî Mekke-i Mükerreme'yi kuşattı.
Ebû Kubeys Dağı üzerine mancılık kurarak, Ka'be'yi ve şehrin diğer taraflarını
tahrip etti.
Abdulah İbnü'z-Zübeyr
(R.A.) komutasındaki Mekke'lİler, şehri uzun süre savundular.
İbni Zübeyr (R.A.)
hazretleri, bu savaşta şehid oldu. Şehâdeti hicri 73 (milâdî 692) yılına
rastlamaktadır.
Abdullah İbnü'z-Zübeyr
(R.A.), Peygamber (S.A.V.) Efendimiz'den 33 hadîs-i şerif rivayet etmiştir. Bu
hadis-i şeriflerin tamamı, Ahmed bin Hanbel' (R.A.)'in, Miisned isimli
eserinde mevcuttur. Bunlar Sahihayn'da (Buharı ve Müslim'de) da mevcuttur.
Abdullah İbnü'z-Zübeyr
(R.A.), âlim, fazıl, cesur ve kahraman bir zat olduğu kadar, ibâdetlerine de
kavi bir zat idi. Namazlarını huşu ve huzur ile kılar ve gündüzlerini oruçlu
geçirirdi. [17]
Abdurrahman İbni Amr
îbni Muhammed Evzâî, tebe-i tâbi-îndendir. Büyük bir fıkıh âlimidir.
Şam ahâlisi, dînî
mes'elelerde hep ona müracaat ederlerdi.
Şam ve Mağrib (yani
Tunus, Cezayir ve Fas) halkı, İmâm Mâ-lik'in mezhebine mensup olmadan önce,
İmâm Evzâî'nin mezhebine bağlı idiler. O'nun mezhebi, Endülüs'te de takip
edilirdi.
Evzâî, Ba'lbek'te
doğdu. Hayatının sonlarına doğru Beyrut'a yerleşti. Burada kendisine kadılık
görevi vermek istediler; fakat, o kabul etmedi ve orada da ilim teorisi ile
meşgul !du.
İmâm Abdurrahman
Evzâî, hicri 157 (mîiâu- ) '*} yılında Beyrut'ta vefat etti.
İmâm Evzâî'nin
mezhebi, hicrî üçüncü asrın ortalarına kadar devam etti. Daha sonra, bu mezhebe
bağlı olanlar kalmadığı için, mezhep son bulmuş oldu.
İmâm Evzâî, Atâ îbni
Ebî Rebah, Katâde ve Zuhrî gibi büyük âlimlerden hadîs-i şerif rivayet
etmiştir.
Kendisinden de,
Katâde, Zuhrî, Mâlik, Şu'be ve Îbnü'l-Mübârek gibi büyük âlimler hadis rivayet
etmişlerdir.
İmâm Evzâî ilim ve
fazileti ile meşhur olduğu kadar, zühd ve takvası ile de meşhur bir zât idi.
İbâdet hususunda çok gayretli davranırdı.
Gecelerini namaz
kılıp, Kur'ân okuyarak ve ağlayarak geçirirdi.
O'nun hakkında
söylenenlerden bir kaçını zikredelim: Ümeyye İbni Yezid İbni Ebî Osman şöyle
diyor:
— "Evzâî,
ibâdeti, verâi (= haramlardan sakınmayı) ve hakkı (= doğruyu) söyleme
özelliğini kendisinde toplamış bir zat idi."
îbni Sa'd şöyle diyor:
— "Evzâî, ilmi
geniş, fıkıh bilgisi pek fazla, çok sayıda hadis bilen, seçkin, faziletli,
hadis ilminde sika, sadûk ve güvenilir bir âlimdir."
Muhammed İbni Aclân: "İnsanlara,
Evzâî'den daha çok na-sîhat eden bir kimse bilmiyorum." demiştir.
İmâm Evzâî, halîfelere
ve ileri gelen devlet adamlarına zaman zaman nasihatlerde bulunurdu.
Bir gün, Evzâî, Halife
Ca'fer'e nasihatte bulunmuştu. Yanından ayrılırken, halîfe, ona değerli
hediyeler vermek istedi. Fakat, Evzâî bu hediyeleri kabul etmedi ve şöyle
dedi:
—"Benim, hediye
ettiğin şeylere ihtiyacım yok. Ben, nasihati, dünyalık karşılığında
satmadım."
İmâm Evzâî'nin rivayet
ettiği hadîs-i şeriflerden bir kaçını zikredelim:
—"İman, yetmiş
küsur haslettir. Bunların en büyüğü Lâ ilahe illallah' ı dili ile söyleyip,
bunun manâsına kalbi ile inanmaktır. En küçüğü ise, yoldan, eziyet verici bir
şeyi kaldırmaktır."
Evzâî, Rasulullah
(S.A.V.)'ın akrabalarından birinin günâh işlediğini gördü ve şöyle buyurdu:
—Sakın, Rasulullah
(S.A.V.) Efendimize olan yakınlığınız, sizi aldatmış olmasın. Çünkü, Peygamber
(S.A.V.) Efendimiz, kızı Fâ-tıma (R.A.)'ya: "Kızım, kendini cehennem
ateşinden kurtarmaya bak. Çünkü ben, senin namına, AUahu Teâlâ'dan bir şey
temin edemem." buyurmuştur. [18]
Abdurrahman İbnü
Abdillah İbni Sabat, tabiînden âlim bir zattır. Mekke-i Mükerreme'de
yaşamıştır. Oranın fakıyhlerindendir.
Hatta Abdurrahman İbnü
Abdullah îbni Sabat'm Mekke'de kadılık yaptığı da rivayet edilmiştir.
Abdurrahman İbnü
Abdullah İbnü Sabat, hicrî 118 tarihinde vefat etmiştir. [19]
Abdurrahman İbnü
Abdillah İbnü Utbe, tabiînden, fakıyh ve muhaddis bir zattır.
Abdurrahman'ın babası
Abdullah da tabiînin ileri gelenlerin-dendir. Abdullah'ın "sahâbî
olduğunu" söyliyenler de vardır.
Abdullah İbnü Utbe,
Hz. Ömer'den, kendi amcası Abdullah tbnü Mes'ûd'dan ve diğer bazı sahâbilerden
hadîs-i şerîf rivayet etmiştir.
Kendisinden de İbni
Sîrin gibi âlimler hadîs-i şerif rivayet etmiştir.
Abdurrahman'm dedesi
Utbe, ashâb-ı kirâmdandır. Ve Abdullah İbnü Mes'ûd hazretlerinin kardeşidir.
Utbe de fakıyh bir zat
idi.
Hatta, Zührî'nin şöyle
dediği rivayet olunmuştur: "Abdullah İbnü Mes'ûd, kardeşi Utbe'den daha
fakıyh değildir. Utbe, Hz. Ömer (R.A.)'in halifeliği sırasında vefat etmiştir.
Utbe'nin oğlunun oğlu
olan Abdurrahman da, fakıyhler ve hadisciler arasında büyük bir mevki sahibi
idi.
Abdurrahman, hicrî 160
tarihinde vefat etmiştir. [20]
Abdurrahman İbni Avf
(R.A.) hazretleri, aşere-i mübeşşere-den, fakıyh fâzıl ve gayet cömert bir zat
idi.
Hz. Abdurrahman'm
İslâmiyetten önceki ismi Abdi-Amr (başka bir rivayete göre ise Abdü'l-ka'be
yahut Abdü'l-hâris) idi. Müslüman olunca, Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, onun
adım Abdurrahman olarak değiştirdi.
Abdurrahman îbnü Avf
(R.A.)'m annesi Şifâ (R.A.) da; Hz. Ebû Bekir, Hz. Osman, Hz. Talhâ ve Hz.
Zübeyr (R.A.)'in anneleri ile birlikte müslüman olmuştu.
Hz. Abdurrahman
(R.A.)'m kardeşlerinden Esved ve Abdullah da müslüman olmuştur.
Abdurrahman İbnü Avf
(R.A.), bir çok defa evlenmiş ve yedisi kız, yirmi biri erkek olmak üzere,
yirmi sekiz çocuğu olmuştur.
Erkek çocuklarından
bazılarının isimleri şunlardır: Muhammed, İbrahim, Humeyd, Zeyd, Ebû Seleme,
Mus'ab, Süheyl, Osman, Ömer ve Misver'dir.
Bunlardan İbrahim,
Muhammed, Hâmid ve Zeyd'in annesi Üm-mü Gülsüm, Ebû Seleme'nin annesi ise
Tümâdır'dir.
Hz. Abdurrahman 'm
oğlu İbrahim, Resûlullah (S.A.V.) Efendimizle görüşme şerefine erişmiştir.
Hz. Abdurrahman îbnü
Avf (R.A.), Hz. Ebû Bekir'in teşvik ve tavsiyesi üzerine müslüman olmuştur.
Kendisi, öncelik itibariyle, imân edenlerin beşincisidir.
Hz. Abdurrahman îbnü
Avf (R.A.) müslüman olunca, —diğer müslümanlar gibi— pek çok eziyet ve
işkenceye maruz kalmıştır. Bunun üzerine, diğer bazı, müslümanlarla birlikte
Habeşistan'a hicret etti.
Daha sonra da,
Medîne-i Münewere'ye hicret ederek, Peygamber (S.A.V.) Efendimize katıldı.
Hz. Abdurrahman İbnü
Avf (R.A.), Peygamber (S.A.V.) Efendimizle birlikte bütün harplere katıldı.
Özellikle Bedir Savaşında, pek büyük kahramanlıklar gösterdi.
Abdurrahman İbnü Avf
(R.A.), Uhud savaşında da iki müşrik öldürdü. Kendisi de yirmi bir yerinden
yaralandı. Ve aldığı bir yara yüzünden hafifçe topal kaldı. Ayrıca, on iki dişi
kırıldı.
Hicretten sonra,
Peygamber (S.A.V.) Efendimiz muhacirlerden her birini, bir ensarla kardeş
ederken, Hz. Abdurrahman ibnü Avf'ı da Hz. Saîd İbni Rebî ile kardeş yapmıştır.
Saîd İbni Rebî (R.A.)
hazretleri çok cömert ve iyi kalbli bir zât idi. Hz. Abdurrahman (R.A.)'ı bütün
malına ortak etmek istedi. Bunun üzerine Hz. Abdurrahman, ona: "Sevgili
kardeşim, Allahu Te-âlâ sana ve çoluk çocuğuna çok mal versin ve bereket ihsan
etsin... Sen, bana çarşının yolunu göster. Ben orada, biraz alış-veriş yapar ve
ihtiyaçlarımı karşılarım." dedi.
Peygamber (S.A.V.)
Efendimiz, Abdurrahman İbnü Avf (R.A.)'ın böyle dediğini duyunca, ona dua etti.
Ve Abdurrahman İbnü Avf (R.A.), ticâret yaptı; kısa zamanda çok zengin oldu.
Hz. Abdurrahman İbnü Avf,
Peygamber (S.A.V.) Efendimiz'-in sağlığında, Allah yolunda çok mal harcadı.
Defalarca, malının
yarısını Allah yolunda harcadığı gibi, savaşlarda asker donatmak, ordu için
lâzım olan at ve develeri temin etmek gibi hususlarda da pek çok harcamalar
yapmıştır.
Bir defasında un,
buğday ve çeşitli zahire yüklü olan yediyüz deve ile Medine'ye girmişti. Hz.
Âişe (R.A.), Peygamber (S.A.V.) Efendimizin: "Abdurrahman İbnü Avf,
cennete diz üstü girer." buyurduğunu haber verdi.
Bunun üzerine
Abdurrahman îbnü Avf (R.A.), "bu develerinin hepsini, yükleri ile
birlikte, Allah yolunda dağıtacağını" söyledi ve bunu Hz. Âişe (R.A.)'yi
şahit tuttu.
Abdurrahman İbnü Avf
(R.A.), Peygamber (S.A.V.) Efendimizin Emri ile, Dûmetü'l Cendel'e giden
orduya komutanlık yaptı.
Abdurrahman İbnü Avf
(R.A.), Hz. Ebû Bekir (R.A.)'in hilâfeti zamanında da, O'nun en yakın
müşavirlerinden biri idi. Hz. Ebû Bekir (R.A.), ona hürmet gösterir ve her
hususta onunla istişarede bulunurdu.
Abdurrahman ibnü Avf
(R.A.), Hz. Ömer (R.A.)'in de müşaviri idi.
Hz. Ömer (R.A.) vefat
ederken, halifeliğe aday olarak altı kişiyi göstermişti. Bunlardan biri de
Abdurrahman İbnü Avf (R.A.) idi. Ancak o, kendi hakkından feragat ederek hakem
oldu.
Hz. Osman (R.A.)
Halife seçilince, önce Abdurrahman İbnü Avf (R.A.) biat etti.
Abdurrahman İbnü Avf
(R.A.), Hz. Osman (R.A.) devrinde son derece sakin bir hayat yaşadı.
Abdurrahman İbnü Avf
(R.A.), Peygamber (S.A.V.) Efendimizden 65 hadis-i şerif rivayet etmiştir.
Abdurrahman İbnü Avf
hazretleri, hicrî 31 (milâdi 653) senesinde, 75 yaşında olduğu hâlde Medîne-i
Münevvere'de vefat etmiş ve Baki Kabristanına defnolunmuştur. [21]
Hz. Abdurrahman
(R.A.), Hz. Ebû Bekr-i Sıddîk (R.A.)'ın en büyük oğludur. Âişe-i Sıddîka
validemizin öz kardeşidir. Anneleri Ümmü Ruman'dır.
Ashâb-ı kiram arasında
birbirinden doğmuş dört sahabînin mevcudiyeti, sadece Ebû Bekr-i Sıddık
ailesine mahsus bir özelliktir. Şöyle ki:
Hz. Ebû Bekir
(R.A.)'in kendisi, babası kuhâfe, oğlu Abdurrahman ve bunun oğlu Muhammed ashab-ı
kiramdan idiler.
Abdurrahman (R.A.),
Hudeybiye Anlaşması sırasında müslüman olmuştur.
Yemâme vak'asmda
bulunmuş- ve kahramanca savaşmıştır.
Abdurrahman İbnü Ebî
Bekr (R.A.) hazretleri âlim ve fakıyh bir zat idi.
Peygamber (S.A.V.)
Efendimizden sekiz hadîs-i şerîf rivayet etmiştir.
Hz. Abdurrahman
(R.A.), hicrî 53 yılında vefat etmiştir; Mekke-i Mükerreme'de medfûndur. [22]
Abdurrahman İbnü Ebî
Leylâ, tabiînin ileri gelen âlimlerinden biridir. Künyesi Ebû îsâ'dır.
Abdurrahman hicrî 19
tarihinde Kûfe'de doğmuş ve 83 tarihinde aynı yerde vefat etmiştir.
Abdurrahman İbnü Ebî
Leylâ, bir çok sahâbî ile görüşmüş ve onlardan hadîs-i şerifler rivayet
etmiştir.
Abdurrahman'ın babası
Ebû Leylâ da Peygamber (S.A.V.) Efendimizin ashabındandır. Adı Yesar veya Dâvûd
el-Ensârî'dir.
Ebû Leylâ Kûfe'ye
gelip, orada yerleşmiştir. [23]
Yemenli olan
Abdurrahman İbnü Ganni (R.A.)'in sahâbî olup olmadığı hususunda iki ayrı
rivayet vardır.
Bir rivayete göre,
Abdurrahman îbnü Ganm hazretleri, Peygamber (S.A.V.) Efendimizin huzuruna
gelip-müslüman olmuştur. Buna göre, o bir sahâbidir.
Diğer bir rivayete
göre ise, Peygamber (S.A.V.) Efendimizin Ye-men'e gönderdiği Muaz îbni Cebel
(R.A.) hazretlerinin da'veti ile İslâm'a gelmiş ve vefatına kadar, O'nun
musahibi ( = arkadaşı, sohbet ve istişare ettiği şahıs) olarak bulunmuştur. Bu
sebeple, kendisine sâhib-i muaz denilmiştir.
Abdurrahman îbnü Ganm
(R.A.), Hz. Ömer, Hz. Ali, Hz. Ebû'd-Derdâ ile diğer bazı sahabelerden hadîs-i
şerifler dinlemiş ve bunları rivayet etmiştir.
Abdurrahman İbnü Ganm
(R.A.), bilâhare Şam'a yerleşmiş ve buradaki tabiîn kendisinden fıkıh
öğrenmiştir.
İbni Ganm, zamanında,
Şam'ın en fakıyh kişisi idi.
Abdurrahman îbnü Ganm
(R.A.) hazretleri, hicrî 78 yılında, Şam'da vefat etmiştir. [24]
Abdurrahman îbnü Kasım, Hz. Ebû Bekir
(R.A.)'in oğlu Muhammed'in oğlunun oğludur*
Abdullah İbnü Kasım
hazretleri büyük bir fıkıh âlimidir.
l&ndisi,
babasından, Âmir'den, Nâfî'den ve diğer bazı âlimlerden rivayette bulunmuştur.
Abdurrahman İbnü
Kâsım'dan ise, Yahya el-Ensârî, Mâlik, Süf-yân es-Sevrî, Leys, Evzâl gibi büyük
âlimler rivayette bulunmuşlardır.
İmâm Ahmed:
"Abdurrahman sikadır, sikadır, sikadır." diyerek, O'nun
ilimdeki üstünlüğünü ve
güvenilirliğini ortaya
koymuştur.
Abdurrahman îbnü Kasım
Hicrî 126 senesinde Şam'da vefat etmiştir. O'nun Medine'de vefat ettiği
rivayeti de vardır. [25]
Abdülaziz el-Buhârî,
büyük bir fıkıh âlimidir. Özellikle usûl-ü fıkıh sahasında eserler te'lif
etmiştir.
Abdülaziz
el-Buhârî'nin babasının adı Ahmed'tir. Fıkıh ilmini amjfesı Muhammed ile
Muhammed el-Buhârî'den tahsil etmiştir.
Kendisi çok kuvvetli
bir usûl âlimidir.
Keşfü'l-Esrâr isimli
eseri, İmâm Pezdevî'nin Usûlü'nün en kıymetli şerhlerinden biridir.
Gâyetii't-Tahkik
isimli eseri de, fıkıh usûlü ile ilgilidir.
Abdülaziz el-Buhârî,
hicrî 730 tarihinde vefat etmiştir. [26]
Nabülüsî Abdü'1-Gânî
İbnü Şeyh İsmail ed-Dimaşkî, hanefî fukahâsından ve nakşibendî, kâdirîmeşâyihinden
muhterem bir zattır.
Babasından ve diğer
bir çok âlimden ilim tahsil etmiştir. Bu cümleden olarak Şeyh Ahmed Kal'î'den
fıkıh ve usül-ü fıkıh; Abdülbâkî. el-HanbeK'den hadis; Mahmud el-Kerderfden
nahiv ve edebiyat okumuş ve Şeyh Abdürrezzak el-Keylân'dan kâdirî tarîkim
ahzetmiştir.
Nabülüsî, daha yirmi
yaşında iken eser telif etmeye başlamıştır.
Bir ara inzivaya
çekilmişse de, bundan sonra tedris hayatına atılmış ve Şam'daki Selimiye
Camiinde Kazî Tefsiri'ni okutmaya başlamıştır.
Nabülüsî, hicrî 1075
tarihinde İstanbul'a gelmiş, bir müddet bur-da kaldıktan sonra, Lübnan'a,
Kudüs'e, Mısır'a ve Hicaz'a gitmiş; oradan da Şam'a dönmüştür. [27]
Şeyh Nabülüsî'nin bir
çok eseri vardır. Bu eserlerin ekserisî Kâmusü'I-A'lâm'da zikredilmiştir ve
başhcaları şunlardır:
1-)
et-Tahrîrü'1-Hâvî bi-Şerhı Tefsîri'l-Beyzâvî.
2-)
Kitâbü'l-Evrâd
3-)
el-Hadîkatü'n-Nediyye Şerhu't-Tarîkati'l-Muhammediyye.
4-)
Nefehatü'I-Ezhâr alâ nesmâti'l-Eshârfî-Medhi'n-Nebiyyi'1-Muhtâr
5-)
Reşehâtü'I-Aklâm Şerhu Kifâyeti'l-Gulâm
6-)
Kıyâfetü'l-Gulâm fî-Cümleti Erkâni'I-İslâm. Bu eser, hanefî fıkhına aittir.
7-)
el-Cevâbü'ş-Şerif li'1-Hazreti'ş-şerîfe fî enne mezhebe Ebî Yû-süfe ve Muhammed
hüve mezhebü Ebî Hanîfe
8-) Es-Sulhu
beyne'l-İhvân fî hükmi İbâdeti'd-dühân 9- Dîvânü'I-Hakâik ve Mecmûu'd Dekâik
10-) Cevâhirü'n nüsûs fî halli kelimâti'l-Füsûs 11-) Ta'tîrü'l-Enâm fi
Ta'bîri'l-Menâm.
Nabülüsî merhum,
Dı^.aşk'ta hicrî 1050 tarihinde doğmuş ve 1143 tarihinde orada vefat etmiştir. [28]
Abdülhakim el-Efgâni,
hicrî 14. asrın
büyük âlim ve ediblerindendir.
Kendisi Afganistan
tarafından gelip Şam'a yerleşmiş ve orada ilmî faaliyetlerini sürdürmüştür.
Keşfü'I-Hakâik Şerhi
Kenzü'd-Dekâik adlı eseri, kısa fakat çok faydalı bir fıkıh eseridir. [29]
Abulkâdir el-Kureyşî
Muhammed isimli bir zâtın oğludur. Künyesi de Ebû Muhammed'dir.
Abdülkâdir el-Kureyşî,
hadis ve fıkıh ilimlerinde meşhur bir âlim olduğu gibi, diğer bir çok,
ilimlerde de zamanın meşhur âlimleri arasında idi.
Abdülkâdir el-Kureyşî,
Alâüddin Ali Türkmânî ve Hîbetullah Türkistânî gibi zâtlardan ilim tahsil
etmiştir. [30]
Abdülkâdir
el-Kureyşî'nin başlıca eserleri şunlardır:
1-) el-İnâye
fî Tahrîri Ehâdîs-i Hidâye.
2-) Şerhu
Maâni'1-Âsar
3-) er-Reddü
alâ İbni Ebî Şeybe an Ebî Hanîfe
4-)
el-Bustân fî Fezâili'n-Nu'mân
5-) el-Kitâb
fî'1-Müellefeti Kulûbihim
6-)
el-Cevâhirü'1-Muzic fî Tabakâti'l-Hanefiyye.
el-Fevâidü'1-Behiyye'de nakledildiğine göre,
Tabakâtü'l-Kârî'de şöyle denilmiştir:
"Hidaye kitabında
bir çok evham vâki olmuştur, bunları Allame Abdulkâdir el-Kureyşî el-İnâye fî
Tahrîc-i Hadîsi'1-Hidâye adındaki kitabında nakletmektedir. [31]
Mecelle'nin 6, 7 ve 8.
kitaplarının hazırlanmasında görev yapmış bulunan Abdüllatif Şükrü Efendi'nin
hayatı hakkında, incelenen kaynaklarda bir bilgiye rastlanmamıştır. [32]
İbnü Hemmâm, hicrî 136
yılında San'a şehrinde doğmuştur. Büyük bir hadis ve fıkıh âlimidir.
Abdurrezzak İbnü
Hemmâm Ibnü Nâfiî Ebû Bekir es-San'ânî, Benî Himyer kabilesi azadlılarından
idi. Bu sebeple kendisine Ebû Bekir el-Himyerî denilirdi.
Hadis, fıkıh ve tefsir
ilminde, —yaşadığı devirde— insanların müracaat mercii idi.
Kendisi, babasından,
amcasından, Ma'mer İbni Râşid, îmâm Evzâî, İmâm Mâlik, İbni Cüreyc, Süfyân İbni
Üyeyne, Süfyân-ı Sevrî, Zekeriyya İbni İshak el-Mekkî, Ca'fer İbni Süleyman,
Yûnus İbni Süleym es-San'ânî, İbni Ebî Revvâd, İsmail îbni Iyâş ve başka zâtlardan
ilim öğrenmiş ve hadîs-i şerîf rivayet etmiştir.
Kendisinden de Vekf
İbni Cerrah, Ebu Usâme, Ahmed İbni Hanbel, İshâk İbni Râhaveyh, Yahya İbni
Ma'în Ahmed İbni Sâlin, İbrahim İbni Musa, Abdullah İbni Muhammed el-Müsnedî,
Ahmed İbni Yûsuf es-Sülemî, Ebu Mes'ûd er-Râzî ve başka âlimler hadîs-i şerîf
rivayet etmişlerdir. [33]
Abdürrazzak İbnü
Hemmâm'in başlıca eserleri şunlardır:
1-)
Tefsîru'l-Kur'ân
2-)
el-Musannef fTl-Hadis
3-)
Kitâbü'l-Megâzî
4-)
Tezkiyetü'I-Ervâh
5-)
el-Câmiu'I-Kebîr fî'1-Hadîs
6-)
el—Câmiu's-Sünen fi'1-Fıkh
Abdurrezzak İbnü
Hemmâm, hicrî 21 î (milâdî 826) yılında Ye-men'de vefat etmiştir. [34]
Kırımlı Abdüssettar
Efendi, tahsilini tamamladıktan sonra, müderris olarak tedris hayatına başlamış
ve uzun müddet Mekteb-i Hukuk'ta müderrislik yapmıştır.
Kırımlı Abdüssettar
Efendi, îlâmât-ı Şer'iyye Mümeyyiz Mu-âvinlİği yaptığı sırada, Mecelle
Komisyonunda da görevlendirilmiş ve Mecelle'nin 13, 14, 15 ve 16. kitaplarının
yazılmasında vazife yapmıştır.
Hicrî 1304 (milâdî
1886) senesinde, Temyiz Mahkemesi âzası bulunduğu sırada Mekke-i Mükerreme
Mollalığına tayin olunmuş ve bu görev için oraya gittiğinde hac vazifesini de
yapmıştır.
Ve, kısa bir müddet
sonra hicrî aynı yılın zilhicce ayının on altıncı günü (milâdî: 6 Eylül 1887)
vefat etmiştir.
Abdüssettar Efendi,
devrinin en büyük fakıyhlerinden biridir, bu zâtın, Şam Müftisi Mahmud Hamzavî
ile yaptığı fıkıh konusundaki yazışmalar çok meşhurdur. [35]
Kırımlı Abdüssettar
Efendi'nin başlıca eserleri şunlardır:
1-)
TeşîtaıTI-Kavâidi'l-KiiUiyye
Hukuk sahasında pek
kıymetli bir eser olan bu kitap matbûdur ve Türkçedir.
2-) Mecelle
Şerhi Teşrih
Bu eser, Mecelle'nin
700 maddesinin şerhidir; Türkçedir ve matbûdur.
3-) MedhaM
Fıkıh
Bu eser de Türkçedir
ve matbûdur.
4-)
Tenbihu'r-Rukûd alâ-enne'l-imzâe mine'I-Kaza fî'I-Kısâsı ve'1-Hudûd
Bu eser, Kırımlı
Abdussettar Efendi'nin, Şarn Müftîsi Mahmut Hamzavî Efendiye verdiği
cevaplardan müteşekkildir. Arabça olan bu kitap da matbûdur. [36]
Adiy bin Hâtem (R.A.),
ashâb-ı kirâmdandir. Ebû Tarif is* miyle meşhur olmuştur. Meşhur şâir Hâtem-i
Taî'nin oğludur.
Adiy bin Hâtem (R.A.),
hicretin 9. senesinde müslüman olmuştur. Daha önce hiristiyandı.
Peygamber (S.A.V.)
Efendimiz, Medine'nin çevresindeki, — henüz İslâm'a girmemiş olan— kabileler
üzerine sefer düzenledi.
Bu seferlere katılan
ashâb-ı kiram, bu kabileleri önce İslâm'a da'vet ederlerdi. Bu da'veti kabul
etmezler ve zimmeti de reddederlerse, savaş yapılırdı.
Hicretin dokuzuncu
senesinde, Tebük'ün doğusunda yaşayan Tay kabilesi üzerine de bir İslâm birliği
geldi. Bu kabilenin reisi olan Adiy bin Hâtem, ashâb-ı kiramı görünce kaçtı.
Savaş sonunda müs-lümanlar tarafından alman esirler arasında Adiy bin Hâtem'in
kız kardeşi de vardı.
Esirler Peygamber
(S.A.V.) Efendimizin huzuruna getirilince, Efendimiz (S.A.V.), kız kardeşini
Adiy bin Hâtem'i bulup getirmesi için gönderdi. Kız kardeşi, onu bularak
Peygamber (S.A.V.) Efendimizi anlattı.
Adiy bin Hâtem, daha
önce kayser ve kisrâlarm huzurlarında bulunmuş ve onların sert ve gösterişli
davranışlarına şahit olmuştu. Bu sebeple Peygamber (S.A.V.) Efendimizin
huzuruna çıkmaktan çekiniyordu. Kız kardeşinin Peygamber (S.A.V.) Efendimiz
hakkındaki sözleri, Adiy bin Hâtem'i cesaretlendirdi ve Efendimizin huzuruna
çıkmaya karar verdi. Bundan sonrasını kendisinden dinleyelim:
—Rasulullah (S.A.V.)
Mescid'de imiş. Oraya gittim. Selâm verdim. Bana:
—"Kimsiniz?"
dediler. Ben de:
—"Adiy bin
Hâtem'in" dedim. Kalktılar ve beni evine da'vet ettiler.
Yolda, zayıf ve yaşlı
bir kadına^rastladık. Bu kadın, Rasûhıllah'a bazı ihtiyaçlarının bulunduğunu
anlattı. Onunla ilgilendi ve ihtiyaçlarını halletti. Ben de, onları seyrediyor
ye içimden: "Bu zat melik değildir" diyordum.
Sonra Resûlullah
(S.A.V.) beni evine götürdü. İçi lif dolu bir minderi oturacağı yere koydu ve
bana:
—"Buraya
oturun." buyurdu. Ben:
—"Siz
oturun." dedim. Tekrar, bana oturmamı emrettiler. Oturdum. Ve kendileri
yere oturdular. Ben içimden: "Vallahi, melik olan bir şahıs böyle yapmaz.
Bu zat melik değildir ve çok kerem sahibi bir zattır." dedim. Bana:
—"Ey Adiy bin
Hâtem, müslüman ol ki, selâmette olasın." buyurdu. Ben:
—"Benim dînim
vardır." dedim.
Resûlullah (S.A.V.):
—"Senin dinini,
senden daha iyi biliyorum. Sen, Rakusiyye dininden değil misin? Kavminin
ganimetinin dörtte birini yemiyor musun? Bu, senin dininde, sana helâl
değildir." buyurdu.
Ve ben, içimden:
"Vallahi doğru söylüyor. Bilinmeyen şeyleri biliyor. O,
peygamberdir." dedim.
Rasûlullah (S.A.V.)
şöyle devam etti:
—"Ey Adiy bin
Hâtem, seni İslâm'a girmekten alıkoyan nedir? Seni, lâilâhe illalah demekten
uzaklaştıran nedir?
Allah'tan başka ilâh
var mı? Neden çekmiyorsun? Seni Allah en büyüktür demekten alıkoyan nedir?
Allahu Teâlâ'dan daha büyük var mı?" buyurdu.
Bu kadar güzel yüzlü,
tatlı sözlü bir kimse yalancı olamazdı. Hemen kelime-i şehâdet getirip müslüman
oldum. Peygamber (S.A.V.) Efendimizin mübarek yüzleri gülüyor ve: — Kendilerine
azâb edilenler, yahudilerdir. Sapıklarsa hıristi-yanlardır."
buyuruyorlardı.
Adiy bin Hâtem (R.A.)
müslüman olduktan sonra, ResûM Ekrem (S.A.V.) Efendimizin emri ile kendi
kabilesine ve çevresindeki diğer kabilelere İslâmiyeti tebliğ etmek ve onların
zekâtlarını toplamak için görevlendirildi.
Adiy bin Hâtem,
kabilesinin yanma döndü ve onlara İslâmiyeti tebliğ ederek hepsinin müslüman
olmasına sebep oldu.
İslâmiyette, kavminin
zekâtını ilk olarak toplayan Adiy bin Hâtem (R.A.) hazretleridir.
Adiy bin Hâtem (R.A,)
hazretleri, müslüman olduktan kısa bir süre sonra Peygamber (S.A.V,)
Efendimizle birlikte Veda Hac-cında bulundu.
Peygamber (S.A.V.)
Efendimizin âhirete irtihâllerinden sonra, bazı kabileler İslamiyetten ayrılıp
mürted olmuşlardır.
Halîfe Hz. Ebû Bekir
(R.A.), irtidad eden bu kabileler üzerine ordu göndererek, İslâm'dan
ayrılmalarına mani olmaya çalıştı.
Bu dönemde Adiy bin
Hâtem (R.A.), kavmine gerekli nasihatlerde bulunarak, kavminin irtidad ve
isyanına mâni oldu. Tay kabilesi İslâm'a samimiyetle bağlı kaldı.
Adiy bin Hâtem (R.A.),
Hz. Ömer (R.A.)'in zamanında Ce-zîre, Şam ve Irak fütuhatında hazır
bulunmuştur.
Peygamber (S.A.V.)
Efendimiz, sadaka vermek hususunda, bir gün Adiy bin Hâtem (R.A.)'e şöyle
buyurdu:
—"Bir hurmanın
yarısıyla bile olsa, cehennem ateşinden korununuz. Onu da bulamazsanız,
—muhatabınıza— tatlı ve güzel bir sözle karşılık veriniz."
Adiy bin Hâtem (R.A.),
çok cömert ve dünyaya kıymet vermeyen bir zât idi. Çok sadaka verirdi;
kazancının çoğunu fakirlere dağıtırdı.
Peygamber (S.A.V.)
Efendimiz, bir mecliste otururken, Adiy bin Hâtem (R.A.) gelirse, ona yanında
yer verir ve iltifatta bulunurdu.
Adiy bin Hâtem (R.A.)
daha vakit girmeden namaza hazırlanır ve her vakit için abdest alırdı.
Hâlid bin Velid (R.A.)
hazretleri Şam ve Irak'ın fethi sırasında Adiy bin Hâtem (R.A.) hazretlerini
kendisine muavin (= yardımcı) tâyinetmişti.
Adiybin Hâtem (R.A.)
hazretleri Cemel ve Sıffîn savaşlarında Hz. Ali (R.A.)'nin tarafında yer
almıştı.
Küfe Şehri kurulunca,
Adiy bin Hâtem (R.A.) hazretleri gelip oraya yerleşti. Yaşı çok ilerlediği
için, artık savaşlara katılmıyordu. Bu sırada Hz. Ömer (R.A.) şehid edilmiş ve
Halifeliğe Hz. Osman (R.A;) seçilmişti. Hz. Osman (R.A.), Adiy bin Hâtem
(R.A.)'i, İslâm'a yaptığı hizmetlerden dolayı ve oranın gelirinden istifâde etmesi
için Bağdad'a gönderdi.
Adiy bin Hâtem (R.A.),
Hz. Ali (R.A.)'nin şehâdetine kadar Bağdat'da kaldı. Sonra, tekrar Kûfe'ye
döndü. Orada insanlara nasihat ederek İslâm'a hizmetini devam ettirdi.
Adiy bin Hâtem (R.A.)
hazretleri, Peygamber (S.A.V.) Efendimizden 66 hadîs-i şerif rivayet etmiştir.
Bu hadîs-i şeriflerden bir kısmı Sahîh-i Buhârî ve Sahîh-i Müslim'de mevcuttur.
Adiy bin Hâtem (R.A.)
hazretleri hicrî 69 yılında 120 yaşında olduğu hâlde Kûfe'de vefat etmiştir. [37]
Afiye îbni Yezid İbni
Kays el-Kûfî, önde gelen hanefi fuka-hâsmdandır. Sadûktur. Kendisi Kadi Afiye
diye meşhurdur.
İmâm-ı A'zam Ebû
Hanîfe (R.A.)'nin Kadı Âfiye'ye büyük teveccühleri vardır.
İmâm-ı A'zam (R.A.),
Kadı Âfiye'nin de hazır bulunduğu bir mecliste bir mes'eleyi halledince,
Âfiye'nin o mes'ele hakkında muhalif bir mütalaada bulunup bulunmadığına
bakardı. Eğer, Kadı Afiye o mes'ele hakkında muhalif bir görüş beyan
etmemişse, tmâm-ı A'zam (R.A.)» o mes'eleyi tesbit ederdi.
Âfiye'nin bulunmadığı
meclislerde ise, hükmün sab üleştirilmesi hususunda acele edilmemesini tavsiye
ederdi, ve o mes'eleden Âfiye'nin de haberdar olmasını isterdi.
Kadı Afiye, hicri 160
tarihinden sonra vefat etmiştir. [38]
Ahmet Hâlid Efendi,
Kazasker Yûsuf Efendinin oğlu ve 117. Şeyhü'l-İslam Mehmet Cemâleddin Efendinin
babasıdır.
İstanbul'da doğan ve
tahsilini burada tamamlayan Ahmet Hâlid Efendi, müderris olarak ilmiye yolunu
seçmiştir.
Ahmet Hâlid Efendi,
1853'de Diyarbakır, 1861'de de Şam Mollası olmuş; 1866'da Haremeyn payesini
kazanmıştır.
Sonra, İstanbul
payesini kazanmış ve 1876'da fiilen İstanbul kadısı olmuştur.
Daha sonra, Anadolu
Kazaskerliğini kazanan Ahmet Hâlid Efendi, İdâre-i Emvâl-i Eytâm reisliği,
İn.tihâb-ı Hükkâm reisliği gibi görevlerde de bulunmuştur.
Ahmet Hâlid Efendi, 29
Ağustos 1882'de vefat etmiş ve Fatih Camii avlusunda, —pederinin yanma—
defnolunmuştur. [39]
Ahmet Hilmi Efendi,
son devir Osmanlı âlimlerindendir ve Mecelle Cemiyeti azasıdır.
Mecelle'nin bütün
kitaplarının hazırlanmasına iştirak etmiş olan Ahmet Hilmi Efendi
Kastamonuludur.
Ahmet Hilmi Efendi,
hicrî 1275 (milâdî 1858) yılında Galata Mollalığına tâyin olunmuş ve yedi sene
sonra da (yani 1865'de) kendisine Sofya kadılığı tevdî olunmuştur.
Daha sonra, Mekke
payesini ibraz ederek 1868'de Divân-ı Ahkâm-ı Adliye azası olmuş ve bundan
sonra da Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye'deki görevine başlamıştır.
1875 yılında İstanbul
payesi ile mükâfatlandırılan Ahmet Hilmi Efendi, aynı senenin Ramazan ayında
Temyiz Mahkemesi reisliğine tâyin olunmuştur.
Anadolu Kazaskerliği
payesini de alan Ahmet Hilmi Efendi, hastalığı sebebiyle ve kendi arzusu ile
1888 yılında tekâüd olmuştur.
Tekaüde ayrılmasından
kısa bir müddet sonra 11 Ağustos 1888 tarihinde vefat eden ahmet Hilmi Efendi,
Fatih Türbesi haziresine defnolunmuştur.
Ahmet Hilmi Efendi
fıkıh ilminde büyük ihtisas sahibi idi. Bu sebeble Mecelle'nin tedvini
hususunda, Ahmet Cevdet Paşa'nın en çok müşavere ettiği şahıs olmuştur. [40]
Kadı Ahmet İbni Mansûr
el-İsbîcâbî büyük bir hanefî fıkıh âlimidir. Künyesi Ebû Nasr'dır.
İsbîcâb, Semerkant
yakınlarında bir yerleşim merkezidir. Ah-med İbni Mansûr İsbicâb'da doğmuş ve
orada ilim öğrenmiştir. İs-bicab, o devirlerde Mâverâün'n-nehr şehirleri
arasında mühim ilim merkezlerinden biri idi.
Ahmet İbni Mansûr,
memleketinde küçük yaşta lisan ve din ilimlerini öğrenmeye başladı. Bilâhare
zamanın en meşhur âlimlerinden tefsir, hadis ve fıkıh ilimlerini tahsil etti.
İsbîcâbî, ihlaslı
çalışması ve kuvvetli zekâsı ile İslâmî ilimlere en iyi bir şekilde vâkıf oldu.
İsbicabî, öğrendiği bu
ilimleri, taliplerine öğreterek Allah'ın rızasına nail olmak arzusu ile
Semerkant'a gitti. Burada talebelere ders, halka da nasihatlar vermekte ve
sapıklarla da münazaralar yapmakta idi.
Seyyid Ebû Şücâ'dan
sonra, Semerkant'taki ilmî reislik isbicâ-bî'ye geçti.
İsbicabî hazretleri
engin ilmi ve bu ilmine uygun yaşayışı ile insanlara güzel örnek oldu. Çok
cömertti ve insanlara iyilik etmeyi, yardımda bulunmayı çok severdi.
Vaktini, ibadet etmek,
ilim öğrenmek ve insanlara öğretmekle geçirirdi.
İsbicabî Semerkant'ta
kadılık da yaptı.
İsbicabî ve onun
ilminden isifade edenler sayesinde, güzel Semerkant daha bir güzelleşti.
İslam'ı güzel bir şekilde öğrenen ve yaşayan bu insanlardan meydana gelen
toplum dünyada huzur, başarı ve zafere koşuyor, İslâm dinini yaymak ve diğer
insanları da kurtarmak için üstün bir gayret sarf ediyor lar di.
Anadolu halkını Bizans
zulmünden kurtarmak ve onlara da İslâm'ın nuru ile aydınlatmak maksadı ile
yapılan akınlar ve kazanılan zaferler de bu güzel devre rastlamış ve bu büyük
insanlara nasip olmuştur.
Ebû Nasr İsbicabî, pek
çok ve kıymetli eserler yazdı ve bu eserleri ile Hanefi fıkhını, insanların
anlıyacağı bir lisanla açıkladı. [41]
İsbicâbî'nin başlıca
eserleri şunlardır:
1) Câmiu'l-
Sağır Şerhi
2) Câmiu'l-
Kebîr Şerhi
3) Kâfi
Şerhi
Bu eser,
Hâkimü'ş-Şehid Muhammed bin Muhammed'in Kâfî isimli eserinin pek faydalı bir
şerhidir.
4-) Muhtasar
Şerhi
İmâm Tahâvî'nin
Muhtasar isimli eserini de şerheden İsbicabî, bu esere pek faydalı bir
mukaddime yazmış ve bu mukaddimesinde Tahavî ve eseri hakında geniş ve faydalı
bilgiler vermiştir.
5-) Fetâvâyi
İsbicabî
İmam İsbicabî, gördüğü
yanlış fetvaları toplar, bunların yanına doğrularını da yazar ve fetvalarını
saklardı. .
Ahmet bin Mansûr
el-İsbicâbî'nin doğum tarihi bilinmemek^ tedir. Hicri 480 (milâdî 1087) yılında
vefat etmiştir.[42]
el-Keşşenî, büyük bir
fıkıh âlimidir. Keşşen, Cürcan yöresinde bir köyün adıdır.
Ahmet İbni Muhammed
el-Keşşenî, Necmüddin Ömer en-Nesefî'den ilim tahsil etmiştir ve büyük bir
hanefî fıkıh âlimidir.
Mecmûu'n-Neyâzfl,
el-Keşşenî hazretlerinin hanefî fıkhına ait mühim bir eserdir.
Keşfü'z-zünûn'da,
"Mecmûu'n-Nevâzil ve'I-Havâdis ve'l-Vâkiât isimli eserin Şeyh
İmâm Ahmed İbni
îsâ Me'mûn'a ait
olduğu'* kaydedilmiştir. [43]
Ahmed Ziyâüddin
Gümüşhânevi hazretleri, büyük bir hadîs âlimi ve mutasavvıftır.
Hicrî 1228 (milâdî
1813) yılında Gümüşhane'de dünyaya geldi. On yaşında gelince, babası ve bütün
ailesi ile birlikte Trabzon'a yerleştiler.
Ahmet Ziyâüddin
Gümüşhânevî, beş yaşında iken okumaya başladı.
Sekiz yaşına
geldiğinde de, Kur'ân-ı Kerîm, delail-i Hayrat ve Kasîde-i Burde kirâatı için
icazet aldı.
Trabzon'da, bir
taraftan ticâretle iştigal eden babasına yardım ediyor; bir taraftan da,
zamanın meşhur hocalarından âlet ve şeriat ilimlerini tahsile gayret
sarfediyordu. Ancak, O'nun meyli ticârette değil, ilimde idi.
Ahmed Ziyâüddin
Gümüşhânevî, on sekiz yaşında iken, amcası ile birlikte ticarî mal almak için
İstanbul'a geldi. İşlerini tamamlayıp dönüş zamanı gelince, amcasına
"İlim ve marifet beldesi İstanbul'da bulunmaktan bahtiyarlık duyduğunu;
kendisine de memlekette pek ihtiyaç kalmadığını; kendisinden hiç bir talepte
bulunmadığını" beyan ederek, kendi el emeği ile biriktirdiği paraları da
amcasına verdi ve yakınlarından helâllik ve dua talep ederek İstanbul'da kaldı.
Ahmed Ziyâüddün
Gümüşhânevî'nin İstanbul'daki ilk durağı Beyazıt Medresesi oldu. Burada
tahsilini sürdürürken, kendisi ile meşgul olan bir Allah dostunun vefatı
üzerine, Mahmut Paşa Medresesinde bir odaya taşındı. Burada iken, Süleymâniye
Medresesin-deki derslerine de devam etti.
Bu dönemde, Padişah
Hocası Muhammed Emin Efendi ve Ab-durrahman Harpûtî gibi âlimlerin derslerine
devam eden Ahmet Ziyâüddin Gümüşhânevî, icazetini aldıktan sonra, Beyazıt
Camii Müderrisliğine tâyin edildi.
Burada irşad görevine
ve ders okutmaya başlayan Ahmet Zi-yâüddîn Gümüşhânevî hazretleri aynı zamanda
eser telifine de başlamıştı.
Zahirî ilimlerde
kemâle ermiş bulunan Ahmet Ziyâüddin Gümüşhânevî, tasavvuf ve tarikat
sahasında da olgunlaşmak arzusunda idi. Bu maksatla Mevlânâ Hâlid-i Bağdadî
hazretlerinin halifelerinden Abdülfettah hazretlerine intisap etmek istedi.
Ancak bu zât:
—"Sizin tarikatte
nasip ve kısmetiniz, benim vâsıtamla değildir. Sizin irşadınıza memur bir
başkası vardır. Vakti gelince, ona intisap eder ve feyzinizi alırsınız."
dedi.
Artık, O'nun için,
hasretle bekleme dönemi başlamıştı.
Nihayet Mevlânâ
Halid-i Bağdadî'nin emri ile halifelerinden Ahmet Ziyâüddin el-Ervâdî
İstanbul'a geldi. Ve Ahmet Ziyâüddin Gü-müşhânevî'yi irşad etti. Ve onu yüksek
derecelere ulaştırdı.
Ahmet Ziyâüddin
Gümüşhânevî hazreterinin mürşidi büyük bir muhaddisti. Kendisine, hadis ilminde
de icazet verdi.
Gümüşhânevî
hazretleri, Mahmut Paşa Medresesinden İstanbul Vilâyet binası civarındaki
zaviyeye taşında ve burada ömrünün sonuna kadar talebe yetiştirdi.
1867 yılında hacca
gitti. Bu yolculuk esnasında Mısır ve İs-kenderiyye'ye de uğradı.
93 harbi diye anılan
Osmanlı-Rus savaşına etrafındaki talebe ve müridleri ile bizzat katıldı ve
savaştı.
Bu savaştan bir sene
sonra, ikinci defa hacca gitti ve dönüşünde Mısır'a uğrayarak Nâsiriyye ve
Câmiul-Ezher'de, üç yıl kadar, kendi tasnifi olan Râmuzü'l-Ehâdisi okuttu ve
yüzlerce arap âlimlerine icazet verdi. Sonra İstanbul'a döndü.
Ahmet Ziyâüddin
Hazretlerinin dergahı bir ilim merkezi idi. O, gündüzleri ilim okutmak,
geceleri de ibâdet ve eser telifi ile meşgul olurdu.
Ahmet Ziyâüddin
Gümüşhânevî hazretleri, 25 Mayıs 1893 tarihinde İstanbul'da vefat etmiştir.
Kabirleri, Süleymâniye Camiinin avlusunda, Kanuni Sultan Süleyman Han'ın
türbesinin yakınındadır. [44]
Muhaddisin-i Kiramdan,
Fahru'l-Meşâyîh Ahmet Ziyâüddin Gümüşhânevi hazretleri, bir milyon civarında
mürid, binlerce talebe yetiştirmiş ve bu arada pek faydalı eserler telif ve
tasnif etmiştir. Bu kıymetli eserlerin başlıcaları şunlardır:
1-)
Câraiu'i-Mütün fi-Hakkı Envâi's-Sıfâti'l-İlâhiyye ve'l-Akaidi11-Mâturidiyye ve
Elfâzf İ-Küfri ve Tashihi'l-A'- Wl-A'ci biyye.
Arapça olan bu eser,
akâid hakkında dır ve defalarca basılmıştır. Ayrıca, Türkçe'ye de tercüme ve şerhedilen bu kitap
da matbu'dur.
2-)
Râmuzü'1-E hadîs alâ tertibi hurûfı'1-hecâ
Bu eser, kıymetli bir
hadis külliyatıdır. Hadîs-i şerifler harf sırasına göre tertip edilmiştir. Bu
eserin de çeşitli tercümeleri vardır. Aslı ve tercümeleri defalarca
basılmıştır.
3-)
Levâmiu'l Ukûl Şerha Ramuzi'l-Ehâdis
Bu eser,
Ramazü'l-Ehâdîs'in arapca şerhidir. Beş cilttir ve çeşitli baskıları vardır.
4-)
Câmiu'1-Usûl fi'I-Evliya ve Knvâihim.
Bu eser, tasavvufla
ilgilidir. Kenarında İsülâhat-ı Sû fi y ye ve Fevâıd-i Saire isimli eserle
defalarca basılmıştır. Tercümesi de vardır.
5-)
Mecmuatü'l-Ahzâb ve'1-Evrad Dua, zikir ve virdleri ihtiva eden bu eser de,
çeşitü şekillerde,
defalarca basılmıştır.
6-)
Garaibü'l-Ehâdis
Hadîs ilmi ile ilgili
olan bu eser de matbudur.
7-) Hadîs-i
Erbain
Kırk hadîs-i şerîf
ihtiva etmektedir.
8-) Ruhü'l
Arifin ve İrşâdü't-Tâlibîn
Öğüt ve nasihatler
ihtiva eden, bu tasavvufî eser de matbudur.
9-)
Necâtü'l-Gâfffin
Tasavvufla ilgilidir
ve çeşitli baskıları vardır.
10-) Câmiu'l-Menâsik
alâ Ahseni'l-Mesâlik
11-)
NetâyicüM- Ihlâs
duâ hakkında bir
eserdir.
12-)
ZübtetiH-Akâid ve Nuhbetü'l-Fevâid
Akâid hakkında, özet
bilgiler ihtiva eden bir kitaptır.
13-)
tîsûlü't-Turukı'l-Âliye
Tasavvufla ilgili bir
eserdir.
14-)
Acâibü'n-Nübiivve ve Dekâiku'î-Velâye Nübüvvet ve velayet konularını anlatan
bir eserdir.
15-)
Nâsiku'I-Hac
16-)
Ravhatu'l-Ârifîn Matbu bir eserdir.
17-)
Fezâilü'l-Cihâd
Cihadın faziletlerini
anlatan bir eserdir.
18-)
Müstağni'ş-Şürûh mine't-Tasrif
19-)
Kilâbii'l-Âbir fî'1-ensâr ve'1-Mucâcir.
Ashâb-ı kiram
hakkındadır.
20-)
Letâiiü'l-Hikem
21-) Risale
Tasavvuf hakkındadır.
22-)
EsrânTt-Tarîk
23-)
LevâmiıTI-Fusûl
24-)
Mülhakattı Garaibi11-Ehâdis
25-)
Mütemmimâtü CâmiFl-Usûl
26-) Risale
fi'l-Muhâcere
27-) Devâu'l-Miisiimîn
Bu eser, merhumun
mev'ızalarını ihtiva etmektedir. [45]
Akıl İbni Ebî Tâlib
(R.A.), Hz. Ali ve Ca'fer-i Tayyar'ın ağabeyleridir. Hz. Ca'fer'den 10, Hz.
Ali'den 20 yaş büyüktür.
Hz. Âkilin nesebi Akıl
bin Ebî Tâlib bin Abdülmuttalib bin Hâ-şim bin Abdimenâf bin Kusayy el-Kureyşî
el-Hâşimî'dir. Künyesi ise Ebû Yezid'dir.
Akıl ibni Ebî Tâlib
(R.A.) Mekke'de doğmuş ve yüz yılı aşkın bir süre yaşadıktan sonra, hicrî 60
(milâdî 680) yılında Medine-i Mü-nevvere'de vefat etmiştir. Baki' kabristanında
medfundur.
Akîl İbni Ebî Tâlib
(R.A.), âlim, fakıyh bir zat olduğu gibi, arablara ait neseb ilmini ve cahiliye
devre arap tarihi ile arapların örf ve âdetlerini çok iyi bilirdi. Cahiliyye
araplarmın meşhur günlerine ait destan ve hikâyelerin hepsini bidiğinden Mekke
Şehrinde ve civardaki kabilelerde büyükbir saygı görürdü. Bu hususlarla ilgili
sorular ona sorulur ve kendisinden her zaman tatminkar cevap alınırdı.
Peygamber (S.A.V.)
Efendimizin İslâmiyeti yaymaya başladığından beri, Akîl İbni Ebî Tâlib'in
müslümanlığa meyli vardı. Ancak, Mekke'deki içtimaî durum ve müşriklerin
müslümanlara yaptıkları şiddetli baskı sebebiyle bu meylini açığa vuramamış ve
hatta Bedir Muharebesinde, Müslümanlara karşı kerhan savaşmıştır. Bu savaşta
esir edildi ve İslam ordusuna bir zararı dokunmadı.
Bedir Savaşı bittikten
sonra, esirler hakkında bilgi isteyen Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, Abbas,
Nevfel ve Akîl'in esirler arasında bulunduğunu öğrenince, bunların her biri
ile ayrı ayrı görüştü ve konuştu. Ve bu üç esir salıverildi.
Bu esaretten kurtulan
Akîl İbni Ebî Tâlib, hemen Mekke'ye döndü.
Ve hicretin 8. yılında
Medîne-i Münevvere'ye gelerek Müslüman olduğunu açıkladı.
Akîl İbni Ebî Tâlib
(R.A.), aynı yıl, kardeşi Ca'fer-i Tayyar ile birlikte Mu'te harbine iştirak
etti.
Mu'te savaşından
döndükten sonra ağır bir şekilde hastalandı. Bu hastalığı sebebiyle Mekke'nin
fethi ile Huneyn ve Tebük seferlerine veTaif in muhasarasına katılamadı.
Hz. Muâviye (R.A.)'nin
karısı Fâtıma binti Utbe Akîl İbni Ebî Tâlib (R.A.)'in teyzesi idi.
Hz. Ali (R.A.) ile Hz.
Muâviye (R.A.) arasında ihtilaf çıkınca bir ara Akîl İbni Ebî Tâîib (R.A.) de,
Hz. Ali (R.A.) tarafını birakarak Şam'a giderek, Hz. Muâviye (R.A.)'nin
yanında'yer almıştır.
Hz. Akîl (R.A.) fakir
idi. Medine'ye hicret ettikten sonra, maddî durumu daha da kötüleşti. Bunun
üzerine Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, Hayber seferinden sonra, Hz. Akîl'e
yıllık bir maaş bağladı. Başka bir geliri bulunmayan Akîl İbni Ebî Tâlib
(R.A.), bu maaşla hayatını devam ettirdi.
Akîl îbni Ebî Tâlib
(R.A.) câhiliye âdetlerini çok iyi bilir ve bunlardan gerektiği gibi sakınırdı.
İnsanları da câhiliye örf ve âdetlerinden sakındırırdı.
Hz. Akîl (R.A.),
Peygamber (S.A.V.) Efendimizin sünnet-i seniyyesine sımsıkı sarılan ve O'nu çok
seven bir Sahâbî idi.
Peygamber (S.A.V.)
Efendimiz de, AkîL (R.A.)'i çok sever ve bu sevgisini zaman zaman mübarek
sözleri ile de ifade ederlerdi.
Akîl İbni Ebî Tâlib
(R.A.), Hz. Hüseyin (R.A.) ile Yezid arasındaki ihtilâfta Hz. Hüseyin'in
tarafını tutmuş ve bu konuda önemli rol almıştır.
Hz. Akîl (R.A.), bir
çok defa evlenmiş ve bir çok çocuğu olmuştur.
Hanımlarının en
meşhuru, Hz. Muâviye (R.A.)'mn kız kardeşi Kureybe binti Ebî Süfyan,
oğullarının en meşhuru ise Müslim ibni Akîl'dir. [46]
Meşhur fakıyh İbni
Âbidîn'in oğlu olan Alâeddin Efendi, Me-celle'nin ilk beş kitabının
hazırlanışına iştirak etmiştir.
Alâeddin Efendi,
Şam'da doğmuş ve tahsilini orada tamamladıktan sonra İstanbul'a gelmiştir.
1868 senesinde Mecelle
Cemiyeti âzâlığma tâyin edilen Alâeddin Efendi, burada üç yıl görev yaptıktan
sonra, tekrar Şam'a dönmüştür. [47]
İbni Âbidîn-zâde
Alâeddin Muhammed Efendinin başlıca eserleri şunlardır:
1)
Uyûnii'l-Ahyâr li-Tekmileti Reddi'1-Muhtar Bu eser, Alâeddin Efendinin, babası
İbni Âbidîn merhumun Reddül-Muhtâr adlı eserine yazdığı bir tekmiledir.
2-)
Fev&id-i Alâiyye:
Bu da, ibâdetlerle
ilgili bir eserdir.
Alâeddin Efendi, hicrî
1306 (milâdî 1889) yılında vefat etmiştir. [48]
Muhammed Alâüddin bin
Ali Haskefî, hicrî 1025 (milâdî 1616) yılında Haskef'te doğmuştur.
Haskef'in asıl adı
Hısn-ı Keyfâ'dır ve Diyarbakır civarında bir yerin adıdır.
Alâüddin Haskefî, babasından
ve İmâm Muhammed el-Mehasinî'den çeşitli ilimler
tahsil etmiş ve Remle'ye giderek Hayruddin Remlî'den fıkıh okumuştur.
Alâüddin Haskefî,
Kudüs ve Hicaz'a gitmiştir. Şam'da da müf-tîlik yapmıştır. [49]
Alâüddin Haskefî'nin
başlıca eserleri şunlardır:
1-)
Ed-Dürrü'1-Muhtâr H-Şerhi tenvSri'l-Ebsâr.
2-)
İfzâtiiİ-Knvâr alâ-Usûfi Menâr.
3-)
ed-Dürrii'1-Müntekâ fî-Şerhi'l-Mültekâ.
Alâüddin Haskefî'nin
Diirrii'I-Muhtâr isimli eserine, İbni Abidîn Reddi'1-Muhtâr ismi ile
geniş ve pek güzel bir haşiye yapmıştır.
Bu eser, ayrıca Halebî
ve Tahtâvî de haşiyeler yapmışlardır.
Alâüddin Haskefî,
hicrî 1088 (milâdî 1677) yılında Şam'da vefat etmiştir. [50]
Ahıskalı Hoca Emin
Efendi-zâde Ali Haydar Efendi, milâdî 1852 yılında Batum'da doğmuş ve 1918
yılında İstanbul'da vefat etmiştir.
Ali Haydar Efendi,
1877 yılında Medresetü'1-Kudât-ı bitirerek kadı oldu.
Anadolu ve İstanbul
mahkemelerinde kadılık yaptı. 1907 yılında kazasker unvanını aldı. 1914
yılında Fetva Emini oldu,
Ali Haydar Efendi 1915
yılından itibaren ölünceye, kadar adliye nâzın olarak görev yaptı.
Ali Haydar Efendi,
birinci cihan savaşının "cihâd-ı ekber" olduğu hususunda fetva
vermiştir.
Ali Haydar Efendi,
devlet görevleri yanında, çeşitli yüksek öğretim kurumlarında öğretim görevim
de yürütmüştür. [51]
Ahıskalı Hoca Emin
Efendi-zâde Ali Haydar Efendinin başlıca eserleri şunlardır:
1-)
Dürretü'l-Hükkâm fî-Mecelletü'l-Ahkâm
Bu eser, Mecelle'nin
en muteber şerhlerinden biridir. Dört büyük ciltten meydana gelen bu kıymetli
eser arapcaya da tercüme edilmiştir. Bu eser 1881-1901 yuları arasında
neşredilmiştir.
2-)
Risâletü"I-Müvûdaa ve'l-İstiğlâl
3-)
Tavzîhü'l-Müşkîlât fî-Ahkâmi'1-İntikâlât.
Bu eser, miras ve
intikâl mes'eleleri hakkında müşkil mes'elele-ri açıklamak üzere kaleme
alınmıştır.
4-)
Tatbîkât-ı Şer'iye dersi
Ayrıca, arazi, evkaf
ve mefkud ahkâmı ile ilgili eserleri vardır. [52]
Büyük Haydar Molla
diye anılan Ali Haydar Efendi, milâdî 1837 yılında İstanbul'da doğdu ve 1903
yılında aynı yerde vefat etti.
Büyük Haydar Efendi,
âlim, fakıyh ve edip bir zat idi.
AH Haydar Efendi, ilk
tahsilini Fatih'te Şeyh Mustafa Efendi Tekkesi'nde yaptı. Sonra da
Muallimhâne-i Nüvvâb (= kadı yetiştiren okulu) bitirdi.
Ali Haydar Efendi
bilâhere bitirdiği bu okulda fıkıh ve ferâiz hocalığı yaptı.
Arabca ve farsca bilen
Ali Haydar Efendi; Bosna ve çevresi Adliye Müfettişliği; Bosna, Tuna ve İzmir
kadılıkları; Tuna ve İzmir Dîvân-ı Temyiz reisliği gibi bir çok resmî
görevlerde bulundu.
Büyük Haydar Molla
1885 yılından, hayatının sonuna kadar Mecüs-i Kebîr-i Maarif Reisi olarak görev
yaptı.
Bu arada Ali Hayar
Efendi, Sekiz yıl süre ile İstanbul Hukuk Mektebi'nde Fıkıh Usûlü ve Mecelle
dersleri okuttu. [53]
1-) Usûl-i
Fıkıh'la ilgili takrirleri, hicrî 1307 yılında taş basması olarak tab edilmiş
ve günümüzde de yeni alfabe ile baskısı yapılmıştır. Bu eseri, O'nun fıkıh ve
usûl-i fıkıh'ta ne derece ileri bir ilme sahip olduğunu göstermektedir.
2-) Şerhi
C'edîd-i Kânûnii'l-Arâzî
Bu eser, o.zaman
çıkarılmış olan Arazî Kanununu açıklamak maksadı ile kaleme alınmıştır.
3-)
Tashîhu'l-Arazi
Bu eser de, arazinin
kayıt işlemlerinden bahsetmektedir ve ölümünden sonra neşredilmiştir.
Ali Haydar Efendi'ye
O'nun "Büyük" sıfatı, Ahiskah Hoca Emin Efendi-zâde "Küçük"
Ali Haydar Efendiden ayırmak için verilmiştir.
Ali Haydar Efendi,
Üsküdar'daki Şeyh Nasûhî Efendi Dergâhına defnedilmiştir. Şeyh Nasûhî Efendi,
Ali Haydar Efendinin dedelerindendir. [54]
Ali Himmet Berki,
Antalya Vilâyeti, Akseki kazasına bağlı İb-radı Nahiyesinin Umulla köyündendir.
Babası Demirci-zâde Osman Efendi Elbistan'da kadı iken, 26 safer 1299 (i 7 Ocak
1880) tarihinde, orada dünyaya gelmiş ve kendisine Ali Himmet adı verilmiştir.
İlk tahsilini köyünde
ve babasının kadı olarak bulunduğu Ço-rum'da yapmış ve daha sonra İbradı
Rüştiyesini bitirmiştir.
1316 yılında
İstanbul'a giden Ali Himmet Efendi, Fatih dersiamlarından Tokatlı Mehmet Şakir
Efendi'nin ve Kayserili Büyük Hamdi Efendinin derslerine devam ederek 1327
(milâdî 1909) yılında icazet almıştır.
Aynı yıllarda girdiği
imtihanı kazanarak Medresetü'l-Kuzât'a da kaydolan Ali Himmet Efendi, 26
ağustos 1909 tarihinde, burayı da birincilikle bitirmiştir.
İlk resmî görevine, 14
Eylül 1909 tarihinde, Meşîhat-ı İslâmi-ye'de, Fetvâ-hâne-i Âlî İlânat Odası
Mübeyyizi olarak başlayan Ali Himmet Berki, bu dairede evrak memurluğu ve
ikinci sınıf müsev-vidliğe terfi ettirilmiştir.
15 Aralık 1913'te
Medresetü'l-Kuzât'ta Ahkâm-ı Arazi öğretmenliğine tâyin edilmiş olan Ali
Himmet Berki; 1914 de Tokat, 1915'de Amasya, 1920'de de tekrar Tokat kadılığına
tâyin edilmiştir.
1921'de Kars
Kadılığına tâyin edilmişse de, özür beyân ederek istifasını sunması sebebiyle,
Tokat'taki görevinde bırakılmıştır.
1922'de Ankara
Kadılığına nakledilmiş ve 1923 yılında bu görevden ayrılarak Şer'iyye ve Evkaf
Vekâleti, Hey'et-i İftâiye âzâhğı-na tâyin edilmiştir.
Bu görevde iken 24
Aralık 1923'ten itibaren —ek görev olarak— Şûrayı Evkaf Reisliği'ni de
yürütmüştür.
3 Mart 1924'de Şer'iye
ve Evkaf Vekâleti kaldırılıp, yerine Diyanet İşleri Reisliği kurulunca, Ali
Himmet Berki merhumunun ün-vâm da Hey'et-i Müşavere Âzası olarak değiştirilmiş;
ancak 0,1 Mayıs 1924 tarihinde bu görevinden istifa ederek ayrılmıştır.
Aynı tarihte, İstanbul
Asliye Hukuk Mahkemesi İkinci reisliğine, 1 Haziran 1925 tarihinde ise aynı
mahkemenin birinci reisliğine tayin edilmiştir.
12 Temmuz 1925'te
Temyiz Mahkemesi Âzalığma; 29 Mart 1933'te de Yargıtay 2. Hukuk Dâiresi
Reisliğine tâyin edilmiş ve emekliliğine kadar bu görevde kalmıştır.
Merhum Ali Himmet
Berki, 5 Haziran 1950 tarihinde emekli olmuştur.
İslâm Hukuku sahasınde
engin bir ilme sahip olan, Ali Himmet Berki, emekli olduktan sonra da ilmî
çalışmalarım sürdürmüştür.
Büyük bir âlim ve ilmi
ile amel eden samîmi bir müslüman olan Ali Himmet Berki, 24 Mayıs 1976
tarihinde, Rahmet-i Rahmana kavuşmuştur. [55]
1) Fâzıl'm
Galatât Defteri
Bu kitap, eski dildeki
konuşma ve yazı hataları ile ilgilidir.
2-) Eski
Hâdiselerde Tatbiki Lâzım Gelen İrs ve İntikâl:
3-) Vakıflar
(1. Kitap)
4-) Vakıflar
(2. Kitap)
Bu kitaplar, eski ve
yeni vakıfların bağlı olduğu prensipler ve vakıfların çeşitleri hakkındadır.
5-) Miras ve
Tatbikatı.
Bu eser, ferâiz ve
intikâl mes'elelerini ihtiva etmektedir.
6-) Hukuk
Mantığı ve Tefsir
Bu eser, kanun ve
Mukavelelerin Tanzimine yorumlanmasına ait kaide ve asılları açıklamaktadır.
7-) Büyük
Türk Hükümdarı İstanbul Fâtihi Sultan Mehmed Han ve Adalet Hayatı
İstanbul'un 500. Fetih
yıl dönümü münâsebetiyle kaleme alman bu kıymetli eser, Mısır'da merhum Türk
âlimi Mehmed İhsan bin Abdülaziz tarafından arapcaya tercüme edilmiş ve
Kâhire'de, 1953 yılında, M. Sami Hancı Yayınevi Tarafından neşredilmiştir.
8-) Tasarruf
Hukuku Bakımından Dalyan ve Voli Sahasında ilk yayın olan bu eser, Dalyan ve
Voli'lerin tabi olduğu mahallî esasları ve uygulamalardan bahsetmektedir.
9-) islâm
Hukukunda Ferâiz ve İntikâl
İslâm mirası
hukukundan ve intikal kanunlarından bahseden bir eserdir.
10-) Sular
Hukuku
Bu eseri Sedat Çumralı
ile kaleme almıştır. Eski ve yeni hukuka göre sulardan bahsetmektedir.
11-) Mecelle
(Metin ve lügatçe)
Mehrumun, Mecelle'ye
lügatçe ekliyerek yaptığı bir yayındır.
12-)
Hatemü'l-Enbiya Hz. Muhammed ve Hayatı Merhum bu eseri Osman Keskioğlu ile
birlikte köleme almıştır.
13-) Vasiyet
ve Ölüme Bağlı Tasarruflar
Merhum, konuyu İslâm
hukukuna göre ve yeni hukuka göre anlatmıştır.
14-)
İslâm'da Kaza, Hüküm, Hâkimlik ve Tevâbü.
Bu kitabın dış
kapaktaki adı: İslâm Şeriatinde Kaza Hükmü ve Hâkimlik Tarihi ve İfta
Müessesesi'dir.
15-)
Vakıflara Dair Yazılan Eserlerle Vakfiye ve Benzeri Vesikalarda Geçen Istılah
ve Tedbirler.
16-) Ahlâka
ait 250 Hadis
Bu eserlerin hepsi
matbûdur ve içlerinde bir kaç def'â basılanlar da vardır. [56]
Âlim İbni
Alâi'l-Ansârî, sekizinci asırda Hindistan'da yaşamış büyük bir hanefî
fakıyhıdır. [57]
Âlim İbni
Alâi'l-Ansârî'niti en meşhur ve muteber eseri Fetâvâyi Tatarhâniyye'dir.
Âlim İbni
Alâi'l-Ansârî, bu eserini; hicrî 752 (milâdî 1351) yılında vefat etmiş olan
Dehli Hükümdarı —Tuğlak sülâlesinden— Sultan Muhammed Şah'ın veziri Tatar Han namına
telif etmiştir.
Bu esere
Zâdü'l-Müsâfır unvanı da verilmiştir. [58]
Molla Ali bin Muhammed
bin Sultan el-Herevî meşhur bir âlimdir. Hanefi fukahâsmdan muktedir ve
faziletli bir zattır. Lâka-bi Nuri'd-dîndir.
Aliyyü'1-Kârî, kendi
beldesinde tahsilini tamamladıktan sonra, bilgisini artırmak için seyahatlere
çıkmış ve bir müddet Mısır'da kalmıştır.
Daha sonra Mekke-i
Mükerreme'ye gitmiş ve orada mücavir kalmıştır. Mekke-i Mükerreme'de tavattun
ettiği için, kendisine AIiyyü'1-Kârî
el-Mekkî de denir.
Aliyyü'1-Kârî, Mekke-i
Mükerreme'de Üstad Ebû'l-Hasan el-Bekrî ve Şihab Ahmed İbni Hacer
el-Heysenî'den müstefid olmuştur.
Aliyyü'1-Kârî, tefsir,
hadis, fıkıh ve diğer ilimlerde büyük bir ihtisas sahibi idi. Kendisi meşhur
kurralardan ve hattatlardan sayılır.
Aliyyü'l-Kârî, her
sene bir mushaf-ı şerîf yazar ve bunun hediyesi ile (yani hattatlıkla)
geçinirdi.
Aliyyü'l-Kârî,
zamanında bazı âlimlerle ilmî tartışmalara girişmiş ve İbni Hacer el-Heysemfye
itirazlarda bulunmuştur.
Aliyyü'l-Kârî, İbni
Teymiyye ile İbni Kayyim Cevziyye'yi de müdâfaa ederdi. Bu tutumundan dolayı,
tenkidlere uğramıştır.
Aliyyü'l-Kârî merhumun
tasavvuftan da büyük bir zevk aldığı eserlerinden anlaşılmaktadır. Buna
rağmen, Aliyyü'l-Kârî'nin bazı tasavvuf büyükleri hakkında, hoş karşilanmıyacak
sözleri de vardır.
Aliyyü'l-Kârî'nin,
Fıkhu'I-Ekber Şerhinde Rasûlullah (S.A.V.) Efendimizin ebeveyni hakkındaki
izahı da hoş karşılanmamış ve tenkide uğramıştır.
Aliyyü'l-Kârî, daha
hayatta iken ilim ve fazileti, zühd ve takvası ile büyük bir şöhret
kazanmıştır.
Aliyyü'l-Kârî, 1014
hicri yılında Mekke-i Mükerreme'de vefat etmiştir. [59]
Aliyyü'l-Kârî merhum,
pek çok eser yazmış ve pek çok esere de şerhler ve ta'likler yapmıştır.
Merhumun başlıca eserleri şunlardır.
1-) Envâru'l-Kur'ân
Esrâru'l-İrfan
Bu, merhumun kaleme
aldığı güzel bir tefsirdir. Bu eserin, 1400 sahifelik yazma bir nüshası Fatih
Kütüphanesinde mevcuttur.
2-) Celâleyn
Haşiyesi
3-)
el-Ehâdisii'1-Kudsiyye ve'l-Keiimâtü'l Ün siy ye. Bu eser, kırk kudsî hadisten
meydana gelmiştir. 4-) CemVl-Vesâi fi-Şerhi'ş-Şemâil
5-)
Şerhu'ş-Şifâi'ş-Şerif
6-)
Mirkâtü'l-Mefâtih Ii-Mişkâfi'1-Mesâbîh
7-)
el-MenhıTl-Fikriyye bi-Şerhri-Mukaddemeti'İ-Cezeriyye 8-) el-Mevdûâl
Merhum
Aliyyü'l-Kârî'nin mevzu' (= uydurma) hadislerden bahseden bu eseri de
"bazı, sahih hadisleri mevzu' saymakla" itham ve tenkid edilmiştir.
9-)
Fethu'r-Rahmân bi- Fedâili'l-Şa'bân
10-)
el-Mübîn li-Fehmi'I-Erbaîn Bu eser, İmam Nevevî'nin 40 Hadis risalesine
şerhtir.
11-)
Şerhu'ş-Şemâil
12-) Şerhu
Fıkhı'l-Ekber
13-) Şerh-i
Muvattâ-ı Muhammed
14-)
Niizhetü'l-Hâtıril-Fâtır fî-Menâkibi'ş-Şeyh Abdilkâdir.
15-)
el-Esmarii'1-Ceniyye fî-Esmâi'1-Hanefiyye.
16-)
Envârü'l-Hüccâc fi-Esrâıfl-Hac
17-) El-Edeb
fi Receb
18-) Haşiye
alâ-Fethi'l-Kadir
19-)
Hudûdül-Ahkâm
20-) ŞerhıTI-Câroi's-Sağîr
21-) Şerbu
Sahihi Müslim
22-) Şerhu
Sülâsiyâti'l-Buhârî
23-)
Şerhu'l-Vikâye fi-Mesâili'1-Hidâye. 24-) Şerhu'l-Hidâye
25-) Fethu
Babi'l-İnâye fî-Şerhi Kitâbi'n Nikâye
26-)
cl-Mes'cle fî-Şerhi'I-Besmele 27-) Mustalahâtü EhU'l-Eser. [60]
Alkame İbni Kays
(R.A.), tabiînin büyüklerindendir. Alka-me, tefsir, hadis ve fıkıh ilimlerinde
büyük bir âlim idi. Kendisi, ashâb-ı kiram'ın en büyük âlimlerinden Abdullah
îbnü Mes'ûd (R.A.)'un en ileri talebelerinden birisi idi.
Alkame hazretleri,
Fahr-i Kainat (S.A.V.) efendimizin irtihâl-lerinden önce doğmuş, fakat, O'nunla
görüşme şerefine erememiştir.
Alkame İbni Kays'm
vefat tarihi hakkında ihtilaf vardır. Kuvvetli rivayet, O'nun hicri 62 (milâdî
681) yılında, Kûfe'de vefat etmiş olduğudur.
Alkame İbni Kays
hazretleri, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali, Hz. Ebû'd-Derdâ, Hz. Abdullah İbnü
Mes'ud ve diğer bir çok sahâ-bîlerle görüşmüş ve bunlardan hadîs-i şerîf
rivayet etmiştir.
Alkame, Hz. Ebû Bekir,
Hz. Âise, Hz. Huzeyfe el-Yemânî, Hz. Selmân-ı Fârisî ve Hz. Hâlid bin Velid'den
de hadîs-i şerif rivayet etmiştir.
Alkame İbni Kays
hazretleri pek çok âlim yetiştirmiş, bilhassa fıkıh ilminde, ehl-i sünnetin
bir çok büyük imâmı, —talebeleri vasıtasiyle— Alkame hazretlerinin ilminden
istifade etmiştir.
Alkame İbni Kays
hazretlerinden ilim tahsil etmiş bulunan meşhur âlimlerden bir kısmı
şunlardır:
İbrahim Nehâî, Ebû
Vâil, Muhammed İbni Şîrîn, İmâm-ı Şa'-bî, Abdurrahman İbnü Yezîd, Esved İbni
Yezîd, Ömer İbni Alkame, İmâm-ı Zuhrî ve daha pek çok zat...
Alkame İbni Kays
hazretleri, Kur'an-ı Kerimi ve fıkıh ilmini Abdullah îbnü Mes'ûd (R.A.)
hazreterinden öğrendi. Onun derslerinde, üstün bir şekilde yetişti.
Nitekim, Abdullah İbnü
Mes'ûd (R.A.) hazretleri: "Alkame, benim okuduğum her şeyi okur ve bildiklerimi
bilir." buyurmuştur.
Alkame İbni Kays, hal
ve davranışları ile de, üstadı Abdullah İbnü Mes'ûd (R.A.)'a benzerdi. İbni
Mes'ûd (R.A.) de Peygamber (S.A.V.) Efendimize çok benzerdi.
Alkame îbni Kays,
Kur'an-ı Kerîmi çok güzel okurdu. Onu dinleyenler kendinden geçerdi.
İbrahim Nehâî
anlatıyor:
Alkame îbni Kays,
Abdullah înbü Mes'ûd (R.A.)'un huzurunda Kur'ân-ı Kerîm okurdu. İbni Mes'ûd
(R.A.) hazretleri onu dinledikçe: "Oku, anam babam sana feda olsun."
derdi."
Kendisi şöyle
anlatıyor:
"Abdullah İbnü
Mes'ûd (R.A.), beni yanına çağırtıp Kur'an-ı Kerîm okumamı isterdi. Ben de
okudum. Ben durunca: "Devam et" buyurdu."
A'rec de şöyle
anlatıyor:
"Kur'an-ı Kerîm
okumada ses bakımından insanların en güzeli Alkame idi. İbni Mes'ûd (R.A.), ne
zaman onun kıraatini dinlese kendinden geçer ve: "Eğer Resûlullah
(S.A.V.), seni görseydi, seninle mesrur olurdu." derdi."
Alkame îbni Kays
hazretleri tefsir ilminin de büyük imamlarından biridir, ayet-i Kerîmeleri
tesfir ederken, diğer âyetlerden ve hadîs-i şeriflerden istifâde ederdi.
Hadis ilminde de ileri
bir âlim olan Alkame İbni Kays, hadiste hafız mertebesine yükselmiş bulunan
âlimlerdendir. Rivayet ettiği hadîs-i şerifler kütübü sitte'de yer almaktadır.
Ehl-i sünnet
ve'1-cemâaatin reisi ve hanefî mezhebinin imâmı, îmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe
(R.A.) de ilmini, onun talebeleri zincirinden almıştır.
Alkame, tabiîn içinde
pek büyük bir mevkie sahiptir. Kaabûs Ibni Ebî Zabyân el-Kûfî şöyle anlatıyor:
Babama:
—"Niçin, ashâb-ı
kiram'ın meclislerini bırakıp da Alkame'nin meclisine gidiyorsun?" diye
sordum.
Babam şu cevabı verdi:
— Ben, Resûlullah
(S.A.V.)'in ashabından bir çoğuna yetiştim ki, onlar Alkame'den soruyor; ondan
fetva alıyorlardı."
Ebû İshâk da şöyle
derdi:
—"Alkame îbni
Kays, Rabbanî âlimlerdendir." [61]
Âmir Ibni Abdullah
îbni Mes'üd, tabiînin ileri gelenlerinden âlim bir zattır. Fıkıh ve hadis
ilimlerinde çok ileri idi. Güvenilir bir âlimdi.
Âmir İbni Abdullah
Ibni Mes'ud'un künyesi Ebû Ubeyde'dir ve o, bu künye ile meşhurdur.
Âmir İbni Abdullah
îbni Mes'ûd Kûfe'lidir ve hicrî 80 tarihinden sonra vefat etmiştir. [62]
Ammar Ibni Yâsir
(R.A.), ashâb-ı kiramın ileri gelenlerinden-dir. Künyesi Ebû'l-Yekzân'dır.
Ammar İbni Yâsir
(R.A.)'uı babası Yâsir, aslen Yemenlidir. Ammar (R.A.), Mekke'de doğmuş ve
hicrî 37 yılında Sıffîn Savaşında, doksan dört yaşında olduğu hâlde şehîd
olmuştur.
Ammar İbni Yâsir'in
Annesi Sümeyye hanımdır. Ammar, babası Yâsir ve annesi Sümeyye İslâmiyeti ilk
kabul eden kimselerdendir.
Ammar îbni Yâsir
(R.A.) ile müslüman olanların otuzuncusu-dur. Dârü'l-Erkâm'da müslüman
olmuştur.
Ammar, babası Yâsir ve
annesi Sümeyye müslüman oldukları için, müşriklerden pek çok ezâ ve cefâ
gördüler.
Muhammed İbni İshâk
şöyle anlatıyor:
Ebû Tâlib hayatta iken,
müşriklerden hiç biri Peygamber (S.A.V.) Efendimize bir kötülükte
bulunmazlardı.
Ashab-ı Kiram içindeki
tanınmış kimselere de, kavimlerinin himayesi ve aşiretlerinin kalabalık olması
sebebiyle, istedikleri ezâ ve cefayı yapamazlardı. Lâkin, kimsesiz müslümanları
bulup onlara çeşit çeşit işkenceler yaparlardı. Bunların içinde en çok eziyet
görenler ise Bilâl-i Habeşî, Süheyb, Habbab ve Ammar İbni Yâsir'dir. Müşrikler,
bu büyük sahâbilerden kimini kızgın güneş altında aç ve susuz bırakıp
"Muhammed'in dininden dön." derler; kimini döverler; kimini de
görülmedik işkenceler yaparlardı. Onlar da bu işkencelere sabreder ve İslâm
dininden dönmezlerdi.
Benî Mahzum
kabilesinin ileri gelenleri, Ammar'a, babası Yâ-sir'e ve annesi Sümeyye'ye
işkence ederler, sıcak günlerde, kızgın kumların içine gömerler; susuz
bırakırlardı. Sonra da "Lat ve Uzza, Mu-hammed'in dininden iyidir;
deyin." derlerdi. Onlar da böyle bir şey demezler; dinlerinde sebat
gösterirlerdi.
Bir gün, Peygamber
(S.A.V.) Efendimiz, bu ailenin yanından geçerken: "Sabredin; size
va'dedilen yer cennettir." buyurdu.
Müşrikler, Ammar'ın
Annesi Sümeyye hanımı işkence ile şehid ettiler. Daha sonra da, babası Yâsir
şehid edildi. İslâm uğruna ilk şehid olanlar bunlardır.
Bu korkunç işkenceler
karşısında Ammar İbni Yasir, kâfirlerin dediklerini ikrah ile söyledi. Bu durum
Peygamber (S.A.V.) efendimize iletilip "Ammar kâfir oldu."
denilince, O: "Ammar kâfir olmaz. Baştan ayağa kadar imandır."
buyurdu. Bu hâdise üzerine NahI Sûresinin 106. âyeti nazil oldu. Ve Peygamber
(S.A.V.) Efendimiz, Ammar'a: "Müşrikler eziyet ederlerse, yine böyle
söyle." buyurdu.
Ammar îbni Yâsir
(R.A.), Mekke devrinde gördüğü işkencelerden dolayı Habeşistan'a hicret
edenlerin arasına katıldı. Ve bilâhare tekrar Mekke'ye döndü.
Hz. Ammar (R.A.),
Medine'ye hicret edince, Münzir İbni Abdül-mübeşşir'in misafiri olmuş, daha
sonra da Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, Ammar'ı Huzeyfe İbni Yeman ile kardeş
yapmıştır.
İslam'da ilk mescid
olan Küba mescidi'nin yapılmasını Ammar İbni Yasir teklif etmiş ve bu mescidin
inşasında bilfiil çalışmıştır.
Hz. Ammar İbni Yâsir,
Bedir, Uhud, Hendek ve diğer gazalarda hazır bulunmuştur.
Müseylemetü'l-Kezzab'a
karşı yapılan Yemâme savaşında bir kulağı kesildi.
Hz. Ömer (R.A.) halife
olunca, Ammar İbni Yâsir'i Kûfe'ye vali tayin etti.
Ammar İbni Yâsir
(R.A.), Cemal ve Sıffîn vak'alarmda Hz. Ali (R.A.)'nin tarafında bulundu. Ve
Sıffîn savaşında şehid oldu. Cenaze namazım Hz. Ali (R.A.) kıldırdı.
Hz. Ammar îbni Yâsir
(R.A.), fakıyh, âbid, zâhid ve mücâ-hid bir zat idi.
Peygamber (S.A.V.)
Efendimizden 62 hadîs-i şerîf rivayet etmiştir. [63]
Amr İbni Âs
(R.A.) hazretleri ashab-ı kiramın
ileri gelenlerindendir.
Amr İbnü Âs (R.A.),
Mekke-i Mükerreme'de doğdu ve hicrî 43 yılında Mısır'da vali iken vefat etti.
Hz. Amr (R.A.) vefat ettiğinde doksan yaşında idi.
Amr İbnü Âs (R.A.)
hazretlerinin mensup olduğu Benî Sehm kabilesi, Islâmiyetten önceki
devirlerde Kureyşin ileri
gelen âilelerindendi.
Amr İbni Âs (R.A.)'ın
ismi, babası Âs İbni Vâil sağ iken pek duyulmazdı.
Amr İbni Âs (R.A.),
hicrî 8. yılda müslüman oldu ve bu tarihten itibaren ismi duyulmaya başladı.
Amr İbni Âs, müslüman
olmadan önce müslümanlar ikinci defa Habeşistana hicret ettiğinde, Kureyş
müşrikleri tarafından, 'Habeşistandaki müslüman muhacirlerin teslim edilmesi
için" Habeş hükümdarı Necâşi'ye elçi olarak gönderilmiştir.
Amr İbni Âs, önceleri,
kabilesine uyarak İslâmiyet aleyhine çalışmakta idi. Ancak, Hendek Savaşından
sonra İslâmiyet üzerine düşünmeye başladı.
Amr İbni Âs, İslâm'ı
inceledikçe değişiyor ve bu değişiklik kabilesinin de dikkatini çekiyordu.
Çünkü, Amr İbni Âs, artık müslü-manlara muhalefet etmediği gibi, onlara
muhalefet edenlerden de ökaçıyordu.
Kabilesinden bazı
kimseler bu durumu kendisine sordular. Ve açık açık onun bu durumunu
konuştular. Amr İbni Âs, artık, kalbini İslâm'a çevirmişti. Kendisini
kınayanları ikna etmeye çalışıyordu.
Mekke'nin fethinden
önce, Amr İbni Âs, bir ara, çarşıda Hâlid İbni Velid ve Ebû Süleyman ile
karşılaştı. İslâmiyetle ilgili fikrini onlara da açtı. Ve "Hz. Muhammed
(S.A.V.)'in yoluna baş koymak istediğini" söyledi. Onlar da aynı şeyi
düşünüyorlarmış. Teklifi hemen kabul ettiler.
Hicretin sekizinci
yılında, Mekke'nin fethinden altı ay önce, bu üç zât, Medîne-i Münevvere'ye
gelerek müslüman oldular.
Amr İbni Âs (R.A.),
İslâmiyeti kabul ettikten sonra, eski hatâlarından dolayı çok pişman oldu. Ve
bundan dolayı, İslam'a daha çok hizmet etmeyi, müşriklere karşı savaşmayı arzu
ediyordu. Ve böylece, İslâm dininin yiğit bir mücâhidi oldu.
Vâkıdî şöyle
naklediyor:
Amr İbni Âs (R.A.),
müslüman olunca, Peygamber (S.A.V.) Efendimize:
— Ey Allah'ın Resulü,
nice müddettir şeriat sarayını yıkmaya kasdetmiştim. Şimdi ise, İslâm'a
geldiğimin belli olmasını murad ediyorum." dedi.
Bunun üzerine Peygamber
(S.A.V.) Efendimiz, Amr İbni Âs'a: "Yakında, seni bir hizmete
gönderirim." buyurdu.
Bundan sonra Peygamber
(S.A.V.) Efendimiz, Amr İbni Âs (R.A.) hazretlerini bir seriyyeye komutan tâyin
ederek, Belî İbni Ömer ibni Lihaf kabilesine gönderdi.
Seriyye,
Zâtü's-Selâsil denilen mevkie gelince, Amr İbni Âs (R.A.), kâfirlerin başka
kabilelerle birleştiğini haber aldı. Bu durumu Rasûlulah (S.A.V.) efendimize
bildirerek, yardım istedi.
Peygamber (S.A.V.)
Efendimiz, Ebû Ubeyde bin Cerrah (R.A.)'ın emri altında, aralarında Hz. Ebû
Bekir ve Hz. Ömer (R.A.)'in de bulunduğu bir birliği, Amr İbni Âs (R.A.)'a
yardımcı olarak gönderdi. Amr İbni Âs (R.A.), bu yardım ekibi ile kuvvet buldu.
Düşman cezalandırıldı ve bu birlikler, zafer ve ganimetlerle Medine'ye döndüler.
Amr İbni Âs (R.A.),
müslüman olduktan sonra» Mekke fethine iştirak etti. Bundan sonra da Huneyn
Gazvesinde bulundu. Ve Resûlullah (S.A.V.) Efendimizle Medine'ye döndü.
Mekke'nin fethinden
bir müddet sonra, Suva ve Benî Huzeyl kabileleri üzerine küçük bir ordu
gönderildi. Bu birliğin komutanı da Amr İbni Âs (R.A.) hazretleri idi. Bu
seferle, putperestlikte ısrar eden, bu kabilelerin müslümanlığı kabul etmeleri
sağlandı.
Yine Mekke'nin
fethinden sonra, Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, bazı hükümdarlara mektup
göndererek, onları îslâmiyete davet etti.
Umman hükümdarlarına
yazılan- mektubu da Ambr İbni Âs (R.A.) hazretleri götürdü.
Resûlullah (S.A.V.)
Efendimizin mektubunu okuyan Umman hükümdarları müslüman oldu.
Bunun üzerine,
Peygamber (S.A.V.) Efendimiz Amr İbni Âs (R.A.)'ı Umman'a vali tâyin.etti. Amr
îbni As (R.A.), Resûl-i Ekrem (S.Â.V.) vefat edinceye kadar bu görevine devam
etti.
Amr İbni Âs (R.A.),
Hz. Ebû Bekir (R.A.)'in hilâfeti sırasında, önce Umman'daki mürtedleri (=
İslâm dininden ayrılan kimseleri) yola getirdi. Sonra da Hz. Ebû Bekir (R.A.)
tarafından Medîne'ye çağırıldı.
Amr İbni Âs (R.A.),
Medine'ye gelince, Hz. Ebû Bekir (R.A.) tarafından Benî Kadaa kabilesini yola
getirmek üzere görevlendirildi. Amr îbni Âs (R.A.), irtidad etmiş bulunan bu
kabilenin de yeniden İslâm'a dönmelerini temin etti. Sonra, yine Umman'a
döndü.
Daha sonra, irtidad
kargaşalarını bastırmış bulunan Amr İbni Âs (R.A.), Hz. Ebû Bekir (R.A.)
tarafından Irak ve Şam'ın fethinde görevlendirildi.
Hicrî 13 yılında Ecâdin
muharebesini yaptı ve Bizanslıları mağlup etti. Bu savaştan sonra,
müslümanlara Şam yolu açılmış oldu.
Şam'ın fethinden
sonra, İslâm ordusu, Fahl ve Yermük savaşlarını yaptı. Bizans ordusuna karşı
üst üste zaferler kazanıldı ve yeni yerler fethedildi.
Amr İbni Âs (R.A.),
Kudüs'ü kuşatmıştı. Kudüs hükümdarı, halife'nin bizzat gelmesi hâlinde, şehri
teslim edeceğini bildirdi. Bunun üzerine Hz. Ömer (R.A.), geldi ve Kudüs, sulh
ile müslümanla-rın eline geçmiş oldu.
Filistin'in fethi
tamamlanınca, Hz. Ömer (R.A.), Amr İbni Âs (R.A.)'ı Filistin'e vali tâyin etti.
Amr İbnî Âs (R.A.),
halifeden izin alarak Mısır'ı fethe başladı. Mısır'a girdi ve bir çok savaştan
sonra Mısır'ı tamamen fethetti.
Amr İbni Âs (R.A.).
Mısır'dan sonra Kuzey Afrika'ya yöneldi. Trablusgarb ve Siyre'yi fethetti. Bu
durumu halifeye bildirdi ve Tunus, Cezayir ve Fas'ın fethi için de izin istedi.
Fakat, "daha
fazla ileri gitmenin mahzurlu olacağı; orada kalmanın daha uygun olduğu"
halife tarafından kendisine bildirilince, Amr İbni Âs (R.A.) daha fazla
ilerlemedi.
Amr İbni Âs (R.A.)
hazretleri, Hz. Osman (R.A.) tarafından Mısır valiliğinden alındı. Medine'ye
döndü ve Hz. Osman (R.A.)'a müşavir oldu.
Amr İbni Âs (R.A.)'ın
Sıffîn savaşı hakkındaki içtihadı, Hz. Muaviye'nin içtihadına uygun düştü. Hz.
Muâviye'nin hilâfeti sırasında, Amr İbri Âs (R.A.) yemden Mısır'a vali tâyin
edildi.
Amr İbn Âs (R.A.),
vefat edinceye kadar bu görevde kaldı.
Amr îbni Âs (R.A.),
hemen hemen bütün ömrünü savaş meydanlarında geçirmiştir. Bundan dolayı, ilimle
fazla uğraşmadı.
Ancak, Amr ibni Âs
(R.A.), çok temiz ve fasih bir arapça ile Kur'ân-ı Kerim okur ve bundan derin
bir zevk duyardı.
Savaştan fırsat
buldukça, halka öğüt verir ve Peygamber (S.A.V.) Efendimizin söz ve
davranışlarını anlatırdı. Özellikle, dünyaya fazla bağlı olmamanın gerektiği
hususunda ısrarla dururdu.
Ayrıca, Amr îbni Âs
(R.A.), bazı fıkhı mes'elelerde kıyâs ve ictihadlarda bulunmuştur.
Amr îbni Âs (R.A.),
zamanın en iyi edip ve hatiplerindendi. Kısa ve özlü yazar, mükemmel teşbihler
yapardı.
Şa'bî şöyle diyor:
—"İslamiyet
döneminde dört arap dahîsi vardır. Amr îbni Âs bunlardan biridir. O, çetin
günler içindir."
Amr îbni Âs (R.A.),
hayırlı işlerde çok aceleci ve atak idi. Bu özelliği, savaşlarda daha çok belli
olurdu.
Hz. Amr, sadece savaşlarda
değil, devlet idaresinde de dâhi idi. Memleket idaresi, mahkemelerin tanzimi,
vergi toplanması gibi işlerde de çok büyük başarılar göstermiştir.
An» İbni Âs (R.A.),
ülkenin imarında da mühim işler başarmıştır. Bu arada, Fustat şehrinde, ilk
defa, minaresi bu günkü Anadolu Camilerinin minarelerine benzeyen bir cami
inşa ettirdi.
Kahire ile Kızıldeniz
arasında 19 kilometrelik bir kanal açtırarak, Hicaz bölgesine, gemilerle
yiyecek şevketti.
Birisi, Amr îbni Âs
(R.A.) hazretlerine sordu:
—"Siz, akıllı bir
adamdınız, niçin İslama girmekte geciktiniz?
Şu cevabı verdi:
—"Biz, yaş ve
bilgi bakımından, bizim önümüzde bulunan insanlarla beraberdik. Onların
yalancılıkları ise akılsızlık derecesinde idi. Resûl-i Ekrem (S.A.V.) Peygamber
olarak gönderilince, bunu kabul etmediler. Bu ise, hepimize tatlı geldi.
O insanlar gidip, sıra
bize gelince, düşündük inceledik ve Hakkın çok açık olduğunu gördük. Böylece,
İslâm kalbime yerleşti. Peygamber (S.A.V.)'in "öldükten sonra, —bu
dünyada iken— iyilik yapanlara, iyilik; kötülük yapanlara ise kötülük
yapılacağı" sözünü, içimde doğru buldum. Bozuk ve bâtıl olan bir şeye
devam etmekte hiç bir fayda görmedim."
Amr Ibni Âs (R.A.)
hazretleri, Kureyş'in zâhid ve sâlihlerin-dendir. Hakkında Resûl-i Ekrem
(S.A.V.) Efendimizin büyük teveccühleri tecellî etmiştir.
Amr Ibni Âs (R.A.)
hazretlerinden 37 hadîs-i şerîf rivayet olunmuştur.
Amr İbni Âs (R.A.)
hazretleri vefat edince, cenaze namazını oğlu Abdullah kıldırdı. Vefatı, hicrî
43 (milâdî 664) yılının ramazan bayramının birinci gününe rastlamıştır. [64]
Amr îbni Dinar,
tabiînin meşhurlarından, fakiyh ve sika bir zattır.
Künyesi Ebû Muhammed
el-Mekkî'dir.
Aslen İranlı olup,
Cümh kabilesinin azadlılarmdandı.
Amr İbni
Dinar'ın doğum yeri
ve doğum tarihi bilinmemektedir.
Kuvvetli rivayete
göre, hicrî 126 tarihinde vefat etmiştir.
Amr îbni Dinar,
Abdullah îbni Abbas, Abdullah İbni Ömer gibi ashâb-ı kiramın ileri
gelenlerinden ve Sa'd İbni Müseyyeb, Atâ gibi tabiînden hadis dinleyip
rivayette bulunmuştur.
Amr îbni Dinar, sika
bir hadis imamıdır.
Amr İbni Dinar'dan da,
tâbiî'nin büyüklerinden İmâm-ı A'-zam Ebû Hanîfe, Katâde İbni Diâme, Eyyüb
Sahtiyanı, Şu'be îbni'l-Haccâc, Süfyân İbni Dinar, Süfyân İbni Ziyâd Asfurî,
Hammad îbni Seleme, Hammad İbni Zeyd gibi büyük âlimler hadîs-i şerif öğrenmiş
ve rivayet etmiştir.
Amr îbni Dinar,
fıkıhta da müctehid bir imamdı. Ve zamanında Mekke-i Mükerreme müftisi idi.
Amr İbni Dinar
hazretleri, müslümanlar arasında her yönü ile tanınır ve çok sevilirdi. Ahlaken
de zamanın en seçkin s im alarmdandır.
Hadis âlimlerinden
Şu'be Îbni'l-Haccâc, Amr İbni Dinar üzerine hiç biri kimseyi takdim ve tercih
etmezdi, ve: "Hadis-i şerifler hususunda Amr îbni Dinar'dan daha emin bir
kimse görmedim." buyurdu.
îbni Müceyh de şöyle
demiştir:
—"Ben, İbni
Dinar'dan daha fakiyh kimse görmedim."
Ahmet İbni Hanbel ve
Yahya tbni Main, Amr îbni Dinar'ı Katâde'ye tercih ve takdim etmişlerdir.
Amr îbni Dinar, çok
ibadet ederdi. Geceleri üçe böler; üçte birinde hadis okur, üçte birinde uyur
ve üçte birinde namaz kılardı. [65]
Amr İbni Haris Ebû
Umeyye el-Ensârî, Mısır'ın büyük âlimlerinden biridir.
Amr Ibni Haris, fıkıh
ve hadis ilimlerinde yüksek bilgi sahibi bir âlimdir.
Hadiste hafız idi.
Amr İbni Haris hicrî
148 yılında Mısır'da vefat etmiştir. [66]
Amr îbni Seleme, Ebû
Büreyd Ibni Seleme îbni Kays, ashâb-ı kiramın gençlerinden idi.
Amr İbni Seleme,
sonradan Basra'da ikâmet etmiştir. Kendisi fakıyh ve muhterem bir zât idi.
Amr İbni Seleme'nin
nisbeti Cermî İdi, [67]
Ebû Meysere Amr bin
Şürahbîl el-Hemdânî tabiînden, fakıyh ve sâlih bir zat olup, Kûfe'lidir.
Amr İbni Şürahbil
(R.A.), Kur'ân-ı Kerimi, Abdullah İbnü Mes'ûd (R.A.) hazretlerinden teallüm
etmiş ve Hz. Ömer (R,A.)'den de hadis rivayetinde bulunmuştur.
Amr İbni Şürahbîl
(R.A.) hazretlerinden de, Ebû Vâil ve Ebû İshâk es-Sebiî hadis rivayet
etmişlerdir.
Amr İbni Şürahbîl
(R.A.), Ubeydullah îbni Ziyâd'ın valiliği sırasında vefat etmiş, ve cenaze
namazını Kadı Şureyh kıldirmıştır. [68]
Atâ-i Horasânî,
tabiînin ileri gelenlerinden büyük bir tefsir ve hadis âlimidir.
İsmi: Atâ îbni
Meysere, Ebû Eyyûb İbni Ebî Müslim el-Belhî'dir.
Atâ-i Horâsâni'nin
hadis-i şerif rivayet etmiş bulunduğu sahabelerden bazıları şunlardır.
Abdullah İbni Abbas,
Adiy İbni Adiy el-Kindî, Muğîre bin Şu'be, Ebû Hureyre, Ebû'd-Derdâ, Enes İbni
Mâlik, Ka'b îbni Ucre, Mu-âz îbni Cebel.
Atâ-i Horasânî*den
hadis-i şerif rivayet eden meşhur âlimlerin bir kısmı da şunlardır:
İmâm Mâlik, Evzâî, Atâ
İbni Rebâh, Dahhak İbni Müzâlim, İshak îbni Useyd el-Horasânî, Dâvüd İbni Ebî
Hind.
Atâ bin Ebî Müslim
hazretlerinin rivayet silsilesinde yer almış bulunduğu hadîs-î şerifler;
Sahih-i Müslim, Sünen-i Ebî Dâvûd, Sünen-i Tirmizî, Sünen-i Nesâî ve Sünen-i
İbni Mâce'de yer almıştır.
Atâ-i Horasânî, ilmi
ile âmil olan mübarek bir zattır. [69]
Atâ İbin Ebî Rebâh,
tabiînin büytiklerindendir. Fıkıh, tefsir ve hadis ilimlerinde büyük bir âlim
idi.
Babası Ebû Rebâh'm
ismi Müslim'dir ve Hz. Ömer (R.A.) zamanında Mekke âmili bulunan İbni Heysem
el-Fehrî'nin azâdlısıdır. Bu sebeble Ebû Rebâh'a Müslim el-mekkî el-Kureşî
denir.
Atâ, Habeşistan asıllı
olduğundan siyah renkli bir zât idi. Atâ İbni Ebî Rebâh hazretleri hicrî 27
tarihinde Mekke'de doğmuş ve hicrî 115 tarihinde yine Mekke'de vefat etmiştir.
Atâ İbni Ebî Rebâh
hazretleri, zamanında Mekke-i Mükerre-menin en ileri fakıyhı idi. Fetva işleri
kendisine havale edilmişti.
Atâ, hadis sahasında
da büyük bir âlimdir.
Atâ İbni Ebî Rebâh
hazretleri, iki yüz kadar sahabiye yetişmiş ve Hz. Âişe, Abdullah İbni Ömer,
Abdullah İbnü Abbas, Abdullah İbnü Câbir, Abdullah İbni Zübeyr Usâme İbni Zeyd,
Câbir İbni Abdullah, Zeyd İbni Erkânı gibi bir çok sahâbiden hadis-i şerîf
rivayet etmiştir.
Kendisinden de Ebû
İshâk, Mücâhid, Zührî, Amr İbni Dînar İlim öğrenmişlerdir.
İmâm-i A'zanvEbü
Hanîfe, Eyyüb Sahtiyanı, Ebû Zübeyr, Hakem İbni Uteybe, A'meş, Hüseyin
el-Muallim, İbni Cüreyc, Evzâî gibi zatlar da, Atâ İbni Ebî Rebâh'tan rivayette
bulunmuşlardır.
Abdullah İbnü
Abbas'tan sonra, tedris kürsüsü Atâ İbni Ebî Rebâh'a intikal etti.
Abdullah İbnü Abbas
(R.A.), başka bir rivayete göre ise Abdullah İbnü Ömer (R.A.), kendisinden
fetva isteyen kimselere: "Ey Mekke'liler! Sizin yanınızda Atâ bulunduğu
hâlde, niçin benim başıma toplanıyorsunuz?" demiştir.
İmâm-ı A'zam Ebû
Hanîfe (R.A.): "Ben, Atâ'dan daha faziletli bir kimse görmedim."
buyurmuştur.
İmâm Şafiî (R.A.)
şöyle buyurmuştur.
—"Tabiîn
arasında, hadise en çok ittiba eden Atâ'dır. Atâ İbni Ebî
Rebâh, fıkıh silsilesinde, safîlerin meşâyihi arasındadır.
İbni Sa'd, şöyle
buyurmuştur.
—"Mekke-i
Mükerremeliler, fetva almak için Atâ İbni Ebî Rebâh ile Mücâhid'e giderlerdi.
Fakat Atâ İbni Rebâh'a gidenler daha fazla idi. O, fıkıh ilminde derin, çok
hadis-i şerif rivayet eden, sika bir âlimdir."
Abdülaziz îbnü Refî
anlatıyor:
Atâ îbni Ebî Rebâh'a
bir mes'ele soruldu. O:"Bihniyorum." derdi. "Kendi görüşüne göre
bir şey söyleyiversen olmaz mı?" dediler; bunun üzerine Atâ: "Böyle
bir şey yapmaktan Allahu Teâlâ'-dan haya ederim." buyurdu.
Seleme îbni Küheyl
şöyle diyor:
—"Şu üç zâtın,
ilmi, Allah rızası için istediğini gördüm: Atâ, Mücâhid ve Tavus.
Ebû Âsim Sekafî, Ebû
Ca'fer'in şöyle dediğini naklediyor: —"Atâ îbni Ebî Rebâh'a iyi sarılınız,
Ondan çok istifâde ediniz." [70]
Tabiînin ileri
gelenlerinden âlim bir zattır.
Künyesi Ebû Muhammed
el-Medinî'dîr. Hilâli lakabı ile de tanınmaktadır.
Atâ İbni Yesâr,
ümmü'l-mü'minîn Meymûne binti'l-Hâris hazretlerinin azadlılarındandır.
Atâ İbni Yesâr,
ashâb-ı kiramdan pek çok zât ile görüşmüş ve bunlardan ilim almıştır. İbni
Mes'ûd, îbni Ömer, İbni Abbas ve Ebû Hureyre (R.A.) bunlardandır.
Atâ İbni Yesâr'dan
ilim öğrenen ve hadis-i şerîf rivayet eden zâtlardan bir kısmı ise şunlardır:
Ebû Seleme îbni
Abdurrahman, Muhammed İbnü Ömer ibni Atâ, Muhammed îbni Amr İbni Halhala,
Hilâl, İbni Ali, Zeyd îbni Eşlem, Şüreyk İbnü Ebî Nemr, Amr İbnü Drnâr.
Atâ İbni Yesâr
hazretleri, kıraat (= Kur'an-ı Kerimi okuma) ilmini de en iyi bilenlerden biri
idi.
Atâ ibni Yesâr, hadis
ilminde de sıka bir âlimdir ve çok sayıda hadîs-i şerif rivayet etmiştir.
Atâ İbni Yesâr, çok
güzel konuşur ve halka daima nasihatta bulunurdu.
Atâ îbni Yesâr,
Medine'de doğmuş ye hicrî birinci asrın sonuna doğru İskenderiyye'de vefat
etmiştir. [71]
Atıf Mehmet Efendi,.
Kuyucaklı-zâde Mısır Mollası Abdur-rahman Nafiz Efendi'nin oğludur.
Atıf Mehmet Efendi,
İstanbul'dan ilim tahsil ettikten sonra, Mısır'a gitmiş ve orada müfessir Şeyh
İbrahim es-Saka'dan tefsir ve hadis okumuştur.
Fakıyh, edib ve şâir
bir zat olan Atıf Mehmet Efendi, istanbul'a döndükten sonra, müderris olmuş ve
yetiştirdiği talebelere icazet verme mutluluğuna da erişmiştir. Bulunduğu son
görev, Evkâf-ı Hümâyun Meclisi idaresi Reisliğidir.
Kuyucaklı-zâde Atıf
Mehmet Efendi, daha genç yaşta iken, hicrî 1316 yılında vefat etmiş ve
Süleymâniye Camii Avlusuna defnedilmiştir. [72]
l-) Mecelle
Şerhi
Atıf Mehmet Efendi,
Mecelle'nin Şirket Bahsi'nin sonuna kadar, kısa fakat faydalı bir şerh
yazmıştır.
2-) el-İmdâd
bi-M arif eti Uluvvi'l-İsnâd
Âtif Mehmet Efendi, bu
eseri ile, kendisinden ders aldığı âlimlerin ilmî zincirlerini bildirmiştir.
Bu eserler
basılmıştır.
3-) Arazî
Kânunu Şerhi
Ayrıca, bazı
meş'elelerin halli ile ilgili risaleleri vardır. [73]
Attâbî Ahmet İbni
Muhammed, büyük bir tefsir ve fıkıh âlimidir. Hanefî fukahâsmın ileri
gelenlerindendir.
Künyesi: Ebû Nasr;
ismi ise: Ahmet İbni Muhammed İbni Ömer'dir.
Buhârâ'da, Attâbiyye
Mahallesinde doğduğu için Attâbî ve Buhârî diye anılır.
Attâbî merhuma, İmâm
ve Zeynüddîn lakâbları verilmiştir.
İmâm Attâbî, hicri 586
(milâdî 1190) yılında Buhârâ'd vefat
etmiş ve Kelâbâd'daki Yedi Kadı Kabristam'na defnedilmiştir.
Tahsile, âlet,
ilimlerini ve temel din bilgilerini öğrenerek baş-lıyan Ebû Nasr Attâbî, Arabî
ilimler, tefsir ve fıkıh konularında bir çok büyük âlimlerden ders aldı.
Dört mezhebin
inceliklerini öğrenen Zeynüddin Attâbî, hane-fî fıkhının usûl- ve furûunda
derin bilgi sahibi oldu.
Attâbî Ahmet İbni
Muhammed, İmam Muhammet (R.A.)'in eserlerini açıkladı ve şerhetti.
Attâbî merhum, dünya
malına kıymet vermeyen, çok eömert ve güzel ahlâklı bir zât idi.
İslâm'a hizmet için
gayret eder ve isteyen herkese dini bilgileri öğretirdi.
Halka devamlı
nasihatte bulunur; Aİlahu Teâjâ'mn emir ve ya saklarım açıklardı.
İmâm Zeynüddîn Ahmet
İbni Muhammed Attâbî, pek çok talebe yetiştirdi. Onun ilminden istifâde eden
meşhur hanefî âlimleri arasında şemsü'l-eimme Kerderî ve Hâfizü'd-dîn gibi
zâtlar da vardır. [74]
İmâm Ahmet îbni
Muhammed Attâbî İmâm-ı A'zam Ebû Ha-nîfe (R.A.)'nin büyük talebelerinden olan
ve "hanefî mezhebinin muharriri" diye anılan, İmâm Muhammed Şeybânî
(R.A.) hazretlerinin eserlerini şerhetmiştir. Eserlerinin başlıcaları
şunlardır:
1-) Şerhu
Camii'I-Kebir
2-) Şerhu
Camii's-Sağîr
3-) Şerha
Ziyâdât
4-)
Muhtasaru'l-Câmi
5-)
Cevâmiü'1-Fıkh = Fetâvâyi Attâbiyye
6-) Tefsiri
Attâbî
Attâbî merhum, îmâm
Muhammed (R.A.)'in Ziyâdât'ıni şerh ederken Vasiyetler kısmında matematikle
ilgili bilgiler de vermektedir. [75]
Sahâbe-i kiramdan ve
Benî Ümmiyye'den sâlih, fâzıl, fakıyh ve idareci bir zattır.
Attab İbni Esîd
(R.A.), Mekke-i Mükerreme'nin fethedildiği gün müslüman oldu ve Peygamber
(S.A.V.) Efendimiz tarafından Mekke-i Mükerreme'ye vali tâyin edildi. Attâb
İbni Esîd hazretleri, bu tarihte henüz yirmi yaşlarında bir delikanlı idi.
Attâb İbni Esîd (R.A.)
hazretleri, Mekke-i Mükerremenin fethinden itibaren, Hz. Ebû Bekir (R.A.)'in
irtihâline kadar, valilik görevini sürdürmüştür.
Hz. Ebû Bekir
(R.A.)'in irtihâli haberi Mekke-i Mükerreme'ye geldiği gün, Attâb İbni Esîd
(R.A.) hazretleri de vefat edip, rahmet-i Rahmana kavuşmuştur. Bu da, hicrî 13
tarihine rastlamaktadır. [76]
Aynî Bedru'ddin Ebû
Muhammed Mahmut îbni Ahmet el-Aymtâbî, hanefi fukahâsmdan muhaddis ve edip bir
zattır.
Aslen Halep'lidir.
Babası Antep'te kadı iken, orada doğmuştur. Bununla beraber, Halep'te veya
Mısır'da doğmuş olduğu da rivayet edilmektedir.
Aynî merhum, Haieb'de,
Şam'da ve Kâhire'de pek çok âlimlerden ders okumuş ve özellikle Alâüddin Seyrâfî
ile Zeynüddin Irâ-kî'den çok istifâde etmiştir.
Hicrî 801 senesinde
Hanefî kadılığına ve Müeyyediyye'de hadis; Mahmudiyye'de fıkıh müderrisliğine
tayin edilmiştir.
Camii Ezher civarında
bir mescid yaptırarak, kitaplarını oraya vakfetti. [77]
Aynî merhumun çok
kıymetli eserleri vardır ve başlıcaları şunlardır:
1-)
en-Nihâye fi Şerhı'l-Hidâye
2-)
Remzü'I-Hakâık fi Şerhi Kenzi'd-dekâik
3-) Râbakâtii'l-Hanefiyye
4-)
Umdelü'1-Kâri fi Şerhi'1-Bnhârî
5-)
Tabakâtu'ş-Şuarâ
6-) Şerhu
Maâni'1-Âsar
Aynî merhum hicrî 762
tarihinde doğmuş ve 855 de vefat etmiştir. Kendi yaptırdığı medresenin
bahçesinde medfundur. [78]
Bedi îbni Mansur, Kadı
Fahrüddin el-Kuzebnî, hanefî fuka-hâsından büyük bir zattır. Fahru'l-Eimme diye
anılır.
Necmü'l-Eimmetü'l-Buhârî'den
fıkıh tahsil etmiş olan Bedi İbni Mansur, zamanında fetva reisi olarak görev
yapmıştır.
Kinye sahibi Muhtar
İbni Mahmud ez-Zâhidî ve diğer bazı fakıyhler, Bedi İbni Mansur'dan fıkıh
tahsil etmiştir.[79]
Bedi İbni Mansur'un
el-Babrül-Muhıyt adında bir eseri vardır. Münyetü'l-Fnkahâ diye de bilinen bu
eser, furuu fıkha aittir.
Bedi İbni Mansur'un
hicrî 620 yılında Sivas'ta mukim bulunduğu kaydedilmektedir. [80]
Ebû Ca'fer Ahmet İbni
Ali İbni Muhammed Beyhekî, büyük bir fıkıh âlimidir. Kendisi Caferek diye
maruftur.
Ebu Ca'fer Beyhekî,
Nahiv, Lügat ve tefsir ilimlerinde imâm idi.
Ebû Ca'fer Beyhekî,
hicrî 544 tarihinde vefat etmiştir. [81]
1-)
el-Muhıyt
Bu eser, Kur'ân-ı
Kerim'in lügatleri ile ilgilidir.
2-)
Tâcü'l-Masâdir fi-Müga
Bu eser de, Kur'ân-ı
Kerîm ve hadîs-i şeriflerin mastarları hakkındadır.
3-)
Yenâbiü'1-Lüga. [82]
Beyhekî İsmail İbni
Hüseyn, hanefî fakiyhlerindendir. Künyesi: ebû'l-Kâsım'dır. [83]
İsmail Beyhekî'nin
Kitâbü'ş-Şâmil adında bir eseri vardır. Beyhekî, bu eserinde Mebsût ile Ziyâdai
kitaplarındaki mes'eleleri ve fetvaları cem etmiştir. Bu eser, iki cilttir ve
çok faideli bir kitaptır. [84]
Bezzazı Hafizü'd-dîn
Muhamııı d İbni Muhammed el-Kerdcri, Hanefî fu-kahâsından büyük bir âlim olup,
Harzem'lidir.
Kerderî, bir aralık
Kırım'a gitmiş ve orada iki yıl kaldıktan sonra
memleketine dönmüştür.
Beîzââ'nin doğum yeri
olan Kerder, Harzem'de bir köydür.
Kerderî, Kırımdan
döndükten sonra, bir aralık Osmanlı ülkesine gelmiş ve Şemseddin Fenari île
görüşmüştür. İki âlim çeşitli konularda mülakatta, mübâhasede bulunmuşlardır.
Kerderi'nin Bezzâziyye
adındaki fetva kitabı, muteber bir kitabtır.
Bezzâziyye'ye,
müellifi el-Câmiu'1-Vecîz adım vermiştir. Bu eser Ker-derî'nin Vecizi şeklinde
de anılır.
Keşfü'z-Zünûn'da
zikredildiğine göre, Şeyhu'l-İslâm Ebû Suud Efendiye: "Niçin mühim
rnes'eleleri toplayıp, mühim bir eser telif etmiyorsun?" denilmiş ve O:
"Bezzâziyye kitabı varken, onun müellifinden haya ederim. Çünkü O, mühim
meseleleri gerektiği gibi ihtiva eden bir şerefli kitaptır." demiştir.
Bezzââ'nin
Menâkıbü'1-İmâm Ebî Hanîfe isimli bir eseri daha vardır. [85]
Bilâl İbni Ebî'd-Derdâ
el-Ensârî, tabiînin ileri gelenlerinden bir zattır.
Bilâl İbni Ebî'd-Derda
büyük bir fıkıh âlimi ve sıka bir mühaddisti,
Şam'da kadılık
yapmıştır.
Bilâl İbni Ebî'd-Derda
hicrî 92 tarihinde vefat etmiştir. [86]
Bilâl İbni Rebâh
(R.A.), kölelerden, İslâm şerefine ilk nail olan zâttır.
İsmi: Bilâl İbni Rebah
el-Habeşî, künyesi ise Ebû Abdullah veya Ebû Abdülkerîm'dir.
Bilâl-i Habeşî (R.A.),
Mekke-i Mükerreme'de, müşriklerin ileri gelenlerinden olan Ümeyye İbni Halefin
kölesi idi. O, zorbalıkla köle edilenlerdendi. Annesi de köle yapılmıştı.
Bilâl-ı Habeşî diğer
kölelerden çok farklı idi. Ticâretten iyi anlayan dürüst ve mert bir kimse
idi. Sesi de çok güzeldi. Sahibi Ümeyye îbni Halef, bu vasıflarından dolayı,
Bilâl-i Habeşi'ye farklı muamele ederdi.
Bilâl-ı Habeşî, Hz.
Ebû Bekir (R.A.)'in davet ve teşviki ile müs-lüman oldu.
Bilâl-ı Habeşî (R.A.),
müslüman olduktan sonra, hayatında bambaşka bir safha başladı. Artık o, hak ile
bâtıl arasındaki çetin mücadelenin azimli bir kahramanı ve yalnız bir mücâhidi
idi.
Bilâl-ı Habeşî'nin
müslüman olduğunu öğrenen Ümeyye bin Halef, büyük bir dehşete kapıldı ve ne
yapacağını şaşırdı. O'nu dininden döndürmek için her çareye baş vurdu ve en
ağır işkenceleri yapmaya başladı. Yoruluncaya kadar döver; öğle vaktinde Arabistan'ın
yakıcı sıcağı altında» elbiselerini soyup, —bazen yüz üstü, bazen sut üstü—
sıcak kumlara yatırıp, üzerine ağır taşlar koyardı. Bilâl-i Habeşî'nin vücudu
sıcak kumlardan yanar; ağır taşlar altında nefesi kesilirdi. Bu korkunç
işkenceler altında dahi O: "Allah bir"; "Allah bir" demeye
devam ederdi. Sonra Ümeyye bin Halef, sonra, O'-nun boynuna ip takar ve
çocuklara sürükletirdi.
Bilâl'e işkence
yapıldığı günlerin birinde, Peygamber (S.A.V.) efendimizi, o civardan
geçiyordu. O'nun hâlini görerek üzüldü ve O'na: "Allahu Teâlâ'nm ismini
söylemek seni kurtarır." buyurdu. Daha sonra, Bilâl-i Habeşî'nin çektiği
işkenceyi, Hz. Ebû Bekir (R.A.)'e söyleyerek: "Çok üzüldüm." buyurdu.
Bunun üzerine, Hz. Ebû
Bekir (R.A.) gidip, Ümeyye bin Haleften, Bilâl-i Habeşî'yi satın almak istedi.
O, satmaya razı olmadı; ancak Hz. Ebû Bekir'in kölesi Âmir'le
değiştirebileceğini" söyledi. Hz. Ebû Bekir (R.A.), O'nun istediği köleyi
vererek, karşılığında Bi-lâl'i satın aldı ve O'nu, o korkunç işkenceden
kurtarıp, Peygamber (S.A.V.) efendimizin huzuruna getirdi. Ve:
—"Yâ Resûlallah!
Bilâl'i bu gün, Allah rızası için azâd ettim." dedi.
Bu duruma, Rasûl-i
Ekrem (S.A.V.) Efendimiz çok sevindi ve Hz. Ebû Bekir (R.A.)'e çok duâ buyurdu.
Bilâl azat edildikten
sonra, hicrete kadar Peygamber (S.A.V.) Efendimizin yanından ayrılmadı.
Hicretten sora, İslâm
hızla gelişiyor ve bu gelişmede herkes üzerine düşen görevi, büyük bir
gayretle ve aşkla yapıyordu. Bilâl-i Habeşî de, diğer müslümanlar gibi mühim
hizmetler yapıyordu. En mühim hizmetlerinden biri Fahr-i Kâinat (S.A.V.) Efendimize
müezzinlik yapmasıdır. O, Peygamber (S.A.V.) Efendimizin yanından ayrılmamış;
hazerde ve seferde müezzinliğini yapmıştır.
Bilâl-i Habeşî (R.A.),
Peygamber (S.A.V.) Efendimizin bütün gazvelerine iştirak etmiştir.
Bilâl-i Habeşî
(R.A.)'den, Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Ali gibi ileri gelen sahâbîlerle,
tabiînden pek çok zat hadîs-i şerif rivayet etmiştir.
Hz. Ömerü'l-Fâruk
(R.A.) şöyle demiştir:
—"Ebu Bekir
seyyidimizdir; seyyidimiz (yani Bilâl-i Habeşî)'yi azad etmiştir."
Bilâl-i Habeşî (R.A.)
hazretleri, Peygamber (S.A.V.) Efendimizin (başka bir rivayette ise, Hz. Ebû
Bekir (R.A.)'in irtihâlinden sonra, cihâd için Şam'a giderek, ömrünün bundan
sonraki kısmım orada geçirmiştir.)
Bilâl-i Habeşî (R.A.),
Peygamber (S.A.V.) Efendimizden pek çok hadîs-i şerif rivayet etmiştir.
Bilâl-i Habeşî
(R.A.)'in sesi çok güzel ve tesirli idi. Ezan okuduğu zaman, ağlamayan
kalmazdı.
Hz. Ömer (R.A.), Şam'a
gelince; O'nun isteği üzerine, Bilâl-ı Habeşî ezan okumuş ve bütün İslam
mücâhitlerini ağlatmıştır.
Daha sonra, Bilâl-i
Habeşî (R.A.) Medîne'yi ziyaret ederken, Hz. Hüseyin (R.A.)'in ricası üzerine,
bir sabah ezanı okumuş, Peygamber (S.A.V.) Efendimizin müezzininin ezan
okuyuşunu duyan Medine halkı sokağa çıkıp O'nu dinlemiş ve Rasûlullah (S.A.V.)
dirildi sanmıştı. Peygamber (S.A.V.) Efendimizin vefatından sonra, bu iki
defanın dışında ezan okumamıştır.
Bilâl-i Habeşî (R.A.)
hazretleri, hicri 20 (milâdi 641) yılında, Şam'da vefat etmiş ve Bâbii's-Sağîr
denilen mevkide defnedilmiştır. [87]
Burhânüddin el-Buhâri
Mahmud İbni Sadr-i Saîd Tâciiddin Ahmed, Hanefi Fukahâsından meşhur bir
âlimdir.
Burhânüddin el-Buhâri,
babası Tâciiddin ile amcası Sadr-i İjehîd Ömer'den ilim öğrenmişdir.
Kendisi, m ite (eh id
fi'l-raesâil sayılmaktadır. [88]
Bir çok kıymetli eser
yazmıştır. Başlıca eserleri ise şunlardır:
1-)
EI-MuhrynV[-Biirhânî
2-)
Zahîretü'l-Fetâvâ
3-)
Et-Tecrîd
4-)
Telimmetü'l-Felâvâ
5-)
el-Vâkıât
6-)
Et-Tarîkatii'l-Bürhâniyye
7-) Şerh-ı
Edebi'I-Kaza li'1-Hassâf
Burhânüddin el-Buhârî,
hicri 544 tarihinden sonra vefat etmiştir. [89]
Mevlâna Haydar İbni
Muhammed, Burhaneddin Herevî, al-lame Taftazânî'nin taiebelerindendir.
Burhaneddin Herevî,
Sultan Çelebi Mehmed zamanında zuhur eden Simavva Kadısı oğlu Şeyh Bedreddin'in
idamına fetva vermiştir. [90]
Burhaneddin Herevî'nin
başlıca eserleri şunlardır:
1-) Şerhu
İzah
2-) Şerhu
Ferâzi Sirâciye
3-)
Taftazânî'nin Keşşaf Haşiyesi'ne Ta'lik
Burhaneddin Herevî,
hicrî 830 tarihinde vefat etmiştir. [91]
Ali İbni Ebî Bekr
Burhânüddin Merginanî, hanefî fukahâsı-nın en meşhurlarından biridir.
Mergivan, Fergâne'de
bir beldenin adıdır. Merginanî merhum, zühd ve takva sahibi, müdekkık, edib,
şair ve hilâfiyyata (= âlimler arasındaki ilmî ihtilaflara) vâkıf bir zât idi.
Burhânüddin
Merginanî'nin fıkıh öğrendiği üstadlarından şunları sayabiliriz:
1-)
Müftî's-sakaleyn Necmüddin Ebû Hafs Ömer en Nesefî
2-)
Sadr-Şehîd Hüsâmüddîn
3-)
Şemsüddin Serahsî'nin talebesi Ebû Ömer el-Beyhekî.
Burhanüddin Merginanî,
ashâb-ı tercihten veya müctehid fî'l-mezhep sayılmaktadır.
Merginânî'den fıkıh
tahsil etmiş bulunan meşhur âlimlerden bir kısmı da şunlardır:
1-) Oğlu,
Şeyhül-îslâm Celâlüddin Muhammed.
2-) Oğlu,
Nizâmüddin Ömer
3-)
Şeyhu'l-îslâm İmâdüddin İbnü Ebû Bekir. Bu zat da, Merginanî merhumun oğludur.
4-)
Şemsü'l-Eimme Kerderî
5-)
Celâlüddin Mahmut İbni Hüseyin Üstrüvşenî.
6-)
BurhâmVl-İslâm Zencûrî.
Merginanî merhum
bunların dışında da çok sayıda âlim yetiştirmiştir.
Merginanî merhumun
talebelerinden Burhânü'l-îslâm Zencürî, Ta'limü'I-Müteallim adlı eserinde şöyle
diyor:
"Hidaye Sahibi,
büyük imâm, bana şu (mealde bir) şiiri okudu; Hayasız âlim, âlemde büyük bir
fesattır./Ondan daha büyük fesat ise, câhil âbiddir./Din yönünden bunları
örnek alan kimse ise, / İki dünyada da büyük zarardadır." [92]
1-) Hidâye:
Hidâye, fıkıhla
uğraşan herkesin baş vurduğu bir kitaptır. Yazıldığı târihten i)u güne kadar
değerini koruyan bu kıymetli eserin pek çok şerhi vardır.
2-)
Bidâyetü'l-Mübtedî
Merginanî merhum, bu
kitabın başında şöyle demektedir:
"İlk
zamanlarında, içinde fıkhın her konusu bulunan, hacmi küçük olmasına rağmen
içindeki ilim çok olan bir kitap olsun istedim. Kudûrî'nin muhtasarını buldum.
Bu, gerçekten özlü ve güzel bir kitaptı.
Ayrıca, zamanımızın
büyük âlimlerinin; küçük, büyük, bütün ilim talebelerini, İmâm Muhammed
(R.A.)'in Câmiu's-Sağîr'ini ezberlemeye teşvik ettiklerini gördüm.
Bu iki kitabı
birleştirerek ve zaruret olmadıkça, bu iki kitabın dışına çıkmamak arzusu ile,
bir kitap yazdım. Ve bu kitabın adını Bidâyetü'l-Mübtedî koydum.
Sonra bu kitabı
şerhettim ve bu yeni kitaba da Kifâyetül-Münlekî
adını verdim.
3-) Kifâyetü'l-Müntekî
Görüldüğü gibi, bu
eser, Bidâyetü'l-Mübtedî'nin genişletilmiş şeklidir.
Merginanî merhum, bu
Kifâyetü'l-MüntehTyi ihtisar ederek, meşhur Hidâye'yi meydana getirmiştir.
4-) Kitâbü't-Tecnîs
5-)
Neşru'l-Mezheb.
6-)
Muhtarâl-ı Mecmuu 'un-Nevâzil
7-) el-Mezîd
8-)
Kitâbül-Ferâiz
9-)
Menâsik-i Hac.
Merginanî merhumun,
bunların dışında, pek çok kıymetli eseri daha vardır.
Merginanî, Buhara
halkı ile Cengiz Han arasında sulh akdi yapmaya memur edildi. Ve bu sulh
yapıldı.
Ancak, Buhara
halkından bir kısmı, bu muahedenin hilâfına hareket ettiler. Cengiz, Buhara'yı
yaktı, yıktı ve ahalisini öldürdü. Bu arada, Merginanî de şehid edilmiştir.
Şehâdeti 593 hicrî (milâdî 1196) yılına rastlar. [93]
Bükeyr İbni Abdillah
Îbni'1-Eşec tabiînden ve Benî Mahzum Kabîlesinin azatlasından Medîne'li bir
zattır. Künyesi Ebû Abdillah'tır.
Bükeyr İbni Abdillah
Mısır'da İkâmet etmiştir.
Bükeyr İbni Abdillah;
Sâib İbni Yezîd ve Rebia İbni İbâd gibi sahâbe-i kiramdan ve Said İbni
Müseyyeb gibi tabiinden rivayette bulunmuş, sika, fakıyh ve sâlih bir zattır.
Ali Îbnü'l-Medenî
şöyle demiştir:
—"Medine-i
Münevvere'de tabiînin ileri gelenlerinden sonra, İbni Şihâb, Yahya el-ensârî
ve Bükeyr îbni Abdillah'tan daha âlim bir zat yoktur."
Bükeyr İbni Abdillah
hicrî 120 yılında vefat etmiştir. [94]
Bükeyr Necmüddin,
Ebû'l-Fezâil et-Türkî, fakıyh ve arif bir zattır.
Ebû'l-Fezâil et-Türkî,
fıkıh ilmini Addurrahman İbnü Şücâ'-dan tahsil etmiştir. [95]
Ebû'l-Fezâil
et-Türkî'nin eserleri şunlardır:
1-) el-Hâvî
Bu eser, muhtasar bir
fıkıh kitabıdır
2-)
en-Nârü'l-Lâmî ve'1-Biirhânü's-Sâati. Bu eser ise, Akâid-i Tahâvî'nin şerhidir
Ebû'l-Fezâil et-Türkî,
hicrî 652 yılında Bağdat'ta vefat etmiştir. [96]
Ebû'1-Fazl Muhammed
bin Muhammed bin Muhammed, Burhan en-Nesefî, hanefî fukahâsmdan, muhaddis bir
zattır.
Burhan en-Nesefî,
tefsir, hadis, kelâm ve usûl ilimlerinde imâm sayılmaktadır.
Burhan en-Nesefî:
hazretleri takriben hicrî 600 tarihinde doğmuş; 686 veya 679 tarihinde
Bağdad'da vefat etmiştir.
Bürhân en-Nesefi
merhum, İmâm-ı A'zam
Ebû Hanîfe (R.A.)'nin türbesi
civarına defnedilmiş. [97]
1-) el-Vâzıh
Bu eser, İmâm
Fahreddin Râzî'nin Mefâtîhu'l Gayb adlı Tefsîr-i Kebîr'inin tclhıysı suretiyle
meydana getirilmiştir. Burhan en-Nesefî, bu eserde, Fahreddin Râzî'nin usûlünü
takip etmiştir.
2-)
el-Mukaddimetü'1-Burhâniyye
Bu kitap, cedel ilmi ile
ilgili kıymetli bir eserdir.
Bu eseri, Şemseddin
Muhammed Semerkandî şerhetmiştir.
Mukaddime'nin
Meârikü'l-Fühûl adında başka bir şerhi daha vardır.
3-)
el-Akâidü'n-Nesefiyye
Bu eser, Ömer
Nesefî'ye de Nisbet ediliyor. Fakat Zürkânî, bunun Burhan en-Nesefî'ye ait
olduğunu tasrîh etmektedir.
Akâidle ilgili bu
meşhur eserin de bir çok şerhleri vardır. [98]
Bürhânü'ş-Şerîa Mahmud
İbni Sadri'ş-Şerîati'l-Evvel, hanefî fukahâsının meşhurİarındandır.
Bürhânü-ş-Şeria, hicrî
673 (milâdî 1274 târihinde vefat etmiştir. [99]
Bürhânü'ş-Şerîa,
Hidâye kitabına bir hülâsa mesabesinde olmak üzere Vikâyetü'r-Rivâye
fi-MesâiIi'l Hidâye adında bir kitap yazmıştır.
Bürhânü'ş-Şerîa, bu
eserini, kızının oğlu Sadruş-Şerîati's-Sani, Ubeydullah bin Mesud namına tasnif
etmiştir. Sadru'ş-Şerîati's-Sânî de Vikâye'yi hem şerh, hem de ihtisar ederek,
şerhine Şerhu Vikaye, muhtasarına da Nikâye veya Muhlasar-ı vikaye adım
vermiştir.
Nikâye'nin de çeşitli
şerhleri vardır. Bunlardan, Kuhistânî'nin Câmiü'r-Rıımuz adlı eseri en meşhur
Nikâye şerhidir.
Nikâye'nin farsca
şerhi olan, Celâleddin Mahmud bin Ebû Bekr'-in Kür-i Mîrî adındaki esere hicrî
1317'da İstanbul'da basılmıştır.
Mahmut bin Ebû Bekir,
Burhaneddin Merginânî'nin torunlarındandır.
Vikâye'nin de çeşitli
şerhleri vardır. Bunlardan, îznik Medresesi müderrislerinden olan Alâüddin Ali
bin Ömer'in el-İnâye fî-Şerhi'l-Vikâye adındaki şerhi, en meşhur Vikaye
şerhlerindendir.
Vikâye'yi İbni Melek
de şerhetmiştir. [100]
Câbir İbni Abdillah
İbni Amr el-Ensârî ei-Selemî ashâb-ı kiramın ileri gelenlerindendir. Künyesi Ebû Abdullah veya Ebû
Abdurrahman'dır.
Bu zattan başka,
ashâb-ı kiram arasında Câbir îbni Abdillah nâmını taşıyan iki zat daha vardır.
—Ashâb-ı kiramdan olmayan— hadis râvileri arasında da bu ismi taşıyan beş kişi
daha vardır.
Hz. Câbir (R.A.),
ensâr-ı kiram arasında İslâmiyeti ilk kabul etmiş bulunan zattır. Kendisi,
birinci Akabe biatından önce, ResûP-i
Ekrem (S.A.V.) Efendimize
mülâki olarak, îslâmiyetle şereflenmiştir.
Câbir İbni Abdillah
(R.A.) hazretleri, daha sonra, ensardan yetmiş zât ile birlikte ikinci Akabe
Matında da hazır bulunmuştur.
Hz, Câbir (R.A.),
Bîatü'r-rıdvan'da da hazır bulunmuştur.
Câbir İbni Abdillah
(R.A.) Bedir, Uhud, Hendek ve diğer bazı gazvelere iştirak etmiştir. Zamanında
yapılan İstanbul Muhasarasına katıldığı da bilinmektedir.
Hz. Câbir (R.A.)'in
İstanbul'da medfûn bulunduğu rivayet edilmekte ise de, bu rivayet zayıftır. Ve,
Hz. Câbir (R.A.), hicrî 78 tarihinde 94 yaşında olduğu hâlde Medîne-i
Münevvere'de vefat etmiştir. Nitekim, Umdetü'l-Kârî'de: "Medîne-i
Tâhire'de ashâb-ı kiramdan en son vefat eden zat Câbir hazretleridir."
denilmektedir.
Câbir îbni Abdullah
(R.A.), müfessir, muhaddis ve fakıyh bir zattır.
Kur'ân-ı Kerimin
kıraat, esbâb-ı nüzul ve diğer hususlardaki bütün inceliklerine vâkıftı.
Kendisinden tefsirle ilgili bir çok malumat rivayet edilmiştir.
Câbir îbni Abdullah
(R.A.), sahâbe-i kiramın fakıyhlerinden-dir. Zamanında, Medîne-i Münevvere'nin
müftisi idi.
Hz. Câbir, Peygamber
(S.A.V.) Efendimizden bir çok ilim ah-zetmiştir. Daha sonra da Hz. Ebu Bekir,
Ömer, Osman, Ali, Ebû Ubeyde, Talha, Muaz İbni Cebel ve Ammar îbni Yâsir'den
ilim Öğrenmeye devam etmiştir.
Hz. Câbir (R.A.)'in
derslerini takibe Mekke, Yemen, Küfe, Basra ve Mısır gibi yerlerden gelenler
olmuştur.
Kendisinden rivayette
bulunanların bir kısmı şunlardır: Atâ İbni Ebî Rebâh, Mücâhid İbni Cebr, Ebû
Süfyan, Talha İbni Nâfi, Said İbni Mâlik..
Câbir İbni Abdullah
(R.A.), Peygamber (S.A.V.) Efendimizden 1540 hadîs-i şerif nakletmiştir.
Bunlardan 2Î0 hadis Sahihayn'-da zikredilmektedir. Bunların elli sekizi her
ikisinde; yirmi altısı yalnız Buhârî'de, yüz yirmi altısı da Müslim'de
bulunmaktadır.
Câbir İbni Abdullah
(R.A.)'ın rivayetleri son derece sağlam ve ihtiyatlıdır. Tabiînin her tabakası,
O'nun ilminden istifade etmiştir. [101]
Celâleddin bin
Şemseddin el-Harzemî, hanefî fukahâsından meşhur bir zattır.
Celâleddin Harzemî,
hicrî 710 tarihinde vefat etmiş olan, Ni-hâye sahibi Hüsâmeddin'den ve Keşf-i
Pezdevi sahibi Abdülaziz el-Buhârî'den fıkıh ilmi okumuştur.
Hidâye'nin şerhlerinden olan
el-Kıfâye, bu zata
nisbet edilmektedir. [102]
Cerir İbni Hazım,
fakıyh ve muhaddis bir zattır. Ezd Kabilesine mensuptur.
Ebû'n-Nazari'l-Basrî
diye de bilinir.
Sika bir muhaddistir
ve Sahih-i Buharî'de de rivayetleri vardır.
Cerir İbni Hazım,
hicrî 170 (milâdî 787) yılında vefat etmiştir.
[103]
Ebû Bekir Râzi
el-Cessas; zamanında tefsir, hadis ve fıkıh ilimlerinde en meşhur âlim olan
Cessas, hanefî mezhebinde idi.
İsmi: Ahmed İbni Ali
er-Râzî,; künyesi: Ebû bekir; meşhur lakabı ise: Cessas'tır. Hem Cessas, hem
de Râzî diye anılır.
Cessas merhum, hicrî
305 (milâdî 917) tarihinde Rey Şehri'-nde doğmuş: 370 (milâdî 980) senesinde
Bağdad'da vefat etmiştir.
Cessas, zâhid ve
muttaki bir zat idi. Bu yönlerde de Kerhî merhumun yolunda idi.
Cessas merhum, Zâhid
İbni Ahmet el-Fakıyh, îbni Muhammed Ebû Muhammed el-Mehledî, Ebû Sehl Zeceac,
Ebû Hasan Kerhî gibi âlimlerden ilim
tahsil etmiş ve
hadîs-i şerif rivayetinde bulunmuştur.
Cessas merhumdan da,
Ebû Salih el-Müezzin, Muhammed İbni Yahya Cürcânî, Ebû Hasan Muhammed İbni
Ahmet Za'ferânî gibi bir çok âlimler ilim öğrenmiş ve hadîs-i şerîf rivayet
etmişlerdir.
Cessas, zamanında
hanefî mezhebinin imâmı, yani en büyük, en önde gelen âlimi idi.
Cessas merhum
hakkında, Hatîb-i Bağdadî şöyle demektedir: —"Zamanında hanefi mezhebinin
reisi olan Cessas, zühd ve vera'da da meşhurdu. Ona, defalarca kadılık teklif
edildi; ancak o, hiç birinde bu teklifi kabul etmedi.
Ahmed İbni Ali Ebû
Bekir Râzî merhum, Bağdad'da ikâmet etmiştir. İlim tahsili için Hâkim Nişabûrî
ile beraber Ehvaz, Nişa-bur ve daha başka yerleri dolaşıp, 25 yaşında iken
tekrar Bağdad'a döndü ve oraya yerleşti. Burada tedrise başladı ve pek çok
kişiye fıkıh, hadis ve tefsir ilimlerini öğretti.
Âlimlerin bir kısmı,
Cessas merhumu ashâb-ı tahrîc'ten saymaktadırlar. Ancak Cessas'ın müctehid
R'1-mezheb mertebesini elde etmiş olduğuna ilmi eserleri şehâdet etmektedir.
Bundan dolayı, bu zatı sadece ashâb-ı tahric'den sayanlar; bu yüksek üstadın
kadrini tenzil etmiş olurlar.
Şemsü'l-Eimme ve diğer
bazı zâtlar müctehidler sırasındadırlar ve bunlar, Ebû Bekiri'l-Cessas'ın ilim
ve faziletinden istifâde etmiş ve onun iyâlinden sayılmışlardır. [104]
Ebû Bekir'i-Râzî
el-Cessas, çok sayıda talebe yetiştirdiği gibi, pek çok kıymetli eser de telif
etmiştir. Onun başlıca eserleri şunlardır:
1-) Ahkâmü'l-Kur'an
Bu eser, çok kıymetli
bir tefsir kitabıdır ve dört cild hâlinde basılmıştır.
Bu tefsir, sadece
ahkâm ile ilgili âyet-i kerîmelerin izah ve tefsirini muhtevidir.
Hanefî fukahâsı
arasında temayüz etmiş bulunan diğer mücte-hidlerin kavillerine de muttali olan
bu büyük âlim, bu tefsirde, fıkhı mes'eleler hakkında uzun uzun tetkiklerde
bulunuyor; müctehidle-rin o husustaki kavillerini yazıyor; bunların isnad
ettikleri nasları ve delilleri, senetleri ile beraber ortaya koyuyor.
Hanefî fıkhını müdâfaa
eden bu kudretli âlimin tefsiri, fıkıh, usûl-i fıkıh ve hilâfıyat ilimleri
bakımından da büyük bir kıymet taşımaktadır.
Bununla beraber, bu
tefsirde biraz mutezile mezhebine temayül görülmektedir.
2-) Kitâbü'l-İlhâmi'l-Kurân
3-) Şerhu
Esmâil-Hüsnâ
4-) Şerhu
Mutasari't-Tahâvî
5-) Şerhu
Muhtasari'l-Kcrhî
6-) Edebü'l-Kazâ
7-) Kitâbü
Usûl-i Fıkh
8-) Kilab
fî-Usulfd-Din
9-) Kitaba
Cevâbâii'l-Mesâil
10-) Şerhu'l-Câmîli
Muhammed İbni'l-Hasan[105]
Osmanlı Deyleti'nin,
—19. asırda yetişmiş olan— en.büyük ilim ve devlet adamlarından biri olan Ahmet
Cevdet Paşa, (milâdî) 27 Mart 1822 tarihinde Lofça'da doğdu. Babası İsmail Ağa;
annesi Topuz Oğullarından Ayşe Sünbül hanımdı.
Cevdet Paşa'nm dedesi
Ali Efendi ve babası İsmail Ağa, Lof-ça'nın ileri gelenler indendi. Dedesi,
Lofça ayanlarının kâtipliğini yapmış, münevver bir zat idi. Babası da,
Lofçanın idare meclisi âzâlarındandı.
Cevdet Paşa, ilk
tahsilini Lofça'da yaptı. Burada hem okula gitti; hem de şehrin ileri gelen
hocalarından dersler alıyordu. Öyle ki, bu sayede, İstanbul'a gelmeden önce
arapça ve mantık gibi âlet ilimleri ile dîni ilimlerde iyice mesafe katetmişti.
Cevdet Paşa, fıtratan
zeki, kabiliyetli ve çalışkandı. 17 yaşında İstanbul'a geldi. Yeni yeni
hocalardan dersler alıyor; her ilimde bilgi sahibi olmak için gayret
sarfediyor; bazen de bir ilimden ders aldığı bir hocasına, kendisi de, başka
bir ilimden ders okutuyordu.
Cevdet Paşa, böyle bir
öğrenme aşkı sayesinde ve maddlimkan-ların da yardımı ile, kısa bir zamanda
temayüz etti.
Cevdet Paşa, bu
sırada, meşhur Murad Molla Tekkesi'ne gitti. Burada, Murad Molla'dan farsça
öğrendi ve onun derslerine devam ederek Mesnevî-i Şerîf icazeti aldı.
Cevdet Paşa, bu
tekkede, o devrin devlet adamları, âlimleri ve şâirleri ile tanışma imkânı da
buldu.
Cevdet Paşa, 1845
yılında İstanbul rüûsunu alarak müderris oldu.
Reşid Paşa sâderete
ilk geldiği zaman, yeni kanun ve nizâmnâmeler için lüzumlu şer'î bilgiler
hususunda, kendisine müracaat edilecek bir şahıs arayınca, kendisine Cevdet
Paşa tavsiye edildi. Reşit
Paşa'nın çocuklarına
da ders vermiş bulunan Ahmed Cevdet Paşa, kısa zamanda Reşid Paşa'nın sevgisini
ve itimâdını kazandı. Cevdet Paşa, böylece idarî ve siyasî hayatla temas kurmuş
oluyordu. Çok geçmeden, Ali ve Fuad Paşa ile de tanışmış ve dost olmuştu.
Bu yeni sahada ilk
görevi, 1848 yılında, Eflâk ve Buğdan'da çıkan karışıklık üzerine Bükreş'e
gitmiş bulunan Fuad Paşa'ya, Sad-râzam'ın şifahî talimatını götürmek oldu.
Orada bir ay kadar kaldıktan sonra, Fuad Paşa'nın cevabını alarak İstanbul'a
döndü.
Bu görevden bir sene
sonra 13 Ağustos 1850 tarihinde, Ahmed Cevdet Paşa, Meclis-i Maârif Âzâlığı
ile Dârül-Muallimîn Müdürlüğü'ne tayin edildi.
Bu vazifeye başlamadan
önce, Fuad Paşa ile birlikte Bursa'-ya giderek, orada, beraberce Kavâid-i
Osmâniyye ile Şirket-i Hayriyye Nizâmnâmesi'nin esaslarını hazırladılar.
Bu Kavâid-i Osmâniyye
kitabı, 1851 yılında, Encümen-i Dâniş'in
açılış merasiminde
Sultan Birinci Abdülmecid'e takdim edilmiş ve * 'basılsın" emri
alınmıştır.
Cevdet Paşa,
Encümeni-i Dâniş üyeliğine tayin edildi ve kendisine Tarîh-i Cevdet'in ve
Terceme-i İbni Haldun'un telif ve neşri havale edildi.
Cevdet Paşa, Mısır
Valisi' Abbas Paşa ile Mehmed Ali Paşanın arasındaki ihtilafı halletmek üzere,
Fuat Paşa ile birlikte Mısır'a gitti ve burada iki ay kaldı.
Daha sonra, Encümen-i
Dâniş'teki görevine tekrar dönen Cevdet Paşa, yazılması kararlaştırılan
Osmanlı Taribi'nin kendi payına düşen kısmını üç cild hâlinde tamamladı.
Sonra, 2 Şubat 1855
tarihinde vakânüvisliğe tâyin edildi.
Aynı zamanda, Metn-i
Metfn ismi ile yazılması kararlaştırılan komisyonda âza bulunmakta olan Ahmed
Cevdet Paşa, bu çalışma sırasında Kitâbü'l-Büyû'u kaleme aldı.
1856 yılında Galata
Mollası olan ve 1857'de Mekke Payesini elde eden Ahmed Cevdet Paşa, bundan
sonra Meclis-i Âlî-i Tazminat âzası oldu. Burada da Ceza Kanun-nâmesi'nin
hazırlanmasında büyük emeği geçti.
Böylece, bundan sonra
bütün ömrünce sürdüreceği, hukuk sahasındaki çalışmalarına başlamış oluyordu.
Ahmed Cevdet Paşa,
Arazî Kânun-nâmesi'ni hazırlamak için kurulan komisyona reis seçildi. Ve, bu
konuda bir çok kanunun tedvininde büyük payı oldu,
Ahmed Cevdet Paşa, Âli
ve Fuad Paşalar tarafından kendisine teklif edilen Vidin Valiliğini kabul
etmedi.
1859 yılında, Kıbrıslı
Mehmed Paşanın Rumeli Müfettişliğinde, O'nun yanında bulundu ve bu sırada
geçen hizmetlerinden dolayı, İstanbul payesini elde etti.
Aynı senenin temmuz
ayında, Meclis-i Âlî-i Tanzîmât ile Meclis-i Vâlâyi Ahkâm-ı Adliyye'nin
birleştirilmesi ile teşekkül eden Meclis-i Vâlâ'da âzâ oldu. Nizam-nâmesin e
bizzat kendisinin kaleme aldığı bu mecliste, ancak iki ay kalabildi. Ve bundan
sonra, İs-kodra Fevkalâde Komiseri oldu. Buradaki görevini de kısa sürede
başarı ile tamamlayınca Anadolu Kazaskeri payesi ile Bosna-Hersek
Müfettişliğine gönderildi. Ve bu görevde de bir buçuk yıl kadar kaldı. Buradan
da başarı ile dönünce, kendisine Osmânî Nişanı verildi.
Cevdet Paşa, 1866—1868
yılları arasında Halep Valiliği yaptı.
Sonra, Haleb'ten,
Şubat 1868'de Dîvân-ı Ahkâm-ı Adliyye Re-isliği'ne da'vet edildi.
Cevdet Paşa'nın bu
reisliği sırasında hazırladığı nizâm-nâmeye göre, Dîvân-ı Ahkâm-ı Adliyye iki
kısma ayrılıyordu: 1-) Temyiz Mahkemesi; 2-) Geniş selâhiyetlere sahip olan
yüksek mahkeme.
Bu yoğun ve yorucu
çalışma hayatı içinde, Ahmet Cevdet Pa-şa'nın yaptığı en mühim görev olan
Mecelle hususundaki çalışmalarını dikkatle incelemek gerekir:
O devrin devlet
adamları arasında, yeni bir kanun tanzim edilmesi hususunda ciddi bir arzu ve
tartışma ortamı vardı.
Mithat Paşa ve
bilhassa Ticâret Nâzın Kabûlî Paşa, Fransız Medenî Kanunu'nun tercüme edilerek
Osmanlı Devletinde uygulanmasını istiyorlar; Fransız Elçisi de bu hususta
gayret sarfediyordu.
Cevdet Paşa, bu
ortamda, Hanefî fıkhı esas alınarak, bir Mecelle teşkil edilmesi fikrini
müdâfaa etti ve bunu, Şirvânî-zâde Rüşdî ve Fuad Paşaların yardımı ile kabul
ettirdi.
Ve Cevdet Paşa,
Mecelle tanzimi için kurulan hey'etin reisi oldu.
Bu görevi, fasılalı
olmakla beraber, yaklaşık olarak yirmi yıl kadar sürdü.
Cevdet Paşa merhum,
devamlı ve sistemli çalışması sayesinde Mecelle'nin ilk dört kitabını^ bir yıl
içinde neşretti. Ancak beşinci kitabı neşretmeye hazırlandığı sırada bu
görevinden azledilip, Bursa Valiliğine tâyin edildi.
O ayrıldıktan sonra,
Mecelle Komisyonu altıncı kitabı da tamamlayıp neşretti. Ancak bu kitap
şiddetli tenkidlere uğradı. Bu hâl, Cevdet Paşa'nın bu konudaki ehliyetini ve
kaleminin kuvvetini de ortaya koymuş oldu. Bunun üzerine Cevdet Paşa, yeniden
Mecelle Reisligine ve bununla birlikte Şûrâyi Devlet Tanzimat Dâiresi
Reisliğine getirildi. Kendisi yokken
neşredilmiş bulunan altıncı
kitabı toplattırıldı.
Ancak Cevdet Paşa, bu
sefer de Maraş Valiliğine tayin edildi. Buna rağmen, Mecelle'nin 7. ve 8.
kitabını da neşretti.
Cevdet Paşa, 26 Şubat
1873 tarihinde Evkâf-ı Hümâyûn Nâ-zırlığı'na tâyin edildi. Sonra da, 15 Nisan
1873 tarihinde Maârif-i Umûmiyye Nâzın oldu. Maârif Nazırlığı sırasında da
büyük hizmetleri dokunan Cevdet Paşa, ders kitaplarını yazdırmak için komisyon
kurdurttu.
Cevdet Paşa, 1874
yılında Yanya Valiliğine tayin edildi. Fakat, çok sürmeden tekrar İstanbul'a
çağrıldı. Ve önce Maârif sonra da Adliye Nazırlığına tayin edildi. (1875). Daha
sonra, Adliye Nazırlığından azledildi ve Suriye Valiliğine tayin edildi. Bu
tayinde, fikren bir türlü anlaşamadığı Mahmut Nedim Paşanın rolü vardı. Cevdet
Paşa; Suriye'ye gitmeden önce, Mahmud Nedim Paşa, azledilince, tekrar Maârif
Nazırlığına getirildi.
Sultan 2. Abdulhamid
Han'ın tahta geçmesinden sonra, Cevdet Paşa Adliye Nâzın oldu. Mecelle'yi de
bu sırada tamamlamıştı.
Ethem Paşa'nın
Sadrazamlığı sırasında yeni tesis edilen Dâhiliye Nazırlığına getirildi.
Aleyhinde olduğu Rus Harbinin tahakkukuna mâni olamadı. Çok geçmeden, yeniden
Suriye Valiliğine tâyin edildi (Şubat 1878). Bu sırada çıkan Kozan İsyanını
bastırdı ve dokuz ay kadar orada kaldı. Sonra, yerine Midhat Paşa tayin edildi.
Bir müddet sonra, Sâid
Paşa Sadrıâzam olunca, Cevdet Paşa, tekrar adliye nazırlığına getirildi. Bu
son görevinde de çok büyük hizmetlerde bulundu. Hukuk Mektebini açtı ve burada
Usûl-i Muhakeme-i Hukûkiyye ve Belâgat-i Osmaniyye derslerini okuttu.
Mithat Paşa'nın Sultan
Abdülaziz'in katli münâsebetiyle yargılanması da bu devreye rastlar.
Cevdet Paşa, 30
Teşrîn-i Sânı 1882 tarihinde Adliye Nâzırh-ğı'ndan ayrıldı. Ancak, ilmi
çalışmalarına devam etti.
Dört senelik bir
aradan sonra yeniden Adliye Nazırlığına getirilen Ahmet Cevdet Paşa, Kâmil
Paşa ile görüş ayrılğına düştüğünden, bu vazifeden ayrıldı ve Sultan 2.
Abdülhamid tarafından Meclis-i Âliyye'ye tâyin edildi.
Ahmet Cevdet Paşa, 25
Mayıs 1895 tarihinde, kısa bir hastalıktan sonra, Bebek'teki yalısında vefat
etti. [106]
Ahmet Cevdet Paşa
merhum, pek çok ilimde eser vermiştir. Kendisi daha ziyâde tarihçiliği ve
hukukçuluğu ile tanınır. Başlıca eserleri şunlardır:
1-)
Mecelle-i Ahkâm-i Adliyye
Hanefî fıkhı esas
alınarak meydana getirilmiş bulunulan bu muazzam hukuk âbidesi, umumiyetle
Ahmed Cevdet Paşa'nın başkam bulunduğu bir hey'et tarafından hazırlanmış ve
padişahın onayı ile yürürlüğe konulmuştur.
2) Şerhu
Kitabi'1-Emânât
3-)
Risâletü'l Vefa
4-) Meln-i Metin
5-)
Htilâsatü'l-Beyân fi-Te'fifil-Kur'ân Bu eser arapça yazılmıştır.
6-) Târihi
Cevdet
7-) Kısâs-ı
Enbiya ve Tevârih-i Hulefa
8-)
Tezâkir-i Cevdet
9-) Mâruzât.
10-)
Kavâid-i Osmâniyye
11-)
Kavâid-i Türkiye
12-)
Medhal-i Kavâid
13-)
Balâgat-i Osmâniyye
14-) Divançe
15-) Divânı
Sâib Şerhine tetimme
16-) Mîyar-ı
Sedâd
17-) Adâb-i
Sedâd fî-İlmi'l-Âdâb
18-) Hflye-i
Seâdet
19-) Düstûr
Cevdet Paşa'nın bir
kısmım bizzat telif edip, bir kısmı da da üyesi veya başkanı bulunduğu heyetler
tarafından kaleme alınan bu eserlerin tamamı matbudur. Hatta,
ekserisi, yeni harflerle de
basılmıştır. [107]
Cübeyr Ibni Nüfeyr Ebû
Abdurrahman İbnü Mâlik el-Hadramî, Resûl-i Ekrem (S.A.V.) Efendimizin zaman-ı
saadetlerinde Yemen'de müslüman olmuş ise de, Peygamber (S.A.V.) Efendimizle
görüşme saadetine ermemiş ve daha sonra Hz. Ebû Bekir veya Hz. Ömer'in hilâfeti
sırasında Medîne-i Münevvere'ye gelmiştir.
Cübeyr îbni Nüfeyr,
ashâb-ı kiramı görüp, onlardan ilim öğrenmiş, hadîs-i şerif dinlemiştir.
Cübeyr İbni Nüfeyr'in
kendisinden hadîs-i şerif dinleyip, rivayet ettiği ashâb-ı kiramın bir kısmı
şu zatlardır:
Hz. Ebû Bekir, Hz.
Ömer, Ebû Zerr-i Gıfârî, Ebû'd-Derdâ, Muâz İbni Cebel, Ubâde bin Sâmit, Avf
İbni Mâlik, Ka'b İbni Iyâd, Sevbân, Abdullah İbni Amr İbni Âs, Abdullah İbni
Ömer, Ukbe bin Âmir, EbûHureyre, Enes İbni Mâlik... (R.A. = Radıyallühü An-hüm
= Allah, onlardan razı olsun.)
Cübeyr İbni Nüfeyr'den
hadîs-i şerîf rivayet eden zatların bir kısmı da şunlardır:
Oğlu Abdurrahman İbnü
Cübeyr, Hâlid İbni Ma'dem, Ebû Osman, Selim İbni Âmir....
Taberî, Cübeyr İbni
Nüfeyr'in, fıkıh ilminde de âlim olduğunu bildirmekte ve fukâhâ tabakâti
içinde onu da zikretmektedir.
Cübeyr İbni Nüfeyr
merhum, hadis ilminde sika bir râvî ve âlimdir. Onun rivayet ettiği hadîs-i
şerifler Sahih-i Müslim'de ve kütüb-i sittenin dört süneninde mevcuttur.
Cübeyr İbni Nüfeyr,
Medîne-i Münevvere'den sonra, Şam tarafına gitmiş ve Humus'ta yerleşmiştir.
Cübeyr İbni Nüfeyr,
hicrî 80 (milâdî 700) tarihinde veya bundan bir müddet sonra vefat etmiştir. [108]
Şeyhizâde Damad
Abdurrahman Efendi fakıyh ve âlim bir zattır. Rumeli Kazaskerliği görevinde
bulunmuştur.
Abdurrahman Efendi,
hicrî 1078 (milâdî 1668) yılında İstanbul'da vefat etmiş ve fatih civarında
defnedilmiştir.[109]
Şeyhî-zâde Damad
Abdurrahman Efendinin meşhur eserleri şunlardır.
1-)
Mecmaul-Enhür fi-Şerhi Mülteka'l-Ebhur
Abdurrahim efendi bu
kıymetli eserini hicrî 1077 (milâdî 1667) yılında Edirne'de tamamlamıştır.
2-)
Nszmü'l-Ferâid
Bu kıymetli eserin
konusu, Mâturidî mezhebi ile Eş'arî mezhebi arasındaki ihtilaflardır. [110]
Dârimî Abdullah, büyük
bir fakıyh ve muhaddistir.
İsmi: Abdullah tbnü
Abdurrahman İbnü FadI İbni Behram; künyesi: Ebû Muhammed'dir.
Dârimî, 181 hicrî (798
milâdî) yılında semerkand'da doğmuş ve 255 (milâdî 869)da Bağdad'da vefat
etmiştir.
Dârimî merhum,
Semerkand'da kadılık yapmış ve bu beldede hadis ilmini yaymaya muvaffak
olmuştur.
Dârimî, Hicaz, Şam,
Mısır, Irak ve Horasan'da büyük âlimlerden hadis-i şerif dinlemiştir.
Dârimî, merhum, Nadr
İbni Şümeyl, Ebu Nadr Hâşim İbni Kasım, Mervân İbni Muhammed et-Tatârî, Ya'lâ
İbni Ubeyd gibi tanınmış âlimlerden rivayette bulunmuştur.
Dârimî merhumdan
rivayette bulunan âlimlerden bir kısmı ise şunlardır:
İmâm Müslim, Ebü
Dâvud, Tirmizî, İmâm Buhârî, Hasan İbni Salih el-Bezzâr, Zührî...
Müslim, Dârimî'den
yetmiş üç hadîs-i şerif rivayet etmiştir.
îbni Hibban şöyle
diyor:
—"Dârimî,
Semerkand'da, Resûlullah (S.A.V.)'ın sünnetinin yayılmasında ve yerleşmesinde
büyük bir gayret sarf etmiştir. O, insanları sünnet-i seniyyeye da'vet etti.
Ve sünnete uymayanlara mâni oldu."
Dârimi hazretleri,
hadis ilminde olduğu kadar, tefsir ve fıkıh ilimlerinde de derin bir âlim idi. [111]
Dârimî merhumun
başlıca eserleri şunlardır:
1-) Tefsir
2-) Müsned-i
Dârimî
En meşhur ve kıymetli
eseri budur.
3-)
el-Câmıu's-Sahih, bu esere Sünen-i Dârimî de denir. [112]
Ebû Süleyman Dâvud
İbni Nasıyr et-Tâî, Kûfe'Ii fakıyh, zâ-hid ve sika bir zat idi.
Dâvud-i Tâî hazretleri
uzun zaman İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe (R.A.)'m'n derslerini takip etmiş ve O'nun
ileri gelen talebelerinden olmuştur.
Takva sahiplerinin
büyüklerinden ve zâhidlerin en meşhurlarından olan Dâvud îbni Nasıyr, aslen
Horasanlıdır. Kendisi- Habîb-i Ace-mî'nin halifesi idi.
Dâvud-i Tâî,
haramlardan, şübhelilerden ve hatta mubah olan şeylerin de fazlasından sakınır
ve makam sahiplerinin hediyyelerini kabul etmezdi.
Dâvud İbni Nasıyr,
hicrî 165 (milâdî 781) tarihinde Bağdad'-da vefat etmiştir. [113]
Ebû Süleyman Dâvud
îbni Ali îsfehânî, fakıyh, zahid ve eimme-i müslimîhden sayılan bir zattır.
Dâvud-i Zahirî
merhumun ecdadı İsfehanlı olup, kendisi Kûfe'de, hicrî 202 (milâdî 818)
tarihinde doğmuştur.
Dâvud-i Zahirî merhum,
Nişabura giderek, orada İshâk İbni Râheveyh ve Ebû Sevr gibi zatlardan ilim
tahsil etmiştir.
Dâvud-i Zahirî, İmâm
Şafiî hazretlerine fazlaca meyilli idi. O'nun hakkında iki kitap yazmıştır.
Zamanında Bağdad'da
ilmî reislik Dâvud-i Zahirî hazretlerine gelmiştir.
Dâvud-i Zahirî merhum,
Zâhiriyye nâmı ile bir fıkıh mezhebi tesis etmişse de, bu mezhep, müntesibinin
kalmamış olmasından dolayı pek çaMık münkariz olmuştur.
Dâvud-i Zahirî merhum,
kıyâsı delil olarak kabul etmiyordu.
Fer'î bir fıkhı
mes'elede, Dâvud-i Zahirî ve O'nun mezhebini takip edenlerin muhalefetlerine
itibar olunup olunamayacağı hususunda üç kavil vardır. Şöyle ki:
1-) Bunların
kavilleri asla nazar-ı itibare alınmaz.
Ebû İshâk bu
görüştedir ve ona göre : "Cumhurun kavline göre, kıyâsı kabul etmiyenler,
ictihad derecesine ulaşamazlar.
İmâmü'l-Haremeyn'in
ihtiyarı da böyledir.
2-) Bunların
kavilleri, —kıyâs-ı celî'ye muhalif olmamak şartıyle— muteberdir.
Bu da, Ebû Amr
İbnü's-Salâh'ın reyidir.
Tabakât-ı Subkî'de
yazıldığına göre, Dâvud-i Zahirî, kıyâs-ı celiyi inkar etmezdi.
3-) Bunların
kavillerine ve hilaflarına mutlaka itibar olunur. Ebû Mansur Bağdâdf nin
kanâati böyledir. Şafiîlerce salih görülen de budur.
Müteahhirîn imamları,
Dâvud-i Zâhirî'nin mezhebine kitaplarında yer vermişlerdir.
Dihye bin Halîfe
el-Kelbî (R.A.), Peygamber (S.A.V.) Efendimizi çok severdi. Kendisi ticâretle
iştigal eder ve ticaret maksadı ile çıktığı yolculuklardan Medîn 'ye her
dönüşünde, Peygamber (S.A.V.) Efendimizle, torunları Hz. Hasan ve Hüseyin'e
hediyeler getirirdi.
Dihye (R.A.), Peygamber
(S.A.V.) Efendimizden 3 hadîs-i şerîf rivâyetetmiştir.
Dihye bin Halîfe
(R.A.), hicrî 50 (milâdi 671) yılında vefat etti. [114]
Eban, Hazreti Osman-ı
zî'n-nüreyn (R.A.)'ın oğludur ve tabiînin ileri gelenlerindendir.
Ebân İbni Osman hazretleri,
Medîne-i Münevvere'nin ileri gelen fakıyhlerindendir ve müctehid bir zattır.
Sikadır.
Amr İbni Şuâby şöyle
demiştir:
—"Hadis ve fıkıh
sahasında Ebân İbni Osman'dan daha âlim bir kimse görmedim."
Ebân İbni Osman
hazretleri, Abdülmelik İbni Mervan tarafından Medîne-i Münevvere valiliğine
tayin edildi ve hicrî 83 (milâdî 704) yılına kadar bu görevi yürüttü.
Ebân İbni Osman
hazretleri hicrî 105 (milâdî 724) tarihinde Medîne-i Münevvere'de vefat
etmiştir. [115]
Ebû Abdillah Ziyâd,
Kurtuba'lıdır. Abdurrahman ismindeki bir zâtın oğludur.
Ebû Abdillah Ziyâd,
Endülüs'ün (İspanya'nın) Kurtuba şehrinde Dâvud-i Zahirî merhum, Nişabura
giderek, orada İshâk İbni Râheveyh ve Ebû Sevr gibi zatlardan ilim tahsîl
etmiştir.
Dâvud-i Zahirî, İmâm
Şafiî hazretlerine fazlaca meyilli idi. OJ-nun hakkında iki kitap yazmıştır.
Zamanında Bağdad'da
ilmî reislik Dâvud-i Zahirî hazretlerine gelmiştir.
Dâvud-i Zahirî merhum,
Zâhiriyye nâmı ile bir fıkıh mezhebi tesis etmişse de, bu mezhep, müntesibinin
kalmamış olmasından dolayı pek ça^uk münkariz olmuştur.
Dâvud-i Zahirî merhum,
kıyâsı delil olarak kabul etmiyordu.
Fer'î bir fıkhı
mes'elede, Dâvud-i Zahirî ve O'nun mezhebini takip edenlerin muhalefetlerine
itibar olunup olunamayacağı hususunda üç kavil vardır. Şöyle ki:
1-) Bunların
kavilleri asla nazar-ı itibare alınmaz.
Ebû İshâk bu
görüştedir ve ona göre : "Cumhurun kavline göre, kıyâsı kabul etmiyenler,
ictihad derecesine ulaşamazlar.
İmâmü'l-Haremeyn'in
ihtiyarı da böyledir.
2-) Bunların
kavilleri, —kıyâs-ı celî'ye muhalif olmamak şartıyle— muteberdir.
Bu da, Ebû Amr
Ibnü's-Salâh'ın reyidir.
Tabakât-ı Subkî'de
yazıldığına göre, Dâvud-i Zahirî, kıyâs-ı celiyi inkar etmezdi.
3-) Bunların
kavillerine ve hilaflarına mutlaka İtibar olunur. Ebû Mansur Bağdâdfnin kanâati
böyledir. Şafiîlerce salih görülen de budur.
Müteahhirîn imamları,
Dâvud-i Zâhirî'nin mezhebine kitaplarında yer vermişlerdir.
Dihye bin Halîfe
el-Kelbî (R.A.), Peygamber (S.A.V.) Efendimizi çok severdi. Kendisi ticâretle
iştigal eder ve ticaret maksadı ile çıktığı yolculuklardan Medîn 'ye her
dönüşünde, Peygamber (S.A.V.) Efendimizle, torunları Hz. Hasan ve Hüseyin'e
hediyeler getirirdi.
Dihye (R.A.),
Peygamber (S.A.V.) Efendimizden 3 hadîs-i şerîf rivayet etmiştir.
Dihye bin Halîfe
(R.A.), hicrî 50 (milâdi 671) yılında vefat etti. [116]
Eban, Hazreti Osman-ı
zî'n-nüreyn (R.A.)'ın oğludur ve tabiînin ileri gelenlerindendir.
Ebân İbni Osman
hazretleri, Medîne-i Münevvere'nin ileri gelen fakıyhlerindendir ve müctehid
bir zattır. Sikadır.
Amr İbni Şuâby şöyle
demiştir:
—"Hadis ve fıkıh
sahasında Ebân İbni Osman'dan daha âlim bîr kimse görmedim."
Ebân İbni Osman
hazretleri, Abdülmelik İbnî Mervan tarafından Medîne-i Münevvere valiliğine
tayin edildi ve hicrî 83 (milâdî 704) yılına kadar bu görevi yürüttü.
Ebân İbni Osman
hazretleri hicrî 105 (milâdî 724) tarihinde Medîne-i Münevvere'de vefat
etmiştir. [117]
Ebû Abdillah Ziyâd,
Kurtuba'lıdır. Abdurrahman ismindeki bir zâtın oğludur.
Ebû Abdillah Ziyâd,
Endülüs'ün (İspanya'nın) Kurtuba şehrinde yüksek bir ilim topluluğu meydana
getirmişti.
Ebû Abdullah Ziyâd,
Şebtun lakabı ile anılırdı.
Ebû Abdillah Ziyâd,
İmâm Mâlik'ten Muvatta'ı dinlemiştir. Bu kıymetli eseri, Endülüs'e ilk defa
götüren bu zâttır.
Ebû Abdullah Ziyâd, Semai
Ziyâd namı ile bir eser meydana getirmiştir ki, O bu eseri İmâm Mâlik'ten
ahzetmiştir.
Ebû Abdullah Ziyâd,
hicri 193 (milâdî 809) yılında vefat etmiştir.
[118]
Ebû Ali Ahmed İbni
Muhammed, hicrî dördüncü asırda yaşamış büyük bir hanefî fakıyhidir. 344
yılında vefat etmiştir. [119]
Ebû Bekir el-Bezzar,
büyük bir fıkıh ve hadis âlimidir. İsmi: Ahmed İbni Amr el-Basrî'dir.
Hadîs'te hafız olan
Bezzar merhumun büyük bir Müsned'i vardır.
Ebû Bekir Bezzar, hicrî
292 (milâdî 905) tarihinde Renle'de vefat etmiştir. [120]
Ebû Bekir bin
Abdurrahman bin Hars bin Hişam el-Kureşî, el~Mahzûmi, tabiînin ileri
gelenlerindendir.
Ebû Bekir bin
Abdurrahman, Hz. Ömer (R.A.)'in halifeliği sırasında doğmuş ve hicri 94 (milâdî
712) senesinde vefat etmiştir.
İmâm Ebû Dâvud, hicrî
202 (milâdî 817) yılında Hindistan'ın sınır komşusu olan Sicistan'da doğmuş ve
275 (milâdî 889) yılında Basra'da vefat etmiştir.
îmâm Ebû Dâvud,
Horasan, Bağdad, Irak, Şam, Mısır ve Hicaz gibi îslâm merkezlerinde dolaşarak
bir çok âlimle görüşmüş ve bir müddet de Basra'da ikâmet etmiştir.
Ebû Dâvud Sicistânî,
zamanının en büyük hadis âlimlerinden idi. Ayrıca fıkıh ve tefsir ilimlerinde
de ileri gelen âlimlerdendi.
Ebû Dâvud Sicistanî'nin
kendilerinden hadîs-i şerîf öğrenip rivayet ettiği âlimlerden bir kısmı
şunlardır:
Ahmed İbni Hanbel,
Yahya İbni Maîn, Ebû Dâvud Tayâlisî, Müslim İbni İbrahim, Süleyman İbni Harb,
Ebû Ma'mer...
Ebû Dâvud
Sİcistânî'den de, oğlu Abdullah, Ebû Abdurrah-man en-Nesâî, Ahmed İbni Muhammed
İbni'l-Hârun ve daha başka pek çok âlim hadîs-i şerif rivayet etmişlerdir.
Ebû Dâvud, beş yüz bin
hadîs-i şerîf ezberlemişti. Bu beş yüz bin hadîs-i şerifin içinden dört bin
sekiz yüzünü seçerek Sünen-i Ebî Dâvud denilen meşhur hadîs kitabını meydana
getirmiştir.
Sünen-i Ebî Dâvud,
özellikle fıkhî mes'eleler için mühim bir müracaat merciidir.
Ebû Dâvud, bu kitabım,
İmam Ahmed îbni Hanbel'e göstermiş ve bu büyük müctehidin beğenisini
kazanmıştır,
Ebû Davud'un Sünen'i,
kütübü sittenin üçüncüsü sayılmaktadır.
Ebû Dâvud hazretleri
şöyle demiştir:
—"Ben bu
kitabımda dört bin sekiz yüz hadîs-i şerîf topladım; insanın dinî için,
bunlardan şu dört hadîs-i şerif kifayet eder:
1-)
"Ameller(in hükümleri, kıymetleri) niyetlere göredir."
2-)
"Kişinin, kendisine fayda vermeyecek şeyleri terketmesi, is-lâmiyetinin
güzelliğindendir.
3-) Bir
mü'min, kendi nefsi için isteyip hoşlandığı bir şeyi, kardeşi için de isteyip
hoşlanmadıkça hakkı ile mü'min olamaz."
4-)
"Helâl de apaçık bellidir; haram da apaçık bellidir. Bunların arasında,
bir takım şübheli şeyler vardır. (Binaenaleyh, harama düşmemek için, bu şüpheli
şeylerden sakınmak lâzımdır."
Ebû Dâvud (R.A. =
Rahmetullahi aleyh), ilmi ile âmil olan büyük bir âlim idi. Sünen'inden başka, bir
de Kitâb-ı Merâsil adlı eseri vardır. Bu eseri ve sünen-i matbûdur ve bir çok
yerde, bir çok defa basılmıştır.
Sünen-i Ebû Davud'un
pek çok şerhleri vardır.
Bu, şerhlerden,
Muttaki Hindî'nin dört cild hâlindeki kitabı basılmıştır.
Sünen-i Ebî Davud'un şerhlerinden
Hattâbî de basılmıştır.
Diğer bir şerhi de
Bezhü'I-Mechöd adını taşımaktadır. Son zamanlarda yazılan
el-Menhelü'l-Azbii'-l-Mevrûd isimli şerh, önce yarım kalmış, daha sonra da
üzerine tekmile yazılarak basılmıştır.
İmâm Nevevî, şöyle
demiştir:
—"Fıkıh ve diğer
ilimlerle uğraşan kimselerin, Ebû Davud'un sünenine ehemmiyet vermesi ve onu
çok iyi tanıması gerekir. Çünkü, delil olarak getirilen ahkâm hadislerinin
çoğu bu kitaptadır. Sonra, bu kitaptan istifade etmek de kolaydır." [121]
Ebû Dâvud Süleyman
İbni Dâvud İbni'l-Cârud et-Tayâlisî, büyük bir fıkıh ve hadis âlimidir.
Horasanlı bir zattır.[122]
Ebû Eyyûb el-Ensârî,
Peygamber (S.A.V.) Efendimizin mihmandarı, ashab-ı kiramın büyüklerinden ve
ensârdandır.
Ülkemizde Eyüb Sultan
diye bilinir.
İsmi: Hâlid; künyesi
Ebû Eyyüb; babasının adı: Zeyd bin Kelîb'dir.
Annesi ise, Hind binti
Rebî'a bin Ka'b'dır.
Ebû Eyyûb el-Ensârî
(R.A.) hazretleri, Hazrec Kabilesine ve bu kabileden Neccar Oğullarına
mensuptur.
Eyyûb Sultan
hazretleri, annesi ve babası yönünden Peygamber (S.A.V.) Efendimize akraba
düşerdi.
Ebû Eyyûb el-Ensârî
(R.A.), bi'setin (Hz. Muhammed'e peygamberlik verilmesinin) on birinci
yılında, (hicret'ten iki sene kadar önce), hac mevsiminde müslüman olmuştur.
Bi'setin on ikinci
yılında da (milâdî 621) hac mevsiminde ikinci Akabe biatında hazır bulunarak,
Rasûl-i Ekrem (S.A.V.) efendimizin sohbeti ile şereflendi.
Mekke'den Medîne-i
Münevvere'ye hicret buyurduğunda, Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, Mescid-i
Nebevi yapılıncaya kadar, Ebû Eyyûb el-Ensarî (R.A.) hazretlerinin evlerinde
misafir olmuşlardır.
Hz. Ebû Eyyüb
el-Ensârî (R.A.), Peygamber (S.A.V.) Efendimizin bütün savaşlarına katılmış ve
bu savaşlarda Fahr-i Kâinat (S.A.V.) efendimizin sancaktârlığını yapmıştır.
Ebû Eyyûb el-Ensârî
(R.A.) hazretleri, Hz. Ali (R.A.)'nin yakınında bulunmuş ve onunla Cemel ve
Nehrüvan Vak'alarma iştirak etmiştir.
Hicretin 50. yılında,
İstanbul üzerine gönderilen İslam ordusuna, —yaşının ilerlemiş olmasına
rağmen, Peygamber (S.A.V.) Efendimizin İstanbul'un fethi ile ilgili müjdesine
nail olmak maksadı ile— katılmış ve burada hastalıktan vefat ederek, şehir
surlarının dışına defnedümiştir. (Hicrî 50 = Milâdî 670)
İstanbul, Fâtih Sultan
Mehmed Han hazretleri tarafından fethedilince, Eyyûb Sultan (R.A.)
hazretlerinin mübarek kabirleri bulunmuş ve üzerine türbe ve yakınına da cami
yaptırılmıştır.
Ebû Eyyûb el-Ensârî
(R.A.) hazretleri âlim ve fakıyh bir zât idi. Kendisinden yüz elli hadîs-i
şerif rivayet edilmiştir. [123]
Ebû Haysüme Zübeyr bin
Harb el-Bağdâdî, büyük bir fakıyh ve muhaddistir.
Aslen, neseî'dir.
Sonradan Bağdad'a yerleşmiştir.
Ebû Haysüme, sika bir
râvîdir ve hadiste hâfudır.
İmâm Müslim
hazretleri, Ebû Haysüme'den binden fazla hadîs-i şerîf rivayet etmiştir.
Ebû Haysüme, hicrî 234
(milâdî 849) tarihinde yetmiş dört yaşında olduğu halde vefat etmiştir. [124]
Abdullah (veya
Abdurrahman) bin Sahr ed-Devsî el-Yemânî,
ashâb-ı kiramın ileri
gelenlerindendir.
Yemen'in Devs
kabîlesindendir.
Künyesi: Ebû
Hureyre'dir. Bu künye'nin, kendisine babası veya Resûl-i Ekrem (S.A.V.)
tarafından verildiği hususunda iki ayrı rivayet vardır.
Ebû Hureyre (R.A.)'den
hadîs-i şerîf rivayet eden zatların sayısı, —asKâb ve tabiînden olmak üzere—
sekiz yüz'dür.
Ebû Hureyre (R.A.)
hazretlerinin rivayet ettiği hadîs-i şeriflerden 325'i sahîhayn'de (= Buhârî
ile Müslim'de) müştereken mev-cudtur. Bundan başka 93'ü yalnız Buhârî'de; 19O'ı
yalnız Sahîh-i Müslim'de mündemiçtir. Mütebakisi ise, diğer hadis
kitaplarındadır.
Hadîs-i şeriflerin,
ümmet arasında yayılması matlup olduğundan Ebû Hureyre (R.A.) hakkında böyle
bir mucizenin tecellîsi, şüphesiz, dinî bir hikmete müstenittir.
Ashâb-ı Kiramın hepsi
udûldür. Özellikle zühd ve takva mev-sûf, fukahâdan madud ve etrafı sahâbe-i
kiramın büyükleri ile dolu bulunan Ebû Hureyre gibi bir zâtın, Rasûlullah
(S.A.V.) Efendimize karşı, hakikate muhalif bir şey iddia etmesi katiyen
düşünülemez. Aksini düşünmek, ashâb-ı kiramın kadrini, diyanet ve faziletini
takdir edememekten ileri gelir.
Asr-ı saadette ve onu
takip eden asırlarda harikulade zekâya ve hafızaya sahip binlerce İslâm
âliminin yetiştiği târihçe sabit bir hakikattir.
Hâkim Ebû Abdillah
Nişaburî şöyle diyor:
—"Vaktiyle hadîs
hafızı nâmım alan bir zâtı, beş yüz bin hadis ezberlemiş olurdu."
imâm Ahmed İbni Hanbel
(R.A.), bir milyon kadar hadîs-i şerifi ezbere biliyordu.
Ebû Zür'a er-Râzî,
yedi yüz bin hadis-i şerif ezberlemişti.
İmâm Buharı,
hafızasından üç yüz bin hadis-i şerîf naklederdi. Bu misaller, istenilirse yüzlere,
binlere çıkarılabilir.
Ebû Hureyre (R.A.)'nin
rivayet ettiği hadis-i şeriflerden üçünü, teberrüken buraya alıyoruz:
1-) İmân,
altmış şu kadar şubeye aynlır. Haya da imândandır.
2-) Güzel
söz sadakadır.
3-) Kocasız
kadına ve yoksul kimseye yardıma koşan Allah yolunda cihad eden veya gündüzün
oruçlu, geceleyin ibâdetle kâim olan kimse mesabe sindedir.
Ebû Hureyre (R.A.),
Hz. Ömer (R.A.) tarafından Bahreyn Valiliğine tayin edilmiş, bilâhare tab'an
mülayim olduğu için azledilmişti. Daha sonra yine Vali tayin edilmek
istenilmişse de kendisi kabul etmemiştir.
Daha sonra, Hz. Osman
(R.A.) tarafından Mekke-i Mükerre-me kadılığına ve bilâhare Hz. Muâviye
tarafından da, —bir aralık— Medîne-i Münevvere valiliğine tayin edilmiştir.
Ashab-ı kiramın
fakıyhlerinden olan ve onların arasında fetva vermekte temayüz eden Ebû
Hureyre (R.A.) hazretleri, hicrî 59 (milâdî 679) tarihinde Medîne-i
Münevvere'de vefat etmiş ve Baki' Kabristanına defnedilmiştir. [125]
Ebû isme, büyük bir
fıkıh âlimidir.
İsmi: Nuh İbni Ebî
Meryem; künyesi: Ebû Isme'dir. Kendisi, Nuh ekCâmi ismi ile meşhur olmuştur.
Ebû isme, fıkıh ilmini
İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe ile İbni Ebî Leylâ'dan tahsil etmiştir.
Ebû isme hazretleri,
Haccâc İbni Ertad ve zamanındaki diğer âlimlerden hadis; İbni İshak'tan meğâzî,
el-Kelbî ve Mukâtil'den de tefsir ilimlerini tahsil etti.
Bu ilimleri nefsinde
toplamış olduğu için veya Imâm-ı A'zam Ebû Hanîfe'nin fıkhını Merv'de ilk cem
eden şahıs olmasından dolayı, Ebû Isme'ye Câmî (= bir araya getiren, toplayan)
unvanı verilmiştir.
Ebû isme, Ebû Ca'fer
Mansur zamanında Merv'de kadılık görevinde bulunmuştur.
Ebû Isme'nin, —ilim
öğrettiği— dört ayrı meclisi vardı: Bu meclislerden birinde, hadîs ve âsâr
rivayet eder; birinde, İmâm-ı A'-zam'ın kavillerini nakleder; birinde de, arap
lisanını öğretir, diğerinde ise şiir tedrîs ve müzakeresi ile meşgul olurdu.
Ebû Isme'nin
kendisinden hadîs-i şerîf rivayet ettiği zatlardan bir kısmı şunlardır:
Zührî, Sabit
el-Benânî, Yahya İbni Sadi el-Ensârî, İbni Cüreyc, İbni Ebî Leylâ, îmâm-ı A'zam
Ebû Hanîfe, İbni
Ebû Isme'den hadis-i
şerif rivayet eden zatlardan bir kısmı da şunlardır:
Ali İbni'l-Hüseyn îbni
Vâkıd, Zeyd İbniU-Habbâb, Hibban İbni Mûsâ, Nuaym ibni Hammâd, Süveyd îbni
Nasr, Şu'be bin Mübarek...
"Kur'âri-ı
Kerim'in sûrelerinin fazileti hakkında, bazı hadisler vazettiği"
söylenmişse de, bu, doğru değildir. Bunları vaz eden başka bir şahıstır.
Kendisi, hadîs
uydurmak bir tarafa, bilakis sika (yani güvenilir) bir râvîdir. zira, Ebû
Dâvud ve Tirmizî, "sünen"lerinde; İbni Cerîr de tefsirinde, O'nun
rivayetlerine yer vermişler; İbni Mâce de, tefsirinde O'nun kavlini delil
olarak almıştır.
Hattâ, Şu'be, bir
hadîs-i şerîf hakkında yaptığı isbat için, O'nun rivayetini delil olarak
göstermiştir. Şu'be ise, râvilerin sika olmasına çok dikkat eden bir zattır.
Ebu isme hazretleri,
hicrî 173 (milâdî 789) tarihinde vefat etmiştir. [126]
Ebû İdris el-Halvânî,
tabiînin ilklerindendir ve fakıyh bir zâttır. İsmi: Âizullah bin Abdullah;
künyesi: ebû İdris'tir.
Ebû İdris el-Halvânî,
hicrî 8. yılda doğmuş ve 80 (milâdî 700) yılında vefat etmiştir.
Ebû İdris el-Halvânî,
Hz. Mûaviye tarafından Şam'a kadı tâyin edilmiş, daha sonra Abdülmelik
tarafından da aynı göreve getirilmiştir.
Ebû İdris el-Halvânî,
Ebu'd-Derdâ, Ebû Zer, Huzeyfe, Ubâ-de bin Sâmit, Avf bin Mâlik, Ebû Hureyre
gibi bir çok zâttan hadis-i şerîf rivayet etmiştir.
Ebû İdrîs
el-Halvânî'nin rivayet ettiği hadis-i şeriflerden bir kısmı Sahîh-i Buhârî'de
de yer almıştır.
Ebû İdris el-Halvânî
merhumdan hadis rivayet eden zâtlar ise, Zührî, Mekhûl, Yunus bin Meysere ve
diğer başka âlimlerdir.
Said bin Abdülaziz
şöyle diyor:
—"Ebû'd-Derda'dan
sonra, Şamlıların âlimi Ebû îdris el-Halvânî idi."
Mesaî, onun hadis
ilminde sika olduğunu kabul etmektedir. [127]
Ebû Kılâbe Abdullah
İbnü Zeyd, tabiînin ileri gelenlerinden fakıyh ve muhaddis bir zattır.
Basralıdir.
Ebû Kılâbe hazretleri
hicrî 104 yılında Şam'da vefat etmiştir.
Ebû Kılâbe, sahâbe-i
kiramdan Sabit ibni Kays ile Enes İbni Mâlik; tabiînden de Ebû Eyyüb Sahtiyanı
ve Katâde'den hadîs-i şe-rîf rivayet etmiştir.
Ebû Kılâbe'nin sika
olduğunda ittifak vardır.
Ebû Kılâbe, zaman
zaman, bir hadîs-i şerîf öğrenmek için seyahatlere çıkardı.
Kendisi şöyle
söylüyor:
"Hiç bir işim
olmadığı hâlde, sırf bir hadîs-i şerifi, daha önce duymuş olan bir şahıstan
dinlemek için, Medine'de üç gün kaldım."
Hadîs-i şerîflerin
toplanıp, yazılması için gayret sarfederdi.
Ebû Kılâbe hazretleri,
vefat etmeden önce, kitaplarının Ebû Eyyûb Sahtiyânî'ye verilmesini vasiyet
etti. Ve bu vasiyeti yerine getirildi.
Ebû Kılâbe, âlim ve
fâzıl bir zat idi. Etrafındakilere hikmet dolu sözlerle tavsiye ve nasihatlerde
bulunurdu.
Ebû Kılâbe hazretleri,
etrafındakileri, devamlı, helâl kazanmaya teşvik ederdi.
Ebû Eyyûb
Sahtiyânî'ye: "çarşıya git, iş ara. Zira, en büyük huzur, insanlara
muhtaç olmamaktadır." buyurdu.
Bir başkasına da:
"Seni, geçimini temin ederken görmem, cami köşesinde görmemden daha
sevimlidir." buyurmuştur.
Ebû Kılâbe
hazretlerinin hikmetli sözlerinden bir kaçını daha görelim:
—"Allah'a
şükredilmesine vesile olan dünyalık, insana zarar vermez."
—"Bir sözü,
anlamıyacak kimseye söyleme. Çünkü o söz, ona zararlı olur; fayda vermez."
—"Bid'at ehli ile
oturmayınız; onlarla sohbet etmeyiniz. Zira onlar, sizi dalâlete düşürebilir
veya bilmediğiniz kötülüklere bulaştırabilir." [128]
Ebû'l-Âliye Rufi' İbni
Mihrân er-Riyâhî, tabiinin ileri gelenlerinden Basra'h bir zattır.
Ebû'l-Âliye, câhiliye
devrinde bulunduğu hâlde, Peygamber (S.A.V.) Efendimizin irtihâlinden iki sene
sonra müslüman olmuştur.
Hz. Ömer'in arkasında
namaz kılmış bulunan Ebû'l-Âliye hazretleri, Hz. Osman'dan, Zeyd İbni
Sâbit'ten, İbni Abbas'tan rivayette bulunmuştur.
Ebû Bekir İbni Ebî
Dâvud şöyle demiştir: —"Sahâbe-i kiramdan sonra, Kur'ân-i Kerîmi
Ebû'l-Âliye'den
daha iyi bilen kimse
yoktur."
Ebû'l-Âliye, —yüz
yaşını geçkin olduğu hâlde— hicrî 90 (milâdî 708) tarihinde vefat etmiştir.
Bir de, Ebû'l-Âliye
Ziyâd İbni Fîrûz vardır. Bu zat da tâbiîn-dendir. İbni Abbas (R.A.)'dan
rivayette bulunmuştur. Bu zat, Benî Riyah'tan bir a'rabînin mevlâsı (=
azatlısı) idi. Hicrî 190 yılında vefat etmiştir. [129]
Ebû'l-Berekât
Hâfizû'd-dîn Abdullah İbni Ahmed Nesefî, ha-nefi fukahâsınm meşhurlanndandır.
Hafîzüddin Nesefî
merhum tefsirde, hadiste, fıkıhta ve usûl-i fıkıhta ihtisas sahibi bir âlim
idi.
Ebû'l-Berekât Nesefî,
fıkıh ilmini Muhammed bin Abdiset-tar Kerderî, Hamiddüddîn Zarîr ve Hâher-zâde
Bedrüddin'den tahsil etmiştir.
Şeyhu'l-lslam İbni
Kemâl Paşa-zâde merhum, Ebû'l-Berekât Nesefî'yi "kavî ve zâif kavilleri
birbirinden ayırmaya muktedir olan mukallidler" tabakasından saymıştır. Bu
tabakada olanlar, kitaplarında merdud kavilleri ve zayıf rivayetleri
nakletmezler.
Başka usûlcüler İse,
Ebû'l-Berekât Nesefî'yi müctehid fî'1-mezheb saymaktadırlar. Bu âlimler,
müctehid fTl-mezhep kudretinin, Ebû'l-Berekât Nesefî ile son bulduğuna,
kendisinden sonra müctehid fî'l-mezhep yetişmemiş olduğuna kail olmuşlardır.
Ebû'l-Berekât
Hafîzüddin Nesefî, Buhâra'nın, bir vakitler çok mamur bir şehri olan Nesef'te
doğmuştur.
Hicrî 710 (milâdî
1310) yılında Bağdad'ı ziyaret eden Nesefî merhum aynı sene vefat etmiştir. [130]
Ebû'l-Berekât Nesefî
hazretleri, pek çok eser telif etmiştir. Bu kıymetli eserlerinin başlıcaları
şunlardır:
1-)
Medârikü't-TeiMÎI ve Hakâikü'l-Te'vü Bu eser, kıymetli bir tefsirdir.
2-) Umdetu
Akîdeti EbM's-Siinneü ve'l-Cemâa Akaide ait olan bu kıymetli eser, Londra'da,
1843 yılında Wili-an Corurtan tarafından bastırılmıştır.
3-) İtimat
Bu eser, bundan önce zikrettiğimiz
Umde'nin Şerhi'dir.
4-)
Menârii'l-Envâr
Usûl-i fıkıhla ilgili
bir eserdir.
5-)
Keffü'l-Esrâr Şerhu'l-Menâr
Bu eser de, Menâr'm
şerhidir.
6-)
Kenzü'd-Dekâik
Bu eser, muteber bir
fıkıh kitabıdır. Bu kıymetli eserin pek çok şerhleri vardır.
7-) el-Vâfî
Bu da, muteber bir
fıkıh kitabıdır.
8-) el-Kâfî
Bu eser, el-Vâfî'nin
şerhidir.
9-)
el-Musaffa
Bu kitap, Ebû Hafs
Ömer Nesefî'nin hılâfiyyata ait el-Menzûme adlı eserinin şerhidir.
10-)
el-Müstesfâ
Bu kitap da, Kasım
İbni Yûsuf'un ea-Nâfî isimli fıkıh kitabının şerhidir.
Merhum Ebû'l-Berekât
Hafîzüddin Nesefî'nin bütün eserleri faydalıdır ve fakıylerce muteberdir. [131]
Ebû'1-Fazl Meddü'd-dîn
Abdullah İbnü Mahmud el Mevsılî, büyük bir fıkıh âlimidir.
Ebû'1-Fazl, hicrî 599
(milâdî 1202) tarihinde Musul'da doğmuş, 683 (mîlâdî 1284 tarihinde vefat
etmiştir.
Ebû'1-Fazl, ilim
tahsiline babasında başlamış, sonra Şam'a giderek, Cemâlüddîn Hasırî'den fıkıh
tahsil etmiştir.
Bir müddet, Kûfe'de
kadılık yapan Ebû'1-Fazl merhum, daha sonra Bağdad'a giderek tedriste
bulunmuştur.
Ebû'1-Fazl merhum,
zamanında, fıkıh ve usûl-i fıkıh ilimlerinde hanefî ulemasının en
seçkinlerinden biri idi. [132]
Ebû'l-Fazl'ın bir çok
kıymetli eseri vardır. Bunların en meşhurları ise şunlardır:
1-) Muhtar
2-)
Muhtâr'ın Şerhi olan el-İhtiyar
Bu iki eser, hanefî
fıkhının en meşhur kitaplarmdandır. [133]
Müteahhir fakıyhlerin
en çok itimat ettiği dört fıkıh kitabı vardır ki, bunlara mütûn-i erbaa (= dört
metin) denir. Bu kıymetli eserler şunlardır:
1-) Muhtar
2-) Kenz
3-) Vikaye
4-)
Mecmau'MJahreyn
Bu kıymetli fıkıh
kitaplarından her biri defalarca basılmış ve her birine, bir çok fakıyh,
şerhler yazmışlardır. [134]
Ebû'l-Fereci'l-Müâfa
İbni Zekeriyya en-Nehrüvanî, büyük bir tefsir ve fıkıh âlimidir.
Hicrî 305 tarihinde
doğmuş, 390 tarihinde vefat etmiştir.
Ebü'I-Fereci'l-Müâfa,
Muhammed İbni Cerîri't-Taberî'ye mensuptur. Zira, onun mezhebi üzere
tefekkuhte bulunmuştur.
Bir çok ilimlere vakıf
bulunan Ebû'l-Fereci'HÜüâfa rivayetlerinin ve yazdığı eserlerin çokluğu ile
tanınır. [135]
Ebû'l-Fereci'l-Müâfa'nın
eserlerini^ i&isi şiardır:
1-)
Kitabü't-Tefsir.
Bu tefsir, altı
cildten müteşekkildir.
2-)
Kitâbü'l-Ceffs ve'1-Enîs[136]
Ebû'l-Hasan el-Kerhî,
büyük bir hadisci ve hanefî fıkıh âlimidir.
İsmi: Ubeydullah
İbnü'l-Hüseyin İbni Dellal İbni Deüıim'#r. Künyesi: Ebû'l-Hasan'dır.
Irak'ta, Kerh
bölgesinde doğduğu için oraya nisbet edilmiş ve Ebû Hasan el-Kerhî diye meşhur
olmuştur.
Kerhî merhum hicrî 260
(milâdî 874) yılında Kerh'te doğdu; ömrünün büyük kısmım Bağdad da geçirdi ve
burada 340 hicrî (milâdî 952) yılında vefat etti. Cenaze namazını,
talebelerinden Ebû Temam Hasan bin Muhammed Zeynebî Hâşimî kıldırdı. Ve,
Bağdad'-da Ebû Zed geçidindeki mescidinin yanma defnedildi.
Kerhî merhun, Fıkıh,
İmâm-ı A'zam Ebû Hanife (R.A.)'nin oğlu Hammad'ın oğlu İsmail'den ilim
öğrenmiş, olan Ebû Sa'îd Ah-med İbni Hüseyn Bürdeî'den tahsil etti.
Ayrıca, Kadı İsmail
bin İshak, Ahmed bin Yahya Halveni, Muhammed bin Süleyman Hadremî, Muhammed
bin Abdullah bin Süleyman Hârezmî ve daha bir çok âlimden ilim öğrendi.
İslâm'ın inceliklerini
öğrenmek ve böylece Allah'ın rızasını kazanmak için çok çalıştı. Daha önce
yapılmış olan bütün ictihadları öğrendi. Verilen fetvaları ezberledi. Hanefi
mezhebinin tafsîlî delillerinin tamamını öğrendi.
İbni Kemâl Paşa'ya
göre, Ebû'l-Hasan el-Kerhî müctehid fî'l-m es'ele (- mes'elede müctehid)*dir.
Kerhî merhum, hocası
Ebû Sa'îd Bürdeî ve Kadı Ebû Hazm'-den sonra, Bağdad'da hanefî âlimlerinin
reisi oldu.
Ebû'l-Hasan
el-Kerhî'nin yetiştirdiği pek çok talebeden bir kısmı şunlardır:
Ebû Bekir Ahmed Râzî
Cessas, Ebû Ali Ahmed bin Muham-med Şa'şî, Ebû Hâmid Taberî, Ebû'l-Kâsim Ali
Tenûhî, Ebû Bekir Damganı, Ebû'l-Hasan Kudûrî, Ebu Hafs îbni Şahin, İbni Hayve,
İbni Sellâc, Kadı Ebû Muhammed bin bin Efgânî, Ebû Abdullah Basrî. [137]
Ebû'l-Hasan el-Kerhî
hazretlerinin pek çok kıymetli eseri vardır. Bu eserlerin başlıcaları
şunlardır:
1-)
el-Muhfasar
2-)
ŞerhıTl-Câmii's-Sağîr
3-)
Şerhu'l-Câmii'l-Kebîr Muhtasardı, Kudûrî merhum şerhetmiştir. [138]
Ebû'1-Leys Nasr bin
Muhammed bin Ahmed bin İbrahim es-Semerkandî, hanefî mezhebinin büyük bir fıkıh
âlimi, tefsir, kelâm, fıkıh, tasavvuf ve ahlâk sahasında eserler vermiş, meşhur
bir zattır.
Ebû'1-Leys künyesi ile
tanınan, bu büyük âlime İmâmii'l Hüdâ lakabı verilmiştir.
Ebû'1-Leys
es-Semerkandî, fakiyh ünvâm ile de anılır.
Ebû'1-Leys
es-Semerkandî (R.A.) hazretleri, hicrî dördüncü (milâdî onuncu) asırda Semerkant'ta
yetişmiş büyük bir âlimdir. Doğum tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Vefat
tarihinde de ihtilaf edilmiştir. Bazılarına göre hicrî 373 (milâdî 984);
bazılarına göre 375 (milâdî 986); bazılarına göre de 393 (milâdî 1003)
tarihinde vefat etmiştir.
Ebû'1-Leys (R.A.),
faziletli ve ilmi ile âmil olan bir âlimdir. Hanefi mezhebinin imamlarından
güzel ahlaklı, tasavvuf ehli, fakıyh ve müfessir bir zâttır.
Fakıyh Ebû'1-Leys
es-Semerkandî (R.A.), Ebû Ca'fer el-Hinduvânî'den ve diğer bazı âlimlerden ilim
tahsil etmiştir. [139]
1-)
TefsîriH-Kur'ân
Bu eserin bir çok
yazma nüshası, ülkemizin bir çok kütüphanelerinde mevcuttur.
Ebû'1-Leys (R.A.)
hazretleri, bu eserini orta bir hacimde açık, faydalı bir şekilde ve bazı
nasihatleri muhtevi bir şekilde yazmıştır.
Bu latif tefsirdeki
hadîs-i şerifleri, hicrî 879 (milâdî 1475) yılında vefat etmiş bulunan, Şeyh
Zeynü'd-dîn Kasım bin Kutluboğa tahrîc etmiştir.
Bu tefsir, hicrî 854
(milâdî 1451) senesinde vefat eden Ahmed Muhammed bin Ali bin Arabşah
tarafından Türkçe'ye tercüme edilmiştir.
1446 milâdî yılında
vefat eden Ebû'1-Fazl Mûsâ el-İznikî, bu tercümeyi Enfâs el-Cevâbir adı ile
işlemiş ve neşredilmiştir.
Bu tefsirin başka bir
tercümesi de milâdî 1417 yılında vefat et-, miş olan Ahmed ed-Dâî tarafından yapılmıştır.
1-) Bu
tefsirin aslının ve tercümelerinin bir
çok yazma nüshaları Kütüphanelerimizde mevcuttur.
2-)
Hızânetii'I-Fıkh
Hanefî fıkhının
hükümlerine dair bu özlü eserin de yazma nüshaları Kütüphanelerimizde
mevcuttur.
3-)
Umdetü'I-Akâid
4-) Şerhu'l-Câmiu's-Sağîr
5-)
en-Nevâzil mine'l-Fetâvâ
6-)
Muhtelifti'r-Rivâye
7-)
el-Fetâvâ min-EbâvÜi'1-Meşâyih.
8-)
Uyûnu'I-Mesâi fî'1-Förû
9-)
en-Nevâzil fî'l-Fürû
10-)
el-Mukaddimelii tî s-S al âl
11-) Beyânu
Akîdetü'1-Usûl
12-)
Boslânü'l Arifin
13-) Tenbîhu'I-Gâfüm
14-)
Esrârü'1-Vahy
15-)
Kurretü'1-Uyün ve Müferrîhü'l-Kalbi'l-Mahzûn
16-)
Şerhu'l-Fıkhı'I-Ekber.
17-)
Dekâıku'I-Abbâr fi-Zikril-Cenneti ve'n-Nâr
18)
Tesîsu'l-Fıkıh
19-)
ŞerVl-İslâm
20-)
el-Maârtf fî-Şerfii's-Sabâif
21-)
Tesîsü'n-Nazar
22-) Risâletü'l-Ma'rife
ve'I-İmân
23-)
Risâletün fî'I-Hikem.
24-) Kut
en-Nefs fî-Mârifeti'1-Erkânn-Hams.
25-)
Tuhfetu'l-Enâm fî Menâkıbi'l-Eimmeff I-Erbaa el-A'lâm.
26-)
el-Latâifii'l-Miistabrece min SahihFI Bunârî
27-)
er-Risâle fî'1-Fıkih.
28-)
Fedâil-i Ramazan.
Fakıyh Ebû'1-Leys
es-Semerkandî (R.A.)'nin bütün bu kıymetli eserlerinin el yazması ve bir
kısmının da matbu nüshaları* bir çok kütüphanemizde mevcuttur ve ilim
adamlarının alâkalarını beklemektedir. [140]
Ebû Mûsâ'l-Eş'arî,
ashâb-ı kiramın fakıylerinden zâhid ve faziletli bir zattır.
İsmi: Abdullah;
künyesi: Ebû Mûsâ; babasımn adı: Kays'dır. Annesi: Tayyibe binti Vehb bin
Ak'tır.
Ebû Mûsâ, Yemenlidir
vxe Eş'ar Kabîlesindendir.
Ebû Mûsâ'l-Eş'arî
(R.A.), müslüman oluşunu şöyle anlatıyor: —"Biz, Yemen'de iken, Peygamber
(S.A.V.) Efendimizin ortaya çıkışını işittik. Ben ve ağabeylerim Ebû Bûrde ile
Ebû Rûhem ve Eş'arı kabilesinden 52 veya 53 kişi, bir gemiye bindik; Rasulullah
(S.A.V.)'ı görmek için yola çıktık ancak, hava muhalefeti sebebiyle gemimiz
Habeşistan kıyılarına yanaşmak mecburiyetinde kaldı ve biz Habeşistan'a çıktık.
Orada, Ca'fer bin Ebî Tâlib'le karşılaştık ve müslüman olduk.
Ca'fer, bize:
"Bizi, buraya Rasulullah (S.A.V.) Efendimiz gönderdi. Ve, bir müddet
burada oturmamızı emretti. Siz de, bizimle, bir müddet burada oturunuz."
dedi. Bunun üzerine biz de orada oturduk.
Daha sonra, Resûlullah
(S.A.V.) Efendimizin izni ile, Habeşistan Hükümdarı Necaşî, bizi iki gemiye
bindirip Medine'ye gönderdi.
Biz, Medine'ye
geldiğimizde, Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz, Hayber fethinde bulunuyordu. Bu
savaşta, yanında bulunmayanlara hisse vermediği hâlde, bize, ganimetten hisse
verdi.
Ebû Mûsâ'l-Eş'ârî,
Resûl-i Ekrem (S.A.V.) Efendimizin zamanında Zebid, Aden ve Yemen
Valiliklerinde bulundu.
Hz. Ömer (R.A.)
zamanında da Küfe ve Basra Valiliklerine tayin edildi.
Ebû Mûsâ'l-Eş'arî
(R.A.) burada vali iken Ehvaz, İsfahan ve Nusaybin'i fethetti.
Hz. Ali (R.A.)
zamanında da Basra Valiliğine devam etti.
Ebû Mûsâ'l-Eş'arî
(R.A.), Kur'ân-ı Kerîmin tamamını ezbere bilen sahâbilerdendi. Hz. Ebu Bekir
(R.A.)'in halifeliği sırasında Kur'an-ı Kerîmi toplayan hey'ette de
görevlendirildi.
Hicrî takvim'in
hazırlanmasında Ebû Mûsâ'l-Eşarî merhumun mühim rolü olmuş ve bu takvim, onun
teklifi ile Hz. Ömer (R.A.) zamanında kabul edilmiştir.
Ebû Mûsâ'l-Eş'arî
(R.A.), Peygamber (S.A.V.) efendimizden 360 hadîs-i şerîf rivayet etmiştir.
Ebû Mûsâ'l-Eş'arî
(R.A.) hazretleri hicrî 42 (milâdî 663) yılında, Kûfe'de vefat etti. [141]
Ebû Meryem Hanefî,
Kadı İyas İbni Subh, tabiînin ileri ge-lenlerindendir. Rivayeti makbul olan bir
zattır.
Takrîbü't-Tezhîb'de
beyan edildiğine göre: Bu zat, Ebû Meryem es-Sakafî'den ve Ebu Meryem
el-Kûfî'den başkadır. [142]
Ebû Muti' Hakem İbni
Abdillah, büyük bir hanefî fakıyhıdir. Ebû Muti' merhum, Belh'de, on altı sene
kadılık yapmıştır.
İmâm-ı A'zam Ebû
Hanîfe (R.A.)'nin Fıkhı Ekber'ini bu zal rivayet etmiştir.
Ebû Muti Belhî
hazretleri hicrî 199 tarihinde, —84 yaşında— vefat etmiştir. [143]
Ebû Sâidi'l-Hudrî,
ashâb-ı kiramın ileri gelenlerinden âlim ve lakıyh bir zattır. Ensârdandır.
İsmi: Sa'd bin Mâlik
bin Sinan'dır. Babası, Mâlik de ashâb-ı kirâmdandır.
Ebû'Saidi'l-Hudrî
(R.A.), Peygamber (S.A.V.) Efendimizin hicretinden on sene kadar önce
doğmuştur.
Peygamber (S.A.V.)
Efendimiz, Medîneye hicret edince, Ebû Saidi'l-Hudn'nin babası ve annesi
müslüman oldular. Böylece O, müslüman bir aile içinde, İslâm terbiyesi ile
büyümüş oldu.
Ebû Saidi'l-Hudrî'nin
babası, Uhud gazvesinde şehid düştü. Ailenin yükü kendi üzerine kalmış oldu.
Hz. Ebû Said el-Hudrî,
yaşının küçük olması sebebiyle Bedir ve Uhud gazalarına katılmadı. Sonra Benî
Mustalık ve Hendek gazveleri ile bazı seriyyelere katıldı. Ayrıca, Hudeybiye,
Hayber, Mek-kenin fethi, Huneyn ve Tebük gazvelerine de katıldı.
Hz. Ebû Saidi'l-Hudrî
(R.A.), Peygamber (S.A.V.) Efendimizin irtihâlinden sonra; Hz. Ebû Bekir, Hz,
Ömer ve Hz. Osman'ın hilâfetleri sırasında Medîne-i Münevvere'de fetva ile
meşgul oldu.
Hz. Ebû Sâidi'l-Hudrî
(R.A.), hadis ve fıkıh sahasında ilim sahibi bir zat idi. Kendisi, Peygamber
(S.A.V.) Efendimizden 1170 hadîs-i şerîf rivayet etmiştir.
Ebû Saidi'l-Hudrî
(R.A.), —bir rivayete göre— hicrî 64 (milâdî ) yılında Medîne-i Münevere'de
vefat etmiş ve Baki* Kabristanına defnedilmiştir.
Başka bir rivayete
göre ise: Ebû Saidi'l-Hudrî (R.A.), İstanbul'un fethi için gelen askerlerin
içinde idi ve çarpışırken, Edirnekapısı civarında şehid düştü; kabri Kariye
Camii avlusundadır. [144]
Adı: Abdullah veya
İsmail'dir. Babası: Abdurrahman İbni Avf (R.A.) hazretleri aşere-i
mübeşşere'den (- hayatta iken cennetle müjdelenen on büyük sahâbî'den)
biridir.
Ebû Seleme hazretleri
ise tâbiîndendir. Fakıyh ve sika bir zattır ve rivayetinin çokluğu ile tanınır.
Bir rivayete göre, Ebû
Seleme hazretleri, Medîne-i Münevve-re'deki fukahâyı seb'adan {= yedi büyük
fakıyh'ten) biridir. Diğer bir rivayete göre ise, bunun yerine Ebû Bekir İbni
Abdirrahman, fukahâ-i seb'adan sayılmaktadır.
Ebû Seleme hazretleri,
sahâbe-i kiramdan ve tabiînden bir çok hadîs-i şerif rivayet etmiştir.
Kendisinden de bir çok
zat rivayette bulunmuştur.
Ebû Seleme hazretleri,
hicrî 94 (milâdî 712) tarihinde, —72 yaşında olduğu halde— vefat etmiştir. [145]
Ebû Sevr Bağdadî,
büyük bir hadis âlimidir, sikadır.
Ebu Sevr, müstakil bir
mezhep sahibidir. Ancak, kendisi, İmâm Şafiî (R.A.) hazretlerinden de istifâde
etmiş bulunduğundan, şâfiî fakıyhlerinden sayılır.
Ebû Sevr, hadîs
ilminde ileri olduğu gibi, fıkıh ilminde de ileri bir zât idi. Kendisi, bu iki
ilmi nefsinde cem etmiştir.
İmâm Neseî şöyle
diyor:
—"Ebû Sevr
sikadır; me'mundur, fukahâdan biridir."
Ebû Sevr, hadîs, fıkıh
ve ahlâk sahasında pek çok eserler telif etmiştir.
Ebû Sevr, hicrî 240
(milâdî 855) yılında vefat etmiştir. [146]
Mevlânâ Ebû's-Suûd
Mehmed bin Muhyi'd-Dîn Mehmed bin Mustafa ei-İmâdî meşhur bir allâmedir.
Babası, Yavsı Mehmed Efendi, nâmında âlim, sâlîh bir zattı. Annesi de Mevlânâ
Alâü'd-Dîn Kuşcu'nun kardeşinin kızıdır.
Ebû's-Suûd Efendi hicri
896 (mîlâdî 1490) yılında , İstanbul'da Müderris Köyü denilen yerde dünyaya
gelmiştir.
Abdu'l-Kâdir
el-Hindî'nin, en-Nûru's-Sâfir fî Ahbâri'l-Karni'l-Âşir adlı eserine göre,
Ebû's-Suûd Efendi, bu tarihte İskilip'te dünyaya gelmiştir.
Eyüb civarında medfun
bulunanlara dair yazılmış bir risaleye göre ise, Ebû's-Suûd Efendinin pederi
namına yapılan ve daha sonraları Sivas Tekkesi nâmiyle anılan dergâhta dünyaya
gelmiştir.
Ebû's-Suûd Efendi,
İstanbul'da yetişmiştir. Sütlüce semtinde oturmuş olan Ebû's-Suûd Efendi hicrî
982 (milâdî 1545) senesinde vefat etmiştir. Kabri Ebû Eyyübü'l-Ensârî (Eyüp
Sultan) civarındadır.
Ebû's-Suûd Efendi,
uzun boylu, uzunca yüzlü, mehib ve zâ-hid bir zat idi.
Ebû's-Suûd Efendinin
oğulları: Şehzade Medresesi müderrisi Ahmed Efendi ile Mehmed Çelebi ve Mustafa
Efendidir. Şeyh Nas-rullah Efendi de Ebû's-Suûd Efendi'nin kardeşidir. [147]
Ebû's-Suûd Efendi, ilk
tahsilini, babası Yavsı Mehmed Efendi'den görmüş ve daha sonra babasının
gösterdiği ihtimam sayesinde pek yüksek bir tahsile nail olmuştur.
(Yavsı Mehmed Efendi
İskilip'de doğmuştur. Ak-Şemşeddin'in halîfesi İbrahim Tennûrî'den tarikat
ahzeden Yavsı Mehmed Efendi diğer ilimleri de Ali Kuşcu'dan okumuştur.
Yavsı Mehmed Efendi,
Beyzâvî tefsirine ta'lik, Vâridât-ı Küb-râ'ya Şerh yazmış ve ahvâl-i sülük
hakkında bir risale kaleme almıştır.
Ve bu değerli âlim,
oğlunun tahsiline gerekli itinayı göstermiştir).
Ebû's-Suûd Efendi,
Müeyyed-Zâde ve İbni Kemâl Paşa gibi büyük âlimlerden ders almış, istifâde
etmiş ve zamanla kendisi de en kudretli âlimler arasına girmiştir.
Sultan İkinci Bâyezid
tarafından, Ebû's-Suûd Efendiye, yüz otuz akçe çelebi ulufesi verilmiştir.
Şeyhu'l-îslâm İbni Kemâl paşa tarafından yirmi sekiz akçe ücretle Çankırı
Medresesine müderris tâyin edilmişse de, oraya gitmesi nasip olmamış ve otuz
akçe ücretle (hicrî 922 yılında) İnegöl Medresesine gitmiştir.
Ebû's-Suûd Efendi,
daha sonra, Dâvud Paşa, Mahmud Paşa ve Kekbûzedeki Mustafa Paşa Medreselerine
tayin edilmiştir.
Ebû's-Suûd Efendi,
hicri 932 yılında Bursa'da Sultaniye Payesine, 939 da Bursa Kadılığına ve bir
sene sonra da İstanbul Kadılığına yükselmiştir.
Hicrî 944 yılında
Rumeli Sadâretine getirilen Ebû's-Suüd Efendi, nihayet hicri 953 yılında
Şeyhu'l-İslâmhk makamına yükselmiştir.
Ebû's-Suûd Efendi, —vefatına
kadar— otuz yıl şeyhu'l-lslâm olarak bulunmuştur. [148]
Ebû's-Suûd Efendi,
asırların emsalini nadiren yetiştirebildiği büyük âlimlerden biridir.
el-Fevâidü'1-Behiyye'de
şöyle denilmektedir:
Ebû's-Suûd Efendi, bir
şeyh-i kebir, bir âlim-i nihrîr idi. Onun ne Acem'de bir misli, ne Arap'ta bir
benzeri vardır. Zamanında, riyâset-i hanefiyye kendisine müntehi olmuştur. Usul
ve fürû'da kâmil bir kuvvet ve şâmil bir kudret sahibi idi. Bazı mes'elelerde
icti-had eder; tahrîcde bulunur; delilleri tercih ederdi. Tefsirde de büyük
ihtisas sahibi idi. Zemahşerî'nin Fetih Sûresi tefsirine bir haşiye yazmıştır.
Ebû's-Suûd Efendi,
İrşâdü'l-Akli's-Selîm ilâ Mezâye'1-Kur'âni'l-Aam nâmı ile pek mükemmel bir
tefsir vücûda getirmiştir. Bu eser, Ebû's-Suûd Efendinin ne büyük bir allâme
olduğunun apaçık bir sahibidir.
Ebû's-Suûd Efendi, bu
tefsirindeki belagat ve fesahatinden dolayı hatıbü'l-müfessirin (=
tefsircilerin hatibi) unvanını almıştır.
Mevlânâ Ebû's-Suûd, bu
tefsirini kısmen yazıp, oğlu ile, Kanunî Sultan Süleyman'a göndermiş; Kanunî,
onu kapıda karşılamış ve Ebû's-Suûd Efendinin Şeyhu'l-İslâmhk maaşını iki yüz
akçeden beş yüz akçeye çıkarmıştır. Bir sene sonra, bu tefsir tamamlanmış ve
Ebû's-Suûd Efendinin maaşı yüz akçe daha artırılmıştır.
Ebû's-Suûd Efendi,
Kanunî Sultan Süleyman'ın ve Sultan İkinci Selim'in iltifat ve teşviklerine
nail olmuş ve devletin kanunlarını şer'i şerîf dâiresinde tanzime çalışmış;
ilim ve irfanın yayılmasına hizmet etmiş ve günden güne artan bir şeref ve şan
içinde yaşamıştır. Bu teşvik ve taltifin, tefsirinin ve diğer eserlerinin
meydana gelmesinde büyük tesiri olmuştur.
Keşşaf ve Kaazî
tefsiriden sonra, hiç bir zâtın tefsiri, Ebû's-Suûd efendinin tefsiri kadar
itibara ve şöhrete mazhar olmamıştır. [149]
Ebû's-Suûd Efendi,
aynı zamanda kudretli bir edîb, bir şair idi. Arabistan'da bulunmadığı hâlde,
pek mükemmel arapça konuşur, arapça yazar; belagat ve fesahatine arap
belâgatçılarını da hayran bırakırdı. Arapça, Türkçe ve Farsça şiirleri vardır.
Bilhassa arapça şiirleri pek güzel ve meşhurdur.
Ebû's-Suûd Efendi'nin
kasîde-i mîmiyye isimli meşhur şiiri, bazı arap edipleri tarafından şerh
edilmiştir.
Kutbü'd-dîn Muhammed
el-Mekkî şöyle diyor:
"Sultan
Süleyman'ın cenaze namazını Ebû's-Suûd Efendi kıl-dırmıştır. Sultan Süleyman
hakkında, şâirler, her lisanda, meşhur ve mutantan mersiyeler yazmışlardır.
Bunların en büyüğü, en güzeli ise müftî Ebû's-Suûd Efendinin
mersiyesidir." [150]
Şeyhu'l-İslâm
Ebûs-Suûd Efendi'nin başlıca eserlerini şöylece sırahyabiliriz.
1-)
İrşâdü'l-Akli's-SeGm ilâ Mezâye'l-Kur'âni'l-Azîm.
İstanbul
Kütüphanelerinde bu tefsirin çok nefis ve müzehhep yazma nüshaları bulunduğu
gibi, ayrıca bu eser bir çok defa da basılmıştır. Bu tefsir hem müstakil
olarak, hem de Tefsir-i Kebir'in kenarında tab olunmuştur.
2-)
Meâkıdii't-Tarâz fî-evveli Tefsîru Sureti' 1-Fethi mine'l-Keşşâf.
Bu eser, Ebû's-Suûd
Efendinin, Zemahşeri'nin Fetih Sûresi tefsirine yaptığı bir haşiyedir.
3-) Fetâvâyi
Ebî's-Suûd
Bu eser, Ebû's-Suûd
Efendinin vefatından sonra toplanmış bulunan fetvalardan meydana
getirilmiştir.
4-)
Cismü'l-Hüâfi fil-meshi ale'l-Hufaf.
5-)
Tehâfütü'l-Emcâd fî-evveli Kitabi'I-Cihâd
6-)
Mevkıfii'1-Ukûi fi-vakfi'I-Menkûl.
7-)
Sevâkibü'l-Enzâr fi evveli'1-raenâr
8-)
Hidâye'nin Kilâbü'l-Büyû'una Haşiye
9-)
Gamerâtü'l-Mefflı fî-evveli Mebâhisi Kasn'l-âmi mİDe'l-Telvîh
10-)
Marûzât-ı EbîVSuûd
Bu eser, Ebû's-Suûd
Efendinin bazı kararlarını ve fetvalarını içine almaktadır.
11-) Türkçe,
arapca ve farsca şiirleri. [151]
Muhammed Ebû's-Suûd
İbni Ali, fukahâ'dan Mısırlı bir zattır. Hicri 12. asırda yaşamıştır. [152]
1)
Fethu'l-Muîn
Bu eser, Allâme Molla
Miskîn'in Kenz'e yapmış bulunduğu muhtasar şerhe yazılmış olan mufassalca bir
haşiyedir. [153]
Câbir İbni Zeyd,
tâbînin ikinci tabakasmdandır. Basra'da yaşamıştır.
Künyesi:
Ebû'ş-Şa'sa'dır.
Aslen, Umman'daki
Hırka nahiyesindendir. Bu bakımdan, oraya nisbet edilerek Hırkî de denir.
Câbir bin Zeyd,
Abdullah îbni Abbas (R.A.) hazretlerinin ashabından âlim ve fakıyh bir zattır.
Ebû'ş-Şa'sa Câbir İbni
Zeyd hazretleri, tabiînin imâmların-dandır ve fıkıhta başlı başına bir mezhep
sahibi sayılmaktadır.
Câbir bin Zeyd,
Abdullah İbni Abbas ile diğer bazı sahabe ve tâbîlerden rivayette bulunmuştur.
Kendisinden de Katâde
ve Arar İbni Dinar gibi meşhur âlimler rivayette bulunmuştur.
Câbir bin Zeyd, hicrî
93 (milâdî 711) yılında vefat etmiştir. [154]
Ebû Ubeyde bin Cerrah
(R.A.) aşere-i mübeşşere'den ( = hayatta iken cennetle müjdelenen on büyük sahabeden)
biridir. Ve Peygamber (S.A.V.) Efendimiz tarafından cmînü'1-ümme (- ümmetin
emî-ni) diye övülmüş, bu lakapla anılmıştır.
Ebû Ubeyde (R.A.)'nin
asıl ismi: Âmir bin Abdullah bin Cerrah bin Ka'b bin Dabbe bin Hars bin
Fehr'dir.
Peygamber (S.A.V.) Efendimizin
bütün gazvelerinde hazır bulunan Ebû Ubeyde bin Cerrah (R.A.), Bedir
Savaşında, düşman saflarında bulunan babasını katletti.
Uhud'da, Fahr-i Kâinat
(S.A.V.) efendimizin mübarek yanağına batan iki demir halkayı, dişleri ile
çıkaran da Ebû Ubeyde bin Cerrâh'tır.
Ebû Ubeyde bin Cerrah
(R.A.) hazretleri, Rumlar ile yapılan savaşlarda senelerce nefer olarak
savaştıktan sonra, Hz. Ömer (R.A.) tarafından Şam Ordularına Başkomutan tâyin
edildi. Ve adaleti ile Rum halkını hayrette bıraktı. Böylece, Şamlıların
isteyerek müslü-raan olmalarına sebep oldu.
Hz. Ubeyde bin Cerrah
(R.A.), Hz. Ebû Bekir (R.A.)'in va-sıtasiyle müslüman olanların onuncusu idi.
Ve îmâna geldiğinde otuz bir yaşındaydı.
Bu büyük sâhâbî,
müslüman olduğu günden, vefat ettiği güne kadar malı, mevkü ve caniyle
îslâmiyeti yaymak için çalıştı.
Ebû Ubeyde bin Cerrah
(R.A.), Mekkede iken, kafirlerin ezâ ve cefâlarının artması sebebiyle,
Peygamber (S.A.V.) Efendimiz'in izniyle, Habeşistan'a hicret etti.
Ebû Ubeyde bin Cerrah
(R.A.) hazretleri, Medîne-i Münev-vere'ye hicret ettikten sonra, Peygamber
(S.A.V.) Efendimiz, O'nu Sa'd bin Muâz (R.A.) ile kardeş yaptı.
Bedir Savaşında,
düşman saflarında Ebû Ubeyde bin Cerrah (R.A.) hazretlerinin babası da
bulunuyordu.
Savaş bütün şiddeti
ile devam ederken, Ebû Ubeyde (R.A.), ba-basıyle karşılaştı. Babası, O'nu
öldürmek için sadırınca, Ebû Ubeyde (R.A.), "Yâ Allah!...." diyerek
babası ile savaşmaya başladı. O, Allah ve Resulü aşkına, Allah ve Rasûlünün
düşmanı olan öz babası ile savaşıyordu. Bir fırsatını bulup, babasının başını
kesti ve onu Peygamber (S.A.V.) Efendimizin huzuruna getirdi.
Bu hâdise üzerine, şu
âyet-i celîle nazil oldu.
Allah ve âhiret gününe
imân (ve bu imânda sebat) eden, hiç bir kavmin, Allah'a ve Resulüne karşı gelen
kimselerle, —bu kimseler, bu mü'minlerin babalan veya oğullan yahud kardeşleri
veyahut da akrabaları bile olsalar— dost olduklarını (onlara sevgi beslediklerini)
göremezsin. Allahu Teâlâ, işte bu (mü'min) kimselerin kalbleri-ne îmânı yazmış
ve bunları kendinden bir ruh ile desteklemiştir. (Allah), bunları, altlarından
ırmaklar akan cennetlere sokacaktır. Bunlar, orada (cennete) temelli (= ebedî
olarak) kalacaklardır. Allah, onlardan razı olmuştur; onlar da Allah'tan hoşnut
olmuşlardır. İşte bunlar, Allah'ın hizbi (- fırkası, taraftarı)'dır. Dikkat
ediniz ki, Allah'ın taraftarları (= mensupları, hizbi) umduklarına erenlerin
tâ kendileridir. (Mücâdele Sûresi; âyet: 22.)
Ve, Peygamber (S.A.V.)
Efendimiz, şöyle buyurdular: —"Ebû Bekir cennettedir; Ömer cennettedir;
Osman cennettedir; Ali cennettedir; Talha cennetdedir; Zübeyr cennettedir;
Abdurrahman İbni Avf cennettedir; Saad İbni Ebî Vakkas cennettedir; Said İbni
Zeyd cennettedir. Ebû Ubeyde İbni'l-Cerrah cennettedir."
Hz. Ebû Ubeyde (R.A.),
Uhud, Hendek ve Hayber Savaşlarında da büyük kahramanlıklar gösterdi.
Mekke'nin fethinde de, Peygamber (S.A.V.) Efendimizin yanında bulundu.
Hicretin 9. senesinde,
Peygamber (S.A.V.) Efendimizin huzuruna, Necran'dan bir heyet geldi, uzun
konuşmalardan sonra, hı-ristiyan olan bu Necranlılar, Peygamber (S.A.V.)
Efendimize:
—"Yâ Muhammedi...
Sen'den razıyız... Ne istersen sana verelim. Ashabından emin bir kimseyi,
bizimle beraber gönder; vergilerimizi ona verelim!..." dediler.
Bunun üzerine,
Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, yemin ederek:
—"Gayet emin bir
kimseyi sizinle gönderirim." buyurdular.
Ve, ashâb-ı kiram,
emin olarak kimin şereflendirileceğini merak ederken, Fahr-i Kâinat (S.A.V.)
Efendimiz:
—"Kalk yâ Ebû
Ubeyde!" buyurdular ve:
—"Ümmetimin emini
budur." diyerek, Ebû Ubeyde (R.A.) hazretlerini Necranhlarla beraber
gönderdiler.
Bu müjdeye kavuşan Ebü
Ubeyde (R.A.) hazretleri de, sevinçten ağladılar.
Bahreyn ile sulh
yapıldığında, Peygamber (S.A.V.) efendimiz, cizyeleri almak üzere, Ebû Ubeyde
(R.A.)'yi görevlendirdi. Ebû Ubeyde (R.A.), bu görevini üstün bir başarı ile
yapmış ve dönüşünde, hazineyi altınla doldurmuştu.
Peygamber (S.A.V.)
Efendimizin irtihâl ettiği gün, Hz. Ebû Ubeyde, halîfe seçiminde de mühim ve
yapıcı bir rol oynamıştır.
Hz. Ebû Bekir (R.A.)
halîfe olunca, Ebû Ubeyde bin Cerrah (R.A.) hazretlerini başkomutan tâyin
ederek, Şam, Humus, Ürdün ve Filistin'i fethetmek ve oradaki insanları da
İslam'a davet etmek üzere gönderildi.
Hz. Ebû Ubeyde;
Bizanslıların Suriye'yi kurtarmak için, büyük bir haçlı ordusu topladığını
öğrenince, Şam, Ürdün ve Filistine gönderilen kuvvetleri toplayarak,
Bizanslıları, Yermük'te karşıladı.
Hz. Ebû Bekir (R.A.),
Ebû Ubeyde (R.A.)'ye yardım için Hâ-lid bin Velid (R.A.)'i gönderdi. Düşman
ordusu 240 bin, İslâm ordusu ise 40 bin kişi civarında idi. Haliti bin Velid
(R.A.) hazretleri, orduyu biner kişilik alaylara böldü. Savaş başladı. En
şiddetli anında Bizans Generali Yorgi, Hâlid bin Velid (R.A.)'in
"Allah'ın Kılıcı" lakabım duyunca, hidâyete erdi ve o da müslümanlann
safına geçti. Uzun ve çetin bir savaştan sonra, zafer, müslümanlara nasip oldu.
Hz. Ebû Bekir
(R.A.)'in vefatından sonra, O'nun yerine geçen Hz. Ömer (R.A.), "Ebû
Ubeyde (R.A.)'nin yine baş komutan olarak görevine devam etmesini"
emretti.
Ve, Ebû Ubeyde (R.A.),
Humus'a hareket ederek, orayı sulh yolu ile aldı. Humus'un alınmasından sonra,
Ebû Ubeyde (R.A.) hazretleri, adamlarım bütün şehirde gezdirerek şu ilânatta
bulundu:
—"Ey Rumlar!....
Allah'ın yardımı ile ve Halîfemiz Ömer'in emrine uyarak, bu şehri de aldık.
Hepiniz ticâretinizde, işinizde ve ibâdetinizde serbestsiniz. Malınıza,
canınıza, ırzınıza kimse dokunmayacaktır. İslâmiyetin adaleti, aynen size de
tatbik edilecek; her hakkınız gözetilecektir.
Dışarıdan gelen
düşmana karşı, mtislümanlan koruduğunuz gibi, sizi de koruyacağız. Bu
hizmetimize karşılık olmak üzere müslü-manlardan hayvan zekâtı ve öşür
aldığımız gibi, sizden de, senede bir kere cizye vermenizi istiyoruz.
Size hizmet etmemizi
ve sizden cizye almamızı, Allahu Teâlâ emretmektedir."
Bu ilân üzerine, Humus
halkı, cizyelerini kendi istekleri ile getirip, Beytü'1-mâl emini Habîb bin
Müslim'e ödediler.
Herakliyüs'ün büyük
bir ordu toplayıp, Antakya'ya hücuma hazırlandığı haberi alınınca, Humus'taki
ordunun da merkezdeki kuvvetlere katılması kararlaştırıldı.
Bunun üzerine Ebû
Ubeyde (R.A.) hazretleri, Humus'ta şu îlâ-nâtta bulundu.
—"Ey
Hıristiyanlar!... size hizmet edeceğimize ve sizi koruyacağımıza söz
vermiştim. Ve buna karşılık, sizden cizye almıştım. Şimdi ise, Halîfemiz Hz.
Ömer'den aldığım emir üzerine, Herekliyüsle savaşacak kardeşlerime yardıma
gidiyorum. Size verdiğim sözde duramıyacağım.
Bunun için, hepiniz
beytü'1-mâle gelip, ödediğiniz cizyelerinizi geri alınız. İsimleriniz ve
ödediğiniz miktarlar defterimizde yazılıdır."
Suriye şehirlerinin
çoğunda bu uygulama yapıldı. Ve hıristiyan-lar, müslümanların bu adaletini, bu
şefkatini görünce, Rum İmparatorunun zulmünden ve işkencesinden kurtulmuş
olduklarına sevindiler; bayram ettiler. Ve çoğu, seve seve müslüman oldu.
Ebû Ubeyde (R.A.), bir
çok yer fethederek Kudüs'e geldi ve burayı muhasara etti.
Kudüslüler "sulh
yapmak istediklerini; ancak bu sulhta Hz. Ömer'in de bulunmasını arzu
ettiklerini, aksi takdirde sulh yapmıyacaklarını" bildirdiler. Bu durum.
Hz. Ömer (R.A.)'e arze-dildi. Hz. Ömer (R.A.) yerine Hz. Ali (R.A.)'ye
bırakarak Kudüs'e geldi ve Kudüslülerle sulh yapıldı. Hz. Ömer (R.A.) sulhtan
sonra Medine'ye döndü.
Hz. Ebû Ubeyde (R.A.),
bundan sonra da, bir çok yerleri fethetti ve haçlı ordusuna karşı büyük bir
zafer kazandı.
Hicrî 18 (milâdî 639)
yılında Şam'da veba salgını başlamıştı. Ebû Ubeyde bin Cerrah (R.A.) da vebaya
yakalandı. Hastalığı şiddetlenince, yanında bulunanlara şöyle vasiyet etti:
—"Namazınızı
kılınız, orucunuzu tutunuz. Zekâtınızı veriniz.
Haccınızı yapınız.
Birbirlerinize iyilikte bulununuz. Âlimlere ve büyüklerinize itaat ediniz.
Dünyaya aklanmayınız. İnsanların en akıllısı, Allahu Teâlâ'nın emirlerini
yerine getirendir. Hepinize Allah'ın selâm, rahmet, lütuf ve bereketini niyaız
ederim. Haydi yâ Muâz, cemâatte namazı kıldır."
Ebû Ubeyde bin Cerrah
(R.A.) bu sözleri müteakip rahmet-i Rahman'a kavuşmuş ve cenaze namazını»
yerine vekil bıraktığı Muâz bin Cebel (R.A.) kıldırmıştır.
Hz. Muaz, cemâate
şöyle hitabetti:
— "Yemin ederim
ki, bu sizin kaybettiğiniz zâttan daha dinine bağlı, daha temiz ve merhametli
bir kimse görmedim. Dünyaya hiç meyletmeyen, dâima tebâsına iyiliği ve
birbirini sevmeyi emreden bu mübarek Ebû Ubeyde hazretlerine hakkınızı helâl
edin ve duâ edin."
Hz. Ömer (R.A.), Şam'a gittiği zaman, kendisini
karşılayanlara:
—"Kardeşim Ebû
Ubeyde nerde?" diye sordu.
—"İşte geliyor
efendim." diyer k, O'nu gösterdiler.
Hayatta iken cennetle
müjdelenen bu iki dost selâmlaştüar ve Hz. Ömer:
—"Haydi, senin
evine gidelim." dedi.
Gittiler, Hz. Ömer,
Ebû Ubeyde'ninevinde bir şey göremeyince:
—"Nerede senin
eşyan? Burada bir keçe, bir kırba ve bir iki ufak tefekten başka bir şey yok.
Sen emirsin; burada senin yiyecek hiç bir şeyin yok mu?" deyince, Ebû
Ubeyde (R.A.)» bulunan bir kaç lokmayı getirdi. Bunun üzerine Hz. Ömer (R.A.):
—"Ey kardeşim Ebû
Ubeyde!' Dünya herkesi değiştirdi; yalnız seni değiştirmedi." buyurdu. [155]
Ebû Ubeyd Kasım îbni
Selâm, tefsir, hadis, fıkıh, lügat ve tarih ilimlerinde, zamanının en meşhur
ve en muktedir âlimi idi.
Ebû Ubeyd, hicrî 154
(milâdî 770) yılında Herat'ta doğdu. Babası, Anadolu'dan Herat'a gitmiş bir
köle idi. Ebû Ubeyd, Herat'ta efendisinin oğlu ile birlikte tahsil yaptı.
Ebû Ubeyd Kasım Ibni
Selâm, daha sonra Bağdad'a gelmiş ve ilmî yönden orada yetişip kemâle ermiştir.
Bu sebeple kendisine Ebû Ubeyde el-Bağdâdî de denilir.
Ebû Ubeyd Kasım İbni
Selâm'm kendilerinden ilim tahsil etmiş bulunduğu hocalarından bir kısmı
şunlardır:
Ebû Ubeyd, Kur'ân-ı
Kerim ilimlerini, Kisâî, ismail bin Ca'fer ve Şüca bin Ebî Nâsır'dan;
Hadîs-i Şerîf ilmini.
İsmail bin İyâs, İsmail bin Ca'fer, Hüşeym bin Beşir, Şüreyk bin Abdullah,
Süfyan bin Uyeyne, Abbad bin Ab-bad, Abbad bin Avvâm ve İbni Hişâmdan;
Lügat ilimlerini, Ömer
bin Müsennâ, Kisâî, Ferra ve el-Esmâî'den tahsil etmiştir.
Kendisinden ilim
tahsil eden ve hadis-i şerif rivayetinde bulunan meşhur talebelerinden
bazıları da şunlardır:
Abdurrahman ed-Dârimî,
Ebû Bekir bin Ebî'd-Dünyâ, Haris bin Ebî Üsâme, Ahmed bin Yûsuf et-Tağlibî, Ali
bin Abdülaziz el-Belâzurî...
Abdullah îbnü Ca'fer
şöyle diyor:
—"Bağdad
âlimlerinden, lügat, hadîs ve Kur'ân ilimleri sahasında ün yapmış âlimlerden
muhtelif ilimlere vâkıf edebiyat, fıkıh, hadîs ve hukuk alanında bir çok eser
vermiş biri de Ebû Ubeyd Kasım bin Selâm'dır."
Ahmed bin Kâni'l
el-Kâdî'nin şöyle dediği nakledilir.
—"Ebû Ubeyd,
dinde ve ilimde çok değerli bir zât idi. Hadîs, fıkıh ve Kur'ân ilimlerinde
ihtisas sahibi idi. Hadîs-i şerîf rivayetleri sahihtir."
Ebu Ubeyd Kasım bin
Selâm, Sabit bin Nasr bin Mâlik zamanında, on sekiz sene Tarsus Kadı'lığı
yapmıştır.
Hacca gittiğinde,
rüyasında Peygamber (S.A.V.) Efendimizi görmüş ve Hicaz'da kalmıştır.
Ebû Ubeyd, hicrî 224
(milâdî 839) yılında Medîne-i Münevve-re'de (bir rivayete göre de Mekke-i
Mükerreme'de) vefat etmiştir. [156]
Ebû Ubeyd
hazretlerinin yirmiden fazla eseri vardır. Başhcalan şunlardır:
1-)
Kitâbü'n-Neseb.
2-)
Kitâbü'l-Emvâl
3-)
Edebü'1-Kâdî
4-)
Garîbü'l-Miisannef
5-) el-Emsâl
6-)
Meâiyyü'ş-Şi'r
7-)
el-Maksûr vei-Memdûd
8-)
el-Müzekker ve'l-Müennes
9-) Kitâbü'l-İhdâs
10-) Adedi
Âyâti'l-Kur'ân
11-) el-Ey
manii veVnüzürii ve'l-hayz
12-)
el-Garîb fil Lügat[157]
Ebû Vâil Şakîk, İbni
Seleme el-Esedî tabiînin ileri gelenlerinden fakıyh,zâhit ve sika bir zâttır.
Ebû Vâil Şakîk
Kûfe'lidir.
Kendisi, Bi'seti
Nebeviyye (= Hz. Muhammed'e, Peygamberlik verilmesi) esnasında on yaşında
bulunuyormuş; ancak, Peygamber (S.A.V.) Efendimiz hayatta iken müslümanlığı
kabul edip, sahabe olma şerefine nail olamamıştır.
Ebû Vâil Şakîk
hazretleri bir çok sahâbe-i kiram ile görüşmüş ve bunlardan hadîs-i şerif
rivayetinde bulunmuştur.
Ebû Vâil Şakîk
hazretlerinden de Şa'bı, A'meş ve Âsumü'l-Ahvel gibi pek çok meşhur zatlar
rivayette bulunmuştur.
Ebû Vâil Şakîk
hazretlerinin, akâid ve mevâiz hususunda pek meşhur sözleri vardır.
Ebû Vâil Şakîk, hicrî
89 (milâdî 708) yılında vefat etmiştir. [158]
Ebû Ya'lâ Ahmed İbni
Ali İbni'l-Müsennâ, fakıyh ve hâfizü'l-hadîs bir zattır.
Aynı zamanda büyük bir
fakıyh de olan Ebû Ya'lâ Mevsilî'nin Sünenii Ebû Ya'lâ isimli bir hadis kitabı
vardır ki, bu eserde kütübü sitte'de yer almayan pek çok hadis-i şerîf vardır.
Ebû Ya'lâ, hicrî 307
(milâdî 920) tarihinde —doksan yedi yaşında olduğu halde— vefat etti. [159]
Ebû Zerri-i Gıfârî
(R.A.), ashâb-ı kiramın ileri gelenlerinden ve ilk müslüman olan zâtlardandır.
İsmi: Cündeb bin
Cünâde'dir.
Müslüman olmadan
önceki künyesi: Ebû Memle idi. Müslüman olunca, Peygamber (S.A.V.) Efendimiz,
O'na Ebû Zer künyesini verdi.
Ebû Zer (R.A.)'in
lakabı ise: Mesûhü'I-İslâm'dır.
Ebû Zer (R.A.)
hazretleri, Benî Gıfar Kabîlesindendir. Doğum tarihi bilinmemektedir.
Benî Gıfar Kabilesi,
Mekke'nin ticâret yolu üzerinde yaşamakta idi. Câhiliye devrinin diğer
kabileleri gibi bunlar da putperest idiler. Her türlü kötülüğü çekinmeden
yapıyorlardı.
Benî Gıfar Kabilesi,
kervanların yolunu kesiyor; soygunculuk yapıyordu. Ebû Zer'de, atılganlığı ve
cesareti ile şöhret bulmuş bir kimse idi. O da, kavmine uyarak bir müddet
soygunculuk yaptı.
Ancak Ebû Zerr-i
Gıfârî, bunlardan hiç bir zevk almıyordu. İnsanların kendi elleri ile
yaptıkları putlara tapmalarına şaşıyordu.
Nihayet, bir gün, her
şeyin tek bir yaratıcısı olduğuna inandı. Soygunculuktan da vazgeçti.
İnsanlardan uzak yaşamaya ve kendisini kurtaracak bir rehber aramaya başladı.
Bu sıralarda,
Efendimiz Muhammed (S.A.V.)'e Peygamberlik vazifesinin verilmesi (= bi'set)
zamanına rastlamakta idi. İslâm'ın doğuş haberi, etrafa yayılmaya başlamıştı.
Nihayet bu haber, Benî
Gıfar Kabilesinin Yurduna da ulaştı. Mekke'den gelen bir şahıs, —Ebû Zerr'in:
"Iâilâhe iBa'Uah (= Allah'tan başka ilâh yok)" dediğini duyunca:
—"Mekke'de bir
zât var; o da senin gibi lâ ilahe illallah diyor ve peygamber olduğunu
bildiriyor." dedi.
Ebû Zer, bu haberi
getiren şahsa, "bu zâtın hangi kabileden olduğunu" sordu. O şahıs.
—"Kureyş'tendir."
dedi.
Ebû Zer, bu haberi
işitince, hemen kardeşi Üneys'i göndererek, bir haber getirmesini istedi.
Üneys, Mekke'ye
giderek, Peygamber (S.A.V.) Efendimizin mübarek cemâlini gördü; sohbetiyle ve
ihsanları ile şereflendi. O'na hayran kaldı. Ve memleketine döndü.
Ebû Zer, kardeşi
Üneys'e:
—"Ne haber
getirdin?" diye sordu ve şu cevâbı aldı:
—"Ağabey, öyle
yüce bir zât gördüm ki, O, hep hayrı ve iyiliği emrediyor; kötülüklerden
sakındırıyor."
Ebû Zer:
—"Pekî, insanlar
O'nun hakkında ne diyorlar."
Kardeşi Üneys:
—"Şâir, kâhin,
sihirbaz... diyorlar. Fakat, O'nun söyledikleri, kâhinlerin sözlerine de,
sihirbazların sözlerine de benzemiyor. O'nun söylediklerini, bütün şâirlerin
bir çeşit şiirleri ile karşılaştırdım; onlara hiç benzemiyor. O'nun sözleri,
hiç kimsenin sözü ile ölçülemez. Vallahi, O zât hakkı bildiriyor; doğruyu
söylüyor. O'na inan-mıyanlar yalancı ve sapıklık içindeki kimselerdir."
Ebû Zerr-i Gıfârî,
bilgili bir şahıs ve aynı zamanda güçlü bir şâir olan kardeşinin getirdiği bu
haber üzerine, hemen Mekke'ye gitmeye ve Peygamber (S.A.V.) Efendimizi görüp
müslüman olmaya karar verdi. Ve Mekke yoluna düştü.
Mekke'ye varınca,
hâlini kimseye açamadı. Çünkü, İslâm'ın ilk zamanları idi ve gizlilik vardı.
Müşrikler, müslüman olanlara işkence yapıyorlardı.
Ebû Zer, bir ipucu
bulabilmek ümidi ile Ka'be'ye gitti. Akşam olunca, bir sokağın başına oturdu.
Onu, Hz. AH gördü ve evine götürüp misafir etti. Sabahtan yine Beytu'llah'a
gitti. Akşam, yine Hz. Ali'ye misafir oldu. Bu hâl üç gün böyle devam etti.
Üçüncü akşam, Hz. Ali, Ebû Zerr-i Gıfârîye:
—"Nereden ve
niçin geldin?" diye sordu.
Ebû Zer:
—"Eğer, bana
doğru bilgi vereceğine, kat'î bir şekilde söz verirsen, bunları
söylerim." cevabın verdi.
Hz. Ali:
—"Söyle. Hâlini
kimseye açmam." dedi.
Bunun üzerine Ebû Zer:
—"İşittim ki,
burada bir peygamber çıkmış. Onunla görüşmek ve O'na kavuşmak için buraya
geldim."
Hz. Ali:
—"Sen doğruyu
buldun. Akıllılık ettin. Şimdi ben, O zâtın yamna gidiyorum. Beni takip et ve
benim girdiğim eve, peşimden sen de gir."
Bu konuşmadan sonra
evden çıktılar. Ebû Zerr-i Gıfârî, Hz. Ali'yi takip ederek, Peygamber (S.A.V.)
Efendimizin huzuruna çıktı ve O'nu görünce, hemen:
—"Esselâmü
aleyküm." diye selâmladı. Bu selâmı ilk veren Ebû Zer (R.A.) oldu. Peygamber
(S.A.V.) Efendimiz onun bu selâmına mukabelede bulundu ve:
—"Sen
kimsin?" diye sordu.
Ebû Zer:
—"Ben, Gıfar
Kabilesindenim." dedi.
Fahr-i Kâinat (S.A.V.)
Efendimiz:
—"Ne zamandan
beri burdasın?"
Ebû Zer:
—Üç gün-üç geceden
beri buradayım.
Peygamber (S.A.V.)
efendimiz:
—"Seni kim
doyurdu?"
Ebû Zer:
—Zemzemden başka bir
yiyecek ve içecek bulamadım.
Resûl-i ekrem (S.A.V.)
Efendimiz:
—"Zemzem
mübarektir; aç olanı doyurur." buyurdu.
Bundan sonra Ebû
Zerr-i Gifârî, Peygamber (S.A.V.) Efendimize;
—"Bana İslam'ı
bildir." dedi.
Peygamber (S.A.V.)
Efendimiz, O'na kelime-i şehâdeti öğretti. O da, kelime-i şehâdet getirerek
müslüman oldu.
Ebû Zerr-i Gifârî
(R.A.), müslüman olduktan sonra, Ka'be'-nin yanına gidip, yüksek sesle Kelime-i
Şehâdet getirdi ve müşriklerin hücumuna maruz kaldı; müşrikler O'nu dövdüler.
Peygamber (S.A.V.)
Efendimiz, Ebû Zerr-i Gifârî (R.A.)'ye "memleketine dönmesini ve orada
İsiamiyeti yaymasını" emretti.
Ebû Zerr-i Gıfârî
(R.A.), bu emir üzerine memleketine dönüp, îslâmiyeti kavmine anlatmaya
başladı.
Bu hizmeti, Medine'ye
hicrete kadar devam etti.
Medine'ye hicretten
sonra. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, Ebû Zerr-i Gıfârî (R.A.)'yı, Münzir bin
Amr (R.A.) ile kardeş yaptı.
Hz. Ebû Zerr-i Gıfârî
(R.A.), hicretten sonra» yine Îslâmiyeti tebliğ için, kabilesinin arasına
gönderildi.
Ebû Zerr-i Gıfârî,
İslâm'ı tebliğ maksadı ile kavminin arasında bulunduğu için Bedir, Uhud ve
Hendek savaşlarına katılamadı.
Hendek Savaşından
sonra, Medine'ye gelip yerleşti. Bundan sonra Peygamber (S.A.V.) Efendimizin
yanından ayrılmadı.
Ebû Zer, Peygamberimiz
(S.A.V.)'in hizmetinde bulunur ve namaz vakitlerinde mescide giderdi. Başka
bir işle uğraşmazdı. Peygamber (S.A.V.) Efendimizin evinin bir ferdi gibi
olmuştu.
Hz. Ebû Zer, her
hareketinde, her işinde Fahr-i Kâinat (S.A.V.) Efendimize tâbi oldu. Ve, bütün
zamanım, dini öğrenmeye tahsis etti,
Hz. Ebû Zerr-i Gıfârî
(R.A.), ilim öğrenmek hususunda büyük bir gayret sahibi idi. Her şeyi,
Peygamber (S.A.V.) Efendimize sorardı. O, pek çok şeyi, bizzat Fahr-i Kâinat (S.A.V.)
Efendimize sorarak öğrendi.
Peygamber (S.A.V.)
Efendimiz de, Ebû Zerr-i Gıfârî (R.A.) hazretlerini çok sever ve iltifatta
bulunurdu.
Ebû Zerr-i Gıfârî
(R.A.) hazretleri, çoğu zaman, gecenin geç vaktine kadar, Rasûlullah (S.A.V.)
Efendimizin huzurunda bulunur ve O'nunla mahrem mes'eîeleri konuşurdu. Ebu Zer
(R.A.), Peygamber (S.A.V.) Efendimizin dostu ve sırdaşı idi.
Ebû Zerr-i Gıfârî,
Peygamber (S.A.V.) Efendimize biat ederken, "Allahu Teâlâ'nın yolunda,
hiç bir kötüleyicinin kötülenmesine aldanmıyacağına; ne kadar acı olursa olsun,
daima doğru sözlü olacağına" söz vermişti. Ve, ömrünün sonuna kadar bu
sözüne bağlı kaldı.
Fahr-i Kâinat (S.A.V.)
Efendimiz:
—"Dünyaya Ebû
Zer'den daha sadık bir kimse gelmedi" buyurdular.
Ebû Zerr-i Gıfârî
(R.A.) hazretleri, ilim bakımından, ashâb-ı kiramın ileri gelenlerinden idi.
Hz. Ali:
—"Ebû Zer ilimde
bir deryadır. İnsanların anlamaktan âciz olduğu çok ilmi biliyordu. Sonra,
ilmin üzerini kırba bağlar gibi bağlayıp, ondan hiç sızdırmadı ve zayi
etmedi/' buyurdu.
Hz. Ömer:
—"Ebû Zerrin ilmi
çok yüksektir." buyurdu.
Abdullah İbnü Mes'ûd:
—"Ebu Zer, ilim
hususunda, bu ümmetin en ileri gelenlerinden biridir." buyurdu.
Ebû Zer (R.A.),
Peygamber (S.A.V.) Efendimizin zamanında fetva verenlerden biri idi.
Ebû Zer (R.A.), Tebük
Savaşına katılmıştı; devesi zayıftı; geride katayştı; nihayet yolun ortasında
çöküp kaldı. Ebû Zer (R.A.), eşyasını sırtına alarak orduya yetişti ve tek
başına, tenhâ bir yere oturdu.
Bunun üzerine,
Peygamber (S.A.V.) Efendimiz: —"Allahu Teâlâ, yalnız başına yürüyen,
yalnız başına vefat edecek olan ve yalnız başına haşrolunacak olan Ebû Zerre'e
rahmet etsin." buyurdu.
Mekke'nin fethine, Ebû
Zer hazretleri, kendi kabilesinin sancağı ile iştirak etti.
Ebû Zerr-i Gifârî
(R.A.), dünyaya hiç değer vermezdi. Kanaatkardı. Fakir ve yalnız yaşadı. Bu
sebeple, Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, O'na Mesîhü'l-İslâm lakabını verdi.
Ebû Zer (R.A.), her
hususta Peygamber (S.A.V.) Efendimize tam bir şekilde bağlı idi; O'nun
sevdiğini sever; sevmediğini sevmezdi.
Ebû Zerr-i Gifârî
(R.A.), Peygamber (S.A.V.) Efendimizin vefatı ânında da, O'nun yanında
bulunmuştu.
Ebû Zer (R.A.)
hazretleri, Fahr-i Kâinat (S.A.V.) Efendimizin irtihâlinden sonra bir köşeye
çekilip son derece mahzun ve yalnız bir hayat yaşadı.
O, Hz. Ebû Bekir
(R.A.)'in halifeliği sırasında da böylece yaşadı. O'nun vefatından sonra,
Şam'a gitti ve oraya yerleşti.
Ebû Zerr-i Gifârî
(R.A.), Hz, Osman (R.A.)'ın hüâfeti zamanına kadar Şam'da kaldı. Ve Şam
halkına İslâm'ı öğretmekle meşgul oldu.
Sonra, Medîne-i
Münevvere'ye döndü.
Hz. Ebû Zer (R.A.),
şüpheli şeylerden ve haramlardan son derece sakınır ve fakirleri dâima
kollardı. Hattâ, evinde bir günlük nafakadan daha fazla bir şey bulundurmazdı;
hep fakirlere dağıtırdı.
Öyle ki, —Şam'da
bulundukları sırada—, bir gün, Şam Valisi, tecrübe etmek maksadı ile, ona, on
bin dirhem altın gönderdi.-Ve Ebû Zer (R.A.) hazretleri bu altınları derhal
fakirlere dağıttı. Kendisine tek bir altın bile bırakmadı.
Ertesi gün, valinin
görevlisi gelerek: "Aman Efendim; dün sana getirdiğim altınlar; meğerse
başkasına gidecekmiş; yanlışlıkla sana getirmişim." dedi.
Bunun üzerine Ebû
Zerr-i Gifârî (R.A.): "Oğlum, onları fakirlere dağıttım. Sen, validen
iki-üç gün mühlet iste; ben bu parayı hazırlarım, iade ederiz." dedi.
Bu görevli, durumu
valiye anlattı. Durumu tahkik eden vali, Ebû Zerr'in doğru söylediğini ve
yaptığının da doğru bir şey olduğunu anladı.
Ancak, Şam'ın
zenginleri, Ebû Zer (R.A.)'in bu gibi davranışlarından rahatsız oldular. Ve,
O'nun Şam'dan gitmesini talep ederek, Hz. Ebû Zerr'i, Hz. Osman (R.A.)'a
şikâyet ettiler.
Ebû Zerr-i Gifârî
(R.A.) hazretleri Medîne-i Münevvere'ye da'-vet edildi. Ve Hz. Osman (R.A.)
"Şam halkının, kendisinden niçin şikayetçi olduğunu" sordu. Ebû
Zerr-i Gifârî (R.A.), olup biteni aynen anlattı.
Bunun üzerine, Hz.
Osman (R.A.):
—"Yâ Ebâ Zer,
halkı, zühd yoluna zorla sokmak imkansızdır. Benim vazifem, insanlar arasında
Hak Teâlâ hazretlerinin emri ile hükmetmek ve onları çalışma ve iktisat yönüne
teşvik etmektir." buyurdu.
Ebû Zerr-i Gifârî
(R.A.), Hz. Osman (R.A.)'a:
—"Resûlullah,
bana: "Binalar Seldağı'na ulaştığı zaman, sen Medine'den ayrıl." diye
emretmişti. İzin verirseniz, ten Medîne'den gideyim." dedi.
Hz. Osman (R.A.),
müsaade etti ve O'na biraz deve ile iki köle ve kâfi miktarda yiyecek verdi. Ve
"Medine yakınlarındaki Rebeze Köyü'ne yerleşmesini" söylediler.
Ailesi de, Şam'dan buraya gönderildi.
Ebû Zerr-i Gifârî
(R.A.), Rebeze'ye bir mescid yaptırdı. Ve hayatının sonuna kadar, insanlara
İslâm'ı öğretmeye gayret sarf etti.
Ebû Zer (R.A.)
hazretleri, bu köyde vefat etti.
Hz. Osman (R.A.),
O'nun kızını kendi evladları arasına aldı.
Ebû Zerr-i Gıfârî
(R.A.)'nin doğum tarihi kesin olarak bilinmiyor. Vefatı ise, hicrî 32 (milâdî
652) senesine rastlamıştır,
Abdullah İbnü Mes'ûd
(R.A.), Ebû Zer (R.A.)'in vefat ettiğini işitince:
—"Resûlullah
(S.A.V.): "Ebû Zer yalnız vefat eder ve yalnız haşrolunur."
buyurmuştu." dedi ve ağladı.
Peygamber (S.A.V.)
Efendimiz şöyle buyurdular: —"Benim ümmetim içinde Ebû Zer, Meryem Oğlu
îsâ'nın zühdüne sahiptir. Bu fıtrat üzere yaratılmıştır."
Ebû Zerr-i Gıfârî
(R.A.), Peygamber (S.A.V.) Efendimizden 281 hadîs-i şerîf rivayet etmiştir.
Kendisinden hadîs-i
şerîf rivayet edenler arasında da Enes bin Mâlik, Ibni Abbas, Hâlid bin Vehban,
Zeyd bin Vehb, Hurşe bin Hurr, Cübeyr bin Nüfeyr, Ahnef bin Kays, Abdullah bin
Sâmit, Amr bin Meymun gibi büyük zatlar vardır.
Abdullah bin Sâmit,
Ebû Zer (R.A.)'in şöyle dediğini rivayet etti:
"Dostum
Resûlullah, bana şu yedi şeyi tavsiye buyurdu:
1-) Bana,
"fakirleri sevmeyi ve onlarla haşir neşir olmayı'* emretti.
2-) Bana,
"kendimden daha aşağıda olanlara bakmamı ve kendimden daha üstün olanlara
bakmamamı" emretti.
3-) Bana,
"hiç bir kimseden, hiç bir şey istemememi" emretti.
4-) Bana,
"geri çevrilmiş olsam bile, akrabayı ziyaret etmemi" emretti.
5-) Bana,
"acı da olsa, hakkı söylememi" emretti. 6-) Bana, "Allah
yolunda, hiç bir ayıplayıcımn ayıplamasından korkmamamı" emretti.
7-) Bana,
"Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billah teşbihini çok söylememi" emretti.
Çünkü, bu kelimeler, arşın altındaki hazînelerdendir. [160]
Ebû Zur'a er-Râzî,
Ubeydullah Ibni Abdilkerim, büyük bir fakıyhtır.
Hadîs ilminde de ileri
bir âlim olan Ebû Zur'a, hadis'te hafızlık mertebesine erişenlerdendir.
Kendisi, mevsût bir zâttır.
Ebû Zur'a, er-Râzî,
hicrî 264 (milâdî 878) târihinde vefat etmiştir. [161]
Ekmelüddin Muhammed
bin Mahmut Bâbertî, hanefi imamlarından muhakkik ve müdakkik bir âlimdir.
Bağdad civarındaki
Bâbertâ'da doğmuştur. Bayburt'lu olduğu da rivayet edilmektedir.
Bâbertî, hicrî 714
(milâdî 1315) yılında doğmuş, sonra Haleb'e gitmiş; daha sonra da Mısır'da
yerleşmiştir.
Hadîste hafız ve zabıt
olan Bâbertî merhum, diğer ilimlerde de, zamanının eşi bulunmaz bir âlimi idi.
Lügat, nahiv, sarf,
meânî ve beyân gibi lisan ilimlerinde de üs-tad olan Ekmelüddin Bâbertî, fıkıh
ilmini Kavvâmüddin Muhammed bin Muhammed Kâkî'den tahsil etmiştir, onun ilmi
silsilesi ise, üstadı Hüsâmüddin Hasan Sağnâkî vasıtasıyla imâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'a ulaşmaktadır.
Bâbertî Merhum,"
Şemsüddin Isfahânî Ebû Hayyan, Ebû'l-Hasan Seyyid Ali Cürcânî, Semsüddin
Muhammed biri Hamza Fenârî ve Bedrüddin Mahmud bin israil gibi büyük âlimlerden
de ilim tahsil etmiştir.
Ekmelüddin Bâbertî,
Mısır'da Şeyhûniyye'de müderrislik yapmıştır.
Kendisi, devlet
adamlarının ziyaretine gitmez; fakat çoğu kez, makam-mevki sahipleri, O'nun
ziyaretine gelir ve hizmetinde bulunurdu. O, Mısır'da büyük bir hürmete mazhar
olmuştu.
Sultan Zahir Berkuk
da, Bâbertî merhumun ziyaretine gelirdi. [162]
Ekmelüddin Bâbertî
merhum, pek çok kıymetli eser telif etmiştir; başhcalan şunlardır:
1-) Keşşaf
Haşiyesi
Bu eser, meşhur Keşşaf
Tefsirinin Âl-i İmran sûresinin sonuna kadar yapılan bir haşiyedir.
2-) Şerhıı
felhıy.sı'I-Câmi'l-Kebîr
3-) el-Inâye
bi-Şerhı'1-Hidâye
Fıkıhtan meşhur
Hidâye'nin şerhi olan bu eser matbu'dur.
4-) Şerhu
Meşankı'l-Envâr.
5-)
Şerhu'I-Menâr
6-) Şerhu
Vasıyyeti'l-İmâm Ebî Hanîfe
7-) Şerhu
Muhtasarı İbnî Hâcib
8-) Şerhu
Telhıysu'l-Meânî
9-) Şerhu
Akıydeti-t-Tûsî
10-)
Şerhu'l-Ferâizi's-Sirâciyye
11-) Şerhi
Usûli Pezdevî[163]
Enes bin Mâlik (R.A.),
ensâr-ı kiramın büyüklerinden olan ve gençliğinde on yıl Peygamber (S.A.V.)
Efendimize hizmet etme saadetine eren bir zâttır.
Künyesi: Ebû Hamza'dır
ve bu künyeyi, ona Fahr-i Kâinat (S.A.V.) Efendimiz vermiştir.
Enes bin Mâlik
(R.A.)'in lakabı ise: Hâdim-i Resûlullah (= Re-sûlullah'ın hizmetçisi) dır.
Kendisine böyle hitab edilince, çok sevinirdi.
Enes bin Mâlik (R.A.),
Peygamber (S.A.V.) Efendimizin hicretinden on sene önce dünya'ya gelmiştir.
Enes bin Mâlik
(R.A.)'ın annesi Ümmi Süleym'dir. Bu mübarek hanım rriüslüman olduğu hâlde,
kocası (yani Enes hazretlerinin babası) İslâmiyeti kabul etmemişti. Bununla da
kalmayarak, Ümmi Süleym hazretlerine İslâm'dan çıkması için baskı yapıyordu.
Neticede anlaşamadılar ve kocası onu terkedip Şam'a gitti. Bir müddet sonra da
orada öldü.
Peygamber (S.A.V.)
efendimizin Medîne'ye hicret buyurmaları sırasında Enes bin Mâlik hazretleri
henüz on yaşında idi.
Annesi Ümmi Süleym,
hemen, Enes'i de yanına alarak Peygamber (S.A.V.) Efendimizin huzuruna çıktı
ve:
—Ey Allah'ın Resulü!
Ensânn erkeklerinden ve kadınlarından Sana hediye vermeyen hiç kimse kalmadı.
Benimse, Şu oğlumdan başka hiç bir şeyim yok. Bunu al; sana hizmet etsin"
dedi ve Enes'i hizmetine kabul buyurmasını Fahr-i Kâinat (S.A.V.) Efendimizden
talep etti.
Annesinin bu isteği
kabul buyruldu.
Bunun üzerine Ümmi
Süleym:
—"Ya Resûlallah!
Şu hizmetçiniz Enes'e duâ buyurunuz." dedi.
Resûl-i Ekrem (S.A.V.)
de:
—"Ya Rabbî!
Enes'in malını ve evladını mübarek kıl ve artır; ömrünü uzun eyle ve
günâhlarını affet." diye duâ buyurdu.
Enes bin Mâlik (R.A.)
hazretleri, hicretten, Peygamber (S.A.V.) Efendimizin irtihâline
kadar, on yıl O'nun hizmetinde bulundu. Yakını oldu.
Enes bin Mâlik (R.A.) hazretleri,
—o zaman yaşı pek küçük olmasına rağmen— Bedir savaşı dâhil Peygamber (S.A.V.)
Efendimizin iştirak ettiği bütün savaşlara katıldı.
Enes bin Mâlik
(R.A.), Veda Haccı'nda da Peygamber
(S.A.V.) Efendimizle birlikte bulunmuş ve vefatı sırasında da yanında olmuştur.
Enes bin Mâlik (R.A.)
hazretleri, Hz. Ebû Bekir (R.A.)'in hilâfetinde, Bahreyn ve havalisinin
zekâtını toplamakla görevlendirildi. Ve, Hz. Ebû Bekir (R.A.)'in vefatında
Bahreyn'de bulunuyordu.
Enes bin Mâlik (R.A.)
hazretleri, Hz. Ömer (R.A.)'in hilâfetinde Medîhe-i Münevvere'ye döndü ve
orada kaldı. Hz. Ömer (R.A.), Enes bin Mâlik (R.A.) hazretlerini müşavere
meclisine aldı. Ve, O'-nun kıymetli tavsiyelerinden istifâde etti.
Bu sırada, Meidîne'de
kaldığı müddetçe fıkıh dersi vermekle meşgul oldu.
Tuster Savaşında
mağlup edilen İran komutanı Hürmüzan'ın Medine'ye getirilmesi ile
görevlendirilen Enes bin Mâlik (R.A.), Medine'den Basra'ya gitmiş ve burada
Hz. Ömer (R.A.)'in vefat ettiği haberini duymuştu.
Hz. Osman (R.A.)
zamanında Basra'da kalan Enes bin Mâlik (R.A.), burada da fıkıh dersi vermeye
devam etti.
Sonra, Medine'ye
dönmeye karar veren Enes bin Mâlik (R.A.), bu yolculuk esnasında Hz. Osman
(R.A.)'ın vefatım öğrendi.
Enes bin Mâlik (R.A.),
Hz. Ali (R.A.)'nin ve bundan sonra da Emevî halîfelerinden bir kısmının
halifeliklerini görmüş ve zamanlarında yaşamıştır.
Enes bin Mâlik (R.A.),
dâima zulme ve haksızlığa karşı olmuş ve hakkı söylemekte, haksızlığı
engellemekte hiç bir zaman te-reddüd göstermemiştir.
Artık, bu sıralarda ashâb-ı
kiramın sayıları iyice azalıyor ve bu sebeple, yaşayan sahabuerin değeri iyice
biliniyordu. Halk, böyle mübarek zatları arayıp buluyor ve onların
sohbetlerinden istifâde etmeye çalışıyordu.
Enes bin Mâlik (R.A.)
hazretleri, uzun ve bereketli bir ömür yaşamıştı. Vefatına yakın bir sırada,
Basra'da hastalanınca, bütün ahâlî gece-gündüz onu zîyâret etmiştir.
Enes bin Mâlik (R.A.)
hicrî 93 (miladî 712) yılında, yüz yaşında olduğu halde vefat etmiş ve
vasiyeti üzerine vefat ettiği yerde defnedilmiştir.
Enes bin Mâlik (R.A.),
Basra'da en son vefat eden sahâbî'dir.
Enes bin Mâlik (R.A.),
Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman,
Ubeyy bin Ka'b gibi bir çok sahabeden
de hadîs-i şerîf rivayet etmiştir.
Enes bin Mâlik (R.A.)
hazretlerinden de Hasan-ı Basrî, Zührî, Katâde, Yahya bin Saîd gibi büyük zeyât
hadîs nakletmiştir.
Enes bin Mâlik (R.A.)
hazretleri Fahr-i Kâinat (S.A.V.) Efendimizden 2286 hadîs-i şerîf rivayet
etmiştir.
Bu hadîs-i şeriflerden
168'i Sahîhayn'de, 83'ü yalnız Buhârî'-de, 71'i yalnız Müslim'de, 1964'ü de
başka kitaplardadır.
Enes bin Mâlik (R.A.)
hazretleri, seneler boyunca Peygamber (S.A.V.) Efendimizin hizmetinde
bulunduğundan, Kur'an-ı Kerîmin tefsirini de çok iyi bir şekilde öğrenmişti.
O'nun, âyetlerin tefsiri ile ilgili rivayetleri, bütün muteber hadîs
kitaplarını süslemektedir.
Enes bin Mâlik (R.A.)
hazretlerinin, hadis ve tefsir ilmine olduğu kadar fıkıh ilmine de büyük
hizmetleri olmuştur.
Enes bin Mâlik
(R.A.)'in, —büyük bir kitap teşkil edecek kadar— fetva ve ictihâdları vardır.
Enes bin Mâlik (R.A.)
hazretleri ahlaken de kâmil bir zât idi. Nâzik, güzel sözlü ve güler yüzlü ide.
Enes bin Mâlik (R.A.),
Resulullah (S.A.V.)'ı çok sever ve O'na hizmet etmeye can atardı.
Fahr-i Kâinat (S.A.V.)
Efendimizin âhirete irtihâlinden sonra da, Enes bin Mâlik (R.A.) hazretleri,
hep O'nun gününü, yaşayışını sünnet-i seniyyesini anlatmak ve insanlara
İslâmiyeti öğretmek için çalıştı. [164]
Esed İbni Amr, hanefî
fıkhının meşhur âlimlerindendir ve İmâm-ı
A'zam Ebû Hanîfe
(R.A.) hazretlerinin ileri
gelen talebelerindendir.
Kadı Beclî el-Kûfî
diye de anılan Esed İbni Amr'in künyesi: Ebû'l-Münzir'dir.
İmâm-ı A'zam Ebû
Hanîfe (R.A.) hazretlerinin yetiştirdiği yüzlerce büyük âlimden ilk on âlim
arasında yer alan Esed îbni Amr hazretleri, aynı zamanda İmâm-ı A'zam'ın
kavillerim kitaplaştırmaya başlayan ilk zâttır.
Esed İbni Amr, hadis
ilminde de büyük bir âlimdir. Ahmed İbni Hanbel (R.A.) hazretleri şöyle diyor:
—"Esed İbni Amr,
hadis ilminde sika bir âlimdir."
Esed İbni Amr, İmâm
Ebû Yûsuf (R. A.)'tan sonra, Hârunü'r-Reşîd'in Bağdad kadılığını yapmış ve onun
kızı ile evlenerek damadı olmuştur.
Esed îbni Amr, hicrî
190 (milâdî 806) yılında vefat etmiştir. [165]
Esed îbni Fürat, aslen
Nişaburlu'dur. Tunus'ta neş'et etmiş ve daha sonra Medîne-i Münevvere'ye
giderek, İmâm Mâlik hazretlerinden Muvatta'ı okuyup ezberlemiştir.
Esed İbni Fürat, fıkıh
ilmini İmâm Ebû Yûsuf ile İmâm Mu-hammed'ten tahsil etmiş, İmâm Ebû Yusuf da,
ondan Mmvatta'ı okumuştur.
Esed İbnilîürat, daha
sonra Ebû'l-Kasım el-Mâlikî'den mâliki fıkhinı okumuştur. Daha sonra,
Kayrevân'da mâliki fıkhını yaymış ve orada kadılık görevi de yapmıştır.
Esed İbnİİHürat, hicrî
213 (milâdî 829) târihinde Keyravan'da vefat[166]
Hz. Esma, Ebû Bekir
(k.A.)'in büyük kızıdır. Annesi Katâle binti ÂbdÜ'l-Uijzâ'dır.
Hz. Esma» Hz. Abdullah
bin Ebî Bekir ile ana-baba bir; Hz. Âişe ile de baba bir kardeştir.
Hz. Esmâ'nın annesi
Katâİe müslüman omadığı için, Hz. Ebû Bekir onu boşadı.
Hz. Esma (R.A.
= Radıyallahü anhâ), ilk müslüman olanlardandır.
Fahr-i Kâinat (S.A.V.)
Efendimiz, Hz. Ebû Bekir (R.A.) ile birlikte hicret için yolculuğa çıkacakları
sırada, yol azığı olarak toplanan yiyecekleri bir çıkına koyup bağlamak
gerekti; fakat ip bulamadı. Bunun üzerine Hz. Esma (R.A.), belindeki kuşağını
çıkarıp ikiye böldü ve azığı bağladı. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz de ona
Zâîü'n-Nekaleyn ( = iki kuşak sahibi) unvanını verdi.
Hz. Esmâ(R.A.),
aşere-imübeşşere'den( = hayatta iken cennetle müjdelenen on büyük sahabeden)
bîri olan Zübeyr bin Avvam (R.A.) ile evlendi. Ve, oğullan Abdullah bin Zübeyr
hazretleri dünyaya geldi.
Hz. esma (R.A.), çok
cömert bir kadındı. Eline geçen şeyleri sadaka olarak dağıtırdı.
Hz. Esmâ'nın, Zübeyr
bin Avvam hazretlerinden, Abdullah'tan başka Münzir ve Urve adlarında oğulları
ile Hadîce, Ümmü'l-Hasen ve Âişe adlarındaki kızları dünyaya gelmitir.
Hz. Esmâ'nın oğlu
Abdullah bin Zübeyr, Mekke-İ Mükerre-me'de — Emevîlere karşı— halifeliğini ilân
etti. Kardeşi Mus'ab bin Zübeyr'i Kûfe'yi ele geçiren Muhtar es-Sakâfî'nin
üzerine gönderdi. Böylece, bütün Irak'ı da ele geçirmiş oldu.
Emevî halifesi
Abdülmelik bin Mervan, Mekke'ye Abdullah bin Zübeyr'in üzeri e bir ordu
gönderdi; sonra, Haccâc bin Yûsuf es-Sakafî komutasında ikinci defa bir ordu
daha gönderdi. Haccâc, Ebû'l-Kubeys Dağının üzerine inancılıklar kurarak
Ka'be'yi taşa tuttu. Abdullah bin Zübeyr, bu muhasarada şehid oldu. Annesi
Esma da, oğlundan yirmi gün sonra vefat etti. Hz. Esma vefat ettiği sırada yüz
yaşında idi.
Hz. Esma, çok metîn
bir hanım idi. oğlu Abdullah bin Zü-beyr'e hikmetli ve kahramanlık telkin eden
öğütleri vardır.
Hz. Esma (R.A.),
Peygamber (S.A.V.) Efendimizden 56 hadîs-i şerîf rivayet etmiştir. [167]
Esved İbni Yezid îbni
Kays tabiînin büyüklerinden Kûfe'li bir zâttır. Künyesi Ebu Amr'dır. Doğum
tarihi bilinmemektedir. Hicrî 74 tarihinde vefat etmiştir.
Esved İbni Yezid,
Alkame îbni Kays'ın kardeşinin oğlu, îb-rahim Nehaî'nin de dayısıdır.
Ebû Amr en-Nehaî, Hz.
Ebû Bekir (R.A.) ile Hz. Ömer (R.A.)'i görmüş; Hz. Ali (R.A.) ile Hz. Âişe
(R.A.)'den ve İbni Mes'-ûd ile Muaz îbni Cebel'den pek çok hadîs-i şerîf
rivayet etmiştir.
Kendisinden rivayette
bulunanlar ise, oğlu Abdurrahman, kardeşi Abdurrahman îbni Yezid ve yeğeni
İbrahim Nehaî ve diğerleridir.
Esved İbni Yezid,
fıkıhta büyük bir âlim olduğu gibi, hadiste de hafız idi. yani, yüz bin hadis-i
şerifi, senetleri ile birlikte ezbere biliyordu.
Esved İbni Yezid
en-Nehaî hazretleri ilim ve yaşayış bakımından tamamen Islama uygun bir hayat
yaşadı. Bu sebeple halk arasında çok sevilirdi.
Esved İbni Yezid, çok
oruç tutar; ramazanlarda iki gecede, ramazan dışında ise altı gecede bir ef a Kur'an-ı Kerîmi hatmederdi. Dünyaya
önem vermezdi. Çok sayıda hac ve umre yapmıştır.
Şa'bî'ye Esved
en-Nehaî'yi sordular; O, şöyle anlattı:
—"Esved en-Nehâî,
çok oruç tutar; geceleri çok namaz kılar ve çok hacceder."
Alkame İbni Kays,
Esved îbni Yezid'e sordu:
— Niçin bu cesede o kadar azab ediyorsun? O, şu
cevabı verdi:
— Bu vücûdun rahatlığını istiyorum.
Bir gün, Esved İbni
Yezid ağlıyordu. Ona: —"Niçin ağlıyorsun?" diye sordular.
O, şu cevabı verdi:
— Niçin ağlamayım...
Ağlamaya, benden daha lâyık kim var ki?...
Rivayet ettiği hadis-i
şeriflerden biri:
—"Eğer ilim
sahipleri, ilmi korusalar ve onu ehline verselerdi, zamanlarında insanların
efendisi ve üstünü olurlardı.
Fakat, ilim sahipleri,
ilmi —dünyalıklarından istifade etmek için— dünyaya sarılan kimselere
bağışlıyorlar. [168]
Muhammed İbni'l-Allâme
Hatîbü'r-Rey Ziyâüddîn Ömer et-Teymî el-Bekrî, meşhur bir âlimdir.
Künyesi: Ebû
Abdillah'tır.
Nesebi, Kureyş
kabilesine ulaşmaktadır. Asılları Taberistan'dandır.
Fahrüddin Muhammed,
hicrî 543 (milâdî 1148) yılında Rey şehrinde doğmuştur. Oraya nisbetle
kendisine Râzî denilmiştir.
Fahrüddin Râzî
hazretleri hicrî 606 (milâdî 1210) tarihinde He-rat'ta vefat etmiştir.
Fahrüddin Râzî'nin ilk
hocası, babası Allâme Hatîbü'r-Rey Ziyâüddin'dir. Bu zât, Muhyi's-Sünne
Muhammed Bagavî'nin tale-belerindendir. Gayet güzel konuşan bir âlim olduğu
için Hatîbü'r-Rey unvanını amıştır.
Fahr-ı Râzî, daha
sonra, Merfiga'da Ali Mecducîlî'den hikmet okumuş; Kemâl Sümmânî'den fıkıh
tahsil etmiş ve Şeyh Nec-müddîn'i Kübra'dan zühd ve tasavvuf dersi almıştır.
Fahr-i Râzî, ilim
tahsilini ikmâl ettikten sonra, bir çok seyahatlere çıkmıştır. îlk olarak
Harzem'e gitmiş ve orada mutezile mezhebi mensupları ile münazaralarda
bulunmuştur.
Sonra Mâverâü'n-Nehre
gitmiş; orada da bir çok mübâhase ve müzâkerelerde bulunmuştur.
Sonra, memleketi olan
Rey'e dönmüş ve orada iki oğlunu, çok zengin bir doktorun iki kızı ile
evlendirmiştir. Bir müddet sonra, bu tabib ölmüş ve serveti Fahr-i Râzî
ailesine intikâl etmiştir.
Daha sonra Gazne'ye
bilâhere de Horasan'a giden Fahrtid-din Râzî, buraları da ilmi ile aydınlatmıştır.
Fahrüddin Râzî, bir
müddet de Herat'ta ikamet ederek, buradaki Kerrâmiyye taifesinin durumunu ve
yanlışlıklarını halka anlattı.
Fahrüddîn Râzî,
tefsir, kelâm, fıkıh, usûl-i fıkıh gibi ilimleri hakkıyle tahsil etmiş olduğu
gibi, edebiyat, riyâziyyât, kimya, hey'-et ve tıb gibi ilimlerde büyük bir
iktidar sahibi idi.
O, parlak fikri, güçlü
muhakeme kabiliyeti ve sür'at-i intikâli ile dehâ seviyesinde idi.
Daima hakkı, ehl-i
sünnet ve'1-cemâati savunur ve karşısına çıkan her türlü sapıklıklarla
mücâdele ederdi.
İmâm Fahreddin
Râzi'nin eserleri, o kadar çok alâka görüyordu
ki, nerede ise,
hiç kimse, onun
eserlerinden başkasına
bakmıyorlardı.
Asrının hükümdarları,
O'nun ziyaretine koşar; o, bir yere gitmek için atma bindiğinde, etrafında
yüzlerce talebesi de yürürdü. [169]
imâm Fahrüddîn-i Râzî
hazretlerinin, tefsîr, hadîs, kelâm ve sair, ilimlerde yüzlerce eserleri
vardır. Bunlardan bir kısmim burada zikredelim.
1-)
Mefâtîtau'l-Gayb (= Tefsiri Kebîr = Tefsfr-i Râzî)
Fahrüddîn-i Râzî merhum,
tefsirde, kendisine has bir yol tutmuş ve bu kıymetli kitabını o zamana kadar
yazılmamış bir tarzda vücuda getirmiştir.
Bu eser, bir cilt
tutan Fâtihâ Tefsîri ile birlikte on üç cilttir.; Daha sonra, altı ve sekiz
cilt hâlinde defalarca basılmıştır.
Bu kıymetli eser, bazı
âlimler tarafından telhıys edilmiştir.
2-)
Metâlibü'l-Aüyye
3-)
Nihâyetü'l-Ukûl
4-) Erbain
5-)
MuhassaKi Efkâri'l-Mütekaddimîn ve'1-Müteanhırîn
6-) Tabyan
fî'l-Meânî.
7-) Meâlimö
Usûliddin
8-)
Kitâbii't-TarikatiT Alliyye-
9-) Şerha
Uyani'l-Hikme
10-) Şerha
Külüyâti'l-Kanon
11-)
Menâkftü'l-İmami'ş-Şâfü.
12-)
İrşadü'n-Nazâr İlâ Latâifi'l-Esrar
13-)
Uyûnc'l-Mesâil
14-)
el-Mahsûl
15-)
el-Mebâhısü'l-İmadiyye
16-)
el-Levâmiu'i-Beyyinât fî-Şerhi Esmau'llabi Teâlâ ve's-Sıfât
17-)
Ecvibetü'l-Mesâili'l- Buaâriyye
18-)
Tahaylu'1-Hak
19-)
Kitâbul-Ahlâk
20-) Kilâbu
Fedaili's-Sahâbe
21-)
Tehzîbü'd-Delâil
22-) Kitaba
EsâsPt-Takdîs
23) Kitâbü
IsraeliM-Enbiya
24-)
Kiiâbü'l-Âyeti'l-Beyyinâl
25-) Kitaba
Ahkâmi'l-Ahkâm. [170]
Ali bin Muhammed bin
el-Hüseyin bin Abdi'l-Kerim bin Mû-sâ Fahrü'l-îslam Pezdevî, Mâverâü'n-Nehir'de
yetişen hanefl fakih-lerinin en büyüklerindendir.
Fahrü'l-îslâm Pezdevî
hazretleri, Tefsir'de, usûl-i fıkıhta ve fürû'-ı fıkıhta mütebahhir bir âlim
idi. O'nun, hanefi mezhebinde pek geniş ve erişilmez bir iktidar sahibi olduğu
darb-ı mesel hâline gelmiştir.
Fahrü'l-tslam Pezdevî
hazretleri, Semerkant'ta tedrîs ile meşgul olmuş ve nice âlimler
yetiştirmiştir.
Ali bin Muhammed bin
Hüseyin bin Abdülkerim bin Mûsâ bin Isâ bin Mücâhid en-Nesefî el-Pezdevî merhum
takriben hicrî 400 (milâdî 1010) yılında dünyaya gelmiş ve 482 (milâdî 1090)
yılında Keş Kasabasında vefat edip, Semerkant'a nakil ve orada defnedilmiştir.
Pezdevî, merhum
zamanındaki âlimlerin imâmı ve en büyüğü idi. [171]
Ebû'l-Hasen
Fahrü'l-lslâm Pezdevî hazretlerinin başlıca eserleri şunlardır:
1-)
Tefsîrii'l-Kur'ân
Bu tefsir, her biri
bir mushaf büyüklüğünde yirmi ciltten müteşekkil bir eser imiş, bir cildi,
İstanbul Esad Efendi Kütüphanesinde mevcuttur.
2-) Mebsût
Bu eser de onbir
ciltten müteşekkil bir fıkıh kitabıdır.
3-)
Şerim'l-Câmiu'l-Kebîr
4-)
Şerhu'l-CâmiıTI-Sağîr
Bu eserler, imâm
Muhammed (R.A.)'in meşhur eserlerinin şerhidir.
5-)
Gınâü'l-Fukahâ
Bu eser de fıkıh ilmi
ile alâkalıdır.
6-) er-Risâle
fi-Kirâati'l-MusalİÎ
Namazda Kur'an
okumakla ilgili bir eserdir.
7-) ZeOetü'I
Kâri
Namaz kılmakta olan
bir kimsenin, Kur'an okurken yaptığı hatalardan bahseden bir eserdir.
8-) Ziyâdât
Bu kitap, fürûu fıkıh
mes'elelerini anlatan bir eserdir. Bu kıymetli eserin bir nüshası, İstanbul,
Süleymaniye Kütüphanesinde mevcuttur.
9-)
Ziyâdâtü'z-Ziyâdât
Bu kitap, Ziyâdât'ın
son kısmında ilâve olarak mevcuttur.
10-)
Şerbu'J-Hidiye
Bu kitap, Hidâye'nin
Nikâh Babı'na kadarki kısmının şerhidir. 11-) Kenzü'l-Vüsûl flâ Ma'rifeü'1-Usûl
Bu kitap,
Fahrü'l-îslâm Pezdevî hazretlerinin en meşhur ve mühim eseridir. Bu eser
Usûl-i Pezdevî nâmı ile meşhur olmuştur.
Bu eserin pek çok
şerhleri vardır.
Abdü'1-azîz Buharî'nin
KeşnVİ-Esrâr isimli şerhi çok meşhurdur ve matbu'dur.
Pezdevî merhumunun
usoPü Osmanlılar zamanında da önem verilen ve medreselerde okutulan bir eser
olmuştur.[172]
Molla Fenârî Şemseddin
Muhammed İbni Hamza, ilmî kavrayışının üstünlüğü darb-ı mesel hâline gelmiş ve
varlığı ile iftihar edilen âlimlerin en büyüklerinden biridir.
Molla Şemseddin'in
Fenârî nisbetini alması hakkındaki en kuvvetli rivayet, merhumun,
Mâverâü'n-Nehir'de bulunan Fenâr köyünde doğmuş olmasıdır.
Molla Fenârî
hazretleri Anadolu'da ilim ve irfan kazandıktan sonra, bilgisini genişletmek
için Mısır'a gitmiştir.
Molla Fenârî'nin
Anadolu'daki üstadlan Alâaddin Esved ve Ce-mâleddin Aksarâyî'dir. Mısır'daki
üstadı ise Şeyh Ekmelüddin'dir. Molla Fenârî, Mısır'da Seyyid Şerif Cürcânî ile
ders arkadaşlığı da yapmıştır.
Bir aralık Anadolu'ya
dönen Molla Fenârî sonra yine Mısır'a gitmiş ve orada âlimlerle sohbetlerde
bulunarak, ne derece kudretli bir âlim olduğunu isbat etmiştir.
822 hicrî (milâdî
1419) yılında Hicaz'a gitmiş, dönüşünde de Mısır Sultanı Melik Müeyyed'in
da'veti ile Kahire'ye uğramış ve pek çok âlimle karşılıklı görüşmelerde
bulunmuştur.
Molla Fenârî, bu
yolculuğu sırasında Kudüs'ü de ziyaret etmiştir.
Molla Fenârî, hicrî
832 (milâdî 1429) yılında da, Antakya ve Şam tarîkıyle tekrar Hicaz'a gitmiş ve
mukaddes makamları ziyaret etmiştir.
Molla Fenârî merhumun
âhir-i ömründe gözlerine perde inmiş ve bilâhere bu hastalıktan iyileşerek,
gözleri tekrar görmeye başlamıştı. Bu iyileşmeye şükrâne olarak bu son haccma
gitmiştir. [173]
Molla Muhammed
Fenârî, asrının büyük allâmelerinden
birisidir.
Bu asırda (yani hicrî
sekizinci asırda), İslâm âleminde dört zat teferrüd etmişti. Şöyle ki:
1-) Şeyh
Sirâcüddin İbnü'l-Mülâkkan fıkıh ve hadîs sahasında telif ettiği bir çok
eserle;
2-)
Fîruzâbâdî Tûfî, hadîs ilmindeki kudretiyle;
3-)
Zeynüddîn Tûfî, hadîs ilmindeki vukûfiyle;
4-) Molla
Fenârî merhum da, aklî ve naklî ilimlerdeki kavrayış ve ıttılâının üstünlüğü
ile teferrüd etmişlerdi. (= Herkesten ayrılıp yalnız ve tek kalmışlar; eşsiz,
emsalsiz benzersiz olmuşlardır).
Molla Fenârî
hazretleri, Bursa'da müderrislik ve kadılık yapmış; Sultan İkinci Murad Han'ın
büyük teveccühlerine mazhar olmuştu.
Sonra, iftâ makamına
getirilen Molla Fenârî, Osmanlı Devletinin ilk şeyhu'l-İslâmı olmuştur.
Aynı zamanda,
Padişahın müşâvir-i hâssu'l-hâssı da olan Molla Fenârî'ye halk da çok büyük
saygı gösterirdi. O camiye giderken, halk, O'nu görebilmek için yollarda
toplanırdı.
Molla Fenârî merhum,
tefsir ilminde de tam bir vukuf sahibi idi.
Fâtihâ-i Şerîfe'ye
yazmış olduğu tefsir, O'nun tefsir ilmindeki kudretinin en parlak bir
şahididir.
Bu tefsir kitabının
mukaddimesinde "tefsir ilmine, tefsir ilminin istinat ettiği diğer
ilimlere ve müfessirlerin ittihaz edecekleri tertip ve usûle dair" pek
mühim ve kıymetli malûmat vardır.
Bu kıymetli tefsir,
ilmî ve tasavvufî bir çok mütâlâa ve tahkik ile de tezyin edilmiştir.
Hasılı, bazen ilmî,
bazen de tasavvufî bir lisanla ve pek de mü-rettep görülmeyecek bir sekide
yazılmış olan; pek çok faydalı malumatı da ihtiva eden bu Fatiha Tefsiri, tefsir
ilmine vukuf için, insana rehberlik edecek bir mâhiyettedir.
Molla Fenârî merhum,
hicrî 834 (milâdî 1431) yılında vefat etmiştir. Mübarek kabri, Bursa'da
kendisinin yaptırdığı Cami-i Şe-rîfin avlusundadır.
"Cennetü'l-Firdevs" terkibi O'nun ölüm tarihini göstermektedir.
Molla Fenârî'nin
tasavvufî yönü de vardır. O, Sadreddin Ko-nevî'nin hâlifesi olan babası,
Mevlânâ Hanza'dan Ekberiye; Abdülla-tif Kudsî'den Zeyniye, Hamid-i Kayserî'den
Erdebilîye tarikatlarını almıştır.
Molla Fenârî'nin kabir
taşında, O'nun Zeyniye tarikatından olduğunun alâmeti vardır. [174]
Molla Fenârî
hazretleri yüzden fazla eser telif etmiştir. Bunların bir kısmı aşağıda
zikredilmiştir.
1-)
Uyûnü'l-A'yân
Mahiyetinden yukarıda
bahsettiğimiz Fatiha Tefsiri.. Bu eser matbu'dur.
2-)
Fusûlü'I-Bedâi fî-Usûü'ş-Şerâi
Bu eser, usûl-i
fıkıhla ilgilidir. Otuz senede yazıldığı rivayet olunmuştur.
Bu kıymetli eser,
Pezdevî'nin, Fahreddin Râzî'nin ve İbni Hâ-cib'in fıkıh usûlü ile ilgili
eserlerini tamamiyle içinde toplamıştır. Bu eserin, Molla Fenârî'nin oğlu
Muhammed Şah tarafından haşiyesi yapılmış; Şeyh Yûsuf Mağribî tarafından da
ihtisar edilmiştir.
3-) Şerhu
İsâ Goci
Bu eser, mantıkla
ilgilidir ve bir gün içinde yazılmıştır.
4-)
Enmûzeri'l-Ulûm
Yüz ayrı ilimden
bahseden bir risaledir.
5-) Ferâiz-î
Sirâciyye Şerhi
İslâm Mîras hukukundan
bahseden Sirâciyye kitabının kıymetli bir şerhidir.
6-) Mcvakıf
Şerhi'ne Ta'likât
7-)
Avîsâtü'l-Efkâr fî-İotiyâri ulu'l-Ebsâr
Bazı ilimlerle ilgili
müşkil suâllere verilen cevapları ihtiva eden bir risaledir.
8-) Manzum
Bir Risale
Bu eser, her biri bir
ilme ait olmak üzere, garip bir şekilde tanzim edilmiş yirmi kıt'adan
müteşekkildir.
9-) Şerhu
alâ-Nusûsi Iî-ş-Şeyh Sadreddin Konevî
10-) Şerhu
ala-Miftâhi'l-Gayb li'ş-Şeyh Sadreddin Konevî
11-) Esâsü't-Tasrîf
12-)
Risaleyi Usûlü'd^dta fî-Esrâri'1-Vusûü ve'1-Yaldn.
13-) Risale
fî-Beyani Vahdet-i Vücûd
14-)
Hâşiye-i Dibâce-i Usûl-i Pezdevi
15-)
Hâşiye-i Telhıys Camii Ahlatı.
16-)
Haşiye-i Ceben
17-)
Muhimmat-ı Fenârî
18-) Şerhu
Muhtasar-ı Mevâkıf
Bu kıymetli
eserlerden, sadece Tefsir, Füsûlü Bedâyi ve İsâ Goci matbu'dur. Diğerleri matbu
olmamakla beraber, yazma nüshaları kütüphanelerde mevcuttur. [175]
Ailece, aslen Bursalı
olan Halil Efendinin dedesi, Bursa'dan Filibe'ye göç etmiş ve Halil Efendi
1805'de Filibe'de doğmuştur. Bu sebeple Filibeli Hoca diye tanınmaktadır.
Babası Abdullah ve dedesi Mustafa Efendiler de âlim idiler.
Halil Efendi,
tahsilini Filibe'de tamamlayıp, 1824 yılında İstanbul'a gelmiştir. .
Önce, müderrislik
görevine, sonra da huzur dersi muhatap ve mukarrirliğine tâyin edilmiştir. Bu
sırada Sultan Abdulmecid'in teveccühünü kazanarak Saray Hocalığına
getirilmiştir.
1862'de Medine
Mollası, 1864'de Fetva Emîni, 1866 da Ders Vekili olan Halil efendi 1867'de İstanbul
Payesini elde etmiştir.
1868'de Meclis-i
İntibâh-ı Hükkâm reisi ve 1878'de de bi'1-fiil Anadolu Kazaskeri olan Halil
Efendi, sonra da Rumeli Kazaskerliği ile taltif edilmiştir.
17 sene ders vekilliği
yapan Halil Efendi, 1882'de emekli olmuş ve Hicaz'a gitmiştir.
Filibeli Halil Efendi,
emekli olduktan bir müddet sonra Tâ-if'te veya Medine'de vefat etmiştir. [176]
Filibeli Halil Efendi,
hem çok sayıda talebe yetiştirmiş ve hem de çok sayıda eser telif etmiştir. Bu
eserlerinin başlıcaları şunlardır:
1-) Hâşiye-i
Cedide alâ-Şerhi İsâmil-Feride
2-)
Tevşîhn'I-Usûl
3-)
Hadâiku'l-İmtihân
4-)
Süfûfu'l-Kavatı,
Bu eser, oğlu Kazasker
Hayreddin Efendi tarafından Türkçe'ye tercüme edilmiştir. [177]
Haccâc bin Ertât bin
Sevr bin Hübeyre, tebe-i teabiîndendir. Kûfe'lidir. Künyesi: Ebû Ertât
en-Nehâîdir.
Haccâc bin Ertât,
fıkıh ve hadis ilimlerinde imâm sayılan büyük bir âlimdir. Saduktur.
Haccâc bin Ertat; Atâ,
Şa'bî, Zührî, Katâde gibi büyük zâtlardan hadîs-i şerîf dinlemiş ve rivayet etmiştir.
Haccâc bin Ertat'dan
da, Sevrî ve İbnü'l-Mübârek gibi meşhur zâtlar hadîs-i şerîf rivayetinde
bulunmuşlardır.
Haccâc bin Ertat,
Mısır'da kadı'lık görevinde bulunmuştur.
Henüz on altı
yaşlarında bulunan Haccâc bin Ertat, halka yol göstermeye başlamış ve
insanların ilmî meselelerde müracaat mercii olmuştu. Yumuşak ve güzel huylu bir
zâttı.
Kendisi şöyle diyor:
—"Ben, hiç bir
şahısla muhâsamede bulunmadım ve muhâse-mede bulunanların meclislerinde de
oturmadım."
Bazı muhaddislerce,
Haccâc bin Ertat zâif ve müdellis görülmüştür. Bununla birlikte, onu, Şu'be
tevsik etmiştir.
Haccâc bin Ertat
hazretleri, hicrî 145 (milâdî 763) tarihinde Rey şehrinde vefat etmiştir. [178]
Ebû Bekir bin Muhammed
el-Yemenî el-Haddâdî, hanefî fakıylerindendir.
Haddâdî Ebû Bekir
merhum, hicrî 800 (milâdî 1398) yılında Zebid şehrinde vefat etmiştir. [179]
Haddâdî Ebû Bekir'in
meşhur eseri Cevherelü'n-Neyyire'dir.
Cevheretü'n-Neyyire,
Muhtasar-ı Kudûrî üzerine yazılmış güzel ve cemiyetli bir şerhtir. [180]
Hâher-zâde Ebû Bekir
Muhammed Îbnü'l-Hüseyin el-Buhârî, Mâverâü'n-Nehir'deki hanefî âlimlerinin
büyükler indendir. Kendisi yolu, ilmi, ahlâkı güzel bir zât idi.
Büyük bir fakıyh olan
Hâher-zâde merhumun pek çok fetvaları vardır ve bu fetvalar fıkıh kitaplarını
süslemektedir. [181]
Mâverâü'n-Nehr'in en
büyük âlimlerinden biri olan Hâher-zâde Ebû Bekir merhumun başlıca eserleri
şunlardır:
1-) Muhtasar
2-) Tecnîs
3-) Mebsût
Bu eser, Ebû Bekir Hâher-Zâde Mebsnt'u diye şöhret bulmuştur.
Zehebî, şöyle diyor:
"Hâher-zâde,
Mâverâü'n-Nehir'de büyük bir hanefî âlimidir. Vaktinin Nu'man'ı (yanî Ebû
Hanîfe'si) idi."
Hâherzâde Ebû Bekir
hicrî 433 (milâdî 1042) yılında vefat etmiştir.
Hâher-zâde "kız
kardeş oğlu" demektir. Bu büyük âlim de, Kadı EbÛ Sabit Muhammed bin
Ahmed el-Buhârî'nin kız kardeşinin oğlu idi.
Fukahâ arasında
Hâher-zâde lakabını taşıyan iki zât daha vardır. Bu zatlar da şunlardır: [182]
îmâm Bedrü'd-dîn
Muhammed bin Mahmud, Şemsü'l-Eimme Muhammed bin Abdü's-Settâr el-Kerderî'nin
kız kardeşinin oğludur ve hicrî 651 (milâdî 1254) yılında vefat etmiştir. [183]
Bu üçüncü
Hâher-zâde'den Ensâb'da şöyle bahsediliyor: Ebû Saîd Muhammed bin Abdülhamîd
bin Abdürrahim bin Ahmed bin Abdullah bin Abdülvâris Hâher-zâde, Mevr
köylerinin bi-rindendi. Bu faziletli zât, hadis'e meyilli idi. Çok hadîs
dinlemiş ve yazmıştır.
Zamanında, hadis
sahasında hanefî âlimlerinin en ileri geleni idi. Bu zâta Hâherzâde
denilmesinin sebebi de, Kadı Ebû Hasan Ali bin Hüseyin Dihkan'ın kız kardeşinin
oğlu olmasıdır. [184]
Hâkim-i Şehîd, fıkıh
ve hadîs âlimlerinin büyüklerindendir. îsmi: Muhammed bin Muhammed bin Ahmed
bin Abdullah bin
Abdülmecid bin İsmail
bin Hâkim el-Mervezî el-Belhî'dir. Hâkim-i Şehîd ve Hâkim-i Mervezt lakablan
ile meşhur olmuştur. Künyesi: Ebû'l-Fadl'dır.
Hâkim-i Şehîd, ilim
tahsil etmek için Horasan, Nişabur, Rey, Bağdad ve Küfe gibi bir çok şehirleri
dolaşmış ve pek kıymetli eserler telif etmiştir.
Hâkim-i Şehîd, bir
müddet Buhfirâ'da kadı'lık yapmış ve sonra da Horasan Emîri'nin vezirliğinde
bulunmuştur.
Ve, askerler
tarafından, "erzakları, bir vakitler verilmemiş olduğu bahanesi ile"
hicrî 344 (milâdî 955) senesinde şehid edilmiştir.
Hâkim-i Şehîd, Merv'de
Muhammed bin Ussam bin Süheyl, Muhammed bin Handeveyh; Rey'de İbrahim bin
Yûsuf; Bağdad'da Haysen bin Halef; Kûfe'de Ali bin Ebî Abbas Becilî; Mekke'de
Mu-faddal bin Muhammed; Mısır'da Ahmed bin Süleyman el-Mısrî; Bu-hârâ'da
Muhammed bin Said en-Nevhabâzî gibi bir çok âlimden ilim tahsil etmiş ve hadis-i
şerîf rivayet etmiştir.
Kendisinden de, Ebû
Abbullah el-Hâkim ve Horasan Emîri gibi bir çok kimse ilim tahsil etmiş ve
hadîs-i şerîf rivayetinde bulunmuşlardır.
Hâkim-i Şehîd, hadîs
ilminde sika bir âlimdir. Ezbere altmış bin hadîs-i şerîf bilirdi.
Hâkim-i Şehîd, âbid,
verâ ve takva sahibi bir zât idi.
Sem'ânî şöyle
anlatıyor
—"Hâkim-i Şehîd,
şehid olduğu güne kadar, kıldığı her namazdan sonra: "Yâ Rabbi, bana
şehidliği nasip eyle." diye dua ederdi. O gece, bazı gürültüler işitti.
"Ne var? Ne oluyor?" diye sordu. Dışarıdakiler: "Askerler
toplanmışlar; erzakın eksik verildiğini söyleyerek; sizi suçluyorlar."
dediler. Bunun üzerine: "Yâ Rabbi! Beni affeyle.'* dedi. Ve sonra, bir
berber çağırtıp, başını tıraş ettirdi; gusûl abdesti aldı ve kefen giydi.
Bütün gece, sabaha kadar namaz kıldı. Sabahleyin, isyancılar etrafını
sardılar. Sultan, toplanan isyancıların üzerine asker gönderip, isyanı
bastırdı. Ancak, bu kargaşada, Hâkim secdede iken şehîd edildi. [185]
Hâkim-i Şehîd, hanefî
fakıylerinin önde gelenlerindendir. Ve telif ettiği eserler temel ve kaynak
kitaplar arasında ilk sıralarda yer almaktadır. Hâkim-i Şehîd'in başlıca
eserleri şunlardır.
1-) Muhtasar
2-) Müntekâ
3-) Kafi
Bu eserler, imâm
Muhammed (R.A.)'in zâhirü'r-rivâye'yi teşkil eden altı mühim eserinden telhıys
suretiyle telif edilmiştir.
MöDtekâ ve Kâfi imâm
Muhammed (R.A.)'in eserlerinden sonra, hanefî mezhebinde iki ana kaynak ve iki
asıl sayılmaktadır. [186]
İbrahim îbni Muhammed,
büyük bir fıkıh âlimidir. Hicrî 865 (milâdî 1459) yılında Haleb'de doğmuş ve
956 (milâdî 1549) yılında İstanbul'da vefat etmiştir. Halebî merhum,
Edirnekapısı Kabristanına defnedilmiştir. Boğaz Köprüsü ve buna bağlı çevre
yollan yapılırken, merhum Halebî, Sakızağacı Kabristanına nakledilmiştir.
Haleb'de doğan ve
orada tahsil gören ibrahim Îbni Muhammed, daha sonra Mısır'a gitmiş; oradan da
İstanbul'a gelerek, Fatih Camiinde imamlık görevi yapmışıtr.
Zahiru'r-rivâye
denilen bu altı eser şunlardır;
1-) Mebsût,
2-) Ziyâdât,
3-)
CâmhTs-Sağîr,
4-)
Siyeru's-Sağîr,
5-)
Câmiu'l-Kebîr,
6-)
Siyeru'l-Kebîr. [187]
Haîebî İbrahim
Efendi'nin fıkha dair kıymetli eserleri vardır. Bunlardan başhcaları ise
şunlardır:
1-)
MüHekâ'I-Ebhûr
Bu eser, hanefî fıkhı
ile ilgili makbul bir metindir. Bu kıymetli eser, bir çok zevat tarafından şerh
edilmiştir.
Bu şerhlerden biri de,
İbrahim Halebî'nin talebelerinden biri olan el-Hâc Ali Halebî'nin şerhidir.
Bu eserin ve
şerhlerinden bir kısmının Türkçe tercümeleri vardır ve bunlar basılmıştır.
2-) Şerhu
Münyetü'l-Musaüî (= HALEBİ-İ SAĞİR) Menyelü'l-Musallî, İmâm Muhammed
Sedîdü'd-dîn Kaşgârî'nin eseridir. Halebî İbrahim İbni Muhammed merhum, bu
eseri şerhetmiştir.
Miinyetii'l-Musallî
ŞerhPnin de bir çok Türkçe tercümeleri vardır.
Bunlardan Babadâğî
İbrahim Efendinin Tercümesi bir çpk kere basılmış bir eserdir.[188]
3-)
Gunyetü'l-Mütemeüî fî-Şerhi Münyetü'l-Musalfî (= HALEBÎ-İ KEBÎR)
Bu eser,
Münyetü'l-Musalfi'nin daha geniş bir şerhidir. Ve Halebî İbrahim Efendi
tarafından önce bu şerh yapılmıştır. Daha sonra bu şerh kısaltılarak HALEBÎ-Î
SAĞIR meydana getirilmiştir. [189]
Hâlîd Îbni Ma'dan
el-Kelâî eş-Şâmî, tabiînin ileri gelenlerindendir. Şam'da ikâmet etmiştir ve
Kelâa kabilesine mensuptur. Künyesi: Ebû Abdullah'tır. Humus'ludur.
Hâlid Îbni Ma'dan,
büyük bir fakıyh ve sika bir muhaddistir.
Kendisi, "ashâb-ı
kiramdan yetmiş zatla görüşüp sohbetlerinde bulunduğunu" bildirmiştir.
Hâlid İbni Madan
hazretleri, Muâz îbni Cebel, Ebû Ubeyde İbni Cerrah, Ebû Zerri'l-Gıfarî ve Ebû
Hureyre gibi büyük sahâbî-lerden hadîs-i şerifler rivayet etmiştir.
Hâlid İbni Ma'dan, çok
ibadet eder ve çok ibadet için, dâima şiddetti arzu duyardı. Vefat ettiğinde de
oruçlu idi.
Hâlid îbni Ma'dan,
hicrî 103 veya 104 (milâdî 722) yılında vefat etmiştir. Vefat tarihi hakkında,
başka rivayetler de vardır. [190]
Hâlid İbni Velîd
(R.A.), ashâb-ı kiramın ileri gelenlerinden, kahraman bir zattır.
Nesebi: Hâlid İbni
Velid îbni Mugîre İbni Abdullah İbni Amr îbni Manzum el-Kureyşî el-Mahzûmî'dir.
Annesi ise:
Lübâbetü's-Suğra binti Haris
İbni Harb el-Hilâliye'dir.
Künyesi: Ebû Süleyman,
lakabı ise: Seyfullah (= Allah'ın
Kılıcındır.
Hâlid bin Velid (R.A.)
hazretlerinin ailesi, câhiliyye devrinde Kureyş'in eşrafından ve ordu
komutanlığı görevini yürüten bu sebeple bütün araplarca tanınan ve sayılan bir
aile idi.
Bedir Savaşında,
—henüz müslüman olmamış bulunan— Halid bin Velid, Kureyş'in Suvâri komutam
oldu. Ve bu sıfatla iştirak ettiği Uhud Savaşında müslümanlara çok zayiat
verdirdi.
Hendek Savaşında,
Kureyşin Müslümanlara hiçbir şey yapamamış olması, Hâlid bin Velid'i
şaşkınlığa düşürdü ve düşünmeye şevketti.
Hicri 6. yılda yapılan
Hudeybiye Anlaşması, Hâlid bin Velid'in moralini bozdu ve İslam'ın geleceğinin
parlak olacağını düşünmeye başladı. Artık kendisini boşlukta hissediyordu.
Tam bu sırada, daha
önce Müslüman olmuş bulunan kardeşi Velid bin Velid, O'na mektup yazarak,
Peygamber (S.A.V.) Efendimizin kendisinden sitayişle bahsettiğini Hâlid bin
Velid'e bildirdi. Bu durum, Hâlid bin Velid'in İslamiyete meyletmesine sebep
oldu.
Hicrî 8. yılda, Mekke
çarşısında Amr İbni Âs'Ia karşılaşan Hâlid bin Velid, İslamiyet hakkındaki
düşüncelerini ve meylini ona anlattı. Meğerse, o da aynı duygular
içindeymiş... Müslüman olmaya karar verdiler ve beraberce Medine'ye gittiler.
Hâlid bin Velid,
kardeşine uğrayıp niyetlerini açıkladı. O da, durumu Resûlullah (S.A.V.)
Efendimize arzetti. Fahr-i Kâinat (S.A.V.) Efendimiz memnuniyetlerini izhar
buyurunca, Huzur-i Saadetlerine çıktılar ve İslâm şerefine nail oldular.
Hâlid bin Velid
(R.A.), Islâmiyeti kabul ettikten sonra Medine'ye yerleşti. Böylece hicret
sevabına da nail olmuş oldu.
Ve Hâlid bin Velid
(R.A.), artık, müşriklerin amansız düşmanı ve korkulu rüyası olmuştu.
O, askerdi; sert
tabiatlı idi; mütehakkimâne bir edâ ile konuşurdu... O, İslam'a girdikten
sonra da bu vasıfları taşıdı. Ve O, ancak hak ve hakikat karşısında yumuşar;
bunlara teslim olurdu.
Müslüman olduktan
sonra katıldığı ilk savaş Mu'te Harbidir.
Bu savaşta,
kendisinden önceki komutanlar şehid düşünce, asker tarafından komutan
seçildi... Orduyu toparladı.... Kahramanca savaştı... Öyle ki, bu savaşta Hâlid
bin Velid (R.A.)'in elinde dokuz kılıç kırıldı... Düşman geriletilip zafer
kazanıldı. Medîne'ye dönüşte savaşın bütün safhaları Allah Resulüne arzedildi.
Halid bin Velid'in kahramanlıkları ve kırılan kılıçlar, Fahr-i Kâinat (S.A.V.)
Efendimize haber verilince, O, Halid bin Velid'e S ey fu İlah yani
Allahın-kınından sıynlmış-kıiıcı lakabını verdi.
Ve Hâlid bin Velid ,
kınından sıyrılmış Allah kılıcı olarak, hep zafer, hep galibiyet peşinde gitti.
Hicrî, 9. yıl... Mekke
fethediliyor... Halid bin Velid (R.A.), îslâm ordusunda sağ cenah komutanı...
Bütün direnişleri kırıyor.... Başarılan Fahr-i Kâinat (S.A.V.) Efendimize
iletilince, O, Hz. Ha-lid'e: "Allah senden razı olsun.** buyuruyor.
Huneyn Gazvesi...
Allah Resulü (S.A.V.)'nün beraberinde Hâlid bin Velid de ileri atılıyor ve
hafif bir yara alıyor.
Hâlid bin Velid
(R.A.), Taif muhasarasında komutan.. Ve Tâ-iflilerin gözünü korkutuyor.
Tebük Gazvesinde;
Devmetü'l-Cendel kabilesi reisi Ukaydır bin Abdülmelik üzerine gönderilen
seriyyenin komutanı da Hâlid bin Velid (R.A.)... O kabile reisini esir edip,
Fahr-i Kâinat (S.A.V.) Efendimizin huzurlarına getiriyor.
Hicrî 9. yıl... Benî
Huzeyme üzerine yapılan sefer.. Ve komutan yine Hâlid bin Velid (R.A.)... Bu
sefer, yanlışlıkla, BenîHuzey-me'den bazıları katlediliyor... Ve Peygamber
(S.A.V.) Efendimiz müteessir oluyor.. Katledilenlerin diyetleri verilerek,
Benî Huzeyme'li-lerin gönülleri alınıyor ve böylece bu hatâ düzeltiliyor.
Hicrî 10. yıl... Hâlid
bin Velid (R.A.), Necran üzerine giden seriyyenin komutanı... Bu sefer,
iyilikle yola getirmek me'mûriye-tinde... O da, Peygamber (S.A.V.) Efendimizin
bu emrini güzel tedbir ve ikna yolunu kullanarak yerine getiriyor ve Benî
Abdülmed-dan Necrânî kabîlesi müslüman oluyor.
Aym yıl... Allah
Resulü (S.A.V.), Hz. Ali ve Hz. Halid'i bir miktar askerle, İslâm Da'vetcisi
olarak Yemen'e gönderiyor. Yemenliler başlangıçta da'veti kabul etmeyip direniyorlar
ve savaş çıkıyor. Sonradan Yemenliler müslümanhğı kabul ediyorlar ve mes'ele halloluyor.
Yine hicrî 10. yıl...
Halid bin Velid (R.A.), bir seriyye ile, Ku-reyş ve Kinâne'nin Uzza nâmındaki
puthânesinin bulunduğu yere gidiyor ve putlarla birlikte puthâneyi yıkıp
dönüyor. Bu, O'nun son seriyye komutanlığı...
Fahr-i Kâinat (S.A.V.)
Efendimiz irtihâl ediyorlar... Hz. Ebû Bekir (R.A.) halîfe... İrtidad olayları
başlıyor... yani, topluca İslâm'dan çıkmalar oluyor... Ve yalancı peygamberler
türüyor...
Halife Hz. Ebû Bekir
(R.A.), Halid bin Velid (R.A.)'i bir orduyu komutan ediyor ve yalancı
peygamber Tüleyha bin Huveylid üzerine gönderiyor... Hz. Hâlid onu, avânesi ile
birlikte katlettikten sonra Benî Temim üzerine yürüyor ve orada türeyen yalancı
peygamber Ayniye bin Husayn ve etrafındaküeri der-dest edip Medine'ye
getiriyor.
Bundan sonra Hz.
Halid, daha önce üzerine gönderilen İslâm kuvvetlerini mağlup etmiş olan,
yalancı peygamber Müseylemetü'l-Kezzâb üzerine gönderiliyor. Hicrî 13. yılında
yapılan kanlı bir savaş sonunda Hz. Hâlid, O'nu ve ordusunu da mağlup ederek
kılıçtan geçiriyor.
Yalancı Peygamberleri
susturan Halid bin Velid (R.A.), bundan sonra, Halife Hz. Ebû Bekir (R.A.)
tarafından bir orduya komutan tâyin edilip Irak tarafına gönderiliyor.
Hicrî 13. yılda
Hire*yi fethediyor ve Fırat havalesine hâkim oluyor.
Firaz denilen yerde
Bizanslıları mağlup etti. Anbar Şehrini sulh yolu ile teslim aldı. Ve yavaş
yavaş bütün Suriye'yi işgale başladı.
Bu sırada, Hz. Ebû
Bekir (R.A.) vefat etmiş ve Hz. Ömer (R.A.) hilâfet makamına geçmişti. Hz. Ömer
(R.A.),,Hz. Hâlid'i başkomutanlıktan azletmiş ve yerine Ebû Ubeyde bin Cerrah
(R.A.)'ı tâyin etmişti. Hz. Hâlid (R.A.), yine bu ordunun bir cenahının komutanı
idi.
Hz. Hâlid bin Velid
(R.A.), başkomutanlığı sırasında, Ecâ-din'de toplanan Bizans ordusunu mağlup
etmişti. Buradan itibaren başkomutanlığa aşere-i mübeşşereden Ebû Ubeyde
getirildi. Ve Şam'a doğru yöneldi. Önüne çıkan Haderda, Erk, Suva', Havarin,
Kasm, Merc ve Rahit şehirlerini de ele geçirerek Busra'ya ulaştı. Buradan da
hareket ederek Şam'ı muhasara etti.
Recep (hicrî) 15
yılında (milâdî 20 Ağustos 636), Suriye'deki İslâm orduları, Yermük'te, Bizans
orduları ile karşılaştı. Bu savaşta Hz. Hâlid bin Velid (R.A.) İslâm
ordularmdaki süvarilerin komutanı idi. Ancak bütün ordunun hareket plânını Ebû
ubeyde bin Cerrah (R.A.)'in emri ile Hz. Hâlid bin Velid hazırladı.
Kanlı ve çetin bir
savaştan sonra Bizans ordusu mağlup edildi. Bu zaferle, İslâm ordusunun önünde
bir engel kalmamış oldu. Hz. Hâlid bin Velid (R.A.), kendi kuvvetleri ile Humus
şehrini fethetti ve buradan da Kmnesrin şehrine yürüdü. Karşısına çıkan Bizans
ordusunu yenerek, bu şehri de aldı.
Savaş meydanlarının bu
cesur ve mehâretli komutanı hicri 21 yılında hastalanmıştı. Hastalandığında,
hep üzülüyor ve: "Bunca savaşlarda bulunduğu ve bu kadar yaralar aldığı
hâlde, hiç bir savaşta, hiç bir yara sebebiyle vefat etmeyip, sonunda yatakta
öldüğüne kederlendiğini" söylüyor.
Bu büyük kahraman, atını
ve silahlarını AUah yolunda vakfetmiştir.
Allah'ın kınından
sıyrılmış kılıcı Hâlid bin Velid (R.A.) hazretleri, hicrî 21 (milâdî 642)
yılında Humus'ta (bir rivayete görede Medîne-i Münevvre'de) vefat etmiştir.
Ve O'nun vefatı, başta
Hz. Ömer (R.A.) olmak üzere, bütün müslümanları mahzun etmiş ve kedere
boğmuştur.
O büyük kahraman,
hastalığında kendisinini ziyarete gelenlere, ağlıyarak:
—Elli altı savaşa
girdim. Hepsinde de abdestli olarak bulundum. Niyetim, bu savaşlarda şehid
olmaktı. Cenâb-ı Hak, bana şehâdeti nasip etmedi. Bunun için ağlıyorum.."
diyordu.
Bütün ömrünü savaş
meydanlarında geçiren bu büyük kahraman sahâbî, Allah Resulünün huzurunda
kalmak için fazla vakit bulamamış ve Ondan fazla hadîs-i şerîf rivayet
etmemiştir.
Ancak O, savaş
meydanında bile Kur'an-ı Kerîm öğrenmiş ve hükmü ile amel etmiştir.
Hz. Halid bin Velid
(R.A.), Peygamber (S.A.V/) Efendimizden 18 Hadîs-i şerîf rivayet etmiştir.
Halid bin Velid
(R.A.)'den hadîs-i şerîf nakledenler arasında İbni Abbas, Câbir, Ebû Ümâme gibi
ashabı kiramın seçkinleri ile Kus bin Ebî Hâzim ve Ebû Vâil gibi
tâbiîin ileri gelenleri bulunmaktadır.
Hâlid bin Velid
(R.A,)'den rivayet olunan Hadîs-i Şerîfler Bu-hârî ve Müslim'in Sahıyhleri ile
Tirmizî ve îbni Mâce'nin Sünenle-rinde mevcutur. [191]
Ahmed İbni Muhammed
el-Hariefî el-Hamevî, fukahâdan bir zattır.
Ahmed Hamevî, hicrî
1098 (milâdî 1687) tarihinde vefat etmiştir. [192]
Ahmet Hamevî merhum,
îbni Nüceym'in Eşbâh ?e Nezâir isimli kitabına Gamzfi Uyûni'l-Besâir alâ
Mehâsini'I-Eşbâhi ve'n-Nezâir adı ile çok kıymetli bir şerh yazmıştır. [193]
Hâmid Efendi, Yenişehir Kadısı Muhammed Efendı'nm oğludur.
Hâmid Efendi
Konyalıdır. Ve hicrî 900 (milâdî 1494) yılında doğmuştur.
Hâmid Efendi, Bursa ve
istanbul'da ilim tahsil ettikten sonra, birçok medreselerde müderrislik
yapmıştır.
Daha sonra, Manisa,
Müftülüğü, Şeyhzâde muallimliği, Şam, Mısır ve İstanbul Kadılıklarında bulunmuş
olan Hâmid Efendi, 964 (milâdî 1556) yılında Rumeli Kazaskeri olmuştur.
Şeyhu'l-İslâm Çivizâde
Muhyiddin Efendinin önceleri talebesi, bilâhare de damadı olan Hâmid Efendi,
hicrî 982 (milâdî 1574) yılında, —Ebû's-Suûd Efendinin vefatı ile boşalan—
Seyhu'l-İslâm'hk makamına tâyin edilmiştir.
Üç yıl üç ay,
Şeyhu'l-İslâmlık makamını liyâkat ve başarı ile idare eden Hâmid efendi hicrî
985 (milâdî 1577) yılında vefat etmiş ve Eyûb Sultan civarında defnedilmiştir. [194]
Şeyhu'l-Islâm Hâmid
Efendi'nin, Fetâvâyi Hâmiddiyye adında dört ciltlik çok kıymetli bir eseri
vardır.
Bu kıymetli eser, İbni
Âbidîn tarafından eUJkudumyye fi-Tenkihi'l-Feîâvâyi'l-Hâmiddiyye adı ile
telhıys edilmiştir. [195]
Hammâd İbni Nu'man,
İmâm-i A'zam Ebû Hanîfe (R.A.)'nin oğludur. Ve büyükbir fakıyh, verâ sahibi bir
âlimdir.
Hammâd bin Nu'man
hazretleri, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) tabakasında bir fakıyhtir.
Hammâd îbni Ebî
Hanîfe, resmî görev de almış ye Kûfe'de kadılık yapmıştır.
Hammâd bin Nu'man,
hicrî 176 (milâdî 793) senesinde vefat etmiştir.
Hammâd bin Nu'man'ın
oğlu (yani İmâm-ı A'zam Ebû Ha-nîfe'nin torunu) İsmail de fukahâdan bir zâttır
ve Basra'da kadılık yapmıştır. [196]
Hammâd İbni Ebî
Süleyman (R.A.), tabiînin büyüklerinden, meşhur bir fıkıh âlimidir. Ve İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe'nin hocasıdır.
Künyesi: Ebû
İsmail'dir.
Hammâd İbni Ebî
Süleyman hazretlerinin doğum tarihi belli değildir. Hicrî 120 (milâdî 746)
tarihinde vefat etmiştir. Kendisi Kûfe'de yaşamıştır.
Hammâd Ibni Ebî
Süleyman, fıkıh ilmini Enes İbni Mâlik (R.A.)'den tahsil etti.
Hammâd îbni Ebî
Süleyman, ayrıca, Enes Ibni Mâlik, Zeyd îbni Vehb, Saîd îbni Müseyyeb, Said
îbni Cübeyr, Ikrime, Ebî Vâil ve ibrahim Nehâî gibi, sahabe ve tâbîlerden
hadîs-i şerîf dinlemiş ve rivayet etmiştir.
Hammâd İbni Ebî
Süleyman hazretlerinden hadîs-i şerîf dinleyip rivayet eden ve O'ndan ilim
tahsil eden zevatın bir kısmı ise şunlardır:
Oğlu İsmail Ibni
Hammâd,' Âsim el-Ahvel, Şu'be Süfyân-ı Sev-rî, Hammâd Ibni Seleme, Mis'ar İbni
Kedâm, İmâm Ebû Hanîfe, Hâkim İbni Uteybe...
Hammâd İbni Ebî
Süleyman hazretlerinin rivayet ettiği hadis-i şerifler, kütüb-ü sitte'de
—Buharı hâriç— mevcuttur. Ayrıca, İmâm Buhârî hazretlerinin Edebii't-Müfred
adlı hadis kitabında da yer almıştır. [197]
Hammâd îbni Ebî
Süleyman, özellikle fıkıh ilminde çok meşhur olan bir âlimdir.
Hammâd İbni Ebî
Süleyman, fıkıh ilmini bir çok zevattan dinledi. Ancak, bu ilimde, O'nun
hocası îbrâhim Nehâi'dir.
İbrahim Nehâî de,
Alkame bin Kays'tan, o da Abdullah îbnü Mes'ûd (R.A.)'dan fıkıh tahsil
etmiştir.
Abdullah İbni Mes'ûd
(R.A.) da, ilmi, doğrudan doğruya Peygamber (S.A.V.) Efendimizden Öğrenmiştir.
Hammâd îbni Ebî
Süleyman, hocalarının naklettiği ilimleri iyice öğrendikten sonra, uzun müddet
ders vermiş ve çok sayıda kıymetli âlim yetiştirmiştir.
Hammâd'ın yetiştirdiği
en büyük âlim olan îmâm EbÛ Hanîfe 28 sene onun derslerine devam etmiş ve
ilimde pek az kimsenin ulaşabileceği bir dereceye yükselmiştir. Bu hâl ise,
bütün islâm âleminde, hem o zaman, hem de daha sonraları müslümanların itikâdî
ve amelî bilgileri öğrenmeleri ve buna göre amel etmeleri hususunda büyük bir
rahmet olmuştur.
Hammâd Ibni Ebî
Süleyman hazretleri ticâretle iştigal ederdi. Başörtüsü satardı. Ve her gün,
kendisine kâfî gelecek miktarı kazanınca, ticari eşyasını toplayarak, pazar
yerini terkederdi.
Hammâd îbni Ebî
Süleyman (R.A.) hazretleri, çok cömert bir zât idi; daima fakirleri kollar,
gözetir ve tasaddukta bulunurdu.
Her sene Ramazân-ı
Şerifte elli fakiri besler ve onlara bayram günü yeni elbiseler giydirirdi.
Ayrıca, yüzer dirhem de harçlık verirdi.
Hammâd İbni Ebî
Süleyman, âbid ve zâhid bir zât idi. Kur'ân-ı Kerim okurken göz yaşlan dökerdi.
Torunu şöyle
anlatıyor:
—"Dedem Hammâd'ın
odasında okuduğu Kur'ân-ı Kerîminin sayfalarının göz yaşlarıyla ıslandığını çok
gördüm." [198]
Hammâd İbni Seleme,
Basra'n bir fakıyhtir.
Ibni Seleme, hicrî 167
(milâdî 784) tarihinde vefat etmiştir.
Hammâd Ibni Seleme,
a'mâ idi.
Ubeydullah
İbnü'l-Hasan şöyle demiştir:
—ilim sahibi olmak
isterseniz, onu iki a'mâdan alınız ki, bunlardan biri Hammâd İbni Zeyd, diğeri
ise Hammâd İbni Seleme'dir. [199]
Hammadlbni Zeyd, ilmî
kudreti büyük, Basra'lı bir âlimdir. Künyesi: Ebû İsmail'dir.
Hammad İbni Zeyd;
Muhammed îbni Sîrin, Amr Ibni Dînâr ve diğer bazı, âlimlerden, ilim tahsil
etmiştir.
Kendisinin
yetiştirdiği fakıyler arasında da, Sevrî, İbni Uyeyne ve İbni Mübarek gibi bazı
büyük fakıyhler sayılabilir.
Hammad İbni Zeyd,
zamanında Basra'nın imâmı idi. Kendisi sika bir zattır.
Hammad İbni Zeyd,
hicrî 98 (milâdî 717) tarihinde doğmuş ve hicrî 179 (milâdî 796) tarihinde,
Basra'da vefat etmiştir. [200]
Hârice İbni Zeyd
el-Ensârî tabiînin büyüklerinden fakıyh bîr zattır.
Harîce, sahâbe-i
kiramdan Zeyd îbni Sâbit'in oğludur. Künyesi: Ebû Zeyd'dir.
Hârice İbni Zeyd
hazretleri hicrî 30 (milâdî 651) yılında Medîne-i Münevvere'd doğmuş ve hicrî
100 (milâdî 719) yılında, — yetmiş yaşında olduğu hâlde— Ömer İbni Abdülaziz
zamanında, yine Medîne-i Münevvre'de vefat etmiştir.
Hârice İbni Zeyd,
Medîne-i Münevvere'deki fukahâ-i seb'a'-dan (= yani yedi büyük fakıyh'ten)
biridir.
Hârice İbni Zeyd hazretleri,
hadîs sahasında da büyük bir âlimdir.
İbni Sa'd şöyle
demiştir:
—"Hârice İbni
Zeyd, sika ve çok hadîs rivayet eden bir zâttır."
Hârice İbni Zeyd
hazretlerinin kendisinden hadis rivayet etti-ği zevat şunlardır.
Babası Zeyd İbni
Sabit, amcası Yezid, Üsâme İbni Zeyd İbni Sabit, Sehl İbni Sa'd, Abdurrahman
İbni Ebî Umre ve annesi Üm-mü Sa'd...
Hârice İbni Zeyd
hazretlerinden hadîs-i şerîf rivayet eden zâtların bir kısmı da şunlardır:
Oğlu Süleyman, Saîd
İbni Süleyman îbni Zeyd îbni Sabit, Kays İbni Sa'd îbni Zeyd, Abdullah İbni Amr
İbni Osman îbni Affan, Oğlu Muhammed İbnü Abdullah, Zührî, Osman İbni Hâkim..
Hârice İbni Zeyd, âlim
olduğu kadar da âbid bir zât idi. Ve o, çoğu kez uzleti (= yalnızlığı) tercih
ederdi.
Hârice İbni Zeyd
hazretlerinin mevsuk ve ilimde kudret sahibi olduğunda ittifak vardır. [201]
Hâris-i Muhasibi,
zahir ve batin ilimlerini nefsinde cem etmiş, arif bir zâttır.
İsmi: Haris bin Esed
el-Bağdâdî, künyesi: Ebû Abdullah'tır. Nefsini muhasebe etme hususunda ziyâde
dikkatii ve gayretli olduğu için Muhasibi nisbetini almıştır.
Hâris-i Muhasibi,
Bağdad'da yaşamıştır.
Hâris-i Muhasibi,
Merhumun tasavvufa, kelâma, mutezileyi redde ve diğer ilimlere dair iki yüz
kadar eseri vardır.
Hâris-i Muhasibi,
zamanında hadîs, kelâm, fıkıh ve tasavvufta imâmü'l-miislimîn sayılmaktadır.
Hâris-i Muhasibî
hazretleri, Yezid bin Harun'dan ve O'nun tabakasında bulunan hadis ricalinden
hadîs-i şerîf dinlemiş ve rivayet etmiştir.
Kendisinden de
Ebû'l-Abbas bin Mesrûk ve Cüneyd-i Bağdadî gibi zâtlar rivayette bulunmuştur.
Hâris-i Muhasibi, îmâm
Şafiî hazretleri ile aynı asırda yaşamıştır. Kendisinin de şâfiiyyü'l-mezhep
olduğu kaydedilmektedir.
Hâris-i Muhasibî'nin
doğum tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Vefat tarihleri ise hicrî 243
(milâdî 897) tarihine rastlamaktadır. Hâris-i Muhasibi, Bağdad'da, —İmâm Ahmed
bin Hanbel (R.A.)'in vefatından iki yol sonra— vefat etmiştir.
Hâris-i Muhasibî'nin
rivayet ettiği hadis-i şeriflerden: Ebû'd-Derdâ (R.A.) hazretleri, Rasûlullah
(S.A.V.) Efendimizin şöyle buyurduğunu haber verdi:
—"(Kıyamet
gününde) Mizanda en ağır gelecek olan şey, güzel ahlâktır."
Hâris-i Muhasibi, pek
fakirane ve zâhidâne yaşar; dünyanın varına-yoğuna iltifat etmezdi. Onun pek
arifane ve hakimane sözleri vardır.
Bunlardan bazılarını
buraya alıyoruz:
"Kim
cennetliklerden olmayı isterse, sâlih kimselerle beraber olsun."
"Sadık (= doğru)
bir kimse, halk kendisine iltifat etmedi diye üzülmez."
"Kulluk, insamn
acizliğini idrak etmesidir."
"Kanaatkar bir
kimse, aç bile olsa; onun gönlü zengindir.**
"Malı ve mülkü ne
kadar fazla olursa olsun, o, yine fakirdir."
"İlmin neticesi,
Allahu Teâla'dan korkmak; zühdün neticesi, rahatlık; ma'rifetin neticesi,
Allahu Teâlâ'ya dönüştür."
"İlim sahipleri,
Allahu Teâlâ'dan daha çok korkar.
Zühd, insamn kalbini
dünya sıkıntılarından uzak tutar. Allahu Teâlâ'nın yüceliğini ve büyüklüğünü
tanımak, teıfce etmeyi temin eder."
"İlmiyle
takvasını, ameliyle basiretini ve akliyle ma'rifetîni artıran kimsenin izinden
yürü."
"Eziyetlere
katlanmak, kızmamak, güler yüzlü ve tatlı sözlü olmak güzel ahlâktandır,"
"Taatın aslı,
verâdır. (= Şüpheli şeylerden sakınmaktır) Ve-ranın aslı takvadır. Takvanın
aslı, nefsi yaptıklarından hesaba çekmektir. Nefsi hesaba çekmenin aslı,
Allah'ın rahmetinden ümidli olup, azabından korkmaktır. Ümid ile korkunun aslı,
dünyada iyi feler yapıldığı zaman, bunlara karşı mükâfat verileceğinin; kötü
işlet yapıldığı zaman ise, azap yapılacağının bilinmesi; bunun da aslı, iyilik
yapıldığı zaman mükâfatın* kötülük yapıldığı zaman da cezasının büyük olduğunu
bilmektir. Bunun da aslı tefekkür ve ibret almaktır."
"Her şeyin bir
cevheri, özü vardır. İnsanın cevteri de akıldır. Aklın cevheri ise sabırdır.
Kim Allahu Teâlâ'nın
verdiği nimetlere şükretmezse» o, nimetin elinden alınmasını istemiş
olur."
"Gayretini,
başkasının ayıplarını aramakta değil, kendi nefsini ıslah etmek için
harca."
"İnsan, nefsiyle
mücâdele edip, onun arzu ve isteklerine mâni olmalıdır,"
Günâhlar gaflet
getirir, gaflet ise kalbin katılaşmasına sebep olur. Kalbin katılaşması da,
insanı Allahu Teâlâ'dan uzaklaştırır. Al-Iahu Teâlâ'dan uzaklık ise, Cehenneme
götürür."
"Her hâlin esası
doğruluk ve ihlâstır. Doğruluktan; sabır, kanaat, zühd, rızâ ve ünsiyet doğar.
îhlastan ise; korku, sevgi ve haya doğar,"
"Tâatını günâha,
ilmini cehalete ve dinini dünyaya tercih etmeyen akıl aldatıcıdır."
"Haya, Allahu
Teâlâ'nm beğenmediği kötü huylardan vaz geçmektir"
"Namazını, artık
dünyadan aynhyormuş gibi kıl." [202]
Hâris-i Muhasibi
(R.A.) hazretlerinin zamanımıza kadar ulaşan eserlerinden bazıları şunlardır:
1-)
Âdâbü'n-Nüfûs.
2-)
ŞerhıTI-Ma'rifet
3-)
el-Menâzil fi z-Zühd
4-) el-Ba's
ve'n-Nöşûr
5-) er-Riâye
li-Hukuk Allah Azze ve CeHe.
6-) el-Hahet
ve't-Tenekkul fî'f-îbâdet
7-)
Muâtebeiü'n-Nefs
8-)
Risâlelü'l-Müsterşidîn[203]
Ebû Şakik, İbni Seleme
el-Esedî tabiînin ileri gelenlerinden fakıyh, zahit ve Sika bir zâttır. Ebû
Vâil Şakîk Kûfe'lidir. Kendisi, Bi'seti Nebeviyye (= Hz. Muhammede,
Peygamberlik verilmesi) esnasında on yaşında bulunuyormuş; ancak, Peygamber
(S.A.V.) Efendimiz hayatta iken müslümanlığı kabul edip, sahabe olma şerefine
nail olamamıştır.
Ebû Vâil Şakîk
hazretleri bir çok sahâbe-i kiram ile görüşmüş ve bunlardan hadis-i şerif
rivayetinde bulunmuştur.
Ebû Vâil Şakîk
hazretlerinden de Şa'bî, A'meş ve Âsımü'l-Ahmet gibi pek çok meşhur zatlar
rivayette bulunmuştur.
Ebû Vâil Şakîk
hazretlerinin, akâid ve mevâiz hususunda pek meşhur sözleri vardır.
Ebû Vâü Şakîk, hicrî
89 (milâdî 708) yılında vefat etmiştir. [204]
Hasan-ı Basrî (R.A. =
Rahmetullahı aleyh), tabiînin büyüklerinden, âlim, fakıyh, zâhid ve mücâhid
bir zattır.
îsmi: Hasan bin
Ebî'l-Hasan Yesar el-Ensârî; künyesi: Ebû Sa-îd; nisbesi: Basrî'dir.
Hasan-ı Basrî (R.A.),
hicrî 21 (milâdî 641) yılında Medîne-i Münevvere'de dünyaya geldi.
Babası, ashâb-ı
kiramdan Zeyd bin Sabit (R.A.)'in azadlısı Ca'fer'dir.
Annesi Hayre de,
Ümmü'İ-Mü'minîn Hz. Ümmü Seleme (R.A.)'nin cariyesi idi.
Babasının ve
annesinin, Hasan-ı Basrî doğunca azad edildikleri rivayet edilmektedir.
Ümmü Seleme (R.A.)'nin
evine giderek, onun hizmetini gören Hayre, oraya, oğlu Hasan-ı Basrî'yi de
götürüyor ve o, bir iş için dışarı çıktığında, küçük Hasan'ı Peygamber Zevcesi
Ümmü Seleme annemiz bağrına basıp, O'na dua ediyordu. Böylece Hasan-ı Basrî,
büyük bir berekete ve bu bereket sayesinde de nice nimetlere nail olmuştur.
Hasan-ı Basrî
hazretleri Medine'de bulunduğu sırada arabca-yı iyice öğrendi ve on iki-on üç
yaşlarında iken de Kur'ân-ı Kerimi ezberledi.
Hasan-rBasrî,
Medine'de bir çok önemli olaylara şahit oldu, Ashâb-ı Kirâm'ın büyüklerinden
Hz. Osman, Hz. Ali, Abdullah 1b-nü Abbas ve daha pek çok sahâbî ile görüştü;
onlardan istifâde etti. Medine Mescidinde Hz. Osman (R.A.)'ın hutbelerini
dinlerdi
Hasan-ı Basrî
hazretleri, on beş yaşından sonra Medîne-i Mü-nevvere'den ayrılıp, Basra'ya
gitti ve orada yerleşti.
Ve Basra'da da,
ashâb-ı kiramdan îbni Abbas, Enes bin Mâlik, Abdurrahman İbnü Semûre, Semûre
bin Cundeb, Iyâd bin Hımâr, Ma'kıl bin Yesar ve Esved bin Seri gibi büyük
zâtların ders ve sohbetlerine devam etti.
Hasan-ı Basrî, âlim,
fakıyh, emîn, mevsuku' 1-kelîm, melîhü'l-vecih bir zât idi. Hayâtım ilim ve
cihâda hasretmişti. Kendisi devrinin meşhur kahramanlarından biridir.
Hânedân-ı Nübüvvetten
aldığı bir feyz ile, kendisinde bir çok kemâlât tecellî etmiştir. Ve O, bâtın
ilminin de ileri gelenlerindendir.
Hasan-ı Basrî
hazretleri, pek çok sahabeye yetişmiştir. Kendisi şöyle diyor:
-^"Gazâ için
Horasan'a gittiğimiz zaman, ordumuzda, ashâb-ı kiramdan ttç yüz zat
bulunuyordu."
Hasan-ı Basrî merhum,
Ebû Mûsâ'l-Eş'arî (R.A.)'den Kur'ân-ı Kerîm teallüm etmiştir.
Hasan-ı Basrî,
tabiînin ileri gelenlerinden Ebû-1-Âliye ve Fadl bin Iyâd gibi zâtlardan da
istifade etmiş ve rivayette bulunmuştur.
Hasan-ı Basrî, —İmâm
Zehebî'nin de dediği gibi— bir allâ-me ve bir mütebahhirdir; fakıyhu'n-nefs ve
belîğu'l-mev'izedir.
Bazı rivayetler
arasında tedlîs eseri görülür. Meselâ Hz. Ali (R.A.)'den nakledilen bir hadîs-i
şerîf rivayet ederken, O'nun ismini zikretmezdi. Kendisine bunun sebebi
sorulunca:
—"Haccâc gibi bir
zâlim halkın başına musallat iken, ben, Hz. Ali'den nasıl hadis rivayet
edebilirim." cevabını vermiştir.
Hasan-ı Basrî, gayet
belîğ ve hakimane bir tarzda va'z-u nasî-hatte bulunurdu. O, defalarca Hz.
Osman (R.A.)'ın hutbelerini dinlemiştir.
Hz. Ali'ye biat
edildiğinde, Hasan-ı Basrî henüz on beş yaşında bulunuyordu. O'nu sadece
Medine'de görmüş, daha sonra Basra ve Kûfe'ye gitmiş olan Hz. Ali'ye mülâkî
olamamıştır.
Hasan-ı Basrî
hazretleri, bir aralık Mekke-i Mükerreme'ye gitmişti. Halk başına toplanmış,
O'nun rivayet ettiği hadîs-i şerifleri dinliyordu, dinleyenler arasında Tavus,
Atâ ve Mücâhid gibi büyük âlim ve muhaddisler de bulunuyordu. Herkes, bu
kudretli âlimin liyâkatine hayret etmiş ve: "Bu zâtın bir misli
görülmemiştir." demeye mecbur olmuştu.
Hasan-ı Basrî, Hz.
Muâviye devrinde Horasan Valisi bulunan Rebî bin Ziyâd'a kâtiplik görevi de
yapmıştır.
Ömer bin Abdülaziz,
hilâfet makamına geçtiği zaman, Hasan-ı Basrî'ye mektup yazarak,
"kendisine yardım edecek kimseleri tavsiye etmesini" rica etmişti.
Hasan-ı Basrî, O'na şu mealde bir cevap verdi:
—"Zamane
insanlarını sen istemezsin; âhiret erleri de seni istemezler. O hâlde, yardımı
Allahu Teâlâ'dan iste."
Velhâsıl, Hasan-ı
Basrî hazretleri, bu ümmetin büyüklerinden-dir ve emsali az bulunabilen bir
zâttır.
İlmî üstünlüğü kadar
zühd ve takvası ile de meşhur olan Hasan-ı Basrî hazretlerinin pek çok
menkîbesi, asırlardan beri söylenegelnıektedir. [205]
Hasan-ı Basrî
merhumdan rivayet edilen pek kıymetli eserler vardır. Başhcaları da şunlardır:
1-) Tefsîru'l-Hasani'l-Basrî
Hasan-ı Basrî merhum,
bu tefsîrini rivayet tarîki ile yazmıştır. Bu kıymetli eserin tamamı bir kitap
hâlinde bulunamamışsa da, birçok tefsir kitaplarında Hasan-ı Basrî'den
rivayetler vardır.
2-)
Kitâbü'l-Hasen İbni Ebî'l-Hasen fi'l-Aded. Bu eser, Kur'an-ı Kerîm ayetlerinin
adedi ile ilgilidir.
3-) Risale
fi-Fazli Haremi'!-Mekketi'l-Mükerreme. Bu eser, Mekkei-i Mükerreme'nin
faziletlerini beyân etmektedir.
4-) Risale
Abdi'I-Melik İbni Mervan ilâ Hasanı'I-Basrî ve Cevâbikî Bu risale, Halife
Abdülmelik'e hitaben yazılmıştır.
5-) Risale
Erbaa ve Hamsın Fariza Bu, elli dört farzla ilgili bir risaledir.
6-) İmân'da
Aranacak Elli Fazilet
7-)
el-İstiğfârelü'l-Munkıze Mine'n-Nâr Bu eser de tevbe hakkındadır. [206]
Hasan ibni Salih,
tebe-i tabiînin ileri gelenlerinden büyük bir fakıyh, sika bir muhaddis ve âbid
bir zat idi.
Künyesi: Ebû
Abdullah'tır, Hemedanhdır.
Hasan îbni Salih,
mezhebi mürikati olmuş raüctehidlerden sayılmaktadır.
Hasan İbni Salih
hazretleri, hicrî 100 (milâdî 718) tarihinde doğmuş ve 199 tarihinde vefat
etmiştir.
Hasan îbni Salih'in
rivayet ettiği hadîs-i şerîfler, — Buharı hariç— kütüb-ü sittede yer
almaktadır.
Hasan îbni Salih
hazretleri; babasından ve Ebû îshâk, Arar îbni Dıhâr, Âsim el-Ahvel, Abdullah
İbni Muhammed İbni Akîl, Ab-dtilaziz İbni Refi, Muhammed ibni Amr îbni Aîkame,
Saîd ibni Ebî Urve ve diğer bazı zâtlardan hadîs-i şerîf rivayet etmiştir.
Hasan ibni Salih'ten
hadîs rivayet edenlerden bir kısmı ise şunlardır:
İbni Mübarek Humeyd
İbni Abdurrahman er-Rewâsî, Veki İbni Cerrah... [207]
Hasan İbni Ziyâd,
İmâm-i A'zam Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kavillerini nakleden büyük bir hanefî
fakıyhjdir.
ismi: Hasan îbni
Ziyâd; künyesi: Ebû Ali; nisbesi: el-Kûfi; lakabı ise: el-Lü'lüî'dir. Bu
lakap, kendisine inci ticâreti ile uğraştığı için verilmiştir.
Hasan İbni
Ziyâd (R.A.), İmâm-ı
A'zamın yetiştirdiği
müetehidlerdendir.
Hasan İbni Ziyâd,
aslen Medînelidir ve ensânn soyundandır. Hicrî 116 (milâdî 734) yılında Kûfe'de
doğmuş ve 204 (milâdî 819) yılında, aynı yerde vefat etmiştir.
Hasan İbni Ziyâd (R.A.
= Rahmetullahi aleyh), Kûfe'de bir müddet (hicri 194 de) kadılık yapmıştır.
Hasan İbni Ziyâd'm
hafızası çok kuvvetli idi ve îmâm-ı A'-zam Ebû Hanîfe (R.A.)'nin rivayet ve
kavillerini ezberlemişti.
Hasan İbni Ziyâd
(R.A.), bazı mes'elelerde, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a muhalefet etmiştir.
Hasan İbni Ziyâd
(R.A.) hazreteri, ömrü boyunca ilimle iştigal etmiş ve pek çok talebe
yetiştirmiştir. Ondan ilim tahsil eden meşhur zatların bir kısmı şunlardır:
Muhammed İbni Semâ'a
el-Kâdî, Muhammed İbni Şücâ es-Selcî, Şuayb İbni Eyyûb, Ali Râzî, Hassaf'ın
babası Ömer İbni Müheyr...
İmam-ı A'zam'dan fıkıh
ve hadîs, îbni Cüreyc'ten de hadîs öğrenip rivayet eden Hasan İbni Ziyâd (R.A.)
hazretleri şöyle diyor:
"İbni Cüreyc'ten
on iki bin hadîs işittim. Bunların hepsine de fıkıh âlimleri muhtaçtır.
Hasan tbni Ziyâd
(R.A.), müctehid fi'1-mezhebtir.
İbni-Abîdin'in 1.
cildinde şöyle denilmektedir:
"Müftü ve hâkim,
İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe'nin kavline uygun olarak hüküm ve fetva verir. Onun
sözünde, aradığı mes'eleyi açık bir şekilde bulamazsa, İmâm Ebû Yûsuf'un
kavlini alır. Onun kavillerinde de bulamazsa, İmâm Muhammed eş-Şeybânî'nin
kavlini alır. Ondan sonra İmâm Züfer'in, daha sonra da Hasan İbni Zi-yâd'ın
kavlini alır."
Yahya İbni Âdem şöyle
diyor:
—"Hasan İbni
Ziyâd'dan daha fakıyh bir kimse görmedim."
Ahmed îbni Abdülhamid
el-Hârisi şöyle diyor:
—"Hasan İbni
Ziyâd'dan daha güzel huylusunu görmedim."
Hasan İbni Ziyâd'm
torunu Muhammed şöyle anlatıyor: —"Dedem, bir mes'elede yanılmıştı. O
zaman, hemen bir adam tutup, ona: "Hasan, filan gün, filan mes'elede hatâ
etti." diye bağırttı. Ve bundan sonra, uzun bir müddet fetva vermedi. Ve
hatta, o soruyu soran kimse gelip, ona bu mes'elede yanıldığını söyleyince-ye
kadar, talebelerine ders de vermedi."
Hasır îbni Yahya şöyle
diyor:
—"İmâm Hasan,
gecesini ve gündüzünü taksim etmişti: Önce, sabah namazını kılar; sonra, fürû'
mes'elelerini okumaya başlardı. Bu hâl, kuşluk vaktine kadar devam ederdi.
Sonra, evine gider ve bazı işlerini görürdü. Öğleye kadar işleri ve evi ile
meşgul olurdu. Sonra, öğle namazına çıkar ve namazdan sonra, ikindiye kadar, sualleri
cevaplandırırdı. İkindiyi kıldıktan sonra, fıkıh usûlü ilmini öğretir ve
münazara ederlerdi. Bu, akşama kadar devam ederdi. Akşamı kıldıktan sonra
evine dönerdi. Sonra evinden çıkıp, mescidde zor ve karışık mes'eleleri söyler
ve bunları çözerdi. Bu hâl de, yatsıya kadar devam ederdi. Yatsı namazını
kılınca, çeşitli mes'eleler hakkında konuşur; tavsiye ve nasihatlarde bulunurdu.
Bu işe de, gecenin üçte biri geçinceye kadar devam ederdi. İlmî mes'eleler
hakkında konuşmaktan asla yorulmazdı. £n güzel suâl soran insanlardan biri
idi.
Nitekim, kendisi de
şöyle diyor:
—"Evimde, kırk
sene yatmadım. Geceleri, her zaman önümde kandil yanardı." [208]
İmâm Hasan İbni Ziyâd
(R.A.), pek çok eserler telif etmiştir. Bunlardan bazıları şunlardır:
1-)
Edebül-Kâdî
2-)
Kitâbü'l-Hisâl
3-)
Kitâbü'n-Nafakât
4-)
Kitâbü'l-Ferâiz
5-)
Kitâbü'I-Vesâyâ
6-) Muharrer
7-)
Meâni'l-Eymân[209]
Ebû Bekiri'l-Hassâf
Ahmed bin Ömer, meşhur bir hanefî fakıyhıdir.
İmâm Hassâf, fâzıl,
muhasib, arif bir âlimdir.
Şemsü'l-Eimme Halvânî
şöyle diyor:
—"Hassâf, illim
sahasında büyük bir kişidir, kendisine iktidâ sahih olan kimselerdendir."
Hassâf, halîfe Mühtedî
için, Kitâbü'l-Harâc'ı tasnif etmişti. Mühtedî öldürülünce, Hassâf'in
eşyalarından bir kısmı da yağma edilmiş ve bu yağma esnasında kitaplarının bir
kısmı zayi olmuştur. [210]
İmâm Hassâf'ın çok
sayıda telifâtı vardır. Başhcalan şunlardır:
1-) Kitâbü'l-Hıyel
2-) Kilâbü'l-Vesâyâ
3-)
Kitâba'ş-Şvâtü'I-Kebîr
4-)
Kitâbu'ş-Şv&tu's-Sağîr
5-)
KilâbıiT-Reda
6-)
Kilâbul-Mehadır ve's-Siciüât
Bazı Meşhur Fatihler
7-)
Küâbe'n-Nafakât ak'1-Ekarib
8-)
Kföbu's-Ssjpr ve Abkamihi
9-)
Kilâbu'l-Harâc
10-)
Kitâbu'l-MeDâsik
11-) Kitâbu
Âdibi'l-Kâdî
Hassâf'ın Edebu'l-Kâdî
adlı eserine pek çok şerhler yapılmıştır. Bunlardan HüsânuVş-Şehid diye anılan
Ömer İbni Abdülaziz ile İb ni Mâce'nin şerhleri çok meşhurdur.
İmâm Hassâf (R.A.),
hicrî 261 (milâdî 874) yılında Bağdad' da vefat etmiştir. [211]
Hassan bin Sabit
(R.A.), ashâb-ı kirâmdandır ve meşhur bir şâirdir. Medîneli müslümanlardan
yâfli ensârdandır.
Künyesi: Ebû
Velidi'I-Ensârî'dir. Lakabı ise: Ş&iru ResûBllah ( = Allah Resulümün Şâiri)
dir.
Hassan bin Sabit
(R.A.)'in doğum tarihi bilinmemektedir. Kendisinin ifâdesine göre; Peygamber
(S.A.V.) Efendimizden 7 veya 8 sene önce doğmuştur.
Hassan bin Sabit
(R.A.) hazretleri, yüz yirmi yaşında iken Medîne-i Münevvere*de vefat etmiştir.
Doğum tarihi hakkında ihtilaf vardır. O'nun hicrî 40 tarihinden Önce vefat
ettiğini söyleyenler olduğu gibi, hicrî 50 veya 54 yahud 60 yılında vefat
ettiğini söyleyenler de vardır.
Hassan bin Sabit (R.
A.), müslüman olduğunda 60 yaşında bulunuyordu. Müslüman olduktan sonra, 60
yıl daha yaşadı.
islâm'ın yayılmaya
başladığı ilk yıllarda, bazı müşrikler İslâm dininin ve müslüman olan
kimselerin aleyhinde nazmen ve şifahen hicivler söylemeye kalkıyorlardı.
Bunlara karşı, ashâb-ı
kiramdan Hassan bin Sâbît, Kaab bin Mâlik ve Abdullah bin Revâhe gibi şâir
zâtlar İslâmiyeti ve müslüman-ları —aynı yolla— müdâfaa ediyorlar ve onlara
mukabelede bulunuyorlardı.
Kudretli şâirlerden
olan Hassan bin Sabit ve Kaab bin Mâlik hazretleri, arapların neseplerini ve
tarihi olayları çok iyi biliyorlar ve müşriklerin tarihî hayatlarındaki
kusurları göstererek onları hicvediyorlardı. Abdullah bin Revâhe ise, onların
kâfir olduklarını ve putlara tapmalarını ayıplıyor ve müşrikleri bu yönden
hicvediyordu.
Hassan bin Sabit
(R.A.), Fahr-i Kâinat (S.A.V.) Efendimize dil uzatmak küstahlığında bulunan
müşrik şâirlere, gerekli susturu-/ cu cevaplar verir ve bu cevâbı şiirlerini
Peygamber (S.A.V.) Efendimizin, kudsî sıfatları ile süslerdi.
Peygamber (S.A.V.)
Efendimiz, Hasan bin Sabit (R.A.) için: —Yâ Rabbi! (= Hassan bin Sâbit'i),
Cibrîl-i Emîn ile te'yid buyur." diye dua buyurmuştu. Bu duâ'nın
bereketiyle, Hassan bin Sabit (R.A.)'in şiirleri din düşmanları üzerine
gerektiği gibi müessir olurdu.
Fahr-i Kâinat (S.A.V.)
Efendimiz, Hassan bin Sabit (R.A.) hazretlerine şöyle buyurdular.
—"Ey Hassan!
Müşrikleri kötüle; Cebrail seninledir. Ashabın silahlan savaştıkları zaman, sen
de dil ile savaş."
Yine, Peygamber
(S.A.V.) Efendimiz
—"Hasan'ın
beyitleri, düşmana, ok darbesinden daha tesirlidir." buyurmuşlardır.
Hasan bin Sabit
(R.A.), şiirleri ile Peygamber (S.A.V.) Efen^ dimizi, İslâmiyeti ve ashâb-ı
kiramı över ve İslâm kahramanlarını cihâda teşvik ederdi.
Ayrıca, O, Kureyş
kâfirlerinin ve diğer müşriklerin yüz karalarını ortaya döken hicviyeler de
söylerdi.
Peygamber (S.A.V.)
Efendimiz, Mescid-i Nebevî'de, Hassan bin Sabit (R.A.) için bir minber
yaptırmıştı. O, bu minberde, İslâmiyeti anlatan ve öven şiirlerini okurdu.
Görüldüğü gibi Hassan
bin Sabit (R.A.), cihâdın en kıymetlilerinden olan söz ve yazı ile cihâdı ilk
olarak yapanlardan biri olma şerefine nail olmuştur.
Hassan bin Sabit
(R.A.)'in Peygamber (S.A.V.) Efendimizden bizzat işitip rivayet etmiş
bulunduğu hadis-i şerifler de vardır ve bunlar Kütübü Sitte'de de mevcuttur. [212]
Hz. Âişe-i Sıddıka
(R.A. - Radiyallahü Teâlâ anhâ), Peygamber (S.A.V.) Efendimizin muhterem
refikası, Hz. Ebû Bekir (R.A.)'in kerîmesi ve bütün mü'minlerin annesidir.
Hz. Âişe (R.A.), İslâm
hukukunda büyük ihtisas sahibi idi. Özellikle feraiz (= İslâm mîras hukuku),
kadınlara mahsus haller ve helâller, haramlar hususunda tam bir vukuf sahibi
idi.
Ashâb-ı kiram arasında
fıkıhla iştigal eden ve fetva veren pek çok zat vardı. Bunlar arasında miktar
olarak en çok fetva verenler ise şunlardır:
1-) Hz.
Ömer,
2-) Hz. Ali,
3-) îbnü
Mes'ûd,
4-) İbnü
Ömer,
5-) İbnü
Abbas,
6-) Zeyd bin
Sabit ve
7-) Hz. Âişe
Görüldüğü gibi Hz. Âişe (R.A.), fetvaları en çok rivayet edilmiş bulunan
ashabtandır.
Ebû Muhammed Ali bin
Hazm şöyle diyor:
"Bu yedi sahâbîden
her birinin fetvası bir araya getirilse, birer büyük cild hâsıl olması
mümkündür."
Hz. Âişe (R.A.)
validemiz, küçük yaşta iken okuma-yazma öğrenmişti. Çok zeki ve kabiliyetli
idi. Arap edebiyatına da vakıftı. Her hâdise üzerine hemen bir şiir söylerdi.
Hz. Âişe (R.A.)»
öğrendiği ve ezberlediği bir şeyi katiyen unutmazdı.
Hafızası çok kuvvetli
olduğu için ashâb-ı kiram, bir çok şeyi ondan sorup öğrenirdi.
Ashâb-ı kiram arasında
en çok hadîs-i şerîf rivayet eden zâtlar (= müksirîn-i sahabe) de şunlardır:
1-) Ebû
Hureyre (R.A.); 5374 hadîs-i şerîf rivayet etmiştir.
2-) Abdullah
bin Ömer (R.A.); 2630 hadîs-i şerîf rivayet etmiştir.
3-) Enes bin
Mâlik (R.A.); 2286 hadîs-i şerîf rivayet etmiştir.
4-)
Ümmü'l-mü'minîn Âişe-i Sıddıka (R.A.); 2210 hadîs-i şerîf rivayet etmiştir.
Hz. Âişe (R.A.)
annemizin rivayet etmiş bulunduğu bu hadîs-i şeriflerden 174'ü sahihayn'de 54'ü
yalnız Buhârî'de, 68'i yalnız Müslim'de, 1914'ü ise diğer hadis
kitaplanndadır.
5-) Abdullah
bin Abbas (R.A.); 1660 hadîs-i şerîf rivayet etmiştir.
6-) Câbir
bin Abdillah el-Ensârî (R.A.); 1540 hadîs-i şerîf rivayet etmiştir.
7-) Ebû Saîd
el-Hudrî (R.A.); 1170 hadîs-i şerîf rivayet etmiştir.
Görüldüğü gibi, Hz.
Âişe (R.A.), hadîs rivayetinde de, ashâb-ı kiram arasında mühim bir mevkide
bulunmaktadır.
Hz. Âişe (R.A.)
annemiz, afife, âlime ve sâliha bir hanımdı. Yüce Rabbimiz, O'nu medheden âyet
inzal buyurmuştur.
Hz. Âişe (R.A.)'nin
doğum tarihi hususundaki bilgiler ihtilaflıdır. Bazı kaynaklara göre Milâdî
605; bazı kaynaklara göre ise 613-614 yıllarında dünyaya gelmiştir.
Peygamber (S.A.V.)
Efendimiz, Hz. Âişe (R.A.) ile, hicretten altı veya yedi ay sonra evlenmiştir.
Hicretin dördüncü
yılında yapılan Beni Mustalik gazvesinden sonra, münafıklar, Hz. Âişe (R.A.)
annemizle ilgili nahoş dedikodular çıkardılar. Bunun üzerine nazil olan âyet-i
kerîme ile O'nun masum olduğu ortaya çıkmıştır.
Hz. Âişe (R.A.),
Peygamber (S.A.V.) Efendimizin bazı gazvelerine iştirak etmiş; bunlarda
yaralıların yarasını sarmış ve askerlere su dağıtmıştır. Bu gazveler hakkında
en geniş bilgiyi de Hz. Âişe (R.A.) annemiz aktarmıştır.
Peygamber (S.A.V.)
Efendimiz, hastalığında Hz.
Âişe (R.A.)'nin odasında yatmış;
burada vefat etmiş
ve buraya defnedilmiştir.
Peygamber (S.A.V.)
Efendimiz'in irtihâlinden sonra Ümmü'l-mü'minîn Hz. Âişe (R.A.), —babası Hz.
Ebû Bekir (R.A.)'in halifeliği sırasında— çok sessiz ve sakin bir hayat
yaşamıştır.
Hz. Âişe (R.A.)
annemiz, Hz. Ömer ve Hz. Osman (R.A.) zamanında da büyük itibar görmüş ve
ilimle iştigal etmiştir.
Hz. Osman (R.A.)'in
şehîd edilmesinden sonra İslâm âleminde meydana gelen üzücü olaylarda Hz. Âişe
(R.A.) taraf oldu.
Cemel Vak'asından
sonra Hz. Ali (R.A.)'nin yardımı ile Medî-ne'ye gönderildi.
Ve, bundan sonra Hz.
Âişe (R.A.), etrafında toplananlara fıkıh ve hadîs-i şerîf öğretti.
Hz. Âişe (R.A.)
annemiz, hicrî 57 senesinde Ramazan ayının 17. günü Medîne-i Münevvere'de vefat
etti. Cenaze namazını, Medine Valisi Ebû Hureyre kıldırdı. Vasiyeti üzerine,
geceleyin Bakî Kabristanına defnedildi. [213]
Ebû'l-Hasan Ali İbni
Ebî Tâlib, Peygamber (S.A.V.) Efendimizin amcasının oğlu ve damadıdır. Ve,
Peygamber (S.A.V.) Efendimizin sevgili torunları, Hz. Hasan ve Hüseyin'in
babasıdır.
Hz. Ali (R.A.), Haydar
ve Esedullah (= Allanın Arslanı) diye anılır. O, zülfikar sahibidir.
Hz. Ali (R.A.),
bi'setten on yıl kadar önce (hicretten 23 yıl önce) doğdu.
Gençler arasında ilk
müslüman olan Hz. Ali (R.A.)'dir.
Hilâfet makamına,
Haşimîlerden ilk geçen
de Hz. Ali (R.A.)'dir.
Peygamber (S.A.V.)
Efendimizin hicretinin başlangıcında, Hz. Ali (R.A.), O'nun odasında gecelemiş
ve orada yatarak müşrikleri oyalamış, böylece büyük bir fedakarlık
göstermiştir.
Peygamber (S.A.V.)
Efendimiz, hicret edeceği zaman, yanında bulunan, Mekkelilere ait emânetleri
de Hz. Ali (R.A.)'ye tevdi etmişti. Bunları sahiplerine teslim ettikten sonra
Hz. Ali (R.A.) de, Medîne-i Münevvre'ye hicret etmiştir.
Hz. Ali (R.A.), bütün
savaşlara katılmış ve dâima çok büyük kahramanlıklar göstermiştir.
Peygamber (S.A.V.)
Efendimizin savaşlarından sadece Tebük gazvesine katılmamıştır. Çünkü, bu savaş
sırasında, Hz. Ali (R.A.), Medîne-i Münevvere'de kaim-i makam olarak
bırakılmıştı.
Hz. Ali (R.A.)'nin
Hayber'in fethinde gösterdiği kahramanlık, dillere destan olmuştur.
Hayber savaşında
Peygamber (S.A.V.) Efendimiz: —"Sancağı Allah'ın ve Resulünün sevdiği bir
kimseye vereceğim." buyurmuş ve sonra, sancağı Hz. Ali (R.A.)'ye
vermiştir. Ve bu savaşta, Hz. Ali (RnA.), iri yarı ve kuvvetli yahudi
pehlivanını bir hamlede yere sermiştir.
Hicretten sonra, muhacirler
ile ensâr arasında kardeşlik kurulduğu zaman, Peygamber (S.A.V.) Efendimiz,
Hz. Ali (R.A.)'yi kendisine kardeş seçmiştir.
Hz. Ali (R.A.), bütün
faziletleri kendisinde toplamış, kemâ-lât sahibi bir zâttır. O, cesur, mert,
kahraman, cömert, âdil, âlice-nâb, âlim, şâir ve hatip idi.
Hz. Ali (R.A.), fıkıh
mes'delerini en iyi bilen fukahâ-i seb'a-i ashâbtan (= ashab-ı kiram içindeki
yedi büyük fakiyh'ten) biridir.
Hz. Ali (R.A.),
Peygamber (S.A.V.) Efendimizden 586 hadîs-i şerif rivayet etmiştir.
Resûl-i Ekrem (S.A.V.)
Efendimiz, Hz. Ali (R.A.)'yi Yemen'e kadı, vali ve mürşid olarak göndermişti.
Hz. Ali (R.A.):
—"Yâ Rasûlallah!
Benim, kaza işlerine vukufum yoktur." demiş; bir başka zamanda:
—"Ya Resûlallah!
Beni, Yemene kadı olarak nasbediyorsun. Halbuki, orada, benden yaşlı zatlar
var. Ben, onların arasında nasıl hükmedebilirim?" demek istemişti.
Bunun üzerine Resûl-i
Ekrem (S.A.V.) Efendimiz, Hz. Ali'ye: Bana yafctn gel.'* buyurmuş ve mübarek
ellerini Hz. AM (R.A.)'nin göğsüne koyarak:
—"Allah'ım! lisânını
tesbit et; kalbini de hidâyete mazhar buyur." diye dûa buyurmuştu.
Hz. Ali (R.A.), şöyle
demiştir:
—* 'Alemleri yaratan
Allahû Teâlâ'ya yemin ederim ki, ben, bundan sonra verdiğim hükümlerin hiç
birinde, bir şek ve tereddüde düşmedim."
Yine Hz. Ali (R.A.)
şöyle buyurmuştur:
—Resûl-i Ekrem
(S.A.V,), bana: "Yâ Ali! Huzuruna iki hasım gelip oturduğu zaman
birincisinin sözlerini dinlediğin gibi, diğerinin sözlerini de dinlemedikçe,
aralarında hükmetme. Böyle yaparsan, nasıl hükmedeceğin sana tebeyyün eder."
buyurdu. Artık, bundan sonra, bana hiç bir hükmümde işkâl vâki olmadı.
Hz. Ali (R.A.),
âdilâne hükümleri ile şöhret buldu.
Hz. Ebû Bekir, Hz.
Ömer, Osman (radiyallahü anhüm), halifelikleri sırasında, Hz. Ali (RtA.) ile
istişare ederlerdi.
i sırasında, bir gün, Hz. Ali (R.A.)'ye:
—"Ebû Bekir ve
Ömer zamanında işler iyi giderdi; şimdi neden bozuldu?" dediler.
Hz. Ali (R.A.), şu
cevabı verdi:
—Onların, benim gibi
müşavirleri vardı. Benim müşavirlerim ise sizin gibiler...
Hz. Ali (R.A.),
esbâb-ı nüzulü çok iyi bilirdi, tbnî Sa'd şöyle diyor:
—"Hz. Ali: Bir
âyetin nerede, ne hakkında ve ne zaman nâal olduğunu bilirim. Rabbim bana,
belleyen bir kalb, söyleyen bir lisan nasip etti." derdi. İlmini ve
şecaatini herkes takdir ile anardı. O, mes'eleleri çok iyi incelerdi.
Yeni evlenen birisi
sefere gitmek istedi. Karı tarafı onu göndermek istemediler. O da: "Eğer,
bir aya kadar nafakasını yollamaz-sam, boşarım." dedi. Bu müddet geldi ve
nafaka yollamadı.
Adam dönüp gelince,
taraflar Hz. Ali (R.A.)'nin huzurunda muhakeme oldular.
Hz. Ali (R.A.):
"Adamı zorladınız; o da: "Boşarım" va'dinde bulundu. Bu
sayılmaz." dedi ve karıyı kocasına verdi.
Hz. Ali (R.A.)'nin
mîras konusunda mes'ele-i minberiyye diye anılan buluşu da meşhurdur. Bu
mes'ele, kitabımızın ilgili bölümünde zikredilmiştir.
Hz. Ömer (R.A.): "Ali olmasaydı, Ömer mahvolurdu."
buyurmuş.
Tabiînden Atâ'ya
sordular:
—Ashab arasında,
Ali'den daha âlimi var mıydı?
O:
—"Hayır, öyle
birini bilmiyorum." cevabım verdi.
Hz. Âişe (R.A.),
"O'nun sünneti en iyi bilen olduğunu" söyler...
Ne yazık ki, bazı
kimseler, bu mübarek zat nâmına bir takım asılsız hadisler, fetvalar, hutbeler,
hükümler nakletmişlerdir.
Bu cihetle, bu büyük
zattan rivayet edilen şeylerin sahihlerini mevzularından (= doğrularını
uydurmalarından) ayırmak müşkil bir hâle gelmiştir.
Hatta, İmâm Buhâri'nin
ifâdesine göre: îbni Sîrin, Hz. Ah* (R.A.)'den rivayet edilen bütün haberlerin,
O'nun namına uydurulan şeyler olduğuna kail idi.
Bundan dolayı, îslâm
âlemi, bu büyük zâtın fıkhından ve ilminden —kısmen de olsa— mahrum kalmış
demektir. Bunun vebali ise, o mevzu haberleri çıkaran ve yayanlara râcidir.
Hülefâ-i Râşidîn'den
her birinin bir mümeyyiz vasfı vardır ki, bu durum, şu beyitle ifadelendirilin
iştir.
Ebû Bekr'in sadakati,
Ömer'in adli, Osman'ın hayası, Ali'nin ilmi
Hz. Ali (R.A.)
edebiyat ve belagatın en üst mertebesine yükselmiştir. O'nun dinî, siyâsi,
içtimâi ve ahlâkî nutuklarını Şerif Ra-dî, Nehcü'l-Belâğa' da toplamıştır.
Buradaki nutuklardan çoğunun Hz. Ali (R.A.)'ye ait olduğu kabul edilir.
Hz. Ali (R.A.)'nin,
oğlu Hz. Hasan (R.A.)'a vasiyeti çok meşhurdur.
Resûl-i Ekrem (S.A.V.)
ile kerîmeleri Fâtıma, dâmâdı Ali, torunları Hasan ve Hüseyin hazretlerine
Âİ-i Aba ve Ehl-î Beyt-i Mustafâ denir.
Hz. Ali (R.A.),
aşere-i mübeşşere'dendir.
Hz. Ali (R.A.) beş
seneden fazla bir müddet hilâfet makamında kalmış ve hicrî 40. senenin Ramazan
ayının 17. gününde, Küfe Camiinde Abdurrahman tbni Mülcem adındaki bir haricî
tarafından şehîd edilmiştir. Şehâdetinde 63 yaşında idi.
Hz. Ali (R.A.),
oğulları Hz. Hasan, Hz. Hüseyin, Hz. Muham-med İbni Hanefiyye ile Hz. Ca'fer-i
Tayyar'ın oğlu Abdullah tarafından techîz ve defnedildi. Sonraları, mezarının
başında, bugünkü Necef şehri kuruldu. [214]
Hz. Ebû Bekir Abdullah
bin Ebî Kuhâfe Osman bin Âmr et-Teynî el-Kureşî, ashâb-ı kiramın en efdali ve İslâm Halifelerinin
birincisidir.
Hz. Ebû Bekir'in
nesebi Mürre bin Ka'b'de Resûl-i Ekrem (S.A.V.) Efendimizin şerefli nesebi ile
birleşmektedir,
Hz. Ebû Bekir (R.A.)
Resûl-i Ekrem (S.A.V.) Efendimizden iki sene ve üç ay sonra yanî milâdın 573
üncü senesinde, fil vak'asın-dan sonra dünyaya gelmiştir.
Hz. Ebû Bekir
(R.A.)'in câhiliye zamanındaki ismi Abdü'l-Ka'be idi. Peygamber (S.A.V.)
Efendimiz, O'na Abdullah adını verdi.
Hz. Ebû Bekir (R.A.)'in
lakabı Atîk'dir. Hüsn-ü cemâle sahip olduğu için veya Fahr-i Kâinat (S.A.V.)
Efendimizin, kendisine hitaben : "Ente = Sen,
AllahuTeâlâ'nın-cehenneminden-azadlısısın." buyurmasından dolayı bu lakabı
almıştır.
Hz. Ebû Bekir (R.A.),
Rasûl-i Ekrem (S.A.V.) Efendimizin, Peygamberliklerini ve miraçlarını
tereddütsüz tasdik ettiği ve dâima sıdk ve istikâmetle muttasıf bulunduğu için
Sıtfchyk lakabını da almıştır.
Hz. Ebû Bekir-i
Sıddıyk (R.A.), Peygamber (S.A.V.) Efendimizin irtihâl ettiği gün halîfe
seçildi.
Hilâfeti 2 sene 3 ay
10 gün sürdü.
Hz. Ebû Bekir (R.A.),
63 yaşında iken, hicretin 13. (milâdî 634) yılında, Cemâziye'1-âhir ayının
yedisinde pazartesi günü hastalandı ve 15 gün hasta yattıktan sonra vefat etti.
cenazesini Hz. Ömer (R.A.) kıldırdı ve Ravza-i Mutahhara'ya defnedildi.
Hz. Ebû Bekir
(R.A.)'nin pederi Ebû Kuhâfe'nin asıl adı Osman'dır; ancak Ebû Kuhâfe diye
meşhur olmuştur.
Ebû Kuhâfe, Mekke'nin
fethedildiği gün, İslâm şerefine nail olmuş ve Hz. Ömer (R.A.)'in hilâfetine
kadar yaşamıştır.
Hz. Ebû Bekir
(R.A.)'in annesi Ümmü'1-Hayr Selmâ binti Sahr da İslâmiyet şerefine nail
olmuştur.
Hz. Ebû Bekir (R.A.),
hem kendisi, hem ebeveyni, hem de evlâdı ile bazı torunları sahabeden olan ve
zürriyeti arasında üç batın Sahâbî bulunan tek zâttır. [215]
Hz. Ebû Bekir (R.A.),
bi'setten (= Hz. Muhammed'e Peygamberlik verilmesinden) önce, Kureyş arasında
nezâhet ve nebahat ile yetişmiş, herkesin muhabbetini kazanarak rüesâ sırasına
geçmişti. Resûl-i Ekrem (S.A.V.) Efendimizin de dostu idi.
Bi'setten sonra da,
hemen Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimizi tasdike koşmuş ve İslam Dinine hizmete
başlamıştır.
Hz. Ebû Bekir (R.A.),
Nebiyy-i zî-Şân (S.A.V.) Efendimizle birlikte ve O'nun refakatinde Medîne-i
Münevvere'ye hicret etmiştir.
Hz. Ebû Bekir (R.A.),
Resûl-i Ekrem (S.A.V.) Efendimizin maiyetinde bütün gazvelerde hazır bulunmuş
ve Uhud Gazvesi ile Hu-neyn Gazvesinde, O'nun yanından asla ayrılmamıştır.
Hz. Ebû Bekir (R.A.),
kahramanlık ve cömertlik yönünden ashab-ı kiramın en seçkini en Önde geleni
idi.
Peygamber (S.A.V.)
Efendimiz, son hastalığında, ashâb-ı kirama namaz kıldırması için, Hz. Ebû
Bekir (R.A.)'i imâm tâyin buyurmuştur.
Bu hastalığı
sırasında, Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, bir gün minbere çıkarak, Cenâb-ı Hakka
hamd ve senadan sona, ashâb-ı gü-zînine hitaben: "insanlar arasında, bana
karşı, gerek malı ve gerek nefsi hususunda Ebû Bekir bin EbîKuhâfe'den daha
fedakar bir kimse yoktur. Eğer ben, insanlardan birini halîl ittihaz edecek
olsaydım, mutlaka Ebû Bekir'i halîl ittihaz ederdim. Lâkin, İslâm dostluğu daha
faziletlidir. Bu mescide açılan —Ebû Bekir'in kapısından başka— bütün kapıları
kapatınız." buyurmuştu.
Bütün bunlar, Hz. Ebû
BekiriVSıddıyk (R.A.)'in, hilâfet makamına geçmesine birer işaret bulunuyordu.
Nitekim, Peygamber
(S.A.V.) Efendimizin irtihâlini takiben ve aynı gün, sahâbe-i kiramın ittifakı
ile Hz. Ebû Bekir (R.A.), hilâfete seçilmiştir.
Hz. Ebû Bekir (R.A.),
hilâfet makamına geçince, zuhur etmiş bulunan irtidad olaylarını, harikulade
bir metanetle bastırmış ve İslam ordularım, doğu ve batıda, nice büyük
zaferlere sevketmiştir.
Hz. Ebû
Bekri's-Sıddıyk (R.A.), Hülefâ-i Râşidîn'in ve aşere-i mübeşşere'nin
birincisidir.
O, hilâfet makamına
lâyık olduğunu, cihan tarihini süsleyen ulvî icrâatiyle pek güzel bir şekilde
isbat etmiştir.
Hz. Ebû Bekir (R.A.);
Hâlid bin Velid, Amri'bni'1-Âs, Ebû Ubeyde bin Cerrah, Alâ bin Hadramî, Yezid
bin Süfyân, Mesnâ bin Haris gibi, dirayeti ve liyakati ile şöhret bulmuş bir
çok komutanı cihad işlerinde görevlendirmiş ve Şam'ın tamamını ve Irak'ın bir
kısmını fethetmiştir. [216]
Hz. Ebû Bekir (R.A.),
arap lisanına, nesep bilgilerine, tarihî olaylara herkesten çok vâkıftı. Bu
yüzden, muasırları kendisini Ku-reyş'in İlimi olarak tanıyorlardı.
Hz. Ebû Bekir (R.A.),
gayet fasîh, beliğ, hatîb ve malûmatlı bir zat idi.
Bunlardan başka Hz.
Ebû Bekir (R.A.), bizzat Fahr-i Kâinat (S.A.V.) Efendimizden feyz almış, O'nun
medrese-i irfanından yetişmiş, Kelâmullahın mânâ ve hakikatlerine ait
bilgileri, bizzat o büyük menbâdan almıştı. Bundan dolayı, Kur'ân-ı Kerîm'in
tefsirine ve bütün inceliklerine hakkıyle muttali idi. Ve, Kur'ân-ı Kerîm âyetlerinden
dinî hükümleri çıkarmaya, onun inceliklerini kavrama hususunda büyük bir kudret
sahibi idi."
Hatta, Hazreti Ebû
Bekir (R.A.), halîfe seçileceği gün, Sakîfe'-de irad ettiği beliğ ve hikmetli
hutbesinde, Tevbe Sûresi'nin 100. âyetini okumuş ve "muhacirlerin
ensardan önce geldiğini", mahâcirle-rin, bu âyette önce zikredilmiş olması
ile de isbat etmişti.
Hz. Ebû Bekir (R.A.),
bir gün cemâate hitaben şöyle buyurdu: —Ey İnsanlar! Siz: "Ey iman
edenler, siz nefislerinize bakın. kendiniz doğru yolu bulunca, sapanlar size
zarar vermez." • âyet-i kerîmesini okuyorsunuz da, bunu menzilinin gayrine
vaz ediyor, yani yanlış tefsire tâbi tutuyorsunuz. Ben, Rasulullah
(S.A.V.)'dan şöyle buyurduğunu işittim:
—"İnsanlar bir
fenalığın yapıldığını görür de, onu değiştirmeye çalışmazsa; Allahu Teâla,
onun ukubetini, hemen, hepsine şâmil kılar."
Hz. Ebû Bekir
(R.A.)'in bu ihtarından anlaşıldığına göre: îkti-dâya nâiliyet, bütün emirlere,
itaatle ve nehiylerden ictinabla kaimdir. Münkeri tağyire çalışmakda, itaat
cümlesindendir. Bunu, kudreti nisbetinde yerine getirmeyen bir insan, Hakk'a
itaatte kusur etmiş olacağından, hakkıyle ihtida etmiş olamaz ki, melhuz
zarardan müstesna kalabilsin...
* Mâide Sûresi, âyet:
1505
Netice şudur ki: Hz.
Ebû Bekir (R.A.), müfessirlerin en seçkin tabakasını teşkil eden ashâb-ı
güzînin birincisi bulunmaktadır.
Bununla beraber,
kendisi pek ihtiyatlıca hareket ettiği için, tefsir hususunda, pek çok şey
zikretmemiştir.
Hatta, bir gün,
kendisinden "Abese Sûresinin 31. âyetindeki eb kelimesinden murâdm ne
olduğu" sorulmuş; Hz. Ebû Bekir (R.A.) ise, —bundan murâd-ı Uâhi'nin ne
olduğunu yakînen bilmediği için— cevap vermemiş ve: "Kendi reyimle,
dilediğim gibi te'vil ve tefsire kalkışırsam, beni hangi semâ gölgelendirir,
beni, azâb-ı ilâhî'den kim kurtarabilir?" buyurmuştur. [217]
Hz. Ebû Bekri Sıddiyk
(R.A.), Fahr-i Kâinat (S.A.V.) Efendimizin enîsi, yâr-ı gâr'ı, ashabının en
faziletlisi ve en önde geleni idi. Bundan dolayı, Nebiyy-i zî-Şân (S.A.V.)
Hazretlerinin mübarek akvâl ve ef âline, (sözlerine ve davranışlarına) pek
yakından vâkıf idi.
Hz. Ebû Bekir
(R.A.)'den; Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali, Abdurrahman bin Avf, İbni Mes'ud,
İbni Ömer, İbni Abbâs, Hu-zeyfe ve Zeyd bin Sabit gibi sahâbe-i güzin hadîs-i
şerîf rivayet etmiştir.
Hz. Ebû Bekir (R.A.),
Resûl-i Ekrem (S.A.V.)'den sonra hilâfet işleri ile meşgul olmuş ve Peygamber
(S.A.V.) Efendimizden gördüğü ve işittiği her şeyi rivayet edecek kadar
yaşamamış; hadîs-i şeriflerin de, yalnız meâlen değil, aynen mübarek
lafizlarıyle birlikte nakledilmesi yönüne lüzumlu görmüş bulunduğundan,
kendisinden rivayet edilen hadis-i şerifler büyük miktarlara ulaşmamıştır.
îbni Hazm'm beyânına
göre: Hz. Ebû Bekir (R.A.)'in yalnız
müsned olarak
zikrettiği hadîs-i şeriflerin sayısı yüz kırk iki'dir.
Hz. Ebû Bekir
(R.A.)'den rivayet edilen hadîs-i şerifler, îmâm Ahmed bin Hanbel'in
Müsned'inde ve diğer muhaddislerin kitaplarında mevcuttur.
Bu hadis-i şeriflerden
üçünü, —meâlen— buraya alıyoruz:
1-) Her kim
bir kötülük yaparsa, ânında, dünyada cezalanır.
2-) Misvak,
ağzı temizlemeye ve Hakk'ın rızasını celbe vesiledir.
3-) AUahu
Teâlâ'dan, evvel ve âhir afv, afiyet ve yakın isteyiniz. [218]
Hz. Ebû
Bekir- (R.A-.), ashâb-ı kiramın
en büyük fakıyhlerindendir.
Hz. Peygamber (S.A.V.)
Efendimizin, müstesna bir şekilde teveccühlerine mazhar, feyizlerine muhatap ve
ma'kes olan Hz. Sıd-dıyk (R.A.), bu sebeble kendisinde ilim ve irfan hakkıyle
tecellî etmiş bulunan, İslâm'ın mes'elelerine ve hükümlerine hakkıyle vâkıf
olan bir zât idi.
İbni Ömer (R.A.)'den
sorulmuş:
—"Resûl-i Ekrem
(S.A.V.) Hazretlerinin zamanında kimler fetva verirdi?"
İbin Ömer (R.A.), şu
cevabı vermiştir
—"Ebû Bekir ile
Ömer fetva verirdi. Bunlardan başkasının fetva verdiğini bilmiyorum."
Hakikaten, Hz. Siddıyk
ile Hz. Faruk, gerek Allah'ın Kitabına ve gerekse Resulünün sünnetine hakkıyle
muttali oldukları için, Peygamber (S.A.V.) Efendimizin zamanında bile, fetva
verme selâ-hiyetine hâiz bulunuyorlardı.
Hz. Ebû Bekir (R.A.),
vermiş olduğu fetvaların sayısı bakımından, fakıyh sahâbüerin mutavassıtlarından
sayılmaktadır. [219]
Hz. Fâtıma (R.A. =
Radıyallahü anhâ) Fahr-i Kâinat (S.A.V.) Efendimizin mübarek kızlarından biri
ve en fazîletlisidir.
Hz. Fâtıma'nın annesi,
Hz. Hadicetü'l-Kübrâ (R.A.)'dır.
Hz. Fâtıma (R.A.); Hz.
Hasan ve Hz. Hüseyin (R.A. = Radıyallahü anhümâ)'mn anneleridir.
Ayrıca, küçük yaşta
vefat eden Muhsin isimli bir oğlu ile Zey-neb ve Ümmü Gülsüm adlarında iki kızı
da dünyâya gelmiştir.
Hz. Ali, Hz. Fâtıma,
Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin, Fahr-i Kâinat (S.A.V.) Efendimizin ehl-i beytini
meydana getirirler.
Hz. Fâtıma (R.A.)'mn
faziletleri sonsuzdur. O, cennet kadınlarının seyyidesidir.
Hz. Fâtıma (R.A.)'dan,
18 hadîs-i şerîf rivayet edilmiştir.
Hz. Fâtıma (R.A.),
Peygamber (S.A.V.) Efendimizin âhirete irtihaîlerinden altı ay kadar, hicrî lî
(milâdî 633) yılında vefat etti. Hz. Fâtıma (R.A.) Medîne-i Münevvere'de vefat
ettiğinde henüz yirmi yedi yaşında idi. [220]
Hz. Hafsa, Peygamber
(S.A.V.) Efendimizin mübarek hanımlarından ve bütün mü'minlerin annelerinden
(= ümmühât-ı mü'mi-nînden) biridir.
Hz. Hafsa (R.A.)
annemiz, Hz. Ömer (R.A.)'in kızıdır.
Hz. Hafsa (R.A.),
bi'setten beş sene önce Mekke'de dünyaya geldi.
Babası Hz. Ömer
(R.A.)'in müslüman oluşunu tâkîben Hz. Hafsa da müslüman oldu.
Hz. Hafsa, Mekke'de
Huneys bin Huzafe ile evlendi. Ve beraberce önce Habeşistan'a, sonra da
Medine'ye hicret ettiler.
Huneys, Bedir ve Uhud
gazvelerine katıldı. Uhud'da yaralandı ve Medine'de vefat etti.
Hz. Hafsa (R.A.), genç
yaşta dul kalınca, babası Hz. Ömer (R.A.), hicretin üçüncü yılında, Hz. Ebû
Bekir ve Hz. Osman'a kızım almalarını teklif etti. Bu teklifleri hemen kabul
görmeyince üzüldü.
Durum Peygamber
(S.A.V.) Efendimize bildirilince, O, Hz. Ömer (R.A.)'e:
—"Yâ Ömer, sana
Osman'dan daha hayırlı bir damat; Osman'a da, senin kızından daha hayırlı bir
zevce nasib olacaktır.'' buyurmuştur.
Peygamber (S.A.V.)
Efendimiz, hicretten üç yıl sonra Hz. Hafsa (R.A.)'yı nikahlamıştır.
Mü'minlerin annesi Hz.
Hafsa (R.A.), bilgili iradesi kuvvetli, özü- sözü bir ve ibâdete düşkün bir
sahâbiye idi. Geceleri, namazla, gündüzleri ise, oruçla geçirirdi.
Hz. Hafsa (R.A.)
validemiz, Peygamber (S.A.V.) Efendimizden altmış hadîs-i şerif rivayet
etmiştir. Kendisinden rivayette bulunan başlıca zât da kardeşi Abdullah bin
Ömer (R.A.)'dir.
Hz. Hafsa (R.A.),
hicrî 45 (mîlâdî 665) yılında Medine'de vefat etmiştir. Vefat ettiğinde altmış
yaşında idi. Bakî kabristanında medfundur. [221]
Hz. Hasan (R.A.), Hz.
Ali ile Hz. Fatima'nın ilk oğulları ve Fahri- Kâinat (S.A.V.) Efendimizin
sevgili torunu.... Ve İslâm halifelerinin beşincisidir.
Hz. Hasan (R.A.)'ın
künyesi: Ebû Muhammed, lakabı ise: Müctebâdır.
Hz. Hasan (R.A.),
hicretin üçüncü yılında, Medîne-i Münev-vere'de, ramazan ayının ortalarında
dünyaya geldi. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, kulağına ezan ve ikâmet okuyup,
adını Hasan koydu.
Hz. Hasan, Fahr-i
Kâinat (S.A.V.) Efendimizin terbiyesi ile yetişip büyüdü. Ve Peygamber (S.A.V.)
Efendimizin, —bir çok hadîs-i şerifle— müjde ve iltifatlarına nail oldu.
Peygamber (S.A.V.)
Efendimiz, Hz. Hasan'ı ve Hz. Hüseyin'i çok sever ve onlara şefkatle muamele
ederdi.
Resûl-i Ekrem (S.A.V.)
Efendimizin ulvî nazarlarına muhatap olan Hz. Hüseyin'de pek büyük kemâlât
tecelli etmişti. O, İslâ-mî hükümleri çok iyi bilen bîr fakıhy ve bildiğim
yaşayan, üstün ahlâklı bir âlim idi.
Hz. Hasan (R.A.), Hz.
Ali (R.A.)'nin Şehid edilmesi üzerine, hicrî 40 tarihinde hilâfet makamına
geçmiş ve kendisine Basra, Hicaz, Horasan, Irak, İfan, Küfe, Medine, Mekke ve
Yemen ahâlisi biat etmiştir.
Fakat, Mısır ve Şam
halkı Hz. Muâviye'ye biat ettiler.
Hz. Hasan (R.A.)'ın
hilâfetinin yedinci ayında iki tarafın orduları Bağdad yakınlarında harbe
hazır bir hâlde iken, Hz. Hasan, Müslüman kanı dökülmesin diye, hilâfeti Hz.
Muâviye'ye bıraktı. Ve müslüman kanı dökülmedi.
Hz. Muâviye,
kendisinden sonra, Hz. Hasan'ın halife olmasına razı olmuş ve buna karar
vermiştir.
—Peygamber (S.A.V.)
Efendimiz, bir gün, Hz. Hasan'a işaret ederek:
—"Bu oğlum
seyyiddir. Ümid ederim ki, Allahu Teâlâ, O'nun vâsıtasıyle iki tarafın arasını
bulur." buyurmuştu. Ve böylece de, bir mucize olarak, Hz. Hasan (R.A.)'ın
böyle davranarak, müslüman-lar arasındaki vahdet, sulh ve salâhı temin için
böyle davranacağını haber vermiştir.
Hz. Hasan (R.A.) daha
sonra Medine'ye döndü:
Hz. Muâviye'nin oğlu
Yezid, babasının, Hz. Hasan'ı halef göstermiş olmasını çekemiyordu. Yezid, Hz.
Hasan (R.A.)'ın hanımı Ca'de binti Eş'ase, haber göndererek, O'na vaadlerde
bulundu ve Hz. Hasan (R.A.)'m zehirlenmesini istedi. Ve Hz. Hasan (R.A.), hicrî
49 tarihinde, hanımı Ca'de tarafından zehirlendi ve âhirete şehid olarak
göçtü.
Hz. Hasan (R.A.), çok
cömert ve iyilik sever bir zâttı. Daima fakir ve düşkünlere yardım ederdi.
Hz. Hasan (R.A.)'ın,
on beş erkek, sekiz de kız evladı vardı. O'nun soyundan gelenlere şerif denir.
Hz. Hasan (R.A.),
Medîne-i Münevvere'de Bakî Kabristanında medfundur.
Fahr-i Kâinat (S.A.V.)
Efendimiz, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin için şöyle buyurmuşlardır:
—"Bunlar benim
oğullarımdır. Kızımın oğullarıdır. Allah'ım, ben onları seviyorum; Sen de
onları sev ve onları seven kimseleri sev."
Yine, Peygamber
(S.A.V.) Efendimiz, bu mübarek torunları hakkında:
—"Kim onları
severse, beni sevmiş olur. Kim onlara buğzeder-se, bana buğzetmiş olur."
Bir başka hadîs-i
şerifte de, Resûl-i Ekrem (S.A.V.) Efendimiz: —"Hasan ve Hüseyin, Cennet
ehlinin gençlerinin efendisidir." buyurmuştur.
Hz. Hasan (R.A.),
Peygamber (S.A.V.) Efendimize çok benzerdi.
Bu hususta Enes bin
Mâlik (R.A.) şöyle diyor:
—Resulullah (S.A.V.)
Efendimize, Hasan (R.A.)'dan daha çok benzeyen kimse yoktu." [222]
Peygamebr (S.A.V.)
Efendimizin sevgili torunu, Hz. Ali ile Hz. Fâtıma'nın aziz oğulları Hz.
Hüseyin (R. A.), hicretin 4. (milâdî 626) yılında doğdu. Kendisine Hüseyin,
ismi, Fahr-i Kâinat (S.A.V.) Efendimiz tarafından verildi.
Künyesi: Ebû
Abdullah, lakabı ise
Seyyid, Şchîd ve Zeyne'l-Âbidîn'dir.
Hz. Hüseyin (R.A.),
babası Hz. Ali (R.A.) ile birlikte Kûfe'-ye gittiği vakte kadar Medîne-i
Münevvre'de ikâmet etti. Sıffîn ve Cemel vakıalarını ve daha sonra da,
Haricîlerle yapılan savaşları gördü.
Hz. Hüseyin (R.A.),
ağabeyi Hz. Hasan ile Hz. Muâviye arasında yapılan Sulhten sonra, O'nunla
birlikte Medine'ye döndü. Ve Hz. Muâviyenin vefatına kadar burada kaldı. Sonra
Mekke-i Mü-kerreme'ye gitti.
Hz. Hüseyin (R.A.),
ilim, verâ ve takva yönünden, zamanının en seçkin ve eşsiz simalarından
birisidir.
İmâm Zührî:
— "Hüseyin bin
Ali'den daha fakıyh bir kimse görmedim. Şu kadar var ki, O, az hadîs rivayet
ederdi." demiştir.
Saîd bin Müseyyeb de:
—Hüseyin bin Ali'den daha
müttakî bir kimse görmedim." demiştir.
İmâm Mâlik şöyle
demiştir:
—"Hz. Hüseyin
(R.A.), her gece ve gündüz bir rekat namaz kılmaya devam etmiş olduğu için,
kendisine Zeyne'l-âbidîn lakabının verilmiş olduğunu duydum." [223]
Hz. Hüseyin (R.A.),
Mekke'de ikâmet etmekte iken, kendisine, Irak halkından bir mektup geldi. Bu
mektupta Irak'Iılar, "Hz. Muâviye'nin vefatından sonra, kendisine biat
ettiklerini" yazıyorlardı.
Hz. Hüseyin,
Iraklılara, amcasının oğlu Müslim bin Akîl'i gönderdi. Ve Müslim'i
gönderirken, O'na şu talimatı verdi:
—"Bana yazdıkları
hususu tetkik et. Şayet doğru ise, ben oraya geleyim."
Müslim, yanına —yol
göstermeleri için— iki de delil alarak yola çıktı. Bu delillerden biri,
susuzluktan çölde öldü.
Küfe halkı, Müslim'in
geldiğini haber alınca, —ilk anda, O'nu Hz. Hüseyin sanarak— on iki bin kişi
kendisine biat etti. Sonradan halk, duruma muttali oldu ve Müslimin etrafından
ayrıldı. Müslim ise, olup bitenleri Hz. Hüseyin (R.A.)'e bildirememişti.
Aradan uzunca bir
müddet geçtikten sonra, Hz. Hüseyin (R.A.), Mekke-i Mükerreme'den yola çıktı.
Yanında 17 si ehl-i beyt'-ten olmak üzere, 40 kişi vardı.
Bu sırada, Yezid'in
Küfe ve civan sorumlusu Ubeydullah bin Ziyâd idi. Bu adam, Hz. Hüseyin
(R.A.)'in geldiğini haber alınca, bu masum zevatın üzerine askerî birlik
gönderdi.
Hz. Hüseyin (R.A.),
Kûfe'de, Kerbelâ denilen yerde hicrî 61 yılının Muharrem ayının onuncu gününde
şehid edildi.
Resûl-i Ekrem (S.A.V.)
Efendimizin bir çok teveccühlerine ve muhabbetlerine mazhar olan bu mübarek
zâtın şehid edilmesi, rnüs-İümanların kalblerine ebedî bir hüzün ve teessür
bırakmıştır. [224]
Muâviye İbni Ebî
Süfyân (R.A.), ashâb-ı kiramın ileri gelenlerinden ve Peygamber (S.A.V.)
Efendimizin vahiy kâtiplerinden biridir.
Hz. Muâviye,
Ümmü'l-Mü'minîn Hazreti Habîbenin biraderi olduğundan, kendisi hâlü'l-mü'minîn
diye de anılmıştır.
Hz Ebû Bekir (R.A.),
Hz. Ömer (R.A.) ve Hz. Osman (R.A.) zamanlarında Şam'da valilik yapmıştır.
Hz. Osman'ın şehid
edilmesinden sonra, O'nun katillerinin yakalanmadığını ileri sürerek, Hz. Ali
(R.A.)'ye biat etmeyen Hz. Mu-âviye, kendisinin emirliğini ilân etti.
Bunun üzerine Sıffîn
savaşı vuku buldu.
Sıffîn vak'asından
sonra, Şam'da dört buçuk sene kadar kendi adına emirlik yapan Hz. Muâviye (R.A.),
hicretin kırk birinci senesinde, Hz. Hasan (R.A.) tarafından hilâfet kendisine
verilmesi üzerine, yirmi sene kadar, Şam'da halifelik görevini yürütmüştür.
Hz Muâviye (R.A.),
fevkalâde zekî. dirayetli, fasih, fakıyh ve cömert bir zât idi.
İslâm hâkimiyetinin
şarkta ve garbta yayılmasında pek büyük hizmetlerde bulunmuştur.
Hz. Muâviye (R.A.),
Peygamber (S.A.V.) Efendimizden 163 hadîs-i şerîf rivayet etmiştir.
Kendisinden hadis-i
şerîf dinleyip nakledenler arasında, îbni Ab-bas, Ebû'd-Derdâ, Cerir İbni
Abdillah, Nu'man İbni Beşir, îbni Ömer, tbni Zübeyr, Ebû Saîd el-Hudrî, Sâib
İbni Yeâd ve Ebû Ümâ-me îbni Sehl gibi sahâbüerle; tâbi'îhin ileri
gelenlerinden îbnü'l— Müseyyeb ve Humeyd îbni Abdirrahman gibi zâtlar vardır.
Peygamber (S.A.V.)
Efendimizin vahiy kâtiplerinden biri olan Hz. Muâviye, Fahr-i Âlem (S.A.V.)
Efendimizin duasını almıştır.
Hz. Muâviye (R.A.)
fakıyh bir zat idi. O'nun böyle olduğunu ibni Abbas (R.A.) da bildirmiştir.
Nevevîmerhum'unTehzîbü'l-Esmâ'da
bildirdiğine göre, Hz. Muâviye: "Keşke, Kureyş'ten bir er olsaydım da, şu
hükümet işlerinden hiç bir şeye bakmasaydım." demiştir.
Hz. Muâviye, hicrî 60
yılının Recep ayında (milâdî 680), yetmiş sekiz yaşında Şam'da vefat etmiştir. [225]
Hz. Osman îbni Affân
(R.A.), ashâb-ı kiramın en ileri gelenlerinden ve hülefâ-i râşidînin
üçüncüsüdür.
Resûl-i Ekrem (S.A.V.)
Efendimizden altı sene sonra Mekke'de dünyaya gelmiştir. Annesi Ervâ,
Peygamber (S.A.V.) Efendimizin halasının kızıdır.
Hz. Osman (R.A.),
Fahr-i Âlem (S.A.V.) Efendimizin muhterem kızı Rukıyye ile; bunun vefatından
sonra da diğer kızı Ümmü Gülsüm'le evlenmiş bulunduğundan, iki nur sahibi
anlamına gelen Zî'ri-Nûreyn lakabını almıştır.
Hz. Osman İbni Affan
(R.A.), Kureyş Kabilesinin Benî Umey-ye kulundandır.
Hz. Osman îbni Affan
(R.A.), ilk müslüman olanların beşin-cisidir. Hz. Ebû Bekir (R.A.)'in teşviki
ile müslüman olmuştur. Ve aşere-i mübeşşeredendir.
Hz. Osman (R.A.)
ticâretle uğraşır ve zaman zaman ticarî maksatlarla seyahatlere çıkardı.
Zengin bir tüccar ve mükemmel, zarif, kibar bir cemiyet adamı idi.
Kendisi, Hz. Ebû Bekir
(R.A.) gibi, cahiliyye devrinin bütün sapıklıklarından ve kötülüklerinden uzak
olmuştur.
Osman îbni Affan,
Fahr-i Âlem (S.A.V.) Efendimizin, Peygamberlikle görevlendirilip, İslâm'ı
yaymaya başladığını duyunca; Doğruca samîmi dostu olan Hz. Ebû Bekir'e gitti ve
durumu sordu. O, kendisine Islâmiyeti anlattı ve kendisini alıp, Peygamber
(S.A.V.) efendimizin huzuruna götürdü.
Fahr-i Âlem (S.A.V.)
Efendimiz Hz. Osman'a —"Ya Osman! Hak Teâlâ, seni cennete da'vet eder. Sen
de icabet et. Ben, bütün insanlara hidâyet rehberi olarak gönderildim."
buyurdu.
Hz. Osman (R.A.)
Resûlullah (S.A.V.) Efendimizin güler yüzlü söylediği bu güzel sözler
karşısında, derhal kelime-i şehâdet getirerek müslüman oldu.
Hz. Osman (R.A.) da,
müslüman olduktan sonra, Kureyş müşriklerinden ve özellikle yakınlarından pek
çok işkence gördü.
Bu sebeple,
Habeşistan'a hicret etme izni verilince, Hz. Osman (R.A.) da, hanımı Hz.
Rukıyye ile, bu ilk muhacirlerin arasına katıldı. Ve, Hz. Hud (A.S.)'dan
sonra, dini uğrunda ailesi ile birlikte hicret eden kişi oldu.
Bir müddet sonra,
Habeşistan'da, "Mekke'liler müslüman oldu." diye bir haber
işitilince, Hz. Osman (R.A.) Mekke'ye döndü. Bu haber asılsızdı. Ve Hz. Osman
(R.A.) İkinci Habeşistan hicretine de katıldı.
Habeşistan'dan Mekke-i
Mükerreme'ye dönen Hz. Osman (R.A.), Peygamber (S.A.V.) Efendimizden önce
Medine'ye hicret etti.
Hz. Osman (R.A.)'in
Medine'ye hicret ettiği günlerde, burada su sıkıntısı çekiliyordu. Bir
yahudiye ait olan Remle Kuyusundan başka bir yerde su yoktu ve bu yahudî,
kuyusunun suyunu para ile satıyordu.
Fahr-i Âlem (S.A.V.)
Efendimiz, "bu kuyunun bir müslüman tarafından satın alınmasının çok uygun
olacağını" bildirdi. Bunun üzerine Hz. Osman (R.A.), bu kuyuyu satın
alarak sebîl etti.
Hz. Osman
(R.A.), —Bedir Savaşı
hariç— Peygamber (S.A.V.)
Efendimizle birlikte bütün savaşlara iştirak etmiştir.
Bedir Savaşı
sırasında, Hz. Osman (R.A.)'in hanımı olan, Peygamber (S.A.V.) Efendimizin
kızı Hz. Rukıyye ağır hasta idi. Bu sebeple Hz. Osman (R.A.)'e, bu savaşa
katılma izni verilmemişti. Nitekim, Bedir Zaferi'nin Medîne-i Münevvere'ye
ulaştığı gün, Hz. Rukıyye rahmet-i Rahmân'a kavuştu.
Hz. Osman (R.A.)'ın,
Hz. Rukıyye'den Abdullah adında bir oğlu olmuştu. Bundan dolayı Ebû Abdullah
diye de anılır. Abdullah, hicretin dördüncü yılında altı yaşında iken vefat
etmiştir.
Peygamber (S.A.V.)
Efendimiz, Hz. Rukıyye'nin vefatından sonra, diğer kızı Ümmü Gülsümü Hz.
Osman'la evlendirdi.
Hicretin dokuzuncu
yılında, Hz. Ümmü Gülsüm de vefat edince, Resûl-i Ekrem (S.A.V.) Efendimiz,
Hz. Osman'a:
—"Ey Osman! Bir
kızım daha olsaydı, onu da sana verirdim." buyurdu.
Hz. Osman (R.A.)
savaşlara sadece bedenen katılmakla kalmadı. Kendisi çok zengindi ve her
savaşta, ordunun teçhizi için büyük yardımlarda bulunuyordu.
İslâmiyet yayılmaya
başlayınca, Medîne-i Münevvere'nin nüfûsu da artıyordu. Çünkü, müslüman olan
herkes Medîne-i Münevvere'ye geliyordu. Bundan dolayı, Medine'nin nüfusu
artmış ve Mescîd-i Nebî kâfi gelmemeye başlamıştı. Bunun üzerine, Fahr-iÂlem
(S.A.V.) efendimiz:
—"Bizim
mescidimizi bir zira' olsun genişleten, Cennet'e gider." buyurdu.
Bunu işiten Hz. Osman
(R.A.) ise:
—"Yâ Resûlallah;
malım mülküm Sana feda olsun; Mescidi genişletme işini üzerime alıyorum."
dedi ve Mecsidi kırk zira (yaklaşık 20 metre) genişletti. Bunun üzerine, Tevbe
Sûresinin 18. âyeti nazil oldu.
Hz. Osman (R.A.),
umumiyetle Peygamber (S.A.V.) Efendimiz'in yanından ayrılmazdı.
Hudeybiye
Musâlahasında, Hz. Osman (R.A.), Mekke'ye elçi olarak gönderilmişti. O'nun
şehid edildiğine dair bir haber yayıldı. Ve bunun üzerine, meşhur Bîat-ı Ridvân
yapılmıştır.
Hz. Osman (R.A.), Veda
Haccı sırasında da Fahr-i Âlem (S.A.V.) Efendimizle beraber bulunmuştur.
Hz. Osman (R.A.),
Peygamber (S.A.V.) Efendimizin irtihâ-lini müteakip Beni Sâide sakîfesinde
halîfe seçilen Hz. Ebû Bekir (R.A.)'e orada biat etmiş ve O'nun meşveret
meclisinde bulunmuştur.
Hz. Osman (R.A.), Hz.
Ömer (R.A.)'in halifeliği sırasında, O'na bütün gücü ile destek olmuştur. [226]
Hz. Osman (R.A.),
hicretin 23. yılında Hz. Ömer (R.A.)'in şehit edilmesi üzereni, O'nun
görevlendirdiği şûra tarafından halîfe-liğe seçilmiştir.
Hz. Osman (R.A.)'ın
hilâfeti genellikle başarılı geçmiştir. Özellikle halîfeliğinin ilk yılları,
Hz. Ebû Bekir (R. A.) ve Hz. Ömer (R. A.) devirlerinin bir devamı olarak çok
parlak basan ve fetihlerle doludur.
Hz, Osman (R.A.)
devrinde İslâm Devletinin hudutları daha da genişlemiştir. Bu cümleden olarak
sırası ile Afrika fethedilmiş, Is-kenderiyye Bizanstan geri alınmış ve Antakya
ile Tarsus arasında bulunan pek çok kale fethedilmiştir.
Böylece, Hz. Osman
(R.A.) zamanında, İslam devleti daha da büyümüş ve Ermenistan, Kafkasya,
Horasan, Merâkeş, Kirman, Afrika gibi ülkeler İslâm Devleti haritası içine girmiştir.
Hz. Osman (R.A.)'in
hilâfeti sırasında Şam Valisi bulunan Hz. Muâviye tarafından, İstanbul muhasara
edilmişse de, fethedilmemiş-tir. Hz. Muâviye tarafından Kıbrıs adası
fethedilmiş ve Akdeniz'de mühim bir müstahkem mevki ele geçirilmiştir.
Hz. Osman (R.A.)'ın
hilâfetinin ilk altı yılı emniyet ve huzur içinde geçti; İslâm ülkesi genişledi
ve refaha kavuştu.
Ashâb-ı Kirâm'dan bir
kısmı, servetin ve refahın bu derece yaygınlaşmasından endişe ediyor ve
servetin insanı değiştireceği korkusu ile, halîfeye sadelik ve kanaatkarlık
istediklerini bildiriyorlardı.
Hz. Osman (R.A.)'ın
hilâfetinin yedinci yılının başlarında, bu geniş İslâm ülkesinde yer yer idarî
zaaf ve hatâlar görünmeye başladı. Bu hâl de kısmî hoşnutsuzluklar ve bazı
muhalif grublar meydana getirmeye başladı.
Bu durumdan istifâde
etmeye kalkan yahûdi ve mecûsîler, müs-lümanlar arasında fitne ve dinî
ihtilaflar meydana getirmek için çeşitli yollara baş vurdular. Bunların
tahriki ile meydana gelen fitne ve fesat İslâm aleminin her tarafını sarmaya
başladı.
Hz. Osman (R.A.),
zuhur eden bu fitneyi bastırmak ve ortadan kaldırmak için çok gayret
sarfettiyse de, muvaffak olamadı. Zira, fitne, Q*nun kontrol edebileceği
boyutları aşmıştı. Aldığı her tedbir, yeni bir fitne ve fe&adın çıkması
neticesini doğuruyordu.
Fitne ve fesadın en
büyük kaynağı Mısır idi. Zira, fitne ve fesatçıların elebaşısı Abdullah İbni
Sebe isimli yahudi buraya yerleşmişti. İslâm âleminin her tarafına
yerleştirdiği adamları ile devamlı temas hâlinde bulunuyor ve fitnenin yayılması
için elinden geleni yapıyor ve durum gün geçtikçe vahim bir hâl alıyordu.
Neticede, Mısır,
Basra, ve Küfe gibi merkezlerdeki müfsid ve fitneciler, hacca gitmek
bahanesiyle Medîne-i Münevvere'ye gelip, çadırlarını şehrin kenarına kurdular.
Bu şekilde başhyan
olaylar ve fitne genişledi. Hatta, bu fitneciler, Hz. Osman (R.A.)'e
"hilâfetten çekilmesini" teklif edecek kadar ileri gittiler. Buna
karşı, Hz. Osman (R.A.): "Fahr-i Âlem (S.A.V.)'in bana giydirdiği
elbiseyi, kendi elimle çıkarmam." dedi.
Çünkü, Peygamber
(S.A.V.) Efendimiz Hz. Osman (R.A.)'a:
—"Ey Osman!
Allahu Teâlâ, sana (hilâfet denen) bir gömlek giydirecek. Eğer münafıklar, o
gömleği soymak isterlerse; —bana kavuşuncaya kadar— sakın onu çıkarma."
buyurmuştu.
Hz. Osman (R.A.),
hicretin 35. yılında (mîlâdî 656), seksen iki yaşında iken, âsîler tarafından
şehîd edildi.
Âsiler, beytü'1-mâli
de yağma ettiler ve Medîne-i Tâhire'yi kana buladılar.
Hz. Osman (R.A.)'ın
şehit edilmesi haberi, İslâm ülkesinde kısa sürede yayıldı ve hudutsuz üzüntülere
sebep oldu. Her tarafta büyük bir huzursuzluk ve hüzün başladı.
İslâm düşmanları
fitneyi çıkartmış ve kinlerini kusmuşlardı.
Hz. Osman (R.A.)'ın
şehit edildiği zamana kadar tam bir birlik içinde bulunan İslam Milleti arasına
fitne girmiş ve çeşitli bâtıl fırkalar boy göstermeye başlamıştır.
Zaten. Osman-ı
Zî'n-Nureyn (R.A.), şehâdet mertebesine ulaşacağını, Fahr-i Âlem (S.A.V.)
Efendimizden işitmişti.
Ayrıca, son
günlerinde, rüyasında Resûl-i Ekrem (S.A.V.) Efendimizle, Hz. Ebû Bekir ve Hz.
Ömer'i görmüş ve bunlardan: "Sabret; yarın bizim yanımızda iftar
edeceksin." müjdesini almıştır.
Hz. Osman (R.A.),
Kur'ân-i Kerim okumakta iken şehit edildi. Ve mübarek vücûdundan fışkıran
kanlardan bir kaç damlası, Bakara Sûresinin 137. âyetinin üzerine isabet
etmiştir ki, bu âyet-i celî-lenin meali şudur:
"Onlar da sizin
îmân etmiş olduğunuz gibi iman ederlerse, gerçekten doğru yolu bulmuş olurlar.
Şayet yüz çevirirlerse, onlar ancak (size karşı) muhalefet (ve çıkmaz)
içindedirler. O durumda olanlara karşı, Allah sana kâfî gelecektir. Ve O,
hakkiyle işitici ve bilicidir." [227]
Hz. Osman (R.A.),
ashâb-ı kirâm'ın fakıyhlerindendir. zira, bütün âlimler, hülefâ-i râşidîhin
fıkıh sahasında ashâb-i güzînin ileri gelenlerinden oldukları hususunda
ittifak etmişlerdir. Hz. Osman (R.A.), kendisinden ciltler dolduracak kadar çok
fetva nakledilen yedi sahâbî arasına girmemekte ise de, hem bunları takip eden
ve kendisinden nakledilen fetvalar bir araya getirildiğinde bir cüz olabilecek
bulunan sahabîlerdendir. Nitekim, Hz. Ebû Bekir (R.A.) de, bu guruba
girmektedir.
Hz. Osman (R.A.), ilim
ile ameli zâtında bir araya getirmiş, verâ ve takva sahibi bir zat idi.
Hz. Osman (R.A.),
dâima Peygamber (S.A.V.) Efendimizin yolunu takip eder ve bütün fiillerini,
O'nun fiillerine uydurmaya çalışırdı.
Hz. Osman (R.A.),
Mescid-i Nebevî'de cemâate karşı pek beliğ hutbeler irad eder; bir kısım fıkıh
mes'elelerini konu edinerek, bu hususlarda halkı aydınlatırdı.
Hattâ, lüzumu hâlinde,
mes'eleleri tatbîkî bir tarzda anlatırdı. Meselâ: Bir defasında Mescid-i
Nebevî'ye su getirterek, Fahr-i Âlem (S.A.V.) Efendimizin aldığı şekilde abdest
almış ve: "İşte, Resûlul-lah (S.A.V.) böyle abdest alırdı." demiştir.
Bir sene, hac için
Mekke-i Mükerreme'ye gitmiş ve Minâ'da, namazını, dört rek'at olarak kılmıştı.
Halk, bunu garip
görüp, "seferi olduğu hâlde, neden kasr-ı sa-lâtta bulunmuyor?"
demeye başlamıştı.
Bunun üzerine Hz.
Osman (R.A.):
—"Ey İnsanlar!
Ben, Mekke'ye geldiğim gün evlendim. Ve ben, Resûlullah (S.A.V.)'m: "Her
kim, bir beldede evlenirse, orada mukim kimsenin namazı gibi namaz
kılsın." buyurduğunu duymuş bulunuyorum." dedi. Bu mes'elede, Hz.
Osman (R.A.)'in içtihadı böyledir. [228]
Hz. Osman (R.A.), arap
lisanım inceliklerine vâkıf bir zât olduğu gibi, aynı zamanda Fahr-i Âlem
(S.A.V.) Efendimizin yanından ayrılmayan bir büyük sahâbî olduğundan Kur'ân-ı
Mübîn'in inceliklerine mükemmel bi şekilde muttali idi. Âyet-i kerimelerin
nüzûl sebeplerini bilir ve mânâlarını Allah Resulünün beyân ettiği tarzda
anlamaya gayret ederdi.
Peygamber (S.A.V.)
Efendimizin vahiy kâtiplerinden olan Osman-ı Zi'n-Nureyn (R. A.) hazretleri,
çok güzel yazan ve çok güzel konuşan bir zât idi.
Hz. Osman (R.A.)'in
özellikle Kur'an-ı Kerîm nüshalarım çoğaltmak hususundaki hizmeti pek
büyüktür. O, Hz. Ebû Bekir (R.A.)'in toplayıp, bir araya getirdiği Kur'an-ı
Kerîm'den altı nüsha daha yazdırıp, büyük îslam merkezlerine göndermişti. Bu
sebeple kendisine Nâşiru'l-Kur'ân ünvânı da verilmiştir.
Hz. Osman (R.A.), çok
Kur'ân okuyan bir zât idi; mânâsına da o derece vâkıftı.
Bu sebepten dolayı,
Kur'ân-ı Kerîm hakkında malûmat almak için, ashâb-ı kiramın ileri gelenleri de
zaman zaman, Hz. Osman (R.A.)'a müracaat ederlerdi.
Nitekim, ashâb-ı kiram
içinde müfessirlerin en kudretlilerinden biri olan Abdullah İbnü Abbas (R.A.),
bir gün Hz. Osman (R.A.)*a müracaat ederek O'na şöyle bir sual sormuştu:
—Neden, Sûre-i Enfâl
ile Berâe Sûresini birbirine bitişik yazdınız da, bu iki Sûrenin arasını
besmele ile ayırmadınız? Hz. Osman (R.A.), bu suâle şu cevabı verdi: —Resûl-i
Ekrem (S.A.V.) zamanında., sûreler ve âyetler nazil olunca, vahiy kâtiplerine:
'-Şu âyeti, şu sûredeki, şu âyetlerin yanına yazınız." diye emrederdi.
Enfâl Sûresi, Medine'de ilk nazil olan sûrelerden; Tevbe Sûresi ise, en son
nazil olan Kur'ân âyetlerinden-dir. Her iki sürenin muhteviyatı arasında bir
benzerlik vardır. Biz bu iki sûrenin bir olduğuna zâhib olduk. Resûlullâh,
irtihâlinden önce, "bu sûrenin, o sûreden olup-olmadığını" bize
bildirmemişti. Bundan dolayı, bu iki sûre muttasıl yazıldı; aralarını besmele
ile ayırmadık ve bunları seb'u tıvâl sırasına vâz ettik. [229]
Hz. Osman (R.A.),
ashâb-ı kiram içinde ilim ve irfanı ile temayüz etmiş bir zât idi. Peygamber
(S.A.V.) Efendimizin fiil, takrir ve kavillerine yakından vâkıf olan Hz. Osman
(R.A.) Fahr-i Âlem (S.A.V.) Efend mizden 146 hadîs-i şerîf rivayet etmiştir.
Bu hadîs-i şerifler,
İmâm Ahmed îbni Hanbel hazretlerinin Müs-nedi'nde mevcuttur. Bunlardan on biri
de Sahîh-i Buhârî de yer almaktadır. [230]
Şimdi de, Fahr-i Âlem
(S.A.V.) Efendimizin Hz. Osman (R.A.) ile ilgili hadîs-i şerîflerinden bir
kısmını görelim:
Peygamber (S.A.V.)
Efendimiz şöyle buyuruyorlar: —"Ey Allah'ım! Osman'dan razı ol."
—"Ey Allah'ım!
Gerçekten ben, Osman'dan razı oldum; Sen de, O'ndan razı ol.*'
(Fahr-i Âlem
(S.A.V.) Efendimiz, bu
duayı üç defa
tekrarladılar).
—"Osman,
cennettedir."
—"Osman, Hz.
İbrahim'e benzer ve melekler bile, ondan haya ederler."
—"Her peygamberin,
ümmeti içerisinde bir dostu vardır. Benim dostum da Osman İbni
Affan'dir."
—"Her peygamberin
cennette bir arkadaşı vardır. Orada, benim arkadaşım Osman İbni Affan'dır.'V
—"Ey Osman!
Allahu Teâlâ sana bir gömlek (hilâfet) giydirecektir. Eğer münafıklar senden
onu çıkartmanı (hilâfetten vaz geçmeni) isterlerse; bana kavuşuncaya kadar,
onu çıkarma."
—"Ey Osman!
Cenâb-ı Hak sana
bir gömlek (hilâfet)
giydirecektir.
İnsanlar, senden onu
çıkarmam isteyeceklerdir. Sen, onu çıkarma. Eğer sen, onu terkedersen,
cennetin kokusunu koklayamazsın."
—"Ben, aziz ve
celîl olan Allah'ın huzurunda, Osman'ın düşmanlarının hasmıyım. (Onlardan
da'vâcıyım.)" [231]
Ömer el-Faruk el-Adevî
el-Kureşî (R.A.), ashâb-i kiramın en seçkinlerinden ve islâm halîfelerinin
ikincisidir.
Hz. Ömer İbni Hattâb'a
Peygamber (S.A.V.) Efendimiz tarafından Ebö Hafs künyesi verilmiştir.
Halîfeler arasında
Emîre'l-Mü'minm nâmı ile anılan ilk zât Hz. Ömer'dir.
Hz. Ömer (R.A.), hak
ile bâtılın arasım lâyıkı veçhile ayırdığı için veya müslümanlar ile gayr-i
müslimler arasındaki ayrılığı en güzel ve kesin bir şekilde belirttiği için
Fâruk-i A zam lakabını almıştır.
Hz. Ömer (R.A.), Fil
Vak'asından 13 sene sonra, yâni hicretten 40 sene önce Mekke-i Mükerreme'de
dünyaya gelmiştir.
Ömerü'l-Fâruk (R.A.)un
babası Hattâb, Kureyş kabilesinin ileri gelenlerindendir. Ömer İbni Hattâb
(R.A.)'ın soyu, dokuzuncu dedesi olan Ka'b'de Fahr-i Kâinat (S.A.V.)
Efendimiz'in soyu ile birleşmektedir.
Annesi Hanteme binti
Hişam, Ebû CehiPin kız kardeşidir.
Ömerü'l-Fâruk (R.A.),
öteden beri Kureyş arasında sevilen ve sayılan, seçkin bir şahsiyet idi.
Kendisi, güzel ve
tesirli konuşması, arap târihine, edebiyatına, şiirine vukufu, mes'eleleri
çabuk ve doğru kavraması ve kolay çözüm bulması gibi hasletleri ile tanınmış;
bu yönleri ile yaşadığı toplum içinde üstün bir mevki sahibi olmuştu.
Arap kabileleri ile
kureyş arasında meydana gelen savaş ve benzeri olaylarda, elçilik görevi
genellikle Hz. Ömer ibni Hattâb'a verilirdi. [232]
Resûl-i Ekrem (S.A.V.)
Efendimiz, İslâmiyeti yaymaya başlayınca, Ömer ibni Hattâb, başlangıçta O'na
muhalif olmuş ve cephe almıştı.
Hatta, Hz. Hamza
(R.A.) müslüman olunca, müslümanlann güçlendiğin gören ve bundan telaşlanan
müşrikler, bu işe kesin bir çözüm bulmak maksadıyla Ebû Cehil'in başkanlığında
toplandıklarında; Fahr-i Âlem (S.A.V.) Efendimizin mübarek vücûdunu ortadan
kaldırma görevini üzerine almıştı.
Bu maksatla yola düşen
Ömer İbni Hattâb, yolda kız kardeşinin ve eniştesinin müslüman olduğunu
duymuş, doğru onların evine yönelmiş ve işittiği Kur'an âyetlerinin tesiri ile
kalbi yumuşamıştı.
Kendisi, kalbinde
İslâm dinine karşı temayülün ne şekilde meydana geldiği hususunu şöyle de
anlatmaktadır:
—"Resûlüllah'a
taarruz için evimden çıkmıştım. Kendisinin benden önce Mescid-i Haram'a gitmiş
olduğunu anlayınca, hemen bende gidip arka tarafına durdum. O, el-Hakka
Sûresini okumaya başlamıştı. Kur'an'm fesahat ve belagatına teaccüp ettim. Ve
içimden: "Vallahi, bu, Kureyş'in dediği gibi, bir şâirdir." diye
geçirdim. Ben, içimden bunu geçirir geçirmez, Hz. Peygamber : "Kur'ân,
Şerefli bir elçinin getirdiği sözdür. O, bir şâir sözü değildir...."
âyet-i kerîmesini[233]
okudu. Kendi kendime: 'Herhalde bu kâhin." dedim. Bu kerre de: "Kâhin
sözü de değildir. Ne az düşünüyorsunuz." nazm-ı celîlini[234]
okumasın mı.. Artık, İslamiyet kalbimde büyük bir yer tutmuştu."
Fahr-i Âlem (S.A.V.)
Efendimiz, daha O İslam'a muhalif iken.
—"Yâ Rabbî!... Bu
dîne, iki Ömer'den biri ile izzet ver." diye duâ eterdi.
Hatta, bir defasında
Peygamber (S.A.V.) Efendimiz:
—"Yâ Rabbi!
îslâmiyyeti Ömer îbni Hattâb ile kuvvetlendir." diye duâ buyurmuştu.
Nihayet, Hz. Ömer,
Resûl-i Ekrem (S.A.V.)'de ve Kur'ân-ı Kerîm'de tecellî eden sonsuz üstünlükleri
ve güzellikleri görmüş; kalbinde İslâm Nurları parlamaya başlamış ve sonunda
Fahr-i Âlem (S.A.V.) Efendimizin huzuruna giderek müslüman olmuş ve bunu bütün
âleme ilan etmiştir.
Hz. Ömer (R.A.)'den
önce 39 erkek, 23 kadın müslüman olmuştu. O, müslüman olan erkeklerin
kırkıncısı oldu. Ve bunun üzerine:
—"Ey Nebîî Sana;
Allahu Teâlâ ile sana tabî olan mü'minler yeter."[235]
âyet-i kerîmesi nazil oldu.
Bi'setin (= Hz.
Muhammed'e peygamberlik görevi verilmesinin) altıncı yılının Zi'1-hicce ayında
Hz. Ömer (R.A.)'in müslüman olması ile, gerçekten müslümanlar güç buldu, kuvvet
kazandı. O: "Biz, mademki Hak üzereyiz; ne diye gizlenelim..."
diyordu. Artık, birlikte ve aşikâre Ka'beyi tavafa gittiler. Ve artık,
müslümanlar dînî vazifelerini açıktan ve toplu halde yapıyorlar; İslamın kuvveti
gün geçtikçe artıyordu.
Ne var ki, müşrikler
de boş durmuyor ve onlar da, baskılarını, zulümlerini işkencelerini gün
geçtikçe artırıyorlardı.
Ve, müslümanlar, Allah
Resülü'nün izni ile iki defa Habeşistan'a hicret ettiler... İslâmiyet
Medine'de yayılmaya başladı.... Birinci ve İkinci Akabe Bîatleri gerçekleşti
ve Fahr-i Âlem (S.A.V.) Efendimizin izni ve emri ile Medine'ye hicret başladı. [236]
Hz. Ömer (R.A.) de,
Fahr-i Kâinat (S.A.V.) Efendimizden önce hicret edenlerdendir. Ve, O'nun
İslam'a girişi şanlı olduğu gibi, hicreti de şanlı oldu.
Hicret edeceği gün,
yayını omuzuna asıp, Ka'be-i Muazzama'-yi açıktan tavaf etti; namazını kıldı ve
oradaki müşriklere gür ve hâkim bir seda ile şöyle haykırdı:
—"Yüzünüz kara
olsun!... Allah, burunlarını toprağı sürtecektir. Anasını ağlatmak,
çocuklarını öksüz, karısını dul bırakmak isteyen varsa, şu vadinin arkasında
karşıma çıksın da göreyim!"
Bu meydan okuyuş
karşısında, tek bir kimse bile yerinden kı-mıldayamadı. Ve o kahraman zât,
cesaret ve vakarla; ama biraz da hüzünle Mekke-i Mükerreme'den ayrılıp,
Medine'ye hicret etti. [237]
Hz. Ömer (R.A.),
yanında hicret eden yirmi müslümanla birlikte Medine'ye vardı. Ve Medîne
halkına "Allah Resülü'nün de, Me-dîne'yi şereflendireceğini müjdeledi.
Sonra, Küba'ya
yerleşip, Fahr-i Âlem (S.A.V.) Efendimizin teşriflerini bekledi ve O'nu
karşıladı.
Hicret'ten sonra,
ensar ile muhacirler arasında yapılan kar-deşleşmede, Hz. Ömer (R.A.) de, Utban
îbni Mâlik ile kardeş olmuştu.
Bu iki kardeşten, her
gün biri, Allah Resülü'nün huzurunda bulunur ve duyduklarını diğerine
naklederdi.
Namaz vakitlerinin
nasıl îlân edilmesi gerektiğinin istişare edildiği günlerde, bu günkü ezanı
rüyasında görenlerden biri de Hz. Ömer (R.A.)'di.
Hz. Fâruk-ı A'zam
(R.A.). Resûl-i Ekrem (S.A.V.) Efendimizin bütün savaşlarına iştirak etti.
O'nun, Rasûl-i Ekrem ve Ne-biyyi Muhterem (S.A.V.) Efendimize olan muhabbet ve
fedâkârlığı her türlü tasavvurun üzerinde idi.
Hz. Ömer (R.A.), Bedir
ve Uhud Savaşlarında, devamlı Resû-lullah (S.A.V.) Efendimizin yanında bulundu.
Bedir Savaşında,
Kureyşin bütün kabileleri, bütün savaşçıları ile iştirak ettiği hâlde, Hz. Ömer
(R.A.)'in mensup olduğu kabileden, —O'ndan korktukları için— sadece on iki
kişi iştirak etmişti.
Ve Hz. Ömer (R.A.) bu
savaşta; Kureyş'in komutanlarından olan dayısı Âs İbni Hâşim'i kendi eliyle
öldürdü.
Uhud Savaşında,
Peygamber (S.A.V.) Efendimizin yanından hiç ayrılmadı...
Hendek Savaşında ise,
emrindeki askerlerle hendeğin bir bölümünü tuttu ve düşmanın hücumuna mâni
oldu.
Hayberin fethinden
sonra, kendi hissesine düşen araziyi
vakfetti.
Mekke'nin fethinde de
hazır bulundu
Mekke fethinden hemen
sonra yapılan Huneyn Gazvesine de katıldı.
Tebük seferinde, bütün
malının yansını ordunun teçhizine sar-fedilmek üzere verdi.
Hendek Savaşından
sonra, kızı Hz. Hafsa (R.A.), Allah Ra-sûlü tarafında nikahlanınca, Fahr-i Âlem
(S.A.V.) Efendimize kayınpeder olma şerefine erdi.
Hz. Fahr-i Kâinat
(S.A.V.) Efendimizin irtihâlini müteakip, hilâfet makamına geçen Hz. Ebû Bekir
(R.A.)'e ilk biat eden O oldu ve devamlı yanında ve hizmetinde bulundu;
müşaviri oldu. Beytü'l-Mâl emini olarak görev yaptı.
Hz. Ebû Bekir
(R.A.)'e, Kur'ân-ı Kerîm'in bir mushaf hâlinde toplanılmasını teklif etti ve
bir hey'et vasıtasıyla bu teklifi gerçekleştirildi. [238]
Hz. Ebû Bekir (R.A.),
vefatına yakın bir sırada, ashâb-ı kiramın ileri gelenleri ile istişare
ederek, Hz. Ömer (R.A.)'i velî-ahd tâyin etti.
Böylece Hz. Ömer
(R.A.), Hz. Ebû Bekir (R.A.) tarafından halîfe tâyin edilmiş oldu.
Hz. Ömer (R.A.)'in
hilâfetini, ashâb-ı kiramın hepsi memnuniyetle karşıladı ve biat ettiler.
Ermre'l-Mü'minin Hz.
Ömer (R.A.)'in hilâfeti on sene altı ay yedi gün sürdü.
Ve bu müddet içinde,
Bizans ve Sâsânî imparatorluklarının hâkimiyeti altında bulunan Suriye,
Filistin, Mısır, Irak ve İran'ı İslâm Devletinin sınırları içine kattı. Ve
zamanında 1036 büyük şehir fethedildi.
Kuzey Afrika'dan
Türkistan'a Azerbeycan'dan Yemen'e kadar, iki milyon kilometre kareden daha
geniş olan İslâm Devletini, kurduğu mükemmel müesseselerle, gayet mükemmel bir
şekilde idare etti.
Hz. Ömer (R.A.)'in,
İlim sahiplerine ve özellikle Peygamber (S.A.V.) Efendimizin ehl-i beytine ve
akrabalarına olan muhabbet ve teveccühü dillere destan olacak kadar fazla idi.
İslâm Âleminde ilk
Kur'an okulunu, Hz. Ömer (R.A.), Medîne-i Münevvere'de kurmuş ve Âmir îbni
Abdillah el-Huzaî (R.A.)'yi bu okula, Kur'an öğretmeni olarak tâyin edip,
maaşını Beytü'l-Mâl'den vermiştir.
İslâm Âleminde, ilk
nüfus sayımı da Hz. Ömer (R.A.) zamanında yapılmıştır.
Tüccarların, esnafın
ve satıcıların, halkı kandırıp aldatmalarına manî olmak için hisbe denilen
belediye teşkilatı da, Hz. Ömer (R.A.) zamanında kuruldu.
Mısır'dan, Medine'ye
deniz yolundan istifâde edilerek, ilk gıda malzemesi nakli de O'nun zamanında
yapıldı.
Ağırlık ve uzunluk
ölçülerinde bütün İslâm beldesinde tek ölçü sistemi Hz. Ömer (R.A.) zamanında
kabul edildi ve yaygınlaştırıldı.
Hz. Ömer (R.A.)
zamanında, bazı dirhemler de (= gümüş paralar da) darbedilmiş { = basılmış) ve
bunların üzerine el-hamdü lillah ve Mubamraed Resûlullah gibi ibareler
yazılmıştır.
Beytü'l-Mâl-i Müslimîn
adı ile, devlet hazînesi de ilk olarak Hz. Ömer (R.A.) zamanında tesis
edilmiştir.
Hicret-i Nebî'nin
tarih başlangıcı olarak kabul edildiği hicrî-kamerî takvim de Hz. Ömer (R.A.)
zamanında kullanılmaya başlanmıştır.
Küfe ve Basra
şehirleri de, Hz. Ömer (R.A.) zamanında ve O'nun emri ile kurulmuştur.
Posta teşkilâtı da Hz.
Ömer (R.A.) zamamnda kuruldu ve geliştirildi.
Asayişi temin maksadı
ile, geceleri Medine sokaklarına bekçi koyan ilk yetkili de Hz. Ömer
(R.A.)'dir.
Hz. Ömer (R.A.),
halîfe olunca, ashâb-ı kirâm'm isimlerini dîvan denilen defterlere, onların
derecelerini nazar-ı dikkate alarak kaydettirip onlara maaş bağladı. Bu
defterlerin muhafaza edildiği yere de dîvan denilir.
Ayrıca fakir ve
yoksullara da, beytü'I-mâl'den nafaka dağıtmıştır. [239]
Hz. Ömer (R.A.), büyük
bir fakıyh ve yüksek bir müctehid-tir. Kendisinden bir çok fetvalar
nakledilmiştir.
Ashâb-ı kiram içinde,
îbni Abbas gibi nice büyük âlim ve fa-kıyhler Hz. Ömer (R.A.)'in talebesi
durumundadırlar.
Hz. Ömer (R.A.)'ın bir
mes'eie hakkında hüküm verirken;
a-) Önce
Kitaballah'e yani Kur'ân-ı Kerim'e; onda bulamazsa,
b-) Sünnet-i
Seniyye'ye; onda da bulamazsa,
c-) Ashâb-ı
Kiramın icma'ma; müracaat eder; hükmü bunlarla sabit olmayan hadiseler
hakkında ise
d-) İçti had
eder yani kıyâs yoluna giderdi.
Kıyâs ve ictihad
ederken de, fakıyh sahabelerle fikir ahş-verişinde bulunur; hikmet ve maslahatı
da nazar-ı dikkate alırdı.
Hz. Ömer (R.A.)'in
ictih adların da büyük isabetler görülmektedir.
Hüküm verme hususunda,
kendisinin kullandığı bu metodu, diğer fakıyhlerin özellikle yöneticilik ve
kadılık gibi resmî görevlerde bulunan şahıslara da tamim eder ve onların da,
bir mes'ele hakkında hüküm verirken, bu metodu takip etmelerini isterdi.
Nitekim Kadı Şureyh'e
yazdığı mektupta, ona da, "bir hâdise hakkında hüküm verirken; kitap,
sünnet, icma ve kıyâs delillerini, —bu sıraya göre— kullanmasını"
emretmiştir.
Görüldüğü gibi, bu deliller,
ehl-i sünnet imamlarının da esas aldığı demlerdir ve bunları, Hz.
Ömer (R.A.) ortaya koymuş bulunmaktadır.
Hz. Ömer (R.A.), fıkıh
usûlünü ve muhakeme usûllerini ortaya koyma hususunda da büyük hizmetlerde
bulunmuştur.
Bu sahada, Hz. Ömer
(R.A.) ile birlikte hizmeti geçen ashâb-ı kiramın büyük âlimleri ve içtihada
muktedir olan seçkin zâtları da şunlardır: Hz. Ali, Abdullah îbni Mes'ûd, Ubey
İbni Kâ'b, Zeyd İbni Sabit ve Ebû Mûsâ'l-Eş'arî...
Hz. Ömer (R.A,)»
ashâb-ı kirâm'ın fakıyhleri arasında, en çok fetva verenlerden biri idi.
Âdâb-ı Kazâ'ya (=
Muhakeme Usûlü'ne) dair, Basra Kadısı Ebû Mûsâ'l-Eş'arî'ye yazmış olduğu meşhur
mektubu, fıkıh, usûl-i fıkıh ve âdâb-ı kaza ilimlerindeki yüksek derecesini,
parlak bir şekilde göstermektedir.
Hukuk sahasında
benzersiz bir vesika olan bu mektup, Serah-sî'nin Mebsûtu'nda Bedâyi'de ve
İ'lâmü'l-Muvakkıîn isimli kitaplarda mevcuttur.
Hz. Ömerü'l-Fâruk
(R.A.)'un daha pek çok mektupları ve hutbeleri vardır ve bunlar birer ilim ve
hukuk âbidesi ve birer belagat şaheseridir.
Hz. Ömer (R.A.), arap
edebiyat ve şiirine de hakkıyle vâkıftı. Kendisine arzedilen her şey hakkında
arap şiirinden bir beyit okuyabilirdi.
Hz. Ömer (R.A.), bütün
kumandanlarına, "dâima sabır, sebat, adalet ve takva ile hareket
etmelerini" emir ve tavsiye buyururdu.
İmâm Mâlik
hazretlerinin Zeyd îbni Eşlem'den rivayet ettiğine göre:
Şam Orduları komutanı
Ebû Ubeyde (R.A.) hazretleri, Hz. Ömer (R.A.)'e yazdığı bir mektupta,
"rumlarm tahşîdâtından (= asker yığmış olduklarından) ve korkunç vaziyetlerinden"
bahsetmişti. Hz. Ömer (R.A.), bu mektuba şu cevabı verdi:
"Emmâba'd... (=
bundan sonra = gelelim maksadımıza....) Şüphe yok ki, bir mü'mine, her ne
zaman, bir yerden, bir mihnet (= zahmet, eziyet, müsîbet belâ, gam, keder,
sıkıntı, dert) yüz gösterirse; Allahu Teâlâ, hemen mihnetten sona, bir halâs
(= kurtuluş çâresi yaratır.)
Ve şüphe yok ki, bir
zorluk, çetinlik, iki kolaylığa galebe edemez. Çünkü, her bir zorluğa, iki
kolaylığın mukârin (= bitişik, ulaşmış, erişmiş, yaklaşmış, bir yere gelmiş)
olacağını, bir âyet-i kerîme
bildirmiştir.
Ve yine şüphe yoktur
ki, Allahu Teâlâ, şöyle buyurmuştur: "Ey Mü'minler! Sabır (ve sebat)
ediniz. Sabır hususunda din düşmanlığı ile yarışıp, onlara galebe ediniz.
(Sınırlarınızda) nöbet bekleyiniz (ve İslâm yurdunu çiğnetmeyiniz.) Allah'tan
korkunuz. (Bu sayede) felah bulacağınızı umabilirsiniz."[240]
Hz. Ömerü'l-Fâruk'un
maddî ve manevî kemâlâtım, özellikle İslâm hukuku sahasındaki büyük kudret ve
hizmetini anlatmak için ciltlerle kitap gerekir. [241]
Hz. Ömer (R.A.),
Kureyş içinde, belâget ve fesahat yönünden en ilerde bulunanlardan, mütefekkir
bir zât idi.
Ve Hz. Ömer (R.A.),
yaratılışında bulunan, bu güzel yazma, güzel konuşma istidadı ile, kelâmın
inceliklerine hemen vakıf olur ve sözdeki mânâ ve nükteleri derhal kavrardı.
Ayrıca, yıllarca
Fahr-i Âlem (S.A.V.) Efendimizin huzurunda bulunmuş olan Hz. Ömer (R.A.),
Kur'an-ı Kerîm âyetlerinin mânâlarına ve nüzul sebeplerine muttâlî olmuş ve
bunların tefsiri hususunda Resûl-i Ekrem (S.A.V.) Efendimizden pek çok şey
öğrenmiş bulunuyordu.
Bütün hayatını,
îslâmiyetin yükselmesine tevcih ve tahsis etmiş bulunan Hz. Ömerü'l-Fâruk
(R.A.), şüphesiz ki, Kur*ân-ı Ke-rîm'in hakîkatlarına vakıf olma hususunda,
büyük bir ihtisas sahibi idi. Bundan dolayıdır
ki, O, müfessirlerin
ilk ve en
seçkin tabakasındadır.
Bezzaz, Hz. Ömer
(R.A.)'in tefsirle ilgili bir kavlini şöyle nakleder:
"Zâriyât
sûresinin birinci âyetindeki tozutup savuranlardan mu-rad rüzgariar'dır. Üçüncü
âyetteki kolayca akanlar'dan murad da gemi-ler'dir. Dördüncü âyetteki İş bölümü
yapanlar'den murad ise, melekler'-dir. Eğer ben, Resûlullah (S.A.V.)'den böyle
buyurmuş olduğunu işitmiş olmasaydım, bunu böyle söylemezdim." [242]
Hz. Ömer (R.A.), dâima
Fahr-i Âlem (S.A.V.) Efendimizin yakınında ve hizmetinde bulunmuş, O'nun
müşaviri ve sıhriyet itibariyle akrabası olmuş bir büyük sahâbî olduğu için;
Nebiyyi zî-Şân (S.A.V.) Efendimiz'in bir çok mübarek akvâl ve ef'âline ( =
sözlerine ve fiillerine) vâkıf olduğu muhakkaktır.
Ve dolayısiyle, Hz.
Ömer (R.A.)'in muhaddisler arasında çok yüksek bir mevkîi vardır. Kendisi
Fahr-i Kâinat (S.A.V.) Efendimizden bir çok hadîs-i şerîf rivayetinde
bulunmuştur. Ve bu hadislerin bir çoğu İmâm Ahmed îbni HanbeFin Müsned'inde
toplanmıştır.
tbni Hazm'ın
bildirdiğine göre, Hz. Ömer (R.A.)'in, müsned olarak rivayet ettiği hadisi
şeriflerin miktarı 573'tür.
Bununla birlikte Hz.
Ömer (R.A.), hadîs-i şerîf rivayeti hususunda çok ihtiyatlı ve dikkatli
hareket eder ve Rasûl-i Ekrem (S.A.V,) Efendimize isnâd edilen her şeyi,
kuvvetli bir delil ile sabit olmadığı müddetçe, hemen bir hadîs-i şerîf olarak
kabul etmezdi.
Hadîs-i şerîf rivayet
ederken çok titiz davranan Hz. Ömer (R.A.); hadîs-i şerîf rivayet edecek
zâtları intibaha ve basiretli hareket etmeye da'vet ederdi.
Bu sebepten dolayıdır
ki, Hz. Muâviye (R.A.) şöyle demiştir:
—"Ömer
İbni'l-Hattab (R.A.)'ın bildirdiği hadîs-i şeriflere iyi sarılınız.^ünkü O,
Resûlullah (S.A.V.)'ın söylemediği şeylerin hadîs diye nakledilmemesi için
insanları ihâfe etmiştir. (Yani yalan hadîs rivayet edenlere cezalandıracağını
bildirerek korkutmuştur)"
Bundan dolayıdır ki,
Hz. Ömer (R.A.)'in zamanında, hiç bir kimse, sahîh olmayan hadisleri rivayet
etmeye cür'et ve cesaret edemezdi. [243]
Abdullah îbni Mes'ûd
(R.A.), şöyle diyor:
—"Hz. Ömer'in
müslüman olması bir fetihtir; hicreti bir zaferdir; halifeliği de bu ümmet
için bir rahmettir. Biz Ka'be'de namaz kılmaktan korkardık; Ömer müslüman
olunca, orada topluca namaz kıldık."
Muhammed îbni Vâil
şöyle diyor: Abdullah İbni Mes'ûd (R.A.!) şöyle demişti:
—"Eğer, Hz.
Ömer'in ilmi, terazinin bir gözüne, insanların ilmi de diğer gözüne konulacak
olsaydı; elbette Ömer'in ilmi daha ağır gelirdi." demişti. Ben bu sözü
İbrahim'e naklettim. İbrahim bana:
—"Vallahi,
Abdullah bundan daha fazlasını söylemiştir.'* dedi. Ben:
—"Ne
söylemiştir?" diye sorunca, o şu cevabı verdi:
—"Hz. Ömer vefat
edince, Abdullah İbnü Mes'ud: "İlmin onda dokuzu gitmiştir."
demiştir."
Kubeysa İbni Câbir
şöyle diyor:
—"Ben, Hz.
Ömer'den daha çok Kur'ân okuyan, İlâhî dinde O'ndan daha fakıyh olan,
hududullahı ikâmeye daima gayret eden, insanların kalblerinde heybet duygusu
uyandıran bir zât görmedim."
Hz. Ömer (R.A.) şöyle
diyor:
Hesaba çekilmeden önce
kendinizi hesaba çekiniz. Amelleriniz tartılmadan önce, onları siz
tartınız."
—"İyilik kolay
bir şeydir. Güler yüz ve yumuşak söz bunu temin eder."
—"Şiddet
göstermeksizin kuvvetli; zaaf göstermeksizin yumuşak ol."
—"Allah'a itaat
eden büyük zâtların sözlerine dikkat edeniz. Çünkü onlara, gerçekler Allah
tarafından tecellî eder ve onunla konuşurlar."
—"İnsanların en
câhili, âhiretini, başkasının dünyası için satandır."
—"Tevbeden
maksat, günâhı bilip yapmamaktır. Amel-i sâlih-te bulunmaktan maksak kendini
beğenmemektedir. Şükürden maksat, aczini itiraf edip kulluğu bilmektir."
—"İnsanın
elbiselerini temiz kullanması şerefi icâbıdır."
—"Dinini bilmeyen
tüccar, pazarımızda satış yapmasın."
—"Hakkımda
hangisinin daha hayırlı olduğunu bilmediğim için darlık (fakirlik) ve bolluk
(zenginlik) günlerimin hiç birine aldırış etmedim."
Hz. Ömer (R.A.), Şam'a
gittiğinde, orada "elbisesinin eskiliği hakkında" söz edildiğini
duydu. Ve:
—"Biz,
İslâmiyetle izzet bulduk; izzet ve şerefi başka yerde aramayız." buyurdu.
Allah Resulü (S,A.V.)
şöyle buyurmuştur:
—"Allah'ım!
İslâm'ı, Ömer İbni Hattab ile aziz kıLve Ömer İbni Hattab'ı da İslâm ile aziz
kıl."
—"Cenâb-ı Allah,
gerçeği, Hz. Ömer'in lisanı ve kalbi üzere yarattı. O Faruktur. Allah, O'nunla,
hak ile batılın arasını ayırdetti.
—"Muhakkak ki,
şeytan senden korkar, ey Ömer!"
—"Ömer'in
gazabından korkun; çünkü, O gazablanınca Allah da gazab eder."
—"Gökte olan her
melek, Ömer'e hürmet eder ve yer yüzündeki her şeytan O'iîdan kaçar ve O'na
yanaşamaz."
—"Eğer, benden
sonra bir peygamber gelecek olsaydı; bu muhakkak Ömer İbni Hattab olurdu.
—"Ömer İbni
Hattab, Cennet ehlinin kandilidir."
—"Ömer'e buğzeden
muhakkak bana buğzetmiştir. Ömer'i seven, şüphesiz ki, beni sevmiştir. Her
indiğim yerde, Ömer benimle beraberdir ve Ömer'in indiği her yerde de ben
O'nunla beraberim. Her sevdiğim şeyde Ömer benimledir ve Ömer'in sevdiği şeyde
de ben O'nunla beraberim."
—"Ömer İbni
Hattab, Ümmetimin arasında yaşadıkça, fitne kapısı —ümmetime karşı— kapalı
bulunur. Ömer, vefat edince, ümmetimin araşma arka arkaya fitne girer."
—"Ey Ömer! Allahu
Teâlâ seni, dünya ve âhirette hayır ile müjdelesin."
—"Ömer kahraman
bir mü'mindir, cömerttir, müttakîdir, dinin koruyucusudur, hidâyet nurudur ve
takva nişânesidir. Sana tabî olanlara müjdeler olsun.
Ve sana hor bakanlara
yazıklar olsun. [244]
Bir gün Hz. Ömer
(R.A.) şöyle duâ ediyordu:
—"Yâ Rabbî! Bana,
senin yolunda şehitlik nasip et! Ve ölümümü Resulünün beldesinde kıl."
Bu duayı kızı ve bütün
müzminlerin annesi Hz. Hafsa işitti ve kendisine:
—"Bu, nasıl
olabilir?" diye sordu.
Hz. Ömer (R.A.) şu
cevabı verdi:
—Allahu Teâlâ isterse,
bunu vücûda getirir.
Hicretin 23. yılının
(milâdî 645) son ayında, Muğîre îbni Şu*-be (R.A.)'nin kölesi olan Mecûsî Ebû
Lü'lü, Hz. Ömer (R.A.)'i sabah namazı vaktinde ve mescidde bir hançerle
yaraladı. Ebû Lü'lü denilen kâfir, tfe. Ömer (R.A.)'e hançerini altı defa
vurmuştu. Ve yaralardan, karmnda olanı derin ve ağırdı. Bu köle, bir başka
şahsı da yaralayarak mescidden kaçtı. Ve sonra intihar etti.
Hz. Ömer (R.A.) evine
kaldırıldı. Bir müddet sonra ayıldı ve: —"Katilim kimdir? diye sordu
Kendisine,
"katilinin Ebû Lü'lü olduğu" söylenince de: —"Allah'a şükürler
olsun ki, bir müslüman tarafından vurulmadım." dedi.
Hz. Ömerü'I-Fâruk
(R.A.), kendisinden sonra halîfe olacak kimsenin seçilmesi için ashâb-ı
kiramdan, cennetle müjdelenmiş olan şu altı kişiyi görevlendirdi. Hz, Osman,
Hz. Ali, Hz. Zübeyr, Hz. Talhâ, Hz. Sa'd îbni Ebî Vakkâs ve Abdurrahman İbni
Avf.
Bundan sonra Hz. Ömer
(R.A.), oğlu Abdullah (R.A.)'a:
—"Müzminlerin
annesi Hz. Âişe'ye git ve O'na, Ömer îbni Hattab'ın selâmını söyle;
"mü'minlerin emîri" deme; ben, bugün, rhü*-minlerin emîri değilim.
O'na: "Ömer, sahibinin yanına defnediTmek için izin istiyor."
de." buyurdu.
Abdullah İbni Ömer
(R.A.) bu durumu, Hz. Âişe (R.A.)'ye söyleyince, O:
—"O yeri kendime
ayırmıştım; fakat, gönül rızâsı ile Ömer'e veriyorum." buyurdu.
Hz. Ömer (R.A.), bu
haberi duyunca*
—"Bu, benim en
büyük dileğimdi." buyurarak memnuniyetini izhâr etti.
Ve Hz. Ömer (R.A.),
yaralanışından bir gün, (diğer bir rivayete göre ise üç gün) sonra vefat etti.
Şehitlik şerefine nail
olduğu zaman 63 yaşında idi.
Ve, Fahr-i Âlem
(S.A.V.) Efendimiz şöyle buyurmuştu
—"Cebrail (A.S.)
bana gelip: "Ömer'in ölümü üzerine, bütün İslâm Âlemi ağlıyacaktir."
dedi."
Ve Hz. Ömer (R.A.),
Fahr-i Âlem (S.A.V.) Efendimiz ile Hz. Ebû Bekr-i Sıddîk (R.A.)'in medfün
bulundukları Ravza-i Mutah-hara'ya defnedildi. Ve onlar, birbirlerinden
ayrılmaksızın beraberce yaşadıkları gibi irtihallerinde de makber-i saadetlerine
konuldukları zaman yine beraber oldular. [245]
Ümmü'l-Mü'minîn Hz.
Safiyye, Hayber Reislerinden Huyey İbni Ahtab'm kızıdır. Safiyye binti Huyey
îbni Ahtap, takriben hicretten 12 yıl kadar önce Hayber'de doğmuştur.
Hz. Safiyye annemizin
nesebi, Hz. Mûsâ (A.S.)'nm kardeşi Hz. Harun İbni îmrân'a kadar uzanmaktadır.
Bu itibarla, Medine civarında oturan Benî Kurayza ve Benî Kaynuka kabileleri,
kendisinin Prens kızı olarak tanırlardı.
Hz, Safiyye, önce
Selâm îbni Mişkem-'in karısı idi; daha sonra Kinâne îbni Ebî Hukayk ile
evlenmiştir. Hicrî 6. yılda yapılan Hay-ber seferi sonunda, kocası katledilmiş;
kendisi de esir olarak alınmıştı.
Enes İbni Mâlik hazretleri; Hz.
Safiyye'nin Peygamber (S.A.V.) Efendimizle izdivaçlarını şöyle
anlatıyor:
"Allahu Teâlâ,
Hayber'in fethini nasip etti. Esirler alındı Sa-hâbilerden Dihye, Peygamber
(S.A.V.) Efendimize müracaat ederek, bir câriye istedi. Efendimiz (S.A.V.) de,
"gidip, esirler arasından bir câriye seçmesini" emir buyurdu. Dihye
(R.A.) de gidip Safiyye'yi seçti. Bunu gören sahâbilerden biri, Resûl-i Ekrem
(S.A.V.) Efendimize gelerek:
—' 'Yâ Resûlallah,
Dihye'nin seçtiği, Benî Kurayza ve Benî Nâdir Kabîlelerinin^ultanıdır. O,
Allah'ın Resulünden başka kimseye uygun düşmez." dedi.
Bunun üzerine Peygamber
(S.A.V.) Efendimiz Dıhye'yi çağırarak: "Git, Safiyye'nin yerine
esirlerden bir başkasını al."
Ve,.Resül-i Ekrem
(S.A.V.) Efendimiz, Safiyye'yi azâd etti."
Hz. Safiyye, azâd
edildikten sonra, Fahr-i Kâinat (S.A.V.) Efendimiz, ona evlenme teklif etti. O
da, mehir olarak, kendisinin azâd edilmesini kabul edip, evliliğe
"evet" dedi. Ve, böylece nikâh aktedildi.
Hz. Safiyye (R.A. =
Radıyallahu Anhâ) annemiz, îslâmiy-yeti o derece samimiyyetle benimsemişti ki,
bütün vakitlerini ibâdet ve zikirle geçirmeye başlamıştı.
Ümmü'l-Mü'minîn Hz.
Safiyye, Peygamber (S.A.V.)'den on hadîs-i şerîf rivayet etmiştir.
Hicretin 50. yılında
Medîne-i Münevvere'de vefat eden Ümmü'l-Mü'minîn Hz. Safiyye (R.A.), Bakî Kabristanına defnedilmiştir.
Bıraktığı yüz bin
dirhemlik mirasın üçte birisi, vasiyeti gereğince yeğenine, kalanı da
fakirlere dağıtıldı. [246]
Hemmâm İbni Haris İbni
Kays en-Nehaî, tabiînden, Kûfe'li bir âlimdir.
Hemmâm îbni Haris,
fıkıh ve hadis ilimlerinden güvenilir bir âlimdi. Ayrıca, ilmi ile amel eden,
muttaki ve zâhid bir zatttı.
Hemmâm İbni Haris,
hicrî 65 (milâdî 685) tarihinde vefat etmiştir. [247]
Heyseme İbni
Abdurrahman, büyük bir fıkıh âlimidir. Kûfe'-lidir. Sika bir zattır.
Ancak, bu zatın,
—hadîs rivayet ederken— irsalde bulunduğu yani hadîs-i şerifin senedini
söylerken râvilerden bir kısmını atladığı söylenir.
Heyseme İbni
Abdurrahman, hicrî 180 (mîlâdî 797) yılından sonra vefat etmiştir. [248]
Hızır Bey, büyük bir
Osmanlı âlimidir.
Hicrî 800 (milâdî 1398)
tarihinde Sivrihisar'da doğan Hızır Bey, Kadı Celâlüddîn'in oğludur ve Hoca
Nasreddin Efendi merhumun torunlarındandır.
Hızır Bey, Bursa'da
müderrislik yapmıştır.
Fatih Sultan Mehmed
Han, İstanbul'u fethedip, orayı devlet merkezi yaptıktan sonra Hızır Bey'i
Sivrihisar'dan getirtmiş ve İstanbul'a kadı tâyin etmiştir. İstanbul'un ilk
kadısı Hızır Bey'dir.
Hızır Bey merhum,
Molla Fenârî hazretlerinden fıkıh tahsil etmiştir.
Kendisinden de
Hâce-zâde Muslıhiddin ve Hatib-zâde Şemsüd-din gibi meşhur âlimler ders
almışlardır.
Merhum Hızır Bey, kısa
boylu olduğu için, kendisine ilim dağarcığı derlerdi.
Hızır Bey'in vefat
tarihi "Lâ zâle aleyhimü'r-rahmetü" terkibinin delâlet ettiği
(hicrî) 863 (milâdî 1459) yılıdır.
(Ebced hesabiyle târih
düşürmeyi de Hızır Bey bulmuştur.) Hızır Bey, İstanbul'da, Vefâ'dan Zeyreğ'e
giden caddenin sağ tarafındaki mescidin avlusunda medfundur. [249]
Büyük bir fakiyh ve
edib olan Hızır Bey'in başlıca eserleri şunlardır:
1-) Kaade-i
Nûnîyye
Bu kıymetli eser,
manzum bir akâid risâlesidir.
Kasîde-i Nûniyye,
Hızır Beyin talebelerinden Şemsüddin Ahmed Hayalî ve Uryânî-zâde İsmet Efendi
gibi bir çok zât tarafından şer-hedilmiştir. Bunların en meşhuru Şemsüddin
Hayalî merhumun şerhidir.
2-)
Metali'nin Farsça Tercümesi
Hızır Bey, Fâtih
Sultan Mehmet Hanın emri ile, Metâli'i geniş bir şekilde farsca'ya tercüme
etmiştir.
3-)
Şiirleri:
Hızır Bey'in arapca,
farsca ve Türkçe şiirleri, O'nun edebiyattaki gücünü göstermektedir. [250]
Hilâs îbni Amr
el-Hecerî, tabiînden, muhaddis bir zâttır. Basra'lıdır.
Hilâs lbni Amr, şu
zevattan hadîs-i şerîf dinlemiş ve rivayet etmiştir:
Hz. Ali, Hz. Ebû
Hureyre, Hz. Abdullah îbnü Abbas ve diğer bazı sahâbiler..
Ondan hadîs rivayet
eden kimseler ise: Mâlik îbni Dinar ve Katâde gibi meşhur âlimlerdir.
Sika ve faziletli bir
zât olan Hilas İbni Amr, hicrî 100 tarihinden önce vefat etmiştir. [251]
Ebû Abdurrahman Hişâm
lbni Yûsuf es-San'anî, Yemen fu-kahâsınm en büyüğü sayılan bir âlimdir.
Hişâm İbni Yu'suf,
aslen İran'a olduğu hâlde, San'ada kadılık yapmış bulunduğu için San'ânî diye
meşhur olmuştur.
Hişâm lbni Yûsuf,
hıfzı ve kavrayışı çok kuvvetli olan bir âlimdir.
Hişâm İbni Yûsuf
merhum, rivayet ettiği hadis-i şerifler Sahîh-i Buharı'de yer almış bulyrîan
meşhur ve sika râvilerdendir.
Hişâm İbni Yûsuf hicrî
197 (milâdî 813) yılında vefat etmiştir. [252]
Humeyd Ebû İbrahim,
aşere-i mübeşşere'den Abdurrahman îbnü Avf (R.A.) hazretlerinin oğludur. Annesi
Gülsüm, Hz. Osman (R.A.)'m ana bir kız kardeşidir.
Humeyd, muhterem
babasından, ibni Abbas'tan, Ebû Hurey-re'den ve daha bir çok sahâbe-i kiramdan
hadîs-i şerîf rivayet etmiştir.
Kendisinden de, Zührî
gibi bir çok tabiî rivayette bulunmuştur.
Humeyd İbni
Abdirrahman İbnü Avf, sika bir muhaddis ve büyük bir fakıyhtir.
Tabiînin ileri
gelenlerinden biri olan Humeyd İbni Abdirrahman, hicrî 95 (milâdî 714)
yılında, yetmiş iki yaşında vefat etmiştir. [253]
Huzeyfe İbnü'l-Yemân el-Ebsî,
sahâbe-i kiramın ileri gelenler indendir.
Huzeyfe, Yemân
lakabiyle şöhret bulan îbni Câbir el-Absî'nin oğludur ve babası da
sahabedendir.
Hz. Huzeyfe ve babası
Hz. Yemân (R.A. = Radıyallahu an-hüma), Medîne-i Münevvere'ye beraberce hicret
etmişler ve babası Yemân hazretleri, Uhud Savaşında, bir yanlışlık eseri
olarak, İslâm kuvvetleri tarafından şehîd edilmiştir. Huzeyfe (R.A.), babasımn
kanını hibe etmiştir.
Huzeyfe İbnü'l-Yemân
(R.A.)'ın kabîlesi olan Benî Abs, Hay-ber ile Teyme arasındaki bölgede
yerleşmişti. Ve bu kabîle, İran kisrâsı Nuşirevân zamanında hiristiyan olmuştu.
Onların arasından çıkan bir hiristiyan büyüğü, âhir zaman peygamberinin
geleceğini haber vermişti. Bu kabîle ancak, hicretten sonra İslâmiyetten
haberdar olmuş ve Hz. Huzeyfe ile babasının da dâhil olduğu dokuz kişilik bir
hey'et Medîne'ye gelerek îslâmiyeti kabul etmişlerdi.
Peygamber (S.A.V.)
Efendimiz, bunları muhacirden veya en-sârdan olmak arasında serbest bırakmış,
onlar da ensârdan olmayı tercih etmişlerdir.
Hz. Huzeyfe (R.A.),
Resûl-i Ekrem (S.A.V.) Efendimizin sırdaşı, mahremi- esrarı idi. Peygamber
(S.A.V.) Efendimiz, kıyamete kadar zuhur edecek olan fitneleri ve büyük
hâdiseleri O'na haber vermişti. Bu cümleden olarak, Huzeyfe (R.A.) hazretleri,
münafıkların kimlerden ibaret olduğunu da bilirdi.
Bu durumu, bütün ashâb
bildiği için, Hz. Huzeyfe (R.A.)*ya büyük itibar gösterirler ve ileriye dönük
bazı mes'eleleri O'ndan sorarlardı. Ancak O, bu gibi suâlleri cevapsız
bırakırdı.
Bir gün, Hz. Ömer,
"fitrenin kendi devrindemi çıkacağım" sormuş ve Huzeyfe (R.A.)
hazretlerinden sadece: "Hayır." cevabını alabilmişti.
Hz. Ömer (R.A.)
halifeliği şuasında, Huzeyfe (R.A.)'den, "memurları arasında, münafıkların
bulunup bulunmadığını" sormuş; "bulunduğu" cevabını alınca da
"kimlerin münafık olduğunu" söylemesini istemiş; fakat, Hz. Huzeyfe
(R.A.) bunları açıklamamıştı.
Hz. Ömer (R.A.), ashâb
içinden bir cenaze zuhur ettiğinde, Huzeyfe (R.A.)'nin, o cenazeye gidip
gitmediğine bakardı. Ve, O'-nun cenazesine gitmediği şahsı münafık sayarak,
kendisi de cenaze namazını kılmazdı.
Hz. Huzeyfe (R.A.)*nin
Kur*an-ı Kerimin bir araya toplanmasında da hizmeti geçmiştir.
Hz. Huzeyfe (R.A.),
Peygamber (S.A.V.) Efendimiz zamanında ve O'nunla birlikte bir çok savaşa
iştirak ettiği gibi, Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer zamanlarındaki fetihlere de
iştirak etmiştir. O*-nun, müslüman olduktan sonraki hayatı savaşlarda geçti.
Hemedân ve Dinever, O'nıın himmeti Ue fetholunmuş ve bir çok görevlerde
bulunmuştur.
Hz. Ebû Bekir
tarafından emîr (= ordu komutam) tâyin edilen Huzeyfe (R.A.), Umman'dan Irak'a
iran'dan Azerbeycan'a kadar bütün bölgelerde savaşmış ve zafer kazanmıştır.
Hz. Huzeyfe, Hz. Ömer
tarafından Medayin Valiliğine tâyin edilmiş ve vefatına kadar bu görevde
bulunmuştur.
Hz. Ömer (R.A.), yeni
fetholunan memleketlere: "Huzeyfe ne isterse veriniz." diye emir
vermiş olduğu halde, O kendi yiyeceği ile atının yeminden başka bir şey
almamıştır.
Hz. Ömer (R.A.) daha
sonra, Hz. Huzeyfe'nin eskisi gibi fakirane ve sâde yaşadığını görünce,
boynuna sarılmış ve: "Sen benim kardeşimsin; ben de senin
kardeşinim." demiştir.
Huzeyfe İbnü'l-Yemân
(R.A. = Radıyallahu anhümâ), Fahr-i Kâinat (S.A.V.) Efendimizden, yüzden fazla
hadîs-i şerîf rivayet etmiştir.
Huzeyfe (R.A.)'nur
rivayet ettiği hadîs-i şeriflerden otuz yedisi Buhârî ve Müslim'de yer
almıştır. Diğer sünen sahipleri de Hz. Huzeyfe (R.A.)'den hadis
nakletmişlerdir.
Bu hadîs-i şeriflerden
bir kısmı fitne ve fesat hakkındadır.
Resûl-İ Ekrem (S.A.V.)
Efendimizin sırdaşı olan Huzeyfe Îbnü'l-Yeman hazretleri, Hz. Osman (R.A.)'ın
şehid edildiğini duyduktan sonra fazla yaşamamış ve ölüm döşeğinde: "İşte
bu dünyanın son demidir. Yâ Rabbi! Bilirsin ki, ben seni severim. Sana kavuşmamı
mübarek kıl." diyerek, ruhunu teslim etmiştir.
Hz. Huzeyfe'nin vefatı
hicrî 36 (milâdî 657) yılına rastlamaktadır. [254]
Hüsâmüddin Muhammed
bin Osman el-Alyabadî
es-Semerkandî büyük bir hanefî âlimidir. Kendisi hem fakıyh,
hemmü-fessir ve hem de muhaddis idi.
Hüsâmüddîn Semerkandî
merhum, Mecîdüddîn Muhammed Üstürûşenî'den ilim tahsil etmlfir.
Kendisinden de,
FiisûhıM-Iiatİiyye sahibi îmâdüddnVin oğlu Ab-durrahim fıkıh tahsil etmiştir.
Hüsamüddin Semerkandî*
nin MaÜau'KMeinî ve Menbau'l-Mebkaî isimli, bir kaç ciltten müteşekkil bir
tefsiri vardır ki, bunu hicrî 628 (milâdî 1231) tarihinde telif etmeye başlamıştır. [255]
Alyabâd, Rey civar
indîdir.
Hüsamüddin Hüseyin
bin Ali Sığnâkî,
hanefî fakıyhlerindendir.
Sığnak, Türkistan'da
bir beldenin adıdır.
Hüsâmüddîn Sınâkî
merhum, Hâfızu'd-dîni'l-Kebîr Muhammed el-Buhârî'den ilim tahsil etmiştir. [256]
Hüsâmüddîn Sınâkî'nin
başlıca eserleri şunlardır:
1-)
en-Nihâye Bu eser, HMfcye'nin şerhidir ve Hidâye üzerine yazılan ilk şerh
budur.
2-) Klfî
Bu eser de, UsûM
Pezdevî'nin şerhidir.
3-)
Şeihu't-Temhîd fi-KavüdJ't-Tevhîd
Hüsâmüddîn Sığnâkî,
hicrî 711 (milâdî 1312) tarihinde vefat etmiştir. [257]
tbni Âbidîn, Muhammed
Emin bin Ömer bin Abdü'1-Aziz ha-nefî fukahasından meşhur bir zâttır.
tbni Âbidîn, hicrî
1198 (milâdî 1784) yılında Şam'da doğmuş ye 1252 (milâdî 1836) yılında yine
Şam'da vefat etmiştir.
İbni Âbidîn merhum,
küçük yaşta Kur'an-ı Kerîmi ezberlemiş ve babasının dükkanında ticâretle
uğraşmaya başlamıştır.
İbni Âbidîn, bir gün
babasının dükkanının önünde, Kur'ân-ı Kerîm okumakta idi. Oradan geçmekte olan
bir şahıs, îbni Âbidîn'e "orasının bir ticarethane olduğunu, burada Kur'ân
okumakla hem kendini, hem de başkalarını, günâha soktuğunu; Kur'an'da da lahn
yaptığını" hatırlatarak; "orada Kur'ân okumamasını" tenbîh
etmiş....
Bunun üzerine îbni
Âbidîn, derhal babasından izin almış ve o zaman Şam'ın en meşhur hafızlarından
olan Şeyhu'I-Kurra Sâid el-Hamevî'den, kıraat ilimlerini tahsil etmiş;
Cezeriyye ve Şâbbiyye gibi kıraat kitaplarını ezberlemiştir.
Daha sonra sarf, nahiv
ve şâfiî fıkhı ile meşgul olmaya başlayan İbni Âbidîtı, bilâhare Seyyin
Muhammed Şakir Selîmi'nın derslerine devam etmiştir.
îbni Âbidîn merhum,
Seyyin Muhammed Şâkir SeBmiî'den tefsir, hadîs ve fıkıh ilimleri ile ilgili
pek çok şey okumuş ve bu zâtın tavsiyesiyle hanefî mezhebine intikâl etmiştir.
Zamanında Şam'ın en
büyük muhaddislerinden olan Küzbe-rî'den de icazet almış bulunan îbni Âbidîn
merhum, kendisi de bir çok âlime icazet vermiştir. [258]
İlmi ile âmil, sâüh ve
muttaki bir zât olan İbni Âbidin merhumun pek çok telifatı vardır. Bu kıymetli
eserlerinin başlıcaları şunlardır:
1-) Teftfr-i
Beyzârî Haşiyesi
2-)
Reddii'l-Muhtâr alâ Düm'l-Muhtâr
Bu kıymetli eser, son
zamanlarda Türkçeye tercüme edilmiş ve basılmıştır.
Bu esere, Merhum îbni
Âbidîn'in oğlu Alâüddın Muhammed tarafından Kun-etü'l-Uyûni'l-Ahyâr namı ile
bir tekmile yazılmıştır.
3-) Ref
o'-Enzar amma Evredehül-Hakbî ale'd-Dürri'l-Muhtâr.
4-)
Minhâtü'l-Halik ale'1-Bahri'r-Raik
5-)
Nesematü'l-Eshar alâ-Şerhi'1-Menâr
6-) Haşiye
ale'l-Mutaml.
7-)
er-Râhikü'l-Mahtum Bu eser, feraizle ilgilidir.
8-) el-İbâne
9-)
İthâfü'z-Zeki
10-)
İcâbetü'1-Gavs
11-)
Bağyelü'l-Menâsik
11-)
Tahbîrü't-Tahrir
13-)
Tahrirü'l-İbâre
14-)
Tahrirün-Nükûl
15-) Tenkîbn
zevi'l-Efhâm alâ Buhtâni'l-Hükm.
16-)
Tenkîhu'l-Fetâvâ'l-Hamidiyye
17-)
er-Râhiku'1-Mahtûm
18-)
Refû'l-İştibâh
19-)
Şifâü'1-ABI Ukodii'l-LeâÜ
20-)
el-İbnü'z-Zâhir
21-)
el-Fevâidii'l-Acîbe
22-)
Miinhalü'l-Halik
23-)
Tenbîhu'l-Vüföd
24-)
Tenbihu'l-Gafdiiı
25-)
Mianetn'l-Cebfl
26-)
Nesemâtü'l-Eshar[259]
İbni Cerîr et-Taberî,
tefsir, kıraat, hadîs, fıkıh, tarih, edebiyat, nahiv, matematik ve tıb
ilimlerinden eser vermiş büyük bir âlimdir.
îsmi: Muhammed İbni
Cerîr; künyesi: Ebû Ca'fer olan bu zât, memleketine nisbet edilerek Taberî diye
anılmaktadır.
Büyük bir şâfî fakıyju
olan Muhammed îbni Cerîr, hicrî 224 (mî-lâdî 839) yılında Taberistan'in Amül
şehrinde dünyâva gelmiştir.
îbni Cerîr Taberî,
tahsiline memleketinde başlamış ve yedi yaşında iken Kur'anî Kerîm'i
ezberlemiştir.
Dokuz yaşma gelince,
işittiği hadîs-i şerifleri yazmaya başlayan Taberî, bundan sonra ilim tahsili
için Küfe, Basra, Rey, Mısır, Suriye ve Irak şehirlerine gitti. Tahsilini
tamamladıktan sonra Bağdad'a yerleşerek, meşgul olduğu sahalarda bilgisini
artırdı.
İbni Cerîr Taberi;
Muhammed İbni Abdilmelik, İshâk İbni Ebî İsrail, Ahmed İbni Meni Begav! ve
Muhammed İbni Mûsâ gibi pek çok âlimlerden hadisi- şerif dinledi ve rivayet
etti.
Kendisi, yüz bin
hadîs-i şerîfi, râvî silsilesi ile birlikte ezberleyerek, hadîs'te de hafız
oldu.
İbni Cerîr et-Teberî,
fıkıh ilmini Dâvud-i Zahirîden, şâfiî fıkhını Mısır'da Rebi İbni Süleyman'dan;
Bağdad'da da Muhammed Za'ferânî'den öğrendi.
Taberî merhum, Yûnus
İbni Abdü'1-Â'lâ ve diğer bazı fakıyh-lerden Mâlikî mezhebini; Ebû Mukâtil'den
de Hanefî fıkhım öğrendi. Böylece, —kendisi şâfiî olmakla beraber— dört
mezhebin fıkhını da öğrenmiş oldu.
Taberî merhumdan hadîs
dinleyip, rivayette bulunan şahıslar arasında da Ebû Şuayb el-Harrânî ve
Abdülgaffâr el-Huseybî gibi zâtlar vardır. [260]
Taberî merhum pek çok
ilimle meşgul olmuş ve bu ilimlerde çok sayıda kıymetli eserler telif etmiştir.
Bu eserlerden başlıcalân şunlardır:
1-)
Ctaiu'I-Beyla et-Te\3n'l-Kur'İB
İbni Cerîr et-Taberî
hazretleri Özellikle tefsir sahasında meşhur olmuş bir âlimdir. Ve, tefsiri
ile tanınır.
Onun Tcfsîr-i Taberî
diye de anılan bu kıymetli eseri, tefsir hususunda ashâb-ı kiramın ve tabiînin
rivayetlerini toplayan, en geniş tefsirlerden biridir,
O, bu eserinde, bütün
rivayetleri değerlendirdiği gibi, kendisinden önce tefsir yazan zevatın eserlerini
de gözden geçirip onlardan da istifade etmiştir.
İmâm Nevevî şöyle
diyor:
—"Taberî'nin
yazdığı tefsirin bir benzeri yazılmamıştır. Bu hususta ittifak vardır."
Ebû Hâmid el-Isferânî
de:
—Bir kimse, İbni Cerir
tefsirini elde etmek için, Çin'e kadar gitmiş olsa bile, çok bir iş yapmış
sayılmaz." demiştir.
2-)
Târîhü'1-Umem ve'1-Mülûk
Bu eser,
Abbâru'r-Rusûl ve'l-Möttk veya kısaca Târîh-i Taberi diye de anılmaktadır.
Taberî merhum, bu
kıymetli eserinde, Hz. Adem (A.S.)'m yaratılışından, Peygamber (S.A.V.)
Efendimizin hicretine kadar geçen olayları duyduğu ve tarih kitaplarında
gördüğü şekilde yazmış; hicretten sonraki olayları ise, vesikalara ve
rivayetlere dayanarak geniş bir şekilde kaleme almıştır.
Yazılış zamanı
itibariyle eski, mündericât itibarîyle geniş ve mevsuk bulunan bu kıymetli
eser» tarihçiler için mühim bir kaynak teşkil etmektedir.
Bu kitap, önce
farscaya tercüme edilmiş, sonra da ingilizce ve almanca çevirileri
neşredilmiştir.
Bu kitabın arabca
aslı, Mısır'da On bir cild olarak basılmıştır.
Tarih-i Taberî, Ali
İbni Muhammed Şimşâtî nâmında bir şiî tarafından tahrif ve tahrîb edilerek
kısalmış ve sahâbe-i kirama dil uzatan bu kitap da, Tarih-i Taberî adı ile
tanınıp, yine bu isimle dilimize de çevrilmiştir.
3-)
el-Müsteişîd fî-ülûmi'd-Dîn
4-) Kilâbü
İhdlâfi'l-Fukahâ.
5-)
Tariha'r-Ricâl raineVSahâbeli ve't-TâbSn
6-) Kitâbü
Tezhîbi'I-Âsâr
Bu eser, benzersiz bir
kitaptır. Aşere-i mübeşşere'nin, Peygamber (S.A.V.) Efendimizin ehl-i
beytinin, mevâlinin ve kısmen İbni Abbas (R.A.) hazretlerinin, müsnedlerinin ve
rivayet ettikleri bir kısım hâdis-i şeriflerini ihtiva etmektedir.
Aynı zamanda büyük bir
edib ve şâir olan Taberî merhum, kendi geliri ile geçinir ve kimseye minnet
etmezdi.
Babasının Taberistanda
bıraktığı mirastan hissesine düşen miktar ile geçimini sağlayan Taberî, sultan
ve emirlerin atiyyelerini de kabul etmezdi.
Hakânî vezir olunca,
Taberî'ye büyük bir atıyye vermek istedi, O bunu kabul etmedi. Kadı tâyin etmek
istedi. Taberî bunu da kabul etmedi. Bunun üzerine arkadaşları, Taberî'ye:
—"Bunu kabul
etmeliydin. Bunda senin için sevap vardı. Bir sünneti ihya etmiş olurdun."
dediler.
Taberî ise:
—"Ben bunu kabul
etsem bile, siz, beni bundan men etmeliydiniz. Ben, böyle yapacağınızı
zannederdim.*' karşılığını verdi.
Muhammed îbni Cerîr
et-Taberî, hicri 310 (milâdî 923) yılında Bağdad'ta vefat etmiştir. [261]
Abdurrahman Ibnü
Ebî'l-Hasan Ali el-Cevzî el-Bağdadî meşhur bir zâttır. Hz. Ebû Bekir (R.A.)'in
neslindendir.
ibni Cevzî merhumun
künyesi: Ebâ'l-Ferec, lakabı ise: Cemâliiddîn'dir.
Büyük dedesi
Vasıflıdır. Vâsıt'ta da sadece bu zatın evinde ceviz ağacı varmış. Bu sebeple
kendisi ve neslinden gelenler cevzî diye anılmıştır.
Îbnü'l-Cevzî,
zamanında Irak'ın büyük bir allâmesi ve heyecanlı bir vaizi idi.
Gayet zâhid ve âbid
bir zât olan îbni Cevzî merhum hanbeK mezhebinden idi. Ancak, hanbelî
mezhebindeki bazı tutumlardan şikayetçi olmuştur.
İbnü'l-Cevzî hayatının
son zamanlarında, Abdülvehhab el-Hanbelî adındaki garazkâr bir şahsın şikâyeti
üzerine, şiî olan vezir İbnü'l-Kassab tarafından Vâsıt'a sürülmüş ve orada bir
ev içinde mah-bus gibi yaşamıştır. Bu sürgünde, bu mübarek zâtın, Hz. Ebû Bekir
(R.A.)'in neslinden gelmiş olmasında tesiri olmuştur.
Ibnü'l Cevzî,
özellikle tefsir, hadis ve tarih ilimlerinde, müte-hasıs idi. Kendisinin, üç
yüz kadar eseri vardır. Ancak, bazı eserlerinde yanlışlıklara rastlanmaktadır
ki, bu hâlin "çok eser yazmasından, yazdığı bir eseri kontrol etmeden,
diğer bir esere geçmiş bulunmasından ileri geldiği" söylenmektedir. [262]
Bu muhterem zâtın
eserlerinden bir kısmı şunlardır:
l-)
Zâdü'l-Mear fi-İlmi't-Tefsîr
Bu, dört ciltlik bir
eserdir.
2-)
Teyarü'l-Beyân fî-Tefsîri'l-Kur'ân
3-)
Minhâcü'l-Vüsfil Uâ-ilmi'I-Usûl
4-)
el-Menfea fî'l-Mezâhibi'i-Erbaa
5-) el-İnsâf
fî-Mesâili'l-Hilaf
6-) el-Bujga
fî'1-Fürû
7-)
Ceyâhirü'l-Meviza
8-)
Medâricü's-Sâlikin
9-)
el-Munlazara fi-Târihi'l-Umem
10-)
MenâkM'ş-Şaffî
11-)
Menâkibü'l-İmâm Ahmed İbni Hanbel.
12-) Defi
Şübheti'l-Teşbîh ve'r-Reddü alâl-Mücessime
13-)
Kitâbü'l-Ezkiya
14-) Tezkiretii'l-Müntebih
fî-Uyuni'l-Müstebeh
15-)
Umdetü'r-Râsıh fî-Ma'rifeti'l-Mensûb ve'n-Nâsih.
16-)
eUVluhteseb fî'n-Neseb
17-) Fedâili
Ömer İbni'l-Hattâb
18-) Fedâili
Ömer İbni Abdilaziz
19-) Fedâili
Saîd İbnii-Müseyyeb
20-) Fedâili
Haseni'l-Basrî
21-) Menâkıbü'l-Fudayl
İbni Iyâd
22-)
el-Cevher
23-)
Menakibii-Bağdad
24-)
el-Laiâif
25-)
İrşâdü'l-Müridin fi-Selefi Şalinin
26-)
et-Tahkiyk fî-Eh âdisi't-Talik.
27-)
el-Mevduat Min'el-Ehâdîsi'l Merfuat
28-)
El-ilelii'l M üten ahiye fi'I-Ebâdisi'l-Vahiye
29-) el-Keşfü
Ii-Müşkiti's-Sahiyhayn
30-)
ed-Duafâü ve'l-Mefnıkîn
31-)
Menâkfoü Ashâbi'l-Hadîs
32-)
el-Mönâcât
33-) Tebis-i
İbfis
Îbnü'l-Cevzî,
Bağdad'da hicri 511 (milâdî 1120) senesinde doğmuş ve yine Bağdad'da 597
(mîlâdî 1200) senesinde vefat etmiştir. [263]
Abdülmelik İbni
Abdülaziz İbni Cüreyc el-Mekkî, tebe-i tabiînden âlim ve fakıyh bir zâttır.
Künyesi: Ebû'l-Velîd
olan İbni Cüreyc, Emevîlerin mevâlisindendir.
îbni Cüreyc, Tavus,
Atâ ve Mücâhid gibi meşhur zâtlardan hadis-i şerîf dinlemiş ve rivayet
etmiştir.
İbni Cüreyc
hazretlerinden de Evzâî, Süfyân-ı Sevrî ve İbni Uyeyne gibi meşhur zatlar hadis
öğrenmiş ve rivayette bulunmuştur.
İmâm Ahmed İbni Hanbel
hazretleri şöyle demiştir.
— 'Bizde ilk kitap
tasnif eden İbni Cüreyc ile İbni Arûbe'dir.
İbni Cüreyc, hem büyük
bir âlim ve hem de, âbid, zâhid ve sâlih bir zat idi. Pek çok menkıbeleri
vardır.
İmâm Nevevî merhum
şöyle diyor:
—"İbni Cüreyc,
fıkıh silsilesinde, biz şâfiîlerin şeyhlerinden ve imâmlanndandır. Çünkü, İmâm
Şafiî, fıkhı, Müslim İbni Hâlid'den, o da İbni Cüreyc'den, o da Atâ'dan, Atâ da
îbni Abbas'tan almıştır."
İbni Cüreycin hadis
ilminde sika bir râvî olduğu hususunda âlimler arasında ittifak vardır.
Ve kendisi, zamanında
Mekkeli fakiyhlerin en büyüklerinden biri idi.
Talha İbni Ömer
el-Mekkî şöyle anlatıyor: —"Atâ İbni Ebî Rebah'a: "Senden sonra kime
soralım?" dedim. O da: "Eğer yaşarsa, şu gence." diyerek İbni
Cüreyc'i işaret etti.
İbni Cüreyc hazretleri
hicri 150 (mildâdî 767) tarihinde 70 yaşında vefat etmiştir. [264]
îbnü Ebî Leylâ, meşhur
fakıyhlerdendir. ismi: Muhammed, babasının adı: Ebu îsâ'dır,
Îbnü Ebî Leylâ bir
müddeti Emevîler, bir .müddeti de Abbasîler zamanında olmak üzere, Kûfe'de
aralıksız otuz yıı Kadılık yapmıştır.
İlk fakıyhlerden olan
İbnü Ebî Leylâ İmâm-i A'zam'ın çağdaşıdır ve aralarında bazı fıkhî mübâhaseler
geçmiştir.
Îbnü Ebî Leyla merhum,
Süfyân-ı Sevrfnin üstadıdır.
Babası Ebû îsâ
Abdurrahman da, tabiînin ileri gelenlerinden fakıyh bir zât idi.
tbnü Ebî Leylâ hicrî
74 (mîlâdî 694) tarihinde doğmuş, 148 (mîlâdî 766) tarihinde vefat etmiştir. [265]
İbni Ebî Zi'b,
Ebû'l-Hâris Muhammed îbni Abdirrahman el-Kureyşî, ilk
hadiscilerdendir. İmâm Mâlik
Hazretlerinin arkadaşlarındandır.
İbni Ebî Zi'b, aslen
Medînelidir ve orada fetva verenlerdendir.
İbni Ebî Zi'b
hazretleri, Nâfî, îkrime ve Sâid Makbûrî gibi meşhur zatlardan hadis dinlemiş
ve rivayet etmiştir.
İbni Ebî Zi'b'den
hadis-i şerîf rivayet edenler arasında da, Süfyân-ı Sevri, Vekî ve İbni Mübarek
gibi meşhur zâtlar vardır.
İbni Ebî Zi'b, pek
sika bir muhaddis olduğu gibi, âbid ve zâ-hîd bir âlimdir. İlim ve vera
bakımından yüksek bir makam sahibi idi.
Halîfe Mehdî, İbni Ebî
Zi'b'i Bağdad'a da'vet etmişti. Bu da'-vet üzerine oraya gitti. Ve, orada bir
müddet hadis-i şerîf rivayet ederek, pek çok kimseye fıkıh ve hadis ilmi
verdi.
İbni Ebî Zi'b
hazretlerinin menkibeleri hakkında Hatîb-i Bağdadînin tarihinde pek geniş ve
güzel malumat bulunmaktadır.
Halîfe Ebû Ca'fer
Mansur, yanma gelmiş bulunan İmâm Mâlik hazretlerine sordu:
— Medîne-i
Münevvere'de âlimlerden kim kaldı? İmam şu cevabı verdi:
—"Ey Mü'minlerin
Emîri, Medine'de âlimlerden, —sadece— İbni Ebî Zi'b, İbni Ebî Seleme ve İbni
Ebî Sibre kaldı."
İbni Ebî Zi'b,
Bağdad'dan Medîne'ye dönerken Kûfe'de vefat etmiştir. Kendisi, Küfe
fukahâsından sayılır.
Hicrî 80 (mîlâdî 699)
yılında doğmuş 159 (mîlâdî 775) yılında vefat etmiştir. [266]
îbni Ganîm el-Bağdâdî,
on birinci hicrî asrın büyük âlimlerinden fakıyh bir zâttır. [267]
İbni Ganîm merhumun
meşhur iki eseri vardır:
1-)
Teâruzü'l-Beyyinât
2-)
Mecmau'z-Zamanât
Bu eser hanefî fıkhına
aittir ve yazılması hicrî 1027 tarihinde tamamlanmıştır. [268]
İbni Hacer Şihâbüddîn
Ahmed İbni Ali el-Askalanî, büyük bir hadîs alimi ve şafiî fakıyhıdır.
Künyesi: Ebû'1-Fazl;
lakabı: Kadî'l-kudât'tır.
ibni Hacer, hadîs
ilmini Hâfız-ı Irâkî'den; fıkhı da îbni Mül-kinî'den; lügat ilmini de
Firûzâbâdî'den tahsil etmiştir.
Askalanî merhum, hicrî
773 (mîlâdî 1371) yılında Mısır'da doğmuş, tahsilini burada tamamladıktan
sonra, Şam ve Hicaz'a giderek uzun müddet, hadîs-i şerîf öğrenmekle iştigal
etmiştir.
İbni Hacer
Askalânî'nin yaşadığı devirde, kendisinden başka hadîs hafızı yok gibidir.
İbni Haeer merhum, 20
yıl kadar Mısır'da kadılık yapmıştır.
îbni Hacer
el-Askalânî, hicrî 852 (mîlâdî 1448) yılında Mısırda vefat etmiştir: [269]
İbni Hâcer el-Askalânî
merhum, çoğu hadis sahasında olmak üzere yüz eîli kadar eser yazmıştır. Bu
kıymetli eserlerden bir kısmı şunlardır:
1-)
Felbu'1-Bârî fî-Şerhi Sahihi'I-Buhârî.
Bu eser, Hacer'in en
meşhur eseridir.
2-) eMsâbe
fi-TemyîziYSahâbe
3-)
Takrîbii't-Tehzîb
4-)
Bülûğü'l-Merâm min Edflleti'l-Ahkâm
Umumiyetle ahkâm
hadîslerini ihtiva eden bu eser, merhum Ahmed Davudoğlu tarafından Türkçe'ye
çevrilmiş ve neşredilmiştir.
5-)
Lisânü'l-Mîzân
6-)
Zehru'l-Firdevs
7-)
Miisnedü'l-Bezzâz
8-)
Nasbü'r-Râye li-Ehâdîsii-Hidâye
9-) Tahricü
Ehfcdfon-Keşşâf
10-)
Nuhbetü'l-Fiker
11-)
Tabakâlü'l-Müddeüsîn
Merhum îbni
Hacer-Askalânî'nin el-İsâbe fî-TemyîziYSahâbe adh eseri, ashâb-ı kiram hakkında
yazılmış olan eserlerin en büyük ve en güzellerinden biridir.
ibni Hacer merhumun
eserlerinin ekserisi matbûdur. [270]
Şihâbüddin Ahmed İbni
Hacer el-Heysemi-[271]
büyük bir şâfiî fakıyhıdir. Ömrünün yarısını Mekke-i Mükerreme'de geçirdiği
için, îbni Hacer merhum Mekkî nisbesi ile de anılmaktadır.
İbni Hacer el-Heysemî, hicrî 909
(mîlâdî 1504) yılında doğmuştur.
Küçük yaşta babasını
kaybeden İbni Hacer, babasının şeyhi, meşhur mutasavvıf Şemseddin İbni
Ebî'l-Hamâil ve O'nun talebesi Muhammed Şenâvî tarafından yetiştirilmiştir.
Tahsiline, Seyyid
Ahmed Bedevî'nin ders halkasında başlayan,
İbni Hacer; hicri 924
(mîlâdî......) yılında Câmü'I-Ezher'e girdi ve burayı tamamlayıp, ifta (= fetva
verme görevi) yapmaya başladı.
Hicrî 932 (milâdî
1526) yılında ilk defa hacca giden İbni Ha-cer merhum, ilk eserini yazmaya bu
yolculuğu sırasında başlamış ve dönüşünde de tamamlamıştır.
Hicrî 937 (milâdî
1531) yılında, ikinci defa —Ve ailesiyle— hacca gitmiş ve Mekke'de uzun müddet
kalmıştır.
Daha sonra Mısır'a
dönen îbni Hacer, hicrî 940 (milâdî 1534) yılında, yeniden Mekke-i Mükerreme'ye
gitmiş ve hayatının sonuna kadar orada kalmış ve eserlerinin hemen hemen tamamım
orada yazmıştır.
îbni Hacer'in yaşadığı
devirde hem Mısır, hem de Hicaz Osmanlı Devletine bağlıydı.
îbni Hacer-i Heysemî
merhum, Mekke'de telif ettiği "Adâ-let'le ilgili kırk hadîs" kitabını
da Kânûnî Sultan Süleyman Han'a ithaf etmişti.
İbni Hacer Heysemî,
hicrî 974 (milâdî 1567) tarihinde Mekke-i Mükerreme'de vefat
etmiş ve Cennetü'l-Mualla kabristanına defnedilmiştir. [272]
ibni HAcer Heysemî
merhumun çoğu matbu olan eserlerinden başlıcaları şunlardır:
1-) el-A'lam
bi-Kavâtü'l-İslâm
2-)
Tuhfetü'I-Muhiâc
Bu eser, İmâm
Nevevî'nin Minhac'inin Şerhidir ve dört cilt hâlinde basılmıştır.
3-)
Tuhfetü'l-Ahyâr fi-Mevüdi'l-Muh(âr
4-)
Tathîrii'l-Cinân ve'1-Lfeân
5-)
Cevhero'İ-Munazzain fi Ziyâreti'l-Kabri'l-Mükerrem.
6-) Hâşiyetn
ale'l-îzâh fi'1-Mehâsik li'n-Nevevî
7-)
el-Hayrâtü'l-Hisan fî-menakibi İmâmi'l-A'zam Ebî Hanîfete'n-Nu'raan. Bu eserin
arabcası defalarca basıldığı gibi, Türkçe'ye de defalarca çevrilmiştir.[273]
8-)
Şerhu'l-Erbain li'n-Nevevî
9-) Şerhu
Kasîdetü'l-Bürde
10-)
ez-Zevacirü fi'n-Nehyi an İktirâfı'l-Kebâir
11-)
es-Savaıku'l-Mutarika
12-)
et-Fetâva'1-Hatfsiyye
13-)
el-Fetâvâ'l-Kubrâ'l Fıkhıyye
14-)
Fethul-Cevâd fi-Şerhi'I-irşâd
15-)
Felhu'l-Mubin
16-)
Keffı'r-Ruâ
17-)
Menâsiku'1-Hacc
18-)
el-Minâhu'l-Mekkiyye fi-Şerhı'l-Hemayye
19-)
en-Nnhabü'1-CeSîle fiM-Hutabil-Cezîle
20-)
el-Erbaîni'l-AdUyye
Adaletle ilgili kırk
hadîsi ihtiva eden bu kıymetli eser, Kanunî Sultan Süleyman'a ithaf edilmiştir.
Bu eser de 1759 yılında Leyden'-de basılmıştır.
21-)
Şerhu'1-Muhtasari'l-Fikhı'ş-Şâfn[274]
Ahmed îbni Hafs
el-Buhârî, hanefî fakıyhlerindendir.
Kendisi
Ebû'l-Hafsi'l-Kebîr diye amlmaktadır. Bunun sebebi, oğlunun künyesi de
Ebû'l-Hafs'tır. Ve babasından ayırmak için buna Ebû'l-Hafei's-Sagîr denir.
Ebû'l-Hafsı'l-Kebir, fıkhı
îmâm Muhammed (R.A.)'den
almıştır.
Meşhur muhaddis İmâm-ı
Buhârî hazretleri, Buhârâ'ye gelerek fetva vermeye başlamıştı. Ebû Hafs-ı
Kebîr: "Hadîs imâmı olmak başka, fıkıhta müctehid olmak başka
şeydir." diyerek O'nu fetva vermekten men etmiştir.
Ebû Hafs-ı Kebîr'in
oğlu Ebû Hafs-ı Sağîr Muhammed İbni Ahmed de büyük bir fakıyhtır.
Ebû Hafs-ı Kebîr, hicrî 264
(mîlâdî 877) yılında vefat etmiştir. [275]
İbni Hazm, Ebû
Muhammed Ah' İbni Ahmed meşhur bir fakıyhtir.
Başlangıçta şâfiî
mezhebinde olan İbni Hazm, sonradan Dâvûd-ı Isfahânî'nin kurmuş olduğu
Zâhiriyye mezhebine intisap etti- Kitaplarını da bu mezheb üzerine yazdı.
îbni Hazm, tefsir,
hadîs ve fıkıh ilimleri ile edebiyatta devrinin en önde gelen âlimlerindendi.
Yazdığı eserlerin yekûnu dört yüz cilt kadar tutmaktadır.
İbni Hazm, bir ara
Endülüste (İspanya'da) Devlet-i Âmiriyye hükümdarlarına vezirlik de yapmıştır.
İbni Hazm, âlimlere
karşı bazen muhalefet etmiş ve umumiyetle onlara karşı saygılı ifade
kullanmamıştır. Bu sebeple sürgün edilen İbni Hazm, Kurtuba'nın Leyle denilen
bir mevkiinde vefat etmiştir. [276]
Aslen dedeleri İranlı
olan İbni Hazm'ın bir çok eserleri vardır. Ancak
Bu eserlerin bir kısmı
şunlardır:
1-) eMhkâm
fi Usûli'l-Ahkâm
2-) Kitâb
fî'Mcm»
3-) Mesulü
Usûü'l-Fıkıh
4-) el-Emâfi
5-) el
Mntaalâ
6-)
Kitâbü'I-Fasl beyne ehli'l-etavâi ve'n-nihâl
İbni Hazm, 384 (mîlâdî
995) yılında Kurtuba'da doğmuş ve 456 (mîlâdî 1064) senesinde vefat etmiştir. [277]
İbni Huzeyme, hanefî
fakıyhlerinden bir zât olup Belh'üdir. Belh'de doğmuş ve yetişmiş ve orada ilim
neşrinde bulunmuştur.
tbni Huzeyme el-Belhî
merhumun, hanefî mezhebi dâhilinde bazı ihtiyarları vardır.
İbni Huzeyme, hicrî
314 (mîlâdî 927) yılında vefat etmiştir. [278]
İbni Hümâm Kemâlüddin,
Muhammed İbni Hümâmüddîn, Abdülvâhid el-îskenderî, meşhur bir hanefî fakıyhıdır
Şer'î ilimlerin tamamı
ile edebiyat ve diğer ilimlerde, zamanının en ileri âlimlerinden biri idi.
Ayrıca, keşif ve keramet sahibi bir zât olduğu da nakledilir.
tbni Hümâm Kemâlüddîn,
babasından ve diğer pek çok âlimden ilim tahsil etmiş ve Kârii Hidâye denilen
Sirâcüddîn Ömer'den Hidâye okumuştur. Ebû Zür'a el-Irakî'den hatiîs-i şerîf
dinleyen îbni Hümâm Kemâlüddîn, bir müddet iftâ (= fetva verme işi) ile meşgul
olmuş; daha sonra da, Mansuriyye'de, Eşrefiyye'de ve Şeyhu-niyye'de fıkıh
tedrisi ile meşgul olmuştur. [279]
Ibni Hümâm Kemâlüddîn,
fıkıh sahasında pek çok kıymetli eser telif etmiştir. Bunların başhcaları
şunlardır:
1-) Tahrîr
fî'1-Usûl
Bu eser, usûl-i
fıkıhla ilgilidir.
2-) el-Müsâyere
Bu eser ise usûl-i din
ile ilgilidir. Bu iki eser, İbni Hümâm Ke-mâlüddin merhumun en çok meşhur olmuş
iki kitabıdır.
3-) Fethu'I-Kadîr
Bu kitap, el-Hidâye'ye
şerh olarak yazılmış çok kıymetli ve meşhur bir kitaptır.
îbni Hümâm Kemâlüddin,
bu kitabı, Kitâbü'l-Vekâle'ye kadar yazmış, kalan kısmını da Kadı-zâde Müftî
er-Rûmî diye tanınan ve hicrî 988 (milâdî 1580) yılında vefat etmiş bulunan
Şemsüddin Ah-med Efendi tamamlamıştır.
îbni Hümâm Kemâlüddin
hicrî 788 (mîlâdî 1336) tarihinde doğmuş ve 861 (mîlâdî 1457) tarihinde vefat
etmiştir.[280]
Ebû Abdurrahman
Abdullah îbni Lehîa el-Mısrî, fakıyh ve muhaddis bir zâttır.
îbni Lehîa', Abbasiler
tarafından hicrî 155 yılında Mısır'a kadı olarak tâyin edilmiştir. Kendisi;
Abbâsilerin ilk Mısır kadısıdır.
Nevevî'nin
Tehzîbü'l-Esmâ'da beyân ettiğine göre: İbni Lehîa, ehl-i hadîs indinde
zâiftir.
Takrîbü't-Tehzîb'de
beyân edildiğine göre ise: İbni Lehîa', saduktur. Ancak, kitapları yandıktan
sonra, —rivayetlerinde— bazı karışıklıklar meydana gelmiştir.
İbni Lehîa, hicrî 97
(mîlâdî 716) tarihinde doğmuş, 174 (mîlâdî 791) tarihinde vefat etmiştir. [281]
İbni Mâce, Ebû
Abdullah Muhammed İbni Yezîd el-Kazvinî, meşhur hadîs ve fıkıh âlimidir.
Sünen-i İbni Mâce
denilen meşhur hadîs kitabı, kütûb-i şiltenin altıncısıdır.
İbni Mâce merhum, ilim
ve irfan tahsil etmek için, çok zaman seyahat etmiştir. Bu cümleden olarak
Basra, Bağdad, Küfe, Mekke-i Mükerreme, Şam, Mısır, Horasan ve Rey beldelerine
gitmiş ve buralarda bulunan muhaddis ve fakıyhleri dinleyerek, onlardan
rivayetlerde bulunmuştur.
İbni Mâce hazretleri,
Leys, îbrâhim İbni Münzir ve İmâm Mâ-lik'in ashabından hadîs-i şerif dinlemiş
ve rivayet etmiştir.
Kendisinden de,
Ebû'l-Hasan el-Kattân, Ahmed İbni Ruhî el-Bağdâdî gibi meşhur zatlar hadîs-i
şerîf dinleyip, rivayet etmiştir.
İbni Mâce merhumun en
meşhur eseri Sünen-i İbni Mâce'dir. Bu muhteşem eser, dört bin hadîs-i şerif
ihtiva etmektedir, ve bu kitapta isnadı zaif olan hadislerin sayısı, ancak
otuz kadardır. [282]
İbni Melek, İzzüddîn
Abdullatîf, hanefî fakıyhlerinden mu-haddis ve müdakkik bir zâttır. Kendisi
İbni Ferişteh diye de anılır.
îbni Melek merhum,
Tire'de müderrislik yapmıştır. Kendisi de Tirelidir.
İbni Melek merhum
tasavvufa da muntesip idi.
İstanbul'da, Aksaray
civarında, Sofular Mahallesinde, İbni Melek merhumun adına atfen, sonradan bir
taş dikilmiştir.
İbni Melek merhum,
hicrî 855 (milâdî 1451) tarihinde, Tire'de vefat etmiştir. [283]
İbni Melek merhumun
değerli eserleri şunlardır.
1-) Şerhn
Meşank-i Şerif
Bu kitabın asıl metni,
hicrî 650 tarihinde vefat etmiş bulunan İmâm Radıyuddîn Hasan İbni Muhammed
es-Sâğânî'nin hadis ilmi ile ilgili meşhur eseri olup, ismi
Meşâiiku'l-Envâıfn-Nebeviyyeti min Sihâhi'l-Ahbâri'l-Muslafaviyye'dir.
Bu eser, bir çok âlim
tarafından şerh olunmuşsa da, bunlar arasında en meşhuru İbni Melek merhumunun
şerhidir.
Bu şerhin tam ismi:
Möbârekü'I-Ezhar fî-Şerhi Meşâriki'l-Envâr'dır.
2-) Şerhn
Menâri'l-Envâr
Bu eserin metni ise,
hicrî 710 tarihinde vefat etmiş olan Hafî-zuddîn Nesefî lakabıyla meşhur olan
İmâm Ebû'l-Berekât Abdullah İbni Ahmed'in meşhur eseridir.
Ve, bu kıymetli eser
de bir çok âlim tarafından şerhedilmiştir.
3-) Şerha
Mecmâi'1-Bahreyn
Bu eserin aslı da,
hicrî 964 yılında vefat etmiş bulunan ve İbnî Sâatî diye meşhur olan,
Muzafüriddîn Ahmed îbni el-Bağdâdî'nin, hanefî mezhebinin fürûatiyle ilgili
meşhur kitabıdır.
Bu eser de, bir çok
âlimler tarafından şerh edilmiş ve haşiyeleri yapılmıştır.
4-) Şerhu
Vikaye
Bu eserin metni de,
Allâme Mahmud İbni Şadru'ş Şerîa'nın, Vikâyetü'r-Rivâyeti fî-Mesâili'l-Hidâye
adlı eseridir.
Bu kıymetli eserin de
pek çok şerhleri yapılmıştır.
5-) Şerha
TuhfelüUVliilnk
Bu kitabın metni de,
Ebû Bekir Râzî'nin hanefî mezhebi'nin fü-rûatı ile ilgili meşhur eseridir. Bu
eserinde pek çok şerhleri vardır.
6-)
Tasavvufla ilgili bir kitap,
Bu eserin ismi,
Şakâyık-ı Nûmâniyye'de zikredilmemiştir.
7-) Şerhu
Mukaddnneti'!-Fıkhıyye
Bu eserin metni de,
Fakıyh Ebû'1-Leys es-Semerkandî'nindir. Bu eserin de bir çok şerhi ve haşiyesi
yapılmıştır. 8-) Manzum Kânûn-i
Lügât-ı İlâhî
Bu eser, Kur'an-ı
Kerîm'in lafızları ile ilgili bir lügâtçedir.
9-) MinyelüVSayyadîn
fî-Ta'limi'l-İstiyâdi ve Ahkâraihî. [284]
İbrahim İbni Abdillah
ibni Münzir el-Hızâmî, meşhur bir âlim olup, hadîs-i şerîf hususunda kuvvetli
bir zat idi.
İbni Münzir, Süfyan
bin Uyeyne, Ebû Muâviye ed-Derîr, EbÛ Usâme, Halef bin Temin gibi büyük
âlimlerden hadîs rivayet etmiştir.
Kendisinden de Ebû
Hatim er-Râzî, Ebû Bekir bin ebî'd-Dünya, Ahmed bin Ali el-Âbar ve daha bir çok
âlimler rivayette bulunmuştur.
İmâm Buharı
hazretlerinin dışındaki hadîs imamları, İbni Mün-zir'den hadis-i şerîf
dinlemişlerdir. O, Bağdad'da hadîs dersi vermiştir.
İbin Münzir sika bir
âlimdir.
îbni Münzir, hicrî 236
yılında vefat etmiştir. [285]
Zeynü'l-Abidîn İbrahim
Ibni Nüceym el-Mısrî büyük bir ha-nefî fakıyhı ve mütefekkir bir âlimdir.
İbni
Nüceym,-Şerefüddin Bülkınî ve Şihâbüddin eş-Şıblî gibi, büyük âlimlerden ilim
tahsil etmiştir.
İbni Nüceym, pek
kıymetli kitaplar yazmış ve fıkhı mes'eleleri, bir takım küllî kaideler altında
toplamaya başlamıştır.
Kendisinin hac
arkadaşı olan Abdülvehhâb Şa'rânî, îbni Nü-ceym'in ahlâkî faziletlerine şehâdet
etmektedir. [286]
Zeynü'l-Âbidîn İbrahim
İbni Nüceym'in kıymetli telifatından başlıcaları şunlardır.
1-) el-Eşhâb
ve'n-Nezâir
2-)
ei-Bahro'r-Râik Şerhu Kenzi'd Dekâik
3-) Felâvâyi
İbni Nüceym
4-)
er-Resâilü'z-Ziyniyye fî'1-MesâiIi'I-Hanefıyye.
tbni Nüceym, hicrî 970
(milâdî 1563) tarihinde vefat etmiştir. [287]
îbni Rüşd, Kadı
Ebû'I-VeEd Muhammed îbni Ahmed el-Endülüsî, meşhur Mâliki fakıyhlerindendir.
İbni Rüşd; fıkıh,
felsefe, heyet, riyaziye ve tıb gibi ilimlerde, benzeri yetişmemiş bir âlimdir.
İbni Rüşd, Endülüs
hükümdarlarından Mehdi İbni Yûsuf zamanında, Kurtuba'da kadılık yapmıştır,
îbni Rüşd, Fas
hükümdarlarından Ebû Yâkub Yûsuf'un teveccühlerine mazhar olup, Marakaş'â
gitmiş ve oradaki dârü'l-fünûn'ları teftiş ve ıslâh etmiştir. [288]
îbni Rüşd merhumun,
çeşitli ilimlerde pek çok eserleri vardır.
İbni Rüşd eserlerinden
bir kısmı latinceye çevrilerek, avrupa üniversitelerinde uzun müddet ders
kitabı olarak okunmuştur.
İbni Rüşd'ün
eserlerinden bir kısmı şunlardır:
1-)
Bidâyetü'I-Müclelıid ve Nihayetti'I-Muktesid Bu eser, fakıyhler arasındaki
görüş ayrılıklarından bahseden, çok değerli bir eser olup, İbni Rüşd'ün fıkıh
sahasındaki kudretini göstermektedir.
2-) el-Mükaddimâtü'l-Mümehhidâl
Bu eser, Müdevvenetü'I-Kübrâ'mn zeylidir.
3-) Risâleffi'l-Tevhîd
ve'l-Felsefe
4-) Tebâfetü't-Tehâfiit
Bu eseri, İmâm
Gazâli'nin Tehâfüt adlı eserini tenkid için yazmıştır.
5-) Külliyât
mine't-Tıb
6-) Makale
fî'I-Cirmi's-Semâvî
ibni Rüşd, hicrî 520
(milâdî 1126) yılında Kurtuba'da doğmuş ve 595 (milâdî 1199) yılında Marakeş'te
vefat edip orada defnedil-miştir. Bilâhare, buradan kaldırılıp, Kurtuba'ya
götürülmüştür.
İbni Rüşd'ün babası
Ahmed de, Kurtuba'da kadılık yapmıştır. Buna, İkinci İbni Rüşd denir.
îbni Rüşd'ün dedesi,
Ebû'l-Velîd Muhammed İbni Rüşd'dür. Bu zât da mâliki mezhebinde olup,
kendisinin fetvalarını Kurtuba Camii Kebir'inin Şeyhi îbnü'l-FÜrat toplayarak,
bunları bir kitap hâline getirmiştir. Bu kitabın asıl nüshası, Paris
Kütüphânesindedir. Bu zâta da birinci îbni Rüşd denilmektedir. Yani dede
birinci, oğul ikinci, torun da Üçüncü Ibni Rüşd olarak biliniyor. [289]
Ebû Bekir Muhammed
İbni Müslim (İbni Şihâb ez-Zührî), Ku-reyş'in Zühre kabîlesine mensuptur ve
tâbiîndendir.
Bu zat, bazan büyük
dedesine nisbet edilerek İbni Şihâb, umumiyetle de kabilesine nisbet edilerek
Zührî diye anılır.
Zührî merhum, büyük
bir muhaddis, fakıyh ve zâhid bir zattır.
Zührî, ashâb-ı
kiramdan on zat ile görüşmüş, Enes İbni Mâlik ve Rabia İbni Ibâd gibi sahâbe-i
güzînden ve bir çok kibâr-ı tabiînden hadîs-i şerîf dinlemiştir.
Zührî'den hadîs-i
şerîf dinleyip rivayet edenler ise, Atâ, Ömer îbni Abdilaziz, İmâm Mâlik gibi
pek çok meşhur zevattır.
îbni Şihâb ez-Zührî
hazretleri Medîne-i Münevverelidir; ancak, Şam'da ikâmet etmiştin
İmâm Buhârî'nin Ali
el-Medenî'den rivayet ettiğine göre, Zührî, iki. bin hadîs-i şerîf rivayet
etmiştir.
Bu hadîs-i şeriflerin
bir çoğu, Kütüb-i Sitte'de ve Muvatta'üa zikredilmiştir.
Zührî'nin fevkalâde
üstün bir zekâsı ve hafızası vardı. Öyle-ki, Kur'ân-ı Kerîmi seksen gecede
ezberlemişti.
Zührî, Medîne-i
Münevvere'deki fukahâ-i seb'anın (= fıkıh ilmi ile meşhur olmuş yedi büyük
sahabenin) malumatını (fıkıh bilgilerini) cami (= kendisinde toplamış)
bulunuyordu.
Eyüb Sahtiyânî şöyle
diyor:
—"Zührî'den daha
âlim bir kimse görmedim."
imâm Şafiî şöyle
diyor:
—"Zührî
olmasaydı, Medine'den sünnetler gitmiş olurdu."
Ibni Şihâb ez-Zührî
hazretleri, hicrî 124 (milâdî 741) tarihinde, yetmiş iki yaşında Şam civarında
Şegbeda denilen köyde vefat etmiştir. [290]
İbni Türkmen Alâaddin
Ali îbni Osman, Mardin'Ii büyük bir fakıyh ve muhaddistir.
Kendisi hanefî
fukahâsmdan, âlim, kâmil, muhakkik, mütebah-hır bir zât idi; aklî ve naklî
İlimlerde yed-i tûlâsı vardır.
Ibni Türkmen merhum
Mısır'da kadılık yapmıştır.
İbni Türkmen, Mısır'da
hicrî 750 (mîlâdî ) tarihinde vefat etmiştir. [291]
îbni Türkmen
hazretlerinin bir çok kıymetli eseri vardır ve başlıca eserleri şunlardır.
1-)
Behcetü'l-Eârib bimâ fi'l-Kur'ânî mine'i-Garâib.
2-)
el-Müntehâb fi'l-Hadîs
3-)
el-Mü'telef ve'1-Muhtelef
4-)
Kitâbü'z-Züefâ ve'1-Metrûkîn
5-)
el-Cevhera't-Tâkiyyi fi'r-Reddi ale'l-Beyhakî
6-)
Muhtasarü'l-Hidâye
7-)
Muhtasara Risâleti'l-Kuşeyrî
8-) Sâdiye
fî-Usûli'l-Fıkıh
9-)
Muhtasara Ulu m i I-Hadîsi li İbni Salah. [292]
İbni Vehb, Basra'lı
meşhur bir âlimdir. Adı: Abdullah; babasının adı: Müslim; künyesi ise: Ebû
Muhammed'dir. Kendisi, Ku-reyş'in mevâlisinden idi.
İbni Vehb, faziletli,
sika ve fakıyh bir zâttır.
İbni Vehb, İmâm Mâlik,
Leys ve Sevrî gibi zevattan ilim tahsil etmiş ve hadîs-i şerîf rivayetinde
bulunmuştur.
İbni Vehb fıkıhta pek
ileri derecelere ulaşmış bir âlim idi. İmâm Mâlik (R.A.) hazretleri bu zâta
yazdığı mektupta: "Mısır'ın fakıyhı Ebû Muhammed'il-Müftî.,," diye
yazardı ve başka hiç bir şahsa "fakıyh" diye hitap etmezdi.
İbni Vehb'den yüz bin
kadar hadis-i şerîf rivayet edilmiştir. îbin Hatîm şöyle diyor:
—"Ben, İbni
Vehb'm Mısır'da ve başka yerlerde rivayet etmiş olduğu seksen bin kadar hadîs'e
baktım; bunların içinde aslı olmayan bir hadîs gördüğümü hatırlamıyorum."
Sahih-i Buharı ve
Sahîh-i Müslim'de hadîsi bulunan, bu zâttan başka Abdullah İbni Vehb yoktur.
Kendisine Dîvanü'l-İlm
denilmiştir.
îbni Vehb hazretleri
hicrî 125 (mîlâdî 743) tarihinde doğmuş, 197 (mîlâdî 813) yılında vefat
etmiştir. [293]
Muhyiddîn Ebû Muhammed
Abdulkâdir, İbnü Ebû'1-Vefâ el Kureşî, Mısır'da 696 (mîlâdî 1296) yılında
doğmuş, 775 (mîlâdî 1374) yılında vefat etmiştir.
Hanefi fukahâsından
olan İbnü Ebî'1-Vefâ,
tabakâtü'l-hanefiyye konusunda ilk eseri yazan zâttır. [294]
İbni Ebî'l-Vt5â'nın
başlıca eserleri şunlardır.
l-)
El-Cevâhirü'1-Muzia fî-Tabakâti'l-Hanefiyye
Bu eser, hanefî
fakıyhleri ile ilgili ilk kitaptır ve matbûdur. Bu eser, Şeyh İbrahim
İbnü'l-Halebî tarafından şerhedilmiştir.
2-)
Meani'I-Âsar Şerhi
3-) el—İnâye
fi-Tahrîci Ehâdîsi'I-Hidâye
4-)
el-Bustân fî-FezâiIi'n-Nu'man[295]
İbnü'ş-Şıhne
Abdü'1-Ber Muhammed İbni Muhammed Mecdüddîn el-Halebî, fakıyh bir zâttır.
İbnü'ş-Şıhne
Abdü'1-Ber, Kasım İbni Kutluboğa'dan fıkıh ilmi tahsil etmiştir.
Abdü'I-Ber, hicrî 921
(milâdî 1515) yılında, aynı yerde vefat etmiştir. [296]
İbnü'ş-Şihne
Abdü'l-Ber'in fıkıh sahasındaki eserleriniabaş-lıcaları şunlardır:
1-) ez-Zehâirü'l-Eşrefiyye
fi-Elgâzi'l-Hanefiyye Bu meşhur eseri, İbni Nüceym, Eşhâb kitabının dördüncü
fenninde intihap etmiştir.
2-) Şerhu M
an zum e-i İbni Vöhbân[297]
İbnüş'-Şıhne
Ebû'l-Velîd Ahmed İbni Muhammed el-Halebî, fukahâdan bir zâttır.
Kendisi kadı'l-kudât
ve lisânüd-dîn lakabları ile anılır. İbnü'ş-Şıhne, Haleb'te kadılık ve Emevî
camiinde hatiblik yapmıştır. [298]
İbnü'ş-Şıhne
Ebû'l-Velîd'in en meşhur eseri, Lisânii'l-Hükkâm fî-Ma'rifeii'I-Ahkâm'dır.
Otuz fasıldan
müteşekkil olan bu eseri, kendisi ikmâl edememiş; yirmi bir faslını yazmıştır.
Geri kalan kısmını ise Burhâmüddin İbrahim adında bir zât yazıp tamamlamıştır.
İbnü'ş-Şıhne, hicrî
882 (mîlâdî 1477) yılında vefat etmiştir. [299]
İbrahim Nehaî (R.A. -
Rahmetullahi aleyh), tabiînin en büyük fakıyh ve muhaddislerindendir. Fıkıh
ilmi'nin ve Irak Mekte-bi'nin (= ehl-i rey'in) kurucularındandır.
İsmi: İbrahim İbni
Yezîd İbni Esved İbni Amr İbni Rebîa İbni Harise İbni Sa'd İbni Mâlik İbni en-Nehâî
olup; künyesi Ebû İmrân'dır.
İbrahim Nehâî
Kûfe'lidir. Ancak, aslında Yemendeki Nehâ kabilesine mensup olduğundan Nehâî
diye meşhur olmuştur.
İbrahim Nehâî (R.A.)
hazretleri Kûfe'de yaşamış ve hicrî 96 (mîlâdî 715) tarihinde Kûfe'de vefat
etmiştir.
İbrahim Nehâî (R.A.),
şöhretten kaçınır ve devlet adamlarının meclisinde pek oturmazdı.
İbrahim Nehâî (R.A.),
Hz_ Âişe, Sâidi'l-Hudrî ve diğer bazı sahâbîlerle görüşmüştür.
Ancak, İbrahim
Nehâî'nin rivayetlerinin ekserisi tâbiîndendir.
İbrahim Nehâî'nin ilim
tahsil ettiği ve hadis rivayetinde bulunduğu meşhur âlimlerden bir kısmı
şunlardır: Hâliyetü'l-Esved, Ab-durrahman İbnü Yezîd, Mesrûk, Alkame, Ebî
Ma'mur Hemman İbni Haris, Kadı Şureyh, Sehm İbni Müncâb...
İbrahim Nehâî'den ilim
tahsil eden ve ondan hadîs-i şerîf rivayetinde bulunan âlimlerin bir kısmı ise
şunlardır: A'meş, Ham-mad İbni
Hammad tarîki ile
İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe'nin de üstadı olan İbrahim Nehâî hazretleri, Kûfe'nin
müftisi bulunuyordu.
İbrahim Nehâî, Hadîs-i
şeriflerin senetlerindeki râvilerinin durumundan ziyâde, onların mânâlarına
bakar ve hadîs-i şerifleri bu yönden ele alırdı.
A'meş: "İbrahim
Nehâî, hadîs-i şerîf sarrafı idi." demiştir.
İbrahim Nehaî, hadîs-i
şerîfi dinler, tedkikini yapar ve ona göre, bazısını red, bazısını kabul
ederdi.
Nehâî merhum, hadis
rivayetinde irsal yapardı; yani hadis rivayet ederken bazı ravileri atlardı.
Ancak, bu irs
Ona:
—"Ey Ebî îmrân,
sana, Hz. Peygamber (S.A.V.)'den hiç hadîs-i şerîf ulaşmadı mı?" diye
sordular. Nehâî şu karşılığı verdi:
—"Evet ulaştı.
Fakat, "Hz. Ömer (R.A.) şöyle buyurdu." "îbni Abbas...."
veya "Alkame dedi ki:" demek bana daha sevimli, daha kolay ve daha
hafif gelir."
İbrahim Nehâî, fıkhı
rivayetlerden öğrenir; rivayetleri de rey ve akılla anlar yani ictihad ederdi.
Bu itibarla, Irak'ta rey mektebini kuran ve bu fıkhı tesis eden İbrahim
Nehâî'dir.
Rey yolu, kıyâs
yoludur. Her hangi bir işin nasıl yapılacağı Kur'ân-ı Kerîm'de ve hadîs-i
şeriflerde açıkça bildirilmemişse; bu işe benzeyen başka bir işin nasıl
yapılacağı aranır, bulunur ve önceki iş de bunun gibi yapılır. Bu usûle,
"rey yolu" denilmiştir.
İbrahim Nehâî,
sorulmadıkça konuşmaz; fetva istenmedikçe, her hangi bir şeyin hükmünü beyân
etmezdi. Faraziyeler üzerinde durmaz ve çok az konuşurdu. Hatta, bazı günler
ikindi ile akşam arasında hiç konuşmadığı olurdu.
Şöyle diyor:
— "Susmayı pek
çok severim. Kolayını bulsam, hiç konuşmazdım."
İbrahim Nehâî, yaptığı
bütün iyilikleri gizler ve şöhretten dâima kaçınırdı. Herkesin göreceği
yerlerde, camilerde sütun arkalarında ibâdet etmez ve hatta oturmazdı bile....
Şöyle buyururdu:
—"Din ve dünya
işlerinde parmak ile gösterilmek, meşhur olmak, zarar olarak insana yeter. Bu
zarardan, ancak Allahu Teâlâ'-nın muhafaza ettiği kimseler kurtulur.
Bizim hayatlarına
ulaştığımız ve tanıdığımız insanlar, her hangi bir toplantıda iyiliklerini
anlatanı hoş görmezlerdi."
îbrahim Nehâî, kadı
olmamak için, Haccac zamanında bir müddet gizlenmiştir.
İbrahim Nehâî, tamamen
bir fıkıh muhitinde yetişmiştir: Ailesi ve çevresi, hep, büyük fıkıh âlimleri
ile doludur. Dayısı Alkame bin Kays büyük bir fakıyhtır. Dayısının oğulları
Esved ve Abdur-rahman da fakıyhtirler.
İbrahim Nehâî vefat
ettiğinde, Şa'bî şöyle dedi: —"İnsanların en fakıyhını mezara
koydunuz." Sordular:
—"Hasan-i
Basrî'den de mi fakıyhtı?" Şa'bî, şu karşılığı verdi:
—"Evet, Hasan-ı
Basrî'den daha fakıyhtır. O, Basra ehlinin, Küfe ehlinin, Şam ehlinin ve Hicaz
ehlinin en fakıyhıdir."
Abdü'l-Melik İbni Ebî
—"Said bin
Cübeyr: "İçinizde İbrahim Nehâî varken, niçin bana fetva
soruyorsunuz?" diyerek îbrahim Nehâî'nin ilimdeki yüksek derecesini beyân
etmiştir."
A'meş şöyle diyor:
—"İbrahim'in,
kendi fikri ile bir şey söylediğim işitmedim."
îbrahim Nehâî:
—"Hevâ sahipleri
ile (yani : Nefsinin arzulan peşinde koşanlarla) asla beraber olmayınız;
onların yanlarında oturmayınız."
Talebelerinden Ebû
Hamza, kendisine:
—"Sen, benim
imamımsm; ben de, sana tabî olan bir kimseyim. Hevâ nedir, bana öğret."
deyince; İbrahim Nehâî:
—"Hevâyı terket.
Çünkü, Allahu Teâlâ, hevâda hardal tanesi kadar hayır yaratmamıştır, iş budur."
diye cevap verdi.
İbrahim Nehâî şöyle
buyurdu:
—Bir hastaya durumu
sorulduğu zaman, bu hasta, önce hâlini, hayırla, hamd ve şükürle söyler, sonra
da derdini anlatırsa; bu hasta hâlinden şikâyet etmiş sayılmaz ve o, hastalığa
sabredenlerdendir; şikâyet edenlerden değildir.
Yine İbrahim Nehâî
buyuruyor:
—"Bir âlim veya
başka bir kimse, insanların teveccühünü, sevgisini kazanmak için bir kelime
bile söylese, bu bir kelime, onu cehenneme kadar götürebilir. Konuşmasının
başından sonuna kadar niyeti, insanların teveccüh ve sevgisini kazanmak olan bu
kimsenin hâlini düşününüz.
Söylediğiniz her sözü,
Allah rızası için söyleyiniz. Allah rızası olmayınca da konuşmayınız."
İbrahim Nehâî
hazretleri namazlarını huşu ile kılar ve çok Kur'-an okurdu.
Bir gün, Kur'an okumakta
iken, yanına birisi gelmek istedi. O, hemen Kur'an-i Kerîmi kapadı ve: "Bu
şahıs, benim, her zaman Kur'an-ı Kerim okuduğumu görmesin." buyurdu.
İbrahim Nehâî
hazretleri, günah işleyen kimseleri de aşağı görmezdi.
O, şöyle buyurmuştur:
— "Günâh işlediği
için, arkadaşınla arayı açma, ondan uzak-/, laşma. O, bu gün günah işlemişse,
yarın günâhına tevbe eder."
Ve, O, şöyle
buyurmuştur:
—"Âlimin hatâsını
yaymayın, teşhir etmeyin. Çünkü âlim, işlediği zelleyi hemen terkedebilir.
İbrahim Nehâî'ye
sordular.
—Dürüst tüccar mı,
yoksa sadece ibâdetle meşgul olup, çok ibâdet eden bir kimse mi makbuldür?
O, şu cevabı verdi:
—"Dürüst tüccar
daha makbuldür. Çünkü o, ölçerken, tartarken, alırken, verirken hep şeytanla
mücâdele h
Hanefî fıkhı, ashâb-ı
kiramdan İbni Mes'ûd (R.A.)'dan rivayet edilen hükümlere dayanır. Şöyle ki:
Hanefi Mezhebinin
müessisi ve reisi İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe (R.A.), fıkıh ilmini Hammad'dan;
Hammad da, İbrahim Nehâî'den; Nehâi'de Alkame'den; Alkame ise Abdullah İbnü
Mes'ûd'dan almıştır. Tabiatiyle İbni Mes'ûd da bu ilmi, Peygamber (S.A.V.)
Efendimizden öğrenmiştir.
..
İbni Âbidîn, meşhur
eserinin birinci cildinde şöyle diyor: "Fıkıh ilmi, herkese —ekmek gibi—
lâzımdır.
Bu bilginin tohumunu
eken, Abdullah îbnü Mes'ûd (R.A.), ashâb-ı kiramın ileri gelenlerinden ve en
âlimlerindendir.
İbni Mes'ûd'un
talebesi Alkame, bu tohumu sulayarak, ekin hâline getirmiştir.
Alkame'nin talebesi
olan İbrahim Nehâî ise, bu ekini biçmiş yani bu bilgileri bir araya
toplamıştır.
İbrahim'in talebesi
Hammad ise, bunu harman yapmıştır.
Hammad'm talebesi olan
İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe, öğütmüş; yani bu bilgileri taksim ve tasnif etmiştir.
İmâm-ı A'zam'ın
talebelerinden Ebû Yûsuf, hamur yapmış; İmâm Muhammed ise pişirmiştir.
Bu şekilde hazırlanmış
olan lokmaları da insanlar yemektedir. Yani, bu bilgileri öğrenip, dünya ve
âhiret saadetine kavuşmaktadırlar.
İmâm Muhammed,
pişirdiği bu lokmaları, dokuz yüz doksan dokuz kısım bilgi grubu hâlinde
talebelerine aktarmıştır.
İmâm Muhammed, ...
Sağır ( = ...küçük) diye isimlendirdiği üç kitabında İmâm Ebû Yûsuf'tan; kebîr
(= büyük) diye vasıflandırdığı üç kitabında da İmâm Ebû Hanîfe'den
işittiklerini yazmıştır."
İbrahim Nehâî (R.A.)
hazretleri hadîste, özellikle fıkıhta büyük bir âlim ve müctehiddir.
O, fıkhını hem
Abdullah İbnü Mes'ûd, hem Hz. AÜ ve hem de Hz. Ömer'den almıştır. [300]
Ebû Abdullah İkrime
el-Medenî, tabiînin büyüklerindendir. Kendisi, Abdullah İbni Abbas
hazretlerinin kölesi idi; bilâhare oğlu Ali tarafından azâd edilmiştir.
İkrime hazretleri,
Abdullah İbnü Abbas, Abdullah İbni Ömer, Ebû Hureyre, Hz. Âişe ve Hz. Hasan
gibi ashâb-ı güzînden hadîs dinlemiş ve rivayet etmiştir.
İkrime hazretlerinden
hadis-i şerîf rivayet edenler arasında da Şa'bî, İbrahim Nehâî, Ebû'ş-Şa'sâ
gibi bir çok meşhur zât vardır.
îkrime, büyük bir
âlimdir. Kendisi tefsir, hadîs ve fıkıh ilimlerinde tam bir mütehassıstı. Öyle
ki, daha Abdullah İbnü Abbas hazretleri hayatta iken, îkrime hazretleri fetva
vermeye başlamıştı.
Abdullah İbnü Abbas
(R.A.), İkrime hazretlerine: —"Hadi git... İnsanlara fetva ver. Sana bir
kimse gelir ve kendisi ile ilgili mühim bir şey hakkında suâl sorarsa; ona
fetva ver. Ancak, k£B4!si ile ilgili olmayan bir şey hakkında suâl soran
kimselere fetva verme. Bu şekilde hareket edersen, insanların seninle ilgili sıkıntılarının
üçte ikisini bertaraf etmiş olursun." şeklinde öğüt ve talimat vermiştir.
İbni Abbas (R.A.)
hazretlerinin bu tavsiyesi, iftâ (= fetva verme) hususunda takip edilecek yolu
göstermektedir.
Kurre İbni Hâlid şöyle
demiştir.
—"İkrime,
Basra'ya gidip, orada bulunduğu sırada, Hasan-ı Basrî vaaz etmekten ve fetva
vermekten çekinirdi."
Takrîbü't-Tehzîb'te
bildirildiğine göre: İkrime hazretleri, aslında Berberî'dir. Kendisi sikadır;
Tefsirde de âlimdir; bid'ati sabit değildir.
tkrime hazretleri
hicrî 104 (mîlâdî 723) yılında vefat etmiştir. [301]
Bütün ehl-i sünnetçe
kabul edilen dört büyük fıkhî mezhebin dördüncüsünün İmâmı olan Ahmed İbnî
Hanbel hazretleri, hicrî 164 (mîlâdî 780) tarihinde Merv'de doğmuş veya O'na
Merv'de hâmile kalan annesi, doğumu Bağdad'ta yapmıştır. Bu sebeple, nisbetinde
Mem ve Bağdadi de denir.
Ahmed îbni Hanbel
hazretlerinin babasının adı: Muhammed; künyesi ise: Ebû Abdullah'tır.
İmâm Ahmed İbni
Muhammed İbni Hanbel eş-Şeybânî, Bağdad'ta yetişmiş, bir aralık Küfe, Basra,
Mekke-i Mükerreme, Medîne-İ Münevvere, Yemen» Şam, el-Cezîre, İran, Horasan ve
el-Cibâl'e seyahatlerde bulunmuş, zamanının bütün parlak ilim merkezlerini gezip
dolaşmış; sonra yine Bağdad'a dönmüştür.
Oğlu S
İmâm Ahmed tbni Hanbel
hazretleri, pek çok büyük âlimle görüşmüş ve onlardan ders almış ve hadîs-i
şerîf dinlemiştir. Bu büyük âlimlerden bir kısmı şunlardır:
İmâm Şafiî, Süfyân
İbni Uyeyne, İbrahim İbni Sa'd, Cerîr İbni Abdilhamîd, İmâm Ebû Yûsuf, İmâm
Veki, Yezîd İbni Hârûn, İbrahim İbnî Üleyye, Abdürrezzak. [303]
Ahmed İbni Hanbel
hazretlerinden hadîs-i şerîf dinlemiş ve rivayette bulunmuş olan meşhur
muhaddis ve fakıyhlerden bir kısmı ise şunlardır:
İmâm Buhârî, İmâm
Müslim, Ebû Dâvud, Ebû Hatim Râzî, Hasan İbni Mûsâ, Begavî, İbni Ebî'd-Dünyâ,
Ebû Zür'a er-Râzî, Osman İbni Said ed-Dârimî gibi meşhur âlimler ve kendi
oğulları S
Ahmed İbni Hanbel
hazretleri, büyük bir müfessirdir. O, rivayet tarıykı ile, şer'î hükümlerle
ilgili pek çok hadîs-i şeriften müteşekkil bir tefsir meydana getirmiştir.
Ebû'l-Hüseyin
İbnü'l-Münâvî şöyle diyor:
—* 'Ahmed İbni Hanbel,
yüz yirmi bin hadıs-i şerîfı içine olan bir Kur'an tefsiri yazmıştır.*'
Bu büyük müctehidin
de, bütün eserleri, müfessirler için bi-[305]
İmâm Ahmed îbni Hanbel
hazretleri mudakkik ve muktedir bir muhaddistir. O'nun zamanında, hadis ilmi
müdevven bir hâle gelmiş ve pek çok kudretli hadisciler yetişmiştir.
Ahmed İbni Hanbel
hazretleri, pek çok muhaddisle karşılaşmış, yüz binlerce hadîs-i şerîf
dinlemiş ve ezberlemiştir.
İmâm Ahmed İbni Hanbel
hazretlerinin, otuz bin hadîs-i şe-rîften müteşekkil olan Kitâbü'l-Miisoed'ini,
yedi yüz bin hadisten seçerek meydana getirdiği rivayet edilmiştir.
Ebû Zür'a, İmâm Ahmed
ibni Hanbel'in oğlu Abdullah'a şöyle demiştir:
—"Senin baban,
bir milyon hadis hıfzetmiştir. Ben, kendisiyle bütün hadis bablarını müzakere
ettim, bu sebeple bu hıfzına muttaHasılı, îmâm Ahmed hazretleri, sünnetin
hafızı ve hadis ehli içinde kendisine uyulan bir zat idi.[306]
Ahmed İbni Hanbel
hazretleri, diğer ehli sünnet mezheplerinde olduğu gibi, hüküm çıkarmak için
tamamen şer'î deliller kullanmıştır. Onun kullandığı delilleri şöylece
siralıyabilİriz:
1-) Kitap
2-) Sünnet
İmâm Ahmed İbni Hanbel
hadîsin her nev'ini delil olarak alır ve sahâbe-i kiramın kavilleri ile de amel
ederdi.
3-) Kıyâs Ahmed
İbni Hanbel hazretleri kryâs-ı gayet az kullanır. O, sahabe kavlini rey ve
kıyâs'a tercih ederdi. Kıyâsa zaruret hâlinde baş vururdu.
4-) İcma
Ahmed İbni Hanbel, icmâ'ı delil olarak kabul ederdi. Ancak, sadece Ashâb-ı
Kiramın icma'mm mümkün olacağını kabul eder; ondan sonraki müctehidlerin
icma'ını, —İslâm âleminin her tarafına dağılmış olduklarından— kabul etmezdi.
Ahmed İbni Hanbel
hazretleri, Hanefi mezhebinde kullanılan İstihsan delili ile Mâlikî Mezhebince
kullanılan Mesâlih-i Mürsele'yi delil olarak kabul etmez. [307]
İmâm Ahmed İbni Hanbel
hazretleri, ehli sünnetin mübarek ve muazzam müctehidlerinden biridir. O, âlim
ve kâmil bir zât idi.
Ahmed İbni Hanbel'e
hocalık yapmış bulunan İmâm Şafiî hazretleri, O'nun hakkında şöyle diyor:
—"Ben Bağdad'tan
çıktım ve orada Ahmed İbni Hanbel'den daha faziletli ve daha âlim, daha fakıyh
bir halef bırakmadım."
Yine İmâm Şafiî şöyle
demiştir.
—"Ben, Ahmed tbni
Hanbel ile
Ebû Hatim şöyle
demiştir.
—"Ahmed İbni
Hanbel'i seven bir kişiyi gördüğüm zaman, bilki o, sâhib-i sünnettir.'
İmâm Ahmed İbni
Hanbel'in hadis ilmindeki kudretinin, fıkıh ilmindeki kudretinden daha fazla
ve daha geniş olduğu, bazı âlim-lerce kabul edilmektedir.
İmâm Ahmed îbni Hanbel
hazretlerinin menkibelerini anlatan bir çok eser vardır. İmâm Beyhakî, Ebû
İsmail el-Ensârî, Ebû'l-Ferec İbnü'l-Cevzî gibi bir çok âlim tarafından bu
hususta kıymetli eserler telif edilmiştir.
İmâm Ahmed İbni Hanbel
hazretleri, âbid, zâhid bir zât idi. Fakirane yaşamayı minnet bilir ve:
"İnsana, az bir mal yetişir; çok mal yetişmez." derdi.
Kendisine teveccüh
eden servet ve siyâseti kabul etmekten kaçınırdı.
Halîfe Me'mun
zamanındaki kadf I-kudât Ahmed İbni Düvâd'-ın yanlış bir içtihadı yüzünden, H
imâm Ahmed İbni
Hanbel'e, halîfe Vâsık zamanında bir fenalık yapılmamış; onun yerine geçen
kardeşi Mütevekkil îbni Mu'tesim ise, O'na ikram etmiş ve O'nunla istişare
etmedikçe hiç bir kimseye bir görev vermemiştir.
Bu ikram ve hürmet,
İmâm Ahmed îbni Hanbel (R.A.)'in vefatına kadar devam etmiştir.
Hanbelîlik, ilk
zamanlarda Bağdad'ta yayıldı. Bilâhare, Fâtı-mîler ve Eyyûbîler zamanında
Mısır'a gitti. Suriye, Hicaz ve Filistin halklarından da bu mezhebe girenler
oldu.
Ahmed İbni Hanbel
hazretleri, hicrî 164 (milâdî 780) tarihinde doğmuş ve 241 (milâdî 854)
tarihinde Bağdad'ta vefat etmiştir. [308]
İmâm-ı A'zam Ebû
Hanîfe (P .A.), bütün İslâm Âleminin en büyük müctehididir.
İsmi: Nu'man;
babasının adı: Sabit dedesinin adı Zut'â'dır. Nûman bin Sabit hazretlerinin
lakabı: İmâmı A'zara; künyesi: Ebû Hanîfe; velâ itibariyle nisbetide:
Teymî'dır.
tmâm-ı A'zam Ebû
Hanîfe'nin nesep silsilesi hakkında çeşitli kaviller vardır. O'nun atalarının
Irak'lı, İranlı veya ensar-ı kirâm'-dan yahut Horasan'lı olduğuna kail olanlar
vardır.
İmâm-ı A'zam'm oğlu
Hamrnad'ın oğlu İsmail'in, "atalarının, bir ilbeyi ailesine mensup
olduğunu" söylediğine göre, ecdadının Horasan Türklerinden olma ihtimâli
büyüktür.
İmâm-ı A'zamın ataları
Horasan illerinden gelip Kûfe'ye yerleşmiştir. Büyük babası Zut'a,
Afganistan'ın başşehri olan Kabil'de doğmuştur.
Babası Sabit ise,
Horasan şehirlerinden Nes'e veya Enbar'da doğmuştur. Sabit, Nes'e, Enbar ve
Tirmiz şehirlerinde bir müddet oturduktan sonra, Kûfe'ye gelmiş ve burada yerleşmiştir.
Oğlu Nûman burada dünyaya gelmiştir.
İmâm-ı A'zam'ın babası
Sabit, çocukluğunda Hz. Ali (R. A.)'ye hizmet etmiş ve duasını almıştır.
İmâm-ı A'zam'a, Ebû
Hanîfe künyesinin verilmesi, kendisinin Hanîfe adında bir kızının
bulunmasından dolayı değildir. O'na, Ebû Hanîfe denilmesinin sebebi hususunda
çeşitli kaviller vardır:
O, Iraklılarca hanîfe
diye adlandırılan bir çeşit diviti çok kullandığı için kendisine Ebû Hanîfe
denilmiştir. Veya:
İslâmiyete hakkıyle
yönelmiş ve bağlanmış bir mü'min zümresinin, manevî babası makamında olduğu
için, kendisi Ebû Hanîfe künyesi ile anılmıştır,
Ebû Hanîfe
hazretlerinin, sadece, Hammad isimli bir oğlu vardır. [309]
Ebû Hanîfe (R.A.),
Kûfe'de, Emevîlerden Abdülmelik bin Mervan zamanında dünyaya geldi. Pek çok
tarihî olayların içinde yaşadı. Haccâc-ı Zâlimin günlerine şahid oldu.
Emevîlerin çöküşünü ve Abbasî Devletinin kuruluşunu gördü:
Nûman bin Sabit
hazretleri, bütün bu olaylara kendini kaptırmadı ve hayatını ilme ve İslam'a
hizmete verdi.
Ebû Hanîfe (R.A.),
küçük yaşta Kur'ân-ı Kerîm'i ezberledi ve okunması mutad olan sarf, nahiv gibi
ilimleri tahsil etti.
Ebû Hanîfe'nin babası
Sabit, Küfe, Basra ve Mekke arasında ticâretle meşgul olur ve bu yolculukları
esnasında oğlunu da beraberinde götürürdü. Ebû Hanîfe, bu vesile ile muhtelif
yerlerdeki âlimlerle görüşmüş ve onların derslerini dinlemiştir.
Özellikle Küfe ve
Basra'daki âlimlerin derslerini takip eden Ebû Hanîfe, onlardan hadîs-i şerif
dinlemiş, ilim tahsil etmiştir. [310]
İmâm-ı A'zam Ebû
Hanîfe hazretleri, ashab-ı kiramdan şu dört zâta yetişmiştir: Enes İbni Mâlik,
Abdullah İbni EbîEvfâ, Sehl İbni Sâid el-Ensârî ve Ebû't-Tufeyl Âmir el-Kûfi...
Dolayisiyle, Ebû
Hanîfe hazretleri tâbon'dendir. Bu mazhariyet de, dört büyük müctehid arasında,
sadece Ebû Hanîfe hazretlerine has bir meziyettir. [311]
İmâm-ı A'zam Ebû
Hanîfe'nin ilme meylettiği ilk zamanlarda haricîler ve şia fırkası ortaya
çıkmıştı. Ve bu sapık görüşlerle, ke-Iâmcılar münâkaşa ederlerdi.
İmâm-ı A'zam da, ilk
zamanlarda kelâm ilmiyle meşgul oldu ve sapık kollarla yaptığı münâkaşalardaki
dirayeti ile şöhret buldu. Sapık fikirlerin sahipleri ile tartışıyor ve onları
aklî ve naklî delillerle susturuyor; bâtıl fikirlere karşı ehl-i sünnet
ve'1-cemâatİn savunuculuğunu yapıyordu. [312]
îmâm-ı A'zam Ebû
Hanîfe, henüz 16 yaşında iken, babası ile hacca gitti. Ve Ka'be-i Muazzama
içindeki ders halkalarını gördü. Ashâb-ı Kiramdan Abdullah İbnü Haris (R.A.) etrafındakilere
hadis-i şerîf rivayet ediyordu. Bu manzara, Ebû Hanîfe'nin ilme olan iştiyakını
artırdı. Dönüşünde Küfe'de ilim çevrelerine girdi ve derslere devama başladı.
Bu sıralarda, Irak'ın
ikinci ilim merkezi Basra idi. Ebû Hanîfe'nin zaman zaman Basra'ya ticaret
maksadiyle gidip, oradaki âlimlerin derslerini de dinliyordu. Bu
seyahatlerinin sayısı in yirmiden fazla olduğu bilinmektedir.
Ebû Hanîf e
hazretlerinin ilmî yönden kendisini yetiştirdiği ortam, Küfe Mescididir. O
tarihte Küfe mescidi kırk bin kişiyi alacak . genişlikte idi ve içinde her nevî
ilim okunurdu.
tmâm-ı A'zam,
muhakemesinin kuvveti ile buradaki kelâmcı* lar içinde ön sıraya yükselmiştir. [313]
îmâm-ı A'zam'm
talebesi tmâm Züfer şöyle anlatıyor: —Ebû Hanîfe, Küfe Mescidinde, Hammad bin
îmâm-ı A'zam'ın fıkıh
ilmine başlamasını talebesi, Züfer böyle anlatıyor. [314]
Nûman bin Sabit
hazretlerinin, kendilerinden ilim (özellikle hadis ve fıkıh) tahsil ettiği
zâtların sayısı dört binden fazladır. Ve hiç bir müctehidin, bu kadar çok
üstadının bulunduğu da pek görülmemiştir.
îmâm Şafiî
hazretlerinin sadece seksen şeyhi varmış îmâm Buhârî gibi bazı meşhur
hadîscilerin binlerce şeyhi var ise de, bunlar hadîs meşâyihidir ve
kendilerinin birer büyük âlim olmaları gerekmez.
Fıkıh meşâyihi ise,
ilimde iyice ileri olan zâtlardan ibarettir. Ve, genelde fakihlerin sayısı daha
azdır.
İmâm Ebû Hanîfe
hazretleri görüştüğü sahabelerin dışında pek çok âlimden hadîs derlemiş ve ilim
tahsil etmiştir.
Ebü Hanîfe'nin
fıkıhtaki en büyük hocası, Hammad İbni Ebî
İmâm-ı A'zam, Atâ,
Nâfî, Katade, Ebû Ishak, Amr İbni Dî-nar, Hişam İbni Urve, Adiy İbni Sabit gibi
pek çok, büyük zâttan hadîs-i şerîf dinlemiştir.
İmâm-ı A'zam'ın fıkıh
sahasında yetiştirdiği binlerce talebe içinde, her biri başlı başına bir
müctehid olma kudretini gösteren zatlar şunlardır:
îmâm Ebû Yûsuf, îmâm
Muhammed, İmâm Züfer, Hasan İbni Ziyâd, Vekî, Abdullah el-Mübârek, Dâvûd-i
Tâî, Afiye, Yûsuf îbni Hâlid, Nuh İbni Meryem....
İmâm-ı A'zam'dan hadis
dinleyip, rivayet edenlerden bir kısmı da şunlardır:
Vekî İbni Yezîd, Ebû
Âsim, Abdürrezzak, Ebû Nuaym, Abdullah İbnü Mûsâ, Ebû Abdurrahman el-Mukrî... [315]
İmâm-ı A'zam'ın ilim
silsilesi, Hz. Ali ve Hz. Abdulah İbnü Mes'ud'a ulaşmaktadır. Şöyle ki:
İmâm Ebû Hanîfe, ilmi
Hammad'dan; o, İbrahim Nehâî'den; o da Alkame ile Esved'den; bunlar da Hz. Ali
ile Abdullah İbnü Mes'-ûd'dan; bu yüce sahâbiler de, bizzat Resûl-i Ekrem
(S.A.V.) Efendimizden almışlardır. [316]
Ebû Hanîfe, 20 yaşında
iken Hocası Hammad'ın derslerini takibe başlamıştı. 18 yıl, bıkmadan
usanmadan, büyük bir aşkla bu derslere devam etti. Hocası vefat edinceye kadar,
O, daima talebe kaldı. O hayatta iken, kendisi müstakilen ders okutmadı.
40 yaşında iken ders
okutmaya başlayan İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe, vefatına kadar devamlı öğretmekle
uğraştı ve 30 yıl içinde 4000 talebe yetiştirdi. Bunların içinde 56O'i fıkıh
ilminde şöhret sahibi oldu. 40 tanesi de müctehid derecesine yükseldi. O'nun
talebelerinin isimleri ve memleketleri bazı kitaplarda zikredilmiştir.
İmâm-ı A'zam Ebû
Hanîfe (R.A.), derslerinde kendisine has bir metod takip ederdi. Dersleri,
talebesi ile müzâkere şeklinde olur ve böylece, mes'eleleri incelemeye, çözmeye
ve hüküm vermeye alıştırırdı. O'na göre maksat, ilim toplamak değil, bu ilmi
kullanarak mes'eleleri çözmek olmalıdır. O'nun dersleri, genellikle karşılıklı
tartışma şeklinde geçer ve neticeye bu tartışmaların sonucunda ulaşılırdı.
O, talebelerine sadece
ilim öğretmekle kalmaz, onlara malca da yardım ederdi.
Nitekim, İmâm Ebû
Yûsuf gibi bir çok talebesinin masraflarını bizzat O,karşılamıştır.
İmâm-ı A'zam,
talebelerini sever, dâima onlara yardımcı olur ve nasihatte bulunurdu. Ve O,
talebelerine:
—"Sizler, benim
kalbimin sevinci, hüznümün tesellîsisiniz." derdi. [317]
İmâm-ı A'zam Ebû
Hanîfe (R.A.) hazretleri, kendisinde Kur'an-ı Kerim âyetlerinin ihtiva ettiği
dinî mes'ele ve hakikatleri anlamak ve anlatmak kudreti bulunan büyük
müctehidlerin başında gelmektedir. Bu sebeple, O üstâdü'l-müfessirîn'dir.
O, bir Kur'an âyetinin
nassından, delâletinden, işaret ve iktizasından yüzlerce mes'ele çıkarmaya
muktedir büyük bir müctehid olduğuna göre, bu derece büyükbir müfessir olması
da tabîîdir.
Gerçi, İmâm Ebû
Hanîfe'nin müstakil bir tefsir kitabı yoktur; ancak, O, bütün hükümlerinde ilk
delîl olarak Kur'an-î Kerîmi aldığına göre, bu büyük İmâm'ın aynı zamanda da
en büyük müfessir olduğu ortaya çıkmaktadır.
Ayrıca, kendi
mezhebini takip eden nice müfessirin tefsirlerinde, O'nun hissesi, hiç bir
zaman inkar edilemez. [318]
İmâm-ı A'zam Ebû
Hanife (R.A.) hazretlerinin hadis ilminde de pek mümtaz bir yeri vardır. Ve O,
büyük bir muhaddistir.
İmâm-ı A'zam, dört bin
kadar zâttan hadîs dinlemiş, hârika zekâ ve hafıza sahibi bir zât olduğuna
göre, O'nun hadis ilmindeki yerinin ne derece yüksek olduğunu anlamamak körlük
olur.
O'nu, hadîs yönünden
tenkid edenler, hatâ etmektedirler.
İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)
şöyle buyurmuştur:
—"Ben, hadîs-i
tefsir ve izah hususunda Ebû Hanîfe'den daha âlim bir kimse görmedim."
Yahya bin Maîn de
şöyle buyurmuştur:
—"Ebû Hanîfe sika
idi. O, sadece hıfzetmiş olduğu hadîs-i şerifleri rivayet eder,
ezberlemediklerini rivayet etmezdi." [319]
Büyük müctehid Ebû
Hanîfe (R.A.), fıkhı mezhebini, iki kısım delil üzerine kurmuştur:
1-) Edüle-i
Asliyye (= Aslî deliller)
a)- Kitab
b-) Sünnet
c-) İcma
d-) Kıyâs
2-) Edille-i
Fer'iyye (= Fer'î Deliller)
a-) İstihsan
b-) İstihsab
c-) Tahkîm-i
hâl
d-) Örf ve
Âdet
Bu fer'i deliller,
kitap, sünnet ve icmaa muh
İmâm-ı A'zam'a göre,
bir mes'ele hakkındaki şer'î hükmü belirlemek için, önce Kitâbullaha (Kur'an-ı
Kerîm'e) müracaat edilir.
Ve, Şârii Mübîn olan
Allahu Teâlâ'nm kendi Kitâb-ı Kerîm'de serâhaten veya delâleten beyân buyurduğu
ahkâma göre amel edilir.
Sonra, Fahr-i Kâinat
(S.A.V.) Efendimizin sünneti- seniyyele-rine müracaat edilir.
Bunlarda hükmü
bulunmayan bir mes'ele hakkında ise, ashâb-ı kiramın veya müctehidîn-i izamın
—bu hususta icma'Iarı varsa, O— icmâlarına müracaat edilir.,
Şayet, hükmü, kitap,
sünnet veya icma ile serâhaten sabit olmayan bir mes'ele karşısında kalınırsa;
bu durumda da, kıyâs-ı fu-kahâ denilen delile müracaat edilir.
Şayet, bir mes'ele
ilgili hüküm, bu asli delillerin hiç biri ile çıkarılamazsa; o zaman, İmâm Ebû
Hanîfe hazretlerine göre, fer'i delillere başvurulur.
Görüldüğü gibi, İmâm-ı
A'zam'ın fıkıhtaki mesleği/mezhebi, tamamen şer'î kaidelere istinat eder;
hikmet ve maslahat kaidelerine uygun düşer.
Hanefi fıkhı, İslam
hukuk müesseselerinin en seçkinlerinden biridir. Hanefî fakıyhlerine ehU rey,
ehl-i kıyâs denilmesi, sadece bir ıstılahtır. Yoksa, Bu mezhebde, bazı
mes'elelerin hükümlerinin, sadece şahsî rey'e dayandırıldığı asla iddia
edilemez.
Hatta, hanefî mezhebi,
hadîs-i şerifler için, diğer mezheplerden daha geniş bir tatbik sahası açık
bulundurmuştur. Bu hakikat, usûl-i fıkıh kitaplarına bakıldığı zaman, açık.bir-
şekilde anlaşılır.
Meselâ: Hanefî
Mezhebinde, fakıyh ve müctehid olan bir râvî-nin naklettiği bir hadîs-i şerîf
kıyâsa tercih olunur. O hadîs, kıyâs'a muh
Mâlikî Mezhebinde ise,
kıyâs'a muh
Bu hususta, Hanefi Mezhebinin
büyük imamlarından Fahrü'l-İslam Pezdevî şöyle diyor:
—"Râvî, Hülefâi
Râşidîn gibi müctehidlerden ise, onun haberi, her hâlde, kıyâsa takdim olunur.
Şayet râvî, yalnız zabt ve adaletle mâruf olur da, fakıyh ve müctehit olmak
bakımından meşhur olmazsa; asıl olan, bu durumda yine haber ile amel
olunmaktır. Ancak, bu haber bilumum, kıyâslara muh
İmâm-ı A'zam Ebû
Hanîfe (R.A.)'nin "bütün içtihatları, İmâm Ebû Yûsuf ve İmâm Muhammed
gîferfcüyük talebelerince toplanmış ve yazılmıştır. [320]
İmâm-ı A'zam Ebû
Hanîfe hazretleri, bütün ehl-i sünnet tarafından benimsenmiş
bulunan, dört büyük
müctehidin en büyüğüdür.
İmâm-ı A'zam, ictihad
sahasında emsalsiz bir yol meydana getirmiş ve içtihadım pek mükemmel,
muhalled esaslar üzerine kurmuş; daha hayatta iken, kendi içtihadına bağlı,
yüzlerce büyük âlimin yetiştiğini görmüştür.İmâm Ebû Hanîfe hazretleri vefat
ettikten sonra da, fm asırda O'nun içtihadına bağlı binlerce fukahâ
yetişmiştir.
Kevâkib-i Muaa'da
şöyle denilmektedir:
—"Vaktiyle
Semerkant'e tâbi Hakirdir Kasabasında Türbe-i Mu-hammedîn denilen bir mezarlık
vardı. Burada, her birinin ismi Mu-hammed olmak üzere, hanefî fukahâsından,
telîfat sahibi dört yüz âlim medfun bulunuyordu. Bunların hepsi de hanefî
mezhebi üzerine fetva vermiş, kitap telif etmiş ve tedris ile meşgul olarak
nice talebeler yetiştirmişlerdir."
Bu naklimiz; hanefî
mezhebinin ne derece yaygın olduğunu; İslâm âleminde bir zamanlar meydana
gelmiş — fakatmaalesef bu gün kaybolmuş— ilim, irfan ve hukuk tecellîsinin ne
derece parlak olduğunu gıbta ve hüzün ile düşündürecek mahiyettedir.
îmâm'ı A'zam Ebû
Hanîfe hazretlerini, muasırlarından ve sonraki asırlarda yaşamış olan büyük
âlim ve müctehidlerden pek çoğu lisan-ı ta'zim ile sena etmiş; CVnun zühd ve
takvasını, ahlâkındaki metanet ve nezâhati, ictihâdındaki ulviyeti,
mezhebindeki suhulet ve mükemmeliyeti dile getirmiştir.
Îbnü'l-Mübârek şöyle
diyor:
—"Ebû Hanife,
insanların en büyüğüdür, en fakihidir; O'ndan
daha fakiyh bir kimse
görmedim. O, bütün faziletler hususunda Allahu Teâlâ'nın âyetlerinden bir âyet
idi."
Bağdad'ta hadîs
okuturken, etrafına yetmiş bin kişi toplanmış olan, büyük muhaddis Yezid bin
Harun'a soruyorlar:
—"Hanefî
kitaplarına bakmak caiz midir?**
O, şu cevabı veriyor:
— Gidiniz, o kitapları
mütalaa ederek istifade ediniz. Ben, bu hususun.kerâhatine kail olan hiç bir
fakıyh görmedim. Hatta işittiğime göre, Süfyân-ı Sevrî bile, bir yolunu bulup
EM Hanîfe'den Kitâbü'r-Rehni almış ve kendisi de, onun bir nüshasını yazmıştır.
Yine Yezid bin Harun'a
sormuşlar:
—"Size göre, İmâm
Mâlik'İn reyi mi daha makbuldür; yoksa, Ebû Hanîfe'nin reyi mi?"
Şu cevabı vermiş:
—"İmâm Mâlik'in
hadislerini zabtediniz. Çünkü hadislerin râ-vilerini temyiz ve intikat eder.
Fıkıh ilmi ise Ebû Hanîfe ve ashabına mahsus bir sinaat-ı celîledir. Onlar,
sanki bunun için yaratılmışlardır."
İmâm Mâlik
hazretlerine sormuşlar: —"İmâm-ı A'zam nasıl bir zâttır?
O, şu cevabı vermiş:
— Ben, O'nu öyle
gördüm ki: "Şu direk altındır." dese, bu iddiasını isbat için hüccet
getirmeye kadir olur.
Şafiî fakıyhlerinden,
muhaddis bir zât olan İbni Hacer el-Heysemî'nin kaleme aldığı
ef-Hayrâtü'l-Hısân fî-FezâiIi'n-Nu'mân adlı eserde bildirildiğine göre,
Abdullah İbnü'l-Mübârek şöyle demiştir:
—Ben, bir gün İmâm
Mâlik'in yanında idim. İmâm Ebû Hanîfe teşrif ettiler. İmâm Mâlik O'nu
meclisin sadrına oturttu. Hakkında pek ihtiramda bulundu. O gittikten sonra
da; bize hitaben:
— Bu zât, Ebû Hanîfe denilen Nu'man İbni
Sabittir ki, "Şu direk altındır." dese, filvâkî dediği gibi çıkar.
Fıkıh ilminin en ince mes'elelerini çıkarmak, O'na çok kolay gelir. Herkesin
hayrette kaldığı mes'eleler hakkında, O, külfetsizce doğru hükmü bulmaya muvaffak
olur.
Büyük Âlim, M. Zâhid
Kevserî'nin Akvemii'l-Mesalîk adlı eserinde bidirildiğine göre, peraverdî
şöyle demiştir:
—"İmâm Mâlik'in
şöyle dediğini işittim: "Benim yanımda Ebû Hanîfe'nin fıkhından alınmış
bin mes'ele vardır."
İbrahim İbni İshak da
şöyle demiştir:
—"İmâm Mâlik,
mes'elelerde çok kerre, Ebû Hanîfe'nin kavline itibar ederdi."
Yine Dâreverdî şöyle
diyor:
—Ben, İmâm Mâlik ile
İmâm Ebü Hanîfe'yi, yatsı namazından sonra, Resûlullah (S.A.V.)'ın Mescidinde
müzakere ve müdârese hâlinde gördüm; her biri, diğerinin kabul ve kendisi ile
amel etmekte olduğu bir kavle vâkıf olunca, —taassub göstermeksizin ve tahtit
etmeksizin— dilini tutuyordu. Bu iki imâm, sabah namazını kılın-caya kadar, bu
hâl üzere devam ettiler.
İmâm Şâfî hazretleri
de şöyle buyuruyor:
—"Bütün insanlar,
fıkıh hususunda, Ebû Hanîfe'nin ıyâlidir. (Yani, O'nun sayesinde
barınmaktadırlar.) Ben, fıkıh ilmine, O'ndan daha ziyâde vakıf bir zat
bilmiyorum."
İmâm Ahmed bin Hanbel
hazretleri de, İmâm-ı A'zam'ı pek çok anar ve rahmetle yad ederdi. O'nun
mihnetli günlerinde ağlar; bu büyük imâmın kadılığı kabul etmeyişinden dolayı
habsedilmiş, dövülmüş olduğunu düşünerek teselli bulmaya çalışırdı. [321]
İmâm-ı A'zam, gayet
plânlı ve intizamlı çalışırdı. O, günlük işlerim bir plân dâhilinde yapardı:
Sabah ve akşamlarını derse ayırmıştı. Öğleye kadar, çarşıda ticâret işlerine
bakardı; öğleden sonra da ilimle meşgul olurdu. Gecelerini de ibâdetle ve ders
müzâkeresi ile geçirirdi.
Cum'a günleri, evinde
dostlarına, ahbablarma ziyafet verir ve onlarla sohbet ederdi.
Cumartesi gününü ise,
evinin ihtiyaçlarına ayırmıştı; Ev, bahçe ve emfâk işleriyle meşgul olurdu. [322]
İmâm-ı A'zam Ebû
Hanîfe hazretleri; kuvvetli muhakemesi, hârukulâde zekâ ve hafızası, fıtrî mantığı
sayesinde, dillere destan bir ikna kuvveti vardı. Yaptığı bütün münazara,
münakaşa ve mü-bâhaseleri kolayca kazanırdı.
Zamanında türeyen ve
dehrî denilen inkarcı ve maddeci bilginleri, susturduğu gibi, yanlış kanâat
taşıyan müslümanlann bu hatalarını düzeltmek için gayret sarfederdi. Buna bir
örnek olmak üzere, 'İmâm-ı A'zam'la, bir müslüman arasında geçen şu konuşmayı
nakledelim:
İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)
zamanında, Kûfe'liler bazı siyâsî sebepler dolayısiyle Hz. Osman (R.A.)'ı pek
sevmezlerdi. Ve böylece bir çevrede, bir Kûfe'li Hz. Osman (R.A.)'a dil uzatıp:
'Yahudi demiş. Bir çok âlim, o şahsı ikna edip, bu sözünden vaz geçirmeye çalışmışlar;
fakat muvaffak olamamışlar. Ve İmâm-ı A'zam hazretlerine baş vurmuşlar
Ebû Hanîfe hazretleri,
o adama giderek, şöyle demiş:
—Ben sana, kızım, bir
şahsa istemek için geldim.
—Kimin için istediğini
söyle bakalım...
—Zengin ve şerefli bir
adam; ayrıca hâfız-ı Kur'an, cömert ve gecelerini de ibâdetle geçirir.
—Yeter, yeter..
Saydığınız bu meziyetler kâfi .
—Yalnız» bu şahsın bir
kusuru var.
— Kusuru neymiş? Söyle bakalım.
— Yahudi diyorlar...
— Fesübhânallah!..
Benden, kızımı bir yahudiye vermemi nasıl istersin. Asla vermem!
Bunun üzerine tmam-ı
A'zam hazretleri:
—"Sen vermezsin
de, Hazreti Peygamber (S.A.V.) bir Yahudiye iki kerîmesini nasıl verir?"
buyurur ve böylece, Hz. Osman (R.A.) hakkında, o adamı ikna eder. [323]
tmâm-ı A'zam Ebû
Hanîfe hazretleri, Emevîlerin son zamanlarını ve Abbasî Devletinin ilk
zamanlarını görmüş; siyasî yönden hayli karışık olan bu devirlerde, hiç kimseye
bağlanmadan ve âlet olmadan, sadece İslâm'a bağlı olarak, O'nun hiz
Emevîler, İmâm Ebû
Hanîfe hazretlerini kendi taraflarına çekmek istiyorlardı. Bunu temin için,
Irak v
Ebû Hanîfe hazretleri,
bu hapsinden kurtulunca Mekke'ye gitti ve bir müddet orada kaldı.
Abbasiler itkidara
geçince, tmâm-ı A'zam tekrar Kûfe'ye döndü.
Bu defa da, Halîfe
Mansur, yeni kurulan ve Başkent yapılan Bağdad kadılığını İmâm-ı A'zam'a teklif
etti. İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe hazretleri, belki de bir hükümde kusur ederim
korkusu ile kabul etmedi. Ve, yine hapsedildi. Ve hatta dövüldü.
Aslında, İmâm-ı A'zam
gibi bir büyük müctehidin, ictihad gibi gayet ulvî bir işten ve binlerce talebe
yetiştirmekten ayrılarak böyle bir göreve başlaması, ilim ve din açısından da
yararlı olmazdı.
Bir ara, îmâm-ı A'zam
hazretlerinin fetva vermesi de yasaklanmıştı. Bu durumu Nasr İbni Muhammed
şöyle anlatıyor:
îmâm-f A'zam, bir
müddet fetva vermekten nehyedilmişti.
Bir gün, oğlu Hammad
gelip bazı mes'eleler sormuş, cevap alamayınca, babasına:
—"Bizi, burada
kimse görmüyor, cevap verseniz ne lâzım gelir?..." demiştir.
Bunun üzerine, Imâm-ı
A'zam hazretleri:
—"Oğlum! Bir gün
Sultan: "Hiç fetva verdin mi?".diye sorarsa; ben:
"Vermedim." diye yalan söyliyebilir miyim?" cevabını vermiştir. [324]
Daha önce de söylediğimiz
gibi, İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe hazretlerinin kavil ve ictihadlannı, İmâm Ebû
Yûsuf, İmâm Muhammed, İmâm Züfer, İmâm Hasan bin Ziyâd gibi ileri gelen
talebeleri yazmış ve bir araya toplamışlardır.
O'nun bizzat kaleme
aldığı fazla eseri bulunmamakla beraber; kendisinden sonra gelen ve bizzat
O'nun veya talebelerinin yetiştirdiği binlerce, on binlerce âlimin kaleme
aldığı, binlerce, onbinlerce eser, hep onun ictihadlan ve kavilleri ile doludur
ve O'nun koyduğu metodla, O'nun usûlüne uygun olarak yazılmıştır.
Doğrudan doğruya
kendisine izafe edilen eserlerin bir kısmı ise şunlardır:
1-)
Fıkhu'l-Ekber
Bu eser, İmâm-ı
A'zam'ın tevhid sahasında özet olarak kaleme aldığı bir kitaptır. Bu küçük
eserde ehl-i sünnet itikadı özet hâlinde verilmiş ve zamanında bir çok
münâkaşalara çözüm getirmiştir. Bu eseri, Ebû Mutî el-Belhî rivayet etmiştir,
2-)
Müsnedü'l-İmâmi'l-A'zam Ebî Haflîfete'n-Nu'mân.
Bu kıymetli hadîs
kitabı, İmâm-ı A'zam'ın rivayet ettiği bir çok hadîs-i şerifi içine almaktadır.
Bu eser de, kendisinden Hasan İbni Ziyâd rivayet etmiş ve hanefî fakıyhlerinden
olan Kasım İbni Kutlu-boğa tertip etmiştir.
3-) Âlim ve
MiHeallim
4-) Fıkhı
Ebsat
5-)
Vasiyyet'ler.
Velhâsıl- İmâm'ı A'zam
Ebû Hanife hazretleri, feyizli bir kaynak olan ahkâm-ı şer'iyyenin, şarkı ile
garbı ile bütün cihana akıp, yayılmasından büyük hizmette bulunmuş; İslâm
hukukunun kaidelerini ve ıstılahlarını ortaya koymuş, ve bablarını tertip
etmiştir. Ayrıca, bu büyük müctehid, yirmi sekiz bini ibâdetlere, iki yüz
yetmiş iki bini de muamelâta âit olmak üzere üç yüz bin mes'ele vaz etmiş ve
bunların hükümlerini ortaya koymuştur. [325]
El-Kevâkibü'd-Dürriye
isimli eserde şöyle deniliyor:
Bir gün,
Hârunü'r-Reşîd, İmâm Ebû Yûsuf'tan, İmâm-i A'zam'-ın ahlakım tavsif etmesini
istemiş; O, da Kaf Sûresinin 18. ayetini[326]
okuyup, "Cenâb-ı Hakk'ın, konuşan her şahsın, ne söylediğinden haberdar
olduğunu" söyledikten sonra şöyle devam etmişi
—İmâm-i A'zam, Allahu
Teâlâ'nın haram kıldığı şeylerin yapılmasını şiddetle men etmeye çalışırdı.
Dîn-i İlâhî hakkında bilmediği bir şeyi söylemekten pek korkardı. O, daima
Hakk'a itaat edilmesini, isyan edilmemesini isterdi. O, çok sükût eder; daima
düşünür, tefekkürü terketmezdi. O, geniş bir ilim sahibi idi.
O, ne daima susar ve
ne de faydasız bir şey konuşurdu. İstenildiği zaman, ilmini ve malını
ziyadesiyle bezleder, saçardı.
Kendi adına,
insanlardan müstağni bulunur; kimseden bir şey istemez ve kimseden bir şey
almazdı. Ve O, hiç bir kimseyi, hayırdan başka bir şeyîe anmazdı."
İmâm Ebû Yûsuf'un bu
sözlerini dinleyen Harûnü'r^-Reşîd, kâtibine: "Bu hasletleri yaz."
emrini verdi.
Zehebî merhum da,
Tabakltü'l-Huffâz'ında şöyle diyor:
— Ebû Hanîfe, imâm,
müteverrî, âlim, müteabbid, kebîrüş-şân bir zat idi. Sultanin atiyyelerini
kabul etmez; ticâretle uğraşır, kazanırdı.
Evet, İmâm-ı A'zam
ticaratle uğraşırdı. Bezzaz idi; yâni, bez, kumaş alıp satardı. Bu işini
dillere destan bir dürüstlükle bir müddet sürdürmüş; daha sonra ise, bazı
kimselere sermâye vererek, onları, ticâret için etrafa göndermiş; elde edilen
kâr ile de hem kendisi geçinmiş,- hem de başkalarına yardım etmiştir.
O, dürüst ve cömert
bir tüccar idi. O'nun bu yönü ile ilgili, pek çok menkıbeler nakledilmektedir.
Hayatını anlatan kitaplarda, bu menkibelerin bir çok örneği vardır. [327]
İmâm-ı A'zam, her yönü
ile temizliği çok sever ve temizlik kaidelerine hakkıyle riâyet ederdi. Bu
cümleden olarak, temiz giyinmeyi de çok severdiî Miskinlik arzeden,
kirli-paslı şeylerden hiç hoşlanmazdı.
Bir gün, Ebû Hanîfe
hazretlerinin yanına üstü-başi kirli ve eski-püskü bir adam geldi. Hazreti
İmâm, ona:
—"Al şu paraları
da, üstüne başına bak!" dedi.
Adam:
—"Benim
hâlim-vaktim iyi; servet sahibiyim." deyince; İmâm-ı A'zam:
—"Öyleyse,
üstüne-başına bak!... Allahu Teâlâ kuluna verdiği nimeti, onun üzerinde görmeyi
sever." buyurdu.
Kendisinin giydiği
kaftan, dört yüz dirhem ( = gümüş para) değerindeydi. [328]
İmâm Ebû Yûsuf'a
—kadı'l-kudât iken— sordular: — Bunca servet içindesin; daha ne gibi arzuların
var O, şu cevabı verdi:
—"Ebû Hanîfe'nin
bir meclisine servetimin yarısını vermeye hazırım. Çünkü, içimde bâzı sorular
var; O'na onları sorup öğrenmek en büyük arzum ve zevkimdir." [329]
Hâsıl-ı kelâm, İmâm-ı
A'zam Ebû Hanîfe (R.A. = Rahme-tullahı Teâlâ aleyh) hazretleri, büyük bir âlimdir.
O'nun meydana getirmiş bulunduğu ictihad müessesesi, asırlardan beri îslâm
âlemi için bir -rahmet vesilesi olmuştur.
O'nun mübarek ismi,
bütün müslümanlar arasında dâima rahmet ve şükranla anılmıştır ve bundan sonra
da aynı şekilde anılacaktır.
İmâm-i A'zam Ebû
Hanîfe (R.A.) hazretleri hicrî 80 (milâdî 699) yılında Kûfe'de dünya'ya gelmiş
ve hicrî 150 (mîlâdî 767) yılında Bağdad'da vefat etmiştir.
Büyük Selçuklu Sultanı
Melikşah'ın veziri Şerefü'1-Mülk Ebû Sa'd Muhammed, İmâm-ı A'zam hazretlerinin
Bağdad'da bulunan kabirleri üzerine güze! bir türbe yaptırmıştır. Bu türbe,
daha sonraları, Osmanlı Padişahları tarafından defalarca tamir ve tezyin edilmiştir.
Ve hâlen bir ziyâretgâhtır.
İmâm-ı A'zam Ebû
Hanîfe (R.A.) hazretlerinin, —üstadı Ham-mad'ın adını verdiği— ve Hammad İbni
Nu'mân ismi ile anılan bir oğlu vardır ki, o da büyük bir fakıyh, verâ sahibi
bir âlim idi. Kendisi, İmâm Ebû Yûsuf tabakasında bir fakıyh idi. Kûfe'de
kadılık yapmıştır.
Hammad İbni Nu'man'ın
oğlu (yani İmâm Ebû Hanîfe hazretlerinin torunu) İsmail de fakıyh bir zât idi.
Bu da Basra'da kadılık yapmıştır. [330]
İmâm Buharı
hazretleri, hadîs imamlarının en büyüğüdür. Ve Kur'an-ı Kerîm'den sonra,
dünyanın en kıymetli kitabı olan Buhâriyi Şerifin musannifi ve müellifidir.
İsmi: Muhammed İbni
İsmail İbni İbrahim İbni'l-Mugayre el-Cûfî el-Buhârî'dir.
Künyesi ise: Ebû
Abdillah'tır.
Babası, Ebû'l-Hasan
İsmail de büyük âlimlerdendir.
İmâm Buhârî, tahsiline
kendi vatanında başlamış ve Kur'ânn Kerim ile İbnü'l-Mübârek'in müsannefatmı
ezberledikten sonra, hadîs-i şerîf öğrenmek maksadiyle seyahatlere başlamıştır.
Kendisi şöyle
anlatıyor:
— "On altı
yaşında iken Abdullah İbnü Mübârek'in ve Veki İbni Cerrâh'ın kitaplarım
ezberledim ve fıkıh ilminde, müctehidlerin, rey ehlinin bildirdiklerini,
öğrendim.
Sonra, annem ve
kardeşim Ahmed'le birlikte hacca gittik. Hac farizasını edâ ettikten sonra,
annem ve kardeşim Buhârâ'ya döndü. Ben Mekke'de kalıp, hadîs-i şerîf toplamaya
başladım. On sekiz yaşına gelince, sahabe ve tâbi fetvalarını topladım.
Bu arada Medîne-i
Münevvere'ye gittim; Resûlullah (S. A. V.)'in kabr-i şerifi başında geceleri ay
ışığında Tarihü'l-Kebir'i yazdım."
İmâm Buhârî
hazretleri, Mekke-i Mükerreme'de bulunduğu sırada Abdullah İbni Zübeyr
el-Hamidî'den şâfiî fıkhını öğrendi.
İmâm Buhârî
hazretleri, hadis bilgilerini artırmak ve genişletmek için hicrî 210 yılından
itibaren çeşitli İslâm merkezlerine seyahatlere çıkmış ve uğradığı Mekke,
Medine, Bağdad, Basra, Küfe, Mısır, Nişabur, Belh, Merv, Askalan, Şam, Humus,
Rey gibi yerlerde binden ziyâde meşayihe mülâkî olarak, kendilerinden hadîs-i
şerîf telakki etmiştir.
Kendisi şöyle
anlatıyor:
—"Hadîs öğrenmek
için, iki defa Mısır'a ve Şam'a; dört defa Basra'ya gittim. Hadîs âlimleri ile
birlikte, Bağdad ve Küfe şehirlerine kaçar defa gittiğimi sayamam."
Bir gün,
—"Biraz önce
gelseydin, yetmiş bin hadîs-i şerîf ezberlemiş olan bir çocuk görürdün."
dedi.
Bu söz üzerine çok
merak ettim. Dışarı çıktım ve bir çocukla karşılaştım. "Bahsedilen çocuk
budur." diye düşünerek, ona:
—"Yetmiş bin
hadîs-i şerîf ezberleyen sen misin?" dedim. O çocuk:
—"Evet efendim,
daha da fazlasını ezberledim. Ayrıca, sahabeden ve tabiînden olup da, rivayet
ettiği hadîs-i şerifi ezberlediğim râvîlerin doğum ve ölüm tarihleri ile
yaşadıkları yerleri de biliyorum." karşılığını verdi.
İmâm Buhârî
hazretleri, hadîs-i şeriflerin râvilerini çok inceler, dinin emirlerine
uymayan, edeblerini gözetmeyen veya ahlâkında bir kusur olan kimselerin
rivayetlerini almazdı.
Kendisi, hadîs-i
şerifin metnini ezberlediği gibi, o hadîsi rivayet eden şahısların künyesini,
doğum ve ölüm tarihlerini, ahlâkını, yaşayışını, kimden rivayette bulunduğunu,
o râvîden başka kimlerin hadîs-i şerîf aldığını öğrenir ve bunları da
ezberlerdi.
İmâm Buhârî
hazretlerinden hadîs-i şerîf dinleyip nakledenlerin sayısı doksan binden
fazladır.
Gittiği {ıer yerde,
etrafı, ondan hadîs-i şerîf dinlemek ve öğrenmek isteyen kimselerle dolup taşardı.
Hatta, Nişabur'a gittiğinde, kendisini dört bin kişi karşılamıştı.
Bu şekilde senelerce
süren seyahatler sonunda, hissettiği vatan özlemi ile Buhârâ'ya dönen İmâm
Buhârî hazretleri, orada bazı hasedcilerin iftirasına hedef olmuş ve
"Lafz-ı Kur'an'ın mahlukiye-tine kaildir." diye hakkında dedi-kodular
çıkarılmıştır.
Ayrıca, Buhârâ Emîri
Hâlid İbni Ahmed ed-Dehlî, İmâm Bu-hârî'den husûsî bir şekilde hadis okumak
istemiştir.
İmâm Buhârî ise:
"umûma hitaben takrir etmekte olduğum derslerde hazır bulunabilir."
diyerek, emîrin bu arzusunu gerine getirmemişti.
Bundan dolayı, Emir
de, halkı İmâm Buhârî hazretlerinin aleyhine kışkırttı.
Nihayet, varlığı ile
memleketine ebedî bir şeref bahşeden bu büyük zât, Buhârâ'dan çıkartıldı.
İmâm Buhârî
hazretleri, sekiz defa Bağdad'a gidip gelmiş ve her seferinde de İmâm Ahmed
İbni Hanbel hazretleri ile görüşüp konuşmuştur.
İmâm Buhârî
hazretleri, son defa veda için yanına vardığında, Ahmed İbni Hanbel hazretleri
şöyle demişti:
—"Ey Ebû
Abdillah!... Sen, ilmi ve nâsı bırakarak Horasan'a mı gideceksin? Nâs, şüyûhtan
(- şeyhlerden - üstadlardan) ibarettir. Şüyuh gittikten sonra kim ile
yaşanabilecek?"
İlmî ihatası cihan
kadar geniş olan bu büyük âlim, Buhârâ'dan çıkartılmış ve Hertenk köyünde
yerleşmiş, bir bakıma kapanıp kalmıştı. Ve burada, yakın dostu ve üstadı olan
Ahmed İbni Han-bei'in vsda esnasında kendisine söylediği o sözleri hazin hazin
hatırlıyordu.
Hatta, bu hâlden o
kadar sıkılmıştı ki, Cenâb-ı Hakka şöyle dua etmekte idi:
— Ya RabbÜ... Yer yüzü
bu kadar geniş iken, benim başıma dar geldi... Artık ruhumu kabzet ve beni
İlâhî yakınlığına kavuştur."
İmâm Buhârî
hazretleri, bu duasının üzerinden bir ay bile geçmeden, rahmet-i Rahman'a
kavuştu.
İmâm Buhârî (R.A.)
hazretleri, bir fıtrat hârikası idi. Yüz bin sahih, iki yüz bin de gayr-i sahîh
hadis ezberlemişti.
Daha önce söylediğimiz
gibi, İmâm Buhârî, Şafiî fıkhını öğrenmiş ve o mezhebe sülük etmişti. Ancak,
daha sonra, kendisine has bir ictihad yolu ihtiyar etmiştir.
Selim İbni Mücâhid
şöyle demiştir:
—"Altmış seneden
beri, dünyada Muhammed İbni İsmail'den (yani İmâm Buhârî'den) daha fakıyh, daha
müteverri ve daha zâhid bir zat görmedim."
İmâm Buhârî'nin ve
İmâm Müslim'in şeyhi olan Muhammed İbni Beşşar şöyle demiştir:
—"Dünyanın hadis
hafızları şu dört kişidir: Rey'de, Ebû Zür'a; Nişabur'da, Müslim îbni'l Haccâc
(İmâm Müslim); Semerkant'ta, Abdurrahman Dârimî ve Buhârâ'da Muhammed İbni
İsmail (İmâm Buhârî)'dir."
İmâm Buhârî Basra'ya
girdiği gün, üstadı Muhammed İbni Beşsar:
—"Bu gün,
Basra'ya seyyidü'l-fukahâ (= fakiyhlerin efendisi) girdi." buyurmuştur.
İmâm Buhârî hazretleri
hicrî 194 (milâdî 810) tarihinde Bu-hârâ'da dünyaya gelmiş ve 256 (milâdî
870)tarihinde Semerkant'ta Hertenk köyünde vefat etmiştir. [331]
1-)
el-Câmiu's-Sahîb ( = Sahibi Buhârî)
Şüphesiz ki İmâm
Buhârî'nin en mühim ve baş eseri Sahîh-i Bu-harî diye meşhur olan
el-Câmiu's-Sahîh'idir.
İmâm Buhârî
hazretlerinin bu şaheseri, Allah'ın Kitâbın'dan sonra, dünyanın en kıymetli
kitabıdır.
İmâm Buhârî, 7275
hadîsten müteşekkil olan bu eserin, altı yüz bin hadisin içinden seçerek
meydana getirmiştir.
Bu hadîs-i şeriflerden
bir kısmı, vecihlerinin veya senetlerinin tekerrür etmiş bulunmasından dolayı,
mükerrer bulunmaktadır.
Bu mükerrerler
sayılmayınca 4000 Hadis-i şerîf kalmış olur ki, Zeynüddîn Ahmed Zebidî merhum,
bu dört bin hadîsi alarak, Safaîh-i Buhârî Muhfasan olan Tecrid-i Sarîh
adındaki eserini telif etmiştir.
Bu kıymetli eser,
merhum Ahmed Nâim ve Kâmil Miras tarafından Türkçemize tercüme ve şerh
edilerek, Türkiye Büyük Millet Meçlisi'nin kararı ile neşredilmiştir. Hâlen,
Diyanet İşleri Başkanlı-ğı'nca basılıp neşredilmekte olan eser de budur.
Ayrıca, Sahîh-i
Buhârî'nin şerhleri de vardır. Bunların bir kısmını da şöylece
sıralayabiliriz:
a)
Ümdetü'I-Kârî fî-Şerhi'l-Buharî
Bu şerh, Bedrüddin
Aynî tarafından yapılmış ve 25 cüz hâlinde basılmıştır.
b-)
İrşâdü's-Sârî
Bu şerh de, İmam
Kastalânî tarafından yapılmıştır ve matbûdur. c) Fethu'1-Bârî fi-Şerhi Sahihi
Buhârî
İbni Hâcer Askalânî
tarafından yapılan bu şerh de 14 cild olarak basılmıştır.
d-)
El-Kevâkibü'd-Dürârî
Şemseddin Muhammed
İbni Yûsuf Kirmânî tarafından yapılan bu şerh de matbû'dur.
e-)
İ'lâmüVSünen Ahmet İbni Muhammed el-Hattâbî tarafından yapılmış olan bir
şerhtir.
Sahih-i Buhârî'nin
saydığımız bu muhtasar ve şerhlerinden başka da, bir çok tercüme, şerh ve
muhtasarları vardır.
2-)
Târîhu'l-Kebîr
İmâm Buhârî
hazretlerinin bu eseri; hadîs ric
3-)
Târîhu'l-Evsat
Bu eser, Târîhu'l-Kebîr'in
kısaltılmışıdır.
4-)
Târîhu's-Sağîr.
Bu da,
Tarîhu'I-Kebîr'in kısa bir özetidir.
5-) Kitâbu
ZuafâFs-Sağîr
Bu eser, zayıf
râvilerin hallerinden bahseder
6-) Tarîhu
fî-Ma'rifeti RuvâtFl-Hadîs ve Mükâti'1-âsân ve's-Sünen ve Tem-yîzü Sikatihin min
Züafaihim ve Tarihi Vefâtihim.
Bu da, hadis ric
7-)
Tevârîhu'l-Ensâb
Bazı şahısların özel
hallerinden ve nes plerinden bahseden bir eserdir.
8-)
Kitâbu'l-Künâ
Bu da, râvîlerin
künyelerinden bahseden bir eserdir.
9-) Edebü'I-Miifred.
Bu eser, İmâm Buhârî
hazretlerinin, ahlâk hadîslerini bir arada topladığı bir kitaptır. Türkçeye
tercüme ve neşredilmiştir.
10-) Ref
u'1-Yedeyn fî's-Salâl
11-) Kitâbu
Kıraati Halfe-I İmâm
12-)
Haiku'1-EfâM İbâd ve Reddi ale'l-Cehmiyye
Cehmiyye mezhebinin
yanlışlıklarını ortaya koyan bir eserdir.
13-)
ei-Akîde (= et-Tevhîd)
Akâid konularını
ihtiva eden bir eserdir.
14-)
Abâru's-Sıfat
Bu da, hadisle ilgili
bir eserdir. 15-) Birrü'l-Vâlideyn 16-) ei-Câmiıı'l-Kebîr 17-)
et-Tefsîrü'i-Kebîr 18-) Kitâbü'1-Hîbe 19-) Kitâbii'I-Eşribe 20-)
Kitâbii'l-Mebsût 21-) Kitâbü'l-İlel 22-) Kitâbü'l-Fevâid 23-) EsmâiiVSahâbe
İmâm Buhâri
hazretlerinin Sahîh-i Buhari'si kütüb-i sitte denilen ıltı hadis kitabının
birincisidir. [332]
Ebû Hasan el-Eş'arî,
ehl-i sünnetin itikadtaki iki imamından biridir.
İsmi: Ali İbni İsmail;
künyesi; Ebû'l-Hasan'dır. İmâm Ebû'I-Hasan el-Eş'arî Basra'lıdır.
İmâm Eş'arî
hazretlerinin büyük ceddi, ashâb-ı kiramdan Ebû Musâl-Eş'arî (R.A.)
hazretleridir.
Ebû'l-Hasan el-Eş'arî
hazretleri, İmâm Mâturidi hazretleri gibi, selef-i s
İmâm Eş'arî, fıkıh
bakımından şâfiî mezhebinde idi. Şafiî fa-kiyhlerinden Ebû İshâk Mervezî'den
şâfiî fıkhını okuyan Eşarî merhum, üvey babası Ebû Ali Cübbâî'den daha önceden
mu'tezile mezhebine ait bilgileri öğrenmişti.
İmâm Ebû'l-Hasan
el-Eş'arî hazretleri çağdaşı olan bir çok faziletli âlimle görüşmüş ve onlarla
fıkıh ve kelâm mes'elelerini müzâkere ve münâkaşa etmiştir.
İmâm Ebû'l-Hasan
el-Eş'ari kırk yıl gibi uzun bir müddet mutezile mezhebinin imamlığını yaptığı
hâlde, sonunda, o mezhebi nail olduğu bazı manevî, işaretler ve geniş ilmî tetebbulan
sayesinde ter-ketmiştir. Şöyle ki:
İmâm Eş'arî
hazretleri; nail olduğu manevi bir işaretin neticesi olarak, mutezile yolunun
yanlış bir yol olduğunu kavradı. Ve: "Hakkın ötesinde, sapıklıktan başka
bir şey yoktur." diyerek, hakkı yanî ehl-i sünnet mezhebini seçti, bu
kararını takiben de, bir kaç hafta evinden çıkmadı. Sonra evinden çıkıp, Basra
Camiine giden İmâm Eş'arî hazretleri, orada binlerce kişiye şöyle hitap etti:
—"Ey İnsanlar!...
Çoktan beri, dışarı çıkmıyor, sizinle görüşmüyordum. Dikkatle düşündüm ve
insafla inceledim. Bütün delilleri gözden geçirdim ve tercih hususunda
zorlandım. Sonunda, Cenab-ı Hak'tan, beni hidâyete erdirmesini istedim dûa
ettim. Ve Allahu Teâlâ beni hidâyete erdirdi; doğru yola kavuşturdu. Mu'tezile
mezhebine ait itikadlarımın hepsinden vaz geçtim. Ve kurtuldum." diyerek,
ehl-i sünnet itikadına girdiğim ilân etti. Ve sahih, nezih bir inaç sistemi
olan ehl-i sünnet itikadının nelerden ibaret olduğunu, —daha önceden
hazırlamış bulunduğu yazılardan halka okuyarak— anlattı. Ve ömrünün sonuna
kadar, ehl-i sünnet itikadının yayılması için gayret sarfetti. Mutezilenin
hatalarını ve yanlışlıklarını da ortaya döktü.
Ebû'l-Hasen el-Eşarî
hazretlerinin ehli sünnet mezhebine geçmesi ile, kelâm ilmi mu'tezile
mezhebinin elinden kurtulmuş oldu. Ve kelâm ilmi, mutezilenin elinde tehlikeli
ve zararlı iken, İmâm Eş'arî sayesinde, doğru yolun yolcularına rehber oldu.
Kısacası, İmâm Eş'arî
hazretlerinin ehli sünnete geçmesi, — ehl-i sünnet itikadının yayılmasında
büyük bir zafer olmuştur. Bozuk ve zararlı bir inanç sistemi olan mu'tezile
mezhebinin tesiri, İmâm Eş'arî tarafından zayıflatılmış ve hattâ ortadan
kaldırılmıştır.
Eş'arî merhum, daha
önce hocası ve mu'tezile mezhebinin ileri gelenlerinden olan Ebû Ali Cübbâî ile
yaptığı çetin ilmî münazaralarda O'nu mağlup etti.
İmâm Eş'arî, tefsir,
hadis ve fıkıh ilimlerini, o zamanın meşhur âlimlerinden Zekerriyyâ İbni
Yahya'es-Sâcî, Ebû Halîfe el-Cumhî, Sehl İbni Sehr, Muhammed İbni Ya'kub
el-Mukrî, Abdurrahman İbni Halef ed-Dabî gibi zatlardan tahsil etmiş ve
Bağdad'da Câmi-i Mansur'da, Ebû İshâk Mervezi'nin hadis derslerini dinlemiş',
kendisi de, O'na kelâm ilmini okutmuştur.
İmâm Eş'arî
hazretleri, tasavvuf ilminde de âlim ve velî bir zât idi.
Tâcüddin Subkî'nin de
dediği gibi, Ebû'l-Hasan el-Eş'arî yeni bir mezhep kurmuş veya yeni bir görüş
ortaya atmış değildir. Bilakis O, ashâb-ı kiram ve tabiînin yolunu takrir ve
bu husustaki yeni hüccet ve burhanları parlak bir şekilde ortaya koyup açıklığa
kavuşturmuş; İslâm âleminin bir çok taraflarında, türemiş olan birtakım
yanlışlarla ve bid'atlarla dolu mezheplere karşı mücâdele ve mücâ-hadeye
girişmiş ve şanlı bir şeklide muvaffak olmuştur. [333]
Eş'arîlikle
mâturidîlik arasındaki hilaf pek cüz'îdir. İmâm-ı A'zam, İmâm Ebû Yûsuf ve İmâm
Muhammed'in itikâdî kavillerini Akîde-i Ta havi adlı eser ihtiva etmektedir.
Ki, İmâm Eş'arî'nin itikadı da bundan ibarettir.
Maturidî ve Eş'arî
hazretlerinin kitapları derinlemesine incelenirse, aralarındaki görüş
ayrılığının, nihayet onu üç mes'eleye inhisar ettiği görülür.
Bu ihtilafların altısı
manevî, yedisi ise lafzîdir. Manevî olan altı hilafın hiç biri, iki tarafın
birbirine muhalefetinin, diğer tarafı tekfir ve bid'ate nisbet etmesini iktiza
edecek şeyler değildir.
Bu durumu, üstad
Mansur Bağdadî ve diğer pek çok âlim tasrîh etmektedir. [334]
İmâm Ebû'l-Hasan
el-Eş'arî hazretleri, yüzden fazla eser te'-lif etmiştir.
Bu eserler, şu beş
grubta toplanmaktadır:
a-) Kırk
yaşından önce yâni mutezile iken yazdığı eserler. Eş'arî merhum, ehl-i sünnet'e
gelince, önceki eserlerin hepsini ibtâl etmiştir.
b-)
Felsefecilerle, yahudi, hristiyan ve mecûsîlere yazdığı reddiyeler
c-)
Hâriciye, mu'tezile ve şia mezhebine yazdığı reddiyeler
d-)
Makaleler.
e-)
Kendisine sorulan suallere cevap olarak yazdığı risaleler Bu eserlerin
başlıcalarını şöylece sıralayabiliriz.
1-)
Tefsîru'l-Kur'ân.
îbni Asâkîr'in
bildirdiğine göre, Eş'arî merhumun bu kıymetli tefsin 70 veya 300 cilttir.
2-) Mûcez
3-)
Halku'l-Ef âl
4)
Kitâbü'l-Füsûl.
Bu eser, on iki
fasıldan müteşekkildir.
5-)
Kitabü'l-İsliiâa
6-)
Sifatlar'la ilgili bir kitap
7-)
Risâletü'I-İman
8-)
Kıtâbü'I-Fünûn
Bu eser, dinsizlere
cevap olarak yazılmıştır.
9-)
Kifâbü'n-Nevâdir.
Bu eser, kelâm ilminin
inceliklerini ihtiva eden bir kitaptır
10-)
Makâlâtii'l-Felâsife
Bu eser, felsefecilere
cevap olarak yazılmıştır. Üç makaleden meydana gelmiştir.
11-)
Kilâbü'1-Umed
12-) el-Luma
fî'r-Reddi ala Ehli'z-Zeygi ve'I-Bıd'a
Bu eser, on bölümden
meydana gelmiş kıymetli bir eserdir. Bu eser, ingilizce ve almancaya da tercüme
edilmiştir.
13-)
el-Cevher fi'r-Reddi alâ Ehli'z-Zeygi ve'l-Münker
14-)
Dehrîlerin il ir azlarına Cevap mahiyetinde bir kitap
15-) Nazar
ve îstidlal'Ie bunların şartları hakkında LübâTnin suallerine verdiği cevaplan
ihtiva eden bir kitap
16-)
Cevâbü'l-Horasâniyyîıt
17-)
Tenasüh'e İnananlar hakkında bir kitap
18-)
Mantıkçılar ile ilgili bir kitap
19-)
Hıristiyanlar hakkında yazılan bir kitap
20-)
Delâiiün Nübüvve.
21-) Risale
Ketebbihâ ilâ Ehli's-Sağr bi-Bâbi'l-Ebvâb
Bu eser, ehl-i sünnet
âlimlerini anlatan bir kitaptır.
22-)
Makâlâtü'Mslamiyyîn
Bu eser
matbûdur ve Kelâm
ilminin inceliklerinden bahsetmektedir.
23-)
el-İhane an Usûli'd-Diyâne
Ehl-i sünnet dışı
görüşlerin reddi bakımından mühim bir eserdir.
24-) Kavlu'l-Cümlât
Eshâbü'l-Hadis ve KhliVSünnc fi'1-İtikâd
25-)
Risâletü'l-İstihsân el-Havzu fi-İlmi'l-Kelâm Bu eser de basılmıştır ve
İngilizce tercümesi de vardır.
26-)
et-Tebyîn alâ-Usûli'd-dîn
27-)
İzahü'l-Bürhân fi'r-Reddi alâ Ehli'z-Zeygi ve*t-Tuğyân.
28-)
el-Mukaddime
29-) el-Emâi
ve'l-Ahkâm
İmâm Eş'arî
hazretleri, hicri 260 (milâdî 879) tarihinde Basra'da doğmuş, 330 (milâdî 941)
tarihinde Bağdad'ta vefat etmiştir. [335]
Ebû Mansur Mâturidî,
ehl-i sünnetin itikadtaki iki imamından birincisidir. Adı: Muhammed İbni
Muhammed İbni Mahmut'tur. Künyesi: Ebû Mansur'dıîr. Ebu Mansur Muhammed,
Semer-kant'ın Mâturid nahiyesinde doğmuştur. Doğum tarihi kesin olarak
bilinmemekle beraber hicri 280Me doğduğu sanılmaktadır.
İmâm Ebû
Mansur Mâturidî, hanefî
fakıyhlerinin büyüklerindendir.
İmâm Mâturidî, Ebû
Bekir Ahmed Cürcânî ve Ebû Nasr el-lyâd gibi zâtlardan fıkıh ve hadîs
ilimlerini tahsil etmiştir.
İmâm Ebû Mansur
Mâturidî, İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe'nin naklen bildirdiği ve yazdığı ehl-i sünnet
itikadını ve kelâm bilgilerini, O'ndan nakledenlerden dinleyip kitaplara
geçirdi ve bu itikadı mes'eleleri izah ve isbat etti.
İmâm Mansûr Mâturidî
hazretleri pek kıymetli eserler yazmış ve çok sayıda talebe yetiştirmiştir.
O'nun yetiştirdiği,
her biri büyük bir ilim ve ihlas sahibi olan âlimlerden bir kısmı şunlardır:
Hâkimi Şemerkandî diye
şöhret bulmuş olan Ebû'l-Kâsım Is-hâk İbni Muhammed, Ebû Muhammed Abdulkerim
îbnü Mûsâ el-Pezdevî, Ebû'1-leys el-Buhârî, Ebû'l-Hasen Ali İbni Said...
İmâm Ebû Mansur
Mâturidî, Tefsir, hadis, fıkıh ve kelâm ilim-lerindeki geniş bilgi, kudret ve
dirayeti ile, bütün ehl-i sünnetin teveccüh ve itimadını kazanmıştır. Bu
yüksek liyâkatinden dolayı, İmâm Mâturidî hazretlerine İmâmü'l-MülekdJimîn
denilmiştir.
İmâm Mâturidî
hazretleri, İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe (R.A.) hazretlerinin el-Fikhu'1-Ekber,
er-Risâle, el-Fıkhu'1-Ebsât, el-ÂHm ve'1-Müteallim ve Vasiyyet gibi itikadı
eserlerde bildirilen esasları, aklî ve naklî delillerle açıklayarak, tasnif
etmiştir.
İmâm Mâturidî ve O'nun
gibi itikâd imâmı bulunan İmâm Eş*-arî hazretleri, selef-i sâlihin mezhebi
üzere yürümüş; İslâm Âleminde baş gösteren muhtelif cereyanlara, felsefî
nazariyelere karşı, hak ve hakikati müdâfaaya ve her tarafa yaymaya çalışmış;
İslâm itikadının ne kadar saf ve doğru olduğunu yeni yeni delil ve mütâlâalarda
isbat etmişlerdir. [336]
Hayatını ilme ve Ehl-i
Sünnet itikadını yaymaya hasreden ve bu yolda çok değerli hizmetler veren İmâm
Mâtüridî hazretleri, pek çok ve değerli eserler telif etmiştir. Bu eserlerden
başlıcalan ise şunlardır
1-)
Kilâbü't-Tevbîd
Bu eser, ehl-i
sünnetin itikad esaslarım ortaya koyan ve sapık fırkaların durumunu açıklayan
bir kitaptır.
2-)
Te'vflâtin-Kur'ân:
Te'vîlâtü'l-Mâtüridiyye
diye anılan bu eser, eşine ender rastlanan bir tefsirdir. Bu kıymetli tefsiri,
Semerkandî şerhetmiştir.
3-)
Me'hazü'ş-Şer'iyye:
Bu eser, fıkıh ilmi
ile ilgilidir.
4-)
Kitâbü'l-Makâlâi fi'1-Kelâm
Tevhid ve Kelâm ilmi
ile ilgili bir eserdir.
5-)
Kitâbü'l-Ceâel fî'l-Usâl
Bu eser de, fıkıh
usûlü ile ilgilidir.
6-) Rcdda
Evâili'l-Edille li'l-Ka'bi ve Beyâna VehnüM-Mu'tezöe
Bu kitap da, Mu'tezile
mezhebinin yanlışlıklarını ortaya koyan bir eserdir.
7-)
er-Reddii alâ-Usûli'l-Karamita
Karamıta fırkasının
bâtıllığını ortaya koyan bir eserdir.
8-) Reddu
Kitâbü'l-İmâme li-Ba'zir-Revâfiza
Bu eser, ashab-ı
kirama düşman olanların sapık yönlerini anlatan bir kitaptır.
Taşköprü-zâde şöyle
demiştir.
"Ehl-i sünnet
ve'1-cemâatin kelâm ümindeki reisleri iki zattır. Bunlardan birisi hanefî,
diğeri şâfiîdir. Hanefî olanı Ebû Man-sur Mâtüridî şâfü olanı ise Ebû Hasan
el-Eş'arî'dir."
Biz hane filer,
itikâden matüridiyye mezhebindeniz. Şâfiîler ve mâlikî'lerin ekserisi
ile hanbelilerin bazıları
ise eş'arî mezhebindedirler.
İmâm Ebû Mansur
Mâturidî hazretleri, hicrî 333 (milâdî 944) yılında, Semerkant'ta vefat
etmiştir. [337]
îmâm Ebû Yûsuf'un
ismi: Yâkub, babası: İbrahim İbni Ha-bîb el-Ensarî; şöhret ve künyesi ise: Kadı
Ebü Yûsuf'tuf.
Nesebî, sahâbe-i
güzînden ve ensârın büyüklerinden Sa'd İbni Heyseme (R.A.) hazretlerine
dayanır.
Fahri- Âlem (S.A.V.)
Efendimiz hicret esnasında Küba mevkiinde ikâmet buyururken, Sa'd İbni Heyseme
(R.A.) hazretlerinin evine, her gün, uğrar ve ziyaretçilerini orada kabul
buyururlardı.
Sa'd İbni Heyseme
(R.A.)'ye yaşı küçük olduğu için Bedir Savaşına katılma izni verilmemiş, daha
sonraki bütün savaşlara Peygamber (S.A.V.) Efendimizle birlikte iştirak etmiş;
daha sonra da, Kûfe'ye gelerek, burada yerleşmiştir.
İmâm Ebû Yûsuf (R.A. =
Rahmetullahi aleyh), hicrî 113 (milâdî 731) yılında Kûfe'de dünyaya geldi.
Kendisi küçükken, babası vefat etti. annesi de fakir bir kadındı. Ve, Ebû
Yûsuf'un bir sanat öğrenip, istikbâlini kurtarmasını istiyordu. Ebû Yusuf'u bir
terzinin yanına çırak verdi.
Ancak, Ebû Yûsuf, ilim
tahsil etmek istiyor ve ders halkalarından ayrılmak istemiyordu. İlme âşıktı.
Bu sebeple, ustasının yanından kaçıp, Ebû Hanîfe (R.A.) hazretlerinin ders
halkasına koştu. Annesi ise, O'nu alıp tekrar ustasına götürdü. Bu olay bir
kaç kez tekerrür edince, annesi endişelendi.
İmâm-ı A'zam Ebû
Hanîfe (R.A.), Ebû Yûsuf'taki ilim tahsil etme ve bu sahada kemâle erme
aşkını, bu konudaki kabiliyet ve fevkalâde üstün zekasını görüp tesbit etmiş,
soy temizliğini sezmiştir.
Bir gün, Ebû Yûsuf,
İmâm-ı A'zam'ın ders halkasında iken, annesi çıkageldi ve O'na:
—"Oğlum! Sen,
O'nunla bir değilsin; O'nun her şeyi tamam... Ekmeği pişmiş, yemeği hazır...
Ama sen açsın ve yiyeceğe muhtaçsın." dedi. Sonra da İmâm-ı A'zam'a
dönerek:
—"Ey İmâm! Sen,
oğlumun san'at öğrenmesine engel oluyorsun. Ben, fakir bir kadınım; kimseye
muhtaç olmadan geçinebilmek için iplik eğiriyorum. Geceyi gündüze katıp, oğluma
bakmaktayım. Maksadım, oğlumun bir san'at öğrenmesidir. San'at öğrensin ki,
elinde, maişetini temin edecek bir işi olsun; kimseye muhtaç olmasın."
dedi.
İmâm-ı A'zam Ebû
Hanîfe ise:
—"Ey bîçâre
hâtûn! Sen işine git. Oğlun fıstık yağlı felûzeç yemeği öğreniyor."
karşılığını verdi.
Ebû Yûsuf şöyle
anlatıyor:
—".... Bu durum
karşısında, ben de, mecburen ilim tahsilinden vaz geçmeyi ve annem için
çalışıp, ona hizmet etmeyi düşündüm ve buna karar verip, istemeyerek dersleri
terk ettim. Ebû Hanîfe hazretleri, talebeleri arasında beni görmeyince,
"nerede olduğumu" sormuş.... Ve beni huzuruna çağırttı. Ve:
. — Niçin bizden ayrıldın? diye sordu. Ben de:
—"Geçim
sıkıntısından Efendim." dedim.
Ders meclisi dağılıp,
huzurdakilerin hepsi çıkınca, beni çağırıp, ihsan ve in'amda bulundu. Verdiği
şeylerin arasında, çok miktarda gümüş para da vardı. Bana:
—"Bunları harca;
bitince bana bildir. Ders halkamızdan ayrılma." buyurdu.
Ve bundan sonra, her
defasında, bana verdiği para bittiği gün, ben bu durumu henüz kendisine
arzetmeden, tekrar para verirdi. Bu, hep böyle devam etti. Ben, kendi kendime:
"Paramın bittiğini, O'na Allahu Teâlâ bildiriyor." derdim. O'nun bu
iütfu, ihsanı ve yardımı sayesinde, derslerime devam edip, ilim yönünden
maksadıma ulaştım.
îmâm Ebû Yûsuf (R.A.), İmâm-i
A'zam Ebû Hanîfe; (R.A.)'den önce de, bazı üstadlardan
ders aldı. Hatta, O'nun derslerine devam ederken ve O'nun vefatından sonra da,
bâzı hadis âlimleri ile görüşüp, onlardan hadis-i şerif dinlemiştir.
Ancak, hepsinden
ziyâde bağlandığı ve severek takip ettiği dersler, İmânı-ı A'zam Ebû
Hanîfe'nin dersleri idi.
Ebû Yûsuf'un ders
aldığı ve hadîs-i şerîf dinlediği diğer zâtlardan bir kısmı şunlardır. Ebû
Ishâk eş-Şeybânî,
İmâm Ebû Yûsuf, sadece
fıkıhta değil, hadîs ilminde de büyük bir üstaddı.
İbni Cerîr et-Taberî,
bu hususta şöyle diyor: —"Kadı Ebû Yûsuf îbni İbrahim, fakiyh ve âlim bir
zât idi. Hadis bilirdi. Hadîs-i şerifleri ezbere bilmekle tanınmıştı.
Muhad-dislerin derslerine gelir ve bir derste elli-altmış hadis ezberler,*sonra
dersten kalkınca bunları yazdırırdı. Çok hadis bilirdi."
İmâm-i A'zam (R.A.)'m
ders verme metodu farkıl idi. Dersini takrir tarzında yapmaz, müzâkere
metodunu kullanırdı. Ortaya bir mes'ele atılır; ders halkasında bulunanlar, bu
mes'ele hakkındaki görüş ve delillerini ortaya korlardı. Neticede —çoğu kez,
Ebû Ha-nîfe'nin kavli ile— bu mes'ele hükme bağlanırdı.
Yine böyle bir ders
halkasında, ortaya atılan mes'ele hakkında, müzâkere, genellikle İmâm Ebû Yûsuf
ile İmâm Züf er arasında geçmişti. Bu iki büyük âlim, Üstatlarının ve onca
talebenin huzurunda, en kuvvetli delillerini ortaya koyarlar ve birbirlerini
yenmeye çalışıyorlardı. Bu esnada öğle ezanı okundu. Ve îmâm-ı A'zam, eli ile
ZÜ-fer'in dizine vurarak:
—"Sen, Ebû
Yûsuf'un bulunduğu bir yerde, reislik hevesine kapılma.'* buyurdu. Böylece,
bütün talebelerinin yanında, Ebû Yûsuf -un ilmî üstünlüğünü herkese îlân etti.
İmâm Ebû Yûsuf, İmâm-ı
A'zam'ın yetiştirdiği binlerce talebe arasında, en önde gelenidir.
Talhâ İbni Muhammed
İbni Ca'fer şöyle diyor:
—"Ebû Yûsuf,
İmâm-ı A'zam'ın talebeleri arasında en âlimidir. Üstünlüğü aşikardır. Fıkıhta
zamanın en yükseğidir. İmâm-ı A'zam'ın mezhebi üzerine olup, mes'eleleri açan,
yazan, İmâm-ı A'zam'ın ilmini bütün dünyaya yayan ve saçan O'dur."
İbrahim îbni Mesleme
et-Tayâlisî şöyle diyor:
—"Ebû Yûsuf,
İmâm-ı A'zam'a kendi annesi ve babasından önce dûa ederdi. Ve kendisi:
"İmâm-ı A'zam da, kendi hocası olan Han-mad'a, ebeveyninden önce dua
ederdi." derdi."
Usûl-i Fıkıh sahasında
ilk kitap yazan, İmâm Ebû Yusuf'tur.
İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)
hazretleri, ilim ve kemâl bakımından en büyük müctehidlerden biridir. Kendisi,
İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe (R.A.) hazretlerinin usûl ve menâhicine bağlı, kalmış,
bazı mes'elelerde üstadına muhalefeti bulunmakla beraber, O'nun icti-had yolunu
tutarak, mezhebini devam ettirmiştir.
Bişr İbni
Kasım, îmâm Ebû
Yûsuf'un şöyle dediğini nakletm iştir:
—"Ferâiz ve hayza
âid bilgileri, İmâm-ı A'zam'ın bir meclisinde; nahiv ilmini de, âlim bir zatın
meclisinde bir defada öğrendim."
İmâm-ı Ebû Yûsuf
(R.A.), İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe'nin ic-tihadlarmı toplayarak ilmin muhafazası
yönünden büyük bir muvaffakiyete erişmiştir. O, sadece bunları toplamakla
kalmamış, onların yayılmasında da büyük gayreti ve müessiriyeti olmuştur. O'nun
bu gayreti ile, hanefî mezhebi İslâm Âleminin her tarafına yayılmıştır.
İmâm Ebû Yûsuf (R.
A.), Abbasî halîfelerinden Mehdî zamanında, Bağdad'da Kâdı-l-Kudât'lığa tâyin
edilmiştir. Bu ünvânı ilk alan zât da kendisidir.
İmâm Ebû Yûsuf (R.A.),
bu görevine halîfe Hâdî ve Hârûne'r-Reşîd zamanlarında da devam etmiştir.
18 yıl Kâdı'l-Kudât'hk
yapan Ebû Yûsuf (R.A.) ilminin ve mesleğinin şeref ve itibarım dâima
korumuştur.
Fevkalâde üstün bir
zekâya sahip bulunan İmâm Ebû Yûsuf (R.A.), kendisine sorulan en girift
sualleri ânında cevaplandırdığı gibi, karşılaştığı her yeni durum ve
mes'elelere de, derhâl çözüm bulurdu; hazır cevaptı.
Bir gün, aralarında
Ebû Yûsuf'un da bulunduğu bir çok fa-kıyh, Hârûne'r-Reşîd'in huzurunda
oturuyordu. Bu arada, huzura bir adam getirildi. Bu adamın, geceleyin,
birisinin evinden bir mal aşırdığı iddia ediliyordu. Mal aşırmakla itham edilen
şahıs, bu meclisin huzurunda, aşırdığı iddia edilen malı, "almış
olduğunu" itiraf etti.
Hârûne'r-Reşîd'in
huzurunda bulunan bütün fakıyhler, bu ikrarı ile, o şahsın hırsızlığının sabit
olduğunda ve elinin kesilmesi gerektiğinde ittifak ettiler.
Ancak İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.):
— "Bu durumda el
kesilmez." buyurdu.
Diğer fakıyhler:
—"Niçin?"
diye sordular:
İmâm Ebû Yûsuf (R.A.):
—"Çünkü, bu adam
"malı aldığını" ikrar etti; çaldığını değil... Bir malı, mutlak
mânâsı ile almak, el kesilmesini icâp ettirmez. Çünkü, "almak" demek
"çalmak" demek değildir. Elinin kesilmesi için, bu malı
"çaldığını" itiraf ve ikrar etmesi şarttır." dedi.
Diğer fakıyhler, Ebû
Yûsuf hazretlerinin bu gerekçesini haklı bulup, onu tasdik ettiler.
Ve, malı alan adama,
bu defa da:
"Sen, onu çaldın
mı?" diye sordular.
O şahıs:
—"Evet,
çaldım" deyince; yine orada bulunan fakıyhler, ittifakla, "elinin
kesilmesi gerektiğine" karar verdiler. Çünkü, onlara göre, bu durumda o
adam "çaldığını" açıkça itiraf etmiş oluyordu.
İmâm Ebû Yusuf (R.A.),
tekrar söz aldı ve:
—"Bu şahıs, her
ne kadar, "çaldığını" ittiraf etmişse de, bu durumda eli kesilmez.
Çünkü, bu son ikrarı; daha önce "bu malı aldığını" ikrar etmesi
sebebiyle, "o malı ödemesi" kendisine vacip olduktan sonra vâkî
olmuştur. O şahıs, bu ikrarı ile, sadece üzerinden ödemeyi düşürür ki, bundan
dolayı, bu durumda o adamın, ikinci ikrarı dinlenmez." buyurarak, bu
mes'eleyi halletti.
İmâm Ebû Yusuf (R.A.),
âlim olduğu kadar da, âbid, zâhid ve müttakî bir zât idi.
Muhammed İbni Semaa
şöyle demiştir: —"Ebû Yûsuf, kâdı'l-kudât olduktan sonra da, her gün yüz
rek'-at (nafile) namaz kılardı."
Bişr İbni Kıyâs şöyle
diyor:
__Ebû Yûsuf ile on
yedi sene arkadaşlık ettim. O, hiç, dünyaya teveccüh etmedi; ama, dünya O'nun
yüzüne güldü ve sıkıntısız dünya malı, makam ve mevki sahibi oldu."
Muhammed İbni Semaa;
vefat edeceği gün İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un şöyle dediğini naklediyor:
—Yâ Rabbi! Kulların
arasında hüküm verirken, bile bile zulüm ve adaletsizlik etmediğimi Sen
bilirsin.
Senin Kitabına ve
Resûlü'nün Sünnetine uygun olmak üzere ic-tihad ettim. Bulamadığım hususta
seninle benim aramda, Ebû Hanîfe'yi vâsıta kıldım. Çünkü, o hususu, o
mes'eleyi, O'ndan daha iyi'bilen hiç bir kimsenin olmadığını biliyorum."
İmâm Ebû Yûsuf (R.A.),
hicrî 182 (milâdî 798) yılında Bağ-dad'da vefat etti. [338]
İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)
hazretleri, ömrünün mühimce bir kısmını İmâm-i A'zam'ın ders halkasında ilim
tahsili ile; O'nun irtihâlinden sonra da tedris ile meşgul olmuş, ve eser
telifine fazla vakit bulamamıştır. Buna rağmen, hanefi mezhebinin ilk ve mühim
eserlerini yazan O'dur.
Ayrıca, kendisinden
sonra yazılan hanefî fıkhı ile ilgili eserlerin çoğunun da, İmâm-ı A'zam ve
İmâm Ebû Yûsuf'tan nakledilen kavillerden meydana geldiğini unutmamak
lâzımdır.
İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'a izafe edilen eserler şunlardır:
1-)
Kilâbü'l-Cevâmi
2-)
Kitâbii'n-Nevâdir.
3-)
Kitâbü'r-Red alâ-Siyeri'1-Evzâî
4-)
Kitâbii'l-Harâc[339]
5-) İhtilâfu
Ebî Hanîfe ve İbni Eb: Leylâ
6-)
Kitâbu'r-Red ala-Mâlik İbni Enes
7-)
Kitâbü'l-İbtilâfi'l-Emsâr
8-)
Kitâbü'l-İmlâ
9-) Kitâbü'1-Asl
(el-M eb sû t K'l-Fikh)
10-)
Edebü'l-Kâdî alâ-Mezhebi Ebî Hanîfe
11-)
Kitâbii'l-Âsâr
12-)
Kitâbü's-Salât
13-)
KHâbü'z-Zekât
14-)
Kitâbü's-Sıyâm
15-)
Kitâbü'lrFerâiz
16-)
Kilâbü'l-Büyû
17-)
Kitâbü'I-Hudûd
18-)
Kitâbü'l-Vekâle
19-) Kitâbü'l-Vesâyâ
20-)
Kitâbii'i-Emâlî lî'l-Fıkılı.
21-)
Kitâbü's-Sayd ve'z-Zebâih
22-)
Kitâbii'l-Gasb ve İslihrâ[340]
İmâm Mâlik İbni Enes
(R.A. = RahmetüIIahi Teâlâ aleyh)
hazretleri, Medîne-i Münevvere'de dünyaya gelmiştir. Künyesi: Ebû Abdullah; lakabı
ise: İmâm-ı Dâri'l-Hicre'dir. Kendisi Medine halkının imamıdır.
İmâm Mâlik
hazretlerinin ataları, Yemen'den gelip Medîne-i Mü-nevvere'ye yerleşmişlerdir.
Y emendeki Benî Esbah kabilesine ve Hım-yerîlerden bir hükümdar hanedanına
mensuptur.
Bütün müslümanlann
kendileriyle iftihar ettiği dört büyük müctehidin ikincisi olan İmâm Mâlik
hazretleri, hicrî 93 (milâdî 712) yılında Medîne-i Münevvere'de doğmuş; orada
yetişip gelişmiş ve bu mübarek beldenin ufuklarından, bütün İslâm âlemine,
senelerce ilim ve hikmet nurları neşretmiş ve yine bu Belde-i Münevvere'de
hicrî 179 (milâdî 795) yılında, ahirete irtihâl etmiştir. [341]
Tebe-i Tabiînden olan
İmâm Mâlik hazretleri, tabiînden pek çok fakiyhe yetişmiştir. Gençliğinden
itibaren ilim yoluna girmiş bulunan İmâm Mâlik hazretleri, üç yüz'ü tâbînden,
dokuz yüzü de tebe-i tabiînden olmak üzere dokuz yüz şeyhten hadîs-i şerîf
dinleyip almıştır. Bu büyük zâtların bir kısmı şunlardır:
Yahya îbni Said. Nâfî,
Zührî, Makburî, Abdullah İbni Dînar, Hişarrı İbni Amr, Zeyd İbni Eşlem, Rebia
İbni Abdirrahman.... [342]
İmâm Mâlik İbni Enes,
ilmi Rebîa'dan; Rebia ise Enes İbni Mâlik (R.A.)'ten, Enes îbni Mâlik
hazretleri de Resûl-i Ekrem (S.A.V.) Efendimizden almışlardır.
İmâm Mâlik
hazretlerinin diğer bir ilmî silsilesi de şöyledir: İmâm Mâlik İbni Enes,
Nâfî'den; o da, Abdullah ibni Ömer (R.A.)'den; bu ise Rasulullah (S.A.V.)
Efendimizden ilmi almışlardır. [343]
İmâm Mâlik
hazretlerinden hadîs-i şerîf rivayet eden zevatın sayısı, bir rivayete göre
993, diğer bir rivayete göre ise 1300 kadardır.
Bu zatlardan bir kısmı
şunlardır:
Abbasî halîfelerinden:
Mansur, Mehdî, Hâdî, Harûnü'r-Reşîd, Emîn, Me'ınûn.
Meşhur âlimlerden:
İmâm Muhammed, İmâm Şafiî, Ebû Hi-şam, Maîn İbni îsâ, Yahya İbni Yahya,
İbnü'l-Mübârek, İbni Veheb.... [344]
İmâm Mâlik İbni Enes
de, büyük bir müfessirdir. Kur'an-ı Kerîm âyetlerinden binlerce şer'î hüküm
çıkarmış bulunan, böyle büyük bir müctehidin, tefsir ilminde de en ileri bir
seviyede bulunması tabiîdir.
İmâm Mâlik
hazretlerinin Tefsînı Garibü'l-Kur'ân namında bir de eseri vardır ki, bunu,
kendisinden Hâlid İbni Abdirrahman el-Mahzûmî rivayet etmiştir. [345]
İmâm Mâlik hazretleri,
büyük bir muhaddistir. Kendisinin, sahîhu'r-rivâye bir hüccet olduğunda, üm
İmâm Mâlik'in telif
etmiş olduğu e!-MııvattaJ isimli eser, hadîs âliminde en muteber kitaplardan
biridir.
İmâm Mâlik hazretleri
Movatiâ'i kırk senede meydana getirmiştir.
Bir ara, halîfe
Harûnü'r-Reşîd, el-Muvatta' kitabına bir resmiyet vermek, onu her tarafa
yayarak, herkesin onunla amel etmesini sağlamak istemişti. İmâm Mâlik
hazretleri, bazı haklı gerekçeler göstererek, buna muvafakat etmedi.
İmâm Mâlik hazretleri,
hadîs-i şerîf rivayet edeceği zaman, ab-dest alır, yıkanır, temiz elbiselerini
giyer, güzel kokular sürünür, saçını sakalım düzeltir ve büyük bir vakar ve
heybetle oturup, başka hiç bir şeyle meşgul olmadan, kemâl-i ta'zimle hladîs-i
şerîfleri rivayet etmeye başlardı.
Celâleddin Suyûtî,
İmâm Mâlik'ten hadîs-i şerif rivayet eden 993 zâtın isimlerini alfabetik sıra
ile Kitâbü Tezyînfl-Memâlik bi-Menâkibi Seyyidinâ el-İmami Mâlik isimli
eserinde kaydetmiştir. [346]
îmâm Mâlik hazretleri,
henüz on yedi yaşında iken, Medîne-i Münevvere'de ders vermeye başlamıştır. O,
ehl-i hadîs gurubunun başı sayılır. Bununla beraber, İmâm Mâlik, —Ehl-i Rey
fakıyhleri gibi— kıyâsı da delil olarak kullanır.
Şimdi, İmâm Mâlik
(R.A.)'in fıkhî mezhebinde kullandığı delilleri sırasiyle ve kısaca görelim. [347]
1-) Kitab
2-) Sünnet.
3-) İcma
4-) Lüzumu
hâlinde- Kıyâs
5-) Ehl-i
Medine'nin ( = Medine halkının) ameli.
îmâm Mâlik hazretleri,
Medine halkının amelini, —icma'dan ayrı— müstakil bir delil olarak kabul eder.
Çünkü, O: "Medîne'li-ler, Resulullah'ın akvâl ve ahvâline, —başkalarına
nisbetle—daha ziyâde vâkıftırlar. Bunların ittifakları, seleften halefe intikal
etmiş bulunan, bir tarîkat-i mesnûnedir." tarzında düşünür.
6-)
Maslahal-ı Mürsele
Yanî, hakkında belirli
bir şer'î hüküm bulunmayan; başka bir deyişle, hakkında şer'an sükût edilmiş
olan bazı hâdiselerde, maslahat-ı mürseleye müracaat olunur. Ve o hâdise
hakkında maslahata uygun olan hüküm ne ise, onunla hükmedilir.
Bu şekilde hakkında
şer'an açık bir hüküm bulunmayan bir mes*-ele, başıboş bırakılmış, kendi hâline
terkedilmiş bir şey gibi görüldüğünden, bu duruma MasJahat-ı Mürsele adı
verilmiştir.
Maslahat-ı Mürsele
delili, hanefî mezhebindeki İslihsan delili yerindedir.
7-) Sedd-i
Zerâyi
Bu, "şer'an memnu
(- yasak) olan bir şeye vesile teşkil edecek olan, mübâh bir fiilin de
yasaklanması" demektir.
"Defi mefâsid,
celb-i menâfi'den evlâdır." Bu esas hanefî mezhebinde de kısmen
muteberdir.
îmâm Mâlik hazretleri,
örf ve âdeti de muteber tutar. [348]
İmâm Mâlik hazretleri,
hicrî ikinci asırdan beri, kemâli ittifakla
kabul edilmiş bulunan,
dört büyük mezhebten
birinin kurucusudur.
İmâm Şafiî şöyle
diyor:
—"Âlimler
anılınca, İmâm Mâlik bir yıldızdır. îmâm Mâlik ile îbni Uyeyne olmasaydı,
Hicaz'ın ilmi söner giderdi."
Zehebî merhum,
Tabakâtü'l-Huffâz'da şöyle diyor:
—"İmâm MâhVte şu
menakıb bir araya gelmiştir: Uzun bir ömür, yüksek bir mertebe, parlak bir
zihin ve anlayış, pek geniş bir ilim, sıhhatli rivayet, diyanet, adalet,
sünnet-i nebeviyye'ye ittiba, fıkıh ve fetvada sıhhatli kaidelere sarılma.
Bunların, başkalarında
böylece içtima etmiş olduğunu bilmiyorum."
İmâm Mâlik hazretleri,
fetva vermekte acele etmeyi çirkin görür; çok kerre: "Bilmiyorum."
derdi.
İmâm Mâlik İbni Enes
hazretleri, Fahr-i Kâinat (S.A.V.) Efendimize pek büyük muhabbet beslerdi. Bu
muhabbetinden dolayı, Medîne-i Münevvere içinde daima yaya dolaşırdı. Ve:
"Burası öyle mübarek bir beldedir ki, toprakları içinde Nebiyyi zî-Şân
medfun buIlınmaktadır. Nasıl olur da, ben burada hayvana binebilirim?.."
derdi.
Harunü'r-Reşîd, İmâm
Mâlik hazretlerini Bağdad'a da'vet etmişti. Medine'ye muhabbetinden, mazeret
beyân edip, bu da'veti de kabul etmemiştir.
Yine Hârüne'r-Reşîd,
kendisine el-Muvafla'ı okutması için, İmâm Mâlik'i Bağdad'a davet etmişti. İmâm
Mâlik hazretleri:
—"Ey Mü'minlerin
Emîri! Bu ilim, senin mensup olduğun hânedân-ı nübüvvetten zuhur etmiştir,
ilim, kimsenin ayağına gitmez; herkes İlme koşar gelir, Bir âlim, ilmini
âmmenin gayrine tahsis edince, o ilminden havas da avam da istifâde
edemez." demiştir.
Hicrî 147 yılında
Medîne-i Münevvere'de emîr bulunan Ebû Ca'feri'l-Mansur'un amcasının oğlu olan
Ca'fer İbni
Halîfe Ebû
Ca'feri'l-Mansur, bu hâdiseden haberdar olunca, emir Ca'fer'i azlederek semerli
bir deveye bindirtip Bağdad'a celbet-miş ve Ona ceza verilmesi için İmâm
Mâlik'ten izin istemişti. İmâm Mâliki e: "Hayır!... Ben, O'nu affettim,
ben, Resulullah'ayakınlığı olan bir zatın kıyamet gününde hasmı olmaktan haya
ederim." şeklinde cevap vermişti.
Velhâsıl: İmâm Mâlik
hazretleri vakarlı, yüksek bir yaratılışa sahip, kemâlât ile mücehhez pek büyük
bir âlim ve pek muhterem bir müctehid idi.
İmâm Mâlik'iri mezhebi
Hicaz, Mısır, Sudan, Kuzey Afrika ve Endülüs'te (- İspanya'da) yayılmıştı.
M
İmâm M
İmâm Muhâmmed İbni
Hasan eş-Şeybânî, İmâm-ı a'zam'm ileri gelen talebelerinden müctehid bir
zattır. Adı: Muhâmmed; künyesi: Ebû Abdullah'tır.
İmâm Muhâmmed İbni
Hasan eş-Şeybânî, hicrî 132 (milâdî 749)
yılında, Irak'ın Vâsit
kasabasında doğdu.
Kûfe'de yetişip
büyüyen, İmâm Muhâmmed eş-Şeybânî hazretleri, İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe
(R.A.)'den istifâde etmek için, O hayatta bulunduğu müddetçe, bu büyük
müctehîdin ders halkasına devam etti. [350]
İmâm-ı A'zam Ebû
Hanîfe (R.A.)'nın vefatından sonra; İmâm Muhâmmed İbni Hasan hazretleri, yaşça
kendisinden büyük bulunan İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'tan ders aldı.
Ayrıca, O, İmâm Mâlik,
Evzaî, Süfyân-ı Sevrî gibi zatlardan da fıkıh ve hadîs dinlemiş ve tahsil
etmiştir.
Hattâ, İmâm Muhâmmed
(R.A.) hazretleri, İmâm Mâlik'in el-Muvatta' adlı eserini, kendisinden rivayet
edenlerden biridir.
imâm Muhâmmed (R.A.)
hazretleri, ilimde çok iyi yetişmiş ve şöhrete ermiş, büyük bir müetehiddir. O,
arab edebiyatına da iyice vakıftı. Konuşma ve yazma kabiliyeti de çok iyi olan
İmâm Muhâmmed (R.A.), kıhk-kıyâfetine de çok dikkat ederdi.
Kendisini çok yakından
tanıyan İmâm Şafiî hazretleri, İmâm Muhâmmed hakkında:
—"Muhâmmed, hem
gözü, hem de gönlü doldurur." derdi. [351]
İmâm Muhammed
(R.A.)'den fıkıh tahsil eden ve hadîs-i şerif dinleyip rivayette bulunan pek
çok zât vardır. Bunlardan bir kısmı ise şunlardır:
Ebû Hafs-ı Kebîr, Ebû
İmâm Ahmet İbni Hanbel
(R.A.) hazretleri de, İmâm Muhammed (R.A.)'in fıkhî eserlerinden çok istifade
etmiştir.
Nitekim, İmâm Ahmed
İbni Hanbel1 e, şöyle bir sual sorulmuş:
—"Bu kadar ince
mes'eleleri, nereden öğrendin, nereden elde ettin?"
O, bu suâle:
—"İmâm
Muhammed'in kitaplarından..." karşılığını vermiş.
(Görüldüğü gibi, büyük
müctehidler, dâima birbirlerinin kadrini-kıy
Hanefî mezhebinin
fıkhî mes'elelerini, İmâm-ı A'zam Ebû Ha-nîfe hazretlerinin bütün ictihadlarını
yazıya geçiren İmâm Muham-med'dir. Bu sebeble, kendisine Muharrir-i Mezheb
denilmiştir.
Irak fıkhını, gelecek
nesillere aktaran İmâm Muhammed'dir. O çalışırken, yanında tomar tomar kağıt
bulunurdu.[353]
Büyük bir müctehid
olan İmâm Muhammed (R.A.), kendi.ic-tihadlannda, İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe
(R.A.)'nin usul ve kâidelerini kullanmış (yani hanefî mezhebi dahilinde ictihad
etmiş) olmakla beraber, bir çok mes'elede, ona muhalefette bulunmuştur.
İmâm Muhammed (R.A.),
Harûnü'r-Reşîd zamanında, bir müddet Rekka'da kadılık yapmıştır. [354]
Hanefî Mezhebinin ana
kaynağı olan kitapları İmâm Muhammed (R.A.) hazretleri yazmıştır. O'nun
yazdığı eserlerin sayısının doksan dokuz kadar olduğu rivayet edilmektedir.
Bu eserlerden
başlıcaları şunlardır:
A-) Usâl =
Zahirü'r-Rivâye:
Bunlar, Hanefi
fıkhının asıl mes'elelerini ihtiva eden ve tevatü-ren nakledilen, ayrıca bu
mezhebin en kuvvetli kavillerini bildiren eserlerdir:
1-) Mebsût
2-) Câmiu's-Sağîr.
3-) Câmiu'l-Kebîr
4-) Siyer-i
Sağır
5-) Siyer-i
Kebîr
6-) Ziyâdât
Hâkim-i Şehîd, bu altı
temel eseri bir araya toplayarak, el-Kâfî adlı muteber eserini meydana
getirmiştir.
B- Nevadır:
1-)
Keysâniyât
2-)
Harûniyâl
3-) Cürcâniyât
4-) Rakkiyât
Keysâniyâl:
Hârûniyât: Bu eser,
Hârûn-u Reşîd nâmına yazılmıştır. cürcâniyât: Ali İbni S
Gerek, Zahirü'r-rivâye
ve gerekse nevâdir eserleri Hanefî fık hinin mes'elelerini esas olarak
çözmektedirler. Bu eserlerde, İmâm-A'zam, İmâm Ebû Yusuf ve İmâm Muhammed'in
kavilleri toplanmış bulunmaktadır.
C-)
Diğerleri:
1-) el-Âsâr
2-) Kitâbü'l-Hücce
3-) Kitâbü
Usûli'l-Fıkıh[355]
İslâm hukukuna ve
hadîs ilmine çok değerli hizmetleri bulunan İmâm Muhammed (R.A.) hazretleri,
hicrî 189 (milâdî 804) yi-İında Rey Şehrinde vefat etmiştir. O, vefatı sırasında,
Harûne'r-Reşîd'le birlikte çıkmış
bulunduğu Horasan yolculuğunda bulunuyordu.
O devrin en büyük arap
lisan âlimi İmâm Kisaî de, İmâm Muhammed hazretleri ile aynı gün vefat
etmişti.
Devrin halîfesi
Harûne'r-Reşîd, bu iki büyük âlimi kastederek:
—"Bu gün, lügat
ile fıkıh ilmi gitti." demiş ve böylece de bu iki âlimin yüksek
değerlerini belirtmiştir.
Muhammed Zâhid
el-Kevserî merhumun yazmış bulunduğu, BülûgıTI-Emânî fi-Sîreti'l-İmâm Muhammed
İtmi'l-Hasenİ-ş-Şeybânî adlı eserde, İmâm Muhammed (R.A.)'ın hayatı ve
menkıbeleri geniş ve güzel bir şekilde anlatılmaktadır.
İmâm Muhammed (R.A.)
şöyle buyurmuştur:
—"Büyüklük
neseble değil, fazilet ve olgunluk iledir.'
—"Güzel ahlâk
kötü nesebi örter." —"Kendini nefsini beğenmek kadar, ahmaklık
olmaz." —"Sadık arkadaş, seni hayra teşvik edendir." —"Bir
mecliste ilim ve irfan bulunmazsa, onun yerine, o mecliste nefsânî hisler
bulunur."
Şimdi de, İmâm
Muhammed (R.A.) hazretleri hakkında söylenmiş olan bazı sözlere bakalım:
İmâm Şafiî şöyle
diyor:
—"İmâm Muhammed
gibi üstün ahlâk sahibi, edib ve fakiyh az bulunur."
Muhammed İbni Seleme
şöyle buyuruyor:
—"İmâm Muhammed,
her gecenin üçte birisinde yatar; üçte birinde namaz kılar; diğer üçte birinde
de, talebesine ilim öğretirdi."
Ebû Ubeyde şöyle
anlatıyor:
—"İmâm
Muhammed'in yanına gittim. İmâm Şafiî'nin ilme karşı arzusunu gördüm. İmâm
Muhammed'e bir sual sordu: O'da cevap verdi: Şafiî'nin ilme karşı arzusunu
görünce, kendisine yüz gümüş verip: "Eğer, ilimden zevk almak istersen,
meclisimize devam et; bizden ayrılma." buyurdu." [356]
İmâm Müslim, Kütüb-i
Sitte denilen, meşhur altı hadîs kitabından ikincisi olan Sahih-i Müslim'in
müellifidir.
İsmi: Müslim İbni
Haccâc İbni Müslim el-Kuşeyrî en-Nişabûrî'dir.
Künyesi: Ebû'I-Hüseyin
olan bu zât, İmâm Müslim diye şöhret bulmuştur.
İmâm Müslim
hazretleri, hicrî 206 (milâdî 821) yılında Nişabur'da doğmuştur.
Aynı zamanda fakıyh da
olan İmâm Müslim hazretleri, hadîs ilmindeki ihtisasım mükemmel bir hâle
getirmek için, uzunca bir müddet vatanından ayrılarak Hicaz, Şam, Mısır ve defalarca
Irak'a gitmiş ve en yüksek âlimlerle, muhaddislerle görüşerek onlardan hadîs-i
şerifler dinlemiştir.
O'nun, hadîs-İ şerîf
dinlediği meşhur âlimlerden bir kısmı şunlardır:
Yahya İbni Yahya
en-Nişaburî, Ahmed İbni Hanbel, Kutebye İbni Saîd, Ebû Bekir İbni Ebî Şeybe,
Osman İbni Ebî Şeybe, Şeyban îbni Ferrûz, İmâm Şafiî...
İmâm Müslim
hazretleri, Nişabur'a son gelişinde, İmâm Bu-hârî hazretlerine mülâki olmuş ve
O büyük muhaddisin ilim meclisine devam etmiştir.
İmâm Müslim
hazretleri, İmâm Buhârî'ye hayran kalmış ve O'na daima hürmet etmiştir. Nitekim
O'na: "Sana buğzedenler, ancak, hasedinden dolayı buğzeder. Senin,
dünyada bir benzerinin bulunmadığına şehâdet ederim." dediği meşhurdur.
İmâm Müslim'den hadîs
dinleyip rivayet edenlerin sayısıda da pek çoktur. Bunlardan bir kısmı ise şu
meşhur ve muteber zâtlardır:
Ebû İsâ et-Tirmizî,
Yahya İbni Saîd, Muhammed İbni Mahled, Mekkî İbni Abdan....
Hadîs-i Şerîf öğrenmek
ve öğretmek için pek çok yolculuk yapan İmâm Müslim hazretleri, ömrünün son
yıllarını Nişabur'da geçirmiş ve orada, ticâretle de meşgul olmuştur.
İmâm Müslim hazretleri
hicrî 261 (milâdî 875) yılında 55 yaşında iken, doğum yeri olan Nişabur'da
vefat etmiştir. [357]
1-)
el-Câmiu's-Sahih (= Sahîh-i Müslim)
Şüphesiz ki İmâm
Müslim'in en mühim ve birinci eseri, el-MüsnedüVSahîh diye de anılan bu
eserdir.
İmâm Müslim, bu
şaheserini üç yüz bin hadîs-i şerîf içinden seçerek meydana getirmiştir. Ve bu
kitap, dört bin kadar hadîs-i şerîf ihtiva etmektedir.
İmâm Müslim, bu
eserini mevzularını dikkate alarak kitaplara ayırmıştır. Ancak, bu kitapları
ayrıca bablara bölmemiştir. (İmâm Buhârî ise, kitapları ayrıca bablara bölmüş
ve her bab için, gerekli açıklamalar da yapmıştır.)
İmâm Müslim, isnâd
üzerinde de hassasiyetle durmuş ve eserinin başına, hadîs ilmi ile ilgili çok
faydalı bir açıklama da koymuştur.
İmâm Buhârî'nin
Sahîh'i ile İmam Müslim'in Sahîh'ine, — ikisine birden— Sahıybayn denir.
İmâm Müslim'in, Sahîh-i Müslimine de bir çok şerhler
yapılmıştır.
Sahîhi- Müslim ve bazı
şerhleri Türkçemize de tercüme edilmiş ve bazıları neşredilmiştir.
İmam Müslim
hazretlerinin ekserisi hadis, usul-i hadis ve hadis ric
2-)
el-Müsnedü'l-Kebîr
3-) el-Câmi
ale'l-Ebvâb
4-) el-Esmâ
ve'I-Kûnâ
5-) el-Efrâd
ve'1-Vuhdân
6-)
Tesmiyetü'ş-Şuyûhu Mâlik ve Siifyân ve Şu'be.
7-)
Kitâbii'l- Muhadramîn.
8-) Kitabü
Evlâdi's-Sahâbe.
9-) Kiiâbü
Evhâmi'l-Muhaddisîn
10-) Kiiâbü
Tabakâti't-Tâbon.
11-)
Efrâdü'ş-Şâmiyyîn
12-)
Kitâbii'(-Temyiz.
13-)
Kiiâbü'1-Ilel. [358]
İmâm Şafiî, dört
mezhep imamlarının meşhurlarındandir. Adı: Muhammed; babasının adı: îdris;
künyesi: Ebû Abdullah'tır.
İmâm Muhammed îbni
İdriş eş-Şâfiî, Suriye'de Gazze'de doğmuştur.
Küçük yaşta yetim
kalan Şafiî, annesi ile Mekke'ye geldi. Ve arap kabileleri arasında yetişti.
Kendisi zaten, neseben Kureyşii idi. Büyük dedesi Şâiî, gençliğinde Resûl-i
Ekrem (S.A.V.) Efendimize mülâki olmuştur. O'nun babası Sâib ise, Bedir
Gazvesinde~İsîami-yeti kabul etmiş, muhterem bir sahâbîdir.
Eimme-i erbaanın
üçüncüsü olan İmâm Şafiî hazretleri, bunların içinde neseben Kureyş'li olması
yönünden temayüz etmiştir.
İmâm Şafiî hazretleri,
gençken gittiği Mekke-i Mükerreme'-da fasih arapçayı iyice öğrendi; O, arap
edebiyatına da iyice vâkıftır.
İmâm Şafiî hazretleri,
bir aralık Medîne-i Münevvere'ye gitmiştir. Oradan da, Harûnü'r-Reşîd
tarafından Yemen V
İmâm Şafiî hazretleri
biri.hicrî 184, diğeri de 195 yılında olmak üzere iki defa Bağdad'a gitmiş ve
orada iki sene kadar kalmıştır. Bağdad'tan Hicaz'a dönmüş ve Mekke-i
Mükerreme'de iki sene kadar kaldıktan sora, 199 tarihinde Mısır'a gitmiş ve
Fustat beldesinde tavattun etmiştir. [359]
İmâm Şafiî hazretleri,
henüz dokuz yaşında iken Kur'ân-i Kerîmi ezberlemiş ve genç yaşında iken
Mekke-i Mükerreme Müftisi Ebû Hâlid Müslim İbni Hâlid'den fıkıh tahsil
etmiştir.
Bir müddet sonra İmam
Mâlik hazretlerine mülâki olan, İmâm Şafiî, O'ndan da fıkıh ve hadîs tahsil
etmiştir.
Daha sonra Irak'a
giden İmâm Şafiî hazretleri, İmâm Muhammed hazretleri ile mülâkî olmuş ve
O'ndan da fıkıh tahsil etmiştir.
İmâm Şafiî hazretleri,
kadîm içtihatlarını içine alan Kitâbü'l-Hücce adlı eserini Irak'ta yazmıştır.
Bu sırada, İmâm
Muhammed hazretlerinin kitaplarını okuyup, onları istinsah eden İmâm Şafiî
hazretleri, bunlardan stifâde etmiştir.
İmâm Şafii hazretleri,
Süfyan ibni Uyeyne, Abdülaziz îbni'l-Mâcişûn gibi meşhur zâtlardan da hadis-i
şerif dinleyip rivayet etmiştir. [360]
İmâm Şafiî
hazretlerinden hadîs-i şerîf rivayet eden zatlardan bir kısmı şunlardır:
İmâm Ahmet İbni
Hanbel, Ebû Sevr İbrahim İbni Hâlid, Ebû İbrahim el-Müzenî, Rebî İbni
îmâm-t Şafiî
hazretleri, daha pek genç iken, arap edebiyatına, şiirine ve târihine, son
derece vâkıf bulunuyordu. Dolayısıyle Kur'an-ı Kerîm lisanına da hakkıyla vâkıf
bulunuyordu. Ve kendisi, Kur'an-ı Mübîn'in ahkâmına ve inceliklerine de tamamen
âşinâ olan, büyük bir müctehid idi. Bütün bunlar, O'nun kuvvetli bir müfessir
olduğunun apaçık bir delilidir.
O'nun, Kur'an-i Kerim
âyetlerinden ne büyük bir itina ve itidal ile hüküm çıkarmış olduğunu anlamak için,
Kitâbü'l-Ümm'üne bakmak kâfîdir. [362]
İmâm Şafiî de, büyük
bir muhaddistir. O, henüz yirmi yaşında iken, İmâm Mâlik hazretlerinin
Muvattâ'ını tamamen ezberlemiş ve O'nun huzuruna girince, bu kitabım, ezberden
okumuş ve takdirini kazanmıştı.
İmâm Şafiî hazretleri
pek çok muhaddisle mülâkî olmuştur. Özellikle, bir yönden hocası, bir yönden de
talebesi olan İmâm Ah-med İbni Hanbel'le hadîs-i şerîfler hakkında
müzâkerelerde bulunmuş ve pek çok hadîs-i şerîf ezberlemiştir.
İmâm Ahmet İbni
Hanbel'in oğlu Abdullah şöyle demiştir: Babama sordum:
—Şafiî nasıl bir
kimsedir ki, sen, O'na, bu kadar çok duâ ediyorsun?
Babam şu cevabı verdi:
—Oğlum!.. Şafiî dünya
için güneş, insanlar için afiyet mesabesindedir; bak, hiç bunların yerini tutacak
bir şey var mıdır?
Ebû Sevr de şöyle
demiştir:
—Ben, Şafiî'nin bîr
mislini görmedim; kendisi de, kendisinin bir mislini görmüş değildir. [363]
İmâm Şafiî hazretleri,
ictihâdlarında delil olarak:
1-) Kitap,
2-) Sünnet
3-) İcma
4-) Sahâbe-i
Kiramın müttefekun aleyh olan kavilleri.
5-) İcâbı
hâlinde kıyâs
İmâm Şafiî hazretleri,
ashabın ihtilaflı kavillerini, istihsâm ve maslahât-ı mürseleyi delil olarak
kabul etmemiştir.
Ona göre, sünnetin her
nev'i delildir; Hanefi İmamları gibi her hangi bir şart koşmaz, ancak İmâm
Şafiî hazretleri, mürsel hadîsleri delil olarak almaz. Halbuki Hanefi imamları,
mürsel hadisleri delil olarak alırlar.
İmâm Şafiî hazretleri,
hanefi fukahâsının delil olarak kullandığı istihsâm da kabul etmez. Hatta
bundan dolayı, hanefîlere ve mâ-likilere de çatar.
İmâm Şafiî hazretleri,
mesâlih-i mürseleyi delil olarak almaz; ancak haber-i vahidi çok müdâfaa eder.
Bu hâl, hadiscilerin çok hoşuna gitmiş ve hadisciler, O'nu takdir etmişlerdir. [364]
İmâm Şafiî hazretleri,
İmâm-ı A'zam'ın büyük talebelerinden İmâm Muhammed'den ders aldı ve O'nunla,
mezhep mes'elelerini müzâkere ettiler. Ve beraberce, hadis ehli ile rey ehli
arasındaki ihtilafları çözerek, bu iki grubu birbirine yaklaştırdılar.
İmâm Şafiî, Irak'taki
ictihadlarını el-Hücce adlı kitabında toplamıştı; bunlara Mezheb-i Kadîm
denir. Mısır'daki ictihadlarını ise, e!-Ümm isimli eserinde topladı. Bunlara da
Mezheb-i Cedîd denir.
İmâm Şafiî hazretleri,
hem İmâm Muhammed, hem de İmâm Mâlik'ten ders almış bulunduğundan, hadis fıkhı
ile rey fıkhı arasında, bir birleşme halkası teşkil eder. Yani, İmâm Şafiî,
Hanefî fıkhı ile Hicaz fıkhı arasında bir köprüdür. Ve kendisi ile, fıkıh
imamları arasındaki mesafe biraz
kapanmış ve her
iki taraf birbirine yaklaşmıştır.
İmâm Şafiî hazretleri,
aslında hadis taraftarı fakıyhlerdendir. Haber-i vahidi, tereddütsüz delil
olarak alır. Bu bakımdan hanefî fıkhı ile Şafiî fıkhı arasında, bazı
mes'elelerde ayrılık vardır. Hane-fîler, daha müsamahalıdır. [365]
Uslûl-i fıkıhla ilgili
ilk eser yazan İmâm Şafiî hazretleridir, O'-nun er-Risâle adlı eseri, fıkıh
usûlü ilminin temeli sayılır.
İmâm-ı A'zam Ebû
Hanîfe hazretlerinin, hüküm çıkarırken kaide olarak kullandığı esasları vardı.
Ancak, bunlar, şifahî bir hâlde kalmıştı. Bunlar tedvin edilip, bir eser
hâline getirilmemişti.
îmâm Şafiî ise,
kullandığı kaideleri tesbit edip, bunları er-Risâle fî'I-Usûl adlı eserinde
toplamıştır. [366]
İmâm Şafiî hazretleri,
hadis ve fıkıhta olduğu gibi, tıb, şiir, edebiyatta ve atıcılık san'atında
büyük bir iktidar sahibi idi. O kadar ki, attığı her on oktan dokuzu, çoğu
kere de tamamı isabet ederdi.
İmâm Şafiî
hazretlerinin başlıca eserleri şunlardır:
1-)
Ahkâmü'I-Kur'an
2-) es-Sünen
3-)
İhtilâfii'l-Hadîs.
4-)
er-Risâle Fî'I-Usûl.
5-)
el-Mevâris.
6-)
Kitâbü'J-Ümm.
7-)
Müsnedü'ş-Şâfn
8-)
Edebii'l-Kâdî
9-)
el-Eşribe.
10-)
Fezâil-i Kureyş
11-)
es-Sebku ve'r-Remy[367]
Şafiî mezhebi Mısır'da
Güney Arabistan'da, Doğu Afrika'da, Azerbeycan'da, Doğu Anadolu'da,
Endenozya'da, kısmen Hindistan'da ve Horasan'da yayılmıştır. [368]
Devlet adamlarından
Mahmut Sebüktekin, Nizamü'1-mülk, Se-lâhaddin
Eyyûbî gibi bazı
devlet adamları Şafiî
mezhebini desteklemişlerdir.
Âlimlerden Ebû Ya'kub,
Yûsuf Büveytî, İsmail Müzeni, Mu-hiddin Nevevî ve Sübkî gibi bazı zâtlar da
Şafiî mezhebine hizmet etmişlerdir. [369]
Ehl-i Sünnetin
ittifakla kabul etmiş olduğu dört büyük fıkhı mezhepten birinin kurucusu olan
İmâm Şafiî hazretlerinin menkibe-leri hakkında pek çok eser yazılmışır.
Bu eserlerden ilki,
Zahiriye Mezhebinin kurucusu olan İmâm Davudi Zâhirî'nin eseridir.
Ebû Bekir Beyhekî'nin
ve Fahrüddîn Râzî'nin de bu hususta yazılmış eserleri vardır.
İmâm Şafiî hazretleri,
Kureyş'ten yetişmiş en büyük âlimlerden biri, belki de birincisidir.
İmâm Mâlik hazretleri,
henüz gençlik yaşlarında bulunduğu sıralarda imâm Şafiî hazretlerine şöyle
demişti:
—"Allahu Teâlâ,
senin kalbine bir nur bırakmış; sen de, artık o nuru mâsiyet ile
söndürme."
Hicrî 150 (mîlâdî 767)
yılında Suriye'de doğan İmâm-ı Şafiî hazretleri, hicri 204 (mîlâdî 819) yılında
Mısır'da vefat etmiştir. [370]
İmâm Züfer, hanefî
mezhebinin büyük fıkıh âlimlerindendir. Ve îmâm-ı A'zam'ın en ileri
talebelerinden biridir, İmâm Züfer, hadîste de büyük bir âlimdi.
İmâm Züfer (R.A.),
aslen İsfahan'adır. Künyesi: Ebû HüzeyP-dir. Hicrî 110 (mîlâdî 728) yılında
dünyaya gelmiştir.
Züfer îbni Huzeyl
hazretleri ilim tahsiline Basra'da başladı. Önce hadis ilminde ilerledi.
Sonra, Kûfe'ye
giderek, İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe (R.A.)'nin derslerine devam etti. Ve O'ndan
fıkıh ilmini iyice öğrenip, zamanının en meşhur fakıyhlerinden^ve
müctehidlerinden oldu.
İmâm Züfer, âlim ve
âbid bir zât idi. Dünyaya hiç ehemmiyet vermedi. Ömrünü ilim öğrenmek ve
öğretmekle geçirdi.
İmâm Züfer hazretleri,
hanefî mezhebinin büyük imamlarından ve fukahâ'nm ikinci tabakasındandır. O,
mezhebte müctehid idi.
İmâm-ı A'zam Ebû
Hanîfe (R.A.) hazretleri, İmâm Züfer hakkında: "O, talebelirimin en
mükemmellerindendir." buyurdu.
Ebû Nuaym ve Yayha
İbni Maîn:"İmâm Züfer sikadır; me'-mundur." derlerdi.
İmâm-ı A'zam Ebu
Hanîfe (R.A.), İmâm Züfer'in düğün me- -rasiminde bir konuşma yapmış ve:
"Züfer, müslümanların imâmla-rındandır. Şeref, neseb ve haseb bakımından
en tanınmışlarından-dır." buyurmuştur.
İmâm Züfer (R.A.)
hazretleri, gayet iyi yetişmiş bir âlimdi. Kendisine bir suâl sorulduğu zaman,
genişçe cevap verir, anlaşılır bir lisanla onu îzâh ederdi. İsbât edilmesi
gereken mes'eleleri de kat'î delillerle isbât ederdi.
İmâm Züfer (R.A.)
hazretleri, İmâm-ı A'zam'ın usûlüne göre, yani O'nun mezhebi dâhilinde ictihad
ederdi. İmâm Züfer, pek az mes'elede İmâm-ı A'zam'a muhalefet etmiştir. O'nun,
İmâmeyn'e muhalefet ettiği mes'eleler de vardır.
İmâm Züfer, İmâm Ebû
Yûsuf'la münazarada bulunurdu.
İmâm Züfer hazretleri,
kıyâstaki üstün gücü ile meşhur olmuştur. Ancak O: "Biz, bir mes'elede
hüküm verirken, o mes'ele hakkında bir hadîs-i şerif (eser) bulursak, onunla
hükmederiz; kıyâs yapmayız." buyururdu.
İmâm Züfer (R.A.),
kendisine ısrarla teklif edilen kadılık görevini almaktan kaçınmıştır.
İmâm Züfer (R.A.)
hazretleri, kardeşlerinin mîrası için, Basra'ya gitmişti. Basra halkı, O'nu
çok sevdi ve Bağdad'a dönmesine manî oldular.
İmâm Züfer (R.A.),
Muhammed, İbnü Abdullah Ensârî, Halef İbni Eyyûb, Âsim îbni Yûsuf ve Hilâl
er-Rey gibi pek çok âlim yetiştirmiştir.
İmâm Züfer (R.A.)
hazretleri, hicrî 158 (milâdî 775) yılında, kırk sekiz yaşında olduğu hâlde,
Basra'da vefat etmiştir. [371]
İmâm-zâde Cûğî (-
Muhammed bin Ebû Bekir) Vaiz ve Rüknü'l-İslâm unvanının taşıyan bu zat, hanefî
fukahâsının ileri gelenlerindendir.
İmâm-zâde Muhammed bin
Ebû Bekir, Semerkant'ın Çuğ köyündendir.
İmâm-zâde Cûğî merhum,
Buhârâ'da iftâda bulunurdu. (Yanî fetva verirdi.)
İmâm-zâde Cûğî
hazretleri çok faziletli bir zat idi. Konuşması tesirli, ifadesi güzel, yazı
tarzı mükemmel olan, İmâm-zâde merhum, insanlara devamlı öğüt verir, va'z ve
nasihat ederdi. Ve, genellikle tasavvufî ilimlerden bahsederek, halkı irşada
ve iyiliğe sev-ketmeye çalışırdı.
İmâm-zâde Cûğî
hazretleri, fıkıh ilmini Mecdü'l-Eimme Muhammed bin Abdullah'tan ve
Şemsü'l-Eimme Bekir bin Muhammed ez-Zernûcî'den tahsil etmiş; ayrıca hilaf
ilmini Radıyüddîn Nişabu-rî'den okumuştur.
Tasavvufa da,
silsüetü'z-zehebin büyük mürşidlerinden ve sofiyye-i âliyyenin ileri
gelenlerinden Hâce Yûsuf Hemedânî'den almıştır.
îmâm-zâde Cûğî
hazretlerinden fıkıh tahsil eden zâtların bir kısmı şunlardır:
et-Ta'Iîmü'l-MüteaUim
isimli eserin sahibi BürhâmVl-İslâm Zernû-cî, Ubeydullah bin İbrahim Mahbûbî,
Muhammed bin Abdüssettar... [372]
İmâmzade Cûğî
hazretlerinin en meşhur eseri Şir'atü'l-İslâm'dır. Şir'atii'l-İsiâm, bazı fıkhî
mes'eleleri ve tasavvuf edeplerini içine alan
bu güzel eser., inanç,
ibadet ve ahlâk konularında müracaat edilecek, kıymetli bir kitaptır.
Bu kıymetli eserin
bazı şerhleri de vardır. Bu şerhler içinde en faydalı olanı ise, Ya'kub bin
Seyyid Ali'nin şerhidir.
Şir'atü'l-İslam, A.
Uyan tarafından Türkçeye çevrilmiş ve neşredilmiştir. [373]
İmran İbni Huseyn
(R.A.), ashâb-ı kiramdan, fakıyh bir zattır. Künyesi: Ebu Nüceymi'l-Basrî'dir.
İmrân İbni Huseyn,
hicretin yedinci senesinde müslüman olmuştur. Sahîh olan rivayete göre: Babası
Huseyn'de İslam şerefine nail olmuştur.
Hz. Ömer (R.A.), İmrân
İbni Huseyn (R.A.)'i, ahâlisine fıkıh öğretmek için, Basra'ya göndermiştir.
Hz. İmran, Basra'da kadılık da yapmışır.
Hasan-ı Basrî, —yemin
ederek— şöyle derdi:
—"Basralılar
için, İmran'dan daha hayırlı bir idareci, kollayıp-gözetici gelmemiştir."
İmrân İbni Huseyn (R.A.)'den 180 hadîs-i şerif rivayet olunmuştur.
İmran İbni Huseyn
(R.A.), hicrî 52 (milâdî 672) yılında Basra'da vefat etmiştir. [374]
Şirvanlı Hasan
Efendinin oğlu olan İsâ Ruhî Efendi, tahsilini tamamladıktan sonra, müderris
olarak vazifeye başlamış ve daha sonra da Meclis-i Tetkîkât-ı Şer'iyye
azâlığına tâyin olunmuştur.
Bu görevde iken
Mecelle heyetinde de vazife alan tsâ Ruhî Efendi, Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye'nin
5. kitabı olan Kitâbu'r-Rehn'in ve önceden hazırlandığı hâlde beğenilmeyen
Kitâbü'l-Vedîa'nın hazırlanmasında vazife görmüştür.
İsâ Ruhî Efendi, hicrî
1289 (mîlâdî 1872) yılında Maraş Mollalığına tâyin edilmiş ve bundan sonra da
Mekke payesini kazanmıştır.
İsâ Ruhî Efendi hicrî
1297 (mîlâdî 1880) yılında, İstanbul'da vefat etmiştir. [375]
İshak İbni Râheveyh
İbni İbrahim el-Mervezî, büyük bir mu-haddis ve fakıyhtir.
Künyesi: Ebû
Ya'kub'tur.
İshâk İbni Râheveyh,
hicrî 161 (mîlâdî 778) senesinde dünyaya gelmiştir.
İshâk İbni Râheveyh,
İmâm Şafiî'ye mülâki olmuş, O'nun ne derece büyük bir âlim olduğunu kavramış ve
O'nunla münazarada bulunmuştur.
İshâk îbni Râheveyh,
İmâm Şafiî'nin musannefâtını, Mısır'da yazıp cem etmiştir. Kendisi de İmâm
Şafiî'nin yakınlarından sayılmaktadır.
İmâm Ahmet İbni Hanbel
hazretleri şöyle demiştir:
—"İbni Râheveyh,
bizce müslümanların imâmlarındandır. Yüksek bir imamdır; O'ndan daha fakıyh bir
zât, Bağdad köprüsünden geçmemiştir. Hafızasında yetmiş bin hadîs vardır."
İbni Râheveyh, Irak,
Hicaz, Yemen ve Şam taraflarından seyahat ederek, Süfyân İbni Uyeyne gibi zâtlardan hadîs-i
şerif dinlemiştir.
Kendisinden de, İmâm
Buharı, Müslim, Tirmizî, Ebû Dâvud, Neseî ve Ahmed İbni Hanbel gibi büyük
muhaddisler hadîs-i şerifler rivayet etmişlerdir.
İshâk İbni Râheveyh,
hicrî 273 (mîlâdî 887) yılında, Nişabur'da vefat etmiştir. [376]
Fıkıh ve hadîs
sahasında derin bir ilmi olan İshâk İbni Râhe-veyh'in en mühim ve muteber
eseri, Kitâb-ı Müsned'idir. Bu eser, uzun seyahatler sonunda, elde etmiş
bulunduğu hadîs-i şerifleri muhtevidir. [377]
Kabîsa İbni Züeyb,
evlâd-ı sahabeden ve Medîne-i Münevve-re'nin ileri gelen fakıyhlerindendir. Sika
ve me'mun bir zât olan Ka-bisa İbni Züeyb hazretlerinin künyesi: Ebû Sâid
el-Huzaî'dir.
Kabîsa İbni Züeyb,
Mekke-i Mükerreme'nin fethedildiği sene dünyaya gelmiştir.
Kendisi, Medîne-i
Münevvere ahâlisinden olduğu hâlde, Şam'a gidip orada yerleşmiştir.
Kabîsa İbni Züeyb,
Medine-i Münevvere'nin en yüksek fakıyh-lerindendir. Kendisi, Medine'deki
fakıyhler arasında, ilk on iki kişinin arasında sayılmaktadır.
Kabîsa İbni Züeyb, pek
çok sahâbîden hadîs-i şerifler rivayet etmiştir.
Şa'bî şöyle derdi:
—"Kabîsa, ashâb-ı
kiramdan Zeyd İbni Sâbit'in verdiği hükümleri en iyi bilen kişi idi."
Kabîsa Abdulmelik tbnü
Mervân'ın mektupçusu idi. O'na gelen mektupları alıp okur ve sonra O'na haber
verirdi.
Kabîsa İbni Züeyb
hazretleri, hicrî 86 (mîlâdî 705) yılında vefat etmiştir. [378]
imâm Nâsirüddin
Abdullah İbni Ömer îbni Muhammed İbni Ali el-Beyzâvî meşhur bir şâfiî
fakıyhidir.
Künyesi:
Ebû'l-Hayr'dır. Kâdî Beyzâvî diye meşhurdur.
Kadı Beyzâvî Tebriz
nahiyelerinden Beyzâ'da dünyaya gelmiştir.
Kadı Beyzâvî, tefsir
ilminde meşhurdur. Beyzâvî merhum, fıkıh, usûl, kelâm, mantık, nahiv, belagat
ve tarih ilimlerinde de tam bir mütehassıs idi.
Arif, âbid ve sâlih
bir zât olan Beyzâvi, tarîk-i kaza'ya sülük etmiştir. Bir aralık Tebriz'e
gitmiş ve orada vezirin de hazır bulunduğu bir ilim meclisinde, kendi
kemâlâtını isbât ederek, vezirin iltifatına nail olmuş ve Şiran'da
kadı'l-kudât'lığa tâyin edilmiştir.
Rivayet edildiğine
göre: Son zamanlarda Şeyh Muhammed İbni Muhammed Kethânî'nin işaretiyle,
kadılık görevini terk etmiş ve O'-nun sohbetine devama başlamıştır. Meşhur
tefsîrini de bu sırada telif etmiştir.
Kadı Beyzâvî, hicrî
685 (mîlâdî 1286) yılında vefat etmiş ve şeyhinin kabrinin yanma defnedimiştir. [379]
Kadı Beyzâvî merhumun,
tefsir, fıkıh, usûl-i fıkıh, hadîs, kelâm, mantık gibi bir çok ilimde, bir çok
telifâtı vardır:
Bu kıymetli eserlerden
bir kısmı şunlardır:
1-)
Envârii't-Tenzîl ve Esrarü'l-Te'vîl
Tefsîr-i Kadı Beyzâvî
namı ile meşhur olan bu eser, İslam âleminin en nadide tefsirlerinden biridir.
Bursalı Mehmet Tahir
Efendinin, Osmanlı Müelliflerinde bildirildiğine göre: Kadı Beyzâvfnin bu
tefsîrine tamamen veya kısmen haşiye yazan zâtların sayısı 75'tir.
Bu tefsir üzerine
ta'lika yapan 39 kişiyi daha göz önüne getirecek olursak, Kadî Tefsiri
üzerinde ilmi çalışma yapıp, eser meydana getiren âlimlerin sayısının 114
olduğunu görürüz ki, bu hâl pek az âlime ve pek az esere nasip olmuştur.
2-) el-İzâh
Bu eser, usûl-i dîne
dâirdir.
3-)
el-Minhâc
Fıkıh usûlü ile ilgili
bir eserdir.
4-) Şerhtı'l-Minhâc
Bu eser, Minhâc'ın
şerhidir.
5-)
et-Tevâli
Bu eser de, kelâm ilmi
ile ilgilidir.
6-)
Şerhu'I-Metâli
Mantıkla ilgili bir
eserdir.
7-)
el-İnâyetü'l-Kusvâ
Fikıh'la ilgili bir
eserdir.
8-)
Şerhu'l-Kâfıye
Arap dilbilgisi
eserlerinden Kâfiye'nin şerhidir.
9-)
Lübbü'l-Elbâb fî-İlmi'1-İ'râb.
Kâfiye'nin
kısaltılmışıdır. [380]
Fahrüddîn Hasan İbni
Mansur Kâdîhân, Evzecent'ii meşhur bir hanefî âlimidir.
Künyesi:
Ebû'l-Mehâsin'dir.
Kâdîhan, fıkıh ilmini,
Şemsü'l-Eimme Muhammed İbni Ab-di's-Settar el-Kerderî'den tahsil etmiştir.
Kâdîhân merhum,
müetehid fî'1-mes'ele tabakasındadir.
Kâdîhan Hasan İbni
Mansur, hicrî 592 (milâdî 1196) yılında vefat etmiştir.
Evzecent, İsfahan'ın
nahiyelerinden biridir. [381]
Ebû'l-MehâsinjKâdîhân'ın
fıkıh sahasındaki eserlerinden baş-lıcaları şunlardır:
1-) Felâvâyi
Kâdihân (- Hâniyye) Bu eser, fıkıh kitaplarının en meşhurlarındandir.
2-) Vâkiât
3-)
el-Mehâzır
4-)
ŞerhıTz-Ziyâdât. [382]
Ebû'1-Fazl Iyaz İbni
Mûsâ, mâliki fukahâsındandır.
Kadı Iyaz adı ile
meşhurdur. Kendisi, Endülüs'ün (İspanya'nın) Sebte beldesindendir.
Kadı Iyaz, hadîs ve
fıkıh ilimleri ile arap lisanında imamdır.
Parlak bir düşünce
yapısına ve geniş fıkıh bilgisine sahip olan Ebû'1-Fazl Iyaz İbni Mûsâ merhum,
önceleri kendi beldesinde, daha sonra da Gırnata'da kadılık yapmıştır.
Kadı Iyaz, hicrî 496
(mîlâdî 1103) yılında doğmuş, 544 (mîla dî 1150) yılında vefat etmiştir. [383]
Kadı Iyaz hazretleri,
pek çok eserler telif etmiştir, Başiıcaları şunlardır:
1-) Şifâ-i
Şerif (= Kitâbii'ş-Şifa bi-Ta'rıfi Hukûki'l-Mustaiâ) Bu mübarek eser, Kadı Iyaz
hazretlerinin en meşhur eseridir. Bu kıymetli eserin bir çok şerh ve haşiyeleri
vardır. Ve bunların pek çoğu matbûdur.
2-)
Meşânkü'i-Envar
3-) Tertîbü'l-Medârik
ve Takrîbü'i-Mesâlik fî-Ma'rifeti Alanıi Mezhebi'i-İmâm-ı Mâiik
4-) Şerh-i
Sahihi Müslim ( = Kilâbül-îkmâl)
5-) Tarih
6-)
İzhâru'r-Rıyâd fî-Ahbari'l-Kâdi Iyâd
7-)
el-Gunyeh[384]
Kadı Şureyh, tabiînin
ileri gelenlerinden fakıyh ve muhacldis bir zâttır.
Kendisinin sahabeden
olduğuna kail olanlar da vardır..
Babası Ham, Kinde,
kabilesinden idi. Ve, Medîne-i Münev-vere'ye elçi olarak gelmişti. Resûiullah
(S.A.V.) Efendimizi görünce müslüman oldu. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, bu
zâta Ebû Şureyh ismini verdi.
Şureyh hazretleri,
kırk yaşında iken Hz. Ömer (R.A.) tarafından Küfe kadılığına tâyin edildi. Bir
sene kadar da, Basra'da ka-dılık yapmıştır.
Kadı Şureyh, Hz.
Ömer'den sonra, Hz. Osman, Hz. Ali, Hz. Muâviye (R.Anhüm) ve O'ndan sonrakiler
zamanında da Küfe kadılığı görevinde tutulmuştur. Böylece, Kadı Şureyh, bu
görevi, aralıksız altmış yıl sürdürmüştür.
Kadı Şureyh, çok âdil
ve çok bilgili bir zât idi. Hz. Ali (R.A.) Efendimizin iltifatlarına da mazhar
olmuştur.
Kadı Şureyh
hazretleri, hadîs ve fıkıh ilimleri sahasında devrinin en büyük âlimlerinden
idi. Tecrübî ilimlere de vâkıftı.
Kadı Şureyh, aralıksız
altmış yıl sürdürdüğü bu görevinden Haccâc zamanında istifa etmiş ve bir sene
sonra hicrî 79 (milâdî 698) yılında vefat etmiştir. [385]
Kadı-zâde Şemsüddin
Ahmet İbni Bedriddin Efendi fukahâdan bir zâttır.
Babası Mevlânâ
Bedreddin Mahmut Edirne'de kadılık yapmıştır.
Kadı-zâde Şemsüddin
Ahmet efendi, Ebû's-Suûd efendide tahsilini ikmal ettikten sonra, Bursa,
Edirne ve İstanbul medreselerinde kadılık yapmıştır.
Bilâhare Haleb ve
sonra da İstanbul Kadılığına tâyin edilmiş; Rumeli kazaskeri olmuş ve hicrî 985
(mîlâdî 1577) tarihinde Şeyhü'l-İslam'Iık makamına getirilmiştir.
Şeyhü'l-İslam Kadı-zâde
Şemseddin Ahmed Efendi, pek afif, müstakim ve doğru sözlü bir zat idi.
Kadirzâde, hicrî 998
(mîlâdî 1590) yılında İstanbul'da vefat etmiştir. Kabri, İstanbul'da Küçük
Karaman Geçidindedir.
Şeyhü'l-lslâm
kadı-zâde Şemseddin Ahmet Efendi, hayır sahibi bir zât idi. Çırçır Mescidi,
O'nun hayra ait eserlerindendir. [386]
Şeyhü'l-İslâm
Kadı-zâde merhumun kıymetli eserleri vardır ve bunların başhcalan da şunlardır:
1-) Netâyicü'l-Efkâr
fi-Keşfi'r-Rumûzi ve'1-Esrâr. Kadı-zâde merhum, bu eseri Fethü'l-Kadîr'i ikmâl
için yazmıştır.
2-) Hâiyeyi
Beyzâvî
3-) Haşiyeyi
Tecrîd min Bahsi'l-Mâhiyel
4-) Haşiye
alâ-Evâili Sadrii'ş-Şerîa
5-)
Şerhu'I-Hidâye min Evveli Kitabi'I-Vekâleti ilâ Âhiri'l-Kiiab
6-)
Ta'Iîkâtü ale'l-Mevâkıf
7-)
Ta'likatü ale't-Telvîh.
8-) Haşiyeyi
Şerhi Miftâh min evvelihî ilâ âhiri'I-fenni's-sâni.
9-)
Tercemeyi Madeni'l-Cevâhir ve Ravzatü'f-Havâtır. [387]
Kara H
Kara H
Bir sene sonra rüûs
imtihanını kazanmış ve fetvâ-hâne müsev-vidi olarak ilk görevine başlamıştır.
Diğer taraftan da, Fâtih Camiinde ders okutmuştur.
1866 yılında Yenişehir
Mollalığına da getirilen Kara H
Aynı yılın sonlarında,
Evkaf-1 Hümâyun müftetişliğine; 1870'de de Meclis-i Tetkîkât-ı Şer'iyye
âzâlığma getirilen Kara H
1873 yılında Anadolu
Kazaskerliği payesini alan Kara H
Anadolu ve Rumeli
Kazaskerliği payesini kazanan Kara H
Usûl-i fıkıh'ta
otorite kabul edilen Kara H
Kasım Ebû Abdurrahman,
Hz.'Ebû Bekir (R.A.)'in oğlu Mu-hammed'in oğludur. Ve kendisi tabiînin ileri
gelenlerindendir.
Kasım Ebû Abdurrahman,
Medîne-i Münevvere'deki fukahâ-i seb'a'dan (= yedi büyük fakıyhten) birisidir.
Hz. Siddıyk'ın torunu
olan Kasım, verâ ve takva sahibi bir zat idi. Kendisi, bir çok hadîs-i şerif
rivayet etmiştir.
Kasım Ebû Abdurrahman,
halası Hz. Aîşe (R.A.), İbni Ömer, İbni Abbas, Ebû Hureyre ve Hz. Muâviye'den
hadîs-i şerif rivayetinde bulunmuştur.
Kasım Ebû Abdurrahman
hazretlerinden de, Nâfî, Zühri ve İbni Ebî Müleyke gibi meşhur zâtlar hadîs-i
şerif dinlemiş ve rivayetlerde bulunmuşlardır.
Kasım Ebû Abdirrahman
hazretleri, hicrî 31 (mîlâdî 652) yılında Mekke-i Mükerreme'de doğmuş, 112
(mîlâdî 731) yılında Mekke-i Mükerreme ile Medîne-i Münevvre arasında Kudeyd
köyünde vefat etmiştir. [389]
Ebû Bekir İbni Mes'ûd
İbni Ahmet Alâüddin Şâşî Kâşânî, ha-nefî âlimlerinin büyüklerindendir.
Ebû Bekir İbni Mes'ûd
İbni Ahmed hazretleri, Alâüddîn ve Melîkii'l-Üiemâ lakâblan ve Kâşânî
nisbetiyle meşhur olmuştur.
Kâşân, Türkistan'da,
Seylıun Nehri'nin kuzeyindeki Fergana Bölgesi'-nde bulunan Şaş'ın arkasında,
içinde'sağlam bir kalesi de bulunan güzel bir belde idi.
Bu şehir, çeşidi
savaşlar neticesinde harap olmuştur.
Melikü'l-Ülemâ
Alâüddîn merhum, bu beldede doğduğu için, oraya nisbetle Kâşânî diye.
anılmaktadır. Kâşânî tarzında da söylenmektedir.
Kâşânî merhum,
Tuhfetü'l-Fukahâ ve Usûl kitaplarının sahibi, Alâüddin Muhammed İbni Ahmed
es-Semerkandî'den fıkıh ilmini tahsil etti. O da, Sadru'I-İslâm Ebû'1-Yüsr
Pezdevî'den ilim öğrendi. Pezdevî'nin hocası ise Ebû'1-Maîn Meymûn el-Mekhûlî
idi. Mekhû-lî de, Mecdü'I-Eimme Serahkî'den fıkıh öğrenmişti.
Kâşânî hazretleri,
hocasının Tuhfe isimli eserini şerhetmiş ve bu şerhine el-Bedâyiü's-Senâyî
fî-Tertîbi'ş-Şerâyi adını vermiştir.
Kâşânî, hocası
Muhammed İbni Ahmed es-Semerkandî'nın kızı Fâtımâ ile evlendi. Fâtımâ, ileri
derecede fıkıh ilmine sahip bir hanım idi. Bu sebeple de Kâlımâ-i Fakiyhe diye
anılırdı.
Kâşânî merhum çok yer
dolaştı. Bir ara da Konya'da bulundu. Daha sonra da Haleb'e gitti ve orada
yerleşti.
Kâşânî, Haleb'teki
Halâviyye Medresesi'ne müderris tâyin edildi ve ilini arayanlara ders okuttu.
Kâşânî, hicrî 587
(mîlâdî 1191) yılında, Recep ayının onuncu günü, İbrahim Sûresini okurken,
yirmi yedinci âyeti- kerîmeye geldiğinde rahmet-i Rahmân'a kavuştu. Ve,
kendisinden önce vefat etmiş bulunan hanımı Fâtımâ-i Fakıyhe'nin kabrinin
yanına defnedildi. Haleb'in dışında bulunan kabirleri, hâlen bir
ziyâretgâhtır.
Kâşânî'nin hanımı
Fâtımâ-i Fakiyhe, hocası büyük fıkıh âlimi Alâüddin Semerkandî'nin kızıdır.
Fâtımâ'nın ilminin ve ahlâkının üstünlüğü ve cemâlinin güzelliği dillere
destan olmuştu. Fâtımâ babasının Tuhfetü'I-Fukahâ adlı eserini de ezberlemişti.
Onunla evlenmek için
bir çok fakıyh t
Bu sırada Kâşânî
hazretleri gelip, Semerkandî merhumdan fıkıh tahsil etmeye başladı. Hocası,
Kâşânî île meşgul oldu ve O'na, bütün eserlerini okutup ezberletti.
Kâşânî, fıkıh, usûl ve
fürûunda, emsalleri arasında farklı bir üstünlük kazandı ve hocasının Tuhfe
kitabını, Bedâyiü's-Senâyi fî-Tertîbi'ş-Şerâi adı ile şerh edip, O'na takdim
etti. Bu eseri, hocası tarafından çok beğenildi. Bu eserden ziyadesiyle memnun
kalan hocası, bunun mükâfatı olarak kızı Fâtımâ-i Fakıyhe ile O'nu evlendirdi.
Hanımı da, nikâhında mehir olarak bu şerhi kabul etti. Ve başka bir şey
istemedi.
İmâm Kâşânî, hanımı
Fâtımâ-i Fakıyhe ve hanımının babası Alâüddin Semerkandî, —üçü de— fetva
verirdi. Böylece, bir evde üç müftî bulunmuş oluyor ve her birinin fetvaları
bir çok yere yayılıyordu.
İbnü'1-Adîm şöyle
anlatıyor:
—Babam, "Fâtımâ-i
Fakıyhe'nin, hanefî mezhebindeki bütün mes'elelere vâkıf olduğunu ve bu mezhebi
çok iyi naklettiğini; O'-nun, —çok defa— Alâüddîn Kâşânî'nin fetvâlarındaki
noksanlıkları gösterdiğini; kocasının, da, O'nun reyine rücû ettiğini"
bilirdi.
Hanefi fıkhında büyük
bir âlim olan Alâüddîn Kâşânî, çok yer dolaşmış ve geniş ilmî fa
Ehl-i Sünnet
âlimlerinin büyüklerinden olan Kâşânî, zamanındaki mutezile itikadında olan
bid'at ehli ile sık sık mücâdele eder ve onların yanlış fikirlerini, kuvvetli
delillerle çürütürdü.
Kâşânî, Konya'da,
Selçuklu Sultanı Birinci Mes'ûd'un sarayında iken, orada bulunan âlimlerle,
aralarında geçen ilmî münazaralar, sultanla arasının açılmasına sebep oldu.
Sultan, bir ara Kâşâ-nı'yi saraydan uzaklaştırmak istedi. Vezir
araya-giripr"Bu, büyük ver muhterem bir âlimdir. O'nu, buradan
göndermiyelim." diye ri-cade bulundu.
Bunun üzerine, Halep
atabeki Sultan Nureddîn Zengi'nin yanına gönderildi.
Haleb'te çok iyi karşılanan
Kâşânî, kısa zamanda ilmi ile meşhur oldu. Haleb'teki âlimlerin isteği
üzerine, Sultan Nureddin Zengi tarafından yaptırılmış bulunan Halâviyye
Medresesine müderris olarak tayin edildi.
Bu medresede,
Kâşânî'den önce, Radıyüddîn Serahsî ders okutmakta idi.
Alâüddin Kâşânî,
Halâviyye Medresesinde pek çok talebe yetiştirmiştir.
Oğlu Mahmut ve
Mukaddimetii'l-Gazneviyye adlı eserin sahibi Ahmet İbnî Mahmud, Kâşânî
merhumun yetiştirdiği büyük âlimlerdendir.
Ahmet İbni Yûsuf tbni
Muhammed el-Ensârî-nin, İbni Adîm'e anlattığına göre:
Kâşânî merhum
Haleb'ten, memleketine dönmek istemişti. Hanımı da, bunu istediğinden, bu
arzusu fazlalaşmıştı. Âlimleri çok seven, âdil Sultan Nureddin Mahmut eş-Şehîd
bu durumu öğrenince, Kâşânî'ye hemen bir haberci gönderip, O'nu yanına çağırdı.
Ve Ha-leb'de kalmasını temine çalıştı. Kâşânî: "Yolculuğa hazırlandık.
Aynı zamanda, hanımım hocamın kızı olur. Bu yüzden memleketimize dönmemiz
gerekiyor." diyerek, kalmalarının mümkün olmayacağını beyan etti.
Bunun üzerine sultan,
mektup ile, haberci bir kadın gönderdi. Bu kadın gidip, Kâşânî'mn hanımına
sultanın ricasını bildirdi ve "Haleb'te kalmalarını çok arzu
ettiğini" söyledi. Bu emre uyarak Haleb'te kaldılar. [390]
Kâşânî merhumun
başlıca eserleri şunlardır:
1-)
el-Bedâyiu's-Senâyı1 fî-Tertîbi'ş-Şerâyı'
Bu kitap, İmâm Kâşânî
hazretlerinin en mühim eseridir. El yazması üç cild oan bu eser, yedi cild
hâlinde basılmıştır.
Bu kitap hakkında:
"Hanefî fıkhına dair yazılmış, tertip bakımından ilk sistemli
eserdir." denilir.
Bu eseri, Kâşânî
merhum, hocasının Tuh fel ü'l-Fu kah â1 sına şerh oia-rak yazmıştır. Ancak,
tarzı değişiktir ve şerh olduğu hiç belli olmamaktadır.
Kâşânî, "bu
eserini, eski ve yeni bir çok kitaptan toplayarak hazırladığını"
bildirmekte ve: "Ben hocama uydum ve doğru yolu buldum." demektedir.
2-)
Sultânü'I-Mübtn
Bu eser, akâidle
ilgilidir.
3-)
Kitâbü'l-Ceül[391]
Katâde İbni Diame,
tabiînden Basra'lı bir zâttır. Künyesi: Ebû'l-Hattab'dır.
Katâde İbni Diame, amâ
olarak dünyaya gelmiştir.
Katâde hazretleri,
celâlet-i kadre mâlik mevsûkü'l-kelâm ve hâfızü'l-hadîs bir zât idi. Her
işittiğini derhâl ezberledi.
Katâde İbni Diame;
Enes İbni Mâlik (R.A.), İbnü'l-Müseyyeb, Hasan-ı Basrî, İbni Şîrîn ve İkrime
gibi pek çok meşhur zevattan ilim tahsil etmiş ve hadîs-i şerîf dinleyip
rivayette bulunmuştur.
Katâde hazretleri,
tefsir, hadîs ve hilâfiyat ilimlerinden mütehassıs idi. Pek çok âlimin
yetişmesinde emeği geçmiştir.
Katâde İbni Diame,
hicrî 117 (milâdî 736) tarihinde vefat etmiştir. [392]
Kays İbni Ebî Hâzim,
tabiînin ilklerinden, sika bir zâttır. Künyesi: Ebû Abdullah el-Kûfî'dir.
"Kays İbni Ebî
Hâzim, aşere-i mübeşşere'nin hepsinden hadîs-i şerif rivayet etmiş bulunan tek
şahıstır. Tabiîn arasında bu mazhariyete nail olan bir başka şahıs
yoktur." denilmiştir.
Kays İbni Ebî Hâzim,
—başkalarının hiç hadîs rivayet etmemiş olduğu— bazı sahâbîlerden de,
rivayette bulunmuştur ki, bu zâtlar babası ve Dükeyn İbni Saîd (R.A.)
hazretleridir.
Kays İbni Ebî Hâzim
hazretleri, —yüz yaşını geçmiş olduğu hâlde— hicrî 84 (milâdî 703) yılında
vefat etmiştir.[393]
Şemsti '1-Eimme
Muhammed İbni Abdisettar Kerderî, hanefî fakıyhlerindendir.
Kerderî, hicrî 599
(mîlâdî 1203) yılında dünyaya gelmiştir.
Şemsü'l-Eimme Kerderî
merhum, Şir'a adlı eserin sahibi Hatib-zâde'den fıkıh tahsil etmiş ve diğer
âlimlerden de faydalanmıştır.
Akranları arasında
üstün bir mevkie ulaşan Kerderî merhum, usûl ve fürû' ilimlerini ihya etmiş;
pek çok eser yazmış ve talebe yetiştirmiştir.
Şemsü'l-eimme Kerderî
merhum, İmâm Gazâli'nin Menhul adlı eserini inceleyip tenkid etmiştir.
Şemsü'İ-eimme Muhammed
İbni Abdissettar Kerderî merhum hicrî 643 (mîlâdî 1246) yılında Buhârâ'da vefat
etmiştir. [394]
Ebû'l-Hüseyn el-Kudûrî
Ahmed bin Muhammed, meşhur bir hanefî imamıdır.
Hangi sebepten dolayı
kendisine Kudûrî lakabının verildiği kat'î olarak bilinmemektedir.
Bir rivayete göre,
Bağdad yakınlarındaki Kudûre köyüne nis-bet edilerek, kendisine Kudûrî
denilmiştir.
Diğer bir rivayete
göre ise, Kudûr, çömlek mânâsına gelen Kıdr kelimesinin çoğuludur. Kendisinin
veya soyundan birisinin çömlekçilikle meşgul olmasından dolayı Kudûrî lakabını
almıştır.
Şeyhu'l-îslam İbni
Kemâl Paşa-zâde'ye göre İmâm Kudûrî, fukahâ'nın ashâb-ı tercih tabakasındandır.
İmâm Kudûrî (R.A.),
hanefî fıkıh âlimlerinin önde gelenle-rindendir. Bu noktaya, ilminin çokluğu,
ibaresinin güzelliği ve lisanının akıcılığı ile yükselmiştir.
Kudûrî merhum, çok
güzel Kur'an okur ve devamlı ibâdetle meşgul olurdu.
Ebû'l-Hüseyin Kudûrî,
Ebû Abdullah Muhammed Yahya el-Cürcânî'den fıkıh ilmi okumuş ve hadîs-i şerîf
rivayet etmiştir.
Kudûrî merhum,
Ubeydullah bin Muhammed el-Havşebî ve daha bir çok âlimlerle görüşüp, onlarla
ilmî sohbetlerde bulunmuş ve kendilerinden ilim tahsil etmiştir.
Kerderî merhum, bir
çok büyük âlime de hocalık etmiştir. Meşhur Târih-i Bağdad'ın sahabi Ebû Bekir
Hatîb-i Bağdadî de, Kerderî'-den ilim öğrenip, hadîs-i şerif rivayet
edenlerdendir.
Hatîb-i Bağdadî,
Târih- Bağdad'da: "Kudûrî, sadûk ve sika bir zat idi." demektedir.
İmâm Kudûrî (R,A.),
hicrî 362 (mîlâdî 973) tarihinde Bağdad'-da doğmuş ve 428 (mîlâdî 1037) yılında
yine orada vefat etmiştir. [395]
Kudurî merhum, pek çok
kıymetli eserler telif etmiştir. Bunların başhcaları ise şunlardır:
1-) Muhtasarı
Kudûrî
Bu eser, muteber bir
fıkıh kitabıdır. Kudûrî'den sonra gelen bir çok fakıyh bu eserden istifâde
etmişlerdir.
Bu eserde, binlerce
fıkhî mes'ele kısa ve öz olarak toplanmıştır. Senelerce, medreselerde ders
kitabı olarak okutulan bu eserin pek çok şerhleri vardır. Bu şerhlerin
meşhurlarının bir kısmı ise şunlardır:
a-) Cevhere
b-) Lübâb
c-) Tashîh-i
Kudûrî
Bu eserin müellifi,
Ebû Nasr Akta'dır.
2-)
Kilâbü'l-Tecrid
Bu eser, Imâm-ı A'zam
Ebû Hanîfe (R.A.) ile İmâm Şafiî (R.A.) hazretlerinin arasındaki hılâfiyatı,
—delillerini zikretmeden— içine alır.
3-) Şerb-i
Muhlasarii'l-Kerhî
4-)
Kitâbün-Nikâft[396]
Abdülkerim îbnü
Hevâzin İbni Abdülmelik îbni Muhammed Nişaburî, büyük bir fıkıh, tefsir, hadis
ve tasavvuf âlimidir.
Künyesi:
Ebû'l-Kâsım'dır.
Kuşeyr İbni Ka'b
adındaki bir kabileye mensup olduğu için Ku-şeyrî diye anılır.
Kuşeyrî merhumun
Zeynü'l-İslâm ve Mecmau'l-Bahreyn gibi lakapları da vadır.
Anlaşıldığına göre,
Kuşeyrî merhum, arap asıllı olup, Horasan'a sonradan gelip yerleşen bir
ailedendir.
Ebû'l-Kâsım Kuşeyrî,
hicrî 376 (milâdî 986) yılında Horasan'ın Üstüvâ nahiyesinde dünyaya gelmiştir.
Kuşeyrî merhum, ilk
tahsiline akrabası olan Ebû'l-Kâsım Ye-mânî'den, arap dili ve edebiyatı
öğrenerek başladı.
Daha sonra, Nişabur'a
hesap ilmi tahsil etmek üzere gitti. Ne var ki, orada Ebû Ali Hasan ed-Dekkak
ile karşılaştı. Bu büyük velî Kuşeyrî ile ilgilendi; O'na tarikat verdi ve
tasavvuf öğretti. Ve, O'-nun diğer ilimleri Öğrenmesi hususunda da öncülük
etti; hocalarım, buldu.
Kuşeyrî, fıkıh ilmini
Ebû Bekir Muhammed İbni Bekir et-Tûsî'den; kelâm ilmi ile usûl-i fıkhı Ebû
Bekir tbni Fevrek ve Ebû İshak İsfiraînî'den, hadis ilmini ise Ebû'l-Hüseyn
Haffaf ile Ebû Nu-aym İsfiraînî'den tahsil etti.
Ebû'l-Kâsım Kuşeyrî,
tefsir, hadis, fıkıh, usûl-i fıkıh, tasavvuf, şiir ve edebiyatta benzersiz bir
üstad idi. Onun lisamndaki açıklık ve tesir, sözlerindeki kuvvet,
yazılarındaki güzel üslûp, tabiatın-daki incelik ve nezâket fevkalâde
yüksektir.
Güzel şiirleri ve
tesirli mektupları bulunan Kuşeyrî merhum, özellikle Sâfiyye hazretlerinin söz
ve menkıbelerini nakletme hususunda büyük bir iktidar göstermiştir.
Ebû'l-Kâsım Kuşeyrî
hazretleri, bu arada Nişabur'da ders vermeye başlamış ve Hatîb el-Bağdâdî,
Ebû'l-Kâsım Nasrâbâdî, Ebû Ali Farmedî gibi bir çok âlimler yetiştirmiştir.
Ebû'l-Kâsım Kuşeyrî,
Ebû Ali Dekkak hazretlerinin vefatından sonra, bir müddet Ebû Abdurrahman
es-Sülemi'nin sohbetine devam etmiştir.
Ali İbni Hasan,
Dümyetü'1-Kasr isimli eserinde şöyle diyor: —"Zeynü'l-îslâm Kuşeyrî, bütün
güzellikleri ve üstünlükleri kendisinde toplanmış bir zat idi. Bütün çetin ve
müşkil şeyleri kolayca çözer; tehditkâr hitabeleri taşı bile eritir ve va'zını
şeytan dinlerse tevbekâr olurdu."
Kuşeyrî hazretleri;
özellikle evliyâullahun güzel itikatlarına, tasavvufun mâhiyetine ve zühd ve
takvanın nelerden ibaret olduğuna dair bir eser yazmıştır; Risâle-i Kuşeyrî
ismi ile tanınan bu eser pek meşhurdur.
Bu eser şark ve garp
dillerinin pek çoğuna tercüme edilmiş ve basılmıştır.
Kuşeyrî hazretleri hicrî
448 (milâdî 1056) yılında Nişabur'dan ayrılarak Bağdad'a gitti. Orada da tedris
hayatına devam eden Ku-şeyri merhum, hadis ve fıkıh dersleri okutmuştur.
Ebû'l-Kâsım Kuşeyrî,
İslâm beldelerinde pek çok seyahatlerde bulunmuştur.
Bir defasında, bir hac
mevsiminde, binlerce âlim hac için bir araya gelmişlerdi. Bunlar arasında dört
yüz kadar kadı da bulunuyordu. Bunun için bu yıla senetü'l-kudât ( = kadılar
senesi) denilmiştir.
Bu âlimler tarafından,
Harem-i Şerifte bir hutbe irâd edilmesi istenildi. Bunun üzerine, oradakiler:
"Bu hutbeyi, ancak Kuşeyrî gibi büyük bir âlim okur." dediler. Ve
hutbeyi, İmâm Kuşeyrî okudu.
ZeymVl-İslâm Kuşeyrî
hazretleri, amelen şâfiî, itikâden eş'arî mezhebinde idi ve bu mezheplerin
müdâfîlerindendir.
Bu büyük âlimin sahip olduğu
ilmi kudret ve mevkî, bazı haset» ci kimselerin bu duygularını tahrik ediyordu.
Bu devirde Nişabur'da
bulunan Üstad Ebû Sehl Îbni'l-Muvaffak da büyük bir ihtişam ve riyaset sahibi
idi. hanefî ve şâfiî fukahası O'nun konağında toplanarak ilmî mübâhaselerde
bulunurlardı. Pek çok talebesi bulunan bu büyük zat, vezâret makamına da namzet
olarak görülüyordu.
Bu bakımdan, Selçuklu
hükümdarı Tuğrul Beyin veziri Ebû Nars Mansûr el-Kindî, bu büyük âlimi
kendisine rakip telakki ederek, aleyhine bir cereyan meydana getirmeye
çalışıyordu.
Nihayet bu vezir,
âdil, dindar, âlim ve faziletli kişilere muhabbeti olan ve hanefî mezbinde
bulunan bu büyük hükümdarı kandırarak, "bid'at sahiplerine minberlerde
la'net okunması için "bir ferman istihsal etti.
Bunun üzerine, bir
takım kimseler Eş'arîleri de ehl-i bid'atten sayarak, onlara bir la'net okumaya
başladılar. Bunun üzerine büyük bir fitne zuhur etti. Ve bu fitnenin zararı,
Horasan, Şam, Hicaz ve Irak beldelerine yayıldı.
Mutezile mezhebinde
olduğu ve bir çok bozuk fikirler taşıdığı söylenilen vezir, Ebû Nasr,
Nişabur'da ikâmet eden Ebi Sehl, İmâmü'l-Haremeyn, Ebû'l-Kâsım Kuşeyrî ile Reis
Fürâtî'yi nefy ve hapsetmek için de bir irade elde etmişti. Ebû Sehl ile
îmâmül-Haremeyn yakalanamamış, Kuşeyrî ile Reis Fürâtî ise yakalanıp hapsedilmişlerdi.
Bu mahpusluk bir aydan fazla sürdü. Sonra Ebû Sehl başına topladığı bir kuvvet
sayesinde, bu iki zatı hapisten kurtardı.
Kuşeyrî merhum, bu
olay üzerine vatanından uzaklaşmış ve yıllarca sürecek gurbet hayatına
başlamıştı.
Abdülmelik el-Cüveynî
de Hicaz'a gitmiş ve Mekke-i Mükerre-me ile Medîne-i Münevvere'de kalmıştı. Bu
sebeple kendisi İmâmüH-Haremeyn unvanını almıştır.
Bir ara, Ebû Sehl'i de
yakalatıp hapsettiren hâin vezir, Ebû Nasr da, az bir müddet sonra fena bir
hâlde katledilmiştir.
Bu fitne hâdisesi, bu
büyük şâfiî âlimlerini, diğer mezhepler hakkında tenkitkârâne bir tutum içine
girmelerine sebep olmuştur.
Bundan sonra, İmâm
Kuşeyrî, Tuğrul Bey'le görüşerek derdini anlatmak istemiş; daha sonra Bağdad'a
giderek halîfe el-Kâim bi-Kmrillah'ı ziyaret etmiş ve onun teveccühlerine
nıazhar olmuştur.
Bu fitne, hicrî 455
(mîlâdî 1063) tarihine kadar devam etmiş ve bu tarihte saltanat makamına Sultan
Alp Arslan'ın gelmesi ile sona ermiştir.
Ve, Ebû'l-Kâsım
Kuşeyrî, bundan sonra vatanına dönmüş, Sultan Alp Arslan'dan hürmet ve ikram
görmüş ve kendi yurdunda, bu hürmet içinde on yıl daha yaşamıştır.
İmâm Kuşeyrî, zuhur
etmiş olan bu elim fitneyi Şikâyetü Ehli's-Sünne bi-Hikâyeti Mânâ'l-Lehün
mine'l-Mihne adlı bir risale ile anlatmış ve bu risaleyi, o zaman, bütün islâm
âlemine dağıtıp ulaştırmıştır. [397]
imâm ZeymVI-îslâm
Kuşeyrî, bir çok ilimde pek çok eser telif etmiştir. Bu eserlerin başlıcaları
şunlardır:
Bazı Meşhur Fakihler
1-)
Adâbü's-Sâfiyye
2-)
et-Tahbîr fî't-Tezkîr
3-)
et-Teysîr fi İlmi't-Tefsîr
4-)
Ldâifü'l-İşârâi
5-)
Kîtâbü'l-Ceyâhir
6-)
Uytroi'l-Ecvibe fî-Usûli'1-EsOe
7-)
Kitâbü'l-Münâcât
8-) Kitâbü
AhkâmiVSema
9-)
Kitabu'l-Erbaîn
10-) Kitâbü
Nüktei Ulî'n-Nübâ
11-)
Şikâyetü Ehü's-Sünne bi-Hikâyeti Mânâ Lehiim mine'l-Mihne 12-)
Risâletü'l-Kuşeyri
İmâm Kuşeyrî
hazretleri hicrî 465 (mîlâdî 1073) yılında Nişa-bur'da vefat etmiş ve üstadı
Ebû Ali Dekkak hazretlerinin yanma defnedilmiştir. [398]
Leys İbni Sa'd
el-Mısrî, muhaddis ve fakıyh bir zâttır. Künyesi: Ebû'l-Hâris'tir
Hanefî fakıyhı olan
Leys îbni Sa'd hazretlerinin Mısır'da kadılık yaptığı rivayet edilir.
Leys İbni Sa'd
hakkında İmâm Şâfiî hazretlerinin pek çok hüsn-i zanm vardır. Hatta, Ebû Hatim
İbni Habbân, İmâm Şafiî'nin şöyle dediğini rivayet etmektedir:
—"Leys İbni Sa'd,
İmâm Mâlik'ten daha fakıyh idi. Şu kadar var ki, etrafındakiler, O'nun kıy
İmâm Ahmed îbni Hanbel
hazretleri de şöyle demiştir:
—"Leys, ilmi çok
ve sahîhü'l-hadîs bir zâttır. Şu Mısırlılar arasında O'ndan daha sağlamı
yoktur. O'nun bir benzerini görmedim."
Leys İbni Sa'd
hazretleri zengin ve cömert bir zât idi. Medîne-i Münevvere'ye gittiği zaman
kendisine bir sini dolusu hurma hediye eden, İmâm Mâlik hazretlerine, o siniyi
altınla doldurarak mukabele ettiği rivayet olunmuştur.
Leys îbni Sa'd
hazretleri, aslen Isfahanhdır. Hicrî 94 (milâdî 713) tarihinde Mısır'ın
köylerinden birinde dünyaya gelmiş ve 175 (milâdî 792) yılında vefat etmiştir.
Kabri, Karafetü's-Suğrâ'dadır. [399]
Levnekî Muhammed
Abdülhay İbnü Muhammed el-Hindî, büyük bir hanefî âlimidir.
Künyesi:
Ebû'l-Hasenât'tir.
Ebû'l-Hasenât,
babasından ve diğer âlimlerden ilim tahsil etmiştir.
Hindistan'da yetişmiş
büyük âlimlerden biri olan Ebû'l-Hasenât Ban'da beldesinde doğmuş ve
Haydarâbad'da ikâmet etmiştir.
Ebû'l-Haseriât, ilmi
ile âmil bir zât idi. İki defa Hicaz'a gitmiştir.
Hicrî 1264 (milâdî
1848) yılında doğan Ebû'l-Hasenat Muhammed Abdülkay ibnü Muhammed, 1304 (mîlâdî
1887) yılında vefat etmiştir. [400]
Ebû'l-Hasenât merhumun
elîf ettiği eserler kırktan fazladır ve başlıcaları şunlardır:
1-)
el-Fevâidü'I-Behiyye fî-Terâcimn-Hanefiyye. Bu eser, hanefî fukahâsı
hakkındadır.
2-)
et-Ta'fiku'1-Mümecced alâ-Muvattai'1-İmâm Muhammed.
3-) er-Ref u
ve't-Tekmîl fî'1-Cerhi ve't-Ta'dfl
4-)
en-Nâfıu'1-Kebîr Limen Yutâliü'l-Câmia's-Sağîr
5-)
el-Âsârü'1-Merfûa fi'I-Ahbâri'l-Mevzûa[401]
Abdulaziz İbni
Abdillah Mâcişun, aslen Medîne-i Münevve-re'U bir zat olup, Bağdad'ta
yerleşmiştir.
Üstün bir fakıyh ve
sika bir muhaddis olan Mâcişun, pek çok talebe yetiştirmiştir; ayrıca eser de
yazmıştır. Mâcişun'un oğlu Abdülmelik fukahâdandır.
Mâcişun, hicrî 164
(mîlâdî 781) yılında vefat etmiştir. [402]
Mahmud Esad Efendi,
Seydişehir'li bir zattır.
Babası, Kadı Güzel
Efendi-zâde Mehmet Emin Efendi de faziletli bir zat idi.
Mahmud Esad Efendi,
Fatih müderrislerinden Elbasanh Abdülkerîm Efendi'de tahsîlini ikmâl edip,
icazet almış ve bir ara kendisi de müderrislik yapmıştır.
Bilâhare hakimlik ve
hukuk müşavirliği gibi çeşitli görevlerde bulunan Mahmud Esad efendi, Hukuk
mektebinde Mecelle ve Devletler Hukuku dersleri okutmuştur.
Kendisi İngilizce de
bilirdi. Kıymetli yazıları ve tercümeleri vardır.
Ferâiz, münâkehat,
usûl-ı fıkıh, İslâm tarihi ve devletler hukuku ile ilgili çeşitli eserleri
bulunan Muhmud Esad Efendi hicrî 1335 (milâdî 1917) yılında, 64 yaşında vefat
etmiştir. [403]
Mahmud Hamza (İbni
Muhammed el-Hüseynî) Efendi, on dokuzuncu
milâdî asrın fukahâsmdandır. Aslen
Harran'lıdır. Nekabetü'l-eşraf makamına sahipti.
Mahmud Hamza Efendi,
hicrî 1236 (milâdî 1821) yılında doğmuş; 1305 (milâdî 1888) yılında vefat
etmiştir.
Mahmud Hamza Efendi
Şam'da Müftîlik yapmakta iken 1260 (milâdî) yılında kadı nâibliğine tayin
edilmiş ve İstanbul'la Anadolu'ya misâfereten gelmiştir. Daha sonra Şam'a
dönmüş ve oranın Meclis-i Kebîr âzâlığına tâyin edilmiştir.
Mahmud Hamza efendi,
ilmî mes'elelerde çok dikkatli bir araştırıcı İdi. [404]
Mahmud Hamza
Efendi'nin pek çok te'lifâtı vardır ve başlı-caları şunlardır:
1-)
Mesâilii'l-Evkâf.
Vakıflarla ilgili
mes'eleler hakkında bir eserdir.
2-)
et-Tarîkatü'l-Vâzıha
3-) Risale
fî-Haleli'1-Mubazaratı ve's-Siciüât
4-)
Dürrü'l-Esrâr
Bu eser, Mahmud Hamza
Efendinin yazmış olduğu noktasız ve ;ok meşhur bir tefsirdir.
5-)
el-Ferâidü'1-Behiyye fî-Kavâidi'l-Fıktayye
6-) Tenbîhü'I-Havvâs
alâ-enne'1-İmzâe fî'I-Hndûdi lâfî'l-Kısâş Bu risale, Ulemâdan Mecelle Cemiyeti
âzası Abdüssettâr Efendi'nin Tenbîhü'r-Riikûd alâ-enne'1-İmzâe mine'l-Kazâi
fî'l-Kısâsı ve'l-Hudûd adlı eserine reddiye olarak yazılmış ve Şam'da
basılmıştır. [405]
Mâlik İbni Âmir,
tabiînden bir zâttır. Esbah kabilesine mensuptur.
Mâlik İbni Âmir, Hz.
Ömer (R.A.)'den hadıs-i şerîf dinlemiş ve rivayet etmiştir.
Mâlik İbni Âmir
hazretleri, hicrî 74 (milâdî 693) yılında vefat etmiştir. [406]
Mehmed Zihni Efnedi,
fıkıh sahasında eserler telif etmiş bulunan değerli bir Osmanlı âlimidir.
Adı: Mehmedtir.
"Zihni" mahlası, kendisine hocası tarafından verilmiştir.
Mehmed Zihni Efendi,
daha çok Hacı Zihni Efendi ismiyle meşhur olmuştur.
Hacı Zihni Efendî,
hicrî 1262 (milâdî 1845) yılında İstanbul'da doğmuştur.
Babası Mehmed Reşid
Efendi, mülkiye kaymakamı idi.
Mehmed Zihni Efendi,
tahsilini tamamladıktan sonra, Babıâli'de memuriyete başlamış ve bu sırada ilk
eseri olan Sarf-ı Arabî'-yi yazmıştır.
Bir müddet Matbaa-ı
Âmire'de de görev yapan Mehmed Zihni Efendi, buradan Mekteb-ı Sultani, Ulûm-i
Arabiyye ve Dîniyye muallimliğine, oradan da Mekteb-i Mülkiye, Usûl-i Fıkıh
muallimliğine tâyin edilmiştir.
Bu resmî görevleri
yanında, bitmek tükenmek bilmez bir gayretle ilmî araştırmalarını sürdüren
Hacı Zihni Efendi, telif ve terce-me yolu ile, Türkçe ve Arapça pek çok eserler
yazmıştır. Zamanının çoğunu kütüphanelerde geçirir ve müşfik bir aile reisi
olmasına rağmen, evine fazla vakit ayıramazdı.
Mehmed Zihni Efendi,
zahirî ilimlerde, bir üstad olduğu gibi, tasavvuf sahasında da ileri derecede
bilgi sahibi idi.
Aynı zamanda Şâbânî
tarikatına intisap etmiş bulunan Mehmed Zihni Efendi, ilmi ile âmil, dürüst,
gayretli, samîmi, şefkatli, çalışkan ve son derece edepli bir zât idi.
Mehmed Zihni Efendi,
Türkçeyi en güzel kullanan zâtlardan sayılır.
Kendisi ilim, irfan ve
maarif hayatımıza pek çok hizmetlerde bulunmuştur.
Mehmed Zihni Efendi,
Meclis-i Kebîr-i Maarif az
Mehmed Zihni Efendi,
şöhreti ülke hudutlarının dışında da yayılmış bir âlimdir. Nitekim, 1884
yılında Stockholm'da toplanan Şarkiyatçılar
Kongresi tarafından, Mehmed
Zihni Efendi; — eserlerinden dolayı— altın madalya ile
taltif edilmiştir.
Mehmed Zihni Efendi,
hicrî 1332 (mîlâdî 1914) yılında, son eseri olan el-Muhtasârat basıldığı sırada
vefat etmitir.
Kabri,
Beylerbeyi'ndeki Küplüce Câmiinin avlusundadır. [407]
Fıkıh, arapça,
tercüme-i hâl, tecvîd gibi ilimlerde pek çok eser telif etmiş bulunan Mehmed
Zihni Efendinin, bu eserlerinin çoğu mat-bûdur ve şunlardır:
1-) Ni'met-i
İslâm;
Mehmed Zihni Efendinin
en meşhur eseri olan Ni'met-i İslâm, İtikat, temizlik, namaz, oruç, zekât hac
ve nikâh konularını içine alan çok geniş ve faydalı bir ilmihâldir. Bu kıymetli
eser, kendisinden sonra yazılan bütün ilmihâllere örnek ve kaynak olmuş; eski
ve yeni harflerle pek çok kere de basılmıştır.
2-)
el-Mnhtasarât
Merhum Mehmed Zihni
Efendinin son eseridir ve Ni'met-i İslâm'ın özeti mahiyetindedir.
3-)
Usû!ü'n-Nükâ
Usûl-i fıkıhla ilgili
bir eserdir. Basılmamıştır.
4-)
Terceme-i Tuhfetü'l-Mülûk Tuhfetü'l-Mülûk adlı, kıymetli bir fıkhı kitabın
tercümesidir.
Basılmamıştır.
5-) Elgaz-ı
Fıkhiyye
Fıkıhla ilgilidir ve
matbu'dur.
6-)
el-Mnnkızu mine'd-Dalâl
İmâm Gazâlî'nin aynı
adı taşıyan meşhur eserinin tercümesidir.
7-)
Tuhfetü'f-Erîb Tercümesi
8-)
Etvâku'z-Zeheb Tercümesi
9-) Feyz-i
Yezdan Tercümesi
10-)
Meşâhürii'n-Nisâ
Meşhur İslam
kadınlarının tercüme-i hâlleri
11-)
Kitâbü't-.Terâcîm
Hal tercümeleri ile
ilgili bir eser.
12-)
Sihâmü'l-İsâbe fi-Kenzİ Daavâti'l-Müstecâbe
Makbul dualarla ilgili
bir eser.
13-)
el-Hakâık Câmu's-Sağîr'deki hadîs-i şeriflerin râvilerinin hâl tercümeleri
14-)
el-Kavlü's-Sedîd fî-İlmi't-Tecvîd
Tecvid ilmi ile ilgili
bir eser.
15-)
Düstûrii'l-Muvahhidîn
İtikâd ve ahlâk'Ia
ilgili bir eserdir; basılmamıştır.
16-)
el-Müntehâb fî-Ta'limi Lügati'1-Arab Arap dilindeki fiillerin çekimi ile ilgili
bir eser.
17-) el-Muktedâb
Arapça sarf ve nahiv
kitabıdır
18-)
el-Kavfö'l-Ceyyid
Arap edebiyatında
meşhur olan bazı beyitlerin şerhi.
19-)
el-Müşezeb.
Bu da, arapca sarf ve
nahiv kitabıdır.
20-) Sarf-ı
Arabî
Bu kitap, M. Zihni
Efendinin arapca olarak yazdığı ilk eserdir ve fiil çekimleri ile ilgilidir. [408]
Ebû Abdullah
Mekhûl İbni Zeyd,
tabiînin meşhur
fakıyhlerindendir.
Mekhûl hazretleri,
Enes İbni Mâlik (R.A.) ile diğer bazı sa-hâbilerden ve İbni Müseyyeb gibi
tabiînin büyüklerinden hadîs-i şe-rîf dinlemiş ve rivayette bulunmuştur.
Kendisisi ifta (=
fetva verme işi) ile de iştigal etmiştir.
Mekhûl hazretleri,
aslen Sind'lidir ve Kabil esirleri arasında gelmiştir.
Mekhûl, Sâid îbni Âs
(R.A.) hazretlerinin kölesi idi; o refikasına bağışlamış, hanımı da Mekhûl
hazretlerini azâd etmiştir.
Mekhûl hazretleri,
Mısır ve Irak'ta bir müddet bulunmuş ve sonra Şam'da yerleşmiştir.
Ebu Hatim şöyle
demiştir: "Ben Şam'da Mekhul'den daha
Mekhûl hazretleri,
hicrî 118 (milâdî 736) tarihinde, Şam'da ' vefat etmiştir. [409]
Mesrûk İbni'1-Ecda
İbni Mâlik el-Hemdânî Kûfe'de yetişmiş tabiîlerin ilklerindendir. Künyesi: Ebû
Âişe'dir.
Mesrûk, fazîletli ve
sika bir zattır.
Mesrûk hazretleri,
Hülefâ-i Râşidîn'den, Abdullah İbnü Mes'~ ûd'dan ve diğer büyük zâtlardan
hadîs-i şerif rivayet etmiştir.
Mesruk'tan hadîs-i
şerîf rivayet eden zatlar arasında da Ebû Vâil, Şa'bî, Nehâî gibi meşhur
âlimler vardır.
Şa'bî şöyle demiştir:
— "Hiç bir
Hemdanlı kadın, Mesrûk gibisini doğurmamıştır."
Ali İbni Medinî:
"İbni Mes'ûdun ashabından hiç birini, Mesrûk'a takdim etmem."
Mesrûk, meşhur
kahraman Amr İbni Ma'dî'nin kız kardeşinin oğludur. Kendisi de kahraman bir
zât i'di.
Hz. Ömer (R.A.),
Mesrûk'a adını sormuş; o: "Mesrûk İbni Ecdâ'dır." karşılığını verince
de:
—"Ben, Nebiyyi
Ekrem'den "Ecdâ şeytandır." buyurduğunu işittim. Sen, Mesrûk bin
Abdurrahman'sın." buyurmuştur.
Büyük bir âlim, fakıyh
ve muhaddis olan Mesrûk hazretleri, hicrî 62 (milâdî 682) yılında vefat
etmiştir. [410]
Meysere İbni Habîb,
Kûfe'li bir fakıyhtır. Künyesi: Ebû Hazım en-Nehdî'dir.
Meysere İbni Habîb,
yüksek bir fakıyh olduğu gibi, aynı zamanda sika bir muhaddistir Saduktur,
Meysere İbni Habîb,
hicri 100 tarihînden sonra vefat etmiştir. [411]
Mis'ar İbni Kulam,
meşhur muhaddislerden, fakıyh ve muktedir bir zâttır. Kûfe'lidir.
Şu'be şöyle diyor:
—"Biz, sıdkından
dolayı, Mis'ar'a Mushaf adını verdik.
Mis'ar İbni Kıdâm,
Sahih-i Buhâri'deki ravîlerdendir. Hişam îbni Urve şöyle demiştir:
—"Bize, Irak'tan
Eyyüb Sahtiyanı ile Mis'ar'dan daha faziletli bir kimse gelmedi."
Süfyân-ı Sevrî şöyle
demiştir:
—"Biz, bir yerde
şek edince, onu, Mis'ar'den sorardık."
Mis'ar İbni Kıdâm
hazretleri, hicrî 155 (milâdî 772) tarihinde vefat etmiştir. [412]
Molla Hüsrev (Muhammed
İbni Feramuz İbni Ali) büyük bir Türk âlimidir. Tokat civarındaki Türkmenlerden İrsak kabîlesindendir.
Molla Hüsrev,
zamanının en büyük fakıyhıdır. Fıkıh ilmini Burhânüddîn Herevî'den tahsil
etmiştir.
Molla Hüsrev merhum,
Edirne'de müderrislik yapmış ve bu sırada Fâtih Sultan Mehmet Han'ın büyük
iltifat ve hürmetlerine mazhar olmuştur.
İstanbul'un fethinden
sonra, Hızır Bey'i tâkîben İstanbul Kadılığına ve Ayasofya Müderrisliğine
tâyin edilmiştir.
Molla Hüsrev (R.A. =
Rahmetullahi aleyh), Bursa'da Zey-nîler'de bir medrese yaptırmış ve bu
medresede de müderrislik görevi yapmıştır.
Fâtih Sultan Mehmet
Han, Molla Hüsrev hazretleri ile iftihar eder ve vezirlerine hitaben:
"Bakınız! Bu zât, zamanın Ebû Hanî-fe'sidir." derdi.
Hanefî âlimlerinin
ileri gelenlerinden olan Molla Hüsrev hazretleri, gayet vakur, mütevazı,
yumuşak huylu ve güzel ahlâklı bir zât idi. Bir çok hizmetçisi bulunduğu hâlde,
mütâlaahânesinde kendi işlerini bizzat kendisi yapardı. [413]
Molla Hüsrev (R.A.)'in
pek çok kıymetli telîfâtı vardır. O'-nun ilmî kudretine şehâdet eden bu
kıymetli eserlerin başlıcaları şunlardır:
1-) Hâşiye-i
Beyzâvî
Bu eser, Kadı
Beyzâvî'nin Tefsirine yapılmış bir haşiyedir. Bu haşiye, Kadı Beyzâvî Tefsiri
üzerine yapılmış haşiyelerin en güzeli ve en tercih edileni sayılmaktadır.
Ancak, bu haşiye,
tefsirin tamamını değil, Bakara Sûresinin 142. âyetine kadar olan kısmım ihtiva
etmektedir.
Bu kıymetli haşiyeye
—hicrî 1016 (milâdî 1608) yılında vefat etmiş olan Muhammed bin Abdülmelik
Bağdadî el-Hanefî tarafından, Bakara Sûresinin sonuna kadar bir zey!
yazılmıştır.
Molla Hüsrev'in bu kıymetli
haşiyesinin, el yazma bir nüshası Âtif Efendi Kütüphanesinde mevcuttur.
2-) Hâşiye-i
alâ'I-Telvîh
Bu kıymetli eser
matbûdur.
3-)
Dürerü'I-Hükkâm fî-Şerhî Gureri'l-Ahkâm
Bu eser de matbûdur.
Molla Hüsrev hazretlerinin kendi el yazısı ile yazıp, Fâtih Sultan Mehmet
Han'a takdim ettiği nüshası hâlen Köprülü Kütüphanesinde mevcuttur. Bu kıymetli
eser, bir fıkıh ki-tâbidir ve furûu fıkıhla ilgilidir.
4-)
Mir'atü'1-Usûl üâ Mirkâti'i-Vusûl
Bu kıymetli eser de,
Usûl-i fıkıhla ilgilidir ve matbûdur.
Bu eserin de, Molla
Hüsrev tarafından elle yazılmış bir nüshası, İstanbul Yeni Cami Kütüphanesinde
mevcuttur.
5-)
Nakdü'I-Efkâr fî-Reddi'l-Enzâr
Bu eser, tesmiye,
ahbâr-ı nübüvvet, fıkih, usûl belagat ve mantık konularında olmak üzere altı
bahsi içine almaktadır.
Molla Hüsrev merhum
hicrî 885 (mîlâdî 1480) yılında, İstanbul'da vefat etmiş ve na'şı, Bursa'ya
nakledilerek, kendisinin yaptırdığı medresenin avlusuna defnedilmiştir. [414]
Molla Miskin, Muînüddîn Muhammed el-Herevî, hanefî fakıyhlerindendir. [415]
Molla Miskin,
Kenzü'd-Dekâik'e muhtasar ve müfid bir şerh yazmıştır. Ve bu şerhi hicrî 881
(mîlâdî 1477) yılında, Semerkant'ta tamamlamıştır. [416]
Muâz İbni Cebel (R.A.)
ensâr-ı kiramdan yani Medîne-i Mü-nevvere'li sahâbîlerdendir.
Künyesi: Ebû
Abdurrahman'dır ve Hazrec kabîlesindendir.
Hz. Muâz İbni Cebel,
on sekiz yaşında iken, annesi ile birlikte, İkinci Akabe Bîatında müslüman
olarak, Fahr-i Kâinat (S.A.V.) Efendimize bîat etmiştir.
Muâz İbni Cebel (R.A.)
hazretleri, Peygamber (S.A.V.) Efendimizle birlikte Bedir Savaşına katıldı.
Daha sonraki yıllarda, Uhud, Hendek, Benî Kurayza ve Hayber gazvelerine de
iştirak eden Muâz İbni Cebel hazretleri Mekke'nin fethinde de hazır
bulunmuştur.
Mekke'nin fethinden
hemen sonra yapılan Huneyn Gazvesinde, Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, Mekke'de
kendisine vekil olarak Muâz İbni Cebel (R.A.)'i bırakmış ve O'na "Halka,
Kur'ân-ı Kerim öğretmesini , dinî esasları açıklamasını" emretmiştir.
Huneyn Gazvesinden
sonra, Medîne-i Münevvere'ye dönen Fahr-i Kâinat (S.A.V.) Efendimiz, yine Muâz
İbni Cebel hazretlerini Mekke'de yerine vekil olarak bıraktı.
Muâz İbni Cebel
(R.A.), Medîne-i Münevvere'ye döndükten sonra da Kurân-ı Kerîm ve dinî
bilgileri öğretmeye devam etti.
Ayrıca, Muâz îbni
Cebel hazretleri, Peygamber (S.A.V.) Efendimiz zamanında fetva veren bir kaç
sahâbiden biridir.
Hicrî 9. yılda Tebük
Seferinde de hazır bulunan Muâz İbni Cebel (R.A.), bu seferden dönüldükten
sonra Peygamber (S.A.V.) Efendimiz tarafından, âmil (- zekât toplama görevlisi)
olarak Yemen'e gönderildi.
Fahri- Kâinat (S.A.V.)
Efendimiz, Hz. Muâz-ı Yemen'e uğurlarken ona:
—"Yâ Muaz! Sana
bir mes'ele getirildiği zaman, ne ile hükmedeceksin?" diye sordu.
Muâz İbni Cebel
(R.A.):
—"Allah'ın Kitabı
ile hükmederim." karşılığını verdi.
Bunun üzerine,
Peygamber (S.A.V.) Efendimiz:
—"Allah'ın
Kitabında bulamazsan, ne ile hükmedersin?" buyurdu.
Muâz İbni Ceb I
(R.A.):
—"Resûlullah'ın
sünnetiyle..." diye cevap verdi.
Bu cevap üzerine
Peygamber (S.A.V.) Efendimiz:
—"Peki, Resûlullah'ın
sünnetinde de bulamazsan, ne yapacaksın?" buyurdu.
Muâz İbni Cebel (R.A.)
de:
— "Böyle bir
durumda, kendi görüşüme dayanarak ictihad ederim."
Peygamber (S.A.V.)
Efendimiz, Muâz İbni Cebel hazretlerinin bu cevabından çok memnun kalmış ve:
—"Resulünün
elçisini, Resulünün hoşnud kalacağı şeye muvaffak kılan Allah'a
hamdederim." buyurmuştur.
Muâz İbni Cebel
(R.A.), Yemen'e varınca, Yemenlileri İslâ-miyete da'vet etti. Bu da'veti kabul
eden Yemenliler müslüman olunca, Muâz İbni Cebel'in işi kolaylaştı.
Hz. Muâz, bir müddet
Yemen'de kaldı ve Peygamber (S.A.V.) Efendimizin vefatını orada öğrendi.
Gidişinden bir sene
sonra hac için Mekke'ye geldi. Orada Hz. Ömer (R.A.) ile görüştü. Sonra,
Medîne-i Münevvere'ye döndü:
Ve, Medîne-i
Münevvere'de kaldığı müddetçe, Hz. Ebû Bekir (R.A.)'in müşavere hey'etinde
bulundu.
Muâz İbni Cebel
(R.A.), bir müddet Medine'de kaldıktan sonra Suriye tarafına gitti. Orada, hem
savaşlara katıldı, hem de halka Kur5ân-ı Kerîm ve İslâmî bilgileri öğretti.
Muâz İbni Cebel
(R.A.), Hz. Ömer (R.A.) zamanında da, bir defa zekât âmilliğine tayin edildi.
Bu görevden sonra da, tekrar Suriye tarafına gitti ve Humus üzerinden
Filistin'e geçti.
Bu esnada, aile efradı
ile birlikte bulaşıcı bir hastalığa (Amavas vebasına) yakalandı ve hicrî 18 (milâdî
639) yılında, vefat etti. Aynı hastalıktan aile fertleri de vefat etti.
Muâz İbni Cebel (R.A.)
hazretleri, vefat ettiği sırada henüz 33 yaşında idi.
Muâz İbni Cebel (R.A.)
hazretleri, Peygamber (S.A.V.) Efendimiz zamanında Kur'ân-ı Kerîmi bir arada
toplamış bulunan zatlardan biri idi.
Muaz İbni Cebel (R.A.)
hazretleri, çok cömert ve faziletli bir zât idi. Eline geçenleri sadaka olarak
dağıtırdı.
Muâz îbni Cebel
(R.A.), Fahr-i Kâinat (S.A.V.) Efendimiz'-den 157 hadîs-i şerîf rivayet
etmiştir.
Muâz İbni Cebel
(R.A.), ashâb-ı kiramın âlimlerindendir. Müş-kili olan sahâbiler, O'na müracaat
ederlerdi. Güzel konuşurdu ve halka dâima nasihatlerde bulunurdu. [417]
Muhammet Ankaravî,
Hüseyin Efendi adında Ankaralı bir zatın oğludur.
Muhammed Ankaravî,
tahsilini tamamladıktan sonra Yenişehir, Bursa, Mısır ve İstanbul Kadılıkları
ile Anadolu Kazaskerliği görevlerinde bulunmuş; hicrî 1097 (milâdî 1686)
yılında da Meşîhat-ı İslâmiyye (= Şeyhûl-îslam'hk) makamına getirilmiştir. [418]
Muhammed Ankaravî
Merhumun başlıca eserleri şunlardır:
1-) Fetâvâyi
Ankaraviyye.
Bu eser, arapça ve
muteber bir fetyâ kitabıdır.
2-) Tenvir
Haşiyesi
Muhammed Ankaravî
hicrî 1099 (milâdî 1687) yılında İstanbul'da vefat etmiş ve Sultan Selim
civarında Koğacı Dede türbesinin önündeki makbereye defnedilmiştir. [419]
Muhammed Emin Efendi,
aslen Anadolu Türklerindendir; an-'cak Bağdad'ta dünyaya geldiği için Bağdad'lı
diye anılmaktadır.
Muhammed Emîn Efendi,
tahsilini Bağdad'ta tamamlamış ve orada müfti olmuştur.
1867 yılında
İstanbul'a Şurây-i Devlet âzâhğına tâyin edilen Muhammed Emin Efendi, bir sene
sonra kurulan Meceüe-i Ahkâm-ı Adliyye Cemiyetine âzâ seçilmiş ve Mecelle'nin
ilk dört kitabının hazırlanması sırasında bu görevde bulunmuştur.
1877'de ilk Ayan
Meclisine âzâ tâyin edilen Bağdad'lı Muhammed Emin Efendi, hicrî 1309 (milâdî
1891) yılında İstanbul'da vefat etmiştir. [420]
Muhammed İbni Ali İbni
Ebî Tâlib; Hz. Ali (R.A.) Efendimizin, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'den sonra,
oğullarının en olgun ve en üstünüdür.
Künyesi:
Ebû'l-Kâsım'dır. Ve kendisi Muhammed İbni Hane-fiyye diye meşhur olmuştur.
Muhammed İbni
Hanefiyye'nin annesi, Havle binti Ca'fer İbni Kays, Benî Hanîfe
kabîlesindendir.
Muhammed İbni Hanefiyye
hazretleri, hicrî 21 (mîlâdî 641) yılında dünyaya gelmiştir.
Muhammed İbni
Hanefiyye hazretleri, ilim yolunda gayretler sarfetmiş ve bu cümleden olmak
üzere, Abdullah İbnü Abbâs ile birlikte ilim ve fıkhı cem etmişlerdir.
Muhammed İbni
Hanefiyye hazretleri, verâ, takva, istikâmet, güzel huy gibi hasletlerle de
kâmil bir şekilde mevsuf idi.
Hz. Ali (R.A.)'nin,
Muhammed İbni Hanefiyye hazretlerine, büyük muhabbet ve teveccühleri vardı.
Hatta, irtihalleri sırasında, bu oğlunu, Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin'e tavsiye ve
emânet etmişlerdi.
Cemel Vak'asmda, Hz.
Ali (R.A.) Efendimizin sancağım, Muhammed îbni Hanefiyye hazretleri
taşımıştır. Kahramanlık ve şecaatle eşsiz olan Muhammed İbni Hanefiyye;
aslında, bu çatışmaya iştirak etmek istemiyordu. Ancak, babası Hz. Ali
(R.A.)'nin: "Babanın dâhil bulunduğu tarafın haklı olduğunda şübhen mi
var?" demesi üzerine, sancağı eline almıştı.
Muhammed İbni
Hanefiyye hazretleri, hicrî 73 (mîlâdî 693)
senesinde Medîne-i
Münevvere'de vefat etmiştir. Cenaze namazım, o tarihte Medîne-i Münevvere V
Muhammed İbni İshâk
İbni Ca'fer es-Sağânî, büyük fakıyh-lerden biridir.
Muhammed îbni İshak,
hadis ilminde de üstün bir derece sahibi olup, hüccet ve hâfızü'l-hadîs bir
zâttır.
Künyesi Ebû Bekir olan
Muhammed İbni İshâk İbni Ca'fer es-Sağânî, Bağdad'da yerleşmiş ve hicrî 276
(milâdî 890) yılında orada vefat etmiştir. [422]
Muhammed İbni Mahmud
Mecdüddîn, hanefî fakiyhlerinin ileri gelenlerindendir.
Muhammed İbni Mahmud
Mecdüddîn, hicrî 632 (milâdî 1235) yılında vefat etmiştir. [423]
Muhammed İbni Mahmud
Mecdüddîn'in başlıca eserleri şunlardır:
1-)
Füsûlü'l-Üstüriişenî Bu eser, muteber bir fıkıh kitabıdır. Ustürüşne,
Semerkand'in doğusunda bir beldedir.
2-) Câmiu
Ahkâmi's-Siğar[424]
Muhammed İbni Râşid,
Basra'h bir fakıyhtır. Künyesi: Ebû Urve'dir.
Muhammed İbni Râşid,
Ezd Kabilesinin azadlılarından idi. Yemen'de ikâmet etmiştir.
Sika bir muhaddis ve
faziletli bir fakıyh olan Muhammed İbni Râşid, hicrî 154 (milâdî 771) yılında,
—seksen yaşında olduğu hâlde— vefat etmiştir. [425]
Muhammed İbni Semâa
İbni Abdillah et-Teymî, hanefî fa kıyhlerinin ilklerinden ve büyüklerindendir.
Muhammed İbni Semâa,
hadis ilmi ile de iştigal etmiş ve Leys İbni Sa'd ile İmâm Ebu Yûsuf ve İmâm
Muhammed'den hadîs-i şerif rivayetinde bulunmuştur.
Muhammed İbni Semâa
hazretleri, fıkıh ilmini İmâm Ebû Yû-. suf ile İmâm Muhammed'den ve Hasan İbni
Ziyâd hazretlerinden tahsil etmiş; kendisi de, Tahâvî'nin şeyhi Ebû Ca'fer
Ahmed İbni Ebî İmran el-Bağdâdî'ye bu ilmi-okutmuştur.
Muhammed İbni Semaa
hazretleri, sika, hâfız-ı hadîs ve fa-kiyh bir zât idi. Kendisi, İmâmeyn'den
Nevâdir'i dinlemiş ve yazmıştır.
Muhammed İbni Semaa,
İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'tan sonra, h
İleri yaşlarında
gözlerinin görmesi zayıflayan Muhammed İbni Semaa, bu görevinden alınmış ve
yerine İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe (R.A.)'nin torunu ismail İbni Hammad tâyin
edilmiştir.
Muhammed İbni Semaa,
âbid ve zâhid bir zât idi. Her gün iki yüz rek'at namaz kıldığı rivayet edilir.
Muhammed İbni Semaa
hazretleri hicrî 233 (mîlâdî 847) yılında vefat etmiştir.
O vefat edince, Yahya
İbni Maîn:
—"Ehl-i Reyden,
Reyhânetü'1-ilm vefat etti." demiştir. [426]
Muhammed îbni Semaa
hazretlerinin başlıca eserleri şunlardır:
1-)
Edebü'1-Kâdî
2-)
Kitâbü'l-Mehâdır veVSicillâf
3-)
en-Nevâdır. [427]
Muhammed İbni Şîrîn
Ebû Bekir el-Basrî, tabiînin ileri
gelenler indendir.
Babası Şîrîn, Hz. Enes
İbni Mâlik (R.A.)'in kölesi idi; mükâte-be yolu ile azâd edilmiş ve bu sebeple
ensâr'dan sayılmıştır. Annesi Safiyye de, Hz. Ebû Bekir (R.A.)'in azadlısı idi.
Bu durum, Muhammed
İbni.Sîrîn'in ne derece yüksek bir aile ortamında yetiştiğini göstermektedir.
İbni Şîrîn tefsir,
hadîs ve fıkıh ilimlerinde mütehassıs olduğu gibi, ayrıca güzel ahlâklı, âbid,
zâhid ve sika bir zâttır.
Muhammed İbni Şîrîn,
30 kadar sahabe ile görüşüp, onların sohbetlerinde bulundu ve kendilerinden
hadîs-i şerîf dinledi.
Çok sayıda hadîs-i
şerîf öğrenen İbni Şîrîn hazretleri, bu ilimde imamlık derecesine yükseldi.
Muhammed İbni Şîrîn
hazretleri; Hz. Âişe, Enes İbni Mâlik, Zeyd İbni Sabit, Hasan İbni Ali, Ebû
Hureyre, Abdullah İbni Ab-bas, Cündeb İbni Abdullah, Semûre İbni Cündeb, İmran
İbni Hu-sayn, Huzeyfe Îbni'l-Yemân, Ebû Saîd el-Hudrî ye Ebû'd-Derdâ gibi
sahâbîlerden ve tabiînin ileri gelenlerinden pek çok zattan hadîs-i şerîf
dinlemiş ve rivayet etmiştir.
Kendisinden de,
Kûfe'nin en büyük âlimlerinden Şa'bî, meşhur hafız ve imamlardan Kâtâde İbni
Diâme, yine devrin meşhur âlim ve muhaddislerinden Dâvud İbni Hind, Ebû Eyyûb,
Hâlid el-Hazzâ, Cerîr İbni Hazım, Eş'as İbni Abdülmelik, Âsim el-Ahvel, Mâlik
İb-' ni Dinar, Evzâî, Umâre İbni Mihran, Ebû Hilâl, İbni Avn, Süleyman
et-Teyrrn ve Mükâtil İbni
Hadîs ilminde imâm
olan Muhammed İbnî Şîrîn, rivayet esnasında harflere bile dikkat eder ve
isnada gerekli hassasiyeti gösterirdi.
Muhammed İbnî Şîrîn
hazretleri tefsir ilminde de mütehassıstır ve müfessirlerin ikinci tabakasına
dâhildir.
Fıkıh ilminde de büyük
bir kudret sahibi olan Muhammed İbni Şîrîn müctehiddi ve verdiği fetvalar çok
beğinilirdi.
el-İclî şöyle diyor:
—"Ben, İbni Şîrîn
kadar, fıkıhta takva sahibi ve takvada fıkha bağlı bir kimse görmedim."
Hatîb-i Bağdadî de
şöyle diyor:
—"îbni Şîrîn,
kendi zamanında verâ ve takva ile yad olunan fakıyhlerden biri idi."
Muhammed İbni Şîrîn,
isabetli rüya tabir etmesi ile de meşhur olmuştur.
İbni Şîrîn ticaretle
iştigal ederdi. Bezzazlık yanı manifaturacılık yapardı ve bütün alış-veriş
işlerinde adaletli davranır; kimseyi kandırmaz ve sattığı malda bulunan bütün
kusurları söyler, hiç birini saklamazdı.
Hişam İbni Hassan:
"İbni Şîrîn, gördüğüm insanların en doğrusudur." demiştir.
Ahlaken de kâmil bir
zât olan Muhammet İbni Şîrîn hazretleri hicrî 110 (milâdî 729) tarihinde
Basra'da vefat etmiştir. [428]
Muhammed İbni Sevr,
büyük bir fakıyhtır. Künyesi: Ebû Abdullah'tır.
San'a'lı olan Muhammed
İbni Sevr fıkıh ilminde üstün olduğu gibi, ilmi ile amel eden, zâhid ve vera
sahibi bir zât idi. Hadîs ilminde de sika olarak tanınır.
Muhammed İbni Sevr,
takriben hicrî 290 (mîlâdî 903) tarihinde vefat etmiştir. [429]
Muhammed İbni Muhammed
Kıvâmüddîn el-Kâkî es-Sincârî, hanefî fakıyhlerindendir.
Muhammed Sincârî,
Kahire'ye giderek Mardin Camii şerîfin-de talebe yetiştirmek ve fetva vermekle
iştigal etmiştir. [430]
Muhammed Sincârî,
hanefî fıkhı ile ilgili bazı eserler de telif etmiştir. Başlıcaları şunlardır:
1-)
Mi'râcü'd-Dirâye Bü eser, Hidâye'nin şerhidir.
2-)
Uyûnü'l-Mezâhib.
Bu eser de, eimrne4
erbaa'nm (= dört fıkıh mezhebinin imamlarının) kavillerini içine alan bir
kitaptır.
Muhammed Sincârî, hicrî
,749 (mîlâdî 1348) tarihinde vefat etmiştir. [431]
Muhammed Zâhid
el-Kevserî, son devir Osmanlı âlimlerinin'
ileri
gelenlerindender.
Hicrî 1296 (mîlâdî
1879) yılında Düzce'nin Hacı Hasan Efendi köyünde dünyaya gelen Muhammed Zâhid
Efendi, Müderris Hasan el-Kevserî'nin oğludur.
İlk tahsilini Düzce'de
yapan Muhammed Zahid el-Kevserî, 1893 yılında İstanbul'a gelip, tahsiline devam
etmiş ve 1904 yılında icazet almıştır.
1907 yılında girdiği
bir imtihanı kazanan Muhammed Zâhid Efendi dersiam olmuş ve bu tarihten Birinci
Cihan Harbi'nin başlarına kadar Fâtih Camiinde müderrislik yapmıştır.
Şeyhü'l-İslârn Ürgüplü
Mehmed Hayri Efendi zamanında Kastamonu'da açılan yeni bir medreseyi fa
İstanbul'a gelince,
Dârü'ş-Şafaka'ya bir ay sonra da Medresetü'l-Mütehassisîne müderris olarak
tâyin edilen Muhammed Zâhid el-Kevserî, bir müddet sonra Ders Vekâleti
Meclisine âzâ seçilmiş ve daha sonra da Ders Vekilliğine tâyin edilmiştir.
İttihat ve
Terakkicilerle anlaşamıyan M. Zahid Efendi, Ders Vekilliğinden azledilmiş;
ancak, Ders Vekâleti Meclisi âzâlığı ile müderrislik görevine, 3 Kasım 1922
tarihinde Mısır'a gitmek üzere, Türk-iyeden ayrılıncaya kadar devam etmiştir.
Mısır'da da ilmî fa
Elliden fazla kitabı
ve yüzden fazla ilmî makalesi bulunan Mu-hammed Zâhid el-Kevserî, genellikle
hadîs ve fıkıh sahasında çalışmış ve İslâm âleminde zuhur eden yanlış ilmî
kanâatleri düzeltmeye çalışmıştır.
Muhammed Zâhid
el-Kevserî, 1952 yılında, yetmiş bir yaşında Kâhire'de. vefat etmiştir. [432]
Mus'ab İbni Umeyr
(R.A.), ashâb-ı kiramın büyüklerinden ve ilk müslümanlardandır.
Künyesi: Ebû
Muhammed'dir.
Doğum tarihi kesin
olarak bilinmemektedir.
Mus'ab İbni umeyr
(R.A.), babası ve annesi tarafından, Ku-reyş'in asil ve zengin, bir ailesine
mensup oldüğudan gayet rahat bir hayat sürüyordu.
Orta boylu,
güzelyüzlü, nazik, yumuşak huylu ve çok zeki bir zât olan Mus'ab İbni Umeyr
(R.A.) hazretleri, aynı zamanda fevkalâde güzel konuşan bir zât idi.
Akl-i selîm sahibi
olan Mus'ab İbni Umeyr (R.A.), —
müslüman olmadan önce de— putlardan nefret ederdi.
Annesi tarafından, en
iyi şartlar altında, refah ve bolluk içinde yetiştirilen Mus'ab İbni Umeyr'e,
Mekke'de herkes gıbta ederdi. Ancak O, kendisini boşlukta hissediyordu.
Bir gün, Osman îbni
Talhâ'yı ibâdet ederken gördü. Ve hiç tereddüt etmeden, o sırada Erkâm İbni Ebî
Erkam'm evinde, İslâ-miyeti yaymak için gayret sarfeden Fahr-i Âlem (S.A.V.)
Efendimizin huzuruna çıkarak müslüman oldu.
Hz. Mus'ab'm ailesi,
O'nun müslüman olduğunu duyunca, dininden dönmesi için baskı yaptılar.
Eylerinde bulunan bir mahsene hapsedip, günlerce aç ve susuz bıraktılar. Sonra
da, yakıcı sıcak altında, her türlü işkence yaptılar.
Mus'ab İbni Umeyr
(R.A,) ise, bütün bu işkencelere sabırla katlandı ve samimiyetle sarıldığı
yüce dininden dönmedi.
Sonra, Habeşistan'a
hicret izni çıkınca Mus'ab İbni Umeyr (R.A.) hazretleri de, oraya hicret
edenlerin arasına katıldı.
Bir müddet,
Habeşistan'da kalan Hz. Mus'ab, orada da çok sıkıntılı günler geçirdi.
Ve, bir müddet sonra
dönüp, Peygamber (S.A.V.) Efendimizin yanma geldi.
Hz. Ali (R.A.)
Efendimiz, bu dönüşü şöyle anlatıyor: —"Ben, Resulullah (S.A.V.) ile
oturuyordum. Bu sırada Mus'ab îbni Umeyr geldi. Üzerinde, yamalı bir elbiseden
başka bir şey yoktu. Resulullah (S.A.V.) O'nun bu hâlini görünce, mübarek
gözleri yaşla doldu. Çünkü, O, müslüman olmadan önce servet içinde idi. Ve O,
dini uğruna bunları terketti."
Birinci Akabe Biatında
müslüman olan Medme'liler, Peygamber (S.A.V.) Efendimiz'den, kendilerine
İslâmiyeti öğretecek bir muallim istediler. Bu iş için, Mus'ab İbni Umeyr (R.A.)
görevlendirildi.
Bunun üzerine, Mus'ab
îbni Umeyr hazretleri Medine'ye gidip,
Es'ad İbni Zürâre'nin
evine yerleşti. O, bu evde, hem Kur'an-ı Kerîm öğretiyor, hem de Islâmiyeti
yaymak için elinden geleni yapıyordu. O'hun bu gayreti ile, Medine'de pek çok
kişi müslüman oldu.
Özellikle, Medine'deki
ileri gelen kabilelerin reisleri bulunan Sa'd Ibni Muâz ve Useyd İbni Hudayr'm
müslüman olmaları, kabilelerine müessir oldu ve İslâmiyet, Medine'de hızla
yayıldı.
Medîne'li
müslümanlardan bir kısmı, Peygamber (S.A.V.) Efendimizle görüşmek üzere, hac
mevsiminde Mekke'ye gitmek istediler. Bunları alıp Mekke'ye gelen Mus'ab İbni
Umeyr (R.A.) hazretleri, doğruca Fahr-i Âlem (S.A.V.) Efendimizin yanma gitti.
Bu gelişinde, Mekke-i
Mükerreme'de üç ay kadar kalan Mus'-ab îbni Umeyr (R.A.) hazretleri, Peygamber
(S.A.V.) Efendimizin hicretinden on iki gece önce, Rebîu'l-evvel ayının
başında, ikinci defa Medine'ye hicret etti.
Bu hicretten sonra
uygulanan kardeşleşme olayında, Mus'ab İbni Umeyr (R.A.) hazretleri, Ebû Eyyûb
el-Ensârî ile kardeş yapıldı.
Mus'ab îbni Umeyr
(R.A.) hazretleri Bedir Savaşına katıldı ve Sancağı taşıdı. Büyük
kahramanlıklar gösterdi.
Uhud Savaşma da
katılıp, orada da sancaktarlık yapan Mus'ab îbni Umeyr (R.A.) hazretleri, bu
savaşta, üst üste iki zırh giymişti. Bu hâli ile de Peygamber (S.A.V.)
Efendimize çok benziyordu. Müşrik ordusundan İbni Kam'a, Peygamberimize
Saldırdı. Mus'ab İbni Umeyr, O'nun önüne atıldı ve kılıç darbesi ile sağ ile
kesildi. Sancağı sol eline aldı; o da yaralanınca, iki kesik kolu ile tuttu.
Ve, Mus'ab İbni Umeyr
(R.A.) hazretleri bir mızrak darbesi ile şehid edildi.
Bu kıyafeti içinde,
Mus'ab İbni Umeyr (R.A.), Peygamberimize benzemekte olduğundan, müşrikler,
Fahr-i Kâinat (S.A.V.) Efendimizi öldürdüklerini zan ve öyle ilân ettiler.
Savaş tamamlanıp,
şehidler defnedilirken, Mus'ab İbni Umeyr (R.A.)'e kefen olarak bir şey
bulunamamıştı. Baş tarafı kaftanı ile örtüldü; ayak tarafı ise otlarla
kapatıldı.
Uhud Savaşı hicrî 3
(mîlâdî 625) yılında yapıldı ve Mus'ab îbni Umeyr (R.A.), şehid olduğunda kırk
yaşlarında idi. [433]
Mutarrif îbni Abdillah
İbni Seleme İbni'1-Esam; İmâm Mâ-lik'in ashâbmdandır.
Künyesi: Ebû Mus'ab
el-Medenî'dir. Kendisi, İmâm Mâlik'in kız kardeşinin oğludur.
Sika bir zât olan Mutarrif
İbni Abdillah, hicrî 220 (mîlâdî 835) tarihinde vefat etmiştir. [434]
Mutarrif îbni Mazin,
fakıyh bir zâttır. Künyesi: Ebû Eyyûb el-Kinânî'dir.
Mutarrif îbni Mazin,
Yemen'in San'a Şehrinde kadılık
yapmıştır.
İmâm Şafiî, Mutarrif İbni
Mâzin'in, mahkemede, insanlara Kur*an-ı Kerîm (= Mushaf) ile yemin ettirdiğini
görmüştür.
Mutarrif İbni Mazin,
hicrî 191 (mîlâdî 807) yılında vefat etmiştir.
Bu zat, hadîs
bakımından saduk görülmemiştir. [435]
Mücâhid îbni Cebr
el-Mekkî, tabiînin büyüklerindendir. Künyesi: Ebû'l-Haccâc'tır.
Mücâhid hazretleri
tefsir, hadîs ve fıkıh'ta imâm idi.
Mücâhid İbni Cebr;
Abdullah îbnü Abbas, Ebû Hureyre, Câ-bir ve Abdullah İbnü Ömer (R.A. =
Radıyallahü Anhüm)'den ve diğer bazı sahâbîlerden hadîs~i şerîf. rivayet
etmiştir.
Kendisinden de; Tavus,
İkrime, Katâda, tbni Kesîr, Ebû ^Vmr İbni Alâ gibi meşhur zâtlar tefsir ve
hadîs dinleyip, rivayette bulunmuşlardır.
İmâm Şafiî ve İmâm
Buhârî hazretlerinin, Mücâhid îbni Cebr'e büyük itimatları vardır.
Sahîh-i Buhârî'de,
Mücâhid îbni Cebr'den tefsir hakkında ve diğer konularda, bir çok nakiller
vardır.
Tenzîbü'l-Esmâ'da
şöyle denilmektedir:
"Mücahid,
tefsirde, hadîste ve fıkmta imamdır."
Mücâhid İbni Cebr
hazretleri, hicrî 21 (mîlâdî 642) yılında dünyaya gelmiş, 103 (mîlâdî 722)
yılında, secde hâlinde iken vefat etmiştir.
Mücâhid ibni Cebr
hazretlerine İbni Cübeyr de denir. [436]
Müsedded îbni Müserhed
el-Esedî el-Basrî, hâfız-i hadîs, fa-kıyh ve sika bir zâttır.
Künyesi:
Ebû'l-Hasan'dır.
Rivayete göre:
Basra'da, ilk Müsned kitabını yazan bu zâttır. Adının "Abdülmelik"
olduğunu söyleyenler de vardır.
Müsedded el-Basrî,
hicrî 223 (mîlâdî 838) yılında vefat etmiştir.
[437]
Müslim tbni Hâlid,
tabiînden ve Mahzum Kabilesi azadlılar-dan,
Mekke-i Mükerremeli bir
zâttır. Künyesi: Ebû
Hâlid ez-Zencî'dir.
Müslim İbni Hâlid;
Zührî, îbni Cüreyc, İbni Ebî Müleyke, Amr İbnj Dînar gibi bir çok meşhur âlim
ve muhaddisten, ilim tahsil etmiş ve hadîs-i şerîf rivayetinde bulunmuştur.
Müslim İbni Hâlid,
İmâm Şafiî'nin üstadı sayılmaktadır.
Nevevî,
Tenzîbü'l-Esmâ'da şöyle diyor:
—' 'Müslim İbni H
îbni Ebî Hatim şöyle
demiştir:
—"Müslim-i Zencî,
fıkıhta ve ilimde bir imamdır."
Şeyh Ebû İshâk'da
Tabakâtı'nda şöyle diyor: —"Müslim İbni Hâlid, İbni Cüreyc'den sonra,
Mekke-i Müker-
reme'de müftî olmuş ve
şeyhü'l-Haremeyn unvanını almıştır."
Müslim İbni Hâlid,
fakıyh ve sika bir zattır. Bununla beraber, O, muhaddislerce kavî
görülmemiştir.
Müslim îbni Hâlid,
hicrî 179 (mîlâdî 796) yılında, —seksen yaşında olduğu hâlde— vefat etmiştir. [438]
Müslim îbni Yesar,
tabiînden fakıyh, fazıl ve sika bir zattır. Künyesi: Ebû Abdullah el-Basrî'dir.
Müslim İbni Yesar'ın,
Hz. Osman (R.A.)'m azadlılârından olduğu rivayet edilmektedir.
H
—"Müslim İbni
Yesar, Basra'daki beş büyük fakıyhın beşincisi sayılır."
Müslim İbni Yesar,
hicrî 100 (milâdî 722) yılında vefat etmiştir.
[439]
Muzafferüddin İbni
Sâatî Ahmet İbni Ali, aslen Ba'lebekli olan ve Bağdad'a yerleşmiş bulunan bir
âlimdir.
Babası Ali İbni
Sa'leb, Bağdad'da Muntasır Kapısı üzerindeki meşhur saati yapmıştır. O,
astronomi ilminde meşhur bir âlim olduğu gibi, saat yapımı ile de şöhrete
ulaşmış bir usta idi. .
Muzafferüddin İbni
Sâatî, Bağdad'da yetişti ve ilimde kemâle erdi. Şer'î ilimlerde zamanın imâmı
oldu.
Muzafferüddin,
Tâcüddin Ali İbni Sencer'den, o da, Zahîrüd-din Muhammed el-Buhârfden ilim
tahsil etmiştir. Zahîrüddin Mu-hammed, meşhur Fetâvâyi Zahîriyye'nin sahibi
olan zattır. O da ilmini Kâdîhân'dan, Kâdîhân da Hasan İbni Ali Mergînânî'den,
bu da Ab-dülaziz İbni Ömer İbni Mâze'den, bu da İmâm Serahsî'den, Serahsî ise
İmâm Halvânî'den almışlardır.
Şafiî ulemâsından,
Mahsul'ün şârihi Şemseddin İsfehânî, İbni Sâati'yi, İbni Hâcib'ten üstün görür
ve: "Ondan zekidir." derdi.
Yâfiî,
Mir'atü'l-Cinân'da şöyle diyor:
"İbni Sâatî,
zekâda, fesahatte ve hüsn-i hatta darb-ı mesel gibi olmuştu. Fıkıhta, fıkıh
usûlünde ve edebiyatta faideli tasnifleri vardır. Bağdad'da Mustansiriyye'de
müderris idi. Ba'lebek, Şam'a on iki fersah mesafede bir şehirdir. Sem'ânî
böyle demektedir." [440]
ibni Sâatî'nin belli
başlı eserleri şunlardır:
1-)
Mecmâu'l-Bahreyn
İbni Sâatî merhum, bu
meşhur eserinde, Muhtasar-ı Kudûrî ve Manzûme-i Nesefî'yi cem etmiş; ayrıca,
pek çok mes'elelerde de faydalı, ilâveler yapmıştır.
MecmâıTl-Bahreyn'i
bizzat îbni Sâatî merhum şerh ettiği gibi, ayrıca başka âlimler de
şerhetmişlerdir.
2-)
el-Kavâid vei-Bedâi
Bu eser, usûl-i fıkha
dâirdir. îbni Sâatî merhum bu eserinde de Fahru'l-İslâm Pezdevî'nin Usûl kitabı
ile, Âmidî'nin Usul kitabını cem etmiştir.
Muzafferüddin İbni
Sâatî, hicrî 694 (mîlâdî 1294) tarihinde vefat etmiştir. [441]
Nâfi Ebû
Abdillah İbni Hürmüz
el-Medenî tabiînin meşhurlar
ındandır.
Nâfi Ebû Abdullah,
aslen Horasanlı veya Belh'Iidir. Abdullah îbnü Ömer (R.A.)'in azadlısıdır.
Abdullah îbnü Ömer
(R.A.)'den nakledilen hadîs-i şeriflerin çoğunu bu zât rivayet etmiştir.
Nâfi Ebu Abdullah
hazretlerinin sika ve büyük bir muhaddis olduğunda ittifak vardır.
İmâm Buhârî hazretleri
şöyle demiştir:
—"îsnadların en
sahihi, MâkVin Nâfî'den, Nâfi'in de İbni Ömer (R.A.)'den olan
rivayetidir."
Halîfe Ömer İbni
Abdülaziz, halka Peygamber (S.A.V.) Efen-dimzin
sünnetini öğretmesi için,
Nâfi Ebû Abdillah'ı
Mısır'a göndermiştir.
Nâfi hazretleri, hicrî
117 (milâdî 736) tarihinde Medîne-i Mü-nevvere'de vefat etmiştir. [442]
Nasırüddin Muhammed
İbni Yûsuf es-Semerkandî, hanefî fa-kıyhlerinin büyüklerindendir.
Künyesi:
Ebû'l-Kâsım'dır.
Nasırüddîn Muhammed
es-Semerkandî, zamanının müetehi-di idi.
Rivayete göre:
Nasırüddîn Muhammed, Semerkant'ta bazı imâm ve âlimler hakkında bastı lisanda
bulunduğu için, bazı kimseler tarafından taşlanarak şehid edilmiştir. [443]
Nasırüddin Muhammed
es-Semerkandî merhumun, fıkıh sahasında pek çok eserleri vardır. Başlıcalan
şunlardır:
1-)
el-Menâfî
2-)
el-Mültekât fî'1-Fetâvâ
3-)
Hulâsatü'l-Müftî
4-)
Mesâbihü's-Sübül
5-)
Kilâbü'l-Ahkaf
Nasırüddin Muhammed
es-Semerkandî, hicrî 556 (milâdî 1161 yılında vefat etmiştir. [444]
Nâtıfî Ebû'l-Abbas,
Ahmed îbni Muhammed et-Taberî, hanefî fakıyhlerinden ve Irakaynin büyük
âlimlerinden biridir.
Nâtıfî merhum, fıkıh
ilmini Ebû Abdullah el-Cürcânî'den okumuştur. [445]
NâtıfTnin başhca
eserleri şunlardır:
1-) el-Ecnâs
fî'1-Fürû
2-) el-Fürûk
3-)
el-Vâkıât
Nâtıfî Ebû'l-Abbas
et-Teberî hicrî 446 (mîlâdî 1055) tarihinde vefat etmiştir.
Nâtıf: Bir nevî kaba
helva demektir. [446]
Ebû Zekeriyyâ
Muhyiddîn Yahya İbni Şeref en-Nevevî, hicrî yedinci asrın büyük hadîs ve fıkıh
âlimlerindendir.
Şam Nahiyelerinden
Neva'da hicrî 631 (mîlâdî 1233) yılında doğan Ebû Zekeriyyâ, 677 (mîlâdî 1278)
yılında yine aynı yerde vefat etmiştir.
Nevevî merhum asrının
en seçkin âlimlerinden okumuş ve İs-lâmî ilimlerin bütün şubelerinde yüksek bir
selâhiyet kazanmıştır.
Keskin bir zekâ ve
kuvvetli bir hâfızaya.m
Nevevî merhum, usul ve
furûda şâfiî îmâmlarındandır. Sözü, fukahâ arasında senet kabul edilen Nevevî
merhum, hadîs ilmine ve hadis ric
Nevevî merhum, zühd ve
takvada da ileri bir zât idi. Gecelerini ibâdet, Kur'an okuma ve eser yazmakla
geçirirdi.
Nevevî, hiç kimseden
bir şey almaz ve daima insanlara iyiliği emreder, kötülüklerden nehyederdi.
Bu görevini herkese
karşı sürdürür; gerektiğinde hükümdarlara, v
İmâm Nevevî
Hazretlerinin başlıca eserleri şunlardır:
1-)
el-Minhâc fı-Şerhî Sahih-i Müslim İbni'l-Haccâc
Bu eser, Sahîh-i Müslim'in
çok kıymetli bir şerhidir ve beş cilt hâlinde basılmıştır.
2-)
et-Takrib ve't-Teysîr I i-M arife ti Süneni' 1-BeşîrFn-Nezfr
Bu eser, usûl-i
hadîs'le ilgilidir.
3-)
el-Erbaûne Hadisen
Bu eser,
Erbaînü'n-Nevevî ismi ile meşhur olmuştur. Çeşitli dillere çevrilmiş ve bu
kıymetli kitap kırk hadis ihtiva etmektedir.
4-)
Minhâcü't-Tâu'bîn ve Umdetü'l-Müttakîn
Bu eser, şâfiî fıkhına
dâir kıymetli bir kitaptır.
5-) el-lzâh
fî'1-Menâsik.
Bu kitap, muhtasar bir
eserdir. Ve matbûdar.
6-)
Tezhîbü'l-Esmâ ve'l-Lûgât
Bu eser, hadîs ric
7-)
Riyâzü's-Sâlihîn nin Kelâmi Seyyidi'I-Mürselîn
Bu eser, merhum
Diyanet İşleri Başkanı H. Hüsnü
8-) Bahân
Şerhi
imâm Nevevî merhumun,
Sahih- Buharî'nin bir kısmına yapmış olduğu bir şerhtir.
9-) el-İrşâd
Bu eser de, hadîs
ilmine dâirdir.
10-)
Hiyletü'l-Ebrâr ve Şiârii'l-Ahyâr fî Telhiysî'd-Deavâti ve'l-Ezkâr Bu eser,
zikir ve dua ile ilgilidir. Matbûdur ve bir çok şerhleri vardır.
11-)
et-Tibyân fî-Âdâbi Hameleti'I-Kur'ân Bu kıymetli eserin de şerh ve muhtasarları
vardır.
12-)
Mekâsidü'n-Nevevî
Bu eser, tevhid,
ibadet ve tasavvuf konularını ihtiva eder ve matbûdur.
13-)
Revzatu't-Tâlibîn ve Umdetü'l-Muttakîn
Bu da, şâfiî fıkhına
dair kıymetli ve kaynak bir eserdir. Bir çok defa şerh ve telhıys edimiştir.
Matbûdur.
14-)
TasbîhiTt-Tenbîh
Bu eser de, şâfiî
fıkhının mühim kaynaklarından ve müracaat kitaplarından biridir. Matbûdur.
15-) el-Mecmû
Bu eser,
el-Müzehheb'in şerhidir. Dokuz cilt olan bu eser, Mısır'da basılmıştır.
16-)
Tabakâtü'l-Fukahâ
Fukahâ'nm hayatı ve
eserleri ile ilgili bir eserdir. [448]
Ömer Hilmi Efendi,
hicrî 1261(mîlâdî 1845) yılında, İstanbul'da dünyaya gelmiştir. Fukahâ'dan
Kann-Âbad'lı Abdurrahman Efendinin oğludur.
Ömer Hilmi Efendi, bir
çok hocadan özel ders okumuş ve Tik-veşli Kazasker Yûsuf Efendiden icazet
almıştır.
Önce müderrislik
görevine başlıyan Ömer Hilmi Efendi, daha sonra Fetvâ-hâne müsevvidliğine
tayin edilmiştir.
Bir müddet sonra
Fetvâ-Emîni olan Ömer Hilmi Efendi, bunu takiben Evkâf-ı Hümâyûm Müsteşarlığı,
Senedât-ı Hâkânî memurluğu, Mahkeme-i Temyiz âzâlıği ve Evkaf Müfettişliği gibi
görevlerde bulundu.
Bu arada, sırasiyle
ilmiye rütbelerini kateden Ömer Hilmi Efendi, 1885'de İstanbul payesini
kazandı.
Nisan 1888'de Temyiz
Mahkemesi Reisliğine tâyin edilen Ömer Hilmi Efendi, bu arada Hukuk Mektebinde
Mecelle ve İslâm Hukuku ile ilgili dersler okuttu.
Ömer Hilmi Efendi, 27
Ekim 1889'da Temyiz Mahkemesi Reisi iken, aniden vefat etti. Mezârî Fâtih Camiî
avlusundadır. [449]
Karın-âbâdlı Ömer
Hilmi Efendi, devrinin en ileri fakıyhle-rinden biridir. Hattâ, Ahmet Cevdet
Paşa, Ömer Hilmi Efendi'den "devrimizin İmâm-ı A'zamV diye bahsedermiş
Ömer Hilmi Efendinin
başlıca eserleri şunlardır:
1-)
İthâfu'l-Ahlâf fi-Ahkâmi'l-Evkâf
Vakıf hükümleri ile
ilgili bu değerli eser Fransızcaya tercüme edilmiştir.
2-)
Ahkâmü'I-Arâa
3-)
Mîyârii'l-Adâlel
4-) Kitâbü'l-Diyât[450]
Ömer îbni Abdülaziz,
Emevî halîfelerinin sekizin çişidir. Ömer İbni Abdülaziz'in annesi Ümmü Âsim
Hafsa, Hz. Ömer1
(R.A.)'in oğlu Âsım'in
kızı idi. Bundan dolayı, Ömer İbnü Abdülaziz, Hz. Ömer (R.A.)'in torunlarından
sayılır.
Babası Abdülaziz İbni
Mervan da, adaletli, insaf ve diyanet sahibi bir zât idi.
Ömer İbni Abdülaziz,
hicrî 60 (milâdî 679) yılında, yaniİHz. Muâviye'nin vefat ettiği sene, Medîne-i
Münevvere'de doğmuştur.
Abdülaziz İbni Mervan,
Mısır V
Daha sonra, babası,
Ömer İbni Abdülaziz'i tahsil için Medîne-i Münevvere'ye gönderdi. Orada, Enes
İbni Mâlik, Abdullah İbni Ca'-fer ve Said İbni Müseyyeb gibi zevattan hadîs-i
şerîf dinlemiş ve ilim tahsil etmiştir.
Babası hicrî 85
(milâdî 705) yılında vefat edince, amcası olan h
Ömer İbnü Abdülaziz
faziletli bir âlim ve adaletli bir devlet adamı idi.
Ömer İbni Abdülaziz,
halîfe Velîd İbni Abdülmelik devrinde, hicrî 87 (milâdî 706) yılının
RebraTevvel ayında Haremeyn (= Mekke ve Medine) v
Bu görevine başlamak
üzere, Medine'ye vardığında oranın büyük âlimlerinden on kişiyi toplayıp,
onlarla istişare etti ve idarede kendisine yardımcı olmalarını söyledi.
Enes İbni Mâlik
(R.A.): "İmamlık yapmakta Resûlullah Efendimize, Ömer İbni Abdülaziz'den
daha çok benzeyen bir kimse görmedim." demiştir.
Ömer İbni Abdülaziz'in
adaleti ve güzel idaresi İslâm âleminin dört bir tarafına yayılmış ve pek çok
kimse, memleketini terk ederek Hicaz bölgesine gelmiştir.
Ömer İbni Abdülaziz,
buradaki v
Ömer İbni Abdülaziz'in
Haremeyn V
H
Kendisi hicrî 99
(milâdî 717) yılında vefat edince, Vezir Recâ bu ahid-nâmeyi açıp, ilgililere
okudu. Ömer îbni Abdülaziz, bu işlere fazlaca girmek istemiyordu. İstifa
isteğinde bulundu ise de, bu kabul edilmedi. Ve bütün emirler, Ömer İbni
Abdülaziz'in h
Ömer İbni Abdülaziz,
hilâfet makamına geçince, kendisine ait olan elli bin dirhemi fakirlere
dağıttığı gibi, hanımının da bütün mücevherlerini beytü'1-mâle vermesini
sağlamıştır.
Kendisi tek bir elbise
ile kalan Ömer İbni Abdülaziz, çok sade bir hayat sürdürmü tür.
Bir zat kendisine:
—"Ey Mü'minlerin
emîri!... Allahu Teâlâ sana ihsan buyurmuş, biraz giyinip kuşunsari olmaz
mı?" deyince, Ömer İbni Abdülaziz, bu suâlden hoşnut olmadığını
hissettirerek, şu cevabı vermiştir.
—"İktisadın
efdalı varlık zamanında olanıdır. Affın efd
Ömer İbni Abdülaziz,
işgal ettiği hilâfet makamının mes'uli-yetini idrak eden ve gereğini hakkıyle
yerine getirmeye çalışan bir zat idi.
Hz. Muâviye vefat
ettikten sonra, Cum'a hutbelerinde ehl-i beyte la'net okumak âdet hâline
getirilmişti. Ömer İbni Abdülaziz halîfe olunca, ilk iş olarak bu çirkin ve
kötü adeti kaldırdı.
Ve, o
günden beri, hutbelerde
Nahl Sûresinin 90.
âyeti okunmaktadır.
Ömer îbni Abdülaziz,
hilâfeti sırasında, hadîs-i şeriflerin toplanması ve tedvin edilmesi hususunda
emir çıkartmış ve bu hususta gerekli gayreti ve hassasiyeti göstermiştir.
Ömer İbni Abdülaziz,
iki sene, beş ay, ön beş gün kadar hilâfet makamında bulunduktan-sonra, hicri
101. senenin recep ayının 25. günü (milâdî 9 Şubat 720), vefat etmiştir. O'nun,
kölelerinden biri tarafından zehirlenmiş olduğu rivayet edilmektedir.
Ömer İbni Abdilaziz
vefat ettiğinde henüz kırk bir yaşında idi. [451]
Ömer İbni İshâk İbni
Ahmet, hanefî fukahâsından eşine az rastlanır bir âlimdir.
Künyesi: Ebû Hafs
Sirâcüddîn el-Gaznevî'dir.
Ömer İbni îshâk
el-Gaznevî, fıkhı Vecîdüddîn Dehlevî ve devrinin diğer âlimlerinden tahsil
etmiştir.
Ömer İbni İshâk,
—takriben— hicrî 704 (milâdî 1305) tarihinde dünyaya gelmiş ve 773 (milâdî
1372) tarihinde vefat etmiştir. [452]
Ömer İbni İshâk
el-Gaznevî merhum, pek çok eser telif etmiştir. Bu kıymetli eserlerinin bir
kısmı şunlardır:
1-)
et-Tevşih
Bu eser, Hidâye
şerhidir.
2-)
Zübedü'l-Ahkâm fî-ihtîlâfi'l-Eimmeü'l-Erbaati'I-Â'lam.
3-) Şerhu
Bedii'1-Usûl
4-)
el-Levâmi fî-Şerhı Cem'ii-Cevâmi '
5-) Şerhu
Akideti't-Tahâvî
6-) Kitabü
fî't-Tasavvuf
7-) eş-Şâmil
fî'1-Luga
8-)
el-Gurretü'î-Münîfe fi-Tercîhi Mezhebi Eb! Hanîfe[453]
Ömer Hulûsî Efendi,
Gümüşhane'lidir. Tahsilini tamamladıktan sonra, müderris olarak ilim hayatına
atılmış; bilâhere dersiam olmuş ve Şehzadelere hocalık yapmıştır.
1846 senesi
sonlarında, Bahriye Müftüsü, sonra Yenişehir Mollası, sonra da Edirne Mollası
olmuştur.
1857'de Mekke payesini
kazanan Ömer Hulûsî Efendi, Ağustos 1863'de İstanbul Kadısı olmuştur.
Daha sonra Anadolu ve
bilâhare de Rumeli Kazaskerliği payesini kazanan Ömer Hulusi Efendi, Meclis-i
Tetkıkât-ı Şer'iyye azâlı-ğına tâyin edilmiş ve bu görevde iken Mecelle-i
Ahkâm-ı Adliyye aza-lığı görevini de sürdürmüştür.
Ömer Hulûsî Efendi,
Mecelle'nin 5, 6, 7 ve 8. kitabının hazırlanmasında görev yapmıştır.
Ömer Hulûsî Efendi 6
Şaban 1292 (mîlâdî 7 Eylül 1875) tarihinde vefat etmiştir. [454]
Merhum Ömer Nasûhî
Bilmen, fıkıh, usûl-i fıkıh, tevhid, kelâm, tefsir ve hadîs ilimlerinde
değerli eserler vermiş büyük bir âlimdir.
Hicrî 1300 (mîlâdî
1884) tarihinde Erzurum'da dünyaya gelen Ömer Nasûhî Bilmen'in babası zamanın
âlimlerinden Hacı Ahmet Efendidir.
Tahsîline, Erzurum'da
amcası Ahmediye Medresesi müderrisi ve Nâkibü'l-Eşraf Kaymakamı Abdürrezzak
İlmî Efendi ile o zaman Erzurum Müftüsü bulunan Narmanlı-zâde Hüseyin Hâki
Efendide başlıyan Ömer Nasûhî Efendi, bu âlimlerin vefatı üzerine, 24 yaşında
iken İstanbul'a gelmiş ve Fâtih dersiamlarından Tokatlı Şakır Efendinin
derslerine devama başlamıştır.
İki sene sonra bu
zattan icazet alan Ömer Nasûhî Bilmen, 1326 yılında giriş imtihanını kazanarak,
Medresetü'l-kuzât'a kaydolmuş ve burayı da 1329 yılında pekiyi derece ile ve
birincilikle bitirmiştir.
Medresetü'1-Kuzât-ı
bitirdikten sonra Ruus imtihanını da kazanan Ömer Nasûhî Bilmen merhum Fatih
Dersiâmlığma tâyin edilmiştir.
Bu tarihten itibaren,
bir müddet Fâtih Camiinde tedrisatta bulunan Ömer Nasûhî Efendi, daha sonra
Dârü'l-Hilâfe Medresesinde ve Medresetü'I-Vâizîn'de fıkıh ve usûl-i fıkıh
dersleri de okutmuştur.
Sahn Medresesi Âlî
Kısmında, Kelâm Müderrisliği de yapan Ömer Nasûhî Bilmen merhum daha sonra, on
beş sene kadar Dârü'ş-Şefekâtü'l-İslâmiyye'de kelâm, münâkahât, siyer-i enbiyâ
ve felsefî ahlâk gibi dersler okutmuştur.
Ömer Nasûhî Bilmen'in
—ilmiye mesleğinin dışındaki— memuriyet hayatı 1329 yılında başlamıştır. Bu
tarihte aldığı ilk resmî görev, Fetvahane- Âlî memurluğudur. Bu görevinden,
aynı dâirenin
Telif Hey'eti
âzâlığına naklen tayin edilen Ömer Nasûhî Bilmen, 1333 yılından itibaren, üç
yıl süre ile Temyiz Mahkemesi Şer'iyye Dâiresi Mümeyyizliği görevini
yürütmüştür.
Bilâhere eski görevine
dönen Ömer Nasûhî merhum, 1338 yılında Meclisi- Tetkîkât-ı Te'lîfiye âzâlığına
naklen tâyin olunmuş; bu vazifede iken Meşîhat-ı İslâmiye Dairesinin (=
Şeyhü'I-İslâmhk Makamının) ilga edilmesi üzerine, bir müddet açıkta kalmıştır.
Ömer Nasûhî Bilmen,
1926 yılında İstanbul Müftü Muavinliğine tâyin edilmiş, 1943 yılında terfi
ederek İstanbul Müftüsü olmuş ve bu görevini 1960 yılına kadar sürdürmüştür.
1960 yılında Diyanet
İşleri Başkanlığına tâyin edilen Ömer Nasûhî Bilmen, bir müddet sonra, kendi
isteği ile bu görevinden ayrılmıştır.
Hayatının her
devresinde ilimle iştigâl eden Ömer Nasûhî Bilmen hazretleri, emekli olduktan
sonra, ilmî çalışmalarına hız vermiş ve meşhur ve muteber tefsirini bu devrede
meydana getirmiştir.
Ömer Nasûhî Bilmen,
uzun ve şerefli ömrünü, 12 Ekim 1971 tarihinde tamamlayıp Rahmet-i Rahmana
kavuşmuştur. Kabirleri İstanbuldadır. [455]
Ömer Nasûhî Bilmen
hazretleri, asırların biriktirdiği îslâmî ilimleri, asliyetini bozmadan ve
kendi dilimizle bize aktaran, emsalsiz bir âlimdir. O'mm, her biri defalarca
basılmış olan kıymetli eserlerini şöylece sıralıyabiliriz:
1-) Huktik-i
İslâmiyye ve Istılâhât-i Fıkhıyye Kamusu.
İlk baskısı, İstanbul
Üniversitesi'nce 6 cilt hâlinde yapılan bu kıymetli eser, sonradan 8 cilt
olarak basılmaya başlanılmıştır. İslâm Hukuku hakkında, lisammızdaki en güzel
eser, şüphesiz ki budur.
Bazı Mecbur Fakihler
2-) Büyük
İslâm İlmihâli.
Bu eser, itikat,
ibâdet ve ahlâk konularını muhtevidir. Istılâhât-ı Fıkhiye Kamusunun bir bölümü
olarak düşünüldüğünde, ikisi bir bütün olur ve İtikat, İbâdet, Muamelât,
Ukûbat ve Ahlâk ile İslâmî hükümler bu iki eserle tamamlanmış bulunur.
3-) Kur'ân-i
Kerim'in Türkçe Meâl-i Âlîsi ve Tefsiri 8 ciltlik, gayet faydalı bir tefsirdir.
4-) Büyük
Tefsir Tarihi - Tabakâtü'l-Müfessirîn Sahasında, lisanımızda yazılmış en güzel
eserdir.
5-) Sûre-i
Fetih Tefsiri
6-) İlm-i
Tcvhid
7-).Muvazzah
İlmi Kelâm
8-) Hikmet
Goncaları - 500 Hadîs-i Şerit
9-) Dînî
Bilgiler.
10-)
Kur'ân'dan Dersler ye Öğütler
11-) Eshâb-ı
Kiram Hakkında Müslümanların Nezih İtikadı
12-) Yüksek
İslâm Ahlâkı
13-) Dînî ve
Felsefî Ahlâk Lügatçesi. [456]
Ömer Nesefî, İbni
Muhammed, Ebû Hafs Necmüddin, meşhur bir hanefî fakıyhıdır.
Kendisi, tefsir,
hadîs, fıkıh, usûl-i fıkıh, belagat ve tarih ilimlerinde ihtisas sahibi büyük
bir âlim idi. Hafız olan Ömer Nesefî, hanefî mezhebinde imâm idi.
Ömer Nesefî, fıkıh
ilmini Sadru'l-İslâm Ebû Yüsr Muhammed Pezdevf den okumuştur. O da, fıkıh
ilmini, Ya'kub Yusuf-i Seyyâ-n'den, O da İbni Sema'a'dan, İbni Semâ'a ise İmâm
Ebû Yûsuf (R.A.)'tan öğrenmiştir.
Ömer Neşet"?
merhum, diğer ilimleri de, birçok değerli âlimlerden tahsil etmiştir.
Malûmatının çokluğu ve
iîminin her tarafa yayılmış olmasından dolayı,
Ömer Nesefi hazretlerine Müftiyyü's-sakaleyn unvanı verilmiştir.
Zekâsı ve hafızası
yönünden eşsiz bir âlim olan Ömer Nesefî hazretleri, çok sayıda talebe de
yetiştirmiştir.
Oğlu Mecd-i Nesefi ve
Ebû'1-Leys Ahmed kendisinden fıkıh ilmini öğrendi.
Ebû Bekir Ahmet Belhî
ve Burhâneddin Merginânî de, Ömer Nesefî hazretlerinden ilim tahsil
edenlerdendir. [457]
Ömer Nesefî merhum,
pek çok kıymetli eser telif etmiştir. Bunların sayıları yüzü bulmaktadır ve
başhcalan şunlardır:
1-) et-Teyâr
fî't-Tefsîr
Dört ciltten
müteşekkil olan bu kıymetli eserin mukaddimesinde, tefsir usûlüne ait çok
faydalı bilgiler vardır.
Bu nadide eserin bir
nüshası, İstanbul'da Umûmî Kütüphâne'-de bulunmakadır.
2-)
el-Ekmeiü'1-Etvel.
Bu eser de, tefsirle
ilgilidir.
3-)
el-Manzûme
Bu eserin konusu ise
fıkıh ve hadîstir. Fıkıhla ilgili olarak, nazım tarzında yazılmış olan iljc
eser budur.
4-)
Kaydü'l-Evâyid.
Bu da, fıkha dair manzum
bir eserdir.
5-)
Tilbetii't-Talebe
Bu eser, fıkıh
ıstılahlarını açıklayan kıymetli bir kitaptır.
6-) el-Eş'âr
bFI-Muhtâri mine'I-Eşâr.
Bu eser, yirmi ciltlik
bir kitaptır.
7-) Kitabu'l
Kant fi Ulemâi Semerkant
Bu kıymetli eser,
Semerkand'da yetişmiş binlerce büyük âlimin hatırasını ihya eden, muazzam bir
kitaptır.
8-) Târîh-i
Buhara
İmâm Taftazânî
tarafından şerh edilmiş olan el-Akâidü'n-Nesefiyye adındaki meşhur metnin de
Ömer Nesefi merhumunun eserlerinden olduğu söyleniyorsa da, Zürkânî'nin ifadesine
göre, bu zatın eseri değildir. Belki de Muhammed Ebû'1-Fadl Burhânüddin
en-Nesefî'nin eseridir.
Ömer Nesefi merhum,
hicrî 461 (milâdî 1069) yılında Nesef-te doğmuş,537 milâdî 1142) yılında Semerkand'da vefat
etmiştir. [458]
Ömer Nizamüddin
Fergânî, hanefi fakıyhlerindendir. Hidâye sahibi Bürhanüddin Ali İbni Ebî
Bekir'in oğludur. Ve fıkıh ilmini babasından tahsil etmiştir.
Kardeşi Celâlüddin
Muhammed de fakıyhtır. [459]
Ömer Nizamüddin
Fergânî merhumun başlıca
eserleri şunlardır.
1-)
Cevâhirü'l-Fıkıh
2-)
el-Fevâid. [460]
Radıyüddîn Muhammed
İbnü'1-A'lâ es-Serahsî, meşhur bir ha-nefî fakıyhıdir.
Radiyiiddîn
Bürhânü'l-İslâm lakabını taşıyan, Muhammed İbnü'l-A'Iâ; fıkıh ve fıkıh usûlünü,
Sadru'ş-şehîd Hüsâmüddin'den tahsil etmiştir.
Radiyüddîn Muhammed,
Serahs'tan Şam'a gitmiş ve oradan da Haleb'e geçerek, Halâviyye Medresesinde,
bir müddet ders okutmuştur.
Daha sonra yeniden
Şam'a dönen Radiyüddîn Serahsî, hicrî 571 (milâdî 1176) yılında, burada vefat
etmiştir. [461]
Bir çok büyük âlimden
ders alan ve bir çok âlim yetiştiren Radiyüddîn Serahsî merhum, fıkıh
sahasında çok sayıda kıymetli eser de te'lif etmiştir. Bunların başlıcaları ise
şunlardır:
1-) Mnhıyt-ı
Radavî
Bu eser, Radiyüddin
Muhammed'in Muhıyl adını verdiği üç eserinden biridir. İki cilttir.
2-) Muhıyt-ı
Serahsî
Radiyüddîn Muhammed
Serahsî merhumun en çok şöhrete eren Muhıyt bu eserdir. On ciltten müteşekkil
olan bu eserden Fetâvâyi Hin-diyye'de çok nakil vardır.
3-) Muhıyt
Bu da, Radiyüddîn
Muhammed Serahsî'nin eseridir. Bjr de Muhıyt-ı Bürhânî vardır ki, bu eserin
müellifi Bürhânüddîn Mahmud bin Taceddin el-Buhârî'dir.
4-)
Fevâidü'l-Câini's-Sağîr
Bu eser, îmâm Muhammed
(R.A.)'uı Camin's-Sağîr'ine yapılmış bir şerhtir.
5-)
Uyûnü'l-Mesâii
6-) Vecîz
fî'l-Fetâvâ[462]
Râfî İbni Hadîc İbni
Alâi'l-Hârisî el-Ensarî ashâb-ı kiramın ileri gelenlerindendir. Medine'deki Evs
Kabilesindendir.
Râfi İbni Hadîc (R.A.)
hicret esnasında henüz çocuktu. Yaşı küçük olduğu için Bedir Savaşı'na
katılmamış, ondan sonraki savaşların bir çoğunda hazır bulunmuştur.
Veda Haccmda,
Peygamber (S.A.V.) Efendimizle birlikte bulunmuş ve Fahr-i Kâinat (S.A.V.)
Efendimizin irtihâlinden sonra da büyük hizmetleri geçmiş olan Râfî İbni Hudeyc,
Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer (R.A.) zamanlarında da bazı savaşlara katılmıştır.
Râfî İbni Hadîc,
Resûl-i Ekrem (S.A.V.) Efendimize itaati ve emr-i bi'1-ma'ruf-nehyi
ani'l-mühker görevini çekinmeden yerine getirmesi özelliği ile tanınır.
Râfî İbni Hadîc (R.A.),
Peygamber (S.A.V.) Efendimizden 78 hadîs-i şerîf rivayet etmişlerdir.
Râfi İbni Hadîc
(R.A.), hicrî 74 (mîlâdî 694) yılında, seksen altı yaşında oldukları hâlde,
Medîne-i Münevvere'de vefat etmişlerdir. [463]
Rebîa İbni Abdirrahman
et-Teymî, tâbiîndendir. Teym Kabilesinin azatlılarındandır.
Asıl adı: Ferruh idi.
Rey ve kıyâs yönü ile mâruf olduğu için Rebîtü'r-Rey unvanını almıştır.
Künyesi: Ebû Osman'dır.
Doğum tarihi kesin
olarak bilinmiyen Rebîatü'r-Rey merhum, hicrî 136 (mîlâdî 753) tarihinde
Medîne-i Münevvere'de (bir başka rivayete göre de Anbar denilen beldede) vefat
etmiştir.
Sika, hafız ve fakıyh
bir zât olan Rebîatü'r-Rey, Medîne-i Mü-nevvere'nin fetva işlerine bakardı. Ve
Medine'nin ileri gelenleri O'-nun meclisine devam ederlerdi.
Rebiatü'r-Rey, ashâb-ı
kirâm'dan bazısına yetişmiş ve bu mübarek zevatlajtâbii'nin ileri
gelenlerinden hadîs|i şerîf rivayet etmiştir.
Enes İbni Mâlik, Said
İbni Yezîd, Muhammed îbni Yahya İbni Habbân, Said İbni Müseyyeb, İbni Ebî
Leylâ, A'rec, Mekhûl eş-Şâmî gibi zatlar bu cümledendir.
Rebîatür-Rey'den de,
Yahya îbni Said el-Ensârî
Rebîa îbni
Abdurrahman, İmâm Mâlik'in hocalarmdandır. [464]
Rebi îbni Hüseym,
tabiînin ileri gelenlerinden, âlim ve fâzıl bir zattır.
Rebi İbni Hüseym,
Abdullah İbni Mes'ûd (R.A.) hazretlerinden kıraat ilmi tahsil etmiştir.
Kendisi de Ebü ZurVya
Kur'ân-i Kerîm kıraati ile ilgili ilimleri öğretmiştir.
îbni Mes'ûd (R.A.)
hazretleri, Rebi îbni Hüseym'e iltifat ederek eğer "Resûl-i Ekrem
(S.A.V.), seni görmüş olsaydı severdi." buyurmuştur.
Rebi İbni Hüseym,
hicrî 63 (milâdî 683) yılında vefat etmiştir. [465]
Rebi' İbni Sabîh,
Basra'h, âbid, mücâhid ve saduk bir âlimdir. Künyesi: Ebû Bekir'dir.
Basra'da ilk kitap
tasnif eden zatın Rebi İbni Sabîh olduğu rivayet edilmektedir.
Rebi îbni Sabîh,
Hasan-ı Basrî, Humeydü't-Tavîl, Yezid Rek-kâşî, Ebû Zübeyr, Ebû Gâlib, Sabit
el-Benânî, Mücâhid bin Cerh gibi zatlardan hadîs-i şerîf rivayet etmiştir.
Kendisinden.de,
Süfyân-ı Sevrî İbni Mübarek îbni, Mehdî ve Veki bin Cerrah gibi zâtlar hadis rivayet
etmişlerdir.
Rebi' îbni Sabîh'in
rivayet ettiği hadîsler, bazı muteber sünenlerde yer almaktadır.
Rebi' İbni Safeîh, hicri
160 (milâdî 777) yılında vefat etmiştir. [466]
Recâ îbni Hayve
el-Filistinî, tabiînin büyüklerinden, fakıyh bir zâttır. Künyesi: Ebû
Nâsır'dır.
Recâ İbni Hayve,
sahâbe-i kiramın ileri gelenlerinden Muâz İbni Cebel, Ubâde îbni Sâmit ve Muâviye
îbni Ebî Süfyân'dan ve tabiîlerin bir çoğundan rivayette bulunmuştur.
Recâ İbni Hayve
hazretlerinden de Zührî, Katâde ve îbni Avn gibi meşhur âlimler rivayette
bulunmuşlardır.
Mekhûl, şöyle
demiştir:
—"Recâ
şeyhimizdir, seyyidimizdir. Şamlıların seyyididir."
Sika ve zâhid bir zât
olan Recâ İbni Hayve, bir müddet kadılık yapmıştır. Vefatı hicrî 112 (milâdî
731) yılına rastlamaktadır. [467]
Hayrü'd-dîn İbni Ahmed
el-Uleymî el-Remlî, fakıyh bir zât olup, hanefiyyü'l-mezhebtir.
Hayreddin İbni Ahmed,
Filistin'de Remle nahiyesinde hicrî 933 (milâdî ) tarihinde doğmuştur.
Remlî merhum, bir
müddet Mısır'da kalmış ve sonra yine memleketine dönmüştür. [468]
Remlî merhumun,
el-Fetâvâ'1-Harriyye Ii-Nefi'1-Beriyye adında meşhur bir fetva kitabı vardır.
Remlî merhum hicrî
1081 (milâdî 1670) yılında vefat etmiştir. [469]
Ruknü'd-dîn Muhammed
İbni Muhammed es-Semerkandî, ha-nefî fukahâsının büyüklerinden biridir.
Muhammed Semerkandî
merhum Ebû Hâmidi'l-Âmidî diye meşhur olmuştur.
Muhammed İbni Muhammed
es-Semerkandî, hilaf (= mukayeseli İslam hukuku) ilmine dair ilk eseri yazan
mütefekkir bir zâttır.
Kendisi, bu hususta
Radıyüddin Nişaburî'den istifâde etmiştir. Daha önceleri, hilaf mes'eleleri de
diğer fıkıh mes'eleleri ile beraber yazılırdı.
[470]
Ruknü'd'dîn Muhammed
İbni Muhammed es-Semerkandî merhumun başlıca eserleri şunlardır:
1-)
Tarîkat-ı Âmidî
Bu eser, hilaf (=
mukayeseli İslâm hukuku) ilmine ait ilk kitaptır.
2-) el-İrşad
3-) Kitâbü'n-Nefâis
fil-Cedel
Bu eseri, şâfiî
fakıyhlerden Ahmed İbni H
Ruknü'd-dîn
es-Semerkandî merhum hicrî 615 (mîlâdî 1219) tarihinde Buhârâ'da vefat
etmiştir. [471]
Rüknü'l-İslâm Ali
Es-Suğdî, Mâverâü'n-Nehir'de yetişen, büyük hanefî fakıyhlerinden biridir.
İsmi: Ali bin Hüseyin
bin Muhammed el-Kadı es-Suğdî el-Hanefi; künyesi ise: Ebû'l-Hüseyin'dir.
Suğd,
Mâverâü'n-Nehir'de Semerkant civarında bir kasabanın adıdır.
Suğdî merhumun doğum
tarihi kesin olarak bilinmemektedir.
Ali es-Suğdî, hicrî
461 (mîlâdî 1069) yılında Buhârâ'da vefat etmiştir.
Şemsü'l-Eimme Serahsî
merhum, Rüknü'l-İslam Ali es-Sağdî'nin talebisidir ve kendisinden
Siyer-i Kebîr'i rivayet etmiştir.
Fazîletli bir âlim
olan Ali es-Sağdî, fıkhî münazaraları çok severdi.
Suğdî merhum, fetva
makamına yükselince, kendisine kadıhk verildi.
Rüknü'l-İslam Ali
es-Sağdî, yaşadığı devirde, hanefi mezhebi fıkıh mes'delerinin sorulduğu tek
âlimdi. Ve bu mezhebin reisi durumundaydı. [472]
Rüknü'l-İslam Ali
es-Suğdî merhumun yazdığı eserlerin baş-Ucaları şunlardır;
1-)
en-Nûtefü fî'l-Fetâvâ
2-) Şerhu
edcbü'l-Kadi li'1-Hassâî
Bu eser, İmâm Hassaf
in muhakeme usûlü ile ilgili kıymetli eserinin, çok güzel ve faydalı bir
şerhidir.
3-) Şerhu
Câmii'l-Kebîr
4-) Şerhu
Siyeri' I-Kebîr
Bu iki eser de, İmâm
Muhammed (R.A.) hazretlerinin, zahiru'r-rivâyeyi teşkil eden altı kıymetli
kitabından ikisinin şerhidir. [473]
Rünü'l-İslâm İbrahim
İbni İsmail es-Saffar büyük ve faziletli bir fakiyhtır. Künyesi: Ebû İshâk'tır.
Rüknü-îslâm Saffâr
merhum, fıkıh ilmini babasından öğrenmiştir. Babasıda —kendisi gibi—
hanefîlerin ileri gelen âlimlerden idi.
Rüknü'l-İslâm Saffâr
merhum pek çok talebe yetiştirmiştir. Kâdîhân da, onu talebelerindendir. [474]
Rüknü'l-İslâm İbrahim
îbni İsmail es-Saffâr'ın telif ettiği başlıca eserler şunlardır:
1-)
Telhiysü'z-Zâhidî
2-)
Kitâbü's-Sünneti ve'1-Cemâa[475]
Allâme Sadeddin Mes'ûd
İbni Ömer îbni Abdullah et-Taftazânî el-Herevî el-Horasânî şarkın yetiştirdiği
en büyük âlimlerden biridir.
Kendisi, hicri 727
veya 712 (milâdî 1327 veya 1312) yılında Horasan'da Neşe civarında Teftezân
adlı büyük bir köyde dünyaya gelmiştir.
Sadeddîn Taftazânî,
Kudbü'd-dîn Râzî ve Adudü'd-dîn ellerden ilim tahsil etmiş; kendisi de
yüzlerce talebe yetiştirmiştir.
Bir aralık, Moğol
faciası yüzünden Şarkta İslam Medeniyeti duraklama geçirmiş, büyük
İşte Taftazânî böyle
bir zamanda yetişti. Ve şarkta ilmi, irfanı yeniden ihyaya (= diriltmeye)
çalışanların başında geldi.
Allâme Taftazânî,
Serahs'ta ikâmet ederdi. Kendisi, Timur'la birlikte bazı seferlere iştirak
etti. Ve, Timur tarafından Semerkant'a gönderildi.
Taftazânî'nin yazdığı
eserler, binlerce ilim aşıkı tarafından, devamlı bir şekilde çoğaltilarak,
dünyanın her tarafına yayıldı.
Taftazânî, bir aralık
Türkiye'yi ziyaret edip, Osmanlı âlimleri ile görüşmüş ve bu tarihten itibaren
kitapları Türkiye ilim müesseselerinde okunmaya başlanmıştır.
Allâme Taftazânî,
hanefî mezhebinde idi. O'nun Şafiî mezhebinde olduğunu söyleyenler varsa da,
eserlerine bakıldığı zaman, hanefî olduğu anlaşılmaktadır.
Allâme Sadedin
Taftazânî, 792 ve 793 (milâdî veya) yılında Semerkan'ta vefat etmiş ve na'şı
Serahs'e nakledilmiştir. [476]
Allâme Sadeddin
Taftazânî hazretleri, İslâmî ilimlerin hepsinde, fevkalâde kıymetli eserler
telif etmiştir.
Onun bu kıymetli
eserlerinden bazıları şunlardır:
1-) Keşfü'l-Esrâr
Bu eser, Taftazânî
hazretlerinin farsca olarak kaleme aldığı bir tefsir'dir.
Ancak, O'nun
tefsirdeki kudretini ortaya koyan eseri 2. sırada zikredeceğimiz eserdir.
2-) Keşsâf
Haşiyesi
Bu eser, O'nun tefsir
ilminde ne derece derin ve geniş bir bilgi ve ne kadar üstün bir ifâde sahibi
olduğunu ortaya koymaktadır.
3-) Hadîs-i
Erba'ıyn Şerhi
4-) TeMh
fî-Keşfi Hakâiki't-Tenkîh.
5-) Şerhu
Hutbeti'I-Hidâye
6-)
Şerhu'i-Miftâh.
7-)
Şerhu'I-Mekâsid
8-)
el-Fetâvâ'I-Hanefiyye.
9-)
Şerhiı'1-Adud.
10-)
Mutavve!
11-)
Muhtasar
12-) Şerhu
Akâidi'n-Nesefî
13-) Şerhu
Muntehâ'l-Suvâli ve I-A mel İî-ilmi'l-üsûli ve'1-Cedel.
14-)
Tehzîbü'I-Mantık ve'I-Kelâm
15-)
Şerou'l-Şemiyye
16-)
İrşâdü'1-Hâdî[477]
Sa'd İbni Ebî Vakkâs
(R.A.), ashâb-i kiramın ileri gelenlerinden ve aşere-i mübeşşere'den (= yani,
daha hayatta iken cennetle müjdelenen on zattan) biridir.
İbni: Sa'd; künyesi:
Ebû İshâk'tır. Babasının aıiı: Mâlik; künyesi ise Ebû Vakkâstır.
Hz. Sa'd (R.A.), Fil
vak'asından yirmi üç, hicretten otuz yıl kadar önce Mekke-i Mükerreme'de
dünyaya geldi.
Sa'd İbni Ebî Vakkas
(R.A.), 17 yaşında iken, Hz. Ebû Bekir (R.A.)'in vasıtasiyle müslüman oldu.
Kendisi, ilk müslümanolanların yedincisidir.
Sa'd İbni Ebî Vakkâs
(R.A.) hazretlerinin nesebi, hem baba tarafından, hem de anne tarafından,
Peygamber (S.A.V.) Efendimizle birleşmektedir.
Annesi, Hz. Sa'di
dininden döndürmek için çok uğraştı. Hatta, "dininden dönmediği müddetçe,
hiç bir şey yemiyeceğini ve içmiyeceğini" bildirerek açlık grevine
başladı.
Ancak, Sa'd İbni Ebî
Vakkas (R.A.), ona: —"Anne!... Senin yüz canın olsa ve her birini
İslâmiyeti bırakmam için versen; yine de ben, dînimden vaz geçmem. Artık sen,
ister ye, ister yeme!..." dedi.
Annesi, O'nun bu
îmânını ve sebatını görünce, şaşırdı ve yemeye, içmeye başladı.
Bu olay üzerine,
Ankebût Sûresinin sekizinci âyeti nazil oldu.
Sa'd İbni Ebî Vakkâs
(R.A.), ashâb-ı kiram arasında en cesur ve kahraman olanlardan birisi idi.
Mekke'de, ilk müslüman
olan kimseler, müşriklerin zulüm ve işkencelerine muhatap oluyorlardı. Hz. Sa'd
da çok eziyet çekmişti.
Bir gün, Hz. Sa'd
(R.A.), bir kaç müslümanla birlikte, Ebû Düd Vadisinde namaz kılmakta iken,
müşriklerden bir gurub gelerek onlara sataştı ve namazı hafife almaya
başladılar. Bunun üzerine Sa'd îbni Ebî Vakkâs (R.A.), eline geçirdiği bir deve
kemiği ile, müşriklerden birinin başını yardı. Böylece, Allah yolunda ilk kan
döken O oldu.
Sa'd İbni Ebî Vakkâs
(R.A.), bütün gazvelere iştirak etti; ayrıca bir çok seriyyede de bulundu.
Hz. Sa'd, bu
savaşlarda, Mekke'Iilerin üç sancağından birini de taşırdı.
Bedir Savaşında büyük
kahramanlıklar gösterdi ve müşriklerin komutanlarından Sa'd Îbni'1-Âs'ı
öldürdü.
Uhud Savaşında da,
büyük bir fetânetle savaşmış ve bu harbte binden fazla ok atmıştır.
Fahr-i Kâinat (S.A.V.)
Efendimiz, kendisine:
— At! Yâ Sa'd!
Anam-babam sana feda olsun." buyurarak dua etmiştir.
Hz. Ali (R.A.)
Efendimizin bildirdiğine göre, Peygamber (S.A.V.) Efendimiz,Hz.Sa'd'dan başka
hiç kimseye "anam-babam sana feda olsun." dememiştir.
Hz. Ebû Bekir (R.A.),
h
Hz. Ömer (R.A.)
zamanında, Iran tarafında olaylar çıkmaya ve genişlemeye başlayınca; H
Kadisiye Savaşı
kazanılıp Medâyin fethedildikten sonra, bu şehrin havasının askere iyi
gelmediği, Sa'd Ibni Ebî Vakkâs (R.A.) tarafından, Hz. Ömer (R.A.)'e
bildirildi.
Bunun üzerine, Hz.
Ömer (R.A.) "yeni bir şehir kurulmasını" emretti. Bu emir üzerine Hz.
Sa'd İbni Ebî Muâz (R.A.) hazretleri, Küfe Şehrini kurdu. Bu şehre ilk v
Hz. Ömer (R.A.), şehid
olmadan önce, kendisinden sonraki halîfeyi seçmek üzere, altı kişilik bir şûra
teşkil edilmesini vasiyet etti. Bu şûra üyeliği için vasiyet ettiği
şahıslardan biri de Sa'd İbni Ebî Vakkâs hazretleri idi.
Hz. Osman (R.A.) h
Sa'd İbni Ebî Vakkâs
(R.A.), hayâtının sonlarına doğru, Me-dîne yakınlarındaki Akîk denilen yerde
hastalandı ve bu yerde hicrî 65 (mîlâdî 675) yılında vefat etti.
Mübarek naşı, Medîne-i
Münevvere'ye götürüldü. Cenaze namazını Medine v
Vasiyeti gereğince,
Bedir Savaşında giymiş bulunduğu elbise ile defnedildi.
Hz. Sa'd İbni Ebî
Vakkâs (R.A.) aşere-i mübeşşere'den en son vefat eden zâttır.
Sa'd İbni Ebî Vakkâs
(R.A.) hazretleri, Peygamber (S.A.V.) Efendimize annesi tarafından dayı olurdu.
Bu sebeple, Fahr-i Kâinat.(S.A.V.) Efendimiz, O'na: "Bu benim dayımdır.
Böyle bir dayısı olan varsa, bana göstersin." derdi.
Sa'd îbni Ebî Vakkâs
(R.A.) hazretleri, Peygamber (S.A.V.) Efendimizden 270 hadîs-i şerif rivayet
etmiştir.
Kedisinden hadîs-i
şerif dinleyip nakledenler arasında, oğullan İbrahim, Âmir, Ömer, Muhammed,
Mus'ab ile Hz. Âişe, Abdulah İbni Abbas, Osman Mehdi, Alkame İbni Kays Ahnef
İbni Kays, Şu-reyh İbni Hânı gibi meşhur zâtlar vardır.
Hz Sa'd İbni Ebî
Vakkâs (R.A.), orta boylu, esmer, heybetli, cesur ve özü-sözü doğru bir zât
idi.
Çok cömertti ve sade
yaşamayı severdi. [478]
Sa'd İbni
Muâz (R.A.) hazretleri
ensâr-ı kiramın ileri gelenler indendir.
Künyesi: Ebû Amr olan
bu büyük sahâbînin lakabı: Seyyidü'1-Es-tir.
Sa'd İbni Muâz (R.A.)
hazretlerinin doğum tarihi, kesin bir şekilde bilinmemektedir.
Benî Evs kabilesi
içinde Abdü'l-Eşhel oğullarından olan ve hem kendi kabilesinin hem de bütün Evs
kabilesinin en şereflisi ve en zengini bulunan Sa'd İbni Muâz (R.A.)
hazretleri, bu kabîlenin efendisi ve reisi idi. Benî Evs ve Benî Abdü'l-Eşhel,
Sa'd İbni Muâz (R.A.) hazretlerinin sözlerini, —âdeta kanun gibi— hemen kabul
ederdi.
Bi'setin ( = Fahr-i
Kâinat (S.A.V.) Efendimize peygamberlik görevinin verilmesinin) 12. yılında,
yani hicretten bir yıl önce, Mekke-i Mükerreme'de Akabe mevkiinde, birinci
Akabe biati akdedilmiş ve bunun tatbikatı cümlesinden olmak üzere, Mus'ab İbni
Umeyr (R.A.) hazretleri, Kur'an-ı Kerîmi ve İslam'ı tanıtmak yaymak ve öğretmek
maksadiyle Medine'ye gönderilmişti.
Mus'ab İbni Umeyr
(R.A.) hazretleri, Medîne-i Münevvere*-ye varınca, Abdü'l-Eşhel oğullarından
Es'ad İbni Zürâre (R.A.)'nin evine yerleşti ve tebliğ görevini yapmaya başladı.
Es'ad İbni Zürâre
(R.A.) Sa'd îbn Mûaz (R.A.)'nin teyzesinin oğlu idi. Ve Hz. Sa'd, teyzesini
kıracak bir davranışta bulunmaktan kaçmıyordu. Ancak, onun evinde, böyle bir fa
Bu mes'eleyi hâlletmek
için, Abdü'l-Eşhel kabilesinin ileri gelenlerinden Useyd İbn Hudayr ile
görüştü.Ve kendisinin yapmak istediği işi, O'na havale etti. Ve, O'na:
"Git, şu bizim hanemize gelen şahsı gör.. Ne yap yap, bu işi hallet. Es'ad
teyzemin oğlu olmasaydı, bu işi sana bırakmazdım." dedi.
Useyd İbni Hudayr,
Sa'd İbni Muâz'ın bu sözü üzerine, hemea mızrağını alarak, Mus'ab İbni Umeyr
(R.A.) hazretlerinin bulunduğu eve gitti.
Orada karşılaştığı,
—ev sahibi— Es'ad îbni Zürâre ile Mus'ab İbni İbni Umeyr'e hitaben:
—"Garazınız
nedir? Bazı zayıf kimseleri aldatıp azdırıyorsunuz. Niçin, içinizdeki, bir
takım beyinsizlerin aklı ile oynuyor; bizim bilmediğimiz bir takım işleri
yapıyorsunuz? Derhal buradan çekilmenizi ihtar ediyorum." dedi.
Useyd İbni Hudayr hem
bu sözleri söylüyor, hem de mızrağı ile muhataplarını korkutucu bir tavır
takınıyordu.
Karşısındakiler, bu
tehditten korkacak kimseler değildiler ve bu tehditkâr duruma aldırış bile
etmediler.
Resûl-i Ekrem (S.A.V.)
Efendimizin gönderdiği muallim Mus'ab İbni Umeyr (R.A.), sükûnetini hiç
bozmadan, tatlı, yumuşak ve tesirli bir edâ ile, Useyd İbni Hudayr'a:
—"Hele biraz
durunuz; oturunuz. Sözümü dinleyiniz ve maksadımızı anlayınız." diyerek,
gayet yumuşak ve lütufkâr bir tavırla mukabele etti ve oturttu.
Sonra, O'na; kendisinin
ne yapmak istediğini, İslâmiyetin esaslarını, gayesini, oldukça açık ve tatlı
bir dille anlattı. Konuşmasını takiben de, çok güzel ve kalbe işleyen sesi ile
biraz Kur'ân-ı Kerim okudu.
Yapılan konuşma ve
özellikle okunan Kur'ân-ı Kerîm Useyd İbni Hudayr'de beklenen tesiri gösterdi
ve O, kendinden geçmiş bir edâ içinde: "Bu ne güzel şey!...." dedi.
Ve: "Bu dîne
girmek için ne yapmak lâzımdır?" diye sordu. Anlattılar. Ve, derhâl,
orada müslüman oldu.
Sonra, Üseyd İbni
Hudayr (R.A.), Mus'ab İbni Ümeyr'e hitaben: —"Beni, buraya birisi
gönderdi. Ben gidip, hemen onu size göndereyim. Eğer, o size tâbi olursa, bu
şehirde, onun kavminden iman etmedik kimse kalmaz." diyerek.kalktı ve
gitti.
Doğruca Sa'd İbni
Muâz'm yanma vardı. Sa'd, O'nu geriden görünce: "Yemin ederim ki, Useyd
buradan gittiği yüzle gelmiyor." dedi. Ve sonra, Useyd İbni Hudayr'e:
—"Ne yaptm Ey
Useyd?" dedi: Useyd İbni Hudeyr (R.A.):
—"O adamla
konuştum ve onların fena bir tarafını görmedim. Yalnız, haber aldım ki:
"Benî Harise, Es'ad'in bu hareketinden kuşkulanmış ve O'nu öldürmek için
kıyam etmişler." dedi.
Bu sözler Sa'd İbni
Muâz'ı çok kızdırdı. Çünkü, bir kaç sene önce vuku bulan bir savaşta, kendi
kabilesi olan Benî Abdü'l-Eşhel, Beni Hâriseyi yenmiş ve onları Hayber'e
sığınmaya mecbur etmişti. Bir sene sonra, merhameten, onların, yurtlarına
dönmelerine izin verilmişti. Şimdi ise, Esad İbni Zürâre'yi öldürmeye kalkacak
kadar küstahlaşıyorlardı. Sa'd İbni Muâz'ı kızdıran durum bu idi..
Aslında böyle bir
durum da yoktu. Ancak, Useyd İbni Hudayr, Sa'd İbni Muâz'ın, teyzesinin oğluna
zarar vermesini istemiyor ve onun tarafına geçmesini arzu ediyordu.
Sa'd İbni Muâz, bu
haberi alınca, derhâl kalkıp, Es'ad İbni Zürâre (R. A.) ile Mus'ab îbni Umeyr'm
bulundukları yere gitti. Onları huzur içinde görünce Üseyd îbni Hudayr'ın
maksadını anladı.
Ve onlara hitaben:
—"Es'ad! Aramızda
akrabalık olmasa, sen bana bu kadar ar-' zulu olmazdın." dedi.
Bu söze Mus'ab İbni
Umeyr (R.A.) cevap verdi:
—* 'Ey Sa'd!... Hele
biraz durunuz; şuraya oturunuz ve bizi dinleyiniz; anlayınız. Sözlerimiz
hoşunuza giderse ne âla!... Eğer, sözlerimizi beğenmezseniz, biz de, —çirkin
gördüğünüz işi— size teklif etmekten vaz geçeriz. Ve, bizi bırakır
gidersiniz."
Bu makul sözler
karşısında Sa'd İbni Muâz, bir kenara oturdu ve onların sözlerini dinledi.
Mus'ab İbni Umeyr
(R.A.), O'nada önce İslâmiyeti anlattı ve sonra da bir miktar Kur'an-ı Kerim
okudu. O okudukça, Sa'd İbni Muâz'ın yüzünün rengi de değişiyordu. Kur'ân-ı
Kerîm bitince:
—"Siz, bu dîne
girmek için ne yapıyorsunuz?" dedi.
Hz. Mus'ab İbni Umeyr
(R.A.), O'na îslâmiyetin esaslarını ve kelhne-i şehâdeti öğretti. O da kelime-i
şehâdet getirerek İslâmiyet şerefine nail oldu.
Oradan huzur içinde
ayrıldı. Evine gidip yıkandı. Sonra, yanına Useyd İbni Hudayr'ı da alarak, kavminin
toplanmış olduğu yere gitti.
Orada bulunan
Abdü'l-Eşhel Oğullarına hitaben:
—"Ey Abdü'l-Eşhel
Oğullan, siz, beni nasıl tanırsınız?" dedi.
Kavmi, hep bir
ağızdan:
—"Siz, bizim
efendimiz, efd
Bunun üzerine, Sa'd
İbni Muâz (R.A.) hazretleri:
O hâlde, hepinize
haber veriyorum ki, ben İslâm ile müşerref oldum. Siz de Allah'a ve Resulüne
İmân etmelisiniz. Bunu yapmazsanız, erkeklerinizle de kadınlarınızla da
konuşmak bana haramdır." dedi.
Ve Abdü'l-Eşheİ
Oğulları toptan müslüman oldular. O gün, Me-dîne sokakları, bu yeni mü'minlerin
"Allahu Ekber" nidaları ile çınladı.
Bu olaydan kısa bir
müddet sonra, Medine'nin iki büyük kabîlesi olan Evs'lilerin ve Hazreclilerin
tamamı müslüman oldu.
Durum, Resûl-i Ekrem
(S.A.V.) Efendimize bildirilince, Mekke müslümanlan büyük bir sevince
garkoldular. Bu sebeple, bu yıla sevinç yılı denildi. (Milâdî 621)
İkinci Akabe bîatında
Sa'd İbni Muâz (R.A.) hazretleri de bulunmuş ve Fahr-i Âlem (S.A.V.)
Efendimize biat etmiştir.
Hz. Şa'd İbni Muâz
(R.A.), ehl-i Bedir'dendir. Ve, bu savaştan önce, Peygamber (S.A.V.)
Efendimiz'in yaptığı istişârî toplantıda söz almış ve yaptığı konuşmada,
Fahr-i Kâinat (S.A.V.) Efendimize bağlılığını samîmi ve duygulu bir lisânla
dile getirmiştir.
Sa'd İbni Muâz (R.A.)
hazretleri, Uhud Savaşına da iştirak etmiş ve büyük kahramanlıklar
göstermiştir.
Bu savaşta, Hz.
Sa'd'ın oğlu Amr İbni Sa'd İbni Muâz (R.A.) şehîd olmuştur.
Hicrî 5. yıda vuku'
bulan Hendek Gazvesinde de, Sa'd İbni Mûaz (R.A.) hazretleri, mühim rol oynamış
ve Habban İbni Abdi Menâfin attığı bir okla, kolundan derin bir şekilde
yaralanmış ve çok kan kaybetmiştir.
Hz. Sa'd İbni Muâz
kendisine ok atan şahsı gördü ve O'na beddua etti.
Yarasının ağır
olduğunu gören, Sa'd İbni Muâz (R. A.), Cenâb-i Hakka şöyle duâ etti.
—YâRabbÜ... Kureyş
harbe devam edecekse, hayatta kalayım. Çünkü, Senin Resulüne eziyet eden ve onu
yalanlayan bu adamlarla savaşmaktan hoşlandığım kadar, başka hiç bir şeyden
hoşlanmıyorum.
Yok, eğer aramızdaki
savaş son buluyorsa, beni şehitlik mertebesine yükselt. Fakat, Benî Kurayza'mn
âkibetini görmeden ruhumu kabzetme."
Sa'd İbni Muâz (R.A.)
hazretlerinin bu samimî duasını Cenâb-ı Hak kabul buyurdu.
Şöyle ki, vadinde
durmayan ve düşmana yardım eden Benî Ku-rayza muhasara altına alındı ve bu
muhasara bir ay sürdü. Bu durumda, Benî Kurayza'lılar, kendilerine de Benî
Kaynuka'hlara yapılan muamelenin aynısının yapılmasını istediler ve Sa'd İbni
Mu-âz'ın hakem olmasını, O'nun hükmüne razı olacaklarım bildirdiler. Hz. Sa'd
İbni Muâz (R.A.), Tevrat'a göre hükmetmeyi uygun buldu. Yahudiler de bunu
kabul etti. Sa'd İbni Muâz (R.A.) hazretleri Tevrat'a göre hüküm vererek, eli
silah tutan erkeklerin katledilmesi, kadınlarla çocukların da esir
edilmelerine karar verdi. Müslüman olan Benî Kurayza'lılar canını kurtardı.
Sa'd İbni Muâz (R.A.),
hükmünü verdikten sonra çadırına döndü. Yarası açılmış, yine fazla kan
kaybetmeye başladı. Duası kabul edilmişti. Resûl-i Ekrem (S.A.V.) Efendimiz,
Sa'd İbni Muâz (R.A.)'ı ziyaretine geldi.
Ve, Hz. Sa'd İbni Muâz
(R.A.), hicretin 5. yılında şehitlik, mertebesine ulaştı.
Sa'd İbni Muâz (R.A.)
vefatında, Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer sesli olarak ağlamaktan kendini
alamadılar.
O'nun şehâdeti, Fahr-i
Âlem (S.A.V.) Efendimizi de çok müteessir etmişti.
Resûl-İ Ekrem (S.A.V.)
Efendimiz şöyle buyurdu:
—"Sa'd İbni
Muâz'ın ölümünden dolayı, Rahman olan Hak Te-âlâ'mn arşı titredi."
Bazı zâtlara göre,
arşın titremesi: Hz. Sa'd İbni Muâz'ın gelmesinden dolayı meleklerin ferahâp
olması anlamındadır. [479]
Sa'd İbni Ubâde
(R.A.), ensâr-ı kiramın ileri gelenlerindendir.
Kendisi, o devirde
yapılabilecek tahsilin en üstününü yapmıştı. Ve arap dilini en iyi bilenlerden
biri idi.
Sa'd İbni Ubâde (R.A.)
hazretlerinin künyesi: Ebû Sâbîl el-Ensârî; lakabı ise; Seyyidü'l-Hazrecdir.
Annesi Umre binti Mes'ud İbni Amr da müslümandı yanı Sâhâbiye idi.
Sa'd İbni Ubâde
(R.A.), Medîne-i Münevvere'de doğmuştur. Ancak doğum târihi kesin olarak
bilinmemektedir.
Sa'd İbni Ubâde
(R.A.)'nın dedesi olan Delîm İbni Harise, Haz-'rec Kabilesinin en büyük emiri
ve komutanı idi. O, bütün Hazrec Kabilesini etrafında toplamıştı. Bu reislik,
O'ndan sonra Oğlu Ubâde'ye, ondan da Hz. Sa'd (R.A.)'e geçmiştir.
Sa'd ibni Ubâde
(R.A.), babasının ve dedesinin kahramanlık ve cömertlik gibi hasletlerini devam
ettirmiştir.
Hz. Sa'd İbni Ubâde
(R.A.) hazretleri, Medîne-i Münevvere'de İslâmiyet yayılmaya başladığı sırada,
ikinci Akabe biati sırasında müs-lüman oldu.
Hz. Sa'da ibni Ubâde
(R.A.), çok zengin olduğu kadar, çok da cömert idi.
Resûl-i Ekrem (S.A.V.)
Efendimiz, Medîne-i Münevvere'ye hicret ettiğinde, Hz. Ebû Eyyûb el-Ensârî'nin
evinde misafir olarak kaldığı sırada, her gün O'na yemek göndermiştir.
Sa'd îbni Ubâde (R.A.)
hazretleri, Peygamber (S.A.V.) Efendimizle birlikte Bedir Savaşı hâriç bütün
savaşlara iştirak etti. Bedir Savaşına, hasta bulunduğu için iştirak etmediği
rivayet edilmektedir.
Bütün gazvelerde,
ensâr-ı kirâmm sancağım Hz. Sa'd İbni Ubâde (R.A.) taşımıştır.
Hudeybiye Müsâlahası
ile Bîat-ı Rıdvan'da hazır bulunan Sa'd İbni Ubâde (R.A.) hazretleri, aynı
yılın sonlarına doğru yapılan Hay-ber Gazvesinde de komutanlar arasında
bulundu.
Sa'd İbni Ubâde
(R.A.), Mekke'nin fethine iştirak etmiş; Peygamber (S.A.V.) Efendimizle
birlikte Veda Haccında da bulunmuştur.
Fahr-i Kâinat (S.A.V.)
Efendimizin irtihâlinden sonra, Benî Sâide sakîfesinde h
Bu toplantıda, hilâfet
makamına Hz. Ebû Bekir (R.A.) seçildi. Sa'd İbni Ubâde (R.A.) hazretleri de
derhâl Hz. Ebû Bekir (R.A.)'e biat etti. Ve, O'nun hilâfeti müddetince,
Medîne-i Münevvere'de ikâmet etti.
Daha sonra, Suriye
tarafına giden Sa'd İbni Ubâde (R.A.) hazretleri, Havran'da ikâmet etmiş ve
hicri 15 senesinde orada Rahmet -i Rahmân'a kavuşmuştur. [480]
Sadrü'ş-şehid
Bürhânü'l-eimme Hüsamüddîn Ömer İbni Ab-dilaziz el-Buhârî, hanefî fakıylerinin
büyüklerindendir.
Künyesi: Ebû
Muhammed'dir.Hüsâmü'ş-şehîd diye de anılır.
Sadrü'ş-şehîd fıkıh
ilmini babası Bürhânü'd-dîn el-Kebîr'den okumuştur.
Kendisi de, Mutaıyt-ı
Razavî sahibi'nin fıkıhta üstadıdır.
Sadrü'ş-şehîd, hicrî
483 (milâdî 1090) tarihinde doğmuştur. Hicrî 536 (mîlâdî 1142) yılında,
Semerkant'ta gayri müslimler tarafından şehîd edilen,Bürhânül-eimme
Hüsamü'd-dîn Ömer İbn Abdilaziz'in naşı, Buhârâ'ya nakledilmiştir. [481]
Sadrü'ş-şehîd merhum,
fıkıh sahasında pek çok kıymetli eserler telif etmiştir. Bunların başlıcaları
şunlardır:
1-) Şerhu
Edebi'1-Kâdî
Bu eser, Hassâf'm
Edebü'1-Kâdî adlı eserinin çok faydalı bir şerhidir.
2-) Fetâvâyi
Suğrâ
3-)
Fetvâvâyi Kübrâ
4-)
Şerhû'l-Câmii's-Sağîr
5-) el-Mebsûi
fi'1-Hüâfiyyât
6-)
el-Vâkıât
7-)
Kitâbü'I-Hitân
8-)
Kitâbü't-Tezfeiye
9-) Risale
fî- Mesaili'ş-Şüyü
10-)
Şerhu'l-Kitabi'I-Nafakât
11-)
Umdetü'l-Müfti
12-)
Usûlü'l-Fıkıh
13-)
Kitâbü't - Teravih
14-)
Fetâvâyi Hiisânî
Bü kıymetli eserlerden
bir kısmının el yazması nüshaları, İstanbul kütüphanelerinde mevcuttur. [482]
Sadrü'ş-Şerîati'l-Evvel
Ahmed İbni Cemâliddîn Ubeydullah el-Mahbûbî, büyük bir hanefî fakıyhıdir.
Sadrü'ş-Şeriâti'l-Evvel,
Buhârâ'lıdır. Ve hicrî 630 (mîlâdî 1233) tarihlerinde Buhârâ'da yetişmiştir.
Tâcü'ş-Şeria Mahmud,
bu zatın oğludur. [483]
Sadrü'ş-Şerîati's-Sânî
Ubeydullah İbni Mes'ûd İbni Tâci'ş-Şerîa Mahmud İbni Sadrü'ş-Şeria Ahmed,
hanefî fakıyhlerinin ileri gelenlerindendir.
Sadrü'ş-Şeriati's-Sânî,
fıkıh, tefsir, hadis ilimleri ile özellikle kelâm, mantık ve felsefe
ilimlerinde çok ileri bir âlim idi.,
Sadrü'ş-Şerîati's-Sariî
hicrî 747 (mîlâdî 1346) tarihinde Buhârâ'da vefat etmiştir. Kabri, Buhârâ'da
Şeriâbâd'dadır. Kendisine Sadrü'ş-Şerîati'l-Asgar da denir. [484]
Sadru'ş-Şeriati's-Sanî
merhumun başlıca,eserleri şunlardır:
1-) Şerhu
Vikaye
Bu eser, dedesi Tacüddîn'in
Vikayesine yaptığı bir şerhtir.
2-)
Tenkihu'1-UsBİ
3-)
et-Tavzîh fî-Haffi Gavâmızı't-Tenkîh
4-)
en-Nikâye Muhtasara'1-Vikaye
5-)
Mukaddimât-ı Erbaa
6-)
Tâdîlül-Ulûm[485]
Saîd İbni Cübeyf,
tabiînin büyüklerinden, Küfe'de yetişmiş, müctehid bir zâttır.
İsmi: Said İbni Cübeyr
îbni Hişam el-Esdî; künyesi; Ebû Mu-hammed'dir. Aslen Habeşistanlıdır.
Said İbni Cübeyr
(R.A.); Abdullah İbnü Abbas, Abdullah İbnü Zübeyr, Abdullan İbnü Ömer; Ebû Said
el-Hudrî, Ebû Hureyre, Ebû Mûsâ el-Eş'arî ile daha pek çok sahâbe-i kiramdan
ilim tahsil etmiş ve onların ders halkalarında yetişmiştir.
Said İbni Cübeyr
hazretleri, bu büyük sahâbîlerden, özellikle hadîs, fıkıh,
tefsir ve kıraat
ilimleri ile pek
çok rivâyeterde bulunmuştur.
Abdullah İbnü Abbas
(R.A.) hazretleri, Said îbni Cübeyr'e: "Ey
Said! Sen de,
dîni mes'elelerde, soranlara
cevap ver." buyurmuştu.
Said İbni Cübeyr
hazretleri de pek çok âlim yetiştirmiştir.
Bir müddet İsfahan'da
ikâmet etmiş bulunan Said İbni Cübeyr; Haccâc'm zulmüne karşı çıkmış Ve O'na
cephe alan Eş'as ile, Türkistan'da bulunmuştur.
Bu hâdise sonunda,
büyük âlim, Haccâc tarafından hicrî 95 (mî-lâdî 714) yılında ve kırk dokuz
yaşında olduğu hâlde şehîd edilmiştir.
İmâm Ahmed İbni Hanbel
hazretleri, şöyle demektedir:
—"Haccâc, Said
ibni Cübeyr'i şehîd etti. Said İbni Cübeyr, yer-yüzündekilerin hepsinin
kendisine muhtaç bulunduğu bir zât idi."
Ebû Kasım Taberî şöyle
diyor.
—"Said İbni
Cübeyr, hadis rivayetinde sika bir râvî ve her mes'-elede müslümanlara hüccet
olan bir imamdır."
İbni Hibban,
Kitâbü's-Sikât'ında şöyle diyor: —"O, fakıyh, âbid, fazıl ve müttakî bir
zât idi."
Hasan-ı Basrî, Said
İbni Cübeyr'in şehid edildiğini duyunca: —"Eyvah! İlmine, irfanına doğudan
batıya kadar bütün müslümanlarm muhtaç olduğu en değerli âlimi kaybettik."
buyurdu. [486]
Saîd îbni Ebî Arûbe,
tanınmış bir
Künyesi: Ebû'n-Nadr
olan Said İbni Ebû Arûbe, Adiy Kabilesinin azâdlısıdır. Babasının adı: Mihran
el-Basrî'dir.
Saîd İbni Ebû Arîbe,
zamanının en büyük hadîs âlimi idi. Kendisi, Katâde, Nadr İbni Enes, Hasan-ı
Basrî, Abdullah İbni Fîruz, Âmir el-Ahvel, Ya'lâ İbni Hâkim gibi bir çok zâttan
hadîs rivayet etmiştir.
Kendisinden de H
Yahya el-Kettan şöyle
demiştir:
—"Şu'be veya
Hişam yahut İbni Ebî Arûbe'den bir şey işittiğim zaman, onu başkalarından da
duyma ihtiyacı hissetmem."
Said Ibni Ebî Arûbe
hazretleri hicrî 156(mîlâdî 773)yılında vefat etmiştir. [487]
Saîd İbni Müseyyeb,
Medîne-i Münevvere'de tabiîn devrinde yetişmiş bulunan fukahâ-i seb'adan (=
yedi büyük fakıh'ten) birisidir.
İsmi: Saîd İbni
Müseyyeb İbni Hazn İbni Ebî Vehb'dir. Künyesi: Ebû Muhammed MedenFdir.
Saîd İbni Müseyyeb;
Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali, Sa'd İbni Ebî Vakkas, Muâviye, Ebû Hureyre gibi
pek çok sahâbîden hadîs-i şerîf rivayet etmiştir. Babası ve dedesi de ashab-i
kiramdandır.
Saîd İbni Müseyyeb,
hadîs ilminde olduğu gibi fıkıh ilminde de üstün bir âlim idi. Kendisine
fakıyhu'l-hıkahâ ve âlimü'l-ülemâ da denir.
Saîd İbni Müseyyeb,
Ebû Hureyre (R.A.)'nin kızı ile evli idi.
Saîd İbni Müseyyeb
hazretleri, bir hadîs-i şerîf öğrenmek için, bazen, günlerce, yolculuk yapardı.
Ali îbni el-Medenî
şöyle derdi:
—"Tabiînin
arasında, O'ndan daha âlim bir kimse görmedim. O: "Peygamberimizin sünneti
böyle olmuştur." derse, bu sana yeter."
İmâm Şafiî:
"O'nun mürselleri (= yani, senedinden sahabeyi atlıyarak rivayet ettiği
hadisler) bizim içiri huccettir.Sağlam bir delildir/' buyurmuştur.
Amr İbni Meymûn İbni
Mihan, babasının şöyle dediğini nakletmiştir:,
—"Medine'ye
geldiğinde, şehir halkı içinde en âliminin kim olduğunu sordum. Bunun üzerine,
beni Said îbni Müseyyeb'e gönderdiler."
Katâde İbni Diâme
şöyle diyor:
—"Helâl ye
haramı, Said îbni Müseyyeb'den daha iyi bilen hiç bir kimse görmedim."
Said İbni Müseyeb,
hicrî 15 (mîlâdî 638) yılında Medîne-i Münevvere'de doğdu ve hicrî 91 (mîlâdî
710) yılında vefat etti. [488]
Hz. Saîd İbni Zeyd
(R.A.), aşere—i mübeşşereden,yani hayatta iken cennetle müjdelenen on büyük
sahabeden biridir.
Künyesi: Ebû AVer ve
Ebû Sevir idi. Dedesi Amr, Hz. Ömer (R.A.)'in amcasıdır.
Hz. Saîd İbni Zeyd,
Hz. Ömer (R.A.)'in eniştesi, aynı zamanda da kayın biraderidir.
Saîd îbni Zeyd
(R.A.)'in babası Zeyd İbni Amr, Islamiyetten önce Peygamberimizle görüşürdü. O,
putlara tapmaz, onlar adıiıa kesilen hayvanların etmi yemez ve Allah'ın
birliğine inanırdı. Ve, Hz. İbrahim'in dini olan hanîfilik"dinine
girmiştir.
Saîd İbni Zeyd (R.A.),
Peygamber (S.A.V/) Efendimizin İslâm'a da'vetini kabul etti ve derhâl hanımı
Fâiıma bint-i Hattab ile birlikte müslüman oldular. Kendileri, ilk
müslümanlardandırlar.
Habbab İbni Eret
(R.A.), evlerine gelip, Kur'ân-ı Kerîm okurdu. Hz. Ömer (R.A.) de, kötü niyetle
geldiği bu evde Kur'ân-ı Kerîmi işitmiş ve dinlemiş; bunun tesiri ile de
müslüman olmuştur.
Saîd İbni Zeyd (R.A.)
müslüman olunca, diğer ilk nıüslümanlar gibi çok zulüm ve eziyet gördü ve
Peygamber (S.A.V.) Efendimizin izni ile Habeşistan'a hicret etti.
Buradan da, Fahr-i
Kâinat (S.A.V.) Efendimizin hicretinden sonra, Medîne-i Münevvere'ye geldiler.
Medine'ye hicretten
sonra, Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, Hz. Saîd İbni Zeyd ile Talhâ Ibni
Ubeydullah hazretlerini Suriye tarafına, oradaki insanların durumlarını
araşırmak ve incelemek üzere gönderdi. Bu yolculukları sırasında, Ebû Süfyân'm
başkanı bulunduğunu araştırdılar.
Saîd îbni Zeyd (R.A.),
Bedir Savaşında bulunmadı. Ancak, O'nun^oklarını Peygamber (S.A.V.) attı ve
O'na ganîmetten hisse ayrıldı.
Saîd İbni Zeyd (R.A.),
Bedir'den sonra, Peygamber (S.A.V.) Efendimizin bütün gazvelerine katıldı.
Hz. Ebû Bekir (R.A.),
Hz. Ömer ve Hz. Osman devirlerinde de pek çok savaşlara iştirak etti. Ecnâdeyn
Savaşında suvârî kuvvetlerinin Fihl Savaşında da piyadelerin komutanı idi. Şam
muhasarasına ve bu şehrin fethine iştirak etti.
Saîd İbni Zeyd (R.A.),
dünya ve dünya nimetlerinden daha çok ibâdetlerini ve âhireti düşünürdü.rijç
bir makam ve mevkie talip olmaz; ancak, aldığı görevi en güzel bir şekilde
yapardı.
Saîd İbni Zeyd (R.A.),
düâsı kabul edilen zatlardan biridir. Bundan dolayı, herkes bu büyük zâtı
kırmaktan kaçınırdı.
Saîd İbni Zeyd (R.A.)
hazretleri, Peygamber (S.A.V.) Efendimizden 48 hadîs-i şerîf rivayet etmiştir.
Saîd İbni Zeyd (R.A.)
hazretleri, hicrî 50 (mîlâdî 671) yılında, Medîne-i Münevvere yakınlarındaki
Akîk denilen mevkîde, yetmiş yaşlarında iken vefat etmiştir.
Cenazesini, Sa'd İbni
Ebî Vakkâs (R.A.) hazretleri yıkamış, techîz ve tekvin etmiştir.
Medîne-i Münevvere'de
Bakî Kabristam'na defnedilmiştir. [489]
S
Tabiînin ileri
gelenlerinden olan S
Babası, ashabı
kiramdan, büyük âlim Abdullah bin Ömer (R.A.)'dir.
S
S
S
Nâfî, Ömer bin Dinar,
İbni Şihâb ez-Zuhrî..
S
S
S
Tabiînden ve Medîne-i
Münevvere'deki yedi büyük âlimden biri olan Saîd bin Müseyyeb, şöyle diyor:
—"S
İshâk bin Rahîye şöyle
diyor:
—"Bütün
isnadların en doğrusu, Zührî'nin Sâlim'den; O'nun da babasından
rivayetidir."
S
S
Aslen İranlı olan Hz.
Sâlim'in babasının isminin Ma'kıl olduğunu söyleyenler de vardır. Kendisi,
çoğu zaman S
Künyesi: Ebû
Abdullah'tır Baba tarafından muhacirinden, anne tarafından da ensâr'dandır.
Hz. S
S
Hz. Ebû Bekir (R.A.)
zamanında, Yemâme'de yapılan savaşta sancaktarlık yapmakta idi. Aldığı kılıç
darbeleri ile şehid oldu.
Hz. S
—"Kur'an-ı
Kerîm'i şu dört kişiden öğreniniz." buyurmuşlar ve bu dört kişiyi
sayarken, S
Resûl-i Ekrem (S.A.V.)
Efendimiz, Hz. Sâlim'in kıraatini derin bir huşu içinde dinlerdi. O'nun sesi
güzeldi ve Kur'ân-i Kerîm'i çok güzel okurdu.
Hz. S
Hz. Ömer (R.A.)'in, S
Hz. Ömer (R.A.)
yaralandığında, şehit olmadan önce: —"Ebû Huzeyfe'nin azatlısı S
Hz. Ömer (R.A.)'in bu
sözü, S
Hz. S
O'nun ruhunu taziz
için, vârisleri de malından birşey almamış ve hepsi beytü'1-mâle kalmıştır. [491]
Seleme İbni Suheyb,
hicrî ikinci asırda yetişmiş âlimlerdendir. Künyesi: Ebû Huzeyfe'dir.
"İbni Suhaybe" ve başka isimlerle de anılır.
Seleme İbni Suheyb,
iyi bir fakıyh ve sika bir muhaddistir. Kendisi, tebe-i tâbiîndendir. [492]
Selmân-ı Fârisî
(R.A.) hazretleri, ashâb-ı
kiramın ileri gelenlerindendir.
Aslen İranlı olup,
İsfahan'ın Cey köyünde doğmuş bulunan Selmân-ı Fârisî hazretlerinin doğum
tarihi bilinmemektedir.
Kendisinin
muammerûn'dan (= uzun ömür sürmüş kimselerden) olduğunda ittifak bulunmasına
rağmen kaç yıl yaşadığı da kesin olarak bilinmemektedir. Ancak, Selmân-ı
Fârisî hazretlerinin 250 yıldan fazla yaşadığını söyleyenler çoğunluktadır.
Selmân-ı Fârisi
(R.A.)'nin ailesi mecûsî olup, ateşe tapan kimselerdendir. Kendisi de o
terbiye iie yetişmişti.
Bu sırada hıristiyan
olan bir kaç kişi ile görüşüp, din hakkında onlardan bilgi edindi ve hır is tiy
anlığa mecûsîlikten üstün bularak o dine girdi.
Buna razı olmayan
babası, Selmân-ı Farisî'ye işkence yaptı.
Bir fırsatını bulup,
Şam'a giden bir kervana dâhil oldu ve Şam'da hıristiyanların en büyük rahibinin
hiz
Bu adam ölünce,
hıristiyan cemâati; ona büyük bir merasim yapma hazırlığına girdi. Selâm-ı
Fârisî, o şahsın iç yüzünü açıkladı ve merasimden vaz geçildi.
Bu şahsın yerine gelen
rahip, ihlâslı bir adamdı. Selmân-ı Farisî uzun müddet ona da hizmet etti. Bu
şahıs ölürken, Selmân, "kendisinden sonra kimin hiz
O'na da uzun müddet
hizmet etti ve öleceği zaman, onun da tavsiyesini alarak Nusaybin'deki bir
rahibin hiz
Bu şahsa da uzun
müddet hizmet eden Selmân-ı Fârisî ölüm döşeğinde iken, bu rahibe:
—"Efendim,
ömrünüzün uzun olmasını temenni ederim. Fakat, eğer siz benden önce vefat
ederseniz, bana sizin gibi mürşid olacak, bir büyük zâtı şimdiden tavsiye eder
misiniz?" dedi. Rahip:
—Böyle birini tavsiye
edeceğim gibi; onun yanma hemen gitmeni de tavsiye ederim." dedi. Ve
şöyle devam etti:
—"Arabistan
tarafına git; o tarafta âhir zaman Peygamberi zuhur edecektir. Onun ismi bizim
kitabımızda yazılıdır. Ona tâbi ol. Senin yerin orasıdır."
Selmân-ı Farisî:
—"O zâtı nasıl
bulacağım? Bulduğum zatın senin dediğin şahıs1 olduğunu nasıl
anlayacağım?" diye sordu. Rahip:
—"O zat, sadaka
teklif edersen almaz; hediye verirsen onu kabul eder. Sırtında da nübüvvet
mührü vardır ki, bu onun mueizele-rindendir." karşılığını verdi.
Bu rahip ölünce,
Selmân-ı Fârisî, kendisini Arabistan'a götürecek bir kervan beklemeye başladı.
Bu arada sahibi bulunduğu koyun ve sığırları otlatıyordu.
Nihayet bir kervan
geldi. Selman da koyun ve sığırlarını satıp, yolculuk ücreti olarak verdi.
Ancak, Arabistan'a gelince, kervancılar onu köle diye sattılar. Ve geldiği
yerin Medine olduğunu sonradan öğrendi.
Bu sırada, Fahr-i
Kâinat (S.A.V.) Efendimiz hicret buyurup, Medine'yi şefeflendirmişlerdi.
Selmân, önce, O'na bir miktar hurma götürüp "Sadakamdır." dedi ve
Rasûl-i Ekrem (S.A.V.) Efendimiz ondan yemeyip, yanındakilere ikram etti;
sonra: "hediyemdir." diyerek bir miktar daha hurma götürdü.
Peygamber (S.A.V.) Efendimiz ondan yedi.
Bunlardan sonra
Selmân-ı Fârisî, nübevvet mührünü de gördü ve müslüman oldu.
Daha sonra mükâtebe
usulüyle kölelikten kurtulan Selmân-ı Fârisî (R.A.), Bedir ve Uhud savaşlarına,
—bu sıralarda köle olduğu için— iştirak edemedi.
Hürriyete kavuştuktan
sonra yapılan Hendek Savaşına iştirak etti. Bu savaşta, Medine'nin düşmanın
geleceği tarafına hendek kazılması fîkri de Selmân-ı Fârisî (R.A.) tarafından
ortaya atılmıştır.
Selmân-ı Fârisî,
müslüman olduktan sonra bütün gazvelere iştirak etti.
Peygamber (S.A.V.)
Efendimiz: "Selman, benim ehl-i beytim-dendir." buyurmuştur.
Selmân-ı Fârisî (R.A.)
hazretleri ashâb-i suffa'dandı. Dolayı-siyle, Fahr-i Kâinat (S.A.V.)
Efendimizin huzurunda çok ve uzun müddet bulunurdu. Hatta, geceleri bile O'nun
huzurunda sohbeti ile şereflendiği olurdu.
Fahr-i Âlem (S.A.V.)
Efendimiz, Selmân-ı Fârisî'yi, Ebü'd-Derdâ (R.A.) ile kardeş yapmış ve bir
defasında Ebû'd-Derdâ'ya hitaben:
—"Selmân senden
daha fakıhtır." buyurmuştu.
Hz. Ebû Bekir (R.A.)
devrinde Medîne-i Münevvere'de kalan Selmân-ı Fârisî (R.A.) hazretleri, Hz.
Ömer (R.A.) zamanında İran tarafına gönderilen orduya katıldı. Ve İran'ın
fethinde çok büyük hizmetleri dokundu. Çünkü, ana dili farsca idi ve onların
örfünü, âdetini, savaş taktik ve silahlarını gayet iyi biliyordu.
Medâin şehri
fethedilince, Hz. Ömer (R.A.), Selmân-ı Farisî (R.A.) hazretlerini buraya v
Selmân-ı Fârisî,
idaresindeki basiret, halka uyguladığı adalet ve kendi yaşayışındaki sadelikten
dolayı, halk tarafından çok sevildi ve bu tutumu ile onların İslâm'a muhabbet
beslemelerini sağladı.
Selmân-ı Fârisî
(R.A.), Medâin V
Selmân-ı Fârisî
(R.A.), uzun boylu, esmer tenli ve gayet sade giyinen bir zat idi. > V
Hz. Osman (R.A.)
zamanında hastalanan Selmân-ı Fârisî (R.A.), kendisini ziyaret edenlere,
nasihatlerde bulunmaya devam etti.
Selmân-ı Fârisî, hicrî
35 (milâdî 655) yılında vefat etti.
Selmân-ı Fârisî
(R.A.), Resûl-i Ekrem (S.A.V.) Efendimizin huzurlarında ve sohbetleri ile
kemâle ermiş, büyük bir zahir ve batin âlimi idi.
Kendisi, Peygamber
(S.A.V.) Efendimizden 60 hadîs-i şerif rivayet etmiştir. Bu hadis-i şeriflerin
otuz kadarı, Buhârî ve Müslim hazretlerinin sahihlerinde yer almaktadır.
Selman-ı Farisi
(R.A.), ilim öğretme hususunda da çok gayretli idi. Ebû Said el-Hudrî, îbni
Abbas, Evs İbni Mâlik gibi zâtlar O'nun.talebeleri arasında idi". Ebû
Hureyre (R.A.) de, kendisinden hadîs-i şerîf rivayet edenler arasındadır.
Tabiînin büyüklerinden
ve Medîne'de, zamanının yedi büyük fa-kıyhınden (= fukahâ-i Seb'adan) olan
Kasım İbni Muhammed de, Selmân-ı Fârisî (R.A.)'nin talebelerindendir.
Peygamber (S.A.V.)
Efendimiz şöyle buyurdular: —"Cennet üç kişiye müştaktır. (Yani, onların
gelmesini şevkle
beklemektedir):
Aliyyü'l-Murtazâ, Ammâr İbni Yâsir ve Selmân-ı Fârisî' *
Yine Fahr-i Âlem
(S.A.V.) Efendimiz buyuruyorlar: "Dört kişi, fazîlet bakımından öne
geçmiştir: Ben arapları, Süheyl ramları, Selman farsları ve Bilâl habeşleri,
—faziletçe— geçmişiz.*'[493]
Hz. Semûre İbni
Cündeb, ensâr-ı kiramdandır. Künyesi: Ebû Said (veya Ebû
Semûre İbni Cündeb
(R.A.) hazretlerinin İslâmiyeti ne zaman kabul ettiği bilinmemektedir. Ancak,
annesinin kendisinden önce müs-lüman olduğu kaydedilmektedir.
Semûre İbni Cündeb,
Fahr-i Kâinat (S.A.V.) Efendimizle birlikte bir çok gazaya iştirak etmiş ve
O'ndan 123 hadîs-i şerîf rivayet etmiştir.
Bu durumlardan, O'nun
genç yaşta müslüman olduğu anlaşılmaktadır.
Hz. Semûre İbni Cündeb
(R.A.), Basra Şehri kurulduktan sonra, oraya gidip yerleşmiş ve hayatının
sonuna kadar orada yaşamıştır.
Ziyâd İbni Ebîhi'nin
Basra V
Semûre İbni Cündeb
(R.A.) hazretleri, haricîlere karşı gayet şiddetli davranmış ve onları
sindirmeye muvaffak olmuştur.
Hz Semûre (R.A.),
kuvvetli bir hafız ve güçlü bir hadîs âlimidir.
Hasan-ı Basrî ve İbni
Şîrîn gibi, tabiînin meşhurları kendisinden hadîs-i şerîf rivayet etmişlerdir.
Semûre İbni Cündeb
(R.A.) hazretleri hicrî 59 (milâdî 679) tarihinde, Basra'da vefat etmiştir. [494]
Seyfeddin İsmail
Efendi, Mecelle Komisyonu azalarındandır ve çalışmaların tamamında
bulunanlardan biridir.
Harput'ta dünyaya
gelmiş olan Seyfeddin İsmail Efendi, bir müddet, orada tahsile devam etmiş ve
daha sonra da İstanbul'a gelerek tahsilini tamamlamıştır.
Vidihli hocadan ders
alırken, Ahmet Cevdet Paşa ile ders arkadaşı olan Seyfeddin İsmail Efendi,
tahsilini bitirince müderris olarak ilmiye sınıfına intisab etmiştir.
Seyfeddin İsmail
Efendi, Mayıs 1867'de Galata Kadılığına tâyin olunmuştur.
Aynı yıl Mekke payesine
erişen Seyfeddin İsmail Efendi Nisan 1869'da Şûrayı Devlet ve Mecelle Cemiyeti
azası olmuş ve bundan kısa bir müddet sonra da İstanbul payesini ihraz
etmiştir.
Seyfeddin İsmfcil
Efendi, haziran 1872'de fiilen. İstanbul Kadısı, mayıs 1874'de de Muhâkemât
Reisi olmuştur.
Aralık 1875'de Şûrayı
Devlet'e alınan Seyfeddin İsmail Efendi, 1878 yılında Anadolu ve Rumeli
Kazaskerliği payesini kazanmış ve aynı yıl içinde Haieb Nâibliğine tâyin
edilmiştir.
1879 yılında
İstanbul'a dönen Seyfeddin İsmail Efendi tekrar Şûrây-ı Devlet azalığına tayin
olunmuş ve Murassa Nişân-ı Osmânî ile taltif edilmiştir,
Fıkıh sahasında son
derece muktedir, hitabeti kuvvetli ve herkesin itimadını kazanmış bulunan
Seyfeddin İsmail Efendi 28 Aralık 1882 de istanbul'da vefat etmiştir. [495]
Ali İbni Muhammed İbni
Ali el-Cürcânî, meşhur bir âlimdir. Künyesi: Ebû'l-Hasan'dır. Seyyid Şerîf ve
Seyyid Sened diye tanınır.
Seyyid Şerîf,
Cürcan'da Esterâbâd yakınında Tâgû'da hicrî 816 (milâdî 1413) yılında
doğmuştur.
Hanefî mezhebinde olan
Seyyid Şerif Cürcânî Şer'î ve edebî ilimleri Ekmelüddîn Muhammed el-Bâbertî ve
en-Nûru't-Tavûsî'den okumuş; ayrıca, Kutbuddîn Muhammed er-Râzî ve Mevlânâ Mübarek
Şah gibi büyük âlimlerin ilim meclislerinde bulunmuş ve daha bir çok meşhur
zâttan ilim tahsil etmiştir.
Seyyid Şerîf Cürcânî
tasavvuf ve tarikata da intisab etmiş ve Hoca Allâüddîn Attâr ile Nizâmüddîn
Hâmûşîden ders almıştır.
Seyyid Şerîf, bütün
hayatını ilim ve irfana hasretmiş, her ilim ve fenden müstefid olmuş ve bir çok
ilimlerle ilgili eserler yazmış ve allâme unvanım hakkıyle kazanmıştır.
Allâme Aynî:
"Seyyid, şarkın âlimidir." demiştir.
Kendi beldesinde bir
çok ilimlerde üstad olan Seyyid Şerîf, bununla iktifa etmiyerek, ilmî kudretini artırmak için seyahate de
çıkmıştır.
Herât'a uğramış,
Kutbüddın Râzî'den mantık okumak istemişti. Bu zat, Mısır'a yerleşmiş olan
Şah'ı tavsiye edince, oraya gitmek üzere yola çıkmış ve bu yolculuk esnasında
Anadolu'ya da uğramıştı. Karaman'a uğrayıp Cemâlüddîn Akserâyî ile görüşmek istemişse
de, oraya vardığı gün, o büyük zâtın cenaze merasimi ile karşılaşmıştı.
Cemâlüddin Aksarâyî ile görüşememiş, ancak, O'nun en seçkin talebelerinden
olan Molla Fenârî ile karşılaşmıştır.
Seyyid Şerîf ile Molla
Fenârî beraberce Mısır'a gitmişler ve Ek-melüddîn'den ders almışlardır. Bu
sırada Seyyid Şerîf, Mübarek Şah'-ın derslerine de devam etmiştir.
Uzun müddet Mısır'da
kalan Seyyid Şerîf, büyük bir şeref ve şan kazanmıştır. Mısır'dan ayrılıp
Şirâz'a giden Seyid Şerîf, burada Şah Şücâüddîn Muzafferin takdirlerine mazhar
olmuştur.
Timurlenk hicrî 789
(milâdî 1387) yılında Şirâz'ı işgal ettiğinde, Seyyid Şerifin ilmi kudretini
anlamış ve O'na fevkalâde hürmet göstererek, bu büyük âlimin evine iltica
edenlere eman vermiştir.
Timur, daha sonra,
Seyyid Şerifi alıp, Mâverâü'n-Nehir'e götürdü. Timur, âlimlere çok hürmetkar
idi. Meclisinde asrının en değerli âlimlerini topladı.
Seyyid Şerîf, Timur'un
vefatına kadar Semerkant'ta kalmış; sonra Şirâz'a dönmüştür. Seyyid Şerîf ile
Allâme Taftazânî arasında Taşkent'te cerayan eden ilmî mübâhase'ler dillere
destan olmuştur.
Seyyid Şerîf, Keşşafa
yaptığı haşiye ve Kadı Beyzâvî tefsiri-ne yaptığı ta'lika ile tefsir ilmindeki
kudretini göstermiş ve kendisine "En büyük müfessirlerin iftiharı"
denilmiştir.
Daha sonra gelen bir
çok âlim de, Seyyid Şerifin Keşaf haşiyesi üzerine haşiyeler yazmışlardır. [496]
Allâme Seyyid
Şerîf Cürcânî'nin eserlerinden bir
kısmı şunlardır:
1-) Keşşafın
baş kısmına Haşiye
2-) Kadı
Beyzâvî Tefsirine Ta'lîka
3-) Risâlelü
fî-Usûli'1-Hadis
Hadis Usulü ile ilgili
olan bu eser matbüdur.
4-)
er-Risâletü'ş-Şerife
Mubâhase âdab,ı ile
ilgili olan bu eser de matbüdur.
5-) Hâşiyelü
ale'l-Mutavvel
6-) Şerhu
Met
7-)
Hikmetti'I-Ayn Haşiyesi
8-) Şerhu
Tecrid Haşiyesi
9-) Risâletü
fî'1-Vücûd
10-) Ferâizu
Sirâciyye Şerhi
Bu eser de matbüdur.
11-) Hidâye
Haşiyesi
12-) Şerhu
Muhtasar' İbni Hâcib Haşiyesi
13-) Şerhu
Mevakıf
Bu eser de matbüdur
14-)
Tarifât-ı Seyyid Bu eseride matbüdur.
15-) Mîr îsâ
goci Matbüdur.
16-) Şerhu
Hikmeti'l-İşrâk
17-) Risale
fî-Hâce Nakşıbend
18-)
Mekâtidü'1-Ulûm[497]
Sıla İbni Züfer
el-Absî, tabiînin büyüklerindendir. Künyesi: Ebû'l-Ulâ'dır.
Kûfe'li olan Sıla İbni
Züfer hazretleri, büyük bir fakıyh ve sika bir râvîdir. Zamanının en büyük muhaddis
ve fakıyhlerinden olduğunda ittifak vardır.
Sıla İbni Züfer
el-Absî, hicrî 70 (mîlâdî 690) tarihinde vefat etmiştir. [498]
Simak îbni Fazl, hicrî
ikinci asırda yetişmiş Yemenli bir âlimdir.
Tebe-i tabiînden olan
Simak İbni Fazl hazretleri, kuvvetli'bir fakıyh ve sika bir ravîdir. Rivayet
ettiği hadîs-i şerifler, İmâm Nese-î'nin Sünen'inde ve diğer bazı hadis
kitaplarında mevcuttur. [499]
Süfyân İbni Uyeyne,
tebe-i tabiînden fakıyh ve muhaddîs bir zattır.
Künyesi: Ebû Muhammed
el-Küfî'dir.
Süfyân İbni Uyeyne,
hicrî 107 (milâdî 726) tarihinde Kûfe'de doğmuş ve sonradan Mekke-i
Mükerreme'de ikâmet etmiştir.
Süfyân İbni Uyeyne;
Zührî, Şa'bî, Amr îbni Dinar ve Abdullah İbnü Dînar gibi meşhur zevattan
hadis-i şerîf dinlemiş ve rivayet etmiştir.
Süfyân İbni Uyeyne
hazretlerinden, hadis dinleyip rivayet eden zatlar içerisinde ise, A'meş,
Sevrî, Îbnü'l-Mübârek, İmâm Şafiî, İbni Vehb, Ahmed îbni Hanbel gibi meşhur
imamlar bulunmaktadır.
Süfyân îbni Uyeyne
hazretlerinden rivayet edilen hadîs-i şeriflerin sayısı yedi bini bulmaktadır.
Yanında kitap bulundurmazdı ve hafızasındaki kuvvet bir hârika demekti.
Kendisi, hadiscilerin
hükemâsından sayılırdı. Fıkıh silsilesi itibariyle de İmâm Şafiî'nin
ecdadından biri idi.
Tekrîb'de şöyle
deniliyor:
—"İbni Uyeyne;
sikadır, hafızdır, fakıyhtir, İmamdır, hüccettir. Şu kadar varki, son
günlerinde tegayür etmişti."
Süfyân îbni Uyeyne,
hicrî 198 (milâdî 814) yılında Mekke-i Mükerreme'de vefat etmiştir.
îbni Vehb: "Ben,
tefsirde Süfyân İbni Uyeyne'den daha âlim bir kimse bilmiyorum." demiştir. [500]
Tefsir, hadîs ve fıkıh
sahasında büyük bir âlim olan Süfyân İbni Uyeyne hazretlerinin başlıca eserleri
şunlardır:
1-)
et-Tefsîr
Bu, Kur'an-ı Kerîm
tefsiri ile ilgili bir eserdir.
2-) el-Câmi
Bu da, hadîs ile
ilgili bir eserdir. [501]
Süfyân-ı Sevrî, tebe-i
tâbiîn'in ileri gelenlerinden, büyük bir âlimdir.
İsmi: Süfyân İbni Saîd
îbni Mesrûk el-Kûfî; künyesi ise: Ebû Muhammed (veya Ebû Abdullah) tır.
Süfyân-ı Sevrî, hicrî
97 (milâdî 716) yılında Küfe'de dünyaya gelmiştir.
Büyük bir muhaddis ve
büyük bir fakıyh olan Süyfân-ı Sevrî, aynı zamanda zühd, takva ve vera sahibi
büyük bir mutasavvıftı.
Fıkıh ve hadis
ilimlerini zamanındaki büyük âlimlerden tahsil etti.
Kendisi mutlak bir
müctehid idi; yani müstakil bir mezhep sahibi bulunuyordu. Hatta, Cüneyd-i
Bağdadî ve Hamdun Kassar gibi zatlar da, Süfyân-ı Sevrî hazretlerinin
mezhebinde idiler.
Ancak, Süfyân-ı Sevrî
hazretlerinin mezhebi, —bağlısı kalmadığı için— zamanla unutuldu.
Ebû Âsim şöyle
demiştir:
—"Süfyân-ı Sevrî,
hadiste emire'l-mü'minîndir."
İbni Mübarek de şöyle
demiştir:
—' 'Ben, bin yüz
şeyhten hadîs-i şerîf yazdım; ancak, kendisinden hadîs-i şerîf yazdığım zevat
içinde, Süfyân-ı Sevrî'den daha ef-dâl birini görmedim."
İmâm Nevevî merhum,
Tehabü'1-Esmâ isimli eserinde şöyle diyor: —"Sevrî, kendisine uyulan altı
mezhep sahibinden biridir."
Kûfe'Ii olan Süfyân-ı
Sevrî hazretleri, Mekke-i Mükerreme'-ye gittiği zaman, halk başına toplanıp,
kendisinden pek çok şeyler sormuş; Süfyân-ı Sevrî de, hiç telâş göstermeden, bu
suallere teker teker cevap vermiştir.
Hadis, tefsir, fıkıh
ve tasavvuf ilimlerinde zamanının eşsiz âlimlerinden olan Süfyân-ı Sevrî
hazretleri, fevkalade bir hafızaya mâlikti. Kendisi şöyle diyor:
—"Hafızam,
kendisine tevdî ettiğim hiç jbir şeyde bana ihanet etmedi." [502]
İlmî kudreti herkesçe
kabul edilen ve ilmi ile âmil olup, sadece haramları yapmamakla kalmayarak,
şüpheli şeylerden de kaçınan Süfyân-ı Sevrî hazretlerinin başlıca eserleri
şunlardır:
1-)
el-Câmiu'1-Kebir
2-)
el-Câmiu's-Sağîr
3-)
Kitâbü'l-Ferâiz
İmâm Süfyân-ı Sevrî
hazretleri, hicrî 161 (mîlâdî 778) yılında Basra'da vefat etmiştir. [503]
Künyesi: Ebû Muhammed;
lakabı ise: A'meş'tir. Gözlerinden çok su aktığı için veya görme duygusunun çok
zayıf olmasından dolayı, kendisine bu lakap verilmiştir.
Babası, Devâmend'li
idi; Kûfe'ye geldi ve yerleşti. A'meş hazretleri hicrî 61 (mîlâdî 681) yılında
Kûfe'de dünyaya geldi.
A'meş, hadis ilminde
hafızdır ve sikadır.
Her sahadaki ilminin
çokluğu sebebiyle, kendisine allâmetü'l-İslâra; sıdkımn (= doğruluğunun)
çokluğu sebebiyle de Mushaf denilmiştir.
Hüşeym şöyle
demektedir:
— "Kûfe'nin hiç
bir tarafında, Allahu Teâla'nm kitabını, O'-nun kadar iyi okuyan; O'nun kadar
güzel söz söyliyen; O'nun kadar sür'atle anlayan ve güzelce kavrayan; suâllere,
O'nun kadar su-râtli cevap veren bir kimse görmedim."
Hadiste de sika bir
Kendisi, Medîne-i
Münevvere'deki fukahâ-i Seb'adan (yedi meşhur fakihten birisidir.)
Süleylan İbni Yesâr,
Ümmü'l-Müminîn Meymûne'nin azad-lısı idi. Ve Atâ-i Hilâlî'nin kardeşidir.
Muhammed İbni Sa'd
şöyle demiştir:
—"
Süveyd İbni Gafele,
tabiînin ilklerinden, fakıyh bir zattır. Süveyd İbni Gafele hazretleri,
Peygamber (S.A.V.) Efendimiz hayatta iken müslüman olmuş ve daha sonra Medîne-i
Münevvere'-ye gitmiştir. Ancak, Fahr-i Kainat (S.A.V.) Efendimizin, irtihâli bu
sırada vuku bulduğundan Süveyd İbni Gafele hazretleri, sahabî olma şerefine
nail olamamıştır.
Süveyd İbni Gafele
hazretleri, Kâdisiye ve —Hz. Ali'nin yanında— Sıffîn savaşlarında bulunmuştur.
Kûfe'de yerleşmiş olan
Süveyd İbni Gafele hazretleri hicrî 80 (milâdî 700) senesinde 128 yaşında
olduğu hâlde vefat etmiştir. [507]
Âmir İbni Şürahîl,
tabiînin büyüklerinden Kûfe'li bir zattır. Âmir İbni Şürahîl'in ataları
Yemenli'dir ve Hemdan kabilesinin bir kolu olan "Şab"a mensuptur.
Ebû Amr eş-Şa'bî,
kudretli bir âlim, fakıyh ve muhaddistir. Şa'bi (R.A.), İmam-ı Azam Ebu
Hanife'nin hadiste şeyhidir. Şa'bî hazretleri, üstün bir hafızaya mâlikti.
Eline kalem alıp, hiç
bir şeyi yazmaz; bununla birlikte, kendisine rivayet edilen binlerce hadisi
derhal ezberler ve hıfzetmek için, hiç birinin tekrarlanmasına lüzum etmezdi.
Kendisi şöyle derdi:
—"Benim en az
rivayet ettiğim şey şiirdir. Bununla beraber, dilersem, size, tekrar
etmeksizin .bir ay, aralıksız şiir inşad edebilirim."
Şa'bî (R.A.), beş yüz
sahâbiyi görmüş ve Hz. Âişe, Hz. Ali, tmrân İbni Huseyn, Ebû Hureyre, İbni Abbâs
gibi bir çok büyük sahabeden hadîs-i şerîf rivayet etmiştir.
Rivayet edildiğine
göre, halîfe Abdülmelik, Şa'bî hazretlerini, sefir olarak Rum Kayser'ine
(Bizans İmparatoruna) göndermiş ve O, bu vazifesini tamamladıktan sonra, bir
mektupla memleketine dönmüştü.
Abdülmelik, bu mektubu
okuyunca, Şa'bî'ye: —"Kayser mektubunda ne yazmış; biliyormusunuz?"
diye sordu. O:
—"Hayır,
bilmiyorum." deyince; Abdülmelik: —"Şöyle yazmış: Senin
dindaşlarının-hâline şaşılır; nasıl olmuş da senin sefirini h
—"Ey mü'minlerin
emîri! O, yalnız beni gördü; seni görmüş olsaydı böyle yazmazdı." dedi.
Abdülmelik ise:
—"Hayır, o, bu
yazısı ile beni, seni öldürmem İçin tahrik etmiş." karşılığım verdi.
Daha sonra, Kayser'in,
o sözleri, bu maksatla yazmış olduğu, onun kendi ifadesinden anlaşılmıştır.
Şa'bî'nin hikmetli
sözlerinden:
—"Fitne çıkaran
âlimden ve câhil âbidden sakının. Bunların hâline meftun olan kimse için,
ikisi de fitnedir. Hem de çok tehlikeli fitne..."
—"Ben, ne
fakıyhim, ne de âlim... Biz, ancak duyduğunu size nakleden bir topluluğuz.
Fakıyh: Allanın yasak kıldıklarından çekinen; âlim ise: Görmediği hâlde
Allah'tan korkandır."
—"Bizim
yetiştiğimiz insanlar, ilmi, aklı olan ve onunla amel edecek kimseler için
öğrenirdi. Ama, şimdi ilim tahsil edenler; bunu, akılsızlar ve amelsizler için
yapıyorlar."
Şa'bî (R.A.), hicri 20
yılında Basra'da doğmuş, 104 (milâdî 722) tarihinde Kûfe'de ansızın vefat
etmiştir. [508]
Şerefüddin İsâ îbni
Seyfiddîn Ebu Bekir, Eyyûbî hanedanından, âlim, fakıyh ve edîb bir
hükümdardır.
Şerefüddîn Isa, MeBk-i
Âdfl unvanını taşıyan büyük bir devlet adamı idi.
Şerefüddîn îsâ,
Cemâlüddin Mahmud el-Hâsirî'den fıkıh tahsil etmiştir. Kendisi, hanefî
mezhebine çok bağlı idi. Ve, Eyyûbî hanedanı şâfii mezhebinde olduğu hâlde, bu
zât hanefî mezhebini seçmiştir.
Şerefüddin isa'nın
meclisine, İslâm âleminin her yerinden âlimler gelir ve O, ilim ehline pek çok
iltifat ve ikramlarda bulunurdu.
Melîk-i Âdil
Şerefüddîn îsa, hicrî 576 (mîlâdî 1181) tarihinde Kahire'de doğmuştur.
Şam'a, sekiz seneden
biraz fazla mâlik olan Şerefüddîn Isâ, hicrî 624 (mîlâdî 1227) tarihinde burada
vefat etmiştir. [509]
Devlet işlerinin yanı
sıra, büyük bir liyâkatle ilim mes'elele-riyle de meşgul olan Şerefüddin îsâ
merhum, "İmâm Ahmed İbni Hanbel hazretlerinin Müsned'inin bablar üzerine
tertip edilmesini ve her hadîs-i şerifin, mânâ bakımından gereken bab'a
nakledilmesini" emretmiştii.
Kendisinin de, pek
değerli ve faydalı eserleri vardır. Başlıcaları ise şunlardır:
1-)
es-Sehmü'1-Musîb fî'r-Reddi ale'l-Haüb
Şerefüddîn îsâ merhum,
bu eserini Hatîb-i Bağdâdî'ye reddiye olarak yazmış ve bununla îmam-ı A'zam Ebû
Hanîfe hazretlerini müdâfaa etmiştir.
2-) Şerhu
CâmiTI-Kebîr
3-)
Kitâbu'1-Aruz. [510]
Şemsü'l-Eimme
Abdülaziz îbni Ahmed îbni S
Künyesi: Ebu
Muhammed, lakabı ise:
Şemsü'd-dîn ve Şemsü'l-Eimmedir.
Halvânî merhum, fıkıh
ilmini, Kadı Ali Ebû'l-Hasan en-Nesefî'den ve faziletinden dolayı kendisine Ebû
Hanîfe-i Asgar denilen Şemsü'l-Eimme Ebû'1-Fazl Bekir İbni Muhammed'den tahsil
etmiştir.
îbni "Kemâl
merhum, Şemsü'l-Eimme Halvânî hazretlerinin mes'elede müctehid olduğunu
bildirmektedir.
Halvânî merhumdan
fıkıh ilmi tahsil edenler arasında Ezrakî ve Şemsü'l-Eimme Serahsî gibi meşhur
zâtlar da vardır. [511]
Şemsü'l-Eimme Halvânî
merhumun, fıkıh sahasındaki el-Mebsûtü'l-Halvânî adlı eseri çok meşhurdur.
Şemsü'l-Eimme
Abdülaziz îbni Ahmed İbni S
Şemsü'l-eimme Muhammed
İbni Ahmed es-Serahsî, İslâm âlimlerinin meşhurlarından ve hanefî fakıyhlerinin ileri gelenler in dendir.
Künyesi: Ebû Bekir,
lakabı: Şemsü'l-Eimme'dir.
Şemsü'l-Eimme Serahsî
hazretleri, Türkistan'da yetişen, büyük İslam âlimlerindendir ve hicrî 400
(mîlâdî 1010) tarihinde Serahs şehrinde dünyaya gelmiştir. Kendisine, doğduğu
şehre izafeten Serahsî denilmektedir.
Serahs,
Türkmenistan'da Meşhed ile Mery arasında bir şehirdir ve bu gün İran-Rus hududu
üzerindedir.
İmâm Serahsî
hazretleri, tahsilini Buhârâ'da yaptı. Fıkıh ilmini, Şemsü'l-Eimme Halvânî'den
okudu. O'nun derslerine uzun süre devam etti. Ayrıca Ebû'I-Hasan Ali İbni
Muhammed İbni Hüseyin ve Ebû Hafs Ömer İbni Mansûr el-Bezzâr'dan da fıkıh
tahsil etmiştir.
Serahsî hazretlerinin
en büyük hocası Şemsü'I-Eimme Halvâ-nî hazretleridir. Serahsî, hocası vefat
ettikten sonra O'nun yerine geçmiş ve ilimdeki üstünlüğü sebebiyle, Serahsî'ye
de Şemsü'l-Eimme (- imamların güneşi) ünvânı verilmiştir.
Şemsü'l-Eimme Serahsî
merhumdan fıkıh tahsil edenler arasında ise; Bürhânü'l-Eimme Abdülaziz İbni
Ömer İbni Mâze, Mah-mud İbni Abdüîaziz Özcendî, Rüknüddîn Mes'ûd İbni Hasan ve
Osman İbni Ali
İbni Muhammed Beykendî gibi
meşhur zâtlar bulunmaktadır.
Şeyhu'l-İslâm Kemâl
Paşa-zâde, İmâm Serahsî hazretlerinin, müctehid fî'1-mezheb (= mezhebte müctehid) olduğunu bildirmektedir.
İmâm Serahsî, bir çok
ilimde mütehassıs ve ilmi ile âmil, zâ-hid bir zât idi.
İmâm Serahsî'nin
hayatında, çok önemli bir sıkıntı dönemi olmuştur. Bu da, hakana yaptığı
nasihatlarden dolayı, Özcent şehrinde on seneden fazla süren hapislik hayatıdır.
İmâm Serahsî,
hapishanede iken de, ilmî hayatını sürdürdü. Kendisi hapishanede, talebeleri de
dışarıda olmak üzere, onlara ders okuturdu. Hatta eserlerinin çoğunu da, bu
durumda, içeriden söyleyip, talebelerine imlâ ettirmek suretiyle telif etmiştir. [513]
Şemsü'I-Eimme Serahsî
hazretlerinin, fıkıh sahasında pek çok ve pek kıymetli eserleri vardır ve
başlıcalan şunlardır.
1-) Mebsût
Otuz cüzden müteşekkil olan bu nadîde eser, İmâm Serahsî'nin
hapishanede iken, hiç
bir kitaba bakmadan, hiç bir kaynağa müracaat etmeden, dışarıdan dinleyen
talebelerine dikte ettirdiği şaheserdir. Daha sonra, Fergana'da, kendisi
tarafından ikmâl edilmiştir. Bu kıymetli eser, 10 cilt ve 15 cilt hâlinde bir
kaç defa basılmıştır.
Bu fıkıh hazinesi
hakkında, Allâme Tarsûsî şöyle demektedir. —"Serahsî'nin Mebsût'u öyle bir
eserdir ki, onun muh
2-)
Eşrâtü's-Sâat
İmâm Serahsî merhum,
bu eserini, talebeliği sırasında İmâm Hal-vânî'nin derslerinde tuttuğu notlarla
yazmıştır. Konusu: Kıyamet alâmetleridir.
3-) Şertıu
Ziyâdâti' z-Zîyâdât
4-) Şerhli
Camii' 1-Kebîr
5-) Şerhu
Camii1 s-Sağîr
6-)
Şerhu'l-Muhtasar fi'I-Fıkıh
7-) Şerhu
Siyer-i Kebîr
Bu eser, İmâm Muhammed
(R.A.) hazretlerinin, Siyer-i Kebîr adlı eserine, Şemsü'I-Eimme Serahsî
hazretlerinin yaptığı kıymetli şerhtir.
Bu kıymetli şaheser,
Antepli Muhammed JVIünib Efendi tarafından Türkçeye çevrilmiş ve hicrî 1241
(mîlâdî 1826) yılında neşredilmiştir.
8-) Şerhu
Muhtasarı Tahâvİ
9-) Şerhu
Kitabi'n-Nafakât
10-) Şerhu
Edebi'I-Kâdî
11-)
Fevâidü'l-Fikhiyye ve Kitabü'1-Hayz.
Özcent'teki
hapishaneden çıktıktan sonra, Fergana'ya giden Şemsü'I-Eimme Serahsî
hazretleri, burada Fergana Emîri Hasan tarafından çok iltifat gördü. İlmi
çalışmalarına orada devam etti.
Şemsü -1-Eimme Serahsî
hazretleri, hicrî 483 (mîlâdî 1090) yılında, Fergana'da vefat etmiştir. [514]
Abdullah Efendi,
Rumeli Yenişehir'inde doğmuştur. Tahsilini tamamladıktan sonra, bir müddet
İstanbul'da müderrislik yapmıştır. Daha sonra Fetvâ-emânetine tayin edilen
Abdullah Efendi,, bu görevinde iken Şeyhü'l-İslâmhğa tâyin edilmiştir.
Abdullah Efendi,
Patrona isyam yüzünden Şeyhü'l-İslâm'lıktan azledilerek, Bozcaada'ya
sürülmüştür.
Bilâhere hac için
Mekke-i Mükerreme'ye giden Abdullah Efendi, dönüşünde —izin alarak—
İstanbul'da ikâmet etmeye başlamıştır.
Abdullah Efendi hicrî
1155 (milâdî 1742) yılında İstinye'de vefat
etmiş ve Kanlıca'da
İskender Paşa Câmiinin
bahçesine defnedilmiştir. [515]
Şeyhü'l-İslâm Abdullah
Efendinin başlıca eserleri şunlardır:
1-)
Behcetü'l-Fetâvâ
Bu eser, fetva kitaplarının
en meşhurlarındandır.
2-) Hâşiye-i
Mir'at[516]
Şeyhu'l-İslâm
Menteşî'zâde Abdurrahim Efendi Bursalı bir âlimdir.
Abdurrahim Efendi,
tahsile Bursa'da başlamış, daha sonra İstanbul'a gelerek Şeyhu'l-îslam
Minkarî-zâde Yahya Efendi'ye intisap etmiş ve O'nun tedris halkasına dâhil
olmuştur. Tahsilini tamamladıktan
sonra Yenişehir ve
Edirne' de görev yapmış
sonra azledilmiştir.
Feyzullah Efendi'nin
şeyhu'I-İslâm'lığı sırasında yeniden göreve getirilen Abdurrahman Efendi,
Üsküdar'da ve Mısır'da kadılık yapmıştır.
Sonra da, Anadolu ve
İstanbul payesini almış ve hicrî 1123 yılında Rumeli Kazaskerliğine
getirilmiştir.
Abdurrahim Efendi,
hicrî 1127 yılında Şeyhu'l-İslâm oldu. Bu makamda vefat edinceye kadar (yani
bir buçuk yıl) kaldı.
Fıkıh ilminde ve fetva
meselelerinde derin bir ilmi olan Abdurrahim Efendi hicri 1128 (mîlâdî 1715)
senesinde vefat etmiş ve Edirne'de Zehr-i Mâr Mescidinin avlusuna
defnedilmiştir. [517]
Şeyhu'l-İslâm
Menteşî-zâde Abdurrahim Efendi, Sultan Üçüncü Ahmed Han zamanında meşîhat
makamında bulunmuştur. Başlıca eserleri şunlardır:
1-) Fetâvâyi
Abdurrahim
Bu eser, iki ciltlik
bir fetva kitabıdır. Meşhur bir fıkıh kitabı olan bu eser, bir çok defa
basılmıştır.
2-)
Cerîdetü'l-Ferâiz.
Miras taksimi ile
ilgili bir eserdir.
3-) Ta'Bkât
ale'l-Beyzâvî
Bu eserleri matbu
değildir. [518]
Şeyhü'l-İslâm Ali
Efendi, Şeyh Muhammed Efendinin oğludur. Dedesi ise, Hasan el-Alâî'dir.
Ali Efendi, hicrî 1041
(mîlâdî 1632) yılında Çatalca'da doğmuştur.
Ali Efendi, tahsilini
tamamladıktan sonra, Ordu kadılığında bulunmuş, bilâhare Selanik ve Mısır
kadılıkları görevini yürütmüştür.
Daha sonra, Rumeli
Kazaskerliğine tâyin edilen Ali Efendi, hicrî 1084 (mîlâdî 1674) yılında
Şeyhü'l-İslam'hğa getirilmiştir.
Bir ara, bu görevinden
azledilen Şeyhü'l-İslâm Ali Efendi 1103 (milâdî 1692) yılında, tekrar aynı
göreve getirilmiştir.
Ali Efendi, ikinci
defa Şeyhü'l-îslâm'lığa getirilişinden elli bugün sonra vefat etmiştir. [519]
Şeyhü'l-İslâm Ali
Efendinin, Fetâvlyi Ali Efendi nâmı ile anılan. meşhur bir fetva kitabı vardır.
Bu eser Türkçedir ve matbûdur. [520]
Osmanlılar zamanında,
Fetvâ-hâne-i Ali tarafından muteber addedilen Türkçe dört fetva kitabı vardı ki
bunlar, şu eserlerdir.
1-) Fetâvâyi
Ali Efendi
2-) Fetâvâyi
Feyziyye
Bu eser, Şeyhü'l-îslam
Feyzullah Efendi'nindir.
3-)
Behcelii'1-EMAn
4-) Netfcetü'l-Fetâvâ
Bu eser, Şeyhü'l-İslâm
Dürri-zâde Mehmed Arif Efendi zamanında fetva emîni bulunan Ahmed Efendi
tarafından tedvin olunmuştur. [521]
Şeyhü'I-îslâm Ali İbni
Muhammed el-İsbîcâbî es- Semerkan-dî, büyük bir hanefî fakıyhıdir.
Şeyhü'l-İslâm Ali ibni
Muhammed, hicrî 454 (milâdî 1062) yılında îsbîcâb'da doğmuş; Semerkant'ta
ikâmet etmiş ve hicrî 535 (mî-lâdî 1141) yılında burada vefat etmiştir.
Yaşadığı asırda,
Şeyhü'l-İslâm İsbîcâbî kadar, hanefî mezhebini hıfzetmiş, bir başka âlim
yoktu.
Hidâye sahibi de, bu
zattan fıkıh tahsil etmiştir. [522]
Şeyhü'l-İslâm Ali İbni
Muhammed el-İsbîcâbî es- Semerkan-dî'nin başlıca eserleri şunlardır:
1-)
Muhtasar-ı Tahâvî Şerhi
2-) Mebsût
Şerhi[523]
Şeyhu'l-İslam İbni
Kemâl, Kemal Paşa-zade
Ahmed Şemseddin'in
ceddi Osmanlı Emirlerinden idi. Babası da bu meslekte idi. Ahmet Şemseddîn de,
babaları gibi askerlik mesleğine girmişti. Sultan İkinci Beyazid zamanında bir
çok seferlere iştirak etmiş ve askerlik sahasında büyük bir iktidar
göstermiştir.
Ahmet Şemseddin, daha
sonra Ulemânın yüksek mevkiini ve mazhar oldukları büyük teveccühleri görerek
ilmiye tarikine intisap etmiştir. Asrının en kudretli âlimlerinden, özellikle
Hatip-zâde'den ve Mevlânâ Muarrif-zâde'den ders alan İbni Kemâl Paşa, az bir
müddet içinde ilimde pek yüksek bir mertebeye nail olmuştur.
Zamanının en parlak
ilim ve irfan simalarından biri olan İbni Kemâl, ilmiye sınıfının âdedi olduğu
veçhile, evvelâ ders okutmaya başlamış; Edirne ve Üsküp'te müderrislik
yapmıştır.
İbni Kemâl Paşa, daha
sonra Edirne Kadılığına, bilâhare de Anadolu Kazaskerliğine tayin edilmiştir.
Yavuz Sultan Selim ile
birlikte Mısır seferine katılmış olan îbni Kemâl, oradakileri gelen âlimlerle
sohbet ve münazaralarda bulunarak, faziletini ve kemâlini isbat etmiştir.
İbni Kemâl Paşa,
ilmî kudretinden dolayı,
zamanında, Müftiyü's-Sakaleyn lakâbıyle anılırdı.
İbni Kemâl, hicrî 932
yılında meşîhat-i İslâmiyye makamına nail olmuş, yani Şeyhu'l-İslâm'Iık
görevine getirilmiştir.
Zamanının en büyük
âlimi olan İbni Kemâl, fetva makamını hakkı ile elde etmiş ve şer'î mes'eleleri
hal ve fasl hususunda fevkalâde bir iktidar göstermiş ve böylecede, vefatına
kadar şeyhu'l-îslâmlık makamında kalmıştır.
İbni Kemâl, asırlar
içinde ems
İbni Kemâl merhum, en
kudretli âlimlerin eserlerini tenkide tâbi tutmaktan, en müşkil bahisleri
münakaşa sahasına koymaktan büyük bir zevk duyardı. Bu hassasiyeti eserlerinde
açık bir şekilde görülür ve hissedilin*
Ondaki bu ilim ve
irfan heyecanı, kendisini pek tenkitkâr bir hâle getirmiştir. O, en büyük, en
meşhur âlimlerin eserlerine haşiyeler yazar; onları tenkide çalışır; hiç
kimsenin hatırına gelmiyecek ince nükteler ve faideler keşfederdi.
Abdül-IJayy el-Konevî,
İbni Kemâl'in bu değişik ruh hâlini iyi anlamış bir
—' 'İbni Kemâl'in
müsennefâtında Islah ve îzah adlı kitabını mütâlaa ettim. Bu muhakkik ve
müdekkik zât, Sadra'ş-Şeria'nın Vikâye'-sine ve şerhine itirazlar ve iradler
serd edip durmuş; bu hususta kendisini pek haris buldum. Fakat, bunların
ekserisi gayr-i vâridtir. Bu itirazlar, Vikaye ve Şerhi'nin şöhretine ve
kendilerine itimat edilme durumuna bir noksanlık vermemiştir. İbni Kemâl'in
Islâh ve îzahı da, Şadru'ş-Şerîa'nın Vikayesi ile Şerhî'nin nail olduğu şöhret
derecesine erişememiştir.
Hak olan şudur ki: Bir
kitabın istifâde erbabı yanında kabule ve itimâda mazhar olmasının sebebi,
müellifinin fazileti miktarına göre değildir; bu ancak Âlemlerin Rabbınin bir
fazlıdır. Bunun medarı niyyettir. Amellerin hükmü niyyete göredir.
Reddü'l-Muhtar'da
Tabakâtü't-Temimî'den naklen şöyle deniliyor: (Allâme Ahmed İbni
Bence İbni Kemâl,
Suyûti'den daha ziyade dikkat-i nazara ve hüsn-i fehme mâliktir. Her ikisi de
asrının zineti idi.)
Fakat, bana göre: îbni
Kemâl, her ne kadar edebiyata ve usûle ıttıla yönünden Suyûtî'ye müsâvî olsa
bile, hadis ilimlerinde O'na müsavî olamaz. Suyûtî, bu ilimler bakımından daha
geniş bir görüşe ve daha ince bir fikre mâlikti. Zannımca, Suyûti'den sonra,
kendisinin birmisli daha gelmemiştir. îbni Kemâl merhum, hadis ilimlerinden,
Suyûtî seviyesinde değildir. Eserlerini inceleyenler bu durumu anlarlar."
Gerçek şudur ki: İbni
Kemâl merhum, dirayet itibariyle Su-yûti'ye müsâvî hatta ondan daha ince fikir
ve nazara, muhakemeye mâlik olsa bile, rivayet bakımından O'nun derecesine
çıkamaz.
Şeyhu'l-îslâm İbni
Kemal, büyük bir âlim olduğu gibi, aynı zamanda da, muktedir bir tarihçi,
değerli bir edib.kuvvetli bir şair idi.
Mısır seferinden
dönülürken, İbni Kemâl'in atının ayağından sıçrayan çamurlar, Yavuz Sultan
Selim Han'ın kaftanını kirletmişti.
Herkesin neticeyi
korku ve merakla beklediği bu sırada, Yavuz Sultan Selim Han:
—"Ulemânın atının
ayağmdan sıçrayan çamur, benim için zî-nettir ve mefharete medardır. Bu
kaftanım, ölümüm,den sonra sandukamın üzerine örtülsün." diyerek ilme ve
âlime ne derece büyük ve yüksek bir saygı duyduğunu gösterdi. [525]
İbni Kemâl merhum, pek
çok ilimde pek çok ve kıymetli eserler telif etmiştir. Bunlardan bir kısmını
aşağıda gösteriyoruz:
1-)
Tefsîru'l-Kur'ân
Bu eser, tamamlanmamış
bir Kur'an tefsiridir.
2-) Keşşaf
Tefsiri'ne Haşiye
Bu eser de
tamamlanmamıştır.
3-) Şerhu
Hidâye
Bu eser, fıkıhtan,
meşhur Hidâye adlı esere şerhtir.
4-)
Tağyîrü't-Tenkıyh
Bu kitap, usûl-i fıkha
aittir ve matbûdur.'
5-) Islâh
ve'1-îzâh
6-)
Envâru't-TenziTin baş kısmına Haşiye
7-)
et-Tecrîd,
Bu eser, kelâm'a ait
bir kitaptır.
8-) Mühimmat
Bu eser, îbni Kemâl
merhumun fetvalarından müteşekkil bir kitaptır.
9-)
et-Tecvîd
Bu da, kelâm'a dâir
bir eserdir.
10-)
el-Miftâh ve Şerhi
Bu eser, belâgate
dairdir.
11-)
Tağyîru's-Sîrâciyye ve Şerbuhu
Bu eser, ferâize
dairdir.
12-)
Meşâriku'l-Envâr Şeriıi
13-)
Sahıhhu'I-Buhâri üzerine T
14-)
en-Nücûmü'z-Zâhîre Tercümesi
Mısır tarihi ile
ilgili bir eserdir.
15-)
Muhiytü'1-Lüga
Bu eser, arapçadan
farsçaya tercüme edilmiştir.
16-)
Dekâyıkn'l-Hakâyık
Bu eser, farsçadaki
müteradif lafızlar arasındaki farkları gösterir.
17-)
Nigâristan
Bu eser, Gülistan'a
nazire olarak kaleme alınmıştır.
18-) Âl-i
Osman Târihi
Bu eser, hicrî 699'dan
895 yılına kadar, Osmanlı Tarihi'ni ihtiva eden, Türkçe yazılmış kıymetli bir
kitaptır.
19-)
Hoca-zâde'nin Tehâfütü Hakkında Muhakeme.
20-) Ktnije
Muharebesi
21-) Manzum
Yûsuf ve Züleyhâ
22-) Risâletü'l-Kâfiye
23-) Şerhu
Hadîs-i Erbain
24-)
Mukattaât İbni Yemin
26-) Divân-ı
Eş'âr
Şiirlerinin en mühim
ve en meşhuru Yavuz Sultan Selim Hazretlerine yazdığı meşhur mersiyesidir.
İbni Kemâl merhumun
şiirlerinden meydana gelen bir divan matbûdur.
27-)
Rücuu'ş-Şeyh İla Sıbâh fil-Kuvveti ale'l-Bâh
Bu eser, tıb'la
ilgilidir ve basılmıştır.
28-)
Resâil-i İbni Kemâl[526]
Şeyhu'l-îslâm îbni
Kemâl Paşa Allâme Ahmed Şemseddin efendi Tokat'ta doğmuş, Edirne'de yetişmiş ve
İstanbul'da vefat etmiştir.
Merhum Îbni Kemâl'in
vefat tarihi, hicrî 940 yılıdır.
"Mâte't-Tahrîr"
ve "trtihâle'l-Ulûmu bi'1-Kemâl" cümleleri, ebced hesabı ile merhumun
vefat târihi olan 940 (hicrî) yılım göstermektedir.
"Kabri-i Ahmet
müdam olan pürnûr" ve "Ol bârigâha vardı İbni Kemâl Paşa"
mısraları ile kefeni için söylenen "Hiye âhiru'l-Libâs" ve kabri için
söylenen "Hazâ makârn-ı Ahmed" cümleleri de, O'nun vefat tarihini
göstermektedir.
Ayrıca, merhumun ölümü
sırasında söylediği "Yâ Ehad! necci-nâ mimmâ nehâf" duâ cümlesinin
da, ölüm tarihi olan hicri 940 yılını gösterdiği sonradan hesab edilmiştir.
"Vay gitti
Kemâl'i bir asrın" mısrâi da bu tarihi göstermektedir.
İbni Kemâl merhumun
kabri, Edirne Kapı'nın dışında, Emir Buhârî tekkesi civarında, Eyüb'e giden
caddenin sol tarafındadır. Ve harap bir vaziyettedir.
İbni Kemal
Paşa-zâde'nin babası
îbni Kemal Paşa zade
merhumun en seçkin talebesi, Ebû's-Suûd Efendidir. [527]
Sa'dî çelebi (Sa'dullah
İbni îsâ), fakıyh ve faziletli bir zattır. Sa'dî Çelebi, aslen Kastamonu'ya
bağlı Daday'dandır. İstanbul'a gelip, Samsun'lu Muhammed İbni Hasan adındaki
bir âlimden tahsilini tamamlamıştır.
Sa'dî çelebi, Edirne
ve İstanbul'da müderrislik, bilâhere İstanbul'da Kadılık yapmış ve bunu
takiben de, Şeyhu'l-İslâmlık makamına getirilmiştir.
Sa'dî Çelebî, hicrî
945 (milâdî 1539) yılında, İstanbul'da vefat etmiş ve Eyûb Sultan civarında
defnedilmiştir. [528]
Şeyhü'I-İslâm Sa'dî
Çelebi'nin başlıca eserleri şunlardır:
1-) TefSîr-i
Beyzâvî Haşiyesi
Bu eser, Beyzâvî
Tefsirine yapılmış en kıymetli ve meşhur haşiyelerden biridir.
2-) Hidâye
Şerhi
3-) İnâyc
Haşiyesi
4-) Mecmuayı
Fetâvâ
5-) Kamus
Haşiyesi[529]
Yahya Efendi, Sultan
Dördüncü Murad Han zamanında Şeyhu'l-İslâm olan âlimlerden biridir.
Yahya Efendi,
Alâiyye'li (= Alanya'lı) Minkarî'zâde Kadı Ömer Efendinin oğludur.
Yahya Efendi, usûlüne
göre tahsilini tamamlayıp, ilmî hizmetlerde bulunduktan sonra, hicrî 1058
(mîlâdı 1648) yılında Mekke-i Mükerreme kadılığına tayin edildi.
Daha sonra, İstanbul
Kadılığı ve Rumeli Kazaskerliği yaptı.
Hicrî 1073 tarihinde
Şeyhu'l-İslâm olan Yahya Efendi, on bir yıl kadar bu görevi yürüttükten sonra
felç oldu.
Tebdil-i hava için,
bir müddet Edirne'de kalan Yahya Efendi, hicrî 1084 (mflâdî 1673) yılında azl
ve emekli edilmiştir.
Minkari-zâde Yahya
Efendi, hicrî 1088 (milâdî 1677) yılında vefat etmiş ve Üsküdar'da kendisinin
yaptırdığı medresenin avlusuna defnedilmiştir. [530]
Kırk ikinci Osmanlı
Şeyhu'l-îslami olan Yahya efendinin başlıca eserleri şunlardır:
1-) Fetâvâ
Bu eser, Şeyhu'l-îslâm
Yahya Efendinin fetvalarım muhtevidir.
2-) Beyzâvî
Tefsirine Haşiye
3-) Âdâb-ı
Adûdiyye Haşiyesi Bu eser, ahlâka dair bir kitaptır.
4-) Tibyân
fî-Âdâbi'l-Kur'ân Bu eser ise, tecvid ilmi ile ilgilidir. [531]
Zenbilli Ali Efendi
(Alâüddin Ali el-Cemâlî İbni Ahmed) Osmanlı Şeyhu'l-îslâmlarının en
seçkinlerinden biridir.
Zenbilli Ali Efendi,
aslen Karamanlıdır ve Şeyh Cemâleddin Aksarâyî'nm soyundandır.
Zenbilli Ali Efendi,
ilim tahsiline Karaman'da Mevlânâ Hamza'da başlamış ve sonra İstanbul'a gelerek
Molla Hüsrev'den ve Bur-sa'da da Hüsam-zâde'den ilim tahsil etmiştir.
Zenbilli Ali Efendi,
Anadolunun bir çok yerinde ve özellikle Edirne'de, Amasya'da ve Bursa'da
müderrislik yapmış ye hicrî 908 tarihinde şeyhVl-İslâmlığa getirilmiştir.
Bu tarihten itibaren,
vefatı anına kadar yirmi dört yıl şeyhu'l-İslâmlık yapan Zenbilli Ali Efendi,
bu makama itibar kazandırmıştır. Müftîlik makamı, O'nun zamanından itibaren
vezâret ve kazaskerlik makamlarının önüne geçmiştir.
Zenbilli Ali Efendinin
Şeyhu'l-İslâmlığı, Sultan İkinci Bâye-zid Han, Yavuz Sultan Selim Han ve Kânûnî
Sultan
Zenbilli Ali Efendi,
Yavuz Sultan Selim Han'ın pek çok teveccühüne mazhar bulunuyordu.
Şeyhu'l-îslâm Ali Efendi, icâbedince, O sert hükümdara bile hak ve hakikate
riayet etmesini tavsiye etmekten geri durmazdı.
Ali Efendi, fetva
isteyenleri bekletmemek için, evinin penceresinden bir zenbil sarkıtır; suâl
sahipleri, sorularını yazıp, bu zen-bilin içine koyduktan sonra, yukarı çeker;
hepsinin cevaplarını yazar ve bu fetvaları zenbile koyarak tekrar aşağıya
sarkıtır, böylece işi olanları külfetten kurtarmış olurdu. Bu sebeple,
kendisine Zenbilli denilmiştir.
Zenbilli Ali Efendi,
âlim, zekî, cesur, şeriatın ahkâmını korumak hususunda çok gayretli bir zat
idi. O, zühd, takva ve dinin emirlerine tam manâsı ile hizmet etmedeki metanet
ve selâbeti ile meşhurdu.
Zenbilli Ali Efendi,
İstanbul'da hicrî 932 (milâdî 1525) yılında
vefat etmiş ve Zeyrek'te
yaptırdığı mektebin avlusuna defnedilmiştir. [532]
Şeyhu'l-İslâm Zenbilli
Ali Efendi pek çok âlim yetiştirmiş ve eser meydana getirmiş bir zattır.
Başlıca eserleri
şunlardır:
1-)
Muhiâru'l-Fetâvâ Fıkıh'la ilgili bir eserdir.
2-)
Edebii'l-Evâyâ
Bu eser, Zenbilli Ali
Efendinin zamanındaki âlimlerle tasavvuf ehli arasında çıkan ihtilaflardan
bahsetmekte ve sûfiyenin devamının caiz olduğunu beyân etmektedir.
Ali Efendi,
Edebü'l-Evsiyâ adlı eserini, Mekke-i Mükerreme kadılığında cem etmiştir.
Zenbilli Ali
Efendinin, Sultan İkinci Bâyezid adına, ahlâk ilmine dair bir eser yazmış
olduğu da söylenmektedir.[533]
Şihâbüddin Kadı Ahmed
İbni Muhammed el-Hafacî, Mısırlı büyük bir âlimdir.
Benî Haface kabilesine
mensuptur ve hicrî 977 (milâdî 1670)
tarihinde Mısır'da doğmuştur.
Kadı Ahmed, hanefî
mezhebinin büyük fakıyhlerindendir.
Fıkıh ilmini İbrahim
el-Alkâmî ve Ali îbni Ganîm el-Makdisî gibi zâtlardan tahsil etmiştir.
Kadı Ahmed, babası ile
birlikte. Mekke-i Mükerreme ve Medîne-i Münevvere'ye gitmiş; tahsilini orada
ikmâl etmiştir.
Kadı Ahmed, daha sonra
İstanbul'a gelerek, buradaki büyük âlimlere mülâki olmuş ve onlardan da icazet
almıştır.
Şihâbüddin Kadı Ahmed,
Rumeli'de, bilhassa Üsküp ve Selanik'te kadılık yapmış; daha sonra da Mısır
Kadılığına tâyin edilmiştir.
Bu görevinden
azledilen Kadı Ahmed, dönüşünde Şam'a uğramış ve bir eserinde oranın âlim ve
fâzıl kişilerini medhetmiştir. Daha sonra Mısır'a sürülen Kadı Ahmet, vefatına
kadar burada kalmıştır.
Şihâbüddin Kadı Ahmet
merhum, hicrî 1069 (mîlâdî 1559) yılında vefat etmiştir. [534]
Şihâbüddin Kadı Ahmet
merhum, tefsir, hadîs, fıkıh ve özellikle arap diline derin bir vukuf sahibi
idi. Bu özelliği, bu ilimlerdeki eserlerinden kolayca anlaşılmaktadır.
Kadı Ahmed merhumun
eserlerinden bazıları şunlardır:
1-)
İnâyetü'l-Kâzî ve Kifayetti'r-Râzî
Bu eser, Tefsîr-i
Beyzâvî'ye haşiyedir.
2-) Şerh-i
Şifâ-i Şerif. (= Nesîmü'r-Riyâz)
3-)
Tirâzü'l-Mecâlis.
4-)
Dîvânii'1-Edeb iı-Zikri ŞuarâTl-Arab. [535]
Mecelle'nin on üç
kitabının hazırlanması esnasında hizmeti geçen Ahmed Hulûsî Efendi, Amasya'da
doğmuştur.
Ahmet Hulûsî Efendi,
Amasya'da başladığı tahsilini İstanbul'da tamamlamış ve müderris olmuştur.
Mayıs 1867'de Galata
Kadılığına tayin edilmiş, aynı yılın sonunda Mekke payesini, daha sonra da
İstanbul payesini elde etmiş ve 1877 yılında İstanbul Kadılığına fiilen tayin
edilmiştir.
Aynı yıl, Anadolu
Kazaskerliği payesini kazanan Ahmed Hulusi Efendi, bir görevle Afganistan'a
gönderilmiştir.
1878 yılında
Diyarbakır'a tayin edilen Ahmed Hulûsî Efendi, iki yıl burada görev yapmış ve
daha sonra da memleketi olan Amasya'da ikâmete memur edilmiştir.
Ahmet Hulûsî Efendi.bu
görevlerinden başka, Divan-ı Ahkâm-ı Adliyye azâlığı, Şûray-ı Askerî Müftiliği,
Meclis-i Tetkîkât-ı Şer'-iyye azalığı ve reisliği, Meclis-i intihâb-i Hükkârn
reisliği de yapmıştır.
Ahmet Hulusi Efendi,
17 Ocak 1889'da Amasya'da vefat etmiştir. Kabri de oradadır. [536]
Şu'be îbni Verd
el-Vâsıtî, tabiînden meşhur bir âlim, menkî-besi çok ve faziletli bir zâttır.
Kendisi Ezd
Kabilesinin azadlılarmdan idi. Künyesi: Ebû Bis-tam'dır. Şu'be ibni Verd diye
de anılır.
Şu'be hazretleri,
Vâsıfta, hicrî 82 (milâdî 701) tarihinde dün-ya'ya gelmiş ve tahsiline orada
başlamıştır.
Daha sonra, Basra'ya
gelip, orada yerleşen Şu'be hazretlerinin imameti ve celâdet-i kadri hakkında
ittifak vardır. Kendisi, fıkıh, tefsir ve hadis ilimlerinde zamanının en
meşhurları arasında idi. Sika, âbid ve zâhid bir zâttır.
Şu'be İbni Haccâc
hazretlerinin, ashâb-ı kiramdan Enes İbni Mâlik (R.A.) ile Ömer İbni Seleme
(R.A.)'yi gördüğü rivayet edilmektedir.
"Irak'ta, ilk
olarak hadîs ricâliniteftiş ve intikada tâbi tutan ve Peygamber (S.A.V.)
Efendimizin sünnet-i seniyyesini müdâfaaya çalışan Şu'be'dir."
denilmektedir.
Şu'be İbni Haccâc
hazretleri; Muâviye îbni Kurre, Enes îbni Şîrîn, Sâbit-i Bennânî, Hammad îbni
Kendisinden de;
Eyyûb-i Sahtiyanı, Süfyân-ı Sevrî, Abdullah îb-nü Mübarek gibi meşhur zâtlar
hadîs-i şerîf rivayet etmişlerdir.
Şu'be hazretlerinin
rivayet ettiği hadîs-i şeriflerin sayısı iki bin kadardır.
Kütüb-i Sitte'de,
Şu'be İbni Haccâc adında başka bir râvî yoktur.
Süfyân-ı Sevrî şöyle
diyor:
—"Şu'be, hadîs
ilminde emîrü'l-mü'minîndir."
İmâm Şafiî şöyle
demiştir.
—"Şu'be
olmasaydı, Irak'ta, hadîs ilmi bilinmezdi.
İmâm Ahmed İbni Hanbel
şöyle diyor:
—"Şu'be, hadîs
ilmi hususunda başlı başına bir ümmettir."
Şu'be İbni Haccâc
hazretleri, aynı zamanda en eski ve büyük müfessirlerden biridir. [537]
Şu'be (R.A.)
hazretlerinin eserleri şunlardır:
1-)
Tefârü'l-Knr'ân
2-)
el-Garâib Bu eser, hadîs ilmi ile ilgilidir. [538]
Şurahbîl İbni Simt
el-Kindî, sahâbe-i kiramdan, Şam'lı bir zâttır.
Kendisi, Kadisiye
Savaşında ve Humus'un fethinde hazır bulunmuştur.
Hz. Muâviye tarafından
Humus V
Bu zatın, tabiînden
olduğunu söyleyenler de vardır. [539]
Ebû'l-Berekât Hasan
bin Ammâr, Mısırlı bir âlimdir. Büyük bir hanefî fakıyhıdir. Câmiu'l-Ezher'de
tedris ile meşgul olmuş ve büyük bir şöhret kazanmıştır.
Ali bin
Ganim el-Makdisî, Şürünbülâlî'nin yetiştirdiği âlimlerdendir. [540]
Ebû'l-Berekât
Şürünbülâlî'nin başlıca eserleri şunlardır:
1-) Günyetii
zevi'l-Ahkâm fî-Buğyeti Diireri'l-Hükkâm
Bu eser, Molla
Hüsrev'in Dürer'inin hâşiyesidir.
2-)
Nûru'1-îzâh
3-)
Merâkı'i-Felâh
Merâkı'l-Felâh,
Nûru'1-îzâh'in şerhidir. Bu iki eser, ibâdetlere aittir ve çok makbul
kitaplardır.
4-) İbni
Vehbâ'nın Manzumesine Şerh.
5-)
Merâku's-Saâde
Bu eser, ilmi Kelâm'la
ilgili, çok kıymetli bir kitaptır.
Şürünbülâlî, Mısır'da,
hicrî 1069 (mîlâdî 1658) yıhda, yetmiş beş yaşında olduğu hâlde vefat etmiş ve
Karafe-i Kübrâ Kabristanıma defnedilmiştir. [541]
Kadı Şüreyk en-Nehaî,
fukahâdan ve muhaddislerden bir zattır. Künyesi: Ebû Abdullah'tır.
Şüreyk en-Nahaî,
Abbasî halîfelerinden Mehdî tarafından Kû-fe'ye kadı tayin edilmiş ve daha
sonra aynı görevle Ehvaz'a nakledilmiştir.
Kadı Şüreyk en-Nahaî,
hicrî 95 (mîlâdî 714) tarihinde doğmuş, 177 (mîlâdî 794) senesinde Kûfe'de
vefat etmiştir. [542]
Taberânî, hicrî 260
(mîlâdî 873) yılında, Şam'ın Taberiyye kasabasında doğdu. Ve sonradan
yerleşmiş bulunduğu Isfehan şehrinde, hicrî 360 (mîlâdî 970) yılında, yüz
yaşında iken vefat etti. Peygamber (S.A.V.) Efendimizin ashabından olan Hammad
ed-Devrî'nin kabri yanında defnedildi.
Taberânî'nin
kendilerinden hadîs dinleyip rivayet
ettiği âlimlerden bir kısmı şunlardır:
Haşini bin Mürsel
et-Taberânî, Ebû Zür'a es-Sakafî, İshâk ed-Debrî, İdrîs el-Attâr, Beşir bin
Mûsâ, Hafs bin Ömer, Abdullah bin Mahmud bin Sa'id bin Ebî Meryem, Ali bin
Abdülaziz el-Begâvî, Mikdam bin Dâvud er-Re'yinî, Yahya bin Eyyüb el-AUat, Ebû
Ab-durrahman en-Nesâî...
Taberânî merhumdan
ilim tahsil eden ve hadîs-i şerîf rivâyetinde bulunan zatların bir kısmı ise
şunlardır;
Ebû Huleyfe el-Cehmî, İbni
Ukde, Ebû Nuayim el-Hâfiz, Ebû Hüseyn bin Fâzişah, Abdan, Ca'fer el-Feryâbî,
Ebû Abdullah bin Merd el Hafız...
Büyük hadis
âlimlerinden biri olan Taberânî merhum, hadis'te hüccet (= üç yüz binden fazla
hadîs-i şerifi, senetleri ile birlikte ezbere bilen) unvanına sahipti.
Taberânî merhuma
sordular:
—"Bu kadar
hadis-i şerifi ezberleme bahtiyarlığına nasıl eriştin?"
O, şu cevabı verdi:
—"Otuz sene, kuru
hasır üzerinde uyudum."
İlim tahsili için
rahatlığı terketti ve sade bir hayat yaşadı. Otuz üç yıl, ilim uğrunda seyahat
etti. Ve bu yolda hiç bir fedâkârlıktan kaçınmadı. [543]
İmâm Taberânî, pek çok
eser meydana getirmiştir. Bunların başlıçalan şunlardır:
1-) Mu'cem-i
Kebîr
2-) Mu'cem-i
evsat
3-) Mu'cem-i
Sağır
4-)
Delâilü'n-Nübüvve
5-) Kitâbü's-Sünne
6-) Tersini
Kebir
7-)
Tefsıru'l-Hasen
8-) Kitâbü
Müsned-i Süfyan
9-) Kitâbü
Müsned-i Şu'be
10-)
Kitâbü'n-Nevadir.
11-)
Ma'rifelüYSahâbe
12-) Reddü
ale'1-Mntezüe
13-) Reddü
alâ Cehmiyye
14-)
FedâiIü'I-Erbaati'r-Râşidîn
15-)
Kitâbü'l-Menâsik
16-) Kitâbü'd-Dııâ
17-) Kitâbü
Hadîs-i Şâmiyyîn[544]
Tâcü'ş-şerîa Ömer İbni
Sadri'ş şerîati'l-evvel Ubeyd İbni Mah-mud el-Mahbûbî, hicri yedinci asrın
hanefî fakıyhlerindendir. [545]
Tâcü'ş-şerîa, Hidâye
kitabına Nihâyetü'I-Kifâye adı ile bir şerh yazmış ve bu şerhi hicrî 673
(milâdî 1275) yılında Kirman şehrinde tamamlamıştır. [546]
Ahmed îbni Muhammed
el-Ezdî et-Tahavî, meşhur hanefî fakıyhlerindendir.
Künyesi: Ebû
Ca'fer'dir.
Mısır'ın Taba veya
Tahye nahiyesine mensup olduğu için Taha-vî diye anılmakta olan Ebû Ca'fer,
hicri 229 (milâdî 844) tarihinde dünyaya gelmiştir.
Tahavî merhum,
müctehid fî'1-mezheb derecesinde bulunuyordu. Bazı mes'elelerde şahsî
içtihadına tâbi olduğu söylenir.
Tahavî, Mısır'da
hanefî mezhebinin reisi bulunuyordu. Şafiî fukahâsmdan Ah" el-Müzenî,
Tahavî merhumun dayısı idi.
Tahavî'nin kendisi de,
—önceleri— şâfiî mezhebinde idi; daha sonra hanefî mezhebine intikal etmiştir.
Hayatını ilimle
geçiren; pek çok ve kıymetli eser telif eden ve pek çok talebe yetiştiren imâm
Tahavî hicrî 321 (milâdî 933) tarihinde vefat etmiştir. [547]
Tahavî merhumun
eserlerinden başhcaları şunlardır:
1-)
Ahkâmü'l-Kur'ân.
2-) Bcyânü
Müşkül'I-Âsâr
3-)
Maâdi'I-Âsâr
4-)
İhtüafü'l-UIemâ
5-)
el-Nâsihu ve'l-Mensûh
6-) Şerhu
Camii' 1-Kebîr
7-) Şerhu
Camii VS ağır
8-)
CD-Ncvâdirü'1-Fıkhiyye
9-) Kitaba
Meoâkibi Ebî Hanîfe
10-) Tarîh-i
Kebîr
11-)
Kitâbü'l-Eşribe
12-)
el-Vesâyâ ve'1-Ferâiz
13-)
Sahîhu'l-Âsâr
14-)
Muhtasar
15-) EhM
Sünnet ve'I-Cemâat[548]
Tâhir İbni Ahmed îbni
Abdirreşîd el-Buhârî zamanında, hanefî mezhebinin Mâverâü'n-Nehir'deki şeyhi
olan büyük bir âlimdir.
Lakabı:
îftihârüddîn'dir.
Tâhir İbni Ahmed
el-Buhârî, müctehidler tabakasına dâhil bir fakıyh sayılmaktadır.
Tâhir ibni Ahmed,
fıkıh ilmini babası Kıvâmüddin Ahmed'-den tahsil etmiş; kendisi de pek çok
talebe yetiştirmiştir.
Tâhir İbni Ahmed,
hicrî 542 (mîlâdî 1148) tarihinde vefat etmiştir. [549]
Tâhir İbni Ahmed el-Buharî merhumun başlıca
eserleri şunlardır:
1-)
Nisâbfi'l-Fakıyh
2-)
Hizânetü'l-FetâVâ
3-)
Hulâsatü'l-Feiâvâ[550]
Tâhir İbni Selâm İbni
Kasım el-Harzemî, büyük bir hanefî fakıyhıdır.
Lakabı: Sâid Nemed
Pûş'tur.
Tâhir îbni Selâm,
fıkıh ilmini Hidâye'ye Kifâye adı ile bir şerh yazmış bulunan Seyyid Celâlüddîn'den,
tahsil etmiştir.
Tâhir İbni Selâm, bir
ara Hicaz'a gitmiş ve Türkiye'ye de gelmiştir.
Daha sonra Mısır'a
dönen Tâhir İbni Selâm, ilmi fa
Tahir İbni Selâm
merhumun, telifini hicrî 771 (mîlâdî 1370) yılında tamamlamış olduğu
Cevâhirü'l-Fıkih adında kıymetli bir eseri vardır. [552]
Ahmed İbni Muhammed
Tahtâvî, Mısır'h bir âlimdir. Mısır'da bir kaza merkezi olan Tahtâ'da
doğmuştur.
Kâhire'de tahsilini
tamamladıktan sonra, Mısır Hanefî Müftülüğüne tayin edilmiştir.
Ahmed Ibni Muhammed
İbni İsmail, hicrî 1231 (milâdî 1815) yılında vefat etmiştir. [553]
1-)
Dürrü'l-Muhtâr Haşiyesi
2-)
Merâkı'I-Felâh Haşiyesi
Tahtâvî merhumun bu
eserleri basılmıştır. [554]
Hz. Talhâ (R.A.), ilk
müslüman olanlardan ve hayatta iken cennetlik olduğu müjdelenenlerdendir.
Künyesi: Ebû Muhammed;
lakabı: Feyyaz ve Hayyir idi.
Hz. Talhâ (R.A.),
hicretten yirmi dört sene kadar önce Mekke'de dünyaya gelmiştir.
İlk Müslüman olanların
sekizincisi, Hz. Ebû Bekir (R.A.) vası-tasıyle İslâm'a gelenlerin beşincisidir.
Hz. Talha (R.A.),
—Bedir'den başka— Peygamber (S.A.V.) Efendimizin bütün gazvelerine iştirak
etmiştir. Bedir Savaşı sırasında, Hz. Talhâ ve Saîd İbni Zeyd (R.A.),
Peygamber (S.A.V.) Efendimiz tarafından Suriye ve civarının durumunu öğrenmek
üzere görevlendirilmişlerdi. Bu sebeple Bedir Savaşma katüamadılar. Ancak,
Fahr-i Kâinat (S.A.V.) Efendimiz, onların bu savaşa katılanlar gibi sevap
aldığını bildirdiği gibi, ganimetten de onlara pay ayırdığı için, bu iki sahâbî
Bedir ehlinden sayılırlar.
Hz. Talhâ İbni
Ubeydullah (R.A.), Uhud Savaşında, büyük kahramanlıklar göstermiş ve Fahri-
Kâinat (S.A.V.) Efendimizi korumak için canını siper etmiştir.
Bu savaşta yetmişten
fazla yara alan Hz. Talhâ (R.A.), Peygamber (S.A.V.) Efendimİz'e bir zarar
gelmemesi için, vücûdunu, bir kalkan gibi O'na gelen darbelerin önüne
tutmuştur. Hatta, Fahr-i Âlem (S.A.V.) Efendimize atılan bir oku, eli ile
karşılamış ve bu sebeple eli parçalanmıştır.
Hz. Talhâ'nın, Uhud
Savaşında gösterdiği kahramanlık ve Allah Resulüne gösterdiği cansiperane
bağlılık her türlü övgü ve ifadenin üstündedir.
Hz. Talhâ (R.A.)
Uhud'dan Mekke'nin'fethine kadar geçen süre içindeki bütün gazvelere
katılmıştır. Mekke'nin fethinden hemen sonra vuku bulan Huneyn Gazvesinde de
büyük kahramanlık ve sebat örneği göstermiştir.
Tebûk gazvesinde de,
diğer zengin müslümanlarla yarışırcasına, askerin teçhizi için varını yoğunu
harcamıştır.
Fahr-i Âlem (S.A.V.)
Efendimizle birlikte Veda Haccında da bulunan Hz. Talhâ, buradan Medine'ye
dönmüştür.
Resûl-i Ekrem (S.A.V.)
Efendimizin irtihâlini duyunca, tenha bir köşeye çekilip ağlayan Hz. Talhâ;
halîfe seçildiğini duyar duymaz Hz. Ebû Bekir'e bîat etmiştir.
Hz. Ebû Bekir (R.A.)
hastalanınca, "yerine kimin halîfe olmasının uygun olacağı"
hususunda, Hz. Talhâ (R.A.) ile istişare etlan ile gece her iki orduya da hüçûm
ederek, bir tarafa: "Âişe sözünde durmadı." diğer tarafa da:
"Ali sözünde durmadı." diye bağırtıp, savaş çıkmasına ve pek çok
müslümanm kanının dökülmesine sebep oldular.
Hz. Talhâ İbni
Ubeydullah (R.A.), burada şehid oldu.
Hz. Ali (R.A.), harp
meydanım gezerken, Hz. Talhâ (R.A.)'yı ölenler arasında gördü ve çok üzüldü. Ve
uzun müddet ağladı. O'nu kucağına alıp, yüzündeki toprakları sildi ve: "Ey
Ebû Muhammed, semânın yıldızlan altında, seni toprağın üzerine serilmiş olarak
görmek, bana pek ağır geldi; bu hâl beni kalbimden vurdu. Keşke; yirmi yıl
önce ölseydim." dedi.
Hz. Talhâ'nm cenaze
namazını, bizzat. Hz. Ali (R.A.) kıldırdı.
Hz. Talhâ (R.A.),
Peygamber (S.A.V.) Efendimizden 38 hadîs-i şerif rivayet etmiştir.
Hz. Talhâ îbni
Ubeydullah (R.A.), şehîd olduğu zaman (hicri 36), altmış dört yaşında idi.
Mübarek kabri Basra'dadır ve hâlen bir ziyâretgâhtır. [555]
Tavus İbni Keysan,
tabiînin ileri gelenlerinden meşhur bir fa-kıyh ve muhaddistir.
Künyesi: Ebû
Abdirrahman el-Hemdânî'dir.
Aslen İranlı olan
Tavus İbni Keysan hazretleri, Yemen'de Cened beldesinde otururdu. Yemelideki
Tulân Kabilesinin azadhların-dan olduğu rivayet edilirmiş; o da: "Hz.
Ömer, bu makama en çok lâyık olan zâttır. Cenâb-ı Hak sana: "Müslümanların
işini kime terk ettin?" derse; açık bir alınla ve müsterih olarak:
"Ömer'e bıraktım." dersin." demiştir.
Hz. Talhâ İbni
Ubeydullah (R.A.), Hz. Ömer (R.A.) zamanında, O'nun müşavere heyetinde idi.
Ve, her hususta O'nun reyine müracaat eder, O'nun reyi ile amel etmeye
çalışırdı.
Hz. Ömer (R.A.)
vefatından önce, "aday gösterdiği altı zâttan birinin halîfe
seçilmesini" vasiyet etmişti ve bu altı zâttan biri de Hz. Talhâ idi.
Hz. Talhâ, adaylıktan
çekildi ve reyini Hz. Osman'a verdi.
Hz. Osman'ın
hilâfetinin ilk altı yılı olaysız ve huzur içinde geçti. Sonra, bütün
müslümanlan kalbten yaralayan olaylar başladı. Fitne ve fesat o kadar yayıldı
ki, önü alınamaz bir hâle geldi. Hz. Osman (R.A.), âsiler tarafından
sarılınca, Hz. Ali ve Hz. Zübeyr gibi, Hz. Talhâ da, O'nu korumaları için
oğullarını gönderdi.
Hz. Osman'ın şehid
edilmesine, bütün müslümanlar gibi Hz. Talhâ da çok üzüldü.
Hz. Ali (R.A.), halîfe
seçilince, Hz. Talhâ O'na biat etti, O katillerin derhal bulunup
cezalandırılmalarını istiyordu. Hz. Ali (R.A.) de: "O anda, isyancıların
Medine'ye hâkim olduklarım, bir müddet sonra, kendilerine bağlı bir ordu
kurulduğu zaman, isyancıların ve katillerin cezasının verileceğini" beyân
etti.
Duruma çok üzülen Hz.
Talhâ (R.A.), Mekke'ye, Hz. Âişe (R.A.) annemizin yanına gitti. Oradan da
Basra'ya geçti.
Hz. Âişe (R.A.)
annemizin aracılığı ile, Hz. Ali (R.A.) ve karşısındakiler, kan dökülmemesi
hususunda anlaşmışlardı. Ne var ki, bu anlaşmadan haberdar olan Abdullah İbni
Sebe yahudisi, adam-
Tavus İbni Keysan
hazretleri, fıkıh, tefsir ve hadîs ilimlerinde çok ileri bir dereceye sahipti.
Kendisinin sika olduğunda ittifak vardır.
Hz. Tavus; Hz. Âişe,
Abdullah İbni Ömer, Ebû Hureyre, Ab-dulah İbni Amr, Zeyd İbnî Erkam gibi seçkin
sahâbilerden hadîs-i şerîf dinlemiş ve rivayette bulunmuştur.
Kendisi, "yetmiş
kadar sahabeyi gördüğünü" söylerdi.
Tavus İbni Keysan
hazretlerinden de, oğlu Abdullah, Zührî, İbrahim İbni Meysere ve Mücâhid gibi
meşhur fakiyh, müfessir ve muhaddisler rivayette bulunmuştur.
Tavus İbni Keysan
hazretleri, çok ibâdet eden bir zât idi. Çoğu zaman geceleri uyumazdı ve:
"Âbidlerin uykusu, cehennemi hatırlamaktır." derdi.
"Kırk defa hacca
gittiği ve kır1', yıl yatsı abdesti ile sabah namazını kıldığı" söylenir.
Tavus İbni Keysan,
cesurdu; asla gayr-i meşru bir iş yapmazdı; daima doğruyu söylerdi. Ve
zamanının devlet adamlarına gidip, onlara nasihat ederdi.
Tavus İbni Keysan;
Ömer İbni Abdülaziz hilâfet makamına geçince, O'na nasîhat için bir mektup
yazdı ve: "Kendi amelinin hayır olmasını istiyorsan, halkın işlerini
hayırlı insanlara yaptır." dedi.
Ömer İbni Abdülaziz,
bu mektubu okuyunca: "Öğüt olarak bu kâfidir." demiştir.
Tavus İbni Keysan
hazretleri evinden çıkmıyordu. O'na sordular:
—Evinizden
çıkmıyorsunuz; hikmeti nedir?
Şu cevabı verdi:
—fdâreciler adaletten
ayrıldı; halk fesada uğradı. Peygamber (S.A.V.) Efendimizin yolu unutuldu.
Bunun için dışarı çıkmıyorum. Bir kimse, kölesiyle evladına ayrı muameleyi
yapmıyorsa, adaletten ayrılmıştır."
Tavus İbni Keysan
hazretleri, hicrî 106 (milâdî 725) yılında Mekke-i Mükerreme'de, hac
mevsiminde, doksan yaşında vefat etmiştir. [556]
Ubâde İbni Sâmit
(R.A.), ashâb-i kiramın ileri gelenlerinden-dir. Medîne-i Münevvere'lidir ve
Hazrec kabîlesindendir.
Künyesi: Ebû'l—Velîd
el-Ensârfdir.
Mekke-i Mükerreme'de
İslâm dini yayılmaya başladığı sırada, Ubâde İbni Sâmit, henüz genç yaşında
idi. Bu arada Mekke'ye gitmiş ve bu yeni dinin yayılmaya başladığını duymuştu.
Medine'ye döndüğünde, bu mes'ele üzerinde bol bol düşünme fırsatı buldu.
Bu sebeple, Birinci
Akabe Bîatına iştirak eden on iki kişi arasına Ubâde İbni Sâmit de katıldı ve
Fahr-i Kâinat (S.A.V.) Efendimize bîat etti.
Ubâde İbni Sâmit (R.A.),
ikinci Akabe Bîatına da katıldı.
Ubâde İbni Sâmit
(R.A.)'in annesi de müslüman olmuştu. Medine'ye dönünce İslâmiyeti yayma
gayreti gösteren Ubâde İbni Sâmit (R.A.)'e, annesi de yardımcı oluyordu.
Ubâde İbni Sâmit
(R.A.) hazretleri, Fahr-i Kâinat (S.A.V.) Efendimiz Medîne'ye hicret edinceye
kadar bu hiz
Ubâde İbni Sâmit
(R.A.), Bedir Savaşına katıldı. Bu savaştan sonra, Benî Kaynuka yahudilerinin
kalesi muhasara edildi. Neticede, onlar, Peygamber (S.A.V.) Efendimizin
haklarında vereceği hükme razı oldular. Medine'den sürülmelerine karar verildi.
Ve bu işle Ubâde İbni Sâmit (R.A.) görevlendirildi. Onları, Medine'den alarak,
Zibab denilen mevkie kadar götürdü.
Ubâde İbni Sâmit (R.A.),
Uhud Gazvesine ve bunu takiben Benî Kurayza'mn Medine'den uzaklaştırılması
olayına da iştirak etti.
Mekke'nin fcLİıine ve
hemen bundan sonra Huneyn gazvesine kaüîan Ubâde İbni Sâmit hazretleri Tebük
Seferine de hem mâ-ieıı, hem bedenen katıldı.
Veda Haccinda da
bulunma şerefine eren Ubâde hazretleri, Hz, Ebû Bekir (R.A.) devrinde, Suriye
tarafındaki savaşlara da katıldı.
Hz. Ömer (R.A.)'in
halîfeliği sırasında, Mısır'ın fethine katılmış ve büyük hizmetleri olmuştur.
Peygamber (S.A.V.)
Efendimiz zamanında, çeşitli bölgelerin zekâtını toplamak üzere, bir çok defa
âmil tâyin edilen Ubâde İbni Sâmit (R.A.), Hz. Ömer (R.A.) zamanında da
Filistin ve Humus'ta v
Hz. Osman (R.A.)
zamanında, Şam tarafına gidip, orada ikâmete başlayan Ubâde îbni Sâmit (R.A.)
hazretleri, âlim ve kahraman bir zat idi.
Peygamber (S.A.V.)
Efendimiz zamanında Kur'ân-ı Kerîm'-in tamamını yazmış ve ezberlemiş bulunan
Ubâde İbni Sâmit (R.A.) hazretleri, zaman zaman ashâb-ı suffa'ya muallimlik
yapmış ve onlara okuma-yazma öğretmiştir.
Hz. Ubâde (R.A.),
Resûl:i Ekrem (S.A.V.) Efendimizden işittiği hadîs-i şerifleri rivayet ederken
çok hassas davranırdı. O, hadis ilminin kurucularından sayılmaktadır.
Ubâde İbni Sâmit
(R.A.) hazretleri, daima halka va'z ve na-sihatta bulunur ve emr-i bi'1-maşgul
görevini hiç bir zaman ihmâl etmezdi. Özellikle, yetkili makamlarda bulunan
kimseleri ikâz etmekten ve onlara doğruyu göstermekten hiç tereddüt etmezdi.
Fıkıh ilminde de,
ileri bir mertebede bulunan Ubâde İbni Sâmit (R.A.), müslümanlann bu konuda da
müracaat mercii idi. Kendisi, pek çok fetva vermiştir.
Hz. Muâz İbni Sâmit
(R.A.) Peygamber (S.A.V.) Efendimiz'-den 181 hadîs-i şerîf rivayet etmiştir.
Kendisinden hadîs-i şerif dinleyip, rivayette bulunan zevat arasında, ashâb-ı
kiramın ve tabiînin ileri gelenleri vardır.
Evzâî şöyle diyor:
—"İlk olarak
Filistin kadılığına tâyin edilen zât, Ubâde İbni Sâ-mit'tir."
İlmi, kahramanlığı,
ahlâkı, samimiyeti, cesareti, gayreti ve doğru sözlülüğü ile ashab-ı kiram
arasında seçkin bir yeri olan Übâde İbni Samit (R.A.), hicrî 34 (milâdî 655)
yılında Remle'de (başka bir rivayete göre ise, Kudüs'te) hastalandı ve kısa bir
süre sonra vefat etti. Bu sırada 72 yaşında bulunuyordu. .
Hastalığı sırasında
da, kendisini ziyarete gelenlere ve evlâdına vâ'z, ve nasihatte bulunuyor, öğüt
veriyor ve tavsiyelerde bulunuyordu. [557]
Ubeydullah İbnü
Abdullah İbni Utbe İbni Mes'ud el-Hezlî, tâbiî'nin büyüklerinden âlim ve fakıyh
bir zâttır.
Ubeydullah İbnü
Abdullah'ın babasının amcası, Abdullah İbni Mes'ud (R.A.) hazretleridir.
Ubeydullah İbni
Abdullah hazretleri, Medîne-i Münevvere'-deki Fukahâ-i Seb'adan (= yedi büyük
fakıyhten) bindir.
Ubeydullah îbnü
Abdullah; İbni Abbas, Ebû Hureyre ve Hz. Âişe, gibi bir çok sahabe ile görüşmüş
ve kendilerinden hadîs-i şerif rivayet etmiştir.
Fıkıh ve hadîs
sahasındaki ilmi ile zühd ve takvası yönünden meşhur olan Ubeydullah İbnü
Abdullah hazretleri, Halîfe Ömer İbni Abdülaziz'in muallimi ve sohbet arkadaşı
idi.
İbni Sa'd:
"Ubeydullah, âlim, sika, fakıyh, çok hadîs bilen ve şâir bir zât
idi." diyor.
Ubeydullah İbni
Abdullah hazretleri; hicrî 102 (mîlâdî 720) tarihinde, Medîne-i Münevvre'de
vefat etmiştir. [558]
Urve bin Zübeyr
(R.A.), aşere-i mübeşşereden Hz. Zübeyr bin Avvâm (R.A.)'in oğludur. Annesi de,
Hz. Ebû Bekir (R.A.)'in kızı Zâtü'n-Nikateyn (- iki kuşak sahibi) Esmâ'dır.
Hz. Urve, tabiînin
büyüklerinden ve Medine'de yetişen Fukahâ-f Seb'a'dan (= yedi büyük fakıyh'ten)
biridir.
Urve bin Zübeyr (R.A.)
hazretleri Kur'ân, hadîs ve fıkıh ilimlerinde büyük bir meleke sahibi idi.
Urve bin Zübeyr
(R.A.), teyzesi'Hz. Âişe, babası Zübeyr bin Avvâm, Zeyd bin Sabit, Ebû Hureyre
ve diğer bazı sahâbîlerden hadîs-i şerîf rivayet etmiştir.
Urvetü'bnü-Zübeyr
(R.A.) hazretlerinden de oğulları Hişam, Muhammed, Osman, Yayha, Abdullah ve
torunu Amr bin Abdil-lah ile Zührî ve diğer başka
Zuhrî: "Urve bin
Zübeyr'i ilim konusunda bitmeyen bir deniz buldum." der.
Urve hazretlerinin
oğlu Hişâm da şöyle demektedir: "Babam, Ramazan ve Kurban Bayramlarının
dışında dâima oruç tutardı. Hatta, oruçlu olarak vefat etti."
Urve bin Zübeyr
hazretleri, oğullarına şöyle vasiyet etmiştir.: "İlim öğreniniz. Çünkü
siz, şimdi, içerisinde bulunduğunuz topluluğun küçüklerisiniz. Fakat, ileride,
bu topluluğun büyükleri olabilirsiniz. Cehalet ne kadar çirkin bir şeydir;
özellikle yaşlı bir kimsenin cehaleti daha çirkin olur."
Kütübü Sitte'de
kendisinden başka Urve bin Zübeyr nâmında bir ravi yoktur.
Urve bin Zübeyr'İn
ilminin çokluğu ve kadrinin yüksekliği hakkında ittifak vardır.
Urvetü'bnü'z-Zübeyr
(R.A.), hicrî 22 (mîlâdî 642) yılında doğdu ve 94 (mîlâdî 712) yılında vefat
etti.
Oğlu Hişam da, fıkıh
ilminde ileri bir zat idi. [559]
Übey İbni Kâ'b İbni
Kays (R.A.), ashâb-ı kiramın ileri gelen-lerindendir. Medîne'lidir. Yanî
ensardandır.
Künyesi: Ebû'I-Münzir
el-Hazrecî'dir. Lakabı: Seyyidü'l-Kurrâ, Seyyüdü'l-Ensâr veya
Seyyidü'l-Müslimîn'dir.
Übey İbni Kâ'b (R.A.),
ikinci Akabe Biatine iştirak edip, Peygamber (S.A.V.) Efendimize bîât eden
müslümanlardandır.
Übey İbni Kâ'b,
Peygamber (S.A.V.) Efendimizle birlikte, Bedir, Uhud ve Hendek Savaşlarında
hazır bulunduğu gibi, Hayber'in fethine de iştirak etmiştir.
Übey İbni Kâ'b (R.A.)
hazretleri Mekke'nin fethine katılmış, hemen bunu takiben Huneyn Gazvesine
iştirak etmiş ve Tâif muhasarasında da hazır bulunmuştur.
Übey İbni Kâb (R.A.),
ashâb-ı kiram içinde en güzel Kur'ân okuyanlardan biri idi. Savaş olmadığı
zamanlarda Kur'ân-ı Kerîm ezberlemeye çalışırdı.
Peygamber (S.A.V.)
Efendimiz tarafından, zaman zaman, çeşitli kabileler nezdinde zekât âmili
olarak görevlendirilmiştir.
Hz. Ebû Bekir (R.A.)
zamanında, Kur'ân-ı Kerîm'in toplanması için kurulan hey'ette, Hz. Übey İbni
Kâ'b de görevlendirilmiştir.
Hz. Ömer (R.A.)
zamanında da, O'nun müşaviri olarak görev yapan Übey İbni Kâ'b (R.A.), boş
zamanlarında ders okutur ve fetva verme işini de yürütürdü.
Ramazanlarda, Mescîd-i
Nebî'de terâvîh namazlarını da Übey İbni Kâ'b (R.A.) hazretleri kıldırırdı.
Hz. Osman (R.A.) zamanında
Kur'ân-ı Kerîm nüshaları .çoğaltılırken, Übey İbni Kâ'b (R.A.) okumuş, Zeyd
İbni Sabit (R.A.) hazretleri de onu yazmıştır.
Peygamber (S.A.V.)
Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
—"Ümmetimin en
güzel Kur'ân okuyanı Übey İbni Kâ'b'dir."
Übey İbni Kâ'b (R.A.)
hazretleri fıkıh ilminde de ashâb-ı ki-râmm seçkmlerindendir. Mesrûk, şöyle
demiştir:
—"Ashâb-ı Kiram
içinde fetva ve hüküm verme ehli olanlar şu altı zâttır: Hz. Ömer, Hz. Ali, Hz.
Abdullah, Übey, Zeyd, Ebû MûÜbey îbni Kâ'b (R.A.), İslâmî ilimlerden başka
Tevrat ve İn-cîl'i de bilirdi.
Kuvvetli bir hafızası
vardı. Peygamberimizin mübarek sözlerini naklederken çok hassas davranırdı.
Kendisinden 164 hadîs-i şerîf rivayet edilmiştir.
Übey îbni Kâ'b
(R.A.)'den rivayette bulunan zevatın bir kısmı şunlardır.
Abdullah İbni Abbas
(R.A.), Ebû Mûsâ'l-Eş'arî (R.A.) gibi sa-habîlerle, oğlu Tüfeyl, Süveyd İbni
Gafale, Zerr İbni Hubeş...
Hasılı kelâm, Übey
îbni Kâ'b (R.A.) hazretleri, kıraat, tefsir, ftadîs ve fıkıh ilminde ashâb-ı
kiramın en ileri gelen âlimlerindendi ve müctehiddi.
Hz. Übey îbni Kâ'b
(R.A.) hicrî 30. yıl civarında Medîne-i Mü-nevver'de vefat etmiş ve cenaze
namazını, Hz. Osman (R.A.) kıldırmıştır. [560]
Mü'minlerin annesi Hz.
Ümmü Habîbe (R.A. = Radiyalla-hü Anhâ), ashâb-ı kiramdan Ebû Süfyan'ın kızı ve
Hz. Muâviye'-nin kız kardeşidir.
Ümmü Habîbe (R.A.),
İslâm'ın ilk zamanlarında Müslüman olmuş ve kendisi gibi İslam'ı seçmiş bulunan
kocası Ubeydullah İb-nü Cahş ile birlikte Habeşistan'a hicret etmiştir.
Kocası Ubeydullah,
Habeşistan'da İslâmiyeti terkederek hiris-tiyanhğa geçti. Ve irtidadından bir
müddet sonra da öldü. Ümmü Habîbe (R.A.) hazretleri böylece dul kalmış oldu.
Nebiyyi Zî-Şan
(S.A.V.) Efendimiz, Hz. Ümmü Habîbe'nin asaletine ve İslâm dinindeki sebatına
bir mükâfaat olmak üzere, bu mübarek annemizi, ezvâcı tâhirâtmdan olmak
şerefine nail kılmıştır. Şöyle ki:
Hicretin 6. senesinde,
hıtbe (= söz kesmek, nişan),için, Amr îbni Ümiyye, Habeşistan'a gönderildi. Ve,
Habeşistan hükümdarı Necaşî tarafından 4000 dirhem mehirle, Ümmü Habîbe (R.A.),
Resul-i Ekrem (S.A.V.) Efendimize nikahlandı. Bu nikâhın, Ümmü Habîbe (R.A.)
annemiz Medîne'ye döndükten sonra, kendisinin en yakın akrabası olan Hz. Osman
(R.A.) tarafından kıyıldığı da kaydedilmektedir.
Mü'minlerin annesi Ümmü
Habîbe (R.A.), hicretin 44. yılında, Medîne-i Münevvere'de vefat etmiştir. [561]
Peygamber.(S.A.V.)
Efendimizin muhterem ve mutahhar zevcelerinden Hz. Cüveyriyye (R.A. =
radıyallahü anhâ), Beni Musta-Iık Kabilesinin reisi, Haris İbni Dırâr'm
kızıdır.
Mü'minlerin Annesi Hz.
Cüveyriyye, fekâhati ile tanınırdı. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz'den 7 hadîs-i
şerif rivayet etmiştir.
Ümmü'l-Mü'minîn Hz.
Âişe (R.A.) şöyle demiştir:
—"Ben,
Cüveyriyye'den daha hayırlı, daha bereketli bir kadın görmedim."
Hz. Cüveyriyye
annemiz, hicrî 56 (mîlâdî 676)) yılında Medine'de vefat etmiştir. Cenazesi
Mervân İbni Hakem tarafından kıldırılan Hz. Cüveyriyye Bakî Kabristanına
defnedilmiştir. [562]
Mü'minlerin annesi
Ümmü Seleme (R.A. = Radıyallahü anhâ), hicretin dördüncü senesinde, Resûl-i
Ekrem (S.A.V.) Efendimizin ezvâc-ı tâhirâtmdan olma saadetine nail olmuştur.
Ümmü Seleme (R.A.),
Huzeyme Kabilesinden Ebû Umeyye'-nin kızıdır. İlk müslüman olanlardandır.
Kocası ile Habeşistan'a hicret etmiş, Medine'ye geldikten sonra, kocası
Abdullah ve kendisi İslâm için çok gayret sarfettiler; kocası Uhud Savaşında
ağır yaralandı ve bu yaraların tesiri ile daha sonra vefat etti. Ümmü Seleme,
dört çocuğu ile dul kalmıştı.
Fahr-i Kâinat (S.A.V.)
Efendimizin nikahı ile şereflenen Ümmü Seleme (R.A.) annemiz1, çok güzel
konuşurdu.
Ümmü Seleme (R.A.) v
Ümmü Seleme (R.A.), Peygamber
(S.A.V.) Efendimizden 378 hadîs-i şerif rivayet etmiştir.
Ümmü Seleme (R.A.)
annemiz, hicretin 61. yılında, —seksen dört yaşında— Medîne-i Münevvere'de
vefat etmiş ve Bakî Kabristanına defnedilmiştir.
Peygamber (S.A.V.)
Efendimizin mübarek hanımları içinde en son vefat eden Ümmü Seleme (R.A.)
annemizdir.[563]
Veki İbni Cerrah,
Kûfe'li bir âlimdir.
Künyesi: Ebû Süfyân olan
Veki hazretleri Rüva besine mensuptur.
Veki Ibni Cerrah,
aslen Nişabur veya Sind'li dir.
Veki İbni Cerrah; İmâm-ı
A'zam Ebû Hanîfe, İmâm Ebû Yûsuf ve İmâm Züfer hazretlerinden fıkıh tahsil
etmiş ve bir çok zevattan da hadîs-i şerîf rivayetinde bulunmuştur.
Kendisinden de,
İbnü'l-Mübârek, Yahya İbni Âdem, Âhmed İbni Hanbel ve İbni Raheveyh gibi pek
çok meşhur âlim rivayette bulunmuştur.
Veki İbni Cerrah
hazretleri çok geniş bir ilme ve çok kuvvetli bir hafızaya sahipti. İşitmiş
oiduğu hiç bir hadîs-i şerîfi unutmamıştır.
Veki hazretlerine, bir
dostu gelmiş ve hafızısanın zayıflığından şikâyet etmiş; bunun üzerine Veki, o
şahsa, günahlardan kaçınmasını tavsiye etmişti. O, zat, bu nasihati şöyle
şiirleştirdi:
Veki'a, hafızamın kötü
oluşundan şikâyet ettim. Bana günahları terketmem için irşad etti.
Ve: "İlim, bir
fazlı- İlâhîdir;
Allah'ın fazlını ise,
günahlar ihtiva edemez." dedi.
Ahmet İbni Hanbel
hazretleri şöyle diyor:
—"Gözlerim,
Veki'in bir benzerim görmedi. O, hadîs ezberler;-fıkıh müzâkere eder; ibâdet ve
taatle uğraşır ve hepsinde de güzelce muvaffak olurdu. O, kimsenin aleyhinde
söz söylemezdi. Veki'nin tasnif ettiklerine dikkat ediniz; ben, ilmi, ondan
daha ziyâde ihata etmiş bir kimse görmedim."
Veki'in babası,
Küfe'de beytü'1-mâl nâzın idi. Harûnü'r-Reşîd, Veki'i kadı tâyin etmek
istediyse de, O, bunu
kabul etmedi.
Veki, İmâm-ı A'zam Ebû
Hanîfe (R.A.)'nin kavli ile fetva verirdi.
Veki İbni Cerrah,
hicrî 127 (milâdî 745) yılında Kûfe'de doğmuş, 197 (mîlâdî 813) yılında,
Hac'dan dönerken Feyd denilen yerde vefat etmiştir. [564]
Abdürreşid Ebû'l-Fetih
Zahîrüddîn İbni Ebî Hanîfe İbni Ab-dürrezzak, hanefî fakıyhlerinden çok
faziletli bir zattır.
Velvâltcî, Belh'de Ebû
Bekir Kazzaz Muhammed ve Bürkân'ı Belhf den fıkıh tahsil etmiştir.
Ebû'1-Feth Abdürreşid
Velvâlicî, hicrî 467 (mîlâdî 1074) tarihinde Velvâlic'de doğmuş ve hicrî 540
(mîlâdî 1145) yılında yine aynı yerde vefat etmiştir.
Velvâlic, Bedahşan'da
bir beldedir. [565]
Abdürreşid Velvâlicî merhumun, Fetâvâyi
Velvâliciyye adında meşhur bir fetva kitabı vardır.
(Keşfü'z—Zünûn'a göre,
Fetâvâyi Velvâliciyye hicrî 710 (mîlâdî 1310) yılında vefat eden Zahîrüddin
Ebû'l-Mekârim îshâk İbni Bekir'in eseridir.
Hanefî fakiyhleri
arasında Zahîrüddin lakabım taşıyan bir çok zevat vardır.
Meselâ:
1-) Fetâvâyi
Zahîriyye sahibi Kadı Muhammed İbni Ahmed'e, Zahîrüddini'l-Buhârî denir. Bu
zat, hicrî 619 (mîlâdî 1222) yılında vefat etmiştir.
' Sahîh-i Buhârî
Şârihi Bedrüddin Aynî, bu fetva kitabından, kendisine çok ihtiyaç, hissedilen
mes'eleleri seçerek el-Mesâilü'1-Bedriyye el-Müntehebâtü
minel-Fetâvâyi'z-Zafiîriyye adı ile bir eser vttcûde getirmiş ve;
"Zahîriyye, mütekaddimînin kitaplarından bir takım mes'eleleri
nıuh-tevîbir kitaptır ki, bundan müteahhirîn âlimleri müstağni olamaz."
demiştir.
2-) Bir de,
Zahîrüddini'l-Kebîr el-Merginânî vardır ki, bu zâtın adı: Ali bin
Abdülaziz'dir.
3-) İkinci
sırada zikrettiğimiz Zahirüddinî'l-Kebîr'in oğlu Hasan vardır ki, bu da
Zahîrüddin diye anılır.
4-) Bir de,
Zahîrüddin Ahmed .tbni İsmail vardır.
Bu zat,
el-Câmiu's-Sağîr'i Şerh etmiştir.
Bu zata, Zahîr-i
Timurtâşî denir.
5-) Bir de,
Zahîrüddin Belhî vardır.
Bu zatın ismi Ahmed
bin Ali'dir. [566]
Yahya İbni Eksem,
hanefî fıkıh âlimlerinin büyüklerindendir. İsmi: Yahya İbni Eksem İbni Muhammed
el-Temîmî el-Esedî el-Mervezî; künyesi ise: Ebû Muhammed'dir.
Yahya İbni Eksem,
hicrî 159 (mîlâdî 775) tarihinde Merv'de doğmuştur.
Yahya İbni Eksem; İmâm
Muhammed eş-Şeybânî, Abdullah İbni Mübarek, Fadl İbni Musa es-Sinânî, Hafs İbni
Abdurrahman en-Nişaburî, Mihran İbni Ebî Ömer er-Râziyyîn, Süfyân İbni Uyey-ne
gibi bir çok büyük âlimden fıkıh tahsil etmiş ve hadîs-i şerîf dinleyip
rivayet etmiştir.
Kendisinden de, İmâm
Buhârî, Tirmizi, Ebû Hâtem er-Râzî, İsmail İbni İshâk el-Kâdî ve bu zatın
kardeşi Hammâd İbni İshâk gibi bir çok zevat ilim tahsil etmiş ve hadîs-i şerîf
dinleyip rivayette bulunmuşlardır.
Yahya İbni Eksem
hazretleri, İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe'nin torunu İsmail'den sonra ve henüz yirmi
bir yaşında iken Basra'ya kadı olarak tâyin edilmişti.
Basra'lılar:
—"Kadımız kaç
yaşındadır?" diye sorarlar. Yahya îbni Eksem, bu suâlde, kendisini —yaşça—
küçük görme havasının olduğunu sezer ve şu cevabı verir:
—"Ben, Resûl-i
Ekrem'in Mekke-i Mükerreme'ye kadı tâyin ettiği Attab'dan ve Yemen'e kadı
olarak gönderdiği Muâz İbni Cebel'-den daha yaşlıyım."
Hatîb el-Bağdâdî şöyle
diyor:
—"Yahya İbni
Eksem, ehl-i sünnet ve'1-cemâat itikadı üzerinde olup, bid'atten çok sakınan
bir zât idi."
Yahya İbni Eksem
hazretleri, hicrî 242 (mîlâdî 856) yılında, hacdan dönerken, Rebeze'de seksen
iki yaşında iken vefat etti. [567]
Yahya İbni Eyyûb,
büyük bir fakîh'tir. Ve pek çok talebe yetiştirmiştir.
Yahya İbni Eyyüb,
fıkıh ilminde olduğu gibi hadîs ilminde de ileri ve sika bir zât idi.
İlmi ile amel eden,
zâhid ve vera sahibi olan Yahya İbni Eyyüb, "Bağdatlıdır ve hicrî 234
(mîlâdî 849) yılında, yetmiş yedi yaşında olduğu hâlde vefat etmiştir.
Bir de Yahya İbni
Eyyûb el-Halvânî vardır ki, bu da saduk ve faziletli bir zattır. Bu zât, hicrî
289 (mîlâdî 902) tarihinde vefat etmiştir. [568]
Ebû Zekeriyya Yahya
İbni Maîn el-Bağdâdî, büyük fıkıh âlimlerinden, muhaddis ve faziletli bir
zâttır.
Yahya İbni Maîn, hicrî
158 (mîlâdî 775) tarihinde dünyaya gelmiştir.
Yahya İbni ıMaîn
hazretleri, Bağdad'da doğup yetişmiş olmasına rağmen, aslen arap olmayıp,
Horasan'ın Serahs Şehrindendir.
Özellikle hadîs
ilminde yüksek bir dereceye ulaşan ve "kendi eli ile altı yüz bin hadîs
yazdığını" söyliyen Yahya İbni Mâin hazretlerinin, kendilerinden hadîs-i
şerîf dinleyip rivayet ettiği zevatın bir kısmı şunlardır:
Bazı Meşhur Fakihler
Abdullah İbni Mübarek
îsâ İbni Yûnus, Süfyân îbni Uyeyne, Muâz İbni Muâz, Yahya İbni Saîd el-Kattân..
Yahya İbni Maîn
hazretlerinden hadîs-i şerîf dinleyip rivayet eden zâtların bir kısmı da
şunlardır.
Ahmet İbni Hanbel,
Muhammed İbni Sa'd (= Kâtib-i Vâkıdî), Ebû Zür'a, Ebû Hatim, İmâm Buharı, İmâm
Müslim, Ebû dâvud, Züheyr İbni Harb...
İbni Maîn merhum,
hadîs ilmi hususunda çok gayret göstermiş ve bu sahada emsalsiz bir noktaya
gelmişti. Kendisi, Fahr-i Kâinat Efendimizden sabit olmayan haberleri reddeder
ve bunları ilim ehli olanlara bildirerek, bu hususta herkesi aydınlatır ve
yalanıcıla-' rın yalanlarını açığa çıkarırdı.
Yahya İbni Maîn,
yazdığı bütün hadîsleri ezberlerdi. O, bu sahada hâkim derecesine ulaştı. Hadis
ilminde herkesin müracaat ettiği bir merci durumunda idi.
İbni Hibbân şöyle
diyor:
— "Yahya İbni
Maîn, çok dindar, fazilet sahibi, Rasûlullah (S.A.V.) Efendimizin sünnetlerini
toplamak için, gece-gündüz çalışmak maksadı ile, dünya ile alâkasını kesmiş
büyük bir âlim; hadîs sahasında rehber ve zor mes'elelerde, kendisine baş
vurulan bir merci idi."
îbni Rûmî şöyle diyor:
—"Ben, Ahmed İbni
Hanbel'in yanında idim. Bu sırada bir şahıs gelerek, O'na: "Ey Ebû
Abdullah! Şu hadîs-i şeriflerin metninde veya senetlerinde bir arıza
olup-olmadığma bir bakıver." dedi. Bunun üzerine Ahmed İbni Hanbel:
—"Sen, Yahya İbni
Maîn'e git. O, hadîs-i şerifleri çok iyi bilir." buyurdu.
Yahya İbni Maîn
hazretleri, ilim tahsil etmek ve özellikle, Fahr-i Kâinat (S.A.V.) Efendimizin
Sünnet-i Seniyyelerini doğru olarak öğrenmek için genç yaşından itibaren büyük
bir gayret ve dikkat sar-fetmeye başladı.
Bu cümleden olarak
çeşitli İslâm merkezlerine yolculuklar yaptı. Kûfe'ye ve Basra'ya gitti. Henüz
yirmi dört yaşında iken, yaya olarak Hicaz'a gitti. Orada, İslâm âleminin dört
bir tarafından gelen âlimlerle görüştü ve onları dinledi. Daha sonra da sık
sık bu mübarek beldelere gitti.
Yahya İbni Maîn, otuz
yaşında iken Yemen'e gidip, oranın büyük âlimlerinden de faydalandı.
Daha sonra, Tebriz,
Rey, Şam ve Mısır'ı da dolaşan Yahya İbni Maîn hazretleri,bütün bu
yolculukları, sünnet-i seniyyeyi doğru ve sağlam olarak öğrenmek ve bunları
derleyip toplamak için yapmıştır.
Yahya İbni Maîn
hazretleri son haccı esnasında, Medîne-i Münevvere yakınlarında hastalandı.
Bunun üzerine, arkadaşlarının yollarına devam etmesini isteyerek, kendisi
Medîne-i Münevvere'ye döndü ve_ burada Rahmet-i İlâhîye kavuştu. Ve, Bakî
Kabristanına defnedildi.
Vefatı hicrî 233
(milâdî 847) yılına rastlamaktadır. Yahya İbni Maîn hazreteri vefat
ettiklerinde 75 yaşında idiler.[569]
Yahya îbni
Saîdi'I-Kattân, tebe-i tabiînden, faziletli bir âlimdir. Künyesi: Ebû
Saîdi'l-Basrî'dir.
Yahya İbni Saîd, Irak
âlimleri arasında hadîs rivayeti konusunda hassasiyet göstererek, zayıf
râvîlerden hadis rivayetini terk edip, sika râvilerin vasıflarından bahseden ve
onların hadîsini alan zatlardan biridir.
Kendisi zamanında ilmi
ile meşhur olduğu kadar; ibâdeti, zühd ve takvası ile de temayüz etmiş bir zat
idi.
Yahya İbni Sâid
el-Kattân, hicrî 120 (milâdî 738) yılında doğmuş 198 (mîlâdî 814) yılında
vefat etmiştir. [570]
Yahya İbni Sâid îbni
Kays el-Medenî, Neccâr Kabilesinden fakıyh bir zâttır.
Künyesi: Ebû
Sâidi'l-Ensarî'dir.
Yahya İbni Sâid,
Medîne-i Münevvere'de kadılık yapmıştır.
Yahya İbni Sâid, Enes
İbni Mâlik (R.A.)'den hadîs-i şerîf dinlemiş ve tabiînin ileri gelenlerinden
rivayette bulunmuştur.
Halîfe Ebû Ca'fer
Mansur, Yahya İbni Saîd'i Bağdad'a çağırmış ve Hâşimiyye Kadılığına tâyin
etmiştir.
Yahya. İbni Saîd,
hicrî 144 (mîlâdî 762) yılında vefat etmiştir.
[571]
Yahya İbni Yahya İbni
Kays, Dımaşklı bir fakıyhtır.
Yahya İbni Yahya îbni
Kays, halîfe Ömer İbni Abdülaziz tarafından Musul'a kadı tâyin edilmiştir,
kendisinin sika ve büyük bir âlim olduğunda ittifak vardır.
Ebû Muhammed İbni
Hıbbân şöyle demiştir. "—Yahya, Şam'ın fakıyhlerinden ve
kurrâsındandır."
Yahya İbni Yahya İbni
Kays, hicrî 64 (milâdî 684) tarihinde Şam'da ( = Dımaşk'ta) doğmuş ve 133
(mîlâdî 751) senesinde yine aynı yerde vefat etmiştir, [572]
Ebû Muhammed Yahya
İbni Yahya el-Leysî, mâliki fakıyhle-rinin büyüklerindendir.
Kurtuba'da (Endülüs'te
= İspanya'da) doğmuş ve orada ilim tahsil etmiştir.
Daha senra şarka gelen
Yahya İbni Yahya, İmâm Mâlik'ten el-Muvattâ'ı dinlemiştir.
Yahya İbni Yahya
hazretleri Mekke-i Mükerreme, Medîne-i Münevvere ve Mısır'da da, büyük mâliki
fakıyhlerinden, istifade etmiş; Süfyan İbni Uyeyne ve diğer fakiyhlerden de
ders almıştır.
Yahya îbni Yahya,
Mâliki fıkhının Mağrib'de yayılmasında müessir olmuştur.
Yahya İbni Yahy^,
doğduğu yer olan Kurtuba'da hicrî 234 (mîlâdî 849) yılında vefat etmiştir. [573]
Yahya İbni Zekeriyyâ
İbni Ebî Zaide, Kûfe'li, fakıyh ve mu-haddis bir zâttır.
Yahya ibni Zekeriyyâ,
babasından ve Hişâm ile A'meş'ten ve diğer bir çok zevattan hadîs dinlemiştir.
Yahya İbni Zekeriya
hazretleri, fıkıh, ilmini îmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe hazretlerinden okunmuştur.
Yahya İbni Zekeriyyâ,
Harunu Reşîd tarafından Medîne-i Mü-nevvere'ye v
Büyük bir fakıyh ve
sika bir muhaddis olan Yahya İbni Zekeriyyâ, zamanının bu sahalarda en ileri
Kufe'de ilk kitap
tasnif eden zatın, Yahya İbni Zekerriyâ olduğu söylenmektedir.
Yahya İbni Zekerriyâ
hazretleri, Meâdîn kadısı iken, hicrî 184 (mîlâdî 800) yılında, 63 yaşında
olduğu halde vefat etmiştir. [574]
Seyyid Ali-zâde Yâkub
Efendi, hanefî fukahâsından faziletli bir zâttır.
Yâkub Efen
di,Bursa'da, Edirne'de ve İstanbul'da
kadılık yapmıştır.
Yâkub Efendi hicrî 931
(mîlâdî 1525) yılında vefat etmiştir. [575]
Seyyid Ali-zâde Yâkub
Efendinin, pek çok kıymetli telifâtı vardır, bu kıymetli eserlerden bir kısmı
şunlardır:
1-)
Şir'atü'l-İslâm Şerhi Mefâlihii'l-Cinân
Bu eser, hicrî 573
(mîlâdî 1Î78) yılında vefat etmiş olan İmâm-zâde vaiz Rüknü'l-İslâm Muhammed
îbni Ebî Bekri'in Şir'atü'l-İslâm adındaki eserinin çok güzel bir şerhridir. Ve
matbûdur.
2-) Gülistan
Şerhi Bu eser^ Gülistan'ın arabca bir şerhidir.
3-) Hâşiye-i
Şerh-i Ferâiz U's-Seyyid Şerif
4-) Ecvibe
alâ-Şerhı Miitâh li-Kara Seyyidî
5-) Hâşiye-i
Şerhi Dibace fî-İlmi'n-Nahiv
6-) Haşiye
alâ-Şerhı Melâlii'l-Envâr
7-)
Telhiys-ı Mir'atü'l-Cmân ve İbretü'I—Yakazan Bu eser, İmâm Yâfiî'nin meşhur
tarihinin kısaltümışıtır. [576]
Yezîd İbni Ebî Habîb,
Süveyd el-Mısrî, tabiînden muhaddis bir zâttır. Künyesi: Ebû Recâ'dır.
Yezîd îbni Ebî Habîb;
Abdullah İbnü'I-Hâris ve Ebû't-Tufeyl Âmür İbni Vesîle gibi sahâbe-i güzinden
hadîs-i şerîf dinlemiş ve rivayet etmiştir.
Yezîd İbni Ebî
Habîb'deh hadîs-i şerîf dinleyip rivayet eden şahıslar arasında da,
Yezîd İbni Ebî Habîb,
zamanında Mısır halkına fetva verirdi. Kendisine bu fetva verme görevini Ömer
İbni Abdülaziz tevcih etmiştir.
Yezîd İbni Ebî Habîb,
hicrî 53 (mîlâdî 673) yılında doğmuş; 128 (milâdî 746) yılında vefat etmiştir. [577]
Yûnus Vehbi Efendi,
hicrî 1284 (mîlâdî 1832) yılında İstanbul'da doğmuştur ve aslen Kayseri'lidir.
Tahsilini tamamlayıp Ispar-taya Kadı tayin edilmiştir.
Daha sonra Haremeyn payesini
kazanmış ve İstanbul'da evkaf Nezâreti Müfettişliğine tayin edilmiştir.
Yûnus Vevbi Efendi,
hicrî 1288 (mîlâdî 1871) de Mecelle Komisyonuna tayin edilmiş ve 5, 6, 7 ve 8.
kitapların hazırlanmasında görev yapmıştır.
Bu arada Müdîr-i
Muallimhâne-i Nuvvâb ve Mekteb-i Nuvvâb Müdürlüklerini de yürüten Yûnus Venbi
Efendi hicrî 1322 (mîlâdî 1904) senesinde vefat etmitir. Fatih Camii Bahçesinde
medfundur. [578]
Zâdân el-Kindî, sadûk
bir muhaddis ve fakıyhtir
Bir künyesi de Ebû
Abdillah olan Zâdân merhum, hicrî 82 (mîlâdî 702) tarihinde vefat etmiştir. [579]
Zehebî Şemsü'd-dîn,
Muhammed İbni Ahmed îbni Kaymaz, Ebû Abdullah Türkmânî, şâfiî fukahâsından
meşhur bir âlimdir.
Zehebî, müdekkik bir
muhaddis ve bir tarihçidir. Kendisi HInz Zehebî diye de tanınır.
Zehebî, yaşadığı
asırdaki ilim sahiplerinin müracaat mercii idi.
Hafız Zehebî, hadis
ric
Cerh ve ta'dil
hususlarında da kudretli bir ilim sahibi idi.
Bu hususta Tâcüddin
Subkî şöyle diyor:
—' 'Sanki bütün ümmet
bir saha üzerine toplanmış; Zehebî de onlan nazar-ı müşâhadeden geçirmiş ve
sonra da, onlarla ilgili mâ-lûmâtı birer birer vermeye başlamıştır.'*
Zehebî merhum, fıkıh
ilmini, şâfiî fakıyhlerinden Kadî'I-kudât Muhammed Kemâlüddin İbni Zemelkânî'den
ve İbni Kadı Şuhbe'-den tahsil etmiştir.
Hadis ilmini ise, Ebû
Zekeriyya İbni Sayrafî, İbni Ebû'1-Hayr ve Kutb İbni Ebî Usrûn gibi büyük
Hafız Zehebî, henüz on
sekiz yaşında iken hadis ilmini öğrenmeye başlamış ve bu maksatla seyahatlere
çıkmıştır.
Bu cümleden olarak
Dımeşk, Ba'lebek, Mekke, Haleb, Mısır ve İskenderiyye'de bir çok meşhur hadîs
âliminden hadis dinlemiştir.
Özellikle, hadis
konusunda, Mısır'da Şeyhu'l-İslâm İbni Dakîkı'I-îd'den çok istifâde etmiştir,
Hafız Zehebî,
Mısır'dan Şam'a dönünce, önce Ümm-i S
Zehebî merhum şâfiî
mezhebinde idi. Ancak, Hanbelî fakıyhlerinden bir kısmının rey ve görüşlerine
de fazlaca temayül gösterirdi.
Zehebî hakkında şöyle
denilmiştir;
"Zehebî, hadîs ve
hadîs âlimleri hakkında geniş bir bilgiye sahiptir. Bununla birlikte, —kendisi
o hâlden berî olduğunu iddia etmesine rağmen— mücessime'ye meyyaldir. Bu
hususta te'vile veya senedi yönünden intikada tâbi olan bir takım hadîsleri
te'vil ve tenkid etmeden, olduğu gibi kabul etmiştir."
Tâcüddîn Subkî, üstadı
olduğu için Zehebî merhumu övmekle beraber, bazı hâllerini de tenkid
etmektedir.
Subkî'nin bu husustaki
mütalaalarının bir kısmı şöyledir: "Şeyhimiz Zehebî'nin tarihe dair eseri
güzeldir ve pek çok bügiyi içine almaktadır. Bununla beraber, müfrid bir
taassub ile doludur. Bir çok yerlerinde ehli dîne (yani: Halkın safveti olan
fukaraya) lisan ile ezada bulunmuş ve Şafiî ve Hanefî imânlarından bir çoğuna
dil uzatmıştır. Özellikle Eşariler aleyhinde pek ifrada basmıştır. Mücessime
hakkında ise, hep övücü ifâdeler kullanmıştır.
Bizim kendilerine
ulaştığımız meşayih (= şeyhler = âlimler), bizlere, Zehebî'nin sözüne bakmayı
yasaklarlardı. Onun kavline itibar etmezlerdi"
Cem'ül-Cevâmî sahibi
de şöyle diyor:
''Zehebî, şer'î
ilimlerde mümâresede bulunmuş (= meleke kes-betmiş) değildir."
Zehebî merhumun, kendi
kanâatinde bulunmayan zâtların hal tercümelerini yazarken, onların hakkında
uygun olan hükmü vermek hususunda pek insaflıca hareket etmemiş olduğu da
söylenmektedir.
Bütün bunlarla
beraber, Zehebî merhum, değerli ve mütefekkir bir âlimdir. Özellikle hadîs ric
Ve Zehebî merhum, İbni
Teymiyye ve İbni Kayyım Cevziyye kadar cumhura karşı cephe almış da değildir.
Hatta, aslında takdir
ettiği ve bir takım mes'elelerde kendisi ile aynı fikri paylaştığı İbni
Teymiyye hakkında, tenkidimsi bir risalesi bile vardır.
Ve Zehebî merhum, bu
risalesinde İbni Teymiyye'nin cumhura muh
"Sen, ne zamana
kadar nefsini methedecek, âlimleri kötüleyerek, insanların mahrem hallerini
araştırmaya çalışacaksın?
Hâlbuki, Resûl-i Ekrem
(S.A.V.)'in: "Ölülerinizi ancak hayırla yadediniz. (hayırdan başka hiç bir
şeyle anmayınız.)" buyurmuş olduğunu bilirsin.
Haccac'ın kılıcı ile
İbni Hazm'ın lisanı iki öz kardeş idi; sen de onlarla kardeşlik akdettin.
Senin,açıktan beni
tenkid edip, gizlice sözümden faydalanmandan ben razıyım. Beni kusurlarımdan
haberdar eden kimseye Allahu Teâlâ rahmet buyursun." [580]
Zehebî merhumun pek
çok eseri vardır. Bu eserlerden başlı-caları şunlardır:
1-) Tarih-i
Kebîr
Bu eser, 12 ciltlik
bir İslâm tarihidir. Bu kıymetli eser, îslâmi-yetin zuhurundan, hicri 715
(milâdî 1315) yılına kadar olan vak'ala-rı ve bu asırlarda yaşamış olan
âlimlerin hâl tercümelerini içine almaktadır.
Bu kıymetli eser matbu
değildir ve ciltleri ayrı ayrı kütüphanelerde bulunmaktadır.
İmâm Sahâvî, bu
kıymetli esere hicrî 744 (milâdî 1343) senesine kadar bir zeyl yazmıştır. Bu
zeyl, iki cüz olarak Haydarâbad'ta basılmıştır.
2-)
Târîhu'l-Evsat (= el-Iber)
Bu eser, Tarih-i
Kebîr'in (= İslam Tarihi'nin) bir telhıysidir.
3-)
Târîhu's-Sağîr (= Düvel-i İslâmiyye).
Bu da, İslâm
tarihinden telhis edilerek meydana getirilmiş bîr eserdir.
4-)
Siyerü'n-Nübelâ
Bu kitabın konusuda
tarih ve terâcim-i, ahvâldir.
5-)
Tezkiretü'l-Huffâz.
Bu eser, hadis
hafızları ile ilgilidir. Aslında bu eser de İslâm Târihinden hulâsa
edilmiştir.
Zehebî, bu eserinde
hadîs hafızlarını yirmi bir tabakaya ayırmış ve her tabakadaki hafızların hâl
tercümelerini tafsilâtlıca yazmıtır. Tezkiretü'l-Huffâz'ı, İmâm Suyûtî telhıys
etmiştir.
6-)
el-Müştebih fi'1-Esmâi ve'1-Ensab.
7-)
et-Tecrîd fî-Esmâi's-Sahâbe.
8-)
Tabakâtü'l-Kurrâ
9-)
Tabakâtü'l-Huffâz.
10-)
İhtisârii Süncni'l-Beyhakî
11-)
İhtisârii'l-Müstedrek
12-)
İhtisârii't-Tezhîb
13-)
Tezhîbü't-Tehzîb
14-)
Mîzânü'l-İ'tidâl fi-Nakdi'r-Ricâl
15-)
el-Müstahlâ İhtisârii 'I-Muallâ I i-İbni Hazm.
16-) Tenldhü
Ehâdîsi't-Tâlik li-İbni Çevri
17-)
Tıbbü'n-Nebevî
Bu güzel eser
matbûdur. Ve bir çok yerde bir çok defa basılmıştır.
18-) Hülefâ-i
Râşidîn'in Menkıbeleri hakkında dört ayrı kitap.
19-) Ahbârii
Ebî Müslim el-Horasânî
20-)
Muhtasar-ı Târîh-i İbni Asâkir
21-)
Muhtasar-ı Târihi'1-Hatîbi'l-Bağdâdî
22-)
İhtisâr-ı Târih-i Nişabur.
23-)
İhtisâr-ı Takvimi'1-Büldan li-Ebî'1-Fidâ
24-) el-Muharrer
fi-Esmâi Rkâli-I-Kütübi's-Sitte
25-) Kitâb
fi'1-Vefâyât 26-) Şiirleri
Şemsüddîn Muhammed
îbni Ahmed ez-Zehebî, hicrî 673 (mîlâdî 1274) yılında Şam'da veya Diyarbakır'a
bağlı Silvan'da doğmuş; 748 (milâdî 1347) yılında Şam'da vefat etmiştir. Bâbü's-Sağîr'de
medfundur. [581]
Zeyd İbni
Sabit (R.A.), ashâb-ı
Kiramın ileri gelen âlimlerindendir.
Zeyd îbni Sabit
(R.A.), Peygamber (S.A.V.) Efendimizin hicretinden —yaklaşık— on yıl kadar
önce Medine'de dünyaya gelmiştir. Künyesi: Ebû Said el-Ensârî'dir.
Kârı, Mukrî, Farzî,
Katibü'I-Vahy ve Hibrü'1-Ümme gibi lakapları olan Zeyd İbni Sabit (R.A.)
hazretleri, Fahr-i Kâinat (S.A.V.) Efendimiz tarafından, Kur'an-ı Kerîmi ve
İslâmiyeti öğretmek üzere Medîne-i Münevvere'ye gönderilen Mus'ab İbni Umeyr
(R.A.) va-
ile ve henüz on-onbir yaşlarında iken müslüman
oldu.
Müslüman olur olmaz, o
güne kadar indirilmiş bulunan Kur'ân-ı Kerîm âyetlerini ezberlemeye başlayan
Zeyd İbni Sabit, Peygamber (S.A.V.) efendimizin hicreti sırasında on yedi
sûreyi ezberlemiş bulunuyordu. Onun bu hâli ve Kur'ân'a olan sevgisi Fahr-i
Âlem (S.A.V.) Efendimizin memnuniyetine sebep olmuştur.
Bedir Savaşı
sırasında, henüz on üç yaşında bulunduğu için, Resûl-i Ekrem (S.A.V.)
Efendimiz, onun savaşa-katılmasına izin vermedi. Uhud Savaşına da aynı gerekçe
ile katılmadığı bildirilmektedir.
Zeyd İbni Sabit
(R.A.), hendek savaşında, hem hendeğin kazılmasına ve hem de fiilî muharebeye
katılmış ve çok büyük kahramanlıklar göstermiştir.
Zeyd İbni Sabit
(R.A.), Hudeybiye Müsâlahasına, Mekke'nin fethine, Huneyn Gazvesine ve Taif
muhasarasına da iştirak etmiştir.
Fahr-i Kâinat (S.A.V.)
Efendimizle birlikte, Veda haccına da katılan Zeyd İbni Sabit (R.A.), O'nun
irtihâlinden sonra, Yemâme savaşına da iştirak etmiş ve bu savaşta bir okla
yaralanmıştır.
Resûl-i Ekrem (S.A.V.)
Efendimiz, hayatta olduğu müddetçe, O'nun vahiy katipliğini yapan ve bu arada
diğer yazışmalarını da yürüten Zeyd İbni Sabit (R.A.) hazretleri, çok zeki ve
hafızası kuvvetil bir zât idi. Nitekim, Peygamber (S.A.V.) Efendimizin emirleri
ile, Süryanîce'yi on beş gün gibi kısa bir müddet içinde öğrenmişti. Bu
lisanla Peygamberimiz (S.A.V.)'e gönderilen mektupları okur, tercüme eder ve
emredildiği tarzda onlara cevap yazardı.
Zeyd İbni Sabit
(R.A.), kâtiplik görevine Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer devirlerinde de devam
etmiştir.
Hz. Osman (R.A.), Zeyd
İbni Sabit hazretlerim Beytü'1-Mâl Eminliğine tayin etmiştir.
Zeyd İbni Sabit
(R.A.)'in, ashâb-ı kiram içinde, ferâiz (- miras hukuku) ilmini en iyi bilen
bir zât olduğunu, Nebiyyi Muhterem (S.A.V.) Efendimiz haber vermiştir.
Hz. Ömer (R.A.),
hilâfet makamında iken, her zaman Hz. Ali'yi ve Zeyd İbni Sâbit'i istişare
meclisine da'vet ederdi.
Kendisi büyük bir âlim
olan Abdullah İbnü Abbâs (R.A.) hazretleri, ilminden istifade etmek için Zeyd
İbni Sabit (R.A.) hazretlerinin evine giderdi. Kendisine niçin böyle yaptığı
sorulunca da: "İlmin —ayağına— gidilir; ilim —ayağa— gelmez."
buyururdu.
Zeyd İbni Sabit (R.A.)
hazretleri kıraat (= Kur'ân-ı Kerîmi okuma) ilminde, ashâb-ı kiramın en ileri
gelen âlimlerinden biri idi.
Ve O, Kur'ân-ı Kerîmin
tamamını ezberlemişti. Kendisinden, İbni Abbas ve Ebû Abdurrahman es- Sülemi
gibi meşhur sahabeler kirâat dersi almışlardır.
Kıraat ilmi, en mühim
ilimlerden biridir. Ve Zeyd İbni Sabit (R.A.) hazretleri, bu ilimde İmamdır.
Zeyd İbni Sabit
(R.A.), tefsir ilminde de ileri bir mertebede bulunuyordu. Tefsir hakkında pek
kıymetli rivayetleri vardır.
Hâsılı kelâm, Zeyd
İbni Sabit (R.A.) hazretleri hadîs, fıkıh, fe-râiz, kaza (= hüküm verme) ve
fetva ilimlerinde son derece bilgili olan Zeyd İbni Sabit (R.A.) hazretleri, bu
ilimlere pek çok hizmette bulunmuş ve talebe yetiştirmiştir.
—"Hz. Ömer ve Hz.
Osman, fetva ferâiz ve kıraat hususlarında, hiç bir kimseyi Zeyd üzerine
takdim etmezlerdi."
Zeyd İbni Sabit
(R.A.), fıkıh ilminin her mes'elesinde, müc-tehid olan Sahabelerdendi ve Fahr-i
Kâinat (S.A.V.) Efendimiz hayatta iken fetva verme şerefine kavuşmuştu.
Hz. Zeyd İbni Sabit
(R.A.), Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali ve Hz. Muâviye zamanında
da Medîne-i Münevvere'-de fetva verirdi.
Peygamber (S.A.V.)
Efendimizin, vefat ettiği sırada, ashâb-ı kiram içinde, Kur'an-i Kerîmi tamamen
ezberlemiş pek çok hafız vardı.
Ancak, bunların bir
kısmı, Hz. Ebû Bekir zamanında çıkan savaşlarda, şehid olmuşlardı. Sayıları
azalıyordu. JBunun üzerine Hz. Ömer, Halîfe Hz. Ebû Bekir'e müracaat ederek; o
zaman, "dağınık sâhifelerde yazılı bulunan, Kur'ân-ı Kerîm âyetlerinin bir
kitap hâlinde toplanmasını" talep etti.
Bunun üzerine, Hz. Ebû
Bekir (R.A.), Zeyd îbni Sabit (R.A.)'i çağırarak, ona:
—"Ey Zeyd!...
Sen, genç ve akıllı birisin. Ayıplanacak ve seni töhmet altında bırakacak bir
davranışın da yok... Resûl-i Ekrem (S.A.V.) hayatta iken, O'nuc vahiy kâtibi
idin.. Sen, Kur'an âyetlerini bir araya topla." dedi.
Bu t
Hz. Osman (R.A.)'m h
Fukahâ-i Seb'adan yani
ashâb-ı kiram içindeki yedi büyük fa-kıyhten biri olan bu büyük sahâbî, hicrî
54 (milâdî 674) tarihinde Medîne-i Münevvere'de vefat etti.
Cenazesinde Abdullah
İbni Abbas, Said İbni Müseyyeb ve Ebû Hureyre gib zevat da bulundu.
Zeyd îbni Sabit (R.A.)
vefat edince, Ebû Hureyre (R.A.): —"Bu üm
Abdullah İbni Abbas
(R.A.) hazretleri de: —"Bu gün, ilim hazînesi defnolundu." demiştir.
İbni Ebî Dâvud şöyle
derdi:
—"Zeyd İbni
Sabit, ashâb-ı kiranı içinde, insanların en âlimi idi. Dinî ilimlerde tam bir
meleke sahibi bulunuyordu."
Zeyd îbni Sabit
(R.A.), Peygamber (S.A.V.) Efendimizden 92 hadîs-i şerif rivayet etmiştir.
Zeyd İbni Sabit
hazretlerinin oğlu Hârice İbni Zeyd de büyük bir fakiyh idi. [582]
Abdullah İbni Yûsuf
İbni Muhammed Zeyleî, Kahire'li Mu-haddis ve fakıyh bir zâttır.
Cemâlüddîn Abdulah
İbni Yûsuf; Kenzü'd—Dekâik sahibi Fahrüddin ez-Zeyleî'den ve Alâüddîn
Türkmânî'den ilim tahsil etmiştir.
Hadîs ilmine derin bir
vukufu bulunan Cemâlüddin Zeyleî merhum, Keşşaf in ve Hidâye'nin hadislerini
tahrîc etmiştir.
Cemâlüddin Zeyleî'nin
Hidâye Hadisleri ile ilgili eserini, Şihâbüd-din İbni Hâcer telhîs etmiştir.
Cemâlüddîn Zeyleî,
hicrî 762 (mîlâdî 1361) yılında vefat etmiştir. [583]
Osman İbni Ali
ez-Zeyleî, hanefi fukahâsından kudretli bir âlimdir.
Künyesi: Ebû Muhammed;
lakabı: Fahrüddîn'dir. Zeyle, Habeş denizi sahilinde bir beldedir.
Memleketinde tahsilini
tamamlayan Zeyleî merhum hicrî 705 (milâdî 1306) tarihinde kâhire'ye gitmiş ve
orada talebe yetiştirmekle iştigal etmiştir, aynı zamanda ifta (= fetva verme)
görevide yapan Zeyleî merhum, hanefî fıkhının yayılmasına da gayret etmiştir.
Fahrüddin Ebû Muhammed
ez-Zeyleî, hicrî 743 (mîlâdî 1343) tarihinde vefat etmiştir. [584]
Zeyleî merhumun
Tebyînii'l-Hakâik alâ-Ke azı'd-Dekâik adlı eseri,
muteber bir fıkıh
kitabıdır. [585]
Mahmud İbni Ömer
İbni Muhammed İbni Ahmed
ez-Zemahşerî, hanefî fukahâsından meşhur bir âlim; kudretli bir müfessirdir.
Künyesi: Ebû'I-Kâsım
olan Mahmud İbni Ömer, Türkistan'ın büyük bir parçası olan, Harzem ülkesinin
Zemahşer köyünde hicrî 467 (mîlâdî 1075) yılında dünyaya geldi.
Ebû'l-Kâsım Zemahşerî
ilim ve kemâl itibariyle bir hârikadır. Bağdad'da Ali îbni Muzaffer
en-Nişabûrî, Ebû'n-Nasr el-îsfehânî ve Ebû Mansur el-Cevâlikî'den ilim tahsil
etmiştir.
Zamanının bir kısmını
Arabistan'da özellikle Mekke-i Müker-reme'de geçirmiş ve Canı ilah unvanım
almıştır.
Zemahşerî, kendisi
Türk olduğu hâlde, arap lisânına fevkalâde vakıftı. Hatta, bir gün Mekke-i
Mükerreme'de Ebû Kubeys tepesine çıkarak, arap kabîlelerine hitaben şöyle
demişti:
—"Geliniz,
babalarınızın, dedelerinizin dilini benden öğreniniz." diyecek kadar;
kendisini kudretli hissetmişti. Zemahşerî merhum, vücûda getirmiş olduğu
kıymetli eserlerle, bu iddiasını isbat etmiştir.
Zemahşerî, bir sefer
esnasında, kendisine isabet eden şiddetli soğuk ve kar sesebiyle, donma
tehlikesi geçirmiş ve bu sebeple bir ayağı kesilerek topal kalmıştır.
Mekke-i Mükerreme'den
Harzem'e dönen Zemahşerî, hicrî 538 (milâdî 1144) tarihinde arefe günü vefat
etmiştir. Cürcan kasabasında medfundur.
Zemahşerî, büyük bir
âlim, dünyaya kıymet vermeyen bir zâ-hid ve takva sahibi, faziletli bir
şahsiyet olmasına rağmen, itikat yönünden mutezile mezhebinde idi. Ve, çok
kıymetli olan eserlerinde, özellikle tefsirinde, bu mezhebin yanlış akideleri
görülmektedir. [586]
Zemahşerî merhum pek
çok eserler telif etmiştir. Bunların en mühimleri olan tefsirinden başlayarak
şöyle sıralayabiliriz:
1-)
el-Keşşâf an-Hakâiki't-Tenzil.
Keşşaf, Zemahşerî
merhumun en mühim eseri olduğu gibi, sahasında da eşi bulunmaz bir tefsirdir.
Zemahşerî, bu mühim tefsirini üç.yıl gibi kısa bir müddet içinde tamamlamıştır.
Bu tefsir üzerine,
otuzdan fazla telhis, haşiye veya ta'lika yazılmıştır.
Bu eserlerin, çoğu, Zemahşerî'nin
mu'tezilî fikirlerine işaret edilerek, onların doğruları da gösterilmiştir.
Ayrıca, Keşşaf
tefsirinde geçen hadislerin tahrîci ve bu tefsirle ilgili diğer'hususlarla
ilgili eserler de te'lif edilmiştir.
2-) el-Fâik
fî-Caribi'l-Hadîs
Bu kitap, hadisle
ilgilidir ve matbûdur.
3-)
cl-Makâmât
Bu da, nasihatler
ihtiva eden matbu bir eserdir.
4-)
et-Tavaku'z-Zeheb fî'I-Mevâizî ve'l-Hntab
Bu da, Meviza ve
hutbeleri muhtevi matbu bir eserdir.
5-)
Esâsü'l-Belâga:
Bu eser, arap dili ve
lügati ile ilgilidir ve matbûdur, iki cildtir.
6-)
el-Enmûzec
Bu eser, nahiv ile
ilgilidir ve matbûdur.
7-)
el-Kelimü'n-Nevâbiğ
Bu kitap, fransızca'ya
da tercüme edilmiştir. Metni de, tercümesi de matbûdur.
8-)
el-Mufassal
Bu kitap, arap
dilbilgisi ile ilgilidir ve matbûdur.
9-)
Mudaddimetü'1-Edeb
Bu bir Jügattır. Ve bu
lügat 1705 yılında Türkçeye çevrilmiş ve İstanbul'da basılmıştır.
10-)
Afcebü'l-Aceb Şerhu tamiyeti'l-Arab
Matbûdur.
11-)
el-Cibâl ve'1-Emkine vei-Miyâh
Matbûdur.
12-) er-Râiz
fi'1-Ferâiz
13-) Kıstas
Bu kitap aruz
hakkındadır. [587]
Zeyne'I-Âbidîn, Ali
İbni Hüseyin İbhi Ali İbni Ebû Tâlib, Hz. Hüseyin (R.A.) Efendimizin muhterem
oğullarıdır.
Künyesi: Ebû Muhammed
veya Ebu Hüseyin'dir. Lakapları: Seccâd ve Zeyne'l-Âbidîn'dir. Kendisi tabiînin
ileri gelenlerindendir.
Zeyne'I-Âbidîn
hazretleri, hicrî 50 (milâdî 671) yılında Medîne-i Münevvere'de dünyaya geldi.
Annesi Şehr-i Bânû, o
zamanın Acem padişahının kızıdır.
Zeyne'l-Âbidîn
hazretleri, gönülleri yakan Kerbelâ Faciası „. rasmda on beş yaşında idi.
Mübarek babasının kesilmiş başları ile birlikte Şam'a gönderilmiş olanlardandı.
Şam'dan, Medîne-i
Münevvere'ye dönmüştür. Ve, devamirbir surette zühd ve ibâdetle meşgul
olmuştur.
Zeyne'l-Âbidîn
hazretlerinin dokuz erkek ve dört kız evlâdla-rı olmuştur. Büyük oğlu Muhammed
Bakir hazretleridir.
Zeyne'l-Âbidîn (R.A.)
hazretleri, Sika, me'mun, fakıyh ve ilimle, irfanla hakkıyle mücehhez bir zât
idi.
İmâm Zührî şöyle
demiştir:
—"Ben, Medîne-i
Münevvere'de ondan daha efdâl bir zata yetişmedim."
Yahya el-Ensârî de
şöyle demiştir:
—"Zeyne'l-Âbidîn
hazretleri, Medûıe-i Münevvere'de gördüğüm Hâşimîlerin en efd
Zeyne'l-Âbidîn
hazretlerinden, pek çok büyük ve meşhur zât, hadîs-i şerîf rivayet etmiştir.
Zeyne'l-Âbidîn
hazretleri, hicrî 94 (milâdî 712) yılında Medîne-i Münevvere'de vefat etmiştir.
Tehzîbü'l-Esmâ'da
bildirildiğine göre: Bu seneye senetü'l-Fukahâ denilmiştir. Çünkü, o sene
içinde, Zeyne'I-Âbidin hazretleri gibi, bir çok büyük fakıyh rahmet-i Rahmân'a
kavuşmuştur.
Zeyne'l-Âbidîn hazretleri,
pek cömert ve hayır sever bir zât idi. Medîne-i Münevvre'deki yüz fakır ailenin
maişetini devamlı temiri etmiş olduğu, kendisinin vefatından sonra
anlaşılmıştır. (R.A. = Rahmetullahi aleyh) [588]
Zeynüddîn Abdurrahim
İbni Ebî Bekir Imâdiddîn İbni Sâhibi'l-Hidâye hanefî fakıyhlerinin ileri
gelenlerindendir.
Künyesi:
Ebû'l-Feth'tir. [589]
Zeynüddîn Ebû'1-Feth
es-Semerkandî merhumun Fusûlü'l-İmâdiyye adlı muteber bir fıkıh kitabı
vardır.
Zeynüddin Ebû'1-Feth
es-Semerkandî, Hidâye sahibi Bürhâ-nüddîn el-Mergınânî'nin torunudur.
Bazı zevata göre:
Fusûlü'l-Imâdiyye'nin müellifi, Cemâlüddin İbni Imâdüddîn'dir.
Keşfü'z-Zünûn'de
Füsûlü'I-Imâdiyye'nin müellifi olarak Ebü'l-Feth Abdurrahim İbni Ebî Bekir İbni
Abdi-'l-celîl el-Mergınânî es-Semerkandî gösterilmektedir. [590]
Zirr İbni Hubeyş İbni
Hubaşe, Kûfe'Ii bir âlimdir. Sikadır. Künyesi: Ebû Meryem el-Esedî'dir.
Kendisi, câhiliyye
devrinde, dünyaya gelmiş olmasına rağmen ashâb-ı kiramdan olma şerefine nail
olamamıştır.
Tabiînin ileri
gelenlerindendir.
Zirr İbni Hubeyş
hazretleri, ashâb-ı kiramdan Hz. Abdullah İbnü Mes'ûd, Hz. Osman İbni Affan ve
Hz. Aliyyü'l-Murtaza (R.Anhüm) hazretlerine mülâki olmuş ve Kur'ân-ı Kerîm
okumasını* bu yüksek zevattan öğrenmiştir.
Zirr İbni Hubeyş
hazretlerinden Kur'an-ı Kerîm kirâatini te-allüm edenler arasında da, meşhur
kıraat İmâmı Âsim,
Zirr İbni Hubeyş
hazretleri, hicrî 82 (milâdî 702) yılında, 120 yaşında olduğu hâlde, Cemâcim'de
vefat etmiştir.[591]
Zübeyr İbni Avvâm îbni
Huveylid (R.A.) ashab-ı kiramın ileri gelenlerinden ve aşare-İ mübeşşeredendir.
Fakıyh sahâbîlerin de
ileri gelenlerinden olan Zübeyr İbni Avvâm hazretleri, Hz. Hatice'nin erkek
kardeşi ile Peygamber (S.A.V.) Efendimizin halası Hz. Safiyye'nin oğludur.
Zübeyr İbni Avvâm
(R.A.) hazretleri ilk müslüman olanlardandır. Kendisi Hz> Ebû Bekir
(R.A.)'in damadı idi,
Zübeyr İbni Avvâm
(R.A.), müslüman olunca; eski dînine dönmesi için, amcası tarafından işkenceye
tâbi tutuldu.
Zübeyr İbni Avvâm
(R.A.), Allah yolunda kılıcını ilk çek,,, müslümandır. Bundan dolayı da,
Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, kendisine ve kılıcına dua buyurmuştur.
Mekke'de, müslümanlarm
sayısı arttıkça; onlara yapılan iş-kincelerde artıyordu. Bunun üzerine,
Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, ashabına:
—"Siz, bari
yeryüzüne dağılın!.. Allahu Teâlâ sizi yine toplar." buyurmuştu.
Bunun üzerine,
aralarında Zübeyr İbni Avvâm'm da bulunduğu on beş kişilik bir kafile, Mekke'den
gizlice ayrılarak, Habeşistan'a hicret ettiler.
Habeşistan İmparatoru
Necâşî, gelen bu müslümanları çok iyi karşıladı.
Peygamber (S.A.V.)
Efendimiz, Mekke'den Medîne'i Münev-vere'ye hicret edince, Habeşistan
muhacirleri de Medine'ye geldiler.
Peygamber (S.A.V.)
Efendimiz, Zübeyr İbni Avvâm (R.A.)'ı ensârdan Ka'b îbni Mâlik (R.A.) ile
kardeş yaptı;
Zübeyr İbni Avvâm
(R.A.) hazretleri, Peygamber (S.A.V.) Efendimizle birlikte Bedir, Uhud, Hendek
Savaşları ile Mekke-i Mü-kerreme'nin fethine iştirak etmiş ve bu savaşların
hepsinde büyük kahramanlıklar göstermiştir.
Zübeyr İbni Avvâm
(R.A.) hazretleri, Tâif muhasarasına, Te-bük Seferine ve Veda haccına da
iştirak etmiştir.
Zübeyr İbni Avvâm
(R.A.), Mısır'ın fethine de iştirak etmiştir.
Zübeyr îbni Avvâm
(R.A.) hazretleri, Cemel Vak'asında, Hz. Tahla (R.A.) ile birlikte', Hz. Ali
(R.A.)'nin karşı tarafında bulunuyordu. Ancak, sonradan muharebeden
çekilmiştir. Bir ağaç altında uykuya dalmışken, İbni Cermuz tarafından şehit
edilmiştir. Bu sırada altmış yedi yaşında bulunuyordu.
Hz. Ali (R.A.), Zübeyr
İbni Avvâm (R.A.)'m vefatına çok üzüldü ve onun cenaze namazım bizzat kendisi
kıldırdı.
Kabri, Basra'da, şehid
edildiği Vâdi's-Sika denilen yerdedir.
Peygamber (S.A.V.)
Efendimiz, Zübeyr İbni Avvâm (R.A.)'in şehid edileceğini haber vermiş ve:
"Zübeyr'in katiline cehennemlik olduğunu haber veriniz." buyurmuştur.
Çok zengin ve çok
cömert olan Zübeyr İbn Avvâm (R.A.) hazretleri, etrafındaki fakirlerin
hepsinin maişetini temin etme hususunda gayret sarf ederdi.
Fahr-i Âlem
(S.A.V.) Efendimiz, Zübeyr
İbni Avvâm hakkında:
—"Her peygamberin
bir havarisi (= samîmi dostu) vardır; benim havarim de Zübeyr'dir."
buyurmuştur.
Zübeyr Ibni Avvâm
(R.A.), Peygamber (S.A.V.) Efendimizden, otuz sekiz hadîs-i şerîf rivayet etmiştir. [592]
Zürâre Ibni Evfâ,
Basralı fakıyh bir zâttır. Künyesi: Ebû Hâcib'tir.
Zürâre îbni Evfâ,
Basra'da kadılık yapmıştır.
Zürâre merhum, büyük
fakıyh olduğu gibi, aynı zamanda ilmi ile âmil olan, mütteki ve zâhid bir zât
idi.
Zürâre Ibni Evfâ,
hicrî 193 (mîlâdî 809) tarihinde, namaz kılarken, aniden vefat etmiştir. [593]
[1] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/155-159.
[2] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/159-162.
[3] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/162-163.
[4] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/163.
[5] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/163-164.
[6] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/164-166.
[7] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/166.
[8] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/167.
[9] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/167-171.
[10] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/171-175.
[11] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/175-178.
[12] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/178-179.
[13] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/179.
[14] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/180-185.
[15] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/186-187.
[16] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/187-188
[17] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/188-191.
[18] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları:
15/191-193.
[19] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/193.
[20] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/193-194.
[21] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/194-197.
[22] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/197.
[23] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/198.
[24] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/198-199.
[25] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/199.
[26] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/199.
[27] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/200.
[28] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/200-201.
[29] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/201.
[30] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/201.
[31] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/201-202.
[32] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/202.
[33] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/202.
[34] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/202-203.
[35] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/203.
[36] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/203-204.
[37] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/204-208.
[38] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/208.
[39] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/208-209.
[40] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/209-210.
[41] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/210-211.
[42] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/211.
[43] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/212.
[44] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/212-214.
[45] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/214-216.
[46] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/216-218.
[47] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/218-219.
[48] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/219.
[49] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/219.
[50] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/219-220.
[51] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/220.
[52] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/220-221.
[53] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/221.
[54] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları:
15/221-222.
[55] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/222-223.
[56] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/224-225.
[57] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/225.
[58] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/225.
[59] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/225-226.
[60] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/227-228.
[61] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/228-230.
[62] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/230.
[63] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/230-232.
[64] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/233-238.
[65] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/238-239.
[66] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/240.
[67] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/240.
[68] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/240.
[69] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/240-241.
[70] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/241-243.
[71] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/243-244.
[72] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/244.
[73] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/244-245.
[74] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/245-246.
[75] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/246.
[76] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/246.
[77] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/247.
[78] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/247.
[79] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/247-248.
[80] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/248.
[81] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/248.
[82] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/248.
[83] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/248.
[84] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/248.
[85] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/249.
[86] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/249.
[87] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/249-252.
[88] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/252.
[89] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/252-253.
[90] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/253.
[91] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/253.
[92] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/253-254.
[93] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/254-255.
[94] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/255-256.
[95] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/256.
[96] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/256.
[97] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/256-257.
[98] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/257.
[99] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/257.
[100] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/257-258.
[101] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları:
15/258-260.
[102] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/260.
[103] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/260.
[104] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/260-261.
[105] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/262.
[106] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/262-268.
[107] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/268-269.
[108] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/269-270.
[109] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/270.
[110] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/270-271.
[111] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/271-272.
[112] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/272.
[113] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/272.
[114] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/272-274.
[115] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/274.
[116] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/274-276.
[117] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/276.
[118] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/276-277.
[119] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları:
15/277.
[120] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/279.
[121] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/279-281.
[122] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/281.
[123] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/284-285.
[124] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/285.
[125] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/285-289.
[126] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/289-291.
[127] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/291.
[128] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/292-293.
[129] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/293.
[130] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/294.
[131] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/294-295.
[132] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/295-296.
[133] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/296.
[134] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/296.
[135] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/296-297.
[136] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/297.
[137] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/297-298.
[138] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/298.
[139] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/298-299.
[140] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/299-301.
[141] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/301-302.
[142] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/302.
[143] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/302.
[144] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/303-304.
[145] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/304.
[146] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/304-305.
[147] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/305.
[148] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/305-306.
[149] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/306-307.
[150] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/307-308.
[151] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/308-309.
[152] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/309.
[153] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/309.
[154] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/309.
[155] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları:
15/310-315.
[156] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/315-317.
[157] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/317.
[158] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/317-318.
[159] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/318.
[160] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/318-327.
[161] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/327.
[162] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/327-328.
[163] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/328.
[164] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/328-332.
[165] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/332-333.
[166] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/333.
[167] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/333-335.
[168] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/335-336.
[169] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/336-338.
[170] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/338-339.
[171] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/339-340.
[172] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/340-341.
[173] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/341-342.
[174] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/342-343.
[175] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/344-345.
[176] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/345.
[177] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/346.
[178] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/346-347.
[179] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/347.
[180] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları:
15/347.
[181] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/347.
[182] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/347-348.
[183] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/348.
[184] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/348.
[185] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/348-350.
[186] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/35.
[187] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/350.
[188] Münyetü't-Musallî'nin Babadâğî tercümesi, tarafımızdan
sadefcştirilip, gerekli ilâveler de yapılarak HALEBÎ-İ SAĞİR unvanı ile AKÇAĞ
Yayınevi tarafından neş£dilmiştir. (İsmail KARAKAYA)
[189] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/351.
[190] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/351-352.
[191] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/352-357.
[192] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/358.
[193] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/358.
[194] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/358.
[195] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/358-359.
[196] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/359.
[197] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/359-360.
[198] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/360-361.
[199] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/361.
[200] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/361-362.
[201] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/362-363.
[202] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/363-366.
[203] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/366.
[204] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/366-367.
[205] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/367-370.
[206] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/370.
[207] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/371.
[208] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/371-373.
[209] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/374.
[210] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/374.
[211] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/374-375.
[212] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/375-377.
[213] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/377-380.
[214] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/380-384.
[215] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/384-386.
[216] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/386-387.
[217] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/387-389.
[218] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/389-390.
[219] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/390-391.
[220] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/391.
[221] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/391-393.
[222] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/393-395.
[223] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/395-396.
[224] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/396-397.
[225] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları:
15/3997-398.
[226] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/398-402.
[227] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/402-404.
[228] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/404-405.
[229] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/405-406.
[230] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/407.
[231] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/407-408.
[232] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/408.
[233] el-Hakka Sûresi; âyet: 40-41
[234] el-Hakka Sûresi; âyet: 42
[235] Enfâl Sûresi; âyât 64
[236] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/409-410.
[237] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/411.
[238] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/411-413.
[239] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/413-415.
[240] Âl-i İmrân Sûresi; âyet : 200
[241] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/415-417.
[242] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/418.
[243] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/418-419.
[244] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/419-422.
[245] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/422-423.
[246] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/423-425.
[247] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/425.
[248] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/425.
[249] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/425-426.
[250] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/426-427.
[251] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/427.
[252] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/427.
[253] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/428.
[254] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/428-430.
[255] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/431.
[256] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları:
15/431.
[257] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/431.
[258] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/432..
[259] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/432-433.
[260] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/433.
[261] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/435-436.
[262] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/437.
[263] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/437-439.
[264] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/439-440.
[265] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/440.
[266] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/440-441.
[267] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/441.
[268] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/441.
[269] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/442.
[270] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/442-443.
[271] İbni Hacfr merhumun doğduğu yer olan Heysem kelimesi,
bazı kaynaklarda "t" ile Heytem olarak yazılmaktadır. Biz, Heysem'i
tercih ettik.
[272] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/443-444.
[273] Bu eserin bir tercümesi, "Menakıbı İmâm-ı A'zam
ve Fıkhı Ekber Şerhi" namı ile Ahmet Ka-radut tarafından tercüme ve AKÇAğ
A.Ş. tarafından neşredilmiş olan eserin ilk bölümünde mevcuttur. İbni Hacer
merhum şafîî mezhebinde olmasına rağmen, Ebû Hanlfe hazretleri hakkındaki bu
kıymetli eseri, telif etmiş olması şâyân-ı dikkat ve şâyân-ı takdir bir
davranışdır.
[274] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/444-445.
[275] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/445-446.
[276] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/446.
[277] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/447.
[278] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/447.
[279] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/447-448.
[280] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/448.
[281] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/448-449.
[282] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/449.
[283] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/450.
[284] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/450-451.
[285] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/451-452.
[286] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/452.
[287] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/452.
[288] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/453.
[289] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/453-454.
[290] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/454-455.
[291] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/455.
[292] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/456.
[293] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/456-457.
[294] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/457.
[295] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/457.
[296] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/457-458.
[297] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/458.
[298] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/458.
[299] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/458.
[300] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/458-464.
[301] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/464-465.
[302] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları:
15/465-466.
[303] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/466.
[304] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/466.
[305] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/466-467.
[306] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/467.
[307] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/467-468.
[308] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/468-469.
[309] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/469-470.
[310] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/470-471.
[311] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/471.
[312] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/471.
[313] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/472.
[314] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/472.
[315] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/472-473.
[316] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/474.
[317] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/474.
[318] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/475.
[319] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/475.
[320] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/475-477.
[321] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/477-480.
[322] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/480.
[323] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/481.
[324] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/482.
[325] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/483.
[326] Me
[327] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/484-485.
[328] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/485.
[329] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/485.
[330] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/485-486.
[331] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/486-490.
[332] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/490-492.
[333] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/493-495.
[334] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/495.
[335] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/495-497.
[336] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/497-498.
[337] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/498-500.
[338] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/500-506.
[339] Bu eserin, Osmanlı âlimlerinden Müderris-zâde Muhammed
Atâullah Efendi tarafından yapılan tercümesi, tarafımızdan sadeleştirilmiş ve
AKÇAĞ YAYINEVİ tarafından neşredilmiştir.
[340] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/506-507.
[341] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/507-508.
[342] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/508.
[343] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları:
15/508.
[344] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/508.
[345] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/509.
[346] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/509.
[347] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/510.
[348] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/510-511.
[349] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/511-513.
[350] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/513.
[351] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/513.
[352] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/514.
[353] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/514.
[354] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları:
15/514-515.
[355] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/515-516.
[356] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/516-517.
[357] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/517-518.
[358] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/519-520.
[359] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/520-521.
[360] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/521.
[361] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/521.
[362] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/522.
[363] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/522.
[364] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/523.
[365] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/523-524.
[366] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/524.
[367] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/524-525.
[368] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/525.
[369] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/525.
[370] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/525-526.
[371] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/526-528.
[372] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları:
15/528-529.
[373] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/529.
[374] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/529-530.
[375] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/530.
[376] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/530-531.
[377] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/531.
[378] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/531-532.
[379] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/532-533.
[380] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/533-534.
[381] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/534.
[382] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/534-535.
[383] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/535.
[384] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/535-536.
[385] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/536.
[386] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/537.
[387] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/537.
[388] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/538.
[389] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/538-539.
[390] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları:
15/539-542.
[391] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/543.
[392] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/543-544.
[393] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/544.
[394] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/544-545.
[395] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/545-546.
[396] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 15/546.
[397] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/5-8.
[398] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/8-9.
[399] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/9-10.
[400] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/10.
[401] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/11.
[402] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/11.
[403] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/11-12.
[404] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/12.
[405] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/12-13.
[406] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/13.
[407] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/13-14.
[408] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/15-16.
[409] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/16-17.
[410] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/17.
[411] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/18.
[412] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları:
16/18.
[413] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/18-19.
[414] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/19-20.
[415] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/20.
[416] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/20.
[417] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/21-23.
[418] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/23-24.
[419] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/24.
[420] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/24.
[421] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/25-26.
[422] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/26.
[423] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları:
16/26.
[424] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/26.
[425] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/27.
[426] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/27-28.
[427] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/28.
[428] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/28-30.
[429] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/30.
[430] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/30.
[431] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/30-31.
[432] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/31-32.
[433] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/32-35.
[434] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/35.
[435] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/35.
[436] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/36.
[437] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/36.
[438] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/37.
[439] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/37-38.
[440] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/38.
[441] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/39.
[442] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/39-40.
[443] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/40.
[444] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/40.
[445] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/41.
[446] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/41.
[447] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/41-42.
[448] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/42-43.
[449] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları:
16/43-44.
[450] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/44.
[451] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/45-47.
[452] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/47.
[453] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/48.
[454] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/48.
[455] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/49-50.
[456] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/50-51.
[457] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/51-52.
[458] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/52-53.
[459] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/53.
[460] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları:
16/53.
[461] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/53-54.
[462] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/54.
[463] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/55.
[464] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/55-56.
[465] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/56.
[466] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/56-57.
[467] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/57.
[468] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/58.
[469] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/58.
[470] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/58.
[471] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/58-59.
[472] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/59.
[473] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/60.
[474] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/60.
[475] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/60.
[476] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/61.
[477] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/62.
[478] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/62-66.
[479] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/66-71.
[480] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/72-73.
[481] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/73-74.
[482] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/74.
[483] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/75.
[484] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/75.
[485] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/75-76.
[486] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları:
16/76-77.
[487] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/77-78.
[488] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/78-79.
[489] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/79-81.
[490] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/81-82.
[491] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/82-84.
[492] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/84.
[493] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/84-88.
[494] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/89-90.
[495] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/90.
[496] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/91-92.
[497] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/92-93.
[498] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/93.
[499] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/94.
[500] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/94-95.
[501] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/95.
[502] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/95-96.
[503] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/96-97.
[504] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/97-98.
[505] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/98.
[506] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/98-99.
[507] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/99.
[508] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/100-101.
[509] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/101-102.
[510] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/102.
[511] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/102-103.
[512] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/103.
[513] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/103-104.
[514] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/104-105.
[515] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları:
16/106.
[516] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/106.
[517] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/106-107.
[518] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/107.
[519] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/107-108.
[520] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/108.
[521] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/108.
[522] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/108-109.
[523] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/109.
[524] Yed-i (âlâ: Lügat anlamı en uzan d demek olan bu
terkip, bir sahada tam «yi çok geniş bilgi (sahibi olmak) anlamında
kullanılır.
[525] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/109-112.
[526] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/112-113.
[527] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/114.
[528] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/114-115.
[529] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/115.
[530] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/115-116.
[531] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/116.
[532] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/116-117.
[533] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/117-118.
[534] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/118.
[535] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/119.
[536] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/119-120.
[537] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/120-121.
[538] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/121.
[539] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/121-122.
[540] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/122.
[541] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/122.
[542] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/123.
[543] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/123-124.
[544] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/124-125.
[545] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/125.
[546] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/125.
[547] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/125-126.
[548] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/126.
[549] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/126-127.
[550] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/127.
[551] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/127.
[552] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/127.
[553] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/128.
[554] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları:
16/128.
[555] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/128-130.
[556] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/130-133.
[557] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/133-135.
[558] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/135.
[559] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/136-137.
[560] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/137-138.
[561] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/140.
[562] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/140-141.
[563] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/141-142.
[564] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/142-143.
[565] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/143.
[566] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/144.
[567] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/145-146.
[568] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/146.
[569] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/146-148.
[570] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/148-149.
[571] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/149.
[572] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/149-150.
[573] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/150.
[574] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/150-151.
[575] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/151.
[576] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/151-152.
[577] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/152.
[578] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/152-153.
[579] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/153.
[580] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/153-156.
[581] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/156-157.
[582] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/158-162.
[583] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/162.
[584] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/162-163.
[585] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/163.
[586] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/163-164.
[587] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/164-165.
[588] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/165-167.
[589] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/167.
[590] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/167.
[591] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/167-168.
[592] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/168-170.
[593] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 16/170.