1- KÖLEYE, TİCÂRET İÇİN İZİN VERMEK NE DEMEKTİR? İZNİN
RÜKNÜ, ŞARTI VE HÜKMÜ NEDİR?
2- TİCÂRETE İZİN SAYILAN VEYA SAYILMAYAN HALLER
3- İZİNLİ KÖLENİN, BİR ŞEYE MÂLİK OLUP OLAMAYACAĞI
4- İZİNLİ KÖLENİN BORÇLANMASI İLE İLGİLİ MESELELER
5- MEZUN BİR KÖLENİN, TİCÂRETTEN MEN EDİLMESİ İLE İLGİLİ
MESELELER
6- İZİNLİ KÖLENİN VEYA SABİNİN BORÇ İKRARI
7- İKİ KİŞİNİN ORTAK BULUNDUĞU BİR KÖLEYE, SAHİPLERİNİN
VEYA ONLARDAN BİRİNİN İZİN VERMESİ
8- MEZUN BİR KÖLE İLE EFENDİSİ ARASINDAKİ İHTİLAF VE BU
HUSUSTAKİ DA'VÂLAR
9- MEZUN, MAHCUR SABÎ VE BUNAK KİMSELER HAKKINDA ŞEHÂDET
10- İZİNLİ KÖLENİN FÂSİD SATIŞI VE İZİNLİ KÖLE İLE
SABİNİN ALDANMALARI VEYA ALDATMALARI
11- İZİNLİ KÖLENİN İŞLEDİĞİ VE ONA KARŞI İŞLENEN
CİNAYETLER
12- SABİ VE BUNAĞA TİCARET İZNİ VERİLMESİ
13- TİCARETE İZİN İLE İLGİLİ ÇEŞİTLİ MESELELER
İzin: Fekki hacr (= hacri
ortadan kaldırmak), ona mâni olma hakkını ortadan kaldırmak; bir zaman, mekân
veya cins kaydı koymadan, kölenin ticaret yapmasına müsâde etmek demektir.
Tebyîn'de de böyledir. [1]
İznin rüknü:
Efendinin, kölesine: "Sana, ticâret yapman için izin verdim."
demesidir. [2]
îznin şartı: Kölenin tasarrufa
aklının ermesi ve onu istemesi; izin verenin de, alım-satım, icâre bağış ve
benzeri şeylerin tasarrufuna sahip ve yetkili olmasıdır.
îzîn verenin, o köleye
mâlik olması şart değildir. Hatta, bir kimse, me'zun bir kölenin kölesine veya
mükâtebinin kölesine izin verebilir. Ortaklık ise, müfâveda ve Inân ortaklıkğı
olur; baba, dede, hâkim, veli bile olsa böyledir. [3]
İznin hükmüne gelince,
onun hükmü, şer'ı manasıdır. Tebyîn'de de böyledir.
Bir efendi, kölesine;
bir gün veya bir ay izin verdiğinde, onu tasarruftan men etmediği müddetçe, o
köle izinli sayılır.
Keza, hâkim ve vasî,
yetimin kölesine ticaret izni verebilirler.
Bunlar akıllı sabiye
de izin verebilirler. Hazânetü'l-Müftin'de de böyledir.
Tasarrufa izin, bize
göre; izin mahcur bir köleye tesadüf ederse; ancak husûsî bir izin olur.
İzin, izinli bir
köleye tesadüf ederse, hususîlik kesbeyler.
Meselâ: Bir velî,
ticâret için bir köleye izin verdikten sonra, ona mal verir ve: "Bununla,
bana buğday al." dediği hâlde, izinli köle, onunla bir köle satın alırsa;
onu kendi nefsi için almış olur. İmâm Muhammed (R.A.): "Bu, me'zuniyette
hastır." buyurmuştur.
Aldığı bir şeyin
parasını, bu nıe'zun köle, kendi malından öder. Efendisinin malından veremez.
Bununla beraber,
efendisinin malından verse bile alınan o şey, yeni efendisinin olmaz.
Efendi, köleye tâbi
olmaz; fakat, satıcısına ittiba ederek, kölesini verir ve parasını alır.
Zehıyre'de de böyledir. [4]
İzin, sarahatle sabit
olduğu gibi; delâletle de sabit olur. Meselâ: Bir efendi, kölesinin alım satım
yaptığını görür de sükut ederse; bu delâleten izin olur. İster, bu alım satım,
efendisi için olsun; ister, kendisinin emriyle, başkası için olsun; isterse,
başka birinin emriyle olsun; sahih olsun, fâsid olsun müsavidir.
Hizânetü'l-MüftıiTde de böyledir.
Bir efendi, kölesinin
alım-satım yaptığını görür; ona ses çıkarmaz ve onu men etmezse; o köle me'zun
olmuş olur.
Efendisinin şahidi
olduğu, bu ilk tasarruf caiz olmaz. Ancak, sözle de izin vermesi gerekir.
İster efendisi için alsın, ister başkası için alsın bu böyledir.
Ancak, bundan sonra
yapacağı tasarrufâtta me'zundur. Sirâcü'I-Vehhâc'da da böyledir.
Bir adam, başka
birinin kölesine bir eşya verir ve ona, "o eşyayı satmasını" emreder,
bu köleyi de efendisi görür ve onu men etmezse; işte o köle, efendisinin sükûtu
sebebiyle, me'zun sayılır ve eşya sahibinin emriyle onun malını satması caiz
olyr.
Bu durumda sorumluluk
(= mes'uliyet) köleyi mi, yoksa eşya sahibine mi ait olur?
Bu hususta, âlimler
ihtilaf eyledile
Bazıları: "Eşya
sahibine aittir." demişler; bazıları da: "Mes'uliyet köleye
aittir." demişlerdir. Muhıyt'te de böyledir.
Şayet köleyi, efendisi
men eder veya onun alım-satım yaptığını görmezse; mes'uliyet mal sahibine
aittir. Mebsût'ta da böyledir.
Bir adam,
tioâretten-tasarrufattan men edilmiş bir köleyi, gas-beder ve efendisinin de
onu geri istemeye beyyinesi olmazsa; gasbeden-de yemin eder; sonra da, o köle
tasarrufatta bulunduğu hâlde, efendisi susar; bilâhare de beyyine ibraz ederek
geri alırsa; o köle, izinli sayılmaz. Muğnî'de de böyledir.
Bir köle, birinin
malını gasbederek satar; efendisi de onu gördüğü hâlde men etmezse; bu, o köle
için izin olur.
Fakat o satım caiz
olmaz. İster efendisinin emriyle satsın; ister emri olmaksızın satsın,
müsavidir. Mebsût'ta da böyledir.
Bir köle, muhayyer
olmak üzere bir şey satın alır; efendisi de onu gördüğü hâlde mâni olmazsa; o,
kendisi (yani efendi) hakkında borç olur. İster teslim alsın; isterse almasın
bu böyledir. Sonra, alım zamanı, o köle men edilir.
Bir efendi, kölesinin
muhayyerlik şartıyla bir şey satın alıp-sattığım gördüğü hâlde sükût ederse;
işte bu, satıma izin olur. Fakat, onun mu-- hayyerliği bâtıl olur ve bu köle
me'zûn olur.
Şayet, muhayyerlik
şartıyla satış yapan bir kölenin efendisi, onun bu tasarrufunu görür de men
etmez ve borçla karşılaşırsa, o satışı bozar. Değilse bozmaz. Satış tamam
olduktan sonra, o köle yine men edilir.
Bazıları: "Satış
vakti mahcurdur." demişlerdir.
Esahh olan kavle göre,
o köle icazet vaktinden itibaren mahcurdur.
Şayet köle bir şey
kazandı ise, o müşterinindir. Ve teslim aldıktan sonraki kazanç temizdir.
Teslim almadan öncekini tasadduk eder.
"Bu, İmâmeyn'e
göre böyledir. İmam Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre ise, kazanç satıcınındır."
denilmiütir. Muğnî'de de böyledir.
Bir efendi, kölesinin
dirhemlerle veya dinarlarla bir şey satın aldığını görür ve onu men eylemezse
o köle, izinli olmuş olur.
Eğer aldığının
bedelini, efendisinin malından verirse; o efendisinin olur.
Efendisi isterse, geri
reddeder. Red sebebiyle de satım ibtâl edilmiş olmaz.
Şayet efendisinin
malı, ölçülen veya tartılan cinsten ise, efendi reddedince, satış ibtâl olur.
Eğer satın alınan şey,
ölçülen veya ta*rtılan şeye mukabil verilmiş belirli bir şey ise, satış bâtıl
olur. Belirli değilse, efendinin istirdadı ile satış ibtâl edilmiş olmaz.
Fetâvâyi Kâdîhân'de da böyledir.
Bir adam, kölesini,
bir kadın nikâhlarken veya cariyesini biriyle nikâhlanırken görür ve susarsa;
işte bu, bir izin olmaz.
Sahih olan budur.
MuğnTde de böyledir.
Şayet efendisi, ona
umûmî bir izin verirse, bu izin, her türlü tasarruf at ve ticârette caiz olur.
Şöyle ki: Ona:
"Sana, ticârette izin verdim." der ve bunu bir nev'i ile kayıtlamaz
veya "bütün ticârette." diye cemî lafzıyla kayıtlayarak söylerse, bu
izin umûmî olur. Kâfi'de de böyledir.
Ve eğer, ticâretten
yalnız bir nev'i için izin verir de, diğerleri için vermez ise; bu takdirde, bu
izin de ticâretin tamamı için izin olur. Bu durumda efendi, ister, başka nevi
ticâretten açık sözle men etsin; isterse, sussun müsavidir. Köle, bütün
ticârete izinli olmuş olur. Nihâye'de de böyledir.
Bir adam, kölesine:
"Bana, her ay beş dirhem gelir getir." derse; bu da ticârete izin
olur.
Keza, bir adam,
kölesine: "Sana, her ay şu kadar darbeyledim." veya "Her
hafta.." derse; o köle de ticârete me'zun olur. Mnğnî'de de böyledir,
Bir adam, kölesine:
"Temizlikçi olarak otur." veya "Terzi olarak otur." Yahut
"Boyacı olarak otur." derse; o köle bütün ticârette izinli olur.
Şayet, ona: "Sana
ekmek ticâretine izin verdim." derse; bu durumda da köle bütün
ticâretlerde izinli olur.
Bir adam, kölesine:
"Giymek için elbise satın al." veya "Yemek için, et satın
al." hayut "Ekmek satın al." der; veya benzeri sözler söylerse,
bu sözlerle köle, istihsânen ticârete izinli olmaz. Bu sözlerin, izne değilde;
hizmete ait olduğuna itibar edilir.
Hulâsa: Efendi, köleye
tekrar, tekrar akid yapma izni verir ve bundan muradının kâr etmek isteği
olduğu bilinirse; bu, izin olur. Fakat muradının ticâret (= kâr) olmadığı, tek
akidli sözler, söylenmişse; bu durumda o kölenin —ticâret değil— hizmet etmiş
olduğuna itibar edilir.
Hatta bir adam,
kölesine: "Bir elbise satın al ve onu da sat." derse; bu ticârete
izin olur.
Buna, göre eğer:
"Şu elbisemi sat; parasını al; onunla da bir şeyler satın al." derse;
yine bu ticârete izin olur.
Bundan dolayı, bize
göre bir adam, kölesine: "Filana git; şu işte nefsini ona,kiraya
ver." derse; bu köle ticârete izinli olmuş olmaz. Çünkü, ona akd-i vâhid
yapmıştır.
Şayet: "Nefsini
şu işte insanlara icara ver." demiş olsaydı, bu, izin olurdu. Zira, bu
emir, insanlarla muamele yapmak olur ve akidler muhtelif olmuş bulunurdu.
Nevâdir'de şöyle
zikredilmiştir: îcâre meselesinin üç durumu vardır:
1-)
Efendisi, kölesine: "Nefsini filana hizmet için icâre ver." diyebilir
Bu durumda köle,
me'zun sayılmaz.
2-) Efendi,
kölesine: "Nefsini filâna ticâret için icara ver." diyebilir.
Bu durumda köle me'zun
sayılır.
3-) Efendi,
kölesine: "Nefsini filâna icara ver." deyip, başka bir . şey
söylemeyebilir.
Bu durumda da, köle
ticârete izinli olmuş olmaz.
Fetâvâyi Aftabiyye'de
şöyle zikredilmiştir: Efendi, kölesini bir müddet ticârette çalışmak üzere,
icara verirse; bu izin olur. Müste'cir için satın aldığı şeylerin borçları
hakkında, müste'cire müracaat eder. Tatarhâniy-ye'de de böyledir.
Bir adam, kölesine su
taşıyan eşeğini verip, "kendisi, efradı âi-lesi ve komşularını1 bedelsiz
sulamasını" söylerse; bu, ticâret için izin sayılmaz.
Keza, bir değirmenci,
eşeğini, kölesine verekek, "Öğütmesi için, kendisine buğday
taşımasını" söylerse, bu da ticâret için izin olmaz.
Bir adam, su taşıyan
eşeğini, kölesine vererek: "Bununla suculuk yap; su sat." derse;
işte bu, ticâret için izin olur.
Keza, bir kimse,
eşeğini, kölesine verir ve: "Ücretle insanların buğdayını taşı."
derse; bu da izin olur.
Keza, şahıs tâyin
etmeyip, "insanlardan yük taşı." demesi bile, "icarla taşı"
dediği için, bu, izin olur. muhıyt'te de böyledir.
Şayet, bir adam,
kölesine: "Nakliyatçılık yap." veya "Buğday-cılık yap."
yuhat "Nefsini, nakliyecilere veya buğdaycılara icara ver." derse,
bunlar da ticârete izin olur.
Bir adam, kölesini,
"bir dirheme et al (veya elbise al.)" diyerek yollarsa; bu istihsânen
ticârete izin olmaz. Mebsût'ta da böyledir.
Bir adam, kölesine:
"Bez satın alıp, onu gömlek yap." derse; bu, izin olmaz;
Bunun —zarurete
binâen— hizmet olduğuna itibar edilir. Muğnî'de de böyledir.
İcâreye izin,
ticârette izin 'olur. Ticârete izin de, icâreye izin olur. Sirâciyye'de de
böyledir.
Bir adam, kölesine
evin gelirini almasını veya insanlar üzerinde olan alacaklarını almasını hayut
bir da'vaya vekil olmasını emretse; bunlar, ticâret için izin olmaz.
Keza, ziraat
işlerinde, arazide, ev yapımında çalışmasını emretmesi de ticârete izin
sayılmaz. Mebsût'ta da böyledir.
Bir adam, kölesine:
"Seni, ticâretten men eylemiyorum" derse; işte bu, izin olur.
Keza, onun, odunculuk
yapmasına izin verse, bu da ticârete izin olur. Sirâciyye'de de böyledir.
Bir adam, kölesine
"kendisine âit, büyük bir köyün arazisini icara vermesini; buğday satın
alıp ektirmesini; meyvelerini satmasını; haracını vermesini" emretse;
bunların tamamı ticârete izin olur. Mebsût'ta da böyledir.
Bir adam, kölesine mal
vererek, "Ona, yiyecek buğday satın almasını" emreylese; bu mes'ele,
iki yerde "me'zûn" diye geçti; o iki yerin birinde: "İzinli
olur." denildi; diğerinde ise: "İzinli sayılmaz." diye
zikredildi. Âlimlerimiz bunu açıklarken şöyle buyurmuşlardır.
Me'zun sayılır; denen
yer; mal çok olduğu, onun bir defada değil de birkaç defada satın alınabileceği
zamandadır. Bu durumda kendisine havale edilen akidler dağınıktır.
"İzinli
olmaz." demlen yerin te'vili ise: Mal az olup, onun bir defada satın
alınabildiği"'ve kendisine havale yapılan tek. akid yaptığı zamandır.
İmâm Muhammed (R.A.)
buna işaret buyurarak: "Gerçekten çok mal olduğu yerde, izin olduğuna nas
vardır." demiştir. Muğnî'de de böyledir.
Bir adam, kölesine mal
vererek, ona "Filân beldeye çık ve filan adama ver; onunla bez satın
alsın." diye emreder; o köle de efendisinin dediklerini, olduğu gibi
yaparsa; bununla izinli olmuş olmaz. Mebsût'ta da böyledir.
Bir adam, kölesine
hâli (= boş) bir arazi verip "Buğday satın alarak, oraya ekmesini"
emreder; o da buğday satın alıp, onu eker; icârcı çalıştırır; su kanalı açar;
orayı sular ve haracını verirse; bu durumda, o köle izinli olmuş olur.
İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.), şöyle buyurmuştur:
Eğer, kölesine:
"Bu elbisemi güzel bir kârla sat ve nümâlandır." veya: "Kârlı ve
nümalı sat." derse; bu sözler ticârete izin olurlar.
Şu mes'ele buna
muhaliftir:
Şayet: "Elbisemi
filana sat." der; fakat kârdan ve nümadan söz etmezse, o, izin olmaz.
Muğnî'de de böyledir.
Şayet: "Sana,
ticâret için izin verdim; bir tek gün." der; o gün geçer ve onu görüp
birşey söylemezse; bu köle devamlı izinli olmuş olur. Hatta, bir kimse, kendi
çarşısında mahcur olduğunda, kölesine: "Sana, şu dükkânda ticâret yapma
izni verdim." derse; o köle, her yerde me'zûn olur.
Keza, bir efendi,
kölesine, bir gün, bir saat ticâret yapma izni verirse; onu men etmedikçe köle,
bütün günler izinli olmuş olur.
Keza, bir efendi
kölesine: "Sana şu ayda ticâret yapman için izin verdim o ay geçince, seni
men ettim. Artık, bundan sonra almayacaksın, satmayacaksın." derse;
—önceden yaptığı— bu men geçersiz olur. Mebsût'ta da böyledir.
Efendisinden kaçmış
olan bir köleye, —kaçtığının bilinmesi hâlinde— izin vermek sahih olmaz.
Efendi, bu izni o yanında iken verirse, sahih olur.
Bir gâsip, gasbettiği
köleyi izin verdiğinde; eğer gâsib İkrar eder veya beyyinesi bulunursa; bu
durumda o köle, gasbedene de, başkalarına da alım-satım yapabilir.
Şayet, gâsip, bunu
inkâr eder ve "onun, kendi malı olduğuna dâir beyyinesi de olmaz ise, bu
kölenin ticârete izni sahih olmaz. Fetâvâyi Sug-râ'da da böyledir.
Bir adam, kölesini bez
almak üzre çok bir mal ile, bir yere gönderdiği hâlde, onu satmaktan men
eylese; bu da ticârete izin olur. Mebsût'ta da böyledir.
Bir kimse, uzakta olan
bir köleye izin verir ve o köle, bunu duymazsa, bu izin geçerli olmaz.
Sirâciyye'de de böyledir.
Bir kimse, bir
kölesinin yansını, mükâtep yaparsa; bu, o kölenin tamamına ticâret izni olur.
Ve İmâmeyn'e göre, bu
kölenin tamamı, mükâtep olmuş olur. İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre ise, yarısı
mükâtep olur ve kazancının yansı kendisinin; yarısı da efendisinin olur. Çünkü
yarısı mükâtep değildir. Kazancının yarısı, kendisinin olur; çünkü o yarı
mükâteptir. Ve, borcunu ödemeye gayret gösterir. Mebsût'ta da böyledir.
Bir kölenin, tamamı
bir adamın olduğunda; onun efendisi, çarşı halkına: "Bu kölenin, ticâret
yaptığım gördüğünüz zaman, susun. Ben onu, yasaklamadım." derse; bu, köle
için ticâret yapma izni sayılmaz.
Sonradan, efendisi
onun ticâret yaptığını gördüğü hâlde susar ve onu yasaklamazsa, yine o köle,
ticârete izinli sayılmaz
Hakâik kitabında ise:
"Efendi men etmedikçe, sükût izne delâlet eder." diye, sarahat
vardır. Muğnî'de de böyledir.
Ticârete iznin,
gelecek zamana izafesi caizdir.
Keza, iznin bir şarta
bağlanması da caizdir. Hâcr'in şarta, bağlanması ise, caiz değildir.
Hacrin istikbâle
izafesi de caiz değildir. Zehjyre'de de böyledir.
Bir adam, kölesine:
"Yârın olunca, ben sana ticârete izin verdim." derse; bir gün sonra,
bu köle ticârete izinli sayılır.
Bir adam, izinli
kölesine: "Yarın gelince, seni ticâretten men eyledim." derse, bu
sahih olmaz. Ve, bu köle, mahcur olmaz
Bir köle, izinli
olduğunu bilmedikçe, izinli olmaz. Hatta, bir efendi: "Ben, köleme ticâret
izni verdim, der; köle de bunu bilmezse —vekâlette olduğu gibi— bu köle izinli
olmuş olmaz.
Bir adam: "Köleme
ticâret izni verdim. Ona satış yapınız." der; halk da ona birşeyler
sattığı hâlde, bu köle, kendisinin izinli olduğunu bilmezse; âlimlerimiz.
Kitabu'İ-Me'zân'da: "Bu köle, izinli olmuş olur." buyurmuştur.
"Bu hilafsız
böyledir." diyenler olmuştur.
Onu, men sahih olmaz.
Ancak bilirse, o müstesnadır. Fakat bilmez ise,:mahcûr değildir. Çarşıda
alış-veriş yapmaktan men edildiği hâlde, o köle, bunu bilmez; iki adam veya
bir adamla hür kadın, men edildiğini haber verirlerse; onlar ister adil
olsunlar; isterse, olmasınlar veya âdil bir adam yahut âdil bir kadın haber
versin, bi'1-icma, bu köle mahcur (= ticâretten men edilmiş) olur.
Köle, ister bu sözleri
doğrulasın, isterse yalanlasın farketmez. Cevheretü'n-Neyyire'de de böyledir
Bir efendi; kölesine,
bir adam yollar veya mektup yazar; mektup da ona gelip ulaşırsa; bu köle, her
nerede olursa olsun, artık ticârete izinli sayılır.
Bir fuzûlinin söylemiş
olması hâli bu mes'ele Kefalet Kitabi'nda şöyle zikderilmiştir.
Eğer haber verenler
âdil iki kişi; veya âdil olmayan iki kişi; yahut
Eğer haber verenler
âdil iki kişi; veya âdil olmayan iki kişi; yahut tek kişi olursa; bu âdil de
olsa, haber verilen köle —bu haber doğrulanmadıkça— izinli olmaz.
Haberin doğruluğunun
açığa çıkması, bu haberden sonra, efendinin gelip izni ikrar eylemesiyle olur.
Şayet, bu efendi izni
inkâr ederse; o köle nıe'zun sayılmaz.
Şayet, âdil olmayan
bir kişi haber verir ve o köle de, onu dpğruiar-sa; o takdirde, izinli olur.
Eğer yalanlarsa, —her
ne kadar, haberin doğruluğu meydana çıksa bile— me'zun olmaz.
Bu, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre böyledir.
İmâmeyn'in kavline
göre ise, haberin doğruluğu zahir olunca, köle izinli sayılır.
Sadnı'ş-Şehîd,
Fetâvâyi Suğrâ'da şöyle buyurmuştur:
Bu köle, haber veren
nasıl olursa, olsun, izinli olmuş olur. Muğnî'de de böyledir.
İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre, izin ile men'in farkı şudur: İmâm Ebû Hanîfe.(R.A.)'ye göre,
men, tek kişinin haberi ile sabit olmaz. Ancak haber veren âdil ise veya iki
kişi ise, o zaman sabit olur.
İzin ise, her hâlde
tek bir fuzûlîniirsözü ile bile sabit olur.
Şeytaû'1-İmâm
Hâher-Zâde, İmâm Ebû Bekir el-Fakıyh'ın şöyle buyurduğunu nakletmiştir:
İzin ile men arasında
bir fark yoktur.
Şayet, köleye göre,
haber veren zat doğru sözlü biri ise, durum, o zaman onun haber verdiği gibi
olur. Değilse, köle izne me'zun olmaz. Men etmek de böyledir. Fetva'da bunun
üzerinedir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
En doğrusunu bilen
Allahu Teâlâ'dır. [5]
İzinli bir köle,
bir^eyi değeri mukabili satmak, satın almak hakkına sahiptir.
İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre, izinli köle, halkın aldatılmış saymayacağı şekilde", eksiğe
satmak ve almak hakkına da sahiptir.
îzinli kölenin, az
noksana satması ve alması bi'1-icma caizdir.
İmâmeyn'e göre, gabn-i
fahiş (= fazla aldanıp aldatma) caiz değildir. . İzinli sabî ile ilgili
hükümler de buna göredir. Cevheretü'n-Neyyire'de de böyledir.
İzinli kölenin, teslim
etmek, teslim almak; va'deli vermek ve va'-de kabul etmek hakkı vardır. Kâfî'de
de böyledir.
Kölenin ahm-satımda,
—nakid olsun, veresiye olsun— bir başkasına vekil olma hakkı da vardır.
Muğnî'de de böyledir.
Da'vaya izinli kölenin
vekil tutması, —hür gibi— caizdir.
Bu kölenin vekili;
onun efendisi, bazı alacaklısı, oğlu veya iddia edenin oğlu yahut mükâtebi veya
İzinli bir kölesi olsa bile, bu vekâlet caiz olur. Mebsût'ta da böyledir.
İzinli köle, da'vası
için, efendisi ile bir yabancıyı vekil yapsa bu caizdir. Köle, ister da'vaci
olsun; isterse da'vah olsun müsavidir.
Burda bir fark vardır:
Bir yabancı, izinli kölenin efendisini, —izinli köle ile da'va etmeye— vekil
yaparsa; işte bu sahih dğildir.
Hatta vekil,
müvekkiline karşı ikrarda da bulunsa, ikrarı sahih olmaz. Köle, ister da'valı,
ister da'vacı olsun aynıdır.
Bir efendi, başkasına
karşı, kölesinin vekili olur; bu sahihdir.
Fakat kölesine karşı,
başkasının vekili olması sahih olmaz.,i$flhiyt'te de böyledir.
Hâkimin yanında, bu
kölenin vekilinin ikrarı —efendisi ve alacaklısı inkâr edse bile— caizdir.
Şayet, hâkimin
hâricinde ikrar ederse; hasmı, onu hâkimin huzuruna çıkarıp, başkasının
yanında ikrar eylediğini iddia ederse; hâkim, ondan sorar; o da, onun ikrar
eylediğini doğrularsa; işte o zanan, ilzam edilir.
Şayet: "Ben, onu,
sen beni vekil eylemeden önce ikrar eylemiştim." der; karşı taraf da onu
doğrularsa; hâkim onu vekâletten çıkarır. Ve onun, müvekkili üzerine olan
ikrarı caiz olmaz. Mebsût'ta da böyledir.
Şayet izinli köle, hür
bir adamı, eşyasını satması için vekil yapar; o da borç olarak birine satarsa;
İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ile İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, kısas (= misilleme)
yapılır.
İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)
buna muhaliftir.
Şayet borç ikisinin
üzerine ise, ittifakla kölenin alacağı kısas yapılır. Muğnî'de de böyledir.
Me'zun bir köle bir
adamdan dolayı, başka birinden bir şey satın almaya ve veresiye satın almaya
vekil olursa; hem kîyasen, hem de istihsânen bu vekilliği caiz değildir.
Şayet, peşin satın almaya
vekil oldu ise, vekâleti istihsânen caiz olur.
Me'zun bir köle,
satışta bir başkasını vekil etse; —ister peşin; ister vâ'deli olsun— vekâleti
kıyâsen de, istihsânen de caiz olur. Mumyt'te de böyledir.
Me'zun bir köle, bir
adamın emriyle, onun cariyesini satar; teslimden önce de, o cariyeyi, emreden
zat öldürürse; bu satış bâtıl (= geçersiz) olur.
Şayet, bu cariyeyi
me'zun köle öldürürse; efendisine: "Onu, cinayete bedel olarak ver veya
cinayet bedelini sen öde." denir.
Meselâ: Satıştan önce,
onu öldürmüş olsaydı, hangisi öldürürse öl-dürsen müşteri muhayyerdi: İsterse
alımı bozar; isterse, onun yerine bir câriye alıp, bedelini öderdi.
Eğer, cariyeyi kölenin
efendisi öldürdü ise, borç önce köleye aittir. Onun âkılesi, diyetini üç sene
içinde öder. Müşteri ise muhayyerdir: İsterse beyî bozup, cariyenin kıymetini,
müvekkilden alır; isterse, bedelini verip, üç seneye kadar, kıymetini onun
âkılesinden alır.
Şayet me'zûn, elindeki
cariyeyi, bir câriye karşılığında birine satar; sonra da, onu müvekkiline teslim
etmeden önce öldürürse; akid bâtıl olur. Zira, kölenin kazancı, mülkündeki
tasarrufu bakımından, hür kimsenin kazancı gibidir. Satılan şey, onun elinde
karşılık olarak mazmundur. Köle borçlu olsun veya olmasın müsavidir.
Keza, bu cariyeyi
efendi.öldürürse, o, köleye borç olmaz. Çünkü, kölenin kazancı efendisine
aittir; köle efendisine tâbidir.
Eğer, köle borçlu
olursa; onu efendisi tazmin eder. Çünkü, onun, o haldeki kazancı, kendinde,
alacakları olanlar içindir. Mebsûl'ta da böyledir.
Bir adam, izinli
birini bedelini söyleyerek, bir şey alması için, vekil tayin ettiği hâlde
bedelini peşin ödemese; bu istihs^nen caizdir.
Vadeli satın almaya
vekil eder; o da satın alırsa; satın alınan şey âmirin değil, kölenin olur,
Fefâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir cariyeyi,
efendisi, kölesine verirse; bu câriye, kölenin kazancı olmaz.
Efendi; köleye,
cariyeyi satmasını emreder; müşteri bu cariyeyi teslim almadan önce kölenin
efendisi, cariyeyi öldürürse; satış bozulmuş olur.
Şayet köle, kendisi
öldürmüş bulunsa ve efendi de o cariyeyi, cinayet için vermiş olsaydı; müşteri
muhayyer olup isterse fidyesini alır; satımı bozar. Mulııyt'te de böyledir.
Bir köle, bir
başkasının belirli birşeyini satmak için vekil olur; onu sattıktan sonra
efendisi onu ticâretten men eder; daha sonra da, müşteri, satın aldığı şeyde
bir kusur bulursa; hasmı o köle olur. Beyyi-ne ile birlikte onu iade eder veya
yeminden kaçınır yahut kusurunu ikrar ederse, bedelini alması hakkına sahip
olur.
Bir köle, me'zun
olduğu hâlde reddedilir (mahcur kılınır); bir alacaklı da onda olan alacağını
talep eder; ve sonra da onu me'zun, mğ-vekkiline reddederse; alacaklı, alacağı
için ona müracaat eder. Bundan sonra reddedilen şey satılırsa, bedeli müşteriye
hükmedilir.
Şayet ikinci bedel,
birinciden az ise, o mahcur köle satılır mı? Duruma bakılır: Eğer müvekkil
zengin ise, satılmaz. Fakat, mahcura: "Müvekkiline müracaat eyle; onu
müşteriye versin" denilir.
Eğer müvekkil fakir
ise, mahcur köle, onun yerine satılır. Ve bu durumda mahcurun bedeli, müşteri ile
hasseten alacaklısının arasında pay edilir. Şayet, müşterinin hakkında daha
alacağı bir şey kalmışsa, o, kölenin müvekkiline müracaat eder.
Keza mahcurun
alacaklıları mahcurun parasını müşteriden alması için müvekkile müracaat
ederler. Muğnî'de de böyledir.
Me'zun bir köle ile
hür bir şahsın, ortaklaşa, bir cariyeleri bulunduğunda; hür olan şahıs,
me'zuna "onu satmasını" söyler; o da cariyeyi bin dirheme, satar;
sonra da me'zun köle "alacağın tamamını aldığını" veya "yarısını
aldığını" ortağına* söyler ve müşteri onu doğruladığı hâlde, ortağı
inanmazsa; bu kölenin "müşterinin yarısını ödediğine dâir" ikrarı
sahih olur. Sanra köleye "ortağına, al(âan yarıyı taksim ettiklerine
dâir" yemin verilir.
Eğer yemin ederse,
müşteriden yarısını aldıkları sabit olur. Şayet yemin etmez ise, o takdirde
yansını ortağına borçlu olur. Kalan yarıyı müşteriden alır ve ortağına teslim
eder; müşteriye yemin gerekmez.
Eğer ortağı ikrar
ederek, "kölenin, müşteriden tamamını aldığını" söyler ve bunu
müşteri doğruladığı hâlde köle yalanlarsa; bu durumda müşteri, yarı borcundan
beri olur ve müşteriye yemin gerekmez. Emreden şahıs, köleye yemin verir.
Eğer köle yemin etmez
ise, bedelin yarısını âmire ödemesi gerekir. Eğer yemin ederse, âmire yarıyı
vermeden kurtulur ve köle müşteriden yarı bedeli alır; Âmir, ona ortak olamaz.
Şayet âmir ikrar
ederek: "Köle yarısını aldı." derse; bu durumda müşteri, dörtte
birden kurtulmuş olur, Dörtte birinden kurtulunca müşterinin üzerinde yetmişbeş
dirhem kalmış olur. Köle ondan bir şey aldığı zaman, müşterinin zimmetinde
kalan hisseleri âmir için üçte biri, köle için, üste ikisi vardır.
Âmir ikrar ederek:
"Gerçekten köle, paranın tamamını müşteriye teberru eyledi." veya
"..bağışladı." derse; bu ikrarı batıldır. Ve bedelin tamamı,
müşterinin üzerindedir.
Eğer köle ikrar; âmir
de inkâr ederse; alacağın tamamı, müşteride duruyor demektir.
Şayet kölenin ortağı,
satımın velîsi olur; köleye de satmasını emretmiş bulunur; sonra da köle
"bedeli aldığını" ikrar veya kendi hissesini aldığını söylemiş
olursa; bu durumda kölenin ikrarı geçerlidir.
Eğer köle, satışın
velîsi olur ve satıcı da köleye, "onun ibra veya bağış yaptığını'
söylerse; bu geçersiz olur.
Keza, köle, satıcıya
"onun, bedeli bağışladığını veya müşterinin ona bağışladığını"
söylerse; dava, satıcı ile müşeri arasında kalır.
Bunun üzerine,
satıcwyemin verir. Eğer köle, "müşteriden, parasının tamamını
aldığına" yemin ederse ne âla.. Şayet yeminden kaçınırsa, müşteri bedelin
tamamından kurtulmuş olur ve köle satıcıya bedelin yarısını öder. İmâm Ebû
Hatife (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'in kavli budur.
İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'
ise: "Müşteri, sadece satıcının hissesinden kurtulmuş olur."
buyurmuştur. Mebsût'ta da böyledir.
İzinli bir köle ile,
bir başka adamın ortak bin dirhemi bulunur ve bu bin dirhem de bir başka adamın
üzerinde olur; ve ortağı hissesini almak üzere köleyi vekil tayin ederse; işte
bu vekâlet caiz olmaz. Ve aralarında ortak bulundukları şeyi, o alamaz.
Eğer zayi olursa,
kendi malı zayi olmuş gibi olur.
Şayet ortağı, kölenen
efendisini vekil ederse; —kölenin üzerinde borç bulunmaması hâlinde,
Eğer borç varsa,
vakâleti caiz olur. Mugni'de de böyledir.
Me'zun köle ile onun
ortağının, bir adamda bin dirhem alacakları olduğunda; o adam, onu inkâr eder
ve köle ile ortağı, da'vâ için, kölenin efendisini vekil yaparlar — kölenin
üzerinde borç olsun veya olmasın— ve bu efendi, hâkiminhuzurunda "onların,
alacaklarını aldıklarım" ikrar ederse; onun, ikisi hakkında yaptığı ikrarı
caiz olur.
Eğer, onlar onu inkâr
ederler ve ortağı, köleye karşı, iddia ederek: "O, kendi hissesini
almış" der; kölenin üzerinde de borç bulunmazsa; ortağı, o köleye,
hissesinin yarısı için müracaatta bulunur. Onun için de köle satılır.
Eğer kölenin üzerinde
borç bulunursa; bu durumda ona karşı bir yol yoktur. Efendisine karşı da onun
borcunu ödemesine yol yoktur.
Köle alacağını aldığı
zaman, fazla bir şey kalırsa; yabancı, onun için, ona müracaat eder.
Şayet ortağı,
efendiyi, kendilerine karşı yaptığı ikrarında doğrular; köle de alacağını da,
borcunu da inkâr eder, yalanlarsa onlardan hiçbi-, ri, diğerine bîr şey için
müracaat edemez. Mebsût'ta da böyledir.
Bir kölenin üzerinde
borç olur; alacaklı da, bu kölenin oğlunu veya babasını, babasının kölesini
yahut mükâtibini vekil tayin eyler; bu vekil de "borcu teslim
aldığını" söylerse; sözü tasdik olunur. Muğnî'de de böyledir.
İki kişinin, bir
me'zun kölede, bin dirhem alacakları olduğunda, bu köle, onlardan birisine,
kendi hissesini verdiğim söyler; o şahıs-da, bunu inkar edip; kendisine bu
da'vâda o kölenin efendisini vekil ederse; bu vekâlet bâtıldır. (=
geçersizdir.) Bu efendinin ikrarı da —bu köle ister borçlu olsun; ister
olmasın— bâtıldır.
İkinci alacaklı hazır
olur da, efendinin ikrar ettiğini iddia eder ve kendi hissesini almayı murad
ederse; o da geçersiz olur.
O iki ortakdan birisi,
diğerini bu köleyle da-'va hususunda vekil eder; o da hâkim huzurunda,
"arkadaşının kendi hissesini aldığını" iddia ederse; bu iddia
caizdir. Arkadaşının beşyüz dirhem alacağı bâtıl olur.
Sonrada, bu vekilin
ortağı, kalan beşyüz dirhemden, bir hisse alamaz.
Ancak, arkadaşı kalan
beşyüz dirhemi kendi hissesi olarak alır. mebsût'ta da böyledir.
Me'zun bir kölenin
efendisinin, yabancı tarafından kölenin aleyhine vekil olmayacağını bilmek
gerekir. Hatta efendi, "kölesinden, diğerinin borcunu aldığım" ikrar
etse bile, bu ikrarı geçerli olmaz. Ve köle, borçdan berî olmaz.
Keza, bir efendi,
şahitler huzurunda, me'zun köleden borç alırsa; onu teslim alması sahih olmaz.
Vermesi hâlinde, köle de borcundan kurturmuş olmaz.
Bu mes'ele şuna
muhaliftir: Köle, yabancı birinin vekili olur ve efendisinden, onun alacağını
alırsa; vekâleti sahih olur. Çünkü köle, efendisinden yabancının alacağını
teslim alma hususunda, alacak sahibinin âmilidir; kendi nefsinin âmili
değildir. Zira, kendi nefsinin âmili olmadığından nefsi borçtan kurtulmuş
olmaz. Aldığı da kendi mülkü olmaz.
Şayet köle,
bir-yabanınm vekili ile, efendisinden borcunu aldığına dâir anlaşma yapar;
efendisi de o köleyi, yabancının borcuna karşılık şahitler huzurunda verirse;
bu durumda efendi, borcundan berî (= kurtulmuş) olur.
Keza köle, ikrar
«ederek, "yabancının borcurîu aldığını" söyler; o da elinde zayi
olursa; ikrarı sahih olur ve efendisi, borçta berî olur.
Ancak köleye, aldığına
ve elinde helak olduğuna dâir yemin etmesi teklif edilir.
Eğer yemin ederse,
borçtan kurtulur. Şayet edemez ise, borç üzerinde kalır ve onun için de
kendisi satılır.
Ancak, efendisi
bedelini verirse, o zaman satılmaz. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adamın, izinli iki
kölesi olduğunda, bunlardan birinin, bir yabancıya bin dirhem borcu bulunur; o
yabancı da diğer izinli köleyi alacağım almaya vekil yaparsa, işte bu vekâlet
caizdir.
Şayet, alacağım
aldığını ikrar ederse, yeminli olarak ikrarı tasdik, olunur.
Şayet yeminden
kaçınırsa, borcun o kölede olduğuna kanaat getirilir. Müğnî'de de böyledir.
Bir adam, iki kölesine
ticâret için izin verdiğinde; bunların ikisi de borçlu düiterler;
alacaklılardan bazısı, alacağını almak için, bu kölelerden birini vekil eder;
o da aldığını ikrar ederse; bu ikrarı caiz olur.
Şayet, sonraki
alacaklı, onun efendisini, diğerinden alacağını almaya vekil ederse; işte bu
vekâlet caiz olmaz. Ve, onun teslim alması da caiz olmaz.
O iki izinli köle,
birbirine, —borçlan sebebiyle— rehin bırakırlar; ikisinin bıraktığı rehin de
zayi olursa; önceki rehin koyanın koyduğu rehin gitmiştir. İkincinin rehni ise,
diğerinin malından gitmiş olur.
Şayet borçlu köle
borcunu diğerine havale ederse, eğer havale eylediği mal diğerinin malı ise
havale bâtıldır. Eğer havale olunanın malı değilse havale caizdir.
Alacaklı, kölesinde
veya efendisinde olan alacağı için, o iki köleden birini vekil yaparsa; onun
teslim alması caiz olmaz.
Şayet, bir köle, başka
bir köleyi, efendisinde veya onun mükâte-binde, efendinin oğlunda yahut onun
borçlu olan izinli kölesinde olan alacağı için vekil eder; o da havale olunduğu
kimselerden, alacağın bir kısmını aldığını ikrar ederse; bu ikrarı caiz olur.
Şayet, alacak efendide
olur; ona da bir adam havale edelmiş bulunur; sonra da alacaklı, efendinin
kölesini alacağını almak için vekil etmiş olur; o da "havale olunandan
bir kısmını aldığını" ikrar ederse; bu ikrarı caiz olur. Mebsût'ta da
böyledir.
Mahcur bir köle, azâd
olunmuş bir adamdan, satmakta olduğu, belirli bir malı almaya vekil edilirse;
bu da caizdir.
Bu kölenin onu satması
da caizdir. Bu durumda, o şeyin parası, emreden şahsın olur.
Ancak, alman şey,
kölenin uhdesinde ise, köle değil de âmir ilzam olunur.
Şayet, o köle azad
edilirse, uhdesinde olanın alınması için müracaat olunur.
Şayet azâd edilmez ve
müşteri, satın aldığı o şeyde bir kusur bulursa; bu durumda cla'valısı, —köle
değil— eşyanın sahibi olur.
Eğer müşteri kusura
ait beyyine ibraz ederse; o şey âmire reddedilir ve parası ondan alınır.
Şayet beyyinesi yoksa,
âmire, oluşuru bilip bilmediği hususunda yemin teklif edilir. Şöyle ki:
"Billahi, ben filanın kölesi filanın sattığında kusur olduğunu
biliyordum." veya "...bilmiyordum." der.
Şayet, bilmediğine
dâir yemin ederse; da'vâdan kurtulur.
Eğer yemin edemez ise,
o şey, kendisine iade edilir ve müşteri, parasını ondan alır.
Şayet müşteri (= satın
alınan şey) bir kusurla yerilir; fakat, müşteri kusurunu isbat'edemez ve köle
azâd edilmiş olur; bu durumda da'-vâh köle olur ve müşteri beyyine ibraz edip
köjeye yemin verir; köle de yemin eder ve müşteri, âmire karşı köleyi azâd
etmeden önce, kusurun olduğunu isbat ederse; artık, hâkim o beyyine sebebiyle,
köleye karşı hükmeder. Müşterinin, köle azâd edildikten sonra ibraz edeceği
beyyine kabul edilmez.
Keza, müşteri; köle
azâd edilmeden, âmire karşı bir şahit dinletir; sonra da, köleye karşı iki
şahit dinletirse, önceki şahidin iadesi istenmez. Sonra hâkim, kölenin kusurlu
olduğu hükmünü bozar ve duruma bakılır: Eğe., müşteriden parası alınmışsa, bu
para, âmirden geri alınır. Köleden bir şey istenmez.
Şayet köle âmirden
parayı almışsa; bu defa da müşteri, parasını 'köleden alır.
Şayet, para zayi
olmuşsa, müşteri köleye; köle de âmire müracaat eder. Muhıyl'te de böyledir.
Bir me'zûn, bir
adamdan, bin dirhem gasbeder ve ondan da başka birisi alır ve onun yanında
zayi olur; sonra da o bin dirhemin sahibi gelirse, onu, yabancıya tazmin
ettirir. Köle, tazminattan kurtulur.
O köle veya efendisi,
yabancının bin dirhemi aldığına karşı vekil olurlarsa; bu vekilin, "onun
aldığına dâir" ikrarı caiz olur.
Keza, bin dirhemin
sahibi, köleye tazmin ettirmeyi ihtiyar eder; sonra da yabancıya, kölenin, o
bin dirhemi aldığına dâir vekil ederse; bu caiz olur. Kölenin aldığına, onun
efendisini vekil yapsa, bu caiz olmaz, îkrarı da caiz olmaz.
Borçlu bir köleyi,
efendisi müdebber ettiğinde, alacaklıları, 'kölenin kıymeti tazmin etmesini
isterler; sonra da, o müdebberi, "efendisinden, bedelini almaya"
vekil ederlerse; bu vekâlet de caiz olmaz.
Bu durumda müdebberin
ikrarı da caiz olmaz.
Keza, alacaklılar,
alacaklarını rnüdebberden almak isterler ve onun efendisini vekil yaparlarsa;
bu da caiz olmaz.
Tedbirden sonra, bu
köleyi, efendisi azâd ederse, müdebberin hiç bir şeyi tazmin etmesi gerekmez.
Azâd edildikten sonra, bu müdebberin vekâleti caiz olur.
Müdebber, rehin
alabilir ve rehin verebilir. Kâfî'de de böyledir.
İzinli bir köle,
borçlarından bir kısmını ödemek veya birine rehin bırakmak isterse; diğerleri
ona mâni olurlar.
Eğer alacaklı bir kişi
olursa; rehni, rehin; borcu ise borç olur.
Şayet onu, efendisinin
yanına koyduklarında, o, onun yanında zayi olursa; bu rehin kölenin malı
olarak zayi olmuş olur. Borcu, olduğu gibi kalır. Eğer, başka bir kölenin veya
mükâtebin yahut efendisinin oğlunun yanma koyarlar ve o, onlardan birinin
yanında zayi olursa; borç ortadan kalkar.
Keza, alacaklı ve
köle, borçlu kölenin kölesinin yanına koyarlarsa, yine borç ortadan kalkar.
Keza, zayi olduğu
bilinmez; ancak, borçlu kölenin söylemesiyle bu öğrenilirse yine, borç ortadan
kalkar. Mebsût'ta da böyledir.
İzinli bir köle, bir
yerini icara verebilir ve bir yeri icarlayabilir.
Tarlasını zirâata
verir; zirâat için tarla tutar. İster, tohum kendisinden olsun; ister
başkasından olsun farketmez.-Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
İzinli köle, buğday
satın alıp, onu ekebilir. Tebyîn'de de böyledir.
Fakat kendisi, —yeri
olsa bile— yarıcı olarak ektirmek için, başkasına buğday veremez. Nihâye'de de
böyledir.
İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)
şöyle buyurmuştur,
Me'zun bir köle
—nefis.için de olsa, mal için de olsa— kefil olamaz. İster borçlu olsun, ister
olmasın farketmez.
Şayet efendisi,
kefaletine izin verirse, o zaman, kefil olabilir. Borcu yoksa, o zaman caiz
olur. Şayet borçlu ise, kefaleti caiz olmaz.
Şemsü'l-Eimme şöyle
buyurmuştur:
Bir me'zun köle,
efendisinin izni olmadan veya onun izni ile bir mala kefil olursa; —büzerinde
borç bulunması hâlinde— hâl-i hazırda sorumlu tutulmaz.
Ancak, azâd edildikten
sonra muâhaze edilir. Zehıyre'de de böyledir.
Me'zûn bir köle,
efendisinin izniyle, bir kimseye tazminat vererek ona: "Filan adam, senin
hakkını vermeden ölürse; onu, ben öderim." der ve bu sırada,, bu kölenin
üzerinde, bin dirhem borcu olsa; hâkim, o köleyi satar ve alacaklıya bin
dirhemini verir.
Şayet önce köle
ölürse, alacaklı Önceki borçluya başvurup alacağını alır.
İzinli köle,
efendisinin izniyle hâlde veya istikbâlde, bir adamın nefsine kefil olur;
sonra da*efendisi o köleyi satarsa; bu satış caiz olur. Kendisi için vekil
olunan zat, bu satışı bozamaz. Ve, o müşterinin elinde, köleye tâbi olur.
Nerde bulursa, orda kefil olarak yakalar.
Bu da, köle için bir
kusurdur. Müşteri isterse, o köleyi geri verir; isterse, köleye bin dirheme
kefaletini devam ettirmesini emreder.
Şayet adam borcunu
ödemeden Ölürse; o köle, o bin dirhemi tazmin eder.
Eğer efendisi, köleyi
satarsa, bu satış câİz olur. Parasını kendisi alır ve dilediği gibi hareket
eder.
Şayet, borçlu; borcunu
ödemeden ölürse; alacaklı o köleyi satan şahsa, müracaat edip, parasını ister.
Eğer, alacağı kölenin
bedelinden çoksa; bu fazlalık bâtıl olur. Köleyi satın alan adam, onda bir
kusur bulup, onu geri verir ve parasını alırsa; bu defa da köle kendi kefil
olduğu borç için satılır.
Eğer parası satanın
yanında zayi olur; sonra da müşteri, o kölede bir kusur bulup, onu geri verir
ve bedelden de elde bir şey bulunmazsa; o köleyi, alacağı için satar. Muğnî'de
de böyledir.
Me'zun bir köle,
başkasıyla mân ortaklığı yapabilir. Başka türlü ortaklık yapamaz.
Şayet müfâveda
ortaklığı yapacak olursa; bu durumda da — müfâveda değil de— ınân akdi yapar.
Muhıyt'te de böyledir.
Bundan sonra, onun
yaptığı mân ortaklığı sahih olur.
Eğer ortağı, peşin
veya va'deli olmasını söylerse; öyle yaparlar.
Fakat, bir köle, bir
me'zun —kendi aralarında peşin ve va'deli satış yapmak üzere— ınân ortaklığı
yaparlarsa; peşin satış caiz olur; fakat va'deli satış caiz olmaz.
Her ikisinin
efendileri de, peşin ve va'deli satışa izin verirler; ikisinin de üzerlerinde
borç bulunmazsa bu caiz olur. Bu, onlardan her birine, efendilerinin
alım-satımda kefalet ve vekâlet vermesi gibi olur. Nihâ-ye'de de böyledir.
Bir efendi, kölesine
müfâveda ortaklığı izni verirse, bütün ticâretlerde müfâveda ortaklığı caiz
olmaz.
Umumda caiz olmayınca,
hususda nasıl caiz olur?
Bir defada, husûsi
müfâveda ortağı olsa, bu, efendisinin izniyle caiz olur mu?
İmâm Muhammed (R.A.)
bu mes'eleyi zikreylememiştir.
Şeyhu'l-İslâm,
Şerhi'nde şöyle buyurmuştur:
Bu mes'ele hakkında,
"caiz olur." diyenler de vardır; "caiz olmaz." diyenler de
olmuştur. Muhıyt'te de böyledir.
Me'zun köle, ticârette
izinlidir. Mükâtep de öyledir.
Bunlar, ınân şirketi
de kurabilirler. Ancak, âlimlerimiz, bu mes'e-Iede ihtilaf eylemişlerdir.
Has nev'inde olan
mudârip, kölesine —ticâret hususunda— mü-dâreba izni verdiği zaman, o takdirdeo
köle, bütün ticâret hakkına nail olur mu? Yoksa yalnız o husûsi ortaklığa mı
nail olur?
Şemsü'l-Eimme Serahsî
şöyle buyurmuştur:
Benim indimde esahh
olan, onun, bütün ticâretlere me'zun olmasıdır. Zahîriyye'de de böyledir.
Me'zun bir köleye
müdârebe malı verilir ve ondan müdârebe malı alınır. Onun, eşya alma ve verme
hakkı da vardır. Muhıyt'te de böyledir.
Me'zun bir kölenin,
şahsî arazisini ekmek, ektirmek, emanet bırakmak, emânet almak, ariyet vermek,
ariyet almak hakkı da vardır. Zehıyre'de de böyledir.
Bize göre, me'zun
nefsini ve kazancını da icara verebilir. Muhıyt'te de böyledir.
İzinli bir kölenin,
cariyesini icara verme hakkı vardır. Fetâvâyi Kâ-dîhân'da da böyledir.
İzinli bir kölenin,
nefsini satması veya rehin bırakması, caiz değildir. Sirâcü'I-Vehhâc'da da
böyledir.
İzinli köle,
efendisinin izni olmadıkça, kadın nikâhlayamaz. Şayet hür bir kadını
nikahlarsa, araları açılır ve duhûl sebebiyle —o azâd olduktan sonra— mehir
lâzım gelir. Yani mehir ondan, azâd olununca alınır. Muhıyt'te de böyledir.
İzinli köle, efendisi
bulunduğu köleyi de evlendiremez. Eğer evlendirirse, bu, bi'1-icma caiz olmaz.
Cariyesini
evlendirmesi de böyledir; yâni o da caiz olmaz.
Keza, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.) ile İmâm Muhammed (R.A.)'e göre izinli sabinin de, bunları yapması caiz
olmaz.
İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)
göre ise, caiz olur.
Bu ihtilaf izinli sabî
için ve mudârip ile ınân ortağı içindir. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.
Bir me'zûn, kölesini
mükâtep yapamaz.
Şayet yapar ve buna
efendisi de izin verirse —üzerinde borç yoksa— caiz olur. Me'zûn, bu şekilde
mükâtep yaptığı köleden, kitabet bedelim alamaz.
Bu hak, efendisine
aittir.
Mükâtep, kitabet
bedelini bu köleye öderse; kitabetten kurtulmuş olmaz.
Ancak, efendisi, onu,
kitabet bedelini almaya vekil ederse; o zaman kurtulmuş olur.
Keza, efendisi, me'zûn
köleye kitabet izni verdikten sonra, eğer ona borç ulaşırsa; —borcu ister az,
isterse çok ölsün— kitabeti bâtıl (= geçersiz) olur.
Efendisi izin
vermedikçe azad olmuş olmaz; köleliğe avdet eder. Ve, borcu için, satılır.
Efendisinin, ondan aldığı kitabet bedeli de borcuna mahsup edilir.
Şayet efendisi ona,
kitabet izni verip, bir köleye de onu teslim almasını emreder; o Kölenin de
kıymetini içine alacak kadar borcu bulunur; elindekini de kitabet bedeli
olarak verirse, öndeki borcunun dışında, mükâtep olmuştur.
İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'nin kıyâsı budur.
İmâmeyn'e göre o
hürdür. Efendisi, onun kıymetini alacaklılarına tazmin edecektir.
Keza, mükâtebe olan
bir cariyenin kitabet bedelini, efendisi alırsa; o, ondan alınır ve
alacaklılarına verilir.
Şayet, izinli kölenin
borcu, malım kuşatmazsa, bi'1-ittifak azâd olmuş olur.
Me'zunun borcuna
mukabil, alacaklılar, alacaklarını efendisinden alırlar. Mebsuf'ta da böyledir.
Alacaklıların, o
kölenin azâd olması sabit olmadan önce, kitabetini ibtâl haklan vardır.
Azâd olana kadar ibtâl
ettirmezlerse; onun kıymetini, bu alacaklılara, efendisi öder. Muhıyt'te de
böyledir.
Mükâtep, kitabet
bedelini, efendisine icazetten önce öder; sonra da efendisi izin verirse; bu
köle azâd olmuş olmaz; verdiği de efendisinin olur. Çünkü o, kölesinin
kazancıdır. Tebyîn'de de böyledir.
Kazancından dolayı,
me'zûn köleyi azâd eylemek yoktur. Şayet efendisi razı olur ve izin verirse, o
zaman azâd olmuş olur.
Eğer kölenin üzerinde
borç olmaz ve kazancını icazetten dolayı efendisine verir; sonra da bu köleye
borç ulaşırsa; onun azâd bedelinden bu borcuna verilmez.
Şayet, kölenin
üzerinde —kıymetini kuşatacak kadar borç olursa, o, icazet için çalışamaz.
Bu, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre böyledir. İmâmeyn'e göre icazeti için çalışır.
Eğer kölenin borcu,
kıymetini kuşatmıyorsa, bi'1-ittifak, icazeti için çalışır. Efendisi
alacaklıların alacağını öder. Alacaklıların bedel alma haklarÖyoktur.
Muhıyt'te de böyledir.
Me'zun köle, bağış ve
tasaddukta bulunamaz ve emsali işleri de yapamaz. Bedelsiz bağışı ve sadakası
caiz olmaz.
Şayet, buna efendisi
izin vermişse, bunlar teberru olurlar. Şayet üzerinde borç yoksa, bunları
yapmasında bir sakınca yoktur. Eğer üzerinde borç varsa, bunlardan hiçbirisi
caiz olmaz. Mebsût'ta da böyledir.
Me'zun köle, fülûs
gibi, çörek gibi bir dirhemden az değerde gümüş gibi şeyleri tasadduk etme
hakkına sahiptir.
Mükâtep Kitabı'nda,
dirhemden aşağısı için nas vardır. el-Asi'da şöyle zikredilmiştir.
Eğer yiyeceğin
haricinde bir şey tasadduk eder ve onun kıymeti de iki dirhem veya daha fazla
olursa; bu caiz olmaz. Muğnî'de de böyledir.
İzinli köle, hafif
yollu bir ziyafet verebilir. Bu, istihsândır.
Ancak, izinli köle,
büyük çapta ziyafet veremez.
Büyük ziyafetle, küçük
ziyafetin bir haddi vardır.
Muhamraed bin
Seleme'nin şöyle dediği rivayet olunmuştur:
Şayet, ticâret malının
miktarı onbin dirhem ise, bunun on dirhemini ziyafette harcamak, kolay olan ve
az sayılan ziyafettir.
Şayet, ticâret malının
miktarı on dirhem olur ve bir dânik miktarını ziyafette harcarsa; işte bu
örfen çok olur.
Bu, ziyafette
böyledir.
Hediyeye gelince, bize
göre izinli köle: Yenilecek şeylerden hediye edebilir. Dirhemler ve dinarlar
müstesnadır...
Âlimlerimiz şöyle
buyurmuşlardır:
Me'zun bir köle,
yenilecek şeylerden ziyafet verebileceği kadarını hediye edebilir. Muhıyt'te de
böyledir.
Ticâret ehli bir
kölenin da'vetine gitmekte, elbisesini ve hayvanını ariyet almakta bir sakınca
yoktur. Hulâsa'da da böyledir.
Me'zun köle, ister
borçlu olsun, isterse borçsuz olsun, yanında zayi olan şeyden dolayı, ona
tazminat gerekmez. Mebsût'ta da böyledir.
—Me'zun kölenin
elbisesini giymek mekruhtur.
Hulâsa'da da böyledir.
İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)
şöyle buyurmuştur: Ticâretten men edilmiş bir köleye, efendisi, günlük nafaka
verir; o da bazı dostlarını da'-vet ederse; bu da'vete iştirakte bir sakınca
yoktur.
Şu hal buna
muhaliftir:
O kölenin aylık
nafakası, toptan verilirse; onun da'vetine iştirak edilmez.
Bir kadının, kocasının
evinden, bir çörek ve emsali gibi hafif şeyleri, onun haberi ve izni
olmaksızın sadaka, olarak vermesinde bir sakınca yoktur. Kâfi'de de b«yledir.
Bizim örf ve
adetimizde, kadın ve câriye sadaka olarak para vermeye me'zun değildir.
Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
İzinli bir köle, bir
câriye satıp, onu teslim ettikten sonra, parasını veya bir kısmını, onu
almadan önce veya aldıktan sonra bağışlar yahut bedelinden bir miktar
düşürürse, bu bâtıldır.
Şayet aybı (= kusuru)
sebebiyle, parasını almadan önce veya sonra bir kısmını düşürürse; işte bu caizdir.
Eğer parasının tamamım
düşürür veya bağışlarsa, bu caiz değildir.
Me'zun bir köle, bir
câriye satın alıp, onu teslim aldıktan sonra, onu satan şahıs, parasını köleye
bağışlasa, bu caiz olur.
Eğer satıcı, ondan
önce cariyeyi kölenin efendisine bağışlarsa; köleye bağış yapması —bu kölenin
üzerinde, ister borç olsun, isterse olmasın— caizdir.
Eğer bu durumda
efendi, önceki durumda ise köle bağışı kabul etmezse; bu bağış, bâtıl (=
geçersiz) olur. Borç, kölenin üzerinde olduğu gibi durur.
Şayet, cariyeyi satan
zat, cariyenin parasını almadan önce o parayı, köleye veya efendisine
bağışlar; sonra da köle cariyede bir kusur bulursa; bu durumda onu geri
veremez.
Bu, istihsândır.
Keza, bu, bizatihi
eşya olmayan h*er şeyin bedelinde böyledir. Eğer bedel, belirli bir yer olur;
müşteri de, orayı henüz teslim almadan, köle ona bağış yapar ve müşteri de
kabul ederse; bu hîbe câîzdîı. Şayet müşteri kabul etmez ise, bu hîbe bâtıldır.
Eğer müşteri, köle,
cariyeyi teslim almadan önce, onu köleye bağışlar; o da bunu kabul ederse, bu
da caizdir.
Bu kölenin üzerinde
ister borç olsun isterse olmasın müsavidir. Bu, satış akdini de fesheder.
Şayet müşteri,
cariyeyi kölenin efendisine bağışlarsa; —bu kölenin üzerinde, borç bulunmaması
hâlinde— bu akdi bozuş sahihtir.
Eğer, kölenin üzerinde
borç bulunur ve efendi de bağışı kabul ediyorsa, bu satışı, nakz (— bozmak)
olmaz.
Alan ve satan,
karşılıklı teslim-tesellüm yaptıktan sonra, me:zun köle, onu müşteriye
bağışlar; o da kabul ederse; bu durumda, bu bağış geçerli olmaz.
Şayet müşteri,
teslim-tesellünıden sonra, cariyeyi me'zun köleye veya onun efendisine
bağışlarsa; işte bu bağış teberru yönünden caiz olur. Me'zun onda bir kusur
bulur ve üzerinde de borç olmazsa; bu durumda, onu aybı sebebiyle reddedemez.
Şayet me'zun, borçlu
olur; müşteri de cariyeyi ona bağışlamış bulunursa; hüküm yine böyledir.
Eğer, kölenin
efendisine bağışlamışsa; iüte o kusuru sebebiyle reddedebilir. Cariyeyi teslim
aldığı günkü kıymetini tazmin eder. Mebsût'ta da böyledir.
Bir adam, kölesine
ticâret için izin verir; izinli köle de bir cariyeyi, bir köleye karşılık
olarak satar ve iki taraf teslim-tesellüm yaptıktan sonra, bu câriye de, satın
alanın yanın ja, semavi bir âfetle veya müşterinin kendi yapmasıyla yahut bir
yabancının yapmasıyla bir kusur meydana gelir veya bu câriye bir çocuk doğurur
yahut müşteri ona cima ederse —câriye ister kız, isterse dul olsun— veya ona
başka bir yabancı cima eder; sonra da cariyeyi satın alan zat, o cariyeyi
me'zun köleye veya efendisine bağışlar; —izinli köle borçlu olsun veya
olmasın— bilâhare de me'zun köle, onda bîr kusur bulup, geri vermek isterse;
geri verebilir. Muğnî'de de böyledir.
Me'zun bir köle, bir
adamdan, değeri bin dirhem olan bir köle karşılığında, bir câriye satın alır;
bir bin dirhem daha verir ve karşılıklı teslim-tesellüm etmelerinden sonra,
satıcı aldığı bin dirhemi bağışlar; köleyi de me'zun eder; bilâhare de me'zun
olan önceki köle, o câriye de bir kusur bulursa; artık, ona geri veremez.
Keza, bağış kölenin
efendisine yapılmış bulunsa; köle de borçlu olmasaydı; efendi, bu cariyeyi
reddedemezdi.
Şayet kölenin üzerinde
borç bulunur; bağış da, efendisine yapılmış olursa; aybı sebebiyle, efendi onu
satıcısına —bağışlayana— geri gönderebilirdi. Ve satıcıdan bin dirhemi ve
kölenin kıymetini alırdı.
Böylece, onları
alınca; artık o satıcıya bundan dolayı kimse bir şey için müracaat edemez.
Mebsût'ta da böyledir.
Bir adam, kölesine
ticâret izni verince, onun, hür, mükâtep veya kölelerle alış-yeriş yapması caiz
olur.
Bir adam, kölesine
ticâret izni verirse, onun ticâret yapması gerekli olur.
Bir başka adamın da,
başka birinde bin dirhem alacağı olur ve ona da izinli köle ile ortak
bulunurlar ve izinli köle, —hemen alınması gereken bu alacaktaki— hissesini
tehir ederse; bu te'hir İmâm Ebû Hanife (R.A.)'ye göre bâtıldır.
Bu alacağı, onlardan
herhangi birisi alsa; ona, beraberce ortak olurlar. Ve onu, iki ortak, yarı
yarıya aralarında pay ederler.
tmâmeyn'e göre ise,
te'hir caizdir. Me'zun köle, hissesini te'hir edince; diğer ortağı sussa bile,
o mal, onun olur. Ona, me'zun köle, kendinin verdiği va'de gelene kadar ortak
olamaz. Muğnî'de de böyledir.
Me'zun bir kölenin
verdiği va'de gelince, me'zun muhayyerdir: İsterse, ortağının daha önce
aldığının yarısını alır. Sonra da, alacaklarını alıp, onu paylaşırlar.
İsterse, önceki alınan şey, o alanda kalır; geride kalanı da kendisi alır.
Şayet vakti gelmeden
önce, me'zun almış olursa; ona da, diğer ortağı ortak olur.
Şayet borç hâli
hazırda ödenecek bir borç olur ve me'zûn köle, hissesini bir yıl erteler; sonra
da ortağı, kendi hissesini alır; bilâhare de diğer alacaklı, va'deyi, borçlunun
rızasıyla ve vakti gelmeden önce ib-tâl ederse; bu durumda va'de bâtıl olur.
Fakat me'zun köle,
ortağının daha önce aldığına ortak olamaz. İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un kavli
budur. İmâm Muhammed (R.A.)'de aynı görüştedir. Müddet tamam olunca, isterse,
ortağının aldığına ortak olur; kalanı alıp paylaşırlar. îster, kalanın
tamamını kendisi alır. Va'deyi bozmazlar da, borçlu ölürse; me'zun köle
ortağının aldığının yarısını alır. Borçlu ölmez ve ortaklar va'deyi birlikte
bozarlar; sonra da ortağı kendi hissesini alırsa; me'zun köle, onun yansını,
ondan alır.
Eğer mal, hâlde
ödenecekse; ortağı da hakkını almış; sonra da me'zun, kendi hissesini ertelemiş
ve ortağının hissesini aldığını biliyor veya bilmiyorsa, İmâmeyn'e göre,
me'zûnun tehiri caizdir.
Ortağının aldığına
—iki sene geçene kadar— bir yolu yoktur.
Mal, o anda alınacak
olur ve ortak, hissesini alıp, onu rne'zûna teslim ederse; bu teslim caiz olur.
Bu, bi'I-ittifak böyledir.
Şayet mal, bir seneye
kadar alınacak olur; me'zûn köle de borçludan bir câriye satın alıp, hissesine
sayarsa; ortağı, ondan dirhemlerin yarısını hakkı olarak alır.
Dirhemlerden
hissesinin yarısını aldıktan sonra, me'zûn köle, cariyede bir kusur bulup,
onu, satıcıya hâkimin hükmüyle geri verirse; mal va'de gününe kalmış olur.
Me'zun, ortağına müracaat ederek verdiğini geri alır.
Şayet hâkimin
hükmü"olmaksızın geri verdiyse, artık, ortağına bir şey için müracaat
edemez.
Bu takdirde, ortağı
ile me'zun köle, vakti gelene kadar, beşyüz dirhemlerini beklerler. Me'zûn
köle ise, hâli hazırda beşyüz dirhem alacaklı olur.
Keza, me'zûn köle,
borçludan, bin dirhemin tamamına bir câriye satın alırsa, ortağı, ondan beşyüz
dirhemini alır
Şayet me'zun satışı
kaldırır veya hakimin hükmü olmadan cariyeyi geri verirse; satıcı da bedelini
bir seneye kadar ödenmesini şart koşarsa; o şart geçerli olur. Mebsûl'ta da
böyledir.
Me'zun bir köle, üç
gün muhayyerlik üzere, bir köle satın alır ve satıcısı, onun bedelini teberru
eder alıcı da o üç gün içinde, bu köleyi geri verirse; bu .sahih olur. Kâfî'de
de böyledir.
Me'zun köle, ikâle
yapmakta ( = alış-veriş akdini bozmakta) hür kimseler gibidir.
Me'zun bir köle, bir
câriye satın alıp, onu yanında tutar ve bu cariyenin kıymeti artar; bedeli
kıymetinden —insanların aldatılmış sayılmayacağı nisbetle— noksan olur ve
sonra da ikâle yaparsa; işte bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre caizdir.
İmâmeyn'e göre ise,
caiz değildir. Mebsût'ta da böyledir.
Me'zûn bir köle, bir
cariyeyi, bin dirheme satın alıp, onu teslim aldığı hâlde, parasını vermez;
sonra da satıcı, onu teberru eder ve ikâle yaparlarsa; bu ikâle İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.) ile İmâm Muhammed (R.A.) göre, bâtıldır. Kâfî'de de böyledir.
Şayet satış, yüz
dinara veya başka bir cariyeye veya iki bin dirheme ikâle edilirse; İmâm Ebû
Hanîfe (R.A.)'nin kıyâsında, bu ikâle caiz değildir; batıldır.
İmâmeyn'e göre ise bu
caizdir.
Şayet, me'zûn köle,
cariyeyi teslim almaz ve satıcısı, onun parasını bağışladıktan sonra, satışı
birlikte kaldırırlarsa; bu ikâle bi'1-ittifak batıldır.
Keza, bu hâlde, başka
bir bedeli ikâle yaparlar da, cariye satışını ikâle yapmazlar; fakat me'zun
köle, cariyeyi teslim almadan önce, on-' da bir kusur bulur ve ona razı olmaz
veya görmemiş olur ve görünce de razı olmazsa; bu satış bozulur.
Şayet bedeli bağış
yapılmışsa, onu bozmak bâtıldır.
İbâne'de şöyle
zikredilmiştir:
Me'zun bir köle,
ticâret yaparken, bir köle sattıktan sonra, me'-zun olan bu köleyi, efendisi
ticaretten men eder; bilâhare de, müşteri, o kölede, bir kusur bulursa; onu red
hususunda, hasmı, o me'zun köledir.
Eğer, o köle, kusuru
ikrar ederse; ilzam olunmaz; yeminden kaçınırsa, onun üzerine red caizdir.
Tatarhâniyye'de de böyledir.
Me'zun bir köle, bir
şey satıp veya satın aldıktan sonra, efendisi onun alım ve satımını, ikâle
ederse; —bu kölenin üzerinde borç bulunmaması hâlinde— efendisinin yaptığı
caizdir.
Eğer, ikâle zamanı,
kölenin üzerinde borç varsa; efendisi, o borcu kendisi öder. Veya, kölede
alacağı olanlar, onu ibra ederler. Yâni ala-caklar(&dan vazgeçerler. Ve
bunu da, hâkim ıkâleyi bozmadan önce yaparlarsa, bu ikâle sahih olur.
Önce hâkim, ikâle
yapar; sonra da alacaklılar'ibra yaparlarsa, bu durumda fesh geçmiştir.
Me'zun bir köle, bir
yer satıp parasını alır; o yeri müşteriye teslim ettikten sonra da, bu
alış-veriş akdini ikâle ederler ve yer duruyor; parası ise zayi olmuş olursa;
—ister ikâleden önce, ister sonra olsun— ikâîe geçmiştir. (Yâni hükümsüzdür.)
Eğer yer zayi olmuşta, parası duruyorsa, —ister ikâleden önce, isterse sonra
olsun— ikâle bâtıldır ( = geçersizdir). Mebsût'ta da böyledir.
İmâm Muhammet! (R.A.),
şöyle buyurmuştur:
İzinli bir köle,
belirli bir şey sattığı zaman müşteri onu, aybı sebebiyle geri vermek isterse;
—o aybın misli olsun veya olmasın— bu hususta, me'zun ile muhaseme (=
muhakeme) olurlar.
Hâkimin hükmü olmadan,
yeminsiz ve beyyinesiz me'zun, onu kabul ederse; bu kabul caizdir ve satış
bozulmuş olur.
Eğer kabul etmez de,
hâkimin hükmüyle reddedilirse, bu da beyyi-neli veya aybı ikrar ile olursa;
yine caizdir. Aynî'de de böyledir.
Bir me'zun köle, bin
dirheme, bir câriye satıp, karşılıklı teslim-tesellüm ettikten sonra, müşteri,
cariyenin elini keser veya ona cima yapar, yahut onun gözü kimsenin dahli
olmadan görmez olur; bilâhare de ikâle yaparlar ve köle, bu durumları bilmezse,
bu takdirde, köle muhayyerdir: İsterse, cariyeyi o halde alır; isterse, onu
reddeder.
Şayet cima veya körlük
başkası tarafından yapılmış olursa; mehir ve diyet gerekir. Bundan sonra ikâle
yaparlarsa, bu ikâle —köle, bu durumu bilsin veya bilmesin— bâtıl olur.
İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre böyledir.
İmâmeyn'e göre ise, bu
ikâle sahihdir. Mebsût'ta da böyledir.
Şayet izinli bir köle,
bir adama, bir câriye satar; müşteri de onu teslim alır ve onda bir kusur
bulursa; bu hususta köleyi hâkime şikâyet eder. O şahıs, bu kusurun, kölenin
yanında olduğunu isbat ederse, hâkim, o cariyeyi köleye reddeder ve parasıni
alıp, müşteriye verir.
Sonra da, bu köle, o
cariyede başka bir kusur bulup, "onu, daha Önce bilmediğini ve o kusurun,
müşterinin yanında olduğunu" isbat ederse; bu durumda, me'zun köle
muhayyerdir: İsterse, feshi bozar ve cariyeyi geri müşteriye vererek parasını
alır. Ancak, bu durumda, me'zun kölenin yanında meydana gelen kusurun kıymeti
düşürülür. İsterse, feshe izin verip, cariyeyi yanında bırakır. Bu durumda ise,
köle, —müşterinin yanında olan kusur az olsun çok olsun— onun için, bir şeyle
müşteriye başvuramaz. Muğnî'de de böyledir.
Me'zun köle, o
cariyeyi müşteriye geri vermez de, kendi yanında bir kusur meydana gelirse; müşteriye
müracaat ederek, müşterinin yanında vâki olan kusurun karşılığını ondan alır.
Müşterinin feshden önce yaptığı gibi...
Müşterinin yanında, bu
cariyede bir kusur bulunur; o kusurun da, satıcının yanında meydana geldiği
tebeyyün ederse; bu durumda, müşteri muhayyerdir: İsterse, onu kusuruyla kabul
eder. O takdirde, parasını verir. Yalnız, cariyedeki kusur nisbetinde müracaat
eder. Sonradan olan kusur sebebiyle müracaat edemez.
Keza, ikinxi kusur,
kölenin cinayeti veya onun ciması sebebiyle ise yine böyledir.
Şayet cinayet, bir
yabancı tarafından yapılmış veya bir yabancı cima eylemişse; mehir ve diyet
lâzım olur. G takdirde cariyeyi satan me'zun köle, müşteriye müracaat ederek,
sonradan olan o kusurun karşılığını alır. Müşterinin, fesih kararından sonra,
cariyenin satıcısının yanında doğum yapması ile kıymetinin artması hâlinde,
yapacağı bir şey yoktur. Şöyle ki: Bu artış, müşterinin yanında olmuş olsa,
akdin feshini men etmek şer'an hak olur. Mebsût'ta da böyledir.
Me'zun köle., bir
adama bir cariyeye karşılık, bir câriye satıp, karşılıklı da teslim ve
tesellümde bulunmalarından önce, o cariyelerin her birisi, bin dirrjem
kıymetinde birer çocuk doğursalar; onlardan her birisi, hem cariyeyi, hem de
çocuğu alırlar.
tkâle yaptıktan sonra
karşılıklı teslim tesellüm yapmazlar ve bu cariyelerin ikisi de ölür; satıcı
ve alıcılar da çocukları almak isterlerse; her birisi, diğerinin yanında olan
çocukla birlikte, annesinin yarı kıymetini alırlar.
Şayet onların her
birinin kıymeti, beşyüz dirhem ise; onlardan her birisi diğerinin yanındaki
çocukla, anasının kıymetinin üçte birini alır.
Şayet, cariyeler ölmez
de, çocuklar ölürlerse; onlardan her birisi, cariyesini alır. Diğerine karşı
yapacağı bir şey yoktur.
Eğer cariyelerle
birlikte çocuğun birisi de ölürse, sağ çocuk yanında olan, o çocuğu diğerine
verir ve ondan ölen cariyenin kıymetinin üçte birini alır. Muğnî'de de
böyledir.
Me'zun bir köle,
diğerine, bin dirhem mukabilinde bir câriye satıp, karşılıklı teslim-tesellüm
de yaparlar; sonra da ikâlede bulunurlar ve me'zun köleden, o cariyeyi, bir
adam onun elini kesene kadar veya ona cima edene kadar teslim almazsa; o cima
da onun kıymetini nok-sanlandırsa, bu durumda me'zun köle muhayyerdir: Dilerse,
cariyeyi o hâlde geri alır ve ona cinayet yapandan diyetini; cima yapandan da
mehrini alır. Şayet ikâle nakzolmuşsa (- bozulmuşsa) mehir ile diyet,
mğşterinin olur,
Bin dirhemin yerinde,
bir belfrli yer olmuş olsaydı, me'zun köle, muhayyer kalır; isterse, müşteriden
cariyeyi geri alır ve cinayet sahibinden diyeti, cima edenden ise mehri
alırdı.
Ve dilerse, cariyeyi
teslim eylediği günkü kıymetini, müşteriden alırdı. Bu durumda, bu cariyenin
mehri de, diyeti de müşterinin olurdu.
Keza, cânî, o cariyeyi
öldürürse, me'zun köle muhayyerdir: İsterse, caninin baba tarafı akrabalarına
müracaat ederek, diyetini alır. İsterse, müşteriden cariyenin kıymetini alır.
Şayet cinayeti,
cariyeyi alan müşteri, satın aldıktan sonra işlemişse, izinli köle
muhayyerdir: Dilerse, cariyenin, —müşterinin aldığı günkü— kıymetini ödetir.
Dilerse, cariyeyi alır ve cariyenin kusuru kadar bedelini müşteriye ödetir.
Şayet kusur,
müşterinin yanında ikâleden önce meydana gelmiş, sonra da.ikale yapmışlar;
bundan sonra da izinli köle kusuru (= ayıbı) görmüşse, yine muhayyer kalır:
İsterse, müüteriye, cariyenin kıymetini ödetir. İsterse, cariyeyi öylece alır.
Başka bir şey gerekmez.
Eğer izinli köle, yüz
dirhem ve on dinar kıymetindeki gümüş bir ibriği satar; sonra da teslim ve
tesellüm yaparlar; bilâhare de ikâle yaparlar ve teslim almadan önce
birbirlerinden ayrılırlarsa; ikaleleri bozulmuş olur. Mebsût'ta da böyledir.
En doğrusunu bilen
Alîahu Teâlâ'dır. [6]
Borçlar üç türlüdür:
1- Köleye
ait borçlar. Buna istihlak borcu derler.
2- Ticaretle
ilgili olmayan borçlar.
Bir kadına cima
etmenin veya efendisinin müsaadesi olmadan, bir kölenin, bir kadını nikahlayıp,
cima etmesi karşılığı olarak verilecek mehir parası...
3- İhtilaflı borçlar.
Bu da ahş-veriş
sebebiyle olan borçlardır.
Ve bunlar satmak,
satın almak, bir malı icara vermek veya icarla-mak, zoraki alınan, emânet
bırakılan şeyi emânet alanın inkar etmesi, nikahladığı kadının mehri ve bunlara
benzer şeyler gibi borçlardır.
Bir adam, kölesine,
ticaret yapması için izin verdiğinde, o köle, başka bif köleyi satıp, yerine
bir köle alır; satın aldığı o kölenin de borcu olur; alacaklılar da hâkime
şikayet ederek, alacaklarını isterlerse; bu kölenin hazırda bir malı bulunması
hâlinde, hâkim, onun alacaklılara verilmesine hükmeder.
Eğer, malı bulunmaz ve
bu köle de hazırda olmazsa, onun gelmesi beklenir. Geldiği zaman, hâkim,
borcunu Ödemesini bu köleye emreder. Ve bir müddet verir. Bu müddet tamam
olana kadar, köle borcunu ödemezşe, bu köle satılır. Parası ise, alacaklılarına
verilir. Zehıyre'de de böyledir.
Eğer izinli köle,
efendisinin sattığı köleyi, satın alırsa; alacaklılar, alacağını o kölenin
efendisinden isterler. Muğnî'de de böyledir.
Şayet köle, borcunu
ikrar eder; hâkim de onu tasdik eder ve köleyi satarsa; —her ne kadar, kölenin
efendisi kabul etmese bile— bu kölenin parası, alacaklılarına verilir.
Bundan sonra, bir adam
gelip, beyyinesi ile, "o kölede alacağının olduğunu" söyler; diğer
alacaklılar da bunu kabul etmezlerse, onlar bir şeyle cebredilmezler.
Fakat onlar, alacak
iddiasında bulunan şahsa, birşeyler verirlerse; o caiz ve helâl olur.
Şayet, köle satılmadan
önce, hazırda olmayan alacaklı gelip, alacağını isbat ederse; onun da hakkı
—hissesi kadar— kendisine verilir. Mebsût'ta da böyledir.
Hâkim, borcundan
dolayı bir köleyi satar veya kendi satmaz da muavini satar ve parasını da
alacaklılarına verirse; —köleyi satın alan şahsın, bu kölede bir kusur bulması
hâlinde,— o müşteri, köleyi hâkime veya onun muavinine geri veremez.
Keza,.hâkim veya muavini,
sattığı kölenin parasını alıp, onu zayi eder ve satılan o köleye de bir
başkası hak sahibi olarak çıkarsa; yine, bu köleyi satın alan müşteri, hâkime
veya onun muavinine müracaat edemez.
Şeyhu'l-İslâm
Hâher-zâde şöyle buyurmuştur:
Hâkim, muavinine,
"borcundan dolayı, izinli bir kölenin satılmasını" emreder ve bu köle
satılıçsa; parası alacaklılara verilir. Fakat hâkim: "Köleyi sat."
der de, fazla bir şey sölemezse; bilginler bu hususta ihtilaf etmişlerdir.
Hâkim, muavinine:
"Kölenin kusurunu söyleyerek sat." diye emir verir; muavin de satıp,
parasını alırsa; bundan sonra bakılır: Eğer, sonraki satışın parası, önceki
satışın parasından az ise, muavine bir şey gerekmez. Eğer fazla ise,
müşterinin hakkı verildikten sonra, artan para kölenin alacaklılarına verilir.
Zehıyre~de de böyledir.
Şayet, kölenin
efendisi, ondan bir şey aldı ise ve bu kölenin hal-i hazırda kimseye borcu
yoksa; sonradan da bir alacaklı meydana çıkarsa; bu kölenin efendisinin
aldığı, efendinin olur; onu tazmin etmesi
Eğer, bu kölenin
alacaklısı, sonradan gelmez; daha önce bulunursa; bu durumda kölenin efendisi,
bu köleden aldığı parayı, kölenin alacaklısına verir. Aldığı para, ister
duruyor olsun, isterse zayi olmuş bulunsun farketmez. Muğnî'de de böyledir.
Şayet, kölenin efendisi,
köleden bin dirhem alır ve onu da zayi eder; kölenin de üzerinde beşyüz dirhem
borç bulunur ve sonra bir alacaklı daha çıkarsa; efendisi bin dirhemi ödemek
için, köleyi satar. Meb-sût'ta da böyledir.
Kazanç sebebiyle
borçlanan kimseden, bağış ve sadaka kabul edilir. Bu, ister borcunu ödemeden
önce, ister sonra olsun farketmez. Kâ-fî'de de böyledir.
Şayet izinli köle,
"beşyüz dirhem borcunun olduğunu" ikrar eder; sonra da, efendisi
kıymeti bin dirhem olan bir köleyi ondan alır; bundan sonra da alacaklı
alacağını isterse, efendinin aldığı köle ondan alınır ve satılıp, parası
alacaklılara verilir.
Eğer, kölenin
efendisi, önceki adamın alacağının yerine, o köleyi verirse; diğer alacaklılar
kölenin efendisini da'vâ edemezler.
Eğer, kölenin
efendisi, önceki alacaklıya köleyi vermez; o da alacağını bağışlar; sonra da
kölenin başka alacaklılarım isterlerse; bu köle onlara teslim edilir. Onlar
satıp, paralarını aralarında taksim ederler. Muğnî'de de böyledir.
Bir adam, hayvanını,
bir başkasına belirli yere gitmek için, âri-yet olarak verir; adam da başka
yere gider ve o hayvan zayi olursa; onun yerine, tazminat olarak kölesi
satılır. Zehıyre'de de böyledir.
Me'zun bir köle,
efendisinin izniyle, bir kadın nikâhlar ve ona dâhil olursa; bu köle, mehir
borcu için satılabilir.
Sonra da hâkim,
alacaklılarına ve efendisine onun satılması için, onların iznini şart koşar.
Muğnî'de de böyledir.
Bir adam, cariyesine
ticâret izni verdikten sonra, bu kadına borç lâhık olsa; bilâhare de, efendisi
ona bağış yapsa, sadaka verse veya ticâretten ve başka şeyden kâr verse; işte
o zaman, kadının alacaklıları, efendisinden bunları almaya haklı olurlar.
Mebsût'ta da böyledir.
Bir adam, cariyesine,
ticâret için izin verdikten sonra, bu câriye, bir köle doğursa; bu çocuğa, borç
sirayet eder mi? Ve annesi borç için satılsa; çocuk "da annesi gibi
satılır mı?
Burda. iki durum
vardır:
a) Bu çocuk,
anne borçlandıktan sonra doğmuş olabilir.
b) Veya,
borçlanmadan doğmuştur.
Şayet, çocuk, câriye
borçlandıktan sonra doğmuşsa; o çocuk da, anası ile birlikte ve anasının borcu
için satılır.
Ancak efendisi onun
borcunu öderse, o müstesnadır. Muğnî'de de böyledir.
Bu kadın, üzerinde
borç var iken doğum yapmış ise, borç çocuğa da sirayet eder. Alacaklılar,
onları sattıkları zaman bedellerine ortak olurlar.
Fakat, bu durumda,
doğumdan önceki alacaklılar daha haklı olurlar.
Şayet, bu kadın,
birini borçlu olmadan önce, ikinciyi de borçlu olduktan sonra olmak üzere, iki
çocuk doğurursa; sonraki doğan çocuğa borç sirayet eder; öncekine sirayet
etmez, Mebsût'ta da böyledir.
Kölenin ticârete
izinli olduktan sonraki borcu, efendiye taalluk etmez. Elindeki kazancı,
hariç... Çünkü, ona —her ne kadar, efendisi: "Bu, benim malımdır. Bu
yüzden ticâret etti." dese bile— bu durumda borç, efendiye tealluk eder.
Tatarhâniyye'de de böyledir.
Bir adam, şahitler
huzurunda, kölesine, ticâret için mal verir; köle de satar, satın alır ve
borçlanır; sonra da elinde bir miktar mal ile Ölür ve onun, efendisinin malı
olduğu bizatihi bilinmezse; o malın tamamı alacaklıların olur. Ondan,
efendisine hiçbir mal gitmez.
Ancak bizatihi
efendisine mahsus olan mal, onun olur. Bu, diğer alacaklılardan önce onun hakkı
olur.
Keza, o şeyi,
efendisinin malı ile aldığı açık belli olur veya efendisinin malını satmış
olursa, yine o, efendisinin olur. Mebsût'ta da böyledir.
Şayet köle, sağlığında
borç kendine lâhik olduktan sonra ikrar ederek, "o malın, efendisine âît
olduğunu" söylerse; o mal, efendisine verilir. O malın verildiği, şahitler
tarafından biliniyorsa, bu böyledir.
Ancak, onlar, "bizatihi
efendisinin malı olduğunu" bilmiyorlar -sa; bu durumda, kölenin ikrarı
sahih olmaz.
Eğer köle, "o
malın, bir yabancıya ait olduğunu" ikrar ediyorsa; ikrar kabul edilir.
Şayet efendisi,
"o malın, kendisine âit olduğunu" isbat eder veya kölenin alacaklıları,
böyle olduğunu kabul ederlerse, o malın efendinin olması daha haklı olur.
Muğnî'de de böyledir.
Şayet, kölenin
üzerinde, hem hemen ödenecek, hem de ya'deli ödenecek borcu bulunur ve bu köle,
kazancından, hemen ödenecek borcunu efendisine verir ve sonra da vadeli
borcunun, ödenme zamanı gelirse; bu durumda efendisi, önceki borcunu öder.
Şayet, köleyi önceki
borcu için satmamişsa, sonraki borcu için satar.
Şayet, hemen alacağı
olan zat, hâkime müracaatla, o kölenin, kendi alacağı için satılmasını
isterse; hâkim, onu satar ve alacağını ona verir.
Artanı da efendisine
—va'deli borcunun günü gelince onu ödemesi için— verilir. Şayet, o mal,
efendisinin elinde zayi olursa, onu tazmin eylemez. Bu durumda, sonraki
alacaklı, önceki alacaklının aldığına ortak olur. Eğer efendisi, kendisi zayi
etti ise, onu ikinci alacaklıya tazmin eder. Tatarhâniyye'de de böyledir.
Bu köleyi, —hâkim
değil de— efendisi, alacaklının rızasıyla satarsa; işte bu satış caiz olur.
Sonra da bedelin
yarısını, günü gelince efendi va'deli borcunun sahibine öder.
Vadeli alacaklı,
kölenin yarı kıymetini aldıktan sonra, artık yapacağı bir şey kalmaz.
Hâl-i hazırda alacaklı
olan şahıs da yarısını aldığına göre, ona da bir müracaatta bulunamaz.
Efendi, hâkimin ve
alacaklıların izni olmadan köleyi satarsa; bu satış bâtıldır.
Şayet alacaklılar izin
verirler veya hâkim borcuna hükmeyler veya parası borcuna kâfi gelmekte olursa;
bu satış caiz olur; satar ve borçlarını öder. Mebsût'ta da böyledir.
Şayet, alacaklılarının
izni olmadan, borçlu kölenin sahibi, onu satar ve borçlarını ödemez; köleyi de
müşteriye teslim ettikten sonra da alacaklılar gelip, alacaklarını isterler ve
efendisinin satışını bozmayı arzu ederler; satan da, satın alan da huzurda
olurlar ve bu alacaklılar satışı bozarlarsa; bu durum hakkında, âlimlerimiz
şöyle buyurmuşlardır: Onlar, satışa değil de parasına ulaşırlarsa; parası
onlara ödenir. O takdirde, satışı bozamazlar. Şayet, alım satım yapanlardan
birisi, huzurda yoksa, —ister satıcı olsun, ister satın alan olsun— bi'1-icma
bu böyledir.
Şayet, satın alan
hazır değil ve satan şahıs, köle ile birlikte hazırda iseler; akdi bozarlar.
Bu durumda
alacaklılar, satıcıyı da'vâ edemezler.
Fakat, müşteri ile
köle hazırda olur da, satıcı hazırda bulunmaz ise, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve
İmâm Muhammed (R.A.): "Onların, müşteri ile bir husûmetleri olmaz."
buyurmuşlardır. Muğnî'de de böyledir.
Şayet alacaklıların,
müşteriye ve köleye güçleri yetmeyip, satıcıya güçleri yeterse, kölenin
kıymetini ona tazmin ettirirler (= ödetirler).
Kölenin kıymetini
ödettikten sonra, her alacaklı hissesi nisbetinde alacaklarını aralarında pay
ederler.
Bu şekli yaptıktan
sonra, kölenin satılması caiz olur. Köle, alacaklı için satılmış gibi olur ve
köleye karşı yapacakları bir işlem kalmaz.
Kölenin satılmasına,
alacaklıları izin verdikten sonra, paralarını da alınca, bu durumda satıcı,
kölenin kıymetinden kurtulmuş (= berî olmuş) olur.
Alacaklılar, alacağını
almadan önce, kölenin parası efendisinin yanında zayi olursa; alacaklıların
malı olarak zayi olmuş olur. Satıcısı, bedelinden berî olur.
Efendisi, borşlu
köleyi azâd ederse; alacaklılar, bütün alacakları için ona tabî olurlar.
Şayet alacaklılar,
kölenin parası zayi olduktan sonra satışa izin verirlerse; bu icazetleri sahih
olur. Zayi olan parada alacaklıların malı olarak zayi olmuş olur.
Bu, zâhirü'r-rivâye'de
boledir.
Şayet, alacaklıların
bir kısmı kölenin kıymetinin tazminini ister, bir kısmı da parasını ihtiyar
ederlerse; onların istediği gibi olur.
Bundaki fayda şudur:
Kıymetinin, parasından çok olmasıdır. Kıymetini isteyenlere, kıymeti üzerinden
alacakları nisbetinde hisseleri verilir. Parasını İsteyenlerin de, parasından,
alacakları nisbetinde hisseleri verilir.
Alacaklı dört kişi
olduğunda, onlardan birisi, kadının kıymetinin dörtte birini, isterse, onu
alır. Diğerleri de, parasının (bedelinin) dörtte üçünü alırlar. Artan olursa, o
da varislerine verilir.
Alacaklıların bir
kısmı, satışa izin verir; bir kısmı da ibtâlini isterse; ibtâli evlâdır. Bu
durumda, o kölenin satılması caiz değildir. Mu-hıyt'te de böyledir.
Alacaklılar, şayet
satıcı ile alıcıyı elde ederler de, köleyi elde edemezlerse; bu durumda, onlar
muhayyerdirler: İsterlerse, kölenin kıymetini satıcıya tazmin ettirirler;
isterlerse, satın alana tazmin ettirirler.
Şayet, bu kölenin
kıymetini müşteriye ödetirlerse; o, verdiği para için satıcıya müracaat eder.
Eğer satıcıya müracaat
edip, kölenin parasını ona ödetirlerse; satış caiz olur ve her hangisi öderse,
diğeri tazminattan berî olur. Ona ebediyen tazminat gerekmez.Muğnî'de de böyledir.
Şayet, alacaklılar,
onun kıymetini, satıcıdan veya alıcıdan aldıktan sonra, o köle meydana çıkar
ve alacaklılar, onu almayı murad ederek aldıkları bedeli, aldıkları adama geri
verirlerse, duruma bakılır: Eğer, kölenin kıymeti alacaklıların zannettikleri
gibi olur ve kıymetini iddia ettiklerini de beyyineler; efendisi de yemin
etmekten kaçınırsa, onu efendisine geri verirler. Muhıyt'te de böyledir.
Bir efendi, kölesini
azâd eder ve azâd ettiği bu köle de, izinli kölenin kölesi olur; bu me'zun köle
de borçlu bulunursa; bu durumda, efendinin azâd etmesi geçerli olur mu? Burda
iki durum vardır:
1- Me'zun
kölenin borcu çok ve bu borcu, kendi kıymetini ihata etmiş olabilir.
2- Bu
kölenin borcu az olabilir.
Şayet, onun borcu az
ise, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.), önceleri: "Azâd etmesi geçerli olmaz."
buyurmuştu; sonra: "Geçerli olur." buyurmuştur.
Şayet borç fazla ise,
İmâm Ebû Hanîfe (R.A.): "Geçerli olmaz." buyurmuştur.
İmâmeyn ise: "Her
durumda geçerli olur." buyurmuşlardır.
Bu mes'eledeki
ihtilaf, diğer bir mes'elenin fur'unda da vardır:
Kölenin borcu,
efendisini kazancından men ediyor mu? İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin bir kavlinde:
"Şayet çok borçlu ise, ediyor; az borçlu ise, bu hususta iki kavli vardır.
Önceki kavli, "men ediyor." diğer kavli ise: "Men etmiyor."
şeklindedir.
İmıîıeyn'in kavilleri
ise: "Şayet borç çok olsa bile efendiyi men etmiyor. Fakat, efendi me'zun
köleyi ticaretten men ediyor. Bize göre, me'-zun kölenin kendi kazancından olan
köleyi, efendisi azâd ederse; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, tazminat
gerekmez; İmâmeyn'e göre ise, ister fakir olsun, isterse zengin olsun tazminat
gerekir!
Ancak, efendi fakir
ise, alacaklılar azâd edilen kölenin kıymetine tâbi olurlar. Muğnî'de de
böyledir.
İzinli bir köleyi,
borç ihata ettiğinde; efendisi, elindeki malının tamamını alarak, onu azâd
eder; o malı da zayi ettikten sonra, alacaklılar borçlu köleye müracaat
ederek, alacaklarını alırlarsa; bu köle efendisine müracaat eder ve ondan
verdiğinin kıymetini —efendisinin elinde mevcut olması halinde— alır. Fazla
olanı yine efendisinin olur.
Bu me'zun köle, borç
ödemez; fakat alacaklıları, ona alacaklarını ibra ederse (= alacaklarından
vazgeçerlerse) bu durumda, o, efendisine bir şey için müracaat edemez.
Keza, bir efendi,
cariyesini, ondan mal ve çocuğu ile diyetini alarak azâd eder ve bu câriye
doğumdan ve cinayetten önce borçlu olur; sonra da alacaklıları gelirlerse, bu
durumda efendisi, onun borcunu ödemeye cebredilir; fakat çocuğu ve diyeti
vermeye cebredilmez. Eğer onu azad etmemişse bu böyledir.
Fakat azâd etmişse,
onun parasını da, elinin diyetini de öder.
Şayet, cariyenin
efendisi onu azâd etmiş ve alacaklılar da —onun kıymeti için— efendiye müracaat
etmiş; sonra da, onun borcu için, çocuğu satılmış ve efendiden diyet bedelini
de almışlar ve bilâhare de kalan alacakları için cariyeye müracaat etmişlerse;
bu durumda alacaklılar, muhayyerdirler: Dilerlerse, bütün alacakları için
cariyeye baş vururlar. Ondan, alacaklarını alınca, çocuğu efendiye teslim
ederler. Elin diyetini de almazlar. Ve hiç bir şey için efendiye müracaat
etmezler. Câriye ise, efendisine verdiği mal için müracaat eder ve onu alır.
Keza, efendisi,
cariyeyi, alacaklıları için satıp parasını da alır; sonra da cariyeyi satın
alan müşteri, onu azâd ederse; alacaklılar yine muhayyerdirler: Dilerlerse,
cariyenin bedelini, efendisinden aldıktan sonra, artan alacakları için
cariyeye başvururlar, isterlerse; bütün alacakları için ona müracaat ederler.
Alacaklarını, ondan tam alınca, efendisinden aldıkları parayı geri ona
verirler.
Keza, bir efendi,
cariyesini mükâtebe eder; alacaklarının da buna izni bulunursa; bu
alacaklılar, efendinin kitabet bedeli olarak aldığının tamamını alırlar ve bu
cariyeye —mükâtebe olduğu müddetçe— bir müracaatta bulunamazlar.
Efendisi, kitabet
bedelinin tamamını alır ve o azâd olmuş olursa; artık, alacaklılar muhayyerdir:
İsterlerse, kitabet bedelini efendiden alıp, artan alacakları için cariyeye
müracaat ederler. İsterlerse, bütün alacaklarını cariyeden alırlar.
Şayet, bütün
alacaklarını cariyeden alırlarsa; efendisinden aldıkları kitabet bedelini ona
geri verirler. Mebsût'ta da böyledir.
Câmiû'i-Fetâvl'da
şöyle zikredilmiştir:
Me'zun bir kölenin,
dört bin dirhem borcu olur; üçbin dirhem kıymetinde de eşyası bulunur ve onu
efendisi telef edip, o köleyi de azâd ederse; bu takdirde alacaklılar
muhayyerdirler: Eğer dilerlerse, azâd olunana dört bin dirhemleri için müracaat
ederler; o da üç bin dirhemi için, efendisine —eşyalarının kıymeti için—
başvurur. Dilerlerse, dört efendiye, dört bin dirhemi tazmin ettirirler; o
ise, köleye bir şey için başvu-ramaz. Tatarhâniyye'de de böyledir.
Şayet efendi ile
alacaklılar arasında ihtilaf çıkar ve alacaklılar, efendiye: "Sen, onu
azâd eyledin. Onun kıymeti bizimdir ve senin üzerindedir." derler; efendi
de: "Ben azâd eylemedim." derse; bu durumda efendinin sözü geçerli
olur. Ve köle, borcu için satılır. Onların "azâd eyledin." diye
ikrarları, kölenin berâtını gerektirmez.
Bu ikrardan sonra da
kölede alacakları aynı kalır ve bu köle, borcu yüzünden satılır. Alıcıların
sözlerine iltifat edilmez. Zehıyre'de de böyledir.
Borçlu olan izinli bir
köleyi, efendisi, alacaklılarından izin almadan satar; müşterisi de onu teslim
almadan önce, azâd ederse; o köle olarak bekletilir.
Şayet alacaklıları
satışına izin verirler veya efendisi onun borcunu öder yahut alacaklıları,
alacaklarını teberru ederlerse; müşterinin onu azâd etmesi geçerli olur.
Şayet alacaklılar buna
razı olmazlar; efendisi de borcunu ödemez-se; müşterinin itki (- azâd etmesi)
geçersizdir. Bu köle, borcu yüzünden satılır.
Amma müşteri, köleyi
teslim aldıktan sonra, azâd ederse, o zaman azadı geçerli olur.
Müşteri teslim
aldıktan sonra, azadı geçerli olunca; artık alacaklılar bu durumda
muhayyerdirler: Dilerlerse, kölenin satılıp paralarının alınmasını talep ederler.
İsterlerse, kölenin parasını, satıcıya tazmin ettirirler. Müşteri de, kölenin,
bedelini, satıcıya teslim eder. Muhıyt'te de böyledir.
Eğer müşteri, köleyi
azâd etmeyip, satar veya bağışlar ve onu teslim eder ve bizim vasfeylediğimiz
gibi, önceki satış tamam olursa, (alacaklılarının izni veya borcunu ödemesi
gibi...) müşterinin yaptığı caiz olur.
Eğer efendisi, satmaz
da bağış yapar ve onu da bağışladığı zata teslim eder; sonra da alacaklıları,
efendisine, onun borcunu tazmin ettirirler-se; bağış geçerli olur.
Şayet bağış yapan
şahıs, —hükümle veya hükümsüz olarak— bağıştan vaz geçer; köleyi de ona teslim
ederse; o adamın kıymet ödemesi gerekmez. Alacaklıların ödemesi de gerekmez. Bu
durumda, alacaklıların, köleye karü yapacağı bir şey yoktur.
Şayet, bu kölede,
kıymetini noksanlaştıracak bir kusur bulunursa; alacaklının onu verip,
kıymetini alması hakkı vardır.
Şayet rücûdan ve
hibeden dönüşten sonra, kusurunu bilmeden önce, kabul eder veya müdebbere
eder, yahut bir hâdise çıkar ve köle ile kıymetinin taksimi arasında bir fark
ve meydana çıkan bir arıza olursa, borçlu bu kölenin kıymetini alır.
Kölenin sahibi,
hibeden döndükten sonra, bu kusurunu bilmeden veya onu müdebber yapmadan yahut
ona bir ayıp dokunmadan önce olursa, onu alacaklılara reddeder. Onlar,
alacakları için, o köleyi satarlar. .
' Şayet, bu durum cariyede olur
ve ona şüphe ile ona cima yapılırsa, mehir gerekir. Bu yüzden de, alacaklıların
o cariyeye bir yollan olmaz. Eğer efendi, köleyi satar; müşteri de kaybolursa;
bu durumda alacaklılar, onu efendiye tazmin ettirirler.
Sonra da müşteri,
kölede bir kusur bulursa; noksanı için satıcıya müracaat eder. Satıcı ise, o
yüzden alacaklılara müracaat edemez. Fakat, o kusurun noksanlığı kadar için,
alacaklılara başvurur. MebsûTta da böyledir.
Me'zun bir köle, kendi
kazancından, efendisine kıymeti nisbe-tinde bir şey satsa, bu caiz olur.
Şayet, borçlu İse,
böyledir; borçlu değilse bu caiz olmaz. Eğer köle, satılan şeyi, efendisine
parasını almadan önce teslim et--misse, onun bedeli efendisinden sakıt olmaz.
MuhiyCte de böyledir.
Me'zun bir köle,
efendisine bir şeyi noksan fiatla satarsa; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, bu
noksanlık ister fazla ister az olsun, caiz olmaz.
İmâmeyn'e göre ise,
her haliyle caiz olur. Fakat, efendi muhayyerdir: Dilerse, o noksanlığın
karşılığını tenzil eder (= düşürür). Dilerse satışı bozar. Söylediğimiz bu söz,
bazı âlimlerip izin de kavlidir ve buna "sahihdir." denilmiştir.
Kifâye'de de böyledir.
Üzerinde borç bulunan,
me'zun bir köle, yabancıya satış yaparsa; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, bu
satış caiz olur. îster o sattığı kıymeti kadar olsun; ister onun kıymetinde
aldanma olsun veya olmasın, yabancıya: "Kıymetini tamamla." diye
emredilmez.
İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre, aslolan me'zun köle, yabancı ile yapacağı tasarrufa
yetkilidir.
İmâmeyn'e göre ise,
şayet müşteriye, kıymeti karşılığı satmış veya az bir aldanmakla satmışsa; o
zaman, o müşteriye: "Tamamla..." diye emredilmez. Fazla derecede
aldanmışsa, o müstesnadır. Muğnî'de de böyledir.
Me'zun bir köle,
ticâret malından alım-satım yapar ve bir kısmını gizler; bunu da efendisinin
ölüm hastalığında yapar; sonra da efendisi ölürse, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye
göre —emsalinde halk aldansın veya aldanmasın— bu caizdir. Eğer bu, efendinin
malının üçte birinden fazla değilse bu böyledir.
Şayet fazla ise,
müşteri muhayyerdir: İsterse fazlalığı öder; isterse, satışı bozar
Bu hâl, efendinin
sağlığında olursa her haliyle caiz olur. Bu söylediklerimizin tamamı, İmâm Ebû
Hanîfe (R.A.)'nin kavlidir. İmâmeyn'in kavli ise: Eğer me'zun, halkm aldanmiş
sayacağı şekilde, noksana satmışsa, bu satış her ne kadar, müşteri: "Ben
parasını ödedim." dese bile, bu caiz olmaz. Söylediklerimizin tamamı,
köle borçlu olmadığı zamanda böyledir.
Şayet bu köle borçlu
olur ve kıymetmi kuşatacak kadar, borcu bulunursa; aldanma, ister az; ister
çok olsun, yine kölenin borcu olmadığı durumdaki cevap geçerlidir. Muhıyt'te de
böyledir.
Şayet, köle değil de
efendisi borçlu olursa, burda iki durum vardır:
Bu borç, efendinin
malının tamamım ihata edebilir.
Veya tamamını ihata
eylemez.
Şayet, tamamım ihata
eder; me'zun köle de alım-satım yapar; sattığım müşteriye teslim etmez ve az
olsun, çok olsun aldanmış bulunursa; onu, müşteriye vermez; değilse müşteri
muhayyerdir: İsterse, o noksanlığı tamamlar; isterse satışı bozar. Bi'1-icma bu
böyledir.
Eğer aldanma fazla
ise, mes'ele ihtilaflıdır: İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, müşteri muhayyerdir.
İmâmeyn'e göre ise, muhayyer değildir.
Eğer efendi çok borçlu
değilse, izinli tarafından yapılan satış caizdir. Noksanlık, ister az olsun,
isterse çok olsun bu böyledir.
Şayet, malın üçte
birini geçmez ise, borç ödendikten sonra, kölenin satması efendinin
satmasrgibi olur.
Eğer efendinin malının
üçte birisinden çıkarılır ve vârisler de izin verirse; cevap —kölede borç olsun
veya olmasın— aynıdır. Keza, efendi de borçlu olsun veya olmasın cevab
aynıdır. Muğnî'de de böyledir.
Bir efendiye, me'zûn
kölesi, kendi kıymetinde veya daha az bir kıymette bir şey satsa; bu caiz olur.
Parasını almadan önce,
o şeyi teslim ederse; o bedel bâtıl olur.
Bedel bâtıl olunca da,
ona bedelsiz satmış gibi olur. Ve bu satış, caiz olmaz. Bedelin butlanından
murad, tesliminin butlanıdır. Ve karşılıklı taleptir. Efendi, satılan şeyden
nc'at (= dönüş) ister. Cevheretü'n-Neyyire'de de böyledir.
Şayet efendi,
sattığını bedeli ödenene kadar yanında tutarsa; bu caiz olur.
Mükâtebin satması da
böyledir. Kâfi'de de böyledir.
Eğer bedel yer ise,
efendi o yeri köleden talep eder. Bu da caizdir. Muğnî'de de böyledir.
Eğer, bir me'zun köle
efendisine, bir eşyasını, onun bedelinden aza ve çoğa satarsa; efendinin
fazlalığı vermesi yoktur. Efendi muhayyerdir: İsterse, satışı bozar; isterse,
onun kıymetinden fazla olanı düşer. Kâfî'de de böyledir.
Me'zun bir kölenin
borcu bulunduğunda, efendisi yanında olan bir elbiseyi ona satarsa; o elbisenin
bedeli, efendi için bir alacak olur. Köle satılır; önce efendisi alacağını
alır; artan ise, diğer alacaklılarının olur. Şayet kıymetinden noksan ise, o
nîsbet bâtıl olur. Taterhâniyye'de de böyledir.
İki ortak kölenin
borçları olur ve bu borcun bir kısmı hemen ödenecek, bir kısmı da va'deli borç
olur ve bu kölelerin efendisi, bunlardan birini, diğerine bağışlarsa; ortağı,
o bağışı bozar.
Borçlu, iki köleden
birine, kıymeti bin dirhem olan kölenin birini satar; diğeri de teslim almadan
önce veya sonra satışı bozar yahut bedelini aralarında taksim ederse;
müşterinin borcundan bir şey bâtıl olmaz.
Eğer me'zun kölenin
borcu, va'deli ise, efendisi de borç sahibine diğerini kıymetinden aza veya
çoğa satarsa; parası efendinin olur. Borcunun va'desi tamam olunca, o zaman,
eğer bedel efendinin yanında duruyorsa; alacaklılara verir; yoksa,
alacaklıların efendiye karşı yapacağı bir şey yoktur.
Eğer kölenin müşteriye
olduğu gibi, başkasına da borcu olur. ve va'desi gelirse; müşteri, onun yarı
bedelini, diğer alacaklıya öder ve ona teslim eder.
Şayet diğeri, onun
aldığına ortak olur ve onu, köle efendisine teslim eylemiş bulunursa; ortağı
gelince, efendisinden hissesini alö>. Meb-sût'ta da böyledir.
Bir efendinin, izinli
kölesini satma hakkı yoktur.
Ancak, alacaklıları
satılmasına izin verirler veyaefendisi onun borcunu öderse, o zaman satabilir.
Veya hâkim satılmasına emir verirse, o zaman satabilir. Sirâcü'l-Vehhâc'da da
böyledir.Şayet, kölenin üzerindeki borç va'deli olur ve efendisi de onun
borcunun günü gelmeden, onu satarsa; satışı caiz olur. Çünkü, va'de, efendiyi
satıştan men etmez.
Borcun zamanı gelince,
borç sahibfsatıüı nakzedemez (= bozamaz). Fakat, efendisine kölenin kıymetini
tazmin ettirir. Fetâvâyi Kâdihân'da da böyledir.
Borçlu ve me'zun bir
köleyi, efendisi azâd ederse; onun azadı caiz olur. Ve, onun kıymetini,
efendisi, alacaklısına öder.
Eğer borcu, kıymeti
kadar veya daha az ise, alacaklı kalan şahıs, alacağını, o azâd edilen köleden
ahr.
Şayet, borcu,
kıymetinden az ise, o miktarı köle alacaklısna ödetir. Kâfî'de de böyledir.
Me'zıın köle, borçlu
olmaz da, hatâen hür bir adamı veya hatâ-en bir köleyi öldürmüş bulunur;
efendisi de onu azâd ederse; efendisinin,
onun cinayetini bilmekte olması hâlinde, o diyetini vermekle muhtardır.
Şayet ölen hür ise,
tam kıymetini öder. Şayet cinayetini bilmiyor ise, kölesinin kıymetini
borçlanır. Şayet kıymeti onbin dirhem ediyorsa ondan on dirhem noksan öder.
Mebsût'ta da böyledir.
Me'zun bir köleyi borç
kuşatmış ve bir o kadar da cinayeti bulunur ve efendisi de bilmeyerek onu azâd
ederse; önce, alacaklılara, onun tam kıymetini borçlanır. Ancak, o, on bin
dirhemden fazla ise, kıymeti ondan on dirhemini düşer. Tehzîb'de de böyledir.
Efendi, müdebber veya
ümm-ü veled'e ticaret izni verir ve ikisine de borç isabet eder; efendisi de
onu azad ederse; onun borcunu tazmin etmez. Müdebberin de, ümm-ü veledin de
kıymetlerini ödemez. Kâfî'de de böyledir.
Bir efendi; kendi
kıymetini içine alacak kadar borçlu olan bir izinli kölesinin cariyesini azâd
eder; sonra da bu köle, borcunu öder veya alacaklıların tamamı yahut bir
kısmı, alacağından vaz geçerler ve böylece kıymeti, borcuna kâfi gelir; elinde
de, biraz fazlalık kalırsa; bu efendinin, cariyeyi azâd etmesi caiz olur.
Tamamen borçlu yani
borcu, her şeyini kuşatan me'zun bir kölenin cariyesini, efendisinin satması
bâtıldır.
Bu, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'nin kavlidir.
Bundan sonra?*
efendisi cariyeye cima eder ve bu câriye bir çocuk doğurur; efendi de onu iddia
ederse; iddiası caizdir.
O takdirde, bu efendi,
çocuğun kıymetini alacaklılarına tazmin eder. Sonra da, bu câriye hür olur.
Alacaklıların haklan, ondan sakıt olduğu için, efendinin cariyeye mehir vermesi
gerekir. Mebsût'ta da böyledir.
Bir efendi, borçlu
olan me'zun kölesini müdebber eylese; bu tedbiri caiz olur.
Şayet alacaklıları,
onun tedbirini bozdurmazlar ise, onlar muhayyerdirler: Dilerlerse, o kölenin
bedelini efendisine ödetirler. Dilerlerse, köleye borcunu ödemesi İçin genişlik
tanırlar. Kölenin müdebberliğini bozduramazlar.
Bunlardan hangisini
ihtiyar ederlerse, diğeri ile ilgili hakları bâtıl olur.
Şayet efendisine,
kölenin bedelini ödetirlerse, artık köleye o azad olana kadar, bir yollan yoktur.
O, hâli üzere me'zun olarak kalır.
Eğer köleye genişlik
tanırlarsa yine köle me'zun olarak kalır.
Me'zun kalınca da bir
şeyler alıp satarsa ve yine çok borçlanırsa, bunlar için de köleye alacakları
için genişlik vermek vardır. Bunların, kölenin efendisine —müdebber olmadan
önceki alacaklıların hilâfına— bir yollan yoktur.
Bu durumda efendi,
onun kıymetini önceki alacaklılara öder.
Sonraki alacaklılar,
köleye genişlik tanıyınca, artık köle çalışıp, onların borçlarını öder. Önceki
alacaklılar da efendisine fazla ve noksan olmamak üzere, onun kıymetini
efendisine tazmin ettirirler.
Şayet kölenin
genişliğinden (yâni çalışıp, kazanmasından) artan olursa; o artan, efendinin
olur. Onun kıymetini ödeten alacaklıların olmaz. Muğnî'de de böyledir.
Bir köleye, üç
kişiden, üçbin dirhem borç ulaşsa (yâni, kölenin, üç kişiye üçbin dirhem borcu
olsa) kendi değeri ise bin dirhem olsa; sonra da, bu köleyi efendisi müdebber
eylese, bu durumda bazı alacaklıların kölenin satılmasını; bazılarının da, ona
ruhsat tanınmasını isteme hakları vardır.
Eğer, ikisi tazminat
isterlerse, onlara kölenin kıymetinin üçte ikisi vardır. Efendi, onlara kölenin
kıymetinin üçte ikisini öder.
Köleye genişlik
tanıyan ise, kölenin sonradan kazandığından alır. Önceki iki kişi, bu durumda,
ona ortak olamazlar. Genişlik isteyen şahıs da, kendi hissesini efendiden
isteyip alır veya arkadaşlarının aldığına ortak olursa; böyle yapmaya hakkı
yoktur.
Keza önceki iki kişi,
tazminatı ihtiyar edince, onların da kölenin satımını isteme-hakları —efendisi
onun bedelinden hisselerini verince— ortadan kalkar.
Şayet, bundan sonra
me'zun köle, yine alım-satımına devam eder ve kazancının yanında, yine
borçlanırsa; artık kölenin kazancı, köleye genişlik tanıyan önceki bir alacaklı
ile sonradan olan alacaklıların olur. Daha önce, efendisine tazminat
yaptıranlara, bir şey yoktur. Mebsûl'ta da böyledir.
Şayet alacaklılar,
efendisinin, o köleyi mükâtebe yaptığını bilmiyor olurlar ve bu köle de
kitabet bedelinin tamamını efendisine ödeyerek azâd olursa; artık alacaklılar
muhayyerdirler: Dilerlerse, kölenin kıymetini efendisine ödetirler ve onun
aldı' ı kitabet bedelini ondan alıp aralarında hisseleri nisbetinde taksim
ederler.
Eğer alacakları daha
fazla ise, bu defa da köleyi takip ederler ve kalan alacaklarını ondan alırlar.
Eğer dilerlerse, bütün
alacaklarını, köleden alırlar.
Eğer bütün
alacaklarını köleden alınca, kölenin kıymeti olan kitabet bedelini efendiye
teslim ederlerse; köle, hiç bir şey için, efendisine müracaat edemez. İster,
fazla olsun; ister noksan olsun, bu böyledir.
Eğer mükâtep, kitabet
bedelinin bir kısmım ödeyip bir kısmı geride kaldıktan sonra, alacaklılar
gelirlerse; isterlerse, onun kitabetini bozdururlar ve bu köle borcu için
satılır.
Şayet kitabetini
bozdurmazlar ve ona izin verirlerse; kitabeti caiz olur. İzinden önceki,
efendinin aldığı kitabet bedeli ve geride kalan alacağı hisselerine göre
alacaklıların olur.
Şayet, izinden önceki
aldığı, efendinin yanında zayi olmuş sonra da, alacaklılar, ona kitabet izni
vermişlerse; bu kitabet, yine caizdir.
Bu durumda efendi
önceki aldığını tazmin eylemez.
Eğer alacaklıların
bazıları kitabetine izin verir de, bazıları reddederse; bu durumda —onlar da
izin vermedikçe— kitabet caiz olmaz, şayet alacaklılar, onun kitabetini irâde
ederler; efendisi de onların alacağını öderse, artık onlar, kitabeti reddedemezler. Muhıyt'te de böyledir.
İzinli bir köleyi,
efendisi, şayet borcu va'deli ise, hizmetinde kullanabilir.
Eğer borcu hâl-i
hazırda ödenecekse, alacaklıları ona mâni olurlar.
Keza, kölenin borcu va'deli
ise yolculuğa çıkabilir, tcâresi ve rehni de böyledir. Mebsût'ta da böyledir.
Borçlu bir köleyi,
efendisi jbir şahsa satar; o şahıs da, onun borçlu olduğunu bildirirse;
alacaklıları o satışı reddederler.
Bunun te'vili: Şayet
alacaklılar, onun bedelini almamış iseler, bu böyledir.
Fakat, parasını
kendileri almış olurlar ve satışta da —noksana satma gibi— bir arıza
bulunmazsa; artık onlar, satışa mâni olamazlar.
Sahih olan kavle göre:
Satılan kölenin parası, alacaklılara verilmedikçe, onlar satışı reddederler.
Ve bunu, alacakları sebebiyle böyle yaparlar. Câmiu's-Sağır'de de böyledir.
Efendisi, borçlu
köleyi satıp, onu müşteriye teslim ettikten sonra, kaybolursa; müşteri,
alacaklılarla muhâseme olmaz.
Eğer müşteri, borcu
inkâr ederse; bu böyledir. Ve bu, İmâm Ebû Ha-nîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed
(R.A.)'in kavlidir.
Şayet müşteri, borcu
doğrularsa; bi'1-icma alacaklılar o satışı reddederler.
Şayet satıcı huzurda
oîur da, müşteri kaybolursa, bu durumda bi'l-icma müşteri hazır olana kadar,
satıcı ile alacaklılar arasÖda husûmet yoktur. Fakat, alacaklılar onun
bedelini, satıcıya tazmin ettirirler.
Kıymetini tazmin
edince de satış caiz olur.
Artık efendinin,
müşteriden kölenin parasını almasına bir engel kalmaz. Alacaklılar isterlerse,
satışa izin verip, kölenin parasını kendileri alırlar. Tebjfn'de de böyledir.
İzinli kölenin borcu
olmaz ve efendisi ona: "Bir adama, bin-dirheme kefil ol." diye
emreder; köle de, kendisine kefil olduğu adama: "Şayet, filan sana olan
bin dirhemi ödemezse; o bana aittir. Yâni ben ödeyeceğim." derse;
tazminatı caizdir.
Keza: "Filan adam
ölür; sana olan borcunu ödemezse; işte o benim aizerimedir." derse; bu da
caizdir.
Şayet efendisi, onu
satmak veya bağış yapmak suretiyle, mülkünden çıkarır; sonra da, onun kefili
olduğu adam, alacaklının alacağını vermeden önce, ölürse; bu durumda kendisine
kefil olunan zata, o borcu ödeyince yapılan, satış ve bağış bâtıl olmaz.
Mebsût'ta da böyledir.
Efendisi, izinli
köleye, bir ev sattığında, bu köle borçlu değilse, bu satış caiz olmaz.
Eğer borçlu ise, satış
caiz olur.
Şayet bedel kıymeti
kadar veya daha az ise, şefî'in de şüf'a hakkı vardır.
Eğer kıymetinden fazla
ise, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, bu satış bâtıldır ve onda şüf*a da
yoktur.
İmâmeyn'e göre ise, o
fazlalık bâtıldır. Şefi de şüf'a hakkını —efendi razı olursa— alır.
Yenâbi"de de böyledir.
Bir efendinin, izinli
kölesini evlendirmesi caizdir. Tatarhâniyye'de de böyledir.
İzinli bir köle, bir
câriye satın alır; kendisinin de borcu olmaz ve efendisi, o cariyeyi, ona
nikahlarsa, bu nikâh caizdir. Bu köle, me'-zuniyetten çıkarılırsa, o cariyeyi
satamaz.
Bundan sonraki borcu
için de o câriye satılmaz.
îzinli bir köle,
borçlu olduğu hâlde bir câriye satın alır; efendisi de onu, ona nikahlarsa; bu
nikâh borç yüzünden caiz olmaz. O cariyeyi ve onun doğurduğunu borç için
satabilir.
Şayet evlendikten
sonra, borcunu öderse, bu caizdir. Ve bu durumda, borcu yok gibi olur.
Muğnî'de de böyledir.
Borçsuz bir me'zûn,
efendisinin emriyle, birine bin dirheme kefil olduktan sonra, o köleyi, efendisi
satarsa; —kefaletin nefs için olması hâlinde— kefil olunan zat, o satışa mâni
olur ve bozar. .
Şayet satışı bozmaz
ise, köleyi nerde plursa olsun takip eder. Bur-da, müşteri için de bir kusur
vardır: Dilerse, onu reddeder.
Eğer kefaleti, matlup
bir nefsin yerine ise, matlup da borcunu ödemezse, bu durumda müşteri, onu
reddedemez.
Bu, kefalet şarttan
önce ise, böyledir.
Eğer —onu satın
alırken durumunu bilmiyor ise— şartın, mevcut olması hâlinde, müşteri onu
reddeder.
Eğer bile bile aldı
ise ebeden reddedemez. Mebsût'ta da böyledir.
Bir efendi, borçlu ve
me'zun kölesini, alacaklıların izni ile satabilir. Şayet efendi parasını alır
ve o elinde iken zayi olursa; alacaklıların
izniyle sattığı için,
onların vekili hükmünde olduğundan, onların malı olarak zayi olmuş olur.
Fakat alacaklıların
alacakları düşmez. Bunlar, köle azâd edilince, alacaklarını ondan alırlar.
Tatarhâniyye'de de böyledir.
Bir efendi, me'zun
köleye: "Filan adam için, bin dirheme kefil ol.'' der; o da olur ve
borçlu, borcunu mal sahibine vermeden önce ölürse; bu kölenin, o malı tazmin
etmesi caizdir.
Şayet efendi, o köleyi
mal sahibine bin dirheme veya daha aza satmış olursa; bu satışı caiz olur. O
alacaklı, onun parasını, bedel olarak alır.
Kendisinden dolayı
kefil olunan adam ölür ve efendisi, o malı ödenmeden önce, bu köleyi satarsa;
o şahıs, onun efendisine müracaat ederek, bu kölenin bedelini, —alacağının
yerine— alır.
Eğer kölenin parası,
efendide zayi edilirse; efendi bir şey ödemez.
Bir kısmı zayi oiursa;
alacaklı, geride^kalan kısmını alır. Zayi olan kısım ise, sanki yokmuş gibi
olur.
Şayet, efendide
kölenin parası zayi dlur ve köleyi satın alan da, bu kölede bir kusur bularak
onu geri verir; efendinin elinde de onun parasından bir şey bulunmazsa; o
köle, tekrar satılır.
Parası, bedeline
müsavi olursa; olduğu gibi verilir.
Eğer önceki borçtan,
fazla bir şey artarsa, onu efendisi alır.
Eğer noksan olursa
artık satıcısından bir şey alınmaz. Mebsût'ta da böyledir.
En doğrusunu bilen
Allahu Teâlâ'dır. [7]
Men sebebiyle, iznin
geçersiz olacağını bilmek vaciptir.
Fakat, izinde olduğu
gibi, men'de de şart vardır.
İzin umumî olduğu
zaman, (şöyle ki: Çarşı ehli, "o izinlidir fakat men edilmiştir ve bu
hâlde iş yapıyor" diye) hâl'de men olduğunu çarşı ehlinin ekserisi
biliyorsa; bu durumda, bu şahıs iş yani alış-veriş yapamaz.
Bunun haricinde, men
etme işini, evinde veya bir, iki, üç kişi yanında yaparsa; o başka... Me'zun
köle, bunu bilsin veya bilmesin farketmez.
İzin husûsi olduğu
zaman, çarşı ahâlisine onun izinli olduğu yayılmamış (meselâ: bir köleye, bir,
iki veya üç kişinin yanında izin verilmiş) olur ve yine bunların yanında men
edilirse; onlar, bu şahsın mahcur olduğunu bilirler. Muğnî'de de böyledir.
İzin, bir kölenin
yanında verildiği hâlde, yine aynı kölenin yanında men edilirse, men'i ona
aittir. Me'zun, men edildiğini bilmiyor ve çalışıyorsa, o men edilmiş sayılmaz.
Bir adam, kölesine
izin verir; köle de izinli olduğunu bilir; sonra da men edilir; fakat, köle ondan
haberi olmaz ise, yaptığı iş geçerlidir.
Bir köleye izin
verilir ve bu köle izinli olduğunu bilmez; sonra da men edilir ve bu köle, men
edildiğini de bilmezse, bu köle mahcurdur. Zehıyre'de de böyledir.
İzinli köle, sokak
ehlinin çoğu evmde olduğu zaman, men edilmişse; men edilmiş olur. Kâfl'de de
böyledir.
Bir köle, ticâret için
bir beldeye çıktığında, efendisi çarşı ehline gelerek, çoğunun huzurunda,
"o kölenin, ticâretten men edildiğini" söyler; köle de bunu
bilmezse; bu bir men olmaz.
Keza, köle, bir
şehirde olsa da men edildiğini bilmese, yine men edilmiş olmaz ve tasarrufu
geçerlidir. İster o şehir halkı ile olsun, isterse başkalarıyla olsun...
Şayet köle, men
edildiğini bir veya iki gün sonra öğrenirse; o zamandan itibaren memnudur.
Ondan önceki
alım-satımı hep caizdir. Mebsût'ta da böyledir.
Mahcur bir kölenin
efendisi, o köleyi, kendisinin men edildiğini bilmeden ahm-satım yaparken görür
ve onu men etmez, sonra da köle daha önce men edildiğini öğrenirse; istihsânen,
bu köle, me'zun olarak kalır. Muğnî'de de böyledir.
Bir adam izinli ve
borçsuz bir köleyi satın aldığında, —çarşı ahâlisi, onu bilsin veya bilmesin—
bu köle mahcur olur.
Şayet üzerinde borç
varsa; müşteri onu teslim alana kadar mahcur sayılmaz.
Önceki hâlde, bizzat
satımından men edilmiş olur.
Bu hâl, borcu hâl-i
hazırda ise böyledir.
Şayet, bu kölenin
borcu va'deli ise, efendisi onu ticâretten men edemez. Fetâvâyi K adi hân1 da
da böyledir.
Bir adam, izinli
kölesini bir adama bağışlar; kendisine bağış yapılan zat da onu teslim alırsa;
bu köle, artık mahcur olur.
Şayet, bağış yapan zat
bağışından dönse bile, köle yine de mahcurdur.
Satış bölümünde olduğu
gibi; müşteri, kölede bir kusur bularak, onu hâkimin hükmüyle geri verse; onun,
önceki me'zûniyeti geri dönmez. Muhiyt'te de böyledir.
Bir adam, içki veya
domuz satmak gibi, fâsid^bir-satışa izin verdiği kölesini satıp; onu da
müşteriye teslim eder; o köle de onun yanında ahnr-satımına devam eder; sonra
da onu alan şahıs, satan şahsa geri verirse, artık o köle mahcurdur.
Keza, müşteri,
—huzurda olsun veya olmasın— onu, satıcının izin emriyle satın alır veya onun
emri olmaksızın satıcının huzurunda teslim alırsa, hüküm yine böyledir.
Şayet satıcıdan
ayrılmadan teslim almışsa, o takdirde mahcur olmaz. Eğer alım-satım lâşe veya
kan üzerine olursa; bu durumların hiç birinde, bu köle mahcur olmaz. Mebsût'ta
da böyledir.
Şayet me'zun köle,
sahih olan bir alış-verişi satıcı üç gün muhayyer olmak şartıyla yapıyorsa; o
köle, izni üzerinedir.
Böyle değil de,
muhayyerlik müşteriye aitse, bu durumda, o köle mahcurdur. Hızânetü'l-Müffîn'de
de böyledir.
Köle yok iken,
efendisi onu, çarşı ahâlisi huzurunda ticâretten men edip, ona da bir haberci
gönderir; o haberci de "men edildiğini", ona haber verirse; bu
durumda, o köle, men edilmiş olur. Haberci ister hür olsun, ister köle olsun;
ister kadın olsun; ister âdil, ister fasık olsun farketmez.
Keza, efendisi, izinli
kölesine, men mektubu yollar; mektup da onun eline geçerse; mektubu götüren kim
olursa olsun, —ister, hür; ister köle, sabî, kadın, âdil, fâsık olsun— men
edilmiş olur.
Efendisi haber
göndermediği hâlde, bir başkası "onun izninin kaldırıldı' ını"
söylerse; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kıyasına göre bu köle mahcur olmaz. Hatta,
böyle bir haberi, iki kişi söylese veya kölenin bildiği adil bir kişi söylese
bile, hüküm böyledir.
İmâmeyiTe göre ise,
kendisine kim söylerse söylesin, erkek, kadın veya çocuk, bu haber hak ve köle
mahcur olur. Mebsût'ta da böyledir.
"Haber hak
olur." demenin ma'nâsı: Bundan sonra efendinin gelip, "men eylediğini"
ikrar eylemesidir.
Ancak, ikrar etmez,
inkâr ederse; köle, o zaman mahcur olmaz. Muhıyl'te de böyledir.
Me'zun bir köle
delirirse; ticâretten men edilir.
Bundan sonra akıllansa
bile, me'zûniyeti avdet eylemez. Siracü'l-Vehhâc'da da böyledir.
Şayet, cinneti sürekli
değil de, gelip geçici bir delilik olur ve bundan çok çabuk ayılmakta olursa;
bu hâl ticâretine mâni olmaz.
Cinnetijı hududunda
ihtilaf edilmiştir:
İmâm Mahammed (R.A.):
"Şayet cinnet, bir aydan az ise, bu cinnet ticârete mâni olmaz. Bir ay veya
daha fazla olursa, köle bu cinnetle ticâretten memnu olur." buyurmuş;
sonra da bu kavlinden rücû ederek: "Bir yıldır ve daha fazlasıdır."
buyurmuştur. Mağnî'de de böyledir.
Hucendî'de şöyle
zikredilmiştir:
İzinli bir köle,
irtidad ederse, mahcur olur.
Bu, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre böyledir. İmâmeyn'e göre ise, bu köle mahcur olmaz.
İzinli köle, dâr-i
harbe giderse, İmâmeyn'e göre, o zamanda mahcur olur.
İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre ise, irtidat ettiği anda mahcur olur.
Baygınlık mahcûriyeti
gerektirmez. Sirâcti'l-Vehhâc'da da böyledir.
İzinli köle, dâr-ı
harbe girdikten sonra, esir edilir ve onu müşrikler yakalarlarsa; bu durumda,
onun efendisi, ona en haklı olanıdır.
Borcu varsa, İmâm Ebû
Hanîfe (R.A.)'ye göre, o hâli üzerine kalır. İmâmeyn'e göre bâtıl olur.
Tatarhâniyye'de de böyledir.
İzinli bir köle,
kaçarsa; her üç imamımıza göre de, mahcur ( = ticâretten men edilmiş) olur.
Kaçan izinli köle,
geri gelirse; onun izni avdet eder mi? İmâm Mnhmmed (R.A.), bundan
bahsetmemiştir.
Bu hususta âlimler
arasında ihtilaf vardır.
Sahih olanı,
me'zûniyetinin geri dönmemesidir. Muhıyt'te de böyledir.
Kaçan bir izinli
kölenin, alım-satım yapmasında bir beis yoktur.
Köleyi satan şahıs:
"Gerçekten bu köle, kaçmış bir köle değildir. Onu, efendisi
yollamıştır." der; efendisi de: "Bu kaçmış bir köledir." derse;
bu durumda satıcının sözü geçerlidir. Kölenin efendisinin, "onun, kaçan
kölesi olduğuna dâir" beyyine getirmesi gerekir.
Bu, bir kölenin kaçmış
olması sırasındaki alım ve satımında olur.
Eğer, her iki taraf da
beyyine ibraz ederlerse; satıcının beyyinesi geçerli olur.
Efendisi ile satıcı,
kölenin kaçmış olduğunda görüş birliği yaparlar; yalnız, köleyi satan:
"Ben, onu kaçmadan önce satmıştım." der; efendisi de: "Sen, onu
kaçtıktan sonra sattın." derse; bu durumda satıcının sözü geçerli olur.
Şayet her ikisi de
beyyine ibraz ederlerse; yine, satıcının beyyinesi geçerli olur.
Müdebber köle, me'zûn
bulunur ve kaçarsa; mahcur olmaz. Ancak, izinli köleyi, bir gâsıb, gasbederse;
bunun hükmünün ne olduğu zikredilmemiştir. Âlimler şöyle buyurmuşlardır: O
köle, mahcur olmaz.
İzinli köleyi, bir
köle esir alırsa; o dâr-i harbe gitmeden önce mahcur olmaz. Gittiktea sonra
mahcur olur.
Bu durumda, köle
tekrar efendisine dönse bile, me'zûniyeti avdet etmez (= dönmez). Fetâvâyi
Kâdîhân'da da böyledir.
İzinli bir köle, bir
köleyi satın alır ve ona, ticâret için izin verirse; bu izni sahih olur.
Sonra da, onların
efendisi, onlardan birisini ticâretten men ettiğinde; eğer ikinciyi men
etmişse, bu men sahih ohnaz. —İster birinci, köle borçlu olsun; ister olmasın
farketmez—.
Şayet önceki köleyi
men ederse; hiç şüphesiz, o memnu olur.
Bu durumda ikinci de
memnu olur mu?
— Eğer öncekinin borcu
varsa, memnu olur.
Eğer, borcu yoksa;
mahcur olmaz.
Böyle bir hâl olmaz
da, önceki me'zun köle ölürse; cevap, önceki cevabın aynısıdır.
Önceki köleyi,
efendisi men eder ve bu efendi ölürse; bu men, ikisine de âit olur. Öncekinin
ister, borcu olsun; ister, olmasın farketmez. Muğnî'de de böyledir.
Me'zun bir kölenin,
mükâtebini men eylemesi, —izinli kölenin,
izinli kölesini ticâretten men eyleyemediği gibi— caiz olmaz.
Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.
Bir mükâtep, kölesine
ticâret izni verdikten sonra, kendisi kitabet bedelini ödemekten âciz kalırsa;
ister, borçlu; ister borçsuz olsun, bu mükâtebin kölesi ticâretten men edilmiş
olur.
Keza, mükâtep, ister
kitabet borcunu ödemiş olsun; ister ödememiş olsun; mükâtebin, kitabeti
halinde bir çocuğu olur ve o köleye, mükâtebin ölümünden sonra izin verirse; o
izin caiz olmaz.
Keza, hür bir kimse,
borçlu olarak ölür ve onun bir kölesi bulunur ve ölen şahsın vârisleri, o
köleye ticâret izni verirlerse; bu izinleri bâtıl olur.
Vâris, kendi malından,
ölenin borcunu ödese bile; yine izni geçerli olmaz.
Şayet borç, —ölen hür
adamın olmaz da— kölenin kendisinin olursa; vârislerin ona ticâret izni
vermeleri caiz oiur.
Bir mükâtebin oğlu,
babasının geride bıraktığı kölesine izin verir; sonra da borç alarak,
mükâtebin borcunu öderse; onun, köleye verdiği ticâret izni sahih olmaz.
Bir adam, mükâtebin
oğluna mal bağışlar; o da, onunla babasının kitabet borcunu öderse; bu
durumda, onun kölesine ticâret izni vermesi caiz olur. Mebsût'ta da böyledir.
Vasî, yetime veya onun
kölesine izin verdikten sonra, bu vasî ölür ve başkasına vasiyet ederse; onun
ölümü, izne mânidir.
Buna, bir hâkim izin
verir; sonra da o hâkim azledilir veya ölür yahut delirirse; verdiği izin yine
geçerli olur. Hızânetü'l-Müffîn'de de böyledir.
Fetâvâyi Atlâbiyye'de
şöyle zikredilmiştir: Bir baba, oğlunun kölesine izin verir; sonra da, o köleyi,
baba veya onun bir vârisi satın alırsa; bu izin bâtıl olur.
Çocuğun bulûğa
erişmesiyle, izin bâtil olmaz.
Keza, oğlu bulûğa
eriştikten sonra, babası ölürse, izin yine bâtıl olmaz.
Kölenin tasarrufunu
gören baba, sükût ederse; bu, izin olur. Tatar-hâniyye'de de böyledir.
Bir kölenin efendisi,
irtidat eder; sonra da o köle, alım-satımına devam eder; efendisi öldürülür
veya ölür yahut dâr-i harbe iltihak eder; iltihakına da hâkim hükmederse; bu
kölenin, efendisinin irtidadmdan sonra yaptığı bütün tasarruf, geçersizdir.
Dâr-ı harbe ilhakından
önce müslüman olur veya dâr-i harbe ilhakından sonra, hâkimin hükmünden önce
müslüman olup geri dönerse; onun me'zun kölesinin yaptığının tamamı geçerli
olur.
Bu, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'nin kavlidir.
İmâmeyn'e göre ise,
dâr-i harbe ilhak edinceye kadar yaptığının tamamı caiz olur. Ancak dâr-i
harbe ilhakından sonra yaptığı tasarruf, bâtıldır. Hâkimin hükmünden önce
dönerse; yine me'zûn kölesinin yaptığı tasarruf caizdir. Mebsûfta da böyledir.
îrtîdat eden bir kadının
izinli bir kölesi olur ve bu kadın, dâr-i harbe ilhak eder ve ilhakına da
hükmedilirse, o izinli köle, bu durumda ticâretten memnudur.
Şayet hâkim
hükmeylemeden önce kadın dönerse; me'zun köle yine izni üzerinedir.
Hızânetü'l-Möfön'de de böyledir.
Bir müdârip, müdârebe
malı olan köleye ticâret izni verirse; bu, mal sahibine karşı caizdir.
Mal sahibi onu men
ederse; onun men'i bâtıldır. Mebsûfta da böyledir.
Ticârete izinli bir
câriye, efendisinden bir çocuk doğurursa; bu, ticâretten men olur.
Eğer, bu câriye borçlu
ise, efendisi, onun kıymetini tazmin eder.
Şayet, efendisinden
değil de, başka birisinden doğum yaparsa, ticâretten men edilmiş olmaz.
Sonra duruma bakılır:
Çocuk doğduğu zaman, kadının üzerinde borç yoksa; çocuk efendinin olur. Hatta
bundan sonra, kadına borç isabet ederse; o çocukta, alacaklıların hakkı olmaz.
Şayet, câriye, çocuğun
doğumundan* önce borçlu ise, o çocuk, kadının borcu için satılır ve parası
alacaklılara verilir.
Bu durumda da, bu
çocuğun bedeli alacağı doğumdan sonra olanlara verilmez.
Cevheretü'n-Neyyire'de de böyledir.
İzinli bir câriye,
kendi kıymetinden daha fazla borçlanır; sonra da bu cariyeyi, efendisi
müdebbere ederse; o, yine eski hâlinde ve izinlidir. Efendisi, onun kıymetini,
alacaklılarına tazmin eder. Câmiu's-Sağîr'de de böyledir.
Me'zun bir köle, men
edilse bile, elinde bulunun mal hakkındaki ikrarı caizdir.
Bu, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre böyledir.
Burada,
"ikran"ndan murad: Elinde bulunan mal, emânet mi? Gasb mı? Yoksa
kendinin olan borcu mu? Ona göre hükmedilir...
İmâmeyn ise: îkran
sahih olmaz; elinde olan efendisinindir. Borcu varsa azâd edildikten sonra
öder, buyurmuşlardır. Kâfi'de de böyledir.
Bir adam, ticâretine
izin verdiği kölesini, ticaretten men ettikten sonra, o köle, kendi nefsine
borç ikrar ederse; burda iki durum vardır;
Eğer elinde ticaret
malı bir kazanç yoksa; hâl-i hazırda olan ikrarı sahih değildir. Ve, hâlde
muaheze edilmez. (- sorumlu olmaz). Kendisine borç izni verilsin veya
verilmesin müsavidir...
Bu, bi'1-ittifak
böyledir. Fakat, elinde, izinli iken temin ettiği bir kazanç varsa; bu da üç
hâlden hâli olmaz: Bu kazancın;
a) Ya tamamı
borç dışı olur;
b) Veya,
tamamı borç karşılığı olur.
c) Yahut
bazısı borç karşılığı, bazısı karşılıksız olur.
Eğer, tamamı borç
karşılığı ise, ikran elinde olan mal hakkında sahih olmaz. Ve, o malın tamamı
alacaklılarına verilir.
Eğer, elinde olan
malın bir kısmı borcuna karşılık geliyor ve bir kısmı artıyorsa; bu ikrarı İmâm
Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, yine — borcundan fariğ olan miktar kadar— sahih olmaz.
Bunların tamamı, köle
izin verenin mülkünde bakî kaldığı müddet için böyledir. Fakat herhangi bir
sebeble, (satış gibi, bağış gibi...) mülkünden çıktıktan sonra, ikrarda
bulunursa; bi'1-ittifak, bu ikrarı sahih
olmaz, ister elinde
kazanç olsun, isterse olmasın müsavidir. Muhıyt'te de böyledir.
Şayet, yanında
odunculuk yapmak ve benzeri şeylerle elde ettiği bir kısım mal bulunur; onun da
başkasına âit olduğunu söylerse; bi'l-ittifak bu sözü doğrulanmaz, Nihâye'de de
böyledir.
Bir efendi, yanında
bin dirhemi bulunan bir köleyi, ticâretten men eder ve bu bin dirhemi de
aldıktan sonra, köle, "o dirhemlerin, kendi yanına bırakılmış bir emânet
olduğunu" söyler; efendisi de onu yalanlarsa; bu durumda, o kölenin
sözüne inanılmaz.
Şayet, onu azâd
ederse; ona birşey lâhık olmaz.
Şayet o bir gasp ise,
azad edildiği zaman, ondan alınır.
Bir adam, yanında bin
dirhemi bulunan, bin dirhem de borcu olan bir kölesini, ticâretten men
ettiğinde; o köle, "elindeki bin dirhemin, filan adamın emâneti
olduğunu" veya "müdârabe malı olduğunu" yahut "onu
gasbeylediğinî" veya "borç aldı1 ını" söylerse; bunların hiç
birine inanılmaz. Alacaklı, alacağını alır.
Sonra köle azâd
edilince, ikrar ettiği şeyi, sahipleri ondan alırlar.
Elinde bin dirhemi
olan bir köle, ticâretten men edilir; o da "üzerinde iki bin dirhem borç
bulunduğunu" söyler; sonra da "onun bin dirhemi, filan adamın
alacağıdır, yanımda emânettir ve filan adamındır." derse; bu bin dirhemi
İmim Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kıyâsına göre, alacak sahibinin olur. O dirhemler, ikrarına
göre, ona verilir.
Sonra, o azâd edilince
doğrusu ortaya çıkar.
İmâmeyn'e göre, u
köle, o bin dirhemin vedia olduğunu ve filan şahsa ait olduğunu ikrar ederse ve
ikrar edilenin borcuna verir; sonra da, efendisi onu, azad ederse; alacaklı onu
takip edecektir.
Şayet, önceden,
"onun, emânet mal olduğunu" söylemiş olsaydı; o bin dirhem, emânet
sahibinin olurdu.
Alacaklısı da, o azâd
edildikten sonra, onu takib ederek, alacağını alırdı. İmâmeyn'in kavline göre
ise, onun "emânettir." sözü geçersizdir. O bin dirhemi efendisi alır;
diğer alacaklısı, o azâd edildikten sonra, onu takip ederek alacağını alır.
Eğer me'zun köle,
sözünü muttasıl söyleyerek: "Filanın, bende bin dirhem alacağı vardır; bu
bin dirhem ise, filanın emânetidir." derse, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye
göre, o bin dirhem, ikisinin arasında taksim edilir. Bu köle azâd edildiği
zaman, alacaklılar geride kalan alacaklarını alırlar.
Şayet, muttasılan,
önce "emânet olduğunu" söylerse; o bin dirhem emânet sahibinin olur.
Şayet, her ikisi de
iddia ederler ve me'zun köle, ikisini de doğrular-sa, o bin dirhem, yine
ikisinin arasında pay edilir. Mebsût'ta da böyledir.
Bir adam, izinli
kölesini ticâretten men ettikten sonra, ona tekrar izin verir; bu köle de,
ikinci izinli hâlinde ikrarda bulunarak: "Şu adamdan bin dirhem
gasbeyledim." veya: "Bin dirhem borç aldım." der; ikrar edilen
adam da onu doğrularsa; o köle, hâl-i hazırda sorumlu tutulmaz. Ancak azâd
olduktan sonra borcunu öder.
Şayet ikrar olunan
zat, onu yalanlar ve: "Sen izinden sonra ikrar eyledin." derse, bu
durumda ikrar olunan şahsın sözü geçerli olur ve bu köle, hâl-i hazırda sorumlu
tutulur.
Bu mes'ele, şunun
hilafınadır: Eğer ikrar ederek: "İzinden memnu iken, birinden bin dirhem
gasbeylediğini" söylerse; ikrar olunan da onu doğrularsa; hâl-i hazırda
sorumlu olur.
Şayet yalanlarsa, yine
öyle olur. Mnğnî*de de'böyledir.
Bir adam, elinde bin
dirhemi bulunan me'zun kölesini, ticâretten men eder; o da "bir adama,
iki bin dirhem borcunun olduğunu" veya "o bin dirhemin, bizzat emânet
olduğunu" söyler; sonra da o mal zayi olursa; —azâd olana kadar— o köleye
müracaat olunmaz. Azâd edilince, —emânet hâriç— diğer alacaklı alacağını ondan
alır.
Bir adam, yanında bin
dirhem bulunan izinli kölesini ticâretten men eder ve onun da bin dirhem borcu
olur; sonra, yine, efendisi ona izin verir; bu defa da "başka birine, bin
dirhem borcunun olduğunu" söylerse; bu durumda, öncekine borçlu olduğunu,
hasseten beyyinele-mesi gerekir.
Keza, bu köle:
"Bu borç, önceki izne aittir." derse; beyyine getirmesi gerekir.
Keza, "önceki
izinde, bir adamın, o bin dirherni, yanma emânet olarak koyduğunu"
söylerse; en önce ikrar eylediği kimse daha haklı olur. Emânet bırakan zat,
köleye müracaat eder.
İmâmeyn'e göre de
efendisine müracaat eder. Ve, köle satılarak borcu ödenir.
Bir adam, elinde bin
dirhemi bulunan izinli kölesini ticâretten men ettiğinde, bu kölenin beşyüz
dirhem borcu olur ve "bin dirhem borcunun olduğunu" menden sonra
söyler; bilâhare ona, yine izin verilir; bu defa da "elindeki bin
dirhemin, emânet olduğunu" ikrar ederse; artık, onun o ikrarı kabul
edilmez.
Onun beşyüz dirhemi,
en önce söylediği borçlusuna aittir; diğer beşyüz dirhemi de ikinci defa
söylediği borçlusunun olur.
Emânet sahibi ise, o
köle azâd edildikten sonra, onu takip eder.
İmâmeyn'e göre ise,
beşyüz dirhemini, önceki ikrar eylediği alacaklısına verir. Beşyüz dirhemi
ise, efendisinin olur.
Emânet sahibinin
beşyüz dirhemi geçersiz olur.
Beşyüz dirhemi için de
onu takip eder.
Şayet, o bin dirhemin,
beşyüz dirhemi izinli kölenin yanında zayi olunmuşsa; geride kalan beşyüz
dirhem, hasseten alacaklısının olur. Köle, bu beşyüz dirhem emâneti, borçlu
kalır. Mebsût'ta da böyledir.
Bir adam, kölesine
ticâret izni verdikten sonra, onu men eder; sonra yine ticâret izni verir;
bundan sonra da, bu köle, önceki izninde "bin dirhem borç aldığını"
söylerse ve bir adamdan da "bin dirhem, emânet aldığını" ikrar eder
ve "onu da zayi ettiğini" söyler; mal sahibi de bunu doğrularsa; onu,
hâl-i hazırda alamaz. Muğnî'de de böyledir.
İzinden men edilmiş
bir köle, "fendine emânet edilen bin dirhemi, zayi ettiğini" ikrar
ederse; azâd edilene kadar sorumlu tutulmaz.. Azad edilince onu öder.
O köle, azâd olmadan
önce, bir kefil alır ye bir adam, onun borcunu öder; alacak sahibi de o köleyi
satın alarak, onu azâd eder veya azad etmeyip onu yanında tutarsa; kölede olan
alacağı bâtıl olur.
Fakat, kefilinden
kölenin en az kıymetini alır.
Köleyi satın almasa
da, efendisi, köleyi ona bağışlayıp, ona teslim eylese; bu alacaklının, hem
kölede, hem de -kefilinde olan alacağı bâtıl olur.
Şayet, bağış yapan
zat, bağışından vaz geçerse; borç, ebediyyen avdet eylemez.
Bu, İmâm Muhammed
(R.A.)'in kavlidir.
İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'a göre ise, hibeden dönülünce, borç da avdet eder. Mebsût'ta da
böyledir.
Bir adam, kölesine
ticâret izni verdikten sonra, onu ticâretten men eder; sonra da tekrar izin
verir; bu kölenin elinde de bin dirhemi bulunur ve onu önceki izninde
kazandığı bilinir; köle de "onun, filan adamın emâneti olduğunu"
veya "onu, filan adamdan zoraki aldığını" söyler; efendisi de bu
sözleri yalanlarsa, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, bu durumda, kölenin ikrarı
sahih olur.
İmâmeyn'e göre ise,
sahih olmaz. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, kölesine
ticâret izni verdikten sonra, onu ticâretten men eder; sonra tekrar izin verir
ve o kölenin elinde, bin dirhemi bulunur; onun da önceki izinde kazandığı
bilinir; köle de, "onun, filan adamın emâneti olduğunu" söylerse; o
musaddaktır (= doğrudur).
Bu, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre böyledir.
İmâmeyn'e göre ise,
ona inanılmaz. Ve, o bin dirhem, efendisinin-dir. İkrar olunan şahıs köleyi
takip eder ve azâd olduktan sonra ondan alır.
Keza, ikinci izinde,
köle bin dirhem borçlanırsa, elindeki bin dirhem, ikrar eylediği adamın olur.
İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre bu böyledir.
İmâmeyn'e göre ise o
bin dirhem efendisinindir. Mebsût'ta da böyledir.
En doğrusunu bilen
Allahu Teâlâ'dır. [8]
İzinli köle, borç
ikrar ederse (yâni, borçlu olduğunu söylerse) burada iki durum söz konusu
olabilir:
1- İzinli
köle, ticareti ile ilgili borç ikrar edebilir.
Bu durumda, —efendisi
hakkında— bu ikrar sahihdir. Efendisi, buna inansın veya inanmasın farketmez.
Ve o borç, hâl-i hazırda ödenir.
2- Ticaretle
ilgisi olmayan bir borç ikrar edebilir.
Bunun için kölenin
azad edilmesi beklenir; hâl-i hazırda ödenme yapılmaz.
İmâm Muhammed (R.A.),
el-Asl'da şöyle buyurmuştur: İzinlfköle, gasp veya emânet ikrarında bulunur da,
efendisi bunu inkâr ederse veya müdârebe, bidâa ve ariyet ikrarında bulunur da,
efendisi inkâr ederse veya izinli köle, bir hayvan boğazlar yahut bir elbise
yakar veya bir adam icarlar veyahut satın alıp da cima eylediği bir cariyeye
mehir verir ve o şeye de başka bir hak sahibi çıkarsa; bütün bu borçlar, hâl-i
hazırda, ondan alınır. Âlimler şöyle buyurmuşlardır:
el-Asl kitabındaki
cevaba göre, köle, hayvanı teslim aldıktan sonra keserse; elbiseyi, teslim
aldıktan sonra yakarsa; bunları gaybeylemiş olur; o zaman tazminat gerekir. Bu
durumlarda mal tazmin edilir. Amma, teslim almadan önce yaktığı elbise, kestiği
hayvan hakkında ikrarı sahih olmaz. Ve bu. durumda köle hâl-i hazırda muaheze
olunmaz. Mu-hıyt'te de böyledir. :
İzinli bir köle, hür
bir kadının veya bir cariyenin bikrini parmağı ile bozar ve bunu da ikrar
ederse; İmâmeyn'e göre hâl-i hazırda bir şey gerekmez.
Yalnız, efendisi
tasdik ederse (= doğrularsa), bu bir cinayet ikrarı olur.
İmâm Ebû Yûsnf (R.A.):
"Bu, bir mal ikrarı olur ve hâl-i hazırda sorumlu tutulur?"
buyurmuştur.
İzinli köle, zoraki
bir cariyeyi gasb ederek, parmağı ile bikrini izâle eder; efendisi de, onun
ikrarından önce, gasp tazminatı talep ederse; (çünkü gasp tazminatı ticâretten
ödenir) bikrini izâle tazminatı istemeye hakkı yoktur. Zira, o bir cinayettir.
Onun ikrariyle, sabit olmaz.
İzinli bir köle, bir
cariyeyi gasbederek, alıp götürür ve ona cima yaparsa; o takdirde, efendisi
gasp sebebiyle olan cimadan dolayı nok-sanlanan bedelini peşin olarak tazmin
eder.
Cima sebebiyle
tazminat yaparsa, köle azâd olana kadar bir şey gerekmez. Sirâcü'l-Vehhâc'da
da böyledir.
İzinli bir köle, ikrar
ederek, "şu adamın cariyesini, satın aldığını; onun bakire olduğunu ve
bikrini izâle eylediğini"- söylerse; diğer borçlar gibi mehir lâzım olur.
Bu cariyeye bir hak sahibi çıkarsa, köle, hâl-i hazırda sorumlu tutulur.
Hızânetü'l-Müftİn'de de böyledir.
Keza, izinli köle,
bakire bir cariyeyi gasbeylediğinde, başka bir şahıs, o me'zunun yanında, o
cariyenin bikrim izâle ederek kaçarsa; cariyenin efendisi, cariyenin mehrini o
izinli köleden alır. Mebsût'ta da böyledir.
Şayet, izinli köle,
"efendisinin izni olmaksızın, nikâhla, cariyenin bikrini izâle
ettiğini" söylerse, ilzam edilmez.
Şayet efendisi, fâsid
bir nikâhla,*önun bikrini izâle eylediğini doğrularsa; kölenin elinde olan mal
önce alacaklılarına verilir. Artan olursa, bu cariyenin mehri olarak cariyenin
efendisine verilir.
İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'tan gelen bir rivayete göre, kölenin efendisi, ister doğrulasın, isterse
yalanlasın, bu cariyenin sahibi, diğer alacaklıIar gibi olur. (Yani mehir
karşılığı olan alacağı, artacak maldan değil de mevcut maldan, alacağı
nisbetinde ödenir. Muğnî'de de böyledir.
İzinli bir köle, ikrar
ederek, "nikâhla, bir cariyeye cima ettiğini" söyler; efendisi de onu
inkâr ederek: "Ben, böyle bir izin vermedim." derse; bu köleden,
mehir, azâd edildikten sonra alınır; daha Önce alınmaz. Mebsût'ta da böyledir.
îzinii bir köle,
yanında bulunan bir köle için: "O, filan oğlu filandır, onu emânet
bırakmıştır." veya O, bir hürdür; ben ona, kat'iy-yen sahip değilim."
derse, onun sözü geçerli olur.
Bu cins mes'elelerde,
me'zun köle, "yanında bulunanın, hür olduğunu" söyîerse; ikrarı, onun
hürriyeti sabit olana kadar kabul edilmez. Fakat, yanında bulunanın memlûk (=
köle) olduğunu" söyler; köle de onu doğrularsa, ikrarı sahih olur.
İzinli bir köle,
yanında olan şahıs için: "Bu, filanın kölesidir. Onu, filan emânet
bıraktı." der; o adamda da , kölelik alâmeti görülmez; veya: "Bu,
aslen hürdür." derse; bu, onun hürriyetini ikrar olur ve bu ikrar
sahihdir. Muhıyl'te de böyîedir.
İzinli köle bir
adamdan bir köle satın alsa, onu da teslim alsa, köle de bir şey söylemese
sükut etse, sonra da onun filanın oğlu olduğunu, veya aslen hür olduğunu ona
sahib olmadığını söylese, sözüne inanılmaz.
İzinli köle, yanında
bulunan belirli bir şeyi ikrar ederek, "onun, fiiana âit olduğunu"
veya "emânet bırakıldığını" söyler; üzerinde de çok borç bulunursa;
önce, o belirli şeyden başlanır. Mebsût'ta da böyledir.
İzinli köle, "çok
borçlu olduğunu" söylediğinde; alacaklıları, kölenin kazancına hisseleri
nisbetinde ortak olurlar.
Satıldığı vakit de öyle
olur.
Alacaklılar arasında,
takdim tehir olmaz. Zehıyre'de de böyledir.
Borçlu veya borçsuz
olan izinli bir köle, bir adamdan, bir köle satın alıp parasını peşinen
ödedikten sonra, "satıcının, o köleyi daha önce azâd ettiğini" veya
"onun, aslen hür olduğu" söylenir; satıcı da bunu inkâr ederse; bu
darumda köle, hâli üzerine köle (= memluk) ola- -rak kalır.
"Satıcı
tarafından müdebber edildiği" veya "cariyenin, satıcıdan çocuğu
olduğu" söylenir; satıcı da bunu doğrularsa; aralarındaki alım-satım
bozulur ve müşteri parasını geri alır.
İzinli köleye, böyle
bir şey söylenmez; fakat me'zun: "Satıcı, bunu bana satmadan önce, filan
adama satmış." der; o filan da bunu doğrular; satıcı ise, onu yalanlarsa;
bu durumda, izinli kölenin iddiasına inanılmaz ve o, kölenin parasını satıcıya
verir.
Fakat, iddiası kendi
nefsi hakkında doğrulanır. Ve o köleyi, ikrar eylediği adama teslim etmesi
emredilir.
Şayet satıcı iddiayı
doğrularsa, izinli köle parasını satıcıdan geri alır.
Keza, izinli köle,
beyyine ibraz ederek satıcıyı suçlar veya me'zun köle, satıcıya yemin verir o
da, yeminden kaçınırsa; yine izinli köle verdiği parası için, satıcıya müracaat
eder. Muhıyt'te de böyledir.
Borçlu olan izinli
köle, yanında olan bir şeyin, emânet olduğunu söyler; o emânetin de "kendi
efendisinin veya efendisinin oğlunun yahut efendisinin ticârete izin verilen
kölesinin veya efendisinin mükâte-binin yahut efendisinin ümm-ü veledinin"
olduğunu söylerse; bu durumda, onun efendisi veya onun mükâtebi yahut onun
kölesi veya ümm-ü veledi hakkındaki ikrarı bâtıldır.
Amma "efendisinin
oğlunun veya onun babasının olduğunu" ikrarı caizdir.
Şayet köle, hiç
kimseye borçlu değilse; yaptığı ikrarın cümlesi caiz olur.
Bundan sonra
borçlanırsa, önceki ikrarı geçersiz olmaz.
İzinli köle,
"onlardan birisine borçlu olduğunu" söyler; sonra da yeniden
borçlanırsa; önce ikrar ettiği şahsın, bu kölenin efendisi veya onun ümm-ü
veledi yahut üzerinde borç olmayan kölesi olması hâlinde onlara bir şey
yoktur.
Şayet efendisinin
mflkatebine veya babasına borçlu olduğunu ikrar eylemiş; sonra da yeniden
borçlajımışsa; o zaman, onlar da alacak ortağı olurlar.
İzinli köle, kendi hür
oğluna, babasına, hür olan karısına veya oğlunun mükâtebine, oğlunun borçlu
veya borçsuz olan kölesine, borçlu olduğunu, ikrar ederse; bunlarla ilgili
ikrarı, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre bâtıldır.
İmâmeyn'e göre ise,
bunlarla ilgili ikrarı da caizdir ve bunlar, ikrarda bulunan bu kölenin
kazancına, diğer alacaklılarla birlikte ortak olurlar.
Borçlu olan izinli bir
köle, kendi cariyesine ticâret için izin verir; o câriye de borçlanır ve bu
izinli köle, elinde olan malın "onun emâneti olduğunu" söylerse; o
tasdik edilir. İster izinli köle borçlu olsun; ister borçsuz olsun müsavidir.
O câriye de, diğer
alacaklılardan daha haklıdır. Keza, "ona borçlu olduğunu" söylerse;
ancak borçlu olunca, diğer alacaklılarla beraber ortak olur.
Belirli bir şeyi
borçlu olduğunu ikrar ederse; câriye, ona, diğer alacaklılardan daha haklı
olur. Mebsût'ta da böyledir.
Borçlu bir câriye,
"bir köleye borçlu olduğunu" veya "belirli bir şeyin, bir köleye
âit olduğunu" ikrar ederse; bu borç ikrarı ve söylediği söz caiz olmaz.
Şayet, kendisi borçlu olmaz ise, belirli bir şeye âit olan ikrarı caiz olur.
"Borcunun olduğu" ikrarı caiz olmaz.
Eğer cariyenin
alacaklılarının bir kısmı, efendisinin mükâtebi veya kölesi olur ve onun
üzerinde de borç bulunursa; onun için ikrarı caiz olmaz.
Şayet borcu yoksa,
alacaklıları için olan ikrarı caiz olur. Muğnî'de de böyledir.
Cariyenin
alacaklılarının bazıları, efendisinin babası veya oğlu olur; bir köle de,
"onda, emânetinin olduğunu" veya "alacağının olduğunu''
söylerse; onun ikrarı caiz olur.
Şayet cariyenin
alacaklılarının bazıları, efendisinin babası veya oğlu yahut borçlu-borçsuz
kölesi olmuş olursa, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kıyâsına göre, bu ikrarı
bâtıldır. İmâmeyn'e göre ise, caizdir.
Keza, alacaklılarının
bir kısmı, me'zûn kölenin babası veya oğlu ise, mes'ele yukardaki gibidir.
Şayet, alacaklının bir
kısmı, kölenin kardeşi ise, onun ikrarı caizdir. Mebsût'ta da böyledir.
Alacaklılar, izinli
kölede olan alacaklarını, almak için hâkime başvurduklarında, istekleri kabul
edilir ve köle satılır.
Köle: "Filan
gaibe de borcum var." der ve onu efendisi ile diğer alacaklıları
doğrularlar veya yalanlarlarsa, bu hususta köle doğrulanır. Köle satılır ve o
gaibin hissesi bekletilir.
Köle, hâkim onu
sattıktan sonra böyle bir ikrar da bulunursa; bu ikrarı, —her ne kadar efendisi
doğrulasa bile— doğrulanmaz. Eğer başkasına da borcu varsa, bu ikrarı sahih
olmaz.
Şayet başkasına borcu
yoksa, ikrarı sahih olur. Gaip gelir ve hakkının olduğunu beyyinelerse, diğer
alacaklılardan hissesi kadarını alır.
Beyyinesi yoksa bir
şey gerekmez. Muğnî'de de böyledir.
İzinli köle çok borçlu
olur ve onu da ikrar ederse; o borç da dahil olur. Mebsût'ta da böyledir.
İzinli köle, çok
borçlu olduğu zaman, izinli olmadığı vakitte ödünç aldığı veya gasbeylediği
yahut emânet alıp da zayi eylediği veya ariyet aldığı veyahut müdârebe ortağı
olarak aldığını zayi ettiği bir şey varsa, hâl-i hazırda, onlar da alınır mı?
Eğer gasbettiğini
ikrar ederse; ik^ar olunan şahıs da onun mahcur halindeki gasbını doğrular
veya: "Mahcur hâlinde değil de me'zun halinde gasbeyledi." derse; bu
takdirde, köle satılır ve o şahıs alacağını alır. Efendisi fidyesini verirse, o
müstesnadır. Diğerleri kölenin sözünü doğrularlarsa, hâl-i hazırda değil de,
köle azad edildikten sonra alacaklarını takip ederler.
Bu, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'e göre böyledir.
Şayet onlar, mahcur
halinde değil de me'zun hâlinde olduğunu söylerlerse; alacaklarım hâlde
alırlar. Muhıyt'te de böyledir.
Keza, sabî ve alış
verişe aklı eren bunak'a izin verilir; onlar da böyle söylerlerse, mes'ele
aynıdır. Mebsût'ta da böyledir.
Me'zun köle, "bir
mala kefil olduğunu" ikrar ederse; bu ikrarı sahih olmaz. Sirâciyye'de de
böyledir.
Me'zun köle, hür olan
biri için, bir ikrarda bulunsa; onun hakkında, bir kölenin şehâdeti kabul
edilmez. Fetâvâyi KâdMn'da da böyledir.
îzah'da şöyle
zikredilmiştir:
îzinli bir köle, bir
köleye veya hür'e karşı, nikâh sebebiyle üzerine vacip olan mehri ikrar ederse;
—nikâh ister caiz olsun, ister fâsîd olsun; ister şüpheli olsun— gerçekten bu
ikrarı bâtıl olur; azad edilinceye kadar sorumlu tutulnîkz.
Fakat, diyet ikrarında
bulunur ve ikrar olunan da onu doğrularsa; o, ondan alınır. Aynî'de de
böyledir.
îzinli köle veya hür,
küçük yahut bunak olur; ve ikrar olunurlar ve onlar da, "o ikrarın,
izinden önce olduğunu" söylerlerse; bu sözleri geçerli olur. Mebsût'ta da
böyledir.
İzinli bir köle,
efendisinin ölğm hastalığında gasp, satış, borç, bi' zâtihî durmakta olan veya
zayi olmuş bulunan bir emânet yahut durmakta olan veya zayi olmuş bulunan bir
müdârabe malı veya bunlardan başka, ticâret işlerinden dolayı borçlu olduğunu
ikrar ederse; bu iki durumdadır:
Eğer efendinin borcu
sıhhatli iken, malının tamamını kuşatıyorsa; kölesini ve onun elinde olanını,
kölenin kendi nefsine karşı ikrarı, efendisinin ölüm hastalığında sahih olmaz.
Şayet efendinin malı, hazırda bulunmazsa, kölesi satılır. Elinde bulunan da
satılır ve onunla efendinin borcu verilir. Sonra da efendinin malı gelip, borcu
kalmış olursa; hâkim, o maldan borcunun ödenmesine hükmeder. Fazla bir şeyi
kalırsa, o takdirde hâkim, kölenin bedelini ve kâr'ının bedelini alır ve onu
kölenin borcuna karşılık olarak öder. Muhıyt'te de böyledir.
Eğer kölenin borcu,
ondan da çoksa; artık, onda kölenin alacaklılarının hakkı yoktur. Geride kalan
mal vârislerin hakkı olur. Mebsût'ta da böyledir.
Bu durum, efendinin
üzerinde sahih borç olduğu ve izinli kölenin efendisinin hastalığı zamanında,
üzerinde borç olmadığı zaman böyledir.
Amma her ikisinin de
üzerinde ödenmesi gereken borç bulunduğunda ve efendi de hasta değilken; köle,
efendisinin ölüm hastalığında, kendisinin borcunu ikrar ederse; bu mes'ele iki
durumdadır:
1- Kölenin-yanında,
efendisinin sağlığında borcundan daha fazla malın olması; efendisinin
borcundan fazla olmama hâli.
Bu hâlde, kölenin
ikrarı sahih değildir. Önce kölenin kazancından başlanır. Sonra fazla kalandan,
efendinin alacaklılarına verilir.
2- Efendinin
sıhhatli zamanında, her ikisinin de ödemesi gereken borcun fazla olma hali.
Bu durumda, önce,
efendinin borcu ödenir.
3- Kölenin
borcunun olmaması hali. Bu durumda onun ikrarı sahih olmaz.
İmâm Muhatnmed (R.A.),
bunu böyle zikreylemiştİr.
Şayet, efendinin
üzerinde borç olmaz da; köle ise, kendi kıymetini ve elinde olanı içine alacak
şekilde borçlu olur ve bu köle, bu borcun efendisinin hastalığında, ödünç alma
veya alım-satım ve benzeri şeylerden olduğunu söyler; sonra da efendisi aynı
hastalıktan dolayı ölürse; bu durumda kölenin ikrarı sahihdir. Hâkim, kölenin
rakabesini ve yanında bulunanı satar ve kölenin alacaklılarına, hisseleri
nisbetinde taksim eder. Bir kısmını, diğerine takdim etmez.
İzinli köle, efendisi
borçlu olmadığı hâlde, onun ölüm hastalığında; "yanında bulunan belirli
bir şeyin, bir adamın olduğunu" söylerse; ikrarı sahih olur ve önce, ikrar
olunan şahıstan başlanır.
İzinli köle,
efendisinin hastalığı zamanında ticâretten men edilmiş olur; efendinin sıhhatli
zamanında olan borç da bulunursa; bu kölenin mahcûrluğu geçerlidir.
Eğer efendi, borçlu
değilse; efendinin ölüm hastalığında köleyi ticâretten men etmesi doğru olmaz.
Muhıyt'te de böyledir.
Şayet, kölenin
efendisinin sıhhatli halinde çok borcu olur; bu borç da, bütün malını, kölesini
ve onun elinde olanı da kuşatır ve efendisinin hastalığında, izinli köle, bir
adamdan şahitler huzurunda, bin dirhem borcu teslim alır veya şahitler
huzurunda bir şeyi satın alarak teslim alır; sonra da efendi ölürse; o
takdirde hâkim, o köleyi satarak, elinde olanla, önce, kölenin o borcunu öder.
Şayet artan olursa; onu da efendisinin borcuna verir. Muğnî'de de böyledir.
Bir adam, kıymeti bin
dirhem olan bir kölesine ticâret izni verir; o köleden başka da hiç bir malı
olmaz ve bu efendi hastalanır ve "kendisinin bin dirhem borcu
olduğunu" ikrar eder; sonra da izinli köle, aynı şekilde "kendisinin
de bin dirhem borcunun olduğunu" söyler bilâhare de bu efendi ölürse; bu
durumda hâkim, köleyi satar ve her ikisinin ikrar eyledikleri borçları da yarı
yarıya öder.
Şayet köle, efendisi
hasta olmadan önce, "kendisinin bin dirhem borcu olduğunu" ikrar
etmiş olsa; sonra da efendisi, "bin dirhem borcunun olduğunu"
söyleyip ölseydi; o zaman, hâkim, önce kölenin borcunu öderdi. Şayet fazla bir
şey kalırsa, onu da efendisinin borcuna ve-j*irdi. Muhıyt'te de böyledir.
Şâyeî efendi, önce,
"bin dirhem borcu olduğunu" söyler; sonra da, birlikte veya ayrı
olarak "bin dirhem daha borcunun olduğunu" söyler; bilâhare de bu
köle, "bin dirhem borcunun olduğunu" söyler ve sonra da efendi ölür;
bu üç alacaklı da'vâlaşırlarsa; kölenin bedeli olan şeyi üçe taksim ederler.
Keza, köle, önce bin,
sonra da yine bin dirhem borcunun olduğunu söylerse; —bunları, İster muttasıl;
ister, munfasıl söylesin farkçtmez— efendisinin alacaklisıyla beraber alırlar.
Yâni, iki bin dirhem kölenin borcu; bin dirhem de efendinin borcu için, bu
köle satılır. Parası üçe taksim edilerek uİacaL:;la/a verilir, Mebsût'ta da
böyledir.
Eğer efendi, bin
dirhem borcu olduğunu söyler; sonra, bin dirhem daha olduğunu söyler; ba
ikrarları da tamamen hastalığı hsüînde yapar; «tonr* da köle," bin dirhem,
kendisinin borcu olduğunu söylerse; bu durumda hâkini, köleyi satıp, parasını
efeadi ile kölenin alacaklıları arasında dörde taksim eder.
Şayet, hastalığında,
efendi, "bin dirhem borcunun olduğunu" ikrar eder; sonra da köle,
kendisinin "bin dirhem, borcunun olduğunu" söyler; bilâhare de
efendi, bin dirhem olduğunu söyler ve ölürse; bu durumda hâkim, iki efendiye,
bir de kolejlin alacaklısına vererek taksim eder. Hâkim, kölenin bedelini,
hisselerine göre alacaklılar arasında üçte bir ve üçte iki şeklinde taksim
eder. Muğnî'de de böyledir.
Kıymeti, iki bin
dirhem olan bir izinli köle, efendisinin ölüm hastalı1 ında "bin dirhem
borcunun olduğunu" söylemiş; sonra da efendisi, "bin dirhem borcunun
olduğunu" söylemiş; bilâhare bu köle, "bin dirhem daha borcunun
olduğunu" söylemiş ve sonra da bu köle, bin dirheme, şahitler huzurunda,
bin dirhemlik bir şey satın almış bilâhare de bu köle ondan sonra da efendi
ölmüş; satın alman o köleden başka da bir malları kalmamışsa; o köle, bin
dirheme satılır ve kölenin iki alacaklısı arasında pay edilir; efendinin
alacaklısına bir şey verilmez.
Eğer köle, o köleyi
satın almamış olsaydı; efendisi, şahitler huzurunda bin dirheme müsavi bir
köle satın almış olsa ve önce köle; sonra da efendisi ölseydi mes'ele hâli
üzerine kalır; köle bin dirheme satılır; önce satıcının parası verilir; artanı
da kölenin alacaklısına verilirdi. Bu, ister efendinin sıhhatli halinde olsun,
ister hastalığı zamanında olsun değişmezdi. Mebsût'ta da böyledir.
îzinli bir kölenin
kıymeti, ikibin dirhem olur ve önce, köle "kendisinin bin dirhem borcu
olduğunu" söyler; sonra da efendisi, "kendisinin bin dirhem borcu
olduğunu" ikrar eder; bilâhare de, bu efendi ölürse; o zaman hâkim köleyi
satar. Önce kölenin bin dirhem borcunu öder; sonra da geride kalan bin dirhemi,
efendisinin alacaklısına verir.
Şayet kölenin kıymeti,
bin beş yüz dirheme düşerse; hâkim onun bin dirhemini kölenin alacaklısına; beş
yüz dirhemini de efendisinin alacaklısına verir.
Eğer kölenin bedeli
bin dirheme düşerse; onun tamamı kölenin alacaklısına verilir.
İzinli bir köle,
"bin dirhem borcunun olduğunu" ikrar eder; sonra da, efendisi,
"bin dirhem borcunun olduğunu" ikrar eder; bu sırada da, kölenin
kendi kıymeti, iki bin dirhem olur; sonra da piyasa düşer; köle satılırsa;
parası her ne ise iki alacaklı arasında taksim edilir. Mu-hıyt'te de böyledir.
Şayet izinli_köle, bin
dirhem borcunu ikrar eder; sonra da, efendisi bin dirhem borcunun olduğunu
ikrar eder; bu kölenin kıymeti de bin dirhem olur ve efendisi öldükten sonra da
bin dirheme satılırsa; efendisinin alacaklısına bir şey tahsis edilmez. O bin
dirhem, olduğu gibi kölenin borcuna verilir.
İzinli kölenin şahsi
kıymeti; iki bin dirhem olur; kendisi de bin dirhem borcunun olduğunu söyler;
sonra da efendisi, "bin dirhem borcunun olduğunu" ikrar eder;
bilâhare de köle, "bin dirhem daha borcunun olduğunu" söylerse; bu
köle, iki bin dirheme satılınca, o, üç alacaklıya, müsavi şekilde pay edilir.
Şayet hâkim, on» bin
beş yüz dirheme satarsa; onun beşyüz dirhemini, efendinin borcuna; kalanını da
kölenin iki alacaklısına verir.
Şayet bin dirheme
satarsa; efendinin alacaklısına bir şey vermez. . Muğnî'de de böyledir.
îzinü bir köle, önce,
"bin dirhem borcunun olduğunu" söyler; sonra da onun efendisi,
"bin dirhem borcunun olduğunu" söyler, daha sonra da, yine efendisi,
"bin dirhem daha borcunun olduğunu" söyler; bilâhare yine "bin
dirhem borcunun olduğunu" muttasıl veya münkati olarak söyler; sonra da
köle: "Bin dirhem daha borcum vardır." derse; efendi öldükten sonra,
bu köle ikibin dirheme satılınca, onun bin dirhemi kölenin alacaklılarına, bin
dirhemi de efendisinin alacaklılarına verilir.
Şayet köle, binbeşyüz
dirheme satılırsa; bin dirhemi, kölenin alacaklılarına; beşyüz dirhemi de
efendinin alacaklılarına taksim edilir. Meb-sût'ta da böyledir.
İmâm Muhammed (R.A.),
şöyle buyurmuştur:
Bir adam, kölesine
ticâret izni verir; o da, kendi kıymetinden daha fazla, borç ikrarında bulunur
ve kölenin hiç borcu olmaz ve efendisini yalanlarsa; tamamı ona maledilir.
Şayet efendisinin
ikrarını doğrularsa; alacaklılar muhayyerdirler: Dilerlerse, alacakları için
köleyi satarlar; dilerlerse, ona ruhsat verirler.
Keza, efendisi,
kölesine: "Sen, bana karşı filâna kefilsin." der; köle de onu
yalanlarsa (= inkâr ederse), malın tamamıyla ilzam edilir. Mu-hıyt'te de
böyledir.
Efendi, kölesinin
"on bin dirhem borcu olduğunu" söyler; köle ise bunu inkâr ederse; bu
köle satılır ve parası, alacaklıları arasında taksim edilir.
Müşterinin yanında bu
köleye karşı yapılacak bir şey yoktur.
Eğer müşteri onu azâd
ederse; alacaklılar, kölenin kıymeti için köleye müracaat ederler.
Şayet borcu için köle
satılmaz da, efendisi onu müdebber eylerse; bu durumda, alacaklılar için
muhayyerlik vardır: İsterlerse, kıymetini efendisine ödetirler; isterlerse,
bütün borcu için ona genişlik verirler.
Efendisi, müdebber
eyledikten sonra, onu azâd ederse; alacaklılar ondan yalnız kıymetini alırlar.
Şayet izinli köle
beşbin dinhemini öder de, sonra azâd edilirse; yine onun kıymetini ondan
alırlar. Kıymetinden fazla olanı, geçersiz olur.
Efendisi, köleyi hasta
olana kadar müdebber eylemez: Sonra da azâd eder ve efendisi ölürse; o köleden
başka da hiç malı bulunmazsa; o kölenin kıymetini, —vârisler değil—
alacaklılar alırlar. Vârislere ve efendinin alacaklılarına bir şey yoktur.
Efendi, köleye karşı,
hastalık halinde borç ikrar ederse; mes'ele hâli üzerinedir. Kıymeti, önce
efendinin alacaklıların olur; sonra, kölenin
alacaklılarına sıra gelir.
Şayet borç ikrar etmez
de; hatâen cinayet ikrar ederse; onu Öder.
Keza, bir adam, bir
kölesinin elinde bulunan cariyeyi veya köleyi ikrar eder veya cinayet
ikrarında bulunursa ikrar ettiği şeyin mislini vermesi gerekir.
Şayet efendi, onların
ikisini de a'zâd ederse; —ı'takda söylediğimiz gibi— bu, azâd eyledikten sonra,
borç ikrarı gibidir. Mebsût'ta da böyledir.
İzinli köle, borç
ikrar ederse, tamamım kendisinin ödemesi lâzımdır. Efendisinin borç
ikrarömlunmadığı zamanda olduğu gibi... Mebsût'ta da böyledir.
İzinli köle,
efendisinin hastalığı halinde, bir şey satar, efendisinin de, sıhhatli hâlinde
kimseye borcu bulunmaz; kölenin de borcu olmaz ve köle, sattığı şeyin bedelim
teslim aldığını ikrar ederse, bu ikrarı sahih olur.
İzinli köle, borca
gark olsun veya olmasın; eğer efendisinin borcu, köleyi de, elinde olanını da
ihata ediyorsa beyyinesiz olarak, kölenin sattığı malın parasını aldığını
söylemesi kabul edilmez..
Şayet efendisinin
borcu, onun sıhhatli hâlinde olmuşsa bu böyledir.
Yok eğer, hasta iken
borçlanmışsa; izinli kölenin, müşteriden satış bedelini almış olması,
müşterinin beraatı olmaz. Ve hatta, müşteri alacaklılara hedef olur. Beyyinesi
olursa, o müstesnadır.
Bu durumda müşteri,
vârislerden biri olur; köle de tamamen borçlu efendisi ise, borçsuz olursa; bu
kölenin: "Satış bedelini vârislerden aldım." demesi caiz Olmaz. Keza,
efendi de, köle de borçlu olurlarsa; kölenin, "satış bedelini
aldığını" ikrar etmesi sahih olmaz. Muhiyt'te de böyledir.
İzinli bir köle,
kendisinin ölüm hastalımda, "borç, emânet,/ariyet, müdârabe, icâre veya
gasp" ikrarında bulunur; sonra da ölürse; bütğn söyledikleri —sıhhatli
iken borcu yok idi ise— caiz olur.
Şayet sağlığında
borçlu idi ise, bu husustaki ikrarı sahih olmaz. Elinde bulunan satılır ve
sıhhatli hâlindeki borcuna verilir.
Hastalığında ikrar
eylediği gasp, şahitlerin huzurunda olmuşsa; ariyet ve emânet de böyle olmuşsa,
şahitlerin bu şeyleri aynen tanıyor olmaları hâlinde, o şeyleri almaya, ikrar
olunan zatlar çok daha haklı olurlar.
Eğer tanıyamiyorlar;
ancak, bunlara* gasb, emânet ve ariyet olduğu belli ise, ikrar olunanlar
önceki borçlularından daha elyaktırlar.
Keza, şahitler
huzurunda, hastalığında yaptığı borç, daha önce ödenir. Muğnî'de de böyledir.
Sıhhatli iken borçlu
olmayan bir izinli köle, hastalığında kendisinin, "bin dirhem borcunun
olduğunu" söyler ve yine, hastalığında, "bir adama sattığı, şeyin
bedeli olan bin dirhemi aldığım da" ikrar ederse; onu aldığını ikrar
etmesi de sahih olmaz. Fakat o, diğer borçlusu ile onun arasında yarı yarıya
taksim edilir.
İzinli köle
hastalanır; sıhhatli iken de borcu bulunursa; alacaklıların bir kısmına verip,
bir kısmına vermemesi caiz olmaz. Mebsût'ta da böyledir.
İzinli bir köle,
hastalığında, "bin dirhem borcu olduğunu" söyler; sonra da,
"bir başkasından bin dirhem emânet aldığını" ikrar eder ve ölür;
elinde de, emânet diye söylediği bin dirhemden başka bir şeyi bulunmazsa; o
emânet, alacaklı ile emânet sahibi arasında yarı yarıya taksim edilir. Hür bir
adam gibi...
İzinli köle, sıhhatli
iken borçlu bulunur ve hastalanır ve yine sıhhatli hâlinde, başka bir adamda,
vacip olan bir alacağı daha olur ve onu aldığını da ikrar ederse; bu ikrarı
sahih olur ve o borçlu borcundan beri olur.
Keza, sıhhatli iken
olan alacağını, aldığını ikrar eder;.üzerinde de hasta iken borcu bulunursa;
alacağını aldığını ikrar etmesi şahindir.
Bu, izinli köle,
sıhhatli iken ikrar eylemişse böyledir. Fakat, hastalanınca, "alacağını
aldığını" ikrar ederse; sıhhatli iken de borçlu ise; alacağını aldığını
söylediği sahih olmaz. Borçlu olduğu şahsın borcundan da beraat etmiş olmaz.
Muğnî'de de böyledir.
îzinli köle,
hastalanır; "bir adama sattığı şeyin bedeli olan bin dirhemi
aldığını" da ikrar eder; köle de borçlu olmadığı gibi, ondan başka
malı da bulunmaz; sonra da
"kendi nefsinin, bin dirhem
borcu olduğunu" söyler ve ölürse; alacağını afdı* im ikrar etmesi caizdir.
Şayet,, borcunu
kendisi ikrar etmediği hâlde, şahitlerin gözü önünde, bu borç kendisine sabit
olursa; o takdirde, alacağım aldığı ikrarı bâtıl olur. Çünkü, muayene ile
üzerine vacip olan borç, açık borç gibidir. Şahitlere töhmet yoktur. Ve istifa
ikrarı bâtıldır (= geçersizdir). Mebsût'ta da böyledir.
Bir efendi, izinli
kölesinin cariyesini satıp, parasını da aldığında, bu köle, "onun
satılmasını, kendisinin sövlediğini" ikrar ederse; ona tazminat gerekmez.
Şayet inkâr ederse,
tazminat gerekir. Bu, câriye duruyorsa böyledir.
Eğer, câriye zayi
olmuşsa; sahih olan, kölenin tasdik olunmamasıdır. Şayet köle, efendisini
yalanlarsa; cariyenin kıymetini efendisi tazmin eder.
Fakat izinli köl'e:
"O emretmedi; satılması için ben izin verdim." derse; bu sözü kabul
edilmez. Ve efendi tazmin edici olarak kalır.
Keza, alacaklıları onu
sattıktan sonra, ikrar ederse; ikrarı sahih olmaz. Muğnî'de de böyledir.
İzinli köle, çok
borçlu olur ve cariyesini, efendisinin oğluna veya babasına yahut mükâtebine
veya ticarete izin verilmiş borçlu veya borçsuz kölesine, kıymetinden fazla
ücretle satar; müşteriye teslim ettikten sonra da, "onun parasını
aldığını" İkrar ederse; bu ikrarı caiz olur.
Yalnız, mükâtebi ve
kölesi için olan ikrarı caiz olmaz. Bu hususta kölenin vekili köle
menzilindedir.
İzinli kölenin oğlu
hür olur ve babası olan kölenin malını helak eder veya bu işi, kölenin karısı,
mükâtebi, babası, borçlu veya borçsuz olan kölesi yapar; izinli köle de
"helak eden şahıstan, bedelini aldığını" ikrar ederse; sözü tasdik
edilmez. Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre —izinli köle, ister borçlu olsun
isterse olmasın— böyledir.
İmâmeyn'e göre ise,
sözü tasdik edilir.
Malı zayi eden şahıs,
izinli kölenin kardeşi olursa; kölenin o malın bedelini, ondan aldığını ikrar
etmesi caizdir.
Köle ikrar ettikten
sonra kardeşine yemin ettirmek yoktur. Mebsûi'ta da böyledir.
Efendisi, izinli
köleye: "Kölesini satmasını" emreder; o da sattıktan sonra;
"müşteriden, bedelini aldığını" söylerse; efendisi ona yemin verir.
Eğer yemin ederse; tazminat gerekmez.
Şayet yemin edemezse,
onu tazmin eder. Muğnî'de de böyledir.
Bir kimse, kıymeti bin
dirhem olan kölesini, ticârete izinli kılar; o da bin dirhemi efendisine öder;
sonra da efendisi, 'onda, bin dirhem alacağının olduğunu" söyler; izinli
köle de bunu ikrar eder; bilâhare de, efendisi onu azâd ederse; bu durumda, o
köleye dirhem veren muhayyerdir: İsterse, kölenin efendisine, onun kıymetini
tazmin ettirir; isterse, alacağını köleden alır.
Eğer efendi tazminatta
bulunmuşsa, diğer birinin.efendiye ve köleye bir diyeceği olmaz.
Şayet alacaklılar,
köleden alırlarsa; o taktirde, ikrar olunan zat, kölenin kıymetini efendiye
ödetir.
Şayet efendi,
"kölenin üzerinde, iki bin dirhem borç olduğunu" söyler; onun
üzerinde de bundan başka hiç borç bulunmaz ve köle de bunu inkâr eder; sonra da
kölenin üzerinde kendi ikrarı veya beyyine ile, bin dirhem borç bulunursa; bu
durumda o köle satılır. Ve, borcuna bedel verilir. Mebsût'ta da böyledir.
Efendinin, kölesinin
borçlu olduğunu söylemesi —her ne kadar, köle onu yalanlasa bile— s"ahih
olur. Ve alacaklılar, kölenin tam kıymetini" alırlar. Eğer köle azâd
edilirse, o taktirde, kıymetinin en az seviyede olanım alırlar. Suğrâ'da da
böyledir.
Şayet, izinli kölenin
kıymeti, iki bin beş yüz dirhem olur, ve bu köle, "üzerinde, bin dirhem
borç bulunduğunu" söyler; sonra da efendisi, "bin dirhem borçlu
olduğunu" ikrar eder ve bu köle iki bin dirheme satılırsa; gerçekten
alacaklılar alacağının tamamını alırlar.
Bu köle, satılmaz da
azâd edilir; kıymeti de bin beş yüz dirhem olursa; alacaklılara, kıymetini
—itk sebebiyle— tazmin eder (- öder). Bu kıymet, kölelik maliyetinin kıymetidir
Şayet köle satılırsa,
aralarında beşte bir olarak taksim edilir ki, her birine altı yüz dirhem isabet
eder. Ve o iki alacaklı, alacakları olan dör-deryüz dirhem için, köleye
müracaat ederler.
Köleye, ikrarda
bulunan efendisi de, iki yüz dirhem için, müracaat eder.
Alacaklılar,
dilerlerse efendiyi bırakıp, borcu için, köleyi takip ederler.
Şayet, onu takip eder
de, iki bin dirhemlerini alırlarsa; efendi de beş yüz dirhemi ikrar etmişse; o
beşyüz dirhem için, ona müracaat ederler.
Şayet, kölenin kıymeti
bin dirhem olur ve bu köle, "bin dirhem, borcunun olduğunu" söyler;
sonra da efendisi, "bin dirhem borcunun olduğunu" ikrar eder;
bilâhare de bu kölenin kıymeti artar ve iki bin dirhem olur, sonra da bu köle,
bin dirhem daha borç ikrar eder ve iki bin dirheme satılırsa; parasının tamamı,
hasseten kölenin ikrar eylediği alacaklılara verilir.
Şayet, efendisi onu
azâd ederse; onun kıymetini tazmin eder. Kölenin ikrar eylediği alacaklıları,
köleyi takip etme yolunu ihtiyar ederler ve efendinin verdiği kıymetten de vazgeçerlerse;
efendisi alacağının tamamını alır.
Eğer, kölenin kıymeti,
bin beş yüz dirhem olur ve efendisi ctfia karşı, bin dirhem borç ikrar etmiş
bulunur; sonra da arası açık olrr/ak üzere, bin dirhem daha borç ikrar etmiş
olursa; o, öncekiler arasında üçte birlidir ve önceki bin, sonraki beşyüz
olarak kabul edilir.
Eğer kölenin kıymeti
bin dirhem idiyse, bu kıymet, önceki île, arasında üçte birdir. Önceki bin üçe
taksim edilirse böyledir. Aralarında sabit olan miktarca alacaklarını alırlar;
sonra da kıymetinin tamamı için, efendisine müracaat ederler.
Eğer efendi,
kelimeleri muttasıl ikrar eylediyse; bu kölenin bedeline ortak olurlar.
Eğer efendisi, bu
köleyi azâd eder ve kıymetine de uyarsa, bu köleye, kıymeti kadar için
müracaatta bulunur.
Eğer efendisi köleyi
azad edip, kıymetine tâbi olur; sonra da alacaklılar, —alacakları için—
kölenin kıymetine müracaat ederlerse onu alırlar.
Şayet kölenin kıymeti
bin dirhem olur ve efendisi, onun üzerinde bin dirheminin olduğunu söyler;
sonra da bin dirhem borç daha ilâve edilir; bu kölenin kıymeti de yükselip iki
bin dirhem olur; bilâhare de, köle bin dirhem daha borç ikrarında bulunur ve bu
köle, iki bin dirheme satılırsa; bu iki bin dirhem, önceki ile sonraki ikrar
eylediği alacaklıları içindir. Onu yarı yarıya alırlar. Ortadakine bir şey
yoktur.
Şayet ikibin beş yüz
dirheme satıldı ise, önceki ile sonraki, alacaklarını alırlar; kalan da
ortadaki alacaklının olur.
Efendisi, onu azâd
eder; kıymeti de iki bin dirhem olursa; onun kıymetini, önceki ve sonraki
alacaklı alır; ortadaki alacaklıya bir şey yoktur.
Kıymeti iki bin beş
yüz dirhem olan izinli bir köleyi, efendisi azâd eder; onun kıymetinin iki bin
dirhemini Önceki ve sonraki alacaklıları alır. Beş yüz dirhemini de ortadaki
alacaklı alır.
Şayet kölenin kıymeti,
bin beş yüz dirhem olur ve önce efendisi "bin dirhem borcunun
olduğunu" söyler; sonra "bin"; sonra da "iki bin dirhem
borcu olduğunu" söyler; köle de üç bin dirheme satılırsa; önceki alacaklı,
bin dirhemini tam alır. Keza, ikincini de tam alır; geride bin dirhem kalır;
onu da üçüncü alacaklısı alır.
Eğer, ondan bin
dirhemi çıkarılırsa; geride kalan, üçte iki olur: Onun üçte birini, birinci
alacaklı, üçte birini de ikinci alacaklı alır.
"Kölenin üzerinde
iki bin dirhem borç olduğunu" bu köle, efendisi ile birlikte söylerse;
kölenin bedeli ve malı, o iki alacaklının arasında, yarı yarıya taksim edilir.
Şayet, kölenin elinde
büşyüz dirhem mal olur; köle de "üzerinde bin dirhem borcu olduğunu*'
ikrar eder; sonra da, efendisi' 'iki bin dirhem borcu olduğunu" söyler;
bilâhare de köle, "bin dirhem borcu olduğunu" söylerse; efendinin
söylediği borç, kölenin bedeline ve kazancına katılmaz. —Ancak, beşyüz dirhem
hariç.—
Şayet efendisi,
kölenin söylemesinden önce söylemiş olsaydı; kölenin bedeli ve malı aralarında
dört sehim olurdu: iki sehmi, efendinin söylediği alacaklının olur; geri kalanı
da, kölenin iki alacaklısının olurdu. Mebsût'ta da böyledir. [9]
Aslolan, iki efendiden
birisinin, kendi hissesine izin vermesi sahihtir. Ortağının hissesine izin
vermesi ise, sahih değildir. İzin veren ortağın izni sahih olduğu zaman, susan
ortak kendi nasibi hakkındaki izni feshetmek istese; buna hakkı yoktur.
Bu izinli kölenin
bütün alış-verişi caiz olur. Bu, el-AsFde böylece zikredilmiştir.
Alımları ve satımları
caiz olunca, onun kazancına ve elinde olana, borç isabet edebilir.
Şayet borç, köleye,
kazancı sebebiyle isabet etti ise (şöyleki; Köle kazandı, kâr etti, ticâreti
sebebiyle de borçlandıysa) kıyâs, o borcun, izin verenin hissesinden
verilmesidir ve yansının da izin vermeyip susan şahsın hissesinden
verilmesidir.
İstihsân ise
alacaklıların tamamına, kölenin bütün varlığı, hem izin verenin hemde susanın
hissesinden verilmesidir.
Bu kıyâs ve istihsân
üzerine, bu köle, tamamen men edilmiş biri olduğu hâlde, kendisi, alım-satım
yapmış ve ticaret sebebiyle kazanç sa -lamış veya borçlanmişsa; bu durumda
kazancını, borcuna karşılık vermesi istihsândır.
Kıyasa gelince, sarf
edemez. Kazancının tamamı efendisinindir. Burcunu, azâd edildikten sonra öder.
Ancak, kendisine izin veren şahıs sebebiyle borçlanırsa; onun hissesinden
borcu ödenir. İzin vermeyenin hissesinden bir şey ödenmez.
Fakat, kölenin kazanç
sebebi ve borç sebebi bilinmiyorsa; (şöyleki: Köle: "Bağış sebebiyle
kazandım; ticâret sebebiyle değildir." derse) o takdirde, ona ortak
olurlar.
Şayet, izin veren ve
köle ikisi birlikte: "Hayır, bu kazanç ticâret sebebiyledir."
derlerse; kıyâsen efendinin sözü geçerli olur.
İstihsânen ise,
kölenin sözü geçerlidir. Muğnî'de de böyledir.
İzinli kölenin
yanında, ticaretten isabet etmiş mal olur. İzin vermeyen efendisi de:
"Ben, bunun yarısını alırım." derse; onda, onun hakkı yoktur.
Fakat, köle borçlu
olursa; o malın tamamı onlara verilir.
Şayet bundan sonra,
bir şey artarsa; o takdirde izin veren de, izin esnasında susan da o artan mala
yarı yarıya ortak olurlar.
Şayet borç fazla
gelirse; o borcu ödemek hasseten izin verene âit olur.
Keza, köle
gasbeylediğini söyler veya başkasının malını zayi eylediğini söyler ve bu
beyyine ile sabit olursa; —hiç birinin izin vermemiş olmaları gibi— rakâbesine
âit olur. Mebsût'ta da böyledir.
İki kişinin ortak
bulunduğu bir köleye, onlardan birisi ticâret izni verir; o köle de bir şey
alıp satar; ona izin vermeyen ortak da onu o hâlde görür ve onu yasaklamazsa; o
da, ona izin vermiş olur.
Şayet izin vermeyen
zat, çarşıya gelir de, onları o köleye bir şeyler satmaktan men eder ve:
"Eğer ona bir şey satarsanız; ben karışmam; ortağıma aittir." der;
sonra da o köleyi, alım-satım yapıyor olarak görür ve bir şey söylemez,
susarsa; kıyâsen hissesine âit bu hâl izin sayılır.
İstihsânen ise.
hissesine âit izin olmaz.
Bu, şunun hilafınadır:
Köle tamamen mahcur
olur; o adamda, onu çarşı ahâlisinden bir şey alıp satmaktan men eder; sonra da
onun ticâretle uğraştığını görünce, susarsa, o zaman, köleye izin vermiş
sayılır. Her ne kadar, ticâretten men etmeden önce susmuş olsa bile böyledir.
Mahıyt'te de böyledir.
İki efendiden birisi,
köleye izin verdiği hâlde; diğeri, çarşıya gelerek, çarşı halkına "o
köleye satış yapmamalarını" söyler; sonra da izin vermeyen zat, ortağının,
köledeki hissesini satın alırsa; o köle tamamen ticâretten men edilmiş olur.
Onu satın alan zat, bu kölenin alım-satımını görür ve men etmezse; bu, o köleye
ticâret izni olur. Mebsnt'ta da böyledir.
îki ortaktan birisi,
diğerine: "Hissene izin verdim. Kendi hisseme de verdim." derse; bu,
o kölenin tamamına izin olur. Tatarhâniyye'de de böyledir.
îki kişi, bir köleye
ortak bulunduklarında; onlardan birisi, diğerine, "kendi hissesini
mükâtebe yapmasına" izin verir; o da mükâtep yaparsa; bu, her ikisi için
de köleye ticâret izni olmuş olur. Fakat, kitabet, onu mükâtebe yapana aittir.
İmâm Ebo Hanîfe
(R.A.)'ye göre, o kölenin kazancının yarısı, kendisini mükâtebe yapmayan
ortağa aittir.
Keza, birisi, diğerini
"Kendi hissesini mükâtep yapmaya" vekil eder; o da öyle yaparsa; yine
onun kazancına mükâtep yapan ile vekil olan ortak, ortak olurlar.
İki ortakdan birisi
izin verir ve ona borç isabet ettikten sonra da, diğer arkadaşının hissesini
satın alır; sonra yine satın alıp ve böylece satar ve onun borçlu olduğunu da
bilmezse; borcunun önceki de, sonraki de önceki hisse sahibinin olacaktır.
Hissesini arkadışından
satın aldıktan sonra, onun ahm-satım yaptığını bilse; bu, satın almış olduğu
yarıya da ticâret izni olur. Öiiceki borç, önceki hisse sahibine aittir.
Sonraki borç ise, köleye aittir. Meb-sût'ta da böyledir.
İki ortak, iki
kölelerine ticâret izni verirler; onlardan her birine de yüzer dirhem ödeme
yaparlar; bir yabancı da yüz dirhem verir ve, onlardan her biri, vadeli olarak
bir şey satarlar ve o yüz dirhem sebebiyle köle satılır veya ölürse; onun
yarısı yabancının olur. Geri kalanı da ortaklar aralarında taksim edilir.
Muğnî'de de böyledir.
Bir adam, ortak
bulunduğu bir köleye ticâret izni verir; bu kölede borçlanırsa, ona izin veren
ortağa: "Ya borcu öde; yoksa köledeki hisseni satarız." denilir.
Sirâriyye'de de böyledir.
İki kişi, bir köleye
ortak olduklarında; onlardan birisi, kendi hissesini mükâtep yaparsa; bu onun
için ticârette izin olur; diğeri, onun kitabetini ibtâl ettirir. Şayet o köle,
önce borçlanırda, sonra kitabeti ib-tâl edilirse; o borç, hasseten onu mükâtebe
edene aittir.
Eğer kitabetini ibtal
etmez ve hatta, onun alım-satımını gördüğü hâlde, onu men etmezse; bu hâl, onun
için kitabete izin sayılmaz. Bu şahısın kitabeti ibtâl hakkı vardır.
Bu, o köleye
ortaklardan birinin izin vermiş olduğu zaman böyledir. Şayet, diğeri de onun
kitabetini, ona reddeder ve bu köle sonradan borçlanırsa; borcunun tamamı için
satılır; değilse borcu efendileri öder. Mebsût'ta da böyledir.
İzinli bir köleye,
onun iki efendisinden birisi, yüz dirhem verirse; mes'ele hâli üzeredir. O yüz
dirhem, yabancı ile onun arasında taksim edilir. (Şöyleki: Yüz dirhem üçe
bölünür; üçte ikisini efendisi alır. Üçte birisini de yabancı alır.) Bu, İmâm
Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre böyledir.
İmâmeyn'e göre,
efendisine dörtte biri, yabancıya da dörtte üçü verilir. Sirâcü'l-Vehhâc'da da
böyledir.
îki kişi, müfâveda
ortağı veya ınân ortağı olduklarında; bu ortaklıklarıyla ilgisi olmayan bir
köleleri bulunur ve bu ortaklardan birisi, o köleye, ortaklık malından yüz
dirhem verir; bir yabancı da ona yüz dirhem verir; sonra da köle ölüp; geride
yüz dirhem bırakır veya borcu için, bu köle satılır ve ancak yüz dirhem ederse;
yabancı onun üçte ikisini alır; ortaklar, üçte birini alırlar.
Şayet ortaklıkları,
ınân ortaklığı olsaydı; köle de ortak malı olduğu hâlde onlardan birisi, ona
yüz dirhem verseydi; bir yabarcı da yüz dirhem vermiş olsaydı; yine onun yüz
diihemi, üçe bölünür ve üçte ikisini yabancı alır; üçte birisini de iki ortak
aralarında taksim ederlerdi.
Şayet köle ortak malı
olur ve ortakların ikisi veya birisi, ortaklıktan yüz dirhem verir; yabancı da
yüz dirhem verirse; mesele hâli üzre kalır ve o ortaklara hiç bir şey verilmez;
hepsi yabancının olur. Mebsût'ta da böyledir.
Câmiu'l-Fetâvâ'da
şöyle zikredilmiştir:
îki kişinin, ortaklaşa
bir köleleri olur ve ona ticâret izni verirler ve ona bin dirhem borç isabet
ederse; ortaklardan birisinin bulunmadığı zaman, alacaklı gelerek alacağını
ister; kölenin efendisi de kendi hissesini yediyüz dirheme sattıktan sonra,
diğer ortağı gelip, o da hissesini beşyüz dirheme satarsa; alacaklıya üçyüz
dirhemini verir ve onun borcu ödenmiş olur. Geride iki yüz dirhem kain-. O da,
hissesini yedi yüz dirheme satana verilir. Böylece borcu müsavi şekilde ödemiş
olurlar. Ta-tarhâniyye'de de böyledir.
tki kişi, ortak
bulundukları bir köleye, izin verirler; sonra da, ona, ortaklardan birisi, yüz
dirhem verir; yüz dirhem de bir yabancı verir; bundan sonra da, bir şey
vermeyen efendi, kaybolup, yabancı gelerek, ona yüz dirhem verenin hissesinin
satılmasını ister ve o da hissesini beşyüz dirheme satar; yabancı da onu alır; sonra
da diğer efendisi, gelirse, onun hissesi de satılır ve yabancıya verilir.
Mebsût'ta da böyledir.
En doğrusunu bilen
Allahu Teâlâ'dır. [10]
Kendisine izin
verilmiş bir kölenin yanında bir miktar mal bulunduğunda; bu kölenin efendisi:
"Bu mal benimdir." der; köle de: "O benimdir." derse,
kölenin borçlu olması hâlinde, bu kölenin sözü geçerli olur.
Şayet, kölenin borcu
yoksa, efendisinin sözü geçerli olur. Zehıy-re'de de böyledir.
Şayet, bir kısım mal
kölenin elinde; bir kısmı efendinin yanında olursa; yine bu kölenin borçlu
olması hâlinde, ikisinin yanındakine de ortak olduklarına hükmedilir.
Şayet kölenin borcu
yoksa, o zaman, efendinin elinde olan» efendinindir.
Eğer bu mal, kölenin,
efendinin ve bir yabancının yanında bulunur ve onlardan her birisi de
malın,.kendisinin olduğunu iddia eder ve bu durumda da köle borçlu olmazsa; o
takdirde, efendi ile yabancı, o mala yarı yarıya ortaktır.
Şayet köle borçlu ise
bu mal aralarında üçte bir nisbetleri ile ortak bir mal olur.
Hür Bir kimse ile
izinli bir kölenin yanında, bir elbise olur ve bu elbiseyi, her biri,
"benim." diye iddia ederse; yansı birinin, yarısı da diğerinin olur.
Veya ortak oldukları
bir hayvana birisi binmiş; diğeri de gemini çekiyor olursa; bu hayvan
binicinin olur; elbise giyenin olur.
Şayet hayvana binmemiş
diğeri de ona yapışmişsa; bu hâl tercih hakkı olmaz.
Şayet, birinin daha
müstehak olduğunu gösteren sebeplerden birisi var; diğerinin yoksa; o şeyin
öncekinin olması evlâ olur. Mebsût'ta da böyledir.
Şayet, bir me'zun köle
veya mükâtep ve hür bir şahıs, kendisiyle birlikte terzilik yapsın veya ticâret
yapsın diye, birini icarlar; icarlaya-nm elinde de bir elbise olur ve ecîr:
"Bu benimdir." der; icarcı da: "Bu benimdir." derse; eğer
nefsini kiraya veren, müste'cirin dükkânında veya evinde ise; bu durumda
müste'cirin sözü geçerli olur.
Eğer ücretle çalışanın
evinde ise onun sözü geçerli olur.
Şayet, elbiseyi
ücretle çalışan giymişse mes'ele aynıdır ve onun sözü geçerlidir. İster,
müste'cirin evinde olsun; ister, dükkanında olsun farketmez.
Şeyhû'I-İnıâmü'I-Celil
Ebû Bekir Muhammed bin Fadl'ün şöyle buylur-duğu rivayet edilmiştir: Bir iş
âletinde münazaa olursa, ecîrin sözü, — ister ecîr müste'cirin dükkanında
olsun, isterse, evinde olsun— geçerlidir Marangozon keseri, testeresi ve
benzerleri gibi.. Muğnî'de de böyledir.
İzinli bir köleyi,
efendisi bir iş için icarladığında, onun elinde, bir elbise bulunur ve
müste'cir: "Bu benimdir." der; efendisi de: "Benimdir."
derse; müste'cirin sözü —o, ister müste'cirin evinde olsun, isterse dükkanında
olsun— geçerlidir. Yani: Şayet efendisi, izinli köleyi —alış verişin dışında—
bir iş için icarlarsa; o mahcur kalır. Fakat, ahm-satım için icarlarsa, o,
ticârette me'zun olarak kalır.
Şeyhû'I-İslâm şöyle
buyurmuştur:
Şayet mahcur, bir
elbise giymişse; efendisinin sözü geçerli olur.
Şu mes'ele bunun
hilafınadır: Eğer mahcur bir hayvana binmiş; müste'cir ile efendi arasında o
hayvan hakkında ehtilaf çıkmışsa; nerde olursa olsun, müste'cirin sözü geçerli
olur. Muhiyt'te de böyledir.
İzinli köle,
efendisinin evinde olur ve elinde bir elbise bulunur; müste'cir: "Bu
benimdir." der; efendisi de-: "Benimdir." derse; o efendinindir.
Mebsûl'ta da böyledir.
İzinli köle ticâret
yapmakta iken, yanında elinde eşya tutan bir köle bulunur ve bunlar efendinin
evinde olursa, o köle kimindir?
Bu hususda İmâm
Muhammed (R.A.), bir şey zikretmemiştif.
Fakyh Ebû Bekir
el-Belhî, şöyle buyurmuştur:
"Efendinin,"
demek, uygun olur.
Şayet o elbiseyi,
me'zun köle giymiş veya o hayvana, o binmiş ve efendi ile bu köle arasında
ihtilaf çıkmışsa; —ister ticâret malı olsun, isterse olmasın— köleye
hükmedilir. Muhiyt'te de böyledir.
Câmî'de şöyle
zikredilmiştir:
Bir adam, birisinin
kölesine, bîr bağışta bulunduktan sonra, o bağıştan dönmeyi murad eder;
kölede: "Ben, mahcurum; efendim olmadıkça sen dönemezsin." der;
bağış yapan da: "Hayır, sen izinlisin." derse bu köle de mahcur
olduğunu belgelerse; belgesi makbuldür. Tatarhâniy-ye'de de böyledir.
İmâm Muhammed (R.A.),
şöyle buyurmuştur:
Bir köle ahş-veriş
yapar; bu esnada da: "Ben, izinliyim." veya *'Mahcurum." demez
ve kendiside borçlanır; sonra da: "Ben mahcurum. Bana izin
verilmedi." der; alacaklıları da: "Hayır, sen izinlisin."
derlerse; bu durumda, istihsânen, alacaklıların sözü geçerli olur. Onların
sözü geçerli olunca da, köleyi me'zun kılarız.
Veya köle, açıktan
açığa ikrar ederek:. "Ben izinliyim." derse; kı-yâsen, elinde bulunan
şey, —efendisi hazır olmasa bile— borcu için satılır.
İstihsanda ise, borcu
için, onun kazancı satılır; kendisi satılmaz.
Efendisi hazır
olmadıkça, köle borcu için satılmaz.
Bu, hem kıyâsen, hem
de istihsânen böyledir.
Alacaklılar isbat
ederek, kölenin me'zun olduğunu açığa çıkarırlar; efendisi yok iken köle de
bunu inkâr ederse; bu durumda alacaklıların beyyinesine itibar edilmez ve köle
satılmaz.
Eğer köle,
"izinli olduğunu" söylerse; hâkim, onun malını satıp borcuna verir.
Sonradan, efendisi gelip; onun iznini inkâr ederse; ö takdirde hâkim,
alacaklılardan "kölenin me'zun olduğuna dâir" beyyine isîer.
Şayet beyyine ibraz
edebilirlerse; alacaklarını alırlar; değilse, köle efendisine bütün varlığı ile
teslim edilir.
Bu, köle: "Ben
mahcurum; izinli değilim." dediği zaman böyledir.
Müşteri, kölenin
mahcur olduğunu iddia ederek satılanı sana vermem. Çünkü, sen azâd olana kadar
hakkım.sende kalır." der; köle de: "Ben izinliyim." derse; bu
durumda, yeminsiz olarak kölenin söylediği söz geçerli olur. O takdirde,
satıcı, sattığını teslim etmeye cebredilir ve parası köleden alınır.
Bir kimse,
bir^köleden, bir şey satın aldıktan sonra, o müşteri:
"Kölemahcurdur." der; kölede: "Ben izinliyim." derse,
yeminsiz olarak kölenin sözü geçerli olur.
Şayet müşteri:
"Ben, senin mahcur olduğunu isbat ederini." derse; sözü kabul
edilmez. el-AsTda böyle zikredilmiştir. Bazı âlimler, bu mes'elde iki rivayet
vardır veya kıyâs ve istihsân vardır demişlerdir. Muğ-nî'de de böyledir.
Eğer satış sırasında,
köle, hâkimin huzurunda kendisinin mahcur olduğunu ikrar ederse; artık hâkim,
onun satışını reddeder. Sonradan, efendisi gelir de köleyi yalanlar ve:
"Ben, ona izin verdim." derse, önceki nakz (= bozma) geçerli olur.
Şayet bundan sonra
izin verirse; önceki ahm-satım bâtıldır.
Eğer hâkim, kölenin,
"ben, izinsizim." dediği zaman satışı bozmaz ve efendisi gelince,
ona izin verirse önceki ahm-satım da geçerli olur. Muhıyt'te de böyledir.
Eğer köle, müşteri
ise, satıcı da: "Ben, sana bir şey teslim etmem; çünkü sen,
izinsizsin." der; köle de: "Ben izinliyim." derse; kölenin sözü
geçerli olur.
Şayet satıcı, kölenin
daha önce "ben izinsizim." dediğine dâir beyyine ibraz eder ve bunu
satıştan sonra hâkime haber verirse; bu beyyi-nesi kabul edilmez.
Şayet, adam satın alır
ve Satar; ona borç isabet eder; onun köle mi, hür mü olduğunu bilmez; sonra da:
"Ben filanın kölesiyim." der; o.filan da onu doğrular ve: "Evet,
o benim kölemdir ve izinsizdir." der; alacaklılar ise: "O hürdür. O
adam da hür olduğunu söyledi." derlerse; bu durumda o zat filanın
kölesidir. Alacaklıların sözleri doğrulanmaz. Alacakları, o köle azâd
edilinceye kadar tehir edilir.
Sonra, İmâm: "O
köle satılır; alacaklıları, onun parasından alacaklarını
alırlar."-demiştir. Muğnî'de de böyledir.
İzinli bir kölenin,
bir adamda, sattığı maldan veya icâreden, borç vermekten, onun malım zayi etmekten
dolayı alacağı olur; veya bir adamın yanına bir emânet bırakmış olur; sonra
da, onu, efendisi ticâretten men ederse; o köle, onların hepsiyle hasım olur.
(yani da'vâlaşır.)
Eğer boçlular,
borçlarını verirlerse; o köleye olan borçlarından be-rî olurlar. İster köle,
borçlu olsun; ister, olmasın...
Eğer efendisine
verirlerse; bu durumda, o kölenin, kimseye borcu bulunmaması hâlinde, borçlular
istihsanen, borçlarından kurtulurlar.
Eğer köle borçlu İse,
onun parasından (borcundan) berî (- kurtulmuş) olamazlar. Muhıyt'te de
böyledir.
Köle, ticâretten men
edildikten sonra ölürse; onun alacakları hakkında, efendisi da'vâcı olur.
İster köle borçlu
ölsün; isterse borçsuz ölsün, efendisi, onun alacağını alabilir mi?
Şayet kölenin borcu
yoksa alır; eğer varsa alamaz.
Aslen me'zun olan da
böyledir. Vekâlet bölümünde: "Alır." diye yazılmıştır.
Bazı âlimlerimiz de:
"Bu mes'eiede ihtilaf yoktur." demişlerdir. Müşteri olan köle, azâd
edildikten sonra kendi davasını kendi halleder. Muğnî'de de böyledir.
Bir köleye ticâret
izni verildiğinde; o, bir adama, bir köle satar; adam köleyi satıcıdan teslim
alıp, parasını da verir; sonra da efendisi, o köleyi, izinden men eder; müşteri
de, satın aldığı kölede bir kusur bulursa, bu durumda hasmı (= da'vâ edeceği
şahıs) o men edilmiş köle olur.
Şayet müşteri beyyine
ile kusuru isbat ederse; köleyi ona reddeder. Müşteri için, kölenin parası geri
verilene kadar, o köleyi yanında tutmak hakkı vardır.
Şayet men edflmiş
kölenin yanında parası bulunmaz; borcu da olursa; önce o köleden başlanır; o
satılarak, parası önce müşteriye verilir. Eğer fazla kalırsa, o da diğer
alacaklılarına verilir.
Şayet noksan kalırsa,
o müşteri de diğer alacaklılarla ortak olur. Kölenin kendisi satılır. Eğer
müşteri satın aldığı köleyi habsetmez de geri verir; sonrada gelip parasını
isterse; işte o da mahcur kölenin diğer alacaklıları ile beraber olur. Her iki
köle de satılarak, mahcurun borçlarına verilir.
Şayet müşterinin kusur
hakkında beyyinesi yoksa, mahcurdan yemin etmesini ister. Hâkim de mahcura
"kusurlu mu sattı, kusursuz mu sattı" diye yemin veeir. Muhıyl'te de
böyledir.
Şayet köle, sattığı
kölenin aybını (= kusurunu) inkâr etmez bilakis hâkimin huzurunda ikrar eder
ve kusur, misli olmayan kusurlardan ise, hâkim onu reddeder.
Şayet misli olan
kusurlardan ise, ikrarı sebebiyle hakim onu reddetmez.
Köle kusuru ikrar
eyledikten sonra, artık müşteri olanla mahkemesi biter. Müşteri efendiye da'vâ
eder ve kusurlu köleyi ona iade eder. Muğ~ nî'de de böyledir.
Eğer müşterinin
beyyinesi olmaz da, efendinin yemin etmesini isler; o da yemin edemez ve
kusurunu söylerse; bu köle, efendiye geri verilir.
Bundan sonra duruma
bakılır: Eğer kusur, misli olmayan bir kusur ise, red sahih olur.
Eğer kusur, misli olan
kusurlardan biri olur ve men edilen kölenin alacaklilarıda onu yalanlar;
efendisi ise doğrularsa; o köle satılarak, parası müşteriye verilir; diğer
alacaklılara verilmez. Eğer bir şey artarsa, onlara verilir. Muhıyt'te de
böyledir.
Şayet, satılan kölenin
parası noksan olursa; izinden men edilen köle satılır ve önce kölenin
alacaklılarına verilir; artan olursa, sonraki müşteriye verilir.
Şayet artım olmaz ise,
müşteri için bir şey olmaz.
Eğer mahcur kölenin
borcu yoksa; her iki köle de müşterinin alacağı için satılırlar.
Şayet efendi,
"kölede kusur olmadığına dâir" yemin ederse; o takdirde, o köle
reddedilmez; mahcur köle azâd edilince, köle ona geri verilip, parası ondan
alınır. Muğnî'de de böyledir.
En doğrusunu Allahu
Teâlâ bilir. [11]
İzinli bir köle,
ticâretten dolayı muhkeme olduğunda, bunun hakkında şehâdet makbuldür.
Efendisinin bulunmasına itibar edilmesi gerekmez. Fetâvâyi Kâdîhân'da
böyledir.
İzinli bir kölenin
gasbeylediği veya bir emâneti zayi yahut inkâr veya ikrar eylediği hakkında iki
şahidin şehâdetiyle hükmedilir. Veya, alımına, satımına icâresine iki şahit
şehâdette bulunur; köle de onu inkâr eder; efendisi de huzurda olmaz ise,
kölenin üzerine yapılan şehâdet kabul edilir ve hâkim ona karşı hükmünü verir.
İzinli kölenin yerinde
izinsiz köle olmuş olsa; iki şahit de, onun "bir başkasının malını zayi
ettiğine" veya "gasbettiğine" şahitlik yaparlarsa efendisi
huzurda olmaması hâlinde, şehâdetleri kabul edilmez ve o köleye bir şeyle
hükmedilmez.
Âlimler şöyle
buyurmuşlardır:
Mes'elenin ma'nasi;
"şehâdetleri makbul olmaz." demek; "efendisi gelene kadar
geçerli olmaz" demektir. Bu köle, azâd edilmiş olsa bile, sorumlu tutulur.
Burda, efendinin
bulunması şart olduğu gibi, kölenin bulunması da şarttır. Mnğnî'de de böyledir.
Şahitler, bir köle
hakkında gasp, itlaf, emâneti zayi veya müdâ-rabe gibi şeylere dâir şehâdette
bulunurlar ve şehâdetleri ikrar yoluyla değil de, bizzat görmek üzere olursa;
şehâdetleri makbul olur. Hâkim, onun aleyhine hükmeder ve zayi ettiği şeyleri
tazmin eder. İmâm Ebû Ha-nîfe (R.A.)'ye göre ise azâd edilinceye kadar, aleyhine
hükmedilmez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Şayet, iki şahit
izinsiz bir köle hakkında, ikrarına dâir şehâdette bulunurlarsa; efedisi ister
hazır olsun; ister olmasın, bu hususta —azâd olana kadar— bir şeyle
hükmedilmez. Azâd edildiği zaman şahitler lâzım olurlar. Şayet aleyhine
"karsden bir adam öldürmek" veya "muh-sine bir kadına zina
iftirası yapmak" yahut zina, içki içmesi gibi şeyleri ikrar eylediğine
şahitlik yaparlar, köle de bunları inkâr ederse; bu şehâdet, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.) ile İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, kabul edilmez; efendisi huzurda yoksa;
ikrardan.dönünce amel olunacaklar hakkında şahadeti kabul edilmez. İkrahdan
dönünce onunla amel olunmayacaklar hakkındaki, (krsas gibi gazf gibi hallerde)
şehâdetleri makbul olur. Muğnî'de de böyledir.
Babası veya babasının
vâsisi tarafından kendisine izin vermiş olan bir sabî de izinli köle
durumundadır. Üzerine yapılan şehâdet dinlenir. Ve ticâret tazminatı gerekir.
Şayet izin verin
huzurda olmaz ise, bunak hakkındaki cevapda böyledir. Muhıyt'te de böyledir.
Şayet izinli bir sabî
veya bunak üzerine "kasden adam öldürdü." veya "kazf
eyledi." hayut "zina yaptı." veya "içki içti." diye
şahitlik yapılsa; bu şehâdetler —her ne kadar izin veren huzurda olsa bile— kabul
edilmez.
Adam öldürme hakkında
ise, eğer izin veren huzurda ise, şehâdetler kabul edilir ve onun baba tarafı
akrabasına diyet cezası hükmedilir. Şayet izin veren huzurda yoksa şehâdet
kabul edilmez.
Şahitler, sabî ve
bunağın ikrarı üzerine şehâdette bulunurlarsa; bizim söylediğimiz sebeblerden
bazılarına göre şehâdetleri —ister izin veren hazırda olsun isterse hazırda
bulunmasın— kabul edilmez. Zehıy-re'de de böyledir.
İzinli bir köle
üzerine, "on dirhem aldı." diye şehâdette bulunurlar veya daha fazla
hakkında şahitlik yaparlar; kendisine suç isnâd edilen de onu inkâr ederse;
efendisi huzurda ise, bi'1-icma eli kesilir.
Eğer efendisi huzurda
yoksa, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, eli kesilmez;
tazminat yaptırılır. Muğnî'de de böyledir.
Şayet şahitler, on
dirhemden daha az hakkında şehâdette bulunurlarsa; efendisi ister hazır olsun;
ister olmasın şahitlikleri kabul edilir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Eğer şahitler, o
izinli kölenin "on dirhem veya daha fazla çaldığı hakkmdakHkrarına"
şahitlik yaparlar; köle da inkâr ederse; hâkim, —elinin kesilmesine değil—
tazminat cezası ile hükmeder. Moğnî'de de böyledir.
Şahitler, izinsiz bir
köle hakkında: "On dirhem çaldı." diye şahitlik yaparlar; o da inkâr
ederse; efendisi hazır .olana kadar ona hükmedilmez.
Efendisi huzurda
olunca; ona, "elinin kesilmesi, çaldığı da duruyorsa, onun reddi ile
hükmedilir; tazminat ile hükmedilmez.
Şayet şahitler,
"izinsiz kölenin, on dirhem çaldığını ikrar ettiği" üzerine şahitlik
yararlarsa; bu durumda hâkim, onların beyyinelerini kabul eylemez; el kesmekle
ve mal ödemekle de hükmeylemez. Eğer, efendisi huzurda ise, onun hakkında,
efendisine de mal iîe —o köle satılıp, verilene kadar— hükmedilmez.
Bu köle, ancak azâd
edildikten sonra sorumlu tutulur. Muhıyt'te de böyledir.
İzinli sabî ve bunak
üzerine yapılan "on dirhem hırsızlık şehâdeti" izin veren olmasa da
kabul edilir.
Hırsızlıklarına âît
olan ikrarları ğzerine yapılan şehâdet ise, asla kabul edilmez. Fetâvâyî
Kâdîhân'da da böyledir.
Bir müslüman, kâfir
olan kölesine ticâret izni verdiğinde; o da şarap ve domuz satın alCdsa; işte
o caizdir. İster borçlu olsun; ister olmasın farketmez.
Şayet lâşe veya kan
satın alır veya kâfire faizle mal satarsa; işte bu bâtıl olur.
Eğer, onun gasbedilen
veya emânet bir şeyi zayi ettiğine dair, iki kâfir şehâdette bulunurlar veya
satışına; icâresine veya ikrarına şahitlik yaparlar; efendisi de bunları inkâr
ederse; bunların şehâdetleri isthsâ-nen caizdir.
İzinli kâfir ve çocuk
da böyledir. Ona, müslüman efendisi veya onun babası veya dedesi izin
verirlerse, ticâret için aynısıdır.
Şayet izinli köle
müslümanolurda efendisi kâfir olursa, o köleye karşı iki kâfirin şehâdeti caiz
olmaz.
İki kâfir şahit,
izinsiz ve kâfir bir köle hakkında gasb üzerine şahitlik yaparlar; o kölenin
efendisi de müslüman olursa; şahitlikleri age-çersizdir. (- bâtıldır.)
Şayet, efendisi kâfir
olmuş olsaydı, şehâdetleri caiz olurdu.
Müslüman bir efendi,
kâfir olan kölesine, ticâret izni verir; o da hatâen bir suç işler veya kasden
bir adam öldürürse yahut zina eder veya, namuslu kadına "zınâ etti."
diye iftira eder ve iki kâfir, buna şahitlik yaparlar veya zinasına, dört
kâfir şahitlik yaparlar; kölenin efendisi de bunları inkâr ederse; bu durumda
şehâdetleri bâtıldır. (= geçersizdir)
Keza, köle müslüman
olur; efendisi ise, kâfir bulunursa; kâfirlerin bu köleye karşı şehâdeti
bâtıldır. (— geçersizdir.)
Müslüman bir efendi,
kâfir olan kölesine, ticâret izni verir; iki kâfir de, onun, on dirhem veya
daha az bir şey çaldığına şahitlik yaparlarsa, ona tazminat cezası verilir.
İster efendisi hazır olsun, isterse olmasın eli kesilmez.
Şayet köle müslüman,
efendisi ise kâfir olursa; bu durumda kâfirlerin şehâdetleri bâtıldır.
Eğer müslüman bir
efendi, kâfir olan kölesine ticâret izni verir; ona da iki kâfir şahitlik
yaparlar ve: "Bin dirhem borcu var." derler; o da, onu inkâr eder ve
onun bir müslümana, veya bir kâfire, bin dirhem borcu olursa; o şahitlerin
şehâdetleri caizdir.
Şayet efendi,
müslüman, kölesi ise, ticârette izni olmayan bir kâfir olur ve iki kâfir,
müslüman için "bin dirhem gasbeyledi." der; iki müslüman da bir
kâfir için, "bin dirhem gasbeyledi." derlerse, bin dirhem, kâfire
hükmedilir. Sonra ona, müslüman da ortak olur. Müslümanın borcunun yarısı
kalır; o, azâd edildikten sonra alınır. Muğnî'de de böyledir.
Müslüman bir adam,
kâfir olan kölesi hakkında, iki kâfir, "onun, bir müslümana bin dirhem
borcu vardır." diye şehâdette bulunurlar "gas-bını ikrar
eyledi." diye hâkim hükmeder; köle bin dirheme satılır ve borçlusuna
verilir; sonra da, "bu kölede, bin dirhem daha borç vardır." diye
—köle satılmadan önce— iddia edilir; buna da iki müslüman şahitlik ederlerse;
bu durumda hâkim, kâfirlerin şahitlik yaptığı alacaklıdan, o bin dirhemi alıp,
iki müslümanın şahitlik yaptığı alacaklıya verir.
Şayet, ikinci alacaklı
da kâfir ise, öncekinden yarısı alınıp ona verilir.
Eğer önceki alacaklı
kâfir olurda, onun şahitleri müslüman olursa; ikinci alacaklı, müsîüman olsun
veya kâfir olsun veya şahitleri kâfir olsun, yine öncekinden yarısı alınıp
ikinciye verilir.
Bir adam, kâfir olan
kölesine ticâret izni verir; o da alır satar; sonra da müslüman olur ve başka
iki adam da onda alacaklarının olduğunu iddia ederler; onlardan birisi,
"bin dirhem alacağı olduğuna" dâir iki kâfir şahit getirir; —kendi
kölesi de kâfir olduğu hâlde—; diğer adam da, aynı şekilde "bin dirhem
alacağı için" iki müslüman şahit getirirse; iddia edenler de, efendi de
ister müslüman olsun; isterse kâfir olsun, müslüman şahitlerin şehâdetleri caiz
olur. Şahitleri kâfir olana bir şey yoktur.
Müslüman veya zimmî
olan bir kimse, kâfir olan kölesine, ticâret izni verir; müslüman iki şahit
de, "onun, bir müslümana borcu olduğuna" şahitlik yaparlar; iki zimmî
şahit de, "onun, bir müslümana borcu olduğuna" şahitlik yaparlar;
iki güvenceli şahit de "onun, bir müslümana borcu olduğuna" şahitlik
yaparlarsa; işte bu durumda, hâkim iki güvencelinin şehâdetlerini ibtâl eder
ve iki müslüman ile, iki zimmî şahitlerin şehâdetiyle hükmeder.
Sonra, o köle satılır.
Önce müslüman şahitlerin şehâdetiyle hükmedilen alacaklıya verilir.
O hakkını aldıktan
sonra, artarsa; zimmîlerin şahitlik yaptığı kimseye verilir.
Ondan da artarsa,
efendisinin olur.
Şayet efendi harbî
ise; veya efendi de, kölesi de harbî ise mes'ele hâli üzeredir. Borcun tamamı
köleye hükmedilir; köle satılır ve önce şahitleri müslüman olan borçlusundan
başlanır; artarsa, şahitleri zimmî olan borçlusuna verilir; sonra da artanı
harbî olana verilir.
Şayet, alacaklıların
tamamı zimmî iseler, mes'ele hâli üzeredir. Önce, şahitleri müslüman olan
alacaklı, alacağını alır; sonra, şahitleri zimmî olan alır; artarsa, onu da
şahitleri harbî olan alır.
Alacaklıların tamamı
güvenceli kişilerse, onlara tahsis edilir. Şayet efendi, müslüman veya zimmî
köle de harbî ise ve bu harbî dâr-i İslâm'a güvenceli girmiş; efendisi de onu
satın almış ve ona ticaret için izin ver-mişse; mes'ele aynıdır? Yani
harbîlerin onunla ilgili şahitlikleri kabul edilmez.
Bir harbî, bizim
yurdumuza emniyetle girer; onun da yanında bir kölesi olur ve ona, ticâret için
izin verirse; güvenceli iki şahidin onunla ilgili şehâdeti —efendisine karşı
şehâdetlerinin caiz olması gibi— caizdir. Mebsût'ta da böyledir.
Bir müslüman için, bin
dirhem üzerine, iki harbî bizim yurdumuza güvenceli olarak girmiş bir ticâret
kölesine karşı şahitlik yaparlar; bir zimmî için de, bin dirheme, iki zimmî
şahitlik yaparlar; bir harbî için de iki müslüman şahitlik yaparlar ve bu
köle, bin dirheme satılırsa, o bin dirhem harbî ile zimmî arasında yan yarıya
taksim edilir. Sonra da harbînin aldığının yarısını müslüman alır. Muğnî'de de
böyledir.
Zimminin şahitleri,
harbî, müslümanın şahitleri ise, iki zimmî olursa; mes'ele hâli üzredir:
Kölenin parası müslüman ile harbî arasında yarı yarıyadır; harbîye isabet
edenin yarısını ise zimmî alır. Mebsût'ta da böyledir.
Bir zimmî için, iki
müslüman şahitlik yapar; bir harbî için de iki zimmi şahitlik yaparlar; bir
müslüman için de, iki harbî şahitlik yaparlarsa kölenin bedeli, zimmî ile
harbî arasında yan yarıya ortak olur. Sonra da harbînin aldığının yansını,
müslüman alır. Muğnî'de de böyledir.
Bir köle borçlanır;
efendisi de: "O izinsizdir." der; alacaklıları da: "O
izinlidir." derlerse; efendinin sözü geçerlidir.
Alacaklılar, onun
izinli olduğuna dâir iki şahit getirirler ve onlardan birisi: "Onun
efendisi, ona, bez alıp satmaya izin verdi." der; diğeri de: "Buğday
alıp satmaya izin verdi." derse; ikisinin de şahitlikleri caiz olur.
Şayet borç, bu iki sınıfın
dışından ise, şahitlerden birisi: "Bez satın almaya izinlidir." der;
diğeri de*: "Efendisi bez alırken gördü ve men etmedi." derse;
ikisinin şehâdeti de bâtıldır. (= geçersizdir)
Şayet onlardan birisi:
"Buğday alırken gördü; men etmedi." derse; ikisinin şehâdeti de
bâtıldır.
Eğer ikisi de:
"Bez satın alırken gördü de, efendisi onu ahm-satımdan men etmedi."
derlerse; işte o satın alış, caizdir; köle de ticârete izinlidir. Mebsûf'ta da
böyledir. [12]
İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.), İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.), şöyle buyurmuşlardır:
Bir adam, kölesine
alış-veriş için ticâret izni verdiğinde; o köle bir câriye, veya köle yahut bir
eşya veya başka bir şeyi, fâsid olan bir satışla satar; müşteri de, onu teslim
alır ve cariyeyi veya köleyi azâd eder veya satarsa; işte bu caizdir.
Bunların tamamının
kıymeti, kölenin üzerinedir. Keza-bu köle, bir köleye, bir câriye veya köle
yahut bir eşyayı, fâsid bir satışla satar ve satın alan köle de, onu teslim
alıp bir başkasına satarsa; bu da caizdir.
İzinli bir köle, bir
câriye veya köleyi, fâsid bir alış-verişle satın alıp, onu teslim aldığında; o
câriye veya köle, bu izinli kölenin yanında, kölenin nefsini icara vermesi
veya ona bağış yapılması gibi bir yolla kazanç sağlar; o da, onu kabul ederse;
bu kazancı, izinli köleye teslim etmesi gerekir mi?
İmâm şöyle
buyurmuştur:
Eğer o köle, izinli
kölenin malı olduğunu ikrar etmişse, o takdirde, izinli köle ona sahip olur.
Eğer, başkasına satar
veya yanaıda zayi olur ve kıymetini satıcıya öderse; onların kârı me'zun
kölenin olur.
Eğer köle, onların
kedi mülkü olduğunu ikrar etmemişse (şöyleki: Onları satıcıya geri vermişse)
âlimlerimize göre, onların kazançlarını da satıcıya iade eder.
Bu, kitabda
zikredilmedi diyenlere göredir.
Şayet izinli kölç,
câriye ve köleyi satıcıya iade ederse; İmâmeyn'e göre böyledir. Fakat, İmâm Ebû
Hanîfe (R.A.)'ye göre, kârı izinli köleye verilir; satıcıya verilmez. Aslını
reddedince, kârâı da reddetmek gerekir.
Satıcı, onu sadaka
eder mi?
Eğer, satıcı hür ise,
bi'I-ittifak, onu sadaka eder.
Eğer izinli köle ise,
ona tasadduk etmez.
İzinli köle, onu
tasadduk etmeyince, onun üzerinde borç varsa; o kâr'dan, onun borcunu verir ve
o, alacaklılar için helâl olur.
Eper, üzerinde borç
yoksa, onu efendisi alır.
İmâm, şöyle
buyurmuştur: Bana göre en sevinlisi, onu sadaka etmektir. Ancak, efendisi
satıcısı ise, onun o kazancı sadaka etmesi elzemdir. Onun satıcısının izinli
köle olduğu o zaman, efendisinin onu sadaka etmesi müstehâp olur.
Bundan sonra, satın
alınan köle nefsini icara verdi veya ona bir bağış yapıldı ise, o, onun kazancı
olur. Şayet onu, izinli köle icara verirse; onun kazancı, izinli kölenin olur
ve her haliyle ona teslim edilir. MuğnF-de de böyledir.
Bir adam, kölesine
ticâret izni verir; o köle de bir cariyeyi, bir adama, fâsid bir satışla
ticaretiyle satar; o adam da, cariyeyi teslim aldıktan sonra onu satın alıp,
bir başkasına satar ve ona teslim ederse; bu ikinci satış caiz olur. Bu, önceki
satışı da nakzetmez.
Hatta, köle ister
borçlu olsun, isterse olmasın, müşteri izinli köleden cariyenin bedelini
alabilir.
Satın aldığı cariyeyi,
izinli bir köleye sattığı zaman, bu satış, önceki satışı nakzeder. (- bozar)
Ve müşterinin, kölenin bedelini, me'zun köleden alması gerekmez Tazminattan da
kurtulur. Me'zun köle, ister borçlu olsun; isterse olmasın müsavidir. İzinli
köle, bir cariyeyi, efendisine satıp ona teslim etse; eğer köle borçlu
değilse, önceki satış bozuk olur.
Fakat köle borçlu ise,
ikinci satış caiz olur. Ve, müşteri, cariyenin kıymetini me'zun köleye tazmin
eder. (- öder)
İzinli kölenin
cariyeyi, bir müdâribe satması caizdir.
Keza, onu, müdâribin
efendisine satsa, yine caiz olur. Köle, ister borçlu olsun, isterse borçlu
olmasın farketmez.
Şayet, efendinin
oğluna veya babasına yahut mükâtebine veya küçük oğluna satarsa; köle borçlu
veya borçsuz olsun bu satış yine caizdir.
Yabancı biri, izinli
köleyi alım-satıma vekil eder; o da, cariyeyi müvekkiline satarsa; câriye
âmirin parası müşterinin olur.
Bir adam, insanlara:
"Bu benim kölemdir; ona ticâret izni verdim." der; halk da ona
birşeyler satarsa; borcu üzerine vacip olur.
Sonra da o köleye bir
sahip çıkar; ve bu hak sahibi de "ona izin verdiğini" söylerse; işte
o köle, izinli olarak baki kalır. Borcu hakkında alım-satım yapar.
Şayet hak sahibi izni
inkâr ederse; köleye borç isabet etmez. Ancak, hak sahibi, onun çn az
kıymetini alacaklılarına öder.
Eğer, "bu benim
kölem." demeden, ona mal satarlarsa; efendisi onlara borçlu olmaz. Çünkü,
onları kandırmamıştır. Öncekini de kandırmıştı. Tahâvî Şerhı'nde de böyledir.
.
Aldanana gelince, o
sözü duyanla, duymayan arasında bir fark yoktur. Biri onu bilse de, duymayan
beyan eylese; o da anlamasa aynıdır.
Âmir, bütün sokak
ehline hitaben: "Bu, benim kölemdir. Buna buğday satınız. Ben, buna bu
hususta izin verdim." der; çarşı halkıda, ona budaydan başka şey satarlar;
sonra da onun hür veya başkasının kölesi olduğu meydana çıkarsa; ona,
efendisinin dediğinden başka şey satanlar, alacaklarını, onun efendisine
ödetirler. Onun önceki sözü boş söz olur. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, kölesine
ticâret izni verdiği hâlde, ona, bir şey alıp-satmasmı emretmez; Sonra da
efendisi, belirli bir" adama veya bir topluluğa, o köleyle, alım-satım
yapmalarını söyler; o köleyle de, —onlar değil de— başka bir topluluk ahş-veriş
yaparlarsa; söylediği kimseler için, köîenin borcunun yerine, efendisi, kölenin
az kıymetini tazmin eder; ötekilere tazminat yoktur.
Şayet efendi,
topluluğa, "Köleye bez satmalarını" söylediği hâlde, onlar, ona başka
şey satarlarsa; kandırana tazminat yaptırılar.
Bir adam, çarşıya
gelerek: "Ona satış yapınız" der; fakat "O benim kölemdir."
demez; o köle de borçlanır; sonra da ona bir hak sahibi çıkar veya hür olur
yahut müdebber olduğu anlaşılırsa; emreden şahsa, birşey gerekmez.
Şayet çarşıya gelir
de: "Bu, benim kölemdir. Ben ona izin verdim; onunla alım-satım
yapınız." der; onlar da ona bir şeyler satarlar; sonra da, o köleye bir
hak sahibi çıkar veya hür olduğu anlaşılırsa; onlara "satış yapınız."
diyen âmir me'zun köle veya mükâtep yahut izinli sabî ise, satıştan dolayı, bir
tazminat gerekmez. Satış yapanlar, âmirin hâlini bilsinler veya bilmesinler
farketmez.
Şayet emreden mükâtep
ise, cariyesini çarşıya getirir ve: "Bu, benim câriyemdir. Buna satış
yapınız. Ben, buna izin verdim" der; o da borçlanır; sonra da onun,
izinden önce mükâtepten bir çocuk doğrudu-ğu bilinirse; alacaklılar, cariyenin
kıymetini mükâtebe ödetirler. Meb-sût'ta da böyledir.
Köleyi çarşıya getiren
adam: "Bu, benim kölemdir. Ben, ona ticâret izni verdim. Onunla mubayaa
yapınız." der; halk da onunla alım satım yapar; o köle borçlandıktan
sonra, ona birhak sahibi çıkar ve o zat da, bu köleye daha önceki getirmeden
önce izin vermiş olursa; artık, o köle, alım-satımına devam eder. Onun
borcunu, sonraki —emreden değil de— önceki tazmin eder. Eğer ona hak sahibi
çıkan şahıs, bir mü-debber ise, onun borcunu ikinci zat tazmin eder. Muhiyt'te
de böyledir.
Ticaretten men edilmiş
bir köleyi, bir başkası çarşıya getirerek: "Bu benim kölemdir. Bununla
alım-satım yapınız." dedikten sonra asıl efendisi izin verir; o da
borçlanırsa; önceki aldatan şahsa, tazminat gerekmez.
Şayet, bin dirhem
önceki efendisi izin vermeden önce, bin dirhem de izinden sonra borçlanırsa;
önceki aldatıcının, kölenin kıymetinin yansını tazmin etmesi gerekir.
Bir adam, kölesini
çarşıya getirerek: "Bu, filanın kölesidir. Beni buna ticâret izni vermem
için vekil kıldı. Ben de size söylüyorum, bununla alım-satım yapınız."
der; onlar da onunla ahş-veriş yaparlar ve o köle, borçlu düşer; sonra da asıl
efendisi gelerek: "Ben, ona izin vermedim. Vekil de tâyin etmedim."
derse; bu durumda vekil, kölenin kıymetinden az olanını tazmin eder.
Şayet, köle hür çıkar
veya ona bir hak sahibi çıkar yahut efendisi, onu müdebber eylemiş olursa; o
zaman vekil, tazminatı aynı şekilde yapar. Ve, müvekkiline müracaat eder.
Eğer müvekkil, vekili
ikrar ederse, bu böyledir.
Şayet yalanlarsa;
müracaat edemez. Ancak tesbit ederse (isbat ederse) o müstesnadır.
Köleyi çarşıya getiren
zat: "Bu, benim iyâlimde küçük oğlumun kölesidir; bununla alım-satım
yapınız." der; onunla halk alım satım yapar ve o borçlu düşer; sonra da o
köleye bir hak sahibi çıkar veya onun hür olduğu anlaşılırsa; kölenin en az
kıymetini, o baba, alacaklılara tazmin eder.
Babanın vasisi, dede,
imâm, kardeş ve benzerleri de böyle yaparlarsa; onlar, adam aldatmış olmazlar
ve tazminatta da bulunmazlar. Meb-sût'ta da böyledir.
Bir adam, bir sabiyi
çarşıya getirerek: "Bu, benim oğlumdur; bununla alım-satım yalnız.; ben
buna ticâret izni verdim." der; sabî de, ahm-satımı bilecek akıl sahibi
olur ve halk onunla alım-satım yaparlar ve o borçlanır; sonra da bir adam
beyyinesiyle "o çocuğun, kendi çocuğu olduğunu" isbat eder ve:
"Bu izne hak sahibi değildir." derse; bu çocuğa, hâlde ve bulûğa
eriştikten sonra, bir şey gerekmez.
İzinsiz köle, buna
muhaliftir. Borcu, ondan azâd edildikten sonra alınır.
Ancak alacaklılar,
çocuğu getirip de: "Bu izinlidir." diyene müracaat eder ve
alacaklarını ondan alırlar. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, bir köleyi
çarşıya getirerek:' 'Bu, benim müdebber olan kölemdir; bununla alım-satım
yapınız." der; o da borçlanır; sonra da bir başkası, "kendisinin
müdebberi olduğunu" beyyinelerse; bu durumda müdebberin borcu bâtıl (=
geçersiz) olur. Azâd olunana kadar, aldatan şahsın onun kıymetini tazmin
etmesi gerekmez; kazancından vermekte gerekmez. Şayet müdebber, hak sahibinin
yanında iken, bir adam öldürğrse; o takdirde, aldatıcı müdebberin kıymetini
alacaklılarına öder.
Bir adam, çarşıya bir
câriye getirir ve: '"13u, benim câriyemdir. Bununla alım-satım
yapınız." der; bu câriye de borçlu düşüp, kendi kıymeti kadar borçlanır;
sonra da bir çocuk doğurur; ona da birisi hak sahibi çıkar ve o çocuğu alırsa;
o zaman, aldatıcı, hem cariyenin, hem de çocuğun kıymetini alacaklılarına öder.
îster aldattığı zaman, cariyenin kıymeti yüksek olsun; isterse alçak olsun
değişmez.
Şayet, birinci adam,
beyyine ibraziyle, "ikinci adamın, o cariyeye daha önce ticâret izni
verdiğini'' isbat edebilirse; tazminattan berî olur. (- kurtulur) İzin ister,
halkı kandırmadan önce verilmiş olsun; isterse câriye borçlanmadan olsun
farketmez.
En doğrusunu bilen
Allahu Teâlâ'dır. [13]
İzinli bir köle, hür
veya köle bir adama karşı, hatâen cinayet işlemiş olur ve kendisi de borçlu
bulunursa; efendisine: "Cinayeti sebebiyle, onu ver. Değilse, cinayet
bedelini öde." denilir.
Eğer efendisi,
fidyesini vermeyi seçerse, bu köle, cinayetten temize çıkar. Önceki alacaklılarının
hakkı, onun üzerinde kalmış olur ve bu köie, borçlan için satılır.
Şayet efendisi, onu,
cinayetine karşılık olarak verirse; artık alacaklılar onu cinayet sahibinin
elinde takip ederler. Alacakları için sattırırlar değilse, onun dostları
fidyesini öderler. Mebsût'ta da böyledir.
Köle, cinayet
karşılığı verildikten sonra, alacaklıları için satılırsa, bu durumda cinayet
yakınlarının, kölenin efendisine hiç bir şeyle müracaat haklan yoktur.
İzinli köle, cinayeti
borçlanmadan önce yaptı ise; hüküm buna muhaliftir.
Eğer efendisi, borcu
için, o köleyi £attı da, alacaklılarına verdi ise, cinayetin yakınları kölenin
bedeli için, efendisine müracaat ederler. Mu-hiyt'te de böyledir.
Şayet cinayeti, izinli
kölenin kölesi yaptı ve hür veya köle bir adamı hatâen öldürdü ise, bu
takdirde, köleyi vermeye muhatap, İzinli köledir. Bu izinli köle,.onun
fidyesini verir. Onun efendisi müstesnadır. Muğ-nî'de de böyledir.
İzinli kölenin,
ticâretten bîr cariyesi olur ve o, hatâ ile bir adam Öldürürse; izinli köle,
isterse, cinayet bedeli olarak, o cariyeyi verir; isterse, fidyesini verir.
Köle, ister borçlu olsun, isterse olmasın farketmez.
İşlenen cinayet, bir
âdâm öldürmek; cariyenin kıymetide bin dirhem olur ve izinli köle, ona bedel
olarak onbin dirhem fidye vermiş bulunursa; bu caizdir.
Bu, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'nin kıyâsıdır. İmâmeyn'e göre ise, caiz değildir.
Cinayet kas den
yapılmışsa; cariyeye kısas gerekir.
Şayet izinli köle,
cinayet yakınları ile anlaşma yaparsa; bu da caizdir.
İzinli köle, kendisi
katil olur ve nefsine karşı anlaşma yaparsa, —üzerinde borç olsun veya olmasın—
bu sulh (= anlaşma) caiz olmaz. Mebsût'ta da böyledir.
İzinli kölenin,
nefsine karşı yapmış olduğu anlaşmayı hâkim bozduğu zaman, ölenin yakınları
köleyi öldüremezler. Sulhları için, —o köle azâd edilene kadar— bir mürâcaatda
da bulunamazlar. Muhıyt'te de böyledir.
Bir köle, kasden bir
adamı ölüdürdüğünde, o kölenin üzerinde de borç bulunur; kölenin efendisi de
cinayet ehli ile cinayet hakkında anlaşma yaparsa; bu caiz olmaz ve ehli cinayetin,
bu köleyi öldürme hakkı da olmaz; kısas düşer. Köle borcu için satılır; fazla
bir şey kalırsa, ehli cinayete verilir; değilse onlara bir şey yoktur.
Muğnî'de de böyledir.
İzinli kölenin,
ticâretten bir evi olur; onun içinde de, ölü bir adam bulunursa; —bu izinli
köle, borçlu olsun veya olmasın- diyet,
efendisinin baba taraf akrabasına düşer.
Bu, İmâmeyiTe göre
böyledir.
İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre ise, eğer köle, kendi kıymetini içine alacak kadar borçlu
değilse, böyledir. Şayet, o şekilde borçlu ise, efendisinin âkilesine birşey
gerekmez. Fakat, "köîeyi veya fidyesini vermesi" söylenir.
Bu, kıyâsdır.
İstihsânda ise, diyet
efendinin akîlesine aittir. Bundan dolayıdır ki, izinli köle, bu evin duvarında
dururken, bir insanın üzerine düşerek, onun ölümüne sebeb olsa, işte bu durumda
diyet efendisinin akîlesi üzerinedir.
İmâmeyn: "Bu
da, evin içinde
bulunan ölü mesabesindedir." buyurmuşlardır.
İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.), bu husuta birşey buyurmamıştır. "Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin
istihsânen cevâbıdır. Ve bu bir hayvanın üzerine düşüpde öldürmeye muhaliftir.
Onun kıymeti, öldüren köleye aittir. Bu köle, ya onun için satılır vtya
fidyesi verilir." denilmiştir. Mebsût'ta da böyledir.
İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.), İmâm Ebû Yjîsuf (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.), şöyle buyurmuşlardır:
İzinli ve borçlu olar,
köle, bir cinayet işler; efendisi de, onun alacaklıları işin, o köleyi satar
ve efendisi onun cinayetini bilmekle olursa; bu durumda o muhtadır; diyeti
seçer.
Eğer onun cinayetini
bilmiyor ise kölenin kıymetini öder. Değilse, kıymetinin-az olanını diyet
olarak verir.
Şayet efendi, köleyi
borcu yüzünden satmaz ve cinayet ashabı gelir; bu efendisi, o köleyi onlara
verir; hâkimin de bu.hususta bir hükmü olmaz ise; kıyâs, efendisinin, kölenin
kıymetini alacaklılara ödemesidir. İstihsânda ise, alacaklılara bir şey
ödemez.
Köleyi vermek caiz
olunca; istihsânen de tazminat gerekmez ve d^ köle alacaklıları için satılır.
Değilse, cinayet ashabına, kölenin fidyesi verilir. Muhıyt'te de böyledir.
Şayet alacaklılar
gelir de, borcu için, kölenin satılmasını isterler köle de efendisinin yanında
bulunuyor işe, o, cinayet sebebiyle, köleyi cinayet ehline veremez.
Efendi de, alacaklılar
da kölenin cinayetini ikrar ederler ve bunu hâkime haber verirlerse; hâkim, o
köleyi —cinayet ehli gelene kadar— alacaklılar için satmaz. Onlar gelince, bu
köleyi veya fidyesini onlara verir. Sonra da alacaklıları için, —alacaklılar
alacağını alsınlar diye— bu köleyi sattırır.
Şayet hâkim, kölenin
satılmasını, —alacaklılar için— uygun görür, cinâycr ehli de huzurda olmazlarsa
bu satış da caizdir. Cinayet ashabı-nm efendiden bir alacakları olmaz. Kölede
de olmaz ve cinayet geçersiz ohn. Manî'de de böyledir.
Şayet kadı (= hâkim),
köleyi, alacaklıları için veya başka bir se-bobie :,atarsa; borçlarını verir.
Şayet bir artım
olursa, onu da cinayet ashabına verir.
Liğer cinayetin
diyeti, kölenin kıymetinden fazla ise, yapılacak bir şey yoktur.
Şâyel kıymeti,
diyetinden fazla ise, o fazlalık, kölenin efendisine verilir.
Şu mes'ele, buna muhaliftir.
Efendi, hâkimin hükmü
olmaksınız, köleyi, kıymetinden fazlaya satar; onun cinayet işlemiş olduğunu da
bilmeden, bin dirhem kıyme-linde olan ve ikibin dirhem borcu bulunan bu köleyi,
besbin dirheme saup, bin dirhem olan borcunu verir; geride de dörtbin dirhem
kalırsa; o zaman, kölenin kıymeti olan bin dirhemi, cinayet bedeli olarak
verir.
Cinayet bedeli olan
diyet, bin dirhemden fâzla ise, ona itibar edilme/. Kalan üçbin dirhem,
efendiye aittir.
Şu mes'ele de, buna
muhaliftir.
Şayet, cinayet sahibi
huzurda olur ve köle, cinayetin velisine verilir; sonra da hâkim, onu
alacaklıları sebebiylede satar ve bu kölenin parası, borcundan fazla gelirse,
artan o fazlalık, cinayet ashabına verilir.
Eğer fazlalık,
cinayetin diyet bedelinden de fazla olursa; işte o faz-i;Jık, efendisinin
olmaz, Muhıyt'te de böyledir.
İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.), İmâm Ebû Yfısuf (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.) şöyle buyurmuşlardır:
Ticârete izinli olan
—borçlu veya borçsuz— bir köle, bir adamı kas-den öldürürse; o kısas yapılarak
öldürülürse; alacaklılarının efendiye karşı yapacağı bir şey yoktur.
Şayet katıl, çok veya
az kan bedeli olarak, dinarlar, dirhemler veya arazi karşılığı anlaşma
yaparsa; bu caiz olur. Verdiği şeylerle borcu ödenir.
Eğer arazi ve köle
karşılığı sulh yapılırsa; borcu için bunlar satılır; değilse efendisi fidyesini
verir.
Bu, me'zun kölenin bir
adamı kasden öldürmesi hâlinde böyledir. Bu köle, ister borçlu olsun, isterse
olmasın, farketmez.
İzinli köle adam
öldürmez de, izinli kölenin kazanmış olduğu köle adam öldürürse, şayet izinli
kölenin üzerinde borç yoksa, kısas, efendi için yapılır; izinli köle için
yapılmaz. Muğaî'de de böyledir.
Şayet izinli köle,
kısas, için, mal mukabili anlaşma yaparsa; bu caiz olur mu?
İmâm Muhammed (R.A.),
bu hususta bir şey söylememiştir.
Fakıyh Ebû Bekir
el-Belhî şöyle buyurmuştur:
Bu mes'elede iki
rivayet vardır: Bir rivayette "caiz olmaz." denilmiş; bu kıyâs
üzeredir. İkinci rivayette ise, "izinli köle tarfından yapılan sulh
caizdir." denilmiştir. Muhıyt'te de böyledir.
Amma izinli köle
borçlu olursa; —borcu ister az; ister çok olsun— gerçekten maktulün kıymeti,
katilin üzerinedir ve o, onu kendi malından, üç seneye kadar verilecektir.
Yalnız ölenin kıymeti
onbin dirheme ulaşırsa, o takdirde, onda biri düşürülür ve o, alacaklıların
olur. Mebsût'ta da böyledir.
İmâmeyn, şöyle
buyurkuştur:
Bir adamın, kölesi,
cinayet işleyip, hatâen bir'adam öldürdükten sonra, efendisi, —cinayetini
bildiği— hâlde veya bilmeyerek ona ticâret izni verir ve o, bir köle
karşılığında, başka bir köle satın alıp onu da satar; bilâhare de borçlu
düşerse; bu, efendisi tarafından bir fidye olmaz.
Onun efendisine:
"Ya köleyi, veya fidyeyi verirsin" denilir. Şayet, cinayet ehline
fidyeyi verirse, o zaman köle, diğer borçluları için satılır.
Eğer fidye vermeden
köleyi verirse; o takdirde alacaklılar, o köleyi takip ederlers ve alacakları
için onu Sattırırlar.
Ancak cinayet ashabı,
onların alacaklarını verirse; o müstesna...
Şayet, kölenin borcunu
öderlerse ne ala...
Ödemezlerse,
alacaklılar, efendisine alacakları için müracaat ederler.
Şu mes'ele buna
muhaliftir.
Eğer efendi, köleyi
çalıştırır ve köle bundan dolayı ölürse; efendisi için tazminat yoktur. Ve
cinayet ehline bir şey vermesi gerekmez. Mu-hıyt'te de böyledir.
Efendi; kölesinin
cinayetten sonra, ahm-satim yaptığım gördüğü hâlde, onu men etmez ve susarsa;
onun susması, ticâret için izin vermiş olduğuna açık (= sarih) bir delildir.
Mebsât'ta da böyledir.
Şayet bir efendi,
kıymeti bin dirhem olan kölesine ticâret izni verir; o da tam bir dirhem
borçlandıktan sonra, bir cinayet işler; efendisi de o köleyi cinayet bedeli
olarak verir; o verilince de alacaklıları, bu köleyi sattırırlarsa; bu durumda
cinayet ehli kölenin kıymeti için efendisine baş vuramazlar.
Bu mes'ele şuna
muhalifdir:
Cinayet borçdan önce
işlenirse; o takdirde, cinayet sahipleri efendiye müracaat edip kölenin
kıymetini ondan alırlar. Muhıyt'te de böyledir.
Eğer, köleye, bin
dirhem borç cinayetten önce; bin dirhem de cinayetten sonra isabet eder; bu
kömenin kıymeti de, bin dirhem olur; sonra da efendisi, o köleyi cinayet bedeli
olarak verir ve bu köle, bütün borçları için satılırsa; —hangisi için
satılırsa, satılsın;— alacaklılar, kölenin kıymetinin yarısı için, efendisine
müracaat ederler. Mebsût'ta da böyledir.
İzinli veya izinsiz
bir köle, hatâen bir cinayet işledikten sonra, "efendisine borçlu
olduğunu" ikrar ederse; bu durumda efendisi, onu cinayete fidye olarak
veremez.
- Eğer ikrar eylediği
zaman onun cinayetini biliyorsa, efendiye: "Ya köleyi, veya kıymetini
ver." denilir.
Şayet efendi, kölenin
kıymetini cinayet bedeli olarak, verirse; bu köle, diğer alacaklıları için
satılır. O takdirde, hiç kimsenin efendiye bir diyeceği kalmaz.
Şayet cinayet ehline
fidye vermez de, köleyi verir kölenin alacaklıları da, bu köleyi —alacakları için—
sattırıhrlarsa; o takdirde, cinayet ashabına fidye vermeleri gerekir. Muğnî'de
de böyledir.
Şayet kölenin
efendisi, "onun, hatâen bir cinayet işlidiğini" kendisi ikrar eder;
sonra da bir başka cinayet ikrarında bulunur; önceki cinayet ashabı da, sonraki
cinayet ikrarını yalanlarlarsa; o zaman, efendiye: "Köleyi, iki cinayet
ehline teslim et veya fidyelerini ver." denir.
Şayet efendi, köleyi
ikisine teslim ederse; önceki cinayet ehli, efendiye, kölenin kıymetinin
yarısı için müracaatta bulunurlar.
Bununla, kölenin diğer
borcu arasındaki fark nedir?
Şayet efedi, kölenin
cinayeti ile diğer borcunu ikrar eylemiş olursa; o takdirde, ikrarı sahih
olmazdı; fark budur. Muhıyt'te de böyledir.
Borçlu bir köle,
kasden bir adam öldürdüğünde; efendisi cinayet ehli ile, köleyi onlara vermek
üzere anlaşma yaparsa; bu sulh, diğer alacaklılara karşı geçerli değildir.
Yalnız, kan sahibi bu
durumda köleyi öldüremez.
Sonra, bu köle borcu
için satılır. Borçtan bir şey artarsa; oda cinayet sahiplerinin olui.
Şayet, bir şey artmaz
ise, bu durumda cinayet sahiplerinin, efendiye karşı yapacağı bir şey yoktur.
Köleye karşıda köleliği veya azâd edildiği zaman —yapacakları bir şey yoktur.
Şayet anlaşma
yapmasalar da; kan sahibinin birisi hakkını af-feylemiş olsa; o takdirde,
efendi, kölenin yarısını diğerine verir; veya fidyesini verir; sonra da bu
köle, diğer borçlan için satılır.
Borçlu bir köle,
kasden bir adam öldürdüğünü ikrar eder ve bunu da efendisi tasdik veya tekzip
eder ve şayet velilerden biri hakkını affederse; bu durumda cinayet tamamen
bâtıl olur; köle, diğer borçlan için satılır. Aksi taktirde; efendisi, borcunun
tamamım kendisi öder.
"Eğer köle
cinayeti doğrular ve kendisi, bu cinayete karşılık, fidye olarak verilirse;
efendiye kölenin yarısını o af etmeyen kimseye ver." denilir.
Şayet efendi, cinayeti
yalanlıyorsa; kölenin tamamı, onun olur. Yalnız fidyesini öder. Mebsût'ta da
böyledir.
Ticârete izinli ve
borçlu bir köle, bir adam öldürse, alacaklıları da, diyet sahihleri de
gelseler, hâkim, bu köleyi cinayet sahihlerine verir; alacaklılar onu takip
ederler ve köleyi sattırıp, alacakları kadarım alırlar; artan olursa, oda
cinayet ehlinin olur.
Bu, her iki taraf da
hazır olduğu zaman böyledir. Eğer, önce cinayet ehli gelir; efendi de köleyi
onlara verir; diğer alacaklıları beklemez ise yine böyledir.
Şayet önce alacaklılar
gelir; hâkim de, cinayeti bilirse; bu köle, onların alacakları için satılmaz.
Şayet cinayeti
bilmeden satılırsa, bu satış, cinayet ehli hakkında bâtıl olur; efendiye de
tazminat gerekmez. Tahâvî Şerhi'nde de böyledir.
İzinli köle,
efendisinin evinde bir ölü bulduğunda bu kölenin borcu olmazsa, oiuın kanı
heder olmuştur.
Eğer borcu varsa, hali
hazırda efendinin malından, —kıymetinin azı kadar— diyet verilir. Efendi kendi
eliyle öldürmüş olsa; onu da kölelerinden birisi, efendisinin evinde ölmüş
olarak bulsa; bu izinli kölenin üzerinde borç yoksa, onun kanı hederdir.
Şayet, izinli kölenin
kıymetini ve kazancını içine alacak kadar borcu varsa; üç seneye kadar, efendi
kendi malından ödeme yapacaktır.
İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'nin kıyâsı budur.
İmâmeyn'e göre ise,
hâli hazırdaki kıymetini öder.
Eğer borcu, bütün
kıymetini içermiyorsa ve köleyi, efendi kendi eliyle öldürmüşse bi'1-ittifak
hâli hazırdaki kıymetini öder. Mebsût'ta da böyledir.
İzinli bir köleyi,
düşman esir alıp götürdükten sonra, müslümanlar zafer bulup, onu kurtarırlarsa;
onu, efendisi alır.
Bu kölenin üzerinde,
cinayet veya başka şekilde bir borç bulunursa; ayni borçlar avdet eder.
Keza, onu bir başkası
satın alır; ondan da efendisi, bedelini vererek tekrar alırsa; hüküm yine
aynıdır.
Şayet efendisi satın
almazsa; —cinayet borcu hariç— diğer borçlar avdet eder.
"Bu köle, borcu
için satıldığında* baki kalan borcu, beytü'l-mâlden verilir." denilmiştir.
"Köle müdebber
veya mükâtep olursa; onun için beytü'l-mâlden ivaz (= bedel) verilmez"
denilmiştir.
Cinayet borcu olan bir
köle, borcu için satılıp, müşriklere teslim edilse, cinayet borcu bâtıl olur;
diğer borç durur.
Keza, bir kâfir köle,
güvenceli olarak bizim yurdumuza girse; borcu avdet eder. tiendisi onu satın
alsa da böyledir. Cinayet borcunun haricindeki borç, borç olarak kalır.
Muğnî'de de böyledir.
Bir efendi, izinli
kölesinin evinde bir ölü bulduğunda; imâm Ebü Hanîfe (R.A)'nin kıya'sma göre,
onun diyeti, -üç seneye kadar- efendinin âkîlesi üzerinedir; ölenin
vârislerine verilir, imâmeyn'e göre onun kanı heder olmuştur. Köle kendi evinde
bir ölü bulunur; üzerinde de borç olmazsa; onun da kam hederdir. Eğer borcu
varsa, efendisi onun en az olan kıymetini kendi malından öder.
Şayet ölü efendinin
başka bir evinde bulunursa, diyeti efendinin üzerinedir.
Kölenin alacaklısının
ölüsü kölenin evinde bulunduğunda, onun diyeti, izinli olan o kölenin
efendisinin akîlesi üzerinedir. Üç senede ödeme yapar.
Keza, ölü, alacaklısın
kölesi olduğunda, onun kıymetini, efendinin akîlesi üç senede öder.
Keza, bir mükâtep,
kölesine ticâret izni verir; izin verilen kölenin evinde de bir ölü bulunursa;
o kölenin üzerinde borç olsun veya olmasın, ölenin yakınlarına diyet,
mükâtebin malından, kölesinin kıymeti kadar verilir.
Bu, mükâtebin
kazandığı bir evde bulunmuş bir ölü mesabesindedir. Şayet, ölü mükâtep olan
kölenin evinde bulunmuş olsaydı, o takdirde, kanı —başka bir evde bulunduğu
gibi— heder olurdu.
İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.), bu hususta mükâtep ile hür arasında bir fark görmemiştir.
Şayet ölü, izinli
kölenin kendi evinde bulunmuşsa, mükâtebin kendi kıymetinden ve izinli kölenin
hâli hazırdaki, kıymetinden, izinli kölenin borçlan ödenir. Mebsût'ta da
böyledir. [14]
Aklı başında olan bir
sabiye (= çocuğa) alım-satım izni verilirse; işte bu caizdir.
Alım-satımda akıldan
murad, az veya çok aldanmayı veya aldatmayı tanımaktan ibarettir. Suğrâ'da da
böyledir.
Sabîye, babası veya
velîsi ticâret izni verirse; bu sabî, izinli köle gibi olur.
Şayet, alım ve satıma
aklı eriyorsa, bunun tasarrufâtı (= yâni yapacağı işler) geçerlidir.
Tasarrufât üç nevidir.
1-) Yalnız
zarar olan tasarruflar. Talâk, itâk, hîbe (= bağış) ve tasadduk gibi..
Sabî bu gibi
tasarruflar, yapmaya malik değildir. Eğer velîsi izin verirse, bu müstesnadır.
2-) Yalnız
menfaat olan tasarruflar. Bağış kabulü; sadaka kabû-lu gibi..
Sabî, bunları, velîsi
izin vermeden de kabul edebilir.
3-) Fayda ve
zarar olabilen tasarruflar. Alış-veriş gibi... İcâre ve nikâh da böyledir. Sabî
bunları yapmaya velisi izin verdiği zaman yetkilidir. İzin verilmemişse, bu
işleri yapamaz.
Sabînin velîsi,
babasıdır.
Sonra, babasının
vasisi; sonra, babasının babası olan ceddi (= dedesi) sonra, dedesinin
vasîsidir.
Sonra vali veya hâkim
yahut hâkimin vasîsîdir.
Ana ve ananın
vasisinin, sabîye ticâret izni verme yetkisi yoktur. Kâfi'de de böyledir.
Amcanın, kardeşin, ve
hükümle (= hâkimin kararı ile) tâyin edilmeyen velînin izni caiz değildir.
Muğnî'de de böyledir.
Kız kardeşin, babanın
kız kardeşinin, teyzenin sabîye izin vermesi caiz değildir.
Hızânetü'l-Müftfn'de de böyledir.
Ticârette, sabî için
izin elverişli olduğu zaman, o sabî buluğa erişmiş hür menzilesindedir. Bu
durumda, o sabî icara almaya ve icara vermeye; ücretle çalışmaya, ücretli
çalıştırmaya; alım ve satım yapmaya; vârisi bulunduğu menkul ve gayri menkûlünü
satmaya yetkilidir. Yalnız, kölesini mükâtep yapamaz. Muhıyt'te de böyledir.
Câmîü'l-Fetâvâ'da
şöyle zikredilmiştir:
Bir baba, iki oğluna
ticâret izni verdiği zaman, onlardan birisi, diğerinden bir şey satın alsa, bu
caiz olur.
Vasî hakkında ise,
caiz olmaz.
İbnü Semâa şöyle
buyurmuştur: Bir adam, iki oğluna ticâret yapmaları için izin verdiğinde,
onların ikisi de küçük olurlar; sonra da bir adama, "onların birinden,
diğeri için, bir şey satın almasını" söylerse; bu sahih olmaz.
Tatarhâniyye'de de böyledir.
İzinli bir sabî, bir
köle satın alıp, ona ticâret izni verse, bu caizdir. Mebsût'ta da böyledir.
Ahş-verişe aklı yeten
bir sabî, izin almadan önce, kendi malından bir şey satar veya kendi nefsi
için Bir şey satın alÖsa; bize göre, bu tasarrufu —velîsi izin verirse—
geçerlidir; akdi caizdir.
Keza, akıllı bir sabî,
başka birine vekil olarak, alış-veriş yaparsa; âlimlerimize göre, bu da
caizdir. Mumyt'te de böyledir.
İzinli sabî,
cariyesini nikahlamaya yetkili değildir. İmâm Ebû Ha-nîfe (R.A,.) ve İmâm
Muhammed (R.A.)'ye göre, ona babası ve vasisi yetkilidir.
Kölesini evlendirmeye
gelince, buna sabî de babası da vasisi de yetkili değildir.
Keza, bu sabî büyür ve
kölesinin evlenmesine izin verirse; bu da caiz olmaz;
Keza, köleyi, sabinin
azâd etmesi de sahih olmaz. Büyüyünce izin verse; yine bu caiz olmaz.
Bunu bir yabancının
yapması da caiz olmaz.
Şu mes'ele bunun
hilâfınadir:
Bir yabancı, sabînin
cariyesini evlendirir veya kölesini azâd eder; sabî de büyüyünce, buna rıza
gösterirse, (izin verirse) bu caiz olur.
Bunda aslolan: Baba ve
vasî tarafından, sabînin malından tasarruf edilen şeylerden her hangi birini
yabancı yapına; büyüdükten sonra, onun izni ile o bâtıl olup, babanın ve
vasinin yaptıkları caiz oluyorsa; onu bir yabancı yapar da sa8î büyüyünce, ona
rıza gösterirse; işte o caiz olur. Çünkü sonundaki izin, önündeki izin gibidir.
Bu tasarrufât,
bidayetinde sabînin izniyle caiz olunca, nihâyetinde de onun izniyle caiz ve
geçerli olur. Çünkü burda aslına bakılır. Meb-sûl'ta da böyledir.
Anadan kalan miras
hakkında, ananın vasîsinin ticârete velayet hakkı yoktur. Zehıyre'de de
böyledir.
Sabî, bir kölesini,
câriyesiyle evlendirse veya bunu sabînin babası yahut vasîsi yapsa; bize göre
caiz değildir. Sabî, ister borçlu olsun, isterse olmasın müsavidir.
Sabînin bir karısı
olduğunda; babası veya bir yabancı, onu mal mukabili boşar veya talâkını verir
yahut onun kölesini azâd eder; sabî büydükten sonra, buna rıza gösterirse; bu
bâtıldır. (= geçersizdir) Büyüdüğü zaman: "Filanın ona verdiği talâk,
onun üzerine vâkidir." veya "Filanın azadı, onun üzerine
vâkidir." derse; talâk ve ıtak vâki olur. (Yanı karısı; boş kölesi azâd
olmuş olur.) Mebsûi'ta da böyledir.
Muğnî'de şöyle
zikredilmiştir:
Baba ve vasî, sabînin
malına mâliktirler. İzinli kölesi ise, basit bir ziyafete ve sadaka vermeye
bile mâlik değildir. Nihâye'de de böyledir.
Akıllı bir sabî,
kölesini, bin dirheme birisine satıp, parasını alır ve o köleyi de teslim eder
ve müşterinin elinde iken, o köleye bir hak sahibi çıkar ve müşteriye tazmin
ettirirse;*bu sabînin izinli olması hâlinde müşteri, o sabîye müracaat ederek
köle için verdiği parasını ondan alır.
Kefili varsa, isterse
ona ödetir.
Şayet kefile ödetirse,
bu kefil, sabîye —eğer onun söylemesi ile kefil olmuşsa— müracaat eder.
Şayet sabî ticaretten
men edilmişse; —paranın zayi olmuş veya onu sabî zayi etmiş olması hâlinde—
onun tazminatı bâtıldır. ( = geçersizdir)
Eğer biaynihî
duruyorsa, müşteri onu, onun elinden alır.
Şayet adam, satın
alınan şeyin aslını, müşteriye —müşteri sabîye vermeden önce— ödetmiş; sonra da
kefilin söylemesiyle sabîye vermiş bilâhare de o köleye, —onun elinde iken bir
hak sahibi çıkarmışsa tazminat caizdir; müşteri, parasını, kefilden alır.
Mebsût'ta da bolledir.
İzinli sabî, babasına
bir köle satarsa, bunda bazı, vücûhlar vardır:
1-) Ya
kıymetiyle satar
2-) Veya,
kıymetinden bir miktar fazlasıyla satar.
3-) Yahut
kıymetinden bir miktar aza satar.
Bunların hepsi de caizdir.
Bu, bil-ittifak böyledir.
Amma halkın
"aklanmış" diyeceği kadar, fazla noksana satarsa; işte burda iki
görüş ayrılığı vardır:
Bazı nüshalarda
zikredildiğine göre, bu üç imama göre de caiz olmaz.
Şayet onda küçük için
açık menfaat bulunmazsa (şöyleki: Kıymetinin karşılığı kadarına veya az
noksanına satarsa) İmâmeyn'e göre, bu —vasinin, sabînin malım, kendi nefsine
satması gibidir ve caiz değildir.
Fakat, İmâm Ebû
Hanîfe'(R.A.)'ye göre burda iki rivayet gerekir.
Şehu'l-İslâm'da böyle
buyurmuştur. Muğnî'de de böyledir.
İzinli bir sabî, bir
yabancıya az bir miktar noksanla satarsa; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, bu,
bütün rivayetlere göre caizdir.
İmâmeyiTe göre ise,
caiz değildir.
Eğer sabî,
"parasını aldığını" söylerse; bu durumda da iki rivayet vardır:
"Bazı rivayetlerde "caizdir."; bazılarında da: "Caiz
değildir." denilmiştir.
Şeyhülislâm, Şerhı'nde,
bu rivayetlerin ihtilafı
İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göredir."
buyurmuştur.
İnıâmeyn
ise:'"Babanın veya vasinin ikrarı caiz olmaz." demişlerdir. Zehıyre'de
de böyledir.
Zâhirü'r-rivâyede,
sabinin ikrarı caiz olduğu gibi, babasının ikrarı da caizdir, mebsût'ta da
böyledir.
Sabinin: "Malını,
vasiden aldığını" söylemesi caiz değildir.
' 'İzinden sonra
malını vasiye verdiğini" söylemesi caizdir. Muhıyt'-te de böyledir.
Sabinin, ticarette
borç ikrarı caizdir. Zehıyre'de de böyledir.
Giyâsiyye'de şöyle
zikredilmiştir:
Vasi, sabiye izin
vermiş ve o da "babasına borcunun olduğunu" ikrar etmiş veya izinden
önce gasbta bulunduğunu ikrar etmiş olursa; bu ikrarı caizdir.
Keza, sabi, babasının
terekesinde tasarruf ederse, —bir rivayet hariç— bu caizdir. Tatarhâniyye'de de
böyledir.
İzinli bir sabi veya
bunak gasbı veya bir malı izinsiz iken zayi ettiklerini söylerlerse; bunu
söyledikleri zaman sorumlu tutulurlar. îk-rar olunan şahıs, ister doğrulasın;
isterse yalanlasın böyledir.
Meselâ: Bir köle, borç
ettiğini veya emânet aldığını, onuda izinsiz iken zayi ettiğini ikrar ederse,
cevap aynıdır.
Bu İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'a göre böyledir.
Diğer imamlara göre,
eğer ikrar olunan şahıs doğruluyorsa; —hâlde değil de— bulûğdan sonra sorumlu
tutulmaz.
Şayet yalanlarsa;
hâlde muâhaze edilir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Aklı alım satıma yeten
bunak, sabi gibidir.
Bunağa, ancak babası,
vasisi, dedesi tarafından izin verilir. Başka taraftan izin verilemez.
Bunakla ilgili hüküm
de sabinin hükmünün ay-dsidır. Hizânetü'l-Müflîn'de de böyledir.
Şayet, bunağın aklı
alım-satıma ermiyorsa; onu oabası veya vasisi izin verseler bile, ticâret
yapması sahih olmaz.
Matuhun (= bunağın)
aklı alım-satıma yetse bile, oğluna verdiği ticâret izni bâtıldır.
Bundan dolayı, matuhun
büyük oğluna verdiği ticaret izni de, aynen sabi gibidir. Ancak, onun,
ticârete aklı eriyorsa, o zaman izin sahih olur; aklı ermiyorsa sahih olmaz.
Keza bunağa babası ve dedesinin dışında kim izin verirse versin, o bâtıldır.
îster kardeşi olsun, ister amcası olsun, isterse başka bir akrabası olsun, bu
izin geçersizdir. Zehıyre ve Mebsût'ta da böyledir.
Bu aslen bunak olana
dâirdir.
Fakat, önce akıllı
olduğu hâlde sonradan bunamış olan şahsa gelince, onun babası, ona ticâret
izni verse, bu sahih olur mu?
Fakıyh Ebû Bekir
el-Belhî: "İstihsânen sahih olur." demişlerdir. Bu, İmâm Muhammet!
(R.A.)'in kavlidir.
Fakıyh Ebû bekir,
Muhammed bin İbrahim el-Meydanî de şöyle buyurmuştur:
İstihsânen sahih olur.
Bu, bizim üç imamız'ın kavlidir. Buna göre, aklı başına geldi; sonra cinnet
getirdi; babası da bunak veya mecnun; artık, onun oğlu için tasarruf yapmaya
yetkisi yoktur. Ancak, evlendirme tasarrufu vardır. Zehıyre'de de böyledir.
Sabinin malında
tasarruf hakkı ticâret için izin verme hakkı da vardır. Keza, bu şahıs, o
sabinin kölesine izin vermeye de yetkilidir.
Sabinin babası, küçük
oğlunun kölesine ticâret izni verirse; bu da caiz olur.
Babanın ölümünden
sonra, Vasi de böyledir. Keza, babanın ölümünden sonra, dede de böyledir. Vasi,
baba tarafından tâyin edilmese bile, yine izin sahihtir. Fakat, baba hayatta
iken, dedenin izni sahih olmaz. Keza, babanın vasisi varken, dedenin izni sahih
olmaz. Bu, bize göre böyledir. Muğnî'de de böyledir.
Hâkim, yetimin
kölesine ticâret izni verdiğinde, o yetimin babasının vasisi olmazsa; izin
caiz olur. zehıyre'de de böyledir.
Babanın, vasisinin
veya, hâkimin izninin sahih olduğu bir durumda, köle borçlu düşerse, o köle
satılarak borcuna karşılık verilir. Bize göre, bu böyledir.
Bir kadın ölüp, bir
adama vasiyette bulunur ve bir —iki tane de babasız çocuk bırakır; o çocuğun,
babası olmadığı gibi, babasının vasî-si ve dedesi de olmaz: bu kadın da bir
hayli miras terkeder ve o sabinin kölesine anasının vasîsi izin verirse; bu
izin sahih olmaz. Zehıyre'de de böyledir.
Hâkim, bir köleye,
"yalnız yiyecek alım-satım yapması için" izin verdiği hâlde, bu köle
başka şeyler de alıp satarsa; bu caizdir. Çünkü o, sabînin naibidir.
Baliğ olmuş bir
efendi, kölesine: "Yalnız bez satın al ve sat. Başka bir şey alıp satma;
seni başka şey alıp satmadan men ediyorum." derse; bu köle bütün ticâret?
izinli sayılır. Hâkim böyle söylese geçersiz olur. Mebsut'ta da böyledir.
İzinli bir köle,
hâkimin izin verdiği ticâreti yaparken ve izin vermediği ticâreti yaparken
borçludur; her iki alacaklı da da'vâ ederse; bu durumda hâkim, kendisinin izin
vermediği ticâreti yapan alacaklıların alacaklarını ibtâ! eder. Çünkü, onun, o
hususta tasarrufati geçerli değildir.
Alacaklı başka hâkime
çıksa; bu hâkim, diğerinin hükmünü ibtai edemez. Bu, başka bir içtihat gibi
değildir.
Keza, hâkim, bütün
tasarrufâtını caiz görür; alacaklılar da onun caiz gördüğü şeylerden dolayı
alacaklı olduklarını isbat ederlerse; onu, başka hâkimin ibtâl hakkı yoktur.
Muhıyt'te de böyledir.
Bir hâkim, sabî veya
bunağa ticâret izni verdikten sonra, bu hâkim azledilse; bu sabî ve bunak yine
izinlidirler. Ticâretlerine devam ederler. Mebsut'ta da böyledir,
Sabînin veya bunağın
babası veya vasîsi yahut dedesi olsa, ( — babasının babası) olur; hâkim de, o
sabînin veya bunağın ticâret yaptığını görür ve o da izin verir; çocuğun
babası ise, izin vermekten kaçınırsa; bu durumda, hâkimin izin vermesi de
caizdir. Her ne kadar, hâkimin velayeti, baba ve vasîden sonra #e de, bu
böyledir. Muhıyt'te de böyledir.
Hâkimin izin verdiği
birini, baba veya vasî men ederlerse; hâkim hayatta oldukça bu men sahih
olmaz. Muğnî'de de böyledir.
Hâkim ölür veya
azledüirse azledilmesinden sonra, birisi izinli sabiyi ticâretten men ederse;
bu menleri bâtıldır. (= geçersizdir.)
Keza, azlinden sonra,
aynı hâkim men etse; menî geçersizdir. Ancak bir hâkim ölür veya azledilir de,
yerine başka bir hâkim gelir ve o men ederse, men'î geçerli olur. Mebsut'ta da
böyledir.
İbrahim'in Nevâdiri'n
de, İmâm Mehummed (R.A.)'in şöyle buyurduğu nakledilmiütir: Hâkim, bir çocuğun
kölesine, ticâret izni verir; vasîsi, bunu hoş görmese bile, o izin caizdir.
Tatarhâniyye'de de böyledir.
Bir hâkim, sabînin
kölesine ticâret izni verdiğinde, o çocuğun babası sağ olur ve o izni kerih
görürse; bu izin, yine de caiz olur. Muğnî'de de böyledir.
Şeyhu'l-İslâm şöyle
buyurmuştur:
Bir hâkim, bir sabi
veya bunağın yahut sabînin kölesinin alış-veriş yaptığını gördüğü hâlde susup
bir şey söylemezse; bu hâl, ticâret için izin sayılmaz.
Aklı, alış-verişe
yeten sabî izinsiz olarak bir şey satar veya satın alır yahut icara verir veya
icarlarsa; bu akidler velîriin iznine kadar bekletilir. Eğer, veli, o işte
menfaat görürse, izin verir; zarar görürse, izin vermez. Velî, bu akdi bozduğu
zaman, akid bozulmuş olur. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, küçük veya
bunak olan oğluna izin verir; ancak, onun yalnız alım-satıma aklı eriyor olur,
veya ona, vasîsi izin verir; sonra da baba veya vasiye "onun ticâret
sebebiyle veya icâre yahut vedîa, mudâ-rebe, rehin veya cinayet gibi şeyler
sebebiyle borçlu olduğunu" söylerler; baba ile vasî ise bunları kabul
etmezler, inanmazlar; sabî ve bunak da onları yalanlarsa; bu, kölesinin borcunu
veya cinayetini ikrar edene muhaliftir.
Baba veya vasî, küçük
bir çocuğun me'zun kölesine karşı ikrarda bulunduklarCûda; borç veya cinayet
hususundaki ikrarları bâtıl olur.
Şayet izinli sabî veya
bunak, ticârete'izinli kölesi hakkında borç veya cinayet ikrarında bulunursa
ikrarı caiz olur. Muhıyl'te de böyledir.
Bir adam, oğluna
ticâret izni verdikten sonra, onu men ederse; bu men'i sahih olur. Keza, bir
vasî de küşüğe izin verdikten sonra, men eylese; - izin gibi— men'i de sahih
olur.
Bir adam, küçük oğluna
veya küçük oğlunun kölesine ticâret izni verdikten sonra, bu baba ölürse, küçük
oğul için babanın ölümü, ticâretten men olur. Zehıyre'de de böyledir.
Bir vasî, yetime veya
onun kölesine ticâret izni verdikten sonra öiür; ölürken de onun men edilmesini
vasiyet ederse; bu durumda o memnudur.
Aynı şekilde, hâkim
izin verdikten sonra, bu hâkim ölür veya azledilir yahut delirirse; o
takdirde, izinli yine izinli olur. Hızânetü'l-Miiftfn'de de böyledir.
Bir adam, küçük
oğlunun kölesine ticâret izni verir; sonra da oğlu ölür ve o köleye, baba vâris
olursa; bu durum, o köle için ticâretten men olur \ ,^et, o köleyi babası oğlundan satın
alırsa, bu durumda, o köle ticâretten men edilmiş olur. Mebsût'ta da böyledir.
Şayet baba, oğlunun
kölesine ticâret izni verir bilâhare de oğlu bulûğa erişirse; izin devam eder.
Bunak da böyledir.
Bunak da iyileşince, kölesine babası tarafından verilen izin devam eyler.
Zahîrîyye'de de böyledir.
Şayet baba, oğlu bulûğa eriştikten sonra ölürse ve
bunak, i fakat bulduktan sonra ölürse; köle yine izinlidir,
Bir baba, oğlunun kölesine
izin verdikten sonra, irtidat eder; sonra da onu ticâretten men eder; bilâhare
de tekrar müslüman olursa; men'î caizdir.
Şayet riddeti hâlinde
iken öldürülürse; yine o köle memnudur.
Eğer küçük oğlu ölür;
o da babasının riddetinden sonra ticârete izin vermiş olur; bilâhere de satın
alır ve satar; borçlanır ve sonra men edilir; daha sonra da baba müslüman
olursa; bunların hepsini oğlunun yap' ması câİz olur.
Eğer riddeti hâlinde,
baba öldürülür veya ölürse; oğlunun yaptıkları bâtıl (= geçersiz) olur.
Bunlar, bi'1-ittifak böyledir.
Küçüğün veya bunağın
zimmî olan kölesi, kendi dini üzerindedir. Yukarda söylediklerimizin aynısı
bundada cereyan eder.
Çocuğun anasının
müslüman olması veya kendisinin —akıllı olduğu hâlde— islamiyeti kabul etmesi
hâlinde, zimmî olan babasının izni bâtıl (= geçersiz olur.
Bundan sonra, babası
müslüman olsa bile, o izin, caiz olmaz ve geçerli sayılmaz. Mebsût'ta da
böyledir.
En doğrusunu bilen
Allhu Teâlâ'dır. [15]
Bir adam, bir şehre
varıp: "Ben, füanın kölesiyim. Alırım, satarım ve ticâret işlerinden her
şey yaparım." derse; bu mes'ele iki
durumdadır.:
1-)
Efendisinin ona izin verdiğini haber vermesi.
Bu şahıs, ister âdil
olsun^ isterse olmasın, bu haber istihsânen tasdik edilir.
2-) Hiç bir
şey söylemeden alım satım yapması... Bu durumda, kıyâsen, o kölede izin sabit
olmaz. İstihsânda ise, bu durumda, o kölenin izinli olduğu sabit olur.
Onun izinli olduğu
tesbit edilirse, tasarrufâtı sahih olur. Borçlanırsa, kârından ödenir. Kâr'ı
yoksa, efendisi hazır olana kadar, bu köle satılmaz. Efendisi gelir de, onun
izinli olduğunu doğrıılarsa, bu köîe borcu için satılır. Şayet efendisi:
"İzinli değildir." derse; onun bu sözü geçerli olur. Kâfi'de de
böyledir.
Bir adam, ticâret için
bir köle icârladığında —vekil gibi— bu köle hakkında da itibar icârlayana
itibar edilir. Hatta, bu köle borçlanırsa; müste'cire müracaat edilir. Mnğnî'de
de böyledir.
İmâm M ıı hanı m ed
(R.A.), şöyle buyurmuştur:
Bir adam,
alım-satımıyla şöhret bulmuş bir köleyi, her aya belirli bir ücretle, ticârette
alış-veriş yapması için icarlarsa; bu icazet olur; icâ-rede caiz olur. Bu köle,
müste'cirin dediğini yapar ve çok miktarda borçlanırsa; alacaklıları, onun
borcunu, müste'cirden isteyemezler. Onlar, köleye müracaat ederler. Müste'cire
de, o köle, nefsini alacaklıya vermeden önce veya sonra müracaat eder.
Şayet müste'cir, fakir
olur; bir şeye gücü yetmez; elinde de, köîenin hiçbir kazancı bulunmazsa; o
takdirde, alacaklıların, alacakları için, o köle sattfkr.
Ancak, asıl efendisi
fidyesini verirse; o müstesnadır. Efendi borcu ödeyince, o ödediği için
müste'cire müracaat eder. Şayet efendisi onun fidyesini vermeye razı olmaz, bu
köle, bin dirheme satılır; halbuki alacaklıların alacağı onbin dirhem olursa; o
bin dirhem alacaklılar arasında, alacakları nisbetinde taksim edilir. Geride
kalan alacakları için, artık köle azâd olana kadar o köleye karşı yapacakları
bir şey yoktur. Köle, azâd edilince kalan alacakları için, onu takib ederler.
Muhıyt'te de böyledir.
Kölenin efendisi de,
kölenin bedeli olan bin dirhem için, müste'cire müracaat eder ve o da, o bin
dirhemi efendiye verirse; artık diğer alacaklıların müste'cire yapacakları bir
şey yoktur.
Hâkim, alacaklılar
için bir vekil tayin eder; o da alacaklıların alacağını müste'cirden talepde
bulunur.
Efendi, müste'ciri
da'vâ eder ve ondan alarak, kölenin alacaklılarına verir.
Hâkim Abdurrahmaû
şöyle buyurmuştur:
Me'zun kitabında
zikredilen ile bunun arasında bir ihtilaf yoktur.
Şayet müste'cir,
kaçınırsa hâkim vekil tâyin eder. Muğnî'de de böyledir.
Müste'cir, birşey
vermeden önce ölür ve beşbin dirhem de mîras terkederse, o beşbin dirhem,
efendi ile kölenin alacaklıları arasında ona taksim olunur: Onda biri,
efendiye, dokuzu da alacaklılara verilir.
Şayet köle borcu için
satılmaz ve ona, kıymeti bin dirhem olan bir köle bağış yapılır; efendisi de
onun fidyesini vermekden (borcunu ödemekten) kaçınırsa; her iki köle de borç
için satılırlar.
Şayet köle, borç
isabetinden sonra, bağış yapılır; sonra da o köle ile birlikte, izinli köle iki
bin dirheme satılırlarsa; alacaklılar arasında, hisseleri nisbetinde taksim
edilir.
Efendi de müste'cire
müracaat ederek; kölesinin bedelini alır; bağış yapılan kölenin bedelini
alamaz. Ve hâkim, vekil tâyin ederek,müs-te'cirden dokuzbin dirhem talebinde
bulunur. Onun bin dirhemi bağış yapılan kölenin bedeli; sekiz bin dirhemi de
alacaklıların alacağı olur ve o bin dirhemi, efendiye verir.
Bu, şayet müste'cir
hiç bir ödeme yapmadı ise, böyledir.
Müste'cir ölür de,
geride beşbin dirhem terekesi kalırsa; işte o beş-bin dirlem, ona bölünür: Bin
dirhem, me'zun kölenin hissesi; bin dirhem bağış yapılan kölenin hissesi;
sekiz bindirhem de alacaklıların hissesi.. Me'zun kölenin hissesine isabet
eden, onun efendisine verilir. Sekiz bin dirhem isabet eden hisse de
alacaklılara verilir.
Bağış yapılan kölenin
bin dirhem hissesine düşen de, yine me'zun kölenin alacaklılarına verilir ve
ondan, kölenin efendisine bir şey verilmez. Efendinin, ona karşı bir yolu
yoktur. Muhıyt'te de böyledir.
Alacaklılar, izinli
köleden, o köleye bağış yapılana kadar veya alacaklarından vaz geçene kadar,
bir şey almazlarsa; müste'cir, ister bundan önce ölsün; isterse, sonra ölsün;
müste'cirde olan alacaklarından hiç bir şey eksilmez ve köle —satılmazsa—
müste'cire müracaat eder.
Şayet o satılırsa,
efendisi müste'cire müracaat eder. Muğnî'de de böyledir.
Şayet müste'cir köleyi
icarlarken onu, "Yalnız bez satın alsın ve satsın diye"
icarlar; o da
ahr-satar ve bir
kâr elde ederse;
o kar, müste'cirindir.
Zararı da müste'cirin
üzerinedir.
Şayet başka şey
alır-satarsa; kârı müste'cirin olmaz; efendisinin olur. Zarar ederse, bu zarar
kölenin kendi boynunadır. Köle, bu zarar için satılır. Efendisine bir şey
gerekmez Muhıyt'te de böyledir.
İzinli bir köle, bir
adamdan yüz dirhem değerindeki bir kür buğdayı, seksen dirheme satın alıp, onu
teslim almadan önce, ona su dökerek, onu bozsa ve o buğday, seksen dirhem
kıymetine düşse; bundan sonra da satıcı ona su serperek, kıymetini altmış
dirheme düşürse; bu-durumda izinli köle muhayyerdir: İsterse, bir kür buğdayı
altmış dört dirheme alır. Eğer almazsa, bozmasında% dolayı bir tazminat
gerekmez.
Şayet, önce satıcı,
sonra da müşteri su serperse, müşteri onu almaya zorlanır ve ona altmış dört
dirhemi verir. Hüküm bütün ölçülen ve tartılan şeylerde böyledir.
Şayet, satılan şey
arazi olur ve onu önce müşteri, sonra da satıcı bozarsa; o zaman, müşteri
isterse, o yeri alır ve noksanlığı kadar parasından düşer. İsterse pazarlığı
bozar.
Şayet, satıcıdan sonra
müşteri de bozmuşsa, bozduğu kadarın bedelini satıcıya öder. Mebsût'ta da
böyledir.
Mal yabancının olur ve
efendinin yanında rehin olarak bulunur; efendisi de onu izinli kölenin yanma
bırakmış; o da, onu zayi etmiş olursa; bu durumda efendi, borçtan bendir. Muğnî'de
de böyledir.
İzinli bir köle,
belirli taze bir kür buğdayı, belirli bir kür eski buğdaya satın alır ve bu
köle, satın aldığı budaya su serperek onu bozduktan sonra, satıcısı su serper
ve o da bozarsa; bu durumda müşteri muhayyerdir: İsterse, o buğdayı alıp,
kendi buğdayını verir. Dilerse, akdi bozar. Bu durumda, ikisi de birbirine
müracaatta bulunamazlar.
Şayet müşteri, suyu
satıcıdan sonra dökmüşse, buğdayın tamamının parasını (bedelini) vermesi
gerekir. Onu, aybı (= kusuru) sebebiyle reddedemez. Onun kusurunu, ister teslim
almadan önce, isterse teslim aldıktan sonra bulsun bu böyledir. Hasılı, müşteri
tarafından sırdökü-lürse, durum budur. Mebsût'ta da böyledir.
Eğer baba veya vasî
küçüğe veya bunağa, o küçüğün veya matuhun mahremlerinden olan bir câriye
satın alırsa; bu geçerli olmaz. Kâfi'de de böyledir.
İzinli bir köle, bir
adama, on ölçek buğday ile on ölçek arpa sattıktan sonra: "Ben, sana bu
on ölçek buğdayı ve bu on ölçek arpayı her bir ölçeğini bir dirheme
sattım." derse; bu satış karşılıklı teslim-tesellüm yapmışlarsa, caiz
olur.
Sonradan, buğdayda bir
kusur bulunursa; her ölçeği bir dirheme sayılarak, onun bedeli geri verilir.
Keza, satıcı:
"Ölçeği bir dirhem.." derse yine böyledir.
Şayet: "Onlardan
her ölçek, bir dirhem..." der ve karşılıklı teslim-tesellüm yapıldıktan
sonra, buğdayda kusur bulunursa, her ölçek için yarı bedeli ödenir.
Keza, "her ölçeği
bir dirhem" denildiğinde de böyledir.
Şayet: "Onlardan
her birinin ölçeği bir dirhem..." denilir; karşılıklı alınıp verildikten
sonra buğdayda bir kusur bulunursa; bu durumda yarı buğday, yarı arpa kıymeti
—bir dirhem olarak— geri verilir.
Bu duruma göre,
ikisinin birden kıymeti yirmi dirhemdir ve buğdayla arpa arasında bir fark
yoktur.
Şayet buğdayın ölçek
kıymeti yirmi dirhem; arpanın kıymeti ise, on dirhem olursa; o takdirde
buğdayın kıymetinin üçte ikisi reddedilir.
Keza, bunların her
birinin ölçeği bir dirhem ofursa; bu durumda her birinin ölçeği yine bir
dirhemdir.
Eğer: "Ben, sana
bu buğday ve bu arpayı sattım; ikisinin kıymetini söylemedim. Her birinin
ölçeği bir dirhem demedim." derse; bu satış İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre
fâsid olur. Çünkü, her birinin kıymeti bilinmemektedir.
Eğer bildirmişse, o
zaman satıcı muhayyerdir: İsterse her ölçek buğday için bir dirhem alır. O zaman,
her ölçek bir dirhem olmuş olur. İmâ-meyn'e göre, bu satış caizdir ve her ölçek
buğday bir dirhemdir; her ölçek arpa da bir dirhemdir.
Şayet: "Her ölçek
arpa, bir dirhem.." deseydi, yine hepsinin de ölçeği bir dirhem olur ve
satış yerini bulurdu.
İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'nin kavli budur. Her ölçeğin, yarısı arpa, yarısı buğdaydır ve bir ölçek
bedeli dirhemdir.
Eğer, bilinerek, bir
ölçek fazla konmuşsa, bu durumda satıcı muhayyerdir: İsterse, o bir ölçeği,
her ikisinden müşterek olarak, bir dirhem bedelle alır; isterse, terkeder.
İmâıneyn'in kavline
göre, satış tamamı hakkında caizdir. Her ölçeği bir dirhemdir ve yarısı
arpadan, yarısı buğdaydandır.
Şayet: "Ben,
buğdayı sana arpadan fazlaya sattım." der; onu-da bir kürden az bulursa;
satış caizdir.
Eğer buğdayın ölçeğini
fazla bulursa; satış fâsiddir.
Eğer: "Buğdayın
ölçeği azdı." der ve buğdayı da az bulursa; yine satış caizdir.
Eğer fazla bulursa,
müşterinin o fazlayı vermesi gerekir. Satıcı, parasını çoğaltıp eksiltemez. O
fazlalık satıcının olur.
Eğer: "O, bir kür
fazladır." veya "daha çoktur." der ve onu da dediği gibi
bulursa; satış caizdir.
Eğer dediğinden az
bulursa, müşteri muhayyerdir: İsterse, mevcut fazlalığı alır; isterse, onun da
hisesini diğerlerine taksim eder; dilerse bırakır, mebsût'ta da böyledir.
Bir adam, izinli bir
sabiye karşı bir şey iddiasında bulunduğunda; o, bunu inkâr ederse; onun yemin
vermesinde ihtilaf ettiler:
el-Asl'da şöyle
zikredilmiştir:
İkrar yemini
gerektirir.
Fetva da bunun
üzerinedir. Fetâvâyi Kâdîhîın'da da böyledir.
İzinli köle, on ntıl
zeytin yağını, bir dirheme, bir adamdan satın aldığında, "onu,-bir şişeyle
ölçmesini" söyleyip şişeyi getirir ve satıcı, zeytin yağını, onunla
ölçünce, iki ntıl noksan gelir; satan da, alanda bunu bilmemekte olurlar;
bundan sonra, satılan zeytin yağının tamamı akarsa; izinli köleye, yalnız
birinci rıtılın bedeli gerekir. Her ne kadar, o da dökülmüşse; artık, satıcı
birinci rıtıldan maada kalanın parasını tazmin eder.
Şayet şişeyf verirken,
kavanoz kırılır; satıcı da on ntıl ölçmüş olsa, içinde olan on rıtılın parası,
köleye aittir; onun malı olarak dökülmüş olur. Mebsût'ta da böyledir.
Bir adam, müdebberine
ticâret izni verdiğinde, o köleye "kendisi için, beş bin dirheme bir
câriye satın almasını" emreder; o da satın alıp, emredene teslim edince, o
câriye, onun yanında ölür veya onu sahibi azâd eder yahut ondan bir çocuğu
doğar; veya müdebberin yanında iken, —henüz âmire teslim edilmeden önce—
ölürse; bu hallerin her birinde, bu câriye, âmire aittir. Satıcı, parasını
müdebberden alır.
Şayet satıcı, emredeni
katip etmek isterse; ona hakkı yoktur. Ona müracaat, —parasını bizzat kendisi
ödedikten sonra veya bundan önce— müdebberin hakkıdır. Eğer, müdebberin yanında
veya âmirin yanında değilken, bir köle gelerek, o müdebberin elini keser ve ona
cinayet karşılığı bir köle verir; müdebber de ticâretle veya hîbe yoluyla bir
câriye kazanırsa; o câriye, kazanç olur. Ve onlar, müdebberin borcu için satılırlar
veya onun fidyesini efendisi öder.
Şayet, efendisi
öderse; o takdirde bütün ödediği için âmire müracaat eder. Sonradan âmir,
müdebbere rüfcu edemez. Eğer efendisi, iki-bin dirhemi ödemekden kaçınırsa;
onlardan her birisi bin dirhem bedelinde olursa, satıcı, tamamını alır. Efendi
de, verilen kölenin bedeli için âmire başvurur. O kazanılan câriye için
müracaat edemez. Ve geride kalan borç için de, âmire müracaat eder.
Onlar dört bin
dirhemse, üçbin dirhemini satıcıya verir.
Şayet borcu, beşbin
dirhem olur ve kendisine de bin dirhem vasıl olmuş; ikinci bin dirhemi
efendisine harcamış; müdebber ve efendi üe, âmirden bir şey almamış ve âmir
ölmüş, iki bin dirhem terk eylemişse; onu beşe taksim ederler; bir sehmi
efendiye, dört sehmi de müdebbere verilir.
Fakat müdebberin eli
kesilmez de hata ile öldürülürse; katil onun kıymetini borçlanır ve onu
cariyeyi satıcıya sarf eder. Efendisi de âmire müracaat eder. Bağışlanan köle
buna muhaliftir. Muğnî'de de böyledir.
İzinli köle, bir
câriye satın aldığında; onu, satıcının emri olmadan teslim alır; parasını da
ödememiş bulunur; câriye de onun yanında ölür veya onu efendisi öldürür;
kölenin üzerinde de borç bulunmaz veya o cariyeyi azâd ederse; satıcı, onun
kıymetini köleye ve efendiye tazmin ettiremez. Fakat parasını köleden ister ve
o yüzden köle satılır. Şayet parası, satıcının hakkından noksan gelirse
kalanım onu öldüren efendi Öder. Şayet, köle, birini "cariyeyi almaya
vekil" etmiş olsaydı; o da cariyeyi alınca, o, yanında ölseydi; vekil, o
cariyenin kıymetini satıcısına öder; sonra da köleye parası için müracaat
ederdi. Mebsût'ta da böyledir.
Bir köle, efendisinden
izin almadan ihrama girerse; efendisi, onu ihramdan çıkarabilir.
Efendisinden izin alıp
ihrama girdikten sonra, efendisi onu satmış-sa; satın alan şahıs onu ihramdan
çıkarabilir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Ticârete izinli iki
köleden her birisi, bir adamın olur ve onlardan birisi, diğerini efendisinden
satın alır; hangisinin önce aldığı da bilinir; onun da borcu olmazsa; önce
alanın, satın alışı caiz olur. Sonrada o satın alman köle, satın alanın
efendisinin mülkü olur ve izinden men edilmiş bulunur.
İkincinin satın alışı,
bâtıldır.
Şayet, satımların
hangisinin önce olduğu bilinmiyor ise, satışın tamamı merdûddur; olmamış
gibidir.
Eğer her ikisinin de
borcu varsa; her ikisinin satın alışı da bâtıldır. Mebsûi'ta da böyledir.
Müntekâ'l-Muallâ'da
İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'nin şöyle buyruduğu rivayet edilmiştir:
İzinli bir köle,
borcunu alma veya verme için bir vekil tuttuktan sonra, efendisi kendisini
izinden men eder; vekil de borcu öder veya öde-t irse; bu vekil men edildiğini
bilmiyor iseler, bu caizdir.
Ben, İmâm Muhammed
(R.A.)'in şöyle buyurduğunu işittim: İster bilsin, isterse bilmesin o caizdir.
ivezâ, men edilmiş bir
köle, bir elbise satın alır; efendisi de onu bilir; sonra da köleyi satar;
bilâhare de onun satın almasına izin verirse; işte o câi? olmaz.
Şayet köle, elbiseyi
efendisi bilmeden, köleyi, bir adama satar; sonra da ona izin verirse, o satış
caiz olur. Zehıyre'de de böyledir.
Ticâret yapmasına izin
verilmiş bir kölenin, bir adama, bin dirhem borcu olur; sonra da bu kölenin
efendisi, köleyi alacaklısına bağışlar; o da onu teslim alırsa; bu bağış caiz
olur. Kölenin borcu, efendisinin üzerinde olduğu gibi kalır.
Şayet izinli kölenin
üzerinde, beşyüz dirhem borç olur; kendinin kıymeti de bin dirhem olur ve bir
adam, onun efendisinin izniyle, onun için bin dirheme kefil olduktan sonra,
köle bin dirhem daha borç eder; sonra da o bin dirheme, bir kefil daha verir;
biîâharede köle, bin dirheme satılırsa "öncekinin kefaletinin yarısı
batıl olur. İkinci alacaklı alacağının tamamı (ki o, bin dirhemdir) dörde
bölünür: İkiyüz elli dirhemini ilk alacaklı alır. Onun, bir misli de, onun
kefiline verilir; kalan beşyüz dirhemi de ikinci alacaklı alır. Mebsût'ta da
böyledir.
—Bir adam: "Şu
yeri, sana satıyorum; bin arşından azdır." der; o da o yeri öyle bulur
veya "bin yahut daha fazla..' derse; caizdir.
Eğer bin arşından
fazladır." der de, alan şahıs o yeri, bin arşından biraz fazla veya az
noksan bulursa, satış tamamdır.
Şayet, tam bir arşın
veya daha az bulursa; müşteri muhayyerdir: İsterce, tam parasıyla alır; isterse
almaz, bırakır. Eğer alırsa, parasını tam verir. Mebsût'ta da böyledir.
İzinli bir köle, bir
adamın yanına bir emânet bıraktığında; efendisi ona sahip olmazsa; onu, ordan
alabilir. Bu köle, ister izinli olsun; isterse olmasın böyledir.
Şayet, borçlu olmayan
izinli kölenin, efendisinin yanına bir emânet bırakması caizdir. Fetâvâyi
Kâdîhân'da da böyledir.
Eğer, bir adamdan on
dirheme, on arşın kumaş alır ve o sekiz arşın gelir; satıcı da, alana:
"Sana, sekiz arşına sattım," derse; yeminle birlikte, onun sözü
geçerli olur. Müşteriye, —iddiası üzerine—: "Bey-yineni getir."
denilir.
Meselâ: Bir adam:
"Ben, mükâtebe yapmak üzere veya ekmekçi yapmak üzere bir köle satın
alacağım." der; müşteri de: t;Ben, on arşın yer satın aldım; her arşını
bir dirheme." derse; karşılıklı yeminleşirler veya alıp-verirler.
Mebsût'ta da böyledir.
Müntekâ'nın Hacr
Bölümünde şöyle zikredilmiştir:
Üzerinde vadeli borcu
bulunan bir köleye, efendisi izin verirse; onun borcu yine müecceldir. (=
va'delidir.) Muğnî'de de böyledir.
Müntekâ'da şöyle
zikredilmiştir: İzinli bir köleyi, efendisi men ettiği hâlde, onun
alacaklıları, onu nehyederler; alacaklarından bir şeyler vermesi için gerçekten
alacaklılar, ona bir şeyler verirler; o da borcundan berî olur.
Keza, efendisi köleyi
satarsa; alacaklıları sattıktan sonra da ona verebilirler. Zahîre'de de
böyledir.
Bir adam, borçlu ve
izinli kölesini rehin bırakır ve o rehin alan şahsın elinden kaçarsa;
alacaklılar, onu rehin alana ödetirler. Ginye'de de böyledir.
Abdurrahman şöyle
buyurmuştur:
Bir adam, kölesine
almayı-satmayı emreder; o da öyle yaparsa; borcu ona aittir; rehin, hâli
üzerine durur. O rehin durdukça, alacaklılara bir yol yoktur. Muğnî'de de
böyledir.
İzinli köle, bir yitik
bulur; onun sahibi de bilinmez ve ancak onun söylemesiyle tanınırsa; efendisi
de: "Sen, yalan söyledin. O, benim kö-lemdir." derse; bu durumda
izinli kölenin sözü geçerli olur.
Sonra da sokağa
atılmış olan o çocuğun hür olduğu tesbit edilirse; aslına itibar edilir. Zahinyye'de
de böyledir.
İzinli köle, bir
dirheme bir câriye satın aldığına; "eğer üç güne kadar parasını ödeyemez
ise, aralarında alım-satım yok sayılacaktır." şartını korlarsa; bu
caizdir. Ve üç günlük muhayyerlik gibidir. Hür kimseden almak mesabesindedir.
Keza, satın alıp,
teslim de alarak parasını öderse; ve üç güne kadar, satıcı parasını geri
verirse; aralarında şart bulunması hâlinde, bu da caizdir ve satıcı muhayyer
gibidir.
Bir izinli köle,
cariyeyi satın alır ve üç güne kadar parasını veremez ise, aralarında
alım-satım yoktur. Bu durumda, parasını verip, câ-riyeyide teslim alır ve onu
satarsa; bu satış caizdir. Eğer parasını vermeden üç gün geçerse, artık
satıcının cariyeye karşı yapacağı bir şey yoktur. Fakat müşteriye müracaatla
parasını alır.
Keza, müşteri cariyeyi
öldürür veya câriye, onun yanında ölür yahut onu bir yabancı öldürürse; üç ^ün
kadar borcunu ödemesi gerekir.
Şayet câriye bakire
olur da, m.isteri ona cima eder veya dul olur da cima eder yahut ona karşı
başka bir cinayet rcw veya ona kimsenin fiili olmaksızın bir kusur isabet eder
ve bedelini ödemeden de üç gün geçerse; bu durumda satıcı muhayyerdir: Dilerse,
cariyeyi geri alıp, başka bir şey alamaz; dilerse, müşteriye teslim edip,
parasını alır.
Cariyeye cima eden,
veya cinayet işleyen bir yabancı ise onun meh-ri ve diyeti satıcının olmaz;
cariyenin olur.
Eğer yabancının
cinayeti sebebiyle bir kusur kaldı ve üç güne kadar da parası ödenmedi ise,
işte o zaman, satıcı muhayyerdir: İsterse, cariyeyi alır ve ona yapılan cima ve
cinayetin karşılığını da o cinayeti yapandan alır; isterse, cariyeyi müşteriye
o halde teslim edip, parsını alır.
Eğer müşteriye teslim
ederse, müşteri ona cinayet işleyeni takip eder.
Bu, yabancı ona bakire
iken cima eylediği zaman böyledir. Onun, maliyet noksanı temekkün eder.
Şayet, câriye dul
olur; cima da onun maliyetim uoks^aştırmaz ise, o cariyeyi satıcı geri alır ve
onun mehrini de o yabancıdan alır; artık, onu müşteriye terkedemez.
Şayet müşteri,
cariyemin elini kesmiş veya üç gün geç^iucn sonra bikrini bozmuşsa; işte o
zaman satıcı muhayyerdir: İsterse, müşteriye teslim edip parasını alır;
dilerse, elini kestiği için yan beddini alır.
Eğer cima etmişse,
kıymetine bakılır: Kıymetinde ne kadar noksanlık yapmışsa, o noksanlığı da
alır.
Eğer cima etmişse,
kıymetine bakılır. Kıymetinde ne kadar noksanlık yapmışsa, o noksanlığı da
verir.
Bu, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre böyledir.
İmsuneyn'e göre ise,
Kıymetine ve mehrine göre parası taksim edilir ve satıcı, parasından mehrinin
hisesini alır. Eğer câriye, o üç gün içinde doğum yapar ve her ikisi de hayatta
olarak üç gün geçer; müşteri de bedelini ödememiş olursa; câriye de, çocuğu da
müşterinindir; parasını öder.
Bu durumda, satıcı
için muhayyerlik yoktur.
Şayet câriye, üç gün
geçtikten sonra doğum yapar; o doğum da cariyenin kıymetini eksiltirse, satıcı
muhayyerdir.
Eğer üç gün geçtikten
sonra, câriye ölür doğum da yapmamış olursa, müşteri parasını verir.
Şayet üç gün geçtikten
sonra, ölür; çocuğu kalırsa, yine satıcı muhayyerdir: Dilerse, çocuğu
müşteriye verip, parasını tam alır; isterse, çocuğu alır ve anasının hissesi
için de müşteriye başvurur. Mebsût'ta da böyledir.
İzinsiz köle,
borçlanır; halbuki, efendisi onu borçlanmaktan yasaklamış olur ve ona
alacaklara vermek üzere bir köle verir; o borcunu öderse, borçtan kurtulur.
Şayet efendisi,
kölesine, ondan aldığının yerine, dirhemler verir; o da onları alacaklılarına
verirse: borcundan beri olur.
Eğer borcunu başkası
öderse; borcundan berî olmaz.
Bu, İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'un kavlidir.
İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye
göre ise her iki hâlde de borcundan berî olur. (= kurtulur) Muhıyt'te de
böyledir.
İzinli köle, bîr
cariyeyi, belirli bir yere karşılık satın alır ve akid esnasında "şayet,
üç güne kadar, satıcıya o yeri teslim etmezse; bu ahm-satim geçersizdir."
derlerse; bu caizdir ve muhayyerlik gibidir. Şayet câriye, müşterinin yanında
olduğu zaman, o gözünü çıkarmak veya ırzına geçmek gibi, bir cinayet işler
yahut bunu bir yabancı yapar; üç gün de geçtiği hâlde, o yer verilmezse;, bu
durumda, önceki vasfeylediğimiz durum aynısıdır.
Müşteri, satıcıya
vereceğini vermeden üç gün geçer; sonra da câriye zâyı olur veya onu müşteri
öldürürse; satıcı müşteriden bu cariyenin kıymetini alır. Onun bedelini (=
karşılığını) almaya yol yoktur.
Müşteri, cariyenin
gözünü kör ederse, satıcı, cariyeyi ve yarı kıymetini alır. Onun karşılığına
yolu yoktur.
Şayet, yabancı biri,
cariyenin gözünü kör eder veya onu öldürürse; satıcı muhayyerdir: İsterse,
müşterinin malından, cariyenin kıymetini hâli hazırda alır; isterse, öldürenin
âkîlesine diyeti için müracaat eder ve üç seneye kadar onlardan diyet bedelini
alır.
Şayet müşteriden
alırsa; müşteri de, onun katilinin âkîlesine müracaat ederek, diyet bedelini
alır.
Bu durumda da,
satıcının, cariyenin bedelini müşteriden alma yolu yoktur. Mebsût'ta da
böyledir.
Üzerinde beşyüz dirhem
borcu olan izinli bir köleyi, efendisi alacaklısına, bin dirheme satsa; bu
satış caizdir. Alacaklı, beşyüz dirhemini alacağına bedel sayar beşyüz
dirhemini de efendisine verir. Bu durumda, alacaklının alacağını aldığına, O:
"Ben alacağımın yerine beşyüz dirhemi aldım." demedikçe hükmedilmez.
Mohıyt'te de böyledir.
Me'zun bir köle veya
hür bir adam, bin dirheme bir câriye satar; karşılıklı teslim-tesellüm de
yaparlar ve satıcı müşterinin parasını üç güne kadar geri verirse; aralarındaki
ahm-satım bozulmuş olur.
Şayet müşteri, bu üç
gün içinde, o cariyenin gözünü çıkarır veya ona cima eder; satıcı da cariyenin
parasını geri verirse; cariyeyi alır ve ona (müşteriye) bu cariyenin yarı
kıymetini, gözüne karşılık olarak tazmin ettirir.
Şayet, üç gün geçene
kadar, satıcı cariyenin parasını vermez; müşteri de cariyeyi satarsa;
müşteriye diyet ve mehir gerekmez.
Bu işi, bir yabancı
yapar; sonra da üç gün içinde satıcı cariyenin parasını geri vererek o cariyeyi
alırsa; bu durumda, satıcı cariyenin gözünün diyetini isterse müşteriden alır;
müşteri de o suçu işleyene müracaat eder. Dilerse, satıcı, onun gözünü çıkaran
şahsa müracaatla, diyetini ondan alır. O takdirde müşteriye bir yolu kalmaz.
Câriye bakire idi de
bikri bozuldu ise, durum aynıdır.
Eğer dul olur da,
cima, kıymetinde eksiltme yapmaz ise, onun meh-rini cima yapamdan satıcı alır.
Eğer cariyeye cima
yapan veya gözünü çıkaran, satıcı ise, bu alışveriş kendiliğinden bozulmuş
olur. İster parasını versin, isterse vermesin; cariyeyi geri alır ve parasını
geri verir.
Şayet bu işi, üç gün
geçtikten sonra yaptı ise, bu durumda cariyenin mehrini de gözünün diyetini
de, satıcı müşteriye öder. Mebsût'ta da '^öyledir.
Câmiü'I-Mevlâ'da şöyle
zikredilmiştir: Bir efendi kölesini ticaret için verir; o da cinayet işleyip
borçlanır veya efendisi onu, rehin bırakır yahut icara verirse, bu durumlarda
köle için muhtar olmak yoktur. Zehıy-re'de de böyledir.
İzinli bir köle,
cariyesini bir adama satar; o adam da cariyeyi, onun halini bilmeden teslim
alır; bir başkası da: "Bu, benim kızımdır." diye iddia eder; ve köle
de müşteri de onu "onun kızıdır." diye doğru-larsa; müşteri, hemen
onu geri verir.
Bir adam, diğer
birinden bir câriye satın alıp onu da teslim alır ve satıcı, yukardaki gibi:
"Bu filanın kızıdır." derse; satış tamamen bozulur. Müşteri,
parasını geri alır; o da cariyeyi geri alır.
İzinli bir köle, bir
adamdan, huzurda bulunan bir câriye satın alır ve câriye hiç sesini çıkarmaz,
kerih de görmez; ve bu köle, cariyeyi teslim aldıktan sonra, onu bir başka
adama satıp, ondan parasını alır; daha sonra da, bir başka adam iddia ederek:
"Bu, benim kızımdır." der; izinli köle, câriye ve müşteri bu sözü
doğruladıkları hâlde köleye satan şahıs yalanlarsa; bu durumda câriye hür olur.
Ve o adamın kızıdır.
İkinci müşteri,
"o kölenin satmak istediği cariyeyi, satılmadan önce azâd etmiş olduğunu
veya onu müdebbere ettiğini yahut ondan bir çocuğunun doğmuş bulunduğunu"
iddia eder; köle de bunu doğrular-sa; bu müşterinin ikrarı sahih olur. Kölenin
tasdiki ise batıldır.
Şayet, "onun hür
olduğunu" ikrar ederse; bu durumda, o câriye hürdür ve velâsı durdurulur.
Müdebbereliğinî veya
ümm-ü veledliğini ikrar ederse; diğer müşterinin yanında mevkûfedir.
Şayet, önceki satıcı
ölürse; o azâd olmuş olur; parası için de köleye —azâd olana kadar— müracaat
edemez.
Bu köle, azâd olunca;
alacağını takib eder.
Şayet, izinli köle,
bunların tamamını inkâr eder; bu durumda o azâd edilinceye kadar, ona müracaat
edilmez ve parası istenmez.
Şayet ikinci müşteri,
"satıcı, onu satmadan önce, ben onu mü-kât ebe yapmıştım." der;
—izinli köle, onu doğrulasm veya yalanlasın— o câriye de mükâtebe olduğunu
inkâr eder ve "mükâtebe olmadığım" söylerse; o, müşterinin
câriyesidir. İsterse, müşteri onu satar; isterse, satmaz. Mebsûf ta da
böyledir.
En doğrusunu bilen
Allahu Teâlâ'dır. [16]
[1] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 10/359.
[2] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 10/359.
[3] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 10/359.
[4] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 10/359-360.
[5] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 10/361-369.
[6] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 10/370-393.
[7] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 10/394-413.
[8] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 10/414-425.
[9] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 10/426-443.
[10] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları:
10/444-448.
[11] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 10/449-455.
[12] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 10/456-462.
[13] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 10/463-468.
[14] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 10/469-477.
[15] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 10/478-487.
[16] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 10/488-501.