(ELDE EDİLECEK MAHSÛLÜN BİR KISMI KARŞILIĞINDA ÇALIŞMAK)
1- MUÂMELE'NİN MÂNÂSI, ŞARTLARI VE HÜKÜMLERİ
Muamelenin Sıhhatinin Şartları
Akdin Bozuk Olmasının Şartları
Muamelenin Sahih Olmasının Hükmü
Muameleyi Feshe Sebep Olan Özürler
2- MUAMELE HUSUSUNDA ÇEŞİTLİ MESELELER
Muamele: Bir taraftan
ağaçlar, diğer taraftan ise bakım, sulama ve koruma olmak üzere ve hâsıl olan
meyve ve semerenin aralarında, bir nisbet dâhilinde
taksim edilmesi şartı ile kurulan bir nevi şirkettir.
Muameleye müsâkât
da denir. Buna, muâmele-i fi'1-esmâr da denilir.[1]
1-) Âkidlerin (= sözleşme yapanların) ikisinin de akıllı olması.
Aklı olmayan kimse ile
yapılan akid, akid olmaz.
Muamele akdinde bulûğ
ve hürriyet şart değildir.
2-) Bu akdi
yapanların ikisi de İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'nin kıyasına göre, mürted
olmamalıdır.
Hatta onlardan birisi mürted olur ve muamele de vuku bulur; bu durumda da mürted olan yeri veren şahıs olursa; yeniden müslüman olması hâlinde, çıkacak olan mahsûlü aralarında, şartlarmca taksim ederler.
Eğer öldürülür, veya
ölür yahut dâr-i harbe giderse; çıkacak mahsûlün tamamı, tarlayı verenin olur.
Çünkü, o tohum onun mülkünde, nümâ buldu, çoğaldı;
diğerine, —çalıştı ise— ecr-i misil verilir.
İmlmeyn'e göre ise, çıkan mahsûl, müslüman
ile mürtedin vârisleri arasında, şartlarınca taksim
edilir. İki rnüslümanın öldüğü hâl gibi..
Eğer, âmil mürted olur ve tekrar müslüman
olursa; bi'1-icma şartlarına göre, aralarında
taksimlerini yaparlar. Bu muamele, bir müslüman ile
bir mürtct arasında yapıldığı zaman böyledir. Fakat,
bu akid iki müslüman
arasında yapılır da, sonradan birisi veya ikisi birden mürted
olursa; bu durumda, çıkacak olan mahsûl şartlarına göre taksim edilir. Murtedde (= irtidat eden kadın)
ile, bir defa muamele caizdir. Bi'1-icma böyledir.
3-) üzerinde
meyve bulunan ağaçlarda, muamele (= çalışma, iş yapma) sebebiyle meyvenin
artması.
Şayet verilen ağaçların
meyvelerinin meydana çıkmış olması hâlinde, büyüme hâli devam ederse (hurma keruğu, kızarır muamele caiz olur.
Şayet büyüme hâli sona
ermişse, ortaklık muamelesi fasid olur ve hurmaların
tamamı, yer sahibinin olur.
4-) Çıkacak
mahsulün, her ikisine ait olması.
Şayet birine ait
olursa, muamele yine fasid'dir.
5-) O yerden
çıkacak olan mahsûlün belirli bir miktarda.olması.
Belirsiz olursa,
muamele yine fasid'dir.
6-)Yer
sahibinin, âmile, o yeri boş olarak vermesi
Muamelenin müddetinin
beyanı şart değildir. Fakat, müddet belir-tilirse
daha güzel olur.
Bu durum, beldelere
göre değişir.
Müddeti söylenmemişse,
mahsûlün çıkma zamanına kadar beklenir. [2]
1-) Çıkacak
mahsûlün tamamının, birine ait olması.
2-) Çıkacak
mahsûlün birine, belirli bir miktarın diğerine verilmesi.
3-) Çalışmanin yer sahibine ait olması.
4-) Çıkacak,
mahsûlü taksim ettikten sonra, birinin korumasını şart koşmak.
5-) Mahsûlün
sapının âmile ait olmasını şart koşmak.
6-) Muâmele bitdikten sonra da, menfaatin baki kalması. Oraya ağaç
dikmek veya benzeri şeyler yapmak gibi..Çünkü bunlar, anlaşmanın içinde
yoktur.
7-) Muâmele
ortaklığında, bir hurmalık, iki kişi arasında, belirli bir mütdette
çıkacak olan hurmanın, üçte birli veya üçte ikili taksim edileceği şeklinde
yapılırsa; bu nisbetteki hisselerin
ait olduğunu söylememek.
Şayet, şart
koşarlarken, çıkacak mahsûlün kaçta kaçının hangisinin olacağını açıklanırsa,
bu caiz olur. [3]
Muamelenin sahih
olmasının, hükmünün bir kaçnevi vardır:
1-) İhtiyaç
olan işi yapmak.
Ağacı aşılamak, kanalı
kazmak, tarlayı sürmek, meyveyi toplamak ve benzerleri gibi..
2-) Aralarında
şartın bulunması yani çıkacak olan mahsûlden, kimin ne kadar hisse alacağının
belirlenmesi.
3-) Ağaçlardan
bir şey hasıl olmaz ise, hiç birine bir hak olmaması.
4-) Akdin
iki taraftan yapılması ve —özür hariç— birinin izni olmadan, diğerinin o akdi
bozmaması.
5-) Özür
olmadıkça, iş yaptırmak için zor kullanma selâhiyetinin
olması.
6-) Çıkacak
olan mahsûlden şarta göre artırıp, eksiltmek, tki yerde,
eksiltme yapmak caizdir. Muamele olarak verdiği hurmalıktan çıkan hurmaların
büyümeyip, değersiz kalması halinde.
Şayet hurmanın çağlası
büyük olur ve hurmalık sahibi, amilin hissesini artırırsa bu caiz olmaz. Fakat
âmil hurmalık sahibinin hissesini artırırsa, bu caiz olur.
7-) Âmilin,
o yeri başka birine, muâmelE olarak verme hakkına mâlik
olmaması.
Ancak, mal sahibi:
"Re'ynüe muamele yap." derse; o zaman, bu
âmil, o yeri, başka birine muâmeleten verebilir. [4]
1-) Âmilin
(- iş gören şahsın) cebredilmemesi.
2-) Çıkacak
olan mahsûlün tamamının mülk sahibinin olması ve onun da tasadduk
edilmemesi.
3-) Ağaçlardan
bir şey çıkmadığı zaman, ecr-i mislin vacip olması.
4—) İmam Ebû YÛsnf (R.A.)'a
göre, ecr-i mislin, söylenilenden fazla olmaması.
5-) İmim
Muhammed (R.A.)'e göre, her birinin hissesinin, sözleşmeye göre olmaması. [5]
Muameleyi bozmanın
özür sebepleri şunlardır:
1-) Âmilin
maruf bir hırsız olduğunun bilinmesi ve onun meyveyi çalmasından korkulması
sözleşmenin bozulma sebeplerinden birisidir.
2-) Yapüan akid, diğer bir sebeple de sona erebilir. Bedâi'de de böyledir.
3-) Akdin
bozulma sebeplerinden biri de âmilin hasta olması, iş göremez hale gelmesidir. Tebyin'de de böyledir.
Şayet âmilin çalışma
imkânı varsa, akdi bozması sahih olmaz. En doğrusunu, ancak Allahu
Teâlâ bilir. [6]
Üzüm bağı ve meyve
ağaçlarının meyvelerinin bir parçası karşılığında yapılan muamele, İmim Ebû Hatife (R.A.)'ye göre fâsiddir.
İmameyn'e göre ise, müddet belirli olursa caizdir.
Fetva ise,
"müddet belirtilmese bile, bu muamelenin caiz olduğu" şeklindedir. Sırâciyye'de de böyledir.
Bir adam, diğerine
hurmalık, bağ ve bahçe ağaçlarını, muamelesi için, belirli aylar içinde
verdiğinde, adam "o aylarda, meyvelerin yetişmeyeceğini" iyice
bilirse; işte bu muamele fâsiddir.
Şayet meyvelerin o
müddet içinde olup olmama ihtimali varsa, bu muamele bekletilir; o müddet
içinde yetişirse, muamele şahindir.
Şayet o müddette meyve
olgunlaşmaz ise muamele fâsiddir.
Bu durum, o müddet
içinde meyvenin yetişeceğine rağbet edildiği zaman böyledir; yoksa caiz olmaz.
Rağbet edilmeyen şeyin
varlığı ile yokluğu aynıdır.
Anlaşma yapılan müddet
içinde, hurmalıktan bir şey çıkmayacak-sa, bakılır:
Eğer o müddet çıktıktan sonra çıkacaksa, muamele fâsiddir.
O sene hurma, bir
illetten dolayı çıkmamışsa, muamele caizdir. Hu-lâsa'da
da böyledir.
Bir adam, bir yerini, yüzelli seneliğine muamele için verirse, bu muamele fâsiddir; caiz değildir.
Şayet yüz seneyi şart
koşar ve bu adam yirmi yaşında olursa, muamele caizdir. Yirmi yaşından fazla
ise caiz değildir. TiUıfciniyye'de de böyledir.
Bir adam, hurmalığını,
muamele olarak meyvesine yarı yarıya ortak olmak üzere birine verdiğinde; bu
hurmalık o müddet içinde nü-ma bulup artarsa,
caizdir. Gerçekten ağaçların ne zaman nümâ bulduğu,
yetiştiği bilinir. Zehıyre'de de böyledir.
Bir adam, içinde ki
meyve ağaçları ile birlikte bağını birisine, muamele olarak verdiğinde, bu bağ
sadece muhafazadan başka, bir şeye muhtaç olmazsa; Âlimler:'*Eğer, muhafaza
edilmemesi hâliride, meyvelerinin zayi olacağı
bilinirse, muamele caizdir. Bu durumda muhafaza, onun nümâsı
(= artması) için olmuş bulunur. Şayet, bu meyvelere korunmadan da bir şey
olmayacağı bilinirse, o zaman muamele caiz değildir. Ve, âmil için bir şey
yoktur, "demişlerdir.
Bir adam, muamele (=
bakım) için ceviz ağacını birisine verirse; Şeyhû'1-İmâm Ebn
Bekir Mnhammed bin Fadl:"Bu
veriş caizdir. Âmile, ondan hisse vardır. Çünkü, o da sulamaya ve muhafazaya
muhtaçtır. Şayet bu ağaç hiç birine muhtaç değilse, bu muamele caiz
değildir."demiştir. Fetâvâ'yı Kâdihân'da da böyledir.
Hâher-Zâde, Muhtasar'da şöyle zikretmiştir.
Bir adam, hurmalığını
muamele olarak, birine altıda bir, diğerine yarısı olmak üzere iki şahsa verir
ve bu hurmalık sahibi üçte birini alacak olursa; işte bu caizdir. Tatarhâniyye'de de böyledir.
Bir adam, hurmalığını
iki kişiye muamele olarak verir ve onların, birlikte aşı yapıp, bakmalarını,
mahsûlünü de üçte birli taksim etmelerini şart koşarsa; işte bu da caizdir.
Taraflar, muamele
ortaklığında, mahsûlün üçte birini hurmalık sahibi alacak; iki amilden belirli
birisi, üçte ikisini alacak diğeri de üçte iki alacak olan âmilden yüz dirhem
alacak —diye şart koşarlarsa, bu muamele fâsiddir.
Muamele fâsid olunca, çıkan mahsulün tamamı, hurmalık sahibinin
olur.
Üçte ikisini alacak
olan âmile, ecr-i misil verilir.
Ancak, bu ecr-i misil, müsemmâyı geçmeyecektir.
Üçte ikisi kendisinin alacak olan âmil, hurmalık sahibine müracaat ederek,
diğerinin ecr-i mislini de alır.
Hurmalık sahibi, âmile
karşı, yapacağı bazı işleri söyleyerek şart koşar; bazı işler hakkında ise
sükût eder ve şayet, sulama işini söylememiş olursa; bu durumda, sükût edilip
söylenilmeyen işler çıkacak mahsûlü elde etmek için zaruri olan cinsten ise,
(Meselâ: Sulamaymca elbet-teki meyve olmayacaktır,
veya olsa bile rağbete değer olmayacaktır veya tamamen kuruyacaktır) bu
durumlar karşısında, muamele fâsiddir.
Fakat, hakkında
susulan şey, olmasada olur cinsten olur ve çıkacak
olan mahsûle te'siri olmaz ise, muamele caizdir.
Şayet hurmalık sahibi,
sulama işini kendi üzerine alır ve sulamanın mahsûle tesir etmiyeceğini
bilirse; bu durumda muamele caiz olur.
Fakat, sulamanın,
mahsûle müessir olacağını bilirse, —ister kökü iyileşsin, ister kendi
tazelensin— o takdirde muamele fâsiddir. Eğer, sulama
işinin, çıkacak mahsûle te'sir edip etmiyeceğini bilmezse, o zaman da muamele fâsid olur.
Yer sahibi, sulama
işini kendi üzerine alır; başka işleri de âmile şart koşarsa; bu hâlde, sulama
işini şart koşup diğerlerin de susması ile aynıdır.O yerin muhafazaya ihtiyacı
yok iken, onu yer sahibi üzerine alırsa, (Şöyle ki: Hurmalığın etrafı, mazbut
duvarla çevrilmiş olur ve kimse giremezse) bunda da cevap, sulama cevabının
aynıdır. Eğer sulama köküne te'sirediyor ise,
muamele fâsiddir. Muhsyt'te
de böyledir.
Bir adam, hurmalığını,
muamele olarak —çıkacak olan mahsûle yarı yarıya ortak olmak ve âmilin de filan
adamı çalışması ve yüz dirheme icarlamasını şart
koşarak— verirse; bu da fâsiddir.
Bu, şunun hilafmadır: Yer sahibi, ücret tayin etmeksiniz, "istersen
ücretli çalıştır." derse; işte bu caizdir. Zehiyre'de
de böyledir.
Bir hurmalığa ortak
bulunan iki kişi, o yeri, üçte bir hisse ile bu . sene çıkacak mahsûle ortak
olmak üzere, bir âmile verirler veya yarısı âmilin olacak; kalanın üçte ikisi
birinin, üçte biri de diğerinin olacak; yahut bunun aksisi olacak derlerse bu
sözleşmelerin (= akidlerin) tamamı caizdir.
Şayet, üçte ikisini
alacak olan şahıs onun üçte ikisini âmile verecektir; üçte birini de diğeri
alacaktır diye şart koşarlarsa; bu şart fâsiddir.
Seniha'nın Muhiytı'nde de böyledir.
İki kişinin ortak
bulunduğu bir hurmalığı, belirli bir müddetle, bir adama, "çıkacağın yansı
onun olacak; geride kalanı da sahibleri yan yarıya
taksim edeceklerdir." diye muameleye verirlerse; işte bu caizdir.
Eğer "çıkacağın
yarısı, onlardan birisinin olacak, ondan hiç noksan olmayacak, geride kalanın
üçte biri birinin, üçte ikisi de diğerinin olmak üzere diğer ortak ile âmil
arasında paylaşılacak" diye şart koşarlarsa; bu fâsiddir.
Muhıyt'te de böyledir.
Aralarında,
"çıkacağın yansı âmilin; kalan yarı hissenin üçte biri, birini üçte ikisi
de diğerinin olacaktır." diye şart koşarlarsa, bu da fâsiddir.
Mebsûi'ta da böyledir.
Bir adam, hurmalığını,
iki kişiye "ona bakmaları ve bu şahıslardan belirli birinin, çıkacak olan
mahsûlün yansım alması; diğerinin ise, altıda birini alması; hurmalık sahibinin
de üçte birini alması" şartıyle verirse; bu
caizdir. Çünkü, bu durumda hurma sahibi, onları o şekilde icarlamış
oluyor.
Şayet, hurma sahibi, o
iki âmilden birine yüz dirhem verecek; diğerine de üçte birini verecek, üçte
ikisini ise kendisi alacaktır." diye şart koşulsa idi, bu da caiz olurdu.
Çünkü, onları o şekilde icarlamış olurdu; ücretleri
ayrı a/ndir.
Eğer, hurma sahibine
üçte biri, iki âmilden belirli birisine üçte ikisi verilecek; diğer amile de
üçte ikiyi alandan yüz dirhem verilecektir." diye şart koşarlarsa; bu fâsiddir. Çünkü, böyle akid
olmaz. Zira muamele, hurmalık sahibi tarafından şarta bağlanacaktır. Serahsî'nin Mu-hiyt'ınde de
böyledir.
Bir hurmalığın
yarısını muameleye vermek caiz değildir.
Bir adam, hurmalığını,
diğerine, "hurmalık da çıkacak olan mah-sûl'de yan yarıya olacaktır." Şartı ile muameleye verirse,
bu da caiz olmaz.
Bu muamele ile bir
başkasına, bir yerini, içinde ekili ekin var iken; bakliyat olan bu ekini
sulamak, bakmak üzere, yüce Allah'ın vereceği rızka razıcıyız. Diyerek vermek
arasında fark vardır. Tatarhâniyye'de de böyledir.
Bir adam, boş bir
yerini, ağaç dikmek ve o ağaçlara ve meyvelerine ortak olmak üzere başka
birine verirse; bu da caizdir.
Eğer, ağaçlar birinin
olacak; meyveleri de diğerinin ola:;;k Jiye ?art
koşarlarsa; bu caiz olmaz. Çünkü, bu şart ortaklığı kesiyor. Ağaçlar meyve
vermeyebilir; o zaman, meyveleri olacak olanın eline hiç bir şey geçmez.
Eğer, "meyvesi
aralarında yarı yarıya olacak; fakat ağaçlar birisinin olacak" diye şart
koşarlarsa işte bu şart caizdir.
Ancak kıyâsa göre, bu
da caiz değildir.
Bu İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'dan rivayet edilmiştir ve Nevâdir'de yazılıdır.
"Meyve ortak
olacaktır." diye şart koştuktan sonra susarlarsa; o zaman, ağaçlan kim
dikerse, onlar onun oİur. Zehiyre'de
de böyledir.
Bir adam, boş bir
yerini, belirli bir müddetle, içinde hurmalık, bahçe, bağ yapmak ve Allahu Teâla'nın vereceği,
bağdan, bahçeden hurmalıktan, hasıl olan mahsûle yarı yarıya ortak olmak şartı
ile verir ve "o yerin de, yarı yarıya ortak olacağını" söylerse; işte
bu da fâsiddir. Muamele fâsid
olduğu zaman, âmil, o yere hurma üzüm diker veya meyve ağaçları diker ve çok
miktarda meyve meydana gelirse, onun tamamı, yer sahibinin olur. Bu durumda
âmile, ecr-i misil ile, o ağaçların kıymeti verilir*
Keza, yer sahibi için
bir şart koşmazlar, fakat, o diğerine: "Ağaç dik; hurmalık yap; bağ yap;
çıkacak olan ve Yüce Allah'ın vereceği kadar mahsûle yarıcıyız. Ve sana da yüz
dirhem var. (veya bir kür buğday var. Yahut o yere benzer bir yerin yarısı
var." derse; bunların tamamı fâsiddir.
Şayet, yer sahibinin
yanında, birisi oraya ağaç diker ve "bunun meyvesine ortağız" diye
şart koşup, "âmile de, yüz dirhem verilecektir." derse; bu da fâsiddir.
Bu durumda, yine de
dikerse meyvesine ortak olurlar.
Ağaç dikimi, âmil
tarafından yapılır ve'"çıkacağa ortak olacaklarını ve yer sahibinin de,
âmile yüz dirhem vermesini" şart koşarlarsa; bu fâsiddir.
Bu durumda, çıkan mahsûlün tamamı âmilin olur ve yer sahibine ecr-i misil verilir.
Ağaç dikimi ve
ziraatın tohumu yer sahibinden olursa; mes'ele hali üzredir. Ve muamele fâsiddir. Bu
durumda çıkacağın tamamı, amel sahibinindir. Yer sahibine, ecr-i
misil verilir. Tohumunun bedeli, ağacının kıymeti ve tarlasının ecr-i misli verilir.
Keza, yer sahibi, ağaç
diken şahsa, yüz ağaç dikmesi için, buğday veya hayvan yahut belirli başka bir
şey vermeyi şart koşarsa; bunların tamamın da ortaklık akdi fâsid olur ve âmile ecr-i misil
verilir. Meb-sût'ta da böyledir.
Fetâvâyi Attâbiyye'de şöyle
zikredilmiştir:
Bir kimse, meyvesi
çıktıktan sonra, hurmalığını bir başkasına muamele için verdiğinde, şayet o,
meyveyi artırır ve iyi bakarsa ortak olacaklarım şart koşarsa bu caizdir.
Eğer oraya başka biri
sahip çıkarsa, âmil, ecr-i misli için, kendisine
önce vermiş olan şahsa müracaat eder. Sahib çikan olmaz ise, bir şey gerekmez. Talarhâniyye'de
de böyledir.
Bir adam, diğerine,
ağaç dikmesi veya bağ yapması için bir yer verir; onların fidesi de mal
sahibinden olur, ancak, bu işi bir vakitle kayıtlamazlar ve âmil ağaçlan
diker; üzümler yetişir ve ağaçlar büyür ve bu âmil, bu durumda, o yeri
sahibinden her sene için belirli bir ücretle icarlar sonra da o yerin sahibi,
bahar vaktinde, orayı, bu âmilin —yıl başı gelmeden önce— alarak ağaçlan, söküp
kaldırırsa; âlimlerimiz: Meyve vermeden önce almaya hakkı vardır. Çünkü, âmil,
ağaçların sökülmesi ile fazla bir zarara uğramamıştır.
Bana göre, sene tamam
olmadan önce olunca, müs'tecir ağaçların sökülmesine
razı olmazsa, ona cevredilmez. Fetâviyi
ÎÜcfihia'da da böyledir.
Bir adam, bir yerini,
ağaç dikmesi için oğluna verir ve bir vakit de belirtmez; "çıkacak olan
mahsûle de yan yanya ortak olacaklarını" söyler;
oğlu da oraya ağaç diker; sonra da babası ölür ve yerine oğlu ile diğer
vârisler kahr ve onlar, ağaç diken oğula, "o yeri taksim etmek için, ağaçlan sökmesini
söylerse; o yer, o halde takisine elverişli ise, taksim
ederler. Dikenin hissesine düşen yere, o ağaçları ile birlikte sahip olur.
Diğerlerinin hissesine gelince, eğer aralarında anlaşamazlarsa, o ağaçlan söker
ve yerlerini doldurur.
Şayet o yer, o hâlde
taksime elverişli değilse, tamamını sökmesi teklif edilir. Ancak, aralarında
anlaşma yapt'klan yerlerdeki ağaçlar müstesnadır.
Bir adam, diğerine,
ağaç dikmek üzre bir yer verip, "çıkacak olan
meyveye ortak olacaklarını" söyler; müddet de tamam olursa; bu durumda
yer sahibi muhayyerdir: İsterse ağaçların yarı kıymetini ödeyip, onlara sahip
olur; isterse onları söktürür. Muhıyt'te de böyledir.
Çiftçi, tarla
sahibinin izniyle, o tarlaya, ağaç fidesi diktiğinde, şayet fidesi, tarla
sahibinin ise, onun olur. Eğer, fide çiftçinin ise, mal sahibi, "onu
sökmesini" teklif eder.
Şayet, tarla sahibi:
"Ağaç dik, ortağız." derse; bu caiz olur.
Şayet fide çiftçinin
olur ve yer sahibi de ona: "Onu dik." derse; bunlar dikenin olur. Yer
sahibi istediği zaman, onlan söktürür. Kerde-ri'nin Vedm'nde
de.böyledir.
Bir adam, diğerine
ağaç dikmesi için bir yer verip, fidelerini de kendisi verse; o adam da
diktikten sonra, yer sahibi: "Ben, onlan sana
benim için dik; diye verdim." der; diken zat da: "Sen, o fideleri
çaldın. Onları, ben kendi fidemden benim için diktim." derse; âlimler:
"Budurumda, yer sahibinin sözü geçerlidir.
Çünkü, ağaçlar onun mülkine muttasıldır. Diken zatın: "Sen, fideleri
çaldın." sözü kendine aittir. Tazminat da gerekmez. Çünkü ö, emin bir
kimsedir, demişlerdir.
Bir adam, bir yerini,
diğerine, bağ yapmak Üzere ve çıkan her mahsûlün yer sahibinin olması, diken
şahsa da çalıştığının karşılığının ecr-i misil olarak
verilmesi şartıyle verirse bu caiz olur. Cevâhörü'l- Fgîâ-vâ'da da böyledir.
Bir kimse, bağını
—muamelesiz— birine verdiğinde, o adam, onun üzerinde, bir hayli iş görüp,
sonra da bırakır; daha sonra da gelerek meyve isterse; eğer o yeri sahibine
verirken, meyvesi çıkmış idiyse, oftakhklan önceki
şart üzere duruyor demektir.
Şayet onu, meyvenin
çıkmasından önce veya sonra geri verdiyse onun bir kıymeti yoktur; ona ortak
değildir.
Bir adam, yeşermiş yaş
mezrüatım, diğerine muamele olarak yerdiğinde, âmil
onu sulayıp bakar; yetişince de Allahu Teâla'nın verdiğini, aralarında yarı yarıya taksim
ederlerse; bu, istihsânen —her ne kadar vakit ta'yuı eylememiş olsalar bile— caizdir.
Yaş iken, mahsûlü
aralarında taksim etmeyi şart koşarlarsa; bu muamele fâsid
olur. Zahîriyye'de de böyledir.
Bir adam bağını,
bahçesini ve hurmalığını; meyveleri yok iken, bir başkasına ortağa verir; o da
bakıp, sularsa, belirli seneyi şart koşmadıklarından bu muamele fâsid olur.
Çünkü, bunların ne
zaman mahsûl vereceği bilinmez. Zira bağ, bahçe, hurmalık ayrı ayrı şeylerdendir. Bir kısmı önce, bir kısmı ise seneler
sonra meyve verirler.
Yerleri de değişiktir
onun için, akid zamanı, yerlerini, müddetlerini,
hisselerini, çok açık şekilde beyan etmeleri gerekir. O zaman, ortaklıkları
caiz olur.
Bir kimse, hurmalığını
muamele ortaklığına verdiğinde, âmil, oraya yeni yeni
ağaçlar dikmek isteyip, hurmalığın boş yerlerine ağaç dikerse caizdir.
Bu âdet bağlarda da
böyledir. Bağın çubuğunu kesip boş yerlerine dikmek âdeti vardır. Bu âdet,
bizim diyarımızda da câridir. Fetva da bunun üzerindir. Zehiyre'de
de böyledir.
Çiftçi, tarla
sahibinin emri olmadan, onun tarlasına ağaç diker; o ağaç da büyür ve o hususta
da'vâlaşırlarsa; eğer yer sahibi, "ağacı —kendi
malına— çiftçinin diktiğim" ikrar ederse; o ağaç, çiftçinin olur. Fakat, diyâneten helâl olmaz. Şayet izinsiz dikti ise kendisi ile Allahu Te-âla arasındadır.
Eğer izinli diktiği hâMe, ortaklık şartı koşmadılarsa, onun için helâl olur. Fetâvâyi KöbrTda da böyledir.
Bir adam, diğerine
fide vererek, "bunları, köy ehlinin kanalının kenarına dikmesini"
söyler; o da diker, ağaç yetişir; fidanı (= dikmeyi) veren şahıs, diken şahsa:
"Sen, benim işçim iken, ben sana, bunları benim için dik; diye vermiştim.
Bu ağaçlar benimdir." derse, âiimler:
"Şayet dikmelerin, dikene âid olduğu bilinirse;
o ağaçlar onundur." Şayet dikmeler, verenin olur ve diken şahıs da, o
adamın ehli lyâ-linden
böyle işleri yapan birisi olursa; bu ağaçlar, onların fidanını veren
şahsındır. Artık, buna diyecek bir şey yoktuf. Eğer,
o şahıs, bu işi yapan cinsten birisi değilse ve onları da o adamın söylemisiyle dikme-misse; bu takdirde, ağaçlar dikenin
olur; fidanların kıymetini, o adama öder.
Keza, bir adam,
diğerinin yerinden bir ağaç söküp, getirir, dikerse; o ağaç diken şahsın olur.
Bu şahıs, o dikmenin
(fidanın) söktüğü zamanki kıymetini de, yer sahibine Öder. Fetâvâyi
Kâdîhân'da da böyledir.
Bir adam, bağım,
muamele ortaklığına birisine verdiğinde, bu bağ meyve verir ve bu bağın sahibi
ve efradı ailesi bağa girerek, her gün hem yerler, hem de alıp evlerine
götürürler; âmil ise, böyle yapmazsa; eğer bağ sahibinin ehli bağ sahibinin
izni olmadan giriyorlar, yiyorlar ve alıp götürüyorlar ise —yalnız bağ sahibi
hariç— diğerleri yediğinin ve götürdüğünün parasını —aynen yabancı bir kimse
imiş gibi—tazmin
ederler (= öderler.)
Eğer, onun izniyle
yapıyorlar ve onlar da nafakası kendi üzerine vacip olan kimselerse, işte o
takdirde, bağ sahibi, âmilin hissesini tazmin eder.
Bizzat kendisi alarak
onlara verirse, yine böyledir.
Şayet, bağa girenler,
nafakası ona vacip olmayan kimseler ise, ona tazminat gerekmez. Çünkü, onunla
ilgisi yoktur. Ve bir yabancının diğerinin malım itlaf etmesi gibidir. Fetâvâyi Kübrâ'da da böyledir.
Bir adam, hurmalığını,
muamele ortaklığına bir başkasına verir, o âmil, oraya bakacak, budayacak
aşılayacak, sulayacak ve Yüce Allah'ın vereceğine ortak olacaklar. Âmil,
denilenleri yapar; hurma çağla olur; sonra da yer sahibi Ölürse; kıyâsda bu muamele bozulur. O çağla, vârisler ile âmil
arasında taksim edilir. Çünkü yer sahibi, âmil çıkacak olanın bir kısmı
karşılığında icarlamıştı.
Şayet, onu dirhemler
karşılığında icarlamış olsaydı, her hangi bir taraf
Ölünce icâre bozulurdu.
Keza, çıkacak olan
mahsûlün bir kısmı karşılığında icarlamış olur; sonra
da birisinin ölümü sebebiyle, bu icâre muamelesini
bozarlarsa; bu bozuş, sağlıklarında bi'1-ittifak bozmaları gibi olur.
Şayet, akid, hurma çağla halinde iken bozuldu ise, yarı yarıya taksim
ederler.
Fakat güzel olanı,
âmile: "Sen, bakıcılığına hurmalar olgunlaşana kadar devam et."
demektir. Vârisler bundan hoşlanmazlar ve "yer sahibinin ölmesiyle,
hemen, —yetişmeden— toplanmasını teklif ederlerse" bunda âmile zarar olsa
bile caizdir. Ve bu, zararı def için, akdi bozmak gibidir...
Bu akdin ibkası da —zarar etmemesi için— caizdir.
Zararı def, önceki
yoldur.
Şayet âmil: "Ben,
çağlanın yansını alırım." derse; bu durumda akid,
zaten bozulmuştur. Fakat, onun vârislere zarar vermesi de güzel bir ş"ey değildir. Bu durumda vârisler için muhayyerlik
vardır; Dilerlerse, koruğu (= çağlayı) toplayıp yarı yarıya taksim ederler;
dilerlerse, o koruğun yarı değerini âmile verirler ve bu çağlanın tamamı
kendilerinin olur; isterlerse, koruk olgunlaşana kadar, masrafını yaparlar ve
masraflarının yansı için âmilin hissesine müracaat ederler.
Şayet ölen, âmil
olursa; onun vârisleri onun yerinde olurlar.
Bu durumdan yer sahibi
hoşlanmaz ise, vârisler de: "Biz çağlayı toplamak isteriz." derlerse;
bu durumda yer sahibi —önceki durumda söylediğimiz şekilde— muhayyerdir.
Eğer ikisi de ölürse,
âmilin vârisleri muhayyerdirler. Çünkü onlar, âmilin m a kanundadır lar; onun sağlığında olduğu gibi...
Yer sahibi öldükten
sonra, onun vârisleri de aynıdırlar. Dilerlerse, hurmanın y^.işme vaktine kadar bekletirler.
Şayet bakmaktan
kalınırlar razı olmazlarsa, bu defa da mal sahibinin vârisleri muhayyerdir. Ve
bu, önceki durumda vasfeylediğimiz gibidir.
Şayet, onlardan ikisi
de ölmez, fakat muamelenin müddeti bitmiş olduğu hâlde hurmalık yeşil çağla
hâlinde olursa; bu durumda muhayyerlik, önce âmildedir: O, eğer isterse, hurma
olgunlaşana kadar vazifesine devam eder; sonra da çıkanı aralarında pay
ederler. Yok, eğer âmil bırakmak isterse, o zaman, ecr-i
mislinin yarısını alır. Mebsût'ta da böyledir.
Bir adam, bağını,
birisine muamele ortağı olarak verdiğinde, bu âmil, o sene ölürse; bağ
sahibinin, bu durumda hâkimin emri olmaksızın o yere harcama yapması hâlinde,
bu bir teberru olmaz. Meyve çıktığı zaman, masrafını içinden alır. Âmilin, o
masrafı vermedikçe, o bağın gelirinde hakkı olmaz.
Ziraatta böyledir ve mes'ele hâli üzeredir. Sİrikciyye'de
de böyledir.
Hür bir adam, hurmalığını,
izinsiz bir köleye, —o sene için— muamele ortağı olarak verir ve âmil,
sulayacak, budayacak, bakacak olur; çıkan mahsûlü de aralarında taksim edecek
bulunurlar ve bu âmil denileni aynen yaparsa, mahsûlü yarı yarıya taksim
ederler. Bir kimse, bir yerini, iş görecek durumda olan sabiye ve köleye
muamele ortaklığı için verilebilir.
Âmil bir köle olur ve
hurmaları toplayıp, sahibine teslim ederse; hurma sahibi de o kölenin Ücretini
efendisine verir. Âmil sabî olur ve o, iş yüzünden Ölürse, onun diyetini akilesi alır. Mıluyt'te de
böyledir.
Bir adam, hurmalığım,
bir köleye veya bir sabiye, muamele ortaklığına verir, o da men edilinciye kadar hiç bir iş yapmazsa, akid
bozulmuş olmaz. Çünkü muamele, iki taraftan yapılmıştır.
Hatta köle bir iş
yapmasa bile kendi başına muameleyi bozamaz. Onun mahcur olması müessir
değildir. SoıU'nin Muhıyt'inde
de böyledir.
Şayet köle ve sabî
mahcur iseler (= izinden men edilmiş iseler) onlarda kendilerine verilen
hurmalığı bir başkasına ortağa vermiş olurlarsa; bu durumda, çıkan mahsûlün
tamamı, hurmalık sahibinin olur.
Âmile ecir de lâzım
gelmez.
Eğer, o yeri veren
sabî ise, o hâlde de, ikinci hâlde de ecir gerekmez.
Eğer o yeri veren köle
ise, hâlde ecr-i misil verdiği için, sorumlu olmaz, Azâd olduğu zaman, verilen o ecr-i
misil ondan alınır. Mıluyt'te de böyledir.
Bir, çiftçi, köy
ağasının tarlasına ağaç diktiğinde, muamele müddeti biterse; o ağacı ağa için
dikmiş olması hâlinde, işte o bir teberru olur.
Şayet ağa, muamele
müddeti bitince, âmile: "O yeri ağacı ile birlikte sat." demiş
olursa; hepsi de ağanın olur.
Eğer o ağacı, çiftçi,
ağanın izniyle, kendisi için dikti ise, o zaman, ağacın parası çiftçinin olur.
Bir muallim, köyün
çocuklarını okutur ve, köylüler de topladıkları tohumu, bu hoca için
ekerlerse; çıkacak olan mahsûl tohum sahiplerinin olur. Çünkü onlar, tohumu
hocaya teslim etmediler. Kerderî'nin Vecîri'nde de böyledir.
îki şahsın ortak
bulunduğu bir kanalın kenarında, ağaçlar dikilmiş olduğunda; onlardan her
biri; "Bu ağaçlar benim." diye iddia ederlerse; âlimler: "Eğer
diken şahıs biliniyorsa, ağaçlar onundur. Şayet bilinmiyorsa, ağaçlar
hangisinin tarafında dikili ise, o onundur.
Ortak oldukları yerde
dikili ise, ona ortaktırlar. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir bağı, uzun süreri
olarak icarlayan şahıs, o bağdaki ağaçları ve üzüm
çubuklarını satın alır ve sonra da, onları muamele ortaklığına verirse; işte bu
caizdir. Zehiyre'de de böyledir.
Zirâatci, sarımsak eker ve bunların bir kısmını söker, bir
kısmı ise yerinde kain- ve belirlenen müddet içinde, yerde kalanlar —onun sulaması
sebebiyle— tekrar biterse; bunlar, önceki şartlarına göre ona da ortaktırlar.
Yerinde kalan
sarımsaklar sulanmadan biterlerse, uygun olam, yine
aralarında taksim etmeleridir. Muhiyl'te de böyledir.
Bir köyün havuzunun etrafına
ağaçlar dikilir; sonra da onlar sökülür ve ondan sonra, bunların yerlerinden
(yâni köklerinden) tekrar ağaçlar çıkarsa; işte o biten de önceki ağacı
dikenindir. Çünkü o, mülkünün fer'idir. Kerdeif nin Vecîri'nde de böyledir.
Nevazil'de şöyle zikredilmiştir:
Karpuz, kavun
tarlasında, onlar toplandıktan sonra, yerinde kalan olur ve onu almakta bir
sakınca olmadığını insanlar biliycrsa; al-makda bir beis yoktur.
Ekin biçildikten
sonra, yerinde kalan başaklan toplamak da böyledir. Huttst'da
da böyledir.
Âmilin, kendi nefsini
haramdan koruması vâcibdir.
Onun için, âmilin,
ağaçlan kesip yemek pişirmek için yakması; hay-ma
yapmak için kesmesi caiz olmaz.
Üzüm çubuklarını evine
götürmesi de caiz olmaz. Yoncanın yaşı olsun, kurusu olsun alıp götürmesi de
helâl olmaz.
Amilin, yaş üzümden
veya diğer meyvelerden bir şey çıkarması helâl olmaz. Misafiri için olsa bile
böyledir, ancak ortağının izni olursa helâl olur. Fetâvâyi
Kadîhan'da da böyledir.
Hasta bir adam,
hurmalığım muamele ortağı olarak, yarı yarıya olmak üzere, birisine verir ve
*'buraya âmil bakacak, aşılayacak, buda-yacak,
sulayacak." der; âmil de öyle yapar; hurmalık meyvesini verir ve yer
sahibi ölür; o hurmalıktan ve meyvesinden başka da, hiç bir malı bulunmazsa; o
zaman yan hurmaların durumuna bakılır: Onun kıymeti, âmilin ecr-i misline yetişiyor veya az oluyorsa; âmil meyvelerin
yansını alır. Bu kıymet ^-taksim edilince— ecr-i
misilden çok oluyorsa, âmile hissesi verilir. Geride kalandan da üçte biri
—varsa— vasiyeti için çıkarılır; yoksa, kalan vârislerin olur.
Şayet ölen adamın
borcu bütün malını kuşatıyor ve hurmalık çiçek açtığı vakit, kıymetinin yarısı
ecr-i misli kadarsa; bu durumda, alacaklılar, alacaklannın nisbetine göre, bu alacaklannı meyvenin yansından alırlar.
Eğer, yansı ecr-i mesünden fazla ise,
terekesi hakkında vasiyeti mümkün olsun diye, ecr-i
mislinin kıymetini alacaklıları alırlar.
Sağlam bir adam, hasta
bir adamı, "çıkacak olan mahsûlden yüzde bir vermek üzere" muamele
ortağı yapar; o hasta da gücü nisbetinde sular,
bakar, budar ve aşılar; meyve meydana çıkınca da ölür ve başka da hiç malı
olmadığı gibi, borçlu da olur; hurmalık sahibi de onu, vârislerinden alır ve o
adamın ecr-i misli, hissesinden fazla olursa, ona
şart koşulandan fazlası verilmez. Çünkü, hasta o yerde tasarrufda
bulunmuştur; orda alacaklısının veya vârislerinin hakkı yoktur. Mebs&t'ta da böyledir.
Kanalın kenarında bir
topluluğa ait ağaçlar bulunur» bu kanalın geçtiği
sokakta bulunan topluluğun içinden bazıları, "bu ağaçların, kendilerine
ait olduğunu" iddia ederek "onları, filan dikti; ben de onun vârisiyin derler; diğerleri de onu inkâr eder ve iddia
sahibi beyyine ister; diğerinin de beyyinesi bulunmazsa, bu ağaçlara o topluluk ortak olur.
Eğer diken bilinmiyor
ve fidan sahibi tanınmıyorsa, bu böyledir. Fetâvâyi Kübrâ'da da böyledir.
Ebû'l- Leys'in Fetvâlsn'nda şöyle zikredilmiştir:
Bir adamın yerinde,
diğer adamın ağacının kökünden bir sürgün çıkıp, bir ağaç bittiğinde, eğer ona,
o yer sahibi bakıyor, soluyor ise, bu durumda o ağaç, yer sahibinindir.
Şayet yer sahibi,
"onun diğer adamın ağacının kökünden bittiğini'* doğrularsa; bu durumda o,
ağaç sahibinin olur.
Şayet, yalanlarsa,
onun sözü geçerli olur. Fetâvâyi Kâdthâa'da
da böyledir.
Bir adamın
çekirdeğini, rüzgar diğer birinin bağına getirir; bu çekirdek de orda bitip,
ağaç olursa; işte o ağaç, yer sahibinin olur. Çünkü çekirdek kıymet taşıyan bir
şey değildir.
Keza, bir adamın
yerine, bir şeftali düşerek, orda bitip ağaç olsa, o ağaç yer sahibinin olur.
Zira, o çekirdeğin üzerindeki eti gittikten ve o çekirdek haline dönüştükten
sonra bitmiştür. tşte bu,
bir önceki meselenin aynısıdır. Fetâvâyi Kibri'da da böyledir.
Hurmalıkta, meyveler
meydana çıkınca, onlara bir sahip gelirse* tamamı bu hak sahibinin olur. Âmil ise,
o yeri kendisine veren şahsa müracaat ederek, ecr-i
mislini ister.
Şayet o yerden, o sene
hiç bir şey çıkmaz ise, âmile de hiç bir şey verilmez. Attâbİyye'de
de böyledir.
Bir adamın, ağcımın
kökü, bir başkasının mülküne geçer ve orda fidanlar meydana gelir; o ağacın
sahibi de o fidanları, o yerin sahibine hediye edorse;
o ağacın kesilmesi hâlinde, o fidanlar kuruyacak olursa; bu hîbe caiz olmaz.
Eğer kurumaz iseler,
hîbe caiz olur. Fetâvâyi Kübrâ'da
da böyledir.
Bir âmil, ağanın
bağına, muamelesinin müddeti içinde ağaç diktikten sonra, muamele müddeti sona
ererse, bakılır: Eğer ağa için dikmişse, o bir beberru
olur ve ağaç ağanın olur. Ve, ağa ağaçları satın almasını söylemişse, ağanın
olur ve ağa âmile, onun, o ağaçlar için verdiği dirhemleri öder.
Şayet âmil o ağaçları
kendi nefsi için dikmiş ve buna ağa izin ver-mişse, o
zaman, ağaçlar çiftçinin olur. Ağa da ona, "onları sökmesini emreder. TaUrhâniyye'de de böyledir.
Âmil, bağ sahibinin
izni olmadan-, bağda dut yaprağını satarsa; duruma bakılır; yapraklar yerinde
iken, sahibi ona izin vermişse; parası onun olur.
Eğer müşteri, o
yapraklan zayi ettikten sonra, bağ sahibi satışına rızâ göstermiş veya
göstermemişse, bu durumlarda, âmile bir para (= bedel) ödenmez. Bağ sahibi için
muhayyerlik vardır: İsterse âmile ödetir; isterse, müşteriye ödetir. Zehiyre'de de böyledir.
Bağını (- bahçesini)
muamele ortağına veren bir kimse, o bağ henüz meyve vermeden, ağaçlarını
satarsa; işte bu satış fâsid olur. Çünkü onun bir kısmınının çıkaracağını icara vermişti. Daha hiç bir şey
çıkmamış olursa, âmilin hakkı taalluk etmeyeceği için —bu durumdaki satış
sahih olur. Her ne kadar, sulamış, korumuş ve bakmış olsa bile, bir şey
gerekmez. Çünkü nefsi için çalışmıştır; çıkacak olanda hakkı vardır ve o da
henüz çıkmamıştır Kerderî'nin Vedzi'nde
de böyledir.
Bir adam, diğerini,
hurmalığın, çıkacak olan mahsûlünü bizzat alması için, vekil tâyin ettiğinde,
bu vekil onu, halkın aldanmış saymı-yacağı şekilde alırsa; bu,, hurmalık sahibi için, sahih
olur. Ve onun hissesi alınmış olur.
Şayet halkın aldanmış
sayacağı şekilde ve âmilin nasibinden az almışsa; bu durumda âmile bir şey
gerekmez. Ancak, hissesinin ne olduğunu biliyorsa, hissesi söylenen şeyden
ibaret olur. Mebsût'ta da böyledir.
Bir adam, diğerine,
hurmalığını vererek, "o şahsı, bu hurmalığa —0 sene jçin—
muamele ortakhğma vermeye de" vekil eder; o adam
da orayı halkın aldanmış sayacağı şekilde muameleye verir; bu âmil çalışır ve
mahsûlü çıkarırsa; çıkanın tamamı hurmalık sahibinin olur. Âmil, vekilden ecr-i mislini alır.
Bu müzâraa
da olsa, şartlarına göre âmil ile vekil ortak olurlar. Tt-tarhâniyye'de de böyledir.
Bir adam, bahçesinin
ağaçlarını birisine vererek, "onları budamasını, gerekeni bir şeye
bağlamasını" söyler; âmil de onu te'hir eder ve
isabet eden soğuk, rüzgar yüzünden ağaçlar zarar görürse; bu âmil onları tazmin
eder, Fetivâyİ Kibrâ'da da
böyledir.
Bir adam, diğerini
hurmalık hakkında vekil tayin ettiğinde, bu vekili âmil tarafından tayin
edilmişse, âmilin masrafını alır mı?
Bu hususta, çeşitli rivayetler
vardır.
Bu vekil, hurmalık
sahibi tarafından tayin edilmişse, yine çeşitli rivayetler vardır.
Âmil tarafından tayin
edilen vekil, yapılan masrafı alır. Hurmalık sahibi tarafından tayin edilmiş
olan vekil ise, alamaz. Vekâlet kitabında ise: "O da alır
denilmiştir".
Bir âmil, muamele
suretiyle aldığı bir yere, sahibinin izni ile üzüm ve meyve ağaçlan diker;
onlar büyüyüp yetişir ve meyve verirse; bu meyvelerde dikenin de hakkı olur.
Eğer, sonra onları
sökerse, hak sahibine yerinin noksanlığım tazmin eder.
Bu İmâm Ebû Huife (R.A.)'ye göre
beyledir. Sonra da tazminatta bulunan bu şahıs (yani onları diken şahıs)
hurmalık sahibine müracaat eder. Ve ona, o noksanlığın bedelini ödetir.
Bu İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un sonraki kavlidir.
Diğer iki imamımıza göre
ise, hak sahibi, yapılan noksanlığın tamamını, onu veren vekile tazmin eder;
iade eder.
İmâm Mahunmed (R.A.): "Gâsıb
tazmin eder." buyurmuştur. Gas-bettiği şeyi telef eden şahıs gibi...
İmâm Ebû Hamtc (R.A.) ile İmim Ebû Yûsuf (R.A.) ise: "Tazminat gas-bedene
değil, o yerin sahibine aittir." buyurmuşlardır.
Sonra da onu diken
şahıs, o yeri kendisine verene müracaat eder ve kendisi muamelede aldatıldığı
için ücretini ondan alır. Mebşût'ta da böyledir.
Bir adama, muamele
ortaklığı için, çıkacak mahsûle yan yarıya ortak olmak üzere, bir hurmalık
verilir ve ona: "Reyinle amel et." denilmez; o da, o yeri bir
başkasına, muamele ortaklığına verir; o da çalışıp, mahsûlü çıkarırsa; bu
mahsûlün tamamı, asıl hurmalık sahibinin olur. önceki âmile hiç bir şey verilmez.
Bu kavil, İmâm Mahımmed (R.A.)'e ulaşır. Fakat İmim Ebû
Hanîfe (R.A.) ile İmim Ebû
Yûsuf (R.A.)'a göre, ona, söylenilenden fazlası verilmez. Muhıyt'te
de böyledir.
Şayet, mahsûlün
bedeli, ikinci âmilin elinde, kendi sun'u olmaksızın,
zayi olursa; onlardan hiç birine tazminat gerekmez. O hurmalık, sahibine
aittir.
Şayet kendi ameliyle
zayi etmiş ve her hangi bir işine harcamışsa; ' bu durumda hurmalık sahibi
muhayyerdir: Bu iki amilden, hangisine isterse ona ödetir.
Şayet öncekine
ödetirse, o hiç bir şey için ikinciye müracaat edemez.
Eğer ikinciye
ödetirse, o, birinciye müracaat eder.
Bu, hurmalık sahibi
birinci âmile verirken: "Bildiğin gibi yap." demediği zaman
böyledir.
Eğer, ona:
"bildiğini yap." dedi ve yansını şart koştu ise, o zaman, çıkan mahsûlün
üçte birisini ona vermesi caiz olur. Ve çıkan mahsûlün yarısı, hurmalık
sahibinin olur. Altıda biri de önceki amilin olur. Üçte biri de kinci âmilin
olur.
İmâm Muhammed (R.A.),
el-AsTda bu hususta şöyle buyurmuştur.
"Re'yinle hareket eyle." demediği, hâlde, belirli bir
şart koştu ise, öncekinin şartı ikincisinin aynısı olsa bile, bu fâsiddir. Bu durumda, önceki adama da tazminat gerekmez. Bedâic'de de böyledir. En doğrusunu Allahu
Teâla bilir. [7]
[1] Feteva-i Hindiyye
(Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 11/411.
[2] Feteva-i Hindiyye
(Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 11/411-412.
[3] Feteva-i Hindiyye
(Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 11/412-413.
[4] Feteva-i Hindiyye
(Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 11/413.
[5] Feteva-i Hindiyye
(Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 11/413-414.
[6] Feteva-i Hindiyye
(Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 11/414.
[7] Feteva-i Hindiyye
(Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 11/415-431.