1- KİTABETİN MÂNÂSI, RÜKNÜ, ŞARTI VE HÜKMÜ
Kitabet Bedeli İle İlgili Şartlar:
3- MÜKÂTEBİN YAPMASI CAİZ OLAN VE CAİZ OLMAYAN İŞLER
4- MÜKÂTEBİN, BİR YAKIN AKRABASINI, CÂRİYE OLAN KARISINI
VEYA BİR BAŞKASINI SATIN ALMASI
6- BAŞKA BİR KİMSENİN, BİR KÖLEYİ MÜKÂTEP YAPMASI
7- MÜŞTEREK BİR KÖLENİN KİTABETİ
9- KİTABETLE İLGİLİ ÇEŞİTLİ MESELELER
Kitabet: Bir köleye, mal
mukabili hürriyetini vermektir. Tebyîn'-de de böyledir. [1]
Kitabetin Rüknü: Efendiden
îcabı, mükâtebin de, bunu kabul etmesidir.
İcâb: (Burada)
Efendinin kitabete delâlet eden bir söz söylemesidir.
Meselâ: Bir efendinin,
kölesine: "Seni, şu şey karşılığında mükâ-tep kıldım." demesidir.
Efendi, bu sözü ister ta'lik harfiyle söylesin; isterse onunla söylemesin
müsavidir.
Bir efendinin
kölesine: "Sen, bana, şu kadar mal ödersen, artık hürsün." demesi
gibi...
Keza, bir efendinin
kölesine: "Bana, şu kadar ay, her ay bin dirhem ödersen, sen
hürsün." demesi veya: "Bana, şu kadar ay, her ay bin dirhem ödediğin
zaman, sen hürsün." demesi gibi...
Bir efendi, kölesine
"Şu kadar ay, bana bin dirhem verirsen hürriyetini verdim. Eğer âciz
kalır ve ödeyemezsen sen kölesin." gibi sözler söylemek de, îcab sayılır.
Çünkü, akidlerde itibar, lafızlara değil, ma-nâyadır. Kabul ise, kölenin:
"Kabul ettim." veya "Razı oldum." demesi yahut benzeri bir
şey söylemesidir.
îcab ve kabulün
bulunması hâlinde kitabetin rüknü tamam olur. Bedâî"de de böyledir.
Şayet, bir kölenin
efendisi, ona: "Sen, bana her ay yüz dirhem ödediğin zama'n, hürsün."
derse; Ebû Hafs'dan gelen bir rivayete göre, bu durumda, köle bir defa ödeme
yapmakla mükâtep olmaz.
Esahh olan da budur.
îebyîn'de de böyledir. [2]
Kitabetin çeşitli
şartları vardır:
1- Efendiye
râci olan şartlar;
2- Mükâtebe
râcî olan şartlar;
3- Kitabet
bedeline râci olan şartlar;
4- Rükne
râcî olan şartlar;
5- Akid
şartı ile ilgili şartlar;
6- Geçerlilik
şartına râcî şartlar;
7- Kitabetin
sıhhatine râcî şartlar. [3]
a) Kitabet
akdi yapan efendi, akıllı olacaktır. Bu, akdin şartlarındandır.
Sabî ve mecnun ile
kitabet akdi yapılamaz.
b) Bu
şahsın, bulûğa ermiş olması da şarttır. Ve bu da akdin ge-'çerli olmasının
şartlarındandır.
Akıllı da olsa,
sabinin (= küçük çocuğun) akid yapması (= anlaşması, sözleşmesi, bağlantısı)
—her ne kadar hür veya ticârete izinli bir köle olsa bile— geçerli olmaz.
Bunlar için velî ve vasî gerekir.
c) Kitabet
akdi yapan efendinin mülk ve velayet sahibi olması da gerekir.
Bu da akdin geçerlilik
şartıdır.
Fuzûlî'nin (= yetkisi
olmayan kimsenin) yaptığı kitabet akdi geçerli sayılmaz. Çünkü onun mülkü ve
velayeti yoktur. Vekil edilmiş olursa, akdi geçerli olur. Çünkü o, bu durumda
müvekkilinin naibidir.
Keza, baba veya
vasinin yaptığı kitabet akdi istihsânen caizdir.
d) Bu
şartlardan birisi de rızâdır. Bu da sıhhatinin şartlarındandır. Zoraki
yaptırılan; lâtife yollu yapılan; hatâen yapılan akid sahih olmaz.
e) Hürriyet,
mükâtebenin şartlarından değildir. Mükâtebin yaptığı kitabet akdi sahihtir.
f) Akid
yapan şahsın, müslüman olması da şart değildir. Zimmînin, kölesini mükâtep
yapması caizdir.
Mükâtep mürted olursa;
İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, akid bekletilir. Eğer, o mükâtep, irtidat
halinde öldürülür veya ölür yahut dâr-i harbe iltihak ederse, kitabeti iptal
edilir.
Şayet tekrar müslüman
olursa İmâmeyn'e göre, kitabeti geçerli olur. [4]
a) Mükâtebin
de akıllı olması gerekir.
Bu, akdin
şartlarındandır. Kitabet bedeline râcî olmuştur. [5]
a) Mükâtebin vereceği
şeyin, mal olmasıdır.
Bu da akdin şartlarındandır.
Meyte, lâşe ve kan
karşılığında mükâtebe akdi yapılmaz.
Köle bunları verse
bile, azâd olmuş olmaz.
Ancak, efendisi:
"Sen bunları, bana ödersen, artık hürsün." der ve o da onu öderse;
işte o zaman —bu şart sebebiyle— azâd edilmiş olur. Efendisi, onun kıymetini
almak için müracaat edemez.
b) Mükâtebin
verdiği şeyin helâl ve sağlam olması gerekir. Bu da sıhhatinin şartîarındandır.
Bir müslümanm,
müslüman bir köleyi veya zımmî bir köleyi, içki veya domuz karşılığında mükâtep
yapması sahih olmaz.
Bir zimmînin de,
müslüman bir köleyi, içki ve domuz karşılığında mükâtep yapması caiz olmaz.
Şayet müslüman, bunları verirse; azâd olmuş olur. Ancak, sonradan nefsinin
değerini vermesi de gerekir.
Bir zimmînin, kâfir
olan bir kölesini, içki ve domuz karşılığında mükâtebe yapması caizdir.
Bir zimmî, kâfir olan
kölesini bu şartla mükâtebe ettikten sonra, bunlardan birisi müslüman olsa,
mükâtebe yine mükâtebedir. Şart koşulan kıymetini öder.
c) Şart
koşulan malın nev'inin ve miktarının belirli olması da gerekir. Bu malın
sıfatının belirli olup olmaması müsavidir. Bu da akdin şartlarındandır.
Şayet malın miktarı ve
nev'i belirli olmazsa akid yapılmış sayılmaz. Eğer, miktarı ve nev'i belli
olursa; sıfatının belirsiz.olması mükâtebeye .
mâni değildir, bu kitabet caizdir.
Aslolan, cehalet,
kitabetin cevazına (şayet cehalet fazla olursa) mânidir; böyle değilse mâni
olmaz.
d) Kitabet
akdinde, kitabet bedelinin, efendinin maiı olmaması gerekir. Bu da akdin
şartlarındandır. Efendinin mallarından biri karşılığında mükâtebe yapılsa, bu
caiz olmaz. Keza, mükâtebe vaktinde, kölenin elinde kazanç bulunur ve onu
mükâtebe bedeli olarak verirse; bu da caiz olmaz. Zira o, aslında
efendisinindir.
Bedelin borç olması,
kitabetin caiz olmasının şartıdır. [6]
Rüknün nefsine râci
olan şarta gelince; bu, akdin fâsid sarftan hâli olmasıdır ve bu sıhhatinin
şartlarındandır.
B^u şart akdin
iktizasına muhalifdir. Şayet akdin iktizasına muhalif olmazsa, akid şartı caiz
olur.
Eğer akdin iktizasına
muhalif olur da, sağlamlığı ile ilgili olmaz ise, şart batıl olur ve akid sahih
olarak bakî kalır. Bedâî'de de böyledir. [7]
Kitabetin hükmü, köle
tarafı ile ilgilidir. Ve bu, kölenin mem-nûiyetten kurtulması, hâli hazırda
hürriyetinin eline verilmesidir.
Mükâtebin esas
hürriyeti, kitabet bedelini ödedikten sonradır.
Mükâtep, bu arada bir
cinayet (= suç) işlerse, diyeti malına veya efendisine aittir ve tazminatı
gerektirir.
Mükâtebin velayeti
efendisine aittir.
Efendi, hemen, kitabet
bedelini isteyebilir.
Mükâtep, kitabet
bedelini tam ödediği zaman, hakiki hürriyeti sabit olur. Tebyîn'de de
böyledir.
Kitabet hâle (= içinde
bulunulan vakte) aitse, efendisi bağlantıdan kurtulana kadar, kitabet bedelini
ister.
Eğer aylara
ertelenmişse, her ay geldikçe, o ay ödenmesi gereken miktarı ister. Muhıyt'te
de böyledir.
Bir efendi, mükâtep
yaptığı kölesinin kazancına ve hizmet etmesine sahip değildir ve artık onun
sadaka-ı fıtrini da vermez. O, üzerine vacip değildir. Hızânetü'l-Müftîn'de de
böyledir.
Bir efendi,
mükâtebesine cima' ederse, ona mehir vermesi îcabe-der. Hidâye'de de böyledir.
Şemsü'l-Eimme
el-Beyhaki, Kifâye'de şöyle buyurmuştur: Efendisinin mükâtebe karşı yaptığı
cinayet, kasden olursa kısas gerekmez. Şayet mükâtep, efendisini öldürürse,
ona kısas lâzım olur. Ay-nî'de de böyledir.
Mükâtebenin, nikâh ve
iddetteki hükmü, cârinin hükmü gibidir. Fetâvâyi Kâdrlıâırda da böyledir.
Bir cariyeyi, mükâtebe
yapmak müstehâptır. Eğer onda, hâlde veya vadeli olarak bir hayır; ticârete
ehliyet; emânete riâyet; bedelin ödemeye iktidar görülürse, bu böyledir.
Ve bu, bize göre
böyledir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bazı âlimler, şöyle
buyurmuşlardır:
Burada hayırdan murad,
azâd ettikten sonra, müslümanlara zarar vermemesidir. Eğer zarar verecek
tînette ise, onu azâd etmemelidir. Bu durumda bile azâd etmesi caizdir.
Tebyîn'de de böyledir.
Köle ile câriye, büyük
ile küçük; alım satıma aklı yetmesi hâlinde aralarında fark yoktur. Kâfî'de de
böyledir.
Nikahda mehre
elverişli olan, kitabet bedelinde de elverişli sayılır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir.
Mükâtep, bedelinin
tamamını ödemedikçe azâd edilmiş olmaz. Şayet ona, efendisi: "Eğer
bedelini ödersen hürsün." demişse ödediği zaman hürdür.
Hizânetü'l-Müftfn'de de böyledir.
Kitabet bedeli için,
bir şey yazmak vâcib değildir. Ancak yazılması mendub olur. Aynî'de de
böyledir.
Mükâtebeden bir rehin
alınır; o rehin de zayi olursa; bu durumda, o mükâtep azâd edilmiş sayılır.
Mebsût'ta da böyledir. [8]
Kitabet iki
durumdadır:
1- Kölenin
malının haricinde, sadece nefsi ile ilgili kitabet;
2-
Hem.nefsi, hem de malı ile ilgili kitabet. Bunların ikisi de caizdir.
Birinci şekil:
Efendinin, kölesine: "Seni, bin dirhem karşılığında mükâtep yaptım."
demesîdir.
Bu durumda, kölenin o
ana kadar kazandığı mal, efendinindir. Ondan sonra kazanacağı kendisinin olur.
Kitabet bedelini, ne zaman öderse, o zaman hür olur. Artan olursa, efendisi,
onu geri verir.
İkinci şekil:
Efendinin, köleye: "Bana, bin dirhem vermen karşılığında, nefsini ve
malını mükâtep yaptım." demesidir.
Bu durumda, kölenin
elinde bulunanın tamamı ve istikbâlde kazanacağının hepsi, kendinindir;
efendisinin değiföir-. Bunlar ister kitabet bedelinden çok, isterse az olsun,
onda kitabet bedelinden başka, efendisinin hiç bir hakkı yoktur. Köle, bu malı
ticâretle kazanmış veya kendisine bu mal bağış yahut sadaka olarak verilmiş
olabilir.
Şayet, onun kazancında
ihtilaf ederlerse, mukatebin sözü geçerli olur. Cinayet fidyesi ve mehir parası
efendinindir.
Kitabette muhayyerlik
şartı caizdir. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.
Bir efendi, kölesini
bin dirheme mükâtep yaptıktan sonra, köle onu öder ve o efendisinin yanında
iken, ödediği bin dirheme bir hak sahibi çıkarsa, bu durumda mükâtep hürdür.
Hak sahibi, onun yerine, bin dirhem için o efendiye müracaat eder. Mebsût<ta
da böyledir.
Bir adamın, deli veya
küçük bir kölesi olur ve onunla kitabet akdi yapamazlar; bu durumdaki kölelerin
efendileri, onu mükâtep yapar ve onun bedelini bir başkası öder; efendi de bunu
kabul ederse; bu durumda o köle azâd olmuş olmaz. Adam, onu reddeder ve
verdiğini tekrar alır. Çünkü o, bedeli, köle azâd olsun diye ödemişti; o da
azâd olmadı.
Şayet adam kabul
eylese ve efendi de razı olsa, bu kitabet yine caiz olmaz.
O kölenin kitabetinin
caiz olması için, bulûğa ermesini beklemek olur mu?
Kudı'ıri;
"Olmaz." buyurmuştur.
Sahih olanı da budur.
Çünkü fuzûlînin
tasarrufu, ancak icazete caiz olur. Bu durumda ise icazet verecek, icazete ehil
değildir. Çünkü küçüktür veya delidir.
Şayet köle büyük olsa
ve gayb olmuş bulunsaydı, bunun hilafına, tevakkuf (= bekleme) caiz olurdu.
Adam gelip, razı olur; efendisi de razı olursa bir diyecek kalmazdı.
Şayet küçüğün baba
tarafından bir akrabası, kitabet bedelini öderse; el-AsI kitabında:
"İstihsanen o köle azâd edilmiş olur." denilmiştir.
Keza, gaybolan büyük
köle,ffuzûlînin kitabet bedelini ödemesine razı olursa, o da istihsanen azad
edilmiş olur.
Bu durumda küçüğün
akrabası, verdiği kitabet bedelini geri isteyemez.
Bu, tamamını ödediği
zaman böyledir.
Eğer bir kısmını
ödemişse, kıyâsen de, istihsanen de verdiğini geri ister ve alır.
Ancak köle bulûğa
erişir ve o, verdiğini almadan da icazet verirse, artık akrabası önceki
verdiğini geri alamaz. Bedâi"de de böyledir.
En doğrusunu Allahu
Teâlâ bilir. [9]
"Efendi,
mükâtebin rızası olmasa bile, kölenin kitabetini reddedebilir; cariyenin
kitabetini ise, onun rızası olmadan reddeyleyemez." denilmiştir.
Köle ise, faside de
olsun, caize de olsun, efendi razı olmasa bile kitabeti feshedebilir, Tahâvî
Şerhi'nde de böyledir.
VelvâJicîyye'de şöyle
zikredilmiştir:
Faside olan kitabette,
köle kitabet bedeli ödenmiş ofsa bile, yine de azâd edilmiş olmaz. Efendisi
ölür ve köle vârislerine kalır ve bu durumda bedeli ödenirse; bu köle azâd
olur. Tatarhâniyye'de de böyledir.
Bir adam, kölesini,
başkasının ölçülen, tartılan bir şeyi veya arazisine karşılık, mükâtep
yaparsa; işte burda iki rivayet vardır: Zahir olanı, bu kitabetin fâsid
olmasıdır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir adam, kölesini bin
dirhem vermesi ve kendisine bir yıl hizmet karşılığ(âda mükâtebe yapsa, bu
kitabet caiz olur.
Şayet bin dirhemle
birlikte, devamlı hizmet karşılığı mükâtebe yaparsa; bu kitabet fâsid olur. Bu
köle, bin dirhemi ödeyince, —hizmet etmeksizin— azâd olmuş olur.
Eğer bin dirhem, onun
kıymeti kadar ise, efendisinin bu kitabeti bozmak için onun kıymeti kadar ise,
efendisinin bu kitabeti bozmak için bir yolu kalmaz.
Şayet kölenin kıymeti,
bin dirhemden fazla ise, efendisi, o fazlalığı köleden alır. Serahsî'nin
Mnhıyü'nde de böyledir.
Faside (- bozuk) olan
kitâbetde, kıymet eğer müsemmanın ( = belirlenen bedelin) cinsinden ise,
kitabet fasidedir. Şayet müsemmadan noksan ise, noksan olmaz. Eğer fazla ise, o
fazlalık onun üzerine eklenir. Vikaye Şerhi'nde de böyledir.
Bir adam, kölesini,
belirli miktardaki buğday veya arpa mukabili mükâtep yapar; ve onun vasfını da
"buğday, yaz buğdayı olacak; taze olacak veya eski olacak yahut orta halli
olacak." gibi bir şey söyleyerek belirlerse; bu vasıflarla akid yapılmış
olur. Şayet böyle bir vasıf belirtmemişse, verilecek şey orta halli olacaktır.
Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, mükâtebin
kazancından olan bir mal karşılığında, onu kitabete bağlasa (şöyleki: O köle,
daha önce ticârete izinli olur ve onun kazancı bulunursa) burda iki rivayet
vardır:
Bir rivayette,
"caiz değildir." Çünkü; bu durumda efendi, bu köleyi kendi malı
karşılığında mükâtebe yapmıştır.
Diğer rivayete göre
ise; belirli bir mal karşılık olarak söylendiği için caizdir.
Şayet kitabet, o
kölede bulunan dirhemler karşılığında yapılmış olsaydı, muâvatatın tayini
bulunmadığından, rivayetlerin ittifakı ile bu kitabet caiz olurdu. Tebyîn'de de
böyledir.
Kitabet bedeline bir
hak sahibi çıkar ve bu bedel akidde belirli olmayan bir şey olursa; kölenin, o
şeyin mislini ödemesi gerekir. Bu bedel bir hayvan veya bir yer ise, köle,
onun kıymeti için, efendisine müracaat eder. Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve
İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un kavilleridir. Tatarhâniyye ve Tecrîd'de de böyledir.
Bir adam, elinde
bulunan bir köleyi, bit cariyeye karşılık olarak mükâtebe eder ve köle,
cariyeyi efendisine verir; o da bu cariyeye cima' edince, ondan bir çocuk
doğar; sonra da bu cariyeye bir sahip çıkarsa; bu hak sahibi olan onu alır.
Efendinin mehir vermesi gerekir. Çocuğun kıymetini de öder. Sonra da bu efendi,
—mehir için değil de— çocuğun kıymetini tazmin ettirmek için mükâtebe müracaat
eder. Mebsût'ta da böyledir.
Bir adam, bir
kölesini, bir elbise veya bir hayvan yahut bir ev karşılığında mükâtep ederse,
bu durumda kitabet akdi yapılmış olmaz. Mükâtep ödeme yapsa bile, yine azâd
olmaz. Çünkü elbise, ev, ve hayvanın nev'i belirsizdir.
Şayet bir kimse,
kölesini, her evi bir elbise veya câriye yahut bir at karşılığında mükâtebe
ederse; bu kitabet caiz olur. O mükâtep, bunlardan, orta dereceli birisini
ödemekle azâd edilmiş olur. Bu kimse, orta halli bir köleyi getirirse, efendi
onu kabule cebredilir. Bedâi"de de böyledir.
İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre, orta hâl, kıymetinin kırk dirhem olmasıdır. İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.) ise: "itibar piyasaya göredir; kıymetine bakılmaz."
buyurmuştur.
Her iki kavil de
sahihdİr. Kâfi'de de böyledir.
Bir adam, bir
kölesini, kendi kıymeti karşılığında mükâtebe kıl-sa; bu kitabet fasidedir.
Şayet onu öderse, azad olmuş olur ve ona bîr şey gerekmez.
Bundan sonra, her
ikisinin de doğruladığı bir kıymet tesbit ederler.
Şayet, bu kıymette
ihtilaf ederlerse, mukavvimlere müracaat ederler. İki kişi ittifak ederlerse,
o kıymeti kabul ederler. Şayet, mukavvim-ler de ihtilaf ederler ve biri
"bin dirhem"; diğeri "bin on dirhem." derse; en yükseğini
vermedikçe azâd edilmiş olmaz. Sirâcfi'l-Vehhâc'da da böyledir.
Bir efendi, kölesine;
"Seni mükâtebe kıldım." der; bedelini söylemeyip susarsa; bu kitabet
akdi, üç imamımıza göre de asla sahih olmaz. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, bir
kölesini, (iki habeşli köie*gibi...) vasıflı köleler karşılığında mükâtebe
ettiğinde köle temin edip teslim ederse, azâd olunur. Bu caizdir. Mebsût'ta da
böyledir.
Ber efendinin,
kölesini inci veya yakut karşılığında mükâtebe etmesi hâlinde, bu kitabet akdi
sahih olmaz. Keza, bu efendi, o şeylerin bedeline karşılık
mükâtebe yaparsa, —burda
da cehalet fazla olduğundan— yine akid sahih olmaz.
Çünkü; bu durumda da inci ve yakutun nev'inde ve miktarında cehalet vardır.
Bedâi"de de böyledir.
Bir adam, kölesini bir
köle karşılığında, mükâtebe yapar; o da, o köleyi temin edip verir; sonra da
efendi, o kölede büyük bir kusur bulursa; misli için mükâtebe müracaat eder.
Mebsût'ta da böyledir.
Bir efendi, cariyesini
bir dirhem karşılığında mükâtebe yapar; ve her doğurduğu çocuğun da kendisinin
olacağını veya azâd olduktan sonra da kendisine hizmet edeceğini şarta bağlasa,
bu kitabet fasidedir. Hızanetü'l-Müftîn'de de böyledir.
Bir:efendi, kölesini,
bir ev veya bir yer karşılığında mükâtebe etse, bu caiz olmaz. Çünkü, kendisi
karşılığında akid yapılan şey muayyen değildir; vasıfları meçhul durumdadır.
Mebsût'ta da böyledir.
Bir efendi, cariyesine
—mükâtebe olduğu sürece— cima etmek .vsya bu süre içinde bir defa cima etmek
üzere, bin dirheme mükâtebe eylese, bu kitabet fâsiddir.
Şayet câriye, bin
dirhemi öderse, bütün âlimlerimize göre azâd edilmiş olur.
Bu câriye, bin dirhemi
öder ve azâd edilirse onun kıymetine bakılır. Şayet bu cariyenin kıymeti bin
dirhem ise, efendisinin ona karşı onun da efendisine karşı yapacağı bir şey
yoktur.
Eğer kıymeti bin
dirhemden fazla ise, efendisi o fazlalığı ondan ister.
Şayet, kıymeti bin
dirhemden noksan olur; kendisi de bin dirhem ödeyerek azad edilmiş bulunursa kıymetinden
fazla olan miktar için, efendisine müracaat edebilir mi?
İmamlarımızın üçü de:
"Müracaat edemez" buyurmuşlardır. Bedâi'Me de böyledir.
Şayet önce efendisi
ona cima etti; sonra da o kitabet bedelini ödedi ise, bu durumda efendisinin
mehir vermesi gerekir.
Bir adam, hâmile olan
cariyesini mükâtebe ettiği zaman, onun karnındaki de —ister söylesin, isterse
söylemesin— kitabete dâhildir.
Şayet karnmdakini
istisna kılarsa, bu kitabet caiz olmaz. MebsûtHa da böyledir.
Bir efendi, kölesini,
—belirsiz miktardaki— dirhemler karşılığında mükâtebe ederse, bu Kitabet
fasidedir. Ancak, köle üç dirhem öderse, o azâd olunmuş olur ve kıymetini
ödemesi gerekir. Sirâciyye'de de böyledir.
Bir efendi,
cariyesini, bin dirhem karşılığında mükâtebe eder; câriye de onu ödemekte
olduğu hâlde, yalnız aylardan birinde âciz kalıp ödeyemez ve buna karşılık yüz
dirhem daha şart koşarsa, işte bu kitabet de fasidedir. Mebsnt'ta da böyledir.
Bir kimse, kölesini,
karşılığını aylık taksitlerle ödemek üzere, bin dirheme mükâtebe yaptığında; be
mükâtep, bir aylığını ödeyemese, kitabet faside olur.
Âlimlerimiz:
"Sahih olanı, —öncekinin dışında— ikinci kitabetin fâsid olmasıdır."
buyurmuşlardır.
Bu, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre böyledir.
İmâmeyn'e göre, her
ikisi de caizdir. Serâhsi'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Nevâzil'de şöyle
zikredilmiştir: Bir adam, iki kölesini, bin dirheme mükâtebe yaptığında,
bunlardan biri bin dirhemi öder; sonra da efendi, onlardan birisine, kitabet
bedelini bağışlarsa; ikisi de azâd edilmiş olur.
Sonra da, kabul
etmezse, kitabet avdet eder ve efendi onlara bin dirhem borçlu olur.
İmâm Ebû Hanîte
(R.A.)'ye göre her ikisi de hür olurlar. Müzmerât'ta da böyledir.
Bir adam, cariyesini,
bin dirhemi ne zaman öderse, o zaman veya ekin biçimine kadar ödemek üzere yahut
benzeri bir şekilde mükâtebe yapsa; vakti belirsiz olmasına rağmen, bu kitabet
akdi istihsânen caiz olur.
Eğer, bunu vermeyi
tehir ederse (= geciktirirse) cariye o malı verene kadar, efendisine helâl
olur. Onun için, acele verip hürriyetine kavuşması en iyi olanıdır. Mebsût'ta
da böyledir.
Bir adam, bin dirhem
değerindeki bir kölesini, bin dirhem karşılığında mükâtebe yaptığında, köle
onu öderse, azâd edilmiş olur.
Efendinin, bu kölede,
bin dirhem, başka bir alacağı olsa bile, bu kitabet akdi caizdir. İş, efendinin
dediği gibi olur. Yani, bu köle önce kitabet bedelini ödeyip azâd olur; sonra
da borcunu öder. BedâT'de de böyledir.
Bir adam, kölesine:
"Seni, şu dirhemlerden bin dirheme karşılık mükâtebe kıldım." der;
dirhemler de o dirhemlerden olmayıp, onlar gibi başka dirhemler olursa; bu
kitabet caiz olur. O şart ise boştur.
Bir adam, cariyesini,
kendisi veya bu câriye muhayyer olmak kaydıyla mükâtebe etse, bu akid caizdir.
Şayet, bu câriye doğum
yaparsa, çocuk da annesiyle birlikte mükâtebe olur.
Erkek muhayyer iken;
veya kadın, muhayyere iken ölürse, —satışta olduğu gibi— ölenin muhayyerliği
düşer.
Çocuğa gelince, eğer
efendi muhayyerliği sırasında onun yarısını azâd eylemişse, bu durumda, —onunla
ilgili— kitabet feshedilmiş olur. Tamamını azâd eylemiş gibi, kitabet
feshedilince de İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre onun yarı kıymeti vardır.
Efendisi çocuğu azâd
ederse, bu hâl de, kadının kitabetini fesheder.
Şayet muhayyerlik
kadında ise, efendisinin azâd etmesiyle, çocuk ıtk edilmiş olur. O yüzden de
kadının kitabet bedelinden bir şey nok-sanlanmaz. Mebsût'ta da böyledir.
Bir adam, cariyesini
üç gün muhayyer kalmak üzere mükâtebe ettiğinde, bu câriye bir çocuk doğurur ve
efendisi onu satar veya bağış yapar yahut azâd ederse, bu caizdir. Tasarrufâtı
da caizdir. Ancak, bu durumlarda kadının kitabeti bâtıl ( = geçersiz) olur.
Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.
Bir harbî, dâr-i
harb'de kölesini mükâtep ettikten sonra, her ikisi de müslüman olurlar veya
birisi zimm? kalır ve bunlar güvenceli olarak çıkarlar; köle ise, bu durumda
zinımînin elinde kalır ve mükâtebe olup olmadığı hususunda husûmete düşerlerse
(= da'valaşırlarsa) — dâr-i harb'de olduğu gibi— azadı da, tedbîri de,
mükâtebesi de bâtıl (= geçersiz) olur.
Bu, ikisinin
beraberce, dâr-i İsâm'a çıkmaları hâlinde böyledir. Sâyet mükâtebe ettikten
sonra, köle müslüman olarak dâr-i harb'-den çıkarsa, kitabet bâtıl; bu köle hür
olur.
Bir müslüman tüccar,
dâr-i harb'de, bir kölesini azâd eder; veya mükâtep kılar yahut müdebber
ederse; bunlar istihsânen caizdir.
Keza, kâfir olan bör
köleyi, bir tüccar, dâr-i İslâm'da satın alırsa, durum yine yukarıdaki
gibidir.
Şayet köle kâfir olur;
ve onu dâr-i harb'de, bir tüccar satın alıp mü-kâtep eder; o da kitabet
bedelini öder ve azâd olur; sonra da, bu köle müslüman olursa icazet vardır.
Mebsût'ta da böyledir.
Bir adam, terzi veya
boyacı olan kölesini, kendisinin yaptığı iş gibi iş yapan bör köle karşılığında
mükâtep ederse; kıyâsda bu kitabet sahih olmaz. İstihsân da ise sahih olur.
Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, cariyesini
fâsid bir mükâtebe ile mükâtebe ettiğinde, bu câriye bir çocuk doğurur; sonra
da kitabet bedelini öder ve azâd edilirse; onunla birlikte çocuğu da azad
edilmiş olur.
Şayet kitabet bedelini
ödemeden önce ölürse; çocuğun annesinin hali hayatına müsteniden, istihsânen de
kiyâsen de, bu çocuk hür olur. Mebsût'ta da böyledir.
Bir adam, kölesini,
bin dirhem olan borcunu ödemek üzere mükâtebe eylerse, bu kitabet caizdir,
Keza bir adam,
kölesini, kendisine tazmin edeceği bir dirhemi, tazmin etmek üzere, mükâtep
eylese, bu da caizdir. Ve bu istihsândır. Zehîyre'de de böyledir.
Bir adamın, borçlu bir
cariyesi olur ve bir çocuk doğurur; mükâtebe bedelini de öder; sonra da bu
kadının alacaklısı gelip, efendisinden, mükâtebe bedelini, alacağının yerine
alır ve onun bir miktar daha alacağı kalırsa; bu alacağını, isterse o cariyeye,
isterse çocuğa tazmin ettirir. Kıymetinden fazla birşey de alamaz. Şayet
dilerse, alacağının tamamını cariyeye ödettirir; efendisine ödetmez.
Şayet bu cariye
kitabet bedelini ödedikten sonra ölürse, o çocuk, alacaklıya, kıymetinin en
azını öder. Mebsût'ta da böyledir.
Bir adam, kölesini
şehirden çıkmamak şartıyla mükâtep ederse; bur şart bâtıl; kitabet ise caizdir.
Serahsî'nin MnhıytTnde de böyledir.
Bir adam, başkasını,
kölesini azâd eylemeye veya mükâtep kılmaya vekil tayın eylese; bu vekâlet
sahih olmaz. Cevâhirü'l-Fetâva'da da böyledir.
Bir adam, borçlu ve
ticârete izinli iki kölesini mükâtep kıldığında onlardan birisi huzurda
bulunmaz; sonra da alacaklılar gelirse; hazırda olanın tekrar köleliğe
dönmesini isteyemezler. Ancak onlar, ondan alacaklarını almaya daha çok
haklıdırlar. İsterlerse, kitabet bedelini alırlar ve onun kıymetini de
efendisine tazmin etmezler. Mebsût'ta da böyledir.
Mürted bir kimse, bir
kölesini mükâtep ettikten sonra dâr-i harbe iltihak eder; sonra da tekrar
müslüman olarak geri dönerse; mükâte-bi hâkime çıkmış olması hâlinde kitabeti
batıl olur ve tekrar köleliğe döner; değilse kitabeti devam eder. Mebsût'ta da
böyledir.
Bir adam, cariyesini
meyte (= ölü bir hayvan) karşılığında mükâtebe eder ve bu câriye bir çocuk
doğurur; sonra da efendisi onun anasını azâd ederse; doğurduğu çocuk, onunla
birlikte azâd olmuş olmaz.
Şu mes'ele, buna
muhalifdir. Bir adam, bin dirhem karşılığında bir cariyesini faside olarak
kitabete bağlar; bu kadın da bir çocuk doğurur; sonra da efendisi, bu kadını
azâz ederse; çocuk da onunla birlikte azâd olmuş olur. Mebsût'ta da böyledir.
En doğrusunu bilen
Allahu Teâlâ'dır. [10]
Bir mükâtep, —cereyan
eden âdet müstesna olmak üzere— te-berruatta bulunamaz. Hızânetii'l-Müftîn'de
de böyledir.
Mükâtebin satış
yapması, satın alması ve yolculuk yapması caizdir. Kâfi'de de böyledir.
Bir makâtep — hengi
cinsten olursa olsun, az olsun, çok olsun— peşin veya vadeli, meyve satabilir.
Bu, İmâm Ebû (R.A.)'ye
göre böyledir.
Imâmeyn'e göre ise,
insanların aklanmış sayılmayacağı bir şekilde, satması caizdir.
Dinar, dirhem ve
nakidleri vadeli veremez.
Ancak efendisine
verebilir.
Yanhz efendisinden
satın aldığını efendisine kârlı olarak satamaz. Ancak açıklarsa o zaman
satabilir.
Keza, efendisine bir
dirhemi, iki dirheme satamaz. Çünkü, kita-âbet akdinde hak bakımdan efendisi de
yabancı hükmündedir.
Keza, efendisine
açıklamadan bir şey satamaz. Efendisi bir kusur bulursa, onu reddeder.
Satın aldıktan sonra
kusursuz olarak reddedemez.
Şayet reddederse, bu
caizdir olmaz.
Kusuru ile birlikte
satın alırsa, —yabancıya oltiuğu gibi— efendisine de reddedebilir. BedâP'de de
böyledir.
Bir mükâtep, esir alıp
onu satarsa, bu müslüman toprağını alım satım gibi olur.
Şayet mükâtep, irtidat
eder ve riddeti halinde de, borçlu bulunur; borçluluğu da ikrarı sebebiyle
bilinir; sonra da oihaldeiölürse; bu mükâtep borçlu olan hasta gibidir.
Kazancından, müslüman olduğu zamandaki borcunun ödenmesi ile, —borçlarının
ödenmesine— başlanır. Sonra da irtidadı halindeki borcu ödenir.
İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'nin kavli budur.
İmâm Muhammed
(R.A.)'de aynı görüştedir.
Borcu ve kitabet
bedeli ödendikten sonra, kalan bir malı varsa, bu müslüman olan vârislerinin
olur.
Mükâtebin çocuğu,
kitabet bedelini ödemeye gayret eder ve öder. Azâd olur; sonra da, babasının
alacaklıları gelir ve onun efendisine, alacaklarını almak için müracaat
ederlerse, ondan alamazlar. Fakat onlar alacakları için oğluna müracaat
ederler. Mebsût'de de böyledir.
Bir efendinin,
mükâtebinin, cariyesini nikahlaması caiz olmaz. Şayet mükâtep, efendisinden bir
câriye satın almış ve nikahlamaşsı, bu nikâhı baki kalır. Kâfi'de de böyledir.
Mükâtep rehin alır,
rehin verir; ücretle çalışır ve çalıştırır, bütün bunlar caizdir. Zehıyre'de de
böyledir.
Mükâtebin oğlunu,
kızını, cariyesini ve mükâtebesini evlendirmesi caiz olmaz. Bedâi"de de
böyledir.
Bir mükâtep kölesini
de evlendiremez. Onu vekil de edemez. Azâd edip izin verse bile yine bunlar
caiz olmaz.
Şayet azâd eyledikten
sonra: "Sana vekâlet izni verdim." derse, o takdirde vekil olmuş
olur. Kâfi'de de böyledir.
Bir mükâtebin
cariyesini, kölesine nikahlaması, zâhirü'r-rivâyetde caiz değildir. Hidâye
Şerhi Aynî'de de böyledir.
Bir mükâtebe,
efendisinin izniyle evlendikten sonra, azâd edilse, muhayyeredir. Fetâvâyi
Kâdîhânda da böyledir.
Şayet mükâtebe,
efendisinin izni olmaksızın evlenirse, —kocası ile— araları açılmaz.
Hatta azâd edilirse
nikâhı caizdir ve muhayyerlik yoktur; o hürre-dir. Mebsût'ta da böyledir.
İmâm Muhammed (R.A.)
şöyle buyurmuştur.
Bir mükâtep, kendi
kazancıyla satın aldığı bir köleyi, mükâtep yaparsa, bu istihsânen caizdir.
Âlemlerimiz, bu görüşü
kabul buyurmuliardır.
Mükâtebin, kitabet
yapması caizdir.
İkinci mükâtep de,
kitabet bedelini ödeyince hür olur.
O takdirde mükâtebin
hâline bakılır: Önceki mükâtebinin velâ hakki varsa, —her ne kadar hür olsa
bile— onun velâsı, birinci mükâtîbindir; ikincinin değildir.
İkinci mükâtebin
velâsı, sabit olmuş ve mükâteblik bedelini sonradan ödemiş bulunsa ikinci
mükâtebin velâsı, birinci mükâtibe ail olmaz.
Şayet birinci mükâtep,
kitabet bedelini ödemeden âciz kalıp ödeyemez ve tekrar köleliği avdet ederse;
artık ikinci mükâtep kitabet borcundan baki kalanı ödemez. Hakikatta,
efendisinin kölesi olmuş olur.
Eğer efendisi onu azâd
ederse, hakikatta onun azâdlığı geçerli olur.
Eğer önceki mükâtep,
kitabet bedelini Ödemeden âciz olmadan ölürse; bu durumda ikinci mükâtep,
kitabet bedeli ödemez.
Burda iki durum
vardır: Eğer önceki mükâtep, ikinci mükâtebin, kitabet bedelinden çok daha
tereke bıraktı ise, ondan, onun kitabet bedeli ödenir. Bu durumda, kitabet
feshedilmiş olmaz; mükâtebin hürriyetine hükmedilir; hayatının son
dakikalarında bile o'^a, geride kalan malı, hür vârisleri varsa, onlara kalır.
Şayet vârisler yoksa,
o mal önceki efendisinin olur. İkinci mükâtep ise, hâli üzerine mükâtep olarak
kalır ve kitabet bedelini mükâtibi-nin vârislerine ödeyince, azâd edilmiş olur.
Azâd olunca da velâsı, Önceki mükâtibe âit olur. Hatta, ikinci mükâtebin malı
ve vârisleri varsa, onların olur.
İkinci durum: Birinci
mükâteb, mal terk etmeden, yâlnız mükâtebe bedeli ile ölür ve o takdirde,
ikinci adamın mükâtebe bedeli, birin çişinden az olursa; bu durumda önceki
mükâtebe feshedilmiş olur ve mükâtep köle olarak kalır; ikinci ise, mükâtep
olur. Ve kitabet bedelini ödeyince hür olur.
Şayet kitabet
bedelleri müsavi veya daha fazla ise, bu hâlde eğer ölmeden önce, efendisini,
kendi mükâtep de, ikinci mükâtebe fesholun-maz. İkinci mükâtep onu öder ve
birinci mükâtep de, ikinci mükâtep de hür olur. Hayatının son anlarında bile
olsa bu böyledir. İkinci mü-kâtebten kalan fazla mal, birinci mükâtebin
vârislerinin olur. Bunun için, bu vârislerin hür olmaları gerekir.
Şayet ikinci mükâtep,
birincinin ölümünden sonra kitabet bedelini ödemez; efendide, hâkimden bu
kitabet akdinin feshedilmesini o borucunu ödeyene kadar istemezse; bunun
cevabı, birinci adam ölmeden, ikinci mükâtebin ödemesinin aynısıdır.
Eğer hâkimden,
kitabetin feshini talep ederse; hâkim, onu fesheder. Muhıyt'te de böyledir.
Her ikisi de kitabet
bedellerini öderlerse, ikisinin de velâları önceki efendileri için sabit olur.
Bedâi'Me de böyledir.
İbnü Semâa'nın
Nevâdiri"nde, İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir.
Bir mükâtep, kendi
kölesini mükâteb yaptıktan sonra, birinci mükâtep ölür ve ancak, mükâtebindeki
alacağını terkeder; başkalarına da borcu olur; ikinci mükâtip, birincinin
oğluna ödeme yaparsa, gerçekten kölelikten azâd olmuş olur, velâsı efendisine
aittir. Muhıyt'te de böyledir.
Bir mükâtep, kölesini
kitabete bağladıktan sonra, önceki mükâtip ölür ve hür bir oğlu ile mük ât
ebesinden başka bir şey de bırakmaz; sonra da ikinci mükâtip ölür; onun da
oğlunun oğlu kalırsa; onun, önceki mükâtibin oğluna, kitabet bedelini verme
ruhsatı vardır. Son mükâtebin oğlunun velâsı da, en önceki mükâtibin
oğlunundur.
Bir mükâtep, câriye
olan karısını satın alır; ondan da çocuğu olmaz; sonra da onu mükâtebe ederse,
işte bu caizdir.
Şayet bu kadın,
mükâtebe" olduktan sonra, doğum yaparsa, artık o doğan çocuk da, anasından
bir parça olduğu için, o da mükâtebtir Kitabet bedeli ödendikten sonra ölürse
câriye de, çocuğu da hür olurlar.
Bir mükâtep,
kendisinden doğum yapmamış olan karısını, mükâtebe eder ve bu kadın kitabetten
sonra doğum yapar; daha sonra da bu kadın ölür ve bir tereke bırakmazsa; artık,
o çocuk muhayyerdir. İsterse, anasının kitabet bedelini ödeyerek hür olur;
dilerse, ödemez, babasının yerinde kalır. Mebsût'ta da böyledir.
Bir mükâtep, kendi
çocuğunu ve anasını, babasını mükâtebe yapamaz. Ümmü veledini mükâtebe
yapabilir.
Aslolan, satılması
T;âiz olmayanın, mükâtebe yapılması da caiz olmaz. Bedâi'de de böyledir.
Bir mükâtep,
cariyesini mükâtebe yapar; sonra da ona cima ederse; bu câriye muallakda
kalır: dilerse, kitabet bedelini ödeyip, mehrini alır; dilerse, kitabetten vaz
geçer ve onun ümmü veledi olur. Bu durumda efendisi, onu —doğum yapan
cariyesini sattığı gibi— satamaz.
Şayet, bu kadın,
kitabet bedelini ödemeden aciz kalırsa, efendisinin onu azâd etmesi caiz
olmaz.
Bir mükâtep,
cariyesini kitabete bağladıktan sonra, o cariyeye cima ederse; efendisine mehir
vermesi gerekir. Çocuk da annesi gibidir.
Şayet bu kadın,
kitabet bedelini ödemekten âciz kalırsa; efendisi çocuğu alır ve kıymetini
anasına verir.
Bu istihsânen
böyledir. Câriye ise, câriye olarak kalır. Mükâtibi-nin memlûkesidîr ve
aldatılmış durumundadır.
Eğer mükâtip cariyeye
cima ettikten sonra, bu mükâtib ölür ve hiç bir mal da bırakmazsa, kadın doğum
yapmaz; onun kitabeti geçerlidir.
Şayet doğum yaparsa,
bu kadın muhayyerdir: Dilerse, mükâtebe-liği bırakır; çocuk için önceki
mükâteple kitabet ruhsatı vardû). dilerse kitabete devam eder.
Şayet ölen zat mal bırakmış
olur ve bunun içinde de mükâtebe bedeli bulunursa; kadın kitabet bedelini
ödeyince, kendisi de, çocuğu da hür, mükâtebeliği ise bâtıl olur.
Eğer, bu câriye,
kitabet bedelini ödemekten âciz kalır ve efendisi de çocuğu iddia eder; önceki
mükâtib de ölmüş olursa; bu durumda çocuk hürdür. Efendisine kıymetini vermesi
gerekir. Mebsût'ta da böyledir.
Bir köleye ticâret
yapma izni verilmesi caizdir. Şayet, bu köle borç ederse, onu ödemesi gerekir.
Alacaklıları gelip, alacaklarını isterlerse, borcu karşılığında, bu köle
satılır. Ancak, borca
karşılık efendisi bu kölenin kıymetini ödeyebilir. Bu köle, bir mükâtebe ait
olur ve mükâtep de, onun kıymetini borcuna karşılık ödemiş bulunur ve köle
satılmaz ise, mükâtebin, o kıymetinin mislini ödemiş olması hâlinde, bu
bi'1-ittifak caizdir.
Eğer kıymetinden
fazla, fakat, emsalinde insanların aldanmamış sayılacağı bir bedelle ödemişse
bu da caizdir ve bunda da ihtilaf yoktur.
İnsanların
"aldanmış" diyeceği şekilde fazla ödemiş olursa; el-Asl kitabında,
buna işaret olunarak —caizdir.— denilmiştir.
Bazı âlimler: "Bu
görüş, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin görüşüdür demişler; bir kısmı da:
"İmâmeyn'e göre, bu caiz olmaz." buyurmuşlardır. Zehıyre'de de
böyledir.
Bir mükâtep, —az bir
şey müstesna— bir şey tasadduk edemez.
Hatta bir fakire, bir
dirhem vermesi bile caiz olmaz. Elbise giydirmesi ve hediye vermesi de caiz
olmaz. Yemek yedirebilir; icâre verebilir; ariyet verebilir; emânet verebilir
Bedâi"de de böyledir.
Ber mükâtep, borç
veremez.
Şayet borç vermiş
olsa, bu alana helâl olmaz ve onu yiyemez. Önceden alacağı müstesna... Onu
alması ve yemesi caiz olur. Aynî'de de böyledir.
Mükâtebin vasiyyet
etmesi caiz olmaz. Bir mala veya bir nefse kefil olması da caiz olmaz.
Efendisi izin verse
de, vermese de bunlar böyledir.
Bir mükâtep bir şeyi
satın almaya vekil olabilir. Satıcıya tazminatı gerekiyor olsa bile bu
böyledir. Çünkü ticârette vekâlet zarureti vardır.
Eğer kendisi öderse,
azâd edilmiş olur ve kefil olduğu kimsenin onu ödemesi lâzım olur.
Bedâi"de de böyledir.
Şayet mükâtep küçük
ise, kefil olduğu zaman azâd olunsa bile ondan bİT şey alınmaz. Aynî'de de
böyledir.
Bir mükâtebin
efendisine kefil olması caiz olmaz. Havalesi caiz olur mu?
Bu hususta iki durum
vardır.
Şayet efendisinin, bir
şahsa borcu, birinde de alacağı varsa; alacağını aiıp borcunun yerine vermek
üzere havelesi caiz olur.
Teberru edilmiş
alacaksa, havalesi caiz olmaz. Bedâi"de de böyledir.
Bir mükâtebin bir şey
satması hâlinde onu ikâle etmesi caiz olur.
Mükâtep, müdârebe malı
almak, nefsini icara vermek, bir başkasına yardım için eşyasını emânet almak
hakkına sahiptir. Zehıyre'de de böyledir.
Mükâtep, kendi
kölesini —istihsânen— mükâtep yapabilir. Eğer azâd ederse, —önceden olduğu
gibi— itki ( — azat etmesi) caiz olmaz.
Keza, bir mükâtep,
kölesinin yarısını veya tamamını bağış yapamaz. Mebsût'ta da böyledir.
Bir mükâtep, kölesini
bir mal karşılığı azâd eder veya bir mal mukabili satarsa, bu caiz olmaz.
Kâdîhân'ın Câmiu's—Sağır Şerhi'nde de böyledir.
Bir mükâtebin, hür bir
kimse ile müfâveda ortaklığı yapması caiz olmaz. İnan ortaklığı ise caiz olur.
Şayet ortaklıkta mükâteb âcir olursa, aralarındaki ortaklık sona erer.
Mükâtebin efendisine,
efendisinin de mükâtebine karşı şûf'a hakkı vardır.
Bir mükâtep, man
ortağı olduktan sonra azâd edilirse, ortaklığı hâli üzre kalır.
Efendisinin izni olsun
veya olmasın, bir mükâtep, bir başkası ile müfâveda ortağı olur; sonra da bu
mükâtep azâd edilirse, bu ortaklık sahih olmaz.
Bir mükâtep, üç gün
muhayyer olmak şartıyla bir ev satın aldıktan sonra, âciz kalıp, köleliğe
dönerse; muhayyerlik hakkı ortadan kalkar.
Şayet satan şahıs
muhayyer olursa; o köle aciz olsa bile muhayyerdir; öldükten sonra muhayyer
olduğu gibi..
Bir mükâtebin muhayyer
olarak satın aldığı evin yanındaki ev satılsa, bu mükâtebin şüf'a hakkı vardır;
onu alır ve muhayyerlik hakkı düşer.
Şayet, o şüf'a hakkını
almaz; müşteri de evi satana geri verirse, bu durumda şüf'a hakkı kalmaz.
Mebsût'ta da böyledir.
En doğrusunu bilen,
Allahu Teâlâ'dır. [11]
Bir mükâtep, babasını
veya oğlunu satın aldığında, bunlar kitabetine dahil olur. Ve o, bunları azâd
edince; onlar azâd edilmiş; köle bırakınca da, köle olarak kalmış olurlar.
Bu mükâtebin, onları
satması mümkün olmaz.
Usûl ve fürûun tamamı
böyledir. el-Asi'da da şöyle denilmiştir:
Bu mükâtep, onları
aybı sebebiyle geri veremez. Şayet satın almışsa, noksanı sebebiyle de
müracaat edemez.
Yalnız kitabet
bedelini ödemekten âciz kalırsa, o takdirde red ( = geri verme) hakkı vardır.
Eğer, bu mükâtep
ölürse, red hakkı, efendisinindir. Müzmerât'ta da böyledir.
Bir mükâtep, ölür ve
geride kitabet bedelini bırakmaz; bir çocuğu kalır ve o, babasının kitabet
bedelini ödemeye gayret edip ödeyebi-lirse, bu durumda biz, onun, babasının
ölümünden önce azâd olduğuna hükmederiz. Çocuk da azâd olmuş olur. Bu
mükâtebin, geride kitabet halinde satın aldığı oğlu kalırsa; onun için, iki
yol vardır: Ya kitabet bedelini ödemeye çalışır veya köleliğe döner.
Bu, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre böyledir. Hidlye'de de böyledir.
Köleliğe reddedilen
ana ve baba, ölmüügibidir. Kitabet bedelini hemen veya vadeli olarak
ödeyemezler. Tebyîn'de de böyledir.
Mükâtebe olan bir
câriye, bir çocuk doğurup; diğer bir çocuğu-mj da satın aldıktan sonra; ölürse;
sonradan doğurduğu çocuk, onun kitabet bedelini ödemeye çalışın Bu çocuk, satın
alman kardeşinin kazancını da alarak, anasının kitabet bedelini öderse; geride
kalana yarı yarıya ortak olurlar. Satın alınan kardeşini, —hâkimin emriyle—
diğer kardeş, icara verebilir. Tatarhâniyye ve Velvâliciyye'de de böyledir.
Bir mükâtep,
efendisinin karısı olan kızını satın alırsa; onun nikâhı fesada gider.
Şayet yakînı ise azâd
olmuş olur. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.
Bir mükâtep,
efendisinin babasına veya oğluna sahib olursa; onlar azâd olmuş olmazlar. Çünkü
efendisi mükâtebim'n kölesini azâd edemez ve onun te'siri (~ geçerliliği)
olmaz. Bir adam, mükâtebinin kölesini satamaz ve azad edemez. Mebsût'ta da
böyledir.
Bir mükâtep kitabeti
halinde, doğan çocuğunu veya satın aldığı çocuğunu azâd ederse; istihsânen, bu
azâd edişi geçerli olur. Çünkü o, ondan bir parçadır. Onun memlükesi, her
yönden efendisinindir. Anasını azâd eylese yine böyledir.
Kazancından olan başka
bir kölesini azâd etmesi, bunun hilâfına-dır. Zehıyre'de de böyledir.
Bir mükâtep,
kardeşini, bacısını, usul ve fürûnun dışında kalan akrabalarını (meselâ:
Amcasını, annesini ve benzerlerini) satın alırsa; istihsânda bunları mükâteb
yapamaz. Fakat bunları satmaya hakkı vardır.
Bu, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)sye göre böyledir. Âlimlerin ekserisine göre, bir mükâtep, amcasının
oğlunu satın alsa, onu mükâtep yapamaz. Zehıyre de de böyledir.
Bir mükâtep, kitabet
bedelini ödediği, bu akrabaları onun yanında kalırlarsa; onları azâd eder;
onları köle olarak kullanmaya selâ-hiyeti kalmaz. Tatarhâniyye'de de böyledir.
Bir mükâtep, câriye
olan kendi karısını satın alır ve ondan çocuğu olmaz, onu satabilir. Fakat
çocuğu olursa, bi'1-ittifak ikisini de satamaz. Onlardan, ancak birine sahip
olursa; burda ihtilaf vardır. İmâm Ebû Hanîfe (R.A.): "Satamaz."
buyurmuştur. Sahih olan da budur. Müzmerât'ta da böyledir.
Bir mükâtep, câriye
olan karısını satar ve ondan bir çocuğu olursa; o çocuk da kitabetin içine
girer; anası da çocuğunun kitabetine dahil olur.
Şayet mükâtep ölürse,
her ikisine de ruhsat kalmaz.
Fakat mükâtep, ölmeden
biraz önce, kitabet bedeli ödenirse, her ikisi de hür olurlar. Tafarhâniyye'de
de böyledir.
Bişr'in Nevâdiri'nde
İmâm Ebû Yûsuf (R.A)'un şöyle buyurduğu nakledilmiştir.
Bir mükâtep, câriye
olan karısına cima eder; onu satın aldıktan sonra da, ondan bir şocuğu olur;
sonra da bu mükâtep kitabet bedelim ödemeden ölürse; artık çocuk için ruhsat
vardır. Anasının mehrini, babasından (onun terekesinden) alır. Kitabet halinde
doğan çocuğun, babasının borcunu, ödemeye yetkisi vardır. Mubıyt'te de
böyledir.
Bir mükâtep câriye
olan karısını satın aldığında, ona cima etmesi helâl olur. Şayet ondan bir
çocuk doğarsa, babasına tâbi olarak o da kitabete dâhil olur. Anası da çocuğuna
tâbi olarak mükâtebe olur. Baba ölmüş, borcu da ödenmemişse, kadın iki ay beş
gün ölüm iddeti bekler ve çocuğu babası makamına kaim olur. Gayret ederler ve
kitabet bedelini öderlerse, hepsi birden azâd olmuş olur ve kadın üç hayız
iddet bekler.
Adam son anlarında
kitabet bedeli ödese, hepsi de hür olurlar. Kadının iki iddet beklemesi
(ayrılıkları sebebiyle iki hayız ve nikâh iddeti) gerekir. Çünkü, o câriyedir.
Efendisinden çocuk doğurduğu için de üç hayız iddet gerekir. Bunlar birbirine
dahil olurlar.
Şayet câriye doğum
yapmaz ve karısı olarak kalıp, onun nikâhı altında iken de azâd edilmez; onu
da iki talâk boşarsa; artık o, başka bir kocaya gitmedikçe, önceki kocasına
helâl olmaz. Zira cariyenin talakı ikidir. Kâfide de böyledir.
Mükâbetin sağlığında
ve onun mülkünde iken, çocuk; ondan sonra da mükâbet ölür ve ölümü ânında,
kitabet bedeli câriye tarafından ödenmiş olursa; azâd edilmiş olur. Bunun
köleliğe dönmeyi ve ödediği bedel için satılmayı istemeye selâhiyeti olmaz.
Müzmarât'da da böyledir.
Bir mükâtebe, köle
olan kocasını satın alsa, nikahları batıl olmaz. Kocası, önceki nikâhla, ona
cima yapabilir. Çünkü o, hakikatta kocasının mülküyetine sahip değildir.
Aynî'de de böyledir.
Zimmî olan bir
mükâtep, bir müslüman câriyyeyi satın alır; bu cariyeden de bir çocuğu olursa;
câriye hâli üzere kalır.
Eğer zimmî olan
mükâtep borcunu ödemek suretiyle azâd edilirse; kadın hakkında mülkü tamamolur;
câriye de, kocasının ümmü veledi olur.
Şayet mükâtep olan
zimmî, kitabet bedelini ödemeden âciz kalıp, tekrar köleliğe avdet ederse;
efendisi o cariyeyi satmaya cebredilir. Meb-sût'ta da böyledir.
Bir mükâtep, bir câriye
satın aldığında, bu câriye hayızından kesilir ve mükâtepde azâd edilirse, o
cariyeye cima etmesi helal olur. Şayet bu mükâtep kitabet bedelini ödemekten
aciz kalıp, câriye ile birlikte köleliğe dönerse, efendisine de istibra vacip
olur.
Şayet, bir mükâtep,
kızını veya anasını satın aldıktan sonra, kitabet bedelini ödemekten âciz
kalırsa; efendisinin onlardan uzak kalması gerekmez.
Bir mükâtep, kitabeti
hâlinde, bacısını satın aldıktan sonra, aciz kalırsa, efendisinin, ondan
uzaklaşması vacip olur.
İmâm Ebû Haniİfe
(R.A.)'nin kavli budur. Çünkü, o mükâtebin anası, kızı gibi değildir.
Mükâtebe olan bir kız,
âciz kalırsa; efendisinin ondan uzaklaşması gerekmez.
Bir adam, kölesinin
karısını mükâtebe ettikten sonra, efendisinin ondan bir şey satın alması
—ancak yarısı hakkında— caiz olur.
Şayet mükâtep,
efendisinden bir köle satın alırsa; istihsânda bu satın alışın tamamı —aynen
başka birinden almış gibi— caizdir. Kıyasda ise, bunun ancak yarısı caizdir.
Biz kıyâsı kabul
etmişizdir. Mebsût'ta da böyledir.
En doğrusunu bilen, Allahu Teâlâ'dır. [12]
Bir mükâtebe,
efendisinden doğum yaptığında; kitabet müddeti de geçer veya kitabetten âciz
olursa; bu câriye efendisinin ümm-ü veledidir. (- çocuğunun anasıdır) Onun
çocuğunun nesebi de sabittir. Kadının tasdikine ihtiyaç yoktur. Çünkü o, onun
mülküdür.
Kitabet müddeti geçmiş
olunca kadın mehrini alır.
Efendisi ölürse, azâd
edilmiş olur. Ondan doğum yapmış olması sebebiyle, kitabet bedeli de
kendiliğinde düşer;
Şayet, mükâtebe olan
bir câriye Ölür ve geride de malı kalırsa; ondan, önce kitabet bedeli ödenir.
Geride kalan malı, —ölmeden önce— katabet bedelinin ödenmiş olması sebebiyle
hür olmasından dolayı, çocuğun olur.
Eğer, mal bırakmadan
ölürse, çocuk hürdür.
Eğer mükâtebe olan bu
kadıp, bir başka çocuk daha doğurursa, —cimasmın haram olduğundan dolayı—
kadının ikrarı olmadan, o çocuğun nesebi sahih olmaz. Tebyîn'de de böyledir.
Bir mükâtebe,
efendisinden bir çocuk doğurduktan sonra, efendisi "o cariyenin, başka
birine ait olduğunu" iddia eylese, bu sözü, — her ne kadar, câriye onu doğrulasa
bile— tasdik edilmez. Mebsut'ta da böyledir.
Bir efendinin, ümm-ü
veledini, mükâtebe etmesi caizdir. Eğer efendi, ölürse, bu câriye doğurması
sebebiyle hür olur. Kitabet bedeli de sakıt olur (= düşer). Çocuğu da, kazancı
da kendisine teslim edilir. Şayet kitabet bedelini efendisi ölmeden önce,
ödemiş ise, bu durumda kitabeti sebebiyle azâd edilmiş olur. Hidâye'de de
böyledir.
Bir adam ümm-ü
veledini mükâtebe yaptığında, bu kadın kitabet zamanından altı ay sonra, bir
çocuk doğurur, sonra da efendisi onu ikrar etmeden önce ölürse, çocuğun ona
nisbet edilmesi lâzım gelmez.
Şayet altı aydan az
bir zamanda doğursa, bu durumda, o çocuğun nesebi, —bize göre— kadının
efendisinden sabit olur. Ve o hürdür. Kadın da efendisinin ölümü sebebiyle azâd
edilmiştir. Eğer efendi hayatta
olur ve "doğan
çocuğun, kendisinden
olduğunu" iddia eder ve doğum iki seneden fazla bir müddet sonra olmuş
olsa bile yine onun çocuğu sayılır.
Şayet mükâtebe,
kitabeti esnasında bir cinayet işlerse, cezası kendine; ve eğer kendine karşı
bir cinayet işlenirse, diyeti de kendisine ait olur.
Şayet kadın ölür ve
kitabeti sırasında —efendisinden değil,— bir başkasından bir çocuk bırakırsa, o
çocuk anasına aittir. Mebsut'ta da böyledir.
Bir nasrânî, ümm-ü
veledini mükâtebe yapar ve kitabet bedelinin bir kısmım ödedikten sonra
müslüman olur ve kalan kısmı ödemeden âciz kalırsa; hâkim onu, köleliğe (=
cariyeliğe) iade edeTve doğum yapmış olması sebebiyle, kıymetini ödemeseni
—satımının mazereti sebebiyle— hükmeder. Ve bu durumda efendisinin, kendisinden
aldığı miktar hesaba katılmaz. Bunu müslüman olmasından sonra ödese bile yine
böyledir. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.
Bir adam, ümm-ü
veledini veya cariyesini bin dirhem karşılığında ve ona orta halli bir köle
vermek üzere mükâtebe ederse; bu kitabet bâtıldır. Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)
ve İmâm Muhammed (R.A.)'e göre böyledir.
Bir nasrânînin ümm-ü
veledi müslüman olur ve bu hınstiyan onu, kıymetinden daha fazlaya mükâtebe
ederse; bu kitabet caiz olur.
Şayet, bu kadın
kitabet bedelini ödemekten âciz kalırsa tekrar cariyeliğe avdet eder.
Mebsût'ta da böyledir.
Bir kimsenin,
müdebberisini mükâtebe etmesi caizdir. Çünkü o, onun mülkünde —aynen ümm-ü
veled gibi— bakidir.
Eğer, onun efendisi
ölür ve ondan başka hiç bir malı da kalmazsa; bu durumda o, kendi kıymetinin
üçte ikisi ile, kitabet malı arasında muhayyerdir.
Bu, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'nîn kavlidir. Sahih olan da budur.
Şayet, efendisi ölürse
kendisi azad olunmuş olur ve bi'1-icma borçtan kurtulur. Müzmerât'ta da
böyledir.
Bir adam,
müdebberesini mükâtebe eder ve o, bir çocuk doğurduktan sonra ölürse, o çocuk,
onun kitabet bedelini kazanmaya çalışır.
Eğer, bu çocuklar iki
tane olur ve onlardan birisi, borcun tamamını kendi kazancı ile öderse;
diğerine hiç bir şey için müracaat edemez.
Keza, bir adam
müdebberelerinin ikisini de mükâtebe yaptığında, onlardan her birisi,
diğerinin vekili olur; sonra da ikisi de ölürler ve onlardan birisi, geride,
kitabeti hâlinde bir çocuk bırakırsa; o çocuk, her ikisinin de kitabet
bedellerini kazanıp ödeyecektir. Mebsiil'fa da böyledir.
Bir kimsenin,
mükâtebesini müdebbere etmesi de caiz olur. Bu kadın muhayyeredir: İsterse
kitabet bedelini öder; isterse, müdebbere olarak cariyeliğe avdet eder (=
döner).
Kitabet bedelini
ödememiş ve efendisi başka bir mal bırakmadan ölmüşse; bu durumda, o kadın
muhayyeredir: Dilerse, kıymetinin üçte ikisini; dilerse kitabet bedelinin üçte
ikisini öder.
Bu, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre böyledir. İmâmeyn ise: Bunlardan en azı hangisi ise, onu
öder." buyurmuşlardır.
Burada, bu miktarlar
birbirine eşit olursa, kadının muhayyer olduğunda imamlarımız müttefikdirler.
Hidâye'de de böyledir.
NevâziTde şöyle
zikredilmiştir:
Ebû Bekir'den
sorulmuştur:
— Bir adam kölesini
kendisi üç gün muhayyer olmak şartiyle mü-kâtep yaptıktan sonra; onu müdebber
eylese, onun müdebberliği, kitabetini bozar mı?
İmâm şu cevabı vermiş
— Mü,debberliğin,
mükâtebeliğini bozması uygun olmaz. Çünkü, adarn mükâtebi müdebber, rnüdebberi
de mükâteb yapabilir. Bu iş, kitabete mani olmaz. Tatarhâniyye'de de böyledir.
Bir adam, iki
kölesinden, her birini, bin dirheme mükâtep ederek; her birini diğerine kefil
ettikten sonra; onlardan birisini müdebber eder; sonra da efendileri çok
miktarda mal bırakarak ölürse; o müdebbere, malının sülüsünden (= üçte
birinden) azâd edilir. Mükateblik hissesi —onun edasından müstağni olduğu için—
efendisinin sağlığında azâd etmiş olması gibi sakıt olur (— düşer). Bu durumda
vârisler, diğer mü-kâtebin borcunu, o ikisinin hangisinden isterlerse ondan
alırlar.
Şayet müdebber öderse,
diğerine, —azâd olmadan önce Ödemiş gibi— müracaat öder.
Şayet diğerinin bir
malı yoksa, müdebber üçte birden azad olmuş olur. Diğerinin borcunu ödemeye
gayret eder.
Şayet her ikisinin
kıymeti üçyüz dirhem; kitabet bedelleri de, bin dirhem ise, müdebberin
—mükatebden— hissesi bâtıl olur.
Onun kıymeti hususunda
üçyüz dirheme itibar edilir. Çünkü o, en azıdır ve efendisinin hakkı-da odur.
Bu müdebberenin
kıymeti üç yüz dirhemdir. Kitabet bedelinden' diğerinin hissesi ise, beşyüz
dirhemdir Böylece yekûn sekiz yüz dirhem olur. Bunun üçte biri, ikiyüz altmış
altı dirhemdir. Bunun üçte ikisi, — kıymetinden dolayı— müdebbere teslim
edilir. Geride kalan üçyüz otuz . dirhemi
ödemeye gayret eder.
Bundan sonra mükâtebde
kalan miktarı da müdebberden, vârisleri alırlar. Çünkü o, diğerinin kefilidir.
Mükâtep olduğundan dolayı, bu alınmaz. Çünkü müdebber olmuştur. Tedbîrden
önceki kalanı ödemeye çalışır.
Mükâtep ise diğerinin
yerine —bu sebepten— kefil değildir.
Eğer her birinin
kıymeti biner dirhem; kitâoetleri de bin dirhem olsaydı, müdebber kitabetdekini
ödemeye gayret ederdi. Çünkü, orda fayda vardır.
Kitabet bedeli vadeli
ise, kitabet bedelinin üçte biri düşerdi. Çünkü, tedbîr sebebiyle üçte ikisi
azâd olmuş oluyor. Bu durumda, vârisler için, onların üzerinde mükâtebe
bedelinin üçte ikisi kalıyor. Vârisler, hangisinden dilerlerse, ondan alırlar.
Eğer müdebber öderse,
dörtte üçü için diğerine müracaat eder. Kendi hissesi olan miktar beşyüz
dirhemdir.
Eğer mükâtep ödeme
yaparsa, dörtte biri için, müdebbere müracaat eder. O da hissesinden kalan
miktar ne ise odur. Mebsûl'ta da böyledir.
Bir mükâtebe, bir kız
doğurduktan sonra, o kız da, başka bir kız doğurur sonra da, efendi ortada
olanı azâd ederse; ondan aşağıda olan (yani onun doğurduğu) kız da, İmâm Ebû
Hanîfe (R.A.)'ye göre, azâ-dedilmiş olur. '
İmâmeyn'e göre ise
azâd edilmiş olmaz. Kâfî'de de böyledir.
Bir mükâtebe, bir kız
doğurur; o da büyüyüp irtidad ederek dâr-i harbe gittikten sonra, esir
edilirse, o fey (= ganimet) olmaz. Tevbe edene kadar, habsedilrr veya
öldürülür. Anası da böyle yaparsa, durum aynıdır.
Şayet mükâtebe,
kitabet bedelini ödemeden önce ölürse; bu durumda hâkim, hapsedilmiş olanı
çıkarır. O, anasının borcunu ödemeye selâhiyetlidir.
Mükâtebe, bir çocuk
doğurduğunda, o doğan çocuk, anasını öldürürse, bu ana kendi ölmüş gibi olur.
O çocuğa, cinayetinden dolayı bir şey gerekmez.
Şayet bu cinayeti,
anası, bir başkasına karşı işledikten sonra ve kitabet bedelinden hiç bir şey
ödemeden önce ölürse; o çocuk, hem kitabet bedelini, hem de cinayet bedelini
ödemeye çalışır. Eğer aciz kalırsa, bakılır: Şayet hâkim, onun velisinin
cinayet bedelini ödemesine hükmederse, o, o çocuk için borç menzilindedir. Bu
çocuk, o borç için satılır.
Şayet hâkim, cinayet
bedeli hükmetmezse; onun aczi sebebiyle —kadının hayatında âciz olduğu gibi—
geçersiz olur ve bu hâkim hükmetmeden önce Ölmesi gibidir. Mebsût'ta da
böyledir.
Hasta bir şahıs, bin
dirhem kıymetindeki bir kölesini, bin dirhem karşılığında ve onu aydan aya
ödemek üzere mükâtep yapar; ve bu hasta da ölürse, bu köle, o şahsın malının
üçte birinden çıkarılmaz ve serbest bırakılır: İsterse, Kıymetinin üçte birini
acilen öder; isterse, köleliğe avdet eder. Muhıyt'te de böyledir.
Bir hasta, kıymeti bin
dirhem olan kölesini, bir seneye kadar, iki bin dirheme mükâteb ettikten sonra,
bu hasta Ölür ve o köleden başka malı da bulunmazsa; vârislerin, onun iki bin
dirhemini peşin, bin dirhemini de vadeli ödetmeleri caiz olmaz, köleliğe
döndürmeleri de İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Ebû Yûsıâ (R.A.)'a göre caiz
olmaz.
İmâm Muhammed (R.A.)
ise: "Üçte ikisini, hali hazırda öder; geri kalanı vadeli olur.
Şayet bin dirheme, bir
seneye kadar mükâtep yapmış olsa ve bu kölenin kıymeti de iki bin dirhem
olsaydı, o takdirde vârisler üçte ikisini hali hazırda almaları; veya onu
köleliğe döndürmeleri bı'1-ittifak caiz olmazdı. Hidâye'de de böyledir.
Bir adam, kölesini
sağlığında, bin dirhem karşılığında mükâtep kılar ve bu kölenin değeri de
beşyüz dirhem olur; sonra da onu hastalığı hâlinde azad eder ve ölürse; o bir
şey alamaz. Çünkü o, kölenin kıymetinin üçte birine selâhiyetlidir.
Keza, hastalığı
halinde o mükâtebde olan alacağının tamamını ona bağışlasa, bu durumda o
hürdür.
Bir adam, sıhhatli
iken, kölesini mükâtep eder; sonra da, hastalığı ânında onu azâd ederse; o
mukatep muhayyerdir: İsterse, kıymetinin üçte ikisini ödemeye çalışır.
Eğer efendisi ondan
beşyüz dirhem almış; sonra da hasta olunca onu azâd eylemişse daha önce
ödediğini saymaz; kalanın üçte ikisini ödemeye çalışır.
Bu, İmâmeyn'in
görüşüdür.
İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)
ise: "Eğer isterse, kitabeti feshedip, kıymetinin üçte ikisini ödemeye
çalışır.
Şayet mükâtep, kitabet
bedelinin tamamını ödemiş ve ancak yüz dirhemi kalmışsa; adam da hastalığında
ona bağışlamış veya azâd etmişse, o yüz dirhemin üçte ikisini öder. Mebsût'ta
da böyledir.
Bir kimse, maraz-ı
mevtinde (= ölüm hastalığında) bin dirhem değerindeki bir kölesini, bin dirhem
karşılığında mükâtep yapar, ondan başka hiç bir malı da bulunmaz; sonra da, o mükâtebin
bin dirheminin kendi yanında, emaneten bulunduğunu ikrar eder ve "onu,
kitabetten sonra, emânet ettiğini" söyler; bu bin dirhem de kitabet
dirheminin cinsinden olur; daha sonra da hasta ölürse, bu ikrarı sülüs-ü
malından (-malının üçte birinden) caiz olur.
Onun kitabet bedeli
olduğunu irâde etmiş ve kitabet de sıhhati hâlinde olmuşsa, mes'ele hâli
üzeredir; bu durumdaki ikran, bütün malından geçerli olur.
Şayet mükâtep;
"Ben, yeni ve iyi dirhemler vermiştim; onu isterim." derse; buna
hakkı yoktur.
Şayet hasta,
"emanetin katkıntıh dirhem olduğunu" ikrar eder; kitabet bedeli de,
taze dirhemler olur; adamın sağlığında da borcu bulunursa; onun ikrarına
inanılmaz. Mevcut dirhemler, sağlığında, alacaklılarına verilir. Ve mükâtepten
kitabet bedeli alınır. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, —sıhhatli
iken değil de— hastalığı hâlinde, kölesini mükâtebe yapar ve başka hiç bir malı
da bulunmaz; sıhhatli iken de vârislerine izin verirse; vârisleri —diğer
vasiyetleri gibi— icazetten de men edilir. Mebsût'ta da böyledir.
İmâm Muhammet) (R.A.)
Cami"de şöyle buyurmuştur:
Bir mükâtep,
efendisinin sağlığında, ona bin dirhem borcunun olduğunu ikrar eder ve bu
mükâtebi efendisi bin dirhem karşılığında mükâtep bulunur ve bu mükâtep,
sıhhatli iken, bir yabancıya da bin dirhem borcunun olduğunu ikrar eder; sonra
da bu mükâtep hastalanır; yanında da bin dirhemi bulunur ve bu mükâteb o
hastalıktan ölür; başka bir malı da bulunmazsa, yanında bulunan bin dirhemi,
efendisi ile yabancı arasında üç sehim olarak taksim edilip; iki sehmi
efendisine, bir sehmi de yabancıya verilir.
Şayet mükâtep,
sıhhatli iken ikrar eylediği o bin dirhemi efendisine öder ve sonra ölürse, bu
durumda, mükâtebin yanında olan bin dirhem, yabancı olan alacaklının olur ve
efendinin mükatebteki alacağı bâtıl' (— geçefsiz) olmuş bulunur.
Keza, bu mükâtep,
borcunu ödemeden ölür ve tereke olarak bin dirhem bırakırsa, o yabancının olur.
Şayet mükâtep,
kitabeti halinde, geride iki torununu bırakarak ölürse, onlara yabancı
alacaklı, efendisinden daha çok hak sahibidir. Efendi, kitabet bedelini
onlardan alır. Çünkü onlar, baba makamına kâimdirler.
Şayet mükâtep,
efendisine olan kitabet borcunun bir kısmını ödemiş ve onu da ölmeden önce
il&"ar eylemiş ve sonra ölerek, geride oğlunun iki oğlunu bırakmışsa,
—kftâbeti hâlinde— yine yabancı, efendisine kalan borcundan daha haklıdır.
Efendi, kalan alacağını, onun çocuklarından alır. Bu şahıs, mükâtebe ise, o da
böyledir. Muhıyt'te de böyledir.
Bir mükâtebin, —hâli
sıhhatinde— efendisinde alacağı olur ve hastalığı halinde de, onu ikrar eder;
sonra da bir mal bırakmadan ölürse, sözü doğrulanmaz.
Bir adam, sıhhatli
iken bir kölesini mükateb yaptıktan sonra, bu mükâtep, hasta hâlinde,' 'bir
yabancıya, bin dirhem borcunun olduğunu'' ikrar eder; sonra da bu mükâtep, bin
dirhemden başka bir mal bırakmadan ölürse; o takdirde, o bin dirhemi almaya,
yabancı daha haklı olur.
Şayet efendinin borcu
sıhhatli iken; yabancının borcu ise hastalığında olursa; bu yukardaki
mes'elenin hilafınadır.
Fakat, sıhhatli iken
yapılan borcu, efendisinden başkasına olursa; hasta iken olan borcundan önce,
yabancının, alacağını alma hakkı bulunur. Muhıyt'te de böyledir.
Bir mükâtep, ölümü
ânında "kölesi filanı mükâtep ettiğini ve onun kitabet bedelim
ödediğini" ikrar ederse; bu sözü kabul edilmez.
Keza, hasta iken,
"kıymetinden çok az şeye karşılık olarak mükâ-tep eylediğini"
söylerse; bu da kabul edilmez. Kitabeti caiz olmaz. Meb-sût'ta da böyledir.
Bir adam, kölesini bin
dirhem karlılığında mükâtep eder ve efendisi, sıhhatli iken, ona bin dirhem
borç verir; sonra da bu mükâtep bin dirhem tereke bırakarak ölür ve bu
mükâtebin, bir de hür olan karısından, hür olan çocukları bulunursa; bu
durumda hâkim, o bin dirhemi, kitabet bedeli oiarak hükmeder; efendiye
verilecek borcu baki kahr.
Eğer, başkası
tarafından azad edilmiş oğulları varsa; bu durumda baba, çocuklarının velâlarmı
ona çeker.
Şayet mükâtep, tereke
olarak bin dirhemden fazla bırakmış ise, onu efendisi borcuna mukabil ahr.
Tereke daha da fazla
olursa; o da vârislere safredilir. Mohıyt'te de böyledir.
En doğrusunu bilen,
Allahu Teâlâ'dır. [13]
Hür bir kimse, bir
kölenin efendisine: "Filan köleni, bin dirhem karşılığında mükâtep eyle.
Ben, sana bin dirhemi ödeyim." der; efendisi de bu şart üzerine, o köleyi
mükâtep ederse, bu köle hür olur. Söyleyen adam da, bin dirhemi öddr.
Şartın vücut bulması
hâlinde, —köle bunu kabul etmese bile— azâd edilmiş olur.
Haber köleye ulaşınca,
köle kabul ederse, mükâtep olmuş olur.
Şayet köle: "Ben,
o adamın, benim için bir şey vermesini kabul etmiyorum." derse; bu
durumda kitabet caiz olmaz. Çünkü, bu akid, kölenin reddetmesi ile reddedilmiş
oldu.
Şayet adam tazmin
ettirirse, bir şey gerekmez.
Eğer adam:
"Benim, bin dirhemi ödemem karşılığında, o hürdür." der ve bin
dirhemi de Öderse; bu durumda, o köle kıyâsen de, istihsânen de azâd olmuş
sayılmaz.
Eğer hür olan zat,
onun yerinp bin dirhem öderse, onu almak için, köleye müracaat hakkı olmaz.
Çünkü, bu teberru' olur. Tebyîn'de de böyledir.
Bu hür şahıs, efendiye
ödediğini geri almak isterse, onu geri alabilir mi?
Meselâ: Bir adam,
diğerine: "Köleni, bin dirhem karşılığında mükâtep yap; gerçekten ben onu
ödetirim." derse; bu durumda, ona müracaat edebilir; tazminat bâtıldır (=
geçersizdir). Çünkü, vacip olmadan şeyi, tazmin etmek yoktur.
Tazminatsız öderse,
müracaat edemez. Çünkü o teberru'dür. Şayet, bir kısmını öderse; —ödediğinden
hariç— kalanı için müracaat edebilir.
Fakat, bunu kölenin
izni olduktan sonra yaparsa; müracaat edemez. Çünkü, orada başka maksûd hasıl
olmuştur. O da, kölenin bedelinin bir kısmının beraatıdır.
Bu, köle izin
vermeden, efendiye müracaat edilirse böyledir.
Eğer müracaatı kölenin
izninden sonra yapar ve bunu tazminat hükmüyle yapmış olursa; müracaat eder.
Tazminatsız ödeme
yapmışsa —ister tamamını; isterse bir kısmını ' demiş olsun— müracaat edeme.1.
Hidâye Şerhi Aynî'de de böyledir.
Hür bir adam, diğer
bir şahsın kölesini, kitabet bedelini ona tazmin ettirmek üzere, mükâtep
ederse; bu caiz olmaz. Çünkü, köle karşılığında, hür bir kimsenin bedelini
kabul etmesi vacip değildir. Bidayette hür şahsın kitabet bedelini kabul
etmesi icabetmez. Zira, efendisinin izni olmadan bu işi yapamaz. Şayet o köle,
hür olan adamın —ister küçük; isterse, büyük olsun— oğlu bile olsa fark etmez.
Çünkü babanın onlar üzerinde velayeti yoktur. O, bir yabancı durumundadır.
Keza, bir adam, küçük
bir oğlu ile birlikte birinin kölesi olursa; efendilerinin oğluna karşılık
babasını mükâtebe yapması caiz olmaz. Ancak, baba oğlunun yerine kitabet
karşılığını öderse, burada iki durum hasıl olur. İstihsânen, oğlu azâd edilmiş
olur. Mebsût'ta da böyledir.
Bir adam, huzurda
bulunan bir kölesi ile huzurda bulunmayan kölesini mükâtep ettiğinde, huzurda
olan bunu kabul ederse; istihsânen, ikisi için de akid sahih olur.
Kitabet bedelini
bunlardan birisi öderse, ikisi de azad olmuş olurlar ve efendileri bu durumu
kabul etmesi hususunda cebredilir.
Bu durumda ödeme yapan
mükâtep, diğerine müracaat edemez.
Şayet, bunların
efendileri, huzurda olanın kitabet bedelini ba-Şişlarsa; her ikisi de azâd
olmuş olurlar.
Eğer huzurda olmayanın
kitabet bedelini bağışlarsa, ikisi de azâd olmuş olmazlar. Çünkü onunla
yapılmış olan bir akid yoktur.,Bu mevcut olmadığı için, bağış da geçerli
değildir.
Hazırda olmayan köle
akdi kabul ederse; bu bir lağivdir. Kitabet için huzur lazımdır.
Efendi de, hazırda
olmayan köleden bir şey alamaz. Çünkü, onu iltizam eden bir şey mevcut
değildir. Bilakis o, hazırda olan kölenin akdine —mükâtebin çocuğu gibi—
tâbidir.
Şayet efendi, gaip
olan kölenin hürriyetini verirse; o azâd olmuş olur ve kitabet bedelinden onun
hissesi düşürülür.
Onun hissesi bâtıl
olunca, hazırda bulunan köle, kendi hissesini vermedikçe hür olamaz.
Şayet efendi, hazırda
bulunan kölenin hürriyetini tanırsa; o azâd olmuş olur ve kitabet bedeli sakıt
olmuş bulunur. Hazırda olmayan köle ise, ya kitabet bedelini ödeyip hür olur;
veya ödemeyip köle olarak kalır. Kâfi'de de böyledir.
Eğer gaip
köle ölürse, hazırda
bulunan köleden, bir
şey kaldırılmaz.
Amma, huzurdu olan
ölürse, bu durumda efendi, gâib köleden hiç bir istekte bulunamaz.
Fakat o gaip:
"Ben, kitabet bedelimin tamamını ödeyeceğim." der ve onu getirir;
efendisi de: "Ben, kabul etmem." derse; kıyâsda, kabul etmem."
derse; kıyâsda, kabul etmiyebilir. İstihsân da ise, kabul etmemesi doğru
olmaz; kabul eder. Gaip kölenin, kitabet bedellerini ödemesiyle, her ikisi de
hür olurlar.
Fakat o gaip hakkında,
bir müddet belirtmemiş olurlar ve her ikisi de sağ bulunur; efendileri de gaip
olan yani huzurda bulunmayan köleyi satarsa, istihsânda buna hakkı yoktur.
Mebsût'ta da böyledir.
Bir adam, cariyesinin
nefsi karşılığında, hem onu, hem de iki küçük oğlunu mükâtebe yaparsa; bu kitabet
sahihdir. Onlardan biri, kitabet bedelini öderse, diğerlerine müracaat edemez.
Bu istihsândır. Bunlardan birisi ödeme yapınca, efendi kabule mecburdur.
Şayet anayı azad
ederse, diğerlerinin kitabet hisseleri baki kalır ve onlar onu öderler. Efendi o
bedeli analarından taleb eder; çocuklardan istemez.
Şayet oğlanları azad
ederse; bu durumda da ananın hissesi baki kalır; onu aydan aya öderler. Bir
kazanç temin ederlerse; efendileri, onu onlardan alamaz. Onlardan birini de
satamaz.
Şayet.alacağından vaz
geçer veya onu onlara bağışlarsa; bu anaları hakkında sahih olmaz. Kadın için
vazgeçer veya bağışlarsa; o azâd olmuş olur. Onunla birlikte çocukları da azâd
olurlar. Tebyîn'de de böyledir.
Bir adam, bir kölesini
onun kendi nefsi ve küçük oğlu karşılığında mükâtep ederse, bu caiz olur.
Şayet çocuk, bunu
duymadan önce veya duyduktan sonra, kitabet bedelini ödemeden âciz» kalırsa;
her ikisi de köleliğe dönerler.
Şayet babalarının
kitabet bedelim ödeyemediği zaman, oğulları büyük olmuş olsalardı yine böyle
olurdu.
Eğer baba ölürse,
onlar aylık taksitler hâlinde kitabet bedellerini ödemeye çalışırlar.
Eğer küçük olurlar ve
çalışamazlarsa; köleliklerine dönerler.
Şayet güçleri yeter ve
kitabet bedelini öderlerse; onun kız kardeşine müracaatta bulunamazlar.
Eğer babanın malı
çıkarsa; o mal, aralarında mîras olur.
Efendileri onlardan
bazılarını azad ederse; onun hissesi —kitabet bedelinden— kaldırılır.
Şayet onların içinde
câriye bulunur ve o efendisinden çocuk doğurmuş olursa; mehrini alır ve hâli
üzere mükâtebe olarak kalır. Kardeşleri için nefsini aciz bırakmaz. Eğer
kardeşleri kitabet bedelini öderlerse; o da onlarla birlikte azâd oluyor.
Mebsût'ta da böyledir.
Bir adam, süt
kardeşinin kölesini mükâtep yaptığında, efendisi buna razı olsa bile, bu
kitabet caiz olmaz.
Eğer, mükâtep, kitabet
bedelini efendisine vermişse; o zaman caiz olur ve istihsânen bu köle azâd
olmuş bulunur. Serahsî'nin Mnhjyü'nde de böyledir.
îki adamın birer
köleleri bulunduğunda; her ikisi birlikte bin dirheme onları mükâtep yaparlar ve
onlar kitabet bedelini öderlerse; ikisi de azâd olunurlar.
îkisi de kitabet
bedelini âciz kalırlarsa; köleliğe döneden Onların her birisi, diğerinin
hissesi içinde mükatebdırler. Hatta birisi, cüğerinin efendisine, onun kitabet
bedeüni öderse; o takd.de, o köle azâd olmuş olur. Mebsût'ta da böyledir. En
doğrusunu bilen, Allahu Teâiâ'dır. [14]
İki kişinin ortak
bulunduğu bir köle için, bu ortaklardan birisi, diğerine, kendi hissesini, bin
dirheme mükâtep yapmasına izin verir ve kitabet bedelini de teslim alırsa; bu
kitabet yalnız onun hissesi hakkında geçerli olur.
Bu, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre böyledir. O'na göre, kitabet tecezzi (= bölünme) kabul eder. Ve
ortağının bu kitabeti feshetme hakkı yoktur. Bu köle, bin dirhemi ödeyince,
—efendisinin hakkım ödediğinde— o nisbette azâd edilmiş olur. Ortağına da bir
tazminat gerekmez. Çünkü, bu kitabet onun rızası ile olmuştur. Fakat köle,
susan efendisi hakkında yetkilidir. Bin dirhemin tamamını veya bir kısmını
öderse, susan kimse o verilenin yarısını alamaz. Çünkü, ona bedelini alma izni
verilmiştir. Edaya izin, onun kazancı tarafından mükâtibe teberru' olur. Ancak,
ödemeden önce, onu men ederse, bu yasaklaması sahih olur. Çünkü, bu durumda
teberru tamam olmamıştır.
Hasta olduğu halde,
kitabetinden sonra, kazancından ödemesi için izin verirse; bu bütün malından
sahihdir. Her ne kadar, kitabetten önce kazanmış olsa bile böyledir.
Ondan" kitabet bedelinin alınması için, izin verirse; İmâmeyn'e göre, o,
mükâtep olur. Kitabet bedeli, aralarında taksim edilir.
Acze düşmeden önce
veya sonra mükâtip, bir şey almışsa; buna arkadaşının izni olmaması hâlinde,
bütün âlimlerimize göre, bu durumda fesh hakkı vardır.
Şayet, kitabet bedeli
ödenene kadar fethesmezse; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, azadhk bedelini ödemiş olur.
Sükut eden ise, kitabet bedelinin yarısını alır. Çünkü, onun kazancına
ortaktırlar.
Eğer tamamını bin
dirheme mükâtebe yapmışsa, bu durumda mükâtip, bir şey için müracaat edemez .
Çünkü ortağından almıştır.
Eğer onun hissesi bin
dirhem ise, o köleye, ortağı müracaat ederek, bin dirhemini alır.
İmâmeyn'e göre,
kitabet bedelini ödeyince, tamamı azâd olurlar. Mükâtep, kıymetinin yarısını,
—zengin ise— diğer ortağına borçlu olur Gücü yeterse, kıymetinin yarısını öder.
Eğer gücü yetmezse; karşılıksız . zâd olunmuş gibi olur. Sükut eden ise, onun
kazancından, kalanın yansı alınır.
Şayet, ortaklardan
birisi, müşterek kölenin tamamını kitabete bağlar ve bunun hissesi ise bin
dirhem olur; sonra da diğer ortak bu köle-,
nin tamamım kitabete bağlar ve onun hissesi de yüz dinar olursa; bunların
ikisi de mükâtebe akdi yapmış olurlar.' 'Kitabette tecezzi vardır.'' diyene
göre, herkes hissesini alır.
Fakat, İmâmeyn'e göre
önceki ortak kendi hissesini mükâtebe etmiş olur; diğerinin nasibi feshdir. Bu
ortaklardan birisi, bu kitabet akdini feshedince, onlardan birinin hissesi
fesholmuş oluyor. Bedeli olan, kendi hissesini almış olur; diğeri, onun
aldığına ortak olamaz. Bu durumda onlardan her birinin azâd etme hakkı
muallakta kalır.
Şayet köle, her
ikisinin de kitafyet bedelini verirse; âlimlerimize göre, ikisi de o kölenin
mevlâsı olurlar.
Şayet, köle, onlardan
birinin hakkını önce öderse; ortaklardan biri, hürriyetini vermiş gibi olur ve
yarısı azâd edilmiş bulunur. Bu İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre böyledir. Diğer
ortağın hissesi, sabit kalır ve köle, onun mükâtebi olur. Diğerine tazminat
gerekmez.
Ancak, köle diğerinin
kitabet bedelini ödemeden âciz kalırsa; hissesini alan ortak, diğer ortağının
hissesini —gücü yetiyorsa— yan yarıya tazmin eder. Diğeri de hissesinin
yarısını almaya yetkilidir. Eğer zor durumda ise, İmâmeyn'e göre, hissenin
değerinin en az seviyesini öder; zenginse, en yüksek değerini öder. Kâfi'de de
böyledir.
İki kişinin ortak
bulunduğu bir mükâtebe, bir kız çocuğu doğurduktan sonra, o iki ortaktan
birisi, bu kıza cima eder ve o doğum yaparsa, doğan bu çocuğun nesebi sabit
olur. Kız ise, hâli üzre kalır. Ümmü'l-veled olması sebebiyle, mükâtebelikten
çıkamaz. Çocuğun babasının mehir vermesi gerekir. Onun mehri, anasına aittir
ve onun kazancı mesabesindedir. Çünkü o, kitabette anasına tabidir.
Şayet, bu mükâtebe,
kitabet bedelini ödemekten âciz kalırsa; o kız, kendisine cima edenin üram-ü
veledi olur ve o ortağının hissesini öder.
Şayet câriye âciz
olmaz, fakat diğer ortak onu (kızı) azâd ederse, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye
göre, o kız azâd edilmiş olur. Çünkü, onun kızdaki hissesi bakidir. Hissesi
baki olan bir mükâtebeyi azâd etmek geçerlidir. Diğerinin ona karşı bir
selâhiyeti yoktur.
Mükâtebe olan câriye,
hâli üzere, yine mükâtebedir.
Ancak bedelini öderse,
azâd edilir.
Âciz kalırsa, yine bu
ortakların cariyesi olarak kalır.
İki kişinin ortak
bulunduğu câriye, bir çocuk doğurur ve o çocuğu ortaklardan birisi azâd
ederse; bu çocuğun yarısı azâd edilmiş olur. Ve o hâlde kalır. Hatta, annesi
kitabet bedelini ödemekten âciz kalır veya azâd edilirse; çocuk da birlikte
azâd edilmiş olur.
İki kişinin ortak
bulunduğu bir mükâtebe, bir kız doğurur ve bu kıza, ortaklardan birisi cima
eder; o kız da bir çocuk doğurur; sonra da bu ortaklar ölürlerse; o kız hür
olur. Çünkü o, ortaklardan ikisinin de ümm-ü veledidir ve onların ölümüyle azâd
olmuş olur. Onu azâd etmelerinde olduğu gibi...
Annesi ise mükâtebe
halinde baki kalır.
Şayet, ana da, bu
ortakların ikisinden bir çocuk doğurmuş olur. Sonra da onlar ölürlerse; bu
kadın da azâd edilmiş olur. Ümm-ü veled olmasından dolayı, çocuğu da onunla
birlikte azâd olmuş olur.
Eğer âciz kalır; sonra
da, bu ortaklardan birisinden çocuk doğurursa; önceki çocuk köle olarak kalır.
Mebsût'ta da böyledir.
İki kişinin ortak
bulunduğu bir mükâtebi, bu'ortaklardan birisi azâd ederse; İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre, —ortağı ister zengin, ister fakir olsun— tazminat gerekmez.
Çünkü, diğerinin mükâteb hâli olduğu gibi duruyor. Ve İmâm'a göre, kitabette
tecezzi caizdir.
Eğer, bu mükâtep diğer
ortağın da kitabet bedelini öderse, azâd edilmiş olur. Ve velâsi iki
ortağındır.
Şayet, bu mükâtep,
kitabet bedelini ödemekten âciz kalırsa; yine,
iki ortak arasında
köle gibi kalır.
İmâmeyn'nin kavline göre
ise, ortaklardan biri azâd ederse, o mükâtep azâd olmuş olur. Velâsi da ona
aittir.
Bu ortaklardan hiç
biri, bir mükâtebeyi azâd etmez; ancak, mü-debber ederse; ancak onun hissesi
müdebber olur ve hâli üzerine kalır. Zira tedbîr, kitabete mâni değildir.
Eğer adam kitabet
bedelinin tamamını öderse, azâd olur. Velâsi da, bu iki ortağa aittir.
Keza, aciz olursa,
yine ikisinin kölesi olur.
Bu mükâtebeyi, o
ortaklardan birisi müdebber yaparsa, onun hissesi müdebber olur.
Ortağı zengin ise,
onun için beş muhayyerlik vardır. Fakir ortak için de, dört muhayyerlik vardır.
Bu, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'nin kavlidir.
Şayet müdebber
eylemez; fakat bu câriye, bir çocuk doğurur; onu da ortaklardan birisi iddia
ederse, çocuğun nesebi ondan sabit olur. Ve onun hissesi ümm-ü veled olur. Bu,
mükâtebe halinde vuku bulmuşsa, ondan mehrini alır. Kitabet bedelinin ödenmesi
için de yardım ister. Eğer âcize kalırsa, cariyeliğe döner. Kendisinden doğum
yaptığı ortağın ümm-ü veledi olur. Kocası olan ortak, diğer ortağına onun, bedelinin
yarısını öder. Mehrini de öderse.—çocuktan dolayı— ortağına borçlu olmaz. Bu,
İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre böyledir. Bedâi"de de böyledir. Bir adam,
cariyesini mükâtebe ettikten sonra, ardında iki çocuk bırakarak ölür ve bu
çocuklardan birisi, kendisini mükâtebe ettiği cariyeden olursa; bu durumda
kadın muhayyeredir: İsterse, kitabet bedeli ödemeyip, ümm-ü veled olur ve
kıymetinin yarısı He,mehrinin yansını diğer ortağa öder; dilerse, kitabeti
olduğu gibi kalır ve mehrini alır. İki kişi, ortak bulundukları bir cariyeyi,
mükâtebe yaptıktan sonra; bu ortaklardan birisi irtidad ederse; bu câriye,
kitabet bedelini, ikisine de öder.
Sonradan, mürted
öldürülürse; "Bu câriye, azâd olmuş olmaz." İmâm Ebn Hanîfe (R.A.)'ye
göre, bu cariyenin mürtede verdiği şey, hiç bir şey sayılmaz. Vârisler, onun
yarısı için müracaatta bulunurlar.
Şayet hissesini,
yalnız başına almışsa; diğer ortağının hissesi azâd edilmiş olmaz.
Şayet, bu kadın âciz
kalırsa, —mükâtebe gibi— köleliğe avdet eder.
Şayet, bedelinin
yarısını ortağın birine ödedikten sonra, âciz kalır ve eğer ortağı, onu riddeti
hâlinde mükâtebe yapmış bulunursa; onun kitabet bedelini alması caiz olmaz.
Şayet mürted dâr-i
harbe gitmiş olur ve o takdirde câriye kitabet bedelinin tamamını dıger
ortağına öderse; yine de azâd olmuş olmaz.
Şayet ortağı, mürtedin
hissesini, onun vârilerine öderse; o takdirde bu câriye hür olur. Onun dâr-i
harbe iltihakına hükmedilmişse, bu böyledir.
Meselâ: Ortağı ölür;
sağ olan ortak da, ölenin hissesini vârislerine verirse; bu câriye azâd olmuş
olur.
Eğer bu câriye,
ortaklardan birisi mürted olduktan sonra âciz kalır ve kitabet bedelini
ödeyemezse; tekrar cariyeliğe avdet eder.
Sonra da, irtidad eden
ortak, riddeti hâlinde ölürse; o, diğer ortağın mükatebesidir.
Ortaklardan her ikisi
birden irtidad ederler; sonra da bu kadın âciz kalıp, kitabet bedelini
ödeyemezse; kitabet hâli devam eder.
Eğer, ortaklardan
ikisi de tekrar müslüman olurlarsa, bu câriye, yine o ikisinin câriyesidir.
Bir mükâtebeye, İki
kişi ortak bulunur ve bu câriye bir kız doğurmuş olur; sonra da efendilerinden
birisi, o kıza diğeri de anasına cima etmiş ve bu kadınların ikisi de:
"Biz kitabet bedelinden aciziz.*' de-mişlerse; anne, ilerdeki hürriyeti
cihetinden acizliği irade edebilir. Fakat, bu durumda çocuğu için, bir
muhayyerlik yoktur.
Eğer ona, kitabeti
ihtiyar ederse; her ikisinden de mehirlerini alır ve kızının mehri de
kendisinin olur. Bu da kendi kazancı mesabesindedir.
Eğer âciz kalırsa, her
ikisi de ümm-ü veled olurlar. Müzmerât'ta da, böyledir.
Cimaian ve doğumları
sebebiyle, diğer ortağına mehrin ve kıymetinin yarısını verir.
İmameyi) şöyle
buyurmuştur:
Bir adam, kulesindeki
hissesini, ortağının haberi olmadan mükâtebe yaparsa, ortağı onu reddeder.
Ancak, bunu kendi başına değil, hâkimin hükmüyle ve köle de efendisi de razı
olurlarsa, o takdirde yapabilir. Razı olmazlarsa, kitabeti bozar's
Bu, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'nir kavlidir. Mebsût'ta da böyledir. En doğrusunu bilen, Allahu
Teâlâ'dır. [15]
Bir mükâtep, kitabet
bedelinden ödemesi gereken, aylık taksidi-ni ödemekten âciz kalırsa; hâkim,
onun hâline bakar: Eğer onun, alacağı veya malı varsa onu alır. Ve ona iki-üç
gün mühlet verir; acele etmez. Bu üç gün müddet özrünü tamamlasın için
verilir. Hâkim daha fazla mühlet vermez.
Onun durumunda bir
değişiklik olmaz ve efendisi de aczini talep ederse, kitabet feshedilir.
İmâm-ı A'zam Ebû
Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, bu böyledir.
Şayet, bir mükâtep
aylıklarını ödeyemezse; onun rızâsı ile, efendisi kitabesini reddeder (=
kaldırır). Eğer köle razı olmazsa, bu kitabetin feshi için, hâkimin hükmü
gerekir. Kâfî'de de böyledir.
İkâle yoluyla da
kitabet feshedilebilir.
Efendisi razı olmasa
bile, köle: "Kitabeti fesh ettim veya kırdım, kestim." derse kitabet
feshedilir. Bu durum kitabetin sahih veya fâsid olması fark etmez.
Efendi, kölenin rızâsı
olmadan, kitabeti feshe yetkili değildir.
Efendinin ölümü
sebebiyle kitabet fesh olur mu?
Efendinin ölümü
sebebiyle, bi'1-ittifak kitabet fesh olmaz. Çünkü köle kazanır ve kitabet
bedelini onun vârislerine verir ve azâd edilmiş olur.
Eğer kölenin elinde
bir kazancı yoksa, kazanıp öder ve azâd olunur.
Şayet tamamen âciz
kalırsa, köleliğe avdet eder. .
Efendisi sağ iken
ölmesi hâlinde nasılsa, öldükten sonra da öyledir.
O takdirde erkek,
vârislerin velâsı olur. Âciz kalıp, tekrar köle olur ve sonra da vârisler yine
kitabete bağlarsa, bu defa borcunu ödeyince azâd olunur. Velâsı ise, vârislerin
hissesi nisbetindedir.
Mükâtep kendisi
ölürse; duruma bakılır: Eğer köle ödemişse, kitabet bozulmaz; ödememişse
bi'1-ittifak kitabet bozulur.
Bir kölenin
efendisinin mürted olmasıyla, kitabet bozulmaz.
Şöyle ki: Bir
müslüman, kölesini mükâtep ettikten sonra, bu kölenin efendisi irtihad eylese
kitabet bâtıl olmaz. Hakikaten öldüğünde böyle olduğu gibi, hükmen ölmüş
sayılmış olsa da böyledir. Bedâi"de de böyledir.
Bir mükâtep kitabet
bedelini ödemeden ölür; geride de çocuk bırakmazsa, kitabetin devam edip
etmiyeceğinde ihtilaf vardır:
İsk&f:
"Bozulur. Hatta bir adam nafile olarak onun kitabet bedelini verse, bu
kabul edilmez." buyurmuştur. Ebû'1-Leys ise: "Aczine hükmedilene
kadar bozulmaz. Hatta, bir adam onun kitabet borcunu ödese, bu kazaen (=
hükmen) kabul edilir ve o, son anlarını azâd olunmuş -olarak yaşamış
sayılır." demiştir. Tebyîn'de de böyledir.
Hür bir oğlu bulunan
bir mükâtep; içinde kitabet borcu da bulunan bir miktar borç bırakarak ölür;
—tek vârisi olan— oğlu da deli-rirse; o borcu öderler. Bu durumda, mükâtebin
aczine hükmedilmez.
Şayet ana tarafından
akrabaları ile baba tarafından olan akrabaları da'vâ ederler de, onun velâsı,
anâtarafı akrabalarına hükmedilirse, bu ödemekten acz olur. Hidâye'de de
böyledir.
Ölen bir mükâtep,
kitabet borcunu ödememiş olduğu gibi, onun başka borcu da kalır; tedbiri ve bir
başkasına vasiyeti olur; bir de hür oğlu ile cariyesinden olma bir oğlu
bulunursa; terekesinden yabancının borcunu ödemeye öncelik verilir. Sonra
efendisine olan kitabet bedeli verilir. Geride bir şeyi kalırsa, vârisleri
arasında taksim edilir ve vasiyeti bâtıl (— geçersiz) olur. Çünkü o,
teberrû'dur.
Şayet mükâtcp ölür;
bin dirhem de mal bırakır; efendisine de kitabet bedeli olarak bin dirhem
borcu bulunursa, istihsânen, önce kitabet bedeli ödenir.
Kıyâsda ise, başka
borcu varsa, önce ona verilir. Şayet, bu mükâ-tep mal bırakmadan borçlu olarak
öldü ise, oğlu kitabet borcunu ödemeye çalışır.
Şayet, mükâtebin ondan
başka borcu olmaz ve oğlu onu ödemekten âciz kalırsa; köleliğe avdet eder.
Mebsût'ta da böyledir.
Mükâtep ölür; üzerinde
de hem borç, hem kitabet hem de cinayet borcu; kadının da mehir alacağı
olursa; önce, —efendisinden izinsiz— aldığı karısının, borcu ödenir; sonra,
cinayet borcu; daha sonra da kitabet borcu ödenir. Sonra da sıra mehre gelir.
Bunlar kuvvet derecesi yönünden birbirinden kavidirler.
Eğer, ölen mükâtep
bırakmaz da, evlâd bırakırsa; çocukları — sıraladığımız gibi— borcunu öderler.
Vârisler, borç
ödemede, mîrasdaki hakkı nisbetlerinde sorumludurlar. Hızânetü'l-Müffin'de de
böyledir.
Bir mükâtep oğlunu
satın aldıktan sonra ölürse; oğlu ona vâris olur.
Keza bir mükâtep oğlu
ile birlikte mükâtebe olmuş olurlar; mükâtep ölür ve mal ile birlikte oğlunu
bırakmış olursa; oğlu da, onunla birlikte mükâtebe olur. Veya, bu mükâtep,
oğlunu kitabete bağlayıp, vasiye, "onun kitabet bedelini ödemesini"
vasiyet eyleseydi, öyle olurdu, yani vasî, onun terekesinden, oğlunun kitabet
bedelini öder; oğlu da, kendinden bir parça olduğundan, azâd edilmiş olurdu.
Kalan diğer malına, vârisleri vâris olurlardı.
Vasî, urûzu satabilir;
fakat, akar, dirhem ve dinarları satamaz. Kitabet bedeli ödenmeden, mükâtebin
hür olan oğlunun oğlu da vâris olamaz. Kâfî'de de böyledir.
Bir mükâtep,
efendisine tasaddukda bulunur ve kendisi kitabet bedelini ödemekten âciz
kalırsa; o tasadduk, efendisine helâl olur.
Şayet mükâtep, kitabet
bedelini ödemekten âciz kalırsa; İmâmeyn'e göre, bu sadaka tîb (= temiz, helâl)
olmaz.
Sahih olanı, bu
tasaddukun biM-icma temiz olmasıdır. Tebyîn'de de böyledir.
Bir köle, bir cinayet
(- suç) işler ve efendisi bu durumu bilmeden onu kitabete bağlar; sonra da, bu
köle âciz kalıp, kitabet bedelini ödeyemezse, bu durumda efendisi, ya onun
cinayet fidyesini öder veya onu bu fidyeye karşılık ojarak verir.
Keza, bir mükâtep
cinayet işler ve âciz olana kadar da cinayet cezası hükmedilmezse, yine
yukardaki gibi olur.
Kitabeti halinde ceza
hükmedilir; sonra da mükâtep âciz kalırsa; o borcuna mukabil satılır.
Bu, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'in kavlidir. Câmiu's-Sağîr'de İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)un son kavli de budur.
Bir mükâtep, kasden
öldürdüğünü ikrar eylediği bir kimse için kan bedeli anlaşması yapar ve bu sulh
bedelini de ödemeyip, âciz kalarak, köleliğe avdet ederse; yaptığı anlaşma,
efendisi için geçerli sayılmaz ve ondan bir şey alınmaz.
Ancak, azâd edildikten
sonra, ondan alınır. Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre böyledir. İmâmeyn'e
göre ise, hemen alınır.
Bir mükâtep ikrar
ederek, "hür bir kadının veya bir cariyenin, yahut küçük bir kız çocuğunun
parmağını kırdığını" söylerse, İmâm Ebû Hanîfe (R.V)'ye göre, bu ikrar
sebebiyle, —mükâtebe halinde de olsa bile— fidyesi alınır. Bunu ödemekten âciz
olursa, o zaman fidye alınmaz.
İrtidad eden (-
İslâm'dan çıkıp, din değiştiren) bir müslümanın bir kölesi bulunur ve bu adamın
oğlu, o köleyi mükâtep yapar; bu mür-ted de öldürülürse; bu kitabet akdi bâtıl
(= geçersiz) olur.
Bir mükâtep irtidat
edip, dâr-i harbe iltihak eylese (= karışsa, girse); ölmesi hâlinde, malından
onun kitabet bedeli ödenir.
Geride malı kalırsa,
o, vârisleri arasında taksim edilir. Şayet, bu mürted ölmez ve tekrar İslâm'a
dönerek, dâr-i İslâm'a gelirse; malı kendisine geri verilir. Kâfi'de de
böyledir.
Mükâtep olan bir köle,
hatâen birini öldürse; ya onun fidyesi verilir veya bu mükâtep onun
vârislerine verilir.
Bir adamın kölesi,
kasden birisini öldürürse; onun vârisleri anlaşma yapılır ve köle o hak
sahibine —diyetini ödeyene kadar— verilir. Bu köle yine sahibinin
mülkiyetindedir. Eğer, bu köle, diyeti ödemekten âciz kalırsa, kendisi alınır.
Bir adamın cariyesi,
hatâen bir cinayet işlediğinde, sahibi onu satar veya ona cima ederse; onun
cinayet işlediğini bilerek böyle yapmış olması hâlinde, diyet, bu cariyenin
efendisine âit olur.
Efendisini öldüren
köle de, bir yabancı gibidir; ona kısas hükmü aynen tatbik edilir.
Mükâtep de öyledir.
Bir mükâtep, kasden
bir adamı öldürürse; burada şu üç durum söz konusu olur:
1- Eğer
efendisine bedelini ödememişse, kısas yapılır.
2- Eğer
bedelini ödemiş bulunur ve efendisinden başka vârisi de olursa, ondan fidye
alınır ve bu katile iştibâhından dolayı kısas yapılmaz.
3- Şayet mükâtep bir adam öldürür ve
efendisinden başka vârisi de olmaz ise, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Ebû
Yûsuf (R.A.)'a göre, efendisine misilleme gerekir.
Şayet, bir mükâtep
efendisine veya onun kölesine karşı bir cinayet işlerse, bu cinayeti
muteberdir.
Efendinin, mükâtebine
ve kölesine karşı işlediği cinayet de muteberdir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir.
Bir mükâtebin kölesi,
onun bir malım zayi ederse, o köle, onun yerine satılır. O şey, köle için bir
borçtur.
Bir adamın kölesi, bir
cinayet işledikten sonra, sahibi onu azâd ederse, o köle muhayyerdir.
Eğer kitabet bedelini
ödemekten aciz kalırsa, bu durumda muhayyerlik efendisine ait olur.
Bir koca ve karısı,
tek bir kitabet akdi ile mükâtep yapıldıklarında, bu kadın, bir çocuk doğurur;
efendisi de onu öldürürse; efendi, fazla olan bedelini, anasına öder. Ana da
—onun yerine ödediği için— babaya müracaat eder.
Eğer, çocuk da,
anasıyle birlikte mükâtebe olmuş bulunsa; efendisi de onu öldürse ve sonra da
kitabet bedeliyle helâlleşselerdi, bu durumda kadının helâl etme hakkı vardır.
Şayet, helâl etmezse,
kıymetinden kalan fazlalığı, çocuğun vârislerine Öder. Baba ve ana, bu kıymeti
aralarında taksim ederler. Sonra da kalan kışımı vârislere, Allah'ın farz
kıldığı şekilde taksim edilir. Ana ve baba da, diğerleri gibi vâris olurlar.
Bir mükâtep, hatâen
bir cinayet işlediği zaman, cinayet diyetinin kıymetinin en azını öder.
İkinci bir cinayet
daha işlerse; —önceki cinayet sebebiyle, kendisine kıymetinin en azı
hükmedildiği hâlde— yine diyet kıymetinin en azı ile hükmedilir. Önceki
cinayeti ile ilgili hüküm verilmeden önce, üçüncü bir cinayet daha işlerse,
artık ona bir defa kıymetin hükmünden başka bir şeyle hükmedilmez. Mebsût'ta da
böyledir.
Bir mükâkep, yol
üzerine bir kuyu kazar ve bu kuyuya bir insan düşerse; kuyuyu kazdığı günkü
kıymeti, ne ise, bu diyet olur.
Sonra, o kuyuya bir
başkası daha düşerse, kölenin kıymetinden fazla bir şey verilemez. Bu, ister,
öncekine hükmedilsin, isterse edilmesin müsavidir. Bedâi"de de böyledir.
Bir mükâtep, yıkılmaya
meyletmiş bir duvarı, birinin üzerine yıkar ve o adam ölürse, bu mükâtebin
kıymeti diyet olur.
Mükâtebin evinde, ölü
bir adam bulunduğunda; mükâtebin ölünün bulunduğu günkü kıymeti diyet olarak
alınır.
Eğer mükâtebin diyeti,
ölenden fazla ise, o takdirde onun kıymetinden on dirhem düşürülür. Bir
mükâtep, bir cinayet işledikten sonra, diyeti ödemekten âciz kalırsa;
hükmedilmiş olması hâlinde, bu diyet, onun üzerinde borç olur ve o yüzden satılır.
Eğer hüküm almamışsa,
efendisi muhayyerdir: İster fidye verir; isterse, o mükâtebi verir.
Eğer cinayet,
mükâtebin kendisine karşı yapılırsa, onun diyetini almak efendisinin hakkıdır.
Şayet mükâtep, kasden
bir adam öldürmüşse kısas gerekir.
Eğer mükâtebin oğlu,
kölesini öldürürse, katile kısas gerekmez; fakat, diyet gerekir. Bu oğul,
diyeti ödemekten âciz ise, o takdirde kısas yapılır. O da diğer kazançlarında
mükâtep hükmündedir.
Eğer af edilirse,
ikisinin affı da bâtıl (= geçersiz) olur.
Şayet efendisi,
mükâtebi öldürürse; —ister hatâen isterse kasden olsun— ona kısas gerekmez.
Onun ikrarı caizdir.
Mükâteb kitabet
bedelini ödemekten âciz olursa, köleliğe avdet eder. Ona hükmedilen de bâtıl
olur veya hiç hükmedilmez.
Bu, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'nin kavlidir.
Kitâbü'I-Cinâyet'te,
İmâmeyn'in: "Hükmedilse bile, bir şey alınmaz." buyurdukları
zikredilmiştir.
Mükâtep, acziyyetinden
önce ödeme yapmışsa, bu tekrar geri alınmaz. Bu, bi'1-ittifak böyledir.
Mebsûf'ta da böyledir.
Mükâtepten, zina,
sirkat, içki içmek, kazf gibi cinayetleri için diyet almak lâzımdır. Bu hususta
mükâteb elverişlidir.
Bir mükâtep,
efendisinin malından çalarsa, eli kesilmez. Keza, efendisinin oğlunun malından
çalarsa, yine eli kesilmez.
Efendisinin karısının
malını çalarsa, yine eli kesilmez.
Yani efendisinin
mahreminin malı hakkında hep böyledir.
Keza, bunlardan birisi
de mükâtebin malını çalarsa, onun da eli kesilmez.
Şayet mükâtep, bir
yabancı bir kimsenin malını çalarsa, eli kesilir. Bedâi"de de böyledir.
Bir mükâtep, bir
yabancının malını çaldıktan sonra, köleliğe avdet eder ve malı çajınan adam,
onu satın alırsa; elini kesmez.
Keza, bir mükâtep, bir
başkasının elini keser ve o adama da borcu bulunursa; eli kesilir.
Eğer mükâtep, aciz
kalıp, köle olur; eli kesilen de ondan alacağını isterse, hâkim, o borcundan
dolayı, onun satılmasına hükmeder. Şayet efendisi razı olmazsa; kendisi fidye
verir; kıyâsda ise, eli kesilir. Bir mükâtep, başka bir mükâtebin efendisinin
malını çalarsa, —kendi efendisinin malını çalmasında olduğu gibi— eli
kesilmez.
Keza, kendisi ile
başka birinin efendisinin ortak kölesinin malını çalarsa, eli kesilmez;
efendisi, kendi hissesini azâd eder. Bir mükâtep, efendisinin müdarabe malını
çalarsa, yine eli kesilmez.
Keza, mükâtep,
efendisinin olacağı olduğu birisinin malını çalarsa, yine eli kesilmez.
Mebsût'ta da böyledir.
Bir mükâtebin,
efendisi öldüğü zaman, "bu mükâtep, kitabet bedelini, onun vârislerine
aydan aya öder." denilmiştir.
Eğer vârisler, ona
hürriyetini verirlerse, azâd olmuş olur ve kitabet bedeli sakıt olur.
Şayet vârislerden
—sadece— birisi azâd ederse, onun itki geçerli olmaz. Kâfi'de de böyledir.
Bir mükâtep, hür bir
kimsenin oğlunu öldürür ve bu adam da, onu emânet almaya gelir ve: "İşte
oğlumu öldüren budur." derse, bu ikrarı üzerine, o mükâtep, ona verilir.
Fakat, velâsı ona ait olmaz. Mebsût'ta da böyledir.
Bir adam, iki kölesini
birden mükâtebe ettikten sonra, bu mü-kâteplerden birisi, âciz kahr ve onu
efendisi reddeder; o da hâkime gider; hâkim ise, onu —diğerinin onunla
birlikte mükâtebe olduğunu bilmeden— reddederse; bu durumda, hâkimin bu reddi
sahih olmaz. Şayet, bu mükâteplerden birisi, âciz olduğu hâlde ölürse, bu durumda
kitabet fesholmaz.
Eğer birisi kaybolur
ve aczi sebebiyle de köleliğe döndürülür; diğeri gelerek, aylıklarım veya bir
aylığını efendisine ödedikten sonra, o da âciz olur efendisi veya hâkim onu da
reddederse; buna hakkı yoktur.
İki kişi, bir
kölelerini bir defada mükâtebe yaptıklarında, bu şahıslardan birisi, kaybolur;
kölenin şahidi de hâkime gelerek; "Gerçekten bu adam, kitabet bedelini
ödemekten âcizdir." derse, hâkim onu —her iki efendisi de bir araya
gelmedikçe— köleliğe döndürmez.
Bu, şunun hilafınadır:
İki adamın her
birinin, ayrı ayrı köleleri olur ve ikisi birlikte mü-katebe yaparlar; sonra da
onlardan birisi aciz kalırsa; onun efendisi, onun kitabetini feshedebilir.
Diğer efendi huzurda olmasa da fark etmez. Muhıyt'te de böyledir.
Efendi bir olur ve o
da ölür; vârislerden bir kısmı da, mükâtebe-yi hâkimin hükmüyle köleliğe
çevirirlerse, bu sahih olur. Fakat, hükümsüz çevirirlerse, bu olmaz. Mebsûi'ta
da böyledir.
Bir mükâtep, iki
çocuğunu bırakarak öldüğünde; mükâtebe hâlinde, onlardan birisi meydanda yok
İken, efendileri diğerini köleliğe dön-düremez. Muhıyt'te de böyledir.
Bir mükâtep,
efendisinden veya bir başkasından satın aldığı bir kölede, bir kusur bulursa, o
köleyi satıcısına iade edebilir.
Mükâtebin kendisi,
kitabet bedelinden aciz olur ve efendisi de kölede bir kusur bulur; mükâteb de
onu bir başkasından satın almış olursa; efendisi onu sahibine iade eder.
Bir mükâtep, bir köle
satın alıp, onu efendisine sattıktan sonra; âciz kalır; efendisi de o kölede
bir kusur bulursa; bu durumda onu, kölesine veya o köleyi satan şahsa geri
veremez.
Bu mükâtep acze
düştükten sonra ölür; ondan sonra da efendisi, o kölede bir kusur bulursa; onu
sahibine reddeyleyemez. Mebsûi'ta da böyledir.
Bir mükâtep, kitabet
borcunu ödedikten sonra ölür; bîr şahıs da ona kazf etmiş olursa; mükâtebe
kazfetmekden dolayı had gerekmez.
Bir mükâtep,
efendisinin kızını nikahladıktan sonra, efendisi ölürse, nikâhları fesholmaz.
Bundan sonra, mükâteb
ölür ve şayet borç bırakırsa, yine nikâh fesholmaz. Eğer borç bırakmaz ise
nikâh bâtıl (= geçersiz) olur. Eğer bu, duhûlden ( = cimadan) önce olursa,
kadının iddet beklemesi gerekli olmaz. Mehir de gerekmez.
Duhûlden sonra olursa,
—üç hayız müddeti— iddet beklemesi ve mehir gerekir. Şayet başka vârisi varsa,
hissesi ona verilir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir mükâtebin kölesi
ölürse, onun namazını bu mükâtebin kıldırması daha uygun olur.
Şayet, mükâtebin
efendisi varsa, uygun olan, cenaze namazını onun kıldırmasıdır. [16]
Bir mükâtep,
efendisine olan kitabet borcundan dolayı hapsedilmez. Kitabet borcunun
haricindeki borcu için ("hapsedilir." ve "hapsedilmez."
şeklinde) iki kavil vardır. Sirâciyye'de de böyledir.
Yefîme'de şöyle
zikredilmiştir: Ali bin Ahmed'den soruldu:
— Bir adam, bir köle satın aldıktan sonra; onu
satan şahsa: "Gerçekten ben, bu köleyi yirmi dinara mükâtebe
eyledim." der; satıcı da bunu inkâr ederse; bu köle, müşteri tarafından
mükâtebe edilmiş olur mu? İmâm, şu cevabı vermiş:
— "Hayır olmaz." Tatarhâniyye'de de
böyledir.
Kâfir bir köleye, bir
müslüman ile bir zimmî ortak bulunduğunda; zimmî, —ortağının izni ile— içki
karşılığında kendi hissesini mükâ-teb eylese; bu kitabeti, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre, caiz olur; İmâ-meyn'e göre ise, caiz olmaz.
İster izinli, isterse
izinsiz -olsun, müslüman zimmîye tazminat yaptıramaz.
Şayet her ikisi
birden, içki karşılığında mükâtebe yaparlarsa; ikisinin hissesi de caiz olmaz.
Şayet köle, bu
karşılığı öderse; —şart yerini bulduğu için— azâd edilmiş olur. Zimmî,
müslünıana içkinin kıymetinin yarı bedelini verir; zimmî de içkinin yarısını
alır.
îki zimmî, bir köleyi,
içki karşılğında mükâtep yaptıktan sonra; onlardan birisi, müslüman olursa; her
ikisine de -i-içki değil de— onun kıymetini zimmînin müslüman olduğu günkü
kıymeti üzerinden öder.
Onlardan birisi
hissesini alırsa; —müslüman olmadan önce, birinin içki hissesini aldığı gibi—
alınana da kalana da ortak olurlar. Mebsût'ta da böyledir.,
Bir adam, kölesinin
yansını mükâtep yapınca, onun yansı mükâtep olur; diğer yarısı ise, Okluğu
gibi kalır.
Bu şahıs, şehirden
çıkmak isterse; efendisi onu men edemez.
Kıyâsda, bu durumda olan
bir kimseyi, efendisi, bir gün serbest bırakır; bir gün kendi hizmetinde
kullanır.
İstihsânda ise,
kitabet bedelini tam ödeyene veya bundan âciz kalana kadar, efendisi böyle
yapamaz. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.
Bir adam» cariyesinin
yansım mükâtebe eder; bu câriye de borç almak isterse, değerinin tamamı kadar
borç etmeye selâhiyeti vardır.
Şayet borcunu
ödeyemezse, bu borcun tamamı, onun üzerinde alacak olarak kalır ve bu cariye,
bu borcundan dolayı satılır.
Bu câriye, iki kişinin
olsaydı ve ortaklardan birisi, kendi hissesini diğer ortağının izni ile
mükâtebe etse ve bu câriye borç alıp sonra da onu ödemekten âciz kalsaydı, bu
câriye yine borcu için satılırdı. Meb-sût'ta da böyledir.
İbrahim'in
Nevâdiri'nde, İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
Bir adam, başka
birinin kölesini, onun izni olmaksızın, bin dirheme mükâtep ettikten sonra, bu
bedelin beşyüz dirhemini düşürür; haber efendisine ulaşınca, o da bu işe razı
olursa; bu takdirde, kitabet bedeli beşyüz dirhem olur. Efendi onun yapmış
olduğu beşyüz dirhem bağışa izin verirse; bu bağış caiz olmaz ve bu kitabet bm
dirhem üzerine kalır. Muhiyt'te de böyledir.
Bir adam, cariyesini
üç günlük muhayyerlikle mükâtebe ettiğinde; bu câriye, bu üç günün içinde
doğum yapar ve ölürse, o çocuk, aynı muhayyerlik üzere kalır.
İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)
ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre bu akid caizdir.
Şayet çocuk, aylık
kitabet bedellerini öderse, istihsânen, anası hayatının son anlarında azâd
edilmiş gibi olur ve çocuk da onunla birlikte azâd olmuş olur. Kâfî'de de
böyledir.
Bir adam, kölesini,
nefsi ve küçük çocuğu karşılığında üç günlük muhayyerlik şartıyle, mükâtep
ettiğinde, çocuklarının bir kısmı öldükten sonra, kitabete izin verirse;
kitabet bedelinden bir şey düşmez.
Keza bir adam, iki
kölesini, bir defada mükâtebe edip, muhayyerliği de şart koşar ve onlardan
birisi öldükten sonra, diğerine izin vermesi caizdir. Bu durumda bedelden bir
şey noksanlaştırmaz.
Bir kimsenin
muhayyerlik şartıyla mükâtebe eylediği cariyesi bir çocuk doğurur ve bu efendi
o çocuğu, azâd ederse; bu câriye muhayyerliği üzerinedir: Eğer kitabetine izin
verirse bu caizdir ve geçerlidir. Fakat doğum yapmış olması sebebiyle, kitabet bedelinden bir şey düşülmez.
Şayet muhayyerlik
efendiye âit olur ve o anasını azâd ettiği hâlde, çocuğunu azâd etmezse, bu
durumda çocuk azâd olmuş olmaz.
Şu mesele bunun
hiîafınadır:
Şayet, muhayyerlik
mükâtebeye âit olur; efendisi de anasını azâd ederse; bu durumda çocukla
birlikte azad olmuş olurlar. Muhıyt'te de böyledir.
îki köle birlikte, bir
kitabet ile mükâtebe edilirler ve bu ikisinin de bir cariyeleri olur; bu
cariyenin doğurduğu çocuğu da, ikisi birlikte iddia ederler; beraber borçlarım
ödedikten sonra da bu iki mükâtep ölürse; bu takdirde, o çocuk ikisine de
vâris olur.
Şayet, kitabetleri
ayrı ayrı olmuş olsa ve her ikisi de kitabet borçlarım ödemiş bulunsalardı;
çocuk, onların hiç birine vâris olamazdı.
Nesebi bilinmeyen bir
kimse, kölesini mükâtep eder; bu mükâtep de bir câriye satın alıp, o da, o
cariyeyi mükâtebe eder ve nesebi belli olmayan şahıs; mükâtep ettiği şahsın
mükâtebesinin kendisine ait olduğunu söyler; bu câriye de onu doğrularsa;
ikrarı sahih olur ve o şahıs, mükâtebi ile onun mükatebesine mâlik olur.
Bunların kitabetleri
baki kalır. Hatta, nesebi meçhul olan şahıs onları azad ederse, —birbirinin
bedelini ödemek suretiyle— azâd olurlar.
Şayet, birlikte ödeme
yaparlarsa; birlikte azâd edilmiş olurlar. Birinin, diğerine velâsı olmaz.
Eğer birisi önce
öderse, diğerinin velâsına sahip olur. Onun, bunun üzerine velâsı olmaz.
Eğer, her ikisi
birlikte âciz kalırlar ve efendileri de azâd ederse; ikisi de azâd olmuş
olurlar. Kâfî'de de böyledir.
Bir mükâtebenin,
efendisi ölmüş; onun da —erkek veya kadın— küçük vârisleri kalmış bulunur;
sonra da mükâtep ölmüş olursa; onun vârisleri, kitabet bedelini diğerlerine
öderler. Onlar da aralarında taksim ederler.
Eğer bu mükâtebin,
efendisinin vârislerinden başka, vârisleri yoksa; durum yine böyledir.
Mükâtep ölmemiş olur
ve onun çocukları, kitabet bedelini öderler veya kitabet bedeli kendilerine
bağışlanır yahut azad edilirler; sonra da, mükâteb ölürse; mirası, efendisinin
erkek çocuklarına ödenir.
Bir mükâtebin cariyesi
doğurur; onun efendisi de, "çocuğun kendinden olduğunu" iddia eder;
mükateb de bunu doğrulasa; bu çocuğun nesebi sabit olur.
Meselâ: Bir cariyenin,
doğurduğunu bir yabancı iddia ettiğinde, câriye de onu ikrar ederse; hem
mehrini ondan alır; hem de şocuğun nesebi sabit olur. Fakat, bu câriye ümm-ü
veled olamaz.
Şayet mükâtep inkâr
ederse, neseb sabit olmaz. Tek bir gün bile olsa; nesep cariyeye sahib olan
kimseden —mükâtebin hakkına zeval gelmemesi için— sabit olur.
Bir mükâtebeyi,
efendisinin nikahlaması caiz olmaz.
Eğer mükâtep,
efendisinin zevcesini satın alırsa; onun nikâhı baki kalır. Mükâteb satın
aldıktan sonra, altı aya kadar doğum yapar; efendisi de doğrularsa; nesep
sabit olur; bu durumda çocuk azâd edilmiş olmaz; mehir de gerekmez.
Keza, bir mükâtep, bir
köle satın alır; efendisi de onun nesebini iddia eder; onu mükâtep de
doğrularsa, nesebi sabit olur; ancak, bu köle azâd edilmiş olmaz.
Bir mükâtep,
cariyesini mükâtebe edip, o da borcunu ödedikten sonra, —altı ay müddetten az
olmak suretiyle— bir çocuk doğurur; efendisi de onu iddia eder; ve câriye doğrularsa;
nesebi sabit olur ve doğduğu günkü kıymetiyle azâd edilir.
Kitabetinden altı
aydan fazla bir zaman geçtikten sonra doğurur ve efendisi onu iddia ederse;
—aldatma olacağından— o çocuk, azâd edilmiş olmaz.
Ancak mükâtebe âciz
kaldıktan sonra doğum yaparsa; çocuk kıymetiyle birlikte azâd olmuş olur.
Şayet kitabetinden
sonra, altı aydan fazla bir müddette doğum yaparsa; burada cevap; azâd
edildikten sonra, altı aydan fazla bir zamanda doğum yapana verilen cevap
gibidir.
Azâd olduktan sonra,
altı ayda doğum yapar; efendisi de onu, azâd ettikten sonra yapmış olduğu cima
sebebiyle kendisinden zannederse.; nesebi sabit olmaz. Eğer doğrularsa,
—mülkiyet hakkı olmadığı için— zâni olur. Bunun te'vili, aynen yabancı gibidir.
Şayet mükâtebesini
azâd ettikten sonra nikahladığını iddia eder; mükâtebe de onu tasdik ederse;
nesep sabit olur. Nikâhda şüphe bulunduğundan, çocuk azâd edilmiş olmaz.
Ancak, bu çocuk da
anasına tâbi olarak mükâtep oİur.
Eğer anası âciz
kalırsa, her ikisi de köleliğe avdet eder.
Eğer mükâtebe nikâhı
yalanlarsa; nesep sabit olmaz. Ancak âciz olursa; o doğru olur. Ve çocuk azâd
olmuş olmaz.
Mükâtebe doğrular da;
hür olan mükâtip yalanlarsa; nesep sabit olur. Ve çocuk köle olarak kalır.
Eğer hür olan mükâtep
doğrular ve "Ona, efendisi azâd eylemeden cima eyledi." der;
mükâtebe de onu yalanlarsa; nesep sabit olmaz. Bu aczinden sonra olursa; nesep
sabit olur. Ve âciz olmasından sonra olursa; mükâtebe, mükâtibin cariyesi olur.
Bir mükâtebin
mükâtebesinin sahip olduğu câriye bir çocuk doğurur; efendisi de onu iddia
eder ve mükâtebe onu doğrularsa; nesep sabit olur; çocuk azâd edilmiş olmaz.
Eğer âciz olur ve
sahip olduğu günden itibaren altı ayda doğum yaparsa; o, kitabetten aciz
olduğu günkü kıymetiyle hürdür. Kâfî'de de böyledir.
Hür biri ile bir
mükâtebin ortak bulunduğu bir câriye bir doğum yapar; o çocuğu da mükâteb iddia
ederse; çocuk onun çocuğu, câriye de ümm-ü veledi olur. Mehrin yarısını
efendisine; cariyenin kıymetinin yarısını da hür olan zata tazmin eder. Çocuğun
kıymetinden bir tazminatta bulunmaz.
Bu tazminatları
yaptıktan sonra, kitabet bedelini ödemekten âciz kalırsa; o câriye de, çocuğu
da efendisinin malı olur. Muhakeme olmazlar; bir tazminatta bulunmaz ve
kendisi de âciz kalırsa; cariyenin ve çocuğun yarısı, hür olan ortağının olur.
Kendisinin de, mehrin yansım ödemesi gerekir,
Aralarında ortak
oldukları mükâtebenin doğurduğu çocuğu, mü-Vâtebin iddiası caiz olur. Bu
durumda mükâtebe muhayyerdir. Dilerse kitabet haline devam eder; ciması
sebebiyle mükâtebden mehrini alır; dilerse, kitabetten vaz geçer. O takdirde
mükâtep, ortağına, cariyenin ve çocuğun yarı kıymetini öder.
Şayet bu çocuğu, her
ikisi de iddia ederlerse, hür olanın iddiası kabul edilir.
Eğer kadın, kitabet
hâlini ihtiyar eder; sonra da hür olan zat ölürse; ondan kitabet hissesi
düşer. Artık mükâtebe, diğerinin yarı hissesini —kitabet bedelinin en az olanı
ile— öder.
Bu, İmâm Muhammed
(R.A.)'in kavlidir.
İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'a göre ise, kıymetinin tam yarısını öder. Eğer âciz kalırsa, yarı
kıymetine s el âhiy etlidir.
O mükâtebeye, önce
mükâtep cima eder; ve ondan da bir çocuk doğurur: sonra da ona hür olan cima
eder ve ondanda bir çocuk doğurur; çocukları da her iki mükâtib de iddia
ederler; onların sözlerinden başkası da bilinmezse; her birisi o çocukların
birini alır ve diğerine bir şey borçlanmaz. Ve onların her birisi, cariyenin
mehrinin yansını verirler. Bu kadın, kitabet ile acz arasında muhayyerdir: Eğer
âciz olursa; hür olanın ümm-ü veledi olur; o da, diğerine kıymetinin yarısını
tazmin eder. Mükâtebin çocuğunun da nesebi sabittir. O da, onun kıymetinin
yarısını hür olana verir. Mebsût'ta da böyledir.
Bir mükâtep, hür olan
veya bir akidle mükâtep bulunan oğlunun cariyesine cima ederse, doğan çocuğun
nesebi, bu mükâtebden sabit olmaz. Ancak oğlu onu tasdik ederse, o çocuk ile
sabit olur.
Eğer mükâtep azâd
edilmiş olur ve o cariyeye de tek bir gün sahib olmuş bulunursa, çocuğun
nesebi, sahih ve sabit olur. Câriye de, onun ümm-ü veledi olur.
Şayet çocuk, cariyenin
kitabeti halinde mükâtipten oldu veya mü-kâtip onu satın aldıktan sonra bu
çocuk doğdu ise, mükâtebin onu iddia etmesi sahih olur. Ve bu câriye, onun
ümm-ü veledi olur. Mehrini, kıymetini de Ödemez. Mumyt'te de böyledir.
İmâm Muhammed (R.A.),
Ziyâdât'da şöyle buyurmuştur: îki mükâtebin ortak bulundukları bir câriye, bir
çocuk doğurduğunda, bunların ikisi de o çocuğu iddia ederlerse, o çocuğun
nesebi ikisinden sabit olur. Bu çocuk, ikisinin de mükâtebesi olur.
Bu câriye ümm-ü veled
olur. Hür olan çocuğun anasını satmak caiz olmadığı gibi, bunun da anasının
satılması caiz olmaz.
Eğer onlardan birisi,
kitabet bedelini öderse, onun hakkında azâd şartı tahakkuk eder ve onun hissesi
azad olmuş olur; diğerinin kitabet hissesi ise baki kalır. Çocuk hakkında
tazminat gerekmez.
Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye
göre böyledir. İmâmeyn'in kıyâslarına göre ise onlardan birisi iddia ederse, —
çocuktan— onun hissesi azâd olunur; kalanı da azat olur. Çocuk hakkında bir
tazminat gerekmez. Cariyenin tamamı ümm-ü veled olur. İster zengin, ister
fakir olsun, diğerinin hissesini öder. MuhıyCte de böyledir.
İki kişinin ortak bir
cariyeleri bulunur ve ortaklardan birisi, ona borç ödemek için ticâret yapma
izni verir; —diğeri de, arkadaşının izni ile— onu mükâtebe ederse;
alacaklıların buna razı olmama hakları vardır.
Eğer razı olurlarsa,
bu da caiz olur.
Alacaklılar hazır
bulunmazlar ve efendisi kitabet bedelini alırsa; — şartının mevcudiyetinden
dolayı— onun hissesi azâd olmuş olur. Ve alacaklılar onun aldığının yarısını
alırlar. Çünkü o, onun kazancının yarısını o borç ödemekle meşgul iken
almaktadır. Sonra, bu mükâtebenin, o alacaklılara verdiği kadar için, bu
mükâtebeye müracaat ederler.
İzinli ve borçlu bir
câriye bir çocuk doğurur; çocuğun efendisi de onu mükâtebe ederse; alacaklılar
onu reddederler. Eğer ana olmazsa, borcunu öder.
Eğer borcunu öderse,
kitabeti de caiz olur.
Şayet, çocuğun
efendisi, onu azâd ederse; alacaklılar, ona, kıymetini ödetirler.
Annenin borç ödeme
gücü olmaz; efendisi de fakir olursa; alacaklılar, çocuğun en az kıymetini
alırlar; artanı alacak olarak kalır. Ve annenin borcu olur.
Bu kadın bir çocuk
doğurur ve o genç ve dinç olup, alım-satım yapmaya da başlar; sonra da
alacaklıları gelir ve onun mükâtebeliğini reddederlerse; —onların reddi
sebebiyle— kitabet bâtıl (- geçersiz) olur. Analarındaki haklan baki olduğu
için, hasseten o oğlan, alacaklılar için —anasının alacaklılarından başka,
şahsen kendi borcu için— satılır.
Keza, anası mükâtebe
olmasa ve o oğlana ticâret izni verilse, yine o, borcu için satılır. Mebsût'ta
da böyledir.
Bir adam, iki küçük
kölesini, tek kitabet akdi ile mükâtebe ettiğinde, onlardan birisi akıllı olsa
bile, ikisi de büyükler menzilin dedir ler.
Bir adam, iki
kölesini, bir defada bin dirheme ve ikisinin birbirine kefil olması; eğer
kitabet bedellerini öderlerse; azâd olmaları; âciz kalırlarsa tekrar köleliğe
dönmeleri şartı ile mükâtebe yaparsa; bu kitabet, istihsânen caizdir.
Eğer azâd için,
onlardan birisi, bin dirhemin tamamını ödedi; sonra da ödeme yapan zat,
ortağına hissesi içjn müracaat eyledi ise, onun kıymetinin o kadar olması
hâlinde, hissesini alır.
Keza, onlardan birisi,
bir şey ödedi ise yarısı için ortağına müracaat eder. İster az olsun, isterse
çok olsun farketmez.
Efendisine gelince, o
kitabet bedelini, her hangisinden dilerse, ondan alır.
Şayet onlardan birisi
ölecek olursa; sağ kalandan, bir şey noksanlaşmaz.
Eğer sağ kalan,
kitabet bedelinin, tamamını öderse, bu mükâtebe de tamamen azad olunmuş olur.
Şayet efendileri,
onlardan birisini azâd ederse; onun hissesi kitabet bedelinden düşmüş olur.
Bir adam, iki
cariyesini mükâtebe kıldığında; onlardan birisi doğum yapar ve o çocuğu,
efendisi azâd ederse; her ikisinin kitabet bedellerinden bir şey noksanlaşmaz.
Bu mes'elede, üç durum
hasıl olur:
1- Birinci
mes'ele yukarıda söylediğimiz mes'eledir.
2- Eğer
efendi, onları, bir defada bin dirheme mükâtebe yapmışsa, onun üzerine bir
ilâve yapamaz. Bu hâlde, onlardan birisi hissesini öderse, o azâd edilmiş olur.
3- Bu da,
efendilerinin: Ödeyiniz ve azâd olunuz." demesidir. Bu durumda şayet ödeme
yapamazlarsa, cariyelik haline —birinin, diğerine kefil olmasını söylememiş
olması hâlinde— avdet ederler. Belirlenen bedelin tamamı efendilerine
ulaşmadıkça hiç birisi azâd olmaz. Mebsûf'ta da böyledir.
Şayet efendileri,
"onların kitabet bedellerini ödediklerini" söylerse, her ikisi de,
çocuk da (hepsi) azâd olmuş olur. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.
Bir adam, kölesini ve
onun karısını, bir defada mükâtebe kılar ve onlardan da her birini, diğerine
kefil eder; sonra da bu kölenin karısı, bir çocuk doğurur; o da öldürülürse,
kıymetini alma hakkı babasına değil anasına âit olur.
Eğer onu efendisi
öldürürse, kıymeti ona aittir ve kısas, kitabete misilleme olur.
Eğer kadın, helâl eder
ve razı olursa bu böyledir.
Şayet razı olmaz ve
helâl etmezse sonradan, hissesi için kocasına müracaat etme hakkı vardır. Helâl
eder ve onun kıymeti de kitabet bedelinden çok olursa, o fazlalık, ananın
olur; babanın olmaz.
Şayet doğan çocuk kız
olur; o da büyüyüp bir çocuk doğurur; sonra da o çocuk öldürülürse, onun kıymeti
büyük anasının olur ve onun kitabetine dâhil olur.
Eğer büyük anne ölür
de, çocuk ve baba kalırsa; her ikisi için de büyük anneye bir ruhsat vardır. O
ikisinden hangisi, kitabet bedelini öderse; diğerine bir şey için müracaat
edemez. Ancak, kocanın hissesi için, ona müracaat edebilir.
Büyük anne hayatta
iken, bedelin tamamını ödemiş, gibi olur ve onu kocasına müracaat edip alır ve
ona teslim ederdi. Mebsût'ta da böyledir.
Şayet bir efendi,
mükâtebini azâd ederse; azadı geçerli olur ve o mükâtepten kitabet bedeli sakıt
olur (= düşer). Ondan vazgeçer veya bağışlarsa, yine dediği gibi olur. îster o,
kabul etsin; ister, etmesin farketmez. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.
Şayet, mükâtebe:
"Ben, kabul etmiyorum." derse mükâtebeliğe avdet eder.
Bu mükâtep, kitabet
bedelinin hîbe edilmesi hâlinde hür olur. Çünkü, bağış red edilse bile sahih
olur.
Ancak haber kendisine
ulaştıktan ve kabul ettikten sora, reddetmiş olursa; bu durumda kitabeti
fesholmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir adam, kölesini,
bir dirheme, vadeli olarak mükâtep yapar; o da vakti geçmeden kitabet bedelini
öderse; efendisi bunu kabul etmesi hususunda cebredilir.
Şayet müddet tâyin
etmez ve bir de kendisine hizmet etmesini isterse, bu kitabet caiz olmaz.
Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.
Şayet, efendi; kitabet
bedelini ödedikten sonra, bir ay daha, mü-kâtebin kendisine hizmet etmesini
istemişse; bu istihsânda caiz; kıyâsda caiz değildir.
Keza, kitabet bedelini
ödedikten sonra, —enini, boyunu, derinliğini belirterek— bir de kuyu kazmasını
söylemiş ve yerini de göstermişse; veya bir ev yapmasını istemiş, onun da
nereye nasıl bir şekilde yapılacağını açıklamişsa; işte bu da dediğimiz
gibidir. Yani kıyâsda caiz değil; istihsânda ise caizdir.
Şayet, bir ay hizmet
etmesi karşılığında kitabete bağlamışsa, bu hem kıyâs da, hem istihsân da
caizdir. Mebsüt'ta da böyledir.
İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre, kitabet tecezzi (= bölünme) kabul eder.
Hatta, bir adam,
kölesinin yarısını mükâtep eylese bu da caizdir. Bu kölenin kazancının yarısı,
kendisinin; yarısı da efendisinin olur. Sirâciyye'de de böyledir.
Bir adam, cariyesinin
yarısını mükâtebe ettiğinde; bu cariye bir çocuk doğurursa; o çocuğun da —aynı
anası gibi— yansı mükâtebe olur. Ve onun yarısı anasının kazancı; yarısı da
efendisinin kazancı olur.
Eğer, bu kadın, yarı
bedeli olan borcunu öderse, çocukla birlikte yarıları azâd olmuş olurlar.
Sonra da,
kıymetlerinin yarısını ödemeye çalışırlar.
Bu çocuğun kazancı
anasının da, efendisinin de değildir; yalnız kendisine aittir.
Şayet anası kitabet
bedelinden hiçbir şey ödemeden ölürse, çocuk kendisi ödemeye gayret eder.
Şayet ödeyebilirse,
anasının yarısını son demlerinde azâd etmiş gibi olur. Kendisinin yarısı da
azad edilmiş olur. Geride kalan yarı kıymetini temine çalışır.
Şayet, önce, bedelini
aylık taksitler hâlinde ödemek üzere mükâtep yapar; sonra da onu peşine
çevirirse; aralarında da, kitabet bedelinin bir kısmını düşmek şartıyle
anlaşma yaparlarsa; bu caizdir.
Eğer teslim almadan
önce ayrılirlarsa, anlaşma bozulmaz.
Eğer bir yer karşılığında
veya te'cilsiz yaparlarsa o zaman, bu kitabet caiz olmaz. Şayet bin dirheme ve
aydan aya ödemek üzere mükâtep yapar ve her ayda on dirhem öderse, bu da
caizdir. Mebsüt'ta da böyledir.
Bir adam, kölesini
mükâtep yaptıktan sonra; aralarında görüş ayrılığı (= ihtilaf) çıkarsa (şöyle
ki: Mükâtep: "Sen, beni bin dirheme mükâtep yaptın." der; efendisi
de: "Hayır, ben seni, iki bin dirheme mükâtep yaptım." derse; veya
malın cinsinde ihtilaf ederlerse;) İmâm Ebû Hanîfe (R.A.): "Önce
yenıinleşirler." buyurmuş; sonra da bu kavlini terkederek: "Kölenin
yeminli olarak söylediği söz geçerli olur ve efendisinin beyyine getirmesi
gerekir." buyurmuştur.
Bunlar, da'vâlaşıp
hâkime çıkarlar; hâkim mükâtebe yemin verir ve o yemin üzerine bin dirheme
hükmeder ve şayet efendisi "ikibin dirhem olduğuna" dair beyyine
ibraz ederse; o zaman iki bin dirhem olarak ilzam eder.
Eğer efendi beyyine
getiremezse, köle bin dirhemi ödeyince, azâd olur.
Bundan sonra,
efendisi, "iki bin dirhem olduğunu" isbat ederse; kıyâsda bu köle iki
bin dirhemi ödemedikçe azâd edilmiş olmaz.
İstihsânda ise, o köle
hürdür ve bin dirhem daha ödemesi gerekir.
Bir adam, kölesini
mükâtebe ettiğinde, akidde ihtilaf ederler ve mükâtep, efendisine: "Sen,
beni malıma ve nefsime karşılık olarak, bin dirheme mükâtep eyledin." der;
efendisi de: "Hayır, seni malın hariç, yalnız nefsine,karşı mükâtep
kıldım." derse; bi'1-ittifak efendinin sözü geçerli olur ve burda
karşılıklı yeminleşmek yoktur.
Şayet beyyineleri
varsa; mükâtebin beyyinesine itibar edilir.
Efendi: "Seni
mükâtebe yaptığım gün, elinde olan mal benim-di." der; mükâtep de:
"Hayır, benim idi. Sen beni mükâteb eyledikten sonra, o malları ben
kazandım." derse, bu durumda mükâtebin sözü geçerlidir.
Efendisinin beyyine
getirmesi gerekir. Şayet beyyinesi varsa, onun beyyinesi evlâdır.
Müddetin .aslında veya
müddetin miktarında ihtilafa düşerlerse; bu hususta efendinin sözü geçerli
olur.
Müddetin aslında
ittifak ederler de, miktarında ihtilaf ederler ve bu miktarın da bir müddeti
geçmiş olursa, bu durumda kölenin sözü geçerli olur.
Şayet köle iddia eder
ve: "Beni, bin dirheme; her ay yüz dirhem vermek üzere mükâtep
eyledi." der; efendisi de: "Hayır, seni her ay iki yüz dirhem vermek
üzere, mükâtep eyledim." derse; bu durumda efendinin sözü geçerlidir.
Şayet, çocuk hakkında
mükâtebe ile efendisi arasında ihtilaf çıkar ve efendisi: "Sen, onu, ben
seni mükâtebe eylemeden doğurdun/' der; mükâtebe de: "Hayır, sen beni
mükâtebe eyledikten sonra doğurdum, "derse; eğer çocuk efendinin yanında
bulunmakta ise efendisinin sözü geçerli olur.
bk, eğer çocuk,
anasının yanında ise, bu mükâtebenin sözü geçerlidir.
Bu çocuğun ne zaman
doğduğu bilinmiyorsa, yine, mükâtebenin sözü geçerli olur.
Çocuk kimin yanında
ise ona itibar edilir. İmâm Muhammed (R.A.), bunu kitab'da zikreylememiştir.
Şayet çocuk ikisinin de yanında ise, durum nedir?
Bişr, İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'un şöyle buyurduğunu nakletmiştir: — Bu hususta, efendinin sözü
geçerlidir. —Eğer beyyinesi varsa—
mükâtebenin beyyinesi
geçerli olur. Zehıyre'de de böyledir.
Taraflardan birisi,
kitabetin fesadını iddia ediyor; diğeri de onu inkâr ediyorsa; inkâr edenin
sözü geçerli olur. Çünkü akidde ittifakları vardır,
Her ikisinin de
beyyinesi varsa; fesadını iddia edenin beyyinesi kabul edilir.
Bir zimmî, müslüman
olan kölesini mükâtep yaptıktan sonra, aralarında miktarı hakkında ihtilaf
çıkar ve zimmî hristiyan şahit getirirse; onun şehâdeti kabul edilmez.
Bir harbî, güvenceli
olarak dâr-i İslâm'a girer ve burada bir zim-mîyi köle olarak satın alıp, onu
kitabete bağladıktan sonra aralarında, mükâtebe olup-olmadığı hususunda ihtilaf
çıkar; harbî olan şahıs, kendi ile birlikte güvenceli olarak dâr-i İslâm'a
girmiş birini şahit getirirse, onun şehâdeti zimmî olan köleye karşı kabul
edilmez. Bu şahitler birden fazla olsalar bile hüküm böyledir. Mebsût'ta da
böyledir.
Bir cariyeden bir
çocuk doğduğunda, efendisi o cariyeyi mükâtebe yaparsa, o çocuğun kazancı,
efendisinin olur.
Keza, bu mükâtebe bir
çocuk doğurursa; o çocuk da anası ile birlikte mükâtep olur. Anası ona ve
kazancına hak sahibidir.
Bir adam, cariyesini,
kölesine nikahlayıp, ikisini de mükâtebe ettiğinde; bu kadın bir çocuk
doğarsa; kazancı kendisinin olur ve birlikte mükâtebe olurlar. Şayet o çocuk
öldürülürse, kıymeti anasının olur; babasının olmaz.
Şu mes'ele bunun
hilafınadır:
Kitabeti hem
kendileri, hem de çocukları için kabul etmişler ve çocuk da öldürülmüşse o
zaman, çocuğun bedeline ortak olurlar. Bu durumda bedel, ananın olmaz.
TebyîiTde de böyledir.
Bir mükâtep,
efendisinin izniyle evlendiğinde, aldığı kadını hür zanneder; ondan da bir
çocuğu doğar; sonra da, o kadına bir hak sahibi çıkarsa; onun çocuğu köledir;
kıymetini alamaz. İzinli köle de böyledir.
Bu, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.) ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un kavlidir. Câmiu's-Sağîr'de de böyledir.
Bir mükâtebe, efendisi
izin vermeden nikâhlansa ve bâine olsa; nikâhı fâsid olur. O cariyenin mehri,
hürriyetine kavuşmasından sonra alınır. Ancak kız idiyse, hali hazırda alınır.
Çünkü bu, cinayet tazminatıdır. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.
Bir mükâtep, bir kızın
bekâretini bozarsa,' ona had uygulamak gerekir. Çünkü, o zina eylemiştir ve o
muhataptır.
Bu mükâtep, o kıza
üzerine dahil oldu ise, üzerine mehir gerekir.
Şayet, bu kadın,
rizâsı ile hakkını tehir ederse, bu mükâtep azâd olduktan sonra, onun mehrini
öder.
Eğer tehirine razı
olmazsa; bu kadın mehrini hâli hazırda alır:
Eğer, mükâtep, o
kadına karşı bir cinayet işlerse, diyetini ödemesi gerekir.
Şayet mükâtep:
"Ben, bunu nikahladım." der; kadın da onu doğ-rularsa, bu durumda
ancak mehrini, —bu kadın, hakkını te'hir etmişse,— azâd olduğu zaman ödemesi
gerekir. Mebsût'ta da böyledir.
En doğrusunu, ancak
Allahu Teâlâ bilir. [17]
[1] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 10/161.
[2] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 10/161-162.
[3] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 10/162.
[4] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 10/162-163.
[5] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 10/163.
[6] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 10/163-164.
[7] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 10/164.
[8] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 10/164-166.
[9] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 10/166-167.
[10] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 10/168-175.
[11] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 10/176-183.
[12] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 10/184-187.
[13] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 10/188-196.
[14] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 10/197-201.
[15] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 10/202-209.
[16] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 10/210-219.
[17] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 10/220-234.