Müzâraanın Sıhhatinin Şartları:
Müzâraanın Sıhhatinin Diğer Şartları:
Zirâat Vasıtaları İle İlgili Şartlar:
Müzâraada Hisselerin Belirtilmesi:
Müzaraa Akdini İfsâd Eden Şartlar:
Caîz Olan Ve Caiz Olmayan Müzâraa Şekillerî
4- TARLA VEYA HURMALIK SAHİBİNİN, KENDİSİNİN ÇALIŞMAYA
BAŞLAMASI
5- BİR YERİ, ZÎRAAÎCİNİN, BİR BAŞKASINA MÜZÂRAATEN
VERMESİ
6- MÛZÂRAADA, MUAMELENİN ŞART KOŞULMASI
8- ZİRÂİ ORTAKLIKTA, TARLA VEYA HURMALIK SAHİBİ İLE
ÇİFTÇİ VE ÂMİLİN HİSSELERİNİN FAZLALAŞTIRILMASI
10- BİR ARAZİYİ, ORTAKLARDAN BİRİNİN VEYA BİR GASIBIN
EKMESİ
11- EKMESİ İÇİN, BİR ORTAĞA VERİLMİŞ BULUNAN BİR YERİN
SATILMASI
12- MUAMELE VE MUZÂRAA'NIN FESHİNDE ÖZÜR
13- ÇİFTÇİ VEYA İŞÇİNİN ÖLÜMÜ HÂLİNDE, YAPTIĞI ZİRÂİ
İŞLER BİLİNMİYORSA DURUM NE OLUR?
14- HASTANIN, MÜZÂRAA VE MUAMELESİ
Hastanın, Müzâraa Ve Muâmeıe Hakkındaki İkrarı
15- MÜZARAA VE MUAMELEDE REHİN
16- MÜZÂRAA VE MUAMELE İLE BİRLİKTE, BİR KÖLEYİ AZÂD
ETMEK VEYA MÜKATEP KILMAK
17- MÜZARAA VE MUAMELE KARŞIĞINDA TEZEVVÜC, HULÛ' VE
KASDEN ADAM ÖLDÜRMEKTEN DOLAYI SULH YAPMAK
18- MÜZÂRAA VE MUAMELEDE VEKÂLET
19- ÇİFTÇİYE TAZMİN ETTİRİLECEK ŞEYLER
20- MÜZARAA VE MUÂMELE'DE KEFALET
22- TARLA SAHİBİ İLE ÇİFTÇİ ARASINDAKİ İHTİLÂF
23- SÖZLEŞME OLMADAN, BİR ARAZÎYİ EKMEK
24- MÜZÂRAA VE MUAMELE HUSUSUNDA ÇEŞİTLİ MES'ELELER
Müzâraa'nın meşruluğu,
Peygamber (S.A.V.) Efendimizin sünneti ile sabittir. Peygamber (S.A.V.)
Efendimiz, Hayber'de müzâraat uygulamıştır. İnsanların buna ihtiyacı vardır.
Bu, îmâmeyn'in
kavlidir.
Müftâbih olan da
budur.
Dolayısıyle, bu gibi
akidler, sahih olan akidlerdendir.
Fakat, İmâm-ı A'zam Ebû
Hanîfe (R.A.)'ye göre, bu akid meşru akidlerden değildir. Yani müzâraat meşru
değildir. Arazi sahipleri isterlerse, âmili (= çalışan, ekip- biçen şahsı) bir
bedel mukabilinde isticar edebilirler. [1]
Müzâraa: Bir nevi
şirkettir. Ve iki tarafça, arazinin bir taraftan verilmesi, ziraatin de diğer
tarafça yapılması gibi şeyler üzerine yapılan bir akiddir. Serahsi'nin
Muhuytı'nde de böyledir. [2]
Müzâraanın rüknü: Icâb
ve kabuldür.
Yani, yer sahibinin,
âmile: "Bu yeri, sana ekim için verdim." demesi ve çahşıcının da
"Kabul ettim." veya "Razı oldum." demesidir.
Ziraatcinin kabulüne,
rızasına delil bulunursa; aralarındaki akid tamam olur. [3]
Müzaraamn sıhhatli
olması için, bu akidde aranan bazı şartlar vardır.
Bu şartlardan her
hangi biri bulunmazsa; müzâraa sahih olmaz. Bu şartlardan bir kısmı ziraatciye;
bazıları, ziraat âletlerine; bazıları da ekilen şeye; bazıları ziraata;
bazıları içinde ziraat yapılan yere; bazıları ise, ziraat müddetine râci
şartlardır. [4]
Ziraatçıya dönük
şartlar iki nevidir.
Birincisi: Akıllı
olmak; deliye ve sabiye ziraatçılık yaptırılmaz. Buluğ müzaraamn şartından
değildir. İzinli sabiye, bir defa ziraatçılık yaptırmak caizdir. Ziraatcinin
hür olması da şart değildir.. izinli köleye de bir defa ziraatçılık yaptırmak
caizdir. İkincisi: İmâm Ebfi Hanîfe (R.A.)'nin kıyâsına göre, ziraatcinin
mür-tet olmaması da gerekir.
İmÂmeyn'in kıyâsında
ise, bu müzaraamn şartından değildir. Mür-tedin, hâli hazırdaki ziraatçılığı
geçerlidir. [5]
Tohumun belirli olması
şarttır. Neyin ekileceği, bilinmelidir. Ancak, arazi sahibi: "Ne istersen
öhu ek." derse; bu müstesnadır.
Ve bu caizdir. Bu
durumda ziraatci, dilediğini eker.
Yalnız izinsiz
ağaç'dikemez. Çünkü, ziraat akdinde, ağaç dikmek yoktur. Bedâi'de de böyledir.
Ne kaoar tohum edileceği
şart koşulmaz. Çünkü tohum, o araziye göre ekilir ve o zaman belli olur.
Tohumun cinsinin
açıklanmaması, şayet tohum tarla sahibinden olacaksa, caizdir. Çünkü, onun için
tohumu vermeden önce, tohumun durumunu söylemesi, emir ve te'kid olur. Bu ise,
akid vaktinde söylenir.
Şayet tohum, ekeci (=
âmil) tarafından verilecek olur ve tohumun cinsi de açıklanmazsa; müzâraa fâsid
olur. Çünkü o, yer sahibi hakkında lüzumludur. Tohum saçılmadan (= ekilmeden)
Önce olur ve yapılacak bütün işler âmile havale edilirse, (Meselâ: Arazi
sahibi âmile (= ekiciye): "îster senin tarafından eK; istersen benim
tarafımdan ek." der ve yapacağı işi ona havale ederse) o da buna razı
olursa; müzâraa caiz olur. değilse, tohum âmil tarafından olunca, bu tohumun
cinsi de belir-tîlmezse; bu durumda müzâraa fesada gider.
Şayet, bir şey ekmişse
oda caiz olur. Çünkü tarla boş kalmamış ve fesâd zail olup gitmiştir. Zira
tarla ekilmiştir ve bu caizdir. [6]
Mezrûatm akid
sırasında söylenmesi şarttır. Bu hususta susulursa; akid (= sözleşme) fâsid
olur. Mezrûatm birisi: her iki taraf için olması da şarttır. Şayet çıkacak olan
mahsûl, sadece birinin olacaksa; bu akîd sahih olmaz.
Bu şartlardan birisi
de; ortaklardan her birisinin hissesi, o çıkacak mahsûlden olacaktır. Hatta
başkasından olmasını şart koşarlarsa, bu durumda akid sahih olmaz. Çünkü,
ortaklıkta bu şart lâzımdır. Ortaklıkta bir şart kesilince, o akid fâsid olur.
Bu şartlardan birisi
de: Hissenin çıkacak mahsûlün, belirli cüz'ü (parçası) olmasıdır.
Hatta ortaklardan
birisi, "belirli ölçek kendisinin olacaktır." Diye şart koşarsa, bu
akid sahih olmaz.
Diğerinden fazla Ölçek
alacağını şart koşmakda caiz olmaz.
Buna binâen, birisi
için "tohumun onun olacağı" şart koşulsa ve geri kalacak kısım taksim
edilecek olsa, bu müzaraada sahih olmaz. Çünkü, o tohumu kadarını çıkarmıştır. [7]
Arazinin zirâata
elverişli olması şarttır.
Hatta ekilecek şey,
basit nane gibi değersiz şeylerse, akid caiz olmaz.
Fakat yer ziraata elverişli
olur; fakat, müddeti içinde bir arıza sebebiyle (vaktinde suyunun kesilmesi
gibi, zamanın kış olması gibi ve benzeri arızalar sebebiyle) müddeti içinde
ekilmez ise, oraya yeniden bir şey ekmek caiz olur.
Ekilecek yerin,
belirli olması da şarttır.
Şayet belirsiz bir yer
olursa, müzâraa sahih olmaz. Çünkü, bu ni-zaa başlangıç olur.
Şayet, bu yere buğday
ekilecekse; oraya arpa ekilince, bu durumda akid sahih olmaz; fâsid olur.
Çünkü içine ekilecek belirli değildir. Eğer: "Bazı yerine buğday ek; bazı yerinede
arpa ek/' derse; bu akid de sahih olmaz; fasid olur. Çünkü, burada arpa ve
buğday ekilecek yerlerin ayırılmasma karar verme âmile bırakılmıştır. Ve bu iş
cehâleten böyle yapılmıştır.
Şayet: "Filan
yere arpa ek; filan yere buğday ek." demişse, işte bu caizdir. Çünkü
yerlerini ayırmıştır. Cehalet yoktur.
Bu yerin, akid yapan
şahsa ait olması ve boş bulunup, yer sahibi ile âmil arasında ortaklaşa
ekilecek olması da şarttır.
Hatta o yerde amel (=
çalışmak) yer sahibine şart kılımrsa; bu sahih olmaz. Yapılacak işte,
tahliyenin bulunmadığından dolayı... Bedâi'-de de böyledir.
Tahliye: Yer
sahibinin, âmile: "Bu yeri, sana teslim eyledim." demesidir.
Tahliye, yerin
sözleşme zamanında, boş bulunmasıdır. Eğer, bu yerin içinde, ekili bir şey
bulunur ve o da bitmiş (= çıkmış) olursa; akid caiz olur. Ve bv, bir muamele
olur; müzâraa olmaz. Şayet, o yerin içinde ekili bir şey bulunur ve o da
yetişmiş ve olgunlaşmış olursa; bu akid caiz olmaz. Çünkü ekili şey
yetiştikten sonra, çalışmaya ihtiyaç olmaz. Çalışma muamelesinin özrü meydana
çıkmış olur. Fetâvâyi Kâdihân'da da böyledir. [8]
Akid zamanı,
ziraatcinin Öküzünün (~ vasıtasının) bulunması şarttır, akidde o maksûd
olursa, müzâraa bozulur. [9]
Müzâraa müddetine
gelince; bu müddetin belirli olması şarttır. Belirsiz bir müddete müzâraa akdi
sahih olmaz. Bu müddet açıklanmalı ve bidayeti, nihayeti (= başı, sonu) belli
olmalıdır. Bedii'd e de böyledir. Şayet açıklama yapılır ve müddet de,
mezrûatın yetişmesinden önce olursa (yâni ziraat mahsûlü yetişmeden, müddet
bitecek olursa) bu mü-zaraa fâsid olur.
Keza, müddet beyan
edildiği zaman, birisi hayatta yoksa veya onun temsilcisi yoksa; bu akid de
caiz olmaz Zehiyre'de de böyledir. [10]
Müzâraada hisseler
açıklanmalıdır. Böylece o yerden çıkacak mahsûlün bir yönden inkıtaa uğraması
engellenir. Serahâ'nin Muhuytı'nde de böyledir.
Şayet herbirinin
hissesi belirlenirse; duruma bakılır: Tohumun hangi yönden olacağı açıklanmışsa;
bu müzâraa, kıyâsen de istihsânen de caiz olur. Bu takdirde, tohum belirlenen
yönden olur. Hulâsa'd a da böyledir.
Bu şartlardan birisi
de; tohumun, hangi taraftan olacağının açık-lanmasıdır. Zira tohum, eğer arazi
sahibi tarafından olacaksa; bu mü-zaraa, âmil için isticar olur.
Şayet tohum, âmil
tarafından olacaksa; bu durumda da müzâraa, o yeri icarlama olur.
Akid meçhul olursa,
ahkâm Muhtefir olur.
Akid ( = sözleşme)
sırasında, tohumun açıklanması gerekir. Tohum ekildikten sonra, o yeri ve
tuhumu, o adama vermek caiz olur. Sonra yer sahibi o yeri geri alır ve oraya
tohum ekerse, müzâraa bozulmuş olur. Bu, bir iane de olmaz.
Fakıyh Ebû Bekir
el-Bdhî, şöyle buyurmuştur:
Örfde ne ise, o
hükmedilir. Eğer,, o beldede, tohum amil tarafından veriliyorsa; tohumu, o
verir; yer sahibi tarafından veriliyorsa; o verir. Burada örfe itibar edilir.
Ve tohum hususunda örfe göre hükmedilir. Eğer tohum müştereken verilirse,
müzaraa sahih olmaz.
Bu, akid sırasında,
nasıl olacağım söylemedikleri zaman böyledir.
Şayet akid sırasında
konuşurlar ve arazi sahibi: *'Arazimi sana veriyorum; onu, benim için
ekeceksin." veya: "Seni icarlıyorum; çıkacak mahsûlün yarısı senin
olacak." derse; bu durumlarda, tohum arazi sahibinden olur.
Eğer: "Sen
ekeceksin; tohum senden olacak." derse; tohum âmil tarafından
verilecektir. Fetâvâyi Kâdîtaân'da da böyledir.
İbnü Riisiem,
İmâm Mubammed (R.A.)'in
şöyle buyurduğunu nakletmiştir:
Bir adam, başka
birine: "Şu yerimi sana bir seneliğine yarı yarıya icara verdim."
veya "Üçte birine... verdim." derse; caiz olur. Bu durumda tohum,
zirâat yapacak şahsa ait olur.
Şayet: "Şu
yerimi, sana müzaraa için verdim." veya "Arazimi, sana üçte bire,
müzaraa olarak verdim." derse; işte bu caiz olmaz. Burda, tohum açıklanmış
değildir.
Eğer: "Arazimi,
ziraat için, sana icara verdim. Bu yeri, üçte bire ekersin." derse; işte
bu caiz olur. Ve bu durumda da tohumu da arazi sahibi verir, Zehiyre'de de
böyledir. [11]
Çıkacak mahsûlün,
ortaklardan —sadece— birinin olmasını şart koşmak, müzaraa akdini ifsâd eder.
Zira bu, ortaklık şartını bozmak olur.
Çalışmanın arazi
sahibinden olmasını şart koşmak da müzaraa akdini ifsâd eder. (= bozar) Çünkü,
bu:
Ziraat âletinin, yer
sahibine ait olması şartı da fâsiddir. Ziraata âit her şeyin önceden
hazırlanması (sulaması, muhafazası, kanalının kazılması ve benzerleri gibi)
gerekir. Taksimden sonra, mahsûlün temizlenmesi, müzaraa şartının
haricindedir.
Taksimden sonra,
herkesin mahsûlünü evine taşıması, kendisine aittir.
İmâm Ebu Yûsuf (R.A.)'un
şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: Yapılacak işler insanların teamülüne
bağlıdır. Ekini biçmek, sürmek, savurmak, elemek ve benzeri şeyler gibi...
Mâverâü'n-Nehir
âlimlerinden bazıları böyle fetva vermişlerdir. Bu, Nasyr İbni Yahya, Muhammed
bin Seleme (ki bu zat Horasan âlimlerindendir.) bu görüşü ihtiyar
eylemişlerdir. Bedâi'de de böyledir.
Âmilin, arazi
sahibine, mahsûlü biçip savurmasını şart koşması, fâsiddir. Fetâvâyi Kâdîhân'da
da böyledir.
Bununla fetva verilir.
Ktibrâ'da da böyledir.
Nasıyr bin Yahya ve
Muhammed bin Seleme'nin şöyle buyurdukları nakledilmiştir:
Bunların tamamı âmile
aittir. Şart koşsun veya koşmasın fark etmez. Örfün hükmü budur. Şemsül-Eimme
Seraba'de: "Sahih olan budur. Bizim yurdumuzda böyledir." demiştir.
Şeyh Ebû Bekir bin
Fadl'da, zahir olan örfe göre fetva vermiştir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir.
Bu şartlardan birisi
de: Samanı kimin alacağı hususudur. Ve bu, şarta bağlıdır: Tohum kimin ise,
saman onun olacaktır. Böyle olmazsa, taraflar, samana da değilse ortak olacaklardır.
Müzâraa müddeti
içinde, âmil her türlü ameli işleyebilecek; duvarını yapacak, kanalını
kazacak, çukurunu açacak, menfezini tanzim edecek ve benzeri lüzumlu işleri
yapacaktır. Ve bu, müzaraa müddetinin sonuna kadar böyle devam edecektir.
Yâni, çiftçi, aldığı yeri, aldığı gibi geri teslim edecektir.
Sürme işine gelince, o
da şarta bağlıdır. Âlimlerimiz: "Bunların noksanlığı, müzaraatı
bozmaz." demişlerdir.
Sahih olanı da budur.
Şayet, mal sahibi,
sürme İşinin, iki defa olmasını şart koşarsa, çitci bu müzaratı bozar. Zira,
sürmek; bir ekmeden önce, bir de hasaddan sonra sürmek ve o araziyi, sürülmüş
olarak geri vermektir ve bu, müf-sid bir şarttır. Çünkü hasaddan sonra o yeri
sürmek, o senenin işi değildir.
Fakat, ekimden önce
iki defa sürmeyi şart koşar ve bu sürmenin menfaati sonraya kalırsa yine akid
fasid olur.
Şayet menfaati sonraya
kalmazsa, bu şart müzaraatı bozmaz. [12]
Ziraatın ıslahı (= iyi
olması) için gereken ihtiyacın temini, ekiciye aittir.
Gübresi gibi, içindeki
kökleri söktürmek gibi ve benzeri masrafları yapmak —hisseleri nisbetinde—
ikisine aittir.
Çıkan mahsûlün
—şartlarına göre— aralarında taksim edilmesi de şarttır.
Şayet o yerden hiç bir
şey çıkmaz ise, hiç birine de bir şey verilmemesi de şarttır. Çalışana,
çalıştığının karşılığı ve tohum verene, tohumunun karşılığı verilmeyecektir.
Bedâi'de de böyledir.
Çıkan mahsûl,
yetişmeden önce zayi olursa; (bir âfet dokunması gibi...) yine hiç bir tarafa
bir şey yoktur. Zehiyre'de de böyledir.
Tohum sahibi tarafından
bir akid yapılınca, diğerinin bunu kabul etmesi de şarttır.
Şayet imtina ederse,
(Meselâ: Ben ziraatçılık yapmak istemiyorum." derse" —özrü olsun veya
olmasın—, öyle kalır. Bedâi'de de böyledir.
Tohum yere saçılınca;
iki taraf artık ortaklaşmalardır. Onlardan birisi, bu ortaklığı bozamaz. Ancak
özrü olursa, o müstesnadır. Mu-hıyt'te de böyledir.
Müntekâ'da, İmâm Ebû
Yûsuf (R.A.)'un şöyle buyurduğu rivayet olunmuştur:
Şayet tohum arazi
sahibi tarafından verilecek olur ve onu müzâna (= ziraatçıya) vermiş bulunursa;
artık, müzaraatı bozamazlar.
Şayet vermemişse,
arazi sahibi akdi bozabilir; fakat, diğeri bozamaz. Zehiyre'de de böyledir.
Bunlardan birisi de:
Ekicinin, ekeceği yeri sürmeye mecbur edilip edilmemesidir. Bu hususta iki
durum vardır: Sözleşmede bunu şart koşmuşlarsa, ekici orayı sürmeye cebredilir.
Eğer, bu hususta susmuş-larsa, duruma bakılır: O yer, sürülmeden ekileni
bitirecek hâlde ise, halkın örfünde de böyle bir şey varsa; ziraatçı
cebredilmez.
Şayet ekilecek şey
asla çıkmayacak durumda ise, yine, o yeri sürmeye cebredilir.
Buna binânen,
ziraatçı, ziraatı sulamakdan imtina eder ve o yer, sulamaya muhtaç olmayıp,
ekilen şey sulamadan da bitecekse, sulamaya mecbur tutulmaz.
Şayet sulamadan
kifayet etmez ise, ziraatci icbar edilir.
Çıkacak olan
mahsûldeki hisseyi artırmak veya ondan eksiltmek. Aslolan, bunda iki durum
vardır:
Bu, ya ekici
tarafından; veya arazi sahibi tarafından olur.
Tohum, ya ekicinin,
veya tarla sahibinin olur. Tohum ekici tarafından, olur ve bunu hasattan sonra
verecek bulunur; muzâreada yarı yarıya ortak olur. Ve bu çiftçi kendi
hissesinden altıda bir artırabilirse, bu ziyadelik caiz olmaz; yarı yarıya
taksim ederler.
Şayet arazi sahibi,
hissesinden, ekiciye altıda bir fazla verir; buna da iki taraf razı olursa; işte
bu fazlalık caiz olur. Çünkü önceki çiftçinin amelinden sonra, sözleşmenin
üzerine yapılan bir verimdir. O yer sahibinin hakkıdır; diğerine ise fazladan
bir menfaatır ve caiz değildir. İkincisi ise, ücretten düşürmedir.
Bunlar, tohum âmilden
olduğu zaman böyledir.
Şayet tohum arazi
sahibi tarafından verilmişse; onun artırması eâ-. iz değildir; diğeri artınrsa
caiz olur.
Bu, hasaddan sonra
böyledir.
Şayet hasad öncesi
olursa; hangi taraftan yapılırsa, yapılsın caizdir. Bedâi'de de böyledir. En
doğrusunu bilen Allshu Teâla'dır. [13]
Aslolan yerden, çıkan
mahsûlün, bir kısmından ücret almanın caiz olmasıdır.
Keza, bundan âmilin
ücret alması da caizdir. Fakat, bu ikisinden başkasının alması caiz değildir.
Muniyt'te de böyledir.
"Müzaraa
caizdir." diyen kavle göre, iki nev'idir: Birincisi: Arazi birinin olması
hâli.
İkincisi: Arazinin,
ikisinin olması hâlidir. Şayet, arazi birinin ise; o da iki nevidir: Birincisi:
Tohumun ortaklardan birisinin olması;-İkincisi: Tohumun ikisinin olması hâlidir. [14]
Şayet, arzi birinin
olur; tohumda diğerinin olursa; işte bunda altı durum vardır; bunlardan üçü
caiz; üçü ise fâsiddir. [15]
1-) Yer,
ortaklardan birinin olur; tohum, öküz ve çalışma ikincisinin olur ve yer
sahibi için,'* çıkacak olan mahsûlden belirlli bir miktarı*'şart koşarlarsa;
işte bu caizdir. Çünkü, bu durumda tohum sahibi, o yeri, çıkacak olan şeyden
belirli bir miktarla icarlamış olur.
2-) Çalışmak
birinden, diğer her şey diğerinden olması hâli bu da câîzdir. Çünkü, yer
sahibi, çıkacak olan mahsulden belirli bir miktar karşılığında âmili yerinde
çalıştırmak için icarlamişür.
3-) Yer ile
tohum birisinin; çalışmakla öküzde ikincisinin olma hâlidir, tşte bu da
caizdir. Çünkü yer sahibi, diğerini, öküzuyle birlikte, yerinde çıkacak
mahsûlden belirli bîr miktar karşılığında icarlamışür. [16]
Şu üç müzâraa şekli
fasidin
Birincisi: Yere ve
öküz birinden; diğerleri, diğerinden olması şartı ile yapılan müzâraa
fâsiddir. İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre ise, bulunduğu yerin örfü böyle ise
caizdir.
Fetva
zâhirü'r-rivâyeye göredir. Çünkü yerin menfaati, öküzün menfaati cinsinden
değildir.
Gerçekten yerin
menfaati, tabiatının kuvvetiyle tohumu isbattır.
Öküzün faydası ise,
çalışmaktır.
öküzün faydası, yerin
faydasının cinsinden olmadığı İçin, öküz yere tâbi değildir. O takdirde çıkacak
olan şeyden, öküzün ücereti bakî kalır; bu da —yalnız öküzün bir taraftan
olması gibi— fâsiddir.
İkincisi: Yalnız
tohumun bir taraftan olup, diğerlerinim ikinci taraftan olma hâlidir. îşte bu
da fâsidir. Çünkü, tohum sahibi yeri icar-lamış oluyor; o ise sahibinin elinde
kalıyor; icarlayanın elinde olmuyor. Buna binâen, şayet, üçüncü, dördüncü
kişilerin birer öküzü oilsa da, onlar da ortak olsalar; işte bu da fâsid olur.
Üçüncüsü: Tohum ve
öküz birinden olup, yer ve çalışmanın diğerinden olması hâli. Bu da fâsiddir.
Yer birinin, tohum
diğerinin olur ve çıkacak mahsûle ortak olmak şartıyle, başka bir şahsın
çalışmasını şart koşarlarsa; bu da fâsidir. Çünkü, bu durumda yer sahibi,
çalışan şahsa: "Tohumumu, tarlama, çıkanın tamamı benim olmak şartıyle ek;
tohumu ek çıkacak mahsûlün tamamı senin olsun.''demiş gibi olur ki, işte bu
fâsiddir. Çünkü bu mü-zaraa, şartlıdır.
Eğer ikisi arasında şart
koşarlar ve"yerden çıkanın üçtebiri veya üçte ikisi âmilin olacaktır. Ve
üçte biri, yer sahibinin olacaktır"derlerse; veya bunun aksine şart
koşarlarsa; işte bu ariyeti'I-arz, müzaraada
fâsidir.
Müzâraa fâsid olduğu
zaman, yerden çıkan mahsûlden, yer sahibi tohumu nisbetinde; âmil de tohumu
nisbetinde alırlarsa; bu fâsiddir.
Yapılacak en güzel
hareket her biri tohumunun miktarı kadarını alıp; fazlasını tasadduk ederler.
Çünkü, fazlalık fâsid bir akid ile yapılmıştır.
Şayet yer ve tohum
onlardan birisinin olur ve "beraberce çalışarak çıkacak mahsûlü yan
yarıya taksim etmeyi" şart koşarlarsa; bu caizdir. Çünkü, onlardan herbiri, o yere
yarı yarıya—tohumları
nisbetinde—çalışmışlardır.
Eğer yer, ortakların
ikisinin; tohum ve çalışma ise birinin olur ve "yerden çıkacağı, yan
yarıya paylaşmayı"şart koşacak olurlarsa; işte bu caiz olmaz. Çünkü,
onlardan birisinin tohumu yoktur. Bu durumda o, diğerine: "Tohumunu
tarlana ek; çıkanın tamamı seni almak üzere; tohumunu benim tarlama da ek çıkanın
tamamı benim olmak üzere' demiş olur ki, işte bu akid(söyleşme), müzâraa
hakkında caiz değildir.
Şayet tohum birinden
iş de diğerinden olur ve çıkan mahsûlü müşterek taksim ederlerse; bu caiz
olmaz. Çünkü tohum sahibi, arkadaşına, bu tohumun yansını bağış yapmış olur;
yansıda ameline karşılık borç olur. Bu da bâtıldır.
Keza, yukarıdaki
mes'elede, "çıkacak mahsûlün üçte ikisi âmilin, üçte biride yeri verenin
olacaktır"diye şart koşarlar veya bunun aksi olursa; batıldır. Zira
çıkacak şeyin fazlasını nefsi için şart koşmak batıl olur.
Eğer, tohum âmilden
olduğunda,"çıkacak mahsûlün üçte ikisini, ona vermeyi" şart
koşarlarsa; bu caiz olur. Zira, tohumu olmayan tarla sahibi, yerini ziraat için
vermiştir. Çıkacak mahsulün üçte ikisini tohum sahibine vermeyi şart kaşsalar
bile bu akid caizdir.
Yer de, tohum da
ikisinin olur ve, birinin çalışmasını, çıkacak olan mahsûlü yan yarıya
bölüşmek"üzere şart koşarlarsa; bu caizdir.Çalışmayan şahıs onun
hissesinde yardımcı olmuş olur.
Yer ve tohum ikisinin
olduğunda; yer sahibine, "çıkacak mahsûlün üçte birinin, âmile de, üçte
ikisinin verilmesini şart koşarlarsa—iki rivayetten esahh olana göre, bu da
caiz değildir.Çünkü, çıkan mahsûl, onların tohumlarının nümalanmışıdır.
Tohum iki kişiden
olduğunda, çıkacak mahsûle ortak olmuşlar ve çalışan şahıs üçte ikiden
fazlasını alırsa; müşterek ameli sebebiyle, ona fazla bir şey alması gerekmez.
Geçen mes'ele gibi, üçte ikisi tohum sahibine şart kılınırsa, caiz olmaz. Çünkü
o, kendi nefsi için arazisiz ve tohumsuz ve amelsiz olarak almıştır.
Şayet, tarla ikisinin
olur ve tohumu veren şahsa, çıkacak olan mahsûlün üçte ikisini vermeyi şart koşarlar;
kalanı da yarı yanyataksim edecek olurlarsa; bu caiz olmaz.
Eğer tohumun üçte
ikisini âmilin vermesine karşılık olarak, çıkacak mahsûlün aralarında yarı
yarıya bölüşülmesini şart koşarlarsa; bu da caiz olmaz. Çünkü, bu takdirde,
tohumu veren, âmile "Sen* tohumunu, çıkacak mahsûl senin almak üzre ek.
Benim tohumumla senin tohumunu da çıkacak benim olmak üzre ek. "demiş
olur; ki bu da caiz olrnaz.
Bir adamın yeri var;
bir başka adamdan, ekmek için tohum almak ve tarladan çıkan mahsûle ortak
olmak istiyor; buna çâre:Ondan, tohumun yansını satın alır. Satıcı da, onun
parasını teberru eder. Sonra da, ona: "Bu tuhumun tamamını ek; çıkacak
olan mahsûlün yarısını sen al; yarısı da benim olsun. "der.
Hızâaetü'l-MufÜVde de böyledir.
Ziraatçi'nın, Ziraat
işlerinden hiç bîrini yapmaması da müzâre ayı ifsâd eder. Çünkü akidde o vardı.
Ve onu yapmayınca, müzaraa fasiddir.
Çıkacak olan mahsûlün
tamamının ekicinin olması da müzâraa-yı ifsâd eder.Tohum, ister yer sahibinden
olsun, isterse ekiciden olsun farketmez. Bir şey, tasadduk edilmesi de
gerekmez.
Tohumun yer sahibinden
olup, âmile ecr-i misil verilmesi hâli geçerlidir. Tohum â.nil tarafından
olmuş olsaydı, onun yer sahibine ecr-i misil vermesi; müzaraamn fâsid olmasını
gerektirirdi.
Tohum tarla sahibinden
olduğu zaman âmilin ecr-i misil alacaklı olması hâlinde çıkan mahsûlün tamamı
temizdir (helâldir). Şayet tohum âmil tarafından olur ve çıkan mahsûle,yer sahibi
ecr-i misil borçlanırsa; çıkan mahsulün tamamı temiz olmaz. Bilakis tohumu
miktarını veya çalıştığı kadarın ecr-i mislini alırsa, temiz olur.Fazla
kalanını tasadduk eder.
Fâsid muzaraada —yer
kulamlmadıkca— ecr-i misil gerekmez.
Onlardan birisi de:
Fâsid müzarada —belirtildiği kadar— ecr-i misil gerekmesidir.
İmâm Muhammet!
(R.A.)'e göre, Tam ecr-i misil gerekir.
Bu, ücret onun
hissesinin tamamı olduğu zaman böyledir ki o, akid sırasında ikisi tarafından
söylenmiştir.
Şayet söylenilmemişse,
bi'1-icma ecr-i misil gerekir. Bedâi'de de böyledir.
Yer esahibi ve ekici,
ziraatın —müzâraa fâsid olduktan sonra—-temiz (helal) olmasını isterlerse; İmâm
Ebû Hanîfe (R.A.) İmftmeyn'e göre bu hususta bazı durumlar vardır:
İmâm Ebo Hanîfe
(R.A.)'ye göre, bir yerde, muzaraa sahih olur.
İmameyn e göre, bu
durumun ne olduğunu Şeyhü'l İmâm hmüî Zâ-hid nakletmiştir. Şöyleki: Biri yer
sahibinin, diğeri ise ekicinin, olmak üzere iki hisse ayrılır. Yer sahibi,
ekiciye: Sana karşı, bana vâcib olan, yerin ecr-i mislini veya noksanını
vermektir. Benim sana amelinin ecr-i mislini ve tohumunun bedelini vermem
gerekir. Buna göre, bu buğday karşılığında anlaşma yapalım mı? der; çiftçi de:
Anlaşmayı yaptım. Senin bana, öküzümün, tohumumun amelimin ecr-i mislini
vermen gerekir. Benim de sana, tarlayin veya onun noksanlanmasının ecr-i
mislini vermem gerekir. Sen anlaşmayı benimle yaptın."Sana gerekeni sen
yap-
Un; bana gerekeni de
—bu buğday karşılığında— ben yaptım."der; yer sahibi de:
"Anlaştık." der ve karşılıklı râzi olurlarsa; işte bu, her iki taraf
için de helâl olur ve aldıklarını iade etmeleri gerekmez. Karşılıklı rıza
gösterince, habaset zail olup gider.
Müzaraanın fâsid
olmadığı yerde, öküzler bir tarafa âit olur ve bu, şart koşulursa; müzâraa
fâsid olmaz.
Öküzlerin icarlanması
şart koşulursa, yine müzâraa fâsid olmaz. Öküzleri icarlamadan murad bir
açıklamadır. Dolil bulunur da icar şartı olmaz ise (Meselâ: »Öküzlerle çift
sürülür, ve çalıştınlırsa bu bir delildir. Veya, öküzleri bağışlar veya mîras
kalır yahut satın alırsa) işte bunlar caizdir. Öküzlerden ikisinden birini
icarlar ve tohum birisinden olursa yine caizdir. Fakat yerin birinden, tohumun
ise, her ikisinden; çalışmanın da yeri verenden olması şart koşulursa, (Bunun
şekli: Bir adam, yeri-munuda birlikte ekecekler) işte bu takdirde, biz burada
üç mes'ele (durum) vardır; deriz:
Mahsûlün üçte ikisi,
tarla sahibinindir. Üçte biri diğerinin dir; "diye şart koşarlarsa;Bu
durumların tamamı fâsiddir. Müzâraa fâsid olunca, çıkan mahsûl aralarında
tohumlan nisbetinde taksim edilir. Muhiyt'de böyledir.
En doğrusu bilen
Ailahu Teâlâ'dır. [17]
Bir adam, diğerine
yerini ve tohumunu, onun öküzüyle ekip biçmesi ve çalışması karşılığında
ücretini vermek ve çıkanın tamamı kendisinin olmak şartı ile verirse; şartlan
böyle olursa; bu caiz olur.
Bunu, İnftaı Mskssıned
(R.A.) Ö-Asl kitabında, böyle söylemiştir ve bununla, "bu işlemi yapmak
caiz olur"demeyi murad eylememiştir. "Müzaraa caiz olur", demek
istemiştir.
Çünkü bu, bir müzara
akdi değildir.
Zira, müzâraa akdinde
çıkacak mahsûle ortak olmak vardır. Bu durumda ise ortaklık yoktur.
Ancak, çıkacak olanın
tamamının, tohum sahibinin olması şart ko şulursa; bu caiz olur.
Çıkacağın tamamının
ekicinin olacağı şart koşulursa işte bu da caizdir. Çıkacağın tamamının
ekicinin olması" mes'elesi, tohumun, onun tarafından olması hâli için söz
konusudur.
Burada da bir takım
vecihler vardır:
Yer sahibi, bir adama:
Tohumundan bir kür, tarlama ek; çıkacağın tamamı benim olmak
üzere..."derse; işte bu fâsiddir. Çünkü, tohum sahibi, bu surette, o
yeri, "çıkanın tamamı yer sahibinin olmak üzere"icarlamış oluyor,
isticar ise, o yerden çıkanın bir kısmım almakla olur. Bu durum kıyâsa
muhalifdir.
Bu akid fâsid olunca,
çıkanın tamamı tohum sahibinin olur. Yer sahibine ise ecr-i misil verir.
Ve çıkan mahsûl, tohum
sahibine helâl olur.
Ancak, tohumunun misli
kadarı ve alacağı kadan helâl olur; fazlasını tasadduk eder.
Şayet, yer sahibi,
ekiciye: "Yerime (tarlama) tohumunu ek; çıkacağın tamamı benim olacak.'
'derse; işte bu caizdir. Bu durumda âmil, tarla sahibine, tohumunu borç olarak
vermiştir, Çıkanuı tamamı tarla sahibinin olur.
Ekici ameline karşılık
muayyen bir ücret alır.
Eğer: "Yerime
(tarlama) tohumunu ek; çıkacak olanın tamamı senin olmak üzere."derse;
işte bu fâsiddir. Bu durumda da, mahsûlün tamamı tarla sahibinin olur. Çiftçi
ise tohumunun ve çalıştığının bedelini alır.
Keza, tarla sahibi,
ekiciye: "Tohumunu tarlama ek; çıkanın tamamı senin olmak üzere,
"derse; işte bu da caiz olur. Bu durumda, çıkanın tamamı tohum sahibinin
olur. Ve yer sahibi, orayı ariyet olarak vermiş olur. Zehiyre'de de böyledir.
Tarla sahibi
ziraatçıya:"Tohumu tarlaya ek; çıkana ortak olmak üzere, "derse işte
bu müzaraa da caiz olur.
Bu durumda çıkan
malsülü, yarı yarıya taksim ederler. Tohum sahibi, tohumunu tarla sahibine
(o:"benim için ek"dediği için) ödünç vermiş olur.
Görmüyor musun
ki:Tarla sahibi, ziraatçıya: "Bana yüz dirhem borç
ver"dediktensonra:"Ona bir kür buğday satın aî ve benim için tarlaya
ek; çıkacak mahsûle ortağız."dese; Bu caiz olmaz mı? (Caiz olur).
Fakat, tarla sahibi,
ziraatçıya, tohumu müzara için, —tarla sahibine, bir kür vermek üzere
"tarlasına ekmek için verdiğinde; ziraatçı AHahu Teâlâ'nın vereceği nzkı
temin gayesi ile bir yıl çalışacak ve çıkacak mahsûle de ortak olacak olsalar;
işte bu, tohum sahibi için fâsiddir.
Bu EI-As! kitabının
Müzâraa bölümünde yazılmıştır.
Me'zun kitabının baş
kısmında şöyle zikredilmiştir: Gerçekte bu durumda ziraat yer sahibinindir.
Şeyhü'î-islâm'da,
Mivnraal kitabının şerhinde şöyle buyurmuştur: Bu iki mes'ele arasında fark
yoktur. Fakat bunların te'vili (açıklaması) vardır. Me'zun kitabında, bizim
söylediğimiz gibi, tohum sahibi, yer sahibine: "Nefsin için ek; çıkana ortağız,
"derse; bu durumda ziraat, yer sahibinin olur.İşte bu şahıs çiftçidir.
Çünkü çiftçi yer sahibine tohumu borç vermiş olur."Nefsin için
ek"demiş olması sebebiyle, örfe göre bu böyledir.
Müzâraa, fesada gitse
de, mahsûl yer sahibinde kalmıştır.
Gerçekten, Hİşam, bu
mes'eleyi, Nevidir isimli kitabının mezun bahsinde, bizim Müzaraa kitabında
söylediğimiz gibi yazmıştır da, tohum sahibi, yer sahibine "nefsin için
ek". Sözünü söylememiştir.
Ancak, tohum sahibi,
yer sahİbine:"Onu ek; çıkacağa ortak olmamız için."derse; bu durumda
çiftçi tohumu borçlanmış olmaz.Tohum sahibinin mülkünde kalmış olur da, kâr
müzâraanm fesadı hâlinde, tohum sahibinin olur.
Hatta tohum sahibi,
yer sahibine:"Onu ek; çıkacağa ortak olmak üzere"derse; mes'elenin
diğer kısmı hâli üzre kalır. Çıkan mahsûl, — Me'zun mes'elesinde olduğu gibi—
Yer sahibinin olur. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, diğerine
tohum vererek:"Bunu tarlana ek; çıkanın tamamı senindir."veya
"Tohumumu tarlana ek; çıkanın tamamı senindir, "dese; işte bu
caizdir ve bu durumda tohum sahibi, tohumunu tarla sahibine onun tarlasına
ekilmek üzere borç vermiş olur.Tarla sahibi, onu hakikaten eliyle teslim
almışsa; bu böyledir.
Şayet tohum sahibi,
ona: "Tohumumu benimiçin tarlana ek; çıkanın tamamı senin olmak
üzere."derse. İşte bu fasid olur. Bu durum-da,çıkan mahsûlün tamamı» tohum
sahibinin olur.
Bir adam, için
diğerine, ekmesi için tohum verir ve" kendi tarlasına ekmesini çıkacağın
tamamımnda kendisinin olmasını"şart koşarsa; işte bu da caizdir.
Bu durumda tohum
sahibi, o yeri ariyet almış gibi olur.
Yer sahibi de ona
yardım etmiş olur.
Tohumunu tarlasına
ekmesi halinde bunların tamamı caizdir.
Eğer;"Şunu,
tarlana, nefsin için ek. Allahu Teâla ne verirse be-nimdir."derse; bu
durumda çıkanın tamamı tarla sahibinin olur. Ve tarla sahibi —ona onun tohumu
gibi— tohum verir. Zehiyre'de böyledir. Bir adam, tarlasını, —ekin ekmesi için—
bir başkasına vererek: "Allahu Teâlâ'nın vereceğine, yan yarıya ortak
olalım."der ve öküz hususunda bir şey konuşmazlar veya Öküzü, âmile şart
koşarlarsa bu durumda Öküz, âmilden olacaktır. Tohumun ekicinin kendinden
olmasıyle, tarla sahibinden olması arasında fark yoktur. Çünkü öküz, amel
âletidir. Onun amel sahibinin olması gerekir. Hızâneta'S-Müftio'de de böyledir.
Müzraa akdinde,
mahsûlün bir kısmının ortaklardan başka bir şahsın olacağı şart koşulursa;
duruma bakılır: Eğer onun, çalışmasını şart koşmamışlarsa; bu hâl müzaranm
fesadını gerektirmez. Şart koşulan o mahsûl tohum sahibinin olur.
Şayet, çalışmasını da
şart koşmuşlar ve tohum ziraatci tarafından verilecek ise (Şöyle ki: Bir adam,
yerini birine, "tohumunu, öküzüyle ekmek ve orda bir başkası ile de
çalışmak özre ve Allahu Teâlâ'nın vereceğine, üçte bir ortak olmak; üçte bir
de tarla sahibine ve Üçte bir de diğerine verilmesi şartıyla verir ve olmazsa
bu müzaraa fasiddir. Bur-da, ikinci ziraatçı kasdedilmiştir; birinci ziraatçı
değil...Çünkü müza-raada şartlı değildir. Hatta, ikinci müzaraa birincinin
müzaraasmda meşrut olsaydı (Şöyle ki:"Seninle birlikte, başka adamda
çalışacak."demiş olsaydı;) bazı âlimlerimize göre birinci müzaraa fasid
olurdu.
Şemsü'l-Eimme-Serahsi'de
böyle fetva verirdi.
Şayet, tohum tarla
sahibinden ise, mes'ele hâli üzere kalır. Ve müzaraa caiz olur. Çünkü tohum,
tarla sahibinden olunca müste'cir iki âmil olurlar, işte bu caizdir. Zehiyre'de
de böyledir.
Şayet, iki taraf
aralarında şart koşarak"Çıkacağm bir kısmı, birinin kölesinin
olsun."derlerse; bunda iki durum vardır:
Birincisi: Tohumun
tarla sahibinden olması hâli; bu durumda, "üçte biri ziraatcinin; üçte
biri, tarla sahibinin; Üçte biri de tarla sahibinin kölesinin olacak"diye
şart koşarlarsa; işte bu müzaraa caizdir. Bu kölenin üzerinde, ister borç
olsun; ister olmasın farketmez.
Keza, bu durumda, bu
kölenin âmil ile birlikte çalışıp çalışmama- sıda söz konusu değildir. Bu
söylediğimiz, tohumun tarla sahibinden ol- ması ve her birine, üçte bir
yerilmesinin şart kılınması hâlinde geçerlidir. Ve bu müzaraa caizdir.
Şayet tohum âmilin
tarafından olur ve mahsûlün Üçte birini de tarla sahibinin kölesine şart
koşarlarsa; yine bu müzaraa caizdir.
Eğer kölenin üzerinde
borç yoksa, bu böyledir. Ve onun çalışıp çalışmayacağını şart koşmaya da
itibar edilmez.
Şayet, bu kölenin
çalışması şart koşulur ve onun borcu da olmaz ise, bu müzaraa,
zâhirü'r-rivâyeye göre fasiddir.
Eğer kölenin üzerinde
borç bulunur ve onun çalışması da şart koşulmamış olursa; bu durumda müzaraa
caiz olur.
Köleye koşulan şart
efendisine koşulmuş olur. Onlar, önceden, "üçte ikisi tarla sahibinin
olacak; Üçte birisi de âmilin olacaktır." diye şart koşmuş olurlar.
Bununla beraber,
kölenin çalışmasını şart koşarlarsa zâhirü'r-rivayeye göre, bu müzaraa,
ikisinin hakkmdada kölenin üzerinde borç var ise fâsid olur.
Şayet kölenin
çalışmasını şart koşmazlarsa; müzaraa caizdir. Ameli şart koşulursa, cevap yine
aynısıdır.
Eğer kölenin üzerinde
borç olmaz; ameli de şart koşulmuş olur ve çıkacak olanın bir kısmı da, öküzün
birisi kendisine âid olan şahsa şart koşulursa; işte burda da cevap, ikisinden
birinin kölesine şart koşma cevabı gibidir.
Çıkacak olan mahsûlün
üçte birini fakirlerin almaşım şart kokmak caizdir.
Bu durumda şart
koşulan kadan fakirlerin olur.
Bu, şart koşanla,
Allah arasındadır. Yoksa, o şahıs,
buna cebredilmez.
Bu şart, müzâraamn
fesadını da icabetmez. Muhıyt'te de böyledir.
Ortaklar, çıkacak olan
mahsûlün üçte birinin, birinin mükâtbine veya bir yakînine yahut bir yabancıya
verilmesini şart koşarlarsa; şayet, tohum tarla sahibinden olur ve onun
çalışması da şarta bağlanmış bulunursa; bu müzaraa caiz olur. O şahıs da
zirâtci ile beraber olur ve çıkanın üçte birisinin alır.
Eğer çalışmasını şart
koşmamış olurlarsa yine müzaraa caiz; fakat üçte bir şartı bâtıl olur.
O üçte bir tarla
sahibinin olur.
Şayet tohum âmil
tarafından olur ve onun çalışması da şart koşulmamış bulunursa; bu da caizdir.
O âmilin olur; başkasının olmaz.
Eğer çalışması şart
koşuldu ve o da çalıştı ise, ona âmil tarafından ecr-i misil verilir. Çünkü
âmil ile tarla sahibi arasındaki müzâraa caiz; âmil ile diğeri arasındaki şart
bâtıldır.
Meselâ: Bir adam,
tarlasını eksinler diye, iki kişiye —tohum birisinden; amel de (~ çalışma da)
diğerinden olmak şartıyle verirse; işte bu fâsiddir. Seniha'nin Mufaıyö'nde de
böyledir.
Bir adam, tarlasını
diğerine, tohumu da, çalışması da ondan olmak ve çıkacak mahsûlün üçte biri,
tarla sahibinin olmak üzere ve filan şahsın, onu filanın öküzüyle sürmesi,
ilaçlaması ve çıkan mahsûlün üçte birinin onun olması şartıyle verir; o da,
buna razı olursa; bu durumda âmile (öküz sahibine) ecr-i misil verilir. Çünkü,
o yerden çıkacağın üçte birine karşılık olarak, onu icarlamış oldu. Müzâraada
da öküz matlup olmadığından, aralarındaki akid bozuktur; öküz sahibi, öküzünün
ecr-i mislini alır; çıkan mahsûlün üçte biri ise tarla sahibinin olur. Üçte
ikisi de âmilin olur. Bu, ikisi için de helâl olur.
Şayet tohum, tarla
sahibinin olmuş olsaydı, üçte ikisi onun olurdu ve o öküzün ecr-i mislini
verirdi. Üçte biri de âmilin olurdu.
Öküzü, ecr-i misliyle
icarlamak caizdir; çıkacağa ortak etmek ise fâsiddir. Mebsût'ta da böyledir.
Tohum, tarla
sahibinden olursa; bu durumda, âmil ile tarla sahibi arasında, bu müzâraa
caizdir.
Fakat, bu müzâraa Öküz
sahibi hakkında batıldır. Bu durumda, tarla sahibi, öküz sahibine ecr-i misil
verir. Zehiyre'de de böyledir.
Şayet, "Şu yerden
çıkacak birinin olacak"; "diğer yerden çıkacak da diğerinin
olacak" sa; bu ortaklık (= müzâraa) caiz değildir. Fe-tâvâji Klflhân'da da
böyledir.
Eğer yer haraciyye
olur ve "önce haracı çıkacak; sonra da kalanı müştereken taksim
edilecek" diye şart koşarlarsa; bu fâsid olur.
Bu hüküm, haracın
belirli miktarda olması vazife olduğu zamandadır. Çünkü belkide mahsul hâlinde
böyledir. Çünkü, mahsûl, belirlenen o miktar kadar çıkmayabilir.
Fakat, harâc Üçte
birli, dörtte birli bir şekilde, mahsûlün taksimi ile verilecek bir haraç ise,
o takdirde, ortaklık caiz olur. Klâ'de de böyledir.
Şayet tohum sahibi,
"önce öşrü verilecek; sonra da kalanı taksim edilecek." diye şart
koşarsa; işte bu da caizdir ve bu müzâraa sahih olur.
Şayet, öşrünü vermeyi,
tohum vermeyen tarafa şart koşarlar; geri kalanı da ortadan paylaşacak
olurlarsa; bu da caizdir.
Eğer yer, öşre tâbi
olur ve öşrü aralarında vermeyi şart koşarlar; o yer de, akar su ile veya kova
ile sulanan bir yer olur; kalanı da yarı yarıya taksim ederlerse; bu da
caizdir.
Mahsûl çıkınca,
hükümdar hakkını öşründen veya nısıf öşründen alınca; geri kalanı aralarında
taksim ederler.
Öşrü olan yerin, Öşrü
alınmadan, ortaklardan birisi, gizlice mahsûlün bir miktarını alırsa; bu
durumda yer sahibi, öşrünü kendisi öder. Bu İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre
kıyâsen caiz olur.
İraâmeyn'e göre ise,
öşür iki ortak tarafından müştereken verilir.
Ortağı, âmile:
"Ben, sultan tam öşür mü alacak, yoksa yarı mı alacak, bilmiyorum, öşrünü
ortadan verdikten sonra, kalanı taksim ederiz." derse; tonton Ebû Hsnîfe
(R.A.)'nin kıyâsına göre, bu fâsiddir.
İm&meyıı'e göre
ise caizdir. Ve, öşrü aralarında taksim ederler.
Bu mes'elenin ma'nâsı:
Ziraat yeri, bazen yağmur suyu ile kifayet eder. Bazı yerlerde de yağmur az
olduğundan, dolap ve emsali sularla sulanırlar. Hükümdar, tam öşür veya yan
Öşür alma hususunda, bu duruma itibar eder. Yukarıdaki mes'elede ortaklar:
"Bizfbü sene yağmurun durumu ne olacak ve sultan ne kadar öşür
alacak." demiş olurlar ve bu duruma göre akid yaparlar.
Bu durumlarda, İmla
Ebû Hsaffe (R.A.)'ye göre, öşür, tarla sahibine aittir. İmteıeya'e göre ise,
her durumda, öşür, ortaklar tarafından müştereken Ödenir; akid de müfsid
değildir. Mebiât'ta da böyledir.
iki taraf, müzaraadan
çıkacak buğdayı, aralarında müsavi olarak taksim ederler. Çıkacak arpayı
birisi; buğdayı ise diğer birisi; alacak olsalar, işte bu caiz olmaz.
Tatarhâniyye'de de böyledir.
« Şayet, arazi
harâciyye olur ve tarla sahibi, ekiciye: "Ben, sultanın, bu sene haraç
alıp almıyacağım bilmiyorum. Bu arazi, harâciyye-dir." derse; bu müzâraa
fâsid olur.
Bir adam, arazisini
iki kişiye "tohumunu onların ekmesi ve çıkacak olandan birisine üçte bir;
diğerine ise çıkacak olandan doksan ölçek vermek üzere" verirse; bu
müzâraa İmâm Ebo Hanîfe (R.A.)'ye göre, tamamı hakkında fâsiddir.
İmâmeyn'e göre ise,
üçte bir verilecek kimse için caiz; diğeri için fâsiddir. Kâfi'de de böyledir.
Ortaklar; tarlanın,
"sahibi tarafından sürülmesini" şan koşarlar ve tohum, ziraatçı
tarafından verilecek olursa; bu müzâraa fâsiddir. Tohum arazî sahibi tarafından
verilecekse, caizdir. Hulâsada da böyledir..
Âmile, "kanal kazmayı,
menfezinin ıslahını" şart koşarlarsa bu akid —tohum da ondan olacaksa—
fâsid olur.
Bu durumda, ekim
yapılırsa; yer sahibine ecr-i misil verilir; çıkanı diğeri alır.
Akid esnasında, kanal
kazmadan bahsedilmez ve şart koşulmaz. Fakat âmil, kendiliğinden kanal kazarsa;
bu durumda müzâraa caiz olur. Onun kazdığı kanal için de bir ücret ödenmez.
Şayet, tohum arazi
sahibi tarafından verilir; âmile de, "kanal kazması, menfez ıslahı"
şart koşulursa; yine bu akid fâsid olur. Çıkan mahsûl tarla sahibinin olur.
Âmile yaptığı bütün işlerin ücreti verilir.
Akidde, tarla
sahibinin kanal kazması, menfez ıslahı şart koşulur; o da bunları yapıp, suyu
getirirse, müzâraa caizdir. Bu durumda, tohum hangi taraftan olursa olsun
farketmez. Fetâvâyi Kadîhân'da da böyledir.
Müzaraada,
"gübreyi birisinin saçmasını" şart koşulduğunda; eğer ekicinin
saçması şart koşuldu ise; bu teklif hangi taraftan gelirse gelsin, müzâraa
fâsiddir.
Bu durumda, tohum
ekici tarafından ise, çıkan mahsûlün tamamı onun olur. Yer sahibine ise, yerinin
ecr-i misli saçılan gübre İçin, ziraatciye bir şey borçlu olmaz.
Eğer tohum tarla
sahibine aitse, çıkan mahsûl onun olur.
O takdirde, âmilin
ecr-i mislini ve saçtığı gübre bedelini ona öder.
Şayet gübre saçmak,
yer sahibine âit olur; tohum ise ziraatçıya ait olursa; bu takdirde de müzâraa
fâsid olur.
Bu durumda, çıkan
mahsûl ziraatcinin olur. Ve zirâatci de, yer sahibinin, yerinin ecr-i misli
ile gübresinin bedelini öder. Eğer tohum tarla sahibinin ise, müzâraa caizdir.
Gübreyi saçması, tarla
sahibine şart koşulmuşsa; bu hususta İmâm Muhammed (R.A.) d-Aal'da bir şey
zikretmemiştir. Kadı d-İmâm Abdu'l-Vâhld şöyle buyurmuştur.
Gübreyi, ziraatcinin
saçması şart koşulmuşsa, tohum hangisinden olursa olsun, müzâraa caiz olur.
Eğer, yer sahibinin
gübreyi saçması şart koşulur; tohum da âmilden olursa; bu durumda, müzâraa
caiz olmaz; yeri sürmek, yer sahibine; tohum ise zirâatciye şart kılındığı
gibi...
Şayet tohum yer
sahibinden ise, müzâraa caiz olur.
Yer ve tohum sahibi
olan zat, zirâatciye "gübre saçmasını" şart koşarsa; Mütekaddîmîn'e
göre bu müzâraa fesada gider. Fakat, müteah-hirîn'e göre, fesada gitmez.
Fetva da bunun
üzerinedir.
Bunu, el-Hucemfî ve
Uzeyr fimi EM Sad böyle buyurmuşlardır. CevâhinTl-Ahlâtî'de de böyledir.
Bir adam, bağını veya
bir tarlasını, bir adama, işletmeye veya ekmeye verir; ve o insanı "o yere
gübre saçmak, arkını ıslah etmek kanalım kazmak, çukurunu doldurmak" gibi
şeylerle ilzam ederse; bunları şart koşması hâlinde, müzâraa fâsid olur.
Susarsa birşey gerekmez. Bir çok şeyler yapacağını söyler de onu ifa edip
yerine getirmez ise, burdaki durum onu icarlamış gibi olur; akid bozulmaz.
Şartlarının icrasına gayret gösterir. Cevâhinı'l-Fetâvâ'da da böyledir.
tki ortaktan birinin,
diğerine, su dolabı ve kovasını şart koşması; birinin diğerine, öküzü şart
koşması gibidir. Çünkü dolap ve kovalar, sulama âletleridir. Sulamak da ziraat
için gerekli olan şeylerdendir.
Bu, eğer ziraatciye
şart koşuîmuşsa, —tohum hangi taraftan olursa olsun— caizdir.
Şayet, bu arazi
sahibine şart koşulmuş ve tohum da âmil tarafından olacaksa; işte bu fâsiddir.
Eğer tohum arazi
sahibinden ise caizdir ve bu sığırı şart koşmak gibidir.
Fakat, hayvan su
çekecekse, yemesi ve bakımı birisinin üzerine olacaktır.
Şayet bu, ziraatciye
şart koşulursa; tohum hangisinden olursa olsun caizdir.
Şayet arazi sahibinin
Üzerine şart koşulur, tohum da âmil tarafından olursa; işte bu fâsiddir.
Eğer tohum arazi
sahibi tarafından verilecekse, işte bu caizdir.
Fakat, hayvan birine
şart koşulur; yiyeceği de diğerine —sahibine değil— şart koşulursa; bu caiz
değildir; fâsiddir. Senüut'nin Mobıyü'nde de böyledir.
Eğer tarla sahibine
karşı şart koşulur ve "sürmeden ekilirse; ekiciye dörtte biri vardır; bir
defa sürüp ekerse, ziraatciye üçte biri vardır." denilir; o da, buna razı
olursa; işte bu müzaraa caizdir.
Sonra, et-Aal
kitabında, Ebâ jükynun'ın rivayetinde bir ziyâdeiik vardır; bu Ebû Htfs'ın
rivayetinde söylenmemiştir. O ziyadelik şudur:
Yer sahibi,
ziraatciye: "Eğer eker, bakar, İslah edersen; yansını sen alırsın."
derse; bu durumda, ekip bakma ve İslah etmeyi zikirle, çıkacak olan mahsulün
yarısını alacağını —şartlan üzerine— ziyade kılmıştır.
İsi bin Ebftn, ta'n
eyleyerek: Bunlar söylenmedi: Çıkana ortak olma şart koşuldu, demiştir. Bu,
sıhhata yakın değildir. Çünkü muhayyerik, üç kişinin arasında olmuş olur. Nasıl
olur da oraya meyi edilir?
Şayet akid bidayeten
şartlı olsa ve sürmek, arkını yapmak zikredil-şeydi; bu müzâraa fâsid olurdu.
Fslayh Ebû'l- Kum,
es-Sı|iknri-Belhî de, buna meyletmiştir.
Ebû Bekir d-Belhî de
şöyle buyurmuştur:
İmâm Mubammed (R.A.)
Ebû Süleyman'ın söylediğini söylemiştir. Bu sahihtir. Müzâraa akdinde bir fark
vardır. O da yalnız kolaylaştırmadır. Müzâraa tesniye ile birlikte olursa,
müzâraat fesniye şartıyla kabul edilir; tesniyesiz olursa caiz olmaz. Muhıyt'te
de böyledir.
iki taraf, aralarında
tane ve samana ortak olmayı şart koşarlarsa; bu müzâraa caiz olur. Her ikisi
de, aralannda yarı yarıya taksim edilir.
Şayet "tane
birinin olacak; saman da diğerinin olacak" diye şart koşarlarsa; burada
sekiz durum vardır; bunlardan altısı bâtıl (= fâsid), ikisi caizdir. Fâsid olan
şekiller:
1-)
Aralannda, "saman taneyi (= tohumu) verenin; tane ise, âmilin olacak"
diye şart koşarlarsa; işte bu fâsiddir.
2-)
"Saman tohumu verenin olacak; tane, âmilin olacak." diye şart
koşarlarsa; yine bu müzâraa fâsid olur.
3-)
"Saman aralarında taksim edilecek; tane ise tohumu verenin olacak"
dîye şart koşarlarsa; bu da fâsiddir.
4-)
"Saman aralarında; tane ise, âmilin olacak." diye şart koşar^ larsa;
yine müzâraa fâsid olur.
5-)
"Taneyi taksim edecekler, saman tohumu verenin olacak" diye şart
koşarlarsa buda fâsiddir.
6-) Samamn
da tanenin de nasıl taksim olacağı hususunda susarlarsa; bu da fâsiddir.
Bu durumlarda,
"saman yalnız tohumu verenin olacaktır." diye şart koşarlarsa; işte
bu caiz; diğerlerinin hiç biri caiz değildir.
tmftm Ebu Yftsuf
(R.A.): "Asla caiz değildir, buyurmuştur. Bazı âlimler: Tanenin,
aralarında taksim edilmesini şart koştuklan hâlde, saman hakkında susarlarsa;
örfe göre, samanı da taksim ederler." buyurmuşlardır. Bu şekildeki
müzâraa, sahih olmaz. Çünkü bu şart ortaklıktaki maksûdu —Birinin hissesinin
olup; diğerinin olmaması ihtimaline binâen— fceser.
"Tane aralannda
taksim olacak" derler ve samanda susarlarsa; bu caiz olur ve saman tohum
sahibinin olur.
İntan EMk Yfcof
(R.A.)'a göre, bu caiz olmaz.
İmâra Mnbunmed (R.A.)
de, sonradan bu görüşe avdet eylemiştir.
Bir adam, içinde
bakliyat ekili bir yerini, diğerini verir ve: "Çıkacak mahsûle, yarı
yarıya ortağız." derse; bu durumda samanı yer sahibinin olur.
Veya tanenin taksimini
şarta bağlarlar da; saman hususunda susarlarsa; samanı yer sahibinin olur.
Şayet, "saman
âmilin olacak." diye şart koşarlarsa; bu müzâraa fâsid olur. Zira ekili
bakliyatı vermek, tarlayı ve tohumu birlikte vermek olur. îşte bundan dolayı,
samanının da, tohum sahibinin alacağını şart koşmak caiz olur. Diğeri için şart
koşarlarsa; caiz olmaz. Fetâvâyi KâdHıân'da da böyledir.
Bir adam, diğerine bir
arazi vererek, "bir kısmına buğday, bir kısmına arpa ekmesini ve onlardan
her birinin, birisinin olacağını" söylerse; işte bu fâsid olur.
Keza, iki nevi olan
şeyden birini, birinin; birini, diğerinin alması fâsiddir.
Keza, keten ekip de,
tohumunun birisine; sapının diğerine olması fâsiddir.
Kavun, karpuz
salatalık da böyledir.
Bunlar, yarı yarıya
taksim edilirler. Ve bunlar saman şartı gibidirler. Felâvâyi Kadı hân'da da
böyledir.
Asi olan: Yer sahibi
ile zirâatci akid vakitlerinde fâsid olan bir şeyi şart koşarlarsa; duruma
bakılır: Eğer, bu iki tarafada bir fayda sağlamıyorsa; (Meselâ: Birisinin
hissesine çıkacak şey satılmayacaktır veya yenilmeyecektir.) işte bu müzâraa
caizdir.
Eğer, şartta,
ikisinden birisine fayda varsa; bunda iki durum vardır: Eğer şart akid
sahibine dahil ise, (Şöyleki: Bedelden, birinin hissesi vardır; halbuki bedel
akdin bel kemiğidir. Bedel vermeksizin akid caiz değildir.) bunsuz müzâraa
fâsiddir. Cevaza da dönüşmez. Meselâ: mü-zâraada, birisi, çıkacak mahsûlle
birlikte, yirmi dirhem alacaktır diye şart koşulur; sonra da çalışmadan yirmi
dirhemi ibtal ederler veya ekip, biçmeyi, sürüp savurmayı şart koşarlar; sonra
da onu ibtal ederlerse; bu durumlarda müzâraa caiz olmaya dönüşmez.
Bir taraf için,
hissesini ortağına satmasını şart koşarlarsa; müzâraa fâsid olur.
Satacak şahıs veya
müşteri, bu şartı ibtal etse bile, bu akdin câizliği geri dönmez.
Bu şartı, her ikisi
birden, ibtâl ederlerse; bu müzaraanın câizliği geri döner.
Ortaklardan birisi,
diğerine, *'çıkacak mahsûlü bağış yapacağım" şart koşarsa; bu durumda
müzâraa fâsid olur.
Eğer bağış yapılan
şahıs, çalışmadan önce, onu ibtâl ederse; onun ibtâli ile, müzâraa caiz olur.
Bu kavlin esahh olduğu, kitapta zikredilmemiştir.
Bir adam, arazisini,
diğerine, yan yarıya olma şartiyle verip; çiftçinin bazı işler yapmasını da
şart koşar veya kendisinin bazı işler yapmasını şart koşarsa; işte bu iki
durumdadır:
1-) Tohum
tarla sahibinden'olabilir.
Böyle olursa, üç yönü
vardır.
A-)
Ziraatciye, ziraat hakkında bazı amelleri, şart koşar; bazıları hususunda da
susar.
B-) Kendi
nefsi için, bazı işleri yapmasını şart koşar; bakisinde susar.
C-) Bazı
işleri kendi nefsi için; bazılarını da zirâatci için şart koşar.
Ziraatciye, ziraat
hususunda bazı işleri şart koşar; basılan hakkında ise susarsa; (Şöyle ki
"Yeri süreceksin ve ekeceksin." der de, susar ve sulamasını söylemezse)
buda altı durumdadır:
1-)
Sulamadan bir şey çıkmayan bir yer olabilir.
2-) Çıkar;
fakat o yerin misli gibi çıkmaz.
Bu iki durumda,
müzâraa fâsiddir.
3-) Keza, o
yerden faydalı şey çıkar da sulamaymca kurursa; (çok yerlerde olduğu gibi) bu
hâlde de müzâraa fâsiddir.
4-) Yer,
emsali gibi hoşa gidecek bitkisi olan ve sulamaymca da kurumayan bir yer ise
(bir çok yerlerde olduğu gibi susuz yetişiyorsa) bu durumda müzâraa caizdir.
5-) Keza;
sulanınca daha çok verimli olursa; müzâraa yine caizdir.
6-) Sulanmayınca
az mahsul mü verir; veya yağmur olur mu. olmaz mı bilinmezse, yine müzftraa
caizdir.
7-) Arazi
sahibi, bazı işleri kendisinin yapmasını şart koşar da (Meselâ: O yeri,
kendisinin sulaması gibi) bakisinde susarsa; buda bizim söylediğimiz gibidir.
Eğer, sulanınca faydalı olacağını bilirse, müzâraa caizdir.
Şayet, yer sahibinin o
yerde çalışması şartını, kendisi koşmuşsa; bu durumda müzâraa fâsid olmaz. O
işleri yapmasa da bu müzâraa caizdir.
Keza, varlığı ile
yokluğu arasında bir fark olmazsa, bazı âlimlere göre, bu müzâraa da fâsiddir.
Şayet, sulamayı yer
sahibi kendi nefsine şart kılar; kalan işleri de âmil yapacak olursa; bununla,
nefsine şart koşmayıp, kalan işler hakkında da susması ile aynıdır.
2-) Tohumun,
zirâatci tarafından olması hâlinde, yer sahibinin, zirâatciye bazı işleri
yapmasını şart koşması: Şöyle ki: "Tohumu sen ekeceksin." der de,
susarsa; müzâraa caiz olur.
Şayet bazı işler tarla
sahibine, bazıları da âmile şart koşulursa, cevap önceki cevap gibidir.
Eğer tohum, tarla
sahibinden olur ve tarla sahibi kendi nefsinin, "bazı işler
yapacağını" bazı işleri de âmilin yapacağını şarta bağlarsa; bu müzâraa
caiz olur. Makıyt'te böyledir.
Bir adam, yerini,
birisine "tohumunu onun ekmesi ve yazlık ve kışlık gelirine ( = çıkacak
olan mahsûle) yan yanya ortak olmaları" şar-tıyle verir; o yere de tarla
sahibinin tohumu ekilirse; bu müzâraa fâsid olur. Talartıiniyye'de de böyledir.
Bir adam, hem
tarlasını, hem de tohumunu, diğerine müzâraa olarak vererek, ona: "Bir
defa sürüp ekmen hâlinde, şu kadar; sürmeden ekmen hâlinde, şu kadar; iki defa
sürüp ekeceğin yere de, şu kadar ortaksın.*' derse; işte bu müzâraa caizdir.
Keza: "Tohumu
sürülmüş yere ekersen, şu kadar; sürülmemiş yere ekersen, şu kadar hissen
olacak*' derse; bu müzâraa da caiz olur.
Keza: "Tarladan,
sürüp ektiğin yere, şu kadar; sürmeden ektiğine şu kadar hisse vardır."
derse; müzâraa caiz olur.
Bu durumlarda
zirâatci, söylenilenlerden istediğini yapabilir.
Âlimler: "Üçüncü
meseleye verilen cevapta yanlışlık olmuştur. Mü-zâraamn fâsid olması gerekir.
Çünkü ordaki miri kelimesi teb'iziyye içindir. Gerçekten şart, "bazısını
sürerek, bazısını sürmeyerek ekersen..." denilince; işte o,
"bazı" da cehalet vardır; neresi olduğu bilinmiyor. Onun için,
fesadını gerektirir, demişlerdir.
Bizim, buna
"sahih olur." dememizin delili:
İmâm Muhammed (R.A.),
el-Asl kitabında, bu cümleden olarak şöyle buyurmuştur:
Tarlayı veren şahıs,
diğerine: "Ondan bir kısmına buğday ekersen, şu kadarı senindir; bir
kısmına arpa ekersen, sana şu kadar hisse vardır. Oraya susam ekersen, şu
kadar hissen vardır." derse; bu suretlerin
tamamı fâsid olur.
Keza, tarlayı veren
şahıs: "Cemaziyü*l-âhir ayında ekersen, sana şu kadar hisse vardır."
derse; işte bu müzâraa fâsid olur.
Keza: "yağmur
suyu ile ekersen, şu kadar hissen vardır." derse; bu müzâraa fâsid olur.
Keza: "Önünü,
batı tarafını ekersen şu kadar hisse var" veya: 'Dolaplı yerini ekersen,
şu kadar hissen var." derse; bu durumlardaki müzâraalar fâsiddir.
Şeyhû'1-îmâm Ebû Bekir
Muhammed bin FmH, şöyle buyurmuştur:
Sürülen yer mes'elesi
hakkında, tmâmeyn'in kavli zikredilmemiştir. Bu mes'elede de zikr edilmemiştir.
Bunlar, İmâm Ebü
Hanıfe (R.A.)'nin kavlidir. Müzâraanın cevazına cevap görünen sözler, İmâm Ebû
Hanîfe (R.A.)'nin kavilleridir. Ve Min kelimesinin tebiziyye olduğuna göredir.
İmâmeyn'e göre o Min
sıla içindir. O takdirde, cevap onlara göre "müzâraa caiz olur."
Bu mes'ele, sürmek
meselesine benzer.
İmâmeyn'e göre Min
bütün mes'elelerde sıla içindir.
Âlimlerden bir kısmi
da şöyle buyurmuşlardır:
Bu mes'ele, İmâmeyn'in
görüşüne göredir. Çünkü, o min kelimesi hakikaten lügatte teb'ız manâsına
geliyor. Sıla manâsı mecazîdir. Kalâm hakıkatta teb'iz manasına olmalıdır.
Kelâmın hakikati, bunun üzerine, cehaleti gerektirir. Ancak, bu cehalet yeri
sürme mes'elesindedir. Müzâraa'nın fesadını gerektirmez. Çünkü, cehalet,
müzâraayı te'kid ettiği zaman, zail olup gitmiştir. Cehalet (= bilgisizlik),
gittiği zaman da mü-zâraat te'kid edilmiş olur.
Fakat, buğday ve arpa
mes'elesine gelince: Orda cehalet mevcuttur. Ve akid zemanında vardır. Çünkü
ekileceğin bâzısının buğday bâzısının arpa olacağı ekim zamanı biliniyor.
Burada cehalet akid zamanında tekid edilmiş oluyor.
Cemâziyyü'l-evvePde
ekim mes'elesi de böyledir.
Sulama mes'eleside
aynısıdır. Çünkü sulamadan murad, aralarında olmak âdettir.
Sulama, tohumu
ektikten sonra olursa, cehalet meydanda olur. Eğer murad tohumu ekmeden önce
sulamak ise, müzâraa sahih olur. Ekini sürüp ekmek gibi.., O takdirde, dehalet
zail olur.
Fakat, bazı nas
üzerine ekim, tarlayı sürdükten sonra da olur.; önce de olur.
Bu durumda, akid fesad
olurmu? İmâm Muhammed (R.A.), bunu, el-AsPda zikr etmemiş tir. Şeyhû'l-İmâm Ebâ
Bekir Muhammet! bin Fa di, kıyâs üzerine: "Bu müzâ-raanın fâsid olması
gerekir." buyurmuştur. Zehiyre'de de böyledir.
Bir adam, tarlasını,
"bir sene ekmek üzere", birisine tohumu da, çalışması da ondan olmak
ve cemaziyyül evvel ayının başlarında ekil-. mek üzre; çıkacak olana yan yarıya
ortak olmaları şartıyle verir ve "Ce-madiyül âhirin evvelinde ekerse, üçte
ikisi tarla sahibinin olacak; itçte biri de zirâatcinin olacak" denilirse;
önceki şart caizdir. İkincisi, imâm EbÛ Hsnife (R.A.)'nin kıyâsına göre
fâsiddir, İmâmeyn'in kavillerinde ise, her iki halde de caizdir.
Cemâziyyül-evvelin içinde ekerse, çıkana yarı yarıya ortak olurlar.
Şayet
cemaziyyü'l-âhirde ekerse, çıkacacağın tamamı, tohum sahibinin olur; tarla
sahibine ecr-i misil verilir.
Şayet tohum âmil
tarafından ise, ecr-i misil ona âit olur.
Eğer tohum tarla
sahibinden ise, her iki şart da caizdir. Eğer cemaziyyü'l-âhirde ekerse,
çıkacak mahsûle üçte birli ortak olurlar.
Şayet:."Şu yere,
şu günde ekersen, ondan çıkan şöyle olacak; (yani yan yarıya olacak); şu günde,
ekersen; üçte biri senin olacak." derse; işte bu fâsid dir.
Birinci mes'elede,
"Cemaziyül evvelin evvelinde ekersen, yarısı senin yarısı benim;
cemaziyyü'l-âhirde ekersen, işte ona da ortağız." derse; bu şartları gibi
olur.
Şayet, "dolaplı
yere ekilenin üçte ikisi ekicinin olacakda; yağmur suyu ile sulanan yerin
çıkaracağının yarısı onun, yarısi da arazi sahibinin olacaksa; işte bu da
caizdir. İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, şartlan gibi olur.
Önceki kıyâs, İmâm
Züfer (R.A.)'in kıyâsıdır. Ve, o şartların ikisi de fâsiddir.
Arazi sahibi:
"Dolaplı yere ekersen, üçte ikisi benimdir; diğer yere ekersen, yan yanyâyız."
derse; bu müzâraa fâsiddir. Mebsût'ta da böyledir.
Bir adam, tarlasını
birine vererek, ona: "Buğday ekerse, çıkacak olana yan yarıya
olacaklarını" söyler; adam da oraya arpa ekerse, çıkacak olanın tamamı
onun olur. Bu caizdir. Zira, âmil muhayyer bırakılmıştır; şart koşulmamıştir.
Şayet buğday ekerse, o
zaman ortak olurlar.
Eğer arpa ekerse,
çıkacak olan mahsûl zirâatcinin olur.
Adam yerini verir ve:
"Buğday ekersen, çıkacak olana yarı yarı-yayiz." der; adam da arpa
ekerse, çıkacak olanın tamamı ekicinin olur. Tarla sahibine ecr-i misil verir.
Şayet buğday ekerse, yarıyanya ortak olurlar. Zehiyre'de de böyledir.
Bir adam, diğerine
tarlasını ve bir kür buğday ile bir kür de arpa verir ve: "Eğer, oraya
buğdayı ekersen, çıkacağa yarı yarıya ortağız." derse; onun arpası geri
verilir.
Şayet adam, oraya
arpayı ekerse, çıkacak olan mahsûl yer sahibinin olur; buğdayı geri verilir.
Bunların tamamı, şarta
uygun olunca caiz olur. Şayet, "çıkacak arpanın tamamı âmilin olacak"
denilirse; o da caiz olur. Mebsût'ta da böyledir.
Bir adam, diğerine,
tarlasını —kendi tohumunu ekmek üzere ve, "buğday ekerse, çıkacak olana
yarı yarıya ortak olması; arpa ekerse, çıkacağın tamamı âmilin olması"
şartıyle verince, o adam da susam ekerse; çıkacağın tamamı yer sahibinin olur.
Ve bu da caizdir.
"Susam
ekilecek" denilirse; buğday veya arpa ekmek fâsid olur.
Şayet tohum tarla
sahibinden ise, mes'ele olduğu gibidir ve caizdir. Çünkü, âmil istiâne, iare
ve tohumu ikraz arasında muhayyer bırakılmıştır. Yer sahibi tarafından, bu hasseten
icâre gibi olur. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, yerini,
diğerine, bir sene tohum ekmek üzere ve "buğ-day ekerse, çıkacak olana
ortak olmaları; arpa ekerse, üçte birinin yer sahibinin olması; susam ekerse,
dörtte birinin yer sahibinin olması" şartıyle verirse; bu şartlar
caizdir. Çünkü, âmil serbest bırakılmıştır.
Bir kısmına arpa, bir
kısmına susam ekerse; bu da caizdir. Hangisi ekilirse, onunla ilgili şartlara
uyulur. Zahîriyye'de de böyledir.
Bir adam, diğerine,
arazisini üç seneliğine "yazlık, kışlık ne ekerse; bağ bahçe ne dikerse,
üçte biri yer sahibinin olmak; üçte ikisi de âmilin olmak" şartıyle
verirse; işte bu da zahirü'r-rivâyeye göre caizdir. Htzânetü^ Müftin'de de
böyledir.
Bir adam, yerini,
birine tohumuyla ve öküzüyle, bazı yerine buğday, bazı yerine arpa; bazı
yerine susam ekmek Üzere ve "buğdayın yarısı, yer sahibinin; arpanın,
üçte birisi yer sahibinin; susamın üçte ikisi, yer sahibinin olmak
ş&rtıyle" verirse; bu akid (= sözleşme) fâsiddir.
Akid fâsid olunca,
ekilenin tamamı tohum sahibinin olur. Fetüvâyi Kldîhân'da da böyledir.
Bir adam, arazisini,
bir seneliğine birisine "tohumu, öküzü, işçiliği ona âid olmak üzere ve
ordan yalnız icar almak şartiyİe" verirse; işte bu da caizdir.
Şayet tohum, arazi
sahibi tarafından verilecek olur; zirâatciyi de ücretle çalıştırırsa; kendi
malında ücret (= icar) caizdir.
Bu durumda, tarlayı
karlamak caiz olmaz.
Keza, zirâatciye
"çıkacak mahsûlden ücretini alacaktır diye" şart koşarlarsa; bu da
fâsiddir. Ve âmile ecr-i misil vardır. Mebsût'ta da böyledir.
En doğrusunu bilen,
Allahu Tealâ'dır. [18]
İmâm Muhammed (R.A.),
el-Ad kitabında, şöyle buyurmuştur:
Bir adam, başka
birine, arazisini mahsûle yan yarıya ortak olmak üzere, müzâraa olarak,
verdikten sonra; bu arazi sahibi, bizzat kendisi, zirâatine dönerse; burada iki
durum vardır:
Birincisi: Tohumun
arazi sahibinden olma durumu.
Burada da iki cihet
vardır:
1-) Bu
şahıs, zirâatcinin söylemesi ile zirâatine dönebilir.
İşte burada da üç
cihet vardır:
A-)
Ziraatçı, bu durumda arazi sahibine yardım edecektir ve çıkacak mahsûle
şartlarına göre ortak olacaklardır.
Âlimler şöyle
buyurdular:
Bu hâlde, ortak
olurlar ve şartlartna —şayet arazi sahibi, müzâraa akdi sırasında: "Onu,
benim nefsin için ele." demedi ise— sadık kalırlar." Fakat:
"Onu, benim için ek." dedi ise, çıkacak olanın tamamı arazi sahibinin
olur. Ve bu durumda müzâraa bozulmuş sayılır.
B-)
Zirâatci, o yeri, arazi sahibinden —belirli dirhemler karşılığında, ziraat
yapmak için— icarlamış olduğu hâlde, mal sahibi zirâatine dönerse; bu durumda,
icâre bâtıl olur; müzâraa, hâli üzre kalır.
3-)
Zirâatci, o yeri, arazi sahibine, "kendi hissesine, ekeceğini eksin' diye
verirse; bu durumda ikinci müzâraa bâtıl olur. önceki müzâraa ise hali
üzredir. Bu hâlde, mal sahibi, zirâatcinin söylemesiyle dönmüş olur. Fakat,
zirâatcinin emri (= söylemesi) olmaksızın, kendi tarafından dönerse, bu
durumda müzâraayı, o bozmuş olur.
İkincisi: Tohumun,
zirâatci tarafından verilmesi hâli. Bu durumda cevap:
Eğer, zirâatcinin
söylemesi veya bir başkasının söylemesi ile onu ekmişse, cevap, önceki cevabın
benzeridir.
Bu mal Sahibi,
zirâatcinin veya bir başkasının emriyle, ekmeli ise; o takdirde, zirâatci, onun
tohumunun mislini, ona öder. Çünkü o, onun namına tohumunu telef eylemiştir.
Şayet tohum, arazi
sahibi tarafından veya zirâatci tarafından olur ve zirâatci, mal sahibine:
"Bir ücretli tut." derse; bu durumda mahsûl, mal sahibinin olur.
Zirâatci de, ecîrin ücreti için, mal sahibine müracaat eder.
Bu, o yeri istiare
olarak almanın hüâfınadır.
Eğer, "ücretli
tut." demezse, o takdirde, mal sahibi zirâateiye, ecîrin ücreti için
müracaat edemez.
Muamelede de cevap
müzâraanın cevabının aynısıdır.
Hatta bir adam,
"hurmalığında, yarıcı olarak çalışsın" diye, huı malığı zirâateiye;
"onu koruması, bakması, sulaması ve hurmalık sahibine yardım etmesi"
şartiyle verirse; ve "orda hurmalık sahibine yardım ederken çıkacak
mahsûle, yan yarıya ortak olmayı" şart koşmuş-larsa; öyle olacaktır.
Şayet hurmalık sahibi,
hurmalığı âmilin haberi olmadan alır ve söylenilen işlerin tamamını da kendisi
yaparsa, bu durumda muamele bozulmuş olur mu?
Onun, özürsüz olarak,
böyle yapmaya hakkı yoktur; akdi bozamaz.
Eğer, hurmalık sahibi,
hurmalar meydana çıktıktan sonra, aldı ise; âmilinde bunda izni yoksa; çıkacak
mahsûle ortaktırlar.
Şayet hurmalar meydana
çıkmadan önce âmilin izni olmadan alır; hurmalar yetişene kadar da ona bakıp,
hizmet ederse; bu durumda, mahsûlün tamamı hurmalık sahibinin olur.
Bir adam, yerini ve
tohumunu diğerine yarı yarıya verip, zirâatci de teslim aldıktan sonra, geri
sahibine müzâraa olarak "üçte biri kendisine, üçte ikisi yer sahibine
olmak üzere" teslim ederse; bu ikinci müzâraa fâsiddir. Çıkan mahsûle
ortak olurlar. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, müzâraa
olarak, yerini yan yarıya birisine verip, tohumun zirâatcîden olmasını şart
koşar; zirâatci de, eker, suîar ve mahsûl çıkınca da yer sahibi zirâatcinin
emri olmadan, onu hasâd ederse; çıkacak olan mahsûle, şartları üzere ortak
olurîar.
Şayet tohum
zirâatcinin ise ve o ekti ise, böyledir.
Ancak, zirâatci,
sulamaz, bakmaz bitirmez ve bu işleri mal sahibi yaparsa; çiftçinin de izni
olmaz ve bu mahsûl bitmeden önce oiursa; bu durumda kıyâsa göre, çıkacak olan
mahsûlün tamamı, mal sahibinindir. Çünkü tohum kendinin, iş kendinindir.
Şayet ekilen tohum,
yer yüzüne çıkmış olsaydı da, mal sahibi alıp baksa, sulasa ve yetiştirse idi,
bu durumda müzâraayı bozmuş olurdu.
Istihsâna göre,
çıkacak olan mahsûle, şartları üzerine ortaktırlar. Zira, mal sahibinin onu
suîaması, zirâatcinin izniyle olmuş sayılır. Bu, tohum zirâatcinin olduğu zaman
böyledir.
Eğer tohum, yer
sahibinin olur ve o, ortağının izni olmadan, onu ekmiş o da bitmiş ve zirâatci
de onu sulamış ve gerekeni yapmış olursa; mahsûlü, şartlarına göre, aralarında
taksim ederler.
Kıyâsda da, istihsânda
da bu hakka dâir bir şey söylenmemiştir.
Şayet tohum, tarlada
saçılı hâlde iken, tarla sahibi gelir de, zirâatcinin emri olmaksızın, onu
alır ve zirâatini kendi yaparsa; zirâatci için, zirâat bozulmuş olur.
Zirâatci gelip, mal
sahibinden izin almadan, oraya tohumunu eker; bakar, sularsa; kiyâsen de,
istihsânen de, çıkacak mahsule ortak olurlar. Zehiyre'de de böyledir.
Bir adam, yerini ve
tohumunu diğerine "o sene, yarıcı olarak ekmek üzere" verir; âmil de
eker, sular ve o biter; ondan sonra da mal sahibi kendiliğinden gelip, onu
sularsa; hatta onu zirâatcinin haberi olmadan biçer, bu durumda da sürer,
savurursa; çıkan mahsûle yarı yarıya ortaktırlar. Mal sahibinin çalıştığı
fazladan ve nafiledir.
Şayet ücretle çalışmış
olsaydı, başka ücretliler gibi, âmil de ücretini alırdı. Çünkü o icarlanmış
mesabesinde olurdu.
Şayet tohumu âmil eker
ve bu tohum bitmeden, zirâatci onu sulamaz da, mal sahibi —bitmeden önce—
sular sonra da üzerinde durup onu hasâd ederse; çıkacak mahsûle, şartlarına
göre ortak olurlar.
Bu, istihsânen
böyledir.
Mal sahibinin
çalışması, bir teberrûdür,
Kıyâsda ise, çıkan
mahsûl, mal sahibinin olur. Çünkü, bitmeden önce, buğday çuvalda duruyor
gibidir.
Fetva ise, îstihsâna
göredir. Çünkü, akid yapılmıştır. Tohumu, toprağa ekmek, bitmesine sebebtir.
Bunun içindir ki, akid kasderi bozulmaz. Yer sahibinin buna hakkı yoktur.
Fetâviyi Kfbfihftn'da da böyledir.
Tohumu tarla sahibi
ekmiş olduğu hâlde, onu sulamaz ve bu tohum çıkmaz; sonra da zirâatci sulayıp
onun üzerinde durur ve hasad ederse; çıkacak olan mahsûlü şartlarına uygun
olarak, aralarında da taksim ederler.
Yer sahibi tohumunu
eker sular ve tohum çıktıktan sonra, zirâatci kalkıp, onun üzerinde gerekeni
yapar; o da sular ve hasad ederse; çıkan mahsûl, yer sahibinin olur.
Bu durumda zirâatci
nafile çalışmış olur. Ona, ücret de yoktur. Mebsûf'ta da böyledir. [19]
Zirâatci, tarlayı, bir
başkasına zirâata vermek İsterse; tohumun tarla sahibinden olması hâlinde, o
tarlayı başka bir zirâatciye verme hakkı yoktur; bir başkasına zirâate veremez.
Ancak, yer sahibinin
izni olursa o zaman verebilir. Bu izin, ya nas-san olacaktır veya delâleten
olacaktır.
Şöyleki; tarla sahibi,
bidayette: "Bildiğin gibi yap." derse; o da o takdirde müzâraat ameli
için, —bizzat kendisinin çalışmasını şart koşulmadı ise,— bir başkasını
icarlayabilir.
Şayet, izrâatci, bir
başkasına yarı yarıya vermiş ise, buna da tarla sihibinin nassan (= söz ile)
veya delâleten izni yoksa; önceki müzâ-raa ikisinin arasında caizdir.
Bu durumda,
ziraatçının, arazi sahibine, tohumunun bedelini ödetmeden başka yapacağı bir
şey yoktur. Onu da tarla sahibi, dilediğine ödetir: îster önceki ortağına
ödetir; isterse, sonraki adama ödetir.
Eğer öncekine
ödetirse, o ikinci adama müracaat edemez.
Şayet ikinci adama
ödetirse; o, önceki adama müracaat öder.
Şayet o yerde, bir
noksanlanma oldu ise, o noksanlığı ikinci adam öder. Bu, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un son kavline göre böyledir.
Zehiyre'de de böyledir.
Sonra da duruma
bakılır: Önceki zirâatciye, yarıdan, ne kadar hisse düşmüş olduğu araştırılır.
Onun için, tarla sahibine verdiği kadarı helâldir. Fazlasını, tasadduk etmesi
gerekir. Çünkü, o fazlayı haksız olaTarla sahibi ise, yarısını alır. Onun de,
nefsi için şart koştuğu odur. Mahsûlün tamamının altıda biri de, birinci
ziraatcinin olur.
Bir adam, diğerine,
tarîasını ve tohumunu "Allah ne verirse yarı yarıya olmak üzere, bir
seneliğine verir ve ona:*'Bildiğin gibi yap."der; o adam da bir başkasına,
yarı yarıya verirse; işte bu caizdir.
İkinci adam, çıkanın
yarısını alır. Geride kalanı da tarla sahibi ile birinci adam aralarında yarı
yarıya taksim ederler- Çünkü tarla sahibi, çıkacak olanını yansım şart koşmamış;
ancak, Allahu Teâlâ'nin ona vereceğinin yarısını şart koşmuştu, tşte böylece
çıkanın yarısını ikinci ziraatçı aldı; yarısını da tarla sahibi ile Önceki
adam taksim eylediler.
Şayet bidayette tarla
sahibi, "çıkacak olanın yarısını, nefsine" şart koşmuş olsaydı; o
zaman tam yansını alırdı.
Ve eğer:"Bildiğin
gibi yap." demeseydi; mes'ele yine önceki gibi olurdu. Ve tarla sahibi;
dilediğine; tohumunu ve tarlasını noksanlık bedelini ödetirdi.
Kalan mes'ele beyan
ettiğimiz gibidir.
îkinci ziraatçı, tohum
elinde zayi olana kadar, onu ekmez veya su basar ve yer fesada gider ve oraya
noksanlık gelirse; onlardan hiç birine tazminat gerekmez. Çünkü birinci adam,
ikinciye vermekle muhalif olmadı.
Görmüyor musun ki: Bir
adam, diğerine tarlasını, tohumunu verip, ziraat işlerinde de ona yardım
eylese veya ücretli tutsa; muhalif olmuş olmuyor. Mebsût'ta da böyledir.
önceki ziraatçı,
birisinden ariyet olarak alır; çıkacak olan da önceki ziraatçı ile tarla
sahibinin arasında olursa ve şayet bu önceki ziraatçı, ikinci ziraatcîye
ariyet olarak,"kendi nefsi için ekmek üzere" verdi ise, bu ariyet
caiz olur.
Ariyet alan şahıs, onu
eker; çıkanı da ona teslim ederse, önceki ziraatçı, arazi sahibine, yerinin
tamamının ecr-i mislini tazmin eder. Çünkü, ondan kendisi o yeri çıkanın
yarısını vermek üzere icarîamıştı; çıkandan ise bir şey vermedi.
Bununla, başkasına
ariyet olarak verilmeyen yer arasında fark vardır. Şayet nefsi için bir şey
ekdirmez veya.âriyet verir de, alan bir şey ekmez ise, birinci zirâatci, yer
sahibine bir tazminatta bulunmaz. Ve yerinin ecri mislini vermez. Çünkü, o yer
ekilmemiştir. Zehiyre'de de böyledir.
Bir adam, bir yerini,
birisine bir sene ekmesi şartıyle verdiğinde, ona çıkacak olana ortak olmak
üzere, tohumunu da vererek: "Re'yince hareket et." der veya bunu
demez, ve o adam da, o tarla ile tohumu yarı yarıya bir başkasına ortağa
verirse; işte bu caizdir.
Mahsul çıkınca,
ameline karşılık, yarısını ziraatçı alır; yarısını da tarla sahibi şartına
uygun olarak alır. Tohum sahibine bir şey yoktur.
İkinci zirâatci için,
üçte birini şart koşmuş olsaydı, yine her iki mes'ele de caiz olurdu. İkinci
zirâatciye üçte bir vardır; tarta sahibine yarı hisse vardır. Birinci adama da
altıda bir hisse vardır. Ve bu, onun için helâldir. Çünkü, tohumu iş görmüştür.
Bir adam, tarlasını;
tohumunu diğeri ekmek üzere, yarıya verir; birinci zirâatcide, ikinciye
tohumunu ekmek ve üçte ikisini, diğer adama vermek üzere verirse; üçte biri,
birinci zirâatcinin; üçte ikisi, ikinci ziraatcinin olur.
Tohumunun çoğaldığından
dolayı; başkasının onun üzerinde bir hakkı olmaz; Ancak"çı_kacağm üçte
biri, birincinin olacak; üçte biri tarla sahibinin olacak; "diye şart
koşarsa; o takdirde, tarla sahibinin, birinci zirâatcide —eğer tohum, bu
birinci zirâatcinin ise— tarlanın üçte birinin ecr-i misli vardır. Mebsût'ta
da böyledir.
Bir adam, diğerine,
tarlasını ve tohumunu mezrûat için; çiftçi-ye"yirmi ölçek verilmesi, geri
kalanın da tarla sahibinin olması"şartıy-le vererek, ona:"Bildiğin
gibi yap."der veya öyle bir şey söylemez; zirâatci de o yeri ve tohumu,
bir başkasına yarı yarıya verir; bu ikinci şahıs da çalışırsa; çıkan mahsûl,
yer sahibi ile ikinci zirâatcinin olur. Önceki adama, çalıştığının ecr-i misli
verilir.
Keza, o yerden hiç bir
şey çıkamazsa, hüküm aynıdır.
Bir adam, diğerine
tarlasını ve tohumunu yarı yarıya vererek ona:"Bildiğin gibi yap."der
veya böyle demez; o adam da, onu bir başkasma müzaraa olarak ve"ona, yirmi
ölçek vermek üzere "verirse; işte bu müzaraa birinci ile ikinci arasında
fâsiddir. ikinci adam, birinciden, çalıştığının ecr-i mislini alır. Çıkan
mahsûlü, birinci zirâatci ile tarla sahibi, yan yarıya taksim ederler.
Bir adam, diğerine,
tariasinı"cıkacak olandan kendisine yirmi ölçek verilmesi ve diğerinin,
tohumuna ekmesi çalışması; çıkanın fazlasının ise zirâatcinin olması veya o
kadar ölçeği zirâatci'nin olması, kalanını ise yer sahibi alması"şartiyle
verir; zirâatci de, bu yeri, öncekinin tohumuyla birlikte, yarı yarıya, bir
başkasına verir veya bu durumda tohum, ikinciden olacak olur ve o adam da ekip,
biçerek mahsûlü çıkarırsa, çıkana, iki zirâatci ortak olurlar. Tarla sahibine
ise, tarlasının ecr-i mislini öderler. Ve bunu, önceki adam öder.
Şayet ikinci adam,
tarlanın kime âit olduğunu, akit yapana kadar bilmiyorsa; yer sahibinin yerini
geri istemesi hâlinde,, bu akid bozulur.
Eğer, ikinci akidde,
tohum ikinci adamın olacaksa; onların aralarındaki akid de bozulur. Çünkü,
birinin, diğerinde hakkı vardır. Bu, fesâd sebebiyle böyledir.
Eğer tohum birincinin
ise, ikinciyi icarlamak akdin bozukluğa sebebiyle fâsid olur.
Yer sahibi, yerini
müzaraa için, birine, yarı yarıya vererek, ona:"Bildiğin gibi
yap."der veya bunu söylemez; birinci adam da tohumunu kendisi koyarak,
ikinci bir zirâatciye,' 'yirmi ölçeği çıkacak olandan, almak üzere*'verirse,
bu akid fâsiddir.
İkinci adam, birinci
adamdan ecr-i misil ahr.
Çıkan mahsûl ise, yer
sahibi ile birinci ortağın arasında, yarı yarıya taksim edilir.
Şayet tohum, ikinci
ziraatçının ise, çıkanın tamamı onun olur. Birinci adamla, tarla sahibine
ecr-i misillerini verir. Mebsût'ta da böyledir.
Bir adam, tarlasını,
diğerine tohumunu yarı yarıya vermek, öküz de ekiciden olmak şartıyla ortaklığa
verir; ekici de kendi hissesine, birini ortak eder ve beraberce çalışırlarsa;
bu şirket ( = ortaklık) bâtıl olur.
Bu durumda, çıkan
mahsûl, herkesin tohumu nisbetinde taksim edilir.
Birinci şahıs, ikinci
zirâatciye ecr-i mislini verir. Çünkü onu fasid ücretle çalıştırmış oldu.
Birinci zirâatcinin,
yer sahibinden, ecr-i misil almaya hakkı yoktur. Çünkü, o onun ortağıdır; ecir
gerekmez.
Önceki zirâatci,
aldığı fazlalığı tasadduk eder.
Çünkü bunu başkasının
yerinden, fâsid olarak yapılan icâresi sebebiyle almış oldu. Fetâvfcyİ Klbrl’da
da böyledir.
Bir adam, bir yerini,
kendi tohumuyla ve öküzüyle, ziraat yapmaya verse, çıkacak olanın üçte biri
tarla sahibinin,; Üçte ikiside diğerinin olması şartıyle, müzâraya verdiğinde;
o şahıs üçte biri, onun olmak üzere, bir başkasını çahştırsa; işte bu yer
sahibi ve birinci adam hakkında, sahihtir. Fakat, ikinci adam hakkında fâsiddir.
Bu durumda, çıkanın
üçte birini tarla sahibi alır; üçte ikisini ise, birinci ziraatçı alır. İkinci
çalışan şahsa, birinci zirâatci,ecr-i misilini verir. En uygun olanı ise. bu
müzaraa, cümlesinin hakkında da fesada gitmiştir. Çünkü, tohum sahibi, birinci
ziraatçıdır; bu yer ile âmili birlikte icarlamış oluyor.
Bu mes'elede, tohum
yer sahibinin olmuş olsaydı, müzaraa tamamının hakkında da sahih olurdu.
Çıkacak olan mahsûl de —şartlarına göre— aralannda taksim edilirdi. Redâi'de de
böyledir.
En doğrusunu bilen
Allahu Teâlâ'dır. [20]
Müzâraada muamele şart
koşulduğu zaman, duruma bakılır: Eğer tohum âmil tarafından ise, bu durumda
müzaraa da, muamele de fâsid olur.
Şayet tohum arazi
sahibinden ise, her ikîsîde caiz olur.
Muamelenin müzaraa
üzerine atfedilmisi hâlinde, tohum hangi taraftan olursa olsun caiz olur.
Bir adam, diğerine,
—içinde, hurma ağaçlan bulunan— kıraç bir araziyi müzaraa için, "tohumunu
ekmek ve işini yapmak ve çıkan mahsûle de yarı yarıya ortak olmak şartıyle,
belirli seneler için verirse; bu müzaraa fâsiddir. Çünkü, her biri için,
akdedilen iki şey vardır: Biri hurma ağaçları, diğeri amilin çalışması; bu iki
akid diğeri için, müfsid bir akiddir. Muhıyi'te de böyledir.
Bu durumda, çıkan
mahsûl, tamamen tohum sahibinin olur. Yer sahibine ise, ecr-i misil verilir.
Zirâatci de fazla aldığını tasadduk eder. Çünkü, o, fâsid bir akidle,
başkasının yerini ekmiş oldu.
Hurmalık sahibinin de
âmilin ecr-i mislini vermesi gerekir. Çünkü o, ağaçlara hizmet eylemiştir.
Çıkan hurmalar, mırma sahibine helâldir.
Taraflar aralarında
üçte bir, Üçte iki şartını, hurmalık veya ziraat üzerine şart koşarlarsa;
cevap yine aynıdır.
Şayet tohum yer
sahibinden olursa mes'ele hâli üzre kalır, ve akid caiz olur. Çünkü âmil, onu
kendi yerinde çalışmak üzere icarlamıştır. Ve onun hurma ağaçları da onun içine
girer. Hakkında sözleşilen şey bir olur; bu da âmilin menfaatınadır.
Keza âmile''hurmaların
onda dokuzu onun olması ve çıkacak ekine de yarı yarıya ortak olmaları"
şartını koşarlarsa; bu akid de caiz olur. Çünkü, akid, şart koşulan tohum
miktarının ihtilafı ile muhtelif olmaz. Ancak, akid üzerinde anlaşma
yapılanların ihtilafı ile muhtelif olur.
Bir adam, diğerine bir
yer ve bağ verirse; cevap, yine aynı cevaptır.
Bir adam, diğerine
içinde hurma ağaçları bulunan bir yerini vererek, ona:"Sana, bu yeri
veriyorum. Tohumunu ek ve çalış; çıkacak mahsûlün yansı sana, yarısı da
banadır" deyip ona o yeri teslim eder. âmil, —belirli senelerde—
"hurmalara da bakacak onları sulayacak, çi-kan mahsûlün de yansına veya
üçte birisine yahut üçte ikisine sahib olacak" diye şart koşarlarsa; işte
bu caizdir. Bu, iki akid olmuş olmaz. Burda diğerine şart vardır; ona matuf
kılınıyor.
Keza, bir kimse, âmile
bir yerini ve bağını verip, ona:"Şu yere tohumunu ek; şu bağa da bak; onu
bu da ve sula." derse; işte bu akid de caiz olur. Çünkü, bu durumda akdin
birinde, diğeri de şart koşulmuş olmaktadır. Mebsât'ta da böyledir.
En doğrusunu bilen
Allahu Teâlâ'dır. [21]
Bir adam, diğerine,
oraya buğday ekmek Üzere bir yer verdiğinde, o adam oraya, ondan başka birşey
ekemez.
Bu yer buğday ekmekten
daha çok başka şey ekimine elverişli olsa bile, yine de ekemez.
Keza: "Şu yeri
al; buraya buğday ek."veya "Burayı buğday ekmek için al." yahut"Oraya
buğday ek." der ve bunu lâ harfiyle söylerse; bunların tamamı şarttır. Ve
âmil, bu durumlarda, buğdaydan başka bir şey ekerse; şarta muhalefet etmiş
olur. Hıriaetâ-İ Mafün'de de böyledir.
Vav harfiyle,
"oraya buğday ek" derse, bu bir şart mı olur? Veya meşveret ( =
danışma) mı olur? Bu mes'ele müzaraa kitabında zikredilmemiş müdârahe babında
zikredilmiştir.
Bir adam, diğerine bin
dirhem müdârabe malı verip ona: "Bu malı, müdârabe olarak al; ve kârı yarı
yarıya olmak üzere, onunla Kû-fe'de çalış." derse; bu bir meşveret olur.
Hatta, o şahıs,
Kûfe'den başka bir yerde çalışsa; muhalefet etmiş olmaz.
Bazı alimlerimizin
kavillerine göre bu, müzâraada da böyledir.
Şcyıı'l İnta Ebû Bekir
Muıtned Vm Fadl şöyle buyurmuştur.
Müzâraada bu şarta
riâyet edilir. Çünkü şarta itibar edilince, tohumun nev'i meydana çıkar. O
takdirde, müzâraa kıyâsen ve istihsâ-nen caiz olur.
Şayet, onu meşveret
kılarsak, tohumun nev'i meydana çakmaz ve bu durumda bu müzâraa, müdârabenin
hilafına, caiz olmaz, Mahıyt'te de böyledir.
Bir seneliğine ekilen
bir ziraatın çoğunu çekirgeler yer de, azı kalır ve zirâatci onu başka bir yere
ekmek ister; bunu da yer sahibi men ederse; âlimier şöyle demişlerdir.
"Duruma bakılır:
Eğer ikisinin ortak bulunduğu belirli bir yere ekilecekse, onu ekmekten men
etmez.
Şayet müzâraa umûmî
ise, dilediği yere eker. Müzâraa mutlak ise yine istediği yere, istediği vakit
eker.
Bana göre, eğer
müzâraa aralarında bir nev'i ise uygun olan; onu önceden olduğu gibi oraya veya
o yerin başka bir tarafına ekmektir. Fe-tâviyı Kadihln'da da böyledir.
En doğrusunu bilen
AUahu Teâlâ'dır. [22]
Bunun aslı: üzerinde
anlaşma yapılan halde ise, üzerine Ma'kû-dün aleyh hâlde ise, başlangıçta
zirâatcinin hissesinin artırılması caizdir. Çünkü, bedeldeki fazlalaştirma,
asılda muteberdir. Aslin ise, ma'-kûdün aleyhin yanında olması iktiza eder.
Keza, bu fazlalığın
ma'kûdün aleyhin yanında noksanlandırılması iktiza eder ki bu her iki hâlde de
caizdir. Çünkü, bedelin bir kısmını düşürmek ma'kûdün aleyhin bedelindedir.
Bunun dışında
bunlardan birini, ziraati hasaddan önce artırmak, hurmanın büsrü büyümeden
olursa caizdir. Çünkü müzâraada çıkacak şeyi mümâsi zamanında artırmak caizdir.
Alım satım ve icârede olduğu gibi...
Bundan sonra olursa,
tohumu veren şahıs ve hurmalığı veren şahıs tarafından, çıkacak olan mahsûlden
aralarında olan şarttan ziyade artırmak caiz olmaz.
Tohumu vermeyen
taraftan olursa; bu artış caiz olur. Çünkü tohum sahibinin artırması,
müzarânın başlangıcında caiz idi. Bu durumda akdi bozmamak için ekiz olmaz. O
yola cevaz verilmemiştir.
Eksiltmek de böyledir.
Çünkü, tohum sahibi, müste'cirdir, Müs-te'cir ise, müşteridir. Müşterinin
artırması mümkün değildir. Eksiltmesi de mümkün değildir. Çünkü bedeli
belirtilmiştir; eksiltmek olmaz.
Tohumu olmayana
gelince onun için ziyadeîeştirinek caizdir. Çünkü, tohum sahibi bidayette
çıkacak mahsule karşı ziyadelendirmesi mümkün değildir. Ma'kûdün aleyh'de
değişiklik olmasın diye, düşürmek de caiz değildir. Çünkü tohum sahibi,
müste'cirdir. Mtiste'cir ise, müşteridir. Müşterinin artırması mümkün
değildir.
Tohumu olmayana
gelince, o, icara verendir. İcara veren ise, ücrette eksiltme yapabilir. Onun
yâni tohum sahibinin ücretten bir kısmını düşürmesi, —ma'kûdün aleyhi bozması
hâlinde— caizdir.
Tohum, düşme zamanı
belirli ise, o belirli tohumdan düşmek sahih olmaz. Fakat, sözleşme vaktinde,
tohum belirli değilse.düşmek şahindir. Satıcının, parasını aldığı sırada, bir
kısmını, müşteriye ibra etmesi gibi, bu da sahihdir. Eğer ayn düşme zamanı
duruyorsa, bu böyledir.
Serahsî'nm Muhıyt'nde
de böyledir.
iki kişi-, yarı yarıya
ortak almak üzere, müzâraa veya muamele akdi yaptıklarında; çiftçi veya âmil
bir mahsûl hasıl olana kadar çalışır, sonra da diğeri, ona altıda bir
nisbetinde kendi hissesinden artım yapar ve onun hissesi üçte iki olur; diğeri
de buna razı olur ve bu hasaddan önce olursa; caiz olur. Hasaddan sonra veya
hurma yetiştikten sonra olursa ve şayet artım yer sahibinden veya hurmalık
sahibindein ise, ve o da muamelede olursa; işte bu bâtıldır. Diğeri tarafından
ise caizdir.
Keza, artırış tohum
kendisinden olmayan yer sahibi tarafından olur ve bundan önce de tohum sahibi
artırmış bulunur; ve bunlar da muamele ve müzâraada, "çıkan mahsûlün yan
yarıya" şart koşulduğu halde olur ve o zaman, şart koşarak.^sahibi yirmi
dirhem fazla verecek" dedilerse; işte bu müzâraa da, muamele de —hangi
taraftan olursa olsun— fâsiddir. Çıkan mahsûlün tamamı, müzâraada tohum sahibinin
olur. Muamelede ise, hurmalık sahibinin olur.
Keza, birinin diğerine
yirmi ölçek fazla vermesi hâlinde de hüküm böyledir.
En doğrusunu bilen,
Allahu Teâlâ'dır. [23]
Bir adam, tarlasını,
müzâraa için, tohumu ondan olmak üzere birisine verir ve ziraat bitmeden önce
bu tarla sahibi Ölürse; kıyâsa göre bu müzâraa bozulur. Bu durumda yer
sahibinin vârisleri, yerlerini abrîar.
tstihsanda ise, bu
akid ziraat hasat edilene kadar devam eder.
Başlangıçta icâre
tesbit edilmemişse, yer sahibinin vârisleri, üç duruma muhayyerdirler.
Dilerlerse mezruatı söküp aralarında paylaşırlar; dilerlerse, hakimin emriyle
infak ederler ve her birisi, ziraatciye hissesi nisbetinde —nafakası için—
mürâcat ederler; isterlerse, ziraatciyi ziraat hususunda borçlandırırlar.
Bu, yer sahibinin
ziraattan sonra Öldüğü zaman böyledir.
Şayet ziraattan önce
ölür ve fakat ziraatci, o yerde çalışmışsa, (Sürme gibi, kanalım kazma gibi,
arkını ıslah etme gibi) müzâraat bozulur. Bu ziraatcinin çalışmasına karşılık
bir hakki da olmaz.
Fakat yer sahibi
zirâaat ekildikten sonra ancak, henüz bitmeden önce ölürse müzâra&î hakkı
kalır mı?
Bu hususta âlimler
arasında ihtilaf vardır. Bu durumda yer sahibi ölmez ve ziraatci ikinci se;ıe
de yine eker ve bunu da yer sahibi sökmek ister; ziraatci de mâni olursa; yer
sahibi onu sökemez. tcare, önceki gibi devam eder. Bu durumda, ziraatcinin
hakkı korunur ve o, yer sahibine o yerin ecr-i mislini borçlanır.
Yer sahibi müddetin
içinde ölürse, ziraatci, ziraatını sökmez. Önceden konuştukları üzere devam
eder. Vârislere de bir şey borçlanmaz. Ve onlarla birlikte çalışırlar, çıkana
ortak olurlar.
Bu durum, yer
sahibinin ziraat zamanı ölmesi hâline muhalifdir. Bütün işi ziraatci görür;
ziraatını sökmez; vârislere de borçlanmaz. Ancak, o yerin —yani o yerin
yarısının— ecr-i mislini borçlanır.
Bu zirâatcinin ziraatı
sökmek istemediği zaman böyledir.
Eğer sökmeyi murad
ederse, yer sahibi, —yukarıdaki vârislerin muhayyer olduğu gibi— muhayyerdir.
Biz bunu Önceki fasılda, yer sahibinin vârisleri hakkında açıkladık.
Yer sahibi öldüğü
zaman, bakliyat ile mezrûat arasındaki fark nedir?
Müddet nihayet
bulunca, ziraat olsun, bakliyat olsun hâkimin emriyle infak ederler. Müddet
tamam olunca, hisseleri mikÖafi zirâatciye müracaat ederler.
Şayet, yer sahibi,
ziraat için hâkimin emriyle harcamada bulunmuşsa; hissesinin yarısı kadarı
için çiftçiye müracaat eder.
Muamele müddeti
bitince, meyve henüz yetişmemişse, âmilde onu toplamadan kaçınıyor, razi
olmuyorsa; o, onun yanında ücretsiz bırakılır. Müzâraat bunun hilafmadır.
Onlar, çiftçinin yanında, ücretli olarak bırakılırlar. Muhiyt'te de böyledir.
Şayet, tohum âmil
tarafından olur ve onu eker; sonra da onu ha-sad eylemeden çiftçi ölür ve onun
vârisleri: "Biz çalışırız" derlerse; buna hakları vardır. Çünkü onlar
muris makamına kaimdirler. Onlar için bir ecir (= üret) olmadığı gibi, onların
da vereceği bir Ücret yoktur.
Eğer: "Biz
çalışmayız." derlerse, onlara cebredilmez. Bu durumda arazi sahibine:
"Mahsûlü sök, yarısı senin, yarısı onların olsun." veya "onların
hisselerinin bedelini, onlara ver." yahut "onların hisselerini infak
eyle. Senin harcadıkların da onların hissesinin içinden çıksın " denilir.
Şayet tohum, âmil
tarafından ekilmiş ve ekilen de bakliyyat ise, zamanına kadar bekletilir. Kim
masraf yaparsa, onun yaptığı masraf, tatavvu olur. Yer sahibinin, âmil üzerinde
bir ecr-i olmaz.
Eğer âmil durumu
hakime bildirir; yer sahibi de gaip olursa; bu durumda âmilden iddiası için
beyyine istenilir.
Şayet beyyineyi
geciktirir; fakat bu arada da ziraatın fesadındanda korkulursa, bu durumda
hâkim, ona: "Sana emrediyorum; —eğer doğru isen— masrafı sen
yapacaksın." der. Çünkü doğru ise, hâkimin söyleyeceği odur.
Eğer yalancı ise, o
takdirde hâkim o yerin ecr-i mislinin yarısını ona verir. Zehiyre'de de
böyledir.
Bir adam, diğerine,
hem bir sene ekmek üzere yerini, hem de tohumunu "çıkacak olanı, yarı
yarıya almak" üzere verir; o ziraatci de onu eker; fakat hasad etmedeen
kaçarsa; hâkimin emriyle, yer sahibi, onu hasad edene kadar harcamasını yapar;
sonra da bu çiftçi gelirse, artık, o ziraatta, onun bir yolu yoktur. Çünkü
bütün masrafi yer sahibi yapmıştır. Bu çiftçi de hakime müracat ederek;
"Benim de masrafım oldu." diye dava ederse; hâkim, iyiden iyiye
tahkikatını yapar ; beyyi-nesini ister. Şayet masraf yaptığı kanaatına varırsa;
onun masrafını tarla sahibine hükmeder. O da, masrafları için, ona müracaat
eder. Mebsût'-ta da böyledir.
Harcamanın miktarında
ihtilafa düşerlerse; bu durumda yeminli olarak, zirâatcinin —onu bildiğine
dair— sözü geçerli olur. Mnhıyt'te de böyledir.
Amil kaçmaz; fakat
hasad vaktine kadar ziraate hiç gitmez ve bu çiftçi de olmaz ise; bu durumda
hâkim, yer sahibine: "Sen harcamanı yap; âmile —senin masrafını verene
kadar bir şey verilmeyecektir. Şayet, vermekten kaçınırsa; hissesinden sat;
masrıfını ondan al ve onun masrafını da ona ver." der.
Eğer, o bir masraf
yapmamışsa; bir şey vermez.
Şayet masraf yapmış
da, tarla sahibi onu vermeye razı olmuyor ise, hakim, onun hissesini satıp,
masrafmi ayırır.
Bu, İmimeyn'in kavline
binâen böyledir amma.
İmâm Ebû Hanîfe
(R.-A.): "Hâkim, onun için
onu satmaz"buyurmuştur.
"Onlardan hiç
birisi tasadduk etmez." denilmiştir.
Bu mes'ele, ziraatta
böyledir. Çünkü, bir birinin hissesini vermemekle, müzâraa fesada gitmez.
Ziraatın müddeti
biter, biriside meydan da olmaz ise çifçi durumu hâkime bildirir. Bu durumda
hâkim, çiftçinin beyyinesi olmayınca hük-meyiemez. Hem ziraata, hem de tarla
sahibinin olmadığına dair belge
İster.
Şayet belge ibraz
ederse, o takdirde hâkim, ona harcama yapmasını emreder.
Şayet tarla sahibi
gelir de, ortaklığı inkâr eder ve: "Yerde, ziraat da hepsi de
benimdir." Onu, benden gasbeyledi." derse; bu durumda, onun, masrafı
için, tarla sahibine o yere ortak olduklarını isbat edene kadar mürâcat etme
hakkı yoktur.
Şayet beyyinesi varsa,
davasına bakılır. Hâkimin, o yeri koruması gerekmez. Zira hakime vacip olan,
gaibin yerini muhafazadır. Halbuki burda gaip yoktur. Hâkim, beyyine olmadan bu
gibi bir davaya bakmaz.
Şayet hâkim, o şahsın
beyyine ikame etmesine kadar, mezrûatın zayi olacağından korkarsa, bir mukayyid
tâyin eder ve ona bakıcılık yaptırır. Sonra, ona masrafını aldırır.
Eğer iddiaya göre
ortak olduğu meydana çıkarsa, hâkim, ona "harcama yapmasını"
emreder.
Şayet ortak değil de
gâsıp ise, ona* hâkim: "Senin rücû hakkın her ne kadar ben, sana
hükmettimşe de yoktur." der. Zehiyre'de de böyledir.
Fetâvlyi Attabiyye'de
şöyle zikredilmiştir:
Şayet o zat, hâkimin
hükmü olmaksızın, harcama yapmışsa; o, teberru olur. Ve, o yerin ecr-i
mislinin yarısı ona verilmez.
Keza, gaip gelir de
harcamayı ödemekten kaçınırsa; eğer ziraatci müddet geçmeden kaybolmuş ve
hazırda olan şâhıs da masrafı, hâkimin hükmü ile vermişse; bütün masrafları
ondan geri alır. Ziraat, ister dursun; isterse zayi olsun, farketmez.
Keza, âmil fakir olur
ve masraf edecek birşeyi bulunmazsa; cevap yukarıda söylediğimiz gibidir.
Eğer hâkimin emri
olmaksızın masraf yapmışsa, o teberru olur.
Eğer, adam zengin ise,
masrafı ödemeye cebredilir. Tatarfetaine'de de böyledir.
Müzâraa müddeti sona
ermiş bulunur ve mezruat da bakliyyat olursa; yer sahibi, "onu sökmesini"
ziraatçıya emreder.
Ziraatçı razı olmasa
bile, onun için muhayyerlik yoktur. Hatta, zi-râatci, "yer sahibinin,
zirâatten hissesinin bedelini vereyim." derse; bunada hakkı yoktur.
Ziraatçı; yer sahibi için sökmeye başlasa da, buna yer sahibi razı olmasa
aradaki fark şudur: Yer sahibi asi sahibidir; zira-atci ise ona tabii olarak
sahibidir. Asi sahibi olan, teba olana; o razı olmasa bile mâliktir; halbuki,
teba' sahibi, rızası olmadan asi sahibine mâlik değildir. MuMyt'te de böyledir.
En doğrusunu, ancak Alaka Teâlâ bilir. [24]
NevâziTde, İmâm
Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurmuş olduğu nakledilmiştir:
İki kişinin ortak
olduğu bir tarlayı, bu ortaklardan birisi yok iken, diğeri o yerin yansını
ekerse; dilerse, ikinci sene o yeri diğer ortağı; dilerse, yine kendisi eker.
Fetva ise: Bu ortak
tamamını eker; hazırda olmayan orıak gelince, o müddet kadar da tamamından o
faydalanır. Çünkü, onun rızâsı delâ-leten sabittir.
Eğer, eken ortak,
orayı ekmenin tarlanın kuvvetini eksilteceğini ve terk edince, tarlanın
kuvvetleneceğini, bilirse; o takdirde, ortağından izinsiz ekmeye hakkı yoktur.
Çünkü, bu durumda^ ortağının rızâsı sabit değildir. Fetâvâyi Kübrâ'da da
böyledir.
Bölünmemiş bir yerin
yerlerini, bazı kimseler ekerler ve tohumlarım da kendileri saçar ve ortak
bulundukları sudan da sularlar; bunu da diğerlerinin söylemesi olmadan
yaparlarsa; taksim olunca, hisselerine o kadar yer düşecek olması hâlinde,
ortaklarının, onlardan bir şey isteme hakları yoktur. Tazminat da gerekmez. Ve
onun ziraatına, diğerleri ortak da olamazlar. Hizânetii'l- Müftîn'de de
böyledir.
Bazı kitaplarda şöyle
yazılmıştır:
Bir adam, izni
olmadan, diğer birinin tarlasını ektikten sonra, tarla sahibine:
"Tohumumu ver; senin için ekmiş olayın." der; diğeri de verirse; eğer
tohum ekilmiş iken söyledi ise, işte bu caizdir. Bu durumda eken şahıs,
buğdayının mislini almış olur. Eken şahıs buğdayım alınca da, bu müzâraa fâsid
olur. Çünkü ziraat müddeti belli değildir. Şayet, eken şahıs, buğdayı fesada
gittikten sonra böyle söylerse; mezruat hiç caiz olmaz. Toprak sahibi başka
taraftan yerinin ekilmesine izin verir; * ziraatçı ektikten sonra da, yer
sahibi, çiftçiyi çıkarmak isterse; bu da caiz olmaz. Çünkü, müslümanın, birini
aldatması Haramdır. Eğer tarla sahibi: "Tohumunu ve masrafım al; ziraat
benim olsun." der; diğeri de buna razı olur ve bu ekilen şey bitmeden önce
olursa; caiz olmaz. Zira, mahsûlü bitmeden önce satmak caiz değildir. Tohumun
ne olduğu da ayırt edilmemiştir. Fakat bu söz, tohum tarla sahibinden zayi olduktan
sonra söylenirse, mes'ele muvafık olur veya ihtilafa sebep olur. Kerderî'nin
Vecîzi'nde de böyledir.
Bir adam, başkasının
tarlasını ektiğinde, tarla sahibi, hasat ze-manına kadar tarlasının ekildiğini
bilmez ve öğrendiği zaman, buna rızâ gösterir veya: "Razı değilim."
dedikten sonra: "Razıyım." derse; bu ziraatci için helâl olur.
Haniye isimli kitabta,
bu hususta nas vardır.
Fakıyh Ebû'l- Leys:
"Bu, istihsandır. Biz bununla fetva veririz." buyurmuştur.
Cevâhirü'l- Ahlâtî'de de böyledir.
Üç kişi, ortaklaşarak
bir yeri ekmek için aldıklarında; onlardan birisi kaybolur; diğer ikisi de, o
yerin bir kısmına buğday ekerler; sonra da hazırda olmayan ortak gelerek, kalan
yere arpa ekerse; bunlar birbirlerinin rızaları ile yaptilarsa; buğdayı
aralarında taksim ederler.
O iki kişi, ektikleri
buğdayın tohumunun üçte birisi için, üçüncü ortaklarına müracaat eder.
Arpayı da aralarında
paylaşırlar.
Arpayı eken ortak da,
tohumun üçte ikisi için, diğer ortaklarına müracaat eder.
Şayet, bu işi rızasız
yaptılar ise; buğdayın üçte biri yer sahibinin olur; üçte biri de ekenlerin
olur.
O yerin üçte birinin
noksanlığım da tazmin edince, aldıkları helâl olur.
Geride kalan üçte
biri, masraflarına harcarlar. Artanını da ta'sadduk ederler. Çünkü, çıkan
mahsûlün üçte ikisi onlarındır; ikisi ekmişlerdir; şartlarıda öyledir.
Kalan üçte biri
gasbetmiş olurlar. Ondan çıkanın tamamı, kendilerinin olur.
Arpa sahibine gelince,
altıda beşi, kendisinin olur; altıda biri de yer sahibinin olur. Çünkü, o da, o
yerin üçte ikisini gasben ekmiş olur. Ve o yerin mahsûlü kendisinin olur. Üçte
birini de yarıcı olarak ekmiş olur. O yerin noksanlık bedelini de öder.
Fetâvâyi Gıyâsiyye'de de böyledir.
Bir adam, bir yerini,
müzaraa için verdiğinde; tohumun ekiciye ait olmasını şart koşar; çiftçi de
ektikten sonra, o yere, bir hak sahibi gelir ve bu hak sahibi, o yeri ziraatsız
olarak almak isterse; onun, o yerdeki ekini söktürme hakkı vardır. Eğer ekin
bakliyattan ise, zirâacinin elinde hasad vaktine kadar bekletmez.
Sonra, bu çiftçi
muhayyerdir: İsterse, sökülenin yansını alır; bu durumda kendisine o yeri
verene hiç bir şey için müracaat etmez. îsterse, sökülenin kıymetini tazmin
ettirir ve söküleni, o yeri kendine verene teslim eder. Muhiyt'te de böyledir.
İmâm Ebü Hanife
(R.A.)'ye göre, hak sahibi, hasseten ekiciye, yerinin noksanlığını tazmin
ettirir. O da bu yeri kendisine verene müracaat eder.
Bu, İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'un da, son kavlidir.
İmâm Ehû Yûsuf
(R.A.)'un önceki kavli ile İmâm Muhammed (R.A.)'in kavli ise: hak sihibi,
muhayyerdir; yerinin noksanını, isterse, onu verene ödetir isterse ziraatciye
ödetir.
Ziraatci ödeyince,
orayı kendisine veren şahsa müracaat eder. Bu, akar mes'elesine binâen
böyledir. Mebsûl'ta da böyledir.
Bu durum, tohum,
ekiciden olduğu zaman böyledir.
Eğer tohum, o yeri
veren tarafından verilmiş olursa; hâk sahibi, o yeri alır ve onların ikisine de
ektiklerini sökmelerini söyler.
Onlar da sökerlerse;
ziraatci muhayyerdir; İsterse, sökülenin yansını alıp, başka bir şey yapmaz;
isterse, söküleni kendisine o yeri verene verip, çalıştığının ecr-i mislini
alır.
Fakıyh Ebû Bekir el-
Belhî böyle buyurmuştur.
Ziraat olursa
hissesinin kıymetini alır.
Fakıyh Ebû Câfer,
böyle buyurmuştur.
Eğer, hak sahibi,
ekime rıza gösterirse; İmâm Muhamned (R.A.), bu durumdan el- Asi'da
bahsetmemiştir.
Şeyhû'l- İslâm,
şerhinde şöyle buyurmuştur:
Burda tafsilatlı cevap
şudur: Eğer tohum yer sahibinden ise, hak sahibinin icazeti ile amel edilmez.
Eğer tohum, âmil
tarafından verilmiş ve müstehakkın izni de mü-zaraadan önce olmuş ise, bu
icazet sahih olmaz. Ziraattan sonra ise, bunun durumu başkasının evini icara
verenin durumu gibidir: Ev sahibi müddeti geçmeden önce, rıza gösterirse caiz
olur; müddet geçtikten sonra rıza gösterirse, caiz olmaz. Zehiyre'de de
böyledir.
Ebû Süleyman,
Müntekâ'de, İmâm Muhunmed (R.A.)'in şöyle buyurmuş olduğunu nakletmiştir:
Bir adam, birinin
yerini gasben aldıktan sonra, o yeri, bir seneliğine, bir başkasına müzaraa
olarak verir.ve tohum zirâatci tarafından olup; o, onu eker; bu tohum henüz
bitmeden, asıl yer sahibi, zirâata izin verirse; işte bu icazet caiz olur.
Bu yerden çıkacak
mahsûlü, asıl yer sahibi ile zirâatci şartlarına göre aralarında taksim
ederler; tazminat gerekmez.
Ancak, yer sahibi izin
vermeden önce yerde noksanlık olursa; tazminat gerekir. İmâm Ebû Hanîfo
(R.A.)'nin kıyasına göre, bu tazminatı, zirâatci yapar.
İmâm Muhammed (R.A.)
ise: "Yer sahibi, hangisini isterse, ona ödetir." buyurmuştur.
Yer sahibi icazet
verince, müzâraa bozulmaz. Fakat, bu durumda yer sahibine bir şey verilmez.
Çıkan mahsûlü, gâsıbla zirâaci şartlan gereğince taksim ederler.
Müntekâ'da şöyle
zikredilmiştir:
Bir adam, birinin
tarlasını gasbedip, onu, tohumu kendisinden olmak üzere, birisine müzâraaya
verdikten sonra, o tarlanın asıl sahibi, bu işe rıza gösterse, —bu rıza, ister
ziraattan önce olsun, ister sonra olsun— icazet bâtıldır.
Burda işaret edilen
mana nakkında, Şeyhü'l- İslâm şöyle buyurmuştur: Gerçekten tohum gâsıp
tarafından ise, akid mustehak tarafına döndürülmez.
Müntekâ'da şöyle
buyrulmuştur:
icazetten sonra, o yer
gâsıbın yanında ariyet gibidir. Zirâatci, isterse, tarla sahibine müracaat
ederek, ondan izin talep eder. O yeri alır ve aldıktan sonra da orayı ekmez
ise, bunu yapabilir.
Şayet zirâatci izin
almadan önce, o yeri eker, mahsûl ise, icazetten sonra biterse; veya icazetten
sonra eker de, ondan sonra biterse; bu durumlarda icazet için müracaata
ihtiyaç kalmaz. Çünkü bu, bir mü'mini aidatmakdır; o ise haramdır.
Keza, yer sahibi,
zirâatciye, ziraat başak olduktan sonra, hasâd edilmeden önce icazet verir ve
sonra gâsıp isterse; bunu yapmaya hakkı olmaz.
Fakat, gâsıba şöyle
der: "Yerimin ecr-i mislini ver; bana da onu hasad ediniz." O
takdirde, gâsıp ile zirâatci, arasında kalır. Şartlarına göre, aralarında
paylaşırlar.
Eğer gâsıp, tarla
sahibine: "Hisseme düşecek kadar, sana borçlanırım." derse; ondan
fazlasıyla, ona cebr edilmez. Zirâatci için: "Sen, hissen kadar borçlan."
denilirse; o da olur.
İkisi birden
borçlanırlarsa, o da olur; kendi rızaları ile hasad ederler.
Şayet gâsıp, tamamını
borçlanmaya rıza göstermezse, bir adamın tarlasını aralarında ortaklaşa ekmiş
gibi olurlar.
Eğer, gâsıp:
"Ben, hiç bir şey borçlanmam; fakat, bana zirâatı söktürürsün."
derse; o takdirde, zirâatci muhayyerdir: Dilerse, birlikte sökerler; dilerse
kendi maundan yer sahibine ecr-i misil verir ve o.ziraatı kendi adına
çalıştırır. Hasad eylediği zaman da, duruma bakılır: Gâsıp namına ücretle
çalıştırdığı kimselerin ecrini, o gasıbın hissesinden öder. Fazlası gasıbın
olur.
Şayet, zirâatci:
"Ben, borçlanmam ve çalışmam. Ben bunları sökerim." der ve gâsıp ile
birlikte olurlarsa; onu beraberce sökerler ve o yeri asıl sahibine teslim
ederler.
Eğer, gâsıp, buna razı
olmaz ise, —ve ecr-i mislini verirse— o zirâat gâsıbın olur. Ve ona:
"Kalk, bizatihi zirâatına —hasad edene kadar bak." denilir.
Bunun hâli de
zirâatcinin hâli gibidir.
Eğer hâkimin hükmüyle
olursa, bu böyledir.
Eğer, bunlardan birisi,
hâkimin hükmü ve arkadaşının rızası olma-maksızm, böyle yaparsa, nafile olarak
yapmış olur. Diğerinin hakkını noksansız teslim eder. Ve ikisinin de tasadduk
eylemeleri gerekmez. Mez-ruattan, hisselerine ne düşürse, onların olur.
Ancak, gâsıp için gereken,
müzâraadan önce, yer sahibinden izin almaktır.
Şayet yer sahibi,
tohumu ekmeden önce, zirâate izin verir; sonra, tohumu eker; o da henüz
bitmemiş olur ve o yeri almayı murad ederse, zirâatci: "Ben zirâatı
bırakıyorum. Benim çalışmam da gerekmez. Çünkü tohum bitmedi." der; gâsıp
da: "Mezrûattan vaz geçtim; çünkü lolîum, tarlaya atılınca fâsid
oldu." derse; o zaman, gâsıba: "Yerin ecr-i mislini, —ziraat hasad
olana kadar— sen vreceksin." denir. Şayet, gâsıp ona razı olursa,
zirâatciye rücü etmez. Ona bir hisse de vermez.
Eğer gâsıp: "Ben
ücret vermem; tohumunu ben aldım." derse; yâni "yer sahibine ücret
vermem." derse; bu durumda, zirâatciye: "Sen -muhayyersin: İstersen,
müzâraayı ibtâl eder ve tohumunu gâsıba; tarlasını da sahibine teslim edersin.
İstersen senin üzerine zirâatı çıkarana kadar ecr-i misil olur." denilir.
Eğer, zirâatci razı
olursa; müzâraat caiz olur. Tohum sahibinin tohumu almasına yol yoktur.
Mutavvı olur. Yerin ücretini ödeme bakımından zirâatci ve müzâya şartları ne
ise, ona göre ortak olurlar. Ve, her ikisi de, —zirâat fazlasından hiç bir şey
tasadduk etmezler. Muhiyt ve Zehiyre'de de böyledir.
Bir adam, tohumu
gasbedîp, onu kendi tarlasına eker; o bitmeden önce de tohumun sahibi, ona
icazet (- izin) verir; buğday da o yerde yetişirse; bu durumda o yer ariyet
olmuş olur;_bittikten sonra, icazet caiz olmaz. Muhiyt'te de böyledir.
Bir adam, bir yeri
gasbedip, oraya ekin ektiğinde; başka biri gelerek, o da, o tuhum üzerine
ekse; ziraat ikincinin olur. Öncekinin tohumunu, bu şahıs öder.
Şayet önceki adam, o
yeri noksanlandirmışsa, onu asıl sahibine tazmin eder. Hızânetü'l- Müftin'de
de böyledir.
Uyân'da şöyle
zikredilmiştir:
Bir adam, bir yeri
gasbederek, oraya buğday ektikten sonra, da'-valaşıriar ve ekilen de bitmezse;
yer sahibi muhayyerdir: İsterse, bitene kadar terkeder; sonra, ona:
"Sök." der; dilerse, tohumunu verir.
İmâm Muhammed (R,A.)'e
göre tohumunu tazmin eder. Bu, başkasının yerine ekerse böyledir. Hülâsa'da da
böyledir,
Bir adam, kendi
tarlasına, tohum ektiği hâlde, o tohum bitmez ve bir yabancı, onu sulayıp
bitirirse; bu mahsûl kıyâsda, birincinin olur. tstihsanda ise, sulayanın olur.
Çünkü, onun sahibi, ona razı olmuştur. Sulaması, onun delâletidir.
Tohum ekmek ise, bunun
hilâfmadır. Fetâvâyi Kayhan'da da böyledir.
Yere ekilenin
kıymetini, sulayan şahsın vermesi gerekir. Bunu, tohum ziyan olmadan şart
koşmuş olurlarsa, bu böyledir.
Adam, tohum zayi
olduktan sonra, —bitmeden önce— sular ve onun sulaması sebebiyle bitmiş olursa;
kıyâsda yalnız arzın (= yerin) noksanlık kıymetini tazmin eder. Ve, o yerin
zirâatına sahip olur.
Şayet ekilen tohum
bittikten sonra suladı ise, bu durumda, onun bitmiş olduğu zamanki kıymetini
Ödemesi hâlinde, o ziraat kendisinin olur.
Eğer sulamaması
hâlinde, o tuhum zayi olacak durumda değilse ve bu hâlde sular ve tohum da
yenilenip kuvvetlenirse, gerçekten, o zirâat yine yer sahibinin olur. Sulayana
bir şey gerekmez.
Bu cevap, Fakıyh Ebû
Cafer'in cevabıdır.
Fakıyb Ebû'l- Leys
ise: "Şayet ekin saplanmış iken sularsa; bu nafile olur." Buyurmuş; ve
"Ona bir şey gerekmez." demiştir. Hnlta'da da böyledir.
Bir adam, tohumunu,
bir başkasının tarlasına ektikten sonra, ora-ı tarla sahibi sularsa; bu
ziraatın tamamı, tatla sahibinin olur. Yalnız^ o adamın tohumunun bedelini
öder.
Şâyştr sulamaması
hâlinde, o tohum bitmeyecek durumda ise, o takdirde tarla sahibi, o tohumu da
tazmin eylemez.
Şayet tohum, tarla
sahibinin olmaz ve o yeri de tohum sahibinden başka biri sularsa; bu durumda
üçü de tohum sahibi, tarla sahibi ve sulayan oraya ortak olurlar. Zehiyre'de
de böyledir.
Bir adam, kendi
tarlasını ektikten sonra, başka birisi gelerek, oda orayı eker; bu tohumlar da
sulamadan çıkarlarsa; tohumun tamamı yer sahibinin olur.
İmâm Ebû Hınîfe
(R.A.)'nin kıyâsına göre, ikinci eken şahsın tohumunun eseri mevcut
olduğundan, tarla sahibi onun tohumunu öder.
Şayet birinci ekilen
tohum, zayi olduktan sonra, ikinci adam eker ve yalnız onun ektiği çıkarsa;
karar hakkında dolayı zirâatın tamamı ikinci ekenin olur.
Eğer, birincinin
ektiği bittikten sonra, ikinci şahıs ekmiş ve sonra her ikisi de bitip,
birbirine karışmış olursa; ikinci adam, tarla sahibinin ekininin bitmiş olduğu
haldeki kıymetini, ona tazmin eder. Bu kavillerin tamamı, İmim Ebû Hsnlfe
(R.A.)'nin kıyasıdır.
İmâmeyn'e gelince, bu
şahıslar, bütün hallerde zirâate ortaktırlar.
Bunlann tamamı, ekilen
şeyin, sulanmadan yetişmesi hâlinde veya yer sahibinin değil, tohum sahibinin
sulaması hâlinde böyledir.
Şayet ekin, tarla
sahibinin sulaması sebebiyle meydana gelirse; o takdirde zirâatın tamamı yer
sahibinin olur; ve bu şahıs diğerine, — tohum zayi olmadan suladı ise—
tohumunun kıymetini tazmin eder.
Eğer, tohum zayi
olduktan sonra suladı ise, o tohumu tazmin etmek de gerekmez. MuhıyJ'te de
böyledir.
Biz, bu
mes'eleleri gasp kitabının
on birinci babında zikreylemiştik.
En doğrusunu, ancak
AUtha Telli bilir. [25]
Bir adam, bir senelik
müzâraa için, yerini bir adama verir; tohumu ve âletleri de kendisinden olur,
çiftçi de o yeri eker ve yer sahibi, bu yeri o hâlde satarsa; burada iki durum
vardır:
1-) Ekilen
şeyin bakliyat olma durumu.
Bu durumda, satış
zirâatcînin izni almana kadar bekletilir.
Sahibi o yeri, izter
zirâatı ile birlikte satsın, isterse yalnız tarlasını satsın fark etmez.
Şayet, çiftçi satışa
izin verirse; mahsûl müştereken ikisinin olur; bu satış da geçerli olur.
Geliri, o yerin satıldığı zamanki durumuna göre taksim edilir. Yer sahibine
düşen hisse, yer sahibinin olur; geri de kalanı diğer yer sahibi ile, zirâatci
yarı yarıya taksim ederler.
Bu, zirâatcinin satışa
izin vermesi hâlinde böyledir.
Şayet, zirâatci satışa
izin vermezse o takdirde, müşteri, ya o yerin zirâattan arınmasını bekler veya
satışı fesheder.
Bu, o adamın, yeri ve
mezruatı birlikte sattığı zaman böyledir.
Fakat, yalnız yerini
—mezruatı hariç— sattığında; zirâatci razı olursa; yer müşterinin olur. Bu
durumda, mahsûle, yine önceki sahibi ile zirâatci ortak olurlar. O yeri alan,
satanın hissesinin parasını tamamen alır.
Şayet, zirâatci rıza
göstermez ise, müşteri yine muhayyerdir: İsterse satışı fesheder. Zirâatcinin,
sıtışı bozma hakkı yoktur.
2-) Yer
sahibinin yerini hasaddan önce satması durumu:
Yer sahibi eğer, o
yeri zirâatsız satmışsa; bu satış caizdir ve beklemeye ihtiyaç yoktur.
Şayet, o yeri zirâatı
ile birlikte satmışsa; yer hakkındaki bu satışı caizdir. Zirâattan hissesi, yer
sahibinedir. Zirâatcinin hissesi bekletilir.
Eğer ziraatçı satışa
rıza gösterirse, zirâattan hissesi kadarının parasını alabilir. Geride kalan,
yer sahibinin olur.
Eğer zirâaci satışa
razı olmaz ise, müşteri muhayyerdir: Şayet satın aldığı vakit oranın ekilmiş
olduğunu bilmiyorduysa; o yerden ayrılır.
Yer sahibi, yerini
sattığında, zirâat bakliyattan olur; zirâatci de, bu satışa izin vermez ise; bu
durumda da müşteri muhayyerdir. Satışı feshetmez ise, satış hasad vaktine kadar
geçerlidir. Bu durumda yer sa-hibinin hissesi, o yeri satın alanın olur.
Müşteri, isterse, her ikisinin de mahsûl bedelini öder ve hepsi kendisinin
olur; isterse, öylece terk eder.
Yer sahibi, o yeri,
ekim hissesiyle birlikte satar; zirâatci de ona razı olmaz ise, müşteri hasad
zamanına kadar bekler. Hasad olunca, satış geçerlidir. O takdirde, müşteri yer
sahibinin hissesini tamamen alır; ona muhayyerlik yoktur.
Şayet yer sahibi
zirâatsız satmış; zirâatci de izin vermemişse, müşteri satışı bozmaz; hasad
vakti tamam olunca, satış geçerlidir. Bu durumda, müşteriye muhayyerlik
yoktur. Muhıyt'te de böyledir.
el-Fadfi, Fetvâlan'nda
şöyle zikretmiştir:
Bir adam, bir yerini
müzâraa için vedikten sonra ve zirâatci ekmeden önce, onu satarsa; burada iki
durum vardır:
Birincisi: Tohumun yer
sahibi tarafından olması hâli.
Bu durumda müşteri,
zirâatciyi men edebilir. Ve ona ziraatçılık yaptırmaz. Bundan sonra, zirâatci
ekmez ve bir iş de yapmamış olursa, bu çiftçiye hükmlen bir şey gerekmez;
diyâneten de gerekmez.
Şayet bazı işler
yapmışsa, (Meselâ: Kanal kazmışsa, menfez İslah etmişse) yine hükmen bir şey
gerekmez; diyâneten ise, yer sahibi onu memnun edecektir. Ve bu kendisi ile
Allahu Teâlâ arasındadır.
İkinci daram: Tohumun
zirâatciden olması hâli.
Bu durumda,
müşterinin, onu men etme hakkı yoktur. Zehiyre'de de böyledir.
Bir adam, bağını
bakması ve çalışması için birine verdiğinde; o birazcık çalıştıktan sonra, bağ
sahibi, âmilin rızası ile, orayı satarsa; bu durumda üzümden veya hurmadan bir
şey çıkmamış olması hâlinde, âmile bir şey yoktur. Zira yaptığı işin bir
değeri yoktur.
Yer sahibi, orayı,
kendi mahsûl hissesi birlikte, üzüm meyva çıktıktan sonra satarsa; bu satış
âmilin izin vermesi hâlinde caiz olur. Zira satıcının hissenin parası,
müşterinin olacaktır. Âmilin hissesi de kendisinin olacaktır.
Eğer bu satış, meyve
meydana çıkmadan önce olursa, âmile bir şey gerekmez. Bu hükmen böyledir. Çünkü
bitmeden önce bir şeye sahip değildir. Fetâvâyi Kâdlhan'da da böyledir.
İçinde, henüz bitmemiş
olan tohum bulunan bir, yer sahibi sattığında şayet tohum, çürümüşse o yer
müşterinindir; değilse satıcınındır.
Eğer müşteri orayı
sular da o tohumu bitirise ve tohum satıcının zamanında çürümemişse, yine
satıcının olur. Müşterinin orayı sulaması tatavvu olur.
Keza, tohum bitmemiş
olur ve fakat, bundan sonra mal da olmazsa; Fakıyb Ebû'l- Leys: "Bu
tarla, bütün hallerde satıcınındır".
"Ancak, bu
tarlayı, nassa veya delâleten tohumla birlikte satarsa, o zaman müşterinin
olur." demiştir.
Fetva da buna göredir.
Kübrâ'da da böyledir. En doğrusunu bilen AHahu Teâlâ'dır. [26]
Müzaraanın feshinde,
özrün bazı nevileri vardır:
Bu özürlerden
ba'zıları, yer sahibine; ba'zılan ise zirâatciye aittir. Birincisi: Öyle bir
borç ki o borç
1-) Bir borç
için o yeri satmakdan başka çâre yoksa; işte bu özre binâen müzâraa akdi
—şayet feshe imkân varsa— feshedilir. (= bozulur).
Şöyle ki: Zirâat
semerisini verir; hasad zamanı gelmiş olur; akdi bozunca zarar artar ve o
zarara tahammül edilmez olursa, işte bu takdirde, hâkim, borcu sebebiyle o
yeri satar; sonra müzâraayı özür sebebiyle fesheder; bizzat kendisi bozmamış
olur.
Şayet feshe imkânı
yoksa (meselâ: mezrûat yetişmemiş; hasad vakti gelmemiş ise) borç için, o yer
satılmaz; mahsul yetişene kadar da akid bozulmaz.
Veya, mahsûl yetişene
kadar, borçlu hapsedilir. Mahpusun bir şe-' yi satması, şer*an memnudur. Memnu
ise mazurdur. Mahsul yetişince, bizzat kendisi çıksın, satsın borcunu yerine
versin, dîye, hapisden çıkarılır ve tekrar habsedilir; yoksa onun yerine hâkim
satar.
İkincisi: Hastalık
gibi, çünkü o âmelden âcizdir sefer —yolculuk— gibi çünkü ona ihtiyaç vardır
bir takım âlet terketmiştir fakat onlar karın doyurucu şeyler değildir. O
halde amelden mânidir.
Muamelede, onlardan
birisi çalışmaktan, özürsüz olarak imtina edemez. Muamele iki taraflı yapılır.
Zehiyre'de de böyledir.
İmâm Mubmnmed (R.A.),
el- Asi'da şöyle buyurmuştur:
Şayet tohum zirâatci
tarafından olur ve o: "Ben bu sene zirâatı terk ediyorum.'* veya
"Ben, bu sene başka yer ekmek istiyorum." derse; işte buna hakkı
vardır. Ve böylece akid bozulmuş olur. Muhryt'te de böyledir.
İbâne'de şöyle
zikredilmiştir: Hastalık hususunda tafsilat gerekir. Sefer faslı da böyledir.
Eğer işi yapmayı üzerine
almış ve onu bizzat kendisi veya ücretlisi yapacaksa; onun hastalığı özür
sayılmaz. O, bir ücretli çalıştırır.
Şayet, yalnız kendisi
çalışmayı teahhüd ettiyse, o zaman hastalığı özür sayılır. TaUrhiniyye'de de
böyledir.
Özür, tarla vaya
hurmalık sahibi tarafından olur ve o hurmanın meyvesini veya o yeri satmadan
başka, borcunu ödemeye bir imkânı bulunmazsa; Ziyâdât isimli kitabın müzâraa
bölümündeki rivayete göre; elbette kazaya ve rizaya ihtiyaç vardır. Bu şahıs,
borcu için, akdi fesheder.
Camia's- Sağîr'de İse:
"Kazaya ve rızaya ihtiyaç yoktur." buyurulmuştur. Müteahhirîn
âlimlerinin bir kısmı Ziyâdât'in rivayetini almışlar; bir kısmı da Câroiu's-
Siğîr'in rivayetini almışlardır. Satıştan önce, hâkimden, akdin (=
sözleşmenin) bozulması istenirse; hâkim bunu kabul etmez.
Fakat kendisi satar
da, hâkimin huzurunda borcunu tesbit ederse; bu durumda akid, hükmen bozulmuş
olur. Zehiyre'de de böyledir.
Müzâraa akdi
yapıldıktan sonra, bu akid hangi sebeple bozulur? Bu sebepler çeşitlidir:
Onlardan birisi: iki nevidir.
1-) Müzâraa
akdi;
a-) Sarih
lafızla
b-)
Delâleten, feshedilebilir.
Sarih feshi: Feshi
açık sözle söylemektir.
Delâlet ise, iki
nevidir:
Birincisi: Akid
zamanı, yer sahibinin tohumu vermekten kaçınmasıdır.
Zirâatci: "Ben bu
yeri ekmek istemiyorum." derse, bu akid bozulmuş olur. Çünkü, bu durumda
akid onun hakkında lâzım değildir. Onun, bundan imtinaya yolu vardır.
İkincisi: Bir
efendisinin, izinli köleyi men etmesidir. Ona yer ve tohum verilmiş olsa da
men edilebilir.
2-) Akid
müddetinin sona ermesi.
3-) Yer
sahibinin ölmesi.
Yer sahibi, ister
zirâattan önce, ister, sonra ölsün; ister ziraat ekin olsun, ister bakliyat
olsun fark etmez. Yani akid bozulmuş olur.
4-)
Ziraatcinin ölmesi. Ziraatçı de, ister ziraatten önce, isterse sonra ölsün;
mahsûl, ister yetişkin olsun, ister yetişkin olmasın müsavidir. Be-dâi'de de
böyledir. [27]
Müzâri (= ziraat yapan
= çiftçi = zirâatci) ziraatın hasadından sonra ölür; o yerde de zirâat bulunmaz
ve ne yaptığı da bilinmez ise; tarla sahibinin hissesi bu ziraatcinin malından
—tohum kim tarafından olursa olsun— tazmin edilir. (== ödenir.) Çünkü yer
sahibinin hissesi, onun yanında emânettir. O meçhul olarak ölünce, —emânet
gibi— terekesinden —borçlu Ölen emanetçi gibi— ödenir. O mahsûlü ne yaptığı
bilinmese bile bu böyledir.
Keza, meyve
olgunlaşsın veya olgunlaşmasın, âmil ölürse, hurmalık sahibinin hissesi,
âmilin yanında emânettir. Mebsût'ta da böyledir.
İmâm Muharamed (R.A.)
şöyle buyurmuştur:
Zirâatci, ziraat
mahsûlünü ne yaptığı meçhul olarak ölür Ve bu durumda tarla sahibi:
"Zirâatci, onu zayi eyledi." der; vârisler ise: "Mahsûl
çalındı." derlerse, bu ziraatcinin mahsûldeki hissesi alacak olarak, alınır.
Vârislerin "çalındı." demelerine itibar edilmez. Bu hüküm, yer sahibinin
mahsûldeki hissesinin, ziraatcinin yanında, emânet olduğunun da bir delilidir.
Şayet, zirâatci
hayatta iken zayi olsaydı; yer sahibine tazminat gerekmezdi.
Emânet yanında iken
ölünce, o borç olarak kalır ve tazminatı gerekir.
Şayet, miktarında,
zirâatci ölmeden önce ihtilaf olursa; o zaman, varislerin sözü geçerli olur.
Muamelede de cevab
aynıdır. Yani, âmil ölür de, meyveyi ne yaptığı bilinmez ise mes'ele yukardaki
gibidir.
Zikrettiğimiz
kavillerin tamamı, meyvenin ve diğer mahsûlün çıktığının bilindiği zamanla
ilgilidir.
Bunların çıktığı
bilinmez ise, o zaman tazminat gerekmez.
Şayet âmil, dirhemler,
dinarlar terk eder ve üzerinde de borç bulunur; yer sahibi veya hurmalık
sahibi de, onun sağlığında mahsûlün toplandığını biliyor iseler; onlar da
alacaklılardandırlar.
O dirhem ve dinarların
muamele veya müzâraa malı olduğu ancak hastanın ikrarı ile biliniyorsa; bu
hasta borçlu olduğundan ve ikrarı gereğince hareket edileceğinden ancak
sağlığında yaptığı borcu önce ödenir. Zeniyre'de de böyledir. [28]
Bu mes'eleler, bir
asıl üzerine bina kılınmıştır: Şayet, bir kimse, hastalığında bir tasarrufda
bulundu ve o hastalıktan da öldü ise, ona, alacaklıların ve vârislerin hakkı teallûk
etmez. Birde, alacaklıların ve varislerin hakkının bâtıl olmaması hâli vardır.
Bunların hakkı, o hastaya —bir mahalden, diğer mahalle intikal ettiği gibi—
intikal eder.
Meselâ: Bir malı
satmış, fakat bedelini almamış olması ve benzeri haller gibi...
Bu da hastanın
tasarrufatındandır ve sahih tasarruftur.
Hastanın, bir kısım
tasarrufuda vardır ki, bunlarda alacaklılarının da vârislerin de haklan
bâtıldır. Bu, hastanın teberrusudur.
Ölüm hastası ise, bu
tasarruftan memnu'dur. (= yasaklanmıştır.)
Bundan sonra,
alacaklıların ve vârislerin haklan, gerçekten onun mirasına taalluk eder.
Belirli şeylerde olduğu gibi...
İmim Muhunmed (R.A.),
el-Ad kitabında, şöyle buyurmuştur: Bir hasta, ölüm hastalığında, şartlarına
uygun bir şekilde, bir yerini müzâraa olarak verirse; burada iki durum vardır:
Birincisi: Tohumun,
zirâatci tarafından olması hâli.
Bu durumda müzâraa
caizdir. Zirâatcinin de yabancı veya vârislerden biri olması müsavidir. Keza,
bu hastanın borcunun, malının tamamını tamamen kaplamış olup olmaması da
farketmez.
İkinci donun: Tohumun,
hasta tarafından olması ve bu hastanın da başka malının olmayıp, yalnız o yeri
ile tohumunun bulunması hâli.
Bunda da iki durum
vardır:
A-) Zirâatci
yabancı olur ve ölünün borcu bulunmaz.
Bu durumda,
zirâatcinin, ekilen şeyin bitmiş olduğu hâldeki hissesine bakılır ve ona,
zirâtta ecr-i misil verilir.
Şayet, mahsûldeki
hissesinin kıymeti, zirâatcinin ecr-i misilİ kadarsa veya daha az ise bu
böyledir.
Çiftçiye, mahsûlden
hissesi kadar teslim edilir; sonra da artım yaparsa, ona itibar edilmez.
Şayet hissesi, ecr-i
misilden fazla ise, ölenin üçte bir malından çıkarılır. O takdirde, tamamı
zirâatciye —bir kısmı vasiyyet, bir kısmı da müaveda olarak— teslim edilir.
Eğer, çiftçinin
hissesi, ölenin malının üçte birinden çıkarılmaz ise» vârislerin izin vermesi
hâlinde, onun tamamı çiftçiye teslim edilir.
Şayet vârisler izin
vermez ise, zirâatciye, amelinin müaveda hükmüyle, ecr-i misli verilir; kalan
vârislerin olur. Ve vasiyyete itibar edilir. Bu, zirâatci yabancı olduğu zaman
ve ölenin borcu olmadığı zaman böyledir,
Ölen zâtın, malının
tamamını içine alacak kadar —sıhhatli iken veya hastalığında yapmış olduğu
borcu varsa; bu durumda ziraî ortaklıktaki hissesine —mahsûl çıktığı zaman—
bakılır: Bu hissenin bir kıymeti olur. Bu kıymet, zirâattan hissesi kadar
—veya yaptığı çalışma, yapması gerekenden daha az ise— hisse de az olabilir.
Bu hisse alacaklıya teslim edilmez; bilakis ona ortak olunur; ve onu hastanın
alacaklıları alır.
Şayet mal sahibinin
ondan başka hiç bir şeyi yoksa hisseleri mikta-nnca aralarında taksim ederler.
Bu, müzâraanın
kıymeti, hasad vaktine kadar artarsa, böyledir.
Şayet âmilin ecr-i
misli hissesinden fazla olacak olursa; zirâat onun ecr-i misline, alacaklıların
alacağına göre darbolunur. Herkes hakkı kadarını alır ve zirâatciye teslim
edilmez. Ancak, zirâatci kendisi kesesinden harcama yapmışsa, o müstesnadır.
Onu, alacaklılara düşenden de alır. Ve o yer satılır; herkes alacağı nisbette
alacağını alır.
Zikrettiğimiz bu
husus, zirâatci yabancı olduğu zaman böyledir.
Zirâatci vâris ise,
amelinin, (= çalışmasının) ecr-i mislini veya fazlasını alır.
İmim Ebû Hanîfe
(R.A.)'nin kıyâsına göre, bu durumda müzâraa fâsid olur. Hatta o vâris, çıkan
mahsûlden bir şeye ortak olamaz, ancak ecr-i mislini alır.
İmimeyn'e göre ise,
eğer hasta borçlu değil ise, vârisin hissesine bakılır. Ekinin bittiği zaman
hissesi kıymeti ile aynı veya daha eksikse, ecr-i mislini veya azım alırsa; bu
meşru olur. Bundan sonra ziyadeleşme olursa; ecr-i misli ve çalışması kadar fazla
alır.
Şayet fazlalık olmaz
ise, şartı kadarını alır. Zira müstehak olsa, vasiyyet kadarına müstehak olur.
Vârise ise, vasiyyet olmaz. Ancak, diğer vârisler razı olursa, o zaman olur.
Şayet ölen çok borçlu
ise, cevap yabancıya olan cevabın aynıdır. Çünkü, önada vasiyyeti yoktur. Cevap
yabancının cevabı gibidir. Ki biz, bunu daha önce zikrettik. Muhıyt'te de
böyledir.
Sağlam olan bir adam,
hastalığına kadar, bir yerini müzâraa ortaklığına verir; tohumda âmil
tarafından olur; bu tarla sahibinin, başka bir malı da bulunmaz ve bu tohum,
tarladan çıkar; adam da ölürse; cevap, hasta bir adamın, tohumu âmilden olmak
üzere, tarlasını zirâatciye vermesinin cevabının aynıdır.
Çünkü, burda hasta,
amili, çıkacak olan mahsûlün bir kısmı karşılığında icarlamıştır.
Muamele de, bu
hususta, aynen böyledir. Seraha'nin Muhıyt'nde de böyledir.
Hasta, kendi adına,
tarlasına ekilip, dikilmesi için bakliyat verdiğinde; bu bakliyat yetişmez
veya hurmalar olgunlaşmaz yahut bahçenin meyveleri henüz yeşil (ham) olur,
olgunlaşmış olmazsa; şartlan da "Allah neyi verirse, ona ortak olmak"
olursa, cevap müzâraada olan cevabın aynısıdır.
Şayet tohum hasta
tarafından verilmiş ise bu böyledir.
Eğer hasta,
hurmalığını bir seneliğine, muâmeleten (= çalışıp bakması) onu sulaması, budaması
ve benzeri işleri yapması, Allah'ın vereceğin de ortak olmaları şartıyle
vermiş; hurmalar da çıkıp, yetişmemiş ise; âmile, onun ecr-i misli veya ondan
azı verilir. Onu sular, bakar ve hurma sararırsa; bu durumda o, büyük mal olmuş
olur; sonra da, hurmalar yaramaz hâle gelip bozulurlar, ve kıymeti, onun ilk
zamandaki hâlinden aşağı düşer; bundan sonra da hurmalık sahibi Ölür ve üzerinde,
bütün malını kuşatıcı borcu olursa; ölenin malının tamamı, âmil ile diğer
alacaklıları arasında taksim edilir ve alacaklıların alacakları nis-betiyle
çarpılır. Âmilinki de hurmanın sararmış halindeki kıymeti ile çarpılır. Âmil
meyveden noksan olanı tazmin ettiremez.
Şayet ölenin borcu
yoksa, mes'elenin diğer kısmı hâli üzeredir; âmil çıkan hurmanın yansını alır;
yarısını da vârisler alırlar. Muhyt'te de böyledir.
En doğrusunu bilen
Allahu Teâlâ'dır. [29]
İmâm Muhammet! (R.A.),
şöyle buyurmuştur: Bir adam, hastalandığında, elinde başka birinin ekmiş
olduğu mezrûat bulunur; sıhhatli hâlinde de borcu olur ve bu hasta, tohumun
kendi tarafından verilmiş olduğunu İkrar eder; çıkacak olan mahsûlün de üçte
ikisinin tarla sahibinin olacağını söyledikten sonra ölür; bu sözü (ikrarı) da
alacaklılar inkâr ederlerse; duruma bakılır: Şayet hasta bunu ziraat hasad
edildikten sonra söylemişse, ikrarı kabul edilmez; önce sıhhatli iken yapmış
olduğu borç ödenir; alacaklıların paralan verilir. Geride bir şey kalırsa, onun
da üçte ikisi tarla sahibine —yerinin ecr-i misli olarak— verilir. Fazlası
bulunursa, o da vessiyyetine göre harcanır, ölenin maundan üçte biri
çıkıldıktan sonra kalanına böyle yapılır.
Şayet hasta bakliyatı
ektikten sonra, sıhhatli iken yapmış olduğu borcunu ikrar eder ve bu borcu
ödendikten sonra da, bir şeyi kalırsa; geride kalanın üçte birinden, şart
kılınanın tamamı verilir.
Bu, o hastamn,
sıhhatli iken borcu olduğu zaman böyledir.
Şayet borcu, hastalığı
hâlinde yapmışsa; ikran o hâlde de vacip olur.
Eğer hasta, bizim
dediğimiz gibi ikrarda bulunmuş ve ziraat da bakliyat ( = tere, maydanos,
pırasa, lahana ve benzeri gibi yeşillikler) ise, önce yer sahibinin alacağı
verilir. Çıkan mahsûlün Üçte ikisi onun olur.
Şayet, bu üçte iki,
ecr-i misilden fazla ise, bu böyledir.
Eğer hasad çıktıktan
sonra, ikrar eylemişse, duruma bakılır: Şayet ikrarı borcundan önce ise; önce
yer sahibinin hakkı verilir; sonra da borcu ödenir.
Eğer, borcunu önce
ikrar etmişse; yer sahibine ecr-i misil verilir. Bu, söylediklerimiz, tohum
ziraatçı, tarafından olduğu zaman böyledir.
Fakat, tohum yer sahibi
tarafından olur; hasta da aynı şekilde ikrar ederse; ikrarı ister önce olsun,
ister sonra olsun farketmez.
Şayet hasta olan yer
sahibi ise ve söylediğimiz gibi de ikrarı varsa; cevap, ziraatçı ile ilgili
cevabın aynısıdır.
Bir adam, hurmalığını,
muamele olarak birine verdiğinde,mah-sûl yetişip hurma olur; âmil de hastalanır
ve: "Şartımıza göre, benim hissem altıda birdir." der; hurmalık
sahibi de, onu doğrular; fakat bu sözü, alacaklılar ve vârisler inkâr
ederlerse; bu durumda, âmilin sözü geçerli olur.
Şayet âmilin varisleri
veya diğer alacaklıları: "Biz, hurmalık sahibinin yarıcı olduğuna dair,
beyyine gettiririz." derlerse; bu beyyineleri kalûl edilmez.
Şayet onlar,
davalarında, hurmalık sahibinin yemin etmesini isterlerse, hurmalık sahibi,
yemin eylemez.
Âlimlerimiz şöyle
demişlerdir:
Kitapda, hurmalık
sahibinin, —varislerin yarı davasında— yemin etmiyeceği, İmâm Muhammed (R.A.)
tarafından zikredilmedi:
Fakat, İmâm Ebû Yusuf
(R.A.): "Yemin eder." yani "Yemin etmesi istenilir."
buyurdu.
Keza âmil sağ olur ve
"hurmalığın, altıda birine ortak olduğunu" ikrar ederse; uygun olanı,
hurmalık sahibinin şartın altıda bir olduğuna dair yemin etmesidir.
Sonra da âmil:
"Şartımız, yarı yaryadır; ben, altıda bir dedim." der ve yalan
söylediğini bildirirse; bu durumda uygun olanı, hurmalık sahibine yemin
vermiktir.
Bu durum, âmil yabancı
olduğu zaman böyledir. Fakat, âmil vârislerden olur ve bu âmil ikrar ederek,
"şartın altıda bir olduğunu" meyve yetiştikten sonra söylerse; ona
inanılır.
Eğer âmilin vârisi
veya alcaklısı: "Biz, yarıcı olduğunu belgeleriz." derlerse; bu
beyyineleri dinlenir ve kabul edilir.
Şayet hurmalık
sahibinden, yemin etmesini isterlerse; buna da haklan vardır; isteyebilirler.
Hasta ikrar ederek,
"hurmalığı, vârise verdiğini, meyvesinin yetişmediğini" söyledikten
sonra, "borçlu olduğunu" hastalığı hâlinde ikrar eder ve sonra da
ölürse; önce âmilin alacağı —amelinin ecr-i misli xadar— verilir. Sonra da
hasta iken, borçlu olduğunu ikrar eylediği alacaklılara, borcu ödenir.
Bunu, Şeyhû'l-İslâm
Şerhinde böyle buyurmuş ve " İmâmey'nin kavli olduğu umulur."
demiştir.
İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'niri kavline gelince, o "En münâsibi, ona inanmamaktır."
buyurmuştur.
Biz bunu, Büyü' (=
alım-satım) kitabında zikrettik.
Âmilin, vârisi:
"Bizim hakkımız kaldı; bize ulaşmadı." der; bir kısım varisleri de:
" Senin bir hakkkın kalmadı; senin hakkın ecr-i misildi; onu da
aldın" derler, âmilde diğer vârislerden yemin etmelerini isterse; buna
hakkı var mıdır?
Burada iki durum
vardır. Eğer âmilin vârisleri, "akdin sıhhatli hâlinde yapıldığını;
ikrarın ise hastalığında yapıldığını" söylerlersi; onlardan yenim
isterler.
Şayet: "Müzaraa
akdi hastalıkta yapılda." derlerse; yemin isteyemezler. Muhıyt'te de
böyledir.
En doğrusunu, ancak
Allahu Teâlâ bilir. [30]
Bir adam, arazisini ve
hurmalığını birine rehin bıraktığında, rehin alan şahıs teslim aldıktan sonra,
yer sahibi, ona: "Sula.bak, aşla-ma yap, çıkan mahsûle ortağız." der;
o da bunu kabul ederse; bu durumdaki muamele fâsiddir. Mürtehin için, ecr-i
misil vardır. — Muhafazanın haricinde,— aşılama, sulama yapmış olmasının
karşılım da, o yer ve çıkan malsûl rehindir.
Keza, rehin bir yer,
bakliyat ekilmiş olsa; bu durumda ortaklık caiz olmaz.
Eğer tarla, boş olarak
rehin bırakılıp tohumunu rehin alan verir ve onu, rehin veren ekip, dikerse, bu
durumda, ortaklık caiz olur. Çıkan mahsûle, şartlarına göre ortak olurlar.
O yer de rehinlikten
çıkar. Yeniden rehin bırakmak gerekir.
Şayet tohum rehin
verenden olur; mürtehin de ziraatan sonra, orayı geri verirse; işte bu rehin
olur.
Bir adam, köyde olan
hurmalığını rehin bırakıp, "oraya, —kendi tohumuyla— bir sene ekin
ekilmesini söylediğinde; ziraatci, bunu yarıcı olarak yapar; o yere bakar
sular ve aşılarsa; bu durumda müzaraa caiz; muamele fâsid olur. Çünkü, yalnız
müzâraa yaparlarsa bu caiz olur. O yer de rehinlikten çıkar.
Yalnız muamele
yaparlarsa işte bu caiz olmaz.
Aralarını cem ederse
—yani hem müzâraa, hem muamele yaparsa— caiz olur. Yalnız biri olunca, o hâlde,
muamele fâsîd oluyor da, müzâraanın fesadı gerekmiyor. Çünkü, muamele, müzâraa
üzerine atfediliyor. Ve onda bir şart olmaksızın yapılıyor Serahsi'nin
Mahıyt'nde de böyledir.
En doğrusunu bilen,
Allahu Teâlâ'dır. [31]
Bir adam, kölesini
"bir yerini, ziraat yapmak ve Allah'ın vereceğine ortak olmak üzere"
Azâd eder; köle de buna razı olursa; burda iki durum vardır: Birincisi: Yerin
efendisi tarafından, tohum ve çalışmanın (—ekip biçme, sürüp savurmanın—) köle
tarafından olması hâli.
Bu durumda olan
müzâraa fâsiddir; azâd ise caizdir. Çünkü, bu müzâraa azâdlık şartına; şart
ise, mürâraaya bağlıdır, tki şartla yapılan akid bâtıldır. Azâd olmak ise bâtıl
değİldir.Köle ekini eker ve bu tohum yerden çıkarsa; çıkanın tamamı kölenin
olur. Efendisine, yerinin ecr-i misli verilir. Diğer müzaraat fâsiddir.
Kölenin, onun kıymetini vermesi gerekir.
İkincisi: Yerin ve
tohumun efendi tarafından, yalnız çalışmanın köle tardafmdan olması hâli
Bu da yukardaki gibi
fâsiddir. Âzâd ise caizdir. Bu durumda çıkacak olan mahsûlün tamamı efendinin
olur. Köleye ecr-i misil verilir. Çünkü, efendisi onu azâd etmiştir.
Bir adam, kölesini,
ziraat yapmak üzere ve efendisinin yerini bir sene ekmesi; çıkacak olam mahsûlü
de Allah'ın verdiği kadarı yarı yarıya taksim etmek şartıyle mükatebe ederse;
bu da önceki gibi, iki
durumdadır:
Birincisi: Yer ve
tohum efendi tarafından; yalnız çalışmanın mükâtep tarafından olması hâli.
Bu durumdaki müzâraa
ve mükâtebe fâsiddir. Kitabet fâsid olunca, efendi için akdi bozma hakkı
vardır.
Şöyle ki: Bir adam,
kölesini şarap veya domuza karşılık olarak mü-kâteb yaparsa; bu kitabet caiz
olmaz. Eğer efendisi akdi bozmaz da mü-kâteb o yeri eker; oradan çıkan her şey
efendinin olur. Bu durumda mükâtebe, çalıştığının ecr-i misli verilir. Ve, bu
mükâtep azâd olmuş olur. Çünkü, onun azâd edilmesine, —fâsid bir kitabet ile—
sebebler bulunmuş olmaktadır. O da, Mükâtebin o yeri, bir sene ekmesiydi, o da
öyle oldu.Yani ekti.
Şöyle ki: Bir adam,
bir rrıtır şarap karşılığında, kölesini mükatep yapar; köle de onu verirse;
efendisinin, mükâtebe onun kıymetini vermesi gerekir. Köle de efendisinden
ecr-i misil alır. ikisi, birbirini karşılıyorsa, takas olur.
Şayet, kölenin ecr-i
misli, kıymetinden fazla değil ise, o fark için, efendisi mükâtebe müracaat
eder ve onu alır. Eğer ecr-i misil, kıymetten fazla İse, o efendinin olur.
Eğer, yer efendinin
olur da, tohum ile ohu emek mükâtebden olursa; bu durumda da müzaraa ve
mükâtebe fâsiddir. Efendisi, bu akdi bozabilir. Bozmaz da devam ederse, ekilen
yerden de çok mahsul çıkarsa, veya hiç bir şey çıkmazsa; bu mükâtep azâd
edilmiş olmaz.
Muamelede de cevap
aynısıdır. Tohum efendi tarafından olunca, hâl budur. Muhiyt'te de böyledir.
En doğrusunu Allahu
Teâlâ bilir. [32]
Arazisini, o sene
ekmek üzere, bir adam, bir kadınla nikahlanır ve "tohumu ile çalışmanın
kadına ait olması, çıkanı da yarı yarıya taksim etmelerini'* şart koşarlarsa;
bu durumda nikâh caizdir, müzarâa ise fasidedir.
Bu durumda,, kadının
mehri, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, o yerin ücretinin yansı kadardır. İmâm
Muhammet! (R.A.)'e göre ise, onun mehri,emsalinin mehri gibidir ve o yerin
ücretinin yarısı kadardır.
Kadın o yeri ekerse;
ordan çıksın veya çıkmasın, kadın boşan-mamiş olması hâlinde, çıkan mahsûlün
tamamı, bu kadının olur.
Bu, İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'a göre böyledir.
Bu kadın, yer
sahibinin yerinin, ecr-i mislinin yarısını vermesi gerekir. Kocasının üzerinde
de mehri yoktur.
İmâm Muhammed (R.A)'e
göre ise, kadının, o yerin tamamının ecr-i mislini vermesi gerekir. Kocasının
üzerinde de mehr-i mislinin en azı vardır.
Şayet onun mehr-i
misli, o yerin ecr-i misli kadarsa veya daha fazla ise, o takdirde misilleme olur.
Eğer, mehr-i misli az
ise, kadın, o yerin ecrinin noksanlığını tamamlar. Serahsi'nin Muhıyt'nde de
böyledir.
Bundan sonra, o kadını
kocası, ona dâhil olmadan ve ziraattan da önce boşarsa İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a
göre bu kadının, kocası üzerinde o yerin ücretinin dörtte biri kadar —müzâraa
sebebiyle— hakkı vardır. Kocasının ise, onda hiç bir hakkı yoktur.
İmâm Mnhammed (R.A.)'e
göre ise, ziraattan sonra boşasa bile, bu kadına, muta (= bir miktar yardım—)
vardır. İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre ise, mehir olarak, bu kadına o yerin dörte
birinin ecr-i misli verilir.
Şayet, tarla ve tohum
koca tarafından olur; emek (= çalışmak) de, yalnız kadın tarafından olursa;
bununla, tohum ve emeğin koca tarafından, tarlanın kadın tarafından olmasının
arasında bir fark yoktur.
Yer ile tohum, kadın
tarafından; yalnız çalışmak koca tarafından olursa; işte bununla tohum ve
çalışmanın kadın tarafından olması arasında bir fark yoktur; ikiside aynıdır.
Muhıyl'te de böyledir.
Bir adam, bir kadım,
"Ona hurmalığını vermesi ve kadının da, bu hurmalığa bakıp çalışması;
çıkan mahsûle de ortak olmaları" şar-.iyie nikahlarsa; bu takdirde kadına
mehr-i misil vardır. Çünkü, kocası ona, çalışması karşılığında, mahsûlün
yansını şart koşmuştur.
Bir adam, bir kadını
hurmalığının yansını ona emek mukabili vermek üzere, nikahlarsa; bu mes'elede
ihtilaf vardır. Çünkü koca, onu, "çıkacak olan mahsûlün yansı, mehrine
karşılıktır." diye iltizam edebilir. Zahîriyye'de de böyledir.
Hulû ( = mal mukabil
boşama, boşanma) mes'elesine gelince; Nikâh babında bu mes'eleler, enine
boyuna beyan edilmeştir.
Eğer kadın yerinin
mefaatini bezi etmiş ise İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, hulû sebebiyle kocanın,
o yerin ecr-i mislinin yarısını alması gerekir.
İmâm Muhammet!
(R.A.)'e göre ise, hulû, mehr-i müsemmaya baliğ olacaktır. Ve o yerin ecr-i
mislinin tamamı olacaktır.
Şayet kadın, ordan
çıkacak olan mahsûlün yarısını bezi etmiş ise, hulû, bil-icma, tam mehr-i
müsemması kadarmadır.
Kasden kati (= adam
öldürme) de sulh ile ilgili cevap da, hulû'-un cevabının aynıdır.
Şayet katil, kendi
yerini veya şahsî menfatini bezi eylemiş ise, (vermiş ise) İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'a göre ölenin velisi, o yerin ecr-i mislinin yansını alır. Veya,
kazancının yarısını alır.İmim Mnhammed (R.A.)'e göre ise, ölenin velisi, o
yerin ecr-i mislinin tamamını, —diyetten az ise— alabilir.
Şayet katil, o yerden
çıkacak olan mahsulün yansını vermek üzere anlaşma yaptı ise, (Şöyle ki: Tohum
kendi tarafından olacakdır) o takdirde ölenin velisi diyetin tamamını alır
veya affeder; her hâli de sahihdir. Nikâh da böyledir. Fâsid olan şartlarla, af
bâtıl olmaz. Hulû da böyledir.
Bu, kasdın adam
öldürmede yapılan sulha göredir. Eğer öldürme işi, hatâen olmuşsa veya kasden
olmuş fakat orada kısasa imkan olmamış ve mal gerekmişse, bu takdirde müzâraa da,
sulh da her ikisi de fasiddir.
Velinin —cinayet
diyeti olan— hakkı cinayet işleyen şahısta — Sulhda önce olduğu gibi— baki
kalır.
Sulh fâsid olunca,
varlığı yokluğu bir olur ve velînin hakkı canının üzerinde —diyet olarak—
kalır. Bu durum da böyledir. Muhıyi'te de böyledir. [33]
Bir adam, diğerine,
"arazisini veya hurmalığını, müzaraa veya muamele olarak vermesini"
emreder ve fazla bir şey de konuşmazsa; eğer o yeri ve hurmalığı tayin
eylemişse, bu vekâlet caizdir ve nafizdir. (= geçerlidir.)
Müddetini
açıklamamışsa, vekâlet, o seneye âit sayılır. Çıkacağın durumunu açıklamamışsa,
İmâmeyn'e göre örfe uyulur. İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre de böyledir.
Bu hâl, tohum yer
sahibinden olduğu zaman böyledir.
Hurmalık muamelesi de
böyledir.
Şayet tohum, âmil
tarafından ise, vekilin az hisse veya çok hisse ile vermesi İmam Ebfi Hanîfe
(R.A.)'ye göre, caizdir.
tmâmeyn'e göre ise,
Örfe göredir.
Muhalefet ederlerse
gasp olur; muvafakat ederlerse, çıkacak mahsûlden müvekkilin alması —eğer
tohum kendisinden ise— hak olur.
Ağaçlar muamelesinde
de böyledir.
Eğer tohum âmil
tarafından ise, vekilin, mahsûlden alma hakkı vardır. Talarhâniyye'de de
böyledir.
Bir adam, diğerine,
"bir yerini, müzâraa için vermesini" söyler; o da birine verip,
"buğday ekmesini veya arpa ekmesini yahut susam ekmesini, veya başka
şeyler ekmesini" şart koşarsa; müvekkil için, bunların tamamı caizdir.
Bir adam, diğerini,
"kendisinin müzaraa yapması için, bir yer almak üzere" vekil
ettiğinde, o da müvekkili için, birisinden bir yeri, oraya buğday ekmek veya
arpa ekmeyi şart koşarak yahut başka şey ekmeyi söyleyerek alırsa; oraya o şart
koluşan şeyin haricinde bir şey ekilemez. Şart koşulan ne ise, ancak o ekilir.
Bir adam, diğerini,
"bir yerini, bir seneliğine müzaraa olarak vermeye" vekil eder; o da,
orta halli olmak üzere bir kür buğday veya arpa yahut susam veya pirinç
veyahutta benzeri bir hububat karşılığında, orayı icara verirse; bu istihsânen
caizdir. Kıyâsda ise ihtilaf vardır. Çünkü müvekkil, çıkan mahsûle ortak olmaya
razı olmuştur; bu iş onun rızasının hilafına yapılmış olur.
Fakat, yapılan işi
güzel görür de : "Maksud hasıl olmuştur." derse, bu durum da güzel
olur. Çünkü, menfaati vardır.
Şayet ortağa vermiş
olsa ve o da bitmeseydi veya bitse de bir âfete maruz kalıp yok olsaydı, bu
durumlarda, tarla sahibine hiç bir şey verilmeyecekti. Şimdi ise, icarı
bellidir. Şartlar ne olursa olsun, bir kürümü alacaktır.
Vekilin, müvekkilin
faydasına iş yapmış olduğu hâllerde, ona muhalefet yapılmaz. Muhalefet olmayınca
da, yapılan akid, aynen müvekkilin akdi gibi olur.
Müstecir, icarladığı
yere —müzaraanın hilafına— istediğini eker. Şart koşulan icar da, her ne ise,
onu öder. Eğer icar para ise, para Öder; elbise (ve benzerleri) ise, onları
öder.
Müzâraada, cinsinin
haricinde Ödeme yapılmaz. îcâre böyle değildir. Vekil ahm-satımda olduğu gibi,
—şartı olmadığı zaman— müvekkilin yerindedir. Mebsut'ta da böyledir.
Bir adam, diğerine:
"Müzâraa için, şu yeri al." deyip; başka bir şey söylemese vekil de
onu bir kür buğdaya icarlasa; işte bu caiz olmaz. Ancak, tohum, tarla
sahibinden olursa, caiz olur.
Şayet vekil,
"çıkacak olan mahsûlün yer sahibine ait olmasını; âmile de bir kür buğday
vermesini" şart koşarsa; caiz olur.
Şayet vekil, yer
sahibine "dirhemler veya elbiseler verileceğini" söylerse; —emreden
razı olmadıkça— bu caiz olmaz. Tatarhâniyye'de de böyledir.
Bir adam, diğerine
"üçte biri kendisine (yer sahibine) olmak üzere, müzaraa yeri
olmasını" söylediğinde; bu vekil "üçte biri, zirâatciye, üçte ikisi
yer sahibine olmak üzere" bir yer alırsa bu çiftçi açısından caiz olmaz.
Çünkü, bu durumda, netice ona söylediği söz gibi değil; tam tersidir.
Şayet, bu şahıs,
vekile "üçte birle" demese de, yalnız "üçte bir" demiş
olsaydı; mes'ele hâli üzerine kalır ve caiz olurdu. Çünkü, burda ma'kûdün aleyh
âmilin amelidir; o da çıkacak olan mahsûlden amelinin karşılığını alacaktır.
Üçte bir şart koşulduğna göre, başka yapılacak iş yoktur. Mebsût'ta da
böyledir.
Bir adam, diğerine,
bir yerini, bir seneliğine, bir kür —orta halli— buğday karşılığında icara
vermek üzere vekil tayin eder; bu vekil de o yeri, müzâraa olarak buğday ekmek
şartıyla yarıya verir ve o çiftçide ekerse; bu durumda vekil müvekkilime
muhalefet etmiş olur. Fetâvâyi Kâdihân'da da böyledir.
Bir adam, diğerine,
"müzaraa olmak üzere, bir yerini üçte bir karşılığında vermeye" vekil
eder; vekil de, üçte biri yer sahibine olmak üzere verirse, bu caiz olur.
Şayet yer sahibi:
"Ben üçte birle, ziraatciyi kasdeyledim" derse; bu sözüne inanılmaz.
Ancak tohum kendisinden ise, o takdirde inanılır ve onun sözü geçerli olur.
Mebsât'ta da böyledir.
En doğrusunu bilen
Allâhu Teâlâdır. [34]
Çiftçi, gücü yettiği
hâlde, ektiği yeri sulamaz; o da kurursa, bu durumda tohumun bedelini tazmin
eder. (= öder) Burada sulamayı terk eylediği zamanki kıymete itibar edilir.
Şayet ziraat bir
kıymetin olmadığı; zaman sulamadı ise, o zaman ekilmiş hâldeki kıymeti ile
ekilmemiş olduğu hâlin kıymetinin yarısını tazmin eder. Hızâneiü'l-Müftîn'de de
böyledir.
Çiftçi, sulama işini,
diğer insanların âdetleri kadar geriye bırak-mışsa, bu durumda tazminat
gerekmez; değilse gerekir. Kerderi'nin Veci-zi'nde de böyledir.
Çiftçi, ziraatın
korunmasını terkeder ve ona hayvanların girip yayılmaları gibi âfetler
dokunursa; tazminatta bulunur.
Şayet mezruata çekirge
girerse; duruma bakılır: Onları men etmek imkânı bulunmaz ise, tazminat
gerekmez.
Hulâsa olarak: Ekici,
gücünün yettiğini terk eder de, muhafaza etmez ise, tazminat icabeder.
Şayet gücünün dışında
olursa, ziraatçıya tazminat gerekmez.
Ziraatçı, gece
beklenmesi örf olan harmanın muhafazasını terk ederse, onu tazmin eder.
Gunye'de de böyledir.
Ebû'l-Leys'in
Fetvâlan'nda şöyle zikredilmiştir: Ziraatı hasad edip onu süren, savuran bir
ziraatci, bunun için ortağından izin almamışsa ve böyle bir şart da yoksa; zayi
olması hâlinde ortağının hissesini tazmin eder. Keza, bu mahsûl gafletinden
dolayı zayi olursa, yine tazmin eder.
Fakıyh Ebû Bekir
el-Belhî de şöyle buyurmuştur: îhmâlliğinden dolayı zayi olursa, tazmin eder.
Fakıyh Ebû 1-Leys,
şöyle buyurmuştur:
İnsanların yapmadığı
şekilde, —sulama işini— geriye bırakır da zayi ederse, tazmin eder.
Şayet diğer insanlar
gibi te'hir ederse, tazminat gerekmez.
Buna binâen, Belh
âlimleri şöyle buyurmuşlardır: Zirâatciye bunlar şart koşulmalıdır. Ve
bunların amellerin sıhhatinin şartlarındandır. Mahıyt'te de böyledir. Keza
pamuk kozalarını, toplayıp cem etmemek tazminatı gerektirir. Hızânetü'l-Müftin'de
de böyledir.
Ekicinin, havucu
yerinden çıkarmayı terk etmesi buğdayı yetişmeden biçmesi, tazminatı
gerektirir. Kerderî'nin Verîzi'nde de böyledir.
Mecmûu'n-Nevâzil'de
İmâm Ebû Vûsûf (R.A.)'un şöyyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
iki kişinin ortak bulunduğu
bir tarlayı, onlardan birisi sulamaktan kaçınırsa, cebredilir. Şayet durum
hâkime haber verilmeden mahsûl fesada giderse, tazminat gerekmez.
Eğer durum hâkime
haber verilir, hâkim de ona emreder ve yapmaz da mahsûl zayi olursa, onu
tazmin eder. Zehiyre ve Hnlâsa'da da böyledir.
Nesefî'nin
Fetvâlan'nda şöyle zikredilmiştir.
Tarla sahibinin
sığırı, çiftçinin yanında olduğunda, onu otlatmaya salar, çobana yollarsa;
—zayi olması hâlinde— tazminat gerekmez. Çobana da tazminat gerekmez.
Bu mes'ele hakkında
rivayetler muhtelifdir. "Kendisine emânet bırakılan şahıs, bırakılan
emânet, kendi öz malım muhafaza ettiği gibi muhafaza etmelidir, diye fetva
verilmiştir.
O çiftçi de öküzleri
başı boş bırakmamalıdır. Çünkü, onlar, ona emânet edilmişlerdir. Şayet,
otlasınlar diye, başı boş ve yalnız bırakır: o da zayi olursa âlimler tazmin
edip etmemesi hakkında ihtilaf etmişlerdir.
Fetva ise tazminat
etmemesi üzerinedir. Hülâsa'da da böyledir.
İmam Muhammed (R.A.)
el-Asl'da şöyle buyurmuştur.
Bir adam, arazisini,
diğerine, "o sene ekmek üzere vererek" karşılık olarak da, kür,
belirli bir buğday alacağını*' söylese işte bu caizdir. Adam, o senenin
tamamında, o yeri eker.
O sene, mahsûl bozulur
veya zayi olursa; ziraatci tarla sahibine, oranın tam icarım verir. Bu icâre
bozulmaz.
Her ne kadar, adamın
belirlediği buğday bulunmasa bile, çiftçi aynı buğdayın kıymetini öder.
Muhiyt'te de böyledir.
Bir adamın sulayacağı
yeri, başka birisi sulanamaz, hâle getirir ve o suda, o adamın olur; ekili
şeyler de zayi olursa; bâzı âlimler: "Tazminat gerekir." demişlerse
de, fetva "tazminatın gerekmesi üzerinedir. Cevâhirü'l- Ahlâti'de de
böyledir.
Yazlık olarak ekilmesi
mu'tad olan tohum, tarlada bekletilirken çiftçilerden biri kaybolup, diğeri
yalnız kalır; o da o yerin ağacını söküp alırsa; ağacı söken şahıs, onu —aynı
cinsten olmak üzere— tazmin
eder.
Semerkant ehlinin
âdeti, kışlık ekilen tohumu mahallinde bekletirken, ziraatci meydanda olmaz ve
yazın gelirse, tohum sahibi, ona tohumu vermezse, bir şey gerekmez.
Şayet o adam, ekim
yapacağı yerdeki odunları veya ağaçları sökerse, onu sökmek âdet ise, bir şey
gerekmez. Eğer, âdet değilse, onu tazmin edip öder. Muhıyt'te de böyledir.
En doğrusunu bilen
AUahu TdUft'dır. [35]
Bir adam, müzâraada
veya muamelede, —tohumun âmilden olması hâlinde— kefaleti şart koşarsa; bu
şart fâsid olur.
Eğer, kefalet şart
koşulmuşsa, bu husustaki kefalet-bâtıl; müzâraa ise sahih olur.
Tohum, âmilden olduğu
zaman, amel ona göre mazmun değildir; dilerse çalışır; dilerse, çalışmaz.
Mazmun olmayan yerde
de, kefalet fâsiddir.
Müzâraa hakkında
kefaleti şart koştukları zaman, bu şart da fâsiddir. Çünkü, akidde iktiza
eylemez. Satımda olduğu gibi, burdada fâsiddir.
Icârede, kefalet şart
koşulduğu zaman, fâsid olmaz; şahin olur.
Şayet tohum tarla
sahibinden olursa, ziraatçı ya bizzat çalışır veya çalışmaz. Eğer onun
çalışması şarta bağlanırsa, kefalet de, müzâraada caiz olur. Akidden sonra olsa
bile zarar etmez. Çünkü kefil olması mümkün olan şeye kefil oluyor. Zira âmil,
mezrûatta çalışmaya mecburdur. Bu, müzâraanın hükmündendir. Onu yerine
getirmesi mümkündür.
Şayet, kendisinden
kefil alınan zat çalışmaz ise, kefil çalışır.
O takdirde, kefile
ecr-i misil verilir.
Şayet o yerde, bizzat
zirâatcinin çalışması şart koşulmuş ve kefil yalnız akid zamanı kefil olmuşsa;
bu durumda, her ikisi de (kefalet de müzâraa da) fesada gitmiştir.
Şayet, kefil şart
koşulmamışsa, müzâraa sahilidir. Çünkü, zirâatcinin haricinde, kimsenin
çalışması şarta bağlanmamıştır; yalnız çitci çalışacaktır. Bu durumda, kefalet
bâtıldır. Serahsi'nin Muhiyü'nde de böyledir.
Muamelede cevap:
Hurmalık sahibi, âmilden kefil alırsa, cevap, aynı müzâraada olduğu gibidir.
Şayet tohum mal
sahibinden ise, onu da bir adama yan yarıya müzâraa için vermiş; çiftçiden de,
mal sahibi kefil almış veya o mal sahibinden kefil almışsa; bu kefaletler
fâsiddir.
Eğer, müzâraatda,
kefaleti şart koşmuşlarsa, bu durumda müzaraat da fâsiddir.
Şayet, biri birinden
-kendi hisseleri, helak olduğu zaman ıçın-karşılıkh kefil olmuşlar ve kefaleti,
müzâraaya şart koşulmuşsa; bu mu-zâraat fâsiddir; kefalet ise caizdir.
Eğer müzâraaya şart
koşmamışlarsa, her iki kefalette caizdir
Sâyet müzâraa fâsid
olur da, birisi diğerinden, çıkacak mahsûldeki hissesi için kefil olursa, bu
kefalet de batıldır. Muhyfte de böyledir.
En doğrusunu bilen
Allahu Teila'dır. [36]
Ticârete izin verilmiş
bir kölenin, şartlarına uygun olarak, bir yerini müzâraaya vermesi caizdir.
Tohumu, ister bu köleden olsun, isterse zirâatciden olsun farketmez. Şartlan
yerinde olan, izinli sabinin de (ticâret için, babası veya vasisi izin vermişse)
zirâat için, bir yeri müzâraaten alması ve vermesi caizdir. Muhiyf'te de
böyledir.
Bir izinli, yerini
müzâraa için verdikten sonra, onu efendisi izinden men ederse; bu, iki halden
hâli kalmaz: ya, tohum kendisi tarafm-dandır. Veya zirâatci tarafindandir.
Şayet, tohum müzâri
tarafından ise, müzâraat hali üzerine kalır, îster onu ektikten Önce men
edilsin, ister sonra men edilsin farketmez.
Eğer, tohum köle
tarafından verilmiş ve o ziraattan sonra izinden men edilmişse, müzâraa hali
üzere durur.
Eğer daha Önce men
edilmişse, müzâraat bozulmuş olur.
Bir me'zun, müzâraa
yerini teslim alır; efendisi de onu izinden men ederse; eğer tohum tarla sahibi
tarafından ise, müzâraat hâli üzere kalır. Çünkü, kölenin çalışması lâzımdı. O
da men edildi.
Şayet, tohum köle
tarafından verilmiş ve bu köle, zirâattan sonra men edilmişse, ziraat bâtıl
olmuştur. Çünkü, efendisi onu zirâattan men eylemiştir. Memnu bir adamın da çalışması
mümkün olmaz. Memnui-yetle amel ma'zeret olur. Üzerinde yapılan akd ölür ve
fesh olmuş olur. Serahsî'nin Muhiyü'nde de böyledir.
İzinli bir köle,
tarlasını, birisine ortağa verip, tohumunu da verir ve *'O sene ekmesini,
mahsûlü yarı yarıya taksim etmeyi" şart koşar; sonra da efendisi, onu
ziraattan men ederse; bu müzâraa feshedilmiş olur. Eğer men etmez ise, hali
üzre kalır.
Keza, me'zun köle,
ziraat için bir yer alır ve tohumda, kendi tarafından olur; efendiside, onü
ziraattan men ederse; bu köle mahcur olmuş olmaz. Ve, bu köle için, o yeri
ziraat yapmak vardır. Zira men, umumî değildir. Biz, böyle söyledik. Muhiyt'te
de böyledir.
Memnu bir sabî veya
köle, tohumu ile birlikte bir yerini, —çıkacak olanı yan yarıya taksim etmek
üzere—ortağa verirse; bu bâtıldır.
Şayet adam çalışır ve
çıkarırsa; bu akid bozulmaz ve istihsânen, yarı yarıya taksim ederler.
Şayet, çiftçi çıkanı
zayi ederse; tamamını tazmin eder. Eğer köle azâd edilirse, müzâraa hâli
Üzerine avdet eder; efendisine verdiği için de müracaat edemez.
Sabî, buluğa erişirse
o da böyledir.
Sonra köle, çıkanın
yarısını alıp, borçlandığı kadarını zirâatciye verir.
Şayet, fazlası olursa,
o da efendisinin olur.
Eğer efendisi:
"Ben, noksan almam; tam yarısını alırım." derse; bu onun hakkıdır.
İster önce söylesin, ister sonra söylesin farketmez. Serahsî'nin Muhiyt'nde de
böyledir.
Şayet, tohum me'zun
tarafından olursa; müzâraa sahih olmaz. O yer hakkında, akdin bozulması
gerekir.
Hür bir adam, izinsiz
bir köleye, veya izinsiz ve aklı ermeyen bîr sabiye, tohumuyla birlikte, bir
yerini müzâraa olarak verir ve yer ile tohum aynı adamın olur; köleye de:
"Çalış." diyerek vermiş bulunursa; işte burda kıyâs, bu müzâraanın
bâtıl olmasıdır. Bu durumda çıkacak olan mahsûlün tamamı, yer sahibinin
olacakdır.
Istihsânda ise, bu
müzâraa şahindir. Çıkacak olan mahsûlü, şartlarına uygun olarak ortak
olmalarıdır.
Köle ve sabî mezrûat
yetişmeden ölürlerse; burada iki durum vardır: Eğer ecelleri ile ölmüşlerse; o
takdirde yer sahibi, kölenin kıymetini öder.
Sabî için bir şey
yapmaz.
Kölenin kıymetini
Ödeyince, çıkan mahsûlün tamamı, yer sahibinin olur.
Sabiye gelince, o
yerden çıkanın yansı kendisinin; yarısı da sabinin vârislerinin olur.
Fakat yaptıkları iş
sebebiyle Ölürlerse, bu ikinci durumdur.
Eğer, ziraatci köle ise,
o takdirde, yer sahibi, bu kölenin kıymetini tazmin eder. Ölümü, ister
hasaddan önce olsun, isterse sonra olsun farketmez.
O yerden çıkan
mahsûlün tamamı, yer sahibinin olur.
O kölenin efendisine,
o yerden bir şey verilmez.
Eğer çiftçi sabî ise
ve yaptığı işten uolayı, hasad yapılmadan önce ölmüşse; yer sahibi, onun
akilesine diyet öder.
Şayet tohum, köle veya
sabî tarafından ise, çıkan mahsûlün tamamı, sabî veya kölenin olur. Yer.
sahibi, yerinin ecr-i mislini alır.
Diğerlerine ücret
yoktur. Yalnızlarla sahibine noksanlık ücreti ödenir. Muhiyt'te de böyledir.
Bir vasî, yetimlerin
yerini, onlardan müzâraa olarak alırsa; bazı âlimler: "Bu caiz olur. Bu
durumda, vasîye vermeleri, başkasına vermeleri gibidir. Bu vasî, yetimin
malını icarlamış gibi olur." demişlerdir.
"Şayet, tohum da
yetimden olursa caiz olmaz. Çünkü tohum hâli hazırda itlaf edilmektedir."
Küçük bir çocuğun
yerini, vasî icarlasa; bu, İmânı Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre caiz olur. Çünkü,
burda yetime de, çocuğa da fayda vardır.
Muhtar olan ise, ecr-i
misil veya tazminat-ı misil yahut noksanlık misli verilmesi ve tohumun tazmin
edilmesidir.
Yetime gelince, onun
yerini rnüzaraa —çıkacak olan mahsuludan faydalanacak olmazsa— caiz olmaz.
Şayet, çıkan mahsûlden
faydalanacaksa, müzâraası caiz olur. Burda nazar sabî gibidir.
İmâm Ebû Yûsuf (R.A.),
şöyle buyurmuştur:
Bir vasî, yetimin
tohumunu alıp, onu yetimin tarlasına eker; bunun da müzaraa olduğuna şahit
tutarsa; ondan ödünç almış ve yerimde İcarlamış gibi olur.
Şayet, o yerin geliri
fazla olursa, o yetimin olur. Ücret fazla olursa, o yetimin olur. Fetâvâyi
Kübrâ'da da böyledir.
En doğrusunu bilen
Allahu Teâla'dır. [37]
Yer sahibi ile
ziraatçı arasında vâki olan ihtilaf iki nevidir: Birincisi: Miizâraanm caiz
veya fâsid olduğu hakkında ihtilaf. Taraflardan birisi, çıkacak olan mahsûlün
yarısı, veya üçte biri yahut dörtte biri veya benzen şartını iddia ederse; bu
dava caizdir. Bu da'vâ ortaklığın kopmasını gerektirmez.
İkincisi: Ortaklığın
kopmasını gerektiren da'vânın fâsid olup olmadığında ihtilaf.
Burada bir kaç vecih
vardır:
A-)
Ortaklardan birinin belirli ölçek şart koşulduğunu iddia etmesi
B-) Yarısı
ile birlikte, on ölçek de fazla olduğunu iddia etmesi:
C-)
Yansından on ölçek noksan olacağını iddia etmesi.
İkincisi: Ortaklardan
birinin, "şartın, çıkacak olan mahsûle yarı yarıya veya üçte biri; yahut
dörtte bir ortak olduğunu" iddia etmesi; diğerinin ise, buna karşılık,
"belirli bir ölçek" olduğunu iddia etmesidir.
Burada da iki durum
vardır:
1-) Tohumun
ekici tarafından olması hâlidir.
Şayet ihtilaf
ziraattan önce ise, fesadını söyleyenin sözü geçerlidir. Fesadını söyleyen
ortak ister tarla sahibi olsun, isterse tohum sahibi olsun farketmez. Bunlar,
karşılıklı yemin de etmezler.
Ve eğer iddialan
ekimden önce olur ve beyyineleri bulunursa, bu durumda cevazını iddia edenin
beyyinesi geçerli olur.
Şayet ihtilaf ekimden
sonra ise, tohum sahibinin sözü geçerli olur.
O ister caiz olduğunu
iddia etsin, ister fâsid olduğunu iddia eylesin farketmez. Keza ister o yerden
bir şey çıksın, isterse çıkmasın farketemz.
ikisi de beyyine ibraz
ederlerse, caiz olduğunu iddia edenin beyyinesi kabul edilir.
2-) Şayet
tohum, tarla sahibinin olursa; bu durumda, tarla sahibi, ziraatcinin önceki
durumunda olur. Ve hüküm bizim, o hususta söylediğimiz gibidir.
Ortaklardan birisi,
çıkacak olan mahsûlün yansını iddia eder de, diğeri de belirti ölçek mahsûl
iddiasında bulunursa; ve yine birisi çıkacak olanın yansını; diğeri de yansı
ile on ölçek fazlasını iddia ederse; burada da iki durum vardır:
Birincisi: Tarla ve
tohumun birinden olması hâlidir.
Bu durumda eğer
iddiacı "yarıdan on ölçek fazlayı" iddia ediyorsa; ekicinin sözü
geçerli olur. Çünkü o, yarı yarıya iddia ediyor.
Bu ihtilaf, ister
ziraattan önce olsun isterse sonra olsun farketmez.
Şayet her ikisinin de
beyyinesi varsa, "on ölçek fazlayı" iddia edenin beyyinesi kabul
edilir.
Eğer iddiacı, "on
ölçek fazlayı" iddia ettiği hâlde, tohum kendi tarafından değilse; işte o
çiftçinindir.
Şayet ekimden önce
iddia ediyorlarsa, bu durumda, caiz olduğunu iddia edenin sözü geçerli olur.
Bu da tohum sahibi olan şahıstır. Eğer ziraattan sonra iddia ediyorlarsa tohum
kendisinden olmayanın sözü geçerli olur. O da çiftçidir.
Şayet her ikisinin de
beyyinesi varsa, fazla ölçek iddia edinin beyyinesi geçerli olur.
Bu, tohum tarla
sahibinden olduğu zaman böyledir.
Eğer tohum çiftçi
tarafından ise, bu takdirde çiftçi yer sahibinin durumunda olur. Onu daha önce
söyledik. Yer sahibinin hükmü ne ise, bunun hükmü de odur.
Şayet tohum çiftçi
tarafından ise, iddia da "birisinin, yansım" iddia etmesi; diğerinin
de "on ölçek fazlasını" iddia etmesi veya "on ölçek
noksanını" iddia etmesi ise, bu da iki hâldedir:
A-) Tohumun,
tarla sahibi tarafından olma hâli.
Bu da önceki gibi iki
durumdadır.
1-)
İhtilafın ziraattan sonra olma durumu. Eğer, o yerde, bir şey çıkarmış; müddei
de yarıyı iddia ediyor ve tohum da kendi cihetinden değilse (ki o çiftçidir)
yer sahibinin sözü geçerli olur.
Her ikisinin de
beyyinesi varsa, çiftçinin beyyinesi kabul edilir.
Fakat, o yerden bir
şey çıkmamışsa; tohum sahibinin sözü geçerli olur ki, bu da yer sahibidir.
Her ikisi de beyyine
ibraz ederlerse, çiftçinin beyyinesi kabul edilir.
2-) ihtilaf
Ziraattan sonra ise bu böyledir. Fakat, ihtilaf ziraattan önce olursa, burda
da iki cevih vardır:
1-) İddiacı,
tohum sahibidir. Ve akdin sahih olduğunu iddia etmektedir.
Bu durumda, tohum
sahibinin sözü geçerli olur.
Her ikisi de beyyine
ibraz ederlerse, yine onun beyyinesi kabul edilir.
2-) Eğer
sıhhatini iddia eyleyen zirâatci ise, tohum sahibi olanın sözü geçerli olur.
Her ikisi de beyyine
gösterirlerse; çiftçinin beyyinesi geçerli sayılır. Zehiyre'de de böyledir.
Bu söylediklerimiz,
tarafların akdin caiz veya fâsid olduğunda ihtilaf ettikleri zaman söz konusu
olan hususlardır.
Akdin cevazında
ittifak ederlerde, şart koşulanın mikdarında ihtilaf ederler ve tohum sahibi,
diğerine: "Ben, sana üçte birini şart koştum." der; diğeri de:
"Hayır, bana yansım şart koştun." derse; burada da iki durumda söz
konusudur:
Birincisi: Tohumun
tarla sahibinden olması, hâli.
Bu durumda, eğer
ihtilaf ziraattan önce olur ve ikisininde beyyinesi bulunmaz veya birinin
beyyinesi olmazsa, bu takdirde, karşılıklı yemin ettirilir. Alimlerimize göre,
ziraatçı yemin eder. Bazı âlimlerimiz: "Bu İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un Önceki
kavlidir. Fakat, o, sonradan; yemin, önce tarla sahibin-: ettirilir;
buyurmuştur. Bu kavilde, İmâm Mu-hammed (R.A.)'in kavlinin aynısıdır."
demişlerdir.
Taraflar, karşılıklı
yemin ederlerse;.hâkim, aralarındaki akdi bozar. (= fesh eder.) Feshi, ister
birisi istesin; isterse ikisi de istesin, farketmez. Şayet, onlardan birisinin,
yeminlerini yaptıktan sonra, beyyinesi olursa ve hâkim akdi bozmuşsa; bu
durumda o beyineye iltifat etmez. Şayet, akid bozulmamışsa, beyyine kiminse ona
hükmedilir; da'-vâyı o kazanır.
Her ikisinin de
beyyinesi bulunursa zirâatcinin beyyinesi kabul edilir.
Bu, ihtilaf ziraattan
önce olursa böyledir.
Şayet ihtilaf
ziraattan sonra çıkar ve onlardan birisi, beyyine getirirse; o beyyine kabul
edilir.
İkisi de beyyine
getirirse, çiftçinin beyyinesiyle hükmedilir.
Her ikisinin de
beyyinesi yoksa, karşılıklı yemin ettirilmez.
Bu, tohum tarla
sahibinden olduğu zaman böyledir.
Fakat, tohum çiftçi
tarafından ise, bu takdirde, çiftçi önceki durumdaki tarla sahibinin yerinde
olur.
Eğer, her ikisi de
beyyine ibraz ederlerse, o takdir de tarla sahibinin beyyinesi geçerli olur.
Şayet her ikisinin de
beyyinesi yoksa, ihtilaf da ziraattan sonra ise, karşılıklı yemin verilmez.
İhtilâf ziraatten önce
ise, her İkisine de yemin ettirilir. Ve yemine önce yer sahibi başlar. Âlimler:
"Hangisinin önce yemin edeceği, ki-lap'da yazılı değildir."
demişlerdir.
Bu mes'ele,tohum
sahibinin:"Ben,müzâraayı bozmuyorum." demesinin üzerine hamledilir.
Fakat: "Ben,
müzâraayı bozuyorum." derse; yeminleşmeye ma'-na yoktur.
Söylediğimiz bu
hususlar, tohum sahibi ile tarla sahibinin aynı görüşte oldukları zaman
böyledir. Muhıyt'te de böyledir.
Şayet onlardan birisi
veya ikisi de ölmüş olurlar ve vârisleri hisseleri hakkında ihtilafa
düşerlerse, bu durumda yer sahibinin varislerinin sözü geçerli olur.
Diğerlerinin beyyine getirmeleri gerekir.
Şayet, tohumda ihtilaf
ederlerse; zirâatcinin ve onun varislerinin sözü geçerli olur. Diğerlerinin
beyyine getirmeleri gerekir.
Tohumdaki şartta
ihtilafa düşerlerse; yer sahibinin vârislerinin beyineleri geçerli olur.
Bir adam, bir
başkasının yerini ekip, ziraatı da hasad ettiğinde, yer sahibi: "Sen,
benim ücretlimsin. Tohumumu sen ektin." der; zirâ-atci de: "Ben
çiftçiyim; kendi tohumumu ektim." derse; bu durumda çiftçinin sözü geçerli
olur. Çünkü, ekildiğine ittifak edilmiştir ve o çiftçinin elindedir; elinde
olanın sözü geçerli olur. Fetâvayi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir adam, bir yerini,
iki adama verip, tohumunu da vererek, "bir sene ekmelerini ve yüce Allah'ın
vereceğine biaynihi üç hisse olmak üzere, iki hissesi kendisine, bir hissesi
diğerine; öbür şahsa da yer sahibinin yüz dirhem vermesini" şart koşarsa;
bu caizdir. Çünkü, onlardan birini belirli bir miktar karşılığı icarlıyor; bu
icârenin müddeti de ma'lum; diğeri de çıkacak mahsûlün üçte birini alacaktır.
Onun da müddeti belirlidir. Bu "durumda, bunların aralarında yaptıkları
anlaşma (=' akid) caizdir. Bu akid, ayrı ayrı yapsalar da, hep bir arada
yapsalar da câizdii Eğer, o yerden çok mahsûl çıkar ve iki âmil de ihtilâf
edeler de. onlardan her biri: "Üçte biri benimdir." derse; bu durumda
tarla sah binin sözü geçerlidir.
Onlardan her ikisi de
beyyine ibraz ederlerse, "üçte birim kendine âid olduğuna" dâir yer
sahibinin ikrarda bulunduğu âmil, üçte bi>. alır; diğeri de beyyinesi
sebebiyle üçte birini alan. Bu durumda, ona tk ret yoktur. Çünkü o, yer
sahibinin ikrarıyla daha da fazla faydalanmışiiı
Şayet o yerden hiç bir
şey çıkmamış olsa da, onlardan her birisi: "Dirhemler benimdir." diye
iddia etseler; yine yer sahibinin sözü geçerli olur.
Onlardan her ikisinin
de beyyineleri bulunursa; birisi, yer sahibinin ikrarı üzerine, yüz dirhemi,
alır; diğeri yer sahibinin ikrarını isbai etmesini isterse; bu durumda, yer
sahibinin ikrarına iltifat edilmez. Bu, önceki gibi değildir.
Şayet, adam yerini,
ikisine, kendilerinin tohum ekmeleri üzerine vermiş olsa (Şöyle ki: "bu
yerden çıkacak olanın yarısı, belirli birisine verilecek; yer sahibine yüz
dirhem verilecek; diğeride üçte bir alacak; altıda birini de yine yer sahibi
alacak) işte bu şekilde yapılan akid de caizdir. Çünkü, adam onlara yerini
icara veriyor; birine, çıkacak olan mahsûlün yarısı verilecek, diğer birisine
üçte biri verilecek.
Bu akidlerin ikisi de
sahihdir. ayrı ayrı yapılsa da sahihdir; toplu hâlde yapılsa da sahihdir.
Şayet o yerden hiç bir
şey çıkmazsa; onlardan her birisi de, yer sahibine: "Ben, seninle
çıkacağın altıda birine şart koştum." derse; eğer beyyine ibraz ederlerse,
yer sahibinin beyyinesi kabul edilir. Eğer o yerden çok şey çıkar ve o iki
kişiden her birisi, ücret iddiasında bulunurlar; yer sahibi de, "birine
ücret, diğerine altıda bir" olduğunu söylerse; ikisinin de doğrulaması
sebebiyle, o ücretim alır. Diğer hak sahibi için, yer sahibi bir iddiada
bulunsa da, o da bunu inkâr eylese, onun sözü geçerli olur. Ve yer sahibine:
"Ona karşı, altıda bir iddianı isbat eyle." denilir.
Her ikisi de beyyine
ibraz ederlerse, yer sahibinin beyyinesi kabul edilir.
İki kişi, bir adama,
bir yer verip "tohumunu ekmesini ve çalışmasını, çıkacak olan mahsûlün
üçte ikisinin onun olacağını" söyleseler; ve "üçte biri mal
sahibinindir. Yüz dirhem diğerinin hissesidir." deseler; işte bu da
caizdir.
Şayet mahsûl çok bol
çıkar ve o iki kişinin her biri, mal sahibine* iddia ederek "kendisinin
üçte bir hissesi olduğunu" söylerse; ziraatei-nin sözü geçerli olur.
Her birisi beyyine
ibraz ederlerse; onlardan herbirine, üçte biri verilir. Ziraatcinin
beyyinesine —onların beyyinelerinin yanında— itibar edilmez.
Bir adam, iki adama
tohumu ile birlikte bir yer verir ve "onlardan birisine, çıkacak mahsûlün
üçte biri; diğerine ise, yirmi ölçek verilecek; kalanı yer sahibinin
olacak." der; o ikisi de, o yeri ekerler; o yerden de çok mahsûl çıkarsa,
üçte biri, üçte bir sahibine, üçte ikisi tarla sahibine; diğerine ise, ecr-i
misil verilir.
O yerden ister mahsûl
çıksın, isterse çıkmasın bu böyledir. Çünkü, yapılan akid tarla sahibi ile üçte
bir sahibi hakkında sahih; diğeri hakkında ise fâsiddir.
Şayet atıf harfi
ile.akid yapılmış ve aralarında da ihtilaf çıkmışsa, onlardan birine üçte bir
şart koşulmuş olması hâlinde sahibinin sözü geçerli olur.
Her ikisi de beyyine
getirirlerse, çıkacak olan mahsûlden, her birisi, —yer sahibinin ikrarı
üzerine— üçte bir alırlar. Diğerinin beyyine ile isbatı gerekir.
Şayet, o yerden hiç
bir şey çıkmazsa, yine yer sahibinin sözü geçerli olur. Ve onlara (ikisine)
ecr-i misil verilir, onlardan her biri, iddialarının doğruluğuna beyyine ibraz
ederlerse, akdin sıhhatinin şartı sabit olur.
Şayet yer sahipleri
iki kişi olurlar ve aynı şart üzerine yerlerini verirler; tohum da zirâatciden
olursa; bu durumların tamamı, bizim "tohum kendisinden olduğu zaman, yer
sahibi hakkındaki" hükmümüzün benzeridir. Ma'nalan ve durumları aynısıdır.
Mebsot'ta da böyledir. [38]
Bir adam, diğerine,
bir seneliğine, bir yerini müzâraa için verip, tohum da o adamdan olacak olur
ve o adam, orayı o sene eker; diğer sene de izinsiz olarak eker ve ziraat
bittikten sonra veya bitmeden önce, yer sahibinin haberi olur; ancak, ona razı
olup izin ^rmezse; âlimlerimiz: "O yerde, böyle bir âdet varsa; halk bu
şekilde üstü üstüne akdi yenilemeden ekiyorlarsa, caizdir. O yerden çıkacak
olan mahsûle yine aynı minval üzre ortak olurlar.
Şeyhû'1-İmâm İsmail
ez-Zâhid'in şöyle dediği rivayet olunmuştur: Kitab'da(el-Asl'da) bu mes'ele
zikredildi ve İmâm buyurmuştur: "Bu caiz olmaz. Ve ziraatciye amelinin ve
tohumun bedeli verilir. Geri kalanını, —gasb gibi— tasadduk eder."
Bazı âlimlerimizde
kitabın cevabıyla fetva vermişlerdir.
Ancak ben bazı
kitaplarda bunun caiz olduğunu gördüm.
Meselâ: Bir kimse, bir
yerini, bir adama vererek: "Sana, bu yeri önceki sene filana verdiğim gibi
verdim." demişse, işte bu caiz olur. Eğer o yer, beldenin halkının yanında
ma'lum olduğu gibi, çıkacak mahsûlden, âmilin alacağı belli bir şekilde,
müzaraa olarak verilmeşse bunun caiz olduğunda ihtilaf yoktur. O adam o yeri
ekerse, istihsanen caiz olur. Eğer yer müddetli olmaz ve müzaraa için vermiş
olur veya âmilin hissesi çıkacak olan mahsûlün bulunmaz; o yerin halkı
arasında böylece yapan da yoksa ve aralarında ihtilaf çıkıyorsa; bu caiz
olmaz. Ziraat gasbedilmiş olur. Âdete bakılır: Eğer öyle yapan yoksa, o yer,
gasben ekilmiş olur.
Şayet yer sahibi, onun
gasben ekildiğini bilir de, çiftçi ziraat zamanı ona kendi için ektiğini ikrar
eder ve "müzaraa olarak ekmediğini" söylerse; veya yer sahibi, onu,
ondan müzaraa olarak almaz ise, bu gasp olur. Ve çıkan muhsûl ekenin olur.
Gâsıp, o yerin noksanını öder.
Ektikten sonra:
"Gasben ektim." derse; onun sözü geçerli olur. Çünkü, o başkasına, o
yerden çıkacak mühsûlü vermeyi inkâr etmiş olmaktadır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir.
Bazı fetvalarda şöyle
zikredilmiştir:
Mevkûfe veya memlûke
olan köylerdeki arazileri onlar, adetleri veçhile, izinsiz olarak ekiyorlar;
evkafın mütevellisine veya o yerin sahib-lerine söylemiyorlar. Onlar da
ziraatçıları —gelirini getirene kadar— men etmiyorlar. Zirâatciler ekip
biçiyorlar ve onlar, onları men etmiyorlar. Bu gibi araziler —böyle âdet olan
yerlerde- izinsiz, müzaraa yapılıyor.
Fakat, mâlikinden veya
mütevellisinden izin almadan ekilmeyen beldelerde de, ekildiği zaman, onlar
men ediliyorlar veya yeni bir akidle müzaraa yapılıyor.
Şayet onlardan birisi
memâlikten veya mütevelliden izinsiz olarak ekerse, o takdirde çıkan mahsûlü
memalik veya mütevelli alıyor. Ve Zi-râatciye ecr-i misil veriliyor. Muhıyfte
de böyledir.
Çiftçi mahsûlü
kaldırdığında, onun yerinde taneler kalır ve onlar tekrar biter ve
yetişirlerse; işte o da, çifci ile tarla sahibinin olur. Herkes, ondan hissesi
nisbetinde hakkım alır. Çünkü, o mahsûl, ortak olan tohumdan meydana gelmiştir.
Uygun olanı çiftçinin
onu tasadduk eylemesidir.
Şayet o yeri tarla
sahibi suladı ise ve ona o baktı ve hasad eyledi ise, bu durumda o mahsûl
yalnızca onun olur. Çünkü sulayıp bakmasa idi, zayi olacaktı.
Şayet o tanelerde bir
kıymet varsa, onun tazminatı gerekir; değilse bir şey gerekmez.
Şayet onu bir yabancı
suladı ve baktı ise, onun yaptığı nafile olur. Çıkan mahsûle, yine ekici ile
tarla sahibi ortak olur. Fetâvâyi Kâdfoân'da da böyledir.
Bir adamın yerinde,
bir ağaç veya nebat, ekmeden, dikmeden kendiliğinden biterse; o yerin
sahibinin olur. Çünkü o, o yerden meydana gelmiştir; o yerden bir parça sayılır
ve o yerin sahibinin olur. Muhıyt'te de böyledir.[39]
Bir adam, diğerine,
yerini ve tohumunu bir sene ekmek üzere ve yüce Allah'ın, o yerden vereceği
nzka yarı yarıya ortak olmak kaydıyla verdiğinde; henüz yetişmeden mahsûlü
satmak isterlerse; (onlar için yetişmiş olması da, olmaması da müsavidir.)
yâni, o hâlde satabilirler. Tohumun, tarla sahibinden veya zirâatciden olması
farketm'ez.
Şayet hasad vakti
gelir de, hükümdar, hasad yapmalarım ya zul-men veya bir ihtiyaca binâen (yani
haracını almak için) men ederse; onu ortaklar muhafaza eder. Mebsût'ta da
böyledir.
Bir yer, bir adamın
elinde rehin olur ve onu rehin bırakandan, bir başkası nüzâraa için, bir
seneliğine veya iki seneliğine almak ister; tohumu da yer sahibinden alır;
sonra da yer sahibi, o yeri zirâatcinin elinden almak isteyerek, ona:
"Tohumunu ya sen ek veya terkeyle." der; zirâatcİ de:
"Çalıştığımın ecr-i mislini ver." der yer sahibi ise, ona: "olur
vereyim." der ve yer sahibi, orayı kendisi ekip biçmek ister; zirâ-atci
de, bunu bildiği hâlde, gidip, orayı kendisi eker; sonra da mahsûl yetişirse;
yer sahibinin, ona izin vermiş olması hâlinde, çıkana ortak olurlar. Bu
mes'ele, fetvalarda mevcuttur.
Bir yeri icara veren
zat Öldüğünde, müstecir, tohumunu, varislere verir ve: "şu yeri
ekiniz." der; onlar da ekerse, çıkan mahsûl kimin olur?
Bu mes'ele de fetvada
vardır. Şu cevapta ittifak edilmiştir: O mahsûl icara veren şahsın
vârislerinin olur. Çünkü, âcirin ölmesiyle, akid bozulmuş, feshedilmiştir. O
tohum, vârisler için ödünç olmuştur.
Bu, müste'cirin hiç
bir şart. koşmaması halinde böyledir.
Şâyet:"Benim için
ekiniz." veya"Ortak olarak ekiniz." demiş olsaydı, yine âcirin
veresesi müste'cire tohumun bedelini verirlerdi.Mubjyt'te de böyledir.
Kadı Bedîu'd-Din'den
sorulmuş.
—Bir adam, bir yerini
bulûğa erişmiş bir oğluna çalışması için verse; oğul da oraya gidip gelse, bu,
rıza sayılır mı? İmâm şöyle buyurmuş.
—Hayır sayılmaz.
Yine sorulmuş.
—Âcir, müste'cire, bir
yerini bin batman yaş üzüm karşılığında, bir seneliğini icara verse, olur mu?
İmâm:
—Hayır olmaz; bu caiz
değildir."buyurmuştur.
—Bir adam, bir yeri,
bir veya iki seneliğine, belirli bir suretle, icarlar ve orayı icarlayan
şahıs, o yeri, icara verirse, müzaraa için verse; eğer tohumu icarcı tarafından
verilecekse, bu müzâraa caizdir.
Eğer, tohum, icara
veren tarafından verilecekse, bu müzaraa caiz değildir.
Bunu,Hâkim Ahmed
el-Semer Kandi Müzâraa Mes'delerinin şartlarında böyle buyurmuştur.
İbnü
Rüstem'deNeyâdir'inde: "Bu mes'ele = ,İmâm Muhammed (R.A)'in önceki
kavlidir. Fakat, son kavline göre, icara veren şahsın, icara verdiği yeri,
tekrar, çiftçiye müzaraa için vermesi caiz olmaz. Tohum, ister icara verenden,
isterse icarlayandan olsun farketmez."buyurmuştur.Zehıy-re'de de böyledir.
Fetâvâyi Attabiyye'de
şöyle zikredilmiştir.
Bir adam bağını veya
tarlasını, haram olan su ile veya necis (= pis) olan bir su ile sulasa; çıkan
mahsûl helâl olur.
Eşeğin, başkasının
otunu yayalınca, onunla sürülen yerden çıkan mahsûlün helâl olduğu
gibi..Tatarbâniyye'de de böyledir.
Bir adam, diğerinden
bir yer kiraladıktan sonra, o yeri, kendisine icara verenin karısına veya
oğluna müzâraaya verir ve çiftçilere tohumunu koymasını şart koşsa; o da, o
yeri ekse; yani oğlanın babası, asıl icara veren şahıs, bunu şayet oğluna
yardım olsun niyetiyle yapmışsa; —tohumunu oğluna ödünç vermiş gibi ise,—
çıkacak olan mahsûl oğul ile icarlayanm arasında —şartlarına göre— ortaktır.
Yok eğer, icara veren, kendi nefsi için ekti ve tohumu, oğluna ödünç olarak
vermedi ise, çıkacak mahsûlün tamamı icara verenin olur. Çünkü çiftçi
kendisidir.Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, bir
kadından, bir yer icarlayıp, onu teslim aldıktan sonra da, o yeri, onun
kocasına müzaraa veya muamele için verse; işte bu câizdir.Tatarbâniyye'de de
böyledir.
Bir adam ölür, geride
küçük çocuklarını bırakır; büyükleri ve karısı da olur ve o kadının, diğer bir
kocasından, büyük oğlu da bulunur ve büyük oğlanlar, o araziyi müşterek olarak,
ekip biçerler veya başkasının yerini müzaraa olarak —halk arasında cereyan
eden âdet gibi— ekerler ve bu çocukların hepsi de bir anadan olup, çıkan
mahsûlü aynı evde toplayarak, ondan harcama yapsalar; bu mahsûle hepsi ortak
olurlar mı?
Bu mes'ele fetvada
mevcuttur:
Bi'1-ittifak cevap:
Eğer tohumunu müştereken ve birbirinin izniyle, büyükler, küçüklerin vasisinin
izniyle ekmişlerse; bu kardeşlerin tamamı ona ortaktırlar.
Şayet ekiciler,
tohumlarını şahsi tohumlarından ekmişlerse, ondan çıkan mahsûl hasseten onların
olur.
Şayet tohumu,
birbirinin izni olmadan veya çocukların vasisinden izin almadan ekmişlerse, çıkan
mahsûl ekenlerin olur. Fakat, onlar; tohum da yeri de gasbetmiş
olurlar.Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, diğerine,
müzaraa olarak içinde pamuk saplan buluna bir yeri verirse;Şeyhû'l-İmâm Ebû
Bekir Muhammed bin Fadl "Eğer, o saplar ziraata mâni olmuyorsa; bu
müzaraa caizdir. Şayet mâni oluyorsa müzaraa fasiddir. Ancak, "O yer
boşalınca" diye izafe edilmişse, caiz olur; bu hususta susulmuşsa yine
caiz olmaz" buyurmuştur.Fetâyâyi Kâ-dihan'da da böyledir.
Bir şahıs, bir yerini,
belirli şartlarla ziraata verir; çiftçi de, orayı eker, mahsûl yetişir; sonra
da bir adam gelerek, bu çiftçiye: "Ben, bu yeri, sana müzâraaya verenden
satın aldım; çıkacak mahsulün yarısı benimdir." der ve çıkan mahsûlün
yarısını alır; daha sonra da ziraatciye veren şahıs gelerek onu doğrulayıp, bu
ziraatciyi da'vâ etmezse, bir şey gerekmez.
Şayet onu yalanlarsa,
çiftçiyi da'vâ eder.
Eğer çıkan mahsûlün
yarısını alan şahıs onu zoraki almışsa; tarlayı veren şahıs, geride kalana
ortak olur. Çünkü, bu durum, malları müşterek iken zayi olmuş gibidir. Geride
kalana, aynen ortakdırlar.
Sonra da onu alan
şahsa, aldığı bu mahsûl için müracaat ederler
Eğer mevcut
bulabilirlerse onu alırlar.
Şayet ziraatci onu zor
karşısında vermedi ise, o takdirde, kefldi hissesini vermiş gibi olur. Geride
kalan yarıyı mal sahibine verir.
Bu mes'ele fetvada
mevcuttur ve cevap, bi'1-ittifak söylediğimiz gibidir.
Şayet, sonraki da'vacı
çıkanın yarısını aldığı zaman, ziraatciye: "Bu yeri, benden müzara olarak
al." der; o da alırsa, bu müzaraa sahih olur mu? Bu durumda önceki
müzaraa fesh edilmiş olur mu?
Eğer, tohum
ziraatcı^tarafmdan değilse, bu müzaraa sahih olmaz; Önce ki müzaraa da bozulmuş
olmaz.
Şayet tohum, çiftçi
tarafından verilmiş ise, ona fesh velayeti vardır. Bununla beraber, uygun
olan, bu akdi bozmamakdir. Bidayeten bozuk olan akid ise, bunun hilafmadır.
Bir adam, bağını, bir
adama çalıştırması için verdiğinde, o adam da, o yerde hiç çalışmasa, o'
takdirde, bu bağın meyvesinde bir hakkı olmaz.
Keza bu adam,
çalıştığı hâlde, ağaçlan ve meyvesini korumaz ve meyveler zayi olursa yine bir
şeye hakkı olmaz. Çünkü, orayı korumak da yapması gereken işlerdendir.
Ziraatciye gelince, o,
ziraatta çalışmasa ve budama, sulama gibi işleri yapmasa ve zirâat zayi olsa,
onun çıkacak mahsulden hakkı olur mu? El-cevap: "Bu mes'elede genişlik vardır:
Eğer tohum âmil tarafından ise, müstahak olur. Bu bakıcı ve âmilin bağa
bakmayıb da onu kuruttuğu gibi değildir.
Fakat tohum, tarla
sahibi tarafından verilmiş ise, uygun olan bir hakka sahib olmamasıdır. Çünkü
çıkacak olan mahsûl, onun malından nümâ bulmamıştır "denilmiştir.
Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, bir yerini
ziraat için birisine bir seneliğine verir; sene tamam olmadan da mahsûl
çıkarsa; kalan aylar, ziraata elverişli olmaz ise, müzâraa bozulur.
Tatarhâniyye'de de böyledir.
Bir adam, arazisini
çekirdek ekmesi için ve bir yerden, diğer yere onun fidesini nakletmesi için
çıkacak olan ortak olmak şartıyle verdiğinde, burada iki durum vardır.
Birincisi: Çekirdek
çıktıktan sonra, —fidenin— nakledileceği yerin belirtilmesi.
Şöyle ki:"Burdan
başka bir yere nakledeceğiz." veya "Başka cihete taşıyacağız."
gibi sözler söylendiğinde, bu durumda akid bozulur. Tohum, ister yer
sahibinden, isterse zirâatciden olsun farketmez.
Bu çekirdek çıktıktan
sonra, nakledileceği yer ta'yin edilmezse, . kıyâsda akid caiz olmaz;
istihsanda ise caiz olur.
Buna binâen, bazı
fetvalarda "tahvil olur. "denilmiştir. Patlıcan fidesi, domates
fidesi ve benzerleri gibi..
Bir adam, diğerine,
yıkılmış ve bozulmuş bir yer verir; o adam da, orayı yapıp tamir eder ve eker;
tohumunu da müştereken korlarsa; üç seneliğine, müzaraa yapmaları fâsid olur.
Çünkü şarti âmilin orayı imarı idi. Başka bir şartı yoktu.
O yerin sahibi eker de
tohumunu, bir yıllığına âmil verir; yer sahibi de onu alırsa; çıkacak mahsûle
ortak olurlar.
Şöyle ki: Âmilin, yer
sahibininde —imareti sebebiyle— ecr-i misli vardır.
Yer amilde —yeri
sebebiyle— ecr-i misli vardır. Çiftçinin de tohumu meşgul olmuştur. Fetâvâyi
Kâdihâo'da da böyledir.
Ebû'el-Kâsım'dan
soruldu:
—Bir adam, Ceyhun
Nehrinin kenarını ekti, ziraat yetişti, bir top-
luluk gelerek,"o
yerin, kendilerinin olduğunu'*söylediler durum ne olur?
İmâm şu cevabı verdi:
Tohum
sahibinindir.Ancak, o topluluk, o yerin kendilerine âit olduğunu isbat
ederlerse, o başka; değilse, bu yer ihya edeninder. Hâvi'de de böyledir.
İki arazinin arasında
bulunan bir su arkım, bu arazi sahiplerinden birisi başka tarafa kaldırır; o
arkın kenarında bulunan ağaçların da kimin tarafından dikildiği, bilinmezse;
Şeyhu'1-İmâm EM Bekir Mutaam-med bin Fadl: Eğer su, alt tarafının tamamını
başka arka ihtiyaç kalmadan suluyorsa; ark sahibinin sözü geçerli olur.
Arazisi yukarda olan şahsın yemin etmesi gerekir. Ark sahibinin sözü geçerli
olunca ağaçlar da diğeri beyyine getiremeyince onun olur.
Şayet aşağıdaki yer,
başka bir arka muhtaç olursa; o ark ve ağaçlara ortak olurlar. Fetâvâyi
Kâdihân'da da böyledir.
Beyyineleri olmayınca,
ikisine de inanılmaz ve onlardan her biri, diğerine yemin verir.
Tatarhâniyye'de de böyledir.
îki kişi, müzâraa için
bir yeri, yer sahibinin tohumunu ekip, çıkacak olana üçde birli ortak olmaları
şartı ile aldıklarında; onu ekerler ve isabet eden bir âfet yüzünden, orada bir
şey bitmez ve ortaklardan birisi:"Ben, çalıştığımı bilmiyorum,"der;
diğeri de arkadaşının haberi olmadan çalışırsa; o yerden tekrar çıkacak olan
mahsûlde onun da hakkı olur mu?
İmâm şu cevabı verdi:
—Hayır olmaz—. Fakat,
diğeri ona, bir şey vermeye razı olursa; o başka..Ve bu iyi olur. Aslolan,
çalışmaktır ve akiddir. Akid olmadan çalışmakla, bir hakka sahip olunmaz. İmâm
Muhammed (R.A.) de, el-Asl'da böyle buyurmuştur. Zemyre'de de böyledir.
Üçte bir, dörtte bir
karşığında bez dokumak da, Belh alimlerine göre, insanların teâmülünce caiz
olur.
Buhara âlimleri ise:
"Bu caiz olmaz."demişlerdir. Tatarhâniyye'de de böyledir.
Bir mürted, bir yerini
ve tohumunu bir adama ortağa verir; o adam da ekip, biçer ve mahsûlü çıkarır ve
bu mürted İslama dönerse; —şartlarına göre— mahsûlün yansı ona verilir. Mürted
olarak öldürü-. Iürse, çıkan mahsûl
âmilin olur.
Onun, tohumu ve yerin
noksanlığını tazmin etmesi gerekir. İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kıyâsı budur.
İmâmeyn'e göre ise bu
müzaraa şahindir. Ve çıkan mahsûle, şartlarına göre ortaktırlar.
Şâyet,tohum âmilin
olur ve mürted de irtidali hâlinde öldürülür o yerde de bir noksanlık olursa;
bu durumda âmil, yalmz yerin noksanlığını tazmin eder. Ve çıkacak mahsûlün
tamamı âmilin olur.
Yerde noksanlık olmaz
ise, kıyâsa göre, hepsi âmilin olur ve tazminat gerekmez.
İstihsânda ise, âmil
ile mürtedin vârisleri, aralarında —şartlan gereğince— taksim ederler.
Bu kıyâs da, istihsân
da İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nindir. İmâmeyn'e göre, bu müzaraat sahilidir.
Şayet ekici ve tohum
sahibi mürted olursa; o takdirde, çıkan şeyin tamamı, onun olur. Yer sahibine
bir şey yoktur.
fylürtet öldürülürse,
İmâm Ebû Hanîfe (R.AO'ye göre böyledir. Eğer tohum, tarla sahibinden ise,
bi'1-icmâ şartlarına göre hareket edilir.
İkisi de mürted
olurlar ve tohumda tarla sahibinden ise, çıkanı âmil alır ve tohumun ve
tarlanın noksanlığım tazmin eder. Çünkü âmil, gâsıb gibidir.
Bu durumda, tohumun
ziraat için verilmesi sahih değildir. Şayet, ikisi de müslüman olurlarsa veya
tohum sahibi müslüman olursa, çıkana yan yarıya ortak olurlar.
Eğer, tohum âmil
tarafından olur ve o riddeti hâlinde Öldürülürse; çıkan onun olur. Ve o, yerin
noksanını öder.
Çünkü, onun, —çalışmak
için— tarla sahibinden izin alması, vârisler hakkında sahih değildir. Eğer
tarlaya bir noksanlık dokunmamış ise, yer sahibinin vârislerine bir şey
gerekmez.
Keza, yer sahibi
müslüman olursa; işte o aynı şekildedir. îkisi de müslüman olurlar veya ekici
müslüman olur; diğeri ise mürted olarak öldürülülürse, zirâatci onun
tarlasının noksanlık bedelini tazmin eder yani ölenin vârislerine onu Öder,
Çünkü, onun müzaraa emri —vârisleri hakkında— sahih değildir.
Eğer, o yerde bir
eksilme olmadıysa, kıyâsda, çıkanın tamamı zi-râatcinindir. Yer sahibine, hiç
bir şey yoktur; onun vârislerine de bir şey yoktur.
tştihsânda ise,
—şartlarına göre— aralarında taksim ederler.
Bu da İmâmeyn'e
göredir.
ikisi birden mürted
olarak öldürülürler veya müslüman olurlar yahut dâr-i harbe ilhak ederler veya
normal şekilde ölürlerse; tmâmeyn'e göre, aralarında taksim ederler.
Keza İmâm Ebû Hanîfe
(R. A.)'ye göre irtidat eden kadın da müza-raada da muâmele'de de aynıdır. Mebsût'ta
da böyledir.
Bir müslüman ile bir
harbî arasında, dâr-i tslâmda yapılan mü-zâraa akdi caizdir. İster güvenceli
gelsin, ister dâr-i harbde tslâmı kabul ederek gelsin farketmez.
Bir ülke zapdedilip,
arazisi ganimet olarak alınırsa; o yerden çıkacak olan mahsûldeki harbinin
hisesi ganimet olur. Müslümamn hissesi ganimet olmaz; kendisinin olur.
Hükümdar, fethedilen
beldenin arazilerini, o belde halkına terk eder ve onlara iyilikte bulunursa;
veya onlar toptan müslüman olurlarsa, aralarındaki muamelât aynen devam eder.
Bir müslüman bir harbî
ile on ölçek almak izere, şart koşarlar ve müzaraa yaparlarsa; İmâm Ebû Hanife
(R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, bu müzaraa sahihtir. İmâm H>û Yûsuf
(R.A.)'a göre ise,şahih olmaz.
Zira harbî ile
müslüman arasında olan fâsid şart caizdir.
İmâm Ebû Vûsuf (R.A.)
buna muhaliftir.
Her ikisi de dâr-i
harbde müslüman olmuşlarsa, İmâm Ebtt Hanife (R.A.)'ye göre sahih; İ mam ey n'e
göre ise gayr-i sahihtir. Taiarhâniyye'de de böyledir.
Bir adam, bir yerini
fâsid akidle ortağa verir; ziraatçı da oraya su kanalı açar, orayı sürer daha
sonra da tohum sahibi, tohumu vermeden imtina ederse (= kaçınırsa) ziraâtciye
ecr-i misil öder. Sirâdyye'de de böyledir.
Mecmûu'n-Nevâzil'de
şöyle zikredilmiştir:
Bir çiftçi, köyün
büyüğünden dörtte biri ona olmak üzere, bir mü-zaraa yeri istediğinde, o köyün
reisi, (muhtarı, ağası): "Üçte biri benim olmak üzere istersen, al ek;
değilse alma." der; o adam da alıp eker, biçer ve mahsûlü çıkarır; sonra
da, reisin üçte birinin olacağı hususunda ihtilafa düşerlerse; bu durumda,
üçte bir reisin; üçte ikisi de çiftçinin olur,
îki kişi bir yeri,
ortaklaşa ektiklerinde; bu ortaklardan biri kaybolur ve hasadı diğeri yapar ve
çıkarırsa; bu bir teberru olur. Muhıyt'te de böyledir.
En doğrusunu bilen Allahu
Teâlâ'dır. [40]
[1] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 11/293.
[2] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 11/293.
[3] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 11/293-294.
[4] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 11/294.
[5] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 11/294.
[6] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 11/294-295.
[7] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 11/295.
[8] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 11/296.
[9] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 11/297.
[10] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 11/297.
[11] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları:
11/297-298.
[12] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 11/299-300.
[13] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 11/300-302.
[14] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 11/303.
[15] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 11/303.
[16] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 11/303-304.
[17] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 11/304-308.
[18] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 11/309-327.
[19] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 11/328-331.
[20] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 11/332-337.
[21] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 11/338-339.
[22] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 11/340-341.
[23] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 11/342-343.
[24] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 11/344-348.
[25] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 11/349-356.
[26] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 11/357-359.
[27] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 11/360-362.
[28] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 11/363-364.
[29] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 11/365-368.
[30] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 11/368-370.
[31] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 11/371-372.
[32] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 11/373-374.
[33] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 11/375-377.
[34] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 11/378-380.
[35] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 11/381-383.
[36] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 11/384-385.
[37] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 11/386-389.
[38] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 11/390-396.
[39] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 11/397-399.
[40] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 11/400-408.