2- KANAL KAZMAK VE MEVCUT BİR KANALİ
TAMİR ETMEK
Arz-ı mevst: "Hiç
bir kimsenin temellük ve tasarrufunda bulunmayan ve yüksek bir kimsenin
sesinin işitilemiyeceği kadar beldeden (köy veya şehirden = yerleşim
merkezinden) uzak olan, imâr ve ihye edilmemiş yer." demektir.
Beldenin (şehrin)
dışında kalan, halkın orman ve mer'ası durumunda olan yerler mevât değildir.
İmâm'da oraya sahib
olamaz.
Keza çorak arazi, zift
mahalli ve halkın faydalandığı, bunlara benzer yerler de arz-ı mevât değildir.
Hükümdarın, her hangi
bir kişiyi, böyle bir yerden men etmesi caiz olmaz.
Arz-ı mevâtın ma'mur
yerlerden uzak olması şart mıdır? Tahâvî, bunu şart koşmuştur.
Zâhirû-r-riyvâyede
ise, bu şart değildir.
Meselâ: Bir yerin
yakınında bulunan denizde, bir ada veya büyük bir meşelik bulunursa, bu yerler,
kimseye mülk olmayıp, zâhirû-r-rivâyede, buralar mevat yerlerdir.
Bir rivayete göre,
İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un görüşü» Tahâvî'nin söylediği görüştür.
Fakat, sahih olan
zâhirû-r-rivâyede olandır.
Gerçekten arz-i mevât,
kendisinden fayda görülmeyen bir yerdir. Bir yerdi, hiç kimsenin mülkü olmaz
ve orada kimsenin husûsî bir hakkı bulunmaz ve burası hiç kimyese bir fayda
vermez ise, işte bu yer, arz-ı mevâttır. Beldeye yakın veya uzak olması mühim
değildir. Bedârde de böyledir.
Kudûri, şöyle
demiştir:
Önceden harap olmaş,
sahibi bulunmayan veya bizatihi sahibi bilinmeyen ve köye bir insan ma'mur
yerde durup çağırınca, sesi oraya duyulmayacak kadar-köye uzak olan bir yer,
arz-ı mevâttır.
Kadı Fahrü'd-din de, şöyle
buyurmuştur: Esahh olan, bir adam ma'mur yerin bir tarafında durup, yüksek
sesle çağırdığında, sesinin yetiştiği yerler, o ma'mur yerlerin etrafıdır.
Çünkü oralara halk muhtaçdır.
Oralar, halkın
hayvanlarını otlatacakları veya başka türlü fayda-nacakları yerlerdir.
Bunun dışında kalan
yerler, sahibi yoksa-arz-ı mevâttır.
Köyden, bu uzaklıkta
bulunması İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) şartıdır.
İmâm Muhammed (R.A.)
ise: Her ne kadara karyeye yakın olsa bile köy halkının menfaatinin kesildiği
yere itibar edilir.' buyurmuştur.
Şemsü'l-Eimme: İmâm
Ebû Yûsuf (R.A.) görüşü ihtiyar edilir." demiştir. Kâfi'de de böyledir.
« Hükümdar, arz-ı
mevâtı, insanlara muvâkata yapmaya yetkilidir. Şayet imâm, böyle bir yeri, bir
adama verir, fakat o da burayı bırakır ve üç seneye kadar imar etmezse, imâm
orayı başka birisine verir.
Mevatda mülküyet, İmâm
Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, imâmın izniyle, orayı ihya etmekle sabitleşir.
İmâmeyn'e göre, bir
kimsenin, bizzat kendisinin ihyâsiyle, mülküyet sâbitleşir.(lmamın izni şart
değildir.)
Bir zimmî de, bir
müslüman gibi, mevâtı ihya hakkına sahipdir. Bedâi'de de böyledir.
Bir kimse imâmın (=
devlet başkanının veya onun yetki verdiği kimsenin) izni olmaksınız, bir arz-ı
mevâtı ihya etse,İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)’ye göre, bu şahıs, oraya sahip olamaz.
İmâmeyn'e göre ise,
sahip olur.
Nâtifî:"Kadı,
bulunduğu yerde, imam (= devlet başkanı) yerindedir; onun temsilcisidir.*'
demiştir. Fetâvâyi Kadİhân'da da böyledir.
Bir adam, mevât bir
yeri imar eder, sonra da onu bırakır ve bu yeri bir başkası ekerse: "İkinci
şahıs ona hak sahibidir.' denilmiştir.
Esahh olan, o yerin
önceki şahsın olmasıdır. Çünkü ihya etmek, ekmekten daha evlâdır. Ve ilk şahıs
ona, ihya sebebiyle sahib olmuştur; terk sebebiyle, o yer, bu şahsm
mülküyetinden çıkmaz.
İkinci şahsın, taş
sebebiyle ona hakkı olmaz. Taş, alâmet olsun diye konulan bir işaret taşı veya
çakıldır.
Ne taş, ne ot, ne
diken, ne etrafını ağaçla çevirmek, ne dikenini yakmak ve ne de benzeri bir şey
yapmak, buranın bu ikinci şahsın mülkü olduğunu ifade eylemez. Üç sene
geçmedikçe, bu yer sahibinin elinden abnmaz.
Bu diyanet yoluyla
böyledir.
Hüküm ise,
"diğeri bıraktıktan sonra, o yer, onu ihya edenindir." der./TebjÎB*de
de böyledir.
Bir adam, mevât bir
yeri minare gibi yüksek taşla işaretlese, orayı ihya etmiş olur. Çünkü, o taş
yığını bina hlükmündedir.
Bir kimsenin, mevat
bir arazinin etrafına duvar çekmesi veya su basmasın diye hendek kazması, ihya
sayılır. Seraba"nin MuhıytTnda da böyledir.
İhya: Bir mevât
arazinin Üzerine bina yapmak veya içine ağaç yahut bağ dikmek veya orayı
sulamaktır, Hall&a'da da böyledir.
Maverâinnehr ve
Havarizm arazisi taksim edildiğinden, buralar mevât arazi değildir. Sahibi onu
satabilir ve vârislerine bırakır. Eğer bu yerlerin sahibi bilinmiyorsa, oranın
tasarrufu hâkime aittir. Kerderî*nin-Vecîzt'nde de böyledir.
Araziyi Memlûke: Ehli
inkıraza uğrayan yerdir.
Arazi-i memlûke,
buluntu gibidir. "Mevat gibidir..." diyenler de olmuştur. Zehıyre'de
de böyledir.
Bir adam, böyle bir
yere bina yapar veya ekin eker yahut etrafına sınır, çekerse, İşte bu yerler o
adamın olur. O yerin dışında kalan, o adamın olmaz.
İmam EbÛ Yûsuf (R.A.)
şöyle buyurmuştur:
Bir adam, bir yerin
yarısından fazlasını ihya etmişse, geride kalanda onun olur. Şayet yarısını
imar etmişse, geride kalan yarı onun olmaz. Gerçekten itibar ekseredir.
Serafeâ'nin MnhıytTnde de böyledir.
İmâm Muharamed (R.A.)
şöyle buyurmuştur:
Eğer mevât, imar
edilen yerin ortasında kalırsa, tamamı ihya edilmiş sayılır.
Şayet mevat, imar
edilen yerin bir tarafında ise, geride kalan yer ihya edilmiş sayılmaz.
Tatartıaniyye'de de böyledir.
İbnü Semâa, İmâm EH
Hanife (R.A,)’ rûn şöyle buyurduğunu etmiştir: Bir adam mevat bir yere, kuyu
kazıp, ona su akıtırsa, ziraat yapsın veya yapmasın o yeri ihya etmiş olur.
Şayet bir ark yaparsa,
o ihya sayılmaz. Ancak o arktan su akıtırsa, o takdirde ihya sayılır.
Bir kimse, nievât
arazinin içinde ot yakmaklada orayı ihya emiş olmaz. Seraha'nin MnhıytTnde de
böyledir.
Bir kimse odunlu ve
meşelikti bir yerin ağaçlarını kesip, orasını düzlese, işte bu bir ihya olur.
Gıyâsiyye'de de böyledir.
Bir adam, diğerini,
bir yerin imarına vekil yapar ve o da o yeri ihya ederse, o ihya edilen yer
müvekkilin olur. Eğer, imam müvekkile izin vermişse bu böyledir. Gunye'de de
böyledir.
Bize göre, bir kimse
tarafından imar edilmiş olan bir yerin hemen yanını ihya etmek caiz olmaz
Kenz'de de böyledir.
Fırat veya Dicle
yolunu (yatağını) değiştirir ve geri aynı yatağa dönmesi muhtemel olursa, yerlerini
ihya caiz olmaz. Şayet terk ettikleri yere dönmeyeceklere, orayı ihya caiz
olur; Bu yer mevât arazi sayılır. SirâcüT-Vehhâc'da da böyledir.
Bİr yer, suya batıp
deniz olur, sonra da oradan su çekilir ve bu yer tekrar meydana çıkarsa veya
bir yer başka bir cihetten harap olduktan sonra, bir kişi gelip, orayı i'mar
eylese "orası önceki sahibine ait olur." denilmiştir,
"İhya edenin
olur." diyenler de olmuştur. Gunye'de de böyledir.
İmâm, (= devlet
başkanı) bir adama, ölü bir yeri imar etmesini, ordan faydalanması için
emrederse; oranın mülküyeti ihya edenin olmaz. Çünkü, bu şart sahihdir.
Bu İmâm Ebft Hanîfe
(R.A.)*ye göre böyledir. Çünkü ona göre, îmâm'-ın izni olmaksızın, bir ölü yere
sahip olunmaz. îmânı, mülküyetini vermeyince de, bir kimse mâlik olamaz.
Müzmerât'ta da böyledir.
Bir adam, bir mevât
araziyi ihya ettikten sonra, başka bir adam gelerek o yerin etrafını ihya
eylese ve sonraki ihya öncekinin dört bir yanını sarsa, bu durumda ortada olan
zat, ihya ettiği yere, dilediği cihetten yol açabilir.
Şayet, bu yerin
etrafını dört tarafından ayrı ayrı dört kişi sarsalar, yine bu şahıs istediği
taraftan yolunu açar. Zehıyre'de de böyledir.
Bir adam, mevât bir
yere, bir kuyu kazdığında, su ile o kuyunun arasında ekilecek yer kalır; sonra
da oraya başka birisi, bir kuyu kazarsa; o yere önceki adam haklıdır.
Ancak önceki adam o
yerden vaz geçerse; o müstesnadır. Müddeti de bir aydır.
Bir arşın kadar bir
kuyu kazmak, o yeri ihya olmaz. Gıyââyye'de de böyledir.
Dicle gibi bir nehrin
içinde, boş bir yer, (mer'a) bulunuyorsa; orası onu ihya edenin olur.
Ancak, o yer bir
karyenin (= köyün) kenarı ise, o zaman, vali o adama mâm olur.
Vali, müslümanlara
zarar veren caddeyi kesebilir.
İmâm: Bu hak, hâlife
ve onun velâsına aittir." buyurmuştur. Mu-hıyt'te de böyledir.
Bir adam, bir tepenin yanına
bir kuyu kazarsa, bu şahıs, o tepenin üzerine sahip olur. Gıyâsiyye'de de
böyledir.[1]
Mevât arzın hükmüne
gelince: bu hususta, iki konuda hüküm vardır:
1-) Harîmin
hükmü;
2-) Vazifenin
hükmü; Harîm konusunda da;
A-) Harîmin
aslı.
B-) Harîmin
miktarı; hususlarında hüküm vardır. Harîmin aslı ile ilgili hükme gelince;
Bir adam, mevat bir
yere bir kuyu kazsa; o kuyu onun harîmi olur. (Yâni, o kuyunun etrafı onun
olur.)
Hatta başka bir adam,
o kuyunun yanına bir kuyu kazmak istese, önceki ona mâni olur.
Pınar (= kaynak) da
böyledir. • Bu bi'1-icma böyledir.
Harîmin miktarına
geîince; bunun beşyüz arşın olduğu bi'1-icmadır. Bedâi'de de böyledir.
"Pınarın harîmi,
dört yanından beşyüz arşındır." diyenler olduğu gibi "yüz yirmi beş
arşındır," diyenler de olmuştur.
Esahh olan, beşyüz
arşındır.
Arşın ise, altı kabze
(== avuç içi) dir.
Mülk arşını
ise, yedi kabzedir.
Tebyîn'de de böyledir.
Bi'rül-atan'in (= suyu
kova ile çekilen kuyunun) harîmi kırk arşındır. Bedâi'de de böyledir.
"Her cihetinden
on arşın olmak Üzere kırk arşındır." denilmişse de; sahih olan, her
cihetinden kırk arşın oluşudur. Tebyîn'de de böyledir.
Bi'rün NâdnYm (= suyu
hayvanla, dolapla çekilen kuyunun) harîmi İmâmeyn'e göre, altmış arşın; İmâm
Ebû Hanîfe (R.A.) ise: "Ben, ancak kırk arşın olduğunu biliyorum."
buyurmuştur.
Fetva da buna göredir.
Sadiü's.'-Şehîd, şöyle
buyurmuştur:
Bir kimse, mevât bir
yere bir ark açıtığında; İmâm Kbû Hanife (R.A.)'ye göre, o, harîme hak sahibi
olamaz.
İmameyn'e göre göre
ise hak sahibi olur.
Sahih olan, harîme
müstehak olmasıdır.
Nevazil1 de şöyle
buyrulmuştur:
Nehrin harîmi, her
cihetinden yarısı kadardır.
Bu, İmim Ebû Yûsuf
(R.A.)'a göredir.
İmim Muhammed (R.A.)'e
göre ise, her cihetinden nehrin miktarı kadardır. Fetva ise İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'un kavline göredir. Fetâvâyi Küb-râ'da da böyledir.
İkinci hüküm, hükmü
vazifedir.
Bir müslüman, bir yeri
ihya ederse; İmâm Ebû Yusuf (R.A.): "Eğer o yer, öşrü alınan yerin yanında
ise, işte orası öşür arazisi olur. Yok eğer, haracı alının yerin hizasında ise
işte orası arz-ı haraç olur." buyurmuştur.
İmim Muhsmmed (R.A.)
de: "Eğer o yeri, öşür arazisinin suyu ile suluyorsa; o yer öşür yeridir.
Yok eğer, haraç arazisinin suyu ile sulu-yorsa, işte orası haraciyyedir."
buyurmuştur.
Eğer sahibi zimmî ise,
o arazi, her haliyle haraciyyedir.
Bu bi'Mcmâ, böyledir.
Bedâi'de de böyledir.
Nevâdir'de, İmam
Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
Suyu hayvan ile
çıkarılan kuyunun harîmi altmış arşındır.
Ancak ipi (= urganı)
yetmiş arşın olursa, o takdirde, o kuyunun harîmi, İpin uzunluğu kadardır.
Böylece kuyu sebebiyle fayda elde edilmiş olur. Seniha'nın Muhıyu'nde de
böyledir.
Bir kimse, imamın
izniyle, yabana bir kuyu kazar; bir başkası da gelerek, o kuyunun harîmine bir
kuyu kazarsa; birinci adam, onu kapatabilir. Ev yapar; ziaat yapar veya başka
bir şey yaparsa,-yine böyle,-önceki adam, ona mâni olabilir.
Önceki kuyuya bir şey
düşse, sahibine tazminat gerekmez, tkinci kuyuya düşecek olsa, kuyu sahibinin,
düşen o şeyin bedelini ödemesi gerekir. Çünkü, birinci haklı kazdı; ikinci ise
haksız kazdı.
Şayet ikinci adam,
imâmın emriyle, birincinin harîminin haricine bir kuyu kazar, ve yakınlığından,
birincinin kuyusunun suyunu çeker ve bu da bilinirse; yapılacak bir şey yoktur.
Mebsât'ta da böyledir.
Bir adam, mevât bir
yerden, bir su çıkarırsa; bi'1-icma, onun harîmine hak sahibi olur.
Sonra da, hak sahibi
olacağı yerin mikdari şöyle bildirildi:
İmâm Muhammed (R.A.),
Kitab'da: "Kanat ( = yerden çıkarılan su), kuyu menzilindedir. Kuyu
hakkında zikredilen miktar burda da aynısıdır, fazla olmaz." buyurmuştur.
Ancak âlimlerimiz bunu
fazlalaştırdılar ve "Kanat'ın yeri suladığı mikdar kadardır. Aynen çeşme
gibi; çeşmenin miktarı ise, dörtbir tarafından beşeryüz arşındır."
demişlerdir. Bu, bi'Mcma'dır.
Fakat, su, yerin
üzerine çıkmıyorsa, onun miktarı bir derenin miktarı kadardır. Yer altından akması
hâîi ise müstesnadır. Mahıyt'te de böyledir.
Sonra, harîmdeki
haklılık, ölü arazi kimsenin hakkı olmaz ise, onun hududu yoktur. Fakat
başkasının da hakkı varsa böyle değildir. Hatta bir insan bir kuyu kazar; başka
birisi de gelerek, onun hâriminin bitimine, bir kuyu kazarsa, işte bu zat,
önceki zatın cihetine sahip olamaz.
Diğer cihetlerden,
başka birinin hakkı olmayan cihete-sahip olur. Nihâye'de de böyledir.
İki kişinin tarlasının
arasında bulunan, bir arz-ı mevatı, onlardan birisi ihya eder; fakat burayı
kendi suyu ile sulayamaz, ancak diğerinin suyu ile sulayacak olursa, o şahıs,
bu yere arkadaşı razı olmadan sahip olamaz. SerahsTnin Muhıytı'nde de böyledir.
Bir adam, imâmın
izniyle ölü bir yerin bir kısmına İmim Ebû Ha-nîfe (R.A.)'nin kavline göre ağaç
diker; İmameyn'in kavline göre, imâmdan izin almadan ağaç dikerse; onun
harîmine müstehak olur mu?
Hatta, bir başkası da
gelerek, onun diktiği ağacın yanına bir ağaç dikse önceki adam ona mâni
olabilir mi?
İmam Mnhunmed (R.A.)
bu hususta d-Asl'da bir şey söylememiştir. Âlimlerimiz: "Beş arşın öbür
yanına dikebilir." buyurmuşlar ve:
Bu sünnette de vârid
olmuştur." demişlerdir. Mumyt'te de böyledir.
iki kişi, kendi
paralarıyla ölü bir yere, kuyuların ikisi de bir adamın olmak üzere kuyu
kazdıklarında diğerinin harîmlik hakkı yoktur. Harîmlik hakkı, parası ile
kuyuyu kazanındır. Çünkü ıstılah yönünden yaptıkları şeriatın gereğine uygun
değildir.
Şer'an kuyu kiminse,
harîmin de onundur.
Eğer kuyuların parası
birininse, harîmleri de onun olur.
Şayet kuyunun parasına
ortak iseler; harîmine de ortak olurlar.
Şayet, kuyu ve
harîmine ortak olacaklar; fakat parasını birisi fazla verecek " diye şart
koşarlarsa; işte bu caiz olmaz. Fazla veren Şahıs verdiği fazlalık kadar,
harîmini de fazla alır. Ortaklık herkesin parası miktanncadir.
Eğer birisi fazla
vermeyi şart koşmuşsa, bu şart sahih olmaz. Fazlalığı için, arkadaşına baş
vurur ve o fazlalığı ondan alır. Serahsî'nin Mo-faıyü'nde de böyledir.
Yer birinin; kanal ise
diğerinin olacak ve bir yeri diriltecekler." diye şart koşarlarsa; bu
şartta her ikisine de ortak olmadıkça caiz olmaz.
Kuyu kazacak
topluluktan birisi, daha fazla masraf yapacağına söz verse; Bu caiz olmaz. Ve
verdiği fazlalığı geri alır. latarhâniyye'de de böyledir.
iki köy arasında bir
kanal bulunur ve köyler arasındaki harîmde ihtilaf edilir; bir köy halkı: Bu
kanalı, biz kazdık." derler; diğer köylüler ise bunu kabul etmezse;
da'valanna beyyine ile bakılır.
Eğer iki kanal
arasında boş yer varsa; kimse ora ile meşgul olamaz. Orası iki köy ahalisinin
olur. Ancak, oranın bir köye ait olduğuna dâir belgeleri varsa, o müstesnadır.
Bunun bahsi, ziraat bölümünde geçmiştir. Kübra'da da böyledir.
Bir adamın, başkasının
yerinde kanalı bulunursa; İmâm Ebû Ha-nife (R.A.)'ye göre onun harîmi olmaz.
Ancak, beyyinesi olursa harîmi olur. İmameyn'e göre, ö adam kanalında yürür ve
toprağını dışarı atabilir. Kudurt Şerhı'nde de böyledir.
Bir adam, bir sahraya
bir köşk yapsa; harime sahip olamaz. O köşkün çöplüğünü atmak suretiyle, oradan
faydalanır.
Bu, bir kuyuya kıyas
edilmez. Çünkü onun ihtiyacı kuyu sahibinin ihtiyacı gibi değildir; kuyu
sahibine harım lâzımdır, Tebyîn'de de böyledir.
Bir adamın kuyusu
başka birinin arazisinde bulunursa, bu kuyu sahibi kuyusunu derînleştirirken
kuyusunun çamurunu arazi sahibinin yerine atamaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir.
Bir adam, mescitlerden
birine kuyu kazmak istediğinde, bunda hiç bir zarar olmaz ve her yönden fayda
olacak olursa, veya bu kuyuyu bir harman yerine kazacak ve keza, zararlı değil
de faydalı olacaksa bunu yapabilir.
Salât kitabında,
Mescit bölümünde şöyle zikredilmiştir: "Mescide kuyu kazılmaz. Kazan onu
zâmin olur."
Fetva da orda
söylenene göredir. Feiâvlyi Kübrâ'da da böyledir. En doğrusunu bilen, Allahu
Teâlâ'dır. [2]
Üç çeşit kanal vardır:
1-) Sultamn
(= devlet başkanının) kazdıracağı kanal.
2-) Kanaİ
Sahiplerinin Kazdığı Kanal.
3-) Kanal
Sahipleri İçin Olmayan Kanal. İnsanlar, birinci ve ikinci sırada zikredilen
kanalları kazmaktan kaçınırlarsa; onları kazmaları hususunda cebredilirler.
Üçüncü nevi kanalı
kazmak için, hiç bir kimse cabredilemez.
Birinci nevi kanallar,
büyük kanallardır. Bunlar Fırat, Dicle, Ceyhun, Seyhun, Nil gibi ırmaklara
bağlı kanallardır.
Bunların ıslahı
gerekirse bunu hükümdarın, beytü'l-mâlden yaptırması gerekir: Şayet
beytü'l-mâlde para yoksa müslümanlar onu ıslaha cebredilirler. Ve onu kazmak
işinde zoraki çalıştırılırlar.
Şayet müslümanlardan
bir kimse, böyle bir nehirden arazisini sulamak için, bir kanal kazmak isterse,
kimseye zarar vermemek şartıyle kazabilir.
Eğer ammeye zarar
verecek olursa, o zaman men edilir.
Halk, o nehir ehlinin
kazması gereken kanalı kazmaktan kaçınır, imâm cebreder. Çünkü o, halkın
ihtiyacını görmektedir ve ıslahı gerekir.
Böyle bir kanal, halka
âit olur da, onu ıslahtan kaçınırlarsa imam onlara cebreder. ÇUnktt onun zararı
umuma şâmil olur. Suyu azalınca, ekimin kıymeti de a/alır.
Onu kazıp İslah
etmemek, umuma zarar vereceğinden, kazmaya cebredilirler.
Böyle bir nehirden,
bir kişinin şahsî arazisine kanal kazmasına, başkalarını zarar versin veya
vermesin hakkı yoktur. Bu suda şuf a hakkı da yoktur.
Kazmayınca
cebredilmeyecek kanala gelince; bu, şahsa âit olan kanaldır. Bu hususi kanal
hakkında çeşitli sözler söylenmiştir.
Ba'zıları: Eğer, o kanal,
on kişinin ise başkalarının değilse veya o kanalın üzerinde bir köy var da,
suyunu taksim ediyorlarsa. îşte o kanal husûsi olur. Ve bunda, şuf a hakkı
bulunur.
Ba'zi âlimler de:
"Kırk kişiden az olursa husûsî olur. Eğer, kırk kişinin olursa, umûmi sayılır."
buyurmuşlardır.
Bazıları da: "Yüz
kişiden az olursa, husûsi olur." demişlerdir. Bir kısım âlimler ise:
"Bin kişiden az olursa, husûsi olur." buyurmuşlardır.
En doğrusu, bu iş
müctehitlerin re'yine havale edilir ve onların ihtiyarı kabul edilir.
Bundan sonra, husûsi
olan bir nehiri (= kanalı) ba'zı» ortaklan kazmak (= tamir etmek) isterler;
diğerleri de bundan kaçınırsa; Ebû Bekir bin Saİd el-Belhf: "imâm onları
cebredemez. Arzu edenler kazıp temizlerlerse, bu nafile olur." demiştir.
EbÛ Bekir ei-İskaf da:
"Bunlar cebredilirler." demiştir.
Hassa? da, Nefakftt
isimli kitabında: "Gerçekten hâkim, isteyen kişilere o kanalı temizleyip,
kazmalarını emreyler. Onlar da bu işi yapınca,^ diğerlerini, onlar hisselerine
düşen masrafı verene kadar menfaatten men ederler." buyurmuştur.
İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'un şöyle buyurduğu rivayet olunmuştur: Hepsi birden
kanalı kazmayı bırakırlarsa; zâhirti'r-rivâyede cebredilmezler.
Bazı müteahhirin
âlimleri ise: Cebredilirler." buyurmuştur.
Bu ortaklar, kanalı kazmak
için toplanırlarsa, İmim Ebû Hanîfe (R.A.): önce kanalın baş tarafından
başlarlar. Bir adamın yerini kazınca, artık ondan diğer tarafı kazmak kalkar.
(Yâni, her şahıs kendi yerinin kanalını kazar." buyurmuştur.
İmameyi ise: Baştan
5$*vna kadar birlikte kazarlar." buyurmuşlardır. FetâTİyi KadEhftn'da
^böyledir.
Bunun açıklaması:
Kanalın ortakları, on kişi iseler; kanalın başından başlarlar ve on kişiden
birisinin arazisine kadar, her birisi o yerin onda birisini kazar; onlardan
hangisinin arazisine gelirse, orayı o kendisi kazar ve onun işi biter. Geride
kalanlar da her şahıs kendi arazisi kadarım kazar.
Bu, İmâm Ebft Hanîfe
(R.A.)'ye göre böyledir. İmâmeyn'e göre ise, her biri, tamamının onda birini
kazar. Kâfi'de de böyledir.
Bir adamın arazisinin
ortasından bir nehir çıkar, o yerin sahibi de orasını kazarsa; İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre kazma zahmeti ondan sakıt olup düşer mi?
Burda ihtilaf
edilmiştir.
Bazı âlimlere göre, bu
zahmet ondan sakıt olur. Bazılarına göre ise, kendi arazisinden çıkarmadıkça
sakıt olmaz.
Sahih olan da budur.
Kazdığı yerden su
geçerse arazisini sulamak için kanal açabilir mi?
Bazı âiimier: Açar;
çünkü, su ortaklardan önce ona mahsustur. Müteahhirin âlimleri ise: "Kanal
açmaya alt taraftan başlanır." diye söylemişlerdir. Zahîriyye'de de
böyledir.
Sokakta bulunan husûsi
bir yol, sokak ahâlisi arasında geçerli değildir.
Sokak evvelinden
sonuna kadar yapıma muhtaç olursa; başlangıçtan itibaren, sokak ahâlisi, bil-icma
onarımını yaparlar.
Onlardan birinin
evinin önüne kadar varırlarsa; o adamdan evinin önünü yapma zahmneti kalkar mı?
Bu mes'ele hakkında bir rivayet yoktur Şeyhâ'l-İslam şerhin1 de şöyle
buyurmuştur:
Ba'zı âlimlerimizin
kitabında. 'Bi'littifak, onu kaldırır." denildiğini gördüm. Fakat kanal
büyük olur ve bütün köy halkı, onun suyundan içiyor olurlarsa; onu kazıp,
temizler ve ıslah ederler.
Şeyhülislam,
Nevidir'de bu hususta, şöyle buyurmuştur: Bi'1-ittifak lâyık olan, o su yolunu
kazıp, temizlemektir. Mnîııyt'te de böyledir.
En doğrusunu, ancak
Allahu Teâlâ bilir. [3]