1- Rehinin Manası, Rüknü. Şartlari Ve Hükmü
Rehnin Caiz Olmasının Şartları
Teslim Almanın Sıhhatinin Şartı
2- Rehin Olan Veya Rehin Olmayan Şeyler
3- Hangi Hallerde Rehin Bırakılır? Hangi Hallerde Rehin
Bırakılmaz?
4- Rehin Bırakılması Caiz Olan Ve Caiz Olmayan Şeyler
5- Babanın Ve Vasinin Rehin Bırakması
2- BÎR ŞEYİ ÂDİL BİR KİMSENİN YANINA REHİN BIRAKMAK
Rehin Hakkında, Adalete Elverişli Olan Ve Olmayan
Kimseler
3- REHİN BIRAKILAN ŞEYİN ZAYİ OLMASI HÂLİNDE, TAZMİN
EDİLİP EDİLMEYECEĞİ
4- REHİN BIRAKILAN ŞEYE YAPILAN MASRAFLAR
5- REHİN ALAN KİMSE İLE REHİN ARASINDAKİ MÜNASEBET
6- REHİN VEREN ŞAHSIN, VERDİĞİ REHNİ ARTIRMASI
Rehnin Artırılmasının Çeşitleri
7- BORÇ ÖDENİNCE, REHNİN TESÜM EDİLMESİ
8- RÂHİN VEYA MÜRTEHİNİN, REHİN BIRAKILAN ŞEYDE TASARRUFU
9- REHİN HAKKINDA İHTİLAF VE BU HUSUSTAKİ ŞEHADET
10- ALTINI, ALTIN VEYA GÜMÜŞÜ, GÜMÜŞ KARŞILIĞINDA REHİN
BIRAKMAK
11- REHİNLE İLGİLİ ÇEŞİTLİ MESELELER
Kâhinden Başka Birinin, Rehne Karşı Cinayet O Suç
İşlemesi
Kâhinin Değil Merhûnun (=
Rehin Edilen Şeyin) Cinayet İşlemesi
Bir Rehnin, Diğer Bir Rehne Karşı Cinayeti:
12- REHİNLE İLGİLİ DA'VALAR VE HUSÛMETLER
Rehin: Bir malı,
tamamen veya kısmen istifası mümkün bulunan mâlî bir hak karşılığında, o hak
sahibinin veya bir başkasının eline, rıza ile mahpus ve mevkuf kılmaktır.
Bu şekilde, —bir borç
karşılığında —bir başkasının eline verilip, onda mahpus ve mevkuf edilen mala
merhûn veya rehin denilir.
Rehin (= rehîne):
Merhûn mânâsına geldiği gibi, bir şeyi rehin etmek mânâsına da gelir.
Râhin:—Hakikaten veya
hükmen —borçlu olup, rehin veren kimse demektir.
Mürtehin: Hak sahibi
(~ alacaklı) sıfatıyla, rehin alan kimse demektir. Miirtehen: Rehin olarak
alıkonan şey demektir. İrtihan: Bir hakkın istifasını temin etmek için rehin
almak demektir. Terhin: Bir malı, bir hak karşılığında rehin vermek; mahpus
bulundurmak demektir.
Rehn-i sahih: Sıhhat
şartlarını cami olan yani, aslen ve vasfen sahih olan rehin akdi demektir.
Rehn-i fâsid: Aslen
sahih olup; vasfen sahih olmayan, yani: Aslında akdedilmiş olduğu hâlde; bazı
hârici vasıfları bakımından gayr-i meşru bulunan rehin demektir.
Rehn-i bâtıl: Aslen
sahih olmayan rehin demektir. Aslında mal olmayan (veya mal sayılmayan) bir
şeyi rehin vermek veya aslında olmayan bir alacaktan dolayı rehin almak
gibi...
Fekk-i rehn: Borcu
ödeyip, merhûnu, rehniyetten tahlis etmek demektir.
Sahih-i adi: Âdil
sayılan ve rehnedilen şey emaneten kendisine tevdi edilen şahıs demektir.
Yed-i adi: Âdil
sayılan kimsenin eli, nezdi, yanı, şahsı demektir.
Rehin bahsinde adl'den
(=adâlet'ten) maksat, râhin ile mürtehîn'in emniyet edilip, rehnin, yanına
tevdi ve teslim edildiği âkil (— akıllı) kimsedir. Bu şahsın aslında adi
sahibi olması da şart değildir.
Deyn-i muaccel: Derhal
ödenmesi gereken borç.
Deyn-i Müeccel: Bir
müddetle tecil edilmiş (= vadeli) borç.
Deyn-i hali: Vadeli
olduğu hâlde, müddeti sona ermiş, vadesi hulul etmiş borç.
Deyn-i hakîkî (=
hakikaten deyn): Borç alınan para ve icâre karşılığ' olan borç.
Deyn-i hükmi (= hükmen deyn):
Gasbedilen veya fâsid bir ahş-veriş alınan mal karşılığında bulunan borç. [1]
Rehinin rüknü: Rehin
akdi (= sözleşmesi) yapılırken, icâp ve kabulün bulunmasıdır.
Bu da rehin verenin:
"Bu şeyi, sana, —borçtan benim üzerimde olan hakkına karşılık olarak rehin
eyledim." Veya "Bu, alacağına karşılık rehindir." demesi ve
kendisine rehin bırakılan şahsın da: "Rehin eyledim." veya:
"Kabul eyledim." yahut: "Razı oldum." demesidir.
Bu akid için rehin
lafzı şart değildir.
Bir adam, dirhemler
karşılığında bir şey satın aldığında, satıcıya, elbise verir ve ona: "Bu
elbiseyi, bedelini sana ödeyene kadar yanında tut." derse; işte o elbise
rehin olmuş olur. Çünkü o, akid manasına gelir. Akidlerde de itibar
ma'nalaradır. Bedâi'de de böyledir.
Rehnin çeşitli
şartları vardır. Bunlardan bazıları, rehinin nefsine râci olur.
O, rehni bir şarta
bağlamamak ve bir vakte de mal etmemektir.
Ba'zı şartlar da,
rehin verene ve alana râcidir.
Her ikisinin de akıllı
olmaları şarttır.
Mecnun ve aklı
yetmeyen çocuğun rehin verip alması caiz değildir.
Rehin akdinde bulûğ ve
hürriyet şart değildir.
İzinli sabiden ve
izinli köleden rehin alınır ve onlara rehin verilir.
Keza, sefer (=
yolculuk) da, rehnin caiz olmasının şartından değildir, rehin hazerde de,
seferde de caizdir.
Rehin olunan şeye
gelince, onun da çeşitli şartları vardır:
1-) Rehnedilen
şeyin, satılan bir şey olması şarttır.
Bu şey, akid
zamanında, mutlak mal olarak bulunacaktır ve teslime elverişli olacaktır.
Akid zamanı mevcut
olmayan bir şeyin rehni caiz olmaz.
Varlığı, yokluğu belli
olmayan bir şey de rehin olmaz. Hurma ağacının meyvesini rehin etmek veya
koyunların kuzularını, (kuzlamadaı = doğum yapmadan önce) rehin etmek yahut: Şu
cariyenin karnmd olan rehindir." demek ve benzeri şeyler gibi...
Lâşe ve kan mal
sayamadıklarından; rehin olmazlar.
Haremin avı da rehin
olmaz. Çünkü o da lâşe hükmündedir. Hür adam da, rehin olmaz. Çünkü o, asla mal
değildir. Ümmü veled ve mü-debberde rehin olmaz.
Mükâtep de rehin
olmaz. Çünkü onlar, hür menzilesindedirler. Bir yönden hürdürler ve mutlak mal
olmazlar.
îçki de rehin olmaz.
Domuz da rehin olmaz.
Âkidlerden ikisi de müslüman olurlar veya birisi müslüman olursa; —müslüman
için bunlar mal olmadıkları için —rehinde olmazlar. Bu, rehin verinin, borcu
ödemesi; rehin almanın da borcu ifası olduğundan dolayı böyledir.
Bir müslümanın,
içkiden borç ödemesi ve ondan fayda temin etmesi caiz olmaz.
Yalnız rehin veren
zimmî olursa; o içki, rehin alan müslümana karşı gasp sebebiyle mazmûne olur.
Çünkü rehin sahih olmayınca, içki müslümanın elinde gasbolunmuş menzilinde
olur. Zimmînin içkisi de müslümana karşı, gasp olur.
Rehin veren müslüman;
rehin alan ise zimmî olursa; zimmîye karşı, o içki gasp olmaz. Çünkü
müslümanın içkisi hiç bir kimseye karşı mazmüne olmaz. Fakat zimmet ehli
hakkında içkinin de, domuzun da rehin olması caizdir. İkisinin rehin alınması
da zimmî için caizdir. Çünkü onlara göre, —ikisi de sirke gibi, koyun gibi
—maldır.
Av gibi, odun gibi, ot
gibi —herkes için — mubah olan şevler de rehin olmazlar. Çünkü onlar memlûke
değildirler.
Fakat rehin veren
için, memlûk olması rehnin caiz olması için şart değildir.
Hatta başkasının
malanı da irtihan (= rehin bırakmak) caizdir.
Şer'î velayeti
sebebiyle izinsiz olarak baba veya vasî, sabînin malını kendi borcuna bedel
rehin bırakabilir.
Şayet rehin, onu
alanın yanında onu fekketmeden önce helak olursa; kıymetiyle helak olmuş olur.
Ve baba veya vasî onu tazmin eder. (= Öder.) Çünkü nefsi borcu için çocuğunun
malını rehin eylemiştir. Artık onu öder.
Bir çocuk bulûğa
erişir, rehin de —rehin olarak —rehin alanın yanında duruyor olursa; hâkim,
hukmeylemeden Önce, çocuk onu geri alma hakkına sahip olmaz. Fakat, babasına
"borcunu ödemesi ve rehini kurtarıp oğluna vermesi" emredilir.
Şayet, bir kimsenin
oğlu, babasının borcunu öder ve rehni kurtarırsa, bu bir teberru olmaz. Bu
durumda oğul, ödediğinin tamamı için, babasına müracaat edebilir.
» Vasînin hükmü de,
aynen —yukarıda söylediğimiz —babanın hükmü gibidir.
Başkasının izni ile,
onun malını rehin yapmak caiz olur.
Bir insandan emânet
almak ve onun izniyle, emânet alınan şeyi rehin bırakmak caizdir. Bedü'de de
böyledir. [2]
Rehinin caiz olma
şartlarına gelince: Rehin olunan mal, ayrılmış ve meşgaleden fariğ olmuş
bulunmalı ve rehinden istifade etme hakkına sahip olmalıdır. Eğer rehin,
kendisinden istifade edilmeyecek bir mal ise, o rehin bâtıl olur. Kısas ve
haddi, rehin yapmak gibi: Sirlcü'İ-Vehhsc'da da böyledir.
İmim Muhemmed (R.A.),
Rehin Kitabı'nda şöyle buyurmuştur: Rehin, merhûn teslim alınmadıkça, caiz
olmaz. Burada teslim almanın, rehinin şartından olduğuna işaret vardır.
Şeyha'l-İmim Hâher-zlde
şöyle buyurmuştur:
Rehin, teslim almadan
da caiz olur; yalnız lâzım değildir O, ancak rehin bırakan hakkında lazımdır.
Teslim almak, rehnin lüzumunun şartıdır. —Hibede olduğu gibi —cevazının şartı
değildir.
Önceki kavil daha
doğrudur.
Zâhirü'r-rivâyeMe
şöyle denilmiştir: Rehni teslim almakla, tahliye sabit olur. Satışta olduğu
gibi...
İmim Ebû Yûsuf (R.A.)
şöyle buyurmuştur:
Menkul ( - tasımı)
malda, rehin sabit olmaz; ancak, o nakiedilirse sâhiı olur.
rehin alan teslim
almaz ise, rehin veren muhayyerdir: İsterse, teslim eder; isterse, rehinden
geri döner.
Rehini, rehin alana
teslim edince, rehin alanın tazminatına girer. Kâfî'de de böyledir. [3]
Teslim almanın
sıhhatinin şartını beyana gelince: Bu hıiMiıta da çeşitli şartlar vardır:
1-) Rehin
verenin izin vermesidir.
İzin de iki nevidir:
A-) Nas.
B-)
Delâlettir.
Birincisi, rehin
verinin: "Onu teslim almana izin \erdim." \c>a: "Onu teslim
almana razı oldum." yahit: "Onu teslim al." demesidir.
Bu teslim; ister o mecliste
olsan, isterse ayrıldıktan sonra olsun müsavidir.
îstihsânen bu
böyledir.
Delâlete gelince:
Rehini alanın, rehini veren şahsın yanında, onu teslim alması sırasında onun
susması ve onu men etmemesidir.
Bu istihsânen
böyledir.
Ağaçta bulunan meyveyi
rehin etmek gibi —ilâve edilmiş ve diğer şeyden ayrılmamış olan bir şeyi, rehin
vermek caiz olma/. Ancak, bu rehin, onu ayırmak ve teslim etmekle caiz olur.
Rehin verinin izni
olmadan, rehin alanın bir şeyi, olduğu yerden ayırıp, alması caiz olmaz.
İsterse fasi ve kabz aynı mecliste olsan; isterse, başka mecliste olsun
müsavidir.
Eğer onun izni ile
alırsa, kıyâs bunun caiz olmamasıdır. Istihsân ise, caiz olmasıdır.
2-) Bize
göre, cem olmakta şarttır. Muşa (= taksim olunmamış mikdarı belirsiz şey)'in
alınması sahih değildir. Musa'nın taksim kabul edip etmemesi müsavidir. Bir
yabancının veya ortağının onu rehin bırakması müsavidir. İster sözleşmeye
mukarin olsun, isterse sonradan olsan sahih olmaz Zâhirür-rivâyede böyledir.
3-) Rehin
olunan şeyin, rehin olmakta fariğ olmamakdır. Eğer onunla meşgul olursa, (Şöyle
ki: Bir adam, içinde rehin verenin eşyası bulunan evini, rehin bırakır ve o
evi, içindeki eşya ile birlikte rehin alana teslem ederse; işte bu caiz
değildir.
4-) Rehin
bırakılan şey, ayrılmış seçilmiş olmalıdır.
Şayet muttasıl (=
bitişik) ondan seçilmemiş olursa; onu teslim almak sahih olmaz.
5-) Teslim
almaya ehliyet bulunmalıdır. O da akıldır. [4]
Teslim alma iki
nevidir:
1-) îsâle
yoluyla teslim.
2-) Niyâbe
yoluyla teslim
İsâle yoluyla teslim:
O bizzat birinin kendisi için teslim almasıdır.
Niyâbe yoluyla teslim
almaya gelince:
O da iki nevidir.
A-) Teslim
alana müracaat etmek.
B-) Teslim
alınanın nefsine müracaat etmek.
Teslim alana müracaat
etmek: Babanın veya vasinin, sabîden teslim almasıdır.
Âdil bir kimsenin
teslim alması da rehin alanın teslim alması menzilindedir.
Hatta, rehin onun
yanında zayi olursa; rehin alan adına zayi olmuş olur.
Teslim alınanın
nefsine müracaat: Bu, rehin konulan şey, akid zamanı teslim alınmışsa, rehini
teslim almada nâib olur mu?
Bunda aslolan, teslim
alınan iki cins olur ve birisi diğerinden nâib olursa; muhtelif olması hâlinde
yükseği, engin olana naip olur.
Bize göre, teslim
almanın devamlı olması da şarttır. Siya', cinsin devamım men eder. Rehinin
cevazı da men edilmiş olur. Taksim ihtimali olsun veya olmasın müsavidir. [5]
Rehnin hükmü: Rehin
bırakılan şeyin aynına, habs hususunda nıürtehin malik olur. Ve onu, alacağını
alana kadar, yanında tutar.
Rehin bırakan Ölecek
olursa, mürtehin, o zaman, diğer alacaklılardan daha haklı olur. Ve o
rehinden, Öncelikle onun hakkı ödenir.
Rehin koyan iflas
ederse, rehin alan şahıs, diğer alacaklılardan daha Önce hak sahibi olur ve
rehin aldığı şey, —alacağı kadar için ona hususiyet kesbeder. Serahrf'nin
Muhıytı'nde de böyledir.
Rehnin, borçtan noksan
olması sahih olmaz.
Eğer rehin borcun
tamamını düşürecek miktarda ise, bunun sahih olduğunda ihtilaf yoktur.
Eğer borcun tamamım
düşürmüyorsa, bu rehin ihtilaflıdır. Gıyasiy-ye'de de böyledir. [6]
En doğrusunu bilen
Allahu Teâlâ'dır.
Bir adamın, diğer bir
adama borcu olur ve ona bir elbise vererek: •'Malını verene kadar, bunu yanında
tut." dese; İmâm S>Û Hanîfe (R.A.) "Bu rehindir."
buyurmuştur.
İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'da: "Bu, bir vediadır. (= emanettir.) Rehin olmaz." demiştir.
Eğer: "Bunu,
malına karşılık tut." veya: "Bunu malını verene kadar tut."
derse, o zaman rehin olur.
Bu bi'1-icma böyledir.
Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir
Bir adamın, üzerinde
başka birisinin bin dirhem "güllesi olur ve: "Şu bin vadhı — hakkına
karşılık tut." der ve teslim aldığına da şahid edinirse; bu, borcunu
Ödemek olur.
Eğer: "Teslim
aldığına şahit ver." der; alacak sahibi de: "Bana ver; sana şahitlik
edeyim." derse; borcunu ödemiş olur.
Şayet: "Şu bin
dirhem gümüşü — hakkını verene kadar al. Bana da teslim aldığına şahit
ver." derse; işte bu rehin olur. Borcu ödemek olmaz. Fetâvâyi KâdBhân'da
da böyledir.
Eğer: "Şu evi
sana rehin eyledim." veya: "Şu yeri sana rehin eyledim."
yahut:"Şu köyü sana rehin eyledim." der ve başka şeyş tahsis
etmezse, o köyün evleri, ağaçlan bağlan yeşillikleri ve ziraatı rehne dâhil
olur. YenâbFde de böyledir.
Bir borçlu borcunu
ödedikten sonra; o adama, mal vererek: "Bunu, verdiğim dirhemlerde bulunan
zayıf ve geçersiz olanlar karşılığında rehin olarak al." derse; işte bu
rehin kalp para varsa —caiz olur. Zayıf için rehin olmaz. Çünkü zayıfı teslim
almakla, borç ödenmiş olur. Kalp hâriç borç ödendikten sonra, rehin bırakmak
tasavvur edilmez. Fetâvâyi Kâdîhânda da böyledir.
Bir adam, borç olarak,
dirhemler alır ve eşeğini de alacaklıya, dirhemleri ödeyene kadar, iki ay
müddetle teslim eder veya evini oturmak üzere teslim ederse; işte bu fâsid bir
icarlama olur. Eğer eşeği, bir işinde kullanırsa, ecr-i misil lâzım olur; o,
rehin olmaz Cevâhirii'l-Ahlâti'de de böyledir.
Bir mantarcı, bir
sepet veya kızanı rehin olarak alırsa; bu —rehin olmaz. Sİrâciyye'de de
böyledir.
Bir kimse, diğerinin
sekiz yüz dinar vermesi şartıyla, ona rehin verdiğinde; karşıdaki adam, üçyüz
dinar verir; kalanını vermezse, bu rehin sahihtir. Gunye'de de böyledir. [7]
Rehin, ancak ödenmesi
îcâbeden bir borç veya —rehin gibi —sebebi vûcûbu bulunan bir şey için olur.
Vacip olmayan veya
vücûp sebebi bulunmayan bir borç için rehin vermek sahih olmaz.
Rehnin sahih olması
için; hakikat üzere borcun vucûbu şart değildir. Vücûbunun açık olması kâfi
gelir.
İmâm Mnhammed
(R.A.)'in, Cimi, isimli kitap da zikreylediği meselelerin beyanı: Bir adam,
başka bir adamda bin dirhem alacağı olduğunu iddia eder; da'vâii da bunu inkâr
eder ve beşyüz dirheme anlaşma yapıp, ona karşılık olarak da bir rehin bırakır;
o da, rehin alan şahsın yanında, zayi olursa; sonra da, her ikisi de "borç
olmadığını" doğru-larlarsa; işte o zaman, rehin alan şahıs, rehin
bırakılan şeyin, beşyüz dirhem olan kıymetini, rehin bırakana öder.
Bu durumda, bu rehin
bize göre caizdir. Çünkü zahirde vacib olan borç hasıl olmuştur ve inkârdan
sonra sulh caizdir. Sulhun bedeli de bize göre vâcibdir. Bu şahıslar, bu işi
hâkime çıkarsalar ve kıssalarını anlatsalar; artık hâkim, sulh bedelini teslim
etmesi için da'valıyı ilzam eder. O, teslimden kaçınırsa, da'vâcının isteği
üzerine, onu habseder. "Rehin sebebiyle, mal hasıl olur.
Şayet, rehin zayi
olursa; rehin alan şahıs, o rehnin bedelini öder. Sonra da, her ikisi de malın
vacip olmadığını doğrularlarsa; işte o vakit, da'vâ batıl olur. O takdirde,
ödenen adam o denen şeyi geri verir. Zehıyre'de de böyledir.
Bir nefse kefil
olmakla, rehin caiz değildir. Bir nefsin kısasına da rehin caiz değildir. Eğer
cinayet hata ile yapılmışsa rehin caizdir.
Şüf aya karşılık rehin
de caiz değildir. Kâfi'de de böyledir.
Haraca bedel, rehin
caizdir. Çünkü haraç da başka borçlar gibi borçtur. Müzmarât'ta da böyledir.
Bir adam, belirli
dinarlar veya dirhemlerle bir kadın nikahlasa; kadında ondan rehin alsa; bize
göre, bu sahih olmaz.
İki kişi kan bedeli
için belirli bir şey üzerine anlaşma yaparlar ve kan sahibi rehin alırsa; bu
caiz olmaz. Yenibî'de de böyledir.
Bir adam, bir evi veya
başka bir şeyi icarlar ve icara karşılık olarak rehin bırakırsa; bu caizdir.
Eğer rehin, borç
ödenmeden önce zayi olursa, o kadar borç ödenmiş olur.
Eğer icar ödenmeden
önce, helak olursa; rehin bâtıl olur. Rehin alana, rehinin kıymetini ödemesi
gerekir.
Bir adam, bir terziyi
elbise dikmek üzere icarladığında; o terziden rehin alması caizdir.
Keza, bir kimse,
Mekke'ye kadar bir deveyi icarlayıp, deveciden de, taşımasına bedel rehin alsa;
bu caizdir.
Taşımaya karşılık,
adamın kendisini rehin almak veya bir hayvanı bizzat rehin almak caiz değildir.
Bir adam, diğerinden,
emânet bir şey alır; emânet veren de emânet alandan, "emânetini verene
kadar, bir ş* vi rehin alsa; bu caizdir. Bi-nefsihi ariyeti red için, rehin
alsa bu caiz olmaz.
Emânet almış bulunan
bir şahıstan, emânet aldığı şeyi rehin almak caiz olmaz. Çünkü o emânettir
Ağlayan (= ağıt yakan)
şarkı, türkü söyleyen bir kadını icarla-yıpi Ücretine karşılık rehin vermek,
caiz olmaz; bu bâtıldır.
Keza, kumar borcu,
İaşe bedeli, kan bedeli, bir müslümanın diğer müslümandan içki bedeli veya bir
zimmiden içki bedeli veya hınzır bedeli için rehin verilmesi bâtıldır.
Fetftvâyİ Kftdfhftıı'da da böyledir.
Cinayet işleyen köleyi
rehin vermek sahih olmaz.
Borçlu köleyi de rehin
etmek sahih olmaz. Çünkü efendisine karşı, mazmun değildir. Helak olursa
efendiye bir şey gerekmez. Serahtf'nin Mohıytı'nde de böyledir.
Bir adam, diğerinden
bizzat bir şeyi dirhemler karşılığında satın alıp, onu da rehin verirse
bâtıldır. Fetfviyİ KMftia'da da böyledir.
Bir aynı, diğer bir
ayn karşılığında rehin bırakmak şu Üç vecih üzeredir:
1-) Bir
ayna, diğer bir ayri karşılığında rehin bırakmak emânettir; bunun rehin olması
bâtıldır.
2-) Mazmun
olan bir malı, başka bir şey karşılığında rehin bırakmak da caiz değildir.
(Satılmış olan bir şeyi, rehin bırakmak gibi...
Hatta bu şey helak
olursa; rehin olarak değil; başka bir şey olarak zayi ve helak olmuş olur.
Bu Ebû'l-Hasan
el-Kerhî'nin kavlidir.
3-) Mazmune
(- borç) olan bir aynı (=malı) ve gasbedilmiş olan kocalı bir kadını rehin
bırakmak caiz ve sahihtir.
Eğer, rehin zayi
olursa; mürtehin onu, düşük değeri ile tazmin eder.
Eğer, bir ayn,
rehnedilmeden önce zayi olursa; bu rehin onun kıymeti üzerinden geçerli olur.
Hulâsa'da da böyledir.
En doğrusunu bilen,
AHahu Teâlâ'dır. [8]
Satışı caiz olan
şeyin, rehin bırakılması da caizdir. Satışı caiz olmayan şeyin rehin
bırakılması da caiz değildir. Tehab'de de böyledir.
Bir adam, bir yeri rehin
verir; rehin alan da onu teslim aldıktan sonra ona hak sahipleri çıkar ve hak
sahibi belirli olmazsa; bu rehin, diğerleri hakkında da bâtıldır.
Şayet hak sahibi
belirli ise, rehin bakileri hakkında da caizdir.
Rehin alan için,
geride kalanlar hakkında muhayyerlik olmadığı gibi, ondan, başka bir şey de
talep edemez. Geride kalan, bütün alacağı için mahpustur. Muhıyt'te de
böyledir.
tki kişi, bir adamdan,
—alacakları için —bir şeyi rehin alsalar; —onların arasında ortaklık olsun veya
olmasın —kabul ederlerse; bu rehin caiz olur.
Şayet ikisinden birisi
kabul eder de, diğeri kabul etmezse; o rehin sahih olmaz.
Eğer rehin bırakan;
alacaklılardan birinin alacağım öderse; alacağı ödenen şahsın, o rehnin yansım
geri verme hakkı yoktur. Fetâvâyi Kâ-dîhân'da da böyledir.
Bir adam, üzerlerinde
alacağı olan iki adamdan rehin alırsa; bu rehin caiz olur. Ve bu rehin, tam
alacaklarına karşılık olur. Rehin alan, o relini alacaklarının tamamı ödenene
kadar yanında tutar. Hızânetâ'I-Müftîn'de de böyledir.
Bir adamın yanında,
bin dirheme karşılık olarak iki köle rehin bulunur; sonra da kendisine beşyüz
dirhem ödenir ve borçlu olan zat, kölelerden birini almak isterse; onda hakkı
yoktur.
Şayet: "Ben, bu
kölelerin her birini beşyüz dirheme karşılık rehin bıraktım." der ve sonra
da beşyüz dirhemi ödeyince, o kölelerden birini geri almak isterse; buna hakkı
vardır.
Bu, Ziyâdât'ın
rivayetinde böyledir.
Asıl olan,
borç tamamen ödenmedikçe,
kölelerden birini alamamasıdır.
"Ziyâdât'ta
söylenilen, İmam Muhammçd (R.A.) 'in kavlidir. el-AsI kitabında olan ise,
İmâmeyn'in kavlidir." denilmiştir.
Keza, alacak iki
cinsten (beşyüz dirhem gümüş, beşyüz dinar altın gibi^ olursa; râhin onlardan
birisini ödeyince, rehin olan iki köleden birini alamaz. Hulâsa'da da böyledir.
Bir kimse, alacağının
yerine, iki kişiden, iki kölenin yanlarını rehin alsa; işte bu caiz olmaz,
tkisi adına, mutlaka bir köleyi rehin alsa; bu caizdir.
Bir kimse, yansı altı
yüz dirhem; diğer yansı ise beşyüz dirhem olan bir kölenin yarasına rehin
koysa; bu caiz olmaz. Serahs'nin Mohıyti'nde de böyledir.
Ağacı hariç hurmayı
veya hurması hariç, hurma ağacını veya arazisi hariç, ziraatı, evi ve
hurmalığı; yahut üzerinde olanlar hariç, araziyi ,rehm bırakmak, caiz olmaz.
Hasan bin Zİyâd, İmâm
Ebâ Hanîfe (R.A.)'nin şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
Hurmalığı hariç, olmak
üzere —bir yeri rehin yapnun . ûi/di: " Şayet rehin yaparken istisna
eylemez ise; hurmalık da. '.nur . J.ı zirâat de, binalar da rehine dâhil olur,
Tehzîb de de b-.-; 'etin .
Bir adam, yeriyle beraber
hurmalığı, ağaçları ve bağı rehin yapsa; bu caiz olur. SerahsPnin MuhıytTnde
de böyledir.
Bir adam, otuz dirheme
karşılık, iki koyunu rehin bıraktığında; o koyunlardan birisi on dirheme bedel;
diğeri de yirmi dirheme bedel olur; fakat hangisinin neye bedel olduğunu
açıklamazsa; bu rehim caiz olmaz. Çünkü cehalet sebebiyle aralarına nizah
düşer. O rehinlerden biri zayi olursa, ne kadar borcun bedeli zayi olduğu
bilinmez.
Şayet açıklama
yapılırsa, o zaman zayi olan bedeline karşılık olur; bu caizdir. Serahs'nin
Muhıyü'nde de böyledir.
Memlûkunun hayvanım
rehin bırakmak caizdir. Ba/ı alimlerimiz, buna muhaliftir. Onlar, şöyle
buyurmuşlardır;
Hayvan, ölüme helake
ma'ruzdur. Bu da fesada sebep olur; Ekmek gibi, bunun da rehni caiz değildir.
Büyük ve küçük
mirasçıların bulunduğu ve ortak oldukları bir evi, vasî ve büyükler, ortak
bulundukları bir yerin haracına karşılık olarak, rehin bıraksalar, bu sahih
olur.
Bir adam, duvarı ortak
olan, bir evini rehin bıraksa; bu caiz ve sahih olmaz.
Ortak olan duvarı müstesna
ederse, caiz olur.
Ancak, kendi duvarı
ortak olduğu duvara bitişikse, bu rehin yine caiz olmaz.
2ir adam duvarına
komşusu ile ortak olduğu bir evini rehin biralığında; yeri ve tavanı kendine
ait olan duvarının rehni sahih olur.
Tavanın ortak duvar
sebebiyle, birbirine ulanmış olması, rehnin — ona tâbi olduğu için —sıhhatına
mâni olmaz. Gunye'de de böyledir.
Bir adam, evinin
belirli bû uâiresi-vya belirli bir topluluk, bir evini rehin yapsa; bu caizdir.
Fetlvayi Ksdfhfta'da da böyledir.
Bir kimse başkasının
mülkünü satıp, bedeline karşılık da bir şeyi rehin alır; buna da mal sahibi
izin verirse; bu rehin sahih olmaz. Hasta bir köleyi rehin bırakmak —eğer
kıynieti borçtan fazla ise sahih olur. Gunye'de de böyledir.
Bir adamı, içinde —az
veya çok —kendisinden fayda görülecek eşya bulunan bir evi rehin bıraksa; vey ı
içinde rehin verenin eşyası bulunan çuvallarını rehin bıraksa ve bunların
tamamını rehin alana teslim etse; bu caiz olmaz.
Ancak, evi ve
çuvalları boşaltarak teslim ederse; o zaman caiz olur.
Eğer, ^ev hariç —evin
eşyasını r^hin bırakırsa; veya —çuval hariç çuvalda olanı rehin bırakırsa; ve
bunların tamamını rehin alana teslim ederse; bu caiz olur.
Birinci mes'elede,
caiz olmasmın çâresi: Önce, evi ve çuvalları emânet bırakır; sonra da, içinde
olanları rehin olarak teslim ederse, bu iu-rumda, teslim de, rehin de sahih
olur. Felâvâji 'âtühan'da du böyledir.
Hasan bin Ziyâd, İmâm
Ebû Hanîfe (R.A.)'nîn şöy1 e buyurduğunu rivayet etmiştir:
Rehin verenle, rehin
ab.mn DcraNicc idinde bulundukları bir evi, râhin, rehin verip: "Sana
teslim eylecim." Mürtehin^0: "kabul eyledim." derse; bu rehin
—rehin veren evden çıkmadıkça ve sana eyledim demedikçe— tamam olmaz.
Seıihâ'nin Muhıyt'in de de böyledir.
Bir kimse, arzı
Sultanî denilen yerde bulunan bir imarethanesini rehin eylese ve onu rehin alan
teslim etse; rehin alan, orda tasarruf ederek, senelerce icarını alırsa; bu
rehin sahih olmaz, rehin alan için — aldığı Ücret —temiz olmaz.
Ce-^frö'l-AhiâöM^ de böyledir.
Bir kimse, bir atın
üzerindeki eğ'"i veya başındaki gemi rehin olarak bırakıp, atı, üz&
inden eğirini, ve gemini teslim eylese; bu rehin, — atın üzerinden eğerini,
başından gemini çıkarıp teslim etmediğe —sahih olmaz.
Üzerinde yük bulunan
bir hayvanın —hayvan hariç olarak, —yaınız yükünü rehin verse; — yükü
indirmedikçe —bu rehin de sahih olmaz. Yükü indirir; rehin alan şahsa teslim
ederse; o zaman, bu rehin sahih olur.
Eğer, —hayvan hariç
—yükü rehin bırakır ve onu da verirse bu sahih oiur. Çünkü» hayvan yükle
meşguldür; fakat yük hayvan ile meşgul değildir. Bedtt'de de böyledir.
Bir adam, kocası olan
bir cariyeyi, kocasının izni olmadan rehin »raksa; bu caizdir. Fakat rehin alan
şahsın, ona, kocasının cima etme-ini men etme hakkı olmaz.
Eğer, bu câriye, o
cima neticesinde ölürse; semavi bir âfetle ölmüş ibi olur. îstihsanen, rehin
alan şahsın alacağı sakıt olur. (= düşer.) Cıyasen ise, düşmez.
Eğer cariyenin —rehin
olarak bırakıldığı zaman, —kocası olmaz /e sonra rehin alanın izniyle, o câriye
nikâhlanırsa; bu durum île bundan önceki müsavidir.
Eğer rehin alanın izni
olmaksızın nikâhlamrsa, bu da caizdir. Rehin alan şahıs, yeni kocasının, bu
cariyeye cima etmesini men edebilir.
Eğer kocası cima
ederse cariye ile birlikte onun mehri de rehin olur. Cimadan önce, mehri rehin
olmaz.
Bu yönde, câriye
cimadan nâşi ölürse, rehin bırakılan zat, muhayyerdir: İsterse, onu, rehin
verene ödetir. İsterse, cariyenin kocasına ödetir.
Meselâ: Kocası, bu
cariyeyi öldürür; sonrada, o koca cariyenin efendisine müracaat ederse; eğer
kocası, onun rehin olduğunu bilmiyorsa, tazminat kocaya âit olur. Zahîriyye'cie
de böyledir.
Feîivâyi Atttbiyye'de
şöyle zikredilmiştir:
Bir adam, bir
cariyenin karnında olan çocuğu, azâd ettikten sonra, onu rehin bıraksa; bu
caiz olur. Doğumu sebebiyle noksanlaşması, onu rehinden düşürmez. Çocuğu azâd
etmeden önce, doğum yaparsa; noksanlığı nisbetinde borçtan düşer.
Tatarhâaiyye'de de böyledir.
Bir müslüman, bir
kâfirden, içkiyi rehin olarak alsa; bu rehin âtıl olur.
Sirke olan içki ise,
onun yanında emanet olur. Rehin bırakan mu-lyyerdir: Dilerse onu öylece alır;
dilerse, borcunu öder; dilerse sirkeyi Tcuna bedel olarak bırakır.
Eğer içkinin kıymeti,
rehin olduğu gün borcu kadar ise bu böyledir. Şayet, bir kâfir, müslümandan
rehin olarak, içki alırsa; bu da caiz olmaz. O içki, rehin alanın elinde emânet
gibi olur.
Bir müslüman, diğer
bir müslümandan rehin olarak şıra teslim alsa, o da içki oluverse; rehin alan,
onu sirke yapar ve böylece rehin olur. Tartısında ve Ölçüsündeki noksanlık
bâtıl olur.
Eğer rehin veren kâfir
ise, içkiyi alır ve borç, üzerinde kalır. Rehin alan, onu sirke yapmaz.
Eğer yaparsa, sirke
olduğu günkü kıymetini tazmin eyler öder ve alacağı için de borçluya müracaat
eder.
Eğer rehin veren
müslüman ise, hüküm bunun hilafınadır. O, içkiyi sirke yaparsa; onu tazmin
eylemez. Sm&i'nin Muhıyü'nde de böyledir.
Zimmînin yanma, diğer
bir zimmî, îâşe derisini rehin bırakır; rehin alan da onu dibağlarsa; bu rehin
olmaz. Rehin bırakan onu ondan geri alır ve dibağlamasımn bedelini ona öder.
Bir kimse, İaşenin
derisini gasbeylese ve onu dibağlasa, önceki kıymetini sahibine borçlu olur.
Bir zimmî, diğer bir
zimmîden, rehin olarak içki alsa; sonra da müslüman olsa; o içki rehinlikten
çıkar.
Eğer, onu sirke
yaparsa yine rehin olur.
Keza, her hangi biri
müslüman olur; sonra da o içki, sirke yapılırsa; bu rehin olur. Onun kıymeti
ne kadar noksanlaşırsa, o kadar borçtan düşer.
Bir kâfir, diğer bir
kâfirden, rehin olarak içki alır ve onu da bir müslümanın yanına bırakır; o da,
onu teslim alırsa; işte bu rehin, caizdir.
Harbî olan bir
güvenceli de, rehin verme ve alma hususunda zimmî gibidir. Eğer dâr-i harbe
döner; sonra da müslümanlar oraya sahib olurlar ve o adamı esir alırlar ve onun
dâr-i İslâm da, üzerinde olan borç yerine rehni olursa; borç bâtıl olur; o
rehin borç yerine olmuş olur.
Bu, İmim EM Yftsaf
(R.A.)'un kavlidir.
İmâm Mabammed (R.A.)'e
göre ise, bu rehin satılıp, —borca mukabil-rehin alana verilir. Baki kalırsa,
onu da o harbiyi esir alan öder.
Şayet o harinin
yanında, bir müslümamn veya bir zimmînin rehni varsa; rehni sahibine verir ve
borç bütün âlimlere göre bâtıl olur. Meb-sût'ta da böyledir.
Zimmîden olsun,
başkasından olsun İaşenin ve kanın rehni sahih değildir. KâfFde de böyledir.
Fetâvâyî Atiabiye'de
şöyle zikredilmiştir: Bir gâsıp, gasbeylediği bir şeyi rehin bıraktıktan sonra,
onu satın alırsa; rehin caiz olur.
Satılanda bir kusur
bulunur ve onu da, satıcısı kus tınıyla birlikte rehin bırakırsa; bu caiz
olmaz.
Şayet müşteri, onu
aynen satıcıya geri verirse; satılan ile bedel mukabili rehin olur. TataröâDİyye'de
de böyledir.
Rehin verenin
ölmesiyle, rehin bâtıl olmaz. Rehin alanın ölmesiyle de rehin bâtıl olmaz,
ikisinin de ölmesiyle, rehin bâtıl olmaz,
Rehin vârislerin
yanında, rehin olarak kalır. Hızânetü'l-Fetâvâ'da da böyledir.
En doğrusunu bilen
Allahu Teâlâ'dir. [9]
Bir baba, büyük
oğlunun malından kendi borcu için rehin verse; bu ona karşı velayeti olmadığı
için caiz olmaz. Kerderi'nin Vecîzi'nde de böyledir.
Bir baba, kendi malına
mukabil, oğlunun eşyasını rehin verir ve o malı da kendi nefsi ve küçük oğlu
için almış olursa; işte bu caizdir.
Büyük oğlu ile küçük
oğlunun ortak olan malını rehin vermek buna muhalifdir. Gerçekten bu büyük
oğlu, or.ıı teslim etmedikçe» —caiz değildir.
Eğer rehin helak
olursa, baba, o btiv ak oğlanın hissesini tazmin eder. (~ öder.)
Vasî de bu hususlarda
baba gibidir.
Babanın ölümünden
sonra, babanın babası da —vasî olmadığı zaman —baba gibidir. Çünkü, tasarrufta
olsun, velayette olsun —onun makamına kâimdir.
Yalniz,baba4ki küçüğün
birinin malından rehin verebilir.Vasî ise, buna mâlik değildir. Ö, ancak vasisi
olduğu çocuğun malından rehin verebilir. Mebsot'ta da böyledir.
Bir baba, küçük
oğlunun malından bir adama rehin verir ve çocuk büyür, baba da ölürse; çocuk o
rehini borcu ödemedikçe, —geri isteyemez. Çünkü, babası, velayetinin olduğu
zaman tasarruf yapmıştır.
Şayet baba, kendi
nefsi için rehin vermiş olur; oğlu da o borcu öderse; babasının malına
başvurur.
Eğer borç ödenmeden,
rehin zayi olursa; oğul babaya müracaat ederek, rehnin bedelini alır. KftfiMe
de böyledir.
Bir Anne, küçük
yavurusumm malını rehin bıraksa, bu caiz olmaz. Ancak, o çocuğun velisi
tarafından izin verilmişse, o zaman caiz olur. Hâkim izin verirse yine caiz
olur.
Rehin alan şahsın o
malı yanında habsetme hakkı vardır.
Satma hakkı ise,
yoktur. Bir anne, rehin verilen şahsı satışa vekil kılar ve ona da hâkim izin
veririse; bu vekil, hakim tarafından vekil la-yin edilmiş olur.
Rehine izin veren
hâkim, vekili azleder ve başkasını velî yaparsa; rehin alan da rehni satarsa,
eğer ikinci hâkim tarafından tesbit edilirse; önceki hâkimin izin verdiği işte
o geçerli olur.
Eğer tesbit edilmezse,
vekil eden hakimin imzası yoksa; ve çocuğun o rehne ihtiyacı varsa —satışı
reddeder. Cevâhirü'l-Fetâvâ'da da böyledir.
Bir babanın küçük oğlu
veya ticârete izinli ve borçsuz kölesi için, küçük oğlunun eşyasından, —kendi
nefsi için veya küçük oğlu için veya kölesi için —rehin vermesi caizdir.
Tebyûı'de de böyledir.
Baba, küçük oğlunun
malını, kendi nefsî borcu için rehin verebilir. Vasî'nin böyle yapması caiz
olmaz. Yâni, vasî, vasisi bulunduğu çocuğun malından, kendi nefsi borcu için
rehin veremez.
Bir vasî, yetimin
malından, kendi nefsi için bir hizmetçi alıp onu rehin bıraksa; bu caiz olmaz.
Ancak vasî, yetimin
malını satmaya ve almaya izinli ise, o zaman müstesna...
Bunu, iki vasiden
birinin yapmasıda caiz olmaz.
Ancak diğerine de izin
verilirse caiz olur.
tm&m Ebft Ksnîfe
(R.A.) ve toka Mahammed (R.A.)'e göre bu böyledir.
İmim Ebû Yâsaf
(R.A.)'a göre ise, yetimin malından rehin bırakmak baba için caizdir. Fakat
vasî için caiz değildir. Küçük oğul ve üzerinde borç olmayan kölenin malından
da vasî rehin bırakamaz. Eğer büyük oğlu veya babası veya mükâtebi veya
üzerinde alacağı olan kölesinin malından rehin bırakırsa, bu caizdir. Mebsât'ta
da böyledir.
Şayet vasî, yetimin
giyeceği ve yiyeceği hususunda borç alır ve onun eşyasından da rehin bırakırsa;
bu caiz olur.
Keza, yetim için bir
şey icar eder ve rehin verirse bu da caiz olur. Kâfî'de de böyledir.
Vasî, eğer vârislere
borç eder ve ona karşılık onların eşyalarından rehin verirse; bu onların ya
nafakaları veya ihtiyaçları için olmaktan hâli kalmaz. Haraç gibi... Veya
kölelerinin nafakası yahut hayvanlarının nafakası için borç alırsa, bunların
tamamı onların ihtiyaçları olmaktan hali kalmaz. Bu durumda vârislerin ya
hepside büyüktürler, veya hepsi de küçüktürler... Şayet nafakaları için borç
aldığı ve ona karşılık da rehin verdiği kimseler, büyük iseler; ister hazırda
olsunlar isterse huzurda bulunmasınlar; bu rehni caiz olmaz.
Eğer küçük olurlarsa,
işte o zaman caiz olur.
Eğer küçüklü büyüklü
iseler, —büyüklerin dışında —hasseten küçükler için borç eder ve mallarından
rehin bırakır.
Şayet taşınır
mallarından satarsa, bu, bunun hilafınadır. Bu hepsi hakkında caizdir.
Fakat, onların
köleleri ve mallarımı nafakası için borç ederse; bunlar büyük olurlar ve
huzurda da bulunurlarsa; onların eşyalarından borç etmesi de, rehin vermesi de
caiz olmaz.
Eğer huzurda
bulunmazlarsa caiz olur.
Ba'zılan hazır;
bazıları gaip olursa veya büyüklü küçüklü olurlarsa; borç etmesi de, onların
eşyalarından rehin vermesi de caizdir.
Bu, İmâm Ebû Hiiüfe
(R.A.)'ye göre böyledir.
İmimeyn'e göre ise,
hazırda olmayanlar için caiz değildir. Küçükler için de caiz değildir. Tamamı
için de rehin veremez. Serahai'nin Muhıytı'-nde de böyledir.
ölen bir adamın borcu
olur ve onun bir vasisi de bulunur ve bu vasî, onun terekesinin bir kısmını,
rehin bırakırsa, —bazı alacaklıları için, —bu caiz olmaz. Diğer alacaklılar,
bunu reddederler.
Eğer onlar
reddetmeden, onların alacaklarını verirse; o zaman caiz olur.
Keza ölen zat, rehin
almışsa; vasîsi onu tutmakta, onun yerine kaimdir.
Ancak, onu, rehin
bırakan şahsın izni olmadan satamaz.
Vasinin, ölen zatın
borcunun yerine rehin bırakma hakkı vardır. Çünkü, onun yerine kâimdir. Ölenin
ihtiyaçlarını yerine getirir; borcunu Öder; böylece rehin de bırakır.
Mebsût'ta da böyledir.
Şayet, rehin bırakan
şahıs ölürse; vasîsi rehni satar ve borcunu öder.
Eğer vasîsi yoksa,
hâkim onun için bir vasî nasbeder. Ve ona, "rehni satıp, borcu
ödemesini" emreder. Sirâdyye'de de böyledir.
Büyük vâris, Ölenin
borcuna karşılık, onun eşyasından rehin bırakır ve kendinden başka da vâris
olmazsa; alacaklının da'va etmesi hâlinde» rehin ibtâl olur ve o, deyni (=
borcu) için, satılır.
Eğer, vâris borcu
öderse; rehin caiz olur.
Eğer, ölenin üzerinde
borç olmaz ve vâris onun eşyalarından bir şeyi —kendi nefsi için harcadığına
karşılık olarak —rehin bırakırsa; veya vâris küçük olur ve bu işe vasî
yaparsa; sonra da onlara, ayıplı bir eşya verilirse, (Şöyle ki: Ölen zat,
ölmeden Önce bir şey satmış ve o, onların elinde zayi olmuş; bedeli borç
olmuş; nafaka için rehin bırakılandan başka da malı kalmamışsa) işte bu
takdirde, rehin caizdir. Çünkü rehin, rehin alana teslim edilirken, ölenin
üzerinde belirli bir borç yoktu. O, vârisin milki olmuştu. îşte o zaman, o
malda, rehin alanın hakkı vardır.
Sonradan eşyanın aybi
sebebiyle iade edilmesiyle, borç çıktı. Rehin alanın hakkı ibtâl olmadı.
Bu, şuna rnuhalifdir:
Ölenin sattığı bir köleye, bir hak sahibi çıkar veya o, hür olursa; işte o
zaman, rehin bâtıl olur. Çünkü borcun vacip olduğu terekenin vârisinin rehin
yaptığı vakit, tebeyyün etti; hür ise, akde girmez ve onun bedeline mâlik
olunmaz. İstihkak sebebiyle de satış bâtıl olur. Fakat, rehin bırakan, onun
kıymetini vasînin, ölenin borcunu Ödemesine kadar zâmin (= borçlu) olur. Buna
göre ölen zat, ölmeden Önce, cariyesini evlendirip, onun mehrini alır; vârisi
de, o Öldükten sonra, o cariyeyi —kocası ona cima eylemeden azâd eder ve bu
câriye de nefsini ihtiyar ederse; onun mehri, ölenin üzerinde borç olur. Ve
rehin caiz olur. Oğlu, onu zâmin olup öder.
Keza, bir adam, yolda
bir kuyu kazdıktan sonra kuyuyu kazan öldükten sonra o kuyuya bir adam düşüp
ölse; onun tazminatı ölenin üzerine borç olur. Çünkü, tasarrufu ibtâl
olmamıştır. Vâris tarafından o tazminat ödenir. Mebsût'ta da böyledir.
Bir vasî, yetimin
eşyasını, bir kimseye ona yapmış olduğu borca karşılık olarak, rehin bırakır;
rehin alan onu teslim aldıktan sonra, onu, vasî rehin alandan Ödünç olarak
yetimin bir işini görmek üzre —alır; ve o şey vasînin elinde zayi olursa; işte
o rehinlikîen çıkmış ve yetimin, malı olarak zayi olmuş olur. Onun helaki ile
borç düşmez. Ve rehin alan şahıs alacağı için, vasîye rehinden önce müracâat
eylediği gibi müracaat eder. Vasî de yetime müracaat eder.
Şayet vasî, kendi
nefsi için Ödünç almış olsaydı, onu sabîye tazmin ederdi. (= öderdi.)
Bir vasî, yetimin
malını rehin bırakır; sonra da onu gasbeyleyip, kendi nefsî ihtiyacında
kullanır ve o, yanında iken zayi olursa; onun bedelini öder. O bedelden yetimin
borcunu öder; fazla olursa; o fazla-lık, yetimin olur.
Eğer kıymeti, borçtan
noksan ise, rehin alana kıymeti kadarını öder; geri kalanını da yetimin
malından öder.
Eğer kıymeti borcun
kıymeti kadarsa: orm olduğu gibi rehin konulana verir ve yetime, bir şey için
mürâcaaı etmez.
Şayet vasî, rehni
gasbeder ve onu yetimin ihtiyacında kullanır; o da zâyî olursa; rehin
bırakılanın hakkı olarak, onun kıymetini öder. Sa-bînin hakkını tazminatta
bulunmaz. Rehin alan, alacağını alır. Vasî de, sabîye başvurur.
Eğer zayi olmaz ise,
rehin rehin olarak —rehin alanın yanında —kalır.
Eğer zayi olursa,
rehin alan alacağını vasîden alır; vasî de böylece yetime başvurur. Kâfî'de de
böyledir.
En doğrusunu bilen
Allahu Teâlâ'dir. [10]
İmim Muhımmed (R.A.)
şöyle buyurmuştur:
Bir adam, başkasından
rehin alıp, onu bir sahib-i adl'e teslim eder; sahib-i adi de onu teslim
alırsa; bu rehin tamamdır.
Eğer o rehin, sahib-i
adl'in elinde zayi olursa; rehin alanın alacağı düşer. Rehin alanın elinde zayi
olmuş gibidir... Sahib-i adi rehin alan gibidir. Çünkü, bu hükümde onun
naibidir. Tazminat hükmünde ise rehin veren gibidir; onun naibidir.
Hatta, sahib-i adl'in
yanında iken, o rehne bir hak sahibi çıkıp, o hak sahibi, o rehni sahib-i adle
tazmin ettirse; sahib-i adi, rehin verene müracaat eder. Fakat, rehin alana
müracaat edemez. Muhıyt'te de böyledir.
Rehini veren ve alan,
rehin alanın teslim almasını şart koştuktan sonra, onu adi sahibinin yanına
bırakırlarsa; bu caiz olur. Çünkü adi sahibi için caiz olan, bidayette rehin
alan makamın da olur. Sonu da böyledir. Serahsî'nin MohıytTnde de böyledir.
Adi sahibi, rehini,
rehin verene borcunu ödeyene kadar —geri veremez. Ancak, rehin alanın rızası
olursa, o zaman rehini, rehin verene verebilir.
Keza, rehin alana da
vermez. Ancak, rehin verenin rızası ile verebilir.
Eğer onların birinin
rızası olmadan, rehini diğerine verirse; onu hemen geri alır.
Eğer geri almadan zâyf
olursa* sahib-i adi. onun kıymetini öder.
Eğer adi sahibi,
kıymetini rehin etmek isterse; bunu yapamaz. Çünkü onun kıymeti zimmette borç
olarak vacip olmuştur.
Eğer onu rehin
yaparsak, birisi hükmeden ve üzerine hükmolunan olur. Bundan sonra ya rehin
veren ve alan toplanıp birlikte adi sahibinden teslim alırlar ve onu, ya aynı
adi sahibinin veya başka bir adi sahibinin yanma teslim ederler. Veya onlardan
birisi, işi hâkime hâkimin, o rehnin kıymetini alması ve onu ister o adi
sahibinin, isterse başka bir adi sahibinin yanına rehin olarak koyması için
—çıkarır.
Şeyhü't-İslim böyle
söylemiştir.
Şemsü'l-Eimme Halvânî
ise: "Eğer sahibü'l adi, o rehini birisine vermeye kasdederse; ondan
kıymeti alınır ve başka bir adi sahibinin yanma bırakılır. Şayet verme de,
cehaletinden dolayı hata ederse; işte o zaman, ondan alınır; sonra eğer onda
adalet baki kalır ve hıyaneti açığa çıkmaz ise geri verilir. Muhıyt'te de
böyledir.
Rehinin kıymeti, adi
sahibinin yanında kalır; rehin veren, borcunu ödeyince, bakılır: Eğer adi
sahibi, kıymetini tazmin eylemişse, o rehin, rehin verene; kıymeti de adi
sahibine verilir.
Eğer adi sahibi,
rehini, rehin alana vermekle tazminat yapmışsa; rehin veren, onun kıymetini
alırsa; adi sahibi bundan sonra, rehin alana müracaat edebilir mi?
Bakılır,: Eğer adi
sahibi Ödünç yönüyle veya emânet olarak vermiş ve o da rehin alanın yanında
zayi olmuşsa; onu müracâat edemez.
Şayet, rehin alan, onu
zayi etmişse; ona müracaat edilir. Çünkü adi sahibi tazminat ödemekle, ona
mâlik olmuştur ve onun ariyet ve emanet olduğu tebeyyün eylemiştir.
Eğer elinde zayi
olursa tazmin eylemez.
Şayet helak ettirirse,
tazmin eder.
Eğer adi sahibi, rehin
alana, rehin olarak —verirse (Şöyle ki: "Bu senin rehinindir. Hakkını al
veya ona alacağına bedel habseyle." derse; o zaman adi sahibi, rehin alanın,
"zayi ettiğinin kıymetini ödemesi için," ona müracaat eder. Çünkü
ona, tazminat yönüyle vermiştir. Zehıyre'de de böyledir.
Rehin alan ve veren,
rehni adi sahibi birinin yanına koysalar; onu da satışına vekil eyleseler; veya
adi sahibinden başka birini, satışa gö-revlendirseler; yahut rehin veren, rehin
verileni satışa yetkili kılsa, bunların tamamı caizdir.
Birisi diğerini
azledemez.
Rehin satılırsa, onun
bedeli de rehin olur.
Şayet rehin alan şahıs
rehin vereni satışa yetkili kılarsa; bu da caiz olur. Hızânetü'l-MüfüVde de
böyledir.
Eğer adi sahibi*
rehni, kendi çocuğupa veya karısına satarsa; işte bu caiz olmaz.
Ancak, bu İmâm Ebû
Hanîfe (R.A.)*ye göre rehin veren, rehin alana izin verirse, böyledir.
İmimeyn'e göre,
insanların kandıramayacağı şekilde satmış olursa; caiz olur.
Eğer, onlardan birisi
izin verse de, diğeri vermese, satış caiz olmaz. Mebsât'ta da böyledir.
Şayet rehin veren, adi
sahibini azletmek ister; rehin alan da, buna razı olmazsa; eğer satış,
sözleşmede şartlı ise, İri'Mttifak buna mâlik olamaz.
Eğer sözleşmede şartlı
değilse, bazı âlimlere» göre yine böyledir. Şeyhü'1-İslâm; "Sahih olan
budur." demiştir. Şemrö'l-Eirame'de "O azletme hakkına sahip
olur." demiştir. Zahirü'r-rivâye'de de böyledir.
İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'un da: "Azletme hakkına mâlik değildir." buyurduğu rivayet
olunmuştur. Müzmerât'ta da böyledir.
Rehin veren ve alan
adi sahibini, bu görevden çıkarsalar ve başkasını vazifelendirseler veya
başkasını da vazifelendirmeseler; sadece o adi sahibini çıkarsalar; —bilsin
veya bilmesin —işte o adi sahibi vekaleti üzerinedir. Mebsât'ta da böyledir.
Adî sahibi izinsiz
satışa yetkili değildir.
İzinli olursa, —izin,
ister sözleşme zamanı verilsin. îsterse sözleşmeden sonra verilsin —satmaya
yetkili olur. Şayet rehini satarsa bedeli de rehin olur.
Eğer rehin, adi
sahibinin elinde zayi olursa; borç —rehin alanın yanında helak olduğu zaman
düştüğü gibi düşer.
Eğer bedel, müşteriye
karşı helak olursa; helak rehin alanın üzerine olur. Bedel, aynın yerine kaim
olduğu için bu böyledir.
Eğer sahib-i adi
satıştan kaçınırsa; akid zamanı bu şart koşulmuş -t; satması için cebredilir.
ehin tamam olduktan
sonra cebredilmez.
Biz bunu kabul ederiz.
Bazı âlimlerimiz:
"Cebredilir." buyurmuşlardır. Kerderi'nin Vedzfnde de böyledir.
Sahih olan budur. Serahâ'nin
Mnhıytı'nde de böyledir.
"Bunu yapması
için cebredilmez." denildi. Şfeyhü'1-İslâra'da bunu kabul eyledi.
Cebrin açıklaması:
Sahibü'1-adün, bir kaç gün habsedilmesidir. Şayet o kaçınırsa, rehin veren
satışına cebredilir. O da kaçınırsa, hâkim bizzat kendisi satar. Bu,
İmâraeyn'in kavlidir." denilmiştir. Borçlu kaçınırsa hâkimin satmasına
binaen kaçınır.
Bazıları da: "Bu,
bütün imamlarımızın kavlidir." buyurmuşlardır. Sahih olan da budur.
Kerderi'nin Vedzi'de de böyledir,
Satışa cebredildikten
sonra satarsa; o satış icbar sebebiyle bâtıl olmaz. Çünkü cebr, borcun ödenmesi
için hangi yoldan olursa olsun, vaki olmuştur. Hatta, başkası ödese yine sahih
olur. Zira satış çıkar yollardan bir yoldur. Tebyîa'de de böyledir.
Adi sahibi, irtidad
ettikten sonra, rehni satar; sonra da riddeti sebebiyle Öldürülürse, yaptığı
satış caizdir. Bu adi sahibi, dâr-i harbe iltihak eder ve sonra da islâm'a
dönerse; bu şahıs vekâleti üzerinedir.
"Bu hükmedilmeden
önce olursa böyledir. Fakat hükümden sonra olursa İm&m Ebt Yûsuf (R.A.)'ya
göre vekâleti geri dönmez, imftm Mutam m ed (R.A.)'a göre, vekâleti geri
döner." "Bi'1-ittifak vekâleti avdet ederde" denilmiştir.
Esahh olan da budur.
Sereferf'nin MubytTnde de böyledir.
Râhin de (= rehin
veren de) mürtehin de (= rehin alan da) ikisi birden îrtidat ederek dâr-i harbe
gitseler; adi sahibi ise, olduğu hal üzere kalsa; rehni tutar veya satar.
Mebsfit'ta da böyledir.
Râhin de, mürtehin de
ölseler veya birisi Ölse, adi sahibi hâli üz-redir. Rehni yanında tutar veya
satar. Serahsî'nin MnhıytTnde de böyledir.
Râhinin ölmesiyle,
satışa olan yetki akid sırasında bunu şart koş-muşlarsa batıl olmaz. Akdin
yapıldığı sırada, bunu şart koşmamışlar -sa, bazı âlimlere göre, böyle olmaz,
Şeyhü'l-İslam, şöyle
buyurmuştur:
"Adi sahibi, satışa
vekil olana muhaliftir. Bu da dört cihettendir:
1-) Adi
sahibi, rehin olan köle çocuğu satar ve onu satmaya zorlanır, ister muvafık
olsun, isterse muhalif olsun...
2-) Rehin
verenin azliyle, azledilmiş olmaz. îster muvafık, isterse muhalif olsun...
3-) Rehin
verenin ölmesiyle de azledilmiş olmaz. îster muvafık olsun, isterse muhalif
olsun.
4-) Bu
hükümler, sadece satışa vekil olan şahısta sabit değildir. Bu hükümler
haricinde, adi sahibi ile vekil, yalnız satışta müsavidirler. Zehıyrc'de de
böyledir.
Adi sahibinin
ölmesiyle, vekâlet batıl olur. îster sözleşmeden sonra olsun, isterse sözleşme
vaktinde olsun bu böyledir. Onun vârisi veya va-sîsi, onun yerine geçemez.
Bedâi'de de böyledir.
Adi sahibinden
başkası, satışa yetkili olsa; ölünce vekâleti batıl olur. Zshîıiyye'de de
böyledir.
Vekil, rehin verenin
vârisleri hazır olmaksızın, rehini satabilir. Onun sağlığında, huzurda olmasa
bile sattığı gibi.. Kâfi*de de böyledir.
Satışa yetkili olan
adi sahibi, rehnin bir kısmını satarsa; o rehin bâtıl olur. Sirâciyye'de de
böyledir.
Adi sahibi, bir vekil
tayin eder; o da Aid sahibinin yanında satış yaparsa; bu caizdir.
Eğer huzurda bulunmaz
ise, caiz olmaz.
Ancak, izin verilmişse
o zaman caiz olur.
Şayet adi sahibi
bedelini söyler de; vekil de ona göre satarsa bu caizdir. Hizlnetü'l-Mtifön'de
de böyledir.
Adi sahibi, iki adam
olur; ikisi de satışa yetkili kılınır ve onlardan birisi, satış yaparsa; bu
caiz olmaz. Çünkü satışta re'ye ihtiyaç vardır, îki kişinin re'yi ise, bir
kişi gibi değildir.
Eğer diğeri izin
vermişse, o satış caiz olur.
Keza, rehin veren ve
alan izin verirlerse; satış caiz olur.
Bu, rehin alan ve
verenin izin verdiği herhangi bir adamın satışı caiz olduğu gibidir.
Eğer rehin veren veya
rehin alan şahıslardan birisi izin vermezse, satış caiz olmaz.
Keza, bir yabanca,
satış yapar; buna rehin veren ve alan da izin verirlerse; bu caiz olmaz. Her
ikisi de, izin verseler de adi sahibi razı olmasa caiz olur. Çünkü hak
onlarındır. Mebsât'ta da böyledir.
Bir kimse acele
ödenmesi gereken bir borç için rehin biralar; onun satışı için de adi sahibine
izin verir; borcun vakti geçene kadar da, adi sahibi, rehni teslim almazsa;
rehin bâtıl olur. Fakat satışa vekâlet bakîdir. Fetâvâyi Kâdîhin'da da
böyledir.
Bir adam, bir evi, bir
başkasına rehin bırakır ve başka bir adamı da o evi satmaya yetkili kılıp:
"Bedelini, rehin alana vermesini söyler; rehin alan da onu teslim almazsa;
bu rehin, rehin olmaz ve eğer adi sahibi, bu evi satarsa, vekâleten satış caiz
olur. Rehin olarak deği...
Keza, adi sahibi
köleyi satıp, parasını rehin alana değil de rehin verene verirse; bu rehin de,
rehin olmaz.
Şayet adi sahibi,
rehin alana verirse; onu tazmin eylemez.
Eğer satıştan
nehyederse, bundan sonra satışı caiz olmaz.
Keza, rehin veren
ölürse; artık o öldükten sonra, adi sahibi rehini satamaz. Rehin verilen şahıs,
diğer alacaklılar gibidir.
Rehin bırakılan köle
öldürülüp yerine başka bir köle verilse veya gözü çıkarılsa da yerine gözü
gören başka bir köle verilse; adi sahibi bu yeni köleyi satmaya da yetkilidir.
Mebsûfta da böyledir.
Adi sahibine, mutlak
olarak satış yetkisi verilse; rehin hangi cinsten olursa olsun, (dirhemlerden,
dinarlardan daha başka şeylerden) rehinin kıymeti kadar veya onda insanların
aldanmayacağı kadar bir karşılıkla peşin veya veresiye satabilir.
Bu, Imftıs Eöfl Hanîfe
(R.A.)'ye f öre böyledir.
İmfimeya'e göre,
insanların aldanmış, sayacağı bir bedelle veya veresiye yahut dirhem ve dinann
gaynsıyla satamaz.
Eğer rehini verdikten
sonra, onu veresiye satmaktan men ederse bu nehiy sahih olmaz. Bedfti'de de
böyledir.
Adi sahibi veresiye
satarsa, As! HtabTnda, tafsilatsız olarak bunun caiz olduğu söylenilmiştir.
Hilaftan da bahsedilmemiştir.
Âlimler şöyle
buyurmuşlardır.
Eğer halk arasında
an'ane olduğu şekilde veresiye satarsa, bu caiz olur.
Fakat, âdetin
haricinde olursa, (Şöyle ki: On sene va'de ile ve benzeri şekilde veresiye
vermek gibi bir şekilde satarsa) bu, İmâmeyn'e göre caiz değildir.
Kadı Ebû AİS en-Nesefî
şöyle buyurmuştur:
Eğer rehin veren, v J:
rahibine: "Gerçekten rehin alan, benden alacağını istemekle, bana eza
ediyor; sat da ondan kurtulayım." der; aoî sahibi de onu veresiye satarsa;
bu caiz olmaz. Bu, bir adarrnn: "Kölemi sat; çünkü, ben onur irısma muhtacım." demesine benzer.
Şâyei rehin, münerunm
yanında ise, onu satmaya bir yetkili de yoV-sa, rehin veren, rehin alanı o
rehni satmaya yetkilendirerek: "Sat da alacağını al." der; o da, o
rehini satarsa; veresiye verse bile satışı caiz olur. Mabıyl'te de böyledir.
Rehin yanında olan adi
sahibi, onu satmaya yetkili olur. Satıp, bedelini rehin alana vermesi söylenir
ve o da, onu dirhemler karşılığında satar; borç ise dinarlar olursa; veya
bunun aksi olursa; adi sahibi, onu borcun cinsine çevirerek rehin alana taslim
eder.
Keza, rehni dirhemlere
satar da, borç buğday olursa; o dirhemlerle buğday satın alıp, onunla borcu
öder. Zıhîriyye'de de böyledir.
Adi sahibi, rehni
satar ve: "Doksan dirheme sattım." der; borçta yüz dirhem olur;
rehin alanda böylece ikrar ederse; rehin veren, isterse, onu öylece alır.
Şayet fazlaya sattığı
iddia edilirse; rehin alanın sözü geçerli olur.
Beyyineyi rehin
verenin getirmesi gerekir.
Sattığını söyleyince,
rehin veren: "Sen, onu yüz dirheme sattın." der; adi sahibi de:
"Doksan dirheme sattım." der; rehin alan da "Sen, onu seksen
dirheme sattın." derse; bu durumda rehin alamn sözü geçerli olur. Ve,
yirmi dirhemi için tekrar rehin verene müracaat edip, ondan alır.
Rehin verenin
beyyinesi geçerli olur.
Eğer adi sahibi,
"doksan dirheme satıp, onu da rehin alana verdiğine dâir," beyyine
ibraz eder; rehin veren de: "Sen, satmadın." der ve satmadığına dâir
beyyine getirirse; adi sahibi de onu satmadan ölürse; rehin verenin beyyinesi
makbul olmaz. Mebsût'ta da böyledir.
Rehini satmaya adi
sahibi yetkili olduğunda; borcun vâdesi geçer ve rehin alan: "Müddet ramazan
ayı idi; ramazan da geldi." der; rehin veren de: "Müddet şevval ayı
idi." derse; bu durumda rehin verenin sözü geçerlidir.
Eğer vakit geçmişse,
rehin alanın sözü geçerli olur.
Çünkü acelecilik rehin
alan tarafından olur ve bu durumda onun sözü geçerli oluı.
Eğer müddette görüş
birliği yaparlar ve: "Filan aydı." derler; ancak onun gelip
geçtiğinde ihtilaf ederlerse, bu durumda rehr veren-sözü geçerli olur. Mnhyt'te
de böyledir.
Rehin veren kaybolur
ve rehin yanında olan adi sahibi huzurda bulunur; rehin alan da: "Sana,
rehin veren, onu satmanı emreylemiş-ti." der; adi sahibi ise: "Bana
emreylemedi." derse; İmâm EM Yûsaf (R.A.): "Rehin alanın beyyinesi
kabul edilmez." buyurmuştur. Zıhîriy-ye'de de böyledir.
Rehin verenin veya
alanın akb gitse ve geri gelmesindende ümit kesilse; adi sahibi vekâletinde
devam eder. Mebsût'ta da böyledir.
Ş&nsü'l-Eimme,
şöyle buyurmuştur: Adi sahibi, delirse ve onun iyileşeceğinden de ümit
kesilse, vekâletten azledilir.
Eğer iyileşmesi ümidi
varsa azledilmez. Taki aklı yerine gelsin ve satışını yapsın...
Adi sahibinin aklı
başında iken yaptığı satış geçerlidir.
Eğer, tecennün halinde
satış yaparsa; o sahih değildir.
O zaman, ister alım
satımı bilsin; isterse bilmesin farketmez.
Şayet alım —satımı
bilerek satış yapmışsa, uygun olanı onun sahih olmasıdır. Çünkü o hâlde bir
başkasını vekil yapsa; onun satışı caiz olurdu.
Bazı âlimler: Kıyâsa
göre, o hâlde yaptığı satışın sahih olması uygun olur." buyurmuşlardır.
Şemsü'I-Eimme'de, bu
görüşe meyleylemiştir. Şeyhü'l-İsiâm'ın meyli de budur. Zehıyre'de de böyledir.
Esahh olanı da budur.
Çünkü, vekilin aklı başında iken yaptığı satışa itibar ediliyor ve onun emrine
imtisâlen yapılan satış, sahih oluyor. MebsAt'ta da böyledir.
d-Imlâ isimli kitap
da, İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
Adi sahibi ölür;
kendisi de rehni satışa vekil edilmiş olur ve ölürken, bir adama, "onu
satmasını" vasiyyet ederse; o caiz olmaz.
Ancak rehin veren,
ona: "Seni, ona vekil eyledim. O hususta her ne yaparsan yap."
demişse; o müstesnadır. O takdirde, vasıyyeti caiz olur.
Vasinin, onun üçte
birini vasiyet etme hakkı yoktur. Hasan bin Zîyad, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)*nin
şöyle buyurduğunu nakletmiştir:
Adi sahibinin vasisi,
adî sahibinin yerine kâimdir.
İbnii EM Mâlik, İmâm
Ebû Yûsuf (R.A.)'un şöyle buyurduğunu nakletmiştir: O, müdârîp makamındadır. O
ölür de malda uruz olursa, vasîsi onun makamına kaimdir; satış yapabilir.
Zehıyre'de de böyledir.
Adi sahibinin
vârisleri, rehini satmak isteseler; satışları caiz olmaz. Mebsût'ta da böyledir.
Rehin veren de, rehin
alan da birinci adi sahibinin rehni ikinci adi sahibine verdiği sırada hazır
bulunsalar; önceki adi sahibi de ölse, ikincinin onu satması caizdir. Çünkü,
ikisinin hakkıdır.
Eğer, rehin veren ve
rehin alan, ihtilaf ederlerse; hâkim o rehni bir adi sahibinin yanına kor.
îsterse rehin alanın yanına bırakır.
Eğer hâkim, rehin alan
şahsın adi sahibi gibi âdil olduğunu bilirse, —râhin hoşlanmasa bile —onun
yanına bırakır.
Fakat, adi sahibi
ölürken, rehni, rehin verenin yanma bırakmak isterse; işte bu, bazı
rivayetlere göre, caiz olmaz. Hâkimin bunu yapmakta hakkı yoktur.
Bazı rivayetlere göre
ise, hâkim bunu yapabilir. Serahsî'nin Msbıy-tı'nde de böyledir.
Birinci adi sahibi
ölüp, rehni ikinci adi sahibinin yamna bırakır; onda da rehin verenle, rehin
alan arasında ihtilaf olursa; hakim onu başka bir adi sahibinin yanına bırakır,
ikinci adi sahibi, onu satamaz. Zahîriy-ye'de de böyledir.
Adi sahibi iki kişi;
rehinde bölünmeyen bir şey ise, rehin veren ve alanın o rehni yed-i adillerden
birisinin yanına koymaları caizdir. Eğer bu rehin bölünen bir şeyse, —bi'1-icma
—zayi olması hâlinde, teslim alan, onu tazmin eylemez.
İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre onu veren tazmin eder. İmâmeyıTe göre tazmin eylemez.
Serahsfi'nin Muhıyh'nde de böyledir.
Misafir olan zat rehin
alma hakkına eğer yol korkulu olursa — sahip olamaz.
Yol emniyeti olur ve
şehirde de bir takyid bulursa; yine yolcu bu hakka malik olamaz.
Eğer bulamaz ise,
mâlik olur.
İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre, yol emniyeti olunca, misafir (= yolcu) her durumda rehin
alabilir. İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, eğer rehin kolay taşman bir şeyse,
misafir rehin alabilir. İmâm Muhammed (R.A.)'ye göre ise, eğer zayi ederse, her
durumda, onu tazmin eder. Zehıyre'de de böyledir.
Adi sahibi rehini
satıp, rehin alanın hakkını verdikten sonra o satılan kölede bir kusur
buiunursa; bu hususda da'vâ adi sahibine aittir.
Şayet, o köle, beyyine
ile geri verilirse; bedelini, ad! sahibi öder. Çünkü parasını o teslim
almıştır. Kendisi de rehin alana müracaat ederek, verdiğini ondan geri alır.
Ve rehin, eski hâli üzere, rehin olarak kalır. Ve, adi sahibi, onu satabilir.
Eğer, o köleyi satın
alan, beyyine ibraz edemez de* adi sahibi, o aybt ikrar eder; kusur da benzeri
olmayan bir kusur olursa; işte söylenen gibidir.
Eğer kusur (= ayıp)
sonradan olan bir ayıp olur ve onu ikrar eylemez, fakat yemin etmekden de
kaçınırsa ve hâkim, onu adi sahibine iade ederse; o da( önceki gibi rehin
olur.
Şayet aybı ikrar
ederse; hasseten onu öder.
Eğer rehin, ayıp
sebebiyle geri döndürülür ve bu hâkimin hükmüyle olmazsa; hasseten adî sahibi
uzam olunur. Mebsût'ta da böyledir.
Adi sahibi rehni
satıp, parasını rehin alana teslim ettikten sonra; rehin alan o köleye, bîr hak
sahibi çıkar veya hâkimin hükmüyle aybı sebebiyle geri çevrilirse; işte o
zaman, müşteri adî sahibine müracaat ederek parasını alır. sonra da adi sahibi
muhayyer kalır: Dilerse, parası için rehin alana müracaat eder ve rehin alanın
alacağı eski haline dönüşür; dilerse, rehin verene müracaat eder.
Şayet, Adi sahibi, rehni
satar ve parasın! mürtehine teslim etmeden, ona bir hak sahibi çıkarsa veya
onu, aybı sebebiyle hâkim geri çevirirse; işte o zaman, adi sahibi rehin aîana
müracaat edemez.
Bu, adi sahibinin akid
zamanında satışa yetkili kılındığı zaman böyledir.
Eğer, satışa, akidden
sonra yetkili kılınırsa; âlimler "Burda adi sahibi, rehin verenin
vekilidir. Bedelini vermesi için, rehin verene müracaat eder. parasını rehin
alana versin veya vermesin, bu böyledir." demişlerdir.
Eğer adi sahibi,
önceki vecihte ikrar eder; satıp parasını alır ve rehin alana teslim eder ve
rehin alan da bunu inkar ederse; bu durumda adi sahibinin sözü geçerlidir.
Rehin alanın alacağı batıl olur. Fetâvâyi Ka-dîhân'da da böyledir.
Adi sahibi rehni
satar; sonra da parasını teslim almadan önce, onu müşteriye bağışlarsa; bu caiz
olur.
Bu, İmâin Ebû Hanîfe
(R.A.) ve İmâm Muhammet! (R.A.)'e göre böyledir.
Kendisi de bedelini
öder. İmâm Ebû Yûsnf (R.A.)'a göre bu caiz değildir ve o satışa vekil edilen
kimsenin yerindedir.
Eğer adi sahibi:"
Bedeli teslim aldım; Fakat yanımda zayi oldu." der ve bu sözü
doğrulanırsa; bu durumda ziyan rehin alana ait oiur.
Şayet: "Bedeli,
rehin alana teslim eyledim." der ve yemin ile onu tasdik ederse; biz,
"o bedeli rehin alana ulaşmış." demeyiz; fakat rehin alanın hakkı da
düşer.
Eğer, adi sahibi
parayı teslim aldıktan sonra; onun tamamını veya bir kısmım bağış yaparsa; işte
bu caiz olmaz.
Eğer "Bedelden şu
şu kadar noksanlaştırdım." derse işte bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm
Mîihamed (R.A.)'e göre, caiz olur. Ve malından o kadarnı borçlanmış olur.
Alman rehin de, rehin alanın olur. Bu, alınan şeye bağış yapılanı ilâve etmeye
muhalifdir.
Adi sahibi, rehni
satıp bedelini teslim alır ve o yanında zayi olur; sonra da satılan şey, aybı
sebebiyle geri çevrilir ve o mâl, yanında iken ölür veya ona bir hak sahibi
çıkar yahut olduğu gibi yanında duruyor olursa; gerçekten o bedeliyle alınır;
onu ödeyinceye kadar öder ve rehin verene başvurur.
Bu hallerin hepsinde
böyle yapar; rehin alana baş vuramaz. Mebsût'ta da böyledir.
Piyasaya müsâade
edildikten sonra, rehin yanında olan adi sahibi, o rehni satarsa; bu durumda
bedele itibar edilir.
Alacaktan, piyasanın
düşüklüğü sebebiyle, bir şey noksanlaşmaz. Bu piyasaya ruhsat verildikten sonra
ölürse; ona muhelifdir. Burda itibar, kıymetinedir; rehin alındığı zaman
kıymeti ne ise odur.
Rehin veren, onun
piyasaya ruhsat verildikten sonra öldüğünü doğ-rularsa; beyyine getirmek rehin
alana aittir. Eğer piyasaya ruhsat verildikten sonra, onu rehin veren
Öîdürmüşse; kıymetini Öder; o sebeb-den dolayı noksanlaşan miktar borçtan
düşülür.
Adi sahibi, rehni iki
bin dirheme sattığı hâlde, onun kıymeti bin dirhem olur; borç da bin dirhem
olur ve o adi sahibinin yanında iken, binbeşyüz dirhemi zayi olursa; bu durumda
borcun yarısı düşmüş olur. Eğer kıymeti rehin günü ikibin dirhem olur da, onu
üçbin dirheme satar ve iki bin dirhemi zayi olursa; geride kalana yarı yarıya
ortak olurlar. Tat&ttâiıiyye'de de böyledir.
Adi sahibi, rehni,
zarûretsiz olarak bir yabancıya emânet verse; onu, kendisi tazmin eder. (=
öder.) Muhıyt'te de böyledir.
Adi sahibinin, rehni;
ev halkından karısına hizmetçisine, çocuğuna ve malmda tasarruf hakkı bulunan
şahıslara teslim etme hakkı vardır. Fetâvâyi Kldittân'da da böyledir.
Rehin alan, rehin
veren şahıstan alacağını —rehin yanında olduğu hâlde— isteyebilir.
Eğer, onu hâkime
şikâyet ederse; hâkimin o alacağı alıp, teslim etmesi gerekir.
Eğer borçlu borcu
vermeden kaçınırsa, hâkim onu habseder. Rehin, mürtehinin elinde iken, rehin
veren, o rehni —borcunu Ödemedikçe— satamaz.
Eğer bir kısmını
Öderse; rehin alan, geri kalanımda ödeyene kadar rehni yanında tutar. Borç
tamamen ödenince, mürtehine: "Rehni ver." denilir. Sirâcül-Vehhâc'da
da böyledir.
İsbîcâbî şöyle
buyurmuştur:
Bir adam, mal
karşılığında, bir cariyesini rehin bırakır ve onu, adi sahibinin yanma koyarak
ona "satmasını" söyler; o da satıp bedelini alır ve onu rehin alana
teslim ettikten sonra da o cariyeye bir hak sahibi çıkarsa; işte bunda iki
cihet vardır: Bu câriye, ya duruyor olur, veya zayi olmuş olur.
Eğer duruyorsa ve hak
sahibi onu müşteriden almışsa; bedelini adi sahibi verir. Bu durumda adi sahibi
muhayyerdir: İsterse kıymeti için rehin verene müracaat eder; isterse, parası
için rehin alana müracaat eder.
Rehin alan da, alacağı
için, rehin verene müracaat eder.
Şayet rehin olan,
cariye, zayi olmuşsa; hak sahibi muhayyerdir: Dilerse, rehin verene ödetir;
dilerse satın alana ödetir; dilerse adi sahibine ödetir.
Adi sahibi ödeyince, o
da muhayyerdir. Dilerse rehin verene mürâ-caateyler. dilerse, rehin alana
bedeli için mürâcat eder. Tatarhâniyye'de de böyledir.
Şayet adi sahibi,
mahcurun aleyh bir köle ise, rehin veren de, alan da, rehni onun yanına
koyarlar; buna efendisinin de izni olursa, işte bu caizdir.
Eğer efendisinin izni
olmaksızın koyarlarsa, yine caizdir. Fakat, ona satış yetkisi verilmez. Çünkü o
yüzden efendisi zarar görebilir. Keza, aklı yeten sabî de adi sahibi olursa;
işte o ve köle müsavidir.
Eğer sabînin babası,
izin verirse; onun satış hakkı da olur.
Müşterinin elinde olan
şeye, bir hak sahibi çıkarsa, parası içirt dilerse, rehin alana müracaat eder;
Çünkü o, sözleşmeden o faydalanmıştır; para ona teslim edilmiştir. Rehin alana
müracaat olununca, odı rehin verene müracaatla, alacağını alır. Dilerse, adi
sahibi rehin verene müracaat eder. Çünkü, satışa onun emriyle memur olmuştur
ve onun için satmış, parasını da onun için almıştır. Mebsût'ta da böyledir. [11]
Bir efendinin, izinli
kölesinin rehnine yed-i adi olması sahih olmaz. Hatta, izinli köle, efendisinin
yanına bir şeyi rehin bırakırsa; bu rehin caiz olmaz. Bu durumda, o kölenin
üzerinde, borç bulunup bulunmaması da müsavidir.
Bir köleye, efendisi
rehin verebilir.
Hatta, efendisi, bir
adamın, izinli kölesinin yanma rehin koymasını istese; bu köle elverişli olur.
Bir mükâtebin rehni
hakkkinda, efendisi adle elverişlidir. Mükâteb de efendisinin rehni hakkında,
adle elverişlidir. Kefil olunan şahıs, kefilinin rehnine elverişli değildir.
Keza, kefil de, kefili
olduğu şahsın rehni hakkında, adle elverişli değildir.
Müfâvade ortalarından
birisi, diğerinin rehni hakkında adle elverişli değiidir.
Keza, inan
ortaklarından birisi de, ticâret borcu için rehin bırakmaya elverişli
değildir.
Eğer ticaret malının
haricinde olan borç için rehin bırakırsa» o zaman caizdir. Çünkü bu hususta,
birbirine yabancı gibidirler. Birinin elinde olan diğerinin elinde imiş gibi
olmaz.
Mal sahibi, müdârip
hakkında adle elverişli değildir.
Müdârip de mal sahibi
hakkında yed-i adi olmaya elverişli değildir.
Baba, küçük çocuğu
için satın aldığı şeyin karşılığı için, rehin vermeye elverişli değildir.
Şayet çocuk için bir
şey satın alır ve satın aldığına bedel, kendi nef-sî malından rehin verirse;
işte bu satın alış caiz olur; rehin ise bâtıldır.
Rehin veren, rehin
hakkında elverişli olur mu?
Şayet rehin alan,
ondan rehni teslim almaz ise, rehne elverişli olmaz. Eğer akid zamanı şart
koşarsa, caiz olur. Eğer rehin alan, rehni teslim aldıktan sonra onu, rehin
verenin yanına koyarsa; onun satışı caiz olur. Bedü'de de böyledir.
Eğer adi sahibi, aklı
yetmeyen bir çocuk olur; rehin de onun yanına konulursa; bu caiz olmaz. Ve o,
rehin olmaz.
Şayet, bu çocuk
büyüyüp, akıllı olur ve rehni satarsa; satışı caiz olur. —Eğer rehin bırakan,
onu satışa yetkili kıldı ise— satışı caiz olur. Hassaf, "bunun, İmimeyn'in
kavli olduğunu*' söylemiştir. İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ise:"Büluğa
eriştikten sonra da, onun satışı caiz olmaz.*' buyurmuştur.
Eğer sâhibü'1-adl,
zimmî veya harbi yahut müste'men olur; rehin veren ve alan da müslüman veya
zımmî olurlarsa; işte bu caizdir. Çünkü müste'men zımmî ve müslim yerindedir. O
da şer'an muteber el sahibidir. Satışa izin verilince satışı geçerlidir. Şayet
harbî dirhemlere kavuşursa; onu satabilir. Eğer dâr-ı harbe dönerse, satışa vekâleti
üzerinde kalır.
Eğer harbî, dâr-i
harbe gider ve rehin veren ve alan ve adi sahibi, zimmî veya güvenceli harbî
olur, dâr-i İslâm'da da ikâmet ederse; onun rehini satma hakkı vardır.
Mebsût'ta da böyledir.
En doğrusunu bilen
Allahu Teâlâ'dır. [12]
Rehin bırakılan şey,
rehin alanın veya adi sahibinin elinde zayi olursa; Seslim alındığı gündeki
kıymetine bakılır ve borcun miktarına bak) lir.
Eğer rehinin kıymeti
borcun kıymetinin misli ise, onun zayi olması, sebebiyle borç düşer.
Şayet rehnin kıymeti,
borçtan fazla olursa, borç düşer; fazlalık hakkında, o emindir.
Eğer rehnin kıymeti
borçtan az ise, o rehinin kıymeti kadar borçtan düşer; kalanı için, rehin
alan, rehin verene müracaat eder. Zebıyrc'-de de böyledir.
Bir adam, kıymeti on
dirhem olan bir elbiseyi, on dirhem borcuna karşılık rehin bırakır ve o, rehin
alanın yanında zayi olursa; borcu düşer.
Eğer elbisenin kıymeti
beş dirhem olursa; rehin alan, jrehin verene müracaat ederek, beş dirhem daha
alır.
Şayet elbisenin
kıymeti pnbeş dirhem ise, işte o fazlalık bize göre emânettir. K&fî'de de
böyledir.
Bu, sahih olan rehin
hakkındadır. Fâsid olan rehin de böyledir.
Kofa! şöyle
buyurmuştur: Fâsid olarak alınan rehin, tazmin edilmez. Önceki görüş sahihdir.
Fakat, bâtıl olarak
alınan rehin, asla mün'akid olmaz. Fâsid satış gibidir.
Fâsid olan rehin de
mün'akid olmaz.
Fakat fesadının vasfı,
satışın fesadı gibidir.
Rehnin akid şartı:
Rehin mal olmalı ve
onun mukabili de mal olmalı. Noksanlasın rehnin hükmüne gelince: Eğer
noksanlık, rehinde ayn cihetiyle olursa; o mikdar borçtan düşmek gerekir.
Eğer piyasa cihetiyle
olursa, borçtan bir şey düşmek gerekmez.
Bu, bizim üç İmamıza
göre böyledir. Zehıyre'de de böyledir.
Rehin bırakan şahıs, ödemeksizin
borçtan, alacaklının bağışlaması veya ondan vazgeçmesi gibi —bir sebeble
kurtulduktan sonra,— rehin zarara uğrarsa; onu, rehin alan şahıs —kıyâsen—
tazmin eder. îs-tihsânda ise, o, emânet olarak zayi olmuş olur. Bizim
âlimlerimiz bu görüştedirler.
Fakat, rehin bırakan
şahıs, borcu ödemesiyle ondan beri olmuş; sonra da rehin rehni alan şahsın
yanında zayi olmuşsa; o, ödenecek şey olarak zayi olmuştur. Rehin alan şahsın,
onun mislini rehin verene geri vermesi gerekir.
Bir adam, aldığı bir
köleyi, parasını ödeyip teslim alır ve parası için, onu rehin bırakır; o da
rehin alanın yanında helak olur; sonra da o kölenin hür olduğu meydana çıkarsa;
veya ona bir hak sahibi bulunursa; rehin alan onu tazmin eder.
Snidyye'de de
böyledir.
Bir adamın, diğerine
bin dirhem borcu olur ve borçlu alacak sahibinin yanına rehin bırakır; başka
bir adam da, rehin bırakanın borcunu —nafile olarak— öderse; borç düşer. Borçlu
rehnini geri alır.
Eğer rehnini almaz ve
o rehin, rehin alanın yanında zayi olursa; rehin alan, —nafile olarak— borcu
ödeyenin, verdiğini ona geri verir; borcu ödenen şahsa vermez. Zahîriyye'de de
böyledir.
Rehin veren şahıs,
rehin alanı, —bir mal için— başka bir âdâma havale eder; bundan sonra da rehin
helak olursa; borcu ödenmiş olarak helak olur.
Bu kıyâsen de
istihsânen de böyledir.
Havaleden sonra, rehin
veren, rehin alandan rehni isterse, buna hakkı olup, olmadığı el-ÂsPda
zikredilmemiştir.
Âlimler şöyle
demişlerdir:
Bu mes'ele Ziyâdât'ın
iki yerinde vardır. Bir yerinde: "Hakkı vardır." denilmiş; diğer
yerinde ise: "Hakkı yoktur.' diye yazılmıştır. Muhıyf'te de böyledir.
Bir kimse başkasının
yerine bin dirheme karşılık, bin dirhem kıymetinde olan bir kölesini, rehin
bıraktıktan, sonra her iki tarafda, borçlu sayılanın borçlu olmadığını doğrulasalar;
bu doğrulama da rehin zayi olduktan sonra olsa; rehin alan, rehni verene bin
dirhemi öder.
Fakat, rehin zayi
olmadan önce rehin verenin borçlu olmadığını doğrularlar, ve bundan sonra,
rehin zayi olursa; ödenecek şey olarak mı zayi olur? Veya emânet olarak mı zayi
olur? Şeyha'l-İslftm: "Burda âlimlerin ihtilâfı vardır." demiştir.
Şeyhn'l-İslsm Şemsii'l-Eimme Hafrâni de "İmâm Muhammed (R.A.)'e göre,
nassan, emânet olarak zayi olmuştur." demiştir. Zehıyre'de de böyledir.
Bir ayn (= mal) rehin
bırakıldıktan sonra, onun yerine rehin olarak, başka bir mal konulur; onu da
rehin alan şahıs alırsa; caiz olur. Fakat, rehin —onu geri verene kadar—
öncekidir. Onu geri verdikden sonra, ikinci verilen rehindir.
Sonra rehin alan, bu
relini; alacağı verilene kadar habseder. Bir tek dirhemi de kalsa böyledir.
Şayet borçlu, borcunun
tamamını veya bir kısmın öder; sonra da rehin, rehin alanın yanında zayi
olursa; fazlasını reddetmez. Mûzmerftt'ta da böyledir.
Bir adam, kıymeti bin
dirheme müsavi olan bir köleyi rehin bıraktıktan sonra, bir câriye getirerek,
rehin alana: "Bunu al; köleyi geri ver/' derse, işte bu caizdir. Önceki
geri verilene kadar tazminat düşmez, îkînci, birinciyi verene kadar emânettir.
Birinciyi geri verince, artık o cariye rehin olmuş olur.
Eğer ikincinin kıymeti
beşyüz dirhem olur; birincininkide bin dirhem olur ve borç da bin dirhem
olursa; onun zayi olması hâlinde, bin dirhem zayi olmuş olur.
ikincinin kıymeti
beşyüz dirhem, birinci bin dirhem olup da ikinci zayi olursa, beşyüz dirhem
zayi olmuş olur. Tatarhâniyye'de de böyledir.
Bir adam, buğday rehin
koyduktan sonra: "Onun yerine arpa al." der; rehin alan da ahr ve
buğdayın yarısını geri verir; sonra da arpa zayi olup, ondan bir şey kalmazsa;
borcun yarısı zayi olmuş olur; arpayı ödemez. Tâmurtâşî'de de böyledir.
Bir adam, bin dirhem
borcu yerine, bin dirhem kıymetinde olan cariyesini rehin bırakır; o cariye de
rehin alanın yanında Ölürse; borç bâtıl olur.
Keza rehin, selem
karşılığı olduğunda, bu rehin zayi olunca; selem de bâtıl olur. Câmiu's-Sağır
Şerhı'nde de böyledir..
Bir adam diğerinden
rehin olarak bir elbise alıp, onu da teslim alır ve onun kıymeti borç kadar
olur; o elbiseye de bir hak sahibi çıkıp, ondan onu alırsa; rehin alan, alacağı
için rehin verene başvurur.
Eğer elbise, rehin
alanın yanında zayi olursa; hak sahibinin malı olarak zayi olmuş olur. Hak
sahibi, onlardan dilediğine, onu ödedtirir, Çünkü, onun olduğu tebeyyün
etmiştir.
Rehin veren, onu
gasbetmiş olur.
Rehin alan da
gasbedenden gasb etmiş gibidir.
Şayet rehin veren tazmin
ederse, rehin, borcunun yerine rehindir.
Eğer rehin alan
öderse; rehinin kıymeti kadar rehin verene müracaat eder ve borcunu vermesi
için de müracaatta bulunur.
Sonrada kölenin, rehin
verene ait olduğu meydana çıkarsa; onun olur. Rehin câriye olduğu zaman, o
câriye, rehin alanın yanında doğum yapar; sonra o ve yavrusu ölür; daha sonra
da ona bir adam hak sahibi çıkarsa; işte o cariyenin kıymetini, isterse rehin
verene; isterse rehin alana ödettir. Çocuğun kıymetini, onlardan hiç birisine
Ödetme hakkı yoktur. Mebsût'ta da böyledir.
Borç olmak şartıyla
rehin alan şahıs, borcu Ödemeden rehin zayi olursa; kıymetinin en noksanı ile
helak olmuş olur. Sırlcö'l-Vehhk'da da böyledir.
Rehin veren, onu
alana: "Rehni tellala ver; onu satsın; dirhemterini al. 7 der; o da verir;
ve o rehin, tellalın elinde zayi olursa; rehin alan, onu ödemez. Gunye'de de
böyledir.
Üç adam, bir köleyi
borçlan için bir adamın yanına rehin bırakırlarsa; bu hepsi hakkında da sahih
olur.
Eğer köle ölürse
onlardan her birinin borcu —o kölede olan hisse-- leri kadar— düşer. Kendi
aralarında birbirlerine müracaat edebilirler.
Hatta onlardan birinin
borcu bin beşyüz dirhem; diğerinin bin dirhem ve diğerinin de beşyüz dirhem
olur ve üçü ortaklaşa bir köleyi rehin bırakırlar; kölenin kıymeti de iki bin
dirhem olur. sonra da köle zayi olursa; üçünün arasında müsâvî olarak zayi
olmuş olur. Yani, her birinin borcunun üçte birisi düşmüş olur. Çünkü rehin
bırakılan borçtan en az kıymeti ile mazmun olur. Rehin de böyledir. Borç üçbin
dirhemdir. Kölenin kıymeti ise, iki bin dirhemdir. îki bin dirhem ise, üçbin
dirhemin üçte ikisi kadardır. İşte bu takdirde, bin dirhem sahibinden, altı
yüz altmış altı dirhem; beşyüz dirhemden, üçyüz otuz Üç dirhem düşer ve her
birinin borcunun üçte birisi kalmış olur Kİfİ'de de böyledir.
Selem malının aslını,
bedelinin ve müslemünfih olanı rehin bırakmak sahihtir. (Selem bir malı almak
için önceden verilen para veya mal demektir. Müslümün fîh de, o para veya malın
karşılığına alınacak olan şeydir.
Eğer selemin re'sü'l-mâlini
rehin kor ve rehin o mecliste zayi olursa; rehin alan şahıs re-sü'1-mâlini
ödemiş olur. Çünkü, onu, o hâl ile ödemek caizdir.
Eğer fazla olursa; o
fazlalık emânet olur.
Eğer az olursa, o
nisbette ödemiş olur. Selem sahibi geride kalanı ondan aynca alır.
Ayrılana kadar zayi
olmazsa, selem bâtıl olur; rehni geri o vermesi gerekir.
Eğer re'sü'Umâl elinde
helak olursa; selem caiz olmaz. Keza, sarfın bedelinin hükmü de böyledir. Onu
rehin aldığı zaman, ayrılmadan önce helak olursa ifa etmiş olur. Eğer çok
olursa, fazlası emânet olur.
Ayrıldıktan sonra
helak olursa, saf bâtıl olur; rehin olduğu kadarını geri vermek gerekir.
Fazlası emânet olur.
Şayet müslemünfîhi
rehin olarak alır. o da aynı mecliste helak olursa; onu ödemiş olur. Fazlası,
emânet olur.
Eğer değeri daha az
ise, o mikdar için müracaat eder, Siıicü'l-Vehhlc'da da böyledir.
Eğer ayrıldıktan sonra
helak olursa; mazmun olduğu mikdar kadarı vacip olur; selem de caiz olmaz.
Yenftbi'de de böyledir.
Selem ve müslemünfih
tefessüh ederse (bozulursa) o re'sü'1-mâl için rehin olur ve habsedilir. kıyâs
İse, habsolunmamasıdır.
Eğer, rehin
tefessühden sonra helak olursa; müslemün fîh olarak helak olmuş olur;
re'sü'I-mâl olarak değil. Çünkü o, hakikatta bir yiyeceğe karşı rehin
olmuştur.
Habs de, onun eseri
re'şü'l-mâlde zahir olur. Çünkü o, onun bedelidir, ve onun yerine kaimdir; o
helak olunca, aslı helak olmuş olur. Meselâ: Bir adam, kölesini satar ve selem
yapar; bedelini de rehin bırakır; sonra da satışı ikale ederlerse; satılanı
alır. Eğer rehin konulan helak olursa, bedel helak olmuş olur. K&fî'de de
böyledir.
Bir adam, diğer bir
adama, iki elbise verir ve ona: "İstediğini al; benim üzerimde olan yüz
dirhemine karşılık.'* der; o da ikisini de alır ve onlar da yanında zayi
olursa: İmâm Mohammed (R.A.): "Borçtan bir şey gitmez." demiştir.
Bu, şunun gibidir: bir
adamın yirmi dirhem borcu var; borçlu, alacaklıya yüz dirhem verdi ve:
"Ondan, yirmi dirhemini al." dedi; o da onu teslim aldı ve yirmi
dirhemini almadan yanında zayi oldu; bu durumda borçlunun malı olarak zayi
olmuş olur ve borç olduğu gibi duruyordur.
Şayet, iki elbise
verince: "Birini rehin olarak borcuna karşılık al." der de; o adam
ikisini de alır; kıymetleri de aynı olursa; İmftm Muhammet (R.A.) Eğer borcun
misli iseler "Her birinin değerinin yarısı borçtan gider. Fetlviyi
Kftdmftn'da da böyledir.
Bir adam, kıymeti beş
dirhem olan bîr elbiseyi beş dirhem borcima karşılık olarak rehin bıraktıktan
sonra; iki dinar öderse; rehin, yine rehindir. "Kalan borca bedel"
dese bile, o beş dirheme karşılık rehindir.
Şayet o helak olursa,
rehin bırakan iki dinarı için, rehin alana müracaat eder. Gunye'de de
böyledir.
Bir adam, on dirheme
bir elbise satın aldığında bu elbiseyi teslim almaz; ve satıcı onun parasına
karşılık, rehin olarak, İkinci bir elbiseyi, müşteriye verirse; İmâm Muhammed
(R.A.) "Bu, paraya karşılık rehin olmaz; müşteri ikinci elbiseyi geri
verir." buyurmuştur.
Eğer ikinci elbise,
satıcının yanında zayi olur ve iki elbisenin kıymeti de aynı olursa; beş
dirheme karşılık olarak helak olmuş olur. Çünkü, beş dirheme mazmundur.
Fetâvâyi Kübrâ'da
şöyle zikredilmiştir: Borçlu, alacaklıya bir elbise verir ve: "bu, senin
hakkının bir kısmına karşılık rehindir." der; sonra da o, onun yanında
zayi olursa; rehin alanın istediği kadar bedelle zayi olur.
Bu, İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'un görüşüdür. Tatarhâniyye'de de böyledir.
İbnü Semâa, İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğunu
nakletmiştir.
Bir adamın, diğer bir
adamda malı (~ alacağı) bir alacağı olduğunda, borçlu bir kısmını öder; sonra
da ona bir köle vererek: "Bu, geride kalan malına bedel rehindir."
veya: "Senin yanında olan şeye karşılık rehindir. Eğer geride bir hakkın
kalmış ise; zira ben malın kaldı mı? kalmadı mı? bilmiyorum." derse; işte
o rehin caizdir. Ve geride kalana —Eğer bir hakkı kalmışsa bedeldir. Eğer bir
hakkı kalmamış ve köle de rehin alanın yanında zayi olmuş olursa; ona tazminat
gerekmez.
Bişr, İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'un şöyle buyurduğun nakletmiştir: Müşteri, aybı sebebiyle, satın
aldığına karşılık rehin alsa; bu caiz olmaz.
Şayet beşyüz dirhem
borç alır da, borç veren: "Bu sana kâfi gelmez; sen bana rehin yolla da;
ben sana kifayet miktarı yollayayım." der; borç alan da rehin yollar ve o
rehin, rehin alanın yanında zayi olursa; mürtehin beşyüz dirhemden az olmak
üzre tazminat yapar.
Hulâsa; borç alan bir
şey söyler ve borç alır rehin bırakır; o da borcunu ödemeden zayi olursa,
rehin, borcun kıymetinden noksan olarak tazmin edilir. Eğer bir şey söylemez
ise, işte o ihtilaflıdır. İmâm Ebü Yûsuf (R.A.) ile İmâm Muhammed (R.A.)
arasında görüş ayrılığı vardır. Mu-hıyt'te de böyledir.
Fetâvâyi Attahiyye'de
şöyle zikredilmiştir: Bir adam, diğerine: "Dirhemleri tut." derse; bu
durumda üç dirhemin kıymetinden azım tazminat gerekir.
Möcerred'de şöyle
zikredilmiştir: On dirhem borç için, rehin bırak-sa; sonra da borç almasa,
rehin alanın aldığını vermesi gerekir.
Şayet: "Şu on
dirhemi, bir dirhemine rehin al." der; o da, beş dirhem olur ve zayi
olursa; yarım dirhem tazmin eder.
On dirhemi rehin
bıraktığında: onun beş dirhemi geçersiz ve kıymeti bir dirheme müsavi olursa;
borç altı dirhem olur.
Eğer salim bir köleyi
rehin kor; o da, ayıplanırsa; borcun tamamına karşı zayi olmuş olur.
Tatarhâniyye'de de böyledir.
Bir adamın, diğer bir
adama borcu olur ve bu borcuna da bir kefil bulunur; alacaklı da borçludan ve
kefilden bir biri ardından rehin alır; bu rehinlerin her biri de borca yeterli
bulunur ye o iki rehinden birisi zayi olursa; İmâm Ebû Yûsuf (R.A.),
"Eğer, ikinci rehin zayi olmuş olur ve ikinci rehin bırakan da, birincinin
rehin bıraktığını bilirse; bu ikinci rehin, borcun yansına mukabil zayi olmuş
olur.
Eğer bunu bilmiyorsa;
borcun tamamına mukabil zayi olmuş olur. Kitâbü'r-Rehn'de şöyle buyrulmuştur:
İkinci helak olursa;
borcun yarısına mukabil olarak zayi olur. Bu hususta bilmek veya bilmemek
zikredilmemiştir.
Sahih olan da Rehin
kitabında söylenendir. Çünkü onlardan her biri, bütün borcun karşılığıdır.
îkinci rehin zâiddir. Borç, önceki rehne taksim olur. İkincisi ise, kıymetine
göredir; zayi olursa; borcun yansı olarak zayi olur. Fetlvâyi Kidlhan'da da
böyledir.
Mecmûu'n-Nevâzü'de,
Hişâm, imâm Muhamraed (R.A.)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
Bir adamın, diğer
adamda bin dirhem alacağı olur; borçlunun emri olmadan, yabancı bir adam da
bir köleyi rehin bırakır; sonra da, baş-ka biri gelerek bir köleyi de o rehin
bırakır ve o da borçlunun emri olmadan bırakırsa; işte bu caizdir, ve önceki
bin dirheme karşılık olarak, ikinci ise, beş yüz dirheme karşılık olarak
rehindir.
Bir adamın, diğerinde
bin dirhem alacağı bulunup, ona eş değerde rehin bıraktıktan sonra, fuzûli bir
adam gelerek, yüz dirhem daha fazla rehin bırakırsa; işte bu caizdir.
Borçlu, o rehinlerden
birini malın yarısıyla kurtarmak isterse onu yapamaz. Ve onlardan birisi zayi
olursa borcun yansıyla zayi olmuş olur.
İbrahim; İmâm
Mahammed(R.A.)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir.
Eğer borçlunun rehni
zayi olursa; borcun tamamına mukabil zayi olur. Eğer fazladan rehin koyanın
rehni zayi olursa, o yansına mukabil zayi olur. Mııhıyl'te de böyledir.
Bir adamın borcu olur;
başka bir adam da, o borçlunun emriyle, kefil olur ve borçlu, alacaklıya rehin
olarak bir mal verdikten, sonra bu kefil, alacaklıya alacağını Öder; daha sonra
da rehin zayi olursa; kefil, asıl borçluya müracaat eder; alacaklıya müracaat
edemez. Borçluda alacaklıya müracaat ederek, ödeneni ondan alır.,Zahîriyye'de
de böyledir.
Bir adam, bir kür
buğday borç verip, borç alan şahıstan o buğday karşılığında rehin aldıktan
sonra, buğdayı borç alan şahıs, aynı buğdayı satın alıp, dirhemler vererek,
buğday borcundan kurtulur; sonra da rehin, rehin alanın yanında zayi olursa;
borçlu olduğu buğdaya karşılık olarak, zayi olmuş olur. Eğer rehnin kıymeti,
buğdayın kıymeti kadarsa, rehin alanın, buğday bedeli olarak aldığı dirhemleri
geri vermesi gerekir. Fetâvâyi Kâdihân'da da böyledir.
Bir kimse, bin dirheme
karşılık, iki köle rehin bırakır; onlardan birisine de bir hak sahibi çıkar
veya, o hür olur ve rehin veren, rehin alana: "Kendisine sahip çıkılan
köleyi bana geri ver/' der; o da verirse; geride kalan rehin, hissesine
karşılıktır. Yalnız borcun tamamını ödemedikçe, onu kurtaramaz. Kerderî'nin
Vedzi'nde de böyledir.
Bir adam, satın aldığı
bir köleyi teslim aldığında, onun bedeline karşılık rehin verir; o rehinde,
rehin alanın yanında zayi olur; sonra da o köle hür olur veya ona "bir hak
sahibi çıkarsa; rehin alan, o rehni geri verir. Sirâciyye'de de böyledir.
Bir dirheme, sirke
veya kesilmiş koyun alıp, ona karşılık olarak bir rehin verdikten sonra, bu
rehin zayi olur ve sirkenin de şarap olduğu anlaşılır; koyunun da lâşe olduğu
öğrenilirse; o, tazminatlı olarak zayi olmuş olur. Çünkü açık borca rehin
bırakılmıştır. Şarap veya domuz yahut lâşe veya hür bir insan satın alarak,
karşılığına bir şeyi rehin olarak verir ve b da rehin alanın yanında zayi
olursa; tazminat gerekmez. Çünkü, bu rehin bâtıldır; fâsid değildir.
Kerdeiî'nin Vecîzi'nde de böyledir.
Bir kimse, bir kür
buğdaya karşılık, bir köleyi rehin bıraktığında; bu köle rehin alanın yanında
ölür; sonra da o buğdayın rehin verene ait olmadığı anlaşılırsa; bu durumda
rehin alan, o köleyi değil buğdayın kıymetini alır. Hızlnetn'l Müftîn'de de
böyledir.
Rehin veren, rehin
alanı, bir mal üzerine, bîr adama havale ettikten sonra, rehin bırakılan köle,
havale edilen ödemeden önce ölürse; işte o olduğu hâl üzre ölür; havale bâtıl
olur. Hizânetü'l-Müftin'de de böyledir.
Bir adam, bez satan
şahıstan "başka birisine gösterip, sonra almak üzere" bez ister;
bezci de: "Rehin vermedikçe, sana vermem." der; o da, bir eşyayı,
rehin bırakır ve bu şey, rehin alanın yanında zayi olur; epuse ise, rehin
alanın yanında duruyor olursa; bezzaz, (= bez satan) ©bu taamin etmez. (=
ödemez) Gunye'de de böyledir.
Ebfi'l-Leys'in
Fetviluın'da şöyle denilmiştir:
Bir kimse, kıymeti
yaprağı ile birlikte yirmi dirhem olan bir ağacı rehin bırakır; yaprak zamanı
geçer ve o ağacın yaprağı dökülüp, kıymeti eksilirse; EbÛ Bekir tskâf: "O
noksan kadar, borçtan düşülür. Bu, narhın değişmesi gibi değildir.."
buyurmuştur.
Filayh Ebû'I-Leys
"Bana göre, borçtan bir şey eksilmez; ancak noksanlık ağacın kendi
nefsinde, bedelinde olur." demiştir.
Ebû Bekir'n kavli daha
isabetli ve daha doğrudur. Çünkü, dökülen yaprağın kıymeti yoktur ve ona birşey
de mukabil olmaz. Mnhiyfte de böyledir.
Fetva, Ebû Bekr
el-İskâfı'n kavli üzerinedir. Tatarhâniyye'de de böyledir.
Alacaklı, borçlunun
rızası olmadan, rehin olarak onun sarığını alsa; bu rehin olmaz. Bilakis gasp
olur. Siraciyye'de de böyledir.
Bir kimsenin,
borçlunun sarığını rehin olarak alması caiz olmaz; onun helaki, rehnin helaki
gibidir. Müftekit'ta da böyledir.
Bir adamın diğerinde
alacağı olur; isteyince de, borçlu onu vermez; alacaklı da, onun başından
sarığını rehin olarak alıp ona başını kapatması için bir mendil vererek:
"Borcunu öde; sarığını vereyim." der; adam da gidip borcuna getirir;
o zamana kadar da sarık zayi olursa; İşte o, rehin olarak helak olmuş olur;
gasbolunan şeyin helaki gibi olmaz. Çünkü, o, onu rehin olarak, alacağına
karşılık almış borçluda onun yanına rehin olarak bırakmıştır. Onun bedellik
getirmeye gitmesi, rehin olarak razı olduğunun işaretlidir ve o rehindir.
Cevâhİriil-Fetâvâ'da da böyledir.
Bir adam, kölesini
rehin olarak bırakır; o da kaçarsa; borç düşer. Eğer bulunursa rehin olur ve
borç, onun kıymetinin noksanlığı kadar düşer.
Eğer bu kaçış onun ilk
kaçışı ise böyledir. Eğer, ondan önce kaçmışsa borçtan bir şey düşmez.
Mecmuu'n-Nevâzil'de de böyle söylenmiştir. Münieka'da da:"Noksanlığı
kadar, borçtan düşer." denilmiş; tafsilat verilmemiştir.
Keza Möcerred'de İmâm
Ebû Hanîfe (R.A.)'den de, böylece rivayet olunmuştur.
Şayet hâkim, onu,
kaçtığı zaman rehin olarak kabul etmiş; sonra da o bulunmuşsa, işte o eski
hâline reddedilir. Yâni rehin olarak kalır. Zehıyre'de de böyledir.
Rehin bırakılan bir
yeri, su bassa; o da kaçan köle gibidir. Çünkü çok kerre, bu su çekilir ve o
yerden fayda görülür. Onun faydalı hâle dönmesi ihtimali olduğundan, borç
düşmez. Hâkim, Muhtasar1 d a şöyle buyurmuştur:
Rehin alanın, rehin
verende hakkı olmaz. Çünkü, rehin helak olmuştur. Bir şeyin helaki, onun
menfaatti olmakdan çıkmasıdır. Ölen koyun gibi...îşte bunun için, satış o
bâtıl olur.
Eğer, o yer denize
gark olursa bu böyledir. Şayet su çekilirse; o yine hâli üzre rehindir.
Eğer o yerden bir
noksanlanma olursa; borçtan o kadar düşer. Se-rahsî'nin Muhıyi'inde de böyledir.
Bir adam, üzüm suyunu
rehin bırakır; o da önce şarap; sonra da sirke olursa; hâli üzre rehindir.
Noksanlığı kadar borçtan düşülür. İmâm Mubammed (R.A.): "O, borca karşılık
bırakılır." buyurmuştur. Koyun ölür ve derisi dilbağlanırsa; hissesi
nisbetinde rehin olur. Felâvâyi Kâ-d i hân'da da böyledir.
Değeri on dirhem olan
üzüm suyu, on dirheme karşılık rehin olsa; sonra da o şaraplaşsa; sonra da on
dirhem değerinde sirke olsa; işte o, on dirhem olarak rehindir ve o kadarla
rehinlikten kurtarılır. Sirâciy-ye'de de böyledir.
Bir zimmî, başka bir
zimmîye, şarabı rehin olarak bırakır ve o sirkeye dönüşürse; kıymetinden bir
şey noksan, olmayınca İmameyn'e göre, o yine rehindir. Ve rehin bırakan
muhayyerdir. İsterse borcunu ödeyip, rehnini kurtarır; İsterse, şarabı gibi
şarap ödetir ve o sirke, rehin alanın mülkü olur.
İmâm Muhtmmed'e göre,
isterse borcunu ödeyip, rehnini kurtarır; isterse, onu borcuna karşılık kılar.
Seraha'nin Muhıyt'nde de böyledir.
Bir adam, koyununu
rehin bırakır; o da ölürse; borç düşer.
Eğer rehin alan,
derisini dibağlarsa; işte o rehindir. Bu, satın alınan, sonra da teslim
almadan ölen ve satıcı tarafından derisi dibağla-nan koyuna muhalifdir. Burda
hiç bir şey rehin olmaz.
Eğer borç on dirhem
olur, koyunda on dirheme müsâvî olursa; de-riside bir dirhem ederse; işte o bir
dirhem olarak rehindir.
Eğer koyun, rehin
edildiği gün yirmi dirhem; borç ise, on dirhem, deri de bir dirhem (değerinde)
ise, bu durumda, o deri, yarım dirheme karşılık olarak rehnediimiş olur.
Bir adam, bir müslümandan
veya bir kâfirden şarap rehin alır ve o da, rehin alanın yanında, sirke
oluverirse; rehin veren için, bu rehin caiz değildir. Rehin veren, o sirkeyi
alıp, bir ücrette vermez. Borç olduğu gibi borçtur.
Eğer rehin veren
müslüman ise, bu böyledir.
Şayet rehin veren
kâfir ise, rehin günüde rehin ile borç müsavî ise, işte o sirkeyi bırakır. Borç
da bâtıl olur.
Bu, İmâm Mnhımmed
(R.A.)'in kavlidir, denilmiştir.
Esahh olan, hepsinin
kavli de budur.
Bu, rehin alanın zimmî
olması hâline muhaliftir. Mebsnfta da böyledir.
Fetâvâyi Dfearî'de
şöyle zikredilmiştir: Bir müslüman diğer bir müslümandan, şaraba bedel olarak,
bir şeyi rehin alır; bu rehinde helak olursa; onun helaki sebebiyle tazminat
gerekmez ve bu rehin bâtıldır. Ve, bu şarap rehin alanın yanında emânettir;
rehin veren onu gerî alır.
Eğer zâyl olutsa,
ikisinin de bir birine verip alacağı bir §ey yoktur.
Bu hüküm, rehin alan
müslüman olur; rehin veren Jse, kâfir olursa yine aynıdır. Rehin bâtıldır;
rehin veren vehnini geri alır. Rehin alana bir şey yoktur.
Şayet her ikiside
kâfir iseler, artık rehin sahihdiJr. Aralarında alim-verim geçerlidir. Ya
şarabının mislini veya bedeKar kurtarır. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.
Bir adam, başka bir
adamdan, bin dirheme bir câriye satın aldığında, satıcı, onu vermekten
kaçınıp, bendini atana kadar, onu vermez; müşteri de: "Sen, onu bana
ttslfm etmedikçe, parasını sana vermem." der ve aralarında "müşteri
parasını adi sahibine verecek; satıcı da cariyeyi müşteriye teslim
edecek" diye anlaşsaîar ve öyle de yapsalar; para da adi sahibinin yanında
zayi olsa; işte o, müşterinin malı olarak zayi olmuş olur.
Şayet, sattcı:
"Parayı, $u adamın yanına koy da, cariyeyi sana vereyim." der; oda
parayı rehin olarak, cariyeye bedel bırakır ve bu para zayi olursa; satıcının
malı olarak zayi olur. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, kıymeti iki
yüz dirhem olan bir rehni, yüz dirheme karşılık olarak rehin koyar; onun da
bir gözü kör olursa; borcun yarısı gider.
Bu, İmâm Ebû Hanife
(R.A.) ile İmâm Muhammed (R.A.) göre böyledir. İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) ise, onun
yerine, bir sağlam köle konulur ve onun noksanı kadar borçtan düşürülür.
Yenâbi'de de böyledir.
Eğer, rehin alanın
yanında, o hayvanın gözü kör olur onun, kıymeti de borç kadar olursa; borcun
dörtte birisi düşer. Mebsût'ta da böyledir.
Bir adam, cariyesinin
karnında olanı azâd ettikten sonra o cariyeyi rehin bıraksa;
İmâm Ebû Yûsuf (R.A.):
"Bu rehin caizdir." buyurmuştur. O câriye doğurur ve doğum sebebiyle
borçtan bir şey düşmez. Fetâvâyi Kâdî-hân'da da böyledir.
İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)
şöyle buyurmuştur:
Bir adam, bir köleyi
bin dirheme karşı rehin koyar; o kölenin değeri de iki bin dirhem olursa;
rehin alan, onun fazla olanını öder veya rehin alan "rehin ölünce borç
bâtıl olmaz." diye şart koşarsa; işte bu rehin fâsiddir. (= bozuktur.)
Fetâvâyi Kubrâ'da;
Kâdî Fahrüddin şöyle buyurmuştur:
Rehin lafzını söyler,
sonra da fazlanın tazminatını söyler veya reh-nin emânet olduğunu söylerse; bu
rehin caiz; şart ise bâtıldır. Rehin lafzını söylemezse; rehin fâsiddir.
Tatarhaniyye'dc de böyledir.
Bir kadın, mehrine
karşılık rehin alır ve o da mehr-i müsemması olur; rehinin kıymeti ise mehri
kadar bulunur; sonra da mehrİnden vaz geçer veya onu bağışlarsa; ölene kadar, o
rehinden men edilmez. Tazminat da gerekmez. Şayet köle zayi olacaksa; bu
istihsânen böyledir.
Keza adam, o kadına
cima etmeden; mal mukabili boşar; sonra da o malı kadına vermeden, geri
koyarsa; hüküm yine böyledir.
Bir adam kadını mehr-i
müsemması ile nikahlayıp, ona mehr-i misil karşılığı rehin verir ve nikâhda da,
mehr-i misli söylemez ve bu kadını duhûlden önce boşarsa, bütün mehr-i misli
sakıt olur. (= düşer). Bu kadına, mut'a (= yâni bir miktar mal vermesi)
gerekir.
Kıyasa göre, bu kadın,
mut'a için, rehni habsedemez.
İmâm Ebfr Yûsuf (R.A.)
son kavli ve İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)*nin kavli budur. Mebsût'ta da böyledir.
En doğrusunu bilen
Allahu Teâlâ'dır. [13]
Burda aslolan, ya
bizzat rehin bakıma, muhtaç olur; o, rehin ve renin üzerinedir. Rehin, ister
borçtan fazla olsun, ister olmasın müsavidir. Çünkü o, ayn (= mal) kendi
mülkünde bakidir. (Onun malı olarak kalır). Menfaati da böyledir. Rehin
bırakana aittir. Bakımı ve masrafı da ona aittir. Yemesi, içmesi, kölenin
elbisesi: çocuğun bakım ücreti; bostanın sulanması; hurmalığın budanması,
toplanması ve ıslahı; muhafaza edenin ücreti ve emsali masrafların tamamı
rehin verene aittir.. Tebyîn'de de böyledir.
Rehin, ister rehin
alanın, isterse adi sahibinin yanında ölsün; kefeni rehin verene aittir.
Muhiyt'te de böyledir.
Rehin alan, rehin
verenden izinsiz öderse; işte o nafile olur. Rehin verene, bir şey gerekmez.
Keza, rehin veren
ödeme yaparsa; rehin alana bir şey gerekmez.
Eğer rehin alan,
hâkimin emriyle veya rehin verenin söylemesiyle bir masraf yaparsa; sonra,
rehin verene müracaat eder. Zahîriyye'de de böyledir.
Rehin veren kaybolur;
rehin alan da, o rehine, hâkimin hükmüyle harcama yaparsa; rehin verene
müracaat eder.
Eğer rehin veren
huzurda ise, ona müracaat edemez. Kadî: Her durumda mürâcaaat eder",
buyurmuştur. Fetva ise: Rehin veren, hazır olur da, rehn için harcama yapmadan
kaçınırsa; hâkim de, rehin alana, "harcama yapmasını' emreder ve oda
harcama yaparsa; rehin verene mürâcaaat ederek masrafını ondan alır.
Cevâhirii'I-Ahlâlî'de de böyledir.
Borç ödenince,
mürtehin, rehin vereni, rehinden men edemez. Eğer rciıin, rehin alanın yanında
zayi olursa; onun nafakası hali üzre kalır. Müzmarat'ta da böyledir.
Rehin alanın nafakası,
beyyinesiz doğrulanmaz.
Eğer beyyinesi olmaz
ise, rehin veren o harcamayı yaptığına dair ona yemin verir. Çünkü, o borç
iddia eyliyor; yemin ile bilgi edinilmiş olur.
İlaç ve doktor ücreti,
rehin alana aittir.
Bu mes'ele mutlak
olarak Kifabii'r-Rehin'de zikredilmiştir. Başka yerde de: Yaraların tedavisi,
hastalıkların ilaçları, cinayetlerin fidyesi rehin alanadır." diye
yazılmıştır.
Emânet olan hissenin
masrafı ise, rehin verene aittir. Kudûri Şerhiıı'de âlimlerden naklen, şöyle
Duyurulmuştur: İlaç ve doktor ücreti, rehin aîana aittir.
Şayet yara veya
hastalık rehin alanın yanında meydana gelmiş ise; bu böyledir.
Fakat daha önceden,
rehin verenin yanında <ken yaralanmış veya hastalanmışsa; bunlar rehin
verene aittir.
Bazı âlimler de:
"Hayır, o da rehin alana aittir." buyurmuşlar ve: "Her durumda,
bunlar rehin alana aittir." demişlerdir.
İmâm Muhamraed (R.A.)'in
görüşü de budur. Muhıyt'te de böyledir.
Zahir olan da budur.
Serahsî'nin Muhıyt'nde de böyledir.
Fakıyh Ebû Ca'fer
el-Hindiivânî şöyle buyurmuştur:
Rehin ahımn yanında
bulunan rehnin, deva ve doktor ücreti, rehin alanadır.
Rehin verenin yanında
meydana gelen hastalık, rehin alanın yanında artmaz ise, ilaç ve doktor ücreti,
rehin verene aittir.
Eğer artarsa ilaç ve
doktor ücreti rehin alana aittir.
Fakat rehin alan bu
hususta cebredilmez. Ona: "Bu, senin yanında oldu. Malının İslahını ve
ihyasını diliyorsan; malını tedavi et." denilir. Muhıyt'tc de böyledir.
Tahâvî Şerhı'nde şöyle
zikredilmiştir: Merhûnu muhafaza, mürtehinin üzerinedir.
Hatta rehin veren,
mürtehine, rehni korumasını şart koşsa; bu sahih olmaz ve buna hakkı da
yoktur.
Şayet, rehin konulan
şey, çobana muhtaç ise, çobanın ücreti rehin verenedir. Ahır ve ağıl ücreti
ise, rehin alanın üzerinedir. Zehıyre'de de böyledir.
Kaçan köleyi yakalama
ücreti, alacağı miktarında, rehin alanadır, fazlası, mal sahibinedir.
Hatta rehnin kıymeti
ile borç müsavi olur, veya rehnin kıymeti borçtan az olursa; yakalama ücreti
rehin alanın üzerinedir.
Şayet rehnin kıymeti,
borçtan fazla ise, borç miktannea, rehin alana; fazla kalanı da rehin verene
ait olur.
Rehin, eğer bağ ise;
onun tamiri ve haracı, rehin verene aittir. Çünkü o, onun mülküdür. Öşrü ise,
ondan çıkan mahsûlden verilir. Ve onu imam alır. Rehin batıl olmaz.
Onun bir kısmına, bir
hak sahibi bulunursa; o zaman hüküm buna muhalifdir, rehin bâtıl olur.
Şayet rehinde nümâ (
artış) varsa; rehin veren de söylediğimi/ — masrafları yaparsa; rehnin nümâsı
onun olur; Rehin alanın olmaz. Bedâi'de de böyledir.
En doğrusunu bilen
Allnhu Teâîâ'dır. [14]
Rehin verenin üzerinde
çok borç olsa bile; rehin alan şahıs o rehne en çok hakkı olan kimsedir.
Muhıyt'te de böyledir.
Mürtehinin, rehin
karşılığı, rehni tutma hakkı vardır. Başka bir alacağı için, onu tutma hakkı
yoktur.îster o alacak evvel olsun; isterse rehin aldıktan sonra olsun.
Şayet rehin bırakan,
rehin bıraktığı borcu öderse; rehin kendinin olmaz; rehin alan, o rehni, bütün
borç ödene kadar yanında tutar. îster çok, isterse az olsun. Tatarhâniyye'de de
böyledir.
Bir kimse, başka
birine, bin dirhem borcuna karşılık, fâsid bir rehin bırakır; karşılıklı teslim
alırlar; sonra da, bu rehni fesad hükmüyle bozarlar ve rehin veren,
"relinin geri verilmesini" isterse; —rehin alan, onu vermedikçe—
almaya hakkı yoktur. Çünkü rehin alan, onu verdiği dirhemlere karşılık
almıştır.
Rehin verenin,
mürtehinin elinde bulunan bir rehni bozma hakkı —üzerinde olan borcu ödeyene
kadar—yoktur.
Şayet, rehin veren
şahıs, üzerinde çok borç olduğu hâlde ölürse; rehin verenin alacakları arasında
o rehne en çok hakkı olan, rehin yanında olan şahıstır. Sağlığında olduğu
gibi..
Eğer rehni borcu
mukabili koyar ve bu rehin fâsid bir rehin olduğu hâlde, onu da teslim eder;
sonra da, rehni bozarlar; rehin bırakan da borcunu ödemeden önce, rehni geri
İsterse; işte bunda hakkı vardır.
Şayet, rehin bırakan
ölür; üzerinde de çok borç bulunursa, artık rehin alan diğer alacaklılardan
daha haklı olmaz. Rehin verenin sağlığında olmadığı gibi.. Muhıyt'te de
böyledir.
Eğer rehin, müdebber
veya ümm-ü veled yahut rehin olmayacak bir şey olursa; rehin verenin onları
geri alma hakkı vardır. Borç, ister önce olsun; isterse sonra olsun, bu gibi
rehinleri, onu ödemeden geri alabilir. Zehıyre'de de böyledir.
Başka birine, belirli
bir malı rehin koyar; rehin alan da onu teslim aldıktan, sonra, rehin veren,
borcunun bir kısmını ödeyip, rehinin de bir kısmını geri isterse; duruma
bakılır:
Eğer her birinin
hissesi belirtilmemişse onu almaya hakkı olmaz.
Eğer, bu açıklanmışsa;
Ziyâdât'ta: Fazla olan rehni alma hakkı vardır." diye yazılmıştır. Rehin
kitabında ise: Hakkı yoktur." denilmiştir.
el-Asl kitabında yazılı
olan, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un kavlidir. Ziyadât'da
olan ise, İmâm Muhammet! (R.A.)'in kavlidir. Ve mes'elede, iki rivayette
vardır." denilmiştir.
Esahh olan da budur.
İbnü Semâa, Nevadır'de: İmâm Muhammed (R.A.)'in cevabı, Asi kitabında olanın
mislidir." buyurmuştur. Muhıyt'te de böyledir.
Rehin sözleşmesi
feshedildikten sonra, rehin alan, o rehni yanında tutmak istese; buna hakkı
vardır. Rehin ancak fesh yoluyla reddedilirse (= geri verilirse) bozulur.
Sirâciyye'de de böyledir.
En doğrusunu bilen
Allahu Teâlâ'dır. [15]
İmamlarımızın üçüne
göre de, istihsânen, sözleşme zamanı, ziyâdeyi bildirmek gereklidir.
Bunun sureti: Bir
adam, bin dirheme karşılık, bir köleyi rehin bıraktıktan sonra, rehin veren,
rehin bıraktığı kölenin yanına bir elbise daha ziyâde ederse; bu ziyâde
istihsânen sahih olur. Ve, aslına ilâve edilmiş olur. Ziyâdede aslına
reddedilmiş olur. Hatta, bu elbise de köle ile beraber tazmin olunacak bir rehn
olur. Mahiyt'te de böyledir.
Bir adam, başka birine
—yüz dirhemine karşılık— kıymeti yüz dirhem olan bir köleyi rehin bıraktıktan—
sonra, kıymeti yüz dirhem olan bir köleyi ziyadeleştirse; o kölelerden de
birisi Ölse; işte o zaman ölen köle sebebiyle borcun yarısı düşer; geri kalan
yan ise emânettir. Yenâbi'de de böyledir.
Bir adam, ikibin
dirheme karşılık, kıymeti bin dirhem olan, bir cariyeyi rehin bıraktıktan
sonra, onun bedeninde artım yapsa (ona bilezik küpe gibi şeyler verse) da
kıymeti iki bin dirheme ulaşsa; eğer efendisi, onu fakir olduğu hâlde, azad
ederse; bin dirhem hakkında genişlik vardır; borcun tamamı hakkında yoktur.
Şayet cariyenin
kıymetini artırmazda, câriye bin dirhem kıymetinde bir çocuk doğurur; sonra da
efendisi, —fakir olduğu hâlde— o cariyeyi azâd ederse; bin dirhem hakkında
vüs*at vardır; kıymeti kadar değildir.
Eğer artım yapmaz;
câriye de doğurmaz; fakat, onu, kıymeti iki bin dirhem olan bir köle öldürür ve
o köle de onun yerine verilirse; efedişide onu azad ederse; yine bin dirhem
hakkında genişlik vardır. Zahi-riyye'de de böyledir.
Bir kimse, bir
cariyeyi, bin dirheme karşılık rehin bırakır; bu câriye de doğum yapar ve
ölür; sonra da rehne bir köleyi ziyâde eder; bunların tamamının kıymeti-,
ananın yavrusunun ve ziyâde kılanan kölenin kıymeti, bin dirhem olursa; önce,
borç ikiye bölünür; (anası ve yavrusuna karşılık) ve onun zayi olması
sebebiyle; borcun yarsı düşer. Borcun yansı, çocuk hakkında baki kalır. Köle
de ona tâbi olur. Geride kalan borç, onlara taksim edilir.
Eğer, çocuk hür
olmadan Önce ölürse; o çocuk, borçtan bir şey eksiltmez; anası bütün borca
karşılık helak olmuş olur. Ziyâde kılman ise, sahih olmaz.
Hatta köle, ister o
çocuk Ölmeden önce, isterse sonra, helak olursa; emânet olarak ölmüş olur.
Şayet, o çocuk ölmez de
kıymeti bin dirheme yükselirse; azâd olduğu zaman, onun kıymeti iki bin dirhem
olur. Artık borç önce anaya karşı üçte bir olarak bölünür; ve onun ölümüyle,
üçte biri düşer. Sonra da, geride kalan borç, çocukla fazlalık arasında üçte
birli olarak taksim edilir; üçte ikisi çocuğa, üçte biri de fazlalığa ait olur.
Noksanlaşınca beşyüz
dirhem olur ve borç, çocukla anası arasında taksim edilir. Üçte iki anaya, Üçte
bir çocuğa isabet eder.
Sonra da çocuğa isabet
eden çocukla, o ziyâdeye taksim edilir; üçte ikisi çocuğa üçte biri de
ziyadeye isabet eder. Kâfide de böyledir.
Bir adam, kıymeti bin
dirhem olan bir köleyi, iki bin dirhem olan borcuna karşılık rehin koyar; onun
değeri de iki bin dirhem olacak kadar artar; sonra da efendisi, onu müdebbere
kılarsa; bu kölenin, bütün borca karşılık rehin olma genişliği vardır.
Borç hakkında artırma,
İmim Ebû Hatife (R.A.) ve İmim Muhamin ed (R.A.)'e göre sahih değildir.
İmim Ebû Yûıuf (R.A.),
buna muhalifdir.
Hatta, bir adam,
üzerinde bulunan borç için, bir köleyi rehin bıraktıktan sonra, rehin alandan,
rehin veren borç alma veya bir şey satın alma veya başka bir sebeble borcu
artırsa; Önceki rehin, önceki borç İçindir.
Bu rehin sonradan
yapılan borç için, İmâm Ebû Hanife (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, rehin
olmaz.
Şayet, o köle zayi
olsa; eski borç için zayi olmuş olur. Sonraki borç için zayi olmaz. İmâm Ebü
Yûsuf (R.A.)'a göre önceki rehin, sonraki borç için de rehin olur ve cümlesi
için rehin olmuş olur. Zayi olursa hepsi için zayi olur.
Sonra, rehin hakkında
fazlalık sahih olunca, önceki borç içinde rehin olmuş olur. Bu durumda borç,
aslına ve ziyâde kılınana ikisinin kıymetine göre taksim edilir. Aslın
kıymetinde itibar, teslim alındığı zamanki kıymetinedir; ziyâde edilende itibar
ise, teslim alındığı zamanki kıymetinedir. Hangisi zayi olursa, karşılığı
olduğu borca karşılık, helak olmuş olur. Geride kalan, rehin olarak kalır. [16]
Rehin iki şekilde
artırılabilir: Birincisi : Rehne dâhil olmadan artış.
Bu, bir malın doğurmuş
olması değildir. O malın, cüz'ünden bir cüz de olmamasıdır. Kazanç gibi, bağış
gibi, sadaka ve emsali gibi..
ikincisi : Rehne dahil
olan artış:
Fazlalığın bir maldan
doğması gibi..çocuk gibi.. Ağaçtan hasıl olan meyve gibi.. Koyundan elde edilen
yün gibi..deveden elde edilen tüy gibi..
Veya, rehnin
cüzlerinden bir cüz olmaktır. Diyet gibi., mehir gibi... irş gibi..
Bu çeşit artış, rehnin
altındadır; rehin gibi, bu da habsedilir.
Fakat, helak olunca
ödenmez; tazminat hükmü yürümez.
Hatta bu nevi artış,
borç Ödenmeden önce zayi olsa; borçtan bir şey düşmez. Muhiyt'te de böyledir.
Borç, rehnin, teslim
alındığı günkü kıymetine taksim edilir. Ziyâde ise, borcun ödendiği gün
üzeredir.
Bunun açıklaması: Asıl
rehnin kıymeti bin dirhem olsa; doğurduğunun kıymeti de bin dirhem olsa; borç
ikisinin arasında taksim edilir. Zahirde böyledir.
Eğer çocuk ölürse, bir
şeysiz gider; anası, bütün borca karşılık rehin olarak kalır.
Şayet anası ölür ve
yavrusu kalırsa; onu kurtarılırken, borcun yansı ile kurtarılır.
Eğer çocuk, anasından
sonra ölürse; bir şey olmaksızın gider; sanki hiç yokmuş gibi olur... Ananın
ölmesiyle, borcun tamamı düşer.
Eğer ikisi de ölmezler
fakat piyasa yönünden ananın kıymeti eksilir ve beşyüz dirheme düşer veya
artar da iki bin dirheme çıkarsa; bu durumda borç, aralarında yarı yarıyadır;
değişmez.
Şayet ana, hali üzre
kalır da; çocuğun değeri —bir kusur sebebiyle— veya piyasanın değişmesi
sebebiyle noksanlaşır ve beş yüz dirheme düşerse; bu durumda borç, aralarında
üçte birli taksim edilir; üçte ikisi, anasına; üçte biri de çocuğuna ait olur.
Eğer çocuğun kıymeti
artar da iki, bin dirhem olursa; o zaman, üçte iki çocuğa, üçte biri de anasına
taksim edilir.
Eğer, anası ölür de
çocuk kalırsa; borcun üçte ikisiyle kalır. Bizim söylediğimiz asıldan düşer.
Ananın kıymeti teslim
alındığı günkü kıymetidir. Çocuğun kıymeti ise, borcun ödendiği günün
kıymetidir. Serahsî'nin Muhıyt'nde de böyledir.
Artıştan bu nevi olan,
asi ile birlikte rehin olduğu zaman, sebebine avdet edilir. Rehin bırakılan
şey bir câriye olur; o da kör olup, borcun yarısı düştükten sonra, o câriye
doğum yapsa; körlükten sonra, çocuk hadis olur. Ziyâde kılınan, asi ile
birlikte şart kılınsa; borçtan bir-şeyin sebebine dönülmez. Körlükten sonra
artırım, kör olmadan önceki: gibidir ve şartlı ziyâdedir. Mubyt'te de
böyledir.
Bir kimse, kıymeti bin
dirhem olan bir cariyeyi, bin dirhem borca karşılık rehin koyduktan, sonra, bu
cariyenin bir gözü kör olsa; borcun yarısı düşer. Çünkü, insanın bir gözü,
yarısı kıymetindedir.
Sonra da bir köle ile
onu artırsa ve o köle de beşyüz dirhem kıymetinde olsa; bu sahih olur. Borç
yarı yarıya taksim edilir.
Şayet kör câriye., bir
çocuk doğurur; o da bin dirheme müsâvî olursa; borcun tamamı câriye ile çocuk
arasında yarı yarıyadır. Bu çocuk, körlükten sonra hadisdir. Borçtan taksim
hakkında kör olmadan önce var olma gibidir. Çünkü çocuk, akidde asla lâhiktır.
Mevcut gibi addo-iunur. Bu durumda cariyenin kör olması sebebiyle, borcun
yarısı düşer.
O da borcun tamamının
dörtte biridir. Geride de borcun dörtte biri kalmış olur. Çocuk için de borcun
yarısı vardır. Cariyenin kör olmasıyla, borcun yarısı düşmüş ve ona tâbi
olarak borcun yarısı kalmıştır.
Ziyâde hakkında
taksim, sanki câriye hakkında gibidir. Çünkü ziyade, yarıya tâbi değildir. O
tâbi olunandır. Artık câriye hakkında kıymet beşyüz dirhem olur. Çocuk,
hakkında ise iki yüz elli dirhem olur. İşte, fazlalık, ikisine, üçte iki, üçte
bir olarak taksim edildi vecârye ile birlikte üçte iki rehin oldu. Çocuk da,
aslın yarısı ile beraber, rehin oldu. Sonra da bütün borcun asılda yansı,
çocuktan; onunla ziyâdenin üçte birine; ikisinin kıymeti kadar taksim olundu.
Asim yarı kıymeti ço-cukdan beşyüz ve ziyâdenin üçte bir kıymeti beşyüz oldu.
Bu durumda biz, üçte birin, tamamım beşyüz sehim kıldık. Fazla olan üçte bir,
se-him oldu. Çocuğun yan kıymeti üç sehim oldu. Borcun dörtte biri dörde
taksim edildi. Câriye hakkında yarı borç sekiz; kendisi ile ziyadenin üçte
ikisine taksim edildi, ikisinin kıymeti kadar.. Ziyadenin üçte iki kıymeti,
beşyüzün üçte ikisidir. Cariyenin kıymeti, beşyüz; Bu durumda ikisinin
arasında. Beşyüzün üçte biri tafâvût oldu. Biz, beşyüzün üçte birinin tamamını
hisse kıldık; tamamı beş sehim oldu, borcun yarısı taksim edildi; o sekizdir,
ikisinin arasında beşte bir, sekiz beşte biri taksim edilmedi biz asıl mesele
ile onu darb eyledik ve o onaltıdır.
Rehin verenin izniyle,
rehin alan, rehin olan ağacın meyvesinden yese borçtan bir şey düşmez.
Rehin alanın izniyle,
rehin veren de yese, yine böyle borçtan bir şey düşmez.
Her ikisinin izniyle,
bir yabancıda yese; borçtan bir şey düşmez. Eğer bunlar izinsiz yerlerse,
yediklerinin kıymetini borçlanırlar. Hızanetü'I-Müftîn'de de böyledir.
Rehin bırakılan bir
câriye, iki veya üç çocuğu bir arada veya ayrı ayrı doğurursa; borç, sözleşme
gününde olduğu kıymetle, cariyeye taksim olur. Borç ödendiği günkü kıymete
göre de çocuklara taksim olur. Câriye, çocuk doğurur ve onun doğurduğu da
doğurursa; hükümde, bu iki çocuk gibi olur. Tatarhâniyye'de de böyledir.
En doğrusunu bilen
Allahu Teâlâ'dir. [17]
İmâm Muhammed (R.A.)
Ziyâdât'ta şöyle buyurmuştur.
Bir adam, diğerine,
bin dirheme karşılık, bin dirhem kıymetinde-ki, bir cariyeyi rehin koyar;
mürtehin de gelerek, alacağını talep eder; rehin veren, -—rehin alan, cariyeyi
huzurda bulundurmadıkça— buna razı olmaz.
Rehin veren ve alan
ikisi bir şehirde iseler; işte o zaman, rehin alan, önce cariyenin hazır
olmasını emreder.
Şayet rehin alan,
rehin verene, rehni bulunmadığı bir şehir de rastlar ve alacağını isterse;
rehin veren de kaçınır ve: "Rehni hazır eyle." derse; rehin veren,
borcunu ödemeye cebredilir. Rehin aîana, "rehni hazır etmesi"
emredilmez. Rehin ister taşınır bir şey olsun; ister taşınmaz şey olsun.
Alimlerimizden
bazılan: "Bu cevap, taşınmayan rehin içindir ve kıyasın cevabıdır;
istihsânda ise, önce rehin alana, "rehni hazır etmesi" emredilir,
buyurmuşlardır.
Bazıları da:
(<Cevap, kıyâs ve istihsânın cevabıdır" demişlerdir.
Sahih olan da budur
Mnhıyt'te de böyledir.
Şayet, rehin alan
"Cariye evimde; önce alacağımı bana ver; sonra beraber gidelim; onu
evimden al." derse; buna hakkı yoktur. Ve, ona, cariyeyi getirmesi
emredilir. Cariyeyi getirince de, önce, diğerine,"borcunu ödemesi"
söylenir. Hulâsa'da da böyledir.
Bir adamın, diğerine
bin dirhem borcu olur; —o değerde olan— bütün malım rehin bırakır; zamanı
gelince, rehin alan şahıs, alacağını ister; rehin veren de ondan kaçınır ve
rehin gelene kadar vermek istemezse; rehin alan, onu getirmekle cebredilmez.
Çünkü, onda bir fayda yoktur.
Eğer, rehin veren:
" Rehin, alacağına müsavidir.
Artık, benim sana
ödeyecek bir şeyim yoktur, "der ve hâkimden, —onun hâli belli olsun diye—
rehinin getirilmesini taîep ederse; artık kıyâs, onun getirilmesinin
emredilmemesidir.
Istihsânda ise, eğer
rehinin olduğu şehirde iseler; rehni hazır eylemesi emredilir.
Şayet hâkim rehnin
huzura gelmesini istemez ise, rehnin zayi olmadığına dâir Allah adına yemin
verir. Ve, rehin verene de, "borcunu ödemesini" emreder; o da öyle
yapıp borcunu Öder. Muhıyf'te de böyledir.
Eğer rehin, adi
sahibinin yanında olur ve ona, onu, bir başkasına tevdi etmesi (- vermesi)
emredilirse; sahibi adi öyle yapar.
Sonra da rehin alan
gelir de alacağını isterse; artık ondan rehni getirmesi teklif edilmez ve
rehin verene, "borcunu ödemesi" emredilir. Çünkü rehin veren, rehnin,
rehin alanın yanında olmasına razı olmamıştı; elinde olmayan şeyi huzura
getirmesini de İsteyemez. Rehin alan, eğer sahibi adiden rehni alırsa; gasıp
oluyor ve tazmini gerekiyor. Nasıl olur da onu getirmekle ilzam olunur?
Şayet alacak olursa;
gasip olur.
Şayet adi sahibi rehni
ailesinden birinin yanma koyar; kendi de hazırda olmaz; rehin alan da alacağım
isîer; rehin kendisine verilen şahıs da: "Bana filan verdi: Ben bunun
kimin olduğunu bilmiyorum, adi sahibi de yoktur; nereye gittiğini de
bilmiyorum", derse; bu durumda rehin alan, rehni getirmekle mükellef
olmaz. Ve rehin veren, borcunu vermekle zorlanır. Çünkü, rehin alan, onu
teslimden acizdir.
Eğer kendisine tevdi
edilen, verildiğini inkâr eder ve: "O benim ma-lımdır." derse;
mürtehin, borç almaya mâlik değildir.Mürtehin, alacağını rehin verenden rehnin
rehin olduğunu tesbit etmedikçe alamaz. Ka-fî'de de böyledir.
Bir adam, bir cariyeyi
rehin bırakır ve onu adi sahibinin yanına koyar; adi sahibi de ölür ve o rehni
aile efradından birinin yanına tevdi eder; sonra da alacaklı gelip, rehin
verenden borcunu talep eder; rehin veren de: "Rehin gelene kadar
vermem" der; rehin kendisine verilen de: "Bunu, bana filan verdi;
kimin olduğunu bilmiyorum." derse; bu durumda rehin veren, borcunu
vermekle cebredilir. Şayet rehin, sahib-i adlin yanında zayi olursa, rehin
veren, rehin alana müracaat ederek verdiğini geri alır. Muhıyt'te de böyledir.
Rehin veren iddia
ederek: "Gerçekten, rehin zayi oldu." derse; mürtehine onu bilip
bilmediğine yemin verilir.
Eğer yemin ederse,
rehin verene, borcunu ödemesi hususnda cebredilir.
Eğer mürtehin yemin
etmez ise, o zaman, cebredilmez. Şayet, renin köle olur ve onu da bir adam
kazara öldürürse; onun kıymetini üç senede ödemesi gerekir.
Mürtehin, bu durumda
borcu isteyince, rehin veren —borcu öde-' mesi için— cebredilmez.
Şayet, o kölenin
kıymetinin üçte birisi ödenmiş olsa bile; yine de, rehin veren, borcunu
ödemekle —rehnin kıymetinin tamamı ödenene kadar— cebredilmez.
Eğer kölenin kıymeti,
borç cinsinden ise, kölenin kıymetinden ne zaman, ne verilirse; onu, mürtehin
alacağının yerine alır..
Eğer kıymeti deveden
veya koyundan ise, hâkim de böylece hükmederse; o, borca rehin olru. Fetâvâyi
Kâdihân'da da böyledir.
Eğer, rehin veren, adi
sahibini, "rehni satmaya" yetkili kılar ve o da peşin veya veresiye
satarsa; caiz olur.
Şayet, mürtehin,
alacağım isterse; onu hazırlamakla mükellef olmaz. Bedeleni hazırlamakla da
mükellef değildir. Çünkü, ona kadir değildir.
Keza,
mürtehine,"rehni satması" söylenir; o da, satar da bedelini almazsa;
yine, onun bedelini hazır etmekle cebredilmez. Bilâkis rehin veren, borcunu
ödemekle cebredilir.
Eğer mürtehin rehnin
bedelini teslim almışsa, o zaman, onu getirmekle cebredilir.
HızânenVl-MüftıVde de böyledir.
Mürtehin, rehni, rehin
verenin söylemesiyle satar veya sahib-i adi satar; müşteri de bedelini geriye
veya bir müddete bırakırsa; bu durumda mürtehin, alacağını talep eder. Çünkü,
o bir borç olmuştur. Eğer rehnin bedeli, müşteriye zor gelirse; mürtehin, rehin
verenden aldığım geri verir. Tatarhâniyye'de de böyledir.
En doğrusunu bilen
Allâhü Teâlâ'dır. [18]
Borç düşmeden önce,
rehin bırakılanda yapılan tasarruf; feshle ilgili olarak tasarruf olur. Alım-satım,
kitabet icâre, bağış sadaka, ikrar ve emsali gibi...
Veya feshe ihtimali
olmayan bir tasarruf olur. Köleyi azad gibi; tedbir gibi; çocuk doğurtmak
gibi...
Feshle ilgili olan
tasarruf; mürtehinin rızası olmadan, geçerli olmaz; ve onun rehni habsetme
hakkı bâtıl olmaz, Borç ödendiği zaman, habs hakkı batıl olur. Ve tasarrufatın
tamamı geçerli olur.
Şayet mürtehin izin
verirse, rehin veren tasarruf eyler ve bu geçerli olur. Artık, o şey de
rehinlikten çıkar.
Borç ise, hâli üzre
kalır.
Satış yapılınca, bu
defa da satılan şeyin yerine, parası rehin olur.
Keza, tasarrufu ibtida
hâlinde olur ve ona da mürtehin izin vermiş bulunursa; bu tasarruf geçreli
olur.
Fesh itimâli olmayan
elinde, tasarrula, rehn bâtıl olur. Ve rehin hükmünden çıkar.
Bu durumda bakılır.
Eğer rehin veren zengin ise, köleye karşı bir genişlik yoktur. Tazminat rehin
verene hâli üzeredir.
Eğer borç, hâl-i
hazırda ödenmesi gereken bir borçsa; rehin veren, onu ödemekle cebredilir.
Şayet, borç vadeli ise
ve va'de de tamam olmuşsa; yine böyledir.
Eğer va'de tamam
olmamışsa, azâd geçerli olur ve rehin verenden azâd eylediği kölenin kıymeti
alınır; ve bu bedel rehin olarak habsedilir.
Sonradan, va'de tamam
olunca bakılır: Eğer kölenin kıymeti borcun cinsinden ise, borç Ödenir;
fazlası rehin verene geri verilir.
Eğer borcun cinsinden
değil ise, borca bedel, o habsedilir; müddeti gelmemiş gibi olur.
Eğer rehin veren fakir
ise, rehin alan için, üç şeyden birinin en azını yapamak vardır. Borç, ister
halde olsun; isterse va'deli olsun...Reh-nin, kıymetine rehin bırakıldığı
vakitteki ve bir de azad olduğu vakitteki kıymetine bakılır ve bir de borca
bakılır. Mürtehin, bunlardan en az olanını Ödemeye çalışır. Sonra da rehin
verene müracaat eder ve eğer alacağı kalırsa borcun kalanını, ondan alır.
Meselâ: Bir adam,
kıymeti bin dirhem olan bir köleyi, iki bin dirheme karşılık rehin olarak
koyduktan sonra, onu artırır; sonra da onu azad ederse; artık köle, rehin
bırakıldığı zamanki kıymetin dedir. Tazminatı da —ona göre— bin dirhemdir.
Şayet ölecek olsa
kıymeti bin dirhem olarak ölür ve o kadar borçtan düşürülür. Eğer rehin koyan,
onu azâd eylemez, fakat müdebbere yaparsa; müdebberliği geçerli olur; rehn ise,
batıl olur. Bu durumda mür-tehin, onu habsedemez.
Sonra, bakılır: Eğer,
rehin koyan zat zengin; borçta hâli hazırda Ödenmesi gereken bir borç ise,
—ondan— borcun tamamı alınır.
Eğer borç va'deli ise,
rehin verenden, o kölenin kıymeti alınır ve kölenin yerine rehin olarak konur.
Azad da olduğu gibi..
Şayet, rehin koyan
fakir ve borç da hâl-i hazırda ödenmesi gereken bir borç ise; borcun tamamı
alınır.
Eğer borç te'hirli
ise, kölenin kıymeti alınarak, onun yerine rehin olarak bırakılır.
Tedbir ile itâk
arasındaki fark iki yerdedir:
Birincisi :ltâkda,
eğer rehin koyan fakir ise, ondan bu köle karşılığında üç şeyden en azı
alınır.
Tedbirde ise, borcun
tamamı alınır; kölenin kıymetine bakılmaz.
Eğer borç hâli hazırda
ödenmesi gereken borç ise bu böyledir.
Eğer te'hirli bir borç
ise, kıymetinin cemisine genişlik vardır.
İkincisi :Itâkda,
köle, rehin verene müracaat eder; tedbirde ise edemez yine böyle, tedbir
efendisinin malı olmakdan çıkmış olmaz. Ve efendişine müracaatta bulunamaz;
borcun tamamına ruhsat vardır. Itakda ise, rehin verenin mülkünden çıkma
vardır.
Eğer rehin câriye
olur; o da rehin alanın yanında gebe kalır ve rehin veren, gebeliğin kendinden
olduğunu diye iddia ederse: eğer bunu o cariyeyi rehin koymadan önce iddia
edmişse; da'vası sahihtir. Ve nesebi ondan sabittir. Ve bu çocuk rehne dahil
olrriadan önce hür olur. Bu câriye ümm-ü veled olur ve rehinlikten çıkar.
Çocuğa karşı ruhsal yoktur. O cariyenin hükmündedir. Rehin olan köleyi, rehin
bırakanın müdebber kıldığı hükümdedir ki biz bunun hepsini yukarıda
zikreyledik.
Eğer, bu câriye
hamlini önce yapar; sonra da rehin bırakan iddia ederse; da'vası yine sahihdir
ve nesebi ondan sabittir. Ve o çocuk rehin olmadan azâd edilmiştir. Cariye
ümm-ü veled olmuştur ve rehinlikten çıkmıştır. Bu durumda borç, cariyenin rehin
olduğu günkü kıymeti ile çocuğun da'va edildiği günkü değerine taksim olunur.
Cariyenin borçta hissesinin hökmü müdebber gibidir; borcun tamamındadır.
Çocuğun borçta hissesi, azâd olanın hissesinin hükmündedir.
Ancak, burda iki şeye
bakılır; çocuğun da'vâ vaktindeki kıymetine ve borçtan hissesine düşene... Eğer
rehin veren fakir ise, en azına ruhsat verilir. Tahâvi Şerhi 'nde de böyledir.
Bir kimse, kıymeti bin
dirhem olan bir cariyeyi, iki bin dirhem borca karşılık rehin bırakır;
piyasanın artmasıyla da bu cariyenin değeri iki bin dirheme çıkar; bîr de
çocuk doğurur; o da bin dirhem kt>ov> tinde bulunur ve câriye öyünse; iki
bin dirhem olarak ölmüş ohır.
Eğer efendisi onu azâd
eder ve kendisi de fakir olursa; bin dirhem olarak azad etmiş olur.
Keza ikisini de azâd
ederse; tein dirhem olarak a^âd etmiş olur. Ön lar, efendilerine bin dirhem
için müracaatta bulunurla*-; rehin alan da efendiye kalan alacağı için
müracaatta butunuf. Serahs'nin Mufnytnde de böyledir.
Bir adam, değeri bin
dirhem olan bir köleyi, bin dirheme k--u:ı-lık rehin koyar ve piyasa cihetinden
bu kölenin değeri beşyüz dirheme iner; sonra da onu asâd eder; kendisi de fakir
olursa; kölenfo a*âd ol duğu günkü değerine ruhsat vardır; borcun tamamına
değil..
Bir adam, değeri bin
dirhem olan bir köleyi, iki bin dirhem borcu karşılığında rehin bırakır ve
onun değerini artırarak iki bine çıkarır; sonra da onu müdebber kılar; kendisi
de fakir düşerse; bu durumda o bercun tamamını öder.
Şayet gayret etmez de
(= borcu Ödemez de) köleyi azâd ederse; iki bin dirhemi ödemeye çalışır.
Bu azâd, tedbirden
sonra olunca, böyledir.
Eğer önce müdebber
kılar; sonra da kıymetini artınrsa; iki bin dirhemi öder. Bundan sonra azâd
ederse; bin dirhemi öder. Hızânetü'l-Ekmei'de de böyledir.
Bir adam, cariyesini,
bin dirheme karşılık rehin koyar; o cariyenin kıymeti de o kadar olur ve bu câriye
değeri bin dirhem olan bir çocuk doğurur ve rehin bırakan doğumdan sonra, onu
iddia ederse, kendisi zengin ise, o borcu tazmin eder.
Eğer fakir ise, câriye
malın yansına, çocuk da yarısına ruhsatlıdır. Çocuk bir şey ödemeden, anası
ölürse; çocuk yandan azını öder. Ona, anasının ölümü sebebiyle bir şey artmaz.
Mebsût'ta da böyledir.
İki adam bir köleyi
rehin bıraktıktan sonra onlardan biri, hissesini azâd ederse; bu durumda, ya
ikisi de zengin olurlar veya ikisi de fakir oluriar. yahut biri zengin diğeri
fakir olur.
Borçda ya hal-i
hazırda ödenmesi gereken borç olur veya te'hirli borç olur.
Şayet ikisi de zengin
iseler ve borç da hemen ödenecek borçsa; kölenin değeri de bin dirhem ise;
köleyi azâd eden, borçtan hissesini öder. Arkadaşı da borç olduğu için böyle
yapar; yoksa köle azâd olduğu için değil..
Çünkü, rehin, birinin
itki sebebiyle rehinlikten çıkmıştır, tkisi de zengindir. Borç da hemen
verilmesi gereken bir borçtur. İkisi kendi aralarında muâhaze olurlar.
Eğer borç te'hirli
ise, köleyi azâd eden, kendi hissesini Öder. Çünkü, kendi nasibini telef
eylemiştir.
Mürtehin ondan
alacağım alır; diğeri için rehin, borcun vadesi dolana kadar, rehindir.
Diğer ortağın neyi
ihtiyar edeceğine bakılır.
Eğer tazminatı ihtiyar
ederse, mürtehin, onu alır. Çünkü o, rehnin bedelidir.
Eğer, o da hissesini
azâd etmeyi ihtiyar ederse; artık mürtehin muhayyerdir. Dilerse susan ortağa
tazminat yaptırır. Çünkü, o da hakkını telef eylemiştir.
İmâm Ebû Hanife
(R.A.)'ye göre, bu durumda susan ortağın köledeki hakkı mükâtep olmuştur.
Mükâteb ise, rehin olmaya sahih değildir. Çünkü, hürdür. Azâd eden fakir ise,
mürtehin ikisinden de alacağını alır. Çünkü, o rehnin karşılığıdır.
Mürtehin (= rehin
alan) rehni, rehin verenin izni olmaksızın, rehin bırakamaz.
Eğer bırakırsa;
Önceki, onu ibtâl eder ve geri onu iade eder.
Eğer, bu rehin, ikinci
adamın yanında öncekine dönderilmeden önce —zayi olursa, bu durumda önceki
râhin— muhayyerdir. Dilerse, onu birinci rehin alana ödetir; dilerse, ikinciye
ödetir.
Birinciye ödetirse, o ödettiği
şey, rehin olur. Tazminat sebebiyle, mürtehin sanki kendi malım rehin almış
gibi olur.
İkincinin elinde helak
olunca, borç helak olmuş olur.
Eğer ikinciye
ödetirse; o ödettiği şey, birincinin yanında rehin olarak kalır, ikincinin
yanındaki rehin bâtıl olmuş olur. îkinci mürtehin, birinci mürtehine müracaat
eder ve alacağını ödetir.
Şayet, birinci
mürtehin, rehni sahibinin izniyle bırakırsa; ikincinin rehni sahih olur.
Birincinin rehni bâtıl olur. Mürtehin, rehin verenden emânet almış ve onu rehin
koymuş gibi olur. Hızânetü'l-MüfnVde de böyledir.
Bir adam, bir hayvanı
rehin aldıktan sonra, onu rehin verenden icarlasa; bu icar sahih olmaz.
Mürtehin rehnine avdet eder ve hayvanı alır.
Rehin verenin emriyle,
rehin alan şahıs, o hayvanı başka birine icara verse; bu rehin rehinlikten
çıkar ve ücreti, rehin verenin olur.
Eğer icara vermek,
rehin verenin izni olmaksızın, olursa ücret rehin alanın olur ve onu tasadduk
eder.
Eğer rehin veren,
rehin alanın izniyle, o hayvanı başkasına icaılar-sa, rehin rehinlikten çıkar.
Ve ücret, rehin verenin olur.
Eğer mürtehinin İzni
olmadan icara verirse, bu icâre bâtıl olur; mürtehin rehnine döner.
Bir yabancı, rehin
verenin ve alanın izni olmadan, o hayvanı icara verdikten sonra, rehin veren,
ona razı olursa; icar rehin verenin olur. Mürtehin rehnine avdet eder.
Rehin veren değil de,
rehin alan razı olursa; icâre bâtıl olur ve ücret, icara verenin olur. Onu
tasadduk eder. Mürtehin rehnine döner.
Hepsi birden razı
olsalar; rehin rehinlikten çıkar ve ücret, rehin verenin olur.
Rehin verenin emri
olmaksızın, mürtehin, rehni bir seneliğine icara verse; sene tamam olduktan
sonra, rehin veren de, buna izin verse; bu sahih olmaz. Çünkü, bu icâre mensuh
bir sözleşme ile olmuştur.
Mürtehin, o ücreti
alır ve o ücret rehin olur.
Önceki olduğu gibi..
Eğer rehin sahibi,
altı ay geçtikten sonra izin vermiş olursa; o zaman, icâre caiz olur. Ve
ücretin yarısı, mürtehinin olur. O da onu tasadduk eder. Yarısı da rehin
verenin olur. Rehin alan, rehnine avdet eder. Serahs'nin Mnhıyt'nde de
böyledir.
Rehin olan şey,
mürtehinin yanında emânettir. Vedia menzilin-dedir. Artık, vedia sahibinin,
vediasını borçlanmadığı hâllerde mürtehin de rehnini borçlanmaz.
Ancak vedia (— emanet
alman şey) zayi olursa; vedia sahibi borçlanmaz. Rehin zayi olursa borç düşer.
Emânet sahibinin
yaptığından borçlandığı her durumda, mürtehin de rehne yaptığından borçlanır.
Sonra emânet, emânet
edilmez; ariyet olarak verilmez; icara da verilmez. Böylece, rihini de,
mürtehin icara veremez.
Eğer rehin verenin
izni olmaksızın icara verir ve icarcıya teslim ederse, o da karcının yanında
ölürse; artık rehin veren, muhayyerdir: Di-İerse, mürtehine, onun bedelini
icara teslim ettiği günkü kıymetine göre ödetir ve, o ödettiği sev, rehnin
yerine, rehin olur; dilerse, icarlayana Ödetir. Ve zayi olduğu güne kadar olan,
hayvanın icân için de müste'ci-re müracaat eder. Aİdığı bu ücret, kendisinin
fakat, temiz olmaz. Müste'cire ödetirse, oda mürtehinin Ödediğine müracaat
eder. Mürtehin onu iade eder ve rehnine —önceden olduğu gibi- döner. Eğer
mürtehinin izni olmadan, rehin veren, o hayvanı icara verirse; bu caiz olmaz.
Mürtehin icarı ibtâl eder. Onlardan herbiri, diğerinin izniyle icâre verirler
veya biri diğerinden izinsiz icara verdikten sonra, diğeri izin verirse; icâre
sahih; rehin bâtıl olur. Ücret rehin verenin olur. Ve onu, almaya velayeti
olur.
Rehin yeniden
olmayınca, bozulmuş olur. keza onu mürtehin icâr-lasa; icâre sahih olur ve
rehin bâtıl olur.
tcare müddeti geçmeden
önce veya geçtikten sonra yanında zayi olursa; emânet olarak helak olmuş olur.
Eğer rehin verenden
alıp hapsetmediyse; helaki sebebiyle bir şey yapmaya gidemez.
Eğer rehin verenden,
rehin olarak alıp icar müddeti geçtikten sonra hapseylerse; o zaman, gâsıp
olur. Ta hâvi Şerhı'nde de böyledir.
Bir mürtehin, —râhinin
izni olmadan— rehin olan hayvana biner veya rehin olan köleyi çalıştırır yahut
rehin olan elbiseyi, giyer veya rehin olan kılıcı kuşanırsa; o zâmin olur ve
gâsıb gibi olur. Kılıcı, kılıç üzerine takınması ise buna muhaliftir. Zira o,
onu korumak olur; kullanmak olmaz.
Eğer bunları rehin
verenin izniyle yaparsa; tezmiriat gerekmez. Çünkü tazminat gerekmesi
tecâvüzden ileri gelir. Bu ise sahibinin izniyle ondan faydalanmaktır ki
tecâvüz olmaz.
Hayvandan iner;
elbiseyi çıkarır ve kölenin hizmet etmesini terkederse; işte onlar eski hâli
üzre rehindirler.
Eğer zayi olurlarsa,
kendi hakkında helak olmuş olurlar.
Eğer sahibinin izniyle
kullanırken helak olurlarsa, bir şey olmayarak helak olmuş olurlar. Mebsat'ta
da böyledir.
Rehin bırakanın izniyle,
rehni, bir başkası ariyet verse; veya mürtehinin izniyle, rehin veren, ariyet
verse; oda ariyet alanın elinde zâyr olsa; borçtan bir şey düşmez.
Fakat, mürtehin rehni
yeniden verilmesini ister. Eğer, rehin bırakılan şey ariyet alanın yanında
doğurursa; işte doğan o çocuk rehindir. Kerderi'nin Verîzi'de de böyledir.
Rehin karcının elinde
iken, rehin akdi bozulur; emanetçinin elinde ise, bozulmaz.
Hatta rehin veren,
rehni, mürtehinin izniyle emânet verse; mürte-hin onun kendine iadesini ister.
Muhıyt'te de böyledir.
Şayet, rehin Kur'an
veya başka bir kitap ise, rehin bırakanın izni olmaksızın, rehin alamn onu
okuması doğru değildir. Şayet izni olursa, okuduğu müddetçe, ariyet olur. Ondan
fariğ olunca, rehin olur. Sirâciy-ye'de de böyledir.
Bir adam, bir Kur'an'ı
rehin bırakır ve mürtehine de "onu okumasını'" söylerse; eğer
kitabbullahi okurken, o zayi olursa; borç düşmez. Çünkü rehnin hükmü hapistir.
O, ne zaman rehin verenin izniyle kullanılırsa; rehin hükmü bâtıl olur. Fakat,
fariğ olduktan sonra, helak olursa; borçtan düşer. Kerderi'nin Vecîzi'nde de
böyledir.
Yüzük üstüne rehin
yüzük takan bir kimsenin o yüzüğü zayi olsa; o hususta ona müracaat edilir.
Örf ve âdet budur. Eğer iki yüzükle güzelleşirse onu tazmin eder. Çünkü, onu
kullanmıştır. Eğer güzelleşmez ise, zayi olunca, onu ödemez. Zira, onu
muhafaza için takmıştır.
Ariyet kitabında yüzük
hakkında ba'zı meseleler söylenmiştir.
Eğer rehin sarık veya
cübbe ise, —âdet veçhile— onu mürtehin giyerse; tazmin eder. Onu yakasında
hıfzederken zayi olursa; rehin olarak helak olmuş oîur. Çünkü, önceki
isti'mâldir; ikincisi ise muhafazadır. Bedai'de de böyledir.
Mürtehin, sahih bir
rehinden faydalanmak isterse; bunun çâresi: Eğer rehin ev ise, rehin veren,
rehin alana evde oturması için izin verir. Böylece, o evde oturması, mürtehine
mübâh olur. Buna binâen rehin veren borcunu ödeyene kadar o izinlidir. Mürtehin
de izin kabul ederse, bu böyle olur.
Eğer, rehin bir arazi
ise rehin veren, rehin alanın orayı ekip biçmesine izin verir.
Rehin, ağaç ve üzümlük
ise, mürtehine, onun meyvesi mübâh olur. Hayvan ise sütü helal olur. Çare rehin
verenin, alana mubah kılmasıdır. Hızânelü'l-Müftin'de de böyledir.
Rehin veren veya rehin
alan, rehni bir birine satış için izin verip, birisi satarsa; o, rehin olmaktan
çıkar.
Keza, birisi diğerinin
izni olmadan satar; ondan sonra da arkadaşı izin verirse; yine o şey rehin
olmadan çıkar da bedeli onun yerine müşteriden alınsın veya alınmasın rehin
olur.
Eğer bedel müşteri de
iken veya alındıktan sonra zayi olursa; mürtehine karşı zayi olmuş olur.
Kerhî, MHhtasar'da:
"Bu böyledir" demiştir. Kudıirf'de: "Bu iki cihet üzredir: Eğer,
satış sözleşme vakti şart kı-lınmışsa; semen (= satılanın bedeli) rehindir.
Eğer satış sözleşme zamanı şart kılınmadı ise, işte o hakkın intikali
bedeledir." buyurmuştur. Bu, İmâm Muhammed (R.A.)'e göre böyledir. Tahâvi
:"Ben, âlimlerin ihtilafını böyle bulmadım." demiştir. "Kudûri,
İmâm Ebû Yâsuf (R.A.)'dan Bişr'in şu rivayetini zikreyle-miş: "Eğer,
mürtehin, bunu şart kılmış ve izin de vermişse; artık, bedel rehindir; değilse,
rehinlikten çıkar.
Tahâvi Şerhin'de:
"Ayırım yapmadan bedel rehindir." demiştir. Sahih olanda budur.
Muhiyt'te de böyledir.
Bir adam, yirmi dirhem
değerinde olan bir elbiseyi, on dirheme karşılık rehin koyar; mürtehin de, rehin
verenin izniyle on giyer ve onun kıymeti altı dirhemlik noksanlaşir; ikinci
defa da izinsiz giyer ve kıymeti dört dirhemlik daha eksilir; sonra da o
elbise, zayi olur ve helak olduğu zaman kıymeti on dirhem kalırsa; âlimler
"Mürtehin, alacağından bir dirhem için müracaat edebilir ve alacağından
dokuz dirhem düşer. Çünkü borç, on dirhem; elbisenin kıymeti de kehin
bırakılırken yirmi dirhemdir; elbisenin yansı, borcun karşılığıdır; yansı ise
emânettir. Rehin verenin izniyle, altı dirhemi noksanlaşmıştır; borçtan bir
şey düşülmez. Çünkü mürtehin, rehin verenin izniyle giymiştir. Bu durumda rehin
veren, kendi giymiş gibi olur ve mürtehine tazminat gerekmez.
izinsiz giyip de dört
dirhem noksanlaşınca, mürtehinin onu tazmin etmesi gerekir. Mürtehine o dört
dirhem vacip olur da borçtan o kadar noksanlaştırıhr. Artık, elbise zayi
oiunca, noksandan sonra kıymeti on dirhemdir ve yarısı borç, yarısı da
emânettir. Tazminat, mürtehine aittir. Mürtehin, onu alacağından düşer. Geri
de alacağından bir dirhem kalmış oîur. Artık, o bir dirhem için, rehin verene
müracaaat eder. Fetâvâyi Kâdihân'da da böyledir.
Bir kimse, rehin
olarak hurmalık veya bağ meyvesini verse; işte o rehin olur.
Mürtehin meyvelerin
zayi olmasından korkar ve onları hâkimin emri olmadan satarsa; satışı caiz
olmaz; kendisi zâmin olur.
Eğer hâkimin emriyle
satarsa veya hâkim bizzat kendisi satarsa; satış geçerli olur; tazminat
gerekmez.
Şayet hurmalar
toplanır üzümler kesilir ve bu da hâkimin emri olmaksızın yapılırsa;
istihsanen tazminat gerekmez. Çünkü, bu bir muhafazadır. Ve rehni korumak da,
mürtehinin hakkıdır. Mahıyt'te de böyledir.
Şemsü'l-Eimme Hatvânî
şöyle buyurmuştur:
Bu, kesme ve
toplamanın, hurmalığa ve bağa noksanlık vermediği zaman böyledir. Eğer
noksanlık verirse, o noksanlık kadar alçağından düşer. Zehıyre'de de böyledir.
Bir mürtehin, rehin
koyunu ve deveyi sağsa; istihsanen tazminat gerekmez.
Eğer rehin, sığır veya
koyun olur ve rehin alan onu boğazlarsa; bu helak olmaya muhalifdir. Bu durumda
Kıyâsen de istihsanen de tazminat gerekir.
Hulâsa, bir tassarruf,
rehin verenin malını izâle ederse; (satış gibi, icâre gibi) —bu mürtehinin malı
olmadığı için— tazmin eder.
Eğer, bu tasarruf
zarardan koruma ve iyileştirme olursa yine böyledir. Yalnız hakimin emriyle
yaparsa o müstesnadır ve tazminat yoktur.
Bir tasarruf ki, rehin
bırakanın malını izâle etmek olmaz, o mürtehinin olur. Her ne kadar hâkimin
emriyle olmasa bile, onda, güzelleştirme malı, fessaddan muhafaza etme varsa
(Meselâ: Bir başkasına on dirheme karşılık, on dirhem değerinde olan bir koyunu
rehin koysa; rehin koyan, rehin alana izin verse ve o da bu koyunu sağsa ve
sütünü içse) tazminat gerekmez. Çünkü, mürtehinin yaptığı, rehin verenin izniyle
olmuştur, bu, bizzat rehin verenin, kendisinin yapmış olduğu bîr iş gibi olur.
Şayet rehin veren,
kendisi yapmış olsaydı, tazminat gerekmezdi; mürtehin yapınca da Öyle olur.
Rehin veren, borcun
tamamını ödedikten sonra, o koyun, mürtehinin yanında —borç ödenmeden önce—
zayi olur sonra da, borcu hazırlarsa, borç ve sütün içildiği zamanki kıymetine
taksim edilir. Koyunun kıymeti borçtan düşer; sütün hissesini öder.
Keza, koyun doğrusa ve
bu kuzuyu, rehin verenin izniyle, rehin alan yese; cevap yukardakinin aynıdır.
Eğer , o yavruyu bir
yabancı yer ve sütü bir yabancı içer ve bunu, rehin veren ve alanın izniyle
yaparsa; cevap aynıdır.
Şayet mürtehin, rehin
verenin izni olmadan yer ve içerse; üzerine, tazminat terettüp eder ve o
tazminat," koyunla birlikte rehin olur.
bundan sonra, o koyun
zayi olsa; borçtan hissesiyle helak olmuş olur. Ve rehin veren, borçtan
tazminat hissesini alır.
Eğer, o kuzuyu,
mürtehinin izni olmadan, rehin veren yerse; bedelini tazmin eder ve o
tazminat, koyunla beraber rehin olarak habsedilir.
Eğer zayi olursa heder
olarak zayi olur. Çünkü, tazminat yavru ve süt makamına kaimdir.
Eğer yavru ve süt zayi
olursa; heder olarak zayi olur.
Bundan sonra, koyun
zayi olursa; borcun tamamıyla helak olmuş olur ve kuzu ile sütün helâkından
sonra helak olmuş gibi olur. Mııhıyl'te de böyledir.
Bir adam, bir cariyeyi
rehin bıraktığında; o mürtehin için, bir sabîyi emzirse; borçtan bir şey
noksanlaşmaz. çünkü insan sütü müte-kavvim (= mal) değildir. Fetâvâyi KadMo'da
da böyledir.
En doğrusunu bilen
Allahu Teâlâ'dır. [19]
Borç bin dirhem olur
ve rehin veren ile alan, rehin konulan şey hakkında ihtilaf ederler ve rehin
veren: "O, beşyüz dirheme karşılık." der; rehin alan da: "Bin
dirheme karşılık." derse; —yeminle birlikte— rehin verenin sözü geçerli
olur.
Şayet rehin veren:
"Ben, sana olan bütün borcuma bedel olarak rehin bıraktım." der; o
borcu da bin dirhem olur; rehin de bin dirheme müsavi bulunur ve mürtehin:
"Sen, onu beşyüz dirheme karşılık rehin bıraktın." der ve bu rehin
durmakta olursa; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin: "Bu durumda rehin verenin
sözü geçerli olur, Karşılıklı yeminleşirler. Eğer yeminleşmeden önce, rehin
zayi olursa; mürtehinin dediği gibi olur. Eğer ittifak ederler ve "rehnin,
bin dirhem olduğunu" söylerler; fakat cariyenin kıymetinde ihtilaf ederlerse;
bu durumda, rehin alanın sözü geçerli olur.
Her ikisi de beyyine
ibraz ederlerse, rehin verenin beyyinesi geçerlidir. Çünkü, bu, tazminatın
fazlasını tesbittir." buyurduğu rivayet olunmuştur.
Eğer rehin iki elbise
olup, birisi zayi olur ve zayi olanın kıymetinde ihtilaf ederlerse; Helak olan
elbisenin kıymeti hakkında rehin alanın sözü geçerli olur. Beyyine
getirirlerse; kıymetinin fazlalığı hususunda rehin verenin beyyinesi geçerli
olur.
Eğer rehnin kıymetinde
ihtilâf ederler ve mürtehin: "Sen, bu iki elbiseyi bin dirheme karşılık
rehin bıraktın." der; rehin bırakan da "Birisini bıraktım",
derse; her ikisi de birbirine yemin verir.
Eğer beyyine ibraz
ederlerse mürtehinin beyyinesi tercih edilir.
Rehin veren, rehin
alana: "Rehin, senin yanında zayi oldu." der; rehin alan da:
"Sen, onu rehin bıraktıktan sonra, benden geri aldın. Ve senin yanında
zayi oldu." derse; bu durumda rehin verenin sözü geçerli olur. Çünkü
rehnin verildiğinde ittifakları vardır. Mürtehin beraatını iddia eyüyor. Rehin
veren de onu inkâr ediyor. Bu durumda onun sözü geçerli olur.
Beyyine ibraz
ederlerse; bu durumda rehin verenin beyyinesi geçerlidir. Mürtehinin
beyyinesi, müntefidir; müsbite olan beyyine evlâdır.
Şayet, rehin alan:
"Ben, teslim almadan rehin verenin yanında zayi oldu." derse; onun bu
sözü geçerli olur. Çünkü, rehin veren tazminata dâhil olduğunu iddia ediyor; o
da inkâr ediyor.
Eğer beyyine ikâme
ederlerse, rehin verenin beyyinesi tercih edilir. Çünkü o, tazminatı tesbit
ediyor. Bedai'de de böyledir.
Bir adam, bir ay
vadeli bin dirhem borca karşılık, bin dirhem değerinde bir cariyeyi rehin
bırakıp, başka bir adamı da onu satmaya yetkili kılar; müddet de tamam olur;
rehin alan şahıs, o cariyeyi adi sahibine getirerek, onu satmasını ister.
Rehin veren de: "Bu, benim cariyem değildir." der ve bu durumda
rehin veren ve alan "rehin bırakılan cariyenin kıymetinin bin dirhem
olduğunu" doğrulayıp, borcun da bin dirhem olduğunu kabul ederler; rehin
verenin getirdiği cariyenin kıymeti de bin dirhem olursa; mesele tamamdır.
Yalnız rehin veren,
"onun, kendi cariyesi olduğunu" inkâr ederse, bu durumda rehin alanın
sözü geçerli olur.
Bundan sonra adi
sahibi de inkâr eder ve: "bu câriye, rehin bırakılan câriye
değildir." derse; veya: "Ben bilemiyorum." derse; —yeminle
beraber— onun sözü geçerli olur.
Eğer yemin ederse; onu
satmaya zorlanmaz.
Eğer yemin edemez ise,
o zaman onu satmaya zorlanır. Çünkü sahibi adlin satması,başkasının hakkına
taalluk eder. O da rehin alandır. işte bunun için, satmaya cebredilir.
Yed-i adi cariyeyi
satınca, rehin verene müracaaat eder. Eğer adi sahibi yemin ederse; satışa
zorlanmaz. O zaman, hâkim rehin verene "Onu satmasını" emreder.
Eğer o da kaçınırsa,
cebredilmez. Fakat, onu hâkim kendi satar.
Adi sahibi ölse de
hâkim satsa; uhde rehin verene karşıdır.
Rehin alan, cariyeyi
getirir ve o cariyenin kıymeti beşyüz dirhem olursa; rehin veren de: "Bu,
benim cariyem değildir." der; rehin alan ise: "Bu o câriyedir."
derse; bu durumda rehin verenin sözü geçerli olur. Yalnız, yemin eder.
Eğer yemin ederse,
câriye borca mukabil zayi olmuş olur. Sonra da adi sahibine müracaat eder.
Eğer adi sahibi, rehin
alanın sözünü doğrularsa; ona: "Bunu, rehin alan için sat" denilir.
Satınca da parasını rehin alana verir.
Eğer onda noksanlık
olursa; geride kalan borç için, rehin alan, rehin verene müracaat edemez.
Ancak rehin alan,
söylediği sözün doğruluğuna delil getirirse; o zaman, kalan borç için rehin
verene başvurur.
Bu, her ikisi de rehin
bırakılanın kıymetini doğruladıkları ve onun bin dirhem olduğunu söyledikleri
zaman böyledir.
Şayet ihtilaf ederler
de rehin veren: "Cariyenin kıymeti bin dirhemdi. Bu, o câriye
değildir." der; rehin alan ise: "Senin, bana verdiğin cariyenin
kıymeti beşyüz dirhemdi." derse; bu durumda rehin alanın sözü geçerli
olur.
Sahib-i adi de onu
doğrularsa; artık, onu satmaya cebredilir. Şayet parası, borçtan az olursa;
rehin alan kalan borç için, rehin verene müracaat eder.
Eğer, adi sahibi, onu
satmadan imtina ederse; rehin veren onu satmaya zorlanır. Veya, onu hâkim
satar. Kalan borç, rehin verene aittir. Fetâvâyi Kâdibân'da da böyledir.
Eğer rehin köle olur
ve rehin veren de, alan da onda ihtilaf ederler de, rehin veren: "Rehin
günü değeri bin dirhemdi; gözünün birinin kör olmasıyla, yarı kıymeti
gitti." der; rehin alan ise: "Hayır, rehin günü kıymeti beşyüz
dirhemdi; bundan sonra, kıymeti arttı ve benim hak-kımdan ikiyüz elli dirhem
gitti." derse; rehin verenin sözü geçerli olur. Çünkü, o hâl ile maziye
delâlet ediyor ve zahir, onun şahidi oluyor.
Şayet beyyine
getirirlerse, yine rehin verenin beyyinesi geçerli olur. Çünkü, o tazminatın
fazlalığını tesbit ediyor, kabulde evlâ olan odur Bedâi'de de böyledir.
İsâ bin Ebân, İmâm
Muhamraed (R.A.)'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir:
Rehin, iki elbise
olur; rehin veren de giymesi için rehin alana izin verir; o da giyer ve onu
zayi eder; sonra da aralarında "giyerken zayi oldu."; "Yok,
çıkardıktan sonra zayi oldu." diye ihtilâf çıkarsa; bu durumda, rehin
alanın sözü geçerli olur. Çünkü, ikisi de onun rehinden çıktığında ittifak
eylediler. Bu durumda rehin verenin, onun rehne döndüğüne dair olan iddiası
doğrulanmaz.
Bir kimse, bin dirhem
karşılığında, bin dirhem değerindeki bir köleyi, birine rehin verdiğinde; rehin
alanı, onu satmaya yetkili kılar ye rehin alan: "Onu, beş yüze
sattım." der; rehin.veren de: "Sen, onu satmadın; fakat, o senin
yanında öldü." derse; bu durumda rehin veren, "rehin alanın, onu beş
yüz dirheme sattığını bilmediğine dâir" Allah adına yemin eder. O
takdirde, onun sözü geçerli olur. Ondan, rehin verenin yanında öldü.'"
diye yemin etmesi istenilmez. Zehıyre'de de böyledir.
R^hin veren, rehin
alanın rehin elbiseyi, belirli bir gün giymesine izin verir; rehin alan da,
onu yırtılmış hâlde getirerek: "Dediğin gün giyerken yırtıldı." der;
rehin veren de "Hayır sen o gün giymedin ve o gün yırtılmadı." derse;
bu durumda rehin verenin sözü geçerli olur.
Eğer, rehin veren,
onun giydiğini ikrar eder; fakat: "Giymeden önce veya giydikten ve
çıkardıktan sonra, yırtıldı." derse, bu durumda rehin alanın sözü geçerli
olur. Çünkü, onun rehinlikten çıktığında ikisinin de ittifakı vardır. Ve rehin
alanın sözü geçerlidir. Kerderî'nin VecizPnde de böyledir.
Rehin, köle olur;
rehin veren de, beyyine ile onun, rehin alanın yanından kaçtığını söyler; rehin
alan da beyyinesi ile rehin verenin yanından kaçtığını söylerse; İbnü Semâa,
İmâm Mu hara m ed (R.A.)'in "Rehin alanın beyyinesi kabul edilir."
buyurduğunu nakletmiştir. Muhıyt'te de böyledir.
Rehin veren:
"Sana bu elbiseyi verdim; sen de benden teslim aldın." der; rehin
alan da: "Sen, bana şu köleyi rehin olarak verdin. Ben de onu teslim
aldım." der ve her ikisi de beyyine ibraz ederler ve eğer elbisede kölede
rehin alanın yanında duruyor ise rehin alanın beyyinesi-ne itibar edilir.
Şayet, her ikisi de zayi olur ve rehin verenin iddia eylediğinin kıymeti daha
fazla olursa, bu durumda rehin verenin beyyinesi geçerli olur, Zahîrriyye'de de
böyledir.
Eğer, rehin alan:
"Sen, ikisini birden bana rehin verdin." der, rehin alan da:
"Hayır; ben sana yalnız bunu rehin verdim." der ve her ikisi de
beyyine ikame ederse; bu durumda rehin alanın beyyinesi itibar görür.
Rehin alan: "Sen,
bu köleyi, bana bin dirheme karşılık rehin verdin. Ben de senden teslim aldım.
Benim sende bundan başka ikiyüz dinarım daha vardır. Sen, bana, ona karşılık
rehin vermedin." der; rehin veren de: "Sen, bu köleyi benden
gasbeyledin. Ve senin bende, rehinsiz olarak bin dirhemin vardır. Gerçekten
senin ikiyüz dinarına karşılık ben bir câriye rehin bıraktım." der ve
devamla: "Onu, sen teslim aldın ve ona fülane derler." der; rehin
alan da: " Ben, senden teslim aldım. Benim sende bundan başka ikiyüz
dinarım daha vardır. Sen, bana, ona karşılık rehin vermedin." der; rehin
veren de: "Sen, bu köleyi benden gasbeyledin. Ve senin ikiyüz dinarına
karşılık ben bir câriye rehin bıraktım." der ve devamla: "Onu, sen
teslim aldın .ve ona fülane derler." der; rehin alan da: "Ben, senden
filâneyi rehin almadım. O senin câri-yendir." der ve köle de, câriye de
rehin alanın yanında olursa; rehin alanın da'vasına karşj, rehin veren yemin
eder. Çünkü, rehin sözleşmesi rehin veren ve alan tarafından lüzumuna taalluk
eyliyor. Eğer ikrar ederse ne âla., inkâr ederse, yemin etmesi istenir.
Eğer yemin ederse,
köle hakkında rehin bâtıl olur.
Eğer yeminden
kaçınırsa, köle bin dirheme karşılık rehin olur.
Rehin alana gelince;
câriye hakkında yemin etmez; fakat onu rehin verene İade eder. Çünkü rehin
sözleşmesi, rehin olan tarafından lâzım değildir.
Artık onun câriye
hakkındaki inkârı, rehni reddi menzilindedir ve onu rehin verene geri verir.
Eğer rehin bırakılan şey
yanında ise, yemin vermekte bir fayda yoktur.
Eğer ikisi de beyyine
getirirse, rehin verenin değil, alanın beyyinesi nafiz olur. rehin verenin
olmaz. Hükümde ma'nâ yoktur.
Ancak, câriye rehin
alamn yanında ölmüşse; işte o takdirde, rehin verenin beyyinesiyle hükmedilir.
Mebsût'ta da böyledir.
Rehin verenle, alanın
arasına, rehin olan çocuk hakkında ihtilaf düşer ve rehin alan: "Benim
yanımda doğdu" derse, onun sözü geçerlidir. Çünkü yanındadır; başkasından
aldığını ikrar etmemiştir.
Şayet, rehin alan:
" Sen, anasını da çocuğunu da beraber rehin bırakın." der; rehin
veren de: "Hayır, ben yalnız anasını rehin bıraktım." derse, bu
durumda rehin verenin sözü geçerlidir. Çünkü o, rehin alanın iddiasını
reddediyor, burhanı, ikisi hakkında da makbuldür. Eğer yalnız rehni iddia
ederse; makbul olmaz. Çünkü mücerred sözleşme lâzım değildir.
Eğer rehin alan, rehni
inkâr ederse; rehin hakkında, rehin verenin beyyinesi dinlenmez. Çünkü, rehin
alan tarafından lâzım değildir.
Şahitlerin teslim alma
hususundaki şehâdetleri müsavidir veya rehin verenin ikran üzerinedir. Bu İmâm
Ebû Hanife (R.A.)'ye göre böyledir.
Sonuncu ise
İmftmeyn'in kavlidir. Kerderî'nin VecîzFnde de böyledir.
Rehin veren,
"rehin bıraktığı kölenin değerinin ikibin dirhem olduğuna ve onu bin
dirheme karşılık rehin bırakılmış bulunduğuna dâir" beyyin getirir; rehin
alan da onu inkâr eder ve köleye ne yaptığı da bilinmez ise; kölenin bedelini
öder. Alacağı kadarını hesaplar, kalanını rehin verene iade eyder.
Şayet rehnin alan,
rehni ikrar eder ve o, yanında ölürse; rehin olarak ölür; fazlasını tazmin
eylemez. Çünkü o, fazla hakkında emindir; inkâr bulunmadığı için, o fazlalığı
tazmin etmez. (= ödemez). [20]
Dirhemleri, dinarları,
ölçülen ve tartılan şeyleri rehin etmek caizdir.
Eğer cinsine karşı
rehin ederse; o zayi olunca, borçtan misliyle zayi olmuş; olur.
Şayet yeniliğinde
ihtilâf ederlerse yine böyledir. Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A'.)'ye göre böyledir.
Imâmeyn'e göre ise, cinsinin hilafı ile tazmin edilir, ve o aslın yerine rehin
olur.
Zayi hâli, muhalsiz
ödeme hâlidir. Ödeme ise, ancak terazi ile (ağırlıkla) tartılarak olur.
Bu, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göredir.
Imâmeyn'e göre ise,
zarar halî ödeme halidir. Zarar meydana gelmez ise, yâni, bir adam, ağırlığı
on dirhem olan, gümüş yağdanlığı, on dirheme karşılık rehin bırakır; o da zayi
olursa; ve kıymeti ağırlığı gibi, on dirhemse; bi'1-ittifak borç düşer.
Eğer, değeri
ağırlığından fazla ise, bi'1-ittifak yine borç düşer.
Eğer değeri ağırlığından
noksan ise, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, yine borç düşer.
Imâmeyn'e göre ise,
rehin alan, onun kıymetini, cinsinin hilafından öder.
Şayet kırılırsa;
kıymeti de ağırlığının misli yani on dirhemse; işte o İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve
İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, rehin bırakan muhayyerdir: Dilerse, borcunun
tamamına sayar; dilerse, rehin alana, onun kıymetini cinsinin hilafından
ödetir; isterse, cinsinden ödetir. Ve o tazminat, rehin alanın yanında
öncekinin yerine rehin olarak kalır. Ve o rehin konulan şey, tazminat
sebebiyle, rehin alanın mülkü olur.
Rehin veren de borcunu
ödemeye cebredilmez.
İmâm Muhammet!
(R.A.)'e göre, bu böyledir. Dilerse, borcun tamamına karşılık tutar; dilerse,
onu rehin alana, borcuna mukabil verir de, bu durumda, o alacağı karşılığı
olarak, rehin alanın malı olur. Rehin veren onun bedelini Ödemez.
Eğer kıymeti
tartısından az ise, (meselâ, sekiz dirhem ise) o zaman, kıymetini tazmin eder
ve —ribâ korkusundan— cinsinin, gayrisindan ödeme yapar ve o, rehin alanın
yanında bi'l'itüfak rehin olur.
Eğer kıymeti vezninden
fazl# (Mesela: on iki dirhem ise) onunla borcunu çözer; dilerse cinsinin
ğayrisiyle tazmin eder. ve o, rehin alanın yanında rehin olur. İmâm Ebû Yusuf
(R.A.) a göre altıda beş kıymetini tazmin eder ve tazminat sebebiyle altıda
beş onun mülkü olur.
Şayet ağırlığı sekiz
dirhem olur ve zayi olursa; borcundan sekiz dirhem düşer. Kıymeti ister olsun,
isterse çok olsun; isterse, müsavi olsun, bu İmâm Ebû Hanife (R.A.)'ye göre
böyledir. Çünkü, ona göre itibar ağırlığadır.
İmameyn'e göre de
eğer, kıymeti, ağırlığı gibi ise bu böyledir.
Şayet eksilir veya
artarsa; (yedi veya dokuz veya on gibi) işte o zaman, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)
ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, onunla bütün borcu çözer veya cinsinden
kıymetini ödetir. Yukarıda geçtiği gibi..
İmâm Muhammed (R.A.)'e
göre, dilerse, onunla bütün borcunu çözer dilerse onu rehin alana, borcundan
sekiz dirheme karşılık olarak, terk eder, kırıldığı zamana itibar edilir.
Eğer değeri
tartısından yedi dirhem noksansa veya dokuz on dirhem fazla ise; dilerse,
rehin veren, onunla bütün borcunu çözer, dilerse, cinsinin hilafı bi'1-ittifak
tazmin ettirilir. Keza, on iki dirhem olursa; bu İmâm Ebû Hanife (R.A.) ve
İmâm Ebû Yusuf (R.A.)'e göre böyledir. Altıda beşini tazmin ettirir veya onunla
bütün borcu çözer.
İmam Muhammed (R.A.)'e
göre, eğer iki dirhemden fazla noksanla-şırsa; rehin veren borcu çözmekle
zorlanmaz.
Eğer vezni borcundan
onbeş fazlaysa; o da zayi olursa; onun üçte ikisiyle borcunu öder; üç dirhem de
emânet olur. Değeri az olsun çok olsun böyledir.
Yine, İmameyn'e göre,
eğer vezni gibi ise veya az ise yahut benzeri ise, cinsinin hilafından onu
tazmin eder.
eğer on iki dirhem
ise, kıymetinin altıda beşini ödetir. Önce geçtiği gibi..
Eğer kırılırsa;
isterse onunla borcunu çözer; dilerse, borcunun üçte ikisini tazmin ettirir.
İster az olsun, isterse çok olsun, bu, İmâm Ebû Hanife (R.A)'ye göre böyledir.
İmânı Ebû Yûsuf
(R.A.)'a göre, eğer kıymeti vezni kadar olursa; İmâm Muhammed (R.A.)'e göre
dilerse borcunun tamamım çözer; dilerse borcuna karşılık üçte ikisini terk
eder. Ve ondan (rehin alandan) üçte birini alır.
Şayet yirmi dirhem
fazla ise, Smâm Ebû Yûsuf (R.A.) göre: dilerse, bütün borcunu çözer; dilerse,
rehnin kıymetinin yansını ödetir. Çünkü yansının değeri borcuna baliğdir. İmâm
Mnaammed (R.A.)'e göre, eğer, kırılmak suretiyle beş dirhem noksânlaşırsa; işte
o zaman borcunu tamam ödemesi cebredilir.
Eğer daha fazla
noksânlaşırsa, muhayyerdir: Dilerse, borcun tamamını çözer; dilerse, borcuna
karşılık üçte ikisini bırakır ve üçte birini alır.
Eğer kıymeti on iki
dirhem ise, onunla bütün borcunu çözer; dilerse altıda beşinin kıymetini
ödetir.
Bu, İmameyn'e göredir.
Eğer kıymeti, borcun
misli kadar (on dirhem) ise; veya borçtan az İse, (dokuz dirhem gibi) dilerse,
borcunun tamamını çözer: dilerse, cinsinin hilafından, değerinin tamamım
tazmin ettirir.
Bu İmameyn'e göre
böyledir.
İmâm Muhammed (R.A.)
Asi kitabında şöyle buyurmuştur: Bir adam, diğerine bir dirhem ağırlığında
gümüş bir yüzüğü rehin bırakır ve bu yüzükte dokuz dirhem değerinde bir kaş
bulunur; bu yüzüğü de on dirheme karşılık rehin bırakmış olur; o da zayi
olursa; İmim Ebû Hanıfeye (R.A.)'ye göre, o, hâli üzerine helak olmuştur.
İmâmeyn'in kavline
göre, halkanın kıymeti bir dirhem veya daha fazla ise, cevap böyledir.
Yüzükteki gümüş bir dirhemden az olabilir. Eğer, o yarım dirhem ise, kaşın zayi
olmasıyla dokuz dirhem borçtan düşer ve rehin veren, yüzükte bulunan gümüş
için, muhayyerdir. İsterse borcuna sayar; isterse yarım dirhemin kıymetini
ödetir. Sonra da rehin alan, rehin verene müracaat ederek, bir dirhemim alır.
Fakat, halka durur da, kaş kırılırsa; kaşın karşılığı olan noksan dirhem
borçdan düşer. Bu, bi'Mcma böyledir. Eğer halka kırılırsa, rehin veren
bi'I-ittifak muhayyerdir. Eğer halkanın kıymeti bir, dirhem veya daha az olur
ve onu terk etmek isterse; buna hakkı vardır.
Bu, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)fnin kavlidir.
İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'a göre onu, kıymetiyle, rehin alana bırakır.
İmâm Mnhammed (R.A.)'e
göre, onu, borca karşılık bırakır. Eğer bir dirhemden fazla ise (birbuçuk
dirhem gibi) dilerse; tam kıymetini tazmin ettirir, (birbuçuk dirhem olarak..)
Bu İmâm Ebû Hanîfe
(R.A)'nin kavlidir.
Yüzük Altından olursa
yine böyledir.
İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'a göre, halkanın üçte ikisinin kıymetini, altından olarak rehin alana
terk eder.
İmâm Muhammed (R.A.)
ise: "Eğer, kırık yarım dirhem noksanlık icap ettiriyorsa; bir şey
gerekmez. Rehin veren, borcunu ödemeye zorlanır. Kendisi de muhayyer olmaz.
Şayet, yarım dirhemden fazla noksanlık yapmışsa; rehin veren muhayyerdir;
kıymetiyle değil de, borcuna mukabil, onu terkedebilir." demiştir.
Muhiyt'te de böyledir.
Ziynetlenmiş ve elli
dirhem değerinde olan bir kılıcı; rehin bırakır bu kılıcın gümüşünün değeri de
elli dirhem olur ve onu yüz dirheme karşı rehin bırakılır; sonra da bu kılıç
zayi olursa; işte o, olduğu gibi zayi olmuş olur. Çünkü, onun maliyetinde borcu
ödemek vardır.
Şayet kabzesi
kırılırsa, noksanlığı kadar borçtan düşülür. Mebsût'-ta da böyledir.
Bir kimse, paralarını
rehin bırakır ve o zayi olursa; borca karşılık zayi olmuş olur. Piyasa, onu
ucuzlatsa; buna itibar edilmez.
Eğer kırılırsa,
kıymeti kadar borçtan düşülür.
Bu İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'a göre böyledir.
Rehin alan, onu
tazminatla değiştirdiği zaman baki kalan rehin olur tazminat da onunla beraber
rehin olur.
Ancak, İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.): Yanında, borç para olur ve o da ucuz-larsa; buna itibar edilmez."
buyurmuştur. Tatarhâniyye'de de böyledir.
EI-AsJ kitabında şöyle
zikredilmiştir:
Bir adamın yanına, bir
dirheme karşılık bir leğen veya küp, kazan rehin bırakılır ve bu rehin helak
olursa; kıymetiyle helak olur.
Eğer kırılır ve
tartılmayan bir şey olursa; hissesi kadar borçtan düşürülür.
Fakat o, tartılan bir
şey ise, rehin veren muhayyerdir: Dilerse, onunla borcun tamamını çözer; dilerse,
kıymetiyle terkeder.
Bu, İmim Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre böyledir.
İmam Mnhammed (R.A.)'e
göre, borca karşılık terkeder.
Bu hususta, İmam Yûsuf
(R.A.)'un kavli, İmâm Ebû Haoîfe (R.A.) gibidir.
Şerasü'l-Eimme
Serahsf: " Ebû Yûsuf (R.A.)'un kavli, bu mes'elede Ebû Hanîfe (R.A.)*nin
kavüyle beraber zikredilmiştir. Böyle rivayeti zâhirü'r-rivâyeye göre doğru
değildir. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, diğer birine
yüz dirheme karşılık bir kür buğday rehin bırakır ve bu buğdayın değeri İkiyüz
dirhem olursa; ve şayet, bu buğday zayi olursa; yarısına mukabil borç ödenmiş
olur.
Eğer su isabet eder ve
ıslanıp şişer ve kokarsa; rehin bırakan muhayyerdir: Dilerse, borcun tamamını
çözer; başka bir şeyi olmaz; dilerse, onun yansı kadar taze buğday ödetir;
geri kalan yansı İmâm Ebû Ha-nife (R.A.) ile İmim Ebfl Yûsuf (R.A)'a göre,
tazminatla birlikte, rehin olur.
İmim Mnhammed (R.
A.)'e göre ise, bu buğday sahibinindir; onu tasadduk eder.
Hızânetü'l-EkmeTde de
böyledir. En doğrusunu bilen Allahu Teâlâ'dır.
[21]
Bir adam, diğerine,
bir köle rehin eder; bu rehin de, rehin alanın yanında zayi olduktan sonra, ona
bir hak sahibi çıkıp, beyyinesini de ibraz ederse; o hak sahibi, hangisini
İsterse, ona, o köleyi tazmin ettirir.
Eğer rehin veren
öderse; artık, o kölenin, kendi malı olduğu tebey-yün eder. Rehin alan, borcunu
Ödemiş olur. Ve, rehin verene müracaat edemez.
Eğer rehin alan,
öderse; rehin verene müracaat ederek, alacağım alır. Şayet, sözleşme zamanı,
rehin veren ve alan rehin verenin yed-i adi olmasını şart koşarlar ve rehni
onun yamna bırakırlar ve ona, satış yetkisi de vermiş olurlarsa; o satış
yapabilir.
Bu mes'elenin iki
ciheti vardır:
Birincisi: Rehin
sözleşmesinde şart koşmuşlarsa; rehni rehin alan alsın veya almasın; bu rehin
sahih olmaz.
İkrad cihet: Rehnin
tamam olmasından sonra şart koşarlarsa; rehin alan, rehni teslim almadan, rehin
sahih olmaz. Eğer teslim alırsa, sahih olur. Teslim alıp, sonra da onu, rehin
alanın yanında iken, rehin veren satarsa; bedeli rehin alanın olur.
Şayet rehin alanın
yanından, rehini alır; sonra da satarsa; bedeli rehin verenin olur; rehin alan,
ondan daha elyak olmaz. Muhıyi'te de böyledir.
[22]
Bu cinayet, ya bir
nefiste veya onun haricinde olabilir. Bunlardan hâli kalmaz.
Bu cinayetlerin tamamı
da, ya kasden veya hatâen olabilir ve bunlardan hâli kalmaz. Cinayet işleyen
de ya hür veya köle olur. Bunlardan biri olmaktan hali kalmaz.
Cinayet bir nefse
karşı ve kasden işlenir ve cinayet işleyen de hür olursa; bu durumda rehin
veren, kısasa kısas yapar.
Bus İmâm Ebû Hanîfe'ye
göre böyledir.
İmâm Mnhammed
(R.A.) ise: Bu
durumda kısas yoktur.' buyurmuştur.
Bu hususta İmâm Ebû
Yûsuf (R.A.)'tan iki rivayet vardır. Kerhî, bu ihtilafı yazmıştır.
Kadı ise, Tahâvî'nin
Muhtasaranın Şerhı'de: "Bu durumda, her ne kadar rehin veren ve alan
birleşseler bile katile kısas yoktur.*' buyurmuştur. Ihtilafdan
bahsedilmemiştir.
Katil kısas edilirse,
borç düşer.
Bu, rehin veren ve
alan birleşirlerse, böyledir.
Fakat, ihtilaf
ederlerse, kısas yapılmaz. Katilin, öldürdüğü adamın değerini, kendi malından,
üç seneye kadar ödemesi gerekir. Ve o kıymet rehin olur.
Eğer rehin veren ve
alan ihtilaf ederlerse, hâkim kısası ibtâl eder. Sonra da, rehin koyan borcunu
öder; kısas yapılmaz.
Eğer, cinayet hata ile
veya şüphe ile işlenir ve katil de akıllı olursa; —üç seneye kadar,—
öldürdüğünün kıymetini öder. Onu, (bu kıymeti) rehin alan, rehin olarak alır.
Sonra da, eğer borç
tehirli ise, vakti gelene kadar yanında kalır.
Vakti gelince, eğer
kıymet borç cinsinden ise, ondan, borcu öder.
Fazla bir şey kalırsa,
onu da rehin verene iade eder. Borçtan az ise. değeri miktarı kadar borca
sayar; noksan kalan için de, rehin verene müracaat eder ve alır.
Eğer, bu kıymet, borcun
cinsinin hilafına ise, onu, borç ödenene kadar yanında tutar.
Şayet borç hâli
hazırda ödenmesi gereken, bir borç ise, hüküm tehirli olan borçta olduğu
gibidir. Kölenin kıymeti, helak zamanındaki kıymetidir.
Rehnin tazminati ise,
teslim alındığı güne göredir.
Şayet borç bin dirhem
olur; kölenin değeri de rehin alındığı gün bin dirhem olur; sonra da değeri
noksanlaşır ve beşyüz dirheme düşerse; ve onu, katil, kıymeti beşyüz dirhem
iken öldürürse; beşyüz dirhem borçlanır. Borçtan da, beşyüz dirhem düşer.
Öldürme sebebiyle, beşyüz dirhem borçlanırsa; bu dirhemler, borcun
karşılığında rehin olur; geri kalan da borçtan düşer.
Keza, rehin olan bir
köleyi, rehin alan Öldürürse; onun kıymetini borçlanır.
Burda hüküm yabancı
gibidir ve ikisi birdir.
Eğer cinayet işleyen,
köle veya câriye olursa; katilin efendisine "ya o köle veya cariyeyi
vermesi veya kıymetini ödemesi" söylenir.
Eğer o, öldüreni
vermeyi seçerse; şayet Ölenin kıymeti verilenin kıymetinin misli veya fazla
ise; bu durumda, o verilen bütün borca karşılık rehindir. Ve borçlu,
"borcunun ödemesi için'* cebredilir. Bunda hilaf yoktur.
Eğer onun kıymeti
öldürülenden noksan ise, (Şöyle ki: Ölen kölenin değeri bin dirhem; borç da
bin dirhem; yerine verilen kölenin değeri ise, yüz dirhem olursa) işte bu,
bütün borca karşı rehin olur ve rehin veren, borcunu ödemesi için cebredilir.
Bu, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'nin ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un kavlidir. İmâm Muhammet! (R.A.) ise
şöyle buyurmuştur;
Katilin verdiği,
ölenin kıymeti değilse; rehin veren, muhayyerdir: Dilerse, onunla, bütün borcu
çözer; dilerse, onu, rehin alana, borcunun yerine bırakır.
Keza rehin olan
kölenin piyasa kıymeti eksilerek yüz dirheme düşer ve onu borcuna karşılık
olarak verirse; işte burda ihtilaf vardır. Kölenin efendisi, isterse köleyi
verir; isterse, maktulün kıymetini öder. O kıymet, rehin olur. Ve mürtehinin
yanında kalır.
Sonra bakılır: Eğer
ödenen borcun cinsinden ise, borç, ondan ödenir.
Eğer borcun cinsinden
değil ise, borcun tamamı ödenene kadar, rehin olarak kalır. Rehin veren,
borcunu onunla çözmekte veya onu borcunun yerine rehin alana terk etmekte
muhayyerdir.
Bu, cinayet nefiste
olduğu zaman böyledir.
Fakat, cinayet, nefsin
haricinde olursa; eğer cani hür ise, malından fidye vermesi gerekir.
Cinayetin kasden
yapılması ile hatâen olması arasında bir fark yoktur; ikisi de birdir. Fidye,
rehin olur.
Şayet cânî, köle ise,
efendisine fidye vermesi söylenir.
Eğer efendi fidye
vermeyi seçerse, o fidye cinayet işlenilen ile birlikte rehin olur.
Eğer caniyi vermeyi
seçerse, o zaman da o verilen köle ile cinayet işlenen şey rehin olur. [23]
Bu cinayet de, ya
insana karşı veya insanın dışında bir şeye karşı işlenir. Bunlardan hâli olmaz.
Eğer, insana karşı
olursa; o da, ya kasden; veya hatâen olur.
Eğer kasden olursa;
kısas olunur. Rehin olmamış gibi., ister yabancıyı Öldürsün, isterse rehin
vereni veya rehin alanı öldürsün müsavidir.
Eğer kısas edilirse;
borç düşer.
Bu, cinayet kasden
olduğuna göredir.
Fakat, cin^ayet hatâen
veya hatâya mülhak olur; katil de kısasa ehil olmazsa; ya onu def, veya fidye
gerekir.
Sonra duruma bakılır:
Eğer, köle tamamen tazminat olursa; (şöyle ki: Kıymeti borcun kıymeti kadar
veya ondan biraz az mesela: kölenin kıymeti bin dirhem; borç da bin dirhem veya
kölenin kıymeti beş yüz; borcun kıymeti bin dirhem olursa;) Önce, rehin alana
"fidye vermesi' söylenir.
Eğer fidyeyi verirse;
gerçekten borçtan halâs olur ve cinayet işlememiş gibi olur. Ve, rehin olarak,
baki kalır. Önceden olduğu gibi.. Rehin verene de, bir şey için müracaat
edilmez. Ona, def de olunmaz.
Eğer, rehin alan
bundan kaçınırsa; (yani fidyeyi vermezse), onu vermesi, rehin verene söylenir.
Eğer, köleyi vermeyi
ihtiyar ederse; rehin bâtıl olur ve borç düşer.
Eğer fidyeyi iltiyar
ederse, yine rehin bâtıl olur ve borç düşer. Çünkü,
rehin alanın hakkını
yerine getirmiştir. Zira, rehin alana karşı fidye, tazminatta cinayetin husulü
içindir. Artık, fidyeye, kölenin kıymetine ve borca bakılır: Eğer fidye, borcun
misli ise; kölenin kıymeti de borcun misli ise veya daha çoksa; borç düşer.
Eğer, fidye, borçtan
noksan ise, kölenin kıymeti de borç kadar veya daha çoksa; borç, fidye
nisbetinde düşer ve köle kalan borç için rehin olarak habsedilir.
Eğer fidye, borç kadar
veya daha çoksa; kölenin kıymeti de borçtan az ise; borç, kölenin kıymeti
kadar düşer; ondan fazla düşmez.
Eğer bazısı, mazmun;
bazısı emânet ise, (şöyle ki: Kölenin kıymeti iki bin dirhem; borç bin dirhem
olursa) bu durumda fidye, ikisine karşı olur. Rehin alan tarafından hitabı
defin manâsı, defe rızadır.
Eğer def olursa, bir
şey gerekmez.
Eğer rehin veren ve
alan, aralarında ihtilaf ederler ve biri defi biri fidyeyi ihtiyar ederse; bu
durumda, şu iki ihtimal söz konusudur: Ya ikisi de hazır olurlar veya ikisi de
gaip olurlar. Veya biri hazır; biri gaip olur.
İkisi de hazır olur ve
def de içtima ederler ve onlara köle def edilip verilirse; gerçekten rehin
alanın alacağı düşer.
Şayet, fidyede içtima
ederlerse; her birine fidyenin yarısı verilir.
İkisine fidye
verilince; köle cinayetten temizlenir ve olduğu gibi rehin olur. Ve onlardan
her biri, teberru etmiş olurlar; fidyeye müracaat etmezler.
Eğer ihtilaf ederler
ve onlardan birisi fidyeyi ister; diğeri de kölenin verilmesini isterse;
hangisi fidyeyi isterse, o evlâ olur. Sonra da hangisi fidyeyi ihtiyar ederse;
köle, bütün diyetiyle onun olur. diğeri defe sahip olamaz..
Fidyeyi ihtiyar eden,
rehin alandır. Bedelin tamamı fidyedir. Geride, köle rehin olarak kalır. Çünkü
kölenin rakabesi, fidye sebebiyle cinayetten temizlenmiştir. Sanki hiç cinayet
işlememiş gibidir. Rehin alan, rehin verene, alacağı için müracaat eder.
Emânetten hissesi
içinde müracaat eder mi?
Kertû, burda İki
rivayet zikreylemiştir. Bir rivayette "Müracaat edemez. Bilakis, o,
teberru olur." diğer rivayette ise: "Müracaat eder."
denilmiştir.
Kadı Muhtasar Tahâvî
Şarhı'nde şöyle buyurmuştur: Müracaat edemez. Ancak, sadece alacağı için
müracaat eder. Rivayetin ihtilafı söylenmemiştir.
Fidyeyi ihtiyar eden,
rehin veren olursa; fidye bedelle birlikte teberru olmaz. Bilakis rehin alanın
alacağının yarısını ödemek olur.
Sonra bakılır: Eğer
fidyenin yarısı, borcun tamamı kadarsa, borcun tamamı düşer.
Eğer borçtan noksan
ise, olduğu kadarı borçtan düşer; fazlası için alacak sahibi, borçluya
başvurur. Ve, o rehni, rehin olarak habseder.
Bunlar, ikisi de hazır
olduğu zaman böyledir.
Fakat, birisi hazır
olursa, onun istediğini defe velayeti yoktur. Is-:er rehin veren olsun, isterse
rehin alan olsun..
Eğer hazırda olan
rehin alan ise, fidye bedelle beraber, fidyenin ya-ısın da teberru olmaz.
Bu İmâm Ebû Hanife
(R.A.)'ye göre böyledir.
Ve o, alacağı için,
rehin verene müracaat eder. Fidyenin yarısı için le müracaat eder. Fakat, o
köleyi de borca karşılık rehin olarak hapseder.
Borç ödendikten sonra,
fidyenin yarısı içinde rehn olarak habseder.
İmameyle göre, rehin
alan, fidyenin yansını teberru etmiş olur. Reıin verene, onun için müracaat
edemez. Ancak alacağı için müracaat :der.
Bu, yabancıya karşı
cinayet işlediği zaman böyledir.
Cinayet rehin veren
veya alana karşı olur ve rehin verenin nefsine karşı cinayet işlemiş bulunursa;
bu hâl mal icabettirir.
Fakat, mala karşı
cinayet işlemişse, işte o heder olur.
Rehin alana karşı
cinayet işlerse; işte o da hederdir. Bu İmâm Ebû hanîfe (R.A.)'ye göre
böyledir.
İmâmeyn'e göre
muteberdir; ya bedelini verir veya fidyesini verir.
Eğer rehin alan buna
râzi olursa; borç bâtıl olur.
Eğer, rehin alan:
"Ben, cinayet istemiyorum. Def veya fidye zamanı, hakkımın düşmesini
istemiyorum." derse; buna hakkı vardır. Cinayet bâtıl olur. Köle, hâli
üzre rehin olarak kalır.
Kldî, Taharf Şerhı'nde
şöyle buyurdu:
"Eğer kölenin
tamamı borca karşılık tazminat ise, işte bu ihtilai
üzerinedir. Eğer, bir
kısmı tazminatda, bir kısmı da emânet ise, cinayeti bi'İ-ittifak muteberdir.
Râhine: "İstersen, köleyi ver; istersen fidye ver." denilir.
Eğer köleyi def eder;
rehin alan da ona razı olursa; borcun tamamı bâtıl olur ve kölenin tamamı rehin
alanın olur.
Eğer fidyeyi ihtiyar
ederse; onun yansı rehin alanın; yarısı da rehin verenin olur. Mürtehinin hissesi
bâtıl olur. Rehin verenin hissesi fidye olur. Köle ise, hali üzre rehin olarak
kalır.
Bu, mürtehinin nefsine
karşı cinayet işlendiği zaman böyledir.
Fakat, onun malına
karşı cinayet işlenirse; eğer, o malın kıymeti ile borç müsavi ise, cinânet
bi'l-icma hederdir.
Eğer malın kıymeti,
borçtan fazla ise; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, iki rivayet vardır.
Rivayetin birinde: "Emânetin miktarına göre, cinayete itibar edilir."
diğer rivayette ise: "Asla cinayet hükmü sabit olmaz." denilmiştir.
Cinayet, rehin verenin
veya alanın oğluna karşı işlenirse; şüphe yok ki o mu'teberdir ve rehnin
cinayeti hükmündedir. İnsanlara karşı işlenen cinayet gibidir.
Başka mallara karşı
işlenen cinayet, (malın helak olması, kölenin boğulması gibi) bunun hükmü,
rehnin gayrisinin hükmü gibidir. Borcun, köleye taalluku gibidir ve o satılır.
Rehin veren veya alan borcu öderler. Onlardan birisi öderse; hüküm, bizim
insana işlenen cinayet hakkında dediğimiz gibidir.
Rehin alan, borcu
ödeyince; kendi alacağı baki kalır; köle de rehin olarak kalır. Çünkü, fidye,
köleyi borçtan fariğ kılmaktır. (= kurtarmaktır.) Böyle olunca da köle, borca
karşı rehin olarak kalır.
Eğer, mürtehin borcu
ödemeden kaçınır da, onu, rehin veren öderse; mürtehinin borcu bâtıl olur.
Şayet, her ikisi de borcu
ödemekden kaçınırlarsa işte o zaman, köle borca karşı satılır ve alacaklının
parası ödenir.
Kölenin satılması,
onun parasından, alacaklının alacağının ödenmesi; alacaklıya fidye vermekle
olabilir. Rehin alanın da borcu tamamen düşer. Çünkü, bu köle, rehin verenin
mülkünden, zail olmuştur. (= çıkmıştır.) Ve o, sanki helak olmuş gibi olur.
Kölenin değeri,
borçtan fazla olursa rehin verene ait olur. Çünkü, o, mülkünün karşılığıdır ve
hasseten onun olur.
Eğer kölenin bedeli,
borçtan az olursa; o nisbette mürtehinin alacağından düşer ve o bedel, geride
kalan alacağına karşılık olarak rehin olur. Borç zamanı gelince, eğer o
hakkının cinsinden ise alacağını alır. Şayet hilafından ise, onu borç ödenene
kadar yanında tutar.
Eğer, borcun ödenme
zamanı gelmemişse, gelene kadar yanında tutar.
Bu, kölenin tamamının
merhûn ( = rehin bırakılmış) olduğu zaman böyledir.
Fakat, yarısı rehin
bırakılmış; yarısı da emânet ise; tamamı, rehin olana sarfedilmez. Ancak yarısı
sarfedilir.
Yarısı, rehin verenin
hakkıdır.
Keza, köle borç
mukabili olur ve başka bir şey de, fazladan rehin konulursa; o fazla, onu
koyanındır.
Eğer kölenin bedeli
alacağa kâfi geliyorsa; alacaklı, onu alır; geride kalanını da köle azâd
olduktan sonra alır. Ve, kimseye müracaat edemez.
Köle azad olup, kalan
borcunu verince; artık alacaklı, verdiği bir şey için kimseye müracaat edemez.
Keza rehin verenin çocuğuna karşı yapılan cinayet, diğer mallara yapılan
cinayet ve ananın cinayetinin hükmü hepsi birdir. Borç, köleye mütealliktir.
Köle ana hakkında olduğu gibi satılır. Yalnız, mürtehine "alacaklının
alacağını öde" diye söylenmez ve rehin veren —çocuğu satmakla, borcu
ödemek arasında— muhayyerdir. Eğer borcu Öderse, çocuk rehin olarak kalır. Ve
onu satması, mürtehinin borcundan bir şey düşürmez.
Bu söylediğimiz, rehin
verenin kölesinin, rehin verene veya rehin verenin gayrısma karşı cinayet
işlediği zaman böyledir. [24]
Rehnin rehne
cinayetine gelince; işte bu iki nevidir:
1-) Nefsine
karşı cinayet.
2-) Cinsine
karşı cinayet.
Nefsine karşı
cinayetle semavi bir âfet ile zayi olmak ve kendi kendini helak etmek arasında
bir fark yoktur. Duruma bakılır: Eğer, kölenin tamamı rehin bırakılmışsa;
noksanı kadar borçtan düşülür. Ve eğer bir kısmı rehin bırakılmış; bir kısmı da
emânet ise; rehinden noksanlığı kadar borçtan düşülür; emânet olan kısımdan
düşülmez.
Fakat, cinayet cinsine
yapılmışsa; bu da iki nevidir:
A-) İnsanın
kendi cinsine karşı cinayet işlemesi;
B-)
Hayvanın, kendi cinsine karşı ve cinsinin gaynsına karşı cinayet
işlemesi.
.
însamn, kendi cinsine
cinayeti (Şöyle ki: Rehin, iki köle olur ve biri, diğerine karşı bir cinayet
işlerse; bu köleler, ya bir eşya için rehin olurlar veya iki eşya için rehin olurlar.
Eğer, bir eşya için rehin olmuşlar ve biri, diğerine karşı cinayet işlemişse;
bu, dört halden hâli kalmaz:
1-) Meşgulün
meşgule karşı cinayeti;
2-)
Meşgulün, boş*a karşı cinayet işlemesi;
3-) Boşun,
meşgule karşı cinayet işlemesi;
4-) Boşun,
boşa karşı cinayet işlemesi;
Bunların hepsi de
hederdir; yalnız biri müstesna: O da, boşun, meşgule karşı cinayeti
işlemesidir. îşte bu muteberdir.
Borç hususunda, meşgul
hakkında, boşa dönülür; o, onun yerine rehin olur. Bunun açıklaması: Borç iki
bin dirhem olur; rehin de iki köle olur; kölelerin her birinin kıymeti de
biner dirhem olur ve o kölelerden birisi, diğerini öldürürse veya kendi
nefsinin dışında bir cinayet işlerse; diyeti ister az olsun, isterse çok olsun
işte bu cinayet hederdir. Cinayet işlenilen hakkındaki borç düşer.
Meşgulün, meşgule
cinayeti hederdir. Sanki, helak olan, semavi bir afetle Ölmüş gibidir.
Şayet borç, bin dirhem
olmuş olaydı; onlardan birisi de diğerini öl-düreydi def ve fidye gerekmezdi;
katil, yedi yüz elli dirheme karşılık rehin olurdu. Çünkü, onlardan herbirisi
beşyüz dirhem karşılığıdır. Her birinin yansı boştur; yarısı meşguldür.
Birisi diğerini
öldürünce, meşgulün yarısını öldürmüş olur; ölenin yarısı boştur.
Meşgulün, meşgule
karşı cinayeti meşgulün boşa karşı cinayeti ve boşun, boşa karşı cinayeti,
hederdir. Bu darumlarda, cinayet işleyene ait borçtan, ikiyüz elli dirhem sakıt
olur. (= düşer.) O, cani tarafından beşyüz dirhem olmak üzere, yediyüz elli
dirheme karşılık rehin olmuş olur.
tki köleden biri,
diğerinin gözünü çıkarsa borcun yarısı göz çıkarana döner ve göz çıkaran, yedi
yüz elli dirheme karşılık rehin olmuş olur. Gözü çıkarılan da, iki yüz elli
dirhem karşılığı rehin olarak kalır.
Eğer iki köle, ayrı
iki şey için rehin olurlar ve onların değeri de borçtan fazla (Meselâ: Borç,
bin dirhem ve kölelerin her birinin kıymeti de biner dirhem) olursa; onlardan
biri, diğerini öldürürse; —öncekinin hilafına— cinayete itibar olunur. Cinayete
itibar olunca da; rehin veren ve alan muhayyerdirler. Dilerlerse, katili, ölenin
yerine rehin kabul ederler ve katilin borçtan hissesi bâtıl olur; dilerlerse,
katili ölenin yerine fidye, ederler ve o, hem katilin, hem de ölenin yerine
rehin olur.
Eğer ikisinin değeri
borçtan fazla olmazsa (Şöyle ki: Borç iki bin dirhem olur; kölelerin herbiri de
biner dirhem kıymetinde olur) ve onlardan biri, diğerini öldürürse; eğer onu
cinayetten dolayı def ederlerse; o def olunan köle, ölenin yerinde olur. Ve
katil hakkında, borç bâtıl olur. Eğer: "fidye eyledik" derlerse; bu
fidyenin tamamı, rehin ajanın olur.
Borç çözülünce, rehin
verene, sadece bin dirhem verilir. İkici bin dirhem, o bine karşılık kısas
olmuştur. Bu öldürürse böyledir.
Eğer biri, diğerinin
gözünü çıkarırsa; onlara (rehin veren ve alana) "onu, ya bedel verin veya
fidye verin." denilir.
Eğer fidye yaparlarsa,
fidye yarı yarıya ikisinin olur.
Eğer bedel verirlerse;
borçtan, onun karşılığı bâtl olur.
Fidye ise, gözü
çıkanla birlikte rehin olur.
Eğer, rehin alan:
"Ben, feda etmem; fakat, hâli üzere rehin olarak terk ederim." derse;
bunda hakkı vardır.
Gözü kör eden, hâli
üzre, kör olanın yerine rehin olur.
Gözü kör olandan
dolayı, borcun yansı gider. Çünkü, cinayete itibar edilir. O, rehin alanın
hakkıdır; rehin verenin hakkı değildir.
Eğer rehin alan, o
cinayete razı olursa; o zaman, heder olur.
Eğer, rehin veren:
"Ben feda ettim" der; mürtehîn de: "Ben etmedim" derse;
rehin verenin feda etmesi gerekir.
Bu, rehin alan
cinayetin hükmünü talep eylediği zaman böyledir. Bedâi'de de böyledir.
Eğer rehin veren,
fidye yapmakdan kaçınır; rehin alan da: "Ben feda ederim." derse;
bütün bedel feda edilmiş olur ve tatavvu (= nafile) olur. Rehin veren, ondan
hiç bir şey alamaz. Çünkü, o başkasının mülküyeti teberrudur. Ona mecbur da
tutulmaz. Mebsât'ta da böyledir.
Rehin, mürtehinin
elinde zayi olursa; rehin veren, feda ettikten sonra; o fiyde, geri rehin
verene iade edilir. Çünkü, rehin veren ifâ sebebiyle borçtan beridir; borcunu
Ödemiştir. Âlimlerimiz "bin dirhem ziyan karşılığı mı yoksa fidye olarak
mı verilir?" diye ihtilâf ettiler:
Fskıyh Ebû Cafer şöyle
buyurmuştur:
"Bu bin dirhem,
ziyan karşılığı reddedilir. Çünkü, ödeme ziyan karşılığıdır."
Başka âlimler ise: Bu
bin dirhem, fidye olarak verilir. Şayet borç ödenir ve rehin sonra helak
olursa; alınan geri reddedilir." buyurmuşlardır. Serahtf'nin Mnhıyt'nde
de böyledir.
Rehin konulan doğursa
ve onu da bir adam, hataen öldürse; rehin alana tazminat yoktur. Tazminat,
rehin verene karşıdır. Rehin veren defile fidye arasında muhayyerdir. Eğer
fidye alırsa, o anası ile birlikte rehindir.
Eğer bedelini irâde
eder ve mürtehin: "Ben feda ediyorum." derse; onun buna hakkı
vardır.
Keza bir adamın malı
helak olursa; rehin verene, satması ve borcunu Ödemesi söylenir. Zahîriyye'de
de böyledir.
Değeri bin dirhem olan
bir câriye, bin dirhem karşılığı rehin bırakıldığında; bu cariye, bin dirhem
değerinde, bir çocuk doğurur; sonra da, bu çocuk, rehin verene veya onun
mülküne karşı bir suç işlerse; yapılacak bir şey yoktur.
Eğer, rehin alana
karşı bir cinayet ( = suç) işlerse; elbette, ya def veya fidye gerekir.
Eğer def edilirse,
borçtan bir şey bâtıl olmaz.
Eğer fidyeyi ihtiyar
ederse, o fidyenin yarısı rehin verenin olur. Mebsftt'ta da böyledir.
Bin dirheme karşılık
rehin konulan cariyenin kıymeti, bin dirhem olur ve birde çocuk doğurur; onun
değeri de beşyüz dirhem olur; kıymeti bin dirhem olan bir kölede, bunların
ikisini de öldürür ve onların yerine, bu köle verilir; o da kör olursa; o
takdirde rehin veren, borcun yedide dördünü çözer; yedide üçü gider. Çünkü,
ana doğurduğu zaman, borç ikisine (üçte iki anaya; üçte birde doğurduğuna)
taksim edilmişti. Onları köle öldürdü ve onların yerine, o köle verildi ve o
ikisinin makamına kaim oldu. (Üçte ikisi, ananın yerine; üçte biri de çocuğunun
yerine) Kör olunca da onlardan her birisinin hissesinin yarısı gitti. (Ananın
karşılığında altı yüz altmış altı, —üçte iki olarak— üç yüz otuz üç de çocuğun
karşılığı —üçte bir olarak—) Gerçekten kör olması sebebiyle yarısı gitti;
altıda biri kaldı. O da yüz altmış altıdır. Üçte iki olarak, bu baki kalanın
hasılıdır. İtibar, cariyenin sözleşme günündeki kıy-metinedir. (Oda bin
dirhemdir.) Ve çocuğun kıymetinedir. (O da borç Ödendiği zaman binin altıda
biridir. = yüz altmış altı —üçte iki olarak—), Çünkü, borçtan hissesi üçte
birdir. Kör olmakla, bu yarıya avdet eyledi. Bununla üçte birin yansını
kasdediyoruz. Borçtan bir şey düşmez. Çünkü, onun için borçtan bir hisse
yoktur, ancak kıyamı hâlinde vardır. Artık çocuk için bir hisse; anası için de
altı hisse vardır. Yekûn yedi hisse olur. Körlüğü sebebiyle, yarısı gider; ana
hakkında, böylece üç hisge kalır, Çocuğun hissesi de birdir. Yekûn —yedide dört
olur. Böylece, yedide üç, borçtan gitmiş olur. Bunun için, İmâm Mahammed
(R.A.): "Yedide dört, borç çözülür." buyurmuştur. Kâfî'de de
böyledir.
Bir adam, diğer bir
adamın kölesine karşı bir cinayet (suç) işler; efendisi de onu rehin verir;
sonra da onu azâd eder; daha sonra da bu köle, o cinayetten dolayı ölürse;
artık cinayet sahibi, ölen kölenin kıymetinin tamamını alır.
Şayet suç kesmek ve
koparmak kasdile olursa; kıyâsda kısas gerekir, îstihsânda, kısas gerekmez;
kıymeti gerekir.
Keza, bağış yaptıktan
sonra, ondan döner veya satar da, o, hâkimin hükmüylede geri verilirse,
kıymeti gerekir. Tatarhâniyye'de de böyledir.
iki kişi, ortak
oldukları bir köleyi, ayrı ayrı borçlan için rehin koyarlarsa; her birinin
hissesi, kendisi ve arkadaşı için rehin olur. Helak olursa, ikisine müracaat
olunur.
Ortağının İzni
olmaksızın, bir müfavada ortağı, rehin bıraksa, bu ortağına karşı caiz olur.
Cinayet tazminatını
rehin bırakmak da caizdir. Ortağı için tazminat yapar; ortağının onu bozmaya
hakkı olmaz. Ariyet alınan bir şeyi rehin koymak caizdir. Hızânetü'l-Ekmel'de
de böyledir.
Müfavada ortağı, bir
rehin bırakır ve onu da ortağının yanma kor; o da zayi olursa; kendi malı olarak
zayi olur.
inan ortaklanndan
birisi, her ikisi için, rehin bıraksa; bu caiz olmaz.
Bırakan onu tazmin
eder.
İkisinin alacağı
yerine rehin alıp; onuda teslim alsa; bu diğer ortağı için caiz olmaz.
Eğer, o rehin helak
olursa; kendi hissesi gider ve ortağı alacağı için borçluya müracaat eder.
Borçlu da, o rehnin,
kıymetinin yarısı için, rehin alana başvurur. Ortak, isterse, diğer ortağına,
alacağını Ödetir.
Ortaklıkları herkesin
kendi re'yi ile amel etmeleri üzerine olduğunda; birisi, diğeri için, rehin
verir veya rehin alırsa; işte o, arkadaşı hakkında da caizdir. Mebsûfta da
böyledir.
Müdârip mudârebe borcu
için, mal sahibinin izni ile rehin verirse; bu caizdir. Her ne kadar borç
ikisinde ise de, bu böyledir.
Eğer izin vermezse; o,
mudânba aittir.
Fakat, müdârabe
alacağı için rehin alması caizdir.
Eğer mal sahibi Ölür
ve mal da para olur ve müdârip ondan rehin bırakırsa; bu caiz olmaz ve o, onu
tazmin eder.(= öder.)
Şayet mal sahibi,
mudârebe malından bir şeyi rehin bırakır ve o da borçtan çok olursa; bu rehin
caiz olmaz. Fazlalık olmaz ise, caiz olur ve onu mal sahibi tazmin eder. Sanki
ölmüş veya satmış ve parasını yemiş gibi. Hızânetü'l-Ekmel'de de böyledir.
Bir adam, borcuna
mukabil, rehin koymak için, birisinden bir elbise alıp, onu da rehin koymadan
önce kullanır; sonra da rehin olarak bırakırsa; tazminattan beri olur. Eğer,
borcu ödedikten sonra kullanırsa; artık onu tazmin edip, bedelini öder.
Kullanmayı bırakır vcbundan sonra, semavi bir âfetle helak olursa; yine
tazminat yoktur.
Bir kimse, borcuna
karşılık rehin bırakmak için, birisinden bir elbise alıp —onu da birseneye
kadar, yüz dirheme karşılık rehin koyduktan sonra; bu elbisenin sahibi, onu
alıp, yerine başkasını koyma hakkına sahiptir—.
Eğer, onu bir seneye
kadar rehin koyacağım bildirdiyse; elbise sahibinin kendi malından, onun
borcunu ödemesi nafile olmaz. Bu durumda elbise sahibi, rehin verene
müracaatla, verdiği parayı alır.
Eğer rehin veren
kaybolur ve rehin alan da elbise sahibini, elbisenin onun olduğu hususunda
doğrularsa; elbiseyi, ona verir ve alacağını ondan alır.
Bu da elbise
sahibinden nafile olmaz. Eğer, rehin alan: "Ben, senin elbiseni
bilmiyorum." derse bu durumda elbise sahibi için çıkar yol yoktur.
Zehiyre'de de böyledir.
Bir adam, rehin
bırakmak için, ariyet olarak bir elbise aldığın-, da; ya bir şey söylemez veya
söyler.
Bu durumda, bir
elbiseyi, rehin bırakmak için, ariyet olarak ahr ve onu rehin bırakacağını da
söylemezse; bu durumda da onu, dilediği miktar ve dilediği şekilde, rehin
bırakabilir. Eğer ne mikdar rehin bırakacağını söylediği hâlde onu, o
miktardan az veya çok yahut başka bir cinse karşılık rehin bırakırsa; bu
durumlarda, ya elbisenin kıymeti borç kadardır; veya daha çoktur yahut daha
azdır.
Eğer, kıymeti borcun
aynı veya daha çoksa; onu tazmin eder. ( = öder). Çünkü, onu şerre halef kılmış
olur.
Rehnin kıymeti, borcun
kıymeti kadar veya daha çoksa; o yüzden ariyet veren, mutazarrır olur; o rehnin
bir kısmı, rehin alanın yanında merhûp; bir kısmı da emânet olur.
Rehin alan, buna razı
olmazsa; tamamının rehin olmasını isteme; hakkına sahiptir.
Elbisenin değeri
dediğinden daha az İse, onu tazmin etmez. Şöyle ki: On dirheme karşılık olmak
üzere, bir elbiseyi âri>et olarak rlır ve bu elbisenin kıymeti de dokuz
dirhem olursa; onu tazmin eylemez.
Fakat, başka bir cins
için rehin bırakırsa; onu tazmin eder.
Şayet, bizzat belirli
bir şahsa rehin vermek için olsa da; başka birine rehin bıraksa; onu tazmin
eder.
Kûfe'de rehin koymak
için alsa da Basra'da koysa; onu da tazmin eder.
ariyet verenle, alan
onun zayi olduğunda ve kıymetinin noksan olmasında—rehin alandan o şeyi
almadan önce veya aldıktan sonra, ihtilaf ederlerse, bu durumda ariyet alanın
sözü geçerli olur.
Beyyineye gelince
ariyet verenin beyyinesi geçerli olur.
Rehin veren iddia
ederek: "Ariyet veren, borç ödenmeden, rehni geri aldı." der; rehin
alan da bunu doğrularsa; bu durumda rehin veren tasdik edilir. Çünkü, rehin
veren de, alan da rehnin feshini doğrulamışlardır, ikisinin sözü geçerlidir.
Ariyet veren, rehin
verene müracaat ederek, borcuna karşılık, gideni ister.
Ariyet veren rehni
kurtarmak isterse; ona, rehin veren de, alan da mâni olamaz.
Ve ariyet veren,
verdiğini almak için, rehin verene müracaat eder. Çünkü, onu ödemekte zahmet
çekmiştir; hakkını ve mülkünü ihya etmiştir.
Eğer o şey, rehin
olmadan önce, ariyet alanın yanında zayi olur veya borç ödendikten sonra zayi
olursa; işte o zaman, tazminat gerekmez.
Rehin veren ve rehin
alan ihtilaf ederler ve rehin alan: "Senden mal teslim aldım ve sana
elbise verdim." diyerek beyyine ibraz eder; rehin veren de: "Bilakis
malı aldın; elbise ise zayi oldu." der; o da beyyine ibraz ederse; bu
durumda rehin verenin beyyinesi geçerli olur.
Eğer elbise ariyet
ise, elbise sahibide: "Ben, sana onu beş dirheme karşılık rehin bırak diye
söyledim, "der; ariyet alan da "On dirheme karşılık.." derse;
bu durumda elbise sahibinin sözü geçerlidir. Çünkü, izin onun tarafındandır.
Eğer, onu inkâr
ederse; onun sözü geçerli olur.
Keza, bir sıfatla
kayıtlarsa; ariyet alanın beyyinesi geçerli olur. Mebrit'ta da böyledir.
Kıymeti on dirhem veya
daha fazla olan bir elbiseyi, on dirhem borca karşılık koymak için, ariyet
olarak alır; o da rehin alanın yanında zayi olursa; mal, rehin verenden bâtıl
olur; elbise sahibine, onun benzerini vermesi, rehin verenin üzerine vacip
olur.
Keza, eğer bir kusur
meydana gelirse; onun miktarı, borçtan gider. Onun noksanını, rehin veren mal
sahibine öder. Hızânetn'l-Ekmel'de de böyledir.
Felâvâyi Atlabiyye'de
şöyle zikredilmiştir:
Ariyet alan şahıs,
aldığı o ariyet ile birlikte, başka bir şey daha rehin olarak bırakırsa; bu
durumda ariyet veren, onu alamaz. Ancak borcun tamamını öderse, öyle alır.
İki kişiden ariyet
aldıktan sonra, borcun yarısını öderse; onu, onlardan birinin hissesine
sayamaz.
Şayet, rehin alan,
rehin verenin izniyle, rehini icarlarsa; ücret rehin verenin olur. Ve, bu
rehin geçersiz olur.
Eğer rehin zayi
olursa; âriy.l veren, onu isterse, rehin verene ödetir; isterse, rehin alana
Ödetir. Sonra da rehin alan, rehin verene müracaat eder.
Eğer rehin veren
borcunu ödedikten sonra, rehin zâvi ^ı»rsa; onu, rehin veren, ariyet sahibine
tazmin eder (= öder.) Tatarhâniyye'de de böyledir.
Rehin veren borcunu
Ödeyip, bir vekil yollayarak, rehin olan köleyi aldırır; o da vekilin yanında
zayi olursa; ariyet alan, onu sahibine tazmin eder.
Eğer, rehin veren
kendisi alır; sonra da vekil ile onu sahibine yollar; o da vekilin yanında
zayi olursa; ariyet alan, onu sahibine Öder. Hızânelü'l-Müflın'de de böyledir.
Bir adam, rehin
bırakmak için, bir cariyeyi ariyet olarak alıp, onu rehin bıraktıktan sonra, o
câiriyeye rehin veren veya rehin alan cima ederse; ikisine de had gerekir ve o
rehin, cima edenin olur. Çünkü,
.başkasının malına
cima etmek, haddi kaldırmadığı gibi mehri de ^kaldırmaz.
Mehir, ziyâde
hükmündedir. Çünkü Ödenecek borç bedelindedir. Bedel ise, aynın cüzüdür, ve o
da, rehinle birlikte rehindir.
Eğer, rehin bırakan
borcu Öderse câriye selâmete çıkar. Mehri de selâmete çıkar ve bunların her
ikisi de efendisinindir. Çocuk doğurması gibi..
O cariyeye bir bağış
yapılır veya o, bir şey kazanırsa; onlar da efendisinindir. Mebsût'ta da
böyledir.
Bir adam, başka
birisinden, rehin bırakmak için, bir câriye alır ve öyle yaptıktan sonra,
ariyet alan, borcunu ödemeden ölürse; bu durumda, rehin alan, (<borcu için,
o cariyenin satılmasını, hâkimden talep eder; sahibi de buna razı olmazsa,
artık hâkim, onu satmaz; fakat, rehin alana: "Ariyet alan, alacağını
verene kadar, onu habseyle." der.
Eğer, ariyet veren,
(yâni cariyenin sahibi) hâkime: "Onu sat." der de; rehin alan, buna razı
olmazsa; işte o zaman, bakılır: Eğer parası, borca kifayet edecekse; rehin
alanın sözüne itibar edilmez. Eğer parası borca kâfi gelmeyecelcse, rehin
verenin rızası olmadan satılmaz.
Şayet parası borca
kâfi gelirse, borç için satılır ve parası rehin alana, —alacağına bedel—
verilir.
Sonra da, ariyet
veren, ariyet alana müracaat ederek, rehin alanın aldığım, ondan alır.
Eğer ariyet alan ölmez
de ariyet veren üzerinde çok borç bulunarak ölür ve ariyet alan fakir olursa;
o câriye, hâli üzre, —rehin olarak— kalır.
Şayet alacaklılar ve
varisler toplanırlar da borcun ödenmesi için, o cariyenin satılmasını isterler;
rehin alan da buna razı olmazsa; cevap, —dediğimiz gibi— hâli hayatında,
isteyip de rehin alanın razı olmadığı gibidir.
Bir adam, başka
birinin kölesini gasbederek, borcu olan birisinin yanına, rehin bırakır; o da,
rehin alanın yanında zayi olursa; kölenin sahibi muhayyerdir: Dilerse, onu
gasbedene ödetir; dilerse, rehin alana ödetir.
Eğer gasbeden öderse;
rehin tamam olur. Çünkü, o —tazminat yapma sebebiyle— onun malı olmuştur; ve
rehin kendi malı olarak rehin olmuştur.
Eğer, kölenin sahibi,
onu rehin alana ödetirse; bu durumda rehin alan, rehin verene müracaat ederek,
ödediğini ondan alır; rehin de — rehin alanın tazminatı sebebiyle— bâtıl olur.
Şayet gasbeden şahıs,
o köleyi emânet olarak birisine verdikten sonra, onu rehin olarak bırakır ve o
da zayi olur; sonra da, o kölenin sahibi gelerek, onu gasbedene veya kölenin
verildiği adama ödetir ve rehin alan, rehin verene müracaat ederse; bu durumda
rehin iki cihetten caiz olur.
Eğer, bir adamın
yanında birinin emâneti bulunur; o da, onu rehin olarak birinin yanına koyar ve
bu rehin onun yanında zayi olur; sahibi de gelip, rehin verene veya rehin alana
onu ödetirse; bu rehin geçerli olmaz. Çünkü, önce mürtehine vermek sebebiyle
ödetti; vermeden olmuş gibi de, rehin vakti, mab olmadığından rehin caiz
olmadı.
Sonra eğer, rehin
veren, köleyi efendisinden satın alır da; rehin alana verir; o da rehin alanın
yanında rehin olmaz. Fetâvâyi Kftdlfa&n'da da böyledir.
Rehin alan bir
kimsenin aldığı rehini, rehin vermesi İmâm EbÛ Hanîfe (R.A.)'ye göre, mevkuf (
= durdurulmuş)'tur. Diğer tasarrufatmın durdurulduğu gibi..
Rehin, rehin alanın
yamnda zayi olur; onun değeri ile, borcun değeri de müsavi bulunursa; işte o,
o borç demektir; borç düşer.
Eğer rehin, borçtan
fazla değerde ise, rehin alan, o fazlalık nisbe-tinde, rehin verene tazminatta
bulunur. Mebsât'ta da böyledir.
Bir adam, bir köleyi
rehin bırakıp, kendi de kaybolur; sonra rehin alan, o köleyi hür olarak
bulursa; eğer köle rehin edildiği zaman köleliğini ikrar ederse, rehin alan,
rehin verene alacağı için müracaat edemez. Fetâvftyi K&dih&n'da da
böyledir.
Bir adam, bin dirhem
mehirle, bir kadın nikahlayıp, onun yanına, bin dirhem kıymetinde, —mehrine
karşılık— bîr eşyayı rehin bırakır; o rehin de kadının yanında —duhûlden Önce,
talakdan sonra— zayi olursa; kadına karşı yapılacak bir şey yoktur.
Eğer, önce rehin zayi
olur; sonrada o, kadını cima etmeden önce boşarsa; bu kadın, o mehrinin yarısı
nisbetinde, adama ödeme yapar.
Bir kimse, ki kadını
—mehir söylemeden nikâhlar ve onun yanına, mehir misli kadar bir şeyi rehin
bırakır; o rehin de, bu kadının yanında zayi olursa; mehrin misli ödenmiş
olur.
Eğer, onu cima etmeden
boşarsa; kadın mehrin fazlasını iade eder. Hızanetü'l-Müftın'de de böyledir.
Bir adam, bir hana
vardığında, hancı, ona: "Bana bir şey vermeyince, seni hana
bırakmam." der; o da, hancıya bir şey rehin bırakır ve bu rehin hancının
yamnda zayi olursa; eğer o rehni han ücreti olarak bırakmışsa; işte o, han
ücreti olur. Böyle değilse, hancı onu tazmin eder. (= öder)
Fakıyh : İki hâlde de
ödemez. Zira, böyle yapmak mekruh değildir.*' buyurmuştur. Kerderi'nin
Vedri'nde de böyledir.
Hişâm, İmim Muhammed
(R.A.)'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir: Gasb sebebiyle olan her şey tazmin
edilir. O, eğer rehin ise, rehin koyanın hesabına gider.
Gasb sebebiyle
ödenmeyen şeyi rehin alanda Ödemez.
Bir adam bir köleyi
genç iken gasbeder ve o, onun yanında ihtiyar olursa; onu gasbeden noksanını
tazmin eder. Böylece, rehin de kendi hesabına gider. Zahîriyye'de de böyledir.
Bir adam, bir cariyeyi
gasbedip memesini keserse; onu tazmin eder. Çünkü o, bir noksanlıktır.
Siradyye'de de böyledir.
Bir adam, kıymeti kırk
dirhem olan bir körüğü, on dirheme karşılık rehin bıraktığında; onu güve yer
ve kıymeti on dirheme düşerse; yansını ödemiş olur. Siradyye'de de böyledir.
Bir adamın, başka
birisine bin dirhem borcu olur; ona karşılık da iki bin dirhem kıymetindeki bir
köleyi rehin bırakır; rehin alan, onu teslim aldıktan sonra; "onun, başka
bir adamın olduğunu ve onu rehin koyanın gasbeylediğini" ikrar ederse;
—rehin verene karşı— rehin alanın, bu sözü tasdik edilmez. Ve rehin veren,
borcunu ödeyip, kölesini alır. Onu ikrar edenin, köleye karşı bir yolu yoktur.
Eğer o köle rehin
alanın yanında ölürse; zâhir-i hâle nazaran, borç ödemiş olur. Çünkü, rehnin
kıymeti, borca karşılıktır ve fazladır. D, tam kıymetini tazmin eder.
Şayet, rehin alan,
"kölenin, hür olduğunu'* ikrar etmez; fakat o, "başka bir adama, onun
bin dirhem borcunun olduğunu; onu da zayi ettiğini" söyler; o köle de
rehin alanın yaranda ölürse; ikrar eylediği adam, o rehin alana, bin dirhemi
için müracaat eder.
Şayet, rehin alan,
"o kölenin, başka bir adamın kölesi olduğunu söyler; rehin veren de aralarında
bir sahib-i adi bulur ve "o köleyi satmaya yetki" verir; o da satıp,
iki bin dirhem alırsa; rehin alanın hakkını verir. Bin dirhemini de rehin
verene verir. Eğer rehin alanın ikrar eylediği adam, kölenin satılmasına izin
verirse; rehin alanın aldığı bin dirhemi alır.
Eğer izin vermez ise,
artık rehin alandan, bir şey almaya hakkı olmaz.
Eğer rehin alan,
"onun, başkasının kölesi olduğunu" söylemez de; "o kölenin, bir
adamın iki bin dirhemini zayi ettiğini" ikrar ederse; mes'-sle olduğu
gibidir. Artık rehin alan, o ikrar eylediği adama, bin dirhemi verir. O, ister
satışa izin versin; isterse vermesin fark etmez. Mebsût'-ta da böyledir.
Bir adam, bin dirheme
bedel, bir köleyi rehin bıraktığında, o köle, rehin alanın yanında, yola bir
kuyu kazdıktan sonra, rehin veren, bor-, cunu ödeyip, kölesini aldığında;
burada şu İhtimaller söz konusu olabilir:
1-) O kuyuya
bir hayvan; sonra da bir hayvan daha düşebilir.
2-) Bir
insan; sonra bir insan daha düşebilir.
3-) O kuyuya
bir adam; sonra da bir hayvan düşebilir.
4-) O
kuyuya, bir hayvan sonra da bir insan düşebilir.
Eğer, o kuyuya, bin
dirhem kıymetindeki bir hayvan düşüp, ölürse; o zaman, o köle, ona karşılık
satılır; değilse, efendisi fidyesini verir.
Eğer bin dirheme
satılırsa, hayvan sahibi bin dirhemini alır. O zaman, rehin veren, rehin alana
müracaat ederek ödediği bin dirhemi geri alır.
Kuyuya, ikinci bir
hayvan düşer; onun değeri de bin dirhem olursa; onun sahibi, önceki hayvan
sahibinin aldığına ortak olur ve ondan yansını alır. Önceki hayvan sahibi, bu
durumda rehin verene bir şey için. müracaat edemez.
Fakat, o kuyuda, bir
insan telef olursa; o köle, ona bedel verilir. Ve bu durumda rehin veren, rehin
alana müracaat ederek, verdiği bin dirhemini geri alır.
İkinci insan da telef
olunca, ikinci adamın sahipleri, birinci adamın sahiplerinin aldığına ortak
olurlar.
Eğer, o kuyuya, bir
hayvan düşüp, telef olursa; o köle satılır ve bedeli hayvan sahibine verilir.
Sonra da, o kuyuya bir
adam düşer ve ölürse; kanı heder olur.
Fakat, bir adam düşer
Ölürse; o köle, cinayetine karşılık, o ölenin adamlarına verilir.
Sonra da bir hayvan
düşüp, ölürse; o ölen adamın velilerine "ya köle satılsın veya hayvanın
bedelini öde." denilir. Çünkü, bu durumda iki cinayet birden olmuş gibi
olur..
Şayet, ikisi birden
düşerlerse, köle, cinayetin velilerine verilir. Onlar "onu satmak veya
fidyesini vermekte" muhayyerdirler.
Keza, iki köle yola
bir kuyu kazarlar; o kuyuya da rehin olan bir köle düşerse; bu köleler, onun
yerine verilirler.
Sonra da o kuyuya, onu
kazanlardan birisi düşüp, ölürse; bu durumda borcun yarısı bâtıl olur. Onun da
kam heder olur. Çünkü, onların ikisi, önceki kölenin makamındadırlar.
SerihsTnin Mahiyt'nde de böyledir.
Gasbedilip rehin
bırakılan bir köle, yolda bir kuyu kazar; veya yola bir taş bırakır; sonra da
rehin bırakan, borcunu öder; ondan sonra da o kuyuya bir adam düşerse; rehin
bırakana: "Köleni veya fidyesini ver." denir.
Hangisini yaparsa, o
köleyi gasbedene müracaat eder.
Eğer gasbeden müflis
veya gaib ise, bu defa rehin alana müracaat eder.
Eğer rehin, borç kadar
kıymete hâiz ise, fidye, rehin alanın malından olmuş olur.
Bu köleyi alacak
sahibine verdikten sonra, yola koyduğu taş sebe-bfyle bir başkası ölürse; bu
defa da o adama "kölenin yarısını ver veya onbin dirhem fidye ver.*'
denir.
Şayet kuyu kazmayı
rehin alan; taş koymayı da rehin veren veya başka biri emretmişse; ceza
emredene ait olur.
Şayet, rehin veren ve
alan, o köleye, "bir adamı Öldürmesini" emretmişler; köle de o adamı
öldürmüş ve bu köle, Öldürdüğünün yerine verilmişse; onun kıymeti emredene
aittir. Ve o kıymet rehindir. Keza, köleyi, rehin veren veya alan, biri,
diğerinin izni ile, hayvanları sulamaya yollar; bu köle de, bir cinayet
işlerse; onu gönderen, köleyi def için müahaza olunur. Hizânefü'l-EkmeTde de
böyledir.
Kendi kıymeti bin
dirhem olan bir köle, bin dirheme karşılık rehin bırakılır; o da yolda bir
kuyu kazar ve ona bir köle düşüp, iki gözü kör olursa; bu durumda, o kölenin
yerine, kuyuyu kazan köle verilir; veya, bedeli fidye edilir.
Fidyenin tamamı rehin
alanın üzerinedir. Fidyeyi verince, rehin yine aslı üzerine rehindir.
Rehin alan» o kör olan
köleyi alır. O kör köle» rehin alanın verdiğine karşılıktır.
Eğer rehin olan
köleyi, cinayete karşılık olarak verir ve kör köleyi de alırsa; işte o kör
köle, bin dirhem alacağına karşılık olarak rehin olmuş olur.
Eğer, o kuyuya başka
biri daha düşerse; o da, kuyuyu kazan köleye ortak olur veya onun efendisi,
fidyesini verir. O kör köle, bir şeyle ona lahık olmaz.
Bir adam diğerine:
"Filanı satarsa; bedeîi benimdir." der; Meb-8Ût*ta da böyledir. Onu
da satıştan Önce rehin olarak verirse; bu caiz olmaz. Hızânetü'l-Miiftin'de de
böyledir.
İki adamın her
birisinin, bir adamda biner dirhem alacakları bulunduğunda; alacaklarına
karşılık o adamdan, bir yeri rehin alıp, onu da teslim aldıktan sonra, rehin
alanlardan birisi: "Bizim, filanda olan malımız bâtıldır. Halbuki, onun
yeri bizdedir." derse; İmâm Ebfi Yâraf (R.A.): "Bu rehin
batıldır." buyurmuştur. İmâm Mahunmed (R;A.) ise: "Rehin bâtıl olmaz;
onun hissesi berat etmiş olur. Rehin, hâli üzere rehindir." buyurmuştur.
Zahîriyye'de de böyleoir.
Değeri bin dirhem olan
bir cariye, bin dirheme rehin bırakılır ve bin dirhem değerinde bir de çocuk
doğurur; o cariyeyi de değeri yüz dirhem olan, başka bir câriye öldürür; o
câriye de, onun yerine, rehin alana verilir; o da, bin dirhem değerinde bir
çocuk doğurur ve sonraki cariyenin bir gözü kör olursa; borcun kırkdörtte biri
sakıt olur.(= düşer). Geri kalan dokuz yüz yetmiş yedi tam ıA (- 977 Ya)
dirhem ödenir. Bir de, bir dirhemin kırkdörtte biri ödenir.
Bunun beyanı: ana bin
dirhem kıymetinde bir çocuk doğurdu ve borç, yarı yarıya taksim edildi. Çünkü
itibar sözleşme zamanmadır ki o zaman cariyenin kıymeti bin dirhemdir. Çocuğun
kıymeti de bin dirhemdir. Başka bir câriye onu öldürdüğü zaman onun değeri de
yüz dirhemdir. O, öldürdüğünün yerine verildi; borç da onun kıymeti kadar baki
kaldı. Çünkü, o öldürdüğünün yerine —et ve kan yönünden— kâim oldu. Sanki,
önceki olmuş oldu. öldüren câriye, bir çocuk doğurduğu zaman katil olan
cariyenin kıymeti olan yüz dirhem, aralarında taksim edildi. Borcun yarısı da
önceki çocuğa ait oldu. Böylece, tamamı yirmi iki sehim oldu. Sonraki cariyenin
kör olmasıyla da, borcun yansı düştü, Bu durumda katlanma sebebiyle, kırkdört
sehim oldu. Yirmi ikisi ikinci çocuğun sehmi; iki sehmi de katil cariyenin
sehmi; kör olması sebebiylede bir sehmi gitti. Böylece, borçtan kırk dört
cüzde birisi gitmiş oldu. Bu İmim Muhammed (R.A.)'e göre böyledir. Klfi'de de
böyledir.
En doğrusunu bilen
AHahu Teâlâ'dır. [25]
Bir adamdaki bir
rehni, iki adam iddia ederler ve onlardan her biri, "rehnin, kendisinin
olduğunu ve bin dirheme karşılık konulduğunu" iddia ederk, onu,
kendilerinden, rehin alanın teslim aldığını" söylerlerse; işte bu mes'ele
iki vecih üzeredir.
Birincisi: Bu da'vâ,
rehin verenin hâl-i hayatında olabilir.
O da üç vecih
üzerinedir:
1-) Rehnin,
iddia edenlerden birinin yanında olması
Bu vecihde, ya
tarihleri yoktur veya tarihleri aynıdır.
Eğer tarihleri var da,
birinin tarihi daha önce ise, onlardan tarihi önce olana hükmedilir. Satın alma
da'vasında olduğu gibi..
2-) Rehnin,
ikisinin de yanında olması.
3-) Rehinin,
rehin verenin yanında olması.
Bu iki vecihte,
birinin tarihi diğerinden önce ise, ona hükmedilir.
Tarihleri yoksa veya
tarihleri aynı ise; kıyâs, rehnin onlardan hiç birine hükmedilmemesidir.
Istihsânda ise,
herbirine yarısı hükmedilir. Biz kuvvetinden nâşi, kıyası alırız.
Ebû Süleyman'da böyle
rivayet etmiştir.
Ebu Hıfe'ın
rivayetinde: "Rehinden bir şeyle onlardan hiç birine hükmedilmez.
Kıyâstada istihsanda da böyledir." denilmiştir.
Âlimler: Ebâ
Süleyman'ın rivayeti esahhtır." buyurmuşlardır. İkincisi: Da'vânın rehin
verenin ölümünden sonra olması. Bu da, —önceki gibi— üç vecih üzredir:
Bütün vecihlerde, eğer
birinin tarihi önce ise, ona hükmedilir. Tarihleri yoksa veya müsâvî ise,
rehin, ya rehin onların yanındadır veya rehin verenin yanındadır.
Kıyâs hiç birine bir
şeyle hükmetmemekdir. İmâm Ebû Yûsnf (R.A.) kıyâsı kabul etmiştir.
îstihsân ise, her
birine yansı verilir
Eğer, rehnin parasında
fazlalık varsa, o fazlalık başka alacaklılara verilir veya rehin verene
verilir.
İstihsanda, İmâm Ebû
Hanîfe (R.A.) ve İmâm Mohammed (R.A.) bunu almıştır. Kitaplarda, bizim
zikreylediğimiz gibidir.
Eğer, ikisi bir
kişiden iddia ederlerse; bu böyledir.
Fakat, ikisi, iki
kişiden rehin iddia ederler ve rehin ellerinde olur; beyyine de ibraz
ederlerse; işte bu mes'ele dört vecih üzredir:
Birinci vecih: Rehin
verenler, gaip olur ve rehin, rehin verenin elinde bulunur.
Bu durumda rehin,
rehin elinde olana hükmedilir. Bununla beraber, tarihi varsa ve tarihi önce
ise bu böyledir.
Eğer rehin verenler
huzurda iseler, rehin harice hükmedilir.
Eğer rehin verenlerden
birisi huzurda diğeri gaip ise, o zaman diğer rehin veren de harice
hükmedilmez. Diğeride hazır olursa; o zaman hükmedilir. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adamın yanında
bulunan bir köleyi, diğer birisi iddia ederek, "onun kendisinin olduğunu
ve onu, gaip birisine bin dirheme karşılık olarak rehin olarak bıraktığını
söyler" onu kendinden o şahsın teslim aldığını" iddia eder; köle
yanında bulunan da: "Bu, benim kölemdir." derse; bu köle iddia edene
hükmedilir. Çünkü, köle elinde olan, kendine hasm edinmiştir.
Zira onlardan her
birisi, bu kölenin kendi mülkü olduğunu iddia ediyor. Bu durumda, da'vaciya
hükmedilince, köle, elinde bulunduğu şahıstan alınıp, adi sahibine veriliir.
Şayet, rehin veren
gaip olur da; rehin alan: "Bu köle filan tarafından, benim yanımda, şuna
karşılık rehindir. Köle elinde olan, onu gas-beyledi. (veya ariyet aldı yahut
benden icarladı) der ve buna göre beyyine de ibraz ederse: İmâm Mohammed (R.A.)
Asi kitab'ında da "Ben, gerçekten o köleyi, ona teslim ederim buyurmuştur.
Şemsü'l-Eimme Serana: şöyle buyurmuştur;
Hâkim, rehinle
hükmeylemez. Çünkü, burda gaibe karşı borç ile hüküm vermek vardır. Onun
husûmeti yoktur. Fakat, köle elinde olana hükmeder. Zira o, gasp veya icâre
yahut ariyet olarak iddia olundu. Onun şahitleri şehâdette bulunurlar da ona
geri vermesine hükmedilir. Bu, köle elinde olunanın dava edilmediği hâle
muhalifdir. Gerçekten köle yanında olan, kendi hasm nasbetmemiştir.
Hassaf'ın Hiyel
kitabında şöyle zikredilmiştir:
Bir adamın yanında bir
rehin bulunur ve râhin de kaybolur ve mür-tehin (= rehin alan) bu rehni, hâkim
tarafından tesbitini murad edip; rehnin kendi yanında olduğuna dair hüküm almak
ve onu tescil ettirmek isterse; buna çâre:
Rehin alan, garip bir
adama, o rehnin, kendi kölesi olduğunu iddia eylemesini söyler ve rehin alan,
o köleyi hâkimin huzuruna çıkarır ve hâkimin yanında, rehin alan, "onun,
kendi yanında rehin olduğunu*' beyyine ile isbat eder; hâkim de, rehnin onun
yanında olduğunu duyar ve onun rehin olduğuna hükmeder. Ve, bu durumda garibin
da'vâsını reddeder.
Eğer, rehin veren gaip
ise, bunu, İmâra Mnhammed (R.A.), Câmİ kitabının da'vâ bölümünde ve Asi
Kitabıo'da bazı yerlerde böylece zikrey-lemiştir. Âlimler bu hususta muhtelif
görüşlere sahiptirler: Bazıları: "Rehin verenin, huzurda olması şarttır.
Kitapta galat oldu." dediler.
Sahih olan, onun hazır
olması şart değildir.
Bazı âlimler de:
"Bu mes'elede, iki rivayet vardır. O rivayetlerin birinde, rehin verenin
gıyabında, bu beyyine kabul edilir." denilmiş; diğerin de ise:
"Hâkim, bu beyyineyi kabul etmez." denilmiştir.
Şemsfi'l-Eimme
Serahsî, Hıyd Kitabının Şerbı'nde şöyle buyurmuştur:
Gerçekten bunun
benzerlerine Sİyer-i Kebir'de cevap verildi ve şöyle buyurdu: "Rehin olan
köle, esir olsa; sonra da ganimet olsa; taksim olmadan da, rehin alan, onu orda
bulsa ve onun filan için rehin olduğunu belgeleyip onu alsa; işte bu, gaibe
karşı rehinle, hüküm olmaz.
Rehin koyan: "Bu
elbiseyi, sana rehin bıraktım", der; bu rehin de, rehin alanın yanında1
duruyor olur ve o: "Bu köleyi, sen rehin bıraktın; ben de teslim
aldım." der ve her ikisi de beyyine ibraz ederlerse; bu durumda rehin
verenin beyyinesi geçerli olur.
Şayet, rehin alan:
"Sen, köleyi ve elbiseyi birlikte rehin verdin; ben de ikisini senden
teslim aldım." der; rehin veren de: 'Hayır, ben ynlnu bu elbiseyi rehin
verdim." derse; bu durumda rehin alanın beycine-.i
geçerlidir.
Rehin veren
beyyinesiyle: "Bu adamın yanına, iki bin dirhem değerinde bir köleyi, bin
dirheme karşı rehin bıraktım." Der; rehin alan da onu inkâr ederse; bu
diurumda rehin alan, kölenin tamamını tazmin eder. ( = Öder)
Kölenin kıymetini
tazmin edince, bin dirhemini alacağına sayar kalanını rehin bırakana öder.
Eğer rehin alan, onu
ikrar eder ve "öldüğünü" iddia ederse: tazminat yoktur. Çünkü, borca
karşı, o fazla olana emin kişidir. Rehin alanda inkâr bulunmazsa taki inkâr
sebebiyle o ziyadeyi tazmin eylesin. Rehni inkâr etmez ve beşyüz dirhem
kıymetinde bir köle getirip: "İşte köle budur." derse; tasdik
edilmez. Çünkü, beyyine ile, kölenin ikibin dirhem değerinde olduğu tesbit
edilmiştir. Halbuki getirdiği köle, bu sıfatı hâiz değildir. Artık yalanı açık
olmuştur. Rehin veren, onu inkâr edince; bu durumda rehin alanın sözü kabul
edilmez.
Bir adamın, diğerinde
bin dirhem alacağı olur ve borçlu da onu kabul eder; alacaklı "onun,
borcuna karşı, bir köleyi rehin bıraktığını" iddia eder; borçlu da, bunu
inkâr ederse; eğer rehin, rehin alanın yanında duruyorsa, hâkim borç sahibinin
beyyinesiyle hükmeder.
Şayet borç sahibi»
alacaklıya karşı, rehin bıraktığını iddia eder; alacaklı da onu inkâr eder; o
rehin de rehni alanın yanında durmakta olursa; bu durumda hâkim, borçlunun
beyyinesi ile rehni hükmeylemez. Kitaba Reh'in rivayeti budur. Şehftdettet Rücû
Kittbtn'nın rivayeti ise: Hâkim hükmeder.
Şayet rehin, rehin
alanın yanında zayi olursa; bu durumda hâkim, borçlunun beyyinesi ile bi'Mttifak
hükmeder. Çünkü, rehin zayi olduktan sonra, rehin alanın onu inkâr etmesi
—rehni fesh ihtimâlinden dolayı— mümkün değildir.
Rehin veren, rehin
alana karşı, rehin verdiğini beyyineler; şahitler de bir şey söylemez ve onu
bilmezlerse; hâkim, rehin alandan, rehni sorar. Onun sözü geçerlidir.
Bu Belh âlimlerine
göre böyledir.
Âlimler bunu şöyle
te'vil etmişlerdir:
Şahitler, rehin alanın
ikrarı üzerine şahitlik ederler ve "Gerçekten rehini ondan teslim
aldı." derler. Fakat şahitler, şehâdette bulunurlar ve o, belirsiz bir şey
rehin bıraktı." derlerse; bu durumda hâkim, onu kabul etmez.
Bir adam, beyyine ile,
zi'1-yed'e, bir elbise emanet bıraktığını söyler; zi*I-yed de beyyinesiyle,
"onu, ondan rehin aldığını" iddia ederse; rehin alanın beyyinesi
geçerli olur.
öyle olunca, önce
emânet koymuş sonra da onu rehin eylemiş gibi olur. Çünkü, rehin emânete karşı
reddedilir. Eğer emânet olursa, o rehin olarak verilmez. Ancak, rehin alanın
rızası ile verilebilir.
Şayet, rehin bırakan
"onu sattığına" dair beyyine ibraz eder; rehin alan da "onun,
rehin olduğuna" dair beyyine ibraz ederse; bu rehin bâtıl olur. Önce rehin
bırakmış sonra da onu satmış olur. Çünkü, bu rehni satış olur. Zehıyre'de de
böyledir.
Rehin veren, rehni
iddia ederek, beyyine ibraz eder; rehin alanda "onun, bağış
olduğunu" iddia ederek, beyyine ibraz ederse; bu durumda;
"bağış"... diyenin beyyinesi kabul edilir.
Bir adam, bir şeyi
"satın aldığını ve teslim aldığını" iddia eder; diğeri de "rehin
olarak aldığını" iddia eder ve her birisi de beyyine ibraz ederler ve o
şey de rehin verenin yanında olursa; "satın aldım.'" diyenin
beyyinesi geçerlidir.
Ancak, daha önce rehin
olduğu bilinirse; o müstesnadır.
Şayet, o şey rehin
alanın yanında olursa; o, rehin olur. Ancak, satın alan, "satın aldığını"
isbat ederse; o müstesnadır.
Eğer rehin verenin
elinde olur da, rehin alan "onun rehin olduğunu" iddia eder; diğeri
de "sadaka olduğunu" iddia eder; ve her birini de beyyine ibraz
ederse; rehin sahibi, daha haklı olur. Ancak diğeri beyyinesiyle onu hîbe ve
sadaka hükmü ile aldığını isbat ederse; o zaman rehin olur. Mebsât'ta da
böyledir.
Kendisine emânet
bırakılan şahıs veya bir müdârip, malın zayi olduğunu iddia ederler; mal sahibi
de onların zayi ettiğini iddia ederler ve bu hususta sulh yaparlar ve borçlu,
rehin verir; o rehin de zayi olursa; rehin alan, onu tazmin etmez. Bu, İmâm
Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre böyledir.
Diğer bir kavline göre
ise, tazmin eder.
İmâm Muhammet! (R.A.)
de bu görüştedir. Tatarhâniyye'de de böyledir.
Bir adam, diğerinden
emaneten bir elbise aldıktan sonra, onu rehin bırakır; o da rehin olmadan önce
(yâni rehin alan, onu teslim almadan önce) zayi olursa; işte o, rehin hükmünde
değildir.
Eğer rehin bırakan,
"onun, rehin olduğunu" beyyineler ve o bundan sonra zayi olursa;
rehin alan da "onun, kendi yanında, emânet olarak zayii olduğunu"
isbat ederse; işte bu takdirde, rehin verenin beyyinesi kabul edilir. Çünkü, b
borcu ifâyı isbat ediyor. Mebsût'ta da böyledir.
Rehin veren iki kişi
olur ve rehin alan, onlara karşı rehni iddia ederek, onlardan birine karşı,
onun rehin bıraktığı hususunda beyyine ibraz eder ve "o, rehin bıraktı;
kendisi de aldı; eşya ikisinindir." der; onlar da bunu inkâr ederlerse; bu
durumda, rehni iddia eden, üzerine beyyinesi olmayana, yemin verir.
Eğer o yemin etmez
ise, ikisine karşı da iki muhtelif sebeble; rehin sabit olur, yemin etmeyene,
yeminden kaçınması sebebiyle diğerine de beyyinesi sebebiyle..
Eğer yemin ederse,
onun hakkında rehin sabit olmaz. Diğerinin his-sesiyle rehin hükmedilmez. Şayet
biz, onunla hükmeylesek, elbette rehni muşa olarak hükmederiz. Muhıyt'te de
böyledir.
Eğer rehin veren, bir
kişi olur da, rehin alan iki kişi olur ve onlardan birisi: " Ben ve
arkadaşım, bu elbiseyi, senden yüz dirheme karşı rehin aldık." diyerek,
beyyine de ibraz eder; diğer arkadaşı da bunu inkâr ederek: "Sen, onu
rehin bırakmadın" der; Rehin veren de rehni inkâr ederse; bu durumda
rehin, rehin verene geri verilir.
İmâm EbÛ Yûsuf
(R.A.)'un kavli budur.
İmâm Muhammed (R.A.):
"Ben, onu rehin oUrak hükmederim." ve onu, beyyinesi olan "ve
elinde olan mürtehine ait kılarım" demiştir.
Rehin ona hükmolunca,
o da rehni alır.
Eğer rehin zayi olursa
beyyinesi olanın hissesi gider; diğerinin hissesi, bi'Mttifak sabit kalır.
Çünkü o, inkârı sebebiyle şahitleri yalanlamıştır. Mebsût'ta da böyledir.
Bir kimse, borcuna
karşılık, rehin bırakmak için bir adamdan ariyet alır ve onu teslim alıp, rehin
olarak bırakır; sonra da elbise sahibi, rehin alanla ihtilaf ederler ve elbise
sahibi: "Elbise borç ödenmeden önce zayi oldu." der; rehin alan da:
"Borç ödendikten sonra zayi oldu." derse; —yeminle birlikte— rehin
verenin söylediği söz geçerli olur.
Keza, rehin veren:
"Rehin, ben onu rehin vermeden önce zayi oldu." der; elbise sahibide
"Sen rehin verdikten sonra my' oldu." derse bu durumda —yemin ile
birlikte— rehin verenin sözü geçerli olur.
Eğer beyyine ibraz
ederlerse» elbise sahibinin beyyinesi geçerli olur.
Eğer elbise, rehin
alanın yanında zayi olur ve sonra da rehin veren rehin alan ve elbise sahibi,
elbisenin değeri hakkında ihtilafa düşerlerse; rehin alanın sözü geçerli olur.
Şayet elbise sahibi
ile rehin veren ihtilaf ederler ve elbise sahibi: "Sen, onu beş dirheme
karşılık rehin koyduğunu, söyledin."der; rehin veren de: "Sen, bana
onu on dirheme karşılık rehin koymamı söyledin.*' derse; bu dururnda elbise
sahibinin sözü geçerli olur.
Eğer her ikisi de
beyyine getirirlerse; rehin verenin beyyinesi tercih edilir. Ve, onun bedelini
tazmin etmekten beri olur.
İki şahitten birisi,
"yüz dirhem karşılığında rehin olduğuna" şahitlik eder; diğeri de
"ikiyüz dirheme karşılık rehin olduğuna" şahitlik ederse; İmâm Ebû
Hanife (R.A.)'ye göre, ikisinin de şahitlikleri bâtıldır; asla rehin olarak
hükmedilmez.
Imâmeyn'e göre ise,
yüz dirheme karşılık rehin olarak hükmedilir.
Eğer, birisi "yüz";
diğeri de "elli dirhem karşılığında rehin konulduğuna" şahitlik
yaparlar; rehin alan da "yüz dirheme karşılık" diye iddia ederse;
ikisinin de şahitlikleri kabul edilmez.
Eğer, rehin alan
"elli dirheme karşılık rehin bırakıldığını" iddia ederse; işte o zaman,
şahitlikleri kabul edilir ve yüz dirheme karşı rehin olduğuna hükmedilir. Bu
bütün âlimlerimize göre böyledir. Miihıyt'te de böyledir.
Allahu Teâlâ, her
türlü noksanlıklardan münezzehtir. Ve, her türlü kemâl sıfatları ile
muttasıfur. Dönüş O'nadır; varılacak O'dur. [26]
[1] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 12/333-334.
[2] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 12/335-337.
[3] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 12/337-338.
[4] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 12/338-339.
[5] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 12/339.
[6] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 12/340.
[7] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 12/340-341.
[8] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 12/341-344.
[9] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 12/344-350.
[10] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 12/350-355.
[11] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 12/356-369.
[12] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 12/369-371.
[13] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 12/372-386.
[14] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 12/387-389.
[15] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 12/390-391.
[16] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 12/392-394.
[17] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 12/394-396.
[18] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 12/397-400.
[19] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 12/401-411.
[20] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 12/412-417.
[21] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 12/418-422.
[22] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 12/423.
[23] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 12/423-426.
[24] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 12/426-430.
[25] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 12/430-445.
[26] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 12/446-453.