1- ŞEHÂDETİN TARİFİ, RÜKNÜ, EDASININ SEBEBİ, HÜKMÜ,
ŞARTLARI VE KISIMLARI ŞEHÂDETİN TARİFİ
2- ŞAHİDLERİN SORUMLULUĞU, ŞAHİDLİĞİN EDASININ HADDİ VE
ŞAHİTLİKTEN KAÇINMA
3- ŞAHİTLİK YAPMANIN ŞEKLİ VE ŞAHİDLERÎN DİNLENİLMESİ
4- ŞEHADETİ KABUL EDİLEN VE KABUL EDİLMEYEN KİMSELER
1- Şehadette Ehliyeti Olmadığı İçin Şehadeti Kabul
Edilmeyen Kimseler
2- Fışkı Sebebiyle Şehadeti Kabul Edilmeyen Kimseler
3- İtham Edilmesinden Veya Tenakuzun Lüzumundan Yahut
Hükmü Bozma Gereğinden Dolayı Şehadeti
5- ŞEHADETTE HUDUTLARA MÜTEALLİK MES'ELELER
7- DÂVA VE ŞEHÂDET ARASINDAKİ İHTİLÂF VE TENAKUZ
1- Müddeâ Bih'in Borç Olması Hâli
2- Müddeâ Bih'în
Mülk Olması Hâli
3- Müddeâ Bih'in Akd Veya Mülk Sebeblerinden Biri Olması
8- İKİ ŞAHİT ARASINDAKİ GÖRÜŞ AYRILIĞI
9- NEFY ÜZERİNE
ŞEKADET VE BEYYİNELERDEN BİR KISMKNIN DİĞERİNİ ORTADAN KALDIRMASI
11- ŞEHADET ÜZERİNE YAPILAN ŞEHADET
Şehadet: Bir kimsenin,
bir şahısta bulunan hakkını almak için, şehadet lafzıyle, hakimin huzurunda ve
hasmın muvacehesinde vaki olan,
doğru ihbarıdır. (-
haber vermesidir.) Fethu'l-Kadîr'de de böyledir.
Bir kimsenin: "Bu
davacının, bu müddeâ aleyhde, karz cihetinden,
şu kadar alacağı olduğuna şehadet ederim." demesi gibi...
Böyle bir ihbarda bulunan
şahsa, şahid; lehine şehadet edilen şahsa meşhudun leh; aleyhine şehadet edilen
şahsa meşhudun aleyh; şehadet edilen hususa da, meşhudun bin denilir. [1]
Başkasına ait olup,
iddia edilen bir hakkı, bir hadiseyi, hakimin huzurunda haber
vermekten ibaret olan
şehadetin rüknü, şahidin —yemin etmeksizin:—:
"...şehadet ederim." demesidir. Tebyîn'de de böyledir. [2]
Şehadetin edasının
sebebi, ya şâhidden, iddia sahibinin şehadet ( = şahitlik) yapmasını istemesi
veya iddia sahibi (= müddeî) bilmiyorsa, onun hakkının zayi olmasından
korkularak şahitlik yapılmasıdır. [3]
Şehadetin hükmü:
Hakimin hükmünün, şehadet gereğince vücubudur. înâye'de de böyledir. [4]
Şehadetin şartları iki
nevidir:
1)
Tahammül-ü Şehadetin Şartları
2) Edayi
Şehadetin Şartlan. [5]
Tahammülü Şehadet: Bir
kimsenin, kendisinden, şehadet etmesi istenilecek hususu ihata etmesi, bu
hususa, şahadeti eda ederken vakıf olması demektir.
Tehammül-ü Şehadettin
şartları şunlardır:
1) Şahidin, şehadeti eda edeceği sırada akıllı
olması. Mecmûnun, sabinin, akılsızın şehadeti sahih değildir.
2) Şahidin,
hadiseyi görmesi. Körün şehadeti makbul değildir.
3) Şahidin, hadiseyi gözleriyle görmesi ve
bizzat kendisinin seyretmesi.
Başkasının haber
vermesiyle, bir husus hakkında şahitlik yapılmaz. Ancak, belirli bir eşya
hakkında insanlardan duymak suretiyle şahitlik yapılabilir.
Şahitlik yapmakta
biilûğ, hürriyet, islamiyyet ve adalet şart kılınmamıştır.
Meselâ: Hadise zamanı
akıllı olan sabinin, şehadet zamanı bulûğa ermiş olmasiyle; kölenin azad
ediliş; kafirin müslüman olması ve fasıkın tevbe etmesiyle; hakimin huzurundaki
şehadetleri makbul olur. Bahru'r-Râık'ta da böyledir. [6]
Bir kimsenin, muttali
olduğu şey hakkında, mahkemede, bi'1-fiil şehadette bulunması için şu şartlar
vardır:
Şahidin,
1) Akıllı
2) Bulûğa
erişmiş
3) Hür
4) Gözü
görür
5) Dili
konuşur olması;
6) Kendisine
hadd-i kazf uygulanmış (= İffetli bir kadına, zina iftirasında bulunmuş
olmasından dolayı, kendisine
had cezası tatbik edilmiş) olmaması da, bize göre
şarttır.
7) Şahid,
şehadetinİ Allah rızası için yapmalıdır.
Nefsi için, bir
karşılık alan kimsenin şehadeti makbul değildir. Bir kimsenin,
borcundan kurtulmak için
şahitlik yapması da makbul değildir.
8) Müddeî'nin müddea aleyh üzerine şahitlik
yapması makbul olmadıği gibi, bunun aksi de makbul değildir.
9) Meşhudun
bih (= kendisine şehadet edilen şey) ödendiği zaman, onun ödendiğini bilmek ve
bunu söylemek de,' İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, lazımdır.
İmâmeyn'e göre ise,
meşhudun bih'i son durumunda bilmek şart değildir. Bedâi"de de böyledir.
Şahidin adaleti.,
şehadetinin hakimin huzurunda kabulünün şartıldır; şehadetinin cevazının şartı
değildir. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.
İmâm-ı A'zam Ebû
Hanîfe (R.A.)'ye göre, şahidin adil olması şart;i zahirdir.
Hakikaten, şehadet
sırasında, şahidlerin adalet ve tezkiye bakimından durumlarını araştırmak şart
değildir.
İmâmeyn'e göre ise, bu
şarttır.
Günümüzde fetva,
îmâmeyn'in kavline göredir. KâfTde de böyledir. [7]
Şehadette adaletin
açıklanması hususunda, söylenilen sözlerin en güzep, İmâm Ebû Yûsuf i;R.A.)'un
kavlidir.
'imâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'a göre, adâlet-i şühûd (= Şahidlerin adil olmalsı): Şehadette bulunıacak
kimselerin, kebâir'den (= büyük günah-lardajn) müctenip (= kalınan sakınan),
sağîrelere de (= küçük günahlara) jda, gayr-ı mısır (= iisrar edici olmayan)
bulunmasıdır.
Âdil şahid, iyi hali ç
ok olan şahiiddir. Âdil şahid, isabeti hatasından çok; hasenatı seyyiâtına
galip olan şahiddir. Nihâye'de de böyledir. [8]
Kebâir'in (= büyük
günahların) açıklanması hususunda ihtilaf edilmiştir.
Bunların içinde, en
sahih olan izah, Şeyhu'1-İmâm Şemsü'l-Eimme Halvânî'nin izahıdır. Halvâni'ye
göre kebâir: Müslümanlar arasında, şen'î (= çirkin, kötü) görülen ve Allahu
Teâlâ'nın din de.haram kıldığı şeylerdir. Yani, bunlar büyük günahlar
cümlesindendir.
Keza, mürüvveti ve
keremi terketmek de, büyük günahlardandır.
Keza, günahlara ve
facirliğe yardım etmek ve insanin bunlara teşvik etmek de, büyük
günahlardandır.
Bunların dışında kalan
günahlar ise, sağîredir. (= küçük günahtır.) Muhıyt'te de böyledir. [9]
10) Şehadetin
edasının şartlarından biri de., müddeî (= iddia eden) veya onun naibi (=
vekili) tarafından açılan, kul hakkı ile ilgili davalarda, şahidin
şehadetten vaz geçmemesidir. Bu
gibi durumlarda, şahitlik yapmak
istememek vebaldir.
11) Davanın
muvafık ve nisâb-ı şehadetin tam olması da gerekir
12)
Şahidlerin görüş birliğinde olmaları da gerekir.
13) Şahidler
erkek olmalıdır.
14) Hadler hususundaki şahidler, behemahal erkek
olmalıdır; Bu, meşhudun aleyh'in (=
üzerine şahidlik yapılan kimsenin) müslpman olması halinde böyledir,
15) Hadler
hususunda yapılan şeh adeti erde, zamanıngeçmemdisi de gerekir.
Bütün hadlerde
böyledir. Ancak, kazf haddinde bu şart yoktur.
Hadd-i kazfin
üzerinden, uzun bir süre geçmiş olsa bile, bu hujsusta şehadette
bulunabilir.
İkrar, bunun
hilafmadır.
Bu durum, Kitâbü'I-Hudud'un
Kısas ve Hadlerde Şehadette Aslolan Şeyier Babında bildirilmiştir,
Bedâi"de de böyledir,
16) Şehadet
üzerine şehadette, şahitlerin hazır bulunmaları şarttır. Bahru'r-Râık'ta da
böyledir. .
17) Meşhûüün
bih'in (-> üzerine şahidlik y;apılan şeyin) ma'Iüim ( =belli, bilinen) bir
şey olması da şarttır.
Meşhudun bih, meçhul
olursa, yapılan şahitlik kabul edilmez.
Çünkü, hakimin verdiği
hükmün sıhhatli olabilmesi için, neyin üzerine şahitlik yapıldığını bilmesi
şarttır. Şayet hakim bunu bilmiyorsa, hüküm vermesi mümkün olmaz.
Bundan dolayıdır ki,
iki kişi, hakimin huzurunda şahitlik, yaparak: "Filan, şu ölüye varistir;
o ölümün başka varisi de yoktur." deseler; bunların şahitlikleri kabul
edilmez. Çünkü bunlar, meçhule şehadef etmiş olmaktadırlar. Burada, onlar,
verasetin sebebini bilmemektedirler. [10]
Şehadetin kısımları
şunlardır:
1) Zinâ'ya
şehadet:
Zinaya şehadette, dört
erkek şahide itibar edilir.
2) Diğer
Hadler üzerine şehadet: Kısas ve diğerleri gibi... Bunlardan iki erkek şahid
kafi gelir.
Bu iki bölümde,
kadınların şehadetleri kabul edilmez. Hidâye'de de böyledir.
3) Doğum,
bekâret ve kadınların kusurları hususunda şehadet:
Bu gibi hususlarda
müslüman hür ve adalet sahibi bir kadının şehadeti kabul edilir. Bu durumlarda,
iki kadının şahitlik yapması, ihtiyata daha uygundur. Fethu'l-Kadîr'de de
böyledir. [11]
Şehadette lafız şart
mıdır?
Belh ve Buhara
alimleri: "Şehadette lafız (= konuşma) şarttır." demişler; Irak
alimleri ise: "...şart değildir." demişlerdir. Muhıyt'te de böyledir.
Kudûri: "İtimad öncekileredir. Fetva
da onlara göredir." buyurmuştur.
Bir kimse:
"Birden bire gözüm ilişti." diyerek şahidlik yaparsa; bu durumda, bu
şahsın adil olması halinde, şehadeti makbuldür ve bu şahid şehadetten men
edilmez. Mebsût'ta da böyledir.
Şehadette adedin şart
olmadığı yerlerde, erkeğin şehadeti daha sahihtir. Çünkü, eikeğin şehadeti,
kadının şehadetinden daha kuvvetlidir.
Meşhudun bih'e bir
kadın veya bir erkeğin şehadetinin kafi geldiği hallerde, erkeğin şehadeti daha
evladır. Nihâye'de de böyledir.
4) Kısas ve
hadlerin dışında kalan ve erkeklerin muttali olabilecekleri şeyler hakkında
şahidlik yapmak:
Bu gibi yerlerde, iki
erkek veya bir erkekle iki kadının şehadetleri kafi gelir.
Bu durumda, şehadette
bulunulan dava; ister mal davası olsun; isterse, nikah, talak, ıtak, vekalet,
vesayet ve benzeri —malla ilgili olmayan— davalar olsun, farketmez. Tebyîn'de
de köyledir.
Ukubetin kemali için,
ihsan (= iffetli olma) üzerinde durulmuş ve ıhsan'ın sübut bulması için, bir
erkekle, iki kadının şehadeti şart görülmüştür.
Bu, bize göredir.
Muhıyt'te de böyledir. En doğrusunu, ancak Allahu Teâlâ bilir. [12]
Bir kimsenin, şehadeti
kabul etmekten kaçınmasında bir beis yoktur.
Bunu, Ayn Babında,
Kerâhiyat hususunda zikrettik.
Bir kimse, başka bir
şahsı şahit göstermek ister veya bu kimsenin bir akde şahit olmasını talep
eder; o şahıs da, buna razı olmazsa, talibin başka bir şahit bulabilmesi
halinde, o şahsın şehadeti kabul etmemesi caizdir; durum böyle değilse, bu
şahsın şahitlikten kaçınmasına ruhsat yoktur. Zehıyre'de de böyledir.
Bu, şahidin adil olup
olmadığını öğrenmek için yapılan işe göredir.
Bir kimseden,
"şahidlik yapacak kimsenin, adalet durumu" sorulduğunda, o kimseden
başka, bu şahidin adaletini bildirecek bir kimse yoksa, onun cevap vermemesine
ruhsat yoktur. Çünkü, o kimse öyle yapınca hakkın ibtaline sebep olmuş olur.
Cevap verecek başka bir kimse bulunması halinde, o şahıs cevap vermeyebilir.
Muhıyt'te de böyledir.
iddia sahibi istediği
halde, şahit, şahitliği edadan sarf-ı nazar ederse; (yani şehadeti gizlerse)
günahkar olur. Bu şahsın, bu durumda şehadette bulunması lazımdır.
Şahitliğin lazım
gelmesi şahidin ancak, ve ancak, kendisinin şahitliğini, hakimin kabul
edeceğini bilmesi ve hakkın yerine getirilmesini, hakimin bu şahitliğe göre
tayin etmesi halindedir
Eğer bu şahıs,
hakimin, kendisinin şahitliğini kabuletmiyeceğini Jbilir veya bir toplum içinde
bulunur da,- başkalarının şehadetleriyle de, hak yerini bulacak olursa, o
zaman, şahitlik yapmamakla günahkar olmaz.
Şayet, —başkasının
şehadetiyle değil de ancak, kendisinin şehade-tfyje hükmedilecekse bu şahıs,
şahitlik yapmamakla günahkar olur. Tebyîn'de de böyledir.
Eğer, bu şahitten
başka birisi daha, sür'atle şahitlik yapmak isterse, bu şahsın o şahidin
şehadetini edadan men hakkı yoktur. Kerderfnin Vecizi'nde de böyledir.
Eğer şahidin bulunduğu
yer, hakimin- olduğu yere uzak olursa; (Şöyleki: Gidip, şahitlik yapıp da,
akşama evine yetişemeyecelç kadar' uzaklıkta bulunursa) alimler: "Bu şahıs
şahitlik yapmaya gitmese de günahkar olmaz." demişlerdir. Tebyîn'de de
böyledir.
Bir davalının
şahidinin, adil olmayan bir hakimin huzurunda, —adil bir hakimin huzuruna
çıkana kadar— hilafı hakikat söylerse, buna ruhsat vardır.
Hadlerle şehadet
hususunda, şahitler muhayyerdir. İsterse, gizlerler; isterlerse,
açıklarlarlar. Gizlemek daha efdaldir.Ancak bu şehadet mala dair ve hırsızlıkla
ilgili olursa, bu durumda şahit: "Çaldı." demez; "aldı.'' der.
Hidâye'de de böyledir.
Tahammül-ü Şehadet,
iki nevidir:
Birincisi: Satışı
ikrar gibi, şahitsiz ve kendi nefsine hükmün sübû-tudur. Hakim, ona göre
hükmeder.
Gasb (= zoraki almak),
kati (= adam öldürmek), gibi...
Bu durumda şahit,
satıcının ikrarını duyduğu; zoraki alanın, aldığını ve öldüreni öldürdüğünü
gördüğünde, onun şehadet yapmasına ruhsat vardır. Ve bu şahit: "Ben, onun
sattığına şahidim.'* der. Yalan söylememek için: "Beni şahit tut."
demez.
İkinci Nevi: Binefsihî
şehadetiyle hüküm olunmayandır.
Şahid bir şey işittiği
zaman, onunla şehadet etmesi ve ona göre hüküm verilmesi caiz olmaz. Ancak,
şahidin aracı olmaksızın, bizzat kendi şehadeti gerekir. Kâfi'd e de böyledir.
Bir kimse, perde
arkasından bir şey işitmiş olsa; onun şehadetine ruhsat yoktur. Çünkü, o
işittiği ses, bir başkasının olabilir. Zira ses, sese benzer. Ancak, perde
arkasında tek bir kişi bulunur; şahit de oraya girer, ondan başka hiç kimseyi
bulamazsa; "orada duyduğu ikrar" makbul olur.
Hakimin bu şahidin
kendiliğinden tefsir (açıklama) yapması halinde; onu kabul etmemesi uygun olur.
Tebyîn'de de böyledir.
Alimler, örtülü (=*
ytfzü perdeli) kadına karşı yapılacak şehadette ihtilaf etmişlerdir. Bazı
alimler:"Yüzünü görmedikçe, bu durumdaki bir kadına karşı yapılan şehadet,
sahih olmaz." demişler; bazıları ise: "Eğer tanıyorsa, şahidin ona
göre şehadeti sahih olur." demişlerdir.
Bu nikahlı (= yüzü
örtülü) kadını, bir kişinin tanıması kafidir. Tanıyan iki kişi olursa, bu daha
ihtiyatlı olur.
Hâher-Zade, bu görüşe
meyletmiştir.
İmâm Şemsü'l-İslam
el-Evzecendi ve Şeyfifu'f-înıâm Zahîrüddin ise önceki kavle meyletmişlerdir.
Bize göre, şehadetin
kabulünde, bu kadının yüzünün tanınması ve ona bakılması caizdir.
Bundan sonra, İmâmeyn'in
kavline göre, eğer iki adil kişi: "O kadın, fîlane idi. "derlerse; bu
kafi gelir.
İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre ise, nesebi; üzerine, cemaat tarafından ismi söylenmezse, helal
olmaz. Fakat, bir cemaat adını söylerse yalan tasavvur edilmez; o tevehhüm
kalkar. Zahîriyye'de de böyledir.
Fakıyh Ebû Bekir
el-İskaf (R.A.), İmâmeyn'in kavliyle fetva vermiştir.
Bu aynı zamanda,
Necmüddin en-Nesefî'nin de ihtiyarıdır. Fetva (la buna göredir.'
İki adil kişi, o
kadının adını bilir nesebini tanırsa; onların şehadette bulunmaları uygun
olur.
Bunların, hakimin
yanında, o kadına ismiyle, nesebiyle hitap etnie-leri bila hilaf (= ihtilafsız
olarak) caizdir. Muhiyt'te de böyledir.
Ebû'I-Leys şöyle
buyurmuştur: Duvar arkasında bulunan bir kadın, şahitlerin şehadetini ikrar
ederse; onun ikrarını işiten şahsın ikrarı, şehadet olmaz. Ancak, onu şahsen
görmesi gerekir. Ö takdirde, onun ikrarına şehadeti caiz olur. Şahsım görmesi,
yüzünü görmesi demek değildir. Zehiyre'de de böyledir.
Şayet bu kadm, yüzünü
açar ve: "Ben füane kızı filaneyim." derse, onu şahitlerin tanımasına
ihtiyaç kalmaz. Eğer ölür ve yüzü belli olmazsa, iki şahitte "gerçekten, o
filan kızı filanedir." derlerse, bu şekilde şehadette bulunmaları onlara
helal olmaz.
Fakat, onların:
"O, bir kadındı. Şöyle şöyle söyledi.*' diye şehadette bulunmaları caiz
olur.
Veya: "Onun,
filan kızı filana olduğuna dair, yanımızda iki şahit vardı." demeleri caiz
olur. Muhıyt'te de böyledir.
îki kişi, bir kadın
hakkında, şahitlik yaparlar ve adını, nesebini söylerler, bu kadın da huzurda
bulunur; hakim, şahitlere: "Siz, iddia olunan kadını, tanıyor
musunuz?" deyince, onlar: Hayır derlerse şeha-detleri kabul edilmez. Şayet
kadının "Biz, kadını adını ve nesebini tanıyoruz. Fakat bu kadın mıdır,
bizzat onu bilmiyofuz." derlerse; şehadet-leri, o isminin, nesebini
söyledikleri kadın hakkında sahih olur. îddia eden kadın, "ismi ve nesebi
söylenen kadın, işte budur." diye şahit dinletirse; mes'ele kalmaz.
Muhıyt'te de böyledir.
Ve dahi şahitliği
salih olmayan kimsenin tarifi de, kadının lehine veya aleyhine olsa, sahih
olur.
Bazı alimler:
"Eğer şahitliği salih değilse, tarifi de sahih olmaz."
buyurmuşlardır.
Necmiiddin en-Nesefî
önceki kavli seçmiştir. Füsulü'I-Imâdiyye'de de böyledir.
İmâm Ahmed (R.A.)'den
soruldu:
—îki kişinin yanında
yaptığını ikrar eden kendisinin cariyeliğinin kaldırıldığını" söyleyen bir
kadında, azad edilmişlik alameti görülmez,ve bu iki kişi tanımadıkları halde
buna şahitlik yapabilirler mi?
İmam şu cevabı verdi:
"—Hayır;
yapamazlar."
Bu şahitler, o kadın
azad edilinceye kadar, onun yanından ayrıl-mazlarsa, o zaman, şahitlik
yapmalarına ve azad edildiğini söylemelerine, ruhsat vardır. Tatarhâniyye'de
de böyledir.
Bir kimsenin,
diğerinde hakkı bulunur; o şahıs da, bunu gizli yerde ikrar ettiği halde,
herkesin içinde inkar eder; hak sahirii hakkını almaya yol bulmazsa, buna şu
çare vardır:
Bu şahıs adil olan
kişilerden bir topluluğu evinin bir yerine gizler; sonra da, o adamı huzura
alarak, hakkını talep eder; o da, orada bunu kabul edip, ikrar eder ve şahitler
de. açığa çıkarlarsa, bu şahitlerin duyduklarına şehadet etmeleri helal olur.
Bu, bizim alimlerimize göre böyledir. Çünkü, bilgi hasıl olmuştur. Bazıları
ise; "Bu helâl olmaz. Çünkü, burada hile ve kandırma vardır."
demişlerdir.
Fakat, doğru olanı
bunun caiz olmasıdır.
Şahitler, onun yüzünü
görünce, diyecek kalmaz.
Eğer yüzünü görmez de,
sesini duyarlarsa, şahitlikleri helal olmaz.
Bunlar, şahitlik yapar
ve hakim için açıklamada bulunurlarsa, şehadetleri kabul edilmez. Ancak, bilgi
ile, onu ikna ederlerse, bu müstesnadır. SerahsTnin Muhıyü'nde böyledir.
Bir mülkün, sahibi
tarafından hududu belirtilir ve bir kimseye nisbet edilirse; o adam, simaca
tamnmasa ve nesebi de bilinmese bile esahh
olan, bu hususta şahitlerin
şehadeti, kabul edilir. Hızânetü'l-Müftîn'de
de böyledir.
Mülk ve sahibi
bilinmez, fakat, insanlardan duyulur; durumu bilenler de: "Filan oğlu
filan, filan köyde, şu şu hududu olan yerin sahibidir." derlerse, bu
durumda o mülk için şehadet helal olmaz. Sahibi açıklamış olur ve bir adam,
"apaçık tanıyor ve onun köydeki tarlasını biliyor; yalnız, bizzat hangi
tarla olduğunu tanımıyor" olursa; işte bu şahsın şahitliğine de ruhsat
yoktur.
Eğer, bir şahide, o
mülkün sahibi, mülkü tanıtır ve bu şahit, mülk sahibinin yüzünü, ismini,
nesebini tanır ve mülküinde hududunu gösterir ve mülk sahibinin elinde tasarruf
eylediğini de iddia eder ve kalbi de buna mutamin olursa, o zaman, bu şahidin,
o mülk için şahitlik yapması helal olur. Muhıyt'te de böyledir.
Müntekâ'da şöyle
zikredilmiştir: Bir kimse, birisinin elinde bir eşya veya ev görüp, kalbinden
de "bu bunundur." diye geçtikten sonra, o şeyi bir başkasının elinde
görse; bunun önceki şahsın olduğuna dair şehadette bulunmasına ruhsat vardır.
Bu şahıs, önceki için
şahitlik yapmak isteyince, onun yanından, ondan daha adil ikisi: "Bu eşya
veya ev, bu gün için, bu adamın elinde emanettir." derse; artık o adam
için, şehadete ihtiyaç yoktur.
Şayet böyle söyleyen
bir kişi ise, kalbinden de onun doğru söylediği geçse işte bu, cami i sağîr'de
zikredilmiştir. Sahih olan, Münteka'da da böyledir.
Keza, açıkta yapılan
her işe, (ölüm gibi, nikah gibi, neseb gibi) duygu ile şehadet caizdir. Eğer,
şahidin kalbinde, duyduğu haberin hak ve doğruluğuna dair bir duygu bulunur ve
yanında adalet sahibi iki kişi konuşmuş olursa, bu böyledir.
Eğer kalbine, böyle
bir duygu gelmezse; o zaman, sana şahitlik yapma ruhsatı yoktur. Yalnız, o
dinlediğin kimselerin yalan söylediklerine kani isen, şahitlik yapamazsın.
Eğer onu, (yapılan işi) yanında adil bir kişi söylerse; ve o kişinin doğruluğu
hâdisenin de vukuu kalbine düşerse, yine amir şahitlik yapmanda, ruhsat vardır.
Fetâvâyi Kâdîhânda da böyledir.
Uygun olan, el
muayenesiyle elde edilen bir bilgiyle yapılan şeha-deti reddetmektir. Kâfî'de
de böyledir.
Kâdî'İ-lmâm şöyle
buyurmuştur:
Bîr kimse, bir şahsı
elinde bulunan bir şeyi tasarruf ediyor görür, bu durumda insanlarda, "bu,
bunun malıdır." dedikleri halde, onu gören şahsın kalbine, "bu,
başkasının malıdır." diye bir duygu düşer ve: "Bu adam, asıl mal
sahibinin namına tasarrufatta bulunuyor." derse; bu şahsın: "mülk
onundur." (yani elinde olanındır.) diye şahitlik yapması helal olmaz.
Alimlerimizin çoğu,
buna göre fetva vermişlerdir. Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimsenin
hizmetinde, bir köle ile bir carinin bulunduğu jgörülür ve bir kimse, bunların
köleliklerini bilirse, bunu bilen kimsenin, "onların, o şahsın mülkü
olduğuna" şahitlik etmesi caizdir.
Onların, küçük veya
büyük olmaları müsavidir.
Eğer o şahıs, bunların
köle olduklarını bilmiyorsa; onlar da küçük iseler, ilann nefislerinden,
nitelikleri sorulmaz. Eğer büyük iseler; onlardan sorulurlar. Onların
akıllı—sabi olup olmamaları müsavidir. Onların aleyhlerine ve lehlerine şehadet
helal olmaz. Fethû'l-Kadîr'de de böyledir.
Vâkiat'ta şöyle
zikredilmiştir:
Şahidler "bu
evin, iddia sahibinin olduğunu bildikleri halde, iki £ahid'de bunların yanında
"iddia sahibinin, bu evi sattığına" şahitlik yaparlar ve: "Ev,
elinde bulunanındır." derlerse, İmâm Muhammed (R.A.): önceki sabitler,
bildiklerine şahitlik yaparlar. Sonrakilerden duyduklarına iltifat
etmezler." buyurmuştur. Muhıyt'te de böyledir.
Natıfî şöyle
buyurmuştur:
îki adam, bir kişinin,
nikahına veya bir şey sattığına veya bir adamı öldürdüğüne muttali olsalar ve
bu hususta şahitlik yapmak isteseler; bunların huzurunda ise, iki adil şahit:
"Gerçekten, o damın karısını üç talak boşadığına" veya "kölesini
satmadan önce azad ettiğine" veya "ölenin velisinin, ölümden sonra,
öldüreni affettiğine" şahitlik yapsalar; önceki şahitlerin, nikah ve
diğerlerine şehadette bulunmaları helal olmaz.
Eğer şehadette bulunan
tek ve adil kişi olura, bunların şehadetlerini terk etmelerine ruhsat yoktur.
Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.
Bir kimse, başka
birinin yanında malının,, (borcunun) olduğunu ikrar ettikten sonra, bunun inkâr
eder; lehine irkar da bulunulan şahıs da durumu, iki adil şahidin yanında
söyler ve onun bir şey sattığını veya bağış yaptığını anlatırsa; İmam: "O
şahitler duyduklarına göre şehadette bulunurlar." demiştir. Zehıyre'de de
böyledir.
Bir kimse,bir toplumun
yanında, "filan adama karşı, bin dirhem borcunun olduğunu" ikrar
ettikten sonra iki adil kişi veya üç adil kişi, bu adamın ikrarına şahitlik
yapmamalarını söylerlerse; o topluluk muhayyerdir: İsterlerse, şahitlik
yaparlar; istemezlerse, yapmazlar.
Şeyhu'1-îmam Ebû
Bekir Muhammed bin
Fadl şöyle buyurmuştur:
İki adil kişi, iki
şahidin yanında şehadette bulunarak: "Mal sahibi borcunu ödedi."
veya:"Alacakh, alacağından teberri etti. (vazgeçti)" derlerse, bu
durumda şahitlerin, "hak sahibinin bizzat kendisinden, alacağından vaz
geçtiğini veya onun ödendiğini duymadıkça" şahitlikten vaz geçmelerine
ruhsat yoktur. İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'dan da, böylece rivayet olunmuştur.
Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Zamanımızın bazı
alimleri, bu mes'elelerini hepsini de ihtiyar etmişlerdir: Şöyleki, gerçekten
bir şahidin yanında, iki adil kişi şehadette bulunsalar ve bu şahsın kalbine, o
iki kişi kişinin doğru söyledikleri düşse bile, o kişinin, şahitliğini terk
etmesi gerekir.
Eğer şehadette bulunan
bir kişi veya iki adil kişi ise, ancak, kalbine onların doğruluğu düşmezse,
asli hakka göre, şahitlik yapar. Tatarhâniyye'de de böyledir.
Bir koca, şahidin
yanında "karısım-boşadığını" veya bir efendi, "kölesini azad
ettiğini" ikrar eder (= söyler) sonra da o adamı nikaha veya köleyi
satmaya davet ederse; işte o adam, şehadetten kaçınır ve onun şahitlik yapması
helal olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
İbnü MukâtiPden
soruldu:
—İki kişi aralarında
bir cemaatın bulunduğu yerde hesaplaştılar ve o cemaate hitaben: "Bizden
duyduklarınıza şahitlik yapmayınız." dediler. Sonra da, onlardan birisi,
diğerine karşı, iki şahit göstererek, duyduklarına şehadette bulunmalarını
istedi. Bu ne olur?
İmâm şöyle buyurdu:
—Şahitler,
duyduklarına şehadette bulunurlar.
Bu, îbnü Sirî'nin de
kavlidir.
Fakıyh Ebû'I-Leys: Bu
kavil,, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)Men rivayet .olunmuştur. Biz de bunu aldık."
buyurmuştur. Muhiyt'te de böyledir,
Bir adam iki şahidin
huzurunda belirli bir mehirle bir kadın nikahlar; aradan da seneler geçer;
çocukları olur ve yine aradan seneler geçer; sonra, bu adam ölür bilahare de, o
kadın, şahitler göstererek, vaktinde söylenilen mehir üzerine, şehadetlerini
isterse; önceki kişiler, olduğu, gibi şehadette bulunacaklardır. Fetva da bunun üzerinedir. Zehıyre'de de
böyledir.
Bir kimse, "bir
hayvan, diğerini emiyor." deyerek gelince, bunu böyle gören şahidin,
olduğu gibi söylemesi helal olur. Eğer, başka bir adam, o
hayvanı emenin kendisine ait olduğunu iddia ederse, bu böyledir. Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse, bir
devesini yavrusu ile birlitke satıyr; fakat, o devenin, o yavruyu doğurduğuna
şahidi yok; bu durumda, o yavrunun o deveyi emdiğini gören şahıs, buna şahitlik
yapar. Yenâbi"de de böyledir.
Bir kadın, başka
varislerin zararı için kendisinde babasının veya kardeşinin alacağı olduğunu söyler;
şahitler de bunu böylece bilirlerse; alimler: "Şahitlerin, olduğu gibi
söylemeleri gerekir. Kadının böyle yapması ise, doğru değildir;
mekruhtur." demişlerdir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
İkrar olunan hükümdar
olur; ikrar eden de: "Ben, korkumdan söyledim." der; şahitler de
bunun korkusuna vakıf olurlarsa, buna şahitlik etmezler. Eğer, vakıf
olmazlarsa, şahitlik yapar ve hakime olduğu gibi söylerler. Kerderf'nin
Vecizi'nde de böyledir.
Ebû'l-Kâsım'dan
soruldu:
— Bir adam, cariye ve
köle satılan yerden, her ay için, hükümdar tarafından bir miktar dirhem alıyor;
bu caiz midir? Ve buna karşı şahitlik yapmak helal olur mu? îmam şöyle buyurdu:
—Alan da, veren de
sapıktır; yolunu kaybetmiştir. Buna şahitlik yapana da, lanet olunur. Denildi
ki:
—Şahitler, alman
dirhemlere şahit olsalar da, sebebini bilseler, onların şehadeti caiz olur mu?
İmâm şöyle buyurdu.
—Sebebini bilirlerse,
şahitlik helal olmaz. Lanet olunurlar. Böyle bir şeye şahitlik yapılmaz.
Nevâzil'de de böyledir. Sebebi haram ve batıl olan her şeyin ikrarı böyledir.
Muhıyt'te de böyledir.
îki kişi hakimin bir
adam hakkında: "Senin için, şu adama şöyle hükmeyledim." dediğim
duysalar ve onun mahkemesinde, hakime karşı: "Biz, hakimden şöyle duyduk.
"Ben, bu adama karşı, sana böyle hük-meyledim." dedi; fakat, ne
hükmeylediğine şahit olmadık." deseler, bununla bir şey gerekmez. Şayet
işittiklerini açıklarlar ve bunu da, başka bir yerin hakimine söylerlerse;
şehadetleri kabul edilmez. Zaten, bu durumda şahitlik yapmalar* da uygun
düşmez. Zehıyre'de de böyledir.
Ebû Hamid ve Ali bin
Ahmed'den şöyle soruldu:
—Bir hakim, şahitler
tutsa ve onlara:"Ben, filan için, filana karşı, şöyle hükmeyledim."
der ve bu şahitler, hüküm meclisinde bulunmuş olmadıkları halde, bunu başka bir
hakimin huzurunda söylerlerse, bu şehadetleri kabul edilir mi? Ali bin Ahmed şu
cevabı verdi:
—Bu şehadet
batıldır." (= geçersizdir.) Buna itibar olunmaz.
Ebû Hamid de aynı
cevabı vermiştir.
Hüküm de, huzur
şarttır. Şahit tutmanın şartı da odur. Yetime'den naklen Tatarhâniyye'de de
böyledir.
Bir kisme, yazısını
görse, fakat hadiseyi hatırlamasa; veya şahitlerin yazılarını hatırladığı
halde, malı hatırlayamazsa; şahitlik yapmasına ruhsat yoktur.
İmâm Muhammed (R.
A.)'e göre ruhsat vardır.
Halvâni, İmâm
Muhammed(R.A.)'e göre fetva vermiştir.
Kerderî'nİn Vedzi'nde
de böyledir.
Nevfizİl'de şöyle
zikredilmiştir:
Yazısını tanır da,
şehadetini unutursa, İmâm Ebü Yûsuf (R.A.)'e göre şahitlik yapmasına ruhsat
vardır.
Fakıyh Enu'l-Leys:
"Biz, bununla amel ederiz." buyurmuştur.
Eğer, yazı iddia
edenin elinde ise, onunla şahitlik yapmak helal olmaz. Muhtar olan da budur.
Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Müteahhirindn
olan alimlerimiz: "Eğer,
şahidin yazısından şüphesi yoksa; her ne kadar hadiseyi hatırlayamasa
bile onunla şahitlik yapması caizdir. Bu yazı, ister davalının elinde olsun;
isterse, davacının elinde olsun eşittir." buyurmuşlardır. Fetva da buna
göredir. el-İhtiyar Şerhu'l-Muhtar'da da böyledir.
Bundan sonra, şahit
kendi yazısına itimad ederse, fetva verilen kavil, onun şahitlik yapmasıdır.
Hakim: "Önceki
filane göre, bir diyeceğin, bilgin var mıdır?' diye sorar; eğer "Bilgim
var" derse, onu söyler, değilse, yazısını kabul eder. Bahru V-Raık'ta da böyledir.
Şahit yazısını tanır;
ikrarını hatırlar ve İrkar denin ikrarını da hatırlar ancak vaktini ve yerini
hatırlayamazsa; onun şahitlik yapması helal olur.. Vâkıatü'l-Hüsâmiyyc'de de
böyledir.
Bir kimse, vasiyyetini
bir kağıda yazar ve şahitlere de: "Bunda olana şahitlik yapınız."
dediği halde, yaptığı vasiyyeti okumazsa; alimlerimiz: Bu şahitlerin, ona
şehadetleri caiz olmaz." buyurmuşlardır.
Sahih olan da budur.
Ancak şahitler,
huzurunda yazdığını okur veya başka birisi yazar da, o okur; vasiyet sahibi de:
"Buna şahit olunuz." der; şahitler de, neler yazıldığını bilirlerse,
o zaman, şahitlik yapmaları helal olur.
Şayet, yazar veya
yazdırır; okur veya okutur da, "şahit olunuz." demezse; o zaman,
"şahitlerin şahitlik yapmamalarına ruhsat vardır." denilmez; ruhsat
yoktur, şahitlik yapacaklardır.
Ebû AH en-Nesefî şöyle
buyurmuştur: Bu, bu yazı resmen yazılmamışsa, böyledir. Eğer resmen ve
şahitlerin huzurunda yazılmış; şahitler de bu yazı da neler yazılmış olduğunu
biliyorlarsa, —her ne kadar katip: "Bunda olana şahit olunuz."
dememiş olsa bile şahitlik yapmalarına ruhsat vardır.
Müstahsen vecihler
yardır.:
1) Yazılan
yazının bilinmesi:
Şöyleki: Yazıyı,
sahifenin üzerine yazıp ve hazırda olunmayan birinin adresine havale etmek.
Eğer, o yazıda talak'a niyet edilmemiş veya onunla bir borç ikrarında
bulunulmamış, kendisi ile Allahu Teala arasında olan bir borç, hükümle kimseye
borçlu olduğu da yazılmamışsa; şahidin, o yazıyla şehadette bulunması caizdir,
tster, şahide, onu yazan: "Buna şahit ol." desin; isterse, demesin
müsavidir. Hızânetü'l-Müftfn'de de böyledir.
Münteka'da şöyle
zirkedilmiştir:
Bir kimse, diğerine
bir mektub yazıp ve fijan oğlu filandan, filan oğlu filana... Allah'ın selamı
üzerine oslun... Bundan sonra: Gerçekten sen, bana senin üzerinde olan benim
bin dirhem alacağımı, ödediğini yazıyorsun. Ben, onun beşyüz dirhemini aldım ve
sende beşyüz dirhemim kaldı." demiş olsa; bunu böylece bilen bir şahsın
onun üzerine şahitlik yapması da, yapmaması da caizdir.
İmzasız (mühürsüz)
mektuba gelince; (Meselâ: Yere veya bir parça kağıda, bir bez üzerine, bir
tahta üzerine, yazar veya mürekkebsiz yazar; ancak bunun yazı olduğu bilinir ve
hazırda olanlara: "Buna şahit olunuz." derse, buna şahitlik yapmaya
ruhsat var mıdır, yok mudur?
Onu, o şahsın, bir
diğer şahsa yazdığını, bir topluluk onu görürse bunlar, onun üzerine şahitlik
etmeyebilirler.
Çivi ile yazılan yazı
üzerine şahitlik etmek, uygun olmaz.
Bir kimse, yazısını
inkar eder; ona karşı da bir şahsı beyyine ibraz edip: "Onu, o
yazdı." derse, bu caiz olur.
Bir şahsın ikrarını
inkar etmesi de böyledir.
Keza, diğer
tasarruflar hadlerin ve kısasın hilafınadır; imzalı olsun, olmasın, yazı
bilinirse; ona göre hükmedilir.
Bir kimse, imzalı bir
mektubu (yazısı) ile sirkatini (hırsızlık yaptığım) ikrar ederse; çaldığı malı
tazmin eder (= öder) ancak, onun eli kesilmez.
Şayet, bu yazı belirli
olmaz ise, (su üzerine veya havaya yazı yazmak sonrada, "böylece, benim
üzerime şahit olunuz." demek gibi...) bu şahitler, —yazdığı yazıyı
bilseler bile— onun üzerine şahitlik yapamazlar. Çünkü, yazılan yazı belirli
değildir.
Bu, anlaşılmayan söz
gibidir. Erkek, kadın müslüman, zimmî bu hususta müsavidir.
Hızânetü'I-Müftîn'de de böyledir.
İki kişinin yanında,
bir mektup yazılır ve bu şahıslar okuyamazla! ve yazmazlar, mektubu yanlarında
tutarlar ve ona şahitlik yaparlarsa; bu şehadetleri onların yanında caiz olmaz.
Hakimin yanında ise, caiz olur. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.
Bir kimse, bizzat bir
şey satın alır ve satıcıya karşıda, onun kusurlu olduğunu iddia eder; fakat, bu
sabit olmazsa; sonra da, onu başka birisine satar; bilahare de, bu ikinci
müşteri, o kusuru iddia eder; ikinci satıcı da, onu inkar ederse; daha önce
birinci müşterinin iddiasına şahit olup, onu duyanlar, hali hazırdaki müşteriye
göre, o kusur üzerine şahitlik yapabilirler. Hulâsa'da da böyledir.
Bir kimse, zeytin
yağını veya diğer bir yağı yahut sirkeyi döker; o döktükleri de, bir başkasına
ait olur; şahitler de bunu görürler; döken şahıs da: "Bunların içinde fare
öldü; onun için döktüm." derse, onun sözü geçerli olur.
Yalnız bu şahsa,
"temizi zayi etmediğine dair" yemin ettirilir. Bu durumda şahitlerin,
"temiz olarak döktü." diye şehadet etme .eri gerekmez.
Bir kimse, taze bir
eti zayi eder; şahitler de bunu görürler, o şahıs ise: "Laşeidi."
derse; sözüne itibar edilmez.
Bu durumda, şahitlerin
onun boğazlanmış bir et olduğuna şahitlik etmelerine ruhsat vardır. Fetâvâyi
Kâdîhân'da da böyledir.
Şöhret ve duyurmak
için şahitlik yapmak şu dört yerde olur; bi'1-icma' bu böyledir.
l) Nikahda,
2) Neseb de,
3) Ölüm de,
4) Kaza da.
Serahsî'nin Muhiytı'nde de böyledir.
Bir kimse, insanlardan
"falan oğlu filan, bir kadına dahil olmuş." ve yine
"filanın zevcesi (karısı) fülane,
dahil olmuş." veya "bir adam, birinin hakkına tecavüz eylemiş de,
hakim ona hükmeylemiş." veya "filan adam ölmüş ve ölürken bir şeyler
yapmış." diye duysa, bunların hepsine de şahitlik yapmasına ruhsat vardır.
Eğer yatağında
doğurduğuna veya nikahı veya birinin hakim tayin olunduğunu ve hükmünü veya
öleni bilmiyorsa, bu durumlarda, duyduklarına göre şahitlik yapar. Zehiyre'de
de.böyledir.
Keza, bir kimse bir
adamı veya bir kadını, bir evde otururken ve bunları karı
koca gibi davranırlarken görürse,
bunların karı-koca olduklarına
şahitlik yapması müsaadelidir. Hidâye'de de böyledir.
Vakfa gelince, sahih
olan, "aslının duyduğu gibi şehadet ettiği takdirde'' şahitliği
kabuledilir. Şartlan hususundaki şehadeti hariçtir.
Vakfın sıhhatine
teaalluk eden her şey, aslı gibidir. Şeriatinin üzerinde durulmaz.
Bahru'r-Râık'ta da böyledir.
İmâm Zahîrü'd-dîn
el-Mürğînânî şöyle buyurmuştur:
Vakfa göre şahitlik,
—açıklama yönündes— şöyle olmalıdır; "Gerçekten o, mescide karşı
vakfedildi." veya "Kabristana vakfedildi." şahitler böyle
söylemiş olmazlarsa, onların şehadeti kabul edilmez. Cevheretü'n-Neyyire'de de
böyledir.
Sadrü'ş-Şehîd ve
Hassâf Edebü'1-Kadî isimli kitaplarında şöyle zikredilmiştir:
Şöhret ve duyurmak
için şehadette bulunmak caizdir. Bu, Hidâye, Kenz ve Kâfî'de de böyledir.
Çünkü, bu iş, şöhret
bularak nesebde, mehirde, iddette ve namusun sübutunda hükümlere tealluk eder.
Nihâye'de de böyledir.
Müntekâ'da "köle
azadı hususunda da, şehadette şöhretin caiz olduğu yazılmıştır. Muhıyt'te de böyledir.
Sahih olan da budur.
Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bize göre, köle azadı
hususunda, şahitlik yapmakda, şöhret ve tesamu' helel olmaz. Muhıyt'te de
böyledir.
Köle cihetinden hasıl
olan yakınlıkta, kulaktan duyma ile yapılan şehadet İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve
İmâm Muhammed (R.A.)'e göre makbul değildir.
Bu, İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'un ilk kavlidir. Fakat, sonra bu sözden dönerek: "Bu halde şehadet,
makbuldür." buyurmuştur. Zahirü'r-rivayede, sahih olanı da budur.
Bedâi"de de böyledir.
Uygun olan kulaktan duyma
hadiseleri, hakimin huzurunda tefsir .etmemektir. Şayet tefsire (tafsilata)
kalkışırsa, hakim onun şehadetini kabul eylemez. Kâfî'de de böyledir.
İki kişi, hakimin
huzurunda şehadette bulunarak: "Biz, gerçekten filan zatın ölümünü haber
veriyoruz." derlerse; bu şehadetleri caiz ve sahihdir. Nihâye'de de
böyledir.
Kulaktan duyma
şehadetin caiz olduğu yerlerde, şahitler şehadette bulunarak: 'Biz görmedik;
fakat, bizim yanımızda, bu hadise şöhret buldu." derlerse; bu şehadetleri
caiz olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Reşîdü'd-Dîn'in
Fetvaları'nda: "Şayet tasrih edip açıklaya bilirlerse, duyma yoluyla
yapılan şehadet vakf için de kabul edilir.* diye yazılmıştır.
Çünkü, şahidin, çok
kerre yaşı en az yirmi yıl vaff tarihi ise, yüz yıl olur. Hakim inanır ki, bu
şahit, bu bilgiyi kulaktan duyma olarak söylüyor; yoksa, görme yoluyla değil...
Susmakla, açıklamak
arasında bir fark olmadığına, Zahîrii'd-din el-Mürğînânî, bu manada işaret
eylemiştir. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.
Fetâvâyi Suğrâ'da
şöyle zikredilmiştir: Nesebde ve gayrisinde ışöhretle şehadet için iki yol
vardır:
1) Hakiki
şehadet,
2) Hükmi
şehadet.
Hakiki Şehadet: Bir
şeyi çok sayıda bir toplumdan duymak ve duyulan bu şeyin şöhret bulmasıdır ki,
bunun yalan olmasına ihtimal yoktur.
Burada, şahidin
adaleti de şart değildir. Şart olan, o şeyin tevatüren söylenmesidir.
hükmî Şehadet'e
gelince: Bir kimsenin yanında iki kişi veya iki kadın ile, adil bir erkek
şehadette bulunursa; bu da hükmî şehadettir.
Bu, o şahsın, diğer
iki kişiden şehadette bulunmalarını istemeden, onların söylemesidir.
Gerçekten bunu, İmâm
Muhammed (R.A.) şehadet kitabında, (böyle yazmış ve şöyle buyurmuştur:
"Bir kimse, iki adil kişiyle |karşılaşır; onlar da, onun nesebi hakkında,
şehadette bulunup, onun halini bildirirlerse; o adamın, bu duygularına göre
şehadetine ruhsat vardır. Şayet o adamın, yanında başka birisi, onun nesebi
hakkında iki jşahid ikame ederse; bu durumda o adama şehadet ruhsatı yoktur.
Bir kimse, bir
topluluğun içine girer; onlar, bu adamı tanımazlar; bu şahıs da: "Ben,
filan oğlu filanım." derse; İmâm Muhammed (R.A.): "O adamların, bu
kişinin nesebine şahitlik yapmalarına, ruhsat yoktur.'' buyurmuştur.
Hatta belde, ehlinden
iki adil kişiye raslasalar; onlar, o adamın nesebi hakkında şehadette bulunsa,
Cessâb, bu kitabın Şerhinde ve Sadru'ş-Şehîd, £debü'l-Kadî Kitabı'nda:
"Yine de, şehadette bulunamazlar. "buyurmuşlardır.
Ölen bir kişi
hakkında, bir erkeğin veya bir kadının haber vermesi kafi gelir.'* denilmiştir.
Muhtar olan da budur.
Nafakalarda:
"Şehadet ederim.*' sözü şart değildir. Fethu'l-Kadîr de de böyledir.
Bir kimse, filan kişinin defninde hazır bulunsa veya
cenaze namazını kılsa, bu gözle görme mesabesindedir. Hatta, bu hususta tafsilat
verse, hakim onu kabul eder. Muzmarat'ta da böyledir. .
Bir kimsenin, ölüm
haberi gelir ve ölüm zamanı yapılan şeyler, bu adam içinde yapılırsa; —onun
öldüğüne— inanılır.
Ancak, bir toplum
haber vermeden, önce bu şahsın ölüm haberini duyan kimsenin hakime gelip haber
vermesine ruhsat yoktur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de Söyledi:
Alimlerimiz: Bu şahsım
ölümü aleni olmaz; ancak, onun öldüğünü bir kişi haber verir ve haber verenle,
haberi duyan, ikisi birden, şahitlik yaparlarsa; hakim,
hükmünü verir.' demişlerdir. Nihâye'de
de böyledir.
En iyisini bilen
Allahu Tealâ'dır. [13]
Şahitlik yapmada
huzurda olanlara karşı, müddea aleyhe, müd-deîye ve meşhudun bih'e (= kendisine
şehadette bulunulana) kendine şahitlik yapılan şey taşınır bir şeyse işaret
etmek gerekir. Eğer ölüye göre veya hazır olmayana göre, vasi veya vekil
huzurda bulunursa şahitlerin ölen adamın veya hazırda bulunmayan adamın
isimlerini söylemeye baba ve dedelerinin de isimlerini söylemeye ihtiyaç
vardır. Hassâf: "Dedenin ta'rifi şarttır." buyurmuştur.
Diğer bazı alimlerimiz
de: "Bu şarttır.'* demişlerdir.
Bazı alimlerimiz ise:
"Bu, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.): "Babasının ismini söylemek kafi
gelir." buyurmuştur. Ztehıyre'de de böyledir.
Sahih olan, onun
gerçekten, dedeye n;isbet edilmesidir. Ve elbette bu böyledir. Bahru'r-Râik'ta
da böyledir.
Bir hakim, hükmünü
dedenin ismini söylenmeden verirse; bu hüküm geçerli olur. Çünkü, dedenin
ismi. husuuu, kendisinde içtihad edilen fasılda vaki olmuştur.
Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.
Eğer şahıs, ismiyle
çok iyf tanınan birisiyse, (İmâm Ebû Hanîfe gibi...) bu kafi gelir; babasının,
dedesiriin adını söylemeye ihtiyaç kalmaz. Bahru'r-Raik'ta da böyledir.
Dedesinin adının
söylenilmesinin şaırt olduğu yerlerde, san'atı, dedesinin adının yerini tutmaz.
Ancak, san 'atı ile iyi tanınan birisiyse, buna mahal yoktur. Zehıyre'de de
böyledir.
Eğer kendisinin,
babasının, kabilesinin ismini ve san'atını da söyler; mahallesinde de, bu
isimde birisi bulunmazsa, onun san'ati kafi gelir. Eğer, aynı san'atı yapan
başka birisi ti'laha varsa, o zaman başka bir şeyle ayırım yapmadan, bu kafi
gelmez. Edebü'l-Kâdî'de böyle
söylenmiştir.
Hulâsa, muteber olan,
bilginin husulü ve ortaklığın kalmasıdır. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.
Bir kimsenin, ikrarı
üzerine, şahitler hudutları belli bir şeyin, (satışına veya alışına yahut buna
benzer bir şeye, şahitlik yaparlarsa; şehadetlerinde, onun ikrarını aynen
söylemeleri veya "Bizzat kendisi ikrar eyledi." demeleri gerekir.
Zehıyre'de de böyledir.
Fakıyh Ebü'l-Leys'in
Fetvarı'nda şöyle zikredilmiştir:
Bir kimse, diğerinin
belirli sayıda canlı malını, zayi ettiğini iddia ve bunu da isbat ederse,
şahitlerin, onların erkek veya dişi olduklarını açıklamaları uygun düşer.
Eğer bu açıklamayı
yapmazlarsa, Fakıyh Ebû Bekir: "Ben, şeha-detin batıl olmasından korkarım
ve bu dava da, iddia sahibine hükmedilmez. Eğer şahitler bu hayvanların
dişiliğini ve erkekliğini beyan ederlerse; şehadetleri caiz olur. Renklerini
söylemeye ihtiyaç kalmaz.
Bu kimse, erkekliğini
ve dişiliğini söylemekle nev'ini de açıklaması gerekir. At veya eşek
gibi..." buyurmuş ve:
Hayvanın adını
söylemek kafi gelmez. Babamın hocalarından birisi: '"Erkekliğini ve
dişiliğini önce söylemek, esahh olanıdır." buyurmuştur. (At veya kısrak,
koç'veya koyun gibi...)" demiştir.
Şayet hakim
şahitlerden, "hayvanın
rengini" sorar, onlar da söylerler;
sonra da ikinci
mahkemede, söyledikleri rengin
hilafını söylerlerse, şehadetleri makbul olur; bu tenakuz earar vermez.
Çünkü, ona ihtiyaç yoktur.
îki kişi, şehadette
bulunarak: "Bu kadın, filanedir." bu, iddia olunana haramdır. Üç
talak ile boştur. Ondan vaz geçmesi (=
el çekmesi) gerekliçlir." deseler; İmâm: Elbette, bu durumda iddia
olunana, onun haram olması gerekir. İşte o şahıs da, şehadetinde üç talak
iboşamış olduğunu söylemesi icabeder.
Keza, bu hususta tek
şahit kafi gelmez. Gerçekten ona yemin ettirilir. Şayet yeminini bozarsa, onun
açıklanması talep edilir. Hâvî'de de .böyledir.
İflasa ait olan
şahitlikte, şahitlerin, şehadette bulunurken: "Biz, ,onun geceli-gündüzlü giydiği
elbiseden başka malını
bilmiyoruz."demeleri gerekir. Sirâciyye'de de böyledir.
Bir kimse, diğerine
gelerek, pazarlık edip, satıcıya dirhemler vererek, bir elbise alıp ayrıhrsa;
akidleşip diliyle bir şey söylemeseler, işte bu caiz olur.
Eğer, aralarında dava
hasıl olur, şahide de ihtiyaç olursa; alimler: "Şahitlere uygun olan, onun
dirhemleri vererek, bir elbise aldığını söylemektir." demişlerdir.
Alım-satıma şahitlik
yapamazlar. Ancak, aralarında ahm-satım hususunda şahitlerin daha önceden
bildikleri bir şey varsa, onu söylerler.
Hakim de, davaya göre,
durumun icabını yapar, bu ahm-satimm, ya cevazına veya adem-i cevazına
hükmeder. Fetâvâyi KâCİthân'da da böyledir.
îki kişi arasında,
karşılıklı konuşarak bir alış-veriş yapılır ve bu hususta şehadete ihtiyaç
bulunursa; şahitler nasıl şehadette bulunurlar? "Bunlar ancak, alış-verîşe
şahitlik yaparlar; almaya, vermeye de şahitlik yapsalar olur.'* denilmiştir.
Muhıyt'te de böyledir.
Eğer, şehadetlerinde:
"İddia sahibi, iddia ettiği şeyin sahibidir. "Müddea aleyhin, elinde
bulunana hakkı yoktur.'' derlerse; alimler bu hususta ihtilaf eylediler.
Sahih olanı iddia
sahibinin, hakimden mülkünü istemesidir. Çünkü bu kadar beyyine kafi gelir.
Eğer teslimini talep
ederlerse; şahitler: "Müddea aleyhin elinde bulunan da hakkı yoktur."
demedikçe, ona hükmetmez.*' buyurdular. Füsûlü'l-tmâdiyye'de de böyledir.
işte bu, doğruya en
yakın eve en uygun olanıdır.
Eğer hakim,
şahitlerden sorarak: "Bu davalının elinde olan şey, onun hakkı değil midir?"
der; şahitler de: "Biz bilmiyoruz." derlerse; bu şehadetle mülkiyet
hükmolunur. Zehıyre'de de böyledir.
Şahitler, şehadette
bulunduğu zaman bu ayn (= bizzat bir şey) fülan iddia sahibinindir; davalının
elinde haksız olarak duruyor." derler de: "Elini ondan kesmesi ve
mülkünü iddia sahibine vermesi gerekir." demezlerse; bu Şeyhu'l-İslâm
Ebu'l-Hasan AH es-Sağdî (R.A.), naklen: ' 'Burada ihtilaf vardır.'' demiştir.
Alimlerden bir kısmı:
"Elbette, hakimin bu durumda, o aynı iddia sahibine teslimi gerekir." derken; diğer
bir kısmı da: "Bunu söylemeye ihtiyaç yoktur. Şahitlerin şehadeti makbuldür. İddia sahibi talepte bulunursa, davalıya, bu
malı teslim etmesi emredilir." demişlerdir.
Alimlerin ekserisi bu
görüştedirler.
Şeyhu'l-İslâm:
"Ben buna göre fetva veririm." demiştir. Muhıyt'te de böyledir.
Nesefî'nin
Fetvaları'nda:"Şahitler için, en uygunu, bu şehadette "Bu ayn, bu
iddia sahibinin hakkıdır. Müddea aleyhin hakkı değildir."
demeleridir." buyurulmuştur.
Şeyhu'1-İmâm
Fahru'l-İslânı Ali el-Bez d e vî şöyle buyurmuştur: Müddeînin: "Bu şey,
benim mülkümdür." demesi kafi gelmez.
Uygun olanı
"Filanın elinde bulunan şey, onun hakkı değildir; benim hakkımdır."
demesidir. Bu şekilde karşı tarafı nefy ihtiyattır. Fakat bu ihtiyat, teslim
zamanındadır. Zehıyre'de de böyledir. j • Şemsü'l-Eimme el-Evzecendî'den:
Şahitler farsca olarak: "Biz jşehadet eyleriz kî, bu iddia olunan şey, bu
iddia edenindir." derlerse, bu ;§ehadetieri kabul edilir mi? diye soruldu.
İmâm:
"Evet,
edilir" buyurdu.
Bazı, alimler ise: Bu
şehadetin kabul edilmemesi gerekir. Çünkü, onlar örfe göre hal ve istiklali
belirtmediler." demişlerdir. "Biz şehadet ediyoruz, gerçekten, bu şey
filanın hakkıdır, deseler" bu sözle o mülk (o şey) o adamın olur mu?
"Evet, olur." buyrulmuştur.
İmâm Zahîrud-dîn el-Mürğînânî
şöyle buyurmuştur: Uygun olan hakimin onlara açıklatmasıdır. Onlar, kimin malı
olduğunu açık ifade etmelidirler. Eğer açıklama yaparlarsa, hakim onların
açıklamalarına göre hükmeder. Açıklama yapmazlar veya huzurda bulunmazlar yahut
Ölmüş olurlarsa, hakim onların daha önceki ifadelerine göre hükmeder.
Zebıyre'de de böyledir.
Şemsü'I-İslam
el-Evzecendî'nin Fetvâlan'nda şöyle buyrulmuştur: Şahitler bir şey hakkında,
şehadette bulunurlar ve: "Bu, iddia sahibinin hakkıdır." derler,
ancak "mülküdür." (= malıdır) demezlerse; şehadetleri kabuledilir;
diyenler de olmuş, "edilmez." diyenlerde tolmuştur. En uygunu,
hakimin şahitlere, bu ifadelerini iyice 'açıklatmasıdır. "Mülk" ile
neyi murad ediyorlar, "hak" ile neyi murad ediyorlar onları
açıklatmahdır. Bir adam: "Bu ev benim hakkımdır." dese de
"mülkümdür." demese, dava sahih olur mu? Muhıyt'te de böyledir.
Eğer şahitler
şehadette bulunup bunu da iyice açıklarlarsa; sonra da başka birisi: "Ben
de arkadaşını gibi şehadet ederim." derse; hakim, onun da ayrıca
söylemesini ister.
Şemsü'1-İmam
Şemsü'l-Eimme Ebâ Mahammed Abdü'1-Aziz Ahıned el-Halvanî: Bu ihtiyattır.
Gerçekten şahitten, icmal kabule-dilmez. Bu babda adettir." buyurmuştur.
Fakat bize göre,
önceki şahit, şehadetini açıklamalı yapar; ikincisi 'de: "Ben de böyle
söylerim." derse; bu kafi gelir. Bundan sonra, eğer şahit, fasih ise,
şehadetini açıklamalı yapar. Onun icmali kabul edilmez. Eğer şahit acemi olur;
fesahat nedir bilmezse; onun icmali (= kısa 5ehadeti) kabul edilir. Mahkemenin
tesiri altında kalırsa, söylediklerine itibar edilir. Fakat, diliyle tabir
edemez ise, işte onun şehadeti kabul ıedilmez.
Şeyhu'I-îmam Ebu Bekir
Muhammed bin Ebf Sehl es-Serahşî şöyle buyurmuştur:
Muhtar olan, cevabın
tafsilatlı olmasıdır.
Eğer hakim, şahitlerde
hiyanet hisseder ve onların, yalan söyleyeceklerine ihtimal verirse, her
şahide "şehadetini iyi açıklamasını" emreder.
Hakim de böyle bir his
bulunmazsa, tefsir teklifinde bulunmaz. Ve re'yine göre hükmeyler.
Sadru'ş-Şehid'in Edebü'1-Kâdî Şerhî'nde de böyledir.
Şemsü'I-İsIam
el-Evzecendi: îcmal (= kısa) şehadet, ancak ikinci Şahitten kabuledilir. İddia
sahibi, bütün açıklığıyla iddia eder; davacı da huzurda olur, şahidin şehadeti
de iddiacıyı teyid ederse, bununla fetva verilir. Hulasa'da da böyledir.
Bu sözler, ikinci
şahidin: "Ben de birinci şahit gibi söylerim." veya "Onun gibi
şehadette bulunuyorum." dediği zamandır.
Fakat ikinci şahit:
"Öncekinin şehadeti benim de şehadetimdir." derse, bu bi'I-icma
kabuledilmez. Çünkü, öncekinin şehadeti hak üzre olmayabilir.
Keza "Öncekinin
sehadetinin aynısını söylüyorum." veya "Önceki gibi söylüyorum."
derse; şehadeti kabul edilmez. Çünkü, misil ( = benzer) bazan değişik manada
olur. Sanki o "Ben de öncekinin şehadeti gibi şehadet ederim." demiş
olur ki, (Bu mümkün olmaz.) bir adamın dediğini, diğeri
aynen söyleyemez. Sadru'ş-Şehîd'in Edebü'I-Kadî Şerhî'nde de böyledir^
Şahidin şehadeti,
beyaz bir kağıda yazılarak kendisine karşı okunur.
Kendisi de
"Şehadet ederim ki, iddiacının bütün söyledikleri ve ;davalıyi vasıfladıkîan
bu yazıda vardır." veya:i(Bu okunan, iddiacının .dedikleri gibidir.
Davalının elinde olan şey haksızdır. Onu iddia sahibine .teslim etmesi gerekir.
Bu şehadetim doğrudur." der.
İmâm Serahsî'nin
buyurduğu rivayet olunmuştur:
Bir kimsenin elinde olan
ev, iddia edilir; o da bir kağıda yazılarak okunur; diğer şahit de:
"Beraber oku." derse, onun bu sözü kabul edilmez, (ve her şahidin
ifadeleri ayrı ayrı okunur.)
Şahdin: "On iki
dirhem" demesiyle "iki ve on dirhem" demesi veya İddia
sahibinin: "Bu eşya, benim on senedir mülkümdür." veya "iki ve
lon senedir mülkümdür." demesi aynidir. Muhıyt'te de böyledir.
Nevâzil'de şöyle
zikredilmiştir:
Şahitlerden birisi,
şehadette bulunur ve onu, kendi diliyle yazılı olarak okur; diğerinin yazılı
ifadesini de önceki beraber okursa; işte bu şehadet sahih değildir. Zehıyre'de
de böyledir.
Ali bin Ahmed'den
soruldu:
—Bir şahit, iddia
edenin hududunu kağıtta* görünce vasfeyler o Vazıyı görmeyince, vasfedemezse,
onun şehadeti kabul edilir mi?
İmânı şu cevabı verdi:
—Ona bakıp, ondan
dinleyip hıfzedince şehadeti kabul edimez. Eğer yazıya bakmaz; Kur'an okuyandan
dinleyip öğrenen gibi, hıfzeder de söyleyebilirse, şehadeti kabuledilir.
Yetime'de de böyledir
Bir kimse, diğerine
karşı, "on dirhem alacağının olduğunu" iddia eder ve buna göre
de şahitler dinletir;
şahitler: "Gerçekten, bu davacının, davalıda on dirhem meblağı
vardır." derlerse; esahh olan, ışehadetleri kabul edilir. Muhıyt'te de
böyledir.
Bir kimse, diğerinde,
"on iki dirheminin olduğunu" farsca iddia [eder; şahit de farsca
"On iki dirhem alacağını olduğunu söylerse (yani birisi (dü vazdeh dirhem)
der şahitte (deh vazdeh dirhem) derse) bilinmediği takdirde bunlar kabul
edilmez.
Keza, iddiacı (deh
düvezdeh dirhem) derse; davasına bakılmaz.
Davanın tarihini de bu
şekilde söyler ve (în ayn mülkü menist ez deh. duvaz deh sal) derse yani
"bu mülk, on veya on iki senedir benimdir.*', derse davasına bakılmaz.
(Kesin bir tarih söylemediği veya dili anlaşılmadığı için bu böyledir.)
Keza şahitler
şehadetlerinde, ayrı ayrı tarih söylerse, şehadetleri kabul edilmez. Zehıyre'de
de böyledir.
Davacı, bir
başkasının, bir şeyini aldığını iddia eder, şahitler de farsca (în müddea aleyh
çünin güft kih in müddeî in müddeî bihra ber men fürsetad" derse;
şehadetleri kabul edilmez. (Bu durumda, mütercime ihtiyaç hasıl olur.)
Hulasada da böyledir.
Bir hadise hakkında,
üç kişi şahitlik yaparlar; sonra da, hüküm verilmeden önce,
bunlardan birisi: "Estağfirullah gerçekten benim şehadetim, yalandı." der; hakim de
onu duyar ancak, onların hangisinin söylediklerini bilemez ve hakim onlardan
kimin söylediğini sorunca da onlar: "Hepimiz söylediğimizin
üzerindeyiz." derlerse; hakim hüküm vermez.
Eğer iddia eden,
onlardan ikisini bir gün sonra getirir ve onlar, aynı hadiseye yeniden şehadette
bulunurlarsa, şehadetleri caiz olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimse, davadan
önce, bir hadise hakkında şehadette bulunur; sonra da davadan sonra, aynı
şehadetini tekrarlarsa, şehadeti kabul edilir. Muhıyt'te de böyledir.
Şahitlik yapan bir
şahıs, şehadetinin doğruluğu hakkında tereddüt eder; sonra da: "Ben
şehadetimin bazı yerlerinde vehme (= şüpheye) düştüm." (yani, "gerekeni söylemeyi terk eyledim."
veya "gereksiz şeyler söyledim." derse; eğer, bu adam adil değilse
şehadeti mutlaka reddedilir. (= kabul edilmez.) Bunu nerede söylerse söylesin
böyledir.
Eğer bu şahıs adil
ise, şüphenin dışında kalan şehadeti kabul edilir.
Mesela: "Şehadet
ederim." sözünü terk etmiş; veya davalının yahut davacının isimlerini
söylememiş veya onlardan birine "şu davalı", "şu davacı"
diye işaret etmemiş olsa;, ister hüküm meclisinde olsun ister başka yerde
olsun, şüphenin dışında kalan şehadeti kabul edilir.
Fakat, hakkı örtme
yerinde şüphe olursa, (mesela: "Ben bin dirhem üzerine şahitlik
yapıyorum." dedikten sonra "Ben galat söyledim. O beş
yüzdirhemdir." veya bunun aksi gibi olur) ve şayet bu mahkemede vuku
bulursa, şehadeti kabul edilir.
Fakat mahkeme
meclisinden kalktıktan sonra söylerse, şehadeti . kabul edilmez.
Hadlerde (hudutlarda)
vuku bulan yanılmalar da böyledir. Şarkta diyeceği yerde, garpde demek gibi...
Veya neseb de, Ömer oğlu Ali diyeceği yerde; Ali oğlu Ali demek gibi...
Eğer ayni mecliste
hatırlarsa, şehadeti düzeltmesi kabûledilir; değilse, edilmez. İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.) ile İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre meclisten kalkmış olsa da şehadeti
kabul edilir.
Zahir olan, önceki
kavildir. Bahru'r-Raık'ta da böyledir.
İbnü Semaa, İmâm Ebû
Yûsuf (R.A.)'un şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
İki adam, bir kişinin
üzerine mal ile şehadette bulunsalar; hakim hükmünü vermeden önce de, iki kişi
gelerek, "bunların şehadetlerinden döndüklerine" şahitlik yapsalar,
eğer hakim,önceki şahitler için "şehadetlerinden döndüler."
diyenleri tanıyor ve bunlar adil kişilerse; hakim işi durdurur; infaz etmez.
Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse, bir evi
iddia eder ve beyyinesini de ikame eder; hakim, onun beyyinesipi (= isbat,
senet, belgesini) ibtal eder; sonra da, yirmi sene geçince, yine gelerek,
"o evin başkasına ait olduğuna" şahitlik yaparsa; bu şehadeti geçerli
olmaz.
Keza; "Bu ev
filanındır. Benim hakkım yoktur." dedikten sonra, bir daha
"başkasınındır." diye şahitlik yapsa; bu şehadeti kabul edilmez.
Hulâsa'da da böyledir.
Davacı hakime:
"Benim beyyinem yoktur." der; hakim de davalıya yemin verirse; iddia
batıl olur.
Sonra iddiacı beyine
getirirse; Hasan bin Ziyad (R.A.)'m: "Bu şahsın beyyinesi kabul
olunur." dediği rivayet olunmuştur.
İmâm Muhammed (R.A.)'e
göre ise, bu şahsın beyyinesi kabul edilmez.
Bu, şuna göredir:
İddia sahibi: "Her zaman şahit getirdiysem yalan söylediler." dese ve
sonra yine şahit getirse, bu böyledir.
Bu muhalefet üzerine,
iddia sahibi: "Benim —bu davaya göre— filan ve filan şahitlerim
vardır." dedikten ve bunların şahitliklerinden sonra: "Bunlar yalan
söylediler.'* derse; bu sözünün değeri yoktur. Muhiyt'te de böyledir.
Şayet davacı:
"Beyyinemin tamamı batıldır." demiş olur ve sonra da, beyyine ile
gelirse, sözü dinlenmez.
Halvani: Bu hususta
rivayetler muhteliftir." buyurmuş ve "İmam Ebû Hanîfe (R.A.)'nin
kavli, Hasan bin Ziyad'ın kavli gibidir." demiştir.
Kadî'1-İmâm Ebû AH
en-Nesefî: Bu günün kazası (- hükmü) İmâm Muhammed (R.A.)'e göredir. O ise,
böyle bir şehadetin kabul edilmemesidir." demiştir.
Kâdî'I-İmâm
Fahru'd-dîn ise, bu şehadetin kabulü ile
fetva vermiştir.
îki kişi: "Filan
adamın şehadeti yoktur." deseler, sonra da onlar şahitlik yapsalar;
Mü ntekâ 'da: "
Onların şahitlikleri caizdir.'' denilmiştir.
İmâm Muhammed (R.A.),
Nevâdir'de şöyîe buyurmuştur:
Bir kimse:
"Filan adamın şehadeti,
benim yanımda geçerli değildir." dese; veya bir
şahıs: "Benim, bu hususta bir bilgim yoktur." dese, sonra da şahitlik
yapsa; şehadeti caiz olur.
Keza, iki kişi:
"Bizim, filana karşı yapacağımız bütün şahitlikler yalandır."
deseler; sonra da gelip şahitlik yapsalar; veya bu iki kişi: "Biz, her ne
zaman söylersek hatırlayanlayız." deseler; sonra da:
"Hatırladık" deseler, şehadetleri caiz olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir.
Bir kimsenin elinde
bölunan bir köle hakkında, dava edilse; onun üzerine, bir başkasının şahitleri
bulunsa; o şahitlerden birisi, hakimin huzurunda: "îddia olunan ve iddia
olunanın elinde bulunan köle dava edenin kölesi değildir." dedikten sonra,
iddia eden, bizzat o kölenin kendisinin olduğunu söyler ve aynı şahit ilk
sözünü aynen tekrarlarsa; "hakimin, onun şehadetini kabul etmemesi
gerekir." denilmiştir.
Keza:
"Hakim, onun şehadetini
kabul eder." denilmiştir. Muhiyt'te de böyledir.
Bir kimse, başka
birisinin elinde bulunan köleyi, iddia eder ve: "Sen, bu köleyi bana bin
dirheme sattın. Ben de parasını peşinen ödedim." der; iddia olunan adam
da, alım-satımı ve bedeli aldığını inkar ederse; iki şahid de, satıcının
sattığına dair ikrarına, davacının lehine şehadette bulunurlar ve: "Biz,
köleyi tanımıyoruz. Fakat, o bize, köle Zeyd idi dedi." derler; başka iki
şahit de: "O kölenin adı Zeyd'dir." derlerse; satıcı da, "kölen
adının Zeyd olduğunu" söylerse; bu durumda, dava hükme bağlanmaz; satıcıya
yemin ettirilir. Saye yemin 'ederse, bedel kendisine geri verilir.
Eğer satıcı yeminden
kaçınırsa, satım, onun yeminden kaçınması sebebiyle, lazım olur.
Eğer İki şahid,
şehadette bulunurlar ve satıcı kölesi Zeydi sattığını söylerler ve onu bir işe
veya san'ata nisbet eylerlerse veya bir kusurla vasıflarlar; o vasıf nisbetler
de mutabık olursa; İmâm: "Bu önceki kıyasda vardır. Eğer şahitler, o
köleyi belirli bir şeye nisbet ederlerse; istihsan olur. Cariye de böyledir.
Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Müntekâ'da şöyle
zikredilmiştir: İki şahit şehadette bulunarak: "Bu ev, bin arşındır;"
derler; bu ev de, beşyüz arşın olursa veya: "Şu şu, on avuçtur." diye
şahitlik yaptıkları halde, şu; şehadetleri geçersizdir.
Böyle ikrar ederlerse;
ikrar olunanların tamamı da böyledir. Eğer, iki kişi şahitlik yaparak
"Onun yurdu, bu yurdun içindedir." derler; fakat hududunu ve yerini
bilmezlerse, şehadetleri caiz olmaz. Muhıyt'te de böyledir.
Şahitler şehadette
bulunup: "O kadın,
onun karışıdır ve helalidir." derler, fakat akitlerini
söylemeselerde; muhtar olan şehadet-lerinin caiz olduğudur.
Hizânetü'l-Müftîn'de de böyledir.
Bir kimse iddia
ederde, "Bu elbise onun yanında rehindir." veya "O, onu zoraki
almıştır." diye iddia eder; şahitler de böylece şehadette bulunurlar;
yalnız "Biz, hangi elbise olduğunu bilemiyoruz." derlerse;
şehadetleri kabul edilir. Ebliseyi açıklamak gasbedene ve rehin bırakana
aiddir. Muzmarât'ta da böyledir.
Bir kimse, diğer bir
şahsın ikrarı üzerine bir kimsenin malı için, "Bu, bir borçtur."
veya/'Emanettir." diye şahitlik yaparsa, bu şehadet de caizdir.
Mültekıt'ta da böyledir.
En doğrusunu Allahu
Teâlâ bilir. [14]
Bu babda:
1) Şehadete
Ehliyeti Olmadığı îçin Şehadeti Kabul Edilmeyen Kimseler;
2) Fışkı
Sebebiyle Şehadeti Kabul Edilmeyen Kimseler;
3) tham
Edilmesinden veya Tenakuzun Lüzumundan yahut Hükmü Bozma Gereğinden Dolayı
Şehadeti Makbul Olmayan Kimseler; olmak üzere üç bölüm vardır. [15]
Alimlerimize göre,
ahrasın (= dilsizin) şehadeti caiz
değildir. Zehıyre de de böyledir.
Her iki. gözü kör olan
kismenin de şehadeti caiz değildir. Gözlerin kör olması, ister hadiseden önce
olsun, isterse sonra olsun, müsavidir.
Duyma yoluyla, körün
şehadetinin caiz olup-olmaması hakkında ihtilaf vardır: İmâm Ebu Yûsuf (R.A.):
"Duyma yoluyla olan şahitliği kabûledilir. Şayet
hadise zamanı görüyor
da, şehadet vaktinde görmüyorsa, —her ne kadar ismini
nesebini bilse bile— duyması kafi gelmez." buyrulmuştur. Fethû'l-Kadîr'de
de böyledir.
Bu durum, onun
şehadeti zamanında, onun işaretine muhtaç (olmadığı zamandadır.
Fakat iddia sahibi,
onun işaretine muhtaç ise, bi'1-icma şehadeti kabul edilmez. Bedâi"de de
böyledir.
Şayet körlük, şehadet
yaptıktan sonra, fakat hüküm verilmeden önce olursa, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve
İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, hükümden kaçınılır. Kâfî'de de böyledir.
Kör olarak şahitlik
yapan şahsın şehadeti red edildikten sonra güzleri açılır ve aynı hadiseye
şehadette bulunursa, şehadeti kabul edilir. Hulâsa'dada böyledir.
Sabilerin ve delilerin
şehadetieri kabul edilmez. Bunak da, mecnun hükmündedir.
Bir kimse, bir saat
cinnet geçirse, bir saat da ifakat bulsa, ifakatı zamanındaki şehadeti kabul
edilir.
Şemsü'I-Eimme Halvânî
(R.A.) cünûn (= cinnet delilik) süresini iki gün olarak takdir etmiş ve:
"Tecennünü, iki gün veya daha az olur; sonra da, iyileşirse; bu iyilik
halindeki şahitliği kabul edilir." demiştir. jMuhiyt'te de böyledir.
Tek bir kadının
şahitliği kabul edilmez.
Yalnız ben olan
kadının —mirasın dışında— nesebini sabit olması hususunda doğuma şehadeti kabul
edilir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Keza, oyun oynarken,
çocukların biri biri hakkındaki şehadetieri kabul edilmez.
Her ne kadar ihtiyaç
olsa bile, hamamdaki kadınların hamamda ivaki şehadetieri, kabul edilmez.
Zehıyre'de de böyledir.
Keza, zindanda (=
hapishanede) hapislerin orada cereyan eden bir vakıa hakkında birbirlerine
karşı şehadetieri caiz değildir.
Fakat, kadınların, ana
karnındaki çocuğun kaç aylık olduğuna, bir de, doğumda çocuğun canlı veya
cansız doğduğuna dair şehadetieri veya doğumda her hangi bir azasının hareket
edip etmediği hakkındaki şehadetieri kabul edilir.
Bunların çocuğun
üzerine, cenaze namazı kılınıp kilınmayacağı hakkındaki şehadetleri, bi'1-icma'
kabuledilir.
Ancak, miras
hakkındaki şehadetleri ihtilaflıdır:
İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.): "Şehadetleri kabul edilmez; İki erkeğin veya iki kadın bir erkeğin
şehadetine ihtiyaç vardır." buyurulmuştur.
İmâmeyn ise:
"Eğer kadın adile ise "Tek kadının da şehadeti makbuldür."
buyurmuşlardır. Tercih edilen de budur. Fethu'l-Kadîr'de de böyledir.
Çocuğun doğum anındaki
hareketine gelince, her iki imama göre de, iki kadın, iki erkeğin şehadeti
gerekir. Muhiyt'te de böyledir.
Kadınların, hırsızlık
hakkındaki şehadeti eriyle el kesilmez.
Ancak, hırsıza tazminat yaptırılır. Tatarhâniyye'de de böyledir.
Bir kimse: "Eğer,
ben içki içersem; şu kölem hür olsun." der; bir erkekle, iki kadın da, o
adamın içki içtiğine şahitlik yaparlarsa; bu köle azad olur. Adama had
yapılanız.
Keza, bir şahıs:
"Eğer filanın malım çalarsam, kölem azad olsun." der; bir erkekle,
iki kadın da, onun, o adamın malını çaldığına şahitlik yaparlarsa; kölesi azad
olur; fakat, eli kesilmez. Hulasa'da da böyledir.
Memiükün (= kölenin)
şehadeti makbul değildir. Köle, ister mü-debber olsun. İster, mükateb olsun;
isterse, ümmü-veled olsun fark etmez.
Bir kısmı azad edilmiş
olan kölenin şehadeti de, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre kabul edilmez.
Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Köleliği sebebiyle şehadeti kabul olunmayan kimsenin
tamamı azad olur veya kafirliği veya çocukluğu sebebiyle şehadetleri kabul
olunmayan şahısların sonradan bu mani halleri zail olursa, şehadetleri
kabuledilir.
Fasıklığı sebebiyle
şahitliği kabul edilmeyenlerin veya karı-koca oldukları için, birbiri hakkında
şahitlikleri kabul edilmeyen kimselerin veya efendisinin kölesi; kölesinin
efendisi hakkında şahitlikleri kabul edilmeyenlerin, bu halleri zail olsa bile,
yine şehadetleri kabul edilmez. Şayet efendisinin hadisesine şahit olur veya
iki kadının, biri birine karşı davaları
bulunursa; bunlar birbirinden
ayrıldıktan sonra, şehdetler kabul edilir. Her ne kadar, hadise
zamanı köle veya kafir, çocuk ise de, bu halleri gittikten sonra, yapacakları şehadet kabul edilir. Çünkü şehadette itibar şehadetin eda edildiği
zamandadır. Bu durumda ise, bunların şehadete mani bir halleri yoktur.
Karı-koca birbirine
nikahlı iken, bir biri hakkında şikayette bulunsalar; hakim şehadetleri kabul
eder; reddetmez. Aralarında ayrılık vuku bulsa, İmâm Muhammed (R.A.) bu faslı
Asi kitabında zikreyle-memiştir. İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre hakim şehadeti
yeniletir; önceki şehadette hükmeylemez. Muhıyt'te de böyledir. [16]
Büyük bir günahı aleni
(= aşikar, açıktan açığa) olarak işleyen kimsenin bi'1-ittifak, şehadeti men edilir.
Küçük günahlara
gelince, eğer onlar, fısk nev'inden iseler (insanların duymasıyla şeni
oluyorsa mutlaka fasıktır.) bunları işleyen kimsenin de şehadeti kabul
edilmez.
Eğer böyle değil ve
iyiliği ekser ise (fesadından salahı çoksa; savabı hatasından fazla ise) kalbi
selim olmasa bile adil ise, böyle'bir kimsenin şehadeti kabul edilir. Fetâvâyi
Kâdîhân'da da böyledir.
İmâm Ebû Yûsuf (R.A.):
Fasık, halk arasında mürüvvet sahibi, büyük bir kişiyse şehadeti makbul
olur." buyurmuştur. Esahh olanı, fasıkın şehadetinin kabul olunmamasıdır.
Kâfî'de de böyledir.
Faiz yiyen ve buna
devam eden kimsenin şehadti kabul edilmez. Cevheretü'n-Neyyire'de de böyledir.
Haram yemekle şöhret
bulmuş kişinin de, şehadeti kabul edilmez. Cevheretü'n-Neyyire'de de böyledir.
.
Bir defa bile olsa,
yetimin (haksız olarak) malını yiyeni kimsenin şahitliği, kabul edilmez.
Fethu'l-Kadîr'de de böyledir.
İçkiye devam eden ve
içmek niyetinde olan yani bulsa içmek isteyen kimsenin şehadeti makbul olmaz.
Şemsü'l-Eimme Serahsî
şöyle buyurmuştur:
Devamlı içmek ile
beraber, insanlara karşı aleni içmek de vardır. Ve sarhoş olarak sokağa çıkıp
çocukların onunla alay etmesi vardır. Eğer gizli içerse adaletten düşmez.
İmâm Muhammed (R.A.),
Asfda şöyle buyurmuştur:
Devamlı içki içenin
şehadeti makbul olmaz.
Sununla, şarabın
haricinde bütün içkiler irade edilmiştir. Mohıyt'te de böyledir. Şayet tedavi
için içerse, adaletten
düşmez.
Bahru'r-Râık'ta da
böyledir.
Kebair meclisinde
oturanın da —her ne kadar kendisi içmese bile— şehadeti kabul edilmez.
Muhjyt'te de böyledir.
Fışkı sebebiyle hadde
{- cezaya) müstehak olan kimsenin ve; büyük bir günah işleyen kimsenin şehadeti
kabul edilmez. Hidâye'de de^ böyledir.
Muayyen (belirli)
vakitleri olan, namaz oruç gibi farzları, özürsüz; geriye bırakan kimselerin de
adaletleri düşer.
Muayyen vakti olmayan
zekat, hac gibi farzlara gelince; Hişam, İmâm Muhammet! (R. A.)'in şöyle
buyurduğunu rivayet etmiştir:
Onların te'hiri,
sahibini adaletten düşürmez.
Mohammed bin Mukatil
(R.A.) de, bunu kabul eylemiştir.
Bazı alimler ise:
Özürsüz, hac ve zakati tehir etmek adaleti düşürür. Demişlerdir. Bu görüşü,
Fakıyh Ebû'1-Leys, kabul etmiştir.
Kadî Fahns'd-din de,
bu farzları tehir edenlerin, adaletinin düştüğünü kabul eylemiştir.
Zamanımızda, haccı
te'hir edenler, adaletten düşmezler. Muzma-rat'ta da böyledir.
Sahih olan, zekatın
geciktirilmesi de adaleti geçersiz kılmaz. Bir kimse, üç Cum'ayı terk ederse
fasık olur.
Bu durum, bir çok
yerde söylenilmiştir. Şemsü'I-Eimme ei-Hsdvani, bu görüşü kabul eyledi. Fetva
da, buna göredir. Bu, Özürsüz olarak, meccanen ve ondan 'kaçınılarak yapılan,
zamandadır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Eğer bir1 kimse,
hastalık veya şehre uzak olmak veya imamın fasıklığım te'viî sebebiyle veya
buna benzer hallerde, Cum'ayı terk etmişse onun şehadeti terk ve reddedilmez.
Zehıyre'de de böyledir.
Bir kimse, namazı
cemaatla kılmayı hafife alarak' terkeder ve avamın yaptığı veya mecnunların,
fasıkların yaptığı gibi cemaatı fevt etmek isterse, şehadeti düşer.
Şayet onu imamının
fasık olduğunu te'vil ederek terk eder ve ona iktidânın mümkün olmadığın
düşünerek ve onu o fasıklıktan vaz geçirmenin mümkün olmadığını bildiğinden
namazını evinde yalnız' başına kılarsa, veya imamı sapıklıkta görür ve ona
uymanın caiz olmadığı kanaatında olursa; bunlar, cemaati terk sebebiyle, o zatı
adaletten düşürmez. Muhiyt'te de böyledir,
tki kişi, "bir
adamın karısını üç talak boşadığına şehadeti yapsalar ve onun sahibü'l-firaş
olduğunu söyleseler ve: "Biz bundan önce, ona göre şahitlik yaptık.'*
Yalnız, o adam, bize "bunu saklayın; kimseye demeyin." dediği için
demedik." deseler; bu şehadetleri kabul edilmez. Çünkü onlar, kendilerinin
fasık olduklarını ikrar eylemişlerdir. Ve bunların fasıkhkları sözle değil,
yaptıkları işlerdir. Vâkıâtü'l-Hüsamiyye'de de böyledir.
tki kişi, bir adamın
talakı veya ıtakı (= köle azad etmesi)
hakkında şahitlik yapsalar ve: "Bu, bir sene önce idi." deseler,
şehadetleri caiz olur. Şehadetlerini tehir etmeleri vehmi gerektirmez.
Uygun olan, bunun
adamın karısını nikahı altında tuttuğu ve köelyî de azat etmemiş olduğu
zamandır! Çünkü, dava bunların şehadetiyle şart değildir. Dava yapılırda
şehadeti tehir ederlerse, fasık olurlar. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Şeyhu'l-İslâm
Hâher-Zade şöyle buyurmuştur:
Kul haklarında,
iddiacı tarafından şehadet talep edildiği halde, açık bir mazeret olmaksızın o
tehir edilir, bundan sonra da şehadeti eda ederlerse, bunların şehadetüeri
kabul olunmaz. Çünkü bu te'hire, hak sahibinin rızası yoktur. Bu tehir de
özürsüz olarak yapıldığından, her ikisi de fasık olmuşlardır. Zahîriyye'de de
böyledir.
Satrançla kumar
oynayan kumarcıların şehadetleri kabul edilmez.
Başka bir şeyle kumar
oynayanların şahitlikleri de kabul edilmez.
Her ne kadar,
satrançla kumar oynamıyor olsa bile, eğer onu oynamaya devam ederken namaz
kılmadan geri bırakıyor veya oyun içinde batıla yemin ediyorsa; yine şehadeti
caiz olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Künye' de şöyle
zikredilmiştir:
Her kim, satranç
oyununu yolda oynarsa şehadeti makbul değildir. Hidâye Şerhı'nde de, bu
böyledir.
Her kim. nerd (=
tavla» ovunu ovnarsa. onun şehadeti
merdûddur. Bu, her haliyle böyledir.
Bir kimse, çalgılardan
biriyle meşgul olur da namaz ve diğer farz i lamellerin birinden geri kalmazsa
bakılır: Eğer o, halk arasında şenî denilen bir şeyse, (zurnalar, tanburlar
gibi,..) şehadeti caiz olur.
Ancak, fuhşuyata
giderse, (raks etmek, halay çekmek gibi...) o zaman, büyük günahlar içine dahil
olur ve o takdirde şehdeti düşer. Muhiyt'te de böyledir.
İmâm Ebü Yûsuf (R.A.)
şöyle buyurmuştur:
Kim solucan ile oynar
fîraset murad ederse; şehadeti caiz olur. Mültekıt'ta da böyledir.
Rakkas ve meşûz'un
şehadeti caiz değildir. Hidâye'de de böyledir.
Güvercin uçurmak
suretiyle oyanayanların da, şehadetleri caiz değildir.
Ancak, güvercine
ünsiyet eden, onları evcilleştiren, fakat uçurup oynamayanların şehadetleri
kabuledilir. Mebsûl'ta da böyledir.
Kâfi1 de ve Fetâvâyi
Kâdîhân'da da böyledir. Ancak, güvercini ile başkasının güvercinini çektiriyor
ve gelen güvercinin etini yiyor veya onu satıyorsa, o zaman şehadeti makbul
olmaz.
İnsanlar için şarkı
söyleyip onlara dinleten kimsenin de şehadeti makbul olmaz.
Ancak, kendisi
işitecek kadar söylüyorsa, hatta tenha bir yerde yalnızlığından dolayı
söylüyorda onun sesini başkaları da duyuyorsa bu durumlarda, şehadeti kabul
edilir. Bunda bir beis yoktur. Tebyîn'de de böyledir.
İnsanlara duyurarak
te^annî yapan, (şarkı söyleyen) kadının da şehadeti kabul edilmez. İnsanlara
duyurmuyorsa bile, kadının böyle yapması güzel değildir. Ebri-Mekârim Şerhi'nde
de böyledir.
Başkasının ölüsüne (=
musibetine) nevha yapanın, (= ağıt
yakanın) ve bunun bir kazanç haline getirenin de şehadeti caiz
değildir-Mubiyt'te de böyledir.
Kendi ntusibeti için
nevha yapan kimsenin şehadeti kabul edilir. Sirâcü'I-Vehaâc'da da böyledir.
Kadınlaşan erkeğin,
kasden sesini kadınlar gibi çıkaranların, onlar, gibi hareket edenlerin, de
şehadetleri kabul edilmez.
Fakat bu, kendi
isteğiyle olmaz, kasdi bulunmaz da, bu şahıs hilkaten kadınlara benzerse,
şehadeti kabul edilir. Tebyîn'de de böyledir.
Namusuna sahib
olmayan kisme fasıktır;
şehadeti makbul değildir.
Zehıyre'de de böyledir.
Şiddetli gafil olan
kimsenin de şehadeti kabul edilmez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Yalancılığı ile şöhret
bulmuş kimselerin de, adaleti yoktur; şehadetleri kabul edilmez. Tevbe etseler
bile, şehadetleri hiç kabul edilmez.
Sehven yalan söyleyen
kimse bunun hilaf madır. Veya, bir kimse bir defa kasden yalan söylemiş ve
sonra tevbe eylemişse; bunların şehadeti kabul edilir. Bedâi"de de
böyledir.
Adaletiyle tanınan bir
kimse, bir defa yalan şahitlik yapar, sonra da
tevbe ederse; şehadeti
kabul edilir. İtimad
buna göredir.
Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.
Fasık bir kimse, tevbe
etse bile, tevbesinin üzerinden bir müddet geçmedikçe, şehadeti kabul edilmez.
Böylece, tevbesinin eseri meydana çıkmış olur.
Sahih olan, bu işi
hakime havale etmektir.
Adaleti olmayan bir
kimse, yalan şahitliği yapar; sonra da tevbe ederse; şehadeti kabul edilir.
Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Tevbe ettikleri zaman,
bi'1-icma,' zina, sirkat ve içki hadlerine çarptırılmış kimselerin şehadetleri
de kabul edilir. Beöâi*'de de böyledir.
Tevbe etmiş olsa bile,
namuslu bir kadına "zina etti.*' diye iftira edip de, kendisine hadd-i
kazf uygulanmış bulunan kimsenin şehadeti kabul edilmez. Hidâye'de de böyledir.
Bize göre, eğer o
adam, dört şahit dinletmiş ve sözünü tasdik ettirmişse; şehadeti makbul olur.
Mebsüt'ta da böyledir.
Bir kimseye had
cezasının sopası vurulurken, tamamlanmadan kaçarsa zahirü'r-rivayede, vurmak
tamamlanmasa bile şehadeti makbul olur.
Şayet bir kafir
kendisine hadd-i kazf uygulandıktan sonra, bu şahıs müslüman olursa, şehadeti
kabul edilir.
Köle, bunun
hilafınadır; hadden sonra azad edilse bile, şehadeti kabul edileniz.
Ancak, zina iftirasını
hal-i küfründe yapsa, müslüman olunca da şehadeti ebediyyen geçersiz olur.
Haddin bir kısmı küfür
halinde; bir kısmı da hal-i islammda uygulansa, yine zahiriTr-rivayede,
ebediyyen şehadeti batıl olur. Eğer tevbe ederse o zaman şehadeti kabul edilir.
Cevheretü'n-Neyyire'de de böyledir,
Sahih olan,
zahirü'r-rivayemn cevabıdır. Bedâi'Me de böyledir.
Şair bir
kimse, eğer şiirinde
hicveyliyorsa, (bir suçsuzu suçladınyor; iyi bir kişiyi
kötülüyorsa) şehadeti kabul edilmez.
Eğer şiirinde bir
kimseyi methediyorsa; methi gerçekten daha fazla oba böe, şebadeti kabûledilir.
Tatarhânîyye'de de böyledir.
Salih (iyi) bir kimse,
içinde fuhşiyat bulunan şeyleri şiiriyle teğannî (etse bile adaleti düşme#.
Çünkü, o başkasınm fuhşunu hikaye ediyor ve bunu arap şiirinden talim eylemiş.
Eğer bir şair şiiri,
arapçayı Öğrenmek için söylüyor ve öğreniyorsa; içinde hoş olmayan sözler osla
büe şehadeti batıl olmaz\ Fetâvâyi Kâdî-hân'da da böyledir.
Bir kimse, ailesine
veya cariyelerine yahut çocuklarına sövse, bu aleni olsa bıîe, o şahsın adaletten
düşmesine sebeb olmaz. Çünkü, insan bunu az kerre yapar. Fakat bunu adet haline
getirirse, adaletten düşer. Vâkıatü'l-Hüsamiyye'de de böyledir.
Hayvanına şovende
aynıdır. Fethu'l-Kadîr'de de böyledir.
Sahabe ve tabiîn gibi,
selefe aleni şovenlerin şehadetleri kabul ,ediîmez.
İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)
ve arkadaşlarına şovenler de böyledirler. Nihâye'de de böyledir.
Din bilginlerine şovenlerin
de şehadetleri kabul
edilmez. Fethu'l-KadSr'de deböyledir.
Peygamber (S.A.V.)'in
sahabilerine sövmekte töhmet altında kalan bir kimsenin şehadeti caiz olur mu?
Alimler şu cevabı
verdiler:
Biz, onları fısk-ı
fücurla ihtam ederiz ve onların şehadetlerim'n kabulünü caiz görmeyiz.
Muhıyt'te de böyledir.
Hattabıyye ehli hariç,
diğer hevâ ehlinin şehadeti kabul edilir. Hidâye'de de böyledir.
Şeyhu'1-İslâm:
"Bize göre, ehl-i hevanın şehadetleri makbuldür. Ancak, bunun için onların
nevalarının küfiü gerektirmemesi ve hilebaz değil, adi ehli olmaları
gerekir."
Sahih olan da budur.
Möhiyt'te de böyledir.
Hakareti gerektiren
işleri yapan bir şahsın da şehadeti caiz değildir.
Yol üzerine işeyen ve
yolda ekmek yiyen kimselerin şehadetlerinin makbul olmaması gibi... Hidâye'de
de böyledir.
Çarşıda, halk arasında
yiyen de böyledir; Sirâcirl-Vehhâc'da da böyledir.
Bir kimse, doyduktan
sonra yerse; ekseri alimlere göre, adaletten düşer ZahidTde de böyledir.
Ebû Hanîfe'nin
Menakıhı'nda; "Cimrinin şehadeti
makbul değildir." diye yazılmıştır. Muhıyt'te de böyledir.
Kerhî (R.A.): "Yolda, sadece don ile yürüyenin (üst
giyişi almayanın) de şehadeti caiz değildir." buyurmuştur. Nihâye'de de
böyledir.
Hamama havlusuz
girenin de ondan vaz geçtiği bilinmez ise şehadeti kabul edilmez, (yani çıplak
yıkanıp, da avret yerlerini başkalarına gösterelerin, tevbe etmedikçe—
şehadetleri makbul olmaz.) Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Ebu Hasan, bir alîmin
şöyle dediğini anlatıyor: tyi hali ile bilinen bir yaşlı
adam, Mekke yolundan,
oğlu ile nafaka
hususunda hesaplaştıkları icjn, şehadeti kabul edilmedi. Zahidi'de de böyledir.
Dalkavukluk
yapanın ve sözünde aslı
olamyan maskaralık yapanın
şehadeti caiz değildir. Bahru'r-Raık'ta da böyledir.
Kefen satıcısının da
şehadeti makbul değildir. Şemsü'l-Eimme şöyle buyurmuştur:
Kefenci, bu işi yalnız
başına yapar ve ölen var mıdır diye gözetirse, şehadeti kabul edilmez.
(Yoksa kefenlik bez
satan ve diğer kumaşlarla birlikte bulunduran kimsenin şehadeti kabul olunur.)
Zehıyre'de de böyledir.
Bir kimse resimlenmiş
elbise satsa veya elbiseye resim nakısı yapsa, şehadeti makbul olmaz. Akdıyye'de de böyle söylenmiştir. Muhıyt'te
de böyledir.
Beldenin emiri
gelirken insanlar çıkıp, yolda onu gözetirlerse; müteahhirin alimleri:
"Bunların adaletleri düşer, ancak, öğüt almak için olursa, bu takdirde
adaletten düşmezler." demişlerdir.
Fetva ise, ta'zime
layık olmayan bir kimse için yola çıkılır ve bu öğüt almak için de olmazsa
adaletleri batıl olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Sünnetsizin şehadeti
kabul edilir. Ancak, onu hafife alarak terk etmişse, o zaman şehadeti kabul
edilmez. Hidâye'de de böyledir.
Hayası çıkarılmış
kimsenin şehadeti kabul edilir. Muhıyt'te de böyledir.
Zinadan doğmuş bir
kimsenin şehadeti zina hakkında olsun, diğerleri hakkında olsun, kabul edilir.
Fethu'l-Kadîr'de de böyledir.
Hünsâ-i müşkilin
şehadeti caizdir. Hükmü ise kadın hükmü gibidir. Siracü'l-Vehhâc'da da
böyledir.
Uygun olan, hunsa-i
müşkilin, hadlerde ve kısas da —kadınlar gibi— şehadetin kabul edilmemesidir.
Gayetü'l-Beyân'da da böyledir.
Halktan, haksız olarak
fazla para alan amelelerin şehadetleri makbul değildir. Hakkını alırsa,
makbuldür. Muhıyt'te de böyledir.
Yazıcıların halleri
güzel ise, şehadetleri kabul edilir. Fethu'l-Kadîr'de de böyledir.
Sadru'ş-Şehid Husamü'ddîn,
Vakıat'ta şöyle buyurmuştur: Vergi tahsildarları topladıkları dirhemlerden
kasden ve haksız olarak aldıkları zaman,
şehadetleri kabul edilmez.
Muhıyt'te de böyledir.
San'at ehline gelince:
Çöpçülerin, süpürgecilerin hamalların
hacametcilerin şehadetleri kabul edilir. Köle ve cariye alıp satanlarla,
dallallann da şehadetleri kabul edilir. Fethu'l-Kadîr'de de böyledir. [17]
Ana ve babanın,
evlatlarına karşı şehadetleri, —her ne kadar aşağı inerse insin— kabul edilmez.
Evlatların şehadeti
de, ana-baba, büyük ana ve büyük baba, hakkında
—her ne kadar yukarda olursa, olsun— caiz olmaz.
Bir kocanın, karısına
karşı şehadeti caiz olmaz.
Cariyesi de olsa
böyledir.
Bir kadının da, kocası
hakkındaki şahitliği kabul edilmez. Koca, köle dolsa bile, bu böyledir. Havfde
de böyledir.
Bain talakla karısını
boşayan kimsenin o kadına karşı, şehadeti caiz değildir, Hulasa'da da böyledir.
Bir kimse bir kadın
için şahitlik yaptıktan sonra, onunla evlense; şehadeti geçersiz olur. Fetâvâyi
Kâdîhân'da da böyledir. .
Bir kimsenin, süt
yönünden oğluna veya babasına karşı şehadeti caizdir. Havî'de de böyledir.
Rebib'in (-
aldığı kadının eski kocasından olupta yanında bulundurduğu oğulluğun)
şehadeti caizdir. Kunye'de de böyledir.
Bir kardeşin, bacısına
(= kız kardeşine) karşı şehadeti, caizdir. Serahsî'nin Muhiytı'hde de böyledir.
Kardeşin kardeşe ve
onun çocuklarına karşı şehadet caizdir. Keza amcalar ve onların oğulları;
dayılar ve onların oğullan; halalar ve onların çocukları; teyzeler ve onların
evlatları hakkında da şehadet caizdir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir adamın, kayın
valdesi, kayın pederi ve kayın biraderi hakkındaki şehadeti caizdir.
"Bir kimsenin
kızının kocası; babasının
karısı (- analığı) ve karısının bacısı (- baldızı) hakkındaki
şehadeti de caizdir. Hulasa'da da böyledir.
Bir adam, oğlunun oğlu
için, oğluna karşi şehadette bulunsa; bu şehadeti caiz olur. Fetâvâyi
Kâdîhân'da da böyledir.
Birbiriyle, mülaanede bulunmuş
koca ve karının veledinin şehadeti; ümm-ü veledinin, veledinin döşeğine karşı
olan şehadeti; eğer onu nefy ediyorsa; nefyeden için kabul edilmez. Çünkü, bu
çocuğun nesebi, kocası tarafından tesbit edilmiştir. Her ne kadar miras ve
nafaka hususunda bazı ahkam kesilmişse de; bazı ahkam hakkında da
kesilmemiştir. O da şehadetin kabulü; nikahlaşmasmın haram oluşu; ona zekat vermenin
cevazı ve başkasının o çocuğu iddia etmesinin fesadıdır.
Hatta bir adam:
"Bu çocuk benimdir." diye iddia etse; onun iddiası sahih olmaz. Her
ne kadar, lanetleşmişlerin çocuğu onu doğrulasa bile bu böyledir.
Şayet İanetleşmişler
iddia ederlerse, neseb onlardan sahih olur. Ancak biz, bu ahkam hakkında hürmet
emrine ihtiyat olsun diye nesebi baki kıldık. Çünkü bu ahkam, kendisinde
ihtiyat olunacak bir ahkamdır. Bunun içindir ki şüpheler, sebebiyle şehadet
ibtal edilmiştir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Lanetleşmişlerin evladının
şehadeti, kendi hakkında
kabul edilmez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Mülâane de bulunmuş
karı-kocanın nefy ettikleri (= yani kendi veledleri olduğunu kabul etmedikleri)
çocuk hakkındaki şehadeti, kabul edilmez. Fethu'l-Kadîr'de de böyledir.
Ortalık bir köleyi, bu
ortaklardan birisi satar ve müşteri de onu azad ederse; bu köle, satıcısına;
karşı şahitlik yapar ve şehadeti kabul edilir. Çünkü, azad edilmiş insanın
şehadeti, hem azad edene, hem de başkasına karşı makbuldür.
Bir adam yanındaki
çocuğun nesebini iddia ederse; onun nesebi sabit olur. Onu satmak, azad etmek
ve hüküm almak batıl olur. Kâfî'de' de böyledir.
Bir kimsenin, kölesine, müdebberine, mükatebine ve ümm-ü
veledine karşı şehadeti caiz değildir. Hâvî'de de böyledir.
Bir çırağın ustasına
karşı şehadeti, caiz değildir. Çırak, ustası ve ailesiyle birlikte yemek isterse,
ona mahsus ücret olmaz.
Ortak olan çırağın,
kendini icarlayana karşı şehadeti caiz olur.
Fakat, ustasının,
öğrensin, tanınsın, alışsın diye belirli bir ücretle çalıştırdığı bir
çırağın ustasına karşı
şehadeti, müstahsen değildir. Hulâsada da böyledir.
Ustanın, çırağı
hakkındaki şehadeti makbuldür.
Keza, icara verenin
şehadeti de makbuldür. Fethu'l-Kadîr'de de böyledir.
İcarcınin, icara
verene karşı şehadeti makbul değildir.
Ariyetin (- emanet
bırakılanın), ariyeti bırakana, ariyet hakkındaki şehadeti, caiz değildir.
Bahru'r-Raık'ta da böyledir.
Münteka'da şöyle
zikredilmiştir:
Bir kimse, bir
aylığına bir ev icarlar ve tam bir ay da,o evde kaldıktan sonra, başka bir
davacı gelirse; o zaman müste'cir, diğeri, hakkında dava açar ve davacı icarı
ister. Bu ister, onun emriyle olsun, İster emirsiz olsun müsavidir. Eğer:
"Benim emrimle oldu." derse; o (zaman, müste'ceri hakkında şehadette
bulunamaz. Çünkü müste'cir, müste'cerin şehadetiyle oturmuştur.
Eğer: "Haberim
yoktu." derse; o zaman, şehadeti kabul edilir. Çünkü, müste'cerin hakkı
yoktur.
Şayet, tam bir ay
oturmadı ise, şehadeti caiz olmaz.
Eğer davacı
"icarın kendi emriyle olduğunu" iddia etmezse, bu böyledir.
Eğer müste'cir şahit
dinletir de, "iddia sahibinin icare verdiğini isbat ederse; icarın feshi
için, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) "İkisinin de şehadeti caiz olur."
buyurmuştur. İster, ücret ucuz olsun; isterse, pahalı olsun fark etmez.
İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)
ise: Feshi hakkında, şehadetîeri caiz olmaz. Çünkü, onlar ücretle vermişlerdir.
Eğer, bir evde, ücretsiz iki kişi oturuyorlarsa, şehadetîeri caiz olur."
buyurmuştur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Çırak ustasına,
şehadette bulunur ve bu çırak aylık ücretli olursa; tam bir ay geçene kadar
ta'dil etmediyse, şehadeti reddedilmez. Sonra ta'dil eylediyse,
şehadeti makbul olmaz.
Tadilden önce karısını boşayanın şehadetinin kabul
olmadığı gibi...
Çırak olmayan bir
kimse, önce şahit; sonra da çırak olursa; şehadeti batıl (= geçersiz) olur.
Şayet hakim onun
şehadetini reddetmez; o da çırak olmadığı halde, sonradan çırak olur, bilahare
de bir müddet ücretle çalışırsa, her ne kadar şahitlik zamanında da hüküm
zamanında da çırak değilse, bile —hakinronun şehadetiyle hükmetmez. Gerçekten
hakim, onun şehadetini geçersiz saymadığı gibi kabul de etmemişse ücretli
olduğu müddetçe, şahitliğini kabul eder. Fetâvâyi KâdîhânMa da böyledir.
Bir ortağın, ortağı hakkındaki şehdeti dava şirket
(ortaklık) hakkında ise merduddur.
Çünkü,onun bu şehadeti kendi nefsi için olmuş olur. Eğer ortaklığının
dışında bir şey için şahitlik yaparsa, bu şehadeti de kabul edilir. Çünkü, bîr
töhmet yoktur. Kâfî'de de böyledir.
Keza, iki ortağın
çırağının şahitliği de kabuledilmez. Mebsût'ta da böyledir.
İmâm Muhammed (R.A.),
Asi kitabında şöyle zikretmiştir:
İki kişi, "Gerçekten
filan için, şu adamda bin dirhem vardır." Diye şahitlik yaparlarsa; bunda
vecihler vardır: .
Birincisi: İki kişi,
"Bir adamda, ortak olarak bin dirhemlerinin olduğuna dair" şahitlik
yaparlarsa, bu durumda şehadetleri asla kabul edilmez.
İkincisi: Ortaklıklarını
kaTdırırlarsa (Şöyleki: "Biz şehadet ederiz ki: Gerçekten, bu adamda filan
için beşyüz dirhem vardır. Bu bir yönden bana aittir; bir yönden diğerine
aiddir." deseler) bu husustaki şehadetleri kabul edilir.
Üçüncüsü: Mutlak
olarak, ona şehadeti itlak ediyorlarsa; bu asla kabul edilmez.
Bir kimsenin üç kişi
de bin dirhem alacağı osla; onlardan, ikisi: ."gerçekten alacaklı
alacağından vaz geçti." diye şehadet etseler, eğer bazıları, bazısına
kefil ise, bu şehadetleri asla makbul olmaz.
Eğer bazıları,
bazılarına kefil değilseler ve o kişi: "Gerçekten alacaklı tek kelime ile
alacağından vaz geçti." dese; yine şehadetleri asla kabul edilmez.
Eğer, bunu tek tek
söylerler de: "Filan hakkındaki alacağından vaz geçti." derlerse;
işte, o filan hakkında olan şahitleri kabul edilir.
Bunun benzeri, Hııdııd
kitabında söylenmiştir.
Eğer iki kişi,
gerçekten bir kelime ile: "Annesine zina iftrası yaptı." derle
ikisini de şehadeti kabul edilmez.
Şayet, tek tek, ayrı
ayrı şahitlik yaparlarsa; bu husustaki şahitlikleri kabul edilir. Muhıyt'te de
böyledir.
Üç kişinin, bir adam,
bin dirhem borçları olsa, bunlardan ikisi, üçüncüye karşı: "O borcundan
kurtuldu. Alacaklı ondaki alacağından vaz geçti." deseler; şehadetleri
kabul edilmez.
Keza: "Alacaklı,
o borçlusundan, bir şey aldı." dedikten sonra da "alacaklı,
alacağından vaz geçti." diye şahitlik yapsalar; yine şehadetleri kabul
edilmez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Azl edilmeden önce*
vekilin müvekkili hakkındaki şehadeti —eğer mahkemeye düşerlerse— kabul edilmez.
Şayet karşılıklı dava
açarlarsa, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, şehadetleri kabul edilir. Zehiyre'de
de böyledir.
Bir adam, diğerini,
bütün haklarına karşı vekil tayin eder; o zat da, hakim huzurunda, bu vekaleti
kabul ettikten sonra, bin dirhem hakkında, karşılıklı dava açarlar ve asil
vekili azl eder ve veki., bu bin dirhem için şahitlik yaparsa; şehadeti
reddedilir.
Eğer başka bir mal
için dava eder ve şahitlik yaparsa, reddedilmez Şayet hakim, vekilin vekaletini
bilmiyor, o da kendinin vekilliğini isbat ediyor sonra da, asil onu azl
ediyorsa; o zaman vekilin vekaleti zamanındaki hakkı hususundaki şehadetini
hakim reddeder.
Ancak, asil, vekili
vekaletten azlettiği tarihten sonraki hakkı hususunda şahitlik yaparsa, bu
müstesnadır. Kâfi*de de böyledir.
Bir kimse, hakimin
huzurunda diğer birini, bütün davaları hususunda vekiî ettiğini, iddia eder; o
adamda, bunu kabulettikten sonra da, asîl olan, vekili azlederse; azlolunan da
vekili hakkında şahitlik yaparsa; bu şahitliği kabul edilmez.
Ancak, vekil olduktan
sonra cereyan eden, bir hadise hakkındaki şehadeti şehadetlerini kabul etmediği
üç kişiden başkası için yaparsa, bu şehadeti caiz olur.
Bir kimse, diğerini,
davalarına vekil tayin eder ve bütün haklarını ona havale eder ve ister şehir
de ister köyde olsun, bütün haklarını o alacak olur; vekil bir adam getirerek,
onu hakime şikayet eder; sonra da asil olan zat, vekilini vekaletten karşı,
şehadette bulunamaz. Hulasa'da da böyledir.
Bu vekil, azilden
sonra olan bir hadiseye, şahit olursa; şehadeti kabul edilir. Muhıyt'te de
böyledir.
Alacak almak için
vekil tayin edilen kişinin, alacak hakkındaki şehadeti makbuldür. Kerderî'nin
Vecizi'nde de böyledir.
Bir kimse, davası
için, üç kişiyi vekil tayin eder ve: "Kim davaya bakarsa, işte o vekildir." der; onlardan ikisi ise,
diğeri için, "davaya vekil değildir." diye şahitlik yaparlarsa; eğer,
asîl her birini ayrı ayrı ;davaya bakmak için ve alacağım almak için vekil
eylemişse; diğer iki vekilin arkadaşları hakkındaki şehadetleri ve her birinin
diğeri hakkındaki şehadetleri, —hem davada, hem almada— caizdir.
îki kişi, bir adama
karşı şahitlik yaparak: "Bize, hanginiz, benim karımı boşarsanız, caizdir
dedi." derlerse, işte bu caizdir.
Veya yanınızdaki
olanı, hanginiz boşarsa caizdir." derse, işte o da caizdir.
Sonra da koca, bu
sözünü inkar ederse; o takdirde, şehadetleri caiz; olmaz.
Şayet koca, enirini
ikrar eder, (= kabul eder), iki kişi de onun karısını üç talak boşâdığma
şahitli yaparlarsa, şehadetleri caiz olmaz. Çünkü, onlar daha önce vekil
olmuşlardı. Vekalette ortak olanların: bazılarının bazıları hakkında yaptıkları
şehadet —lehlerine de aleyhlerine de olsa— caiz olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir.
îki kişi, alım-satım
için vekil olur; iki dalla da, bunların "biz, bu şeyi filana sattık."
dediklerine şahitlik yaparlarsa; şehadetleri kabul edilmez. Zehıyre'de de
böyledir.
İki şahit:
"Gerçekten filan, onlara füaneyi nikahlamayı emreyledi.'' veya "hal
eylemeyi (= mal
mukabili karsını boşamayı) emreyledi." derler; müvekkil
de, bu emri ve akdi inkar ederse; bunların tanımamda iki vecih vardır.
1) Davacı
akdi ikrar edebilir. O zaman, o ikrara göre hükmedilir; onların şehadetine göre
değil. Hul olsun, nikah olsun, alım-satım olsun müsavidir.
2) Eğer
davacı akdi inkar ederse; nikah ve alım-satımda kocanın ikrarına
meyletmeksizin, hüküm verilmez. Hul da ve talakta —amir emreylemişse bile— ise
hükmedilir. Fakat, koca akdi inkar eder; davacıda, akdin tamamını ikrar
ederse, tamamiyle hükmeder; nikah müstesnadır. Bu, îmâm (R.A.)'e göre
böyledir. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.
İmam Ebû Yûsuf (R.A.),
Nevadir'de şöyle buyurmuştur:
İki şahit, şehadette
bulunurlar da: "Gerçekten fîian bize, filanı alım-satım için vekil tayin
ettiğini tebliğ etmemizi emretti ve kölesini satmasını istedi. Biz de, ona
haber verdik. veya "Bize, bir kadına varıp, onu kocasını boşadığım
söylememizi, emretti. Biz de Vardık tebliğ, eyledik." derlerse;
şehadetleri caiz olur.
Şayet: "Biz
şehadet ederiz ki, gerçekten o adam bizi karısı hakkında muhayyer bıraktı ve:
"Karım muhayyerdir." dedi. Biz de söyledik. O da nefsini ihtiyar
eyledi." derlerse, şehadetleri kabul edilmez. Muhıyt'te de böyledir
Vekilin oğlunun,
vakelete karşı şehadeti kabul edilmez.
Keza, bir vekilin,
ana-babasınm, ecdadının ve torunlarının vekalete şahitlikleri kabul edilmez.
Hulasa'da da böyledir.
Vekilin iki oğlu,
vekilin akdine şahitlik yapsalar, bu kabul edilmez.
Eğer müvekkil ve vekil
ikiside sözleşmeyi ikrar ederlerse; davacı da bunları iddia ederse; artık
hakim, sözleşmeye dair hükmeder. Fakat, onların şehadetiyle değil de ikrarları
sebebiyle hükmeder.
Eğer davacı bunları
inkar ederse; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre böyledir.
İmâm Ebû Yûsuf (R.
A.)'a göre onların şehadetleri kabul edilmez.
Bu sözleşme sebebiyle
de, hiç bir hüküm verilmez. Ancak* huP (= mal mukabili karı boşama)
müstesnadır.
Burada bîrde, kocanın
ve müvekkilin ikrariyle malsız boşamaya hükmedilir.
Eğer vekilde müvekkil
de hepsini inkar ederlerse; şayet davacı da aynen inkar ederse, o zaman
şehadete iltifat edilmez.
Eğer davacı iddia
ederse, bütün alimlere göre şehadetleri kabul edilir.
Eğer vekil
müvekkilinin iki emrini ikrar eder, müvekkil de emrin birini kabul eder,
sözleşmeyi inkar eder; davacı da onu Öylece dava ederse» hakim sözleşmenin
tamamına hükmeder. Nikah müstesnadır... Bu İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göredir.
tmâmeyn'e göre, bütün
akidlere hükmeder; istisnası olmaz. Zehıyre'de de böyledir.
Bir kimse, karısının
boşama yetkisini bir yabancının eline verir o da, onu boşar; iki tane de şahid
olursa, hüküm verilir. Kocası karısının boşanma yetkisinin kendisi ile,
karısının babasına havai eder; kendisi de kadını boşar ve bunun böyle olduğunu,
sağ olan baba iddia ederse; tmftm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, şehadeti kabul
edilmez. İmâm Ebû Yftsuf (R.A.)*e göre,
adamın yok olması,
ölmesi menzilindedir. Muhıyt'te
de böyledir.
Müvekkilin iki oğlu,
babalarının "şu adamı alacaklarını almaya vekil tayin ettiğine"
şahitlik yaparlar borçlu da bu vekaleti inkar ederse; şahitlikleri kabul
edilmez. Hulasa'da da böyledir.
Bir adam, bir evin
dava edilmesine ve onu almaya bir başkasını vekil tayin eder; kendisi de
kaybolur; vekil tayin edilen şahsın iki oğlu, babalanmn bu hususta davacı
olarak vekil tayin edildiğine- şahitlik yaparlarsa; şehadetleri kabul edilmez.
Borçlu, ister onun vekaletini inkar etsin, isterse ikrar etsin bu böyledir.
Bu, müvekkil talip
olduğu zaman böyledir.
Eğer müvekkil borçlu
olur; talip de iddia eder; borçlu olan adamın oğullan şahitlik yaparlar ve
"gerçekten, babalarının bu adam tarafından vekil tayin edildiğine"
şahitlik ederler; vekil de, vekaletini inkar ederse; bu şehadet makbul olmaz.
Çünkü, dava karışmıştır.
Eğer vekil, vekaletini
iddia ederse, yine şehadetleri kabul edilmez. Talip, vekaleti ikrar etse de,
inkar etse de bu böyledir. Çünkü, bu beyyine, hasmın gayrısına karşıdır. Muhıyt'te
de böyledir.
Şayet, iki kişi, bir
kişiden elbise satın alırlarsa; parasını peşinen ödesinler veya ödemesinler;
bir başkası gelir de o elbisenin kendisine ait olduğunu iddia ederse;
müşteriler de "elbisenin onun olduğuna" şahitlik ederlerse; bu şehadetleri
caiz olmaz. Mubıyt'te de böyledir.
İki müşteri, fasid
alış yaparlarsa; müşterinin birisinin mülkün bir kısmının kendisine ait
olduğunu iddia etmesi halinde, bu kabul edilmez.
Keza, hakim,
aralarındaki sözleşmeyi bozar veya müşteriler karşılıklı razı olurlar; aynı (=
eşya) da ellerinde bulunur ve satıcıya geri verirler sonra. da şahitlik
yaparlarsa, bu şehadetleri kabul edilir. Hnlasa'da da böyledir.
Bir kimse, diğer bir
adamdan, sahih bir alım-satımla bir cariye salın alır; karşılıklı teslinvtesellümden
sonra da müşteri bir kusur sebebiyle, hakimden hüküm almadan bu cariyeyi
satıcıya geri verir; satıcı da kabul ettikten sonra da, başka bir adam gelerek,
cariyenin kendisine ait olduğunu iddia eder; önceki müşteri ve başka bir adam
da cariyenin iddia edene ait olduğuna şahitlik ederlerse; bu şehadetleri
geçersiz olur. O cariyenin bedeli, ister müşterinin yanında olsun; isterse,
satıcıya vermiş bulunsun müsavidir.
Şayet red, ayıb
sebebiyle ve hükümden sonra olur veya teslim almadan önce, hükümsüz teslim
alınmış olur veya red, şartlı olarak göreme muhayyerliği ile olursa; sonra da
başka birisiyle birlikte, müşteri, müddeinin lehine şahitlik yaparsa;
şehadetleri caiz olur.
Bedelini vermemiş olsa
bile cevap böyledir.
Şayet cariyenin
parasını müşteri vermemiş
olur; cariye de müşterinin yanında ölmüş bulunur; sonra
da müşteri cariyenin iddia edene ait olduğuna, bir başkasıyla şehadette
bulunursa; ikisnin şehadeti de geçersiz olur. Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse, bir köleye
mukabil, bir cariye satın alır ve karşılıklı da teslim tesellümden sonra da, bu
cariyeyi alan şahıs, onda bir kusur bularak, onu, hakimin hükmüyle geri verir
ve köleye karşılık bu cariyeyi habsetse (yani yanında bıraksa) sonra da bir
adam gelerek, satıcının huzurunda, bu cariyeyi iddia eder müşteri de, buna,
başka bir adamla birlikte "bu cariye, iddia edenindir." diye şahitlik
yaparlarsa, bu şahadetleri kabul edilmez.
Eğer bu, cariyeyi
verdikten sonra olsaydı, şehadeti caiz olurdu.
Şayet köle, cariyeyi
satan şahsın yanında ölür; sonra da canyi./î satın alan şahsın, bu cariyede bir
kusur bulup, hakimden hüküm almadan bu cariyeyi satana müracaat eyler.
Eğer bir adam,
gelerek, o cariyeyi iddia eder; müşteri de bir, başkasıyla, iddia sahibinin
lehine şehadette bulunursa, şehadeti caiz olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir.
Bir adam, başkasından
bir köle satın salır; satıcı da, onun kusurundan vaz geçer, (yani onun
kusurunu söyler) alan müşteri de, başka birisine —onun kusurunu bildiği halde—
satar; ikinci müşteri dava açar ve birinci müşteriyi şikayet eder; önceki
satıcı da, başka bir şahitle şehadette bulunur" o, kusurunu bile bile
aldı." derlerse; hakim, birinci satıcının şehadetini kabul eder ve köleyi
ikinci satıcıya reddeyler; Onun (ikinci satıcının) "kusursuz."
demesini kabul etmez. Mahıyt'te de böyledir.
Bir adam bir köle
satar ve onu müşteriye teslim eder; onu, o müşteriden satın alan, diğer müşteri
iddia eder; birinci müşteri ise inkar eder ve birinci satıcı, onun "ikinci
müşteriye ait olduğuna" şahitlik ederse; şehadeti kabul edilmez.
Zehıyre'de de böyledir.
Şayet müşteri, o
köleyi filana sattığını iddia eder; müşteri de onu inkar ederse; satıcının
şehadeti kabul edilmez. Muhıyt'te de böyledir.
Satıcı sattığı şeyi
"başkasına sattığına" şehadette bulunursa, bu şehasdeti kabul
edilmez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimsenin yanında
buluna bir cariyeyi, başka bir adam: "Ben bu cariyeyi filandan yüz dinara
satın aldım. Filan da, benden bin dirheme satın aldı "ve ben satıp
parasını almadan da teslim aldı." diye iddia eder, cariye yanında bulunan
şahıs da, bunu inkar edince, önceki müşteriye karşı, birinci müşterinin iki
oğlu şahitlik yapsalar, babaları hakkında olan şehadetleri, kabul edilir. Bu
şehadetleri kabul edilince de önceki müşteri için bin dirheme hükmolunur; ikinci
müşteriye de yüz dinar hükmolunur.
Eğer, cariyeyi elinde
bulunduran şahıs, "Bu cariye, benimdi." diye iddia eder; önceki
müşteri de bunu inkar ederse; ikisin in de şehadeti kabul edilmez ve cariye
ikinci müşterinin olur.
Önceki müşteri için,
cariye hakkında hiç bir hüküm verilmez. İkinci müşteri, bu cariyeyi, diğer
müşterinin bedelini vermesi için elinde de tutamaz. Ve bir iddiada da
bulunamaz.
Şayet ikinci müşteri
iddia edip, "o cariyeyi, bin beijyüz dirheme satın aldığını" ve
"hatta, parasının da bir cinsten olduğunu" söyler; birinci müşttri
de, bunu inkar ettiği halde, diğer müşteriyi, cariye elinde bulunan tasdik
ederse; eğer ikinci, birinciden, cariyeyi onun izniyle almış ve onu da
doğrulamış ve öylece kabul etmişse; cariye elinde bulunan şahsın, onu diğer
müşteriye vermeme hakkı yoktur. O müşterinin
de, bedel olarak vereceği bir şey olmaz. Fakat son müşteri, birinci
müşteri ile parası hakkında aralarında boşluk var ve hatta cariyenin! bedeli
birinci müşteriye verilmiş, onu da ikinci müşteri tasdik ve kabul etmişse;
cariye elinde olan zat, o parasını birinci müşteriden alır. Eğer,b öyle bir
durum yoksa, diğer müşteriye tahliye emredilmez.
Şayet son müşteri
ikrar eder ve cariyeyi teslim alırıdığmı söylerse; istihsan da, diğer
müşterinin, —bin dirhemi ödenene kad,ar— onu elin de; tutma hakkı vardır.
Eğer, diğer müşteri
bin dirheme veya bin beşyüz dirheme
satın almışsa bu böyledir.
Eğer, beşyüz dirheme
satın alnuşsa, o cariyeyi beşyüz, dirhemini alana kadar yanında alıkoyar.
Eğer cariyeyi elinde
bulunduran şahıs, öncel d müşteriyi tasdik edip , cariye ona teslim eyler;
ancak son müşteri bun ,u iknar eder ve idi-dasının da cariyeyi elinde olanın
oğlu vasıtasıyla be/ ıgesini ibraz eder ve' şahitlik yaparsa ikisinin de
şehadeti kabul edilir ve ik inci satış sabit olur.
Sonra da bakılır:
Eğer. son müşteri cariyeyi (teslim aldığını iddia eder; cariye de, elnide
bulunan şahsın yanında olur; bedeli de a,ynı cinsten değil de, muhtelif ise
cevap aynıdır.
Eğer bedel, bir
cinsten ise, istihsanda, cariye elinde bulunan şahsın, onu elinde tutmak hakkı
vardır. MHhıyt'te de böyledir.
Keza satış fasid olur;
kıymetinde de ihtilaf ederlerse; teslim ahp-verme gününde, aiım-satımı yapılan
iki köle azad olunduktan sonra, kıymetleri alım-satım güsıü olan kıymet olarak
kabul edilmez. Muhıyt'te
de böyledir.
Şayet bedellerinde
ühtilaf etmezler; fakat müşteri bedeli verdiğini ikrar satıcı da inkar eder;
azad edilen köleler de, müşterinin lehine şehadette bulunurlar veya satıcının
bedeli teberru ettiğini söylerlerse, şehadetleri kabul edilir. Fetâvâyi
Kâdîhân'da da böyledir.
İmâm Ebû
Yûsuf (R.A.)'dan rivayeten,
İbnü Semaa'nm Nevadiri'nde şöyle
zikredilmiştir:
Bir kimse, iki köle
satın alır ve onları teslim alarak azad eder ve noksanları sebebiyle de
satıcıya müracaat edince, satıcı bunu inkar eder; bu iki köle de, o kusurların
kendilerinde olduğuna şahitlik yaparlarsa; şehadetleri kabul edilmez.
Keza, bir kimse,
müşteriye karşı, bu iki kölenin yarılarının kendisine ait olduğunu söylerse;
:*dne o iki kölenin şehadetleri kabul edilmez.
Keza, gerçekten
müşteri şahitlik yapıp "onlardan birinin, yarısını bağışladığım" azat
etmedim söylerse; yine onlarm şehadetleri kabul edilmez.
Keza, bir adamın
ümroı-ü veledi Ölür veya onu azad eder; o da, "bu adamın karısı
olduğuna" ş; ahitlik yapar, bir başka şahitler daha olursa, bunların
şahitlikleri kabul e dilmez. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, kölesini s
atıp müşteriye teslim ettikten sonra, bu köle kendisini, müşterinin azad
eylediğini iddia müşteri de, bunu inkar etse; satıcı da buna şahitlik yap sa;
bu satıcının şahitliği kabul edilmez. Fetâvâyi Kâdîhâiı'da da böyled ir.
iki kişi,
"babalarını n, şu cariyeyi, bir adama sattığına dair şahitlik yaparlar
veya "şu köleyi, babamız sattı. Müşteri de onu azad eyledi." derler;
baba da böyle iddia ederse; oğullarının şehadeti kabul edilmez. Fakat, köle
azad edilmiş oilur.
Eğer baba inkar edtar;
cariye de iddia ederse; müşteri inkar etse bile, oğulların şchadeti caiz olur.
Muhiyt'te de böyledir.
Bir adamın, bir
cariyesi ve onun iki tane de hür oğlu olur ve bunlar müslüman da olurlarsa;
cariyenin efendisinin onu bin dirheme karşılık azad etmesi ve böylece iddia
etmesi halinde azad vaki olur.
Onun ikrarı sebebiyle,
oğulların bedelini verdiklerine dair şehadet-leri kabul edilir. Şayet cariyenin
efendisi, inkar eder; cariye de şahitlik yaparsa, oğulların şt \deti kabul
edilmez. Eğer cariye inkar ederse, kabul edilir.
Eğer efendinin iki
oğlu, böylece şahitlik yaparlar; efendi de ididia ederse, oğulların şehadeti
kabul edilmez.
Eğer efendi inkar ederse,
oğulların şehadeti kabul edilir.
Eğer cariyenin yerinde
köle olmuş olsa ve efendinin oğullar da öylece şahitlik yapsalar, bunu efendi
de köle de inkar etmiş olsalardı; yine oğulların şehadeti İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre kabul edilmezdi. İmâmeyn'e göre ise, kabul edilirdi. Zehıyre'de
de böyledir.
İmâm Muhammed
(R.A.)'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir:
Bir kimse, diğer bir
adamdan bir köle satiri alıp, onu da azad eder ve bu köleyi bir başka şahıs
satın alıp, o da azad eder ve en aşağıdaki efendisi öldüğü halde, ortanca ve
en yukardaki efendisi durmakta olur; bir şahıs beyyinesi ile gelerek,
"ölen adamın, kendi kölesi olduğunu" söyleyip, o kölenin terekesini
ister; en önceki efendinin iki oğlu da, "ortadaki adamın, onu filandan
satın aldığına şahitlik yapıp" onun da azad eylediğini söylerlerse,
şehadetleri caiz olur.
Eğer ortanca efendisi
ölür; kölenin de önceki efendisinden başka varisi kalmaz; sonra da ilk
efendinin iki oğlu, —söylediğimiz gibi— şahitlik yaparlarsa; şehadetleri kabul
edilmez.
Ortanca efendi,
öldükten sonra, sonraki efendisi de ölür ve bir varis de bırakmaz, ancak bir
kız varisi ve önceki efendisi kalır; sonraki efendiyi de bir adam iddia eder ve
"onun efendisi olduğunu" söyleyip, beyyine de ibraz eder; kızı da
iddia ederek, "onun hür olduğunu" ve ortanca efendisinin, onu azad
eylediğini" söyler; önceki efendi de bunları inkar eder; oğullan da
"ortanca efendinin, onu satın aldığım ve ona sahip olduğunu, sonra da onu
azad eylediğini" söylerlerse; gerçekten ben, onların
şehadetini caiz görür
ve kabul eder
ve onun, "ortanca efendisi
tarafından hür bırakıldığına; mirası da, yarı yarıya, kızı ile ilk
efendisi arasında taksimine kail
olurum. Muhıyt'te de böyledir.
îbnü Seınâa'nın
Nevâdiri'nde İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğu zikredilmiştir:
Bir kimse için, iki
kişi şahitlik yaparak: "Gerçekten bu adam, şu evi, iddia sahibine bin
dirheme sattı. Müşteri de kaporasını verdi." dediklerinde, bu ödenen para,
satışın aslı ise, onların şahitlikleri kabul edilmez. Eğer asıl parası değilse,
şehadetleri caiz olur. Zehayre'de de böyledir.
İki kişi, bir şahsa
karşı "evini iddia sahibine bin dirheme sattı. İki •kişi de ona kefil
oldu." derlerse; İmâm Muhammed (R.A.): "Ödeme, eğer evin aslı içinse,
şehadetleri kabul edilmez.
Çünkü satış, onların
tazminatı ile tamam olur. Sanki onlar satmış gibi olurlar. Eğer tazminat, evin
asıl parası hakkında değilse, şehadetleri caiz olur." buyurmuştur.
Bir kimse, bir cariye
satın aldığında, ona da iki kişi kefil olurlar sonra da, bu kefiIUer, cariyenin
parası hakkında satıcıyı uyanrlarsa; şehadetleri caiz olmaz.
Keza, "Satıcı,
parasından vaz geçti." diye şehadet ederlerse, yine şehadetleri kabul
edilmez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
İbnü Semaa, İmam
Muhammed (R.A.)'in- şöyle buyurduğunu nakletmiştir.
Bir kimse, diğer bir
şahsa, "filana satmış olduğu bir şey için, bir ödeme" yapar; alacaklı
da "Ben, filana, bin dirheme satmıştım." der; ödeme yapacak şahıs
bunu, inkâr eder ve bunun üzerine, "babasının, bin dirheme sattığına"
iki oğlu şahitlik yaparlarsa, bunların şehadetleri caizdir.
Keza, ödeme yapmak
isteyen kimse, ettiği halde oğulları, "Filan adam, sana ödeme yapmayı
ermeylemişti." ve "Sen de ondan dolayı ödeme yaptın. Onu satan da,onu
bin dirheme satmıştı." deseler, şeha-detleir caiz olur. Ondan, bin dirhem
alıair. O da kendisine "ödeme /ap." diyene başvurup, verdiği parayı
alır. Muhıyt'te de böyledir.
îki şüf'a sahibi,
satıcıya karşı şüf'a hakkını istediklerim inkar stseler; halkbuki o da, o
hakkı, onlara teslim etmemiş olsa; şehadetleri naiz olmaz.
Fakat, teslim etmiş
olursa, müşteri hakkında şahitlikleri caiz olur.
Şayet müşteri,
aliş-yerişi inkar, satıcı da bunu iddia eder, o zaman, şüf'a hakkı olanların
şehadetleri caiz olmaz. Her ne kadar, haklarını) istemiş olsalar bile bu
böyledir.
.
Şefî'in çocuğunun,
babası hakkındaki şehadeti ve babasının oğluı hakkındaki şehadeti geçersizdir.
Eğer şefin, iki oğlu
şüf a hakkınnvbabalarına teslim edildiğine dair şehadette bulunurlarsa, işte bu
caizdir.
Efendinin oğlunun ve
babasının, bir kölenin satışma karşı şehadetleri caiz değildir.
Köle ve mükateb şüfa
hakkına sahiptirler. .
Evlatlarının,
babalarının, efendilerinin onlara şüfa hakkının teslimine dair şehadetleri
caizdir. Havî'de de böyledir.
Şüf anın aslında
zikredilğine göre satıcı için, evladı şehadette bulundukları zaman; şayet şüf'a
sahibi müşteriden şüf'a hakkım istemiş ve müşteri de onu inkar eylemiş bu evde
müşterinin elinde bulunmakta ise, şehadetleri kabul edilmez. Fetâvâyi
Kâdîhân'da da böyledir.
İbnü Semâa'nın
Nevadiri'nde, İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğu nakledilmiştir: Bir
kimsenin sattığı bir evi müşteri henüz teslim almazsa; evin şüf'a hakkına sahib
olan birisi de gelerek, b hususta dava açar; satıcının iki oğlu da "evi,
müşteri teslim aldı." diye şehadette bulunurlar ve "şefî'de, şüfa
hakkını alarak, sattı." derlerse; şehadetleri kabul edilmez.
Keza, eğer "Evin
şüfa hakkmı teslim etti." diye şahitlik yaparlarsa, yine şehadetleri
kabul edilmez.
Bu, babanın iddia
edip, oğulların da ona şahitlik yaptıkları zamandadır.
Fakat, babanın
inkarına şahitlik yaparlarsa, o zaman şehadetleri kabul edilir.
Şayet müşteri evi
satıcıdan teslim almış olur; sonra da satıcının oğulları "şufa hakkıyla
satıldı ve teslim edildi." diye şehadette bulunurlarsa, şehadetleri kabul
edilmem. İster satıcı iddia eylesin isterse inkar eylesin müsavidir.
Mırfııyt'te de böyledir.
İbnü Semaa'dan
nakledildiğine göre, eğer satıcımın oğulları şahitlik yaparlar ve
"gerçekten şüf'a hakkı olan hakkmı teslim eyledi." derlerse, bu caiz
olur.
Eğer satıcı böyle
söylerse, caiz olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimse, bir adama
bir ev satsa izinli kölesinin de, üzerinde şüfa Ihakkı olanın alacağı olsa>
efendinin oğulları, "kölenin, şüfa hakkını teslim ettiğine dair"
müşteri için şehadetleri kabul edilmez. Bu, evin, satıcının efendisinin olin de
olması halinde böyledir.
Keza, izinli ve borçlu
bir köleyi, efendisi sata»; kölede efendisine şefi olur;
efendinin oğulları da
köleye karşı şahitlik
yaparlarsa; jgerçekten, bunların ev hususundaki şehadetleri geçerli
olmaz. Havî'de de böyledir.
Efendi evini şüfa
olarak mükatebesein sattığında efendinin iki oğlu: "mükateb, şüf'a hakkını
müşteriye sattı." diye şahitlik yaparlarsa; şehadetleri batıl olur.
"Ev satıcının
elinde bulunursa böyledir." denilmiştir.
Eğer ev müşterinin
elinde olursa, töhmetten kurutlmaları için şehadetleri kabul edilir. Efendisi
şefi olur, ev de satıcının elinde bulunursa, efendinin iki oğlunun
"şüf'a, müşterinindir." demeleri halinde şehadetleri caiz olur.
Mebsût'ta da böyledir.
Şayet ev için iki şefi
olur; iki şahid de, şehadet ederek: "Birisi şüfa hakkını teslim etti;
fakat hangisi etti bilemiyoruz:" derlerse; bunların da şehadetleri
batıldır.
Eğer şüf'a üç kişinin olur
ve ikisi, diğerine karşı: Bu adam, şüfa hakkını teslim etti." derlerse,
şehadetleri caizdir.
Eğer:
"Bizşehadetini istiyoruz." derlerse, batıldır.
Keza: "Biz onunla
birlikte ve onlardan birinin oğluyla veya babasıyla veya mükatebesiyle veya
zevcesiyle şüf amızı teslim ettik." derlerse, şehadetleri batıldır. ( =
geçersizdir.) Havî'de de böyledir.
Varislerden birisi
borcu ikrar ettikten sonra o ve başka birisi, ölünün vasisi veya başkası için
"borcuna" şahitlik yapsalar, şehadetleri dinlenir ve kabul edilir.
Hızânetü'l-MüftSn'de de böyledir.
İmâm Muhammed (R. A.)
şöyle buyurmuştur:
Vasinin, ölünün borcu
veya başka bir şeyi için şehadeti batıldır. İster varis küçük olsun, isterse
büyük olsun fark etmez.
Eğer vasi, ölünün
alacağına karşı şahitlik yaparsa, bütün hallerde şehadeti caizdir. Fetâvâyi
Kâdîhân'da da böyledir.
Varislerden bazıları
ölenin üzerine şahitlik yaparlar ve kendisi için üzerine şahitlik yapılan şahıs
da küçük olursa, bi'1-ittifak şehadetleri caiz olmaz. Buluğa erişmiş birisiyse
İmânı Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre yine böyledir.
İmameyn'e göre
şehadetleri caizdir.
Eğer büyük üzerine,
bir başkası şahitlik yaparsa; zahirü'r-rivayede, şehadeti caizdir.
Şayet büyük küçük
hepsi için mirasın dışında şahitlik yaparsa, şehadeti caiz olmaz.
İki vasi, ölenin
belirli bir evi üzerine ikrar da bulunduğuna şahitlik yaparlarsa; buluğa
erişmiş birisi için, şehadetleri kabul edilir. Hulasa'da da böyledir.
Azledilen bir vasi,
ölü için veya yetim için şahitlik yaparsa, davacı olmasa bile şahitliği kabul
edilmez. Edebü'1-Kadî Şerhı'nde de böyledir.
Şayet vasinin, vasiyet
edenin ölümünden sonra şehadeti kabul edilmezse; hakimin yanında yaptığı
şehadeti reddedilmez.
Hakim ona:
"Vasıyyeti kabul ettin mi, etmedin mi?" der; eğer: "Kabul
ettim." derse şehadeti batıl olur.
Eğer reddederse,
şehadeti imzalı olsa bile, bir şeyle cebredilmez.
Şayet susarsa, o zaman
hakim, hüküm de tevakkuf eder. Mültekıt'ta da böyledir.
Ölenin üzerinde
alacağı bulunan iki kişi, "ona vasi
olduklarını" veya "bir vasiyetine şahit olduklarını" söylerler
ve veraseti hakkında yapacakları şehadeti davacı inkar ederse; şehadetleri
kabul edilmez.
Eğer davacı iddia
ederse, şehadetleri —ölüm açık olsun veya olmasın— kabul edilir.
Ölene borçlu olan iki
kişi, veraset veya vasiyyetleri hakkında şeha-dette bulunurlar ve eğer ölü
açıkta olmazsa, şehadetleri kabul edilmez.
Ölü açıkta olur;
şehadet olunan da iddia etmezse, yine şeyadetleri kabul ediyorsa; işte o zaman,
istihsanda şahitlikleri kabul edilir. Şayet iki varis, kendisine vasiyet
edilene karşı şahitlik yapıyorlar ve ölüm de açık değilse şehadetleri kabul
edilmez. İsterse kendisine şahitlik yapılan talep edici olsun, isterse inkar
edici olsun fark etmez.
Eğer ölüm belli veya
kendisi için şahitlik yapılan talip ise, istihsanen şehadet kabul edilir.
Kendilerine vasiyet
edilen iki kişi, başka bir vasi hakkında şahitlik ederler ve ölüm açık olmazsa,
şahitlikleri kabul edilmez. Eğer, ölüm açık olur; kendisi için şahitlik yapılan
da istekte bulunursa istihsanen, şahitlikleri kabul edilir.
Kendilerine vasiyet
yapılanlar, kendi için vasiyet yapılana şahitlik yaptıklarında, eğer ölüm belli
olur ve meşhudun leh de vasiyet edileni isterse, şehadetleri kabul edilir.
Eğer ölüm belli
değilse, şehadetleri kabul edilmez.
tbnü Semaa'nın
Nevadiri'nde, İmâm Muhammet! (R.A.) şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
İki kişi şahitlik
yaparak: "Gerçekten ölen zat bizim babamıza vasiyyet eyledi." derler;
ölenin varisleri de bunu ikrar veya inkar ettiklerinde, eğer babalan vasıyyeti
iddia ederse, şehadetleri kabul edilmez. Babaları vasıyyeti iddia ederse,
şehadetleri kabul edilir. Muhiyt'te de böyledir.
Şayet iki şahit
şehadette bulunur ve: "Gerçekten, ölen zat, bu iki kişiye vasiyyet
eyledi." derlerse; onunla hükmedilir.
Sonradan, iki
alacaklısı veya iki varisi yahut iki vasisi, başka bir adama vasiyyet ettiğini
söylerler; o da iddia ederse, kabul edilmez.
Kâfî'de de böyledir.
Eğer hükümden önce
şehadette bulunurlarsa; o zaman hakim,
hükmünden döner ve ona hükmeder. Bu, ikinci şahsın vasiyyeti iddia etmesi
halinde böyledir. Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse ölür ve üç
adet köle bırakır; bunların kıymetleri de eşit olur; onlardan ikisi şahitlik
yaparlar ve "Ölen zat, bu köleyi filan zata vasiyet eyledi."
derlerse; hakim o köleyi o zata hükmeder.
Varisler: "Ona
değil de, başka birisine vasiyyet etti." derlerse;. hakim onu reddeyler.
Ancak bu hususta
hükümden önce şahitlik yaparlarsa şehadetleri kabul edilir.
Vasiyyet eden
şahıs, öncekine vasiyyetten
dönerse; bir şey gerekmez.
Eğer döndüğüne
şahitlik yapmazlarsa, bu durumda her biri İçin, bu kölenin yansı vardır. Bu,
ikincinin diğer köle için şahitlik yaptığı zamandır.
Eğer iki şahit,
hükümden sonra önceki köleyi, ikinci için demiş olsalar ve döndüğünü de
söyleseler, döndüğüne ait şehadetleri red ve ikinci için vasiyyeti kabul
edilir.
Eğer döndüğünü
söylemezlerse, şehadetleri reddedilmez ve o köle, ikisinin arasına hükmedilir.
Bu, ikinci için vasiyyet eylediği zamandır. Şayet önceki için "azad
eyledi." diye veya "üçte bir" diye şehadette bulunsalar, bu
reddolunur. İster başka köle için olsun, ister önceki için olsun müsavidir. Bu
vasiyetten dönüşünü söylememeleri halinde böyledir. Kâfide de böyledir.
Fakat bu durumda, köle
azad edilmiş olur. Ona ruhsat gerekir. Muhıyt'te de böyledir.
Eğer, iki şahit,
"önceki kölenin üçte birinin vasiyet olunduğuna" şahitlik yaparlar;
sonra da, iki varis, "diğer birisinin, üçte biri ile vasiyet
edildiğini" —öncekine hükmedilmeden önce, söylerler rücuu da söylemezlerse;
sözleri kabul edilir; döndüğü ise hariç tutulur.
Hakimin taksimi ve
teslimi, —Eğer ölen vasiyyetinden dönmemiş olursa— hükmü gibidir.
Fakat hakim, malı
varislerle, vasiyyet olanlar arasında taksim ettikten sonra şikâyet vaki
olursa, hakim onu reddeder. Çünkü, o hakimin taksimini bozar. Hakimin taksimi
ise hakimin hükmüdür.
Keza, eğer varis:
"Gerçekten ölen zat, malının üçte birisini vasiyyet eyledi." verya
"Bu köleyi, filan adama vasiyyet eyledi" diye ikrar ederse, Öylece
hükmedilir.
Sonradan, o varis,
başka bir adamla birlikte: "Gerçekten ölen zat, malının üçte
birisini" veya "bu köle" yahut "başka bir köleyi vasiyet
eyledi." dese; sözü kabul edilmez.
Keza, eğer varis,
"bir adamın, ölen de alacağının olduğunu" ikrar' eder ve öylece de
hükmedildikten sonra, başka bir adamla gelerek» "Ölenin, başka birine de
borcunun olduğunu" söyler; terkede, ikisine de' kafi gelmezse; sözleri
kabul edilmez.
Eğer önceki hüküm, iki
şahitle verilmişse; ikincisi için de hükmedilir, ve mal ikisine tahsis
edilir.
Eğer ikinci için
şehadet, birinciye hükmedilmeden önce ise, vecih-îerin tamamı kabul edilir.
Ancak varis: "Üçte birle vasiyyeteyle." veya. "bir köle vasiyyet
eyledi." demiş veya "öncekine borcunun olduğunu" söylemiş ve
öncekine alacağı teslim edilmiş olur; sonra da ikinci için şahitlik yaparsa;
işte bu şehadeti kabul edilmez. Keza, şayet teslim hakim tarafından daha önce
yapılmış ise, ikinci içinde şehadeti kabul edilmez. Kâfî'de de böyledir.
Varis yabancı
birisiyle birlikte, "ölen adamın, malının üçte birini bir adama vasiyet
ettiğine" şahitlik yaptıktan sonra; hakim, hüküm vermeden önce, başka
birisine vasiyyet eylediğine şahitlik yaparlarsa, şahitlikleri müsavi olur;
{ıakim, ister önceki için, hüküm vermeden önce olsun isterse, sonra olsun fark etmez.
İki kişi, şahitlik
yaparak: "Gerçekten ölen adam malının üçte birisini işte şu adama vasiyyet
eyledi." derler; sonra da varislerden iki kişi: "Doğrusu ölen adam,
vasiyyeten rücu eyledi ve malının üçte birisini, varisi olan filancaya
vasiyyet eyledi." derlerse; önceki iki şahit ve bütün varisler ölümden
sonra buna razı olunca, varis olarak şahitlik yapan iki kişinin, o şahıs
hakkındaki "üçte bir" şehadetleri kabul edilir.
İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'a göre, önceki adama hükmedilir. İmâm Muhammed (R.A.)'e göre ise,
varislerin, "ölenin yasiyyetten rücu etti." sözleri batıldır. (=
geçersizdir.) Muhıyt'te de böyledir.
tmam Muhammed
(R,A.)'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: Bir adam ölür ve mal bırakır, bir
de kardeşi olur; bir adam da, "ölenin oğlu olduğunu" iddia ve buna
beyyine de ibraz eder ve kendisinden başka varisin olmadığına şahit
dinletirse, mal ona hükmedilir. Ölenin oğlu, "babasının, iki şahit için
malının üçte birisini vasiyyet ettiğini" veya "onlara borcunun
olduğunu" ikrar ederse; îmâm : "Onların şehadetleri batıl olmaz.
Çünkü oğlu, hüküm verildikten sonra ikrar eylemiştir. Eğer bu ikrarı, hakim,
hüküm verme den önce yap-.saydı, o zaman şahitlerin şehadetleri batıl
olurdu." buyurmuştur. Havî'de de böyledir.
Ölen bir şahıs, fakir
olan komşularına bir şey vasiyyet eder; varisler de bunu inkar ettiği halde, bu
vasiyyet üzerine komşulardan iki kişi şehadette bulunurlar ve
"kendilerinin muhtaç olan çocuklarına vasiyet yapıldığını"
söylerlerse; İmâm Muhammed (R.A.): "Asla şehadetleri kabul edilmez."
buyurmuştur.
Bu şunun gibidir: İki
kişi, bir adama karşı şehadette bulunurlar ve gerçekten o adam, analarına ve
fîlaneye de kazf etmiş olursa, şehadetien makbul olmaz.
Şayet, komşularına
karşı vakıf yapmış olsa, komşularından iki fakirde buna şahitlik yapsalar;
şehadetleri caiz olur. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.
Fahrüddin şöyle
buyurmuştur: Fetva şunun üzerinedir: Biz, kendisinin muhtaç olan evladına
karşı şahitlik yapan kimsenin şehadetini kabul etmeyiz.
Vasinin vasiyeti
caizdir. Vakıf hususunda ise, onun te'vili; komşularının fukarası sayılı
değildir. Tatarhâniyye'de de böyledir.
Şayet iki kişi,
"ölen zat, kendi ehli beytinin fakirlerine, malının üçte birsinin vasiyyet
eyledi." diye şahitlik etseler ve bu şahitlik edenler de, ehli beytinin iki fakiri veya ehli beytinin
fakirlerinin çocukları olsalar, şehadetleri caiz olmaz.
Eğer şahitlik
yapanlar, zengin iseler; kendilerinin de fakir çocuklarr yoska, şahitlikleri
caizdir. Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse, köyünün
mektebine ve aynı mektebin muallimine bir vakıf yapsa; bir adam da o vakıf
gasbeylese köy ehlinin bazıları, "bu vakfın filan oğlu filanın olduğuna ve
mektebe vakf eylediğin e" dair şahitlikte bulunsalar; bu şahitler o
mektebin çocukları olmazlarsa; mektebin talebelerinin içinde, kendi çocukları
olsa bile şehadetleri caiz olur. Esahh olanı budur.
Keza, bazı mahalle
ehli, mescitleri için şahitlik yapsalar şehadetleri caiz olur.
Keza, alimlerin
medreseye karşı yapılan vakfa şahitlikleri, kabul edilir. Keza, bu medresenin
ehlinden olanların şehadeti de, kabul edilir.
Keza, bunlar şahitlik
yaparak: "Bu mushaf mescide vakıftır." der-: j lerse şahitlikleri
kabul edilir. Hıılasa'da da böyledir.
Bir kimse, malından
bir şeyi, mahallesinin mescidine vasiyyet ettiği halde varisleri bunu inkar
ederler; o mescidin cemaatından bazıları da, bu vasiyyete şahitlik yaparlarsa,
şehadetleri caiz olur.
Keza, camiye vakf
edildiği ne veya bir misafirhane yapılmasına vakfedildiğine şahitlik yapsalar;
şehadetleri caiz olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir köy ehlinin
bazıları, diğer bir köy ehlinin bazılarına karşı, "haraçlarının fazla
olduğuna dair" şahitlik yaparlarsa, bu şehadetleri caiz olmaz.
Eğer, heryerin belirli
bir haracı varsa veya şahitlik yapanların kendi haraçları yoksa, o zaman
şahitlikleri kabul edilir.
Nesefî'nin
Fetvâlan'nda şöyle zikredilmiştir: Köy ehli veya sokak ehli şehadetleri geçici
olmadığı halde, "bir yerin, o köye veya mahalleye ait olduğuna"
şahitlik yaparlarsa; şehadetleri kabul edilmez.
Eğer şehadetleri
geçen, kimseler olurlar ve şayet kendi nefisleri için iddia da bulunurlarsa,
yine şehadetleri kabul edilmez.
Eğer başkalarının
alması içinse, o takdirde, şehadetleri geçerlidir. (= kabul edilir) Kerderî'nin
Vecizi'nde de böyledir.
İmâm Muhammed (R.A.),
şöyle buyurmuştur:
İki adamın elinde,
emanet bırakılmış, bir adama ait bir mal bulunduğunda, aynı adam, iddia edince,
emanet bırakılanlar da, "bu malın, o adam ait olduğuna" şahitlik
yapsalar; şehadetleri kabul edilir.
Eğer iddia eden,
emanet bıraktıklarından başka iki kişiden idida da bulunur; emanet bırakılan
iki kişide o adamların üzerine şahitlik yaparak: "bu iddia edilen mal,
iddia edene aittir." derlerse, bu şehadetleri kabul edilmez. Emanet
bırakılan mal, ister mevcut olsun; isterse zayi olmuş bulunsun değişmez.
Eğer o iki kişi,
emanetleri, emanet edene vermiş olurlar; sonra da, iddia edenin ikrarına
"emanet veren, malını aldı" diye şahit dinletirlerse, şehadetleri
makbul olur. Müntekâ'da da böyledir.
Kendisine emanet
bırakan şahıs: "Evet, emanet bırakan, emanet bıraktı." diye, iki şahit
dinletir ve bir kişi de bunulkrar ederse; şehadeti caiz olur.
Keza, ödünç bırakılan
iki şahit "Evet emanet bırakıldı veya "ariyet /erildi." diye
şehadette bulunur ve fakat, onu bizse sattı." derlerse; şehadetleri caiz
olmaz.
Bir kimse, iki kişiye,
bir köleyi emanet bıraktığında, o iki kişi: "Bu köleyi efendisi mükatebe
yaptı." veya "müdebbere yaptı." veya "tam azad
eyledi." derler; köle de böylece iddia da bulunursa, şehadetleri caiz
olur. Bu, alım-satıma benzemez. Çünkü, azad olmak mülkünden çıkmak olur.
Muhıyt'te de böyledir.
İki kişinin ellerinde
bulunan, iki adamın rehinini bir adam gelerek "benimdir." diye iddia
ederse, bu durumda rehin bırakılanlar şahitlik yapmaları halinde, şehadetleri
caiz olur.
Şayet rehin
bırakanlar, "rehin bırakılan şeyin, başka iki kişinin i-ehini
olduğuna" şahitlik yaparlar; rehin bırakılanlar da bunu iknar ederlerse;
rehin bırakılanlar, bu rehnin kıymetini iddia sahibine öderler.
Bir kimse, cariyesini
iki adama rehin bırakır, cariye de rehin bırakılanların yanında zayi olur ve bu
cariyenin kıymeti de rehin bırakan şahsın borcu kadar veya borcundn az yahutta
çok bulunursa; rdıin bırakılanlar, "cariyenin, iddia eden için zayi
olduğuna şahitlik yapar-, larsa; şahitlikleri kabul edilmez. Onların bu
cariyenin kıymetini, iddia sahibine ödemeleri gerekir. Çünkü, onu
gasbettiklerini ikrar etmiş oldular. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
İddia eden şahsın
ikrarına iki şahit: "İddia eden; rehin konulan, şey, kendisine rehin
olarak bırakılan şahsın malıdır." dedi diye şehadette bulunurlarsa; ister
rehin duruyor olsun, isterse zayi olsun; şehadetleri kabul edilmez. Ancak,
rehin geri verildikten sonra, şahitlik ederlerse, o zaman şahitlikleri kabul
ediliı. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.
Gasbeden iki
kişi, "gasbettikleri şeyin iddia eden
şahsa ait olduğuna" şehadette bulunurlarsa; gasbolunan şeyi, kendisinden
gas-bedilen şahsa vermeden önceki şahitlikleri, kabul edilmez. Hulasa'da da
böyledir.
Gasbolunan şey,
gasbedenlerin elinde zayi olduktan sonra, şehadette bulunsalar; hakim, onun kıymeti
hakkında hüküm versin veya vermesin, şehadetleri makbul değildir. îster
gasbettikleri şeyin bedelini gasbeyledikleri şahsa ödemiş olsunlar, isterse
ödememiş olsunlar far-ketmez. Muhıyî'te de böyledir,
İki borçlu,
borçlarının iddia edene ait olduklarına şahitlik yaparlarsa; ne borçlarını
ödemeden önce, ve ne de ödedikten sonra, şehadetleri kabuledilmez.
Keza aynını geri
verirse, yine böyledir. Çünkü red, aynın benzeri olur.
İki borçlu,
borçlarının iddia edene ait olduğuna şehadette bulunsalar, şehadetleri kabul
edilmez. Bu, borçlarını ödeselerde böyledir. Huiasa'da da böyledir.
îbnü Semaa'nın
NevadirTnde, İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
Ticaret yapmasına izin verilmiş bir kölenin, üzerinde borç bulunur; onda
alacağı olanlar da; "o köleyi efendisinin azad eylediğine" şahitlik
yaparlar; efendisi de inkar ederse; muhtar olan, şahitler efendiye tabi
olurlar. Ya kölenin kıymetini öderler veya köleyi serbest bırakırlar. Bedelini
ödeseler bile şehadetleri kabul edilmez.
Eğer, onun kıymetinden
teberri ederler ve azad edilmiş kölenin de borcunu kabul ettiğini seçerlerse,
işte o zaman, şehadetleri kabul edilir. Muhıyt'te de böyledir.
Alacak sahibinin,
borçlusuna karşı yaptığı şehadet caizdir. Acak, alacaklının, borçlusunun
ölümünden sonra, bir mala şehadeti kabul edilmez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir.
Taksim edici iki
kişinin, kendilerine karşı yaptıklarına şahitlikleri, İmâm Ebû
Hanîfe (R.A.)'ye göre caizdir. Bu,
İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un da son
kavlidir. Muhıyt'te de böyledir.
Hakim, onlar için
taksim etse de veya onlardan başkaları taksim etseler de yine aynıdır.
Hidâye'de de böyledir.
Eğer taksim eden iki
zat, bir parça araziyi hıfz eder taksim etmezler; sonra da durumu hakime arz
ederler; varisler de huzurda olur, o yeri ikrar ederlerse; hakim aralarında
kurra çektirir.
Sonradan şehadet
ederek, "taksim yaptıklarını" söylerlerse, hilafsız olarak
şehadetleri kabul edilir. Zehıyre'de de böyledir.
Bir kimse ölür, iki
kişiye mal bırakır, bir de kardeş olur ve o iki kişi, bir çocuk hakkında,
"ölenin oğludur." diye şahitlik yaparlar ve "bundan başka
varisini bilmiyoruz." derlerse, şehadetleri kabul edilir. Muhıyt'te de
böyledir.
Bir kimse ölür ve onun
iki kişide, bin dirhem alacağı bulunur, bu borçlular da bir adam için,
"ölenin oğludur." Ondan başka da varisi yoktur." derler,
onlardan başka iki kişi de "kardeşi de vardır." diye şahitlik
yapsalar ve "Başka varisi yok." derlerse, gerçekten bu borçluların
şehadetleri kabul edilir. ,
Şayet kardeşinin
şahitleri önce şahitlik yapmışlar ve hakim de, kardeşine hükmeder; sonra da
"oğlu var." diye şahitlik yaparlarsa, şehadetleri kabul edilmez.
Keza, hakimin emriyle
borç kardeşe hükmedilse; sonra da
"oğlu var."
deseler, şehadetleri kabul
edilmez. Fetâvâyi Kâdîhân'da
da böyledir.
Keza, dinarlara karşı
tasarrufta bulunsa veya kardeşi onlara karşılıklı bir
mal bıraksa veya
bu ikisi —ölenin
terekesinden— kardeşlerinden bir cariye satın alsalar veya kardeş,
onlara mukabil olarak tasaddukta bulunsa;
şahitlerin şehadetleri kabul
edilmez. Muhıyt'te de böyledir.
Ölen adam tarafından,
ellerinde borç olarak gasbeylemiş oldukları
bir köle bulunur ve o köleyi de "onun oğul için olduğuna şehadet
edene kadar" kardeşe vermezlerse; yine şehadetleri kabul edilmez.
Eğer, hakimin
hükmüyle, o köleyi kardeşe verdikten sonra ölenin oğlu için şahitlik
yaparlarsa; şehadetleri kabul edilir. Şayet o köle, ölen adam için, onların
elinde bir emanet ise; oğlu için şahitlikleri kabul edilir. Bu köleyi, kardeşe,
ister vermiş olsunlar, isterse vermemiş olsunlar fark etmez. Fetâvâyî
Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimsenin, ana-baba
bir kardeşi ölür ve ölen bu şahsın, bir adamda alacağı bulunur; ondan vaz
geçmiş veya onu bağışlamış olur yahut bir aya terkeder de, sonra da o borçlu,
bir başkası ile: "Ölenin oğlu vardır." diye şahitlik yaparlarsa
şehadetleri makbul olur. Çünkü onun için bir menfaat yoktur; belki de zarar
vardır. (Borçtan dönmek, hibeyi reddetmek gibi...) Bir şey mukabili hibeden
dönüş bunun aksinedir: Kâfî'de de böyledir.
İbnü Semaanın
Nevadiri'nde İmam Mııhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğunu rivayet edilmiştir:
Bir kimse, belirli bir
mehirle, bir kadını nikanladıktan sonra, ayni şahıs, başka biriyle birlikte
"o kadın, şu adamın cariyesidir." diye şahitlik yapar o adam da idida
ederse; hakim, bu kocanın şehadetini kabul etmez. Bu durumda iddia eden şahıs,
isterse "nikahlarını ben emreyledim." desin; isterse emreylemesin
müsavidir.
Keza koca, ister bu
kadına cima etsin, isterse etmesin; ister mehrini vermiş olsun, isterse olmasın
fark etmez.
Şayet: "Ben, onun
nik ahi anmasını emretmiştim ve ona mehrini almasını da söylemiştim." dese
bile böyledir.
Koca, mehri kadına
vermiş olsa da, olmasa da, hakim şehadetini kabul eylemez.
Eğer: "Ben, onun
evlenmesine emir verdim. Mehir almasını da söyledim." der kocası da ona
mehri vermemiş olursa; şehadeti kabul edilmez.
Eğer kocası mehrini,
kadına vermiş o da onu kabul etmişse; alimler bu hususda: "Koca, mehr-i
misil veya daha fazla vermiş o da, mehrinde azaltmaya razi olmuş ve aldanmış bu
da emirle olmuşsa, nikah sahih olmaz. Bu durumda, uygun olan şehadetin de kabul
olunmamasıdır.
Biz, İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'un muhtemel kavlini böylece söyledik. İmâm Muhammed (R.A.)'in kavli de
budur. İmam Ebu Hanîfe (R.A.)'nin kavli, bu değildir. Çünkü ona göre nikahla
vekil olan kimsenin, mehir de dilediğini vermesi sahihdir.
İmameyn'e göre ise,
vekil, mehr-i misille kayıtlıdır.
Eğer bu görüş,
hepsinin görüşü olsaydı, İmam Ebû Hanîfe (R.A.)'nin; efendinin;
kölesi ile cariyesi arasında ayırım yapmasına ihtiyaç olurdu. Ve bu
efendinin yabancıyı da ayırması gerekirdi.
İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre, fark nedir?
Me'mur haddi aşmayarak
hareket ederse; ancak o zaman, Amirin emri geçerli olur. Ve nikah hususunda
töhmet vekile ait olur. Bu ise, köle ile cariye de ittiham olunmakta, menfaat
gereğidir. Çünkü onlar, aldatmayı öğrenirler. Zehıyre'de de böyledir.
Bir kimse, bir kadının
nikahladıktan sonra, bir adamla: "Bu kadın filan adamın cariyesi olduğunu
ikrar eyledi." diye şahitlik yapsa, bu şehadeti kabul edilmez. Ancak,
koca, onun mehrini verir.
İddia eden şahıs:
"Ben, ona evlenmesi için izin verdim. O da men-rini aldı." derse, o
zaman olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
İki kişi kız
kardeşlerinin mehrine onun evlenmesi sebebiyle şahit olurlar ve: "Biz,
bacımızı, bin dirheme nikahladık." derler; kocası da bunu inkar eder ve:
"O beşyüz dirhemdi." derse; kardeşlerin şehadeti kabul edilmez.
Şayet koca mehri ve
nikahı ikrar ettiği halde, beraatini söyler; kardeşler de buna şahitlik
yaparlarsa; şehadetleri kabul edilir.
Bir kimse, kızını iki
oğlunun şehadetiyle nikahlar; onlar da, kocanın nikahı inkarına karşı, şahitlik
yaparlar ve baba: "Ben nikahladım." derse; İmâm Muhammed (R.A.)'e
göre, şehadeti, kızın büyük olması halinde caiz olur.
Bir adam ile iki
kadın, iki kadının nikahına şahit olsalar; koca da karılarına: "Siz
benden boşsunuz." derse,; bunlar o
ikisine de başkalarının talakına
da şahit olamazlar. Fethu'l-Kadîr'de de böyledir.
tmâm Mulıammcd (R.A.),
Cami'de de şöyle buyurmuştur:
îki kişi, babalarının,
kendi analarını boşadiğına şahitlik yaparlar; baba da bunu iddia ederse;
şehadete ihtiyaç olmaz.
Eğer baba inkar eder;
ana da iddia ederse; bu durumda oğullarının şehadetîeri kabul edilir.
Şemsü'd-dîn
el-Evzecendi'nin Fetavalarmda, "Gerçekten ana, boşanmaya iddia ediyorsa,
oğullarının şehadeti makbul olur." buyurmuştur.
Sahih olan da budur,.
Cami'in beyanı da budur. Mnhıyt'fe de böyledir.
Bir kimse, nikahladığı
bir kadım cima etmeden gelir boşar; sonra da, başka bir kadın nikahlar ve iki
oğlu da, "onu üç talak boşadığına" şahitlik yaparlar, önceki üç talak
boş olur; ikinci kadını başkası nikahlamadan önce nikahlar. Eğer baba, kadını
tasdik ederse ayrılık düşer; cemi mehir gerekir.
Eğer kadın, inkar
ederse; her ne kadar baba inkar etse bile, oğulların şehadetîeri caiz olur.
İster, kadın inkar; isterse, ikrar etsin; fark etmez.
İki kişi,
"babalarının dinden çıktığına" şahitlik yaparlar, karısı da bunu
inkar Eder; eğer o oğlanların anaları sağ ise ve babalarının da< nikahının
altında ise, şahitlikleri kabul edilmez. Eğer baba, iddia ederse, kabul edilir
mi? Veya inkar ederse kabul edilir mi?
"Evet"
edilir. Şayet anaları ölü olur ve baba iddia ederse, şahitlikleri kabul
edilmez. Eğer inkar ederse, kabul edilir. Muhıyt'te de> böyledir.
İki oğul, "babalarının analarını mal mukabili boşadiğma"
şahitlik ederler; eğer bunu baba iddia ederse, oğulların şehadetîeri kabul]
edilmez.
Eğer baba inkar eder;
ana da iddia ederse; yine şehadetîeri kabul edilmez.
£akat, ana inkar
ederse; şahitlikleri kabul edilir.
Eğer oğülar, ''babalarının, karısını mal mukabili
boşadığına" şahitlik ederler; anaları da hayatta olmazsa baba da bunu
ikrar ederse; şehadetîeri kabul edilmez. Eğer inkar ederse; şehadetîeri kabul
edilir. Zehıyre'de de böyledir.
İbnü Semaa'nm
Nevadiri'nde İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un şöyle buyurduğu rivayet
olunmuştur ve bunu
O da İmâm
Ebû Hanîfe (R.A.)'den rivayet
etmiştir: Bir kimse kölesine: "Şu iki adamın evine girerse..." veya
"elbisesine dokunursa; arük sen hürsün." der; köle de öyle yapar ve
iki kişi gelerek, buna şahitlik yaparlarsa bu caizdir.
Fakat şu mesele buna
muhaliftir: Bir kimse: "Eğer kölemle konuşursanız..." veya "onun
elbisesine dokunursanız, o hürdür." der; onlar da öyle yaparlarsa;
şehadetîeri kabul edilmez. Muhıyt'te de böyledir.
İki kişi, şahitlik
yapıp: "Filan adanı, kansına sen boş ol; filan filan kimse ile konuşursan,
dedi ve konuştu." deseler bu şahitlikleri kabul edilmez; geçersizdir.
Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimse, kölesine:
"Eğer filan adanı, seninle konuşursa, işte sen hürsün." der; o adam
da, o köle ile konuştuğunu iddia eder; iki oğlu da şahitlik yaparlarsa, İmâm
Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre şehadetieri kabul edilmez. İmam Ebû Yûsuf (R.A.)'a
göre de bu böyledir. Muhıyt'te de böyledir.
İki kişi, bir adam
hakkında şahitlik yaparak: "O adam, "eğer kölem babalarınızla, şöyle
konuşursa, bu kölem hür olsun." dedi; der-lede onların babaları ister
hazır, ister gaib olsun, ikrarları batıldır. Eğer babalar, konuştuklarını inkar
ederlerse; şehadetîeri caizdir. Darb ( = dövmek) üzerine olan yemin de,
böyledir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir.
Bir adam iki kişiye:
"Eğer, şu eve girerseniz, kölem hür olsun." der; onların oğulları da "babalarını o eve girdikerine"
şehadetlik yaparlarsa, İmam Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmam Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre
şehadetîeri kabul edilmez.
Eğer, babalan sağ
olursa, babalarının girdiklerinde dair şahitlikleri hilafsız caiz olur.
Bu, bütün hükümlerde
böyledir. Çünkü, şehadetlerinin isbatı mümkündür. Nikahta olsun, talakta olsun,
ahm-satım ve diğerleri gibi şeylerde, eğer baba sağ olurda iddia
ederse/böyledir. Ölü iseler, yine böyledir. Yani şehadetleri caiz olmaz.
Eğer baba sağ olur da,
inkar ederse, hilafsız olarak, şehadetleri caiz ve makbul olur. Zefrıyre'de de
böyledir.
Uyûiı'da şöyle
zikredilmiştir:
Bir kisme, "Eğer
iki kişiyi döverse karısının üç talakına yemin etse" ve onları da dövse; o
dövülen iki kişinin şahitlik yapmalarına ruhsat vardır. Ve şahitlik yapmaları
halinde, üç talak vaki olur. Dövülen şahıslar şahitlik yapıp yapmamakta,
istedikleri gibi muhayyer olamazlar. Eğer, yemin eden şahıs;
"Muhayyerdirler." derse, şehadetleri caiz olmaz. Tafarhâniyye'de de
böyledir.
İki kişi
şehadet ederek: "Gerçekten o adam: "Ben
ikinizi döversem kölem hür olsun." dedi derler; onlardan başka iki
kişi de, "o adamın, onları dövdüğüne" şahitlik ederlerse; şehadetleri
caiz olmaz.
Keza, üzerlerine
şahitlik yapılan, "dövdüklerini yeminle
inkar ederse yine böyledir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir adam "Şu
evime kim girerse, işte onun kölesi hür olsun." der; üç-dört kişi de onun
o eve girdiğine şahitlik yaparlarsa; İnıam-ı Sanı: "Eğer onlar, "biz
girdik; o adam da bizimle girdi." derlerse ve girenler iki kişi
olursa, o adam
hakkındaki şehadetleri kabul
edilmez.'' buyurmuştur.
Keza bir adam:
"Eğer, sizin vücudunuza dokunursa, işte onun karısı boş olsun." veya:
"...kölesi hür olsun." der; onlardan birisi de: "Benim cesedime
dokundu." diye şahitlik yaparsa, şehadeti makbul olmaz. Şayet o:
"Eğer sizin elbisenize dokunursa..." der, o da, dokunursa, şehadeti
kabul edilir.
Fetâvâyi Kâdîhân'da
şöyle zikredilmiştir:
Eğer şahitler,
meseleler hakkında şahitlik yapmak istediklerinde talak, ıtak hakkına sebebsiz
şahitlik yapabilirler; bu caizdir. Kerderi'nin Vecizi'nde de böyledir.
Keza, bir kimse, bir
ölünün kitap vasiyyetine şehadette bulunursa, (bu kabul edilir. Çünkü) onun
vasiyyet hakkı vardır.
Fakiyh Ebu Bekir
el-Belhî: "Uygun olan: "Ben, şahit tutuyor ve şu kitaplarımı vasiyyet
ediyorum. Ancak (elini koyarak) şu kitaplarım müstesnadır." demesidir
" buyurmuştur.
Ebû'l-Kasım şöyle
buyurmuştur:
Bir kadın, kocasına
karşı.mehrini, iddia eder; ölen adamın varisleri de, bu kadının nikahını inkar
ederler; bir adam da: "Ben nikahlarına şahidim." der ve kendinin
akdini söylemez ve mütevelli olduğunu söylerse; şehadetine itibar olunmaz.
Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimse, iki kişiye:
"Eğer siz, hilal (- ay)
gördüysen> işte kölem hür olsun." der; onlar da,ona hilali
gösterirlerse; İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) "Köle azad olmaz" buyurmuştur.
Orucun caiz olmasına şehadetleri, makbul olur.
Bir kimse: "Filan
ve filan-, şu kölemin şu eve girdiğini görürlerse, işte o hürdür." der;
onlar da şehadette bulunarak: "Onun o eve girdiğini gördük." derlerse;
—başka iki şahit
göstermeden— sözleri kabul edilmez.
Üç kişi hakkında,
"bir adamı, kasden öldürdü." deseler, sonra da, onlar "biz
affedildik." diye şehadette bulunsalar; bu şehadetleri caiz olmaz.
Onlardan ikisi şehadette bulunarak: "O bizi affetti." ve bunu da
affetti." deseler, îmânı FJbû Yûsuf (R.A.)'a göre o bir kişi affedilmiş
olur. Hulasa'da da böyledir.
Hasan bin Ziyad'm
şöyle buyurduğu rivayet olunmuştur:
Bir kimse
""bütün kölelerini azad eylediğine ve ebediyyen borç almayacağına
dair yemin etse ve iki kişi de ona borç yerdiklerine, şehadette bulunsalar, bu
şehadetleri kabul edilmez. Onun talep ettiğine dair şahitlik yaparlar; fakat,
"vermediklerini" söyleseler, şahitlikleri kabul edilir. Muhıyt'te de
böyledir.
Bir kimse yemin eder
ve: "Eğer, ben filan, adamdan, dirhemler borç alırsam, kölem azad olsun." der;
sonra da, o adam, "onda alacağının olduğunu iddia"
eder; bunun üzerine de, kölenin babası başka birsiyle birlikte, şahitlik
yaparsa, Nevazil'de "Gerçekten o adam, borcunu iddia eden öder. Fakat
kölesi azad edilmiş olmaz.' denilmiştir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Şayet o, kölenin azad
olması şartiyle iki kişiye borç etmemeye yemin etmiş olur; onlar da, "ona,
borç verdiklerine" şahitlik yaparlarsa, şehadetleir caiz olur.
Bir kimse,
"Şu iki evi
yıkmayacağına veya onların
ellerini kesmeyeceğine dair yemin ettikten sonra, o ikisi, "o adam,
böyle yaptı." diye şahitlik yaparlarsa; şehadetleri, caiz olmaz. Fetâvâyi
Kâdîhân'da da böyledir.
îki kişi şahitlik
yaparak: "İşte şu adam, kölesini azad eyledi." derler; sonra da, o
köle, o iki şahitten birine karşı, cinayet işleyip, iki gözünü çıkarır; kölenin
efendisi de "köleyi azad eylediğini inkar ederse; kendisine karşı cinayet
işlenen şahsa, bir şey gerekmez ve onların şeha-deti de kabul edilmez.
Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse, iddia
eyliyerek, bir adamın elinde olan evi ister; ona dair iki de şahit dinletir;
iddia sahibi de, o iki şahide evini icarlamış olur ve tazminat da gerekmezse,
şehadetleri caiz olur.
Eğer şahitler:
"Biz, onu yıkmak üzere icarladik. Ve onu da yıktık." derlerse —iddia
sahibinin evini yıktıkları için— şehadetleri makbul olmaz. Ve yıktıkları
binanın kıymetini tazmin ederler. Feiâvâyi Kâdî-hân'da da böyledir.
Bir kimsenin yanında
bir koyun bulunur; başka bir şahıs da gelerek, o adamın isteği üzerine, bu
koyunu boğazlarsa, sonra da başka birisi gelerek, "koyunun kendisinin
olduğunu, önceki adamın o koyunu zoraki elinden aldığını iddia edip, iki de
şahit dinletir, o şahitlerden birisi de, bu koyunu boğazlayan şahıs olursa,
koyunu boğazlayan bu şahsın şehadeti kabul edilmez. Muhıyt'te de böyledir.
Şahit, şayet
yürüyemeyecek kadar yaşlı ve bineksiz mahkemeye gitme.imkanından yoksun;
yanında da bineği bulunmaz, bir hayvanı da kirahyamazsa, kendisi için şahilik
yapılacak olan zat, ona, binip geleceği bir vasıta gönderir. Bu durumda onun
şahitliği geçersiz olmaz.
Eğer böyle olmaz ve
yörümeye gücü yeter veya bineği olur ve bu halde kendisi için şahitlik
yapılacak olan şahıs binek gönderir bu şahıs da» ona binerek gelirse; İmâm Ebû
Yûsuf (R.A.)'un kavline göre, şehadeti kabul edilmez.
Şahit, lehine
şehadette bulunacağı adamla yemek yerse; şerhadeti reddedilmez.
Fakiyh Ebû*l-Leys,
şöyle buyurmuştur:
Bu da binek hususunda
söylendiği gibidir. Fakat birlikte yemek yemekte eğer şahitliği yapılacak adam,
şahit için yiyecek hazırlamamişta; yanında yiyeceği var iken, şahitler ona
uğramışlar ve birlikte yemek yemişlerse, şahitlikleri reddedilmez.
Şayet lehine şahitlik
yapılcak zat, onlara özel yiyecek hazırlamış onlar da onu yemişlerse
şahitlikleri kabul edilmez.
Bu, şahitlik yapılmak
üzere olursa böyledir. Eğer böyle olmaz ise, insanlar şahitlik yapmak üzre
toplanmışlar, şahitlik yaptıracak adam da, onlara yemek hazırlatmış veya binek
göndermiş, onları şehirden çıkarmış bineklere bindirip yemeği yedirmişse; bu
husustada ihtilaf vardır. İmâm Ebû Yûs«£ (R.A.): "Binmeleri hususunda
şahitlikleri kabul edilmez. Yemekleri hususundaise kabul edilir."
buyurmuştur.
İmâm Muhammet! (R.A.)
göre ise, her iki halde de şahitlikleri kabul edilmez. Fetva ise, İmâm Ebû
Yûsuf (R.A.)'un kavline göredir.
Yemek yemek ve yedirme
halk arasında, hususiyetle nikahlarda .cereyan eden bir hadisedir. Gerçekten
halk, bu merasimlerde bol şeker, gül suyu ve dirhemleri saçarlar. Eğer bunlar
şehadeti düşürseydi, bunu yapamazlardı. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir adamın davasını
hakim hoş görmezse; iki kişiye emrederek onlara, "davanın hakikatim
öğrenmelerini" söyler. Sonra bu davaya bakarsa; bu iki kişinin
şahitlikleri —eğer adil kişilerse— caiz olur ve bunda bir beis yoktur. Bu, İmâm
Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre böyledir. Zabiriyye'dede böyledir.
Emir (= komutan) için,
askerin şehadetini —eğer bunlar kale içindelerse kabul edilmeyeceğine dair
Hulasa Kitabında nas vardır. Durum böyle değilse, şehadetleri caizdir
Ziyadat'da İmâm
Muhamemd (R.A.) şöyle buyurmuştur: Şayet seriyye (= öncü ordu birliği), İslam
diyarına esirlerle birlikte döner; esirler de: "Biz islam ehliyiz"
veya "Zimmet ehliyiz." "Bizi islam diyarından yakaladınız."
dedikleri halde seriyyedekİler de: "Biz, sizi harpa diyarından
aldık." derlerse; esirlerin sözü geçerli olur.
Eğer seriyyedekİler
davlarına beyyine gösterirler şahitleri de ticaret ehli olan tüccarlar
olurlarsa; bunların şehadetleri caiz olur.
Eğer şahitler bu
seriyyeden olursa; şehadetîeri kabul edilmez. Şayet bu mes'ele bu hal üzere
kalırsa; bu seriyye hakkında ne olur?
Bu seriyyenin
askerlerinden bazılarının, diğer bazıları hakkında yaptıkları şahitlik caizdir.
Çünkü seriyye (= küçük ordu birliği) sayılı kişilerdir. Bazılarının
şehadetleri, bazıları hakkında, kendi nefsine göre şehadet yerindedir.
Fakat orduya gelince,
cem-ü azimdir. (Sayılan çoktur) Bazılarının, diğer bazıları hakkındaki
şehadetlerine mani bir hal yoktur.
Sayrafiyye'de:
"Seriyye: Sayısı yüz veya daha az olan askeri öncü birliktir. Bundan
fazlası seriyye sayılmaz." denilmiştir. Fetâvâyi Kâdî-hân'da da böyledir.
En doğrusunu bilen
Allahu Teala'dır. [18]
Şehadette hudutları
zikretmek elbette gereklidir. Hulasa'da da böyledir.
Şehadet, hazırda olan
bir akar hakkında ise, —onun hududunu açıklamaya ihtiyaç yoktur. Zehıyre'de de
böyledir.
Şahitler akarın üç
hududunu zikrederlerse, şehadetleri
kabul edilir. Muhiyt'te de böyledir.
Şahitlik yapılacak
akar, meşhur olmaz. Şahidler de, bunun sadece üç cihetine şahitlik yaparlar ve:
"Dördüncü cihetine (= tarafım) bilmiyoruz." derlerse; istihsanen
yine şahitlikleri kabul edilir. Ve bu şeha-detle, dava sahibine hükmedilir.
Üçüncü had, önceki hadde mühazi ( = hizalı) kılınır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir.
Bir kimse, üç köşeli
bir yeri iddia ediyor; o yer de iki yönü ile tarif ediliyor; şahitler de iki
yönünü söylüyor I arsa, bu dava da, şahitler de makbuldür. Muhiyt'te de
böyledir.
Eğer dört tarafı
söylenmekte iken, bir tarafı meçhul kalmışsa; bu bir zarar vermez.
Şayet şahit,
tarafların birisini yanlış söylerse, şehadeti kabul edilmez.
Bu, böylece,
Sadra'ş-ŞehSd'in Edebü'1-Kadî Kitabı'nda zikredilmiştir.
Şemsü'l-Eimme Halvani:
"Bu, bazı alimlerce kabul edilmez; bazılarınca da kabul edilir."
buyurmuştur.
Fetva,
Sadru'ş-Şehid'in kavli üzerinedir. Yani bu şahidin şehadeti kabul edilmez.
Hulasa'da da böyledir.
Şahidin yanılması
şahidin ikrarına göredir. Eğer bir şahit: "Ben yanıldım." derse;
buöylece tesbit ediliri
Fakat, iddia olunan
şahıs: "Şahit, hudutta hata etti; yanıldı." derse, onun davası
dinlenmez.
Şeyhu'1-tmam
Şemsü'1-Eime Serahsî ve Şeyhu'i-İmam Evzecendi böyle buyurmuş ve fetva
vermişlerdir.
Keza dava olunan, dava
edenin şahidinin, bir yön hakkında yanıldığını iddia ederse davasına kulak
verilmez,
Şemsü'I-Eime
Serahsî'nin şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
Eğer şahit, haddin
("= etrafın) birinde hata eder; sonra da hatırlarda şehadetini tekrarlar
ve isabet ettirirse şehadeti kabul edilir. İster aynı mecliste hatırlasın, isterse,
başka mecliste hatırlasın fark etmez.
Bu şahit: "Bu
tarafın sahibi filan idi. Ancak, o evini filana sattı. Biz, onu
bilmiyoruz." veya "Bu tarafın sahibi, bizim dediğimizdir. Yalmz
bundan sonra adı böyle olmuş. Biz onu bilmiyoruz.' der. Mnhıyt'te de böyledir.
Şahitler, bir şahsa
karşı şehadette bulunur hududlu bir şeyin, hududunu söyler ve: "Biz
hakikati böyle biliyoruz. derler; şehadet edilen şey de bir köyde bulunur;
iddia olunan kimse de, hakimden, "şahitlerin o köye giderek, hududu tayin
etmelerini talep ederse; hakim,, şahitlerin böyle yapmalarına lüzum görmez.
Sahih olan da budur. Zehıyre de de böyledir.
Şahitler bir adamın
evi hakkında şahitlik yaparak: "Biz, evi tanıyoruz. Oraya gitsek, hududu
üzerinde dururuz. Fakat, etrafının adlarını .bilmeyiz." derlerse, hakim,
şehadetlerini kabul eder.
Eğer şahitler adil
kişilerse, hakim, iddia edeni de olunanı da şahitleri de muavinimde birlikte
oraya gönderir ki, şahitler muavinin huzurunda hududu göstersinler. O şahitler
varır hududun üzerinde dururlar ve: "işte, bizim şahitlik yaptığımız
yer." derler ve tekrar hakime dönerler; emin olan zatlar da: "Evet,
şahitler isimlerini söyledikleri yerde durdular.'* derlerse; o takdirde hakim,
evi iddia sahibine hükmeder. Köylerde de, kasaba kenarlarında da bu böyledir.
Muhıyt'te de böyledir.
îki şahit, şu
beldedeki ev hakkında: Filan mahallede, filan oğlu filanın evine bitişiktir. Ve
o, şimdi iddia olunan adamın elindedir. Fakat, biz onun hududunu bilemeyiz ve
üzerinde duramayız.*' derler; iddia sahibi de, hakime: "Ben başka şahitler
getireyim." der ve "onların, evin hududunu çok daha iyi
bildiklerim" söyleyerek onları alır getirir; onlar da: "Hududu şudur,
şudur." derlerse; bu meselede ihtilaf vaki olmuştur.
Bazı fetva
nüshalarında: "Buna göre hükmedilir." denilmiş; bazılarında da:'*Bu
durumda, iddia sahibine hükmedilmez.'' denilmiştir.
Köylerdeki tarlalar ve
bütün gayr-i menkuller buna göredir. Zehıyre'de de böyledir.
Zahırü'd-dîn el-Mürğîam, bu
mes'ele hakkında şöyle buyurmuştur:
Böyle bir durumda,
rivayetler muhtelif olunca; en doğru olanı, son şahitlerin şehadetîerini kabul
etmektir. Çünkü, çok kene böyle yapılır.
Bir kimse, bir yeri
sattığına dair veya köyde bir bağ hakkında şahitler dinîetse de şahitler,
satüan yerin hududunu bilenıeseler; fakat, hududun adlarım söyleseler»
—hakikaten öyle ise— şehadetîeri şahindir.
Esahh olanda budur.
FüsuİM'î-Imadiyye, Künye ve Zahîriyye'de de böyledir.
Eğer iddia sahibi,
evin iddia edene ait olduğuna şahitlik yapmaları için iki şahit getiremezse,
böyledir. O zaman, davacı, hududunu tanımaları ve komşularının adlarını
öğrenmeleri için hakimden güvenilir iki kişi göndermesini ister; hakim, bunu
kabul edip onları gönderir. Onlar da evin hududunu ve komşularını tanırlar. Bu,
söylenilen hududa muvafakat ediyor ve emin kişiler de böyle söylüyorlarsa;
hakim, o evi iddia sahibine hükmeder. Onların şehadeti sebebiyle, ev iddiacının
olur. Muhıyt'te de böyledir.
Bunun tamamı, ev
meşhur olmadığı zamandadır.
Eğer ev, bir adamın
adıyla meşhur olursa, (Kûfe de ömer ibni Haris'in evi gibi...), ve (Basra'da
Zübeyrniîn evi gibi...) ona iki insan şehadette bulunursa; "hududunu
söylemeye ihtiyaç kalmaz." denilmez.
Eğer —hududu
söylenmezse şehadetîeri kabul edilmez.
Bu, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göredir.
İmâmeyn'e göre ise, bunların
şehadetîeri, hududunu söylemeseler de, kabul edilir. Arazi ve akar meşhur da
olsa, bunun hilafınadır. (yani hududu belirtilmedikçe, şehadetîeri kabul
edilmez.) Fetâvâyi KâdJhân'da da böyledir.
Şayet şahitler:
"Biz köydeki eve şahitlik yaparız. Filan mahallede mescide bitişiktir-
Yalnız, komşularım adını bilmiyoruz." derler; bu durumda iddia sahibi:
"Ben hududuna dair iki şahit daha getireyim." derse; o zaman hakim,
ona iltifat etmez. FüsuIü'I-Imâdiyye'de de böyledir.
Şahitler hududu
bilmedikleri halde, güvenilir kişilerden sorarak, hakimin huzurunda açıklama
yaparlarsa; hakim şehadetlerini kabul eder. Dava olunanın üzerine şahitlik
yaparlar ve kendi nefislerinden açıklamada bulunurlar; iddia olunanın
söylediklerini söylemezi erse, yine kabul edilir. Kerderî'nin Vecizi'nde de
böyledir.
Şahitler, eğer bir
yerin tek tarafını söylerlerse, bununla bilgi hasıl olmaz ve hüküm verilmez.
Hulasa'da da böyledir. [19]
Sahipleri ölmüş veya
kaybolmuş varisi kalmamış olan arazilere meyan-i dihî denir.
Keza, mülkiyeti, köy
veya kasaba halkına haraç arazisi olarak terkedilmiş bulunan yerler de meyan-i
dihî denilir.
Keza, hayvanların
otlaması için terkedilen mer'alara ve taksime tabi tutulmayan yerlere de
meyan-i dihî derler. Muhıyt'te de böyledir.
Muhtar olan, elinde
bulunduran şahıs söylenilirse, bu tarif için kafi gelir. Hulasa'da da böyledir.
Şayet, bir yerin tek
yönü söylenir ve "Taksimden önce, filan adamındı.' denirse; esahh olan, bu
kabul edilmez.
Şayet, böyle bir yer
vakfedil misse, onun mutasarrıfı muhakkak söylenmelidir. Kerderî'nin Vecizi'nde
de böyledir.
Bir memleketin hududu,
hükümdarının ismiyle anılır ve ona nisbet edilirse; —o yerin iki emiri olsa
bile— o yer, emirinin adı ile tanınabilir.
İki kişi, bir adama
karşı: "Gerçekten o, filanın duvarım yıktı." derler ve o duvarın
hududuna dair, enini boyunu beyan ederlerse; şeha-detleri caiz olur. Her ne
kadar kıymetini söylemeseler bile, bu böyledir.
İmâm: "Bana göre
elbette onun, ağacından, yerinden haber vermesi gerekir." buyurmuştur.
Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimsenin evinin
bir kapısı olur; bunun önünden geçilmek gerektiği halde, ev sahibi ondan men
eder; iddia sahibi, başkasının kapısından yol ister ve beyyine ile, o yerin ev
sahibine ait olmadığını isbat etmesi gerekirse, burada, ev sahibinin sözü
geçerli olur. Yalnız, yemin verilir.
Eğer, adam, o yerin
kendisine ait olduğunu isbat ederse, iddia sahibi, bir hak talebinde bulunamaz.
Ancak, aranın yol
olduğuna şahit dinletirse; o takdirde gelip geçebilir. Her ne kadar yolun
hududu olmaz ve eninin, boyunun ölçüsü bilinmezse bile böyledir. Bu takdirde
şehadet makbuldür. Alimlerimizden bazıları: "Bunun te'vili:
"Davacının ikrarı ve bu sebeble ikrarının sahih olmasıdır. Fakat şahitler
oranın yol olduğuna şehadette bulunurlarsa; sahih olan, şehadetlerinin
kabulüdür. Kapının hükmü, yol olur ve genişliği kapıya kadar dayanır. Mebsût'ta
da böyledir.
Keza, bir evin yolu,
sokağa açılmış olan duvardan olur,1 sokak halkı da, bunu inkar ederlerse;,
orası yoldur.
Bir adamın oluğu, bir
diğerinin evinin üzerine akıyor ve yine bir kanal, bir adamın tarlasından
geçiyorsa; bu hususta ihtilaf vardır. Eğer su, dava zamanında akıyorsa, bu
takdirde, su sahibinin sözü geçerlidir.
Eğer su, dava zamanı
akmıyor ve daha önceden beri akıyorsa, yine su sahibinin sözü geçerli olur.
Oluk da böyledir. Zehıyre'de de böyledir.
Eğer şahitler şehadete
bulunurlar ve "Bu oluk, daha önce de akıyordu" ve
"Bu akan, yağmur suyudur." derlerce; işte bu yağmur suyudur.
Eğer şahitlik yaparlar
ve: "Bu su, abdest suyudur." veya "başka, serpilen bir
sudur." derlerse; öyle olur.
Eğer açıklama
yapamazlarsa, o zaman söz yeminle birlikte ev sahibin aiddir. Mebsût'ta da
böyledir.
Fakıyh Ebû'1-Leys
şöyle buyurmuştur:
Müteahhirînden olan
alimlerimiz şöyle demişlerdir: "Oluk hususunda, en güzel olanı: İmkan
varsa, başkasının evinin üzerine akıtma-maktır. Şayet imkan yoksa, yapılacak
bir şey yoktur. Ancak, oluğu yere indirmek vardır. Zahîriyye'de de böyledir.
Da'vada veya şehadette
bir yerin hududu, köyde filan ve filanın arazisine bitişik ve o yerin
davacısıda çok ve dağınıksa, bu durumda dava da şehadet de sahih olur. Her ne
kadar bilgisizlik varsa da zaruret hamledilir. Muhıyt'te de böyledir.
Bir mülkiyetin yeri ve
hududu belli olur ve müddei: "O yer, beş ölçek mitkan tohum ekilecek kadar
bir yerdir. " der ve hudutlar da isabet ederse, bu yer o kadardır. Eğer
hudut üç ölçeklik ise, bu durumda bu yer o kadardır; Şemsü'l-İslam Ebu'l-Hasan
es-S ağdı: "Bu dava ve şehadet eğer hudut isabet ederse, batıl
olmaz." buyurmuştur.,
Bazı alimler ise: Bu durumda
dava da, şehadet de geçersiz olur." demişlerdir."
Bu mes'elenin tafsili
(= açıklanması) gerekir. Şöyleki:
Eğer şahitler dava
konusu olan yerde hazır olurlar ve ona işaret ederlerse, bu dava ve şehadet
kabul edilir.
Eğer gıyaben şehadette
bulunurlarsa; onunla da, böyle bir beyyine kabul edilmez." demişlerdir.
Fıkhen ezhar olan da
budur. Füsûlü'I-Imâdiyye'de de böyledir.
En doğrusunu bilen
Allahü Teala'dır. [20]
Bir adam, "ölen
filanın varisi" olduğunu iddia edip iki de şahit dinletir bu şahitler de:
"Gerçekten bu, filanı ölünün varisidir. Bundan başka varisi yoktur.
derlerse, o zaman hakim, o şahitlerden, sebebini sorar. Sebebler de ihtilaf
olunca hüküm vermez. Bilgisiz hükmetmek doğru olmaz.
Eğer şahitler ölürler
veya kaybolurlarsa; hakim onlardan sorup iyice öğrenmeden, bir şey ile
hükmetmez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
îki kişi şahitlik
yaparak: "O, oğlunun oğludur." veya "ölenin kardeşi" veya
"dedesi" veya "büyük anası" veya "azadli kölenin
efendisidir.'' derse açıklama yapmaları gerekir.
Şöyleki: Önce
şahitler: Gerçekten bu, ölenin varisidir." dedikten sonra kardeşi
hakkında: "Bu, ölenin ana-baba bir kardeşidir." veya "Baba bir
kardeşidir.' veya "anasından kardeşidir." derler.
Ceddi hakkında ise:
"Babadan dedesidir." veya "anasının babasıdır." veya
"ananın anasının babasıdırt" veya "Babasının babasının
babasıdır." derler.
Azad eylediği köle
hakkında ise: "Bu adam ölenin azad eylediği kölesidir." veya
"Azad eylediği cariyenin efendisidir."; derler ve "Bunlardan
başka, varisinin bulunduğunu bilmiyoruz." diye ilave ederler. Kâfi'de de
böyledir.
Eğer şahitlik
yapanlar; O, "ölenin
amcasıdir." veya "Amcasının oğludur." derlerse; bu varisi ölüye nisbet eylemedikce
şehadetleri caiz"olmaz. Hatta, ölenin bir babası varsa, onu ölene apaçık
nisbet ederler. Şöyleki: Gerçekten o, ölenin babadan kardeşidir." veya
"anasından kardeşidir." gibi. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.
Şahit şehadetinde: "Gerçekten bu,
ölenin oğludur.'* veya "kızıdır." veya
"anasıdır." veya "babasıdır." derse;
"varisidir." demeye ihtiyaç kalmaz. Kâfî'de de böyledir.
Fetva buna göredir.
Hulasa'da da böyledir.
Ölen zatın ismini
söylemek şart değildir. Hatta şahit: "Bunun dedesidir; babasının babasıdır
varisidir." dese de, ölenin adını anmasa, şehadeti kabul edilir.
Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.
İki şahit şehadette
bulunarak: "Gerçekten filanı, ölen şahıs azad eyledi ve bu adam, azad
eylediğinin asabesidir." deseler; bu şahitlikleri —asabelik sebebini
açıklamadıkça kabul edilmez.
Bu açıklama şöyle
yapılır. "O, gerçekten, azad eylediğinin oğludur." veya
"babasıdır." veya "kardeşidir." denir veya buna benzer bir
söz söylenir. Muhıyt'te de böyledir.
Şahjtler, şehadette
bulunurken, ölenin varislerini ve
sebebini söylerler; bunun üzerine ilave yapmazlarsa; şehadetleri kabul edilir.
Ancak hakim, malı kendine şehadette bulunulan bu şahsa vermez; belki de, başka
bir varis daha çıkar da hakim, ayıplanır ve o varisin hakkı zayi olmuş olur.
Onun için bir müddet bekletilir. Zehıyre'de de böyledir.
Şahitler, şehadete
bulunurlar ve sebebleri bildirirler sonra da: "Biz başka varis
bilmiyoruz." derlerse; işte bu şehadet makbul olur.
Bu durumda hakim, malı
varislere verir ve ayıplanmaz. Şahitlerin böyle söylemesi, hakimi kınanmaktan
düşürür. Muhıyt'te de böyledir.
Eğer şahitler:
"Ondan başka varisi yoktur." derlerse; bilgilerine hamledilir.
Buistihsandır. Havî'de de böyledir.
Şayet şahitler:
"Onun, yer yüzünde, başka varisi yoktur." derlerse; İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre, şahitlikleri kabul edilir.
İmameyn, buna
muhalefet etmiştir. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.
Şahitler, bir şahsa
göre veraset hakkı tamsalar ve sebebini de açıklasalar: "Bu şahıs, bütün
mala müstehaktır. Bunu, verasetten oğlu veya oğlunun oğlu veya babası gibi
kimse yoktur." dedikten sonra da: "Başka varisini
bilmiyoruz." deseler, hakim hiç kınanmadan malı onlara teslim eder.
Muhıyt'te de böyledir.
Şayet şahitler:
"Gerçekten bu adam, ölenin oğludur." derler; başka bir şey
söylemezlerse; hakim bu durumda ölenin malını, —başka varisinin olmadığına
kanaat getirene kadar— vermez.
Eğer bu müddet içinde,
başka bir varis daha çıkarsa, o zaman herkesin hakkını kendisine teslim eder.
Zehıyre'de de böyledir.
Şahitler: "Bu kadın, ölenin karışıdır. Başka da varisini bilmiyoruz."
derlerse; hakim bu kadına dörtte bir; ölen kadınsa, kocana yarı hissesini
verir.
Fakat, şahitler,
şehadetinde: "Bu karışıdır." veya "Kocasıdır. Başka varisinin
olup olmadığını bilmiyoruz." derlerse; hakim, onların haklarının ekser (=
lafza) olanını vermez; kal (= az) olanını verir.
Zamanımızın uzamasıyla
hakim yerilecek olur; varis de çıkmazsa, İmâm Muhammed (R.A.): "Davanın
aslına göre, hakim, karı veya kocanın hisselerinin ekserisini; yani kocaya
nısıf ( = yarı); karıya, dörtte bir verir" buyurmuştur. İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)
ise: İkisinin de nasi-blerinin az olanını; yani koca'ya dörtte bir; karıya
sekizde bir verir." buyurmuştur.
Tahâvî de: "îmam
Ebû Yûsuf (R.A.)'un görüşü, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin görüşüdür."
denilmiştir. Muhıyt'te de böyledir.
İki kişi, bir adamın,
"ölenin ana-baba bir kardeşi olduğuna" şahitlik yapsalar ve
"Başka varisinin olduğunu bilmiyoruz." deseler; hakim de hükmettikten
sonra, bir başkası için, "bu ölenin oğludur." diye şahitlik yapsalar;
şehadetleri kabul edilmez. Kardeşinin aldığı malı, bu iki şahit, ölen adamın
oğluna öderler.
Eğer bir başkası için,
"bu, Ölenin ana-baba bir kardeşidir. Başkasını bilmiyoruz." derlerse;
şehadetleri kabul edilir ve ikincisi de birinci ile birlikte mirasa varis olur.
Bu şahitlere, evvelki için tazminat gerekmez. İkinciye bir şey borçlu olmazlar.
İki şahit,
"gerçekten filan adam,
ölen zatın ana baba bir kardeşidir; ondan başka varisin
bilmiyoruz." diyerek şehadette bulunurlar, hakim de hükmünü verir; sonra
da başka iki şahit, "bu adam oğludur." diye başka birisi hakkında
şahitlik yaparlarsa, önceki hüküm bozulur ve bu zaruridir.
Eğer mal duruyorsa,
kardeşten alınarak oğula verilir; zayi olmuşsa, oğul muhayyerdir;. Dilerse
amcasına ödettirir; dilerse şahitlere ödettirir.
Şayet, amcası yani
ölenin kardeşi öderse, kimseye müracaat edemez,
Eğer şahitler
öderlerse, ölenin kardeşine müracaat ederler.
Bir adam, şahitlik
yaparak "Gerçekten o zat, ölenin dedesidir." dediğinde; hakim de
böylece hükmeyledikten sonra, bir başkası gelerek;, "ölenin, babası
olduğunu" iddia ve isbat ederse, o mirasa, hak sahibi olur. Hulasa'da da
böyledir.
Dede olan, iddia
edenin babası olduğunu isbat etse fakat baba olan da: "bu, benim babam
değildir." diye söylese, dede de bir beyyine getirmek istese, hakim ona
teklifte bulunmaz. Muhiyt'te de böyledir.
İki şahit, beldenin hakime
şahitlik yaparlar; o da, o adamın, varisi olduğuna başka da bir varisinin
bulunmadığına" hükmederse; bu durumda onun varisliğine hükmeder, nesebine
değil:
Şayet, başka birisi de
"nesebden oğlu" olduğunu isbat ederse, miras aralarında pay edilir.
Şayet ikinci zat,
"o adam Ölenin babasıdır." diye hüccet getirirse, ikinci zat için
südüs, (altıda bir) kalanı, birincisi olan oğlu içindir.
Eğer Önceki,
"ölenin dedesi olduğunu" söyler; ikincisi de "babası
olduğunu" isbat ederse, mirasın tamamı ikincinin olur.
Önceki, "ölenin
babası olduğunu" söyler, ikincisi de "oğlu olduğunu" isbat
ederse, oğluna mirasın altıda beşi verilir. Babasına da altıda birisi verilir.
Şayet ikinci zat,
aynen, "ölenin babası olduğunu" belgelerse miras ikincinin olur.
Ancak önceki adam,
hakime hüccet getirir de, "ölenin babası olduğunu" kanıtlarsa, o hak
sahibi olur. ikincinin, nesebi geçersiz olur.
Şayet birinci adam,
hakim hükmünü vermeden önce "babalığını" isbat ederse; verasette
müşterek olurlar. Hatta onlardan birisi ölmüş olsa; diğerinin babalığı sabit
kalır.
Eğer Önceki zat bunak
veya çocuk olur ve ihakkmı aramaya gücü yetmezse, hakim, onu —erkek ise— oğul
olarak kabul eder.
Şayet ikinci adam
ölenin babası olduğunu kanıtlarsa, ikinciye malın altıda birisi vardır.
Eğer, bir adam,
"Ölenin kardeşi olduğunu" kamtlasa önceki ile mirasdan düşer.
Eğer, önceki kimse
kadınsa, hakim onu ölenin kızı kabul eder ve bütün mal (farz olarak ve red
olarak) ona verilir.
Sonraki adam,
"ölenin kardeşi olduğunu" isbat edince, mirasın yarısı ona verilir.
Eğer ikinci kişi,
"ölenin oğlu olduğunu" isbat ederse, oğluna üçte ikisi verilir. Kâfi de
de böyledir.
Bir adam beyyine
getirerek, "ölenin, amcası olduğunu isbat eder, ondan başka varisinin
olmadığı da bilinir sonra da,bir başkası gelerek: "Ölenin kardeşi olduğunu" isbat
edip, "kendisinden başka
varis olmadığını söyler; daha sonra da başka biri, beyyinesi ile "ölen
zatın, oğlu olduğunu" isbat eder ve: "Benden başka varis olduğunu bilmiyorum."
derse; hepsinin beyyinesi olsa bile, hakim mirası oğluna verir. Serahsî'nin
Muhıytı'nde de böyledir.
Bir kimse ölünce bir
başkası beyyine ile "ölenin filan oğlu filan olduğunu, kendisinin de filan
oğlu filan oğlu filan olduğunu" söyler ve kendisim ölene nisbet ederek:
"Ben başka da-varis bilmiyorum." derse; mirasın tamamı ona verilir.
Muhiyt'te de böyledir.
Bir kimse, başka
birisinin elinde bulunan evin, kendisine ait olduğunu, onun kendisine babasından mrias kaldığını, iddia edip şahitler getiri; onlar
da öyle söylerler ve: "Bu ev, ölene kadar babasının idi." derlerse;
hakim, şahitleri kabul eder. Ve evi, iddia sahibine hükmeder. Şahitler:
"Miras olarak bıraktı." demeseler bile, bu böyledir.
Keza, şahitler:
"Gerçekten bu ev,
ölene kadar bunun babasınındı." veya
"...babasının elindeydi." diye şehadette bulunurlarsa, hakim,
bunların şehadetini köıbul edip, evi o adama hükmeder. BUj zahirü'r-rivayedir.
Zehıyre'de de böyledir.
Şayet şahitler,
şehadette bulunarak: "Gerçekten, bu adamın babası, bu evde durur iken, mesken edinmişken, öldü." deseler
şeha-detleri kabul edilir.
Şayet şahitlik
yaparlar ve: "B.u adamın babası, bu evde öldü." veya "Biabası,
ölene kadar bu evde Ciurdu." derlerse, şehadetleri kabul edilmez..
Keza, eğer şahitlik
yaparlar ve: "Gerçekten babası, bu eve girdi ve burda öldü." derlerse
şahitlikleri kabul edilmez. Fetâvâyi Kâdîhâiı'da da böyledir.
Şahitler, şehadette
bulunur: "Gerçekten, babası ilk gömleği burda giydi ve burda vefat
eyledi." veya "Bu yüzüğü burda taktı." derlerse; şahitlikleri
kabul edilir. Muhıyt'te de böyledir.
Ebû'l-Heysem üç
hakimden hikayeten şöyle buyurdu:
"Onlar şöyle
tafsil eylediler: Eğer
şahitler: Gerçekten yüzük, öldüğü,
zaman küçük parmağında veya onun yanındaki parmağında idi." derlerse
şehadetleri kabul edilir.
Eğer: "Yüzük orta
veya baş parmağın yanmdakinde idi." derlerse, şehadetleri kabul edilmez.
Fakat sahih olan
ale'l-ıtlak şehadetlerinin kabuldür. Zehıyre'de de böyledir.
Eğer şahitler:
"Bu elbise sırtında iken, vefat eyledi." derlerse; şehadetleri kabul
edilir. Muhıyt'te de böyledir.
Eğer şahitler şehadet
ederler ve: "Gerçekten babası bu deveye binerek vefat etti.'' derlerse; o
deve varislerin olur.
Eğer şahitler
şehadette bulunurlar ve: "Gerçekten onun babası öldü. O, bu döşeğin
üzerinde otururdu." veya "Bu yaygının üzerinde uyurdu." deseler,
şahitlikleri kabul edilmez. Ve bu varisler için hükmedilmez. Zehıyre'de de
böyledir.
Şayet, şahitlik yaparlar
ve: "Ölen adam, öldüğü gün, bunu
başının üzerine koymuştu." derlerse;
şehadetleri kabul edilir. Serahsî'nin Muhiytı'nde de böyledir.
Bu cins mes'elelerde
aslolan, hakkında şahitlik yapılan şey miras bırakılan bir ayn olur ve o da
ölenin yanında bulunursa, bunun iki yönü vardır: Ya onun işine şahitlik yapılır
(taşınır mallar gibi... elbise ve emsali gibi... Binek ve diğer hayvanlar
gibi...) veya gayr-i menkûl (emlak, ev ve emsali gibi...) malllaıra şahitlik
yapılır.
Bunların terekeliği
isbat edi'ünce, iddia olunan mal, iddia edene hükmolunur.
Şahitler, şehadette
bulundukları zaman: "Bu ev, bu adamın babasının malıdır." veya
"Babası, bu evde sakin idi." veya "Ona (-eve) malik idi."
derler; miras cereyan edince de: "Babaları öldü ve bu evi miras olarak
terkeyledi." derlerse şehadetleri kabul edilir ve sözlerine göre hüküm
verilir.
Bu, İmam Ebû Hanîfe (R.A.) ve tmâm Muhammed (R.A.)'e göredir.
İmâm 'Ebâ Yûsuf
(R.A.)'un son kavline göre de müddeîniın iddiasına göre, evin ona teslimi
emredilir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Şayet şahitler şehadette bulunurlar
ve: "Gerçekten bu ev
'babasımndı." derler; iddia edene ise, miras gitmez ise, o zaman hakim
şahitleri kabul etmez. İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'un önceki kavlide budur. Muhiyt'te de böyledir.
"Babasımndı."
diye şahitlik yapıp "içinde öldü." demeleri buna muhaliftir.
Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.
"Gerçekten
babasımndı." diye şehadette bulunurlar ve: "Babası öldü ve miras
olarak bırakmadı." derlerse, alimlerin bir kısmı: "Bu, ihtilaf
üzeredir." dediler; bazıları ,da: Bi'1-icma' şehadetleri kabul
edilmez." buyurdular. Bu, Fadlî'nin ihtiyarıdır.
Esah olan da budur.
Hulasa'mn Dava Kitabı'nın onuncu bölümünde de böyledir. Füsûlü'l-Imâdiyye'de
de böyledir.
Bir adam öldüğü zaman,
bir varisi, beyyinesiyle evini iddia eder ve: "Bu ev, babamındır; emanet
bırakmıştır." veya "icara vermiştir." veya ödünç vermiştir.
Şimdi, bu adamın yanındadır." derse; hemen ev alınıp, ona teslim edilir.
Babasının öldüğüne şahit istenilmez. Miras bıraktığına da bakılmaz. Kâfî'de de
böyledir.
İki şahit: "Filan
öldü ve bu evi miras bıraktı." diye şahitlik yaparlar ve: "Bu
ev, filanın babasınındır." derlerse;
ondan başka varisin olup olmadığı da bilinmiyorsa; o adamın öldüğünü
başka bilen de yoksa, bu
şahitlerin şehadetleri kabul
edilmez ve geçersizdir. Mebsût'ta da böyledir.
Bu, iddia eden zatın,
ölene nisbeti belirli olduğu zamandır. Eğer nesebi maruf (= belirli) değilse,
şahitler de şehadette bulunarak: "Bu, filan oğlu filan oğlu filandır. O
adam da ölüp bu evi miras bırakmıştır. Bundan başka da mirasçını
bilmiyoruz." derlerse bu hususta bir bahis yoktur.
Müntekâ'da:
"Nesebe dair şehadetleri kabul edilir, mirasa dair olanı ise
geçersizdir." denilmiştir. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adamın elinde
bulunan, bir ev hakkında, şahitler: "Gerçekten bu ev, filanın
dedesinindir. O da öldü. Bu evi bu davacının babasına miras olarak bıraktı. O
da öldü; bu dava eden oğluna/miras olarak ter-ketti." derlerse; hakim
bi'1-icma bu evi, o adama hükmeder.
Bu sözün doğruluğu
bilinirse böyledir. Bu görüş, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Mııhammed (R.A.)'e
göredir.
İmam Ebû Yûsuf
(R.A.)'a göre, sözün doğruluğu bilinmese de böyledir.
Bazı alimlerimiz:
"Bu mes'elede, —hilafsız— şehadet kabul edilmez." buyurmuşlardır.
Şayet şahitler evi
elinde bulunduran şahsın ikrarına, şahitlik yaparlar ve: "Gerçekten bu ev,
iddia sahibinin dedesinin evidir." demiş olursa; o, zaman mirsda cereyan
etmemişse, artık hakim, —başka bir varis yoksa evi iddia sahibine hükmeder. Zehiyre'de
de böyledir.
Şahitler, "evin
İddia sahibinin dedesine ait olduğuna" şahitlik yaparlar; fakat, miras
cereyan etti. "demezlerse" bu durumda, yine miras geçerli olur ve
hakim evi iddia sahibine hükmeder.
Eğer miras cereyan
etmemişse; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmânı Muhammed (R.A.)'e göre kabul
edilmez. Fakat, İmam Ebû Yûsuf (R.A.)'un son kavline göre, alimler görüş
ayrılığına düştüler.
Bazıları:
"Şehadetler kabul edilir." derken; bazıları da: "Edilmez"
demişlerdir. Bu durumda ev, iddia edene hükmedilmez. Muhıyt'te de böyledir.
Akdiyye Sahibi şöyle
buyurmuştur:
Bir adamın elinde
bulunan eve, bir başkası belge getirerek İddiada bulunur ve "Babam, bu
evi, bundan bin dirheme satın aldı. Kendisi de vefat eyledi." der; satıcı
da, bunu inkar eder ve: "Ben beyyine istemem." derse; gerçekten, onun
babası da ölmüş ve evi miras olarak bırakmış olur; fakat, o evin başka
vasisinin olup-olmadığı bilinmez; bir kadın da meydana çıkarak senetleriyle,
şahitleriyle, "bu evin, kocasına ait olduğunu" isbat ederse; ev o
adama verilir. Zehiyre'de de böyledir.
Eğer bu ev, satıcıdan
başka bir şahsın elinde ise, birlikte dava ederler. Serahsî'nİn Muhıytı'nde de
böyledir.
el-Asl'da şöyle
zikredilmiştir:
Bir adamın elinde
bulunan bir eve, evde olanın kardeşinin oğlu gelip* beyyinesini de getirerek,
"o evin, dedesinden kalma olduğunu ve o ölerek evi babası ile amcasına
miras bıraktığını; sonra da babasının öldüğünü, onun hissesinin kendisine
kaldığını" söylese; hakim, evin yarsını amcasına, yansımda yiğenine verir.
Hakim, hüküm vermeden
önce oğlanın amcası "kardeşinin daha önce öldüğünü" isbat ederse,
yani: "Bunun babası, dedesinden önce vefat eyledi. Dedeye altıda bir hisse
gider. Sonra da dede ölünce, miras tamamen bana kalır." derse; bu
mes'elenin iki yönü vardır.
Birincisi: Kardeş
oğlunun elinde babadan kalma bir şeyin olmadığı.
Bu takdirde, kardeş
oğlunun beyyinesi evladır.
İkinci yönde: Kardeş
oğlunun elinde babadan kalma bir şeyin olmasıdır.
Bu durumda, mes'ele
ayni haldedir. Yani bedenin mirasının tamamı amcasınındır. Babasının mirası
ise, kendisinindir. Yani, bu durumda, her ikisi de ayni anda ölmüş kabul
edilir. Muhryt'te de böyledir.
Ev bir adamın elinde
olsa, kardeşinin oğlu iddia ederek, "hepsinin, babasına ait olduğunu ve
kendisinden başka varis olmadığını" söylese; hakim, aralarında eşit taksim
yapar.
Eğer amcası: Babamla
kardeşim arasında yarı yarıyaydı." der; kardeşinin oğluda bunu. kabul
eder; ancak amca, "babasının, kardeşinden daha sonra.öldüğünü"
söylerse; yarısı babaya, yarısı da dedeye verilir.
Sonra da: "Babam
öldü." derse; ondan kalan altıda bire, amca sahip olur.
Eğer yiğeni:
"Dedem önce öldü. Dedemin malına, yarı yarıya ortağız; Sonra da, babam
öldü. Ben, ona varisim," der ve her ikisi de beyyine ibraz edemezlerse;
birisi diğerine, yemin teklifinde bulunur. Netice yeminden sonra belli olur.
Yemini, her ikisi de
yapamazsa, ev yan yarıya taksim edilir.
Eğer, biri yemin eder
de, diğeri etmezse; hüklüm, yemin edene göre, yani, onun lehine verilir.
Eğer, onlardan birisi
şahit dinletir beyyine getirirse, beyyinesine şahidine göre hükmedilir.
Her ikisi de, beyyine
getirirse, ev aralarında ortaklaşa, yarı yarıya taksim edilir. Zehiyre'de de
böyledir.
Elinde beyyineleri
bulunan iki kişi, babalarının ölüp, o evi, kendilerine miras bıraktıklarını
iddia ediyorlar, başka da varislerinin olduğu da bilinmiyor ve bunlar evi
elinde bulunduranı dava ediyorlar; ev elinde olan da kardeş oğlu ve o da varis
olur, iddia edenler de, iddia olunan ölene kadar beyyine getirememişler; bir
kimseye de vasiyet yapılmamış; sonra da diğerleri, beyyinelerini
yenilemişlerse; bu durumda hakim evi, yan yarıya taksim eder.
Eğer ev elinde
bulunan, kardeşinin oğlu ise, bir yabancı da bir beyyine getirerek, "evin
kendinin olduğunu ve babasından miras kaldığını, babanın öldüğünü
duymadığını" söylerse; şayet hakim de amcanın ölümünden sonra bunların
şahitlerini tezkiye etmelerini isterse; amca ve yeğen ikisi de, şahitlerini
tezkiye edemezlerse; hakim, evin tamamını, sonrakine hükmeder.
Sonradan, amca ve
yiğen şahitlerini tezkiye ederlerse; hakim, bu durumda, bir şeyle hükmetmez.
Ancak önceki şahitlerin gelmesini ister. Onlar da gelip: "Gerçekten ev,
onun veraset yoluyla evidir.*' derlerse evin tamamını ona hükmeder. Şayet
yabancı, amca sağ iken yeğenininde ölümünden sonra beyyine ikame etmiş, onların
ikisi de beyyinelerini (şahitlerini) tezkiye etmişlerse; hakim, evi yarı yarıya
hükmeder.
Eğer yeğen, beyine
getiremez ve hakim de, evi o yabancıya hükmeder sonra da yeğen yabancıya
karşı, beyyine biraz ederse; bu defada hakim, hükmü yeğene göre verir.
Eğer yeğen, amcası
hayatta iken, beyyine getirir; yabancı da onun ölümünden sonra getirirse; hakim
evi yabancıya hükmeder.
Şayet, onlardan her
birisi amcalarına karşı şahit dinletseler, amca da ölse, artık hakim onların
şahitlerini dinler ve beyyirielerine göre, evi aralarında, yarı yarıya taksim
eder.
Eğer onlardan birisi,
aralarında hüküm verildikten sonra: "Ben, arkadaşıma karşı beyyine ikame
edeceğim. derse; ona iltifat olunmaz.
Şayet onlardan her
birisi, amcalarına karşı İki şahit dinletseler; amcaları da ölse, başka yabancı
iki şahit dinletse, hakim de onlara göre hükmettikten sonra, kardeşinin oğlu,
ayrı iki şahit dinletse, onlara da iltifat edilmez.
Eğer yeğen, yabancıya
karşı iki ayrı şahit dinletirse, o yiğenin lehine hükmedilir.
Bir adam ölür, iki
kişi de, onun mirası hususunda iddia ederler; onlardan her birisi, "ölen
zatın, kendi efendileri olduğunu, başka da hiç bir varsinin olmadığını"
söylerler ve bunu da isbat ederler; fakat, azad vakitlerini açıklamazlarsa miras
aralarında hükmedilir. Şayet
ıtk zamanını bildirirlerse; önceki azad olunan köle, mirasa daha evla
olur.
Zehıyre'de de
böyledir.
Bişr'in Nevadiri'nde, İmâm
Ebû Yûsuf (R.A.)'un
şöylt buyurduğu rivayet olunmuştur:
Baba bir iki kardeşin,
elinde bir ev bulunur; onlardan birisi: "C evin, kendisine, ölen
cariyesinden miras kaldığını" kanıtlayıp "Cariyem öldü. Mirasının
dörtte biri babama, geri kalanı da bana isabet etti. Sonra da babam öldü. O
dörtte bir hisseyi ikimize terk eyledi." der; diğer kardeşi ise: "Bu
ev, babamındı. O öldü. İkimize kaldı." diye belgelerse; öncekinin
beyyinesi kabul edilip alınır; diğerinin belgesi kabul edilmez. Muhıyt'te de
böyledir. [21]
Bu babda:
1) Müddeâ
bih'in ( = Dâva Edilen Şey'in) Deyn (= Borç) Olması Hâli;
2) Dâva
Edilen Şeyin Mülk Olması Hâli;
3) Müddeâ
bih'in Akd veya Mülk Sebeplerinden Biri Olması Hâli; olmak üzere üç bölüm
vardır. [22]
Şehadet, bir dâvada
vâki olursa, kabul edilir; değilse kabul edime?:. Kenz'de de böyledir.
Muteber olan, dâvada
şehâdetler arasında, mânâ bakımından ittifalan olmasıdır.
Jâu hususta lafza
itibar edilm ez.
Hatta, bir adam gasb
davası yaptığında iki şahit, onun ikrarına şeha detfe bulunurlarsa, bu kabul
edilir. Gâyetü'l-BeyânMa da böyledir.
Muvafakat, ya
kendisine şahitlik yapılan şeyde mutabakat olur veya iddia edilenin hilâfına
az yahutta çok muvafakat bulunur. Fetl ıu'1-Kadîr'de de böyledir. [23]
Bir kimse, binbeşyüz
dirhem iddiada bulunur; şahitler de beşyüz dirhem olarak şahitlik yaparlarsa,
hakim beşyüz dirhem olarak hükmeder.
Keza, iddiacı, bin
dirhem dediği halde, şahitler, "beşyüz dirhem" diye şehadette
bulunurlarsa, hakim, beşyüz dirhem olarak hükmeder. Fetâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir.
Bir kimse, diğer birinde,
"beşyüz dirhemi olduğunu" iddia ettiği halde, şahitler,
"bin dirhem olarak" şehadette
bulunurlarsa; bu durumda,
şahitlikleri kabul edilmez.
Ancak, iddiacı:
"Benim, onda bin dirhemim vardı. O beşyüz dirhemini bana ödedi." veya
"...vazgeçtim. Şahitler bunu bilmiyorlar." derse; o zaman hakim,
beşyüz dirhem olarak hükmeder. Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse,
"beşyüz dirhem" iddiasında bulunduğu halde, şahitler de "bin
dirhem" diye şehadette bulunurlar; alacaklı da "Benim, onda bin dirhemim
vardı. Ondan beşyüz
dirhemini aldım." derse,
bu durumda da hakim, şahitlerin şehadetlerini kabûleder.
Şayet müddeî:
"Benim alacağım, ancak beşyüz dirhemdi." derse şahitlerin şehadeti
bâtıl (= geçersiz) olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Borçlu: "Mal
sahibi vazgeçti." veya "Bana, alacağım helâl eyledi." iddiasında
bulunur ve mal sahibinin kararı üzerine, şahitler de getirir; onlar da, şehadet
ederek, borcun ödendiğini söylerlerse; bu durumda hakim, borçludan, beraat veya
helalleşmekten sorar.. Eğer borcun sakıt olması veya ödenmesi söz konusu ise ve
borçlu: "ödedim." derse; şeha-detler kabul edilir. Eğer: "Borç
sakıt oldu." derse; bu kabul edilmez;.
Eğer susarsa; İmâm
Muhammed (R.A.), el-Asl'da: "Borçlunun açıklaması zaruri değildir. Fakat
şehadetleri, —sözler muvafakat etmedikçe— kabûledilmez." buyurmuştur.
Zehıyre'de de böyledir.
Borçlu borcunu
ödediğini iddia ettiği halde iki şahit "alacaklf vazgeçti." derlerse;
hakim, hiç sormadan borcun berâatine hükmeder.
Hakimin hükmü beraat
sebebiyle sabit olur.
Hatta borçlu kefil
olsa; kendisini kefil edenin emriyle de, bir başkasını kefil eylese; o da borcu
ödediğini iddia ettiği halde; şahitler ibra edildiğine, şahitlik etseler; mal
sahibi alacağı için, asîl borçluya müracaat eder. Kefil ise, kendisini kefil
edene dönemez. Ve bir şey isteyemez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kisme,
borcunu ödediğini iddia
ettiği halde iki
şahit "bağışlandığına'' veya "tasadduk edildiğine" veya
"helâlleştiklerine şehâdet ederler veya tam bunun aksi olursa; sözlerde
muvafakat ( = uyumluluk) olmadığından, hakim şahitleri kabul etmez. Serahsî'nin
Muhıytı'nde de böyledir.
Müntekâ'da şöyle
zikredilmiştir:
İki şahit, "sunun
şunda bin dirhemi vardır." diye şahitlik yaparlar ve "yüz dirheminin
ödendiğini" söylerler; alacaklı da: "Hayır, bir şey ödenmedi."
derse; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A.): "Bin dirhem öder.
Yüz dirhemini geri ister." demişlerdir. Serahsî'nin Mumytı'nde de
böyledir.
Uyun'da şö\yle
zikredilmiştir:
İki şahit, bir iadama
karşı, bin dirhem üzerine şahitlik yapsalar ve: "Beşyüz dirhemini
ödedi." derler; alacaklı da: "Benim onda, bin dirhemim var. O t| an
a, bir şey ödemedi." derse; şahitlerin söylediği bin dirhem üzerinden
(mkmedilir. Şayet şehadetlerinde: "Bin dirhem haktır; ödeme batıldır ve 3 karşı
tarafı fıskla suçlamışlardır. Muhıyt'te de böyledir.
İki şahit, dirhemi
vardır. Fe iddia sahibi de: adam da:
"Onuri etmedi." derse;
olmasaydı; hakim] böyledir.
alandır."
deseler, şehadetleri kabul edilmez. Çünkü, hadette bulunarak: "İşte şu
adamın şu adamda bin kat o, dirhemlerinden vazgeçti; teberru etti."
derler; 'Evet, teberru ettim." der; üzerine şahitlik yapılan bende bir
şeyi de yok; bana bir şey de teberru $u durumda şayet beraat üzerine şehadet
yapılmış , bin dirhemi hükmederdi. Fetâvâyi Kâdîhân'da da
Bir adama karşı, iki
kişi, "bin dirheme" şahitlik yaparlar; iddia eden de aynen iddia
ettiği halde; iddia olunan, iki şahit dinleterek, "iddia edende, yüz
dinarının olduğunu" söyler; iddia eden de, onu inkar ederse; bu durumda
iki tarafın şahitleri de kabul edilir. Zehiyre'de de böyledir.
Bir kimse, başkasını
iddia ederek, "evini r icarlayıp, icarı , verdiğini" söyler ve adam
da ölürse, icar akdi bozulur, kara veren malını ister; şahitler de, "ev
sahibinin, icar aldığını'' ikrar ederlerse; : şahitlikleri kabul edilir, İcar
sözleşmesinden bahsetmesi er bile böyledir.
Hulâsada da böyledir.
İki şahit,
"câriye bedeli olarak", bir adama karşj, "bin dirheme"
şahitlik yaptıkları halde, aleyhine şahitlik yapılan kişi Gerçekten, benim ona,
eşya bedeli borcum vardır." derse; alimler, bu mes'elenin te'vilinde:
"Şahitler, iddia olunanın ikrarı üzerine, câriye bedelidir." diye
şahitlik ederlerse; mes'ele iddia olunduğu üzre, bin dirhem olarak muhafaza
edilir. Eğer gasbetmiş olduğu bir cariye bedelidir. O cariye de ölmüştür."
derlerse, şehadetleri kabul edilmez." demişlerdir. Muhıyt, Hulâsa ve
Zehiyre'de de böyledir.
Şayet o, ikisi
hakkında: "şehadette bulunmadılar." derse, onların şahitlikleri kabul
edilmez, Serahsî'nin Muhıyt'inde de böyledir.
Bir kimse, başka
birinde, "yüz ölçek buğdayındı olduğunu "-iddia ederse;
"veresiye sebebiyle, iki şahidin, bu husustaki şehadeti kabul
edilmez." denilmiştir.
"Edilir."
diyenler de vardır. İddia olunanın şahitleri, "yalnız, iddia edenin
ederlerse şehadetleri kabul edilmez.
"Doğru olanı da
budur." denilmiştir.
Bir 1 ımse, diğerinde,
"alacağının olduğunu" iddia eder; bu müddeînin şahitleri de, "oü
dirhem verdiğini" söyledikleri halde onu, iddia olunanın aldığını
söylemezler; iddia olunanın da aldığı sabit .olursa; dinde bulunanın sözü
geçerlidir. "Emanet olajrak aldım." derse; ikrarına" şahitlik öyle kabul
edilir. "Borç olarak
aldım." derse, onun
borç olarak alındığına beyyine
gerekir. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.
Bir kimse, "bir
dinarının, başka birinde olduğunu" söylediğinde; şahitler de, müddeînin
dinarının, müddea alevlide olduğunu söylerlerse, bu şahitlerin şehadeti, kabul
edilmez. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.
Bir kimse, alacağının
olduğunu söyler; şahitler de "malının olduğuna ikrar ettiğine"
şehadette bulunurlarsa, sebebini açıklamadan, sözleri kabul edilir.
Şayet, "on
dirheminin olduğunu" söyler ve bunun da alacak olduğunu bildirirse;
şahitler de aynı sözle söyleseler bile, borç sabit olmaz. Fakat, "borç
sebebiyle" derlerse, şehadetleri kabul edilir. Hızânetü'l-Müftîn'de de
böyledir.
Bir adam, diğer bir
adamda bir dinarının olduğunu iddia eder fakat,, ne sebeble verdiğini söylemez;
şahitler ise, sebebiyle şehadette bulunurlarsa; şehadetleri caiz olur. Fetâvâyi
Kâdîhân'da da böyledir.
iMuhıyt'ın Şehadet
Bölümünde şöyle zikredilmiştir:
Bfir adam, borç
sebebiyle verdiğini iddia eder veya buna benzer bir şey sjöyler; şahitler de
"mutlaka borç sebebiyledir." derlerse; Şemsu?l-Einime Evzecendî:
"Bu şehadet, kabul edilmez." Buyurmuştun Fetâvâyi Kâdîhân'da ise:
"Kabul olunur." denilmiştir. Sahih olan da budur.
Muhıyt'ın şehadât
Böliinıirnde:
Blir adam, bin dirhem
iddjia eder ve: "Beşyüz dirhemi, köle bedeli; onu sattım ve teslim aldı.
Beşyüz dirhemi de, eşya bedeli; onu da satın aldı ve teslim aldı." der; şahitler
de beşyüz dirheminin mutlak olduğunu" bahsederlerse; bjeşyüz dirhem
olarak, şehadetleri kabul edilir. Sebebini söylemeleri şart değildir.
İmâm: Bu mes'ele
hakîkında, şahitlerin mutlaka sebebini söylemeleri gerjekmez; bu şart
değildir. Yeterki, alacağının olduğuna şahitlik etsinler 1." buyurmuştur:
Zâhîrü'd-dîn de buna
g,öre fetva vermiştir.
En! doğrusunu bilen
H2:. Allah'dır.
Füjsûlü'l-Imâdiyye'de
de böyledir. [24]
İddia sahibi,
"yurt" diye iddia ettiği halde, şahitler "beyt (= ev)' diye
şahitlik yaparlarsa; uygun olan, örf en bu şehadetin kabul edilmesidir.
Bu, zahir ve sahih
olanıdır. Zahîriyye'de de böyledir.
îddia sahibi,
yurdun tamamını iddia
ettiği halde, şahitler, "yarısının üzerine
şahitlik ederlerse; hakim,
yarısı üzerine hüküm verir."
Sözlerde, muvafakata bakmaz.
Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
İddia sahibi, mutlak
mülk olarak iddia, şahitler de belirli sebebler söylerlerse, şehadetleri kabul
edilir. Tebyîn'de de böyledir.
Hakimin iddia
sahibine: "Mülkün sebebini" sorması uygun olur. Şahitlerin beyan
ettikleri sebeble mi, yoksa, başka bir sebeb de var mı?" derse; bu
şahitlerin şehadeti kabul edilir ve mülk o adama hükmedilir.
Eğer iddiacı:
"Ben başka sebebden dolayı iddia eyledim.j" veya "Şahitlerin
söylediği sebebden iddia eylemedim." derse o zamanj hakim şahitlerin
şehadetlerini kabul etmez. Mu'hıyt'te de böyledir.
Müddeî, mutlak mülk
iddia eyleri; şahitler de, iddianın sebebiyle şehadette bulunurlar; sonra da
"mutlak mülk olarak şahitlik yaparlarsa; şehadetleri kabul edilmez.
Önce mutlak mülk
olarak şahitlik! yaparlar. Sonra da sebebini söylerlerse; şehadetleri kabul
edilir. Füsûltin-İm£diyye'de de böyledir.
Müddeî, doğumdan
dolayı iddiada bulunduğu halde, şahitler, "mutlak malı olduğunu"
söylerse; şehadetleri kabul edilir.
Şayet, iddia sahibi,
/'mutlak malı olduğunu" söylese de, şahitler, "onun doğum yoluyla
olduğuna" şahitlik etseler; şehadetleri kabul edilmez.
Hizânetü'l-Müftîn'de de böyledir.
Bir kimse, önce bir
hayvan hakkındsı, "doğumu ile" iddii.a eder; şahitler de, "onu
satın aldığını" söylerlerse; şehadetleri kabul edilmez.
Ancak, sözlerinde
muvafakat bulunur da, iddia sahibi: "Benim mülkümde doğdu. Ancak, ben onu,
o adama sattım. Sonra da geri satın aldım." derse, bu durumda sözler de
muvafakat olmadığından, şahitlerin şehadeîi kabul edilmez. Zahîriyye'de de
böyledir.
Bir kimse,
"mutlak mülkü olduğunu" iddia eder; şahitler de, "babasından
miras kaldı." veya "onu, filandan satın aldı." derler;
"fi'l-hâl mülküdür." demezlerse; bu şahitlikleri kabul edilir. O ayn
(-mal) iddia sahibine hükmedilir. Fakat, hakim, şahitlere: "Siz mülkünden çıktığını biliyor
musunuz?" diye sorar. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.
Müddeî, "o malın,
babasından miras kaldığını" iddia eder ve şahitler getirir; şahitler de:
"Gerçekten, o mal, babasından mîras kaldı. Fakat bir de gâib kardeşi
vardır." derlerse; şehadetleri caiz olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir.
Müntekâ'da şöye
zikredilmiştir:
Bir kimse,
"mutlak mülkü (= malı) olduğunu" iddia eder ve tarihini de
söyleyerek: "Benden, bir ay öne aldı." derse; şahitler tarih
söylemezlerse, şehadetleri kabul edilmez.
Fakat bunun aksine
olursa; şahitlikleri kabul edilir.
Miras davası da, mülk
davası gibidir. Kerderî'nin Vecizi'nde ve Hulâsa'da da böyledir.
Bir kimse, başkasının
elinde bulunan bir evi, dava eder ve: "O evin, bir senedenberi kendinin
olduğunu" söyler; şahitler de "on senedir bunun olduğuna"
şahitlik ederlerse; şehadetleri geçersiz olur.
Şayet iddiacı,
"evin yirmi senedir, kendinin olduğunu" söylese de, şahitler:
"Bir senedir bunundur." deseler; şahitlikleri kabul edilir. Fetâvâyi
Kâdîhıân'da da böyledir.
Bir kimse, bir şahsın
elinde bulunan bir malı iddia eder ve "kendi malı olduğunu" söyler ve
malı elinde bulunduran kimsenin bir aydan beri, kendisinden aldığını iddia
eder; şahitler de —tarihsiz olarak— "mutlaka o malın, onun olduğunu"
söylerlerse, şehadetleri kabul edilmez.
Keza, iddia sahibi,
mutlak olarak "aldığını" söyler; şahitler de, "bir aydır almış
olduğuna" şahitlik ederlerse; şahitlikleri kabul edilmez.
Ancak, sözler
birbirine mutabık olduğu zaman, şahitlikleri kabul edilir.
Eğer müddet: "Ben
mutlaka aldım demekle, o vakti kasdeyledim." derse; o takdirde, şehadetler
kabul edilir.
Bazıları da: "Bu
takdirde, sözlerde mutabakat bulunmasa bile, kabul olunur." demişlerdir.
Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.
Müddeî: "Malımı
geri vermek üzere aldı." der; şahitler de aldığına şahitlik yaptıkları
halde, geri vereceğine şahitlik yapmasalar; aldığı kabul edilince; reddine
(= geri vermesine) hükmedilir.
Bahru'r-Râık'ta da böyledir.
Keza, iki şahit,
"alanın, aldığını ikrarına" şahitlik yaparlarsa, şehadetleri kabul
edilir. Hızânetü'l-Esrâr'da da böyledir.
Müddeî, "Bir
adam, malımı aldı." diye iddia eder ve "şu kadar dirhem." der;
şahitler de: Faiz olarak aldı." derlerse, şehadetleri kabû-ledilir.
Füsûlü'l-Imadiyye'de de böyledir.
Müddeî, zoraki
alındığını iddia ettiği halde, şahitleri "faiz yönünden
alındı." derlerse şahitlikleri kabüledilmez.
Bir kisme iddia
ederek: "Filan şahıs haksız olarak, bütün malımı aldı." der ve
malının kıymetini beyan eder; şahitlerde: "İddia olunan, bu malların
tamamını, başka birisinden
aldı." derlerse; şehadetleri
kabûledilir. Alan
şahsa bu mallan
hazır etmesi emredilir. Hızânetü'l-Miiftîn'de de
böyledir.
Şayet iki şahit:
"Filan adam, filanın kölesini zoraki elinden aldı." dedikten sonra da:
"Geri verdi." deseler ve:
"Efendisinin yanında öldü." diye şahitlik yapsalar; kölesi
gasbedilen şahıs da: "Bana geri yerilmedi." der ve "gasbedenin
yanında öldüğünü" söylerse; aleyhine şahitlik yapılan şahıs da: "Ne
gasbettim ne de geri verdim. Böyle bir şey yoktur." derse, hangi hakim
olursa olsun "kölenin bedelini tazmin et." diye hükmeder.
Zahîriyye'de de böyledir.
Keza, kimse, diğerinin
kölesini gasbeder ve şahitler: "Efendisi, bu köleyi, gasbedenin yanında,
öldürdü." derler; kölesi gasbedilen şahıs da: "Ben,
öldürmedim. Gasbedenin yanında
öldü." der; gasbetti denilen şahıs da: "Ben
gasbetmedim ve öldürmedim." derse; gasbetti iddiasında bulunan
şahsa kölenin kıymeti
ödettirilir. Fetâvfâyi
Kâdîhân'da da böyledir.
Müddeî "kölenin
zayi olduğunu" iddia ettiği halde, şahitler "o, köleyi aldı."
diye şehadette bulunurlarsa, şehadetleri kabul edilir.
Müddeî, kumaşlarının
zayi olduğunu iddia ettiği halde, şahitler, "onun kıymetine" şahitlik
ederler ve: "Gerçekten o, sattı ve filana teslim etti." derlerse;
şehadetleri kabul edilir.
Sattığını söyleseler,
fakat, teslim ettiğini söylemeseler; şehadetleri, o kumaşın helak olduğunu
gerektirmez. FüsûIü'I-Imâdiyye'de de böyiedir.
Bir kimse, iddia edip
"eşeğinin, elinden zoraki alındığını" söyler; şahitler de
şehadetlerinde: "Gerçekten bu eşek, iddia sahibinin malıdır. Elinde
bulunanın bir hakkı yoktur." derlerse, bu şehadetleri makbul olmaz.
Hızânetü'l-Müftfn'de de böyledir.
Bir kimse iddia eder
ve: "Kepeği ile beraber, on batman
un alacağım vardır." der; şahitler ise, şehadetlerinde, "unu
söyledikleri halde kepeğini söylemezlerse, şehadetleri kabüledilmez.
Keza, unun,
"elenmiş un olduğunu" iddia ettiği halde, şahitler, "elenmiş
olduğunu" söylemezlerse, şahitlikleri kabüledilmez.
Şayet müddeî taze
gümüş iddiasında bulunur; tartısını da açıklar; şahitler ise, tartısını
söyledikleri halde, sıfatını söylemezler, "iyi idi." veya "orta
idi." veya "kötü idi." demezlerse; bu şahitlik kabul edilir ve
değeri az olan gümüşle hükmedilir. Hulâsada da böyiedir.
Müntekâ'nın Dâ'vâ
bölümünde şöyle zikredilmiştir: Bir adamın elinde olan bir evi, başka bir adam
iddia eder ve: "Mîras olarak, o ev, onunla benim aramda yarı yarıyadır;
babamızdan kalmıştır." der; ev elinde olan da bunu inkâr eder ve
"tamamının kendisine ait olduğunu" söyler ve bu iddia sahibi,
şahitlerini getirir; onlar da: "Bu ev, bunun babasının evidir. O öldü ve
bu evi miras olarak bıraktı. Bundan başka da varisi yoktur." derlerse;
eğer iddia sahibi, önceden, "yarısını" iddia etmemiş olsaydı iyi
olurdu. Şimdi ise, şahitlerinin şehadeti batıl oldu. Ve eğer: Ben yarısını ona
bin dirheme satmış, onu da almıştım," dese, hakim, bu satışa itibar etmez
ve kabul etmez. Şahitleri de yalancı saymaz ve evin yarısını miras olarak ona
hükmeder.
Şayet o, evin
yarısını, bin dirheme sattığını beyyineler veya aralarında anlaşma yaparlarsa;
o takdirde hakim evin tamamını miras olarak, o iddiacıya hükmeder. Yansını ise,
satıştan dolayı müşteriye verir. Muhıyt'te de böyledir.
Müntekâ'da şöyle
zikredilmiştir:
Bir kimse, şufa
yoluyla evin yarısının kendine ait olduğunu iddia eder; ev de iki kişinin
elinde bulunur; bunlar, evi aralarında taksim etmiş olurlar ve birisi huzurda
bulunmadığından davacı, hazırda olanı dava eder, şahitler de: "Evet, bu
yarı, bu davacınındır." derlerse, şehadetleri kabul edilmez. Kerderî'nin
Vecîzi'nde de böyledir.
Bir kimsenin elinde
bulunan bir malı, başka birisi iddia ve bu iddiasına beyyine ibraz ettikten
sonra, yine bu iddia sahibi: "Bu mal, kat'iyyen benim değildir."
derse; beyyinesi bâtıl olur.
Şayet, hakim
hükmetmiş olsa bile,
hükmü geçersiz kalır.. "Kat'iyyen" demese bile
böyledir. Muhıyi'te de böyledir.
Bir kimse, başka
birisinin elinde bulunan bir köleyi iddia edip, buna beyyine de ibraz eder;
şahitler de, '"onun iddia edenin olduğuna dair, iddia olunan şahsın
ikrarına şahitlik yaparlarsa, şehadetleri makbul olur.
Şayet, iddia eden
şahıstan, idida olunan şahsın, satın aldığını ikrarına şahitlik yaparlar,
fakat, iddia eden: "Evet, o öyle söylemiş olabilir. Fakat, ben onu
satmadım." derse; iddia eden şahıs, köleyi alır.
Keza: "Onu
icarladım." der; veya şahitler, şehadette bulunarak: "îddia olunan
şahıs, onu satın
aldım, dedi." derler
ve: "Emanet bıraktı."
diye şahitlik yaparlarsa yine böyledir.
Şayet, iki şahit,
"iddia eden şahsın, ona verdiğine şehadette bulunurlarsa, şehadetleri
kabul edilmez. Şayet, iki şahit; şehadette bulunurlar ve "davalının, o
köelyi gasbettiğini veya rehin aldığını ikrar ettiğini" söylerlerse; köle,
davacıya hükmedilir. Hulâsa'da da böyledir.
Bir kimse, başka
birisinin elinde bulunan bir cariyeyi iddia ederek: Bu cariye benimdir."
der; şahitler de, şehadetlerinde: "Bu cariye, iddia edenindir.' derlerse,
şehadetleri makbul olur mu?
Bu mes'ele kitaplarda
zikredilmemiştir.
Bu hususta alimler
ihtilaf etmişler; bir kısmı: "Kabul edilir." bir kısmı da:
"Kabul edilmez." demişlerdir. Esahh olan da budur. Muhıyt ve
Zehıyre'de de böyledir.
Şayet müddeî:
"Cariye onundur." diye iddia ettiği halde, şahitler: "Hayır bunundur."
derlerse; şehadetleri makbul olmaz.
Hızânetü'l-Müftfn'de
de böyledir.
Müddeî,
"cariyenin kendisinin" olduğunu" iddia eder; şahitler de:
"Onundur." diye şehadette bulunurlarsa şehadetleri kabûledilir. Bir
kimse, başkasının elinde bulunan bir evi iddia eder; iddiasına iki de şahit
getirir; onlar da: "Bu ev iddia olunanındır." derlerse; şehadetleri
kabul edilmez. Ve, bu ev iddia sahibine verilmez. Zahiru'r-rivaye budur.
Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse, bir binayı
iddia ettiği halde, ondan, bir evi müstesna tutarsa, (onun girilmesini,
haklarını mürafakasını hariç tutar) şahitler de, "binanın tamamına şahitlik yaparlar ve müstesna kılmazlarsa, şehadetleri kabul
edilmez.
Ancak, muvafakat
ederler de, "hepsi benim." diye iddia eder ve "fakat ben, bir
evini sattım." derse; o zaman şahitler kabul edilirler. Kerderî'nin
Vecîzi'nde de böyledir.
Şahitler, bir evin,
"bir şahsa ait olduğuna" şehadette bulundukları halde, üzerine
şah.tlik yapılan kimse: "Bu ev, bir başkasımndır." derse; bu
şahitler, yalancı kabûledilirler.
Eğer: "Hükümden
önce, böyle idi." derlerse; ev, ona da, diğerine de hükmedilmez.
Eğer hükünîden sonra:
"Bu ev, benim değildir. Filanındır." derse; İmâm Ebû Yûsuf (R.A.):
"İkrar ettiği şahsa icazet veririm." buyurmuştur. Fetâvâyi Kâdîhân'da
da böyledir.
Bir kimse, bir evi
iddia eder ve "Evi kendisinin yaptığına dair" şahitler de
dinletir; sonra da
kendisine ev hükmedilen
bu şahsa: "Gerçekten bu bina, aleyhine hükmedilenindir." der veya
aleyhine hükmedilen şahıs isbat ederse; o yer hakkındaki hüküm batıl olmaz.
Şayet şahitler açık
konuşurlar da, sonra da iddia sahibi: "Bina benimdir." derse, o batıl
olur. Eğer aleyhine hükmedilen şahıs, "binanın kendisine ait
olduğunu" kanıtlarsa ona da hükmedilmez. Kerderî'nin Vecîzi'nde de
böyledir.
Müntekâ'da şöyle
zikredilmiştir:
Şahitler, bir şahsa
karşı, bir eve şahitlik yaptıklarında, iddia olunan şahıs da: "Bina
benimdir. Bunu ben yaptım." der ve şahitler dinletmek ister; iddia edenin
şahitleri de hazır olurlar; hakim onlara binadan sorunca, onlar: "Bina,
iddia edenindir." derlerse; o zaman hakim, davalının sözüne itibar etmez.
Eğer şahitler:
"Biz, kimin yaptığını bilmiyoruz. Ancak, biz binanın yerinin iddia edene
ait olduğunu biliyoruz." derlerse; bu takdirde şahitler yalancı olmazlar
ve hakim binalı davalıya hükmeder.
Eğer müddet, onun
haksız bina yapmış olduğunu isbat ederse, o takdirde, hakim "evin yıkılıp,
yerinin iddia sahibine teslim edilmesini" emreder.
Bu davalının şahitleri
bulunmazsa böyledir.
Eğer, davalı şahitler
getirir ve "binanın kendisine ait olduğunu" isbat ederse; o zaman
hakim, evi geri alır. Çünkü, daha önce hakim davalının şahitleriyle
hükmeylememişti. Füsülü'Mmâdiyye'de de böyledir.
Müntekâ'da şöyle
zikredilmiştir: Bina iddia edene hükmedildikten sonra, o şahitler ölür veya
kaybolur ve onları temine güç yetmez; hakim de, ondan şahit ister; davalı
da: "Binayı benim yaptığıma,
beyyinem vardır." derse; onun beyyinesi kabul edilmez ve bina iddia
sahibine hükmedilir. Hulâsada da böyledir.
Müddeînin şahitleri,
"evin, onun olduğunu" söyleseler de, fazla bir şey demeseler; sonra
da ölseler veya kaybolsalar; bilahare de, bir başkası gelerek, aynı binayı dava
etse ve iki de şahidi bulunsa; bu durumda hakim, binanın yerini, iddia edene;
binayı da iddia olunanlara hükmeder.
Şayet, iddia sahibi
binanın kendisine ait olduğunu, hükümden önce, veya sonra beyyinelerse; onun
beyyinesi kabul edilmez.
Şayet şahitler:
"Biz, yerin iddia sahibine ait olduğunu biliyoruz; fakat binanın kim
tarafından yapıldığını bilmiyoruz." derlerse; bu durumda, binanın yeri
iddia sahibine; bina ise, "binayı ben yaptım." diyene hükmedilir.
Muhiyt'te de böyledir.
Burası ev değil de,
içinde hurma ağacı veya diğer ağaçlar bulunan bir yer olur; şahitler de bunu
iyi açıklayamazlarsa; bu durumda, hakim, oranın yerini iddia edene; ağaçları
ise, diğerlerine hükmeder.
Keza, şahitler,
yüzüğün veya bu kılıcın "filana ait olduğunu" söyleseler, fakat
kaşını veya hulliyatını (= tezyinatını) söylemezlerse; o takdirde, hakim yüzüğü
kaşı ile, kılıcı ziyneti ile, iddiacıya hükmeder.
Fakat üzerine şahitlik
yapılan yüzüğün kaşının ve kılıcın ziynetinin kendisine ait olduğunu
kanıtlarsa; hakim, —daha önce hükmetsin veya etmesin— bu defa da, onları buna
hükmeder. Füsûlü'I-Imâdiyye'de de böyledir.
Bir kimsenin yanında
bulunan bir cariyenin kızı da başka bir şahsın yanında bulunur; bir adam da
gelerek, beyyinesi ile birlikte, "cariyenin kendisine ait olduğunu"
kanıtlar; hakim de bu cariyeyi ona hükmederse; bu adam, o beyyirie ile, o
cariyenin kızım alamaz.
Bunun gibi; bir adamın
elinde hurma ağacı, diğerinde de meyvesi bulunur; başka bir adam da gelerek,
"hurma ağaçlarının, kendisine ait olduğuna" şahit dinletse ve ağaçlar
ona hükmedilse; bu takdirde, hurmaları da ona hükmedilmiş olur. Bu, Müntekâ'da
böyle söylenmiştir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Şahitler, "bir
adamın elindeki cariyenin, başka birine
ait olduğuna" şehadette bulunurlar;
hakim de, o cariyeyi iddia edene hükmeder;
sonra da, şahitler kaybolur veya ölürler; cariye de, elinde bulunduğu adamdan,
bir çocuk, meydana getirir; bu şahıs, müddeiye karşı, şahit gösteremezse,
müddei bu cariyeyi alabilir.
Keza, çocuk zahir olur
veya şahitler, "cariyenin iddia sahibine ait olduğuna" şehadette
bulunurlar; buna karşı bir itiraz da yapılmazsa; hakim, hem cariyeyi, hem de
çocuğu iddia sahibine hükmeder.
Şayet, cariye elinde
bulunan adam: "Ben, çocuğun bana ait olduğunu isbat ederim." derse;
bunun sözüne itibar edilmez; hem cariye, hem de çocuk iddia sahibine
hükmedilir.
Hakim, hükmünü böylece
verdikten sonra, şahitler gelir de: "Bu çocuk, cariye sahibi olan
iddiacının değildir. Ancak, iddia olunanındır." derlerse; o takdirde
hakim, —her ne kadar beyyinesi olmasa bile— çocuğa davalıya hükmeder.
Şayet, şahitler
huzurda olurlar hakim de, hükümden önce, onlardan çocuğu sorar ve onlar:
"Çocuk, davalınındır." derler; veya "Kime ait olduğunu
bilemiyoruz." derlerse; hakim, cariyeyi müddeîye hükmeder; fakat, çocuğu
kimseye hükmetmez. Zehıyre'de de böyledir.
Bir kimse, başka
birinin elindeki evi iddia eder ve beyyine de ibraz eder; hakim de, o evi, ona
hükmettikten sonra da, ev kendisine hükmedilen bu zat, "evin bir
başkasına ait olduğunu" ikrar eder; fakat, davalının olduğunu"
söylemezse, iddia edenin bu evde hakkı olmaz ve hüküm geçersiz olur. Fetâvâyi
Kâdîhân'da da böyledir.
Ev kendisine
hükmedilen şahıs: "Bu ev, benim değildir. Filan adammdır." der; o
şahıs da, onu ikrar ederse; bu durumda, bu ev, onun olur. Ve, ev kendisine
hükmedilen ikrar sahibinin tazminatta bulunması da gerekmez. Muhıyt'te de
böyledir.
Hükümden sonra,
ev kendisine hükmedilen
şahıs: "Bu ev filanındır. Katiyyen benim değildir."
der ve fakat önce ikrar eder, sonra da onu nefy ederse veya önce nefy edip,
sonra ikrarda bulunursa; ikrar olunan şahıs, onu doğrularsa bile; her halinde,
hüküm batıl (= geçersiz) olur. Ve, bu ev dâvâlıya verilir. İkrar olunana bir
şey verilmez. Şayet, "Katiyyen benim değildir." dediğinde, ikrar
olunan şahıs onu tasdik etmiş olsaydı, o zaman ev, ikrar olunanın olurdu.
Ancak, "O, benden hükümden sonra, bir sebeble aldı." demiş olsaydı;
yine ev, ikrar olunanın olurdu. O zaman ikrar olunan şahıs, ev kendisine
verilen şahsa —ister ikrar önce olsun ister sonra olsun— tazminatta bulunurdu.
Âlimler: "Bu,
önce nefy ile başlandığı zaman böyledir. Çünkü, ikrarda vasûl ve açıklık
yoktur.
İkrarda vusul olursa,
o ikrar sahih olmaz, demişlerdir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Şayet hakim evi
hükmetmeden ve iddiacıya vermeden Önce, o şahıs: "Bu ev filanındır. Benim,
onda hakkım yoktur" veya: "Bu ev benim değildir; filanındır."
derse, o zaman hakim, evi ancak, ikrar edicinin sözüne göre hükmeder O:
"Eve, ben bu evi o adamdan satın aldım." veya:
Bana bağışladı." der;
bunu da iddiacının
sözüne bitiştirirse, o takdirde hakim, o evi, o zata hükmeder. Muhıyt'te
de böyledir.
Bir kimse, diğerinden
önce iddiada bulunur; iddia olunan da: "Bu ev, senin değildir." der;
müddeî de, şahitler dinletip, "davalının elinde olan evin, kendisinin
olduğunu" isbat ederse; hakim, iddia sahibinden sorar; eğer o da,
şahitlerin söylediği gibi söyleyip; "mülkün kendine ait
olduğunu" ikrar ederse; ev
kendisinin olur. Eğer:
"Onları tasdik etmiyorum. Gerçekten o ev onun malıdır." derse,
o zaman ev davalının olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir. [25]
Bir evin miras olduğu
veya satın alındığı iddia olunur; şahitler de: "Mutlaka davalının
mülküdür." derlerse, iddiacının beyyinesi kabul edilmez. Tebyin, Zehıyre
ve Muhıyt'te de böyledir.
Meşhur olan, gerçekten
miras davası da, mutlak mülk davası gibidir. Fethu'I-Kadîr'de de böyledir.
Bezzâziyye'de: "Bu
sebeble, kesinlik olur."
buyurulmuştur. Bahru'rrRâık'ta da böyledir.
Akdıyye'de şöyle
zikredilmiştir:
Bir kimse, satın alma
yoluyla iddiada bulunduğu halde, şahitler: "Mutlak mülktür." diye
şahitlik yaparlarsa, bu durumda iddiacının sözü kabul edilmez. Belirli bir
kimse, belirli şartlarda bir mülk satın aldığını söyleyerek: "Bu, benim
malımdır." der; şahitler de, "onun malı olduğuna" şahitlik
yaparlarsa, şehadetleri kabul edilir. Hulâsada da böyledir.
Babası-dedesi belirli
bir şahıstan satın aldığım iddia ettiği halde "teslim aldığını"
söylemez, şahitler de "onun malı olduğuna" şahitlik yaparlarsa,
şehadetleri makbul olur. Kerderî'nin Vecîzi'nde de böyledir.
Bir kimse, bir evi, bu
evi elinde bulundurandan değil de, bir başkasından satın aldığını iddia edip,
iki de şahit getirir, onlar da şeha-detlerinde: "Bu ev, hîbe edildi ve bu
şahıs ondan teslim aldı." derlerse, şehadetleri kabul
edilmez. Çünkü, bu
şehadette uygunluk yoktur. İddiacı: "Satın aldım."
dediği halde, şahitler: "Bağış yapıldı." derler ve sonradan iddiacı,
bunu inkâr ederek:
"Satın almadım; bana bağışlandı." der ve bunu da isbat ederse,
şehadetler kabul edilir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimse, birinin
elinde bulunan bîr evin "Kendisine bağışlandığını" iddia eder;
"tasadduk edildiğini" söylemez; iki şahit de, "o evin sadaka
olarak verildiğine" şahitlik yaptıkları halde, bu şahıs, hakimin yanında:
"hibedir." diye iddia
eder ve şahitlerle davacı
arasında, böylece tenakuz vaki olursa; bu dava kabul edilmez ve dinlenmez.
Eğer, bu şahıs,
kat'iyyetle iddia ederek "hîbedir." der; "tasad-duktur."
demez; sonra da şahitler gelip "tasadduk olduğunu" söyleyince,
"bende hîbe olduğunu inkâr edip," "tasadduk etmesini"
istedim. O da bana tasadduk etti." derse, buna, böylece izin verilir.
Mebsût'ta da böyledir.
Şayet, bu kimse, o
şeyi, o şahsın "emanet koyduğunu" iddia eder; şahitler de, kendisine
emanet konulan şahsın ikrarına şehadette bulunurlarsa, şahitlikleri kabul
edilir. Gasb ve ariyet de böyledir. Fusûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.
İddiacı, "o şeyi
seneler önce, satın aldığım" iddia eder; şahitler de buna şehadette
bulunurlarsa, alım-satım tarihini bilmeseler (~ hatır-layamasalar) bile
şehadetleri kabul edilir.
Bir kimse, alım-satım
iddiasında bulunup da tarihini iki ay olarak söyler; şahitler de "bir
ay" diye şehadette bulunurlarsa; şehadetleri kabul edlir. Kerderî'nin
Vecîzi'nde de böyledir.
Bir kimse, bir şahsın
elinde bulunan bir köleyi, iddia ederek, "bir sene önce tasadduk
eylediğini" söyler; elinde bulunan şahıs da, bunu inkar eder; şahitler de
"o adamın, bu köleyi, iki yıldır satın almış olduğunu" söylerlerse,
şehadetleri kabul edilmez.
Ancak, müddeî ile
sözleri muvafık düşerse; (yani, müddet: Satın aldım fakat ona sattım. Sonra da,
o, onu bana tasadduk eyledi." der; şahitler de aynısını söylerlerse, o
zaman) şehadetleri kabul edilir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimse, "bir
sene önce, alım-satım yaptığını" söylediği halde, şahitler şehadette
bulunarak: "Gerçekten, bu bir tasadduk idi." derlerse, muvafakat
bulunmadığı için, şehadetleri kabul
edilmez. Zehıyre'de de böyledir.
Müddeî, "bir
senedir, babadan kalma miras olduğunu" iddia ettiği halde, şahitler: "Bunu,
mal sahibinden satın aldı." derlerse,
hakim, onların şahitliklerini kabul etmez.
Şayet iddiacı, mirası
inkar edip, "satın aldığım" söylerse, o takdirde, beyyinesi kabul
edilir. Fakat, şahitlerini yeniler.
Bir kimse, başka
birinin yanında bulunan bir cariyeyi iddia eder ve: "Ben, onu bir köleye
mukabil, satın aldım." der; satıcı da bunu inkâr eder; iddiacı, şahitler
getirir; onlar da: "Evet, onu bin dirheme satın aldı." derlerse, bu
durumda hakim, şehadetlerini kabul etmez.
Ancak, iddia sahibi:
"Satın aldım." demiş olsaydı, o zaman, şehadetler kabul edilirdi.
Önceden, müddeî
köleyi, bir sene evvel, bin dirheme satın aldığını" iddia eder; sonra da
şahitlerini getirir, onlar da: "Bir sene önce veya daha önce satın
aldı." derlerse; "bir sene önce..." deyip de. muvafakat vaki
olmadıkça, şehadetleri kabul edilmez.
Ancak, iddiacı ile
şahitlerin sözleri mutabık oku; her ikisi de "bir sene önce" olduğunu
söylerlerse; o zaman şahiıliklcri kabul edilir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir,
Müddeî, bir şahsın
elinde bulunan bir köleyi "ondan satın aldığını" iddia eder; köle
elinde bulunan şahıs da bu iddiayı kabul etmez ve iddia sahibi iki şahit
getirir, onlar da, "onu" sattığına" şahitlik yaparlar ve:
"Fakat bu köle, satanın mıdır, alanın mıdır bilmiyoruz." derlerse,
şehadetleri caiz olur. Şayet müddeî, iki şahit getirir; onlar da hakime:
"Bu köleyi, satıcı bu iddia edene sattı." derlerse; gerçekten hakim,
o zaman köleyi davacıya hükmeder.
Bir kimse,
"birinden, bir ev satın aldığını" iddia eder, şahitler de: "Evet
satın aldı. Fakat vekilinden satın aldı." derler veya "Filan
sattı." derlerse, bu satış caiz olur. Fakat, şehadetleri kabul edilmez.
Zehıyre'de de böyledir.
Bir kimse, nikah
sebebiyle, bir kadını şu kadar mehirle iki şahitde, nikaha şehadette
bulundukları halde, onun zevcesi olduğunu söylemeseler; şehadetleri
kabûledilir. Bu durumda, mehr-i misile veya bundan az söylenmişse mehr-i misile
hükmedilir. Şahitlerin söylediği mehir fazla olsa bile, onunla hükmedilmez.
Kerderî'nin Vecîzi'nde de böyledir.
Bir kimse, bir kadına
karşı iddiada bulunup "O, elli dinara, nefsini bana nikâh eyledi."
der; şahitler de, şehadette bulundukları halde, mehri söyfemezlerse,
şehadetleri kabûi edilir. Hulâsa'da da böyledir.
Bir kimse: "Bu,
benim kanmdır." veya "..nikahlmıdır." der; şahitler de şehadet
ederek; "onların evlendiklerini" söylerler fakat, hali hazırda, bir karşilrşm?
olmasa bile, "Bu, bunun
menkuhasıdır." deseler, şehadetleri kabul edilir. Hızânetü'l-Müftfn'de de
böyledir.
Hizâne'de şöyle
zikredilmiştir:
İki yaşlı hakkında
şahitlik yaparak; "Hangisi olduğunu bilmiyoruz." derlerse; o zaman
onlardan şahit istenilir. Birisi, beyyine getirir ve: "Onu, bu nefsine
tezvîc eyledi. Fakat, hal-i hazırda karısı mıdır, değil midir,
bilmiyoruz." veya: "O, bunu satın aldı; fakat, hala mülkünde duruyor
mu durmuyor mu? bilmiyoruz." derlerse; nikaha ve mülkiyete hüküm verilir.
Bu şahitler, akid şahidi olmuş olurlar. Kerderî'nin Vecîzi'nde de böyledir.
Bir köle iddiada
bulunarak: "Efendim beni azad eyledi." der; şahitler de buna
şehadette bulunurlarsa; bazı alimler: "Bu şehadet kabul edilir."
bazıları ise: "Kabul edilmez." demişlerdir.
Bir cariye:
"Kendisini, filan şahsın azâd eylediğini" iddia eder, şahitler de
buna şehadette bulunurlarsa; bu cariye hürre olur.
Şayet, köle,
"aslen hür olduğunu" iddi eder; şahitler de, "onun azâd edilmiş
olduğunu" söylerler ve: "Onu, filan şahıs azâd eyledi."
derlerse; bazı alimler: "Şehadetleri kabul edilir." bazıları ise:
"Kabul edilmez." demişlerdir. Füsûlü'İ-lmâdiyye'de de böyledir.
En doğrusunu bilen,
Allahu Teâlâ'dır. [26]
Lafzen ve mana
bakımından iki şahidin ittifakına itibar olunur. Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye
göre böyledir.
İmâ m ey n'e göre ise
ittifak manadadır ve muteber olan budur; başkası değildir.
Lafızda (= sözde)
ittifakla murad, iki sözün mana yoluyla birbirine uyumlu olmasıdır. Bu,
tazammun yoluyla değil de, va'z yönünden olmalıdır. Tebyın'de de böyledir.
Hatta, bir kimse, gasb
iddiasında bulunduğunda iki şahitten birisi, gasb üzerine, diğeride gasbı ikrar
üzerine şahitlik yaparsa, şeha-detleri kabul edilmez.
Şayet, birisi emanet
konulduğunu söyler; diğeri de * 'emanet konulduğunun ikrarını söylerse, kabul
edilir mi?
Uygun olan kabul
edilmemesidir. Kıyas budur.
Gasb meselesinde
kıyasa göre boredur. Ve uygun olan, şehadetin kabulüdür. Füsûlü'l-Imâdiyye'de
de böyledir.
Sözün aynı olması veya
muradın aynı olması müsavidir. Meselâ, şahitlerden birisi hibe, diğeri de ikram
olduğunu söylerse;
şehadetleri kabul
edilir. Fethıı'I-Kâdir'de de böyledir.
İki şahidin birisi,
nikaha, diğeri de evlenmeye şahitlik yapsalar, şehadetleri caiz ve makbul olur.
Muhiyt'te de böyledir.
Bunda bir ihtilaf
yoktur. Tebyîn'de de böyledir.
Şayet, iki şahitten
birisi şahitliğinde: "Eğer eve girersen, boş ol; dedi. O da eve girdi,
"der; diğeride "filan ile konuşursan boş ol; dedi. O da
konuştu." derse, ikisinin şehadeti de kabul edilmez.
Keza, onlardan birisi:
"Üç talak boşadı." diğeride: Üç talak niyetiyle, bana haram ol;
dedi." derse; alimlerin ekserisine., göre, şehadetleri kabul edilmez.
Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
İki şahitten birisi
"bin dirheme" şahit olsa; diğeri ise iki bin dirhem"dese; İmâm
Ebû Hanîfe (R.A.) göre, şehadetleri kabul edilmez.
İmâmeyn'e göre,
müddeî, iki bin dirhem diyorsa, şahitlikleri bin dirhem olarak kabul olunur.
Yüz ve iki yüz dirhem
de böyledir.
Bir, iki ve üç talakta
böyledir. (İtibar azadır. Çünkü, onda mutabakat vardır.)
Sahih olan görüş, İmâm
Ebû Hanîfe (R.A.)'nin görüşüdür. Muz-marât'ta da böyledir.
Bir adam, onbeş dirhem
iddiada bulunuyor; iki şahidden birisi, onbeş dirhem olarak" şahitlik
yapıyor; diğeri ise, "on dirhem olarak" şahitlik yapıyorsa; İmâm Ebû
Hanîfe (R.A.)'ye göre, şehadetleri kabul edilmez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir.
Eğer iki şahitten
birisi, "bin dirhem," diğeri ise "bin bçş yüz dirhem" der;
iddia sahibi de "binbeşyüz dirhem' diye iddia ederse; bin dirhem olarak
kabul edilir.
Bunun benzeri, bir
talâk, yarım talâk; yüz dirhem ve yüzelli dirhem demek gibidir.
Müddeî: "Binden başka
değildir." dediği halde,
şahitler: Binbeşyüz... derlerse, bu batıldır. (= geçersizdir.)
Keza, müddeî sussa da,
sonra da: "Bin dirhem." dese, yine kabul edilmez.
Şayet müddeî:
"Hakkımın aslı binbeşyüz dirhemdi. Fakat, beşyüz dirhemini aldım.
Şahitlerin dediği gibidir." veya: "Ondan beşyüz dirhemini
almayacağım. Şahitlerin bundan haberleri yoktur." derse; o takdirde kabul
edilir. Kâfî'de de böyledir.
Şayet, şahitlerin
birisi "yirmi" diğeri
de yirmi beş"
dese; bi'I-icma' yirmi dirhem olarak kabul edilir.
Bu dava, müddeînin yirmi beş dirhem diye iddia ettiği
zaman böyledir.
Fakat müddet,
"yirmi dirhem" diye iddia ederse; bi'1-icma şehadetleri kabul
edilmez.
Bin, ikibin... gibi
olanlar da böyledir.
Eğer müddei:
"Benim, onda iki bin dirhemim vardı. Bin dirhemini teberru ettim."
derse; şehadetleri kabul edilir. Hulasa'da da böyiedir.
İki şahit, bir şahsın,
diğerinde, "bin dirheminin olduğuna" şeha-dette bulunduklarında, bu
şahitlerden birisi: "Gümüşün siyah olduğunu", diğeri ise, "beyaz
olduğunu" söylerler; beyaz da siyahdan üstün olur ve iddia sahibi,
"siyah" diye iddia ederse; şehadetleri asla kabul edilmez. Ancak,
sözlerinin birbirine uyması halinde kabul edilir.
iddia sahibi:
"Şahid doğru söyledi. Ancak ben, gümüşün vasfına boş verdim. Onun için,
şahidin birisi öyle, birisi böyle söyledi." derse; sözlerde mutabakat
olunca şehadetleri kabul edilir.
Eğer hepsi de:
"Beyaz gümüştü. Beyaz gümüşle, siyah gümüş eşitti." derlerse, siyah
gümüş olarak hükmedilir.
İmâmeyn'e göre, sözde
ve mânada değeri az olana göre hükmedilir. Muhıyt'te de böyledir.
Bu hüküm, her yerde ve
her cinsde böyledir. Eğer mikdarda ve vasıfta ihtilaf olursa, efdal olan, iddia
sahibinin iddiasına uygun düşendir.
Şayet müddeî,
şahitlerin şehadet ettiklerinden, azl olanı iddia ediyorsa, şehadetler makbul
olmaz.
Cinste ihtilaf
ettiklerinde, de şehadetler' kabul edilmez. Meselâ birisi: "Bir kür
buğday" der de, diğeri: "Bir küt arpa" derse; şehadetleri kabul
edilmez. (Kür = Bir nevi Ölçektir. Lügatta 700048 = yediyüz bin kırksekiz)
dirhem veya bir müd veya bir ölçek) demektir. Zehıyre'de de böyledir.
Şahitler, "bin
dirhem" diye şehadette bulunduklarında, bunlardan birisi: "Beşyüz
dirhemini, borçlu ödedi." derse; bin dirhem olarak, kabul edilir. Onun:
"Beşyüz dirhemini ödedi." demesine itibar olunmaz.
Ancak, o şahitle
birlikte, öbür şahitte aynısını söylerse; o zaman, "bin değil, beşyüz
dirhem" demeleri gerekir. Alacaklı, şahitlere; "beşyüz dirhem
aldığını" bildirmişse, diyecek kalmaz. Tebyîn ve Kâfî'de de böyledir.
Bir adam, diğerinde
"bin dirhem alacağının olduğunu" söylediğinde, iki şahitten birisi,
"bunun alacak olduğunu"; diğeri de "yarısının ödendiğini"
söylerse; ödenmemiş gibi hüküm verilir.
Zahirü'r-rivayede
böyledir. İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'den rivayet olunduğuna göre, borcun ödendiğine
hüküm verilmez. Bedâî'de de böyledir.
Borçlu, borcunu
ödediğini iddia eder ve iki şahitden birisi de, "alacaklının alacağını
aldığım ikrar ettiğini" söyler;
diğeri de "alacağından vazgeçtiğini"
söylerse; şahitlikleri kabul edilmez.
Eğer hak sahibi,
borçlunun söylediğini kabul ederse; o zaman, şahitlerin şehadeti kabîıl edilir.
Bir adamın, diğerine
bin dirhem borcu olur; onu da ödediğini iddia eder; iki şahidinin birisi,
"ödediğini"; diğeri de, "ödendiğini ikrar ettiğini"
söylerse; şahiıtlikleri kabul edilmez.
Şayet borçlu, borcunu
ödediğini iddia eder; şahitlerin ikisi de birden "borcun ödendiğini"
veya "bağışlandığını" veya "tasadduk edildiğini" veya
"helallaştıklarırn" söylerlerse; bu durumlarda, şehadetleri kabul
edilmez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Borçlu, '-borcundan
vazgeçildiğini iddia eder"; şahitlerden birisi de, böylece şehadetl;e bulunur, diğeri ise,
"borcun bağışlandığına" şehadette bulunur, veya tasadduk
edildiğini veya onunla helallaştığım söylerse; şehadetleri kabul edilir.
Muhıyt'te de böyledir.
Borçlu, "borcunun
teberru edildiğini" iddia ettiğinde, şahitlerden birisi, "hîbe
(= bağış) yapıldığını" diğeri de
"tasadduk edildiğini" söylerse; şehadetleri kabul edilmez.
Şayet borçlu,
"borcunun bağışlandığını" iddia eder; şahitlerden birisi
"bağışlandığını"; diğeri de "tasadduk edildiğini (= zekat olarak
verildiğini) söylerse; şehadetleri kabul edilmez.
Eğer şahitlerden
birisi: "Borcun teberru edildiğini" söyler; diğeri de atiyye
yapıldığını veya helallaştıklarını veya alacaklının alacağını borçluya helal
ettiğini söylerse; şehadetleri kabul edilir. Serahsî'nin Muhıyti'nde de
böyledir.
Borçlu, "borcunu
ödediğini" iddia etiğinde, şahitlerden birisi "hediye
edildiğini" söyler; diğeri de, "alacaklının alacağından vazgeçtiğini"
söylerse; şahitlikleri caiz olur.
Şayet kefil, "hibe edildiğini" iddia eder;
şahitlerden birisi: "Bağışlandığını"; diğeri de: "Teberru
edildiğini." söylerse; şehadetleri kabul edilir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir.
Resîdü'd-Dîn'in
Fetvaları'nın Dördüncü Babı'nda: Bir kadın, talaktan (= boşandıktan) sonra mehrini iddia eder; kocası
da onu, karsının bağışladığını söyleyerek
iki şahit gösterir; onlardan
birisi "kadının bağış yaptığını"; ikinci şahitde "teberru
ettiğini söylerlerse, şehadetleri kabul edilir. Füsûlü'I-Imâdiyye'de de
böyledir.
Câmiü's-Sağîr'de şöyle
zikredilmiştir:
Bu, davada, akid,
iddia edilmediği zaman böyledir.
Eğer davada sözleşme
yapıldığı iddia edilirse; bu sekiz mes'eledir.
1) Alım-satım,
2) İcâre,
3) Kitabet,
4) Rehin,
5) Itk (=
Köle azâd eylemek)
6) Kasden
adam öldürmekte sulh
7) Mal
karşılığı karı boşama
8) Nikah.
Hulasa'da da böyledir,
Bir kimse, birisinin
bir kölesini, başka bir adamın, bin dirheme aldığını görür ve buna şahitlik
yapar; diğer iki şahit de
"binbeşyüz dirheme aldı." diye şahitlik yaparlarsa, şehadetleri
geçersiz olur.
Keza, iddia sahibi:
"Bu satıcıdır." der ve ik :i malını, az veya çok olarak açıklar;
şahitlerin birisi az olana, diğeri de çok olana şehadette bulunsalar,
şehadetleri geçersizdir. Kitabette de böyledir. Hidâye'de de böyledir.
Şefi şüf'a hakkını
isteyip, iki de şahit dinletir; bu şahitlerden birisi: "Gerçekten bin
dirheme sattı." diğeri de: "İki bin dirheme sattı." dediğinde
müşteri ise: "Üç bin dirheme satın aldım." derse; şahitlerin
şehadetleri kabul edilmez.
Keza, onlardan birisi:
"Bin dirheme satın aldı." diğeri de: "Yüz dinara satın
aldı." derse; şehadetleri kabul edilmez.
Keza, şahitlerden
birisi: "Gerçekten o, onu filandan satın aldı." derken; diğer şahit:
"Başka bir filandan satın aldı." derse; şehadetleri , kabul edilmez.
Muhıyt'te de böyledir.
"Kiranın
başlangıcı, işte budur." denilir, (satış gibi...) ve icara veren veya
icarlayan: "Bir müddet
sonra —icarı ödensin
veya ödenmesin— icarlanan şeyin, sahibine teslim edileceğini"
söylerler ve iddia sahibi, icara veren kimse, olursa, bu durumda, dava maldır.
Eğer, davacı, icarcı
ise, dava, bi'1-icma sözleşmedir. 'Rehin
hakkında ise, eğer
müddeî:"O
rehindir." derse, kabul edilmez. Eğer:
"Mürtehendir."
derse, dava borç davası gibi
olur, Kâfi'de de böyledir.
Hul (= mal mukabili
boşama) veya talak, ıtâk yahut kasden
dökülen kan (= adam öldürme) hakkında dava açılır ve davacı, koca veya efendi
yahut kısasın velisi olursa; dava olur.
Eğer o, köle veya
kadın veya katil olursa, bi'1-icam' kabul edilmez. Sirâcü'l-Vehhâc'da da
böyledir.
Nikah hususunda, iki
malın, az olanı sahihdir. Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göredir.
Bu dava, ister koca
tarafından, isterse karı tarafından olsun müsavidir.
tmâmeyn'e göre, bu
şehadet batıldır. Hiç bir şeyle hükmedilmez.
Eğer, davacı kadın
ise, burda ihtilaf vardır." denilmiştir.
Fakat iddia sahibi
koca ise, bi'1-icma' beyyinesi kabul edilmez.
Önceki, esahh ve
istihsândır. Sahih olan, malın azıda çoğuda dava hususunda müsavidir. Tebyîn,
Hidâye ve Kâfi'de de böyledir.
Bir kimse, diğerini,
kölesini icarladı diye dava eder; kölenin sahibi de, bunu inkar eder,
icarlayan da iki şahit dinletir; onlardan birisi: "Beş dirheme
icarladı." müddeî ise: "Dört veya beş dirhem" der; diğer
şahidde: "Altı dirheme icarladi." derse; şehadet geçersiz olur.
Bir kimse, hayvanını
Bağdat'a kadar binmeye, on dirheme kiraladığını, onun da hayvanın üzerine yük
yüklettiğini iddia eder ve iki de şahit dinletir; onlardan birisi: "On
dirheme, binmeye kiraladı." der; diğeride: "Yük yükletmeye,
kiraladı." derse; bu yük de hakikaten yoksa (= yani yüklenmesi örf adet
değilse), şehadetleri batıldır.
Bir kimse,
"bizzat bir hayvanı, belirli bir ücretle, Bağdat'a kadar kiraladı."
diye şahitlik yapar; diğeri de "Bağdat'a kadar, belirli bir yük yükletmek
üzere, on dirheme kiraladı." derse; bu şehadet kabul edilmez. İster
icarlayan dava etsin; isterse, icara veren dava etsin müsavidir.
Keza, onlardan birisi,
"binmek için" diğeri de "yük taşımak için kiraladı."
deseler; şahitlikleri kabul edilmez. Muhiyt'te de böyledir.
Şayet bir kimse,
kumaşını boyatmaya verdiğini ve teslim eylediğini iddia eder; boyacı da bunu
inkâr eder; iki şahidden birisi: "Kırmızıya boyansm için..." derken,
diğeri de: "Siyah veya sarı
boyansın için verildi." derse; şehadetleri kabul edilmez.
Keza kumaş sahibi; boyacıyı dava-etse de, şahitler
muhalif söyleseler, şehadetleri kabul edilmez. FüsûIü'I-Imâdiyye'de de
böyledir.
Eğer iki şahidin
birisi, "satıcının, aybım söyleyerek sattığını," diğeri de bunun
aksini söylerlerse; şahitlikleri kabul edilmez. Hulâsa'da da böyledir.
İki şahit, bir şahsa
karşı, şahitlik yaptıklarında, birisi: "Filandan dolayı, filan için, bir
aya kadar bin dirheme kefil oldu." diye; diğeri de: "Ha!-i hazıra
kefil oldu." diye şahitlik yaparlar alacaklı da, "vaktin
geldiğini" iddia eder; kefil ise, bunların tamamını inkar edip, yalnız
kefil olduğunu ikrar eder ve mal için bir müddet iddiasında bulunursa; bunda
iki vecih vardır:
1) Ya adam
malını, bin dirheme ihale eyledi diye bir şahU dinletir.
2) Veya yüz
dinara ihale eyledi diye iki şahit dinletir.
Fğer şahitler arasında
ihtilaf olursa, şehadetleri kabul edilmez.
İki şahitten birisi,
"bin dirhem" diye; diğeri de, "bin dirhem ve yüz dinar" diye
şahitlik yaparsa; ikisinin şehadeti de kabul edilir vevbin dirhem olarak
hükmedilir.
İddiacı, iddiasını,
dirhemler ve dinarlar olarak cemilerse; bu böyle olur.
Fakat, yalnız dirhem
olarak iddiada bulunursa; o zaman, şahitlikleri kabul edilmez. Muhıyt'te de
böyledir.
Bir kimse, kefaletini
iddia ettiğinde; iki şahitten birisi, "kefaletine"; diğeri de
"havalesine" şahitlik yaparlarsa; kefaleti kabul edilmiş olur. Ve
onunla hükmedilir. Çünkü o, ekaldir (- daha noksandır.) Fü-sûlü'l-Imâdiyye'de
de böyledir.
İki şahidden birisi;
kefaleti üzerine: "Ben şehadet
ediyorum; gerçekten filan: "Şayet, ben, filana, filan malı, o, bu senenin
aylarında vermezse, ben, o malı, o adama ödeyeceğim." dedi der; diğer şahit
de: "Ben şehadet ediyorum; gerçekten filan: Şu altı ayın içinde, filan
oğlu filana, şu malı
ödedim, dedi." derse,
şahitlikleri kabul edilmez. Zehıyre'de de böyledir.
Şayet, şahitlerinden birisi: "Gerçekten o, filanı, belirttiği ev hakkında, davaya vekil
etti." der; diğer
şahitde: "Başka bir
şey hakkında, davaya vekil etti." derse; ev hakkındaki şehadetleri
caiz olur.
Şayet birisi;
"Filaneyi boşamaya vekil etti." diye şahitlik yaparken; diğer şahit:
"Daha başka birisini boşamaya vekil etti." diye şahitlik yaparsa, bu
vekil, o kadınların ikisi hakkında da vekil olmuş olur.
Bunun şekli: Bir adam,
"belirli bir şey hakkında vekil olduğunu" veya "belirli bir dava
hakkında vekil olduğunu" iddia eder ve iki de şahit dinletir ve
"filan ile birlikte, muayyen bir şeye vekil olduklarını" isbat eder;
aynı zamanda diğer tasarrufa da vekil olduğunu kanıtlarsa; o muayyen şeye dair
şehadetleri kabul edilir mi?
Uygun olanı, o muayyen
(- belirli olan) şeye, vekaleti sabit görülür. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de
böyledir.
Müddeî, vekaletine
dair, iki şahit dinlettiğinde, onlardan birisi: "Talib, bunu filanan
alacağını almaya vekil etti." diğeri ise: "Filandan borcunu almaya
musallat etti." veya "Ona vasiyet etti." derse; şehadetleri caiz
olur ve hakim davasına bakabilir; alacağını da alır.
Bu, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'nin kavlidir.
Diğerlerinin kavline
gelince, borcu almaya vekil olur; fakat, davaya vekil olamaz.
Şahitlerin ikisinden
birisi, "borç almaya vekil oldu."; diğeri de: "Borcu almaya
gönderdi." veya "emretti." derse şehadetleri caiz olur. Fakat
dâvaya bakamazlar.
Şahitlerden birisi,
"vekil tayin edildi." der; diğeri de "Vasî tayin
edildi." der; fakat
"hayatında."
demezse; veya şahitlerden
birisi: "hayatında vekil tayin edildi." dese de diğeri,
"hayatında" demezse;
şehadeti kabul
edilmez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
İbnü Semâa'nın
Nevâdiri'nde, İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
İki adam, vasiyet
üzerine şahit olduklarında onlardan birisi: "Gerçekten o filanın ölümünden
sonra, bütün malı için vasî oldu." diğeri de: "Malımın tamamını
öldükten sonra filana vasiyet eyle; dedi, diye şahitlik eyle; dedi."
derse; bu da bir veya iki mecliste söylenirse, bu şehadet caizdir. Zehıyre'de
de böyledir.
İkisi de, vekaletine şehadette
bulundukları halde, birisi "azledildiğini..." söylese, vekaleti caiz
olur; azli caiz olmaz.
Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.
Bir adam, "bir
kölenin efendisi olduğunu" ve "ona ticaret izni verdiğini" iddia
edip, iki de
şahit getirir; onlardan
birisi, "izin verildiğine" şahitlik eder; diğeri de
"kölenin ahş-veriş yaptığını; fakat, efendisinin onu men etmediğini"
söylerse; şehadetleri kabul edilmez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
İmâm Muhammed (R.A.),
şöyîe buyurmuştur:
Büyük olan ve izinli
bulunan bir kölede, birinin alacağı olduğunda, kölenin efendisi: "Onun
izinden men edildiğini" söyler; borçlu da: İzinli olduğunu" söylerse;
efendinin sözü geçerli olur.
Eğer borçlu, iki şahit
getirir de, onlardan birisi: Efendisi, bu köleye bez satmaya ve almaya izin
verdi." der; diğer şahit de: "Yiyecek alıp-satmaya ve almaya izin
verdi." derse, şehadetleri caiz olur.
Keza, şahitlerden
birisi: "Gerçekten bu kölenin efendisi, ona bez al, sat, dedi.' der;
diğeri de: "Efendisi, ona, yiyecek al-sat dedi." derse; şehadetleri
caiz olur. Muhıyt'te de böyledir.
İki şahit, bir şey
hakkında, bir vakit veya yer hakkında yahut inşa ve ikrar hakkında ihtilafa
düştüklerinde, eğer şahitlik yapılan şey, hassaten söz ise, (alış-veriş, icare
talak, ıtâk, sulh, ibra gibi...) Meselâ: Bin dirhem satın aldığına, iki şahit
şehadette bulunsalarda; onun beldesinde veya gününde, saatin da ayında ihtilafa
düşseler veya bin dirheme sattığına şahitlik yaptıklarında, anlardan birisi:
"sattı" diğer şahitde: "sattığını söyledi." dese,
şehadetleri caiz olur.
Keza, talak hakkında;
şahitlerden birisi: "Pazar günü boşadı." diğeri de: "Dün
boşadı." veya birisi: "Bu gün bin dirhemi ikrar eyledi," dediği
halde, diğeri: "Dün ikrar eyledi." dese, şehadetleri caiz olur.
Bu husustaki
ihtilaflar, şehadete mani olmazlar. Ancak, "alacaklı ile biz, bir günde,
bir yerde idik." derler; sonrada, gününde veya yerinde ihtilaf ederlerse;
İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre şehadetleri caiz olur.. İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a
ise: "İş, kiyâsen İmâm Ebû Hanîfe gibidir. Ben ise şehadetin
geçersizliğini, tahsin ediyorum. (= güzel görüyorum.) buyurmuştur. Çünkü
töhmete sebebdir. Zira bir günün saatında ihtilaf olsa caizdir; fakat, ayrı
ayrı günler töhmeti gerektirir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Reşîdü'd-dîn'in
Fetvâları'nda şöyle zikredilmiştir:
Bir kimse:
"Ödemek şartıyla sattı." diye iddia ettiği halde, malı elinde
bulunduran şahıs, bunu inkar ettiğinde; iki şahitten birisi: "Ödeme
şartıyle sattı." der; diğeri de, müşterinin "ödeme şartiyle satın
aldığını ikrar ettiğini" söylerse; şehadetleri kabul edilir, Füsûlü'l- Imâdiyye'de
de böyledir.
İki şahit,
"filan, karısını boşadı." diye şahitlik yaptıklarında, birisi:
"Cuma günü, Basra'da boşadı." diğeri de: "Bizzat o günde,
Kûfe'de boşadı." derse; şahitlerin, şehadet ettikleri yerlerin, birbirini
tutmaması halinde şehadetleri kabul edilmez. Onlardan birinin yalanı meydana
çıkmış olur. Çünkü, bir insan aynı günde, hem Basra'da hem de, Küfe'de
bulunamaz. (Bu hal, bu güne mahsus değildir.)
Şu hâl ise, buna
muhalifdir: Şahitlerden birisi: "Karısını Küfe'de boşadı." diğeri de:
"Kûfe'de boşadı." der ve vakit tayin etmezlerse, işte bu olur. Ve
şehadetleri geçerlidir. Mebsût'ta da böyledir.
Şayet, "ayrı ayrı
günlerde'* diye şahitlik yaparlar, Kûfe'den, Mekke'ye gidecek kadar gün farkı
da bulunursa, bu durumda şehadetleri caiz olur. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.
Bir kimse, sulh için
iki şahit getirdiğinde hakim onlardan tarihini söylemelerini ister; onlardan
birisi: "Yedi ay veya daha az yahut daha çokdur." der; diğeri de:
"Ben de üç sene sanıyorum." derse; aralarında çok fark bulunduğundan,
şahitlikleri kabul edilmez.
Eğer tarih beyanına
ihtiyaç olmazsa, o müstesnadır. Kunye'de de böyledir.
Kendisine şahitlik
yapılan şeyde, —ister emir siygasıyla olsun, ister ikrar sigasıyla olsun,—
ihtilaf ederlerse; (Meselâ: Hudud kitabında olduğu gibi:
"İffetli kadına zina
yaptı." diye iftira
eden kimse hakkında, iki
şahitten birisi:"îftira etti."diğeri de: "İkrar etti."
derse;) şehadetleri kabul edilmez.
Şayet iftirada ittifak
ederler; fakat, zaman ve mekanda ihtilaf ederlerse; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye
göre bu şehadet kabul edilir.
İmâmeyn'e göre ise, bu
şehadet kabul edilmez. Muhıyt'te ve Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Şayet ihtilaf (= görüş
ayrılığı) fiilde olursa; (borç veya talak gibi...) şehadet kabul edilmez.
Hulâsa'da da böyledir.
Kendisi hakkında
şahitlik yapılan şey, hakikaten veya hükmen gasb ve cinayet gibi şeyler olur;
yerleri ve mekanlarıda ayrı bulunur veya emir yahut ikrar olursa; şehadetleri
kabul edilmez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Şayet gasbedilen şey
zayi olur; iki şahit de, onun kıymetine şahitlik yaparlar ve birisi: "Bin
dirhem kıymetinde idi." der; diğeri de: "gasbeden şahsın: "Bin
dirhemdi." ikrarına şahitlik yaparsa; şehadetleri kabûledilmez.
Zahîriyye'de de böyledir.
Bir kimse, katil
(= adam öldürme) iddiasında bulunduğunda
şahitlerden birisi "katli üzerine." diğeri de, "katli ikrar
üzerine" şeha-dette bulunurlarsa; şehadetleri kabul edilmez.
Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.
Şayet şahitler,
katilin iki yerde veya iki zamanda ikrarı üzerine şahitlik yaparlarsa;
şehadetleri caiz olur. Siraciyye'de de böyledir.
Eğer şahitler, kati
aletinde ihtilaf ederlerse (şöyle ki: Şahitlerden birisi: "Sopa ile
öldürdü." derken; diğer şahit: "Kılıç ile öldürdü." derse)
şahitlikleri kabul edilmez. Muhıyt'te de böyledir.
İki şahitten biri:
"Gerçekten o, kasden öldürdü." derken diğeri: "Hataen
öldürdü." derse; şehadetleri kabul edilmez.
Şahitlerden birisi:
"Kılıç ile öldürdü." der; diğeri:"Ben, ne ile Öldürdüğünü
hatırlayamıyorum." derse, yine şehadetleri kabul edilmez. Zehıyre'de de
böyledir.
Kendisine şahitlik
yapılan şey fiilsiz, —yalnız sözle— tamam olmazsa (nikah gibi) şahitler de
yerinde veya zamanında yahut inşa veya ikrarında ihtilaf ederlerse; şehadetleri
kabul edilmez..
Eğer şahitler hükmü
sabit olmayan bir akidde ihtilaf ederlerse (fiilen almak müstesna... hîbe,
sadaka, rehin gibi...) alımın aleniyeti üzerine şahitlik yaparlar ve gününde,
yerinde ihtilaf ederlerse; şehadetleri; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Ebû
Yusuf (R.A.)'a göre caiz olur.
Şayet rahinin (= Rehin
bırakanın), sadaka vereninin, bağışta bulunanın almayı ikrarlarına şehadette
bulunurlarsa, şehadetleri caiz olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Rehin iddia
edildiğinde, şahitlerden birisi, "alımın açıklığına"; diğeri de
"rehin verenin, rehin alandan, rehni aldığını ikrarına" şahitlik
yaparsa; şahitlikleri kabul edilmez.
Bu hususta, gasb da rehin gibidir. Füsûlü'1-Imâdiyye'de de böyledir.
Talip ve matlûp
hususunda, şahitler ihtilaf ederlerse; (bir elbise veya bir binek hakkında,
ihtilaf ederler veya şahitlerden birisi "filan benimle beraberdi."
diğeri de: Filan, benimle beraber değildi." derse,) el-Asl'da "Bu
caizdir. Şehadetleri geçerlidir." denilmiştir. Zahîriyye'de de böyledir.
Şahitler gasb hakkında
şehadette bulunduklarında, gasbedilen sığırın renginde ihtilaf ederlerse;
gerçekten şehadetleri kabul edilmez. Muhıyt'te de böyledir.
îki kişi, bir adamın,
bir sığır çaldığına şahitlik yapsalar da, sığırın renginde ihtilaf etseler;
İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, şehadetleri kabul edilmez, tmâmeyn'e göre ise,
şehadetîeri kabul edilir,
"Buradaki
ihtilaf, birbirine benziyen renklerdedir. Yoksa, beyazla siyah gibi renklerde
değildir; Kırmızı ile siyah gibi renklerdedir." denilmiştir.
Sahih olan, ihtilaf
bütün renklerdedir. Kâfî'de de böyledir.
Eğer malı çalınan
şahıs, rengini açıklar; (kırmızı gibi...) şahitlerden birisi:
"Siyahtı."; diğeri de: "Kırmızıydı." derse, şehadet kat'
edilmez, (yani hüküm verilir.)
Bu muhalefete göre,
şahitler elbisede ihtilaf ederler (Şöyleki: . Birisi: "Herevî
kumaştı." dese, diğeride: "Merevî kumaştı." der; fakat zaman ve
mekanda da ihtilaf ederierse, şehadetleri
kabul edilmez. Tebyîn'de de böyledir.
Şahitlerden birisi:
"O bir sığır çaldı." derken; diğeri de: "Öküz çaldı." dese;
veya birisi: "İnek çaldı." derken o birisi: Eşek çaldı." dese;
şahitlikleri kabul olunmaz. Muhıyt'te de böyledir.
Mutlak bir mülk iddia
olunduğunda, iki şahitten birisi, bir sebeb beyan ettiği halde; diğer şahit
"mutlak" olarak söylese; sebep söylemese; mülk, mutlak olarak
hükmedilir.
Şayet müddeî sebebli
iddia eder; şahitlerden birisi de öyle söyler; diğer şahit ise,
"mutlak" diye şahitlik yaparsa; şehadetleri kabul edilmez.
Câmi'Me şöyle
zikredilmiştir:
Bir mülk iddia
edildiğinde, müddei, iki de şahit getirir; onlardan birisi: "Bu, bunun
mülküdür." diğer şahit ise, "îddia olunan şahsın, "bu mülk,
iddia edenindir." dediğine" şahitlik yaparsa; şehadetleri
kabûledilmez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Şu, bunun hilafinadır:
İki şahitten birisi,
borç üzerine şahitlik yapsa da; diğer şahit de, "borçlunun ikrarına"
" şahitlik yapsa; şehadetleri kabûledilir. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de
böyledir.
Bir adamın elinde
bulunan köle hakkında, şahitlerden birisi, "elinde köle bulunanın
ikrarına"; diğeri de "davacının, o köleyi, ona emanet verdiğinin
ikrarına" şahitlik yapsa; şahitlikleri kabul olunur ve köle iddia sahibine
hükmedilir.
Şayet, şahitlerden
birisi, "kölenin iddia edene ait olduğunu, köle elinde bulunan şahsın
ikrar ettiğine"; diğeri ise, "kölenin, köle elinde bulunan şahsa ait
olduğuna" şehadette bulunsa; iddia sahibi de kölenin kendine ait olduğunu
iddia etse; bu köle iddia sahibine hükmedilir. Muhıyt'te de böyledir.
İki şahitten
birisi, "kölenin, iddia edene ait
olduğunu iddia ettiğine'*; diğeri de, "köleyi, iddia
edenin köle elinde bulunana verdiğine" şahitlik
yapsa; şehadetleri kabul edilmez. Ve bu köle, iddia sahibine hükmedilmez.
Füsûlü'Minâdiyye'de de böyledir.
Fakat, köle elinde
bulunan kimseye, "köleyi iddia edene vermesi emredilir. Zehıyre'de de
böyledir.
İmâm Muhammed (R.A.),
Gasb Kitabı'nda şöyle buyurmuştur: Bir kimse "başka birinin elinde bulunan
cariyenin kendisine ait olduğunu" iddia ederek, iki de şahit getirir;
onlardan birisi, "cariyenin zoraki alındığına"; şahitlik yaptığı
halde, diğeri "gasben alındığım" söylemezse; şehadetleri kabul
edilir.
Eğer onlardan birisi
"iddia edenin cariyesi olduğunu" söyler; diğer şahitde, aynısını
söylerse; şehadatleri kabul edilir.
Şu mes'ele, buna
muhaliftir:
İki şahitten birisi,
"o cariye, elinde bulunanındır."dediğinde, diğeri de: "Evet
elinde bulanındır." derse; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre şehadetleri
kabul edilmez. Muhıyt'te de böyledir.
İki şahitten birisi,
"cariye elinde bulunan şahsın o cariyenin iddia edene ait olduğunu ikrar
ettiğine" diğer şahit de, "o cariyeyi, elinde bulunan şahsın, iddia
edenden satın aldığına" şahitlik yapar; iddia eden de, cariye elinde
bulunanın ikrarını söyleyerek "Ben, ona bir şey satmadım." derse;
beyyinesi kabul edilerek, cariye iddia sahibine hükmo-lunur.
Şayet müddeî:
"İkisini de söyledi." derse (yani, "satın aldığmı"da,
"emanet bırakıldiğım"da ikrar etti; derse) işte bu durumda,
şehadetleri kabul edilmez. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.
İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)
şöyle buyurmuştur: Bir kimse, diğer bir adamda, "bin dirheminin olduğunu*'
iddia eder; iki şahit de, "matlûbun, talibe bin dirhem borcunun
olduğunu" ikrar eylediğine" şahitlik ederler; bir başka şahit de,
"Matlûbun, talibe bir şey satıp onun bedeli olarak bin dirhem
aldığına" şahitlik eder; talip • de: "Gerçekten, benim malım, onda
alacaktır. Şahit yalan söyledi." der ve "malın kendine ait
olduğunu" iddiada İsrar ederse; bu durumda, o bin dirhem, alacak olarak
iddiacının lehine hükmedilir. Şayet: "Sattığım malın bedelidir. Benden
aldı." der ve şahitler de öyle söylerlerse; talip başka şahit
getirmedikçe, bir şey ile hükmedilmez. Talip sattığı şeyin bedeli olduğunu
ikrar edince onun aldığını isbatJçin, iki şahide ihtiyacı vardır. Muhıyt'te de
böyledir.
Şayet, gerçekten
matlûp ikrar ederek, "talibin, kendi üzerinde, bin dirheminin
olduğunu" söyler ve "onun da borç olduğunu" beyan eder;
şahitlerden birisi de: "Filanın emri ile, onu ödedi." der; talib ise:
"Şahitler, benim söylediğim gibi vasfeylediler." derse, o zaman,
talibin lehine hükmedilir. Eğer: "Benim malım, şahidin birinin söylediği
gibi ödendi." derse; o zaman, ona bir şey ile hükmedilmez.
Bu, alım satımda da
böyledir.
Fakat, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'nin kıyasına göre, bu durumların hepsinde de talibin malı verilmelidir.
Zehıyre'de de böyledir.
Bir kimse, diğerinin
elindeki köleyi iddia eder ve beyyine de ibraz eder; (şahit dinletir) onlardan
birisi» ikrarına şahitlik yaparak, "onu, hîbe eyledi." diğeri de:
"Sattı ve köle elinde bulunan şahıs yüz dinara satın aldı." derse;
iddia sahibi kölesini alır.
Keza, o şahitlerden
birisi: "Yüz dinara satın aldı." derken; diğeri: "Bin dirheme
satın aldı." derse, yine şehadetleri kabul edilmez. Hulâsa'da da böyledir.
İki şahitten birisi,
"köle elinde bulunan şahsın, o köleyi sahibinin kendisine bağışladığına
dair ikrarına;" diğeri de, "iddia sahibinin, o köleyi, elinde bulunan
şahsın, kendisine sadaka olarak verildiğine dair ikrarına" şahitlik yapar;
iddia sahibi de, "köle elinde bulunanın bu ikisini de söylediğini"
iddia eder; "Ancak, ben onu bağış yaptım." tasadduk etmedim."
derse; o zaman, köle iddiacıya hükmolunur.
Keza iki şahitten
birisi, "köle elinde bulunan şahsın, onu, köle sahibinden yirmi dirheme
kiraladığını söylediğine; diğerinin de, bin dirheme satın aldığını
söylediğine" şahitlik yapsa; veya, şahitlerden birisi, "köle elinde
bulunan şahsın, köle sahibine: "Bunu bana bağışla." dediğine";
diğeri de: "İddia sahibinin bana tasadduk etti; diye, köle elinde bulunan
şahıstan duyduğunu" söylese; veya, iki şahitten birisi, "köle elinde
bulunan kimsenin, iddia sahibine, "bunu bana bin dirheme sat."
dediğini duyduğuna" şahitlik yaptığını; diğerinin de "bana, yüz
dinara sat." dediğine şahitlik yapsa; iddia sahibi de "köle elinde
bulunan şahsın, şahitlerin söylediklerinin hepsini söylediğini, doğrularsa;
ancak: "Gerçekten ben, köleyi ona satmadım; icara da \ermedim." dese;
işte o zaman hakim, bu durumların hepsinde de, bu köleyi, iddia sahibine
hükmeder. Zehıyre'de de böyledir.
Şayet, iki şahitten
birisi, "köleyi elinde bulunduran şahsın, o kölenin, iddia sahibine ait
olduğunu söylediğine"; diğeri de, "köle elinde bulunan şahsın, o
köleyi, sahibinden icarladığmı söylediğine" \oya "rehin
bıraktığına" yahut "gasbettiğine şahitlik yapsa; bu köle, iddia
sahibine hükmedilir.
Bu, müddeînin, köle
elinde bulunanın böyle söylediğini kabul etiği aman böyledir.
Ancak, iddia
sahibi: "Ben, köleyi ona
sattım." veya "îcara verdim."; "rehin
bıraktım." veya "Benden zoraki almadı." der; şahitIerden
birisinin sözü de yaîan olmazsa; o zaman köle, zi'I-yed'e hükmedilir.
Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.
Şayet köleyi elinde
bulunduran şahıs, kölenin iddia sahibine ait olduğunu ikrar eder; iddia sahibi
de, "onu sıla eylediğini" söyleyerek iki şahit getirir; şahitlerden
birisi, "iddia sahibinin, o köleyi tasadduk eylediğini söylediğine";
diğeri de, "iddia sahibinin, o köleyi bağış yaptığım söylediğine"
şahitiik yaparsa; hakim bunların şahitliklerini kabûf etmez.
Ancak, başka bir şahit
daha getirir, o da hîbe veya tasadduk olduğuna şahitlik yaparsa, o zaman hakim,
iddia sahibine hükmeder.
Bu mes'ele, şuna
muhalifdir:
Şahitlerden birisi,
"köîe sahibinin, o köleyi, köle elinde bulunan şahsa, bağış yaptığını,
onun da bu köleyi aldığını" söyler; diğer şahit de, "o kölenin, mehir
olarak verildiğini ve köle elinde bulunan şahsın, onu, bu yüzden aldığını"
söylerse; o zaman, köle zi'1-yed'e hükmolunur. Muhıyfte de böyledir.
Şahitlerden birisi
"zi'1-yedin, iddia eden
şahıstan, o köleyi aldığını' söyler; diğeri de:
"Köle, sahibinindir." derse; şahitlikleri kabul edilmez. Hulâsa'da da
böyledir.
Şahidin birisi,
şehadette bulunarak: "Bu köleyi, filandan aldı." der; diğeri de:
"O adam, bu köleyi emânet bıraktı." derse; şahitlikleri caiz olur. Bu
durumda hakim, köleyi elinde bulunduran şahsa emrederek onu, sahibine
vermesini ister. Fakat, mülküyetine hükmeyîemez.
Keza, şahitlerin
birisi, "o kölenin, emanet bırakıldığını; böyle olduğunu, filanın
söylediğini" söylerse; bu kölenin sahibine verilmesi emredilir.
Eğer, iki şahitten
birisi, köleyi elinde bulunduran şahsın, "o köleyi, bir başkasının
gasbettiğini; söylediğine"; diğeri de, "iddia sahibinin, onu emanet
bıraktığını söylediğine şahitlik yapsa, veya köleyi elinde bulunduran şahsın,
onu iddia sahibinden aldığını" söylese; şeha-, detleri kabûî edilerek,
:ddia olan şahsa, bu köleyi, iddia sahibine vermesi emredilir.
Fakat, kölenin
mülkiyeti, iddiacıya hükmedilmez. İddia olanın, o köleye sahip olduğuna dair
şahit istenir.
Hatta, eğer davalı,
bundan sonra, bu kölenin, kendisine ait olduğunu, bizzat isbat ederse; bu köle,
ona hükmedilir.
Müntekâ'da aynı
mes'ele şöyle zikredilmiştir:
Bir kimse elbisesini,
bir şahsın yanına koyup onu da söylese; iki şahidden birisi "elbise elinde
bulunan şahsın, onu, iddia sahibinden zoraki'aldığını" diğer şahit de,
"iddia sahibinin, onu emanet bıraktığım söylediğine şahitlik yapsa ve
onun, söylenenden fazla olduğunu beyan etse; müddeîde, ikisinin de söylediğini
kabul etse ve fakat: Benden zoraki aidi." derse; bu şahitlerin şehadetleri
kabûledüir.
Elbise elinde bulunan
şahsın elindeki, bu elbisenin mülkiyeti, iddia sahibine hükmedilir. Bundan
sonra, elbise elinde olanın beyyinesi kabul, edilmez.
Eğer şahitlerden
birisi, "elbise elinde bulunan şahsın bu elbiseyi, iddia, sahibinden
gasben (~ zoraki) aldığını söylediğine", şahitlik yaptığı halde diğeri de
"alıp da, geri verdiğini" söyese; iddia edenden hüccet istenilir.
Aksi halde, iddia olunan şahıs, beraat eder.
Bundan sonra, şayet
iki şahitten birisi, "zi'f-yedin, o kölenin iddia edene ait olduğunu
söylediğine" diğeri de, "ondan'emanet aldığına dair ikrarına"
şahitlik yapsa; işte bu şahitlikler kabul edilir ve köle müddeîye hükmedilir.
Zehıyre'de de böyledir.
Şayet şahitlerden
birisi, "bir adamın, diğerinde bin dirhem alacağının olduğunu"
söyler; diğeri ise, "emânet olduğuna" şahitlik yaparsa; şehadetleri
kabul olunur.
Bu, iddia sahibinin,
"mutlak olarak bin dirhme" iddia eylediği zamandır.
Fakat, davada iki
sebebden birisini söyler de, şahitlerden birisi onu yalanlarsa; şahitlikleri
kabul edilmez.
Bu da, şahitlerin
şehadetlerinde görüş ayrıîığı olduğu vakittir. Fakat, şahitlerden birisi
"iddiacının bin dirhem alacağı olduğuna"; diğeri de "bin dirhem
emanet parası bulunduğuna" şahitlik yaparlarsa; şehadetleri kabul edilmez.
Hizâiîetü'l-Müftîn'de de böyledir.
Bir kimse, alış-veriş
iddiasında bulunup, satışın mikdarma dair de, iki şahit dinletir; onlardan
birisi: "Satıcı, bu köleye bedel olarak, on dinar istedi." diğeri de:
"O kadar." derse; şahitlikleri kabul edilir.
Bir kadın, bir yer
iddiasında bulunduğunda, iki şahitten birisi: "Bu mülk,
bu kadınındır. Kocası
buna bıraktı." diğer şahit
ise: "Kocasının, bu yeri, ona verdiğini ben duydum." dese;
şahitlikleri kabûledilir. Füsûİü'Mmâdiyye'de de böyledir.
Bir kimse, bir akarın,
babasından kalma miras olduğunu iddia ettiğinde, iki şahitten birisi:
"Gerçekten bu mülk, bu adamındır." diğeri de: "Gerçekten bu yer,
bu adamındır." derse; şehadetleri kabul edilmez. Çünkü, akar üzerinde bina
bulunan yere derler. Yer ise, böyle değildir. Ona, arsa ismi verilir.
Şayet bir adam, akar
iddiasında bulunsa da, şahitler bostan ( = bahçe) diye şahitlik yapsalar.
Şehadetleri kabul edilmez. Hızânetü'l-Müftin'de de böyledir.
En doğrusunu bilen
Allahu Tealadir. [27]
İki şahit, bir şahsın
sözüne veya işine şahitlik ederek o şahsa, kiralamak, kitabet, ahm-satım,
kısas, mal, talak, ıtak, ilzam etseler ve o şahitler, yerini veya gününü
belirttikleri halde, üzerine şahitlik yapılan şahıs da, beyyine ibraz ederek,
"o yerde: veya o günde olmadığını" isbata çalışsa, onun beyyinesi
kabul edilmez;. Muhıyt'te de böyledir.
Keza, üzerine şahitlik
yapılan zat, iki şahit getirir onlar da, önceki şahitlerin söyledikleri yer ve
günün dışında, başka bir şey söylerlerse, şehadetleri kabul edilmez. Zehıyre'de
de böyledir.
Bir kimseye İkarşı,
bir beyyine ikame edilmiş, fakat, o adam o sözü söylememiş; o
işi yapmamış olur veya tiyle bir
ikrarda bulunmuş olmazsa; işte o beyyine kabul edilmez. Muhıyt'te de böyledir.
Keza, iki şahit,
olmayan bir şey hakkında şahitlik yaparlarsa, kabul edilmez.
Keza, "filanın,
üzerinde olmayan borca şahitlik yaparlarsa; şahitlikleri kabul edilmez.
Keza, hakkında hüküm
verilmiş bir hak için beyyine getirse; üzerine hükmedilen şahıs: "Benim
beyyinem vardır." derse; onun beyyinesi de kabul edilmez. Mebsûi'ta da
böyledir.
Bütün beyyinelei-, cem
olup, bir halde tojbAansalar bile iki şahidden birisinin yalanı sebebiyie,
sükût ederler. (= dü/jerler.)
Şayet halcim,
şahitilerden birisinin şehadeti sebebiyle hükmeder; sonra da, diğerinin yalanı
açığa çıkarsa; (Meselâ; şahitler: O adam, karısını kurban bayrama günü, umrede
Köfe'de boşadı." derler; iki şahitde, şehadet ederek: "Gerçekten o
adam, Zeyneb'i, bugünde Mekke'de boşadı/' derlerse) bunların şahitlikleri kabul
edilmez. Şayet hakim, bu iki beyyineden biri ile hükmeder; sonra da birisi
gelerek: "İkinci şehadeti kabûİ etmez. Bunların şehadet günleri ayrı
ayrıdır ve Küfe ile Mekke arasında bu kadar mesafe vardır." derse; onun bu
şehadeti kabûi edilir. Serahsî'nin Mtıhıytı'nde de böyledir.
İki şahit, "bir
adamın, karış mı, kurban bayramı günü, Mina'da boşadığma" şahitlik yapsalar;
diğer iki şahit de, "o günden sonra, Kûfe'de kölesini azâd etti,"
deseler; artık hakim önceki şahitlerin sena-detiyie, karının boş olduğuma
hükmeder.
Eğer yerler sür'at
sebebiyle cem olurlarsa, hakim, her iki tarafın şehadetini de kabul eder.
Aksi takdirde,
ikincisi geçersiz olur. Muhıyt'te de böyledir.
Bir kadın,
"kocasının, kurban bayramı günü Mekke*de öldüğünü" isbat eder; hakim
hükmünü verdikten sonra, ikinci bir kadın, beyyinesiyle, "aynı adamın,
Horasan'da aynı günde, kendisini tezvîc eylediğini isbata kalkişsa, onun
şahitleri kabul edilmez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
İki şahit, şehadette
bulunarak: "Gerçekten o adam, Zeyd'i, bayram günü, Mekke'de
Öldürdü."; diğer iki şahit de: "Bayram günü, Kûfe'de öldürdü."
derler; hepsi de hakimin huzurunda bulunursa; hakim, bu iki şehadeti de kabul
etmez.
Eğer,, bir taraf önce
şahitlik yapar; hakim de, ona göre hükmeder; sonra da, ikisi gelerek başka
türiü şahitlik yaparlarsa; hakim onu kabul etmez. Hidâye'de de böy'ledir.
Bir kimse,
beyyinesiyle, bir başka şahsın, fytekke'de, bayram günü curnı işlediğini isbat
eğer; hakim de hükmettikten sonra, davalı, bu yaralamanın Kûfe'de ol diığunu
iki şahitle söylerse; onun beyyinesi kabul edilemez.
Şayet, önce
hükmedilmiş olmaz ve beyyinelerle her iki dava bir arada toplanırsa; her ikisi
de ibtal edilir. Geçersiz olur. Muhıyt'te de böyledir.
Nevadır'de şöyle
zikredilmiştir:
Bir kimse,
beyyinesiyle, birisinin, babasını, kurban bayramı günü, Mekke'de öldürdüğünü
isbat etse, diğer oğlu da:
"Gerçekten filan şahsın, babasını, bayram günü Kûfe'de öldürdüğünü
söylese; bu beyyi-neler kabul edilerek, her birine nısıf (= yarım) diyet
hükmedilir. Eğer, ölen iki kişi, öldüren bir kişi ise; bu şehadei. batıl olur.
Bunun benzeri, Câmi'de zirkedilrniştir: Şöyleki: Bir kimse, beyyine getirerek,
bir başka şahsın ortanca oğlunun, babasını öldürdüğünü isbat eylese; ölenin
ortanca oğiu da, o şahsın küçük oğlunun, babasını öldürdüğünü isbat eylese;
küçük oğul da, babasını, büyük oğlunun öldürdüğünü isbat eylese; gerçekten babalarının
öldürüldüğüne hükmedilir. Fakat, bu öldüren şahısların her birine üçte bir
diyet düşer. Serahsî'nin Mıılîiyti'nde de böyledir.
Bir kimse, başkasının
elinde olan bir evin kendisinin olduğunu beyyineler; bu evin, babasının ölüp, kendisine
kaldığını iddia eder ve babasının öldüğü günü söyler; iddiacının başka da
varisi olmazsa; bir kadın da, beyyinesiyle, o oğulun, babasının öldüğünü
söylediği günden bir gün sonra, o babayla evlendiğini ve ona nikah olduğunu
isbata kalkışırsa, hakim, ona, hem mehir, hem de miras hükmeder.
Hakim, gerçekten mehir
ve miras hükmeder; ister, oğlunun beyyinesi olsun, isterse olmasın müsavidir.
Eğer, daha başka bir kadın daha hakimin hükmünden sonra gelip, o adamın,
kendisini de nikahladığım isbat ederse; hakim, onun da beyyinesini kabul eder.
Şayet varis, bir adama
karşı beyyine ile ''onun babasını, filan günde, o adamın öldürdüğünü isbat
eder; hakim de Öylece hükmettikten sonra, bir kadın gelerek "o adamın
kendisini nikahladığını" söyler fakat nikah (zamanını, onun ölümünden bir
gün sonra olarak belirtirse, beyyinesi kabul edilmez. Çünkü, ölenin ölüm günü
hükme bağlanmıştır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Şayet bir oğul,
beyyine ile "gerçekten, bir adamın, kendi babasını, kasden kılıç ile
öldürdüğünü; bunun yirmi sene olduğunu, kendisinden v başka varisin
bulunmadığını"söyler; sonra da, bir kadın, beyyinesi ile "15 senedir,
o adamla evli olduğunu" söyler ve "o kocadan, çocuklarının olduğunu
da beyan ederse; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.): "Bu kadının beyyinesi kabul
edilir ve çocukların nesebi sabit olur." buyurmuştur.
Bu istihsandir. Oğlanın, "babasının
öldüğüne" dair beyyinesi geçersiz
olur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Şayet kadın,
nikah üzerine beyyine
getirir ve "çocuğunun olmadığını" söylerse; o
takdirde, oğlunun beyyinesi geçerli olur ve katilin katlinden dolayı, miras da
—kadına değil— oğluna verilir.
Ancak, kadının evlad
beyyinesi istihsandır. Bu İmâmeyn'in kavlidir. Muhiyt'te de böyledir.
el-AsJ'da
şöylezikredilmiştir:
Bir kimse, rebîü'l-evvelde, başka
birisinin, babasını, kasden öldürdüğünü isbat eder; iddia olunan
şahıs da, "müddeînin babasının sağ olduğunu ve ona, bundan sonra da bin
dirhem borç verdiğini" iddia eder ve şahitde dinletir; şahit şehadetinde:
Filanın babası, dün bin dirhem borç aldı." der; diğer tarafda, gerçekten,
babasının daha önce öldüğünü kanıtlar veya bir kadın, iki şahit dinleterek
"Kûfe'de, filan adamın, kendisine "karımdır." dediğini ve bunu
da, kurban bayramı günü söylediğini," isbat eder; bir başkası da, "o
adamın, aynı günde Mina'ya geldiğini isbat ederse; o takdirde, iddiacının
beyyinesi geçerli olur. İddia olunanın beyyinesine, itibar olunmaz. Ancak,
cemmi gâfir (Çok adam) gelir de, onun şehâdetini kabul ederlerse; o
müstesnadır. Zehıyre'de de böyledir.
Bir kimse, diğer bir
şahsa karşı beyyine getirerek, "bir sene önce, babasını öldürdüğünü iddia
ve kasden öldürdüğünü isbat etse; bir başkası da "dün, o adama bin
dirheme, bir köle sattığını isbat etse İmânı Ebû Yûsuf (R.A.), İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'den rivayeten "Katili, maktul yerine öldürmekle hükmedilir. O
birinin davası batıldır. ( = geçersizdir.) buyurmuştur. İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'ın kavli de budur. Serahsî'nin MuhıytTnde de böyledir.
Dört kişi, "bir
kadının zina eylediğine şahitlik ettiklerinde, diğer dört şahit de, "bu
dört şahit de ehl-i zinadır." diye şahitlik yapsalar; bu, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre batıldır.
İmâmeyn'e göre ise,
öncekilerin şehadetleri sebebiyle, kadına had yapılmaz. Sonrakilerin
şehadetleri sebebiyle ise, önceki şahitlere had yapılır, (yüzer sopa vurulur).
Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse, iki kadına:
"Sizin hanginiz bu ekmeği yerse, işte o boştur." dediğinde, iki şahit
de: "Ekmeği şu yedi."; diğer iki şahit de: "O bir, kadın
yedi." derlerse; iki tarafın şahitleri de kabul edilmez.
Şayet önceki
şahitlerin şehadetleri üzerine hükmedilmiş olsaydı, diğer şahitlere itibar
olunmazdı. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Eğer hakim şahitleri
reddeder; sonra da o iki fırkadan birisi ölürse; bilahare de, diğer fırka
şahitlik yapar ve şahitliklerini aynen tekrar eder; önceki taraf başka iki
şahit getirirse; işte, onların şehadetleri kabul edilir. Muhıyt'te de böyledir.
İki şahit,
şehadettebulunarak:"Bu köle,bu adamındır." derler ve
"hastalıktan öldüğünü" söylerler; onun varisleri de:"Hayır, o
hürdü." deyince; şahitler: "Biz hür olarak öldüğünü bilmiyoruz."
derler; kölenin varisleri de, beyyine ile isbat ederlerse, onların beyyinesi
kabul edilir. Zehıyre'de de böyledir.
Eğer: "Eğer o hür
olarak öldüyse, filan da hürdür." derse; o filan, hür değilse, önceki
kölenin sahibi de hür olarak ölmüş olmaz; yoksa, hürdür.
Eğer kölenin efendisi
ona: Eğer-bu hastalıktan ölürsen, işte sen hürsün der; o da, o hastalıktan
ölürse, yeminle birlikte veresenin sözü "kabûledilir. Diğer kölenin bütün
malı da, azâd olmuş olur.
Eğer kölenin sahibi:
Şayet sen, bu hastalıktan ölürsen; hürsün." derse; bu söz, bir beyyinedir.
Eğer, o köle ölürse; hür olarak ölür ve azadlığına hükmedilir. Muhıyt'te de
böyledir.
İki şahit, bir kölenin
müdebbereliğine şahitlik yaparlarsa; efendisi ölünce, şahitler onun hür
olduğuna şahitlik yaparlar.
Bir kadın, "kocasının, kendisini
kurban bayramı günü boşadığmı" isbat eder, kölesi de
kendisini Mina'da azâd ettiğini isbat ederse; her ikisinin de şahitleri kabul
edilir.
Şayet, erkek bunların
tamamını inkar ederse; beyyineler batıl olur.
Eğer adam, onlardan
birisinin beyyinesini kabul eder de, diğerini inkar ederse, o takdirde, hem
boşama, hem de köleyi azad etmeye hükmedilir. Muhıyt'te de böyledir.
İddia olunan şahıs,
iddia edenin şahitleri üzerine beyyine getirerek, "o şahitlerin kazf
cezasına uğradıklarım" söyler ve ceza veren beldenin hakimini de açıklar;
üzerine şahitiîk yapılan da: "Ben, hakimin kazf cezası verdiğine karşı
ikrarını Jsbat eylerim." der ve "had cezasının icra
edilmediğini" söylerse; o takdirde, zamanın hakimi, onun. cezalı olduğuna
hükmeder.
Eğer kazf şahitleri,
belirli bir vakit ile kayıtlarlarsa; (Şöyleki: Filan hakim, ona, 457
(dörtyüzelliyedi) senesinde, had yaptı; derlerse) üzerine şahitlik yapılan da: 'o
hakim, 455 (dörtyüzellibeş) senesinde öldü." der ve beyyine de getirerek,
onun bir senedir yok olduğunu ve hükmünün 457 senesinde olduğunu söylerse;
gerçekten hakim, o kimsenin kazf cezasına uğramış olduğuna hükmeder ve onun
beyyinesine iltifat etmez.
Ancak, önceki hakimin
haddin ikamesi (= yerine getirilmesinden önce, öldüğü ve kaybolduğunu şahitler
söylerler; bu da büyük, küçük alim cahil herkesçe bilinirse; o takdirde hakim,
hüküm vermez. Bu şahidin haddi olduğu anlaşılmış olur. Üzerine şahitlik yapılan
şahsa, mal cezası verir.
Biz, bu mes'eleden
şöyle bir mes'ele çıkardık ve bu, fetvalarda da, vaki oldu: "Babam filan
oğlu filanın, sende yüz dinar alacağı vardı. Gerçekten, sen bir şey ödemeden,
babam öldü." Ve onun ölümü sebebiyle, yüz1 dinar bana miras kaldı. Benden
başka da varisi yoktur." der ve yüz dinarı kendisine teslim etmesini
ister; iddia oîunan şahıs da: "babanın, gerçekten bende iddia eylediğin
gibi yüz dinar alacağı vardı. Ancak, ben onun seksen dinarını babana o hayatta,
iken ödedim. Baban da, hali hayatında, bunu ikrar eyledi ve Semerkant'da benim
evimde, aldığını "sende alacağım olan yüz dinarın, seksen dinarını aldım.
Sende, yirmi dinardan başka alacağım kalmadı dedi." der ve bunu da isbat eder;
iddia sahibi de: "Senin davan geçersizdir. Babamın, senden seksen dinar
aldığı hususunda, gerçekten senin söylediğin günde, benim babam, Semerkant'ta
değildi." der ve bunu da isbat ederse; iddia olunan şahsın beyyinesi,
müddeînin beyyinesi sebebiyle reddedilir mi?
Hayır, reddolunmaz.
Ancak iddia sahibinin babası, iddia olunanın şahitlerinin şehadette
bulundukları gün, Semerkant'da bulunmaz ve onun ikrar edip, borcundan seksen
dinarını aldığına şahitlik yapmazlarsa o müstesnadır. Aksi halde, Semerkant'ın
büyük bir belde olduğu zahirdir. Bunu, her küçük, büyük ve her alim ve cahil
bilir. Bu takdirde, hakim, davalının beyyinesi sebebiyle davalının beyyinesini
reddeder." denilmiştir. Zehıyre'de de böyledir.
Câmi-i Sağîr'in Hac'la
Yemin bahsinde şöyle zikredilmiştir:
Bir efendi: "Eğer
ben, hac yapmazsam, sen hürsün, ey kölem." der; köle de: "Sen hac
yaptın." der ve iki şahit dinletirse; o adam da, o seneyi Kûfe'de geçirse
de, hac yapmış olmasa; köle azad olmaz.
tmâm Muhammed (R.A.)'e
göre, daha önce hac yapmışsa, köle azad olmuş olur. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de
böyledir.
İmâm Muhammed
(R.A.)'in kavli isabetlidir. Fethu'l-Kadîr'de de böyledir.
Bir kimse, kölesine:
"Eğer ben, bu gün şu eve girmezsem, sen hürsün." der; köle de,
"efendisinin, o eve girmediğini beyyinelerse; şehadeti makbul ve köle hür
olur.
Bir efendi, kölesine:
"Eğer seni, suçsuz yere, elimle döversem..." dese de, sonrada, o
köleyi, bir suçundan dolayı eliyle dövünce bu cariye, beyyine getirerek:
"Beni suçsuz dövdü." dese; layık olan, şehadetinin kabul edilip, bu
cariyenin hür olmasıdır.
Bir kimse, karısına:
"Eğer, seninle konuşursam, boş ol." der; karısı da, şahitler
göstererek konuştuğunu isbat ederse; karısı boş olur. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de
böyledir.
İki şahit, bir adamın
müslüman olduğuna şahitlik ve bazı imkân konularını istisna ederler; diğer iki
şahit de, imânında, istisna etmeksizin, müslüman olduğuna şahitlik ederlerse,,
o adamın, müslüman olduğuna hükmedilir. Buhara alimleri şöyle hikaye ettiler:
Bir kimse, haracı
olmayan bir yerin kendisine ait olduğunu iddia edip, şahitler dinletir; şahitler
de: "Bu yer, hürredir." deseler; ekseri alimler bu şehadeti kabul
etmişler; bazıları da kabul etmemişler ve: "Maksadları, o yeri haraçtan
kurtarmaktır." demişler ve netice, şahitlerin şahadetinin kabul
edilmeyeceğinde ittifak etmişlerdir. Zehıyre'de de böyledir.
Bir kimse, bir
kadının, kendi karısı olduğunu iddia eder; kadın da, 'ona haram olduğuna"
şahit getirerek: "Beni üç talak boşadı." dese; (Çünkü, adam, ona:
"Sen, üç talak boşsun demiş olsa) aradan da bir gün geçince, bu koca
itiraz eylese; kocanın davası reddedilir.
Selem sahibi, selemin
sahih olduğunu iddia eder; selemi teslim alan da, "selemin fasid olarak
vaki olduğunu" söyleyip" Çünkü, müddeti belirli değildir." der
ve buna şahit dinletirse; şahitler kabul edilirler. Füsûiü'Mmâdiyye'de de
böyledir.
Bir kimse, "doğan
bir şeyin, kendisine ait Olduğunu ve kendi mülkünde doğduğunu" iddia eder ve
"hiç bir sebeble mülkünden çıkmadığını"
söylerse; sözü kabul edilir.
Biz de, bu görüşü
alırız. Cevâhiru'l-Fetâvâ'da da böyledir.
Bir kimse, bizzat bir
kadına, çocuğu kendisinin emzirmesini şart koşsa; o kadında, o çocuğu, koyun
sütü ile beslese; ona emzirme ücreti verilmez.
Eğer kadın, inkar eder
ve: "Ben hayvan sütü içirmedim ve kendi sütümü içirdim." derse;
yeminli olarak kadının sözü kabûledilir.
Eğer, sabinin sahibi,
iddiasını isbat ederse; Şemsü'l-Eimme el-Hafvânî: "Bu kadına ücret
yoktur." buyurmuştur.
Bu meselenin te'vili:
Gerçekten şahitler: "Kadın, koyun sütü içirdi ve kendisi emzirmedi."
derlerse, bu böyledir.
Fakat, "kendi
emzirmedi." demeleri kafi gelmez ve bu şehadetleri kabul edilmez.
Şayet kadın, bizzat
kendisinin emzirdiğini isbat ederse, hak kadınındır. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de
böyledir.
İki kişi, şahitlik
yaparak: "Biz, bir adamın Mesîh (= Hz. İsa) Allah'ın oğludur."
dediğini duyduk. Ve, bu söz nasranilerin sözüdür; demedi." derlerse; o
adamın karısı, bain oiur.
O şahıs: Ben, sözümü
nasrânilerin sözüne uladım. (Yani "Nasra-niler böyle derler."
dedim." derse, yine şahitlerin, şehadeti makbuldür. Adam karısından,
ayrılır.
Şayet şahitler:
"Biz onun mesih, Allah'ın oğludur; dediğini işittik; fakat, başka sözünü
işitmedik." derlerse; şehadetleri kabûledilmez. Hızânefü'l-Müftîn'de de
böyledir.
Bir kimse, bir şahsa
karşı iddiada bulunarak: "Gerçekten bu şahıs, bir çocuğa, bağından
çıkarmak için, eşeğe vurmasını emretti. Çocukda, eşeğe vurdu ve eşek
öldü." der ve şahit de dinletir; iddia olunan şahıs da, "bü eşeğin,
kendine ai£ olduğunu" isbatlarsa; beyyinesi kabul edilmez. Çünkü o
maksudun hilafına beyyine ikameye çalışıyor. Kunye'de de böyledir.
En doğrusun-u bilen
Allahu Teala'dır. [28]
Kafirin, müslümana
karşı şehadeti kabul edilmez. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir,
Zimmet ehlinin, bir
kısmının, diğer bir kısmı hakkındaki şehadet-leri kabul edilir. Bunlar, ayrı milletlerden
olsalar bile, adaletlerinden sonra, bu böyledir. Bedâi'-'de de böyledir.
Zimmet ehlinin,
müste'menler hakkındaki şehadetleri, hilafsız olarak caizdir.
Müste'menlerin zimmet
ehli hakkındaki şahitlikleri de kabul edilir.
Dâr-i islam'a emanla
girenlerin bazılarının, bazıları hakkındaki şahitlikleri de —memleketleri bir
olursa— kabul edilir.
Eğer memleketleri ayrı
olursa, Rum ile Çin gibi, o zaman birbiri hakkındaki şehadetleri kabul edilmez.
Zahîriyye'de de böyledir.
Mürtedin mürtede karşı
yaptığı şahitlik, ihtilaflıdır: Bazı alimler: "Kabul edilir."
demişler; bazıları da "...edilmez." demişlerdir. Esahh olan; her halde,
şahitliklerinin kabul olunmamasıdır.
Muhıyt'te de böyledir.
Bir kafirin, diğer
kafire karşı şehadetine, iki müslüman şahitlik yapsalar; iki kafir de, o iki
müslümanın şahitliklerine karşı şehadette bulunsalar; bir hak veya bir hüküm
hususunda yahut Müslüman bir hakimin hükmü hususunda, şehadetleri caiz olmaz.
Şayet müslümanlar,
kafirlere karşı şahitlik yaparlarsa; şehadetleri caiz olur. Mebsût'ta da
böyledir.
Bir kafir, elinde
bulunan bir cariyeyi, bir müslümana satsa; iki kafir de buna şahitlik yapsalar;
şehadetleri caiz olmaz. Keza elinde bağış veya sadaka olsa yine böyledir. Bu,
İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'in kavlidir.
İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'un kavli de, Önce böyle idi; sonra bu görüşünden döndü ve: "Onunla,
kafire hükmedilir." buyurdu. Mebsût'ta da böyledir.
Müslüman olan bir
zimmînin üzerine, iki zimmînin şehadeti caiz olmaz. Çünkü o iki zimmiye göre, o
şahıs din değiştirmiştir. Zimmîlerin de,
mürtedlere şehadeti caiz
değildir. Serahsî'nin Muhıytı'nde
de böyledir.
Müslümanlardan bir
erkek ve
iki kadın, bir
kimsenin müslümanlığma şahitlik etseler; o da bunu inkar etse; zamanın
hükümdarı, ona müslüman olması için, onu cebreder ve onu habseder; fakat,
öldürmez. Zehıyre'de de böyledir.
Bir zimmî öldüğünde,
on hıristiyan, "onun müslüman olduğuna" şahitlik yapsalar; onların şehadetiyle, ölenin üzerine cenaze
namazı kılınmaz.
Keza, "onun
müslüman olduğuna" fasık müslümanlar şehadet eyleseler; yine, bunların
şehadetleri kabul edilip de, onun cenaze namazı kılınmaz. Şayet ölen şahıs,
müslümanların sevdiği bir kimse ve dininin ehli bir kafir ise; müslüman olan
dostu iddia edefek: "O müslüman oldu ve vasiyyet eyledi. Mirasının
alınmasını söyledi." der; buna da küfür ehlinden iki kimse şahitlik
yaparlarsa; onların şahitliklerine göre, o ölenin malını, dostu olan o müslüman
alır ve müslüman olan dostu adil kimse ise; onun şehadetiyle de üzerine cenaze
namazı kılınır.
Şayet dostu olmayan
başka bir müslüman onun müslüman olduğuna şahitlik yapmasa bile, dostunun
şehadetiyle, namazı kılınır. Fakat, mirası verilmez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir.
Müntekâ'da şöyle
zikredilmiştir:
Bir kimse, başka
birisiyle birlikte, karısının irtidad eylediğini söylese; kadın da onu inkar ve
islâmiyetini ikrar eylese; derakap aralan açılır -^eğer kocası ona dahil
olmamışsa— ve kadına nısıf (= yarım) mehir verilir. İslâmiyetini îrkarı tevbe
sayılır; inkarı ise riddet kabul edilir.
İki kişi, bir kadın
hakkında şahitlik yaparak: "Onun müslüman olduğunu'* söylediklerinde, o
bunu inkar eder; asıl dini de nasrânilik olursa, bu iki şahidin şehadeti kabul
edilir. Nasraniliğe riddeti yüzünden,
nısıf mehirden uzaklaştıramaz. Muhiyt'te de böyledir.
Amr bin Ebû Amr, îmanı
Muhammed (R.A.)'in el-İmlâ'da şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: Zimmet
ehlinden birisi ölür; adil bir müslüman erkek veya kadın, "onun, ölmeden
önce, müslüman olduğuna" şehadette bulunur; ölenin yakınları da bunu inkar
ederek, mirasına sahip olmak isteseler; müslümanlara düşen görev, onu yıkayıp,
kefenleyerek, üzerine namaz kılmaktır.
Bu şahit, kazf
cezasını aldiktan sonra, tövbe etmiş biri olsa bile, böyle yapılır.
Zehiyre'dede böyledir.
Biri müslüman, diğeri
ise nasrani (= hıristiyan) olan iki oğlu bulunan, bir nasrânî Öldüğünde,
müslüman olan oğul, nasranî bulunan kardeşine, "babasının müslüman olarak
öldüğünü;" nasrani olan ise, müslüman olan kardeşine, "babasının
nasrani olduğunu" söylerse; bu durumda,
müslüman içinde, miras
vardır ve öyle
hükmedilir. SerahsFnin Muhıyti'nde de böyledir.
Keza, nasrani,
babasının nasraniliğini isbat
etse bile hüküm böyledir. Zehıyre'de de böyledir.
Bir ölü üzerine, onu
müslüman olan oğlunun, "o, müslüman olarak öldü." diye şehadeti
yapması halinde namaz kılınır.
Böyle bir halde, iki
nasraninin şehadetine itibar edilmez. Şayet müslüman olan oğlu: "Babam
ölmeden önce, müslüman oldu. Ben, onun varisiyim." derse; nasrani oğul da:
"Babam, müslüman olmadan öldü." diye iddia ederse; müslüman oğlunun
iddiasına göre, ölenin üzerine namaz kılınır Serahsî'nin Muhiyti'nde de
böyledir.
Müntekâ'öa şöyle
zikredilmiştir:
Nasranî şahsın,
müslüman oğlu, "babasının, ölmeden önce müslüman olduğunu" isbat
edemez; hatta, bir adam, o ölende, alacağı olduğunu iddia eder ve onun
nasraniliği hakkında isbatta bulunursa; ona, alacağı ile hükmedilir.
Sonra da, müslüman
olan oğlu, beyyine ile "babasının ölmeden önce müslüman olduğunu"
kanıtlarsa; İmâm Muhammed (Rn^.): "Eğer, alacaklı müslüman ise ve zimmet
ehli de şahitlik yaparlarsa; alacak batıl olmaz ve hüküm reddedilmez. Eğer
alacaklı zimrnî ise hüküm reddedilir. Ve, bu şahsın müslüman olan oğlu mirasın
tamamında hak sahibi olur.
Şayet, ölen bir şey
bırakmamış ve müslüman oğlu, beyyine ile, "onun müslüman olarak öldüğünü
isbat edip, küçük kardeşlerini almak isterse; beyyinesi kabul edilmez."
buyurmuştur.
Bu hüküm, bu yere mahsus değildir. Belki de bütün yerlerde böyledir.
Eğer zimmet ehli,
"onun müslüman olduğuna şehadette bulunur; ölü de bir şey terk etmemiş
olursa, —bu hususta beyyineleri bulunsa bile— şehadetleri kabul edilmez. Ve
onun müslüman olduğuna hükmedilmez. Zehıyre'de de böyledir.
İbnü Semâa şöyle
buyurmuştur:
Ben, İmâm Muhammed
(R.A.)'den sordum:
Müslümanlar, bir
müslümanın borcu üzerine şahitlik yapsalar ve şahitlikleri de kabul edilse; bu
da, bir bir nasrani oğlunun huzurunda olsa; sonra da, bu müslümanın oğlu,
zimmet ehlinden "Bunun babasının müslüman olarak öldüğüne," bir
beyyine getirse; durum ne olur?
İmâm Muhammed (R.A.),
şu cevabı verdi:
O varisdir. Nasraninin
terk eylediği mala ve alacaklıya bir şey hükmedilmez.
îbnü Semâa: Ben, İmâm
Muhammed (R.A.)'e şöyle dedim:
Eğer borçlu ve
müslüman olan oğlu, her birine, iki zimmî şahit getirirse, borçlunun beyyinesi
varislere karşı kabul edilir mi? O, şöyle buyurdu:
Eğer varis müslüman
ise, zimmet ehlinin şehadeti, onun üzerine hüccet olamaz. Borçlu da bir şeye
müstehak olamaz. Muhıyt'te de böyledir.
İki oğlundan birisi,
"babasının müslüman olduğuna" şehadet ederek: "Ben de, öylece müslümanım."
dese; diğer oğlu da: "Ben, babamın ölümünden önce müslüman oldum."
dese; diğeri" de bunu inkar etse; bu durumda ölenin mirası, ikisi de
müslüman kabul edilerek taksim edilir. Ve onun babalarının, hayatında müslüman
olduğuna hükmedilir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Şayet ölen adamın
müslüman olan oğlu: "Babam, müsîümandı,"; nasrani olan oğlu da:
"Babam nasrani idi." derse; müslümanın sözü geçerlidir.
Eğer, her ikisi de
beyyine getirseler, yine müslümanın beyyinesi kabul edilip, o biri reddedilir.
Eğer müslümanın
şahitleri, müslüman olurlar ve onun babasını, "ölmeden önce
müslümandi." diye vasıflarlarsa; yahut, müslüman-lardan, yalnız iki şahit
şehadette bulunurlarsa hüküm yine böyledir.
Ölenin islamiyetle
vasıflandırıldığı zaman hakkında Kadı'I-İmâm Rüknü'l-İslâm Ali es-Sağdî,
Siyer-i Kebîr Şerhi'nde şöyle buyurmuştur:
Gerçekten şahitler,
eğer alim olurlarsa; onu, islamiyetle vasiflania-salar bile, şehadetleri kabul
edilir. Eğer cahil olurlarsa; islamiyetle vasıf-lamadan şehadetleri kabul edilmez.
Zehiyre'de de böyledir.
Bir müslüman kadın:
"Benim kocam müslüman idi." der; Çocukları ise: "Hayır, o kafir
idi." deseler; kocanın müslüman kardeşi de, kadının sözünü tasdik ederse;
bu durumda ölenin mirası kadına ve kardeşine düşer. Eğer, bu şahsın geride
kalan oğlu kafir olurda, kızı müslüman bulunursa, babaları da müslüman olarak
ölür, ölenin müslüman olan kardeşi de, bunu doğrular; oğlu ise: "Hayır,
babam kafirdi." derse söz kızındır ve miras onun olur.
Ölenin karısı olmaz.
Fakat kardeşi ve oğlu bulunur ve kardeşi, yalnız başına, "onun müslüman
olarak öldüğünü" söyler; oğlu da, aksini iddia ederse; miras oğlunun olur.
Ölenin, kızı ve
kardeşi bulunursa, burda ihtilaf vardır; ancak, müslüman olduğunu iddia eden
şahsın sözü geçerlidir.
Keza, ölenin babası
ile oğlu bulunursa; yine, müslüman olduğunu iddia edenin sözü geçerli olur.
Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Bir adam ölür; bir ev
bırakır; ölenin oğlu müslüman olur ve babasının da "müslüman olarak
öldüğünü" söyler ve "bu evi, yalnız bana miras bıraktı." der;
ölenin zimmî olan kardeşi gelerek, "kardeşinin de zimmî (yani kafir)
olarak öldüğünü" söyler ve: "Bana da borcu vardı." derse; bu durumda oğlunun sözü geçerli olur
ve miras da onundur.
Şayet her ikisi de
sözlerini beyyinelerlerse; müslümanın beyyinesi kabul edilir.
Şayet kardeşi, zimmet
ehlinden şahit getirir de, oğlu beyyine ( = şahit) getiremezse yine de,
kardeşinin şahitleri kabul edilmez.
Fakat kardeşi,
şahitlerini müslümanlardan getirir ve "kardeşinin" zimmi olarak
öldüğünü" kanıtlar; oğlu da iddiasını isbat edemezse; miras kardeşine
hükmedilir. Muhıyt ve Zehiyre'de de böyledir.
İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)
şöyle buyurmuştur:
Bir nasrani ölür; iki
oğlu kalır; onlardan bifisi, babasının Ölümünden sonra müslüman olur ve sonra
da, beyyinesiyle, babasının öldüğü zaman, nasraniliğini isbat ederse; mirasda
kardeşine ortak olur.
Şayet, diğer kardeşi,
onun, babası ölmeden müslüman olduğunu isbat ederse; o zaman, bu müslüman,
kardeşinden hisse alamaz. Ve mirasta ona ortak olamaz. Serahsî'nin Muhıytı'nde
de böyledir.
Ölen adam, iki oğul
bırakır; onlardan birisi, babasının ölümünden sonra müslüman olur; sonra da
nasranî olan oğul, "onun, babasının oğlu olduğunu" söylediği halde,
müslüman olana, ölenin malı olmadığı için, bir şey verilmiş olmasa; sonra da ölenin
malı çıksa, malın tamamı müslüman oğlun olur.
Şayet müslüman ölür ve
iki kardeşi kalır; onlardan birisi, "müslüman olarak ölen-
kardeşinin" ölümünden sonra, miras ister; ölenin oğlu da zimmî bulunursa;
İbnü Semâa: "Gerçekten bu mes'elede, ölenin bir de müslümân oğlu varsa;
aralarında çıkan anlaşmazlık şöyle bir mes'eledir: Bu mes'elede, eğer oğlu,
babasının ölümünden önce müs-îüman olmuş, nesebi de sahih ve sabit olduğu
halde, babasının müs-lürnan olarak öldüğünü isbat edemiyorsa; mirasda hakkı olmaz."
buyurmuştur. Zehıyre'de de böyledir.
Ölen bir nasraninin
karısı: "Ben, onun ölümünden sonra müs-lüman oldum." der ve miras
ister; varisler de: "Hayır, sen daha önce müslümân oldun." derler ve
mirasdan vermek istemezlerse; onların sözü geçerli olur.
Keza, bir müslümân
ölür; nasrani olan karısı: Ben, müslümanım der ve davadan önce de müslümân
bulunur; diğer vereseler de, buna itiraz ederler ve: Nasraniye olan bu kadın,
kocası öldükten sonra müslüman oldu." derlerse; onların sözü geçerli
olur. (Yani bu kadına miras gitmez.) Timurtaşi'de de böyledir.
Bir zimmînin elinde
bulunan bir evi, bir müslümân ve bir zimmî, miras-yoluyla iddia ettiklerinde,
zimminin şahitleri müslümân; müslü-manın şahitleri ise, zimmî olsalar; hakim bu
evi, aralarında taksim eder. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.
Bir zimmînin zimmî
üzerine şahitlik yaptığı şehadetlerden hiç birini, hakim geçerli saymaz.
Zimminin şehadetinde,
meşhudun aleyh müslümân olursa, hâkim, bunların şehadetlerini kabul etmez ve
geçerli saymaz. Şayet üzerine şahitlik yapılan şahıs (= meşhudun aleyh)
hükümden sonra müslümân olmuşsa bu hüküm geçerlidir ve hak sahibinin hakkı
ondan alınır. Ancak, hadler müstesnadır. Kısasda istihsanen sahih olur.
Nefs ve
mâdûnü'n-nefs'de kısasa gelince, bu kiyaseti geçerli olur.
İstihsanda ise,
geçerli ve sahih olmaz. Sirkatte, hırsız hüküm aldığı halde, eli kesilmeden
önce, müslümân olursa; hakim, ona malı tazmin ettirir; elini kestirmez.
Şayet, üzerine
şahitlik yapılan kimse, müslümân olur; sonra da şahitlerden birisi veya ikisi
birden müslümân olurlarsa; hakim bu hususların hiç birinde —başka şahit
bulunmadıkça— hakim hükmetmez.
Şayet, önce şahitler
müslümân olursa; Hakim malda, kısasda ve kazf haddinde hükmeder. Sadece Allah
için olan, hadlerde hükmey-lemez. Şerhu Edebü'l-Hassaf li Sadri'ş-Şeiîîd'de de
böyledir.
Dört nasrani bir
müslüman cariye hakkında, "zina etti" diye şahitlik yaptıklarında
eğer zinanın zoraki yapıldığına şahitlik yaparlarsa; erkeğe had cezası verilir.
Eğer: "Kadın da
razı oldu." derlerse; her ikisinden de had kaldırılır ve bu şahitlere
tazir cezası verilir. Fetâvâyi Kâdîhân'rîa da böyledir.
İbnü Sem a a. İmam
Muhammed (R.A.)'in şöyİe buyurduğunu rivayet etmiştir:
İki nasrani hakkında,
bir nasrani, bir de müslüman şahitlik yaparlar ve: "Bunlar, bir müslümanı
kasden öldürdüler." derlerse; ben, müslü-mana karşı bunların
şahitliklerini tecviz eylemem. Nasraniye def eylerim. Müslümana- da
"malından diyet vermesini" söylerim. Mtıhıyt'te de böyledir.
İbnü Senıaa, şöyle
buyurmuştur:
Ben, İmâm Muhammed
(R.A.)'in şöyle buyurduğunu duydum: -
Bir müslüman bir
nasraninin elini keser ve onu, bir nasraninin kölesi sanarsa; eli kesilen de
iddiada bulunup "hür olduğunu" söyler ve bir erkekle, iki müslüman
kadını "onu, efendisi bir senedir, azad etti." diye şahit dinletse,
durum ne olur?
İmâm şu cevabı verdi:
Onu hür kabul eder;
kısas yaparım.
Eğer, eli kesilen
şahıs, iki nasraniyi şahit gösterip hürriyetini isbata çalışır; şahitler de,
"onu efendisi bir aydır, hür bıraktı." deseler ve diğerinin elinin
kesilmesini irade eyleseler; bunların şahitlikleriyle köle azad edilmiş
sayılır. Fakat, kısas yapılmaz. "Azad olmasına hükmedilin" sözü,
İmameyn'in kavlidir.
İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'nin kavli değildir.
İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.), —davasız— kölelikten azad edildiğine dair şehadetlerini uygun görmüyor.
Burada da kölenin davası yokdur. "Bu çirkin bir iştir." diyor.
Zehıyre'de de böyledir.
Bir müslüman:
"Eğer, filan nasrani karısını boşamış ise, benim kölem hür olsun."
.der; iki nasranî de: "Gerçekten, filan karısını boşadı." derler ve
bunu bu sözden sonra söylerlerse, bu müslümanm kölesi hür olmaz. Muhıyt'te de
böyledir.
Bir müslüman:
"Eğer benim kölem, şu eve girerse hürdür der; bir nasrani de karısına:
"Eğer, o köle eve girerse, sen üç talak boşsun" der; sonra da iki
nasrani, "köle eve girdi." diye şahitlik yaparlarsa; o köle müslürnan
ise, onların şahitlikleri geçersizdir.
Eğer köle nasrani ise,
şahitlerin nasraninin karısını boşaması hakkındaki şehadetleri caiz; kölenin
hürriyeti hakkındaki şehadetleri ise caiz değildir. Serahsî'nin Mnhıytı'nde de
böyledir.
Bir nasraninin elinde
sarık bulunur ve müslümanlar "bu, onun müslüman olduğuna" nasranîler
de, "nasraniliğine" alamettir." derler; o adam da,
"taylasanm (= sarığın) kendisine ait olduğunu" söylerse; ben, o
taylasanı müslüman için hükmederim. Muhıyt'te de böyledir.
Bir nasrani erkek, bir
nasraniye kadın hakkında, belge ibrazı ile: "Onu filan zaman
nikahladım." der; böylece hükmedildikten sonra da, bir müslüman onun hüküm
olmasından sonra, beyyine getirerek, "o kadını kendisinin
nikahladığını" söylerse; ona hükmedilmez.
Bu, İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'a göre böyledir.
İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre ise, müslüman hükmedilir, (yani kadın müslümana verilir.)
Her ikisi birlikte
belge gösterirlerse; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre müslümana; İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a
göre ise, nasraniye hükmedilir.
Ölen nasrani üzerinde,
bir müslümanın alacağı bulunur, buna da nasranî şahit olur ve yine, bir
nasraninin şehadetiyle, ölen bu nasraninin bir
de nasraniye borcu
olursa; İmâm Ebû
Hanîfe (R.A.), imâm Muhammed (R.A.) ve İmâm Züfer (R.A.)'e
göre, önce bu nasraninin müslümana olan borcu ödenir. Serahsî'nin Muhıyti'hde
c!e böyledir.
Şayet fazla bir şeyi
bulunursa, diğer nasraniye olan borca ödenir Muhıyt'te de böyledir.
Sağ olan bir
nasraninin elinde bulunan bir köelyi bir müslüman, bir de nasrani iddia ederler
ve her ikisi de iki ayrı nasraniyi şahit gösterirlerse; bi'1-icma, o köle
müslümanın olur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Bir zimmî ölür ve yüz
dirhemi bulunur; bir müslüman iki zimninin şehadetiyle, "o yüz dirhemin
kendisinin olduğunu söyler; yine bir müslüman ile bir de zimmî, iki zimmînin
şehadetiyle, "o yüz dirhemin kendilerinin olduğunu" söylerlerse; bu
durumda o yüz dirhemin üçte ikisi önceki müslümana; üçte biri de, diğer
ortaklara verilir.
Şayet bir zimmî, iki
zimmîyi şahit gösterir; müslüman ve zimmî de, iki zimmîyi şahit gösterirlerse,
terk edilen yüz dirhem her birinin arasında üçte bir olarak takdim edilir.
Keza, iki ortak, iki
müslümanr şahit gösterir; yalnız zimmî de iki zimmiyLşahit gösterirse, yine bu
yüz dirhem, üçe taksim olunur.
Şayet yalnız zimmî iki
müslümanı şahit gösterir; diğer iki ortak da iki zimmî veya iki müslümanı şahit
gösterirlerse; bu yüz dirhemin yansı, yalnız olana; diğer yarısı da iki ortağa
verilir. Kâfî'de de böyledir.
Bir hıristiyan iki yüz
dirhem bırakarak ölür; iki de oğlu olur; bunlardan birisi müslüman olur ve
sonradan bir adam gelerek, "ölen
adamda, yüz dirhem alacağı olduğunu" iddia ederek, iki nasranî şahit
dinletirse; o zaman, hakim, onun nasibini kafir olan oğlunun hissesinden verir
ve öylece hükmeder. Müslüman olan oğlunun hissesine dokunmaz. Muhıyt'te de
böyledir.
İmâm Muhammed (R.A.)
şöyle buyurmuştur:
Nasrani ölür ve bir
mülk bırakır; (cariye köle) sonra da iki nasrani şahit, şehadette bulunarak
"gerçekten onun efendisinin, onu azad ettiğini söylerler ve "ondan
başka da bir malının olmadığını" beyan ederler bir müslüman da iki
nasraniyi şahit göstererek, "gerçekten ölen o şahısta bin dirhem
alacağının olduğunu" söylerse; İmâm (R.A.): Ben, hepsinin şahitlerini
kabul edip, köleyi azad eder ve bu kölenin, müslümana ait olmasına genişlik
verir." buyurmuştur. Muhıyt'te de böyledir.
İmâm Muhammed (R.A.),
Rehin Kitabı'nda şöyle buyurmuştur:
Bir zimmî öldüğünde;
diğer bir zimmî de, onun eşyalarını iddia eder ve "rehin olduğunu"
söyler ve zimmet ehlinden de şahit gösterir; bu arada, bir müslümanda,
"alacağının olduğunu" iddia ederek iki müslüman şahit gösterir veya
zimmet ehlinden şahit dinletirse; "Gerçekten ben, "müslümamn
beyyinesi sebebiyle, önce onun alacağını veririm. Müslüman hakkını aldıktan
sonra, artan mal olursa; onu da zimmeye veririni.
Yine İmâm Muhammed
(R.A.): Rehin müslümana verilmeden, eğer müsiümanın, şahitleri zimmi veya müslüman
ise; zimmî rehni
almaya daha elyaktır.
Böylece, alacağını almış olur." buyurmuştur. Muhiyt'te de böyledir.
Bir müslüman, bir
kafire karşı mal iddiasında bulunup, bir müsiümanın kefil olduğunu da iddia
eder; buna beyyinesi de bulunur; bu şahitler de kafirlerden olurlar ve
"kefil de değil de, asıl da alacağına" şahitlik yaparlarsa; hakkı
asilden alınıp, bu müslümana verilir.
Keza malın aslı
kafirde olur; iki şahid de müslümana karşı şehadette bulunur bir kafir de,
kefili olursa, o mala şahitlerin asil üzerine olan şehadetleri kabul edilir.
Kafir olan kefilin kefaleti caiz olmaz.
Bir müslüman, diğer
müslümandan mal iddiasında bulunduğunda, davalı bu, malı inkar eder; davacı da
kefaleti iddia eder; kefil ise ehl-i zimmetten olur ve o da inkar eder;
alacaklı ise, iki zimmîyİ şahit gösterirse; şehadetleri kefile karşı caiz
olur; müslümana göre caiz olmaz.
Hatta kefil, şayet
ödemiş, bulunsa bile, müslümana müracaat ederek, bir hak talebinde bulunamaz.
Keza, ikisinin
üzerinde bir eşyası olduğunda, önce müslümana sonra zimrniye hükmedilir. Eğer
bunlardan birinin vekili varsa —beyyine sebebiyle— sahibinin borcunu o öder.
Mebsût'ta da böyledir.
Bir müslüman,
"bir kâfirin diğer bir kafirde olan alacağı bin dirheme, kefil
olduğunu" söyler; asil borçlu olan kafir, kefil olan şahsa:
"Öde" diye emreylemez, müslüman kefile, iki zimmiyi şahit getirir;
bunlar da: "Gerçekten asil borçlu, kefile ödedi." derler; alacaklı
da, "ondan alacağını aldığını" ikrar ederse; işte o zimmî, asil
zimmîden verdiğini alır.
Şayet bir müslüman,
diğer müslümanda veya bir zimmîde olan alacağı için bir zimminin nefsini kefil
alsa ve buna dair de zimmet ehlinden şahidi bulunursa bu durumda müsiümanın
kefaleti kabul etmemesi halinde, bu caiz olmaz.
Eğer ikrar ederse, o
zaman caiz olur.
Kefilin malı ödemiş
olması halinde zimmet ehli buna şahit olurlar ve /'kefil, asilin emri ile kefil
oldu." derlerse, o zaman kefil, asîle müracaat ederek, alacağını ister ve
alır. Muhıyt'te de böyledir.
Kafirlerin bir kafirin
mükatebi için şehadeti caizdir.
Bunların, efendisi
müslüman olan izinli köle için şehadetleri de caizdir. Mebsflt'ta da böyledir.
Bir müsiümanın,
nasrani oian izinli bir kölesi üzerine, iki nasrani şahitlik yaparlar ve:
"O, şu adamı öldürdü." veya "Şu atı öldürdü." derlerse;
"adam öldürdü." demelerine karşı şehadetleri caiz olmaz.
İmâmeyn'e göre, at hakkındaki
şehadetleri caiz olur.
îmâm Ebû Yûsuf (R.A.):
"Kısas hakkındaki şehadetleri de caiz olur." buyurmuş ve "Hataen
olan mal hariç." demiştir. Muhıyt'te de böyledir.
Şayet izinli köle
müslüman olur; efendisi de kafir olursa; o kölenin üzerine kefalete şehadet
caiz olmaz. Mebsût'ta da böyledir.
Bir kafir, ahm-satım
hususunda, bir möslümanı vekil yapsa; iki' müslüman şahit
olmadıkça, onun kefaletine
yapılan şahitlik caiz değildir.
Şayet bir müslüman,
bir kafiri vekil yaparsa, o da böyledir; denilir mi?
Hayır, küfür ehlinin
şehadeti de olsa, onun vekaleti caizdir. Muhiyt'te de böyledir.
Bir kafir ölür ve bir
müslümana vasiyyet etmiş bulunur; o ölene karşı da birisi, alacak
"iddiasında bulunur ve ehl-i zimmetten de şahit getirirse; —vasi'nin
müslüman olması halinde—
istihsanen, onların şehadetleri kabul
edilir. Zatıîrivve'de de böyledir.
İmâm Muhammed (R.A.)
Camimde şöyle buyurmuştur:
Bir müslüman,
"filan nasrani öldü ve bana vasiyyet eyledi." der ve nasranilerden de
şahit dinletirse; onun alacaklısının olması halinde, ona karşı yapılan şehadet
makbuldür. Bu kıyasen de istihsanen de böyledir.
Fakat, alacaklısı
müslüman ise, o zaman, onun üzerine yapılan şehadetler kabul edilmez. Bu
kıyasdır.
Bu İmâm Muhammed
(R.A.)'in kavlidir. O, önce, böyle: "îstihsanen kabul edilir." dedi.
Keza, bir nasrani
nasranilerden şahit getirerek, "filan öldü; ben onun oğluyum ve varisiyim;
başka da bir varisi olduğunu bilmiyorum." der; ölen için de bir alacaklı
çıkar; o da kafir olursa; onun üzerine yapılan şehadetler kabul edilir. Bu
kıyasende, istihsanen de böyledir.
Şayet, alacaklı
müslüman ise, kıyasen ona karşı yapılan şehadet caiz olmaz. İstihsanen ise,
caiz olur. Zehıyre'de de böyledir.
Bir müslüman,
"bütün hakları için, bir nasraninin vekaletini" iddia eder ve bunu da
Küfe de yapar; bir alacaklı müslüman da, "iki nasraninin şehadetiyle,
"alacak" iddiasında
bulunursa; şehadetleri kabul
edilmez.
Eğer alacaklı nasrani
ise, şehadetleri kabul edilir.
Şayet hakim, şahitleri
kabul eder ye onun vekaletini hükme bağlarsa; bütün alacaklılara karşı
—müslüman olsun veya olmasın— vekaleti geçerlidir. Hatta, bir müslüman alacaklı
gelip, onun vekaletini inkar eylese; hakim, beyyine teklifinde bulunmaz.
Muhıyt'te de böyledir.
Bir müslüman, bir
nasrariiye köie satar; nasrani de, iki nasraninin şehadetiyle hak kazanırsa;
ona hükmedilir. Müslümandan, kölenin bedelini almaya müracaat ederse onu
alır. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.
İbnü Semâa, İmam
Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir?
Bir nasrani, bir
müslümandan bir köle satın alıp, onu da teslim alır ve onu bir başka nasraniye
sattıktan sonra, bu ikinci müşteri o kölede, onu teslim aldıktan sonra bir
kusur bulur ve "bu kusur müslüman satıcının yanında iken vardı."
diye, şahit dinletirse; onu, bu ikinci satıcıya geri verebilir.
Hakikaten o kusur,
müslümanın yanında ve önceki müşteriye satmadan önce mevcut ise; bu beyyine
ile birinci müşteri ilk satıcısı olan müslümana reddedemez. Zehıyre'de de
böyledir.
Müntekâ'da şöyle
zikredilmiştir:
Bir nasrani, bir
köleyi, diğer bir nasraniye sattıktan sonra, onu, o nasrani, başka birine
satar; sonra da bu köle, on el değiştirir; hepsi de nasrani olur; bilahare
birisi o, köleyi teslim alır ve asil satıcısını iddia edip şahitler dinleterek,
"o kölenin hür olduğunu" isbat ederse; İmâm Ztifer (R.A.):
"Beyinesi kabul edilmez." buyurdu. İlk satıcısı, müslüman olsa da,
olmasa da, müsavidir. Hatta, en sonraki veya arada birisi müslüman olsa; hatta
müslümanlardan iki de şahitleri bulunsa, yine böyledir.
İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)
ise: "Şayet son müşteri müslüman ise, —öncekiler de müslüman olsalar bile—
beyyine kabul edilmez. Kölenin hür olduğuna hükmedilir ve birbirlerine müracaat
ederek, verdikleri paralarını, —ilk satıcıya varana kadar— alırlar.
İlk satıcı müslüman ise,
ona verilen bedel geri alınmaz. Ondan öncekinden de alınmaz.
Eğer köle, kendisinin
hür bırakıldığını beyyinelerse; bu, böyledir.
Eğer, önceki satıcının
kendisini azad eylediğini iddia ve isbat ederse, gerçekten önceki satıcıya
teslim edilir.
Şayet şahitler,
nasrani iseler, beyyinesi kabul edilmez.
Keza, ortadaki
müslüman ise, beyyinesi kabul edilmez. "Onun azad eylediği" ve
"ondan sonrakilerin azad eylediği" sözüne itibar olunmaz.
Fakat, ortadakinin,
öncekine dair beyyinesi kabul edilir.
Bu, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.) ve İmâm Züfer (R.A.)'in kavlidir.
İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)
ise: Her hangi bir satıcı için, beyyinesi olur; o da nasraniden olursa;
gerçekten o, müslüman tarafından azad edilmiş sayılır. Ve onun hürriyetine
hükmedilir. Ancak beyyinesi müslümana karşı ise, kabul edilmez. Eğer
diğerlerine karşı ise; —ta müslümana varan akadar— birbirlerinden kölenin
bedelini alırlar. Fakat, müslümana müracaat edemezler. Ondan öncekine de
müracaat edemezler. Ancak, müslüman ikrar eder de, onun hürriyetini kabul
ederse; o zaman, —en Önce azad edene kadar— köleyi satın alanlar, birbirinden
paralarını alırlar. Muhıyt'te de böyledir. En doğrusunu bilen, Allahu
Teala'dır. [29]
Kadına karş! yapılan
şehadet, her hususta caizdir. Bu şehadeti şüphe iskat etmez. Bu, istihsandır.
Kadınların şehadetleri
ise, hadlerde ve kısasta geçerli değildir ve reddedilir. Hidâye'de de böyledir.
Şehadetİerde Aslolan:
Şayet iki şahit, diğer iki şahide karşı şeha-dette bulunur ve o zaman:
"Hakim filana kazf haddini vurmuştur." derlerse; bu durumda
şehadetleri caizdir.
Diyetlerde aslolan,
bunun caiz olmamasıdır. Muhıyt'te de böyledir.
İbnü Rüstem'in
Nevâdiri'nde ve Ecnâs'ta şöyle zikredilmiştir: İmâm Muhammen" (R.A.):
Ta'zirde, şahide karşı şehadet caizdir."
buyurmuştur.
Fethu'I-Kadîr'de de böyledir.
Fürû üzerine ve
dereceler hakkında şehadet caizdir.
Çeşitli hususlarda
sıyanet (= korumak) için şehadet caizdir. Kâfî'de de böyledir.
İki erkekden aşağı
olan şehadet caiz değildir.
Veya, bir erkek ile
iki kadından aşağı miktarın şehadeti caiz değildir.
Keza, bize göre, —bazı
hususlarda— kadının şehadeti caiz değildir. Hulasa'da da böyledir.
İki şahit, diğer iki
şahidin üzerine şehadette bulunurlar veya bir toplumun üzerine şehadette
bulunurlarsa; şehadetleri caiz olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
İki şahitten birisi,
kendi nefsinin aleyhine şehadette bulunur; iki şahit de, başka birine şehadette
bulunurlarsa; onların şehadetleri kabul edilir. Hulasa'da da böyledir.
İki kişi, birinin
şehadetine karşı şahitlik yaptıklarında, onun, kendi nefsi için yaptığına karşı
(yani onun söylediğinin aynısını söyleseler) şehadetleri caiz olmaz.
Serahsî'nin Muhiytı'nde de böyledir.
Şahitlik Üzerine
Şehadetin Şekli:
Asılın şahidliği
fer'in şahitliği için şu şekilde olur:
İkrar üzerine şahitlik
yapan şahıs şöyle der:
"Ben şahitlik
ediyorum; filan oğlu filan benim yanımda, şöyle şöyle ikrarda bulundu."
Veya şöyle söyler:
"Ben şahitlik
yapıyorum, gerçekten ben filanı dinledim, o, filan için, şöyle şöyle
söyledi."
Keza: "Ben
şahitlik ediyorum; sen, bana göre benim gibi şehadette bulundun." der.
"İkiniz şahitlik yapınız; benim yaptığım gibi" demez. Ve bu kimse,
hakimin huzurunda söylediği gibi şahitlik yapar. Yani, mahkemeye çıktığı zaman,
şehadetini değiştirmez. Asıl şahsın: "Filanın nefsi için, şahitlik
yap." demesi uygun olmaz. Kâfî'de de böyledir.
İki asıl, iki adama:
"İki kişi için, şahitlik yapınız. Biz filana karşı, filan için, bin
dirhemi olduğunu duyduk; sizde bizim gibi söyleyiniz." derier; fer'îler de
buna karşı şahitlik yaparlarsa; şehadetleri kabul edilmez.
Keza, iki asıl:
"Bize karşı, bizim şahitlik yaptığımız üzerine şahitlik yapınız."
derlerse; veya "filanın filanda bin dirhemi var; biz, ona şahitlik yaptık.
Bizim şahitliğimiz üzerine şahitlik yapınız." derlerse; şehadetleri makbul
olmaz.
Keza şayet asi, fer'e:
"Filan oğlu filan oğlu filanın üzerinde, filanın şu kadar alacağı vardır.
O ikrar eyledi. Sen de öyle söyle." dese, bu caiz olmaz. Fetâvâyi
Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimse, başkasına
şahitlik yapmak istediğinde, layık olan talip ve matlubun huzurda bulunması ve
şahidin onlardan birisine işaret etmesidir.
Eğer her ikisinin de
gıyabında şahitlik yapacaksa, uygun olanı onlardan ikisinin de ismini, nesebini
söylemesidir.
Ancak, üzerine
şahitlik yapılan huzurda değilse; yalnız, onun adını, nesebini söylemesi kafi
gelir; fakat, bununla hükmedilmez. Muhıyt'te de böyledir.
Fer olan şahit,
şahitlik yaparken şöyle söyler: "şehadet ediyorum ki, filan, benim yanımda
filan hakkında, şöyle şöyle ikrarda bulundu ve bana da, benim böyle söylediğime
şahitlik yap; dedi." Bundan fazla veya noksan söylemez. Zira, işlerin en
hayırlısı ortasıdır; İfratı tefridi de değildir.
Zâhidî'de Esahh olan
budur." denilmiştir.
Şayet füru':
"Biz, böyle söylemeyiz." derlerse; şehadetleri kabul edilmez. Hızânetü'l-Fetâvâ'da
d a böyledir.
Fer olan şahide layık
bulunan; asılın ismini ve babasının ve dedesinin ismini söylemektir. Hatta
şahit bunları söylemezse, hakim onların şehadetini kabul eylemez. Zehı^re'de de
böyledir.
Furû'un şahitleri
kabul edilmez. Ancak aslın şahitleri öldüğü veya hastalandığı veya hakimin
huzuruna çıkamaz duruma düştüğü zaman veya üç gün, üç gece bulunamadığı zaman
kabul edilir. Kâfî'de de böyledir.
Bu,
zahirü'r-rivay«;dir. Fetva da bunun
üzerinedir. Tatarhâniyye'de de böyledir.
İmâm Ebû Yûsuf (R.A,,)
şöyle buyurmuştur:
Eğer o adam, yarın
şahitlik yapıp, geri evine dönmeye gücü yet-miyecek durumda ise füruun sehadeti
caiz olur.
Fakıyh Ebû'l-Leys'de,
taı kavli kabul etmiştir. Zahidi ve Hidâye'de de böyledir.
Bilginlerimizden pek
çoğu bu rivayeti kabul eylemiştir. Muhıyt'te de böyledir.
Fetva da bunun üzern
nedir. Fetâvâyi Siraciyye'de de böyledir.
Hişâm Nevâdiri'nde
şöyle zikretmiştir:
Ben, İmâm Muhammed
(R.A.)'den sordum:
— Bir kimse, dostları
olan bir toplumla, hacca gitmek veya herhangi bir yokluk için çıktıktan sonra,
dostları olan toplum, onu yalnız bırakarak geri döndüler. Sonra, onun
şehadetine karşı bir toplum şahitlik yapsalar ve üzerine şahitlik yapılan da
hazır olduğunu iddia etse ve buna beyyine biraz eylese; fazla veya noksan
söylemese; onun şeha-deti üzerine şehadet kabul edilir mi?
İmam şu cevabı verdi:
— Hayır, Çünkü, o
gıyabi şehadet olur. Eğer onu yerinde bıraksalardı; o ordan çıkınca da, onu
toplum görseydi yine şehadetilerini kabul etmezdim. Tatarhaniyye'de de böyledir.
Sadru'ş-şehid
Husamü'd-din şöyle buyurmuştur:
Bir emir ve
hükümdarın, —beldesinde bulunduğu zaman—.şehadetine karşı şehadet caiz olmaz.
Kunye'de de böyledir.
Bir rivayette, —hükmün dışında— babanın şehadetine karşı
oğlunun şehadeti caizdir. Sahih olan, her ikisinin de biri biri hakkında
şehadetinin cevazıdır. Fethu'l-Kadîr'de de böyledir.
Eğer asil şehirde
mahbus ise, onun şehadetine karşı fer'ımn şehadeti caiz olur mu ve hakimin
huzurunda şahitlik yaparsa, hakim onun şeha-detiyle amel eder mi?
Bu mes'ele kitaplarda
zikredilmemiştir.
Gerçekten alimler
zamanımızda ihtilaf etmişlerdir. Bazıları: "Eğer zindanda habsedilmiş ve
bu zindan da hakime aitse, şehadet caiz olmaz.
Eğer, valinin
zindanında habsedilmiş v e ordan çıkma ihimali yoksa; şehadet caiz olur."
demişlerdir.
Bazıları da:
"Münasib olanı, şeh;adetin caiz olmamasıdır." buyurmuşlardır.
Zehıyre'de de böyledir.
Şahitlikte asıl olan:
Eğer kadın, hiç dışarı çıkmayan birisiyse; onun şahit tutması caizdir. Evinden
çıkan ıbir kadınsa, —herhangi bir ihtiyacını almak için, veya hamama gitmek
için ve benzeri,— bu kadın da, erkeklere karışmadıkça muhaddara hükmünde olur.
(yani şahit tutabilir.) Kunye'de de böyledir.
Eğer, asıl itikafda
bulunuyorsa; Kâdî Bedru'ddîn: "O itikaf nezredilmişte olsa, nezredilmemişte
olsa, şehadeti caiz olmaz." buyurmuştur.
Tatarhaniyye'de de böyledir.
Fetâvâyi Suğrâ'da
şöyle zikredilmiştir: Nefsi üzerine bir kimseyi şahit tutmak da caizdir. Ancak bunun için usûlün özrü olmaması
gerekir. Şahitlik, özür, hastalık, sefer veya ölüm ile yapılmazsa, furûu onun
yerine şahitlik yapar. Hulasa'da da böyledir.
Furü' usûle karşı
şahitlik yaptıktan sonra —hükümden önce— üsû! hazır olsa, hakim furû'un
şehadetiyle hükmeylemez. Fetâvâyi Kâdî-hân'da da böyledir.
Aslın şahidi başkasına
karşı, onun şahitliği üzerine, şahitlik yaptığında asılda: "Ben bunu
kabul etmem." derse; uygun olan, o kimse şahit olamaz. Kunye'de de
böyledir.
Bir kimse kendisi
için, birini şahit yaptıktan sonra, onu şehade-tinden men eylese; bu nehyi İmâm
Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, sahih olmaz.
İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'a göre, hatta şehadetten men ettikten sonra bile şahitlik yapsa,
şehadeti caiz olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
İki şahit, diğer iki
şahide karşı şahitlik yaparak: "O kölesini azad eyledi." deseler;
asıllar huzurda olmadıkça hüküm verilmez. Her ne kadar fürû' şehadetten
mehyedilseler bile, şehadetleri ekseri alimlefce sahih olur. Bazı alimler ise:
"Sahih olmaz." demişlerse de önceki kavil zahirdir. Hulasa'da da
böyledir. -
Eğer asıl olanlar,
şehadeti inkar ederlerse, füruun şehadeti kabul edilmez. HidâyeMe de böyledir.
İki füru asla karşı,
şehadette bulunsalar, üzerine şahitlik yapılan da ahras (=: dilsiz) veya a'ma
olsa yahut irtidat etse veya fasıklık yapsa veya Aklı gitse, bu durumda,
şehadeti caiz olmaz. Onun şehadeti için başkası da işhad edilmez; bu batıl (=
geçersiz) olur.
Fer' asla karşı
şahitlik yapsa, aslın fışkından dolayı ikisinin de şehadeti kabul
edilmez.-Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Mebsût'ta ve Hulâsada
da böyledir.
Bir adam, başka
birini, nefsine karşı şahit ettikten sonra, şahadetinin caiz olmamasını
gerektiren bir hal zuhuretse, bilahare de şehadeti caiz olacak bir hale gelse;
(Meselâ: Fasik iken tövbe etse) sonra da fer' asla karşı şehadette bulunsa; bu
şehadeti caiz olur.
İki kimse, iki şahit
tayin ettiklerinde, füru'lar adil oldukları halde, sonradan fasik; sonra yine
adil olsalar ve kendileri veya şahit tayin ettikleri kimseler şehadette
bulunsalar; işte bu şehadet de caizdir.
Hakimin yanında, iki
fer şahitlik yaptıklarında, hakim, öncekilerin töhmeti sebebiyle,
şehadetlerini reddederse; onların şehadetlerini, bundan sonra kabul etmez.
Öncekileri ve onlara karşı şahitlik yapanların şahitlikleri ise böyle.değildir.
Şayet fer, aynın
şehadetini kendi töhmetİleri sebebiyle reddederse; öncekilerin şehadetlerini
adaletleri sebebiyle kabul eder.
Keza şayet sonrakiler,
adil şahit tutarlarsa; onların da şehadetlerini kabul eder. Zehıyre'de de
böyledir.
İki şahit, iki kölenin
veya mükatebenin yahut iki kafirin şahitliklerinin üzerine, bir müslümana
karşı şehadette bulunsalar; hakim bu şehadetleri reddeder.
Sonradan bu köleler
azad edilse, mükatebeler hürriyetine kavuşsa, kafirler, müslümari olsa ve aynen
şahitlik yapsalar veya başka iki kişinin şehadetleri üzerine şahitlik
yaptırsalar o zaman, caiz olur. Muhıyt'te de böyledir.
Eğer asıl bir kimseyi
şahit tuttuğu zaman, o fasık bir kimse idi de» sonra tevbe ettiyse; fer'
şahitlik yapamaz; fakat şahitleri değiştirilir. Itâbîyye'de de böyledir.
Asıl şahitler
i'tid"t edip sonra da tevbe ederlerse fer'ilere şehadetleri caiz olmaz.
Onlara karşı, eğer asiller, —İslama dönüşten sonra,— kendi nefisleri üzerine
şahitlik yaparlarsa, o zaman şahitlikleri kabul edilir. Tatarhâniyye'de de
böyledir.
Eğer fürû':"Biz
usûl üzerine (—ki o filan oğlu filandır—), filan oğlu filana karşı, şöyle şöyle
şahitlik yaptık. Ancak biz, üzerine şahitlik yaptığımız, filan oğlu filanı
tanımıyoruz." derlerse; bu durumda hakim, onların şehadetlerini kabul
etmez. Ve iddia sahibine emrederek: "Filan oğlu filan da'valiyi, huzura
getir.'' der Muhıyt'te de böyledir.
İki feri, iki asil
üzerine şahitlik yapsalar eğer hakim usûl ( = atalar) ve fürû' (- çocuklar)'u
adaletle tanıyorsa; onların şahitliklerine göre hüküm verir.
Eğer asılları adaletle
tanıyor da; fürû'ları böyle tanımıyorsa, onlardan fürû'u sorar. Sormadan önce
hüküm vermez.
Eğer usûlün
şehadetiyle, onların adaleti açığa çıkarsa, adalet sabit olur.
Zahirü'r-rivayede böyledir. İmâm Muhammet! (R.A.)'e göre, Fürû'un ta'dili ile,
asilin adaleti sabit olmaz.
Sahihü rivaytede: Eğer
iki fer', hakime: "Biz, sana haber veremiyoruz." derlerse; hakim
onların şehadetlerini kabul eylemez.
Eğer iddiacı:
"Ben, onları doğrulayan birini getireyim." derse; İmâm Muhammed
(R.A.)'e göre, hakim, bu durumda onun sözüne itibar etmez ve şehadetleri kabul
eylemez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Müddeî, hakime:
Asilden sor; gerçekten adildir." derse;
zahirü'r-rivayede, bu sözü kabul edilmez. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
İki fer': "Biz,
aslın adil olup olmadığım bilmiyoruz." derlerse; Şemsü'l-Eimme el-Halvâni:
"Bu şahitleri, hakim reddeylemez ve asilleri başkalarından sorar."
buyurdu.
Sahih olanı da budur.
Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)
da: "Sahih olan budur." buyurmuştur. Muhıyt ve Zehıyre'de de
böyledir.
Şayet fer', hakime:
"Ben aslı ihtam ediyorum." derse; hakim, fer'ın şehadetini kabul
etmez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Eğer fer' aslın
ta'dilinde (= adil olup olmadığı hususunda) susarsa; bu sahih olur. Hakim,
aslın şehadetlerhıi ve adaletlerini kabul eder ve tezkiye ehli olduklarını
bilir. Bu, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'e göredir.
İmâm Muhammed (R.A.)'e
göre ise, bu durumda hakim onların şehadetlerini kabul etmez. Kâfî'de de
böyledir.
Hişam, İmâm Muhammed
(R.A.)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
Adalet hakkında, iki
şahidin şehadedi gerekir.
Sonra, bir adam,
(mesela) yirmi sene kaybolsa; artık, o adamın, adil olup olmadığı bilinmez.
Bu durumda da, onun
hakkında, yine iki şahidin şehadetine ihtiyaç vardır.
Hakim, soracak kimse
bulamazsa; bu kimse tanınan bir kimse ise (Ebû Hanîfe (R.A.); Süfyanü Sevrî
(R.A.) gibi... onların fürû'Iarmın şehadetilye hükmeder.
Ancak meşhur değilse;
onunla hüküm veremez. Fethu'l-Kadîr'de de böyledir.
İmâm, Cami isimli
kitabında şöyle buyurmuştur:
îki şahit hataen
yapılmış bir kati şehâdeti üzerine şehadette bulunur; hakim, akile üzerine
diyet cezası verir, sonra da üzerine şahitlik yapılan şahıs öldü denilen şahsı
sağ olarak getirirse, bu durumda tazminat düşer ve velî diyeti geri verir.
Şayet .asıldan iki
şahit gelir de, şehâdeti reddeylerse onların ikrarı ve feriler hakkındaki
şehâdeti reddedilir; sahih olmaz. Ancak tazminat, hem feriden hemde asıldan
kaldırılır.
Eğer,> usûl (=
babalar, dedeler): "Gerçekten biz, batıl olduğuna şahitleriz." derler
ve devamla: "Biz, o gün, yalancılardandık." derlerse; İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.) ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'e göre bir tazminat gerekmez.
Şâhidlikler İmâm
Muhammed (R.A.)'e göre, akıllı olan davacı muhayyerdir. Dilerse, asillerden
tazminat alır; dilerse velisinden tazminat alır.
Eğer, asillerden
tazminat alırsa; onlardan küçüğün velisine başvurup verdiğini alır.
Eğer veli, tazminat
yapmışsa, asıllara müracaat ederek, verdiği tazminatı geri alamaz. Zehiyre'de
de böyledir. [30]
Hakim, şahitlerden,
gizli veya aşikar olarak, "davacı nastl bir adamdır.'* diye
sorar.O'zemmedilen bir kimse rni, yoksa medhedilen bir kimse mi araştırır. Bu,
İmam Ebû Yûsuf (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'in görüşüdür. İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre, hakim müs-lüman hakkında dış görüşüne göre iktisar eder. Hatta
üzeine şahitlik yapılan davalı, yerilen birisi olsa bile, bu böyledir.
Ancak, kısas haddi
almışsa, o zaman hakim, onu ister gizli, ister aleni tezkiye yapar. Bu hususta
icma' vardır.
Hasım ister yerilsin,
ister yerilmesin fark etmez.
Fetva ise, bu
zamanda İmameyn'in kavline göredir.
Kâfi'de de böyledir.
Hasım şahitler
tarafından ta'n (= yerilme, zem etme) edilmez ve şahitler, onun adaletini söylerlerse (Şöyleki: "O adildir. Biz, onun doğruluğuna
şahitlik yaparız." veya "O adildir. Bizim ona karşı şeha-detimiz
caizdir." derlerse) işte o zaman, hakim müddeinin davası üzerine hükmünü
verir.
Bundan sonra,
şehidlerden bir şey sormaz. Çünkü, onlar ikrarlarını yapmışlardır.
Şahitler, yalnızca:
"O adildir (= doğrudur, güvenilir) derler, fazla bir şey ilave etmezlerse;
veya: "Onlar adildir." derler ve "bazan hata yapar" diye
söylerlerse davalının âdil bir kimse olması hâlinde tezkiyeye ihtiyaç kalmaz.
Duruma bakılır: Eğer
davalının davasını, iddiacı inkar etmiyor, bilakis şahitler şehadette bulunana
kadar susuyor; sonra da: "Şahitler adil kişilerdir." diyorsa; İmâm
Ebû Hanîfe (R.A.)'ye ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) göre hakim, bu şahitlerin
şehadetleri sebebiyle, iddiacıya hükmeder. Ve onlardan bir şey sormaz. İster
iddia edilen şey hak olsun, —şüphe ile birlikte— ister sabit olmasın müsavidir.
İmâm Muhammed (R. A.),
şöyle buyurmuştur: Hakim onlardan iyice sormadan hükmeylemez.'
Şayet davalı, davayı
inkar eder; ve o, şahitlere: "Bunlar adildirler; bazı sözlerinde..."
derse, bu ihtilaflıdır. Ve daha önce bu mes'ele geçmiştir.
İmâmeyn'e göre hakim,
sormadan hükmeder. Fakat, İmâm Muhammed (R, A.)'e göre başkalarından sormadan
hükmeylemez.
Camii Sağir'de şöyle
buyurulmuştur: Bu durumda, hasmın ta'dili sahih olmaz. İmameyn'e göre, onun
tadili yok durumundadır.
Bazı rivayetlerde İmâm
Muhammed (R.A.): "Bu durumda hakim, hasme: "Ne diyorsun?" Sen,
şahitleri yalanlıyor musun, yoksa doğruluyor musun?" der ve eğer, davalı:
"Doğru söylediler." ve "İddiacının iddiasını doğruladılar."
derse hükmeder; yok eğer: "Yalan söylediler." derse; davayı erteler;
hemen hüküm vermez. Akdiyye'de de böyledir.
Eğer müzekki fasık
ise, onun ta'dili sahih-olmaz ve hakim, onunla hüküm vermez. Eğer fasık
olurlarsa, davacının da, onlar hakkında: "adil." demesine itibar
edilmez.
Hakim, davalıdan,
"şahitlerin doğru veya yalan söyleyip söylemediklerini" sorar. Eğer
davalı: "Doğru söylediler." derse; hakim, bu ikrar üzerine hükmünü
verir. Eğer: "Yalan, söylediler." derse; hakim hüküm vermez. Fetâvâyi
Kâdîhân'da da böyledir.
Eğer davacı, önce
şahitlerin adaletlerini kabul eder; sonra da, üzerine şahitlik yapılınca, onu ikrar ederse; hakim bu kadarhkla
yetinmez. Ve adaletlerini araştırır. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adamın üzerine,
iki kişi şahitlik yaptıklarında, davacı:"Bunlardan birisi adildir, fakat,
diğeri galat (= yanlış) konuştu." veya "... şüpheli konuştu."
derse; hakim, ikinci şahitten sorar. Eğer o şahit," diğerinin de adil
olduğunu" söylerse; onların şehadetiyle hükmeder. Çünkü, galat söylemek
veya vehim, şehadeti cehr etmez. Fetâvâyi Kâdî-hân'da da böyledir.
İki şahidin şehadette bulunduğu zat, kendi
üzerine şahitlik yapıldıktan sonra: "Filan şahit, hakkiyle
şehadette bulundu." derse; hakim ikinci şahit hakkında bir şey
sormaz. Eğer bu şahıs önce: "Filanca benim için doğruyu
söyler." derse; şehadetten sonra, hakim , tekrar sorar; o zaman davalı
hakime hitaben: "Sen şahitlere sor. Ben yalan söylediklerini
zannetmiyorum; fakat senin de bir defa onlardan sormam istiyorum: Hakkımda
geçersiz şey söylediler mi?" derse; hakim —onlar adil kişilerse— sorar ve
şehadetlerini kabul eder. Eğer adil değillerse, sormaz. Edebü'I-Kâdî Şerhı'nde
de böyledir.
Bu, Fetâvâyi
Kâdîhân'da da böyledir.
Ebû'l-Leys'in
Fetvâlan'nda şöyle zikredilmiştir:
İki şahit, hakimin
huzurunda, şahitlik yaptığında, hakim onlardan birisinin adaletini tanır;
diğerini tanımaz; bilinen şahit de adaleti ile ma'ruf ise; Nusayr: "Onun
adaleti kabul edilmez." demiştir.
Ebû Seleme'den bu
hususta iki rivayet vardır.
Fakıyh Ebû Bekir
el-Belhî üç kişinin şehadeti hakkında, şöyle demiştir:
Şayet hakim, ikisini
tanır da birisin tanımaz; o iki şahit de, üçüncü şahidin adaletine şahitlik
yaparlarsa; bu şehadet de, caiz olmaz. Bu da Nusayr'in görüşüne uygundur ve
bununla fetva verilir. Muhıyt'te de böyledir.
İyiliği belirli bir
kişinin müzekkî tayin edilmesi ve hakimin mü-zekkiye elçi göndermesi; şahidin
şehadetini tercüme ettirmesi İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a
göre efdaldir.
Bunlar iki kişi
olurlarsa, daha güzeldir. Bu, tezkiyenin gizli yapıldığı zamanda böyledir.
Fakat, tezkiye alenî
yapılırsa, bi'1-icma' adet şarttır. KâfîMe de böyledir.
Şahidin adaleti,
bülüğa erişmiş olması, hürriyeti, ve gözlerinin görür olması bi'1-İcma şarttır.
Aleni tezkiyecinin de
böyle olması şarttır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Gizli tezkiye de,
köleden, körden, sabiden kazf cezasına çarpılmış kimseden tezkiye yapmak, İmâm
Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre makbuldür. SerahsFnin
Muhıytı'nde de böyledir.
Tercüman kör olursa,
İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre tercümanlığı caiz olmaz. İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a
göre ise caizdir. Hulasa'da da böyledir.
Bir kadının, —eğer
güvenilir ve hürre ise, İmâm Ebû Hanîfe (R. A.)'e ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a
göre —tercümanlığı caizdir. Ve, o erkek gibidir.
Bu malla ilgili
davalarda olur.
Yalnız başına, bir
kadının şehadeti caiz değildir.
Ve, şahitlerin
şehadetini tercüme etmesi de caiz değildir.
Babadan, oğuldan ve
fasıktan gizli tezkiye yapmak şahindir.
Bu, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.) ve İmâm E&û Yûsuf (R.A.)'a göre böyledir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir.
Bunların her birinin
diğerine şehadetleri caiz değildir. Hulasa'da da böyledir.
Bir kadının, kocasını
ta'dili (= adaletlidir demesi) caizdir.
Eğer, o kadının,
insanlar arasına girmesi teamül halinde ise, başkası hakkındaki ta'dili de
makbuldür. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Üzerine şahitlik
yapılacak olan, müslüman olursa müzekkînin müslüma nolması, bi'1-icma
gereklidir. Hulasa'da da böyledir.
Aleni tezkiyede,
şehadetin telaffuzla olması bi'I-icma
şart değildir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Hakime layık olan, bir
mes'ele için, şahitlerin her birinden, adalet sahibi olmasını ve hiç bir yanı
desteklememesini doğruluktan sapmamasını istemesidir.
Ayrıca şahidin
1) Tamahkâr
olmaması;
2) tmân
ölçüsünde, alim kişi olması
3) Cerh ve
ta'dili bilmesi ve esbabını tanıması
4) İmkan
ölçüsünde zengin olması gerekir.
5) Ancak
bunlar, şahidin güvenilir ve sığa ehli olmaları halinde geçerlidir.
6) Alim
şahıs, fakir olsa bile, onun şahit olmasının zararı yoktur. Güvenilir olan
alim, halk arasına karışmayan kimsedir.
Siga olmayan alim ise,
halk arasına dünyayı isteyerek karışan kimsedir.
7) Evla
olan, müzekkînin gaflet ehli olmaması
8) Ve halk
arasına karışmayan, münzevi hayat ehlide olmamasıdır. Muhıyt'te de böyledir,
Akdiyye'de şöyle
zikredilmiştir:
Muaddil'e (= ta'dil
ehline) layık olan aleniyettir. Bunu gizli yapmak da, bizim alimlerimizin
kavlidir. Zehiyre'de de böyledir. [31]
Alenî Tezkiyenin Şekli
Şudur:
Aleni tezkiye yapacak
hakim, şahitler ile muaddilleri bir araya toplayıp; bu muaddillere: "Bu
adam adalet ehli midir?" veya müzekkî ile şahidi bir araya getirip:
"bu adam ehl-i adalet midir?" Şehadeti kabul edilir mi?" der.
Kifâye'de de böyledir. [32]
Gizli Tezkiyenin Şekli
Şudur:
Hakim, bir elçi
göndererek müzekkiden sorar. Veya ona mektup yazar. Bu mektubunda şahidin
kimliğini, mahallesini, sokağını bildirir. Böylece müzekkinin, onu iyice
tanıması ve onu komşularından, dostlarından sorması sağlanmış olur. Nihâye'de
de böyledir.
Hakim güvenilir
kişinin eüne, yazısını kapalı ve mühürlü olarak verip müzekkiye böylece
gönderir. Bunu, kimse durumu bilmesin ve bir hile yapılmasın diye böyle yapar.
Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Bundan sonra, hakim
dilerse, gizli veya aşikar olan müzekkîleri toplar; dilerse,
toplamaksızın, iktifa eder. Zamanımızda tezkiyeler açıktan yapılmakta ve
gizli tezkiyelerde ise, içtima bulunmamaktadır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir.
Önce, alenî tezkiye,
tek kişi tarafından yapılıyor ve onunla iktifa ediliyordu.
Şimdi ise, fitneden
kaçınmak için, tezkiyede gizlilik uygulanıyor ve bu kafi geliyor. İmâm Muhammed
(R.A.)'den rivayet'edildiğine göre, O: "Aleni ( — açık yapılan) tezkiye
fitne ve beladır." buyurmuştur. Hidâye'de de böyledir.
Muaddile uygun, olan
tezkiyenin bulunup bulunmadığını, şahitlerden sormasıdır. Böylece o, vasıflara
sahip olup olmadîkarı anlaşılır. Nihâye'de de böyledir.
Şemsü'I-Eimme
el-Halvânî şöyle buyurmuştur:
Ancak bu şahitlerin
kendilerinden değil de; —Şayet komşuları ile aralarında düşmanlık yoksa ve
komşusunun ondan her hangi bir korkusu bulunmazsa— komşularından sorulur.
Bu AH en-Nesefi'nin de
seçtiği kavildir.
Bunu, İmâm Muhammed
(R.A.), rivayet eylemiştir. Zehiyre'de de böyledir.
Onun, "adaletini" söyleyecek komşusu
bulunmazsa, durumu mahalle ehlinden sorulur. Her ne kadar onlar güvenilir
olmasalar bile onlardan sorulur. Tevatür olan haber budur.
Keza, mahallesindeki
komşusu siga ehli değilse; onların ta'dil ve cerhlerin de ittifak vardır.
Hakimin kalbinde, onların doğru oldukları vaki olur. İşte bu tevatür menzilinde
olur. Muhiyt'te de böyledir.
Eğer muaddil, şahidi
tanımazsa, onları, iki adil kimseden sorar. O zaman, onlar, o şahidin adaletini
söylerlerse; bu daha isabetli olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Eğer müzekkî veya
muaddil, şahidin adaletini yazarsa; yazısının altına isminide yazarak:
"Adildir; şehadeti kabul edilir." der; Nihâye'de de böyledir.
O takdirde, onun
adaletine itimad edilir ve şehadeti kabul olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir.
İmâm Muhammed
(R.A.)'in şöyle buyurduğu rivayet olunmuştur: O zatın yazısının altına:
"Bu, benim indimde adildir. Kendisinden razı olunur. Şehadeti
caizdir." demesi uygun olur.
Bizim alimlerimiz, bu
görüşü kabul etmişlerdir:
Bazıları ise: "Bu
sözler, ta'dil olmaz. Çünkü, benim indimde" demesi vehmi gerektirir."
buyurmuşlardır.
Görmüyor musun ki:
Gerçekten şahit: "Hak, benim yanımda böyledir." dese, iddia sahibi
bunu geçersiz sayar. Zahîriyye'de de böyledir.
Fakiyh Ebû el-Leys
şöyle buyurmuştur:
"Benim yanımda
demesi" hakikaten zayıftır ve bu, bana göre bir şey değildir. Çünkü,
hakikatları bilen, ancak Allahu Tealadır.
O şahıs, gerçekten
bildiği hususu söylemeye mecbur edilir. Ve onun içtihadı, —ayrıca- belirlenir.
Mııhıyt'te de böyledir.
Eğer müzekkî, şahidin
fışkını bilirse; onun aybını açmamak için bir şey yazmaz. Veya: "Allah
bilir." der, Ancak, bu şahıs, hakimin istemediği başka birisini tezkiye ve
ta'dil ederse, hakim onun şehadetiyle de hükmeder. Müzekki de, o şahit hakkında
açıklama yapabilir. Inâye'de de böyledir.
Eğer müzekkî, şahidin
adaletini de, fışkını da bilmiyorsa; isminin altına "mesturun" diye
yazar. Böyîece, bir hile olmamış ve müzekkî eza görmemiş olur. Fethu'l-Kadîr'de
de böyledir.
Muaddil, şahidin
adaletini kesinlikle yazar; yoksa "bana göre adildir." demez.
Çünkü, istenilen şey
onun adaletidir.
Şayet: "Ben,
bilmiyorum. Ancak o adamın hayırlı bir kişi olduğunu biliyorum." derse;
esahh olan, bu da ta'dil olur.
Eğer: "Tahminim
onun adil olmasıdır." derse; işte bu, ta'dil olmaz. Hulasa'da da böyledir.
Edebii'l-Kadî'de şöyle
zikredilmiştir:
Eğer müzekkî:
"onlar adildirler." derse; işte bu ta'dil olmaz.
Keza: "Onlar
güvenilir kişilerdir." derse; hakim, bununla da yetinmez.
Şayet, gerçekten o
adam (müzekkî): "Ben,, onu bilmiyorum. Ancak, bir çok hayırlarını
biliyorum." derse, işte bu ta'dil olur. Muhıyt'te de böyledir.
Bazıları da: "O
adildir. Çünkü hürriyeti sabittir ve ev bark sahibidir" derse: fazla bir
şey söylemeye lüzum kalmaz." demişlerdir. Esahh olan da budur.
Fethu'l-Kadîr ve Kâfî'de de böyledir.
Eğer: "O
adildir; içki içmez." derse;
bu ta'dil
sayılmaz. Zehiyre'de de böyledir.
Eğer müzekkî şahitleri
adaletle tanıyor; iddia sahibinin davasını ise, tanımıyorsa, işte bu geçersiz
olur.
Veya müzekkî, şahidin
bazı hallerinde vehm ediyorsa; layık olanı bunları hakime bildirmesidir. Fetâvâyi
Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimse, hakimin
bulunduğu yere, elli fersah uzakta olur ve bu şahıs, bir hadiseye şahit
bulunursa; hakim, ona güvenilir bir kimse göndererek, muaddilden, şahidin
halini sorar. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Eğer şahitler had ve
kısas hakkında şahitlik yapacaklarsa; hakim onlardan inceden inceye sorar.
Çünkü, çok kerre olurki onlar hadden düşerler.
Bu ha!,
Sadru'ş-Şehid'in Hassâf tarafından şerh ediien Edebü'l-Kadi kitabında vardır.
Ta'dil mektubu
gelince, hakime ihtiyat
olan, onu aynen başkasından da sormaktır.
Böylece hakim,
şahitlerin isimlerini yazarak, ikinci defa da bir başkasından sorar. Eğer
mektup aynı şekilde, gelirse, hükmü infaz eder. Serahsî'nin Muhiytı'nde de
böyledir.
Eğer muaddil
şahitlerin birininkini ta'dil
diğerininkini cerh etmişse; İmâm
Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A.): "Cerh evladır. İkisini de
ta'dil veya cerh ederse; cerh evladır." buyurmuşlardır.
Eğer, birini cerh,
ikisini ta'dil etmişse; adalet sabit olmuş olur.
Eğer ikisini cerh
etmiş, onunu da ta'dil etmişse, yine cerh evladır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir.
Hakim sorduğunda,
onların içinde ta'n olunan varsa; hakimin, iddiacıya müddeînin şahitleri cerh
etmesini sorması uygun olmaz. Bilakis ona: "Şahidini artır." veya:
"Şahitlerine razı mısın?' der. Mutayt'tede böyledir.
Eğer iddia sahibi:
"Ben, bunlardan daha güvenilir, daha adil şahit getiririm." derse
veya hakime: "Sana, bazı isimler vereyim. Onlardan sor." der ve salih
bir toplum ismi verirse; işte o zaman, hakim onun sözünü dinler.
Eğer adil bir toplum
şahit getirirse; hakime layık olan, onlardan sorar. Şayet hem hakim, hem de
muaddil tarafından şahitlerin adaleti
Ya şahitler adil
olduklarını açıklarlar ve içlerinde mecruh bulunmadığını söylerler.
Veya mecruh olduklarını
söylerler.
Birinci halde, hakim
adaletlerini kabul eder. İkinci halde ise mecruh olduklarını kabul eder. Hassaf
m Edebü'1-Kadı şerhı'nde de böyledir.
Fetâvâyi Kâdîhân'da,
Zahîriyye'de, Vakıât'ta, Muhıyt'te ve Uyfin'da da böyledir.
Müzekkî, şahitleri
ta'dil eder de, üzerine şahitlik yapılacak olan zat, hakime bir toplumun ismini
vererek: "Bu şahitlerin halini onlardan sor." derse; gerçekten hakim,
onlardan sorar. Eğer o topluluk, şahitleri cerh ederler veya mecruh olduklarını
açıklarlarsa; işte o takdirde onların cerhi evla olur, F?tâvâyi Kâdîhân, Muhiyt
ve Uyûn'da da böyledir.
İbnü Semâa'nın
Nevadiri'nde, İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
Ona sorulmuş:
—Hakim, kendisi için
şahitlik yapılana: "Şahitlerini ta'dil ettir." der mi demez mi? diye
sorulduğunda.
İmâm:
.
—Hayır, demez."
buyurmuştur. Zehıyre'de de böyledir.
Şayet şahitlerin
adaleti, hakimin indinde sabit olmuşsa, bu durumda onların şahitliklerine göre
hükmeder. ,
Sonradan, o
şahitlerden birisi, başka bir hadise anlatır; o da, şahitler hakkında şüpheye
sebeb olursa; hadde ara verilir mi, verilmez mi?
Bunda ihtilaf
olunmuştur.
Sahih olan, iki
kavildir:
Birincisi: Altı ay
ertelenir.
İkincisi: Hakimin
reyine havale edilir.
Sahih olan hakimin
re'yi ile hükmün infazı veya adem-i infazıdır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
İki adil şahit, şehadetlerinden sonra ölseler, hakim, onların
şehdetine göre hükmeder.
Keza kaybolsalar, yine
böyle yapar.
Şayet onlar, ahras
veya kör olurlarsa, hakim onların şehadetin göre hükmeylemez.
Hızânetü'J-Müftîn'de de böyledir.
Şayet tek olan şahidin
adaleti meşhur olur; oda kaybolup tekrar geli ve muaddil: "Onun,
gaybubetinin az zaman olduğunu" söylerse, (Ebt H'anîfe ve İbnü Ebu Leyla
gibi,..) onlar için adalet vardır.
Şayet kaybolan
meşhur değilse, muaddil
onu ta'dil edemez Muhıyt'te de böyledir.
Şayet sabi buluğa
erişse; onun hükmü de garibin hükmü gibidir Bir yere misafir olan, (garip),
tanınmış bir şahs, doğruluğuna kanaa hasıl olunca, ta'dil edilir. Fetva da buna
göredir.
Eğer bir nasrani
müslüman olur; sonra da şahit olursa; hakim onu önceden nasranilik halinde adil
tanıyorsa şehadetini kabul eder. Eğei böyle tanımıyorsa; onu tanıyanlardan
sorarak, vakit geçirmeden onun durumunu öğrenir. Zehıyre'de de böyledir.
Akdiyye'de İmâm
Muhammed (R.A.)'den rivayeten şöyle zikredilmiştir:
îki nasrani iki
nasraninin üzerine şahitlik yapsalar ve bunlar adil olsalar; sonra da üzerine
şahitlik yapılanlar bilahare de bu şahitler müslüman olsalar, bu durumda hakim
önceki şehadetfe hükmeylemez.
Şayet islamiyetten
sonra şahitlik yaparlarsa, bu durumda hakim, müslüman bir rnuaddilden onların
adaletini sorar. Her ne kadar, önce, adaletleri tesbit edilmiş olsa bile,
sonraki ta'dil muteberdir. Hakim, ona göre hükmeder. Muhıyt'te de böyledir.
Şayet, fışkı bilinen
bir şahit kaybolur; bir sene veya daha fazla, bir zaman sonra da gelir; onun ıslâh-i hal ettiği bilinmezse; muaddile
sorulur. Eğer adaletine kail olursa,
önceki fışkına itibar ediimez. Hulâsa'da da böyledir.
İmâm Muhammet* (R.A.)
şöyle buyurmuştur:
Bir kimse, büyük
günahlardan birisi sebebiyle şehadetten düşer; sonra da tevbe eder; zaman
geçmeden de, hakimin huzurunda şahitlik yaparsa; muaddile layık oİan, kalbi
kanaat getirene kadar, onu ta'dil etmemektedir. Taki, tevbesi sahih olsun.
Muhıyt'te de böyledir.
Şeriat yönünden ceza
almış ve yaralanmış olanların, kölelerin, fasiklann, zina edenlerin ve faiz
yiyenlerin, içki içenlerin veya onları kabul ve ikrar edenlerin ve yalancı
şahitlerin veya şehadetlerinden dönenlerin veya onları kabul edenleri
şehadetlerini müddeî kabul etmek istemez ve hakim de bunların şehadetini kabul
etmez. Fethû'I-Kadîr'de de böyledir.
İddia olunan adam, kul
hukuku hususunda, şahitlerin şehadetten düşmelerine beyyine getirerek, onların
zina ehli olduklarını veya içki içtiklerini ve hırsızlık yaptıklarını; veya
sözlerinde durmadıklarını, yahut köle olduklarını veya birinin köle olduğunu
veya iddia edenin mal ortağı olduğunu veya namuslu
kadına iftira edici
yahut iftira olunmuş olduğunu veya kazf cezası almış ve
tatbik edilmiş bulunduğunu isbat ederse; bu isbatı kabul edilir. Kâfî'de de
böyledir.
İddia olunan zat,
beyyinesiyle, iddia edenin şahidinin kazf cezası aldığım isbat ederse; hakim
şahitlerden, pnun had cezası alıp almadığını sorar. el-Asl'da da böyledir.
Çünkü, had ikamesi,
hükümdar tarafından veya naibi tarafından hasıl olur. Ve, onun şehadetini
düşürür.
Eğer onun tebaası
tarafından yapılırsa şehadeti batıl olmaz. Onun için gerçekten sormak lazımdır.
Şayet: "Hakim,
köyde had yaptı." derse; hakim bunun ne zaman yapıldığını sorar mı?
imâm Muhammed (R.A.)
bu mes'eleyi el-Asl'da yazmamıştır. Akdiyye'de ise: "Gerçekten hakim,
öğrenmek, öğrenmek için sorar. O zaman, kendisinin hakim olduğunu bilmesinden
dolayı böyle yapar." denilmiştir. Muhıyt'te de böyledir.
Savpt Havan- Ren zamanın
hakiminin ikrarını ishaf der; gerçekten o'daona had yapmamış olur veya şahitlik
yapmadan Önce ölmüş bulunur yahut hakim: "Ben o zaman bu şehirde
yoktum." derse bunların iç birisi kabul edilmez. Hulâsa'da da böyledir.
Eğer şahitler:
"Müddeî onları, on dirheme icarladı ve benim yanımda bulunan malımdan da.
onu verdi." veya: "Şu kadara sulh olduk. Ben, ona mal ödedim."
der ve onun şahitlerine karşı böyle söylese; batıl olur.
Bir adam, şahit olsa
veya onlardan malını istese veya ikrarlarına şahitlik yapsa onlar da meclîste
hazır bulunsalar; bu iş ve müddeînin ikrarı onların fasık olduğunu beyan otursa
şehadetleri batıl olur. Fethû'İ-Kadîr'de de böyledir.
İbnü Semâa'nın
Nevâdiri'nde İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğu zikredilmiştir:
Bir kimse, başka
birisinin elinde bulunan bir evi iddia eder ve bunun üzerine de şahitlerini
dinletir veya üzerine şahitlik yapılan şahıs beyyine-sini ibraz eder ve:
"Gerçekten bu şahit mecrûhdur." derse; hüküm verilmez.
Keza: "Bu şahit
ortaklık iddiasında bulunuyor." derse; yine hükmedilmez. Muhiyî'te de
böyledir.
Üzerine şahit
dinletilen zat, beyyinesiyle: "Gerçekten bu şahitler, bu davadan öncedeki
davada da şahitlik yaptılar." derse; onların şehadetleri kabul edilir.
Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Üzerine şahit
dinletilen zat: "Bu iki şahit köledir." der; onlar da: "Biz
hürleriz. Kat'iyyen köle değiliz." derlerse, hakim onları tanıyor ve hür
olduklarım biliyorsa, o takdirde meşhudun aleyhin iddiasına iltifat etmez.
Şayet, hakim onları tanımıyor ve onlar bilinmiyorlarsa, üzerine şahitlik yapılanın
(meşhudun aleyhin) sözünü
kabulederek, onların şahitliklerini kabûletmez. Ancak müddeî, onların
hür olduklarını isbat ederse; o takdirde hakim, onların şehadetlerini kabul
eder.
Şahitler: Bizden
sor." derlerse; hakim sözlerine itibar etmez.
Eğer sorar da, onlar
da: "Hür olduklarını" söylerlerse, hakim şehadetlerini kabul eder ve
bu da güzel olur. Hızânelii'î-ÎVfuftîîTde de böyledir.
Eğer hakim, onlardan
beyyine isterse; bu daha güzel olur.
Şayet bir adam gelip,
o iki şahidin köleliğini iddia ederse; bu hususta kitaplarda bir yazı yoktur.
Fahru'l-İslâm Ali
el-Bezdevî: "Burada, şüphe vardır. Onların şehadetini dinlememek
gerekir." buyurmuştur. Eğer hür olduklarını isbat ederlerse; beyyineleri
olmasa bile, bir genişlik vardır. Muhıyt'te de böyledir.
Keza, şahitler:
"Biz köle idik; azad edildik." deseler; hakim, beyyineler olmadan
bunların şehadetlerini kabul etmez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Keza şahitler:
"Biz aslen hür kimseleriz." deseler, hakim, bunların şehadetlerini
de beyyinesiz kabul etmez.
Müzekkîler:
"Bunlar filanın köleleri idiler. O, bunları azad eyledi." derlerse,
bu durumda da hakim, onlar azad edildiklerine dair beyyine getirmedikçe, onların
şehadetiyle hükmeylemez.
Eğer kendisi için
üzerine şahitlik yapılan kimse, beyyine ile: "Gerçekten filan, onları azad
eyledi. O, şahitlerin efendisiydi." derse; hakim onların hür olduklarına
hükmeder.
Hatta o adam hazır
olsa da, azad ettiğini inkar etse; onun üzerine beyyine gerekmez. Çünkü,
üzerine şahitlik yapılan efendisine intisab eyler. Mtıhıyt'te de böyledir. [33]
Akdıyyc sahibi şöyle
buyurmuştur: .
Yalancı şahit, bize
göre yalancılığını ikrar eder ve: "Ben yalan söyledim. Ve kasden şahitlik
yaptım."derse; veya bir adamın öldüğüne şahitlik yaptığı halde, öldü diye
şahitlik yaptığı adam çıkagelse, şehadeti kabul edilmez. Muhıyt'tc de böyledir.
Hakim, davaya
nıuhalifse veya başka şahit kendisi için dava yapılanı tekzib ederse, yalancı şahidin şehadeti ile hükmetmez. Fetlıu'l-Kadîr'de de
böyledir.
Bir şahit: 'Ber
yanıidım." veya: "Hata ettim." yahut: "şehade-timi
reddeyliyorum." derse; —töhmetinden dolayı— şehadeti kabul edilmez.
Nihâye'de de böyledir.
Yalancı şahit bi'1-icma
ta'zir edilir. Bunun şehadeti ile hüküm verilmez.
İmâm Ebû Hanı t e
(R.A.): Onun ta'zir edilmesi, ancak onu teşhir etmektir." buyurmuştur.
Kâfî'de de böyledir.
Eğer şahit, çarşı ehli
ise, hakim onu çarşı ehlinin içine gönderir. Eğer, mahalle ehli ise, mahalle
ehline yollar. Ve hakimin vekili, onlara: "Hakim size selam yolladı; ve:
"Biz bu adamı yalancı şahit olarak bulduk; bundan hazer ediniz;
dedi." der; hak da, ondan hazer eder ve kaçınır. Muhıyt'te de böyledir.
İmâm Ebû Hanlfe (R.A.)
göre, yalancı şahit dövülmez. Fetva da buna göredir.
İmâmeyn ise
"...dövülür ve habsedilir ki, edeblensin." demişlerdir. Siraciyye'de
de böyledir.
Şemsü'l-Eimme Serahsî:
"İmâmeyn'e göre; yalancı şahit teşhir edilir." buyurmuştur. Hidâye'de
de böyledir.
Hakimü'1-imam Ebu Mu
ham m ed el-katib (R.A.) buyurmuş ki, eğer yalancı şahit tevbe ederse pişman
olup nedamette bulunursa hilafsız olarak ta'zir edilmez. Şayet ısrar ederse
hilafsız olarak dövülür ve ta'zir edilir. Eğer tevbe edip etmediği bilinmez ise
ihtilaflıdır.
Erkekler ve kadınlar
ve zimmet ehli olanlar, yalancı şahitlik hususunda müsavidirler. TebyîıTde de
böyledir.
En doğrusunu bilen
Allahu Teala'dır. [34]
[1] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 6/483.
[2] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 6/483.
[3] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 6/483.
[4] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 6/483.
[5] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 6/484.
[6] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 6/484.
[7] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 6/484-485.
[8] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 6/485.
[9] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 6/486.
[10] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 6/486-487.
[11] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 6/487.
[12] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 6/487-488.
[13] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları:
6/489-503.
[14] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 6/504-513.
[15] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 6/514.
[16] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 6/514-517.
[17] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 6/517-524.
[18] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 6/524-556.
[19] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 6/557-560.
[20] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 6/560-562.
[21] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 6/563-573.
[22] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 7/5.
[23] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 7/5.
[24] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 7/6-9.
[25] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 7/10-19.
[26] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 7/19-23.
[27] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 7/24-42.
[28] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 7/43-51.
[29] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 7/52-66.
[30] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 7/67-75.
[31] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 7/76-80.
[32] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 7/80.
[33] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 7/81-89.
[34] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 7/89-90.