Bununla İlgili Bazı Mes'eleler
Vekâlet İsbat, Ona Şahit Gösterme Ve Bununla İlgîli
Mes'eleler
2- SATIN ALMA HUSUSUNDA TEVKİL
Muayyen Olmayan Bir Şeyi Satın Alma Hususunda Tevkil Ve
Vekille Müvekkil Arasındaki İhtilaf
4- İCÂRE VE DİĞERLERİ HAKKINDA VEKÂLET
1- İcar, İsti'car, Ziraat Ve Ziraî Muameleler Hakkındaki
Vekâlet
2- Müdâribin Ve Ortağın Vekil Tayin Edilmesi
6- NİKÂH, TALÂK VE HULÛ' GİBİ MES'ELELERDE VEKÂLET
7- DÂVA, SULH VE BENZERİ MES'ELELERDE VEKÂLET
Borç Alıp-Vermede Vekil Tayin Etmenin Hükümleri
Alacağın Elçi Île Tahsil Edilmesi
Muayyen Bir Şeyi Almaya Tevkil
8- İKİ KİŞİYİ VEKİL TAYİN ETMEK
9- VEKİLİ, VEKÂLETTEN ÇIKARMAK
Vekâletten Azil Ve Diğer Hususlar Hakkında Değişik
Mes'eleler
10- VEKÂLETLE İLGİLİ ÇEŞİTLİ MES'ELELER
Vekâlet: Bir kimsenin,
başka bir kimseyi, kendi yerine koyması ve tasarruflarını belirlemesidir.
Eğer, vekilin
tasarrufatı (= yapacağı işler, tasarrufları) belirlenmiş olmazsa, bu vekilin
tasarrufatı, en basit işler olarak sabit olmuş olur. Mebsût'ta da böyledir.
Alimlerimiz şöyle
buyurmuşlardır:
Bir kimse, diğer bir şahsa:
"Seni, malım için vekil ettim." derse, bu durumda, bu sözle, o şahıs,
sadece, müvekkilinin malına vekil olmuş olur. Nihâye'de de böyledir. [1]
Vekâletin rüknü:
Kendisi ile vekaletin sabit olduğu lafızdır. "Seni, şu köleyi satmaya
(veya almaya) vekil ettim." demek gibi...
Sirâcü'l-Vehhâc'da da
böyledir.
İstihsanen— vekilin
vekaleti kabul etmesi, vekaletin sıhhatinin şartlarından değildir.
Fakat vekil vekaleti
reddederse; o vekalet reddedilmiş sayılır. Bunu, İmâm Muhammed (R.A.),
el-Asi'da zikretmiştir. Zehıyre'de de böyledir.
Şayet: "İstersen
kabul eyle." der de o da, susar ve satış da yaparsa caiz olur.
Şayet: "Hayır,
kabul etmem." derse batıl olur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Bir adam, diğer birini
kadın boşamaya vekil etse; o da bundan kaçınıp kabul etmese, sonra da boşasa
talak vaki olmaz.
Eğer reddetmez;
sarahaten (= açıkça) da kabuletmez fakat kadını boşarsa; istihsanen talak vaki
olur. Onun ikdamı (= azmi) talakın vekaletini kabul ettiğine delalettir.
Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, gaib
birisini vekil yapar; bir şahıs da, ona onun vekaletini, haber verirse, bu
vekalet sahih olur.
Haber veren ister adil
oslun; isterse, fasık olsun müsavidir. Çünkü o elçilik yoluyla haber vermiştir.
Vekil, ya onu tasdik eder (= inanır); veya tekzib eyler (= yalanlar) Zehıyre'de
de böyledir. [2]
Vekaletin çeşitli
şartları vardır:
1) Bu
şartlardan birisi, vekilin, vekil olduğu şeyi, yapabilecek güçte olmasıdır.
Delinin ve aklı
yetmeyen sabinin (= çocuğun) vekil tayin edilmesi, sahih olmaz.
2) Vekâletin
şartlarındandır. Sabinin (Çocuğun) bizzat kendisinin yapamayacağı bir şeye aklı
yetse bile (talak ıtak, hibe, sadaka (= zekat) ve benzeri şeylere; tasarrufatı
zararlı olacağından) vekaleti sahih olmaz.
Nafile (= fazla) olan
şeylerde ise, (hibeyi ve sadakayı kabul gibi) velisinin izni olmasa bile,
vekaleti sahih olur.
Fakat, tasarrufatı
zararla fayda arasında olursa; (alım-satım, icare gibi...) eğer bunları yapmaya
izinli ise, onu vekil /apmak, sahih olur.
Eğer bunları yapmaktan
men edilmiş ise, vekalet sözleşmesi bekletilir.
Eğer velisi (ticaret
gibi...) izin verirse, (kendisi gibi) o zaman yine vekaleti sahih olur.
Bedâi"de de böyledir.
Bîr kimse, bir yetime,
vasisini vekil tayin ederse, vekaleti caiz olur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de
böyledir.
Cinnet getiren mecnun
(= deli) bazan deli bazan akıllı olur ve cinneti halinde vekil tayin edilirse,
vekaleti, ifakatı halinde de sahih olmaz. Eğer ifakatı halinde vekil tayin
edilirse, caiz olur. Bu, ifakatı malum olanlar içindir. Hatta bu ifakatı
yakînen biliniyorsa böyledir.
Fakat ifakatınin
zamanı belirli değilse; vekaleti caiz olmaz. Bunaklığı fazla olan bir kimse,
bir şeyi almak veya satmak için vekil tayin edilirse; bu caiz olmaz. Muhıyt'te
de böyledir.
Ticaretten men edilmiş
bir köleyi vekil tayin etmek de caiz değildir. Bedâi"de de böyledir.
İzin verilmiş mükatebi
ve izinli köleyi vekil yapmak caizdir. Fakat, izinli bir köleyi, kadın
nikahlamak veya köleyi, mükateb etmek için vekil tayini caiz değildir.
Mebsût'ta da böyledir.
Efendisinin izin
vermiş bulunduğu bir köleyi, alım-satım ve başka bir şey için, başka bir şahsın
vekil yapması caiz değildir. Eğer başka bir şahıs, böyle bir köleyi vekil tayin
ederse; onun yaptığı kardan, efendisinin de başksının da yemesi caiz olmaz.
Şayet, böyle bir köleyi, başka bir şahıs vekil tayin eder, o köle de borçlu
olmazsa, vekaleti caiz; borçlu ise, vekaleti caiz değildir. Havî'de de
böyledir.
Bir köleyi, dava için
vekil yapmak caiz değildir. Dava ister yaralama, ister anlaşma olsun, fark
etmez. Çünkü davacı, bu şeylerde, onun efendisinin davaya izni olmaksızın,
kazancından bir şey iddia edemez. Me'zun mükâteb ve Me'zun babında, Mebsût'ta
böyle zikredilmiştir.
İki şahsın, iki kölesi
olur; bunlardan birisi, ortağının hissesi bakımından izinli olmazsa; onu da
mükateb kılar ve alım-satım, veya dava için vekil tayin ederse; mükatep tayin
eden şahsın, hissesine
ortaklığı sahih olur.
Sonra da, efendisi ona
izin verirse, bütün ortaklığa vekaleti istihsanen caiz olur.
Eğer, her iki
efendinin de mükatebi ise onu da bir şey için birisi vekil tayin etmiş; sonra
da diğerinin nasibinden aciz olursa; her ikisi için de nasibi caiz olur.
Hafvî'de de böyledir.
Mükâteb, eğer iki
efendinin malı olur ve bunlardan birisi diğerin de olan alacağını almaya, bu
mükatebi vekil tayin etmiş olsa; veya başkasında bulunan alacağını almaya vekil
tayin etse veya alıma-satıma vekil tayin etse; —bu alım-satım ister, diğer
efendisinden olsun ister başkasından olsun—, işte bu vekalet caizdir.
Keza, bu efendilerden
birisi, bu mükatebi, diğerinin kölesini satın almaya veya başkasından
almaya-satmaya yahut başkasının davasına bakmaya, vekil tayin ederse, ister
diğerinin davası olsun, ister başkasının davası olsun— bu vekalet de caizdir.
Keza şayet dava
kendisi ile efendisi arasında olsa bile, yine bu vekalet caiz olur.
Bunlardan birinin
oğluda onu, alıma-satıma vekil tayin etse,, bu vekalet diğer yabancılara karşı
caizdir. Mebsût'ta da böyledir.
Mürtedi vekil etmek
hususunda, durup beklenilir.
Eğer, bu mürted
müslüman olursa, vekaleti geçerlidir. Değilse geçerli olmaz.
Şayet öldürülür veya
ölür yahut dar-i harbe gidip iltihak ederse; İmâm Ebû Hanıfe (R.A.)'ye göre
vekaleti geçersiz olur. Bahru'r-Raık'ta da böyledir.
Şayet dar-i harbe
gider; sonra da müslüman olur ve şayet hakim, onun dar-i harbe iltihakına
hükmetmiş bulunursa, vekaletten düşer.
Eğer hakim, tekrar
onun vekaletine hükmederse, vekaleti geçerli olur. Havi'de de böyledir.
Dar-i harbde olan bir
mürted, onun malından bir şey satın almak için, "vekil tayin edilir, o mal
da islam diyarında olursa, bu vekalet caiz olmaz. Çünkü, onun dar-i islâmdan
dar-i harbe gitmesi mülkünden onu uzaklaştırmışür. Mebsût'ta da böyledir.
İrtidat eden kadını
vekil yapmak, —mülkünde itibarı olmadığı için— onu bu hususta tayin
bi'1-ittifak caizdir. O, bu durumda müslüme gibidir. Siracü'l-Vehhâc'da da
böyledir.
Keza, eğer vekil
tayini, mürtet olmadan önce ise, irtidatından sonra da vekaletine itibar
edilir.
Bu; yalnız kendi
mülkündedir.
Ancak bu kadını
nikahlamak yoktur. Çünkü, mürteddenin nikahı caiz değildir; batıldır.
Hatta, bir vekil onu
irtidadı halinde nikahlarsa; o kadın yeniden müslüman olana kadar caiz olmaz;
İslamı kabul edince, nikahı da caiz olur. Mebsût'ta da böyledir.
Bir kimse, onu, bir
kadın nikahlama hususunda, vekil eder; o da, o zaman müslüman olur; sonra
irtidad eder; sonra da tekrar müslüman olur ve nikâh yaparsa; yaptığı nikah
caiz olmaz. Çünkü, irtidadı, onu vekaletten düşürmüştür. Bedâi' ve Havî'de de
böyledir. [3]
Bir müslümanı vekil
yapmak caiz olduğu gibi, bir zimmiyi vekil yapmak da caizdir.
Zimminin hakları da;
bizim hakkımız gibi, masumdur. Ve mer'idir. (= geçerlidir). Havi ve
Bedfii"de de böyledir.
Bir zimmî, bir
müslümanı vekil yapar; hakim de jçki hakkında başka bir zimmîye karşı,
hükmederse müslümanın onu alması mekruhtur. Eğer alırsa, talebden berî olur.
Havî'de de böyledir.
Bir zimmî, bir
müslümanı; bir zimmînin yanına, içkiyi, rehin koymak veya ondan içki almak
hakkında vekil yaptığında, eğer vekili, bir elçi olarak yollamışsa; bu sahih
olur.
Eğer: "Borç ver."
demişse; o, rehin olmaz. Mebsût'ta şöyle zikredilmiştir:
Vekâlet de, rehin
gibidir, (yani rehinde vekalet vardır.)
Bir baba, küçük bir
oğluna, bir adamın, bir şey alması ve onun davasına bakması hususunda vekil
yaparsa; bu caizdir. Babasının vasisi de baba gibidir; sâbî için birisini vekil
yapabilir. Muhıyt'te de böyledir. [4]
Yetim İçin, vekil
tayini caizdir. Kendi nefsi için her ne yapabile-cekse, vekil onu yetim içinde
yapar. Siraciyye'de de böyledir.
Eğer yetim için bir
vasi varsa; o vasi, her hususta yetim için vekil tutar. Ve her vekil, müvekkili
yerine vekil olur. Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'e göre
böyledir. Ancak, bu vekaletten adetli eşyalar hariçtir. Mebsût'ta da böyledir.
3) Vekaletin
şartlarından biri de vekile müracaat etmektir. Ancak, bunun için vekilin
aklının başında olması gerekir. Mecnunun ve aklı yetmeyen çocuğun vekaleti caiz
değildir. Fakat buluğa erişmiş kişinin hür olması şart değildir. Vekaletin
sıhhati için, bunlar da vekil olurlar. Bunlar, ticarete
me'zun olsalar da,
olmasalar da vekaletleri, şahindir. Bedâi'de de böyledir.
Bir sabi veya köle,
bir köleyi azat etmeye vekil olsalar; —ister malı olsun ister başkasının irialı
olsun; isterse, kitabeti olsun— bu caizdir.
Bu, Mebsut'un Vekâlet,
Kitabet ve Itk babında zikredilmiştir.
Bir vekilin aklı,
içtiği nebiz (= şerbet) sebebiyle, karışık olur; fakat ahm-satımı, alma ve
vermeyi bilirse, işte bu şahıs, vekalet üzeredir. Eğer, akıl, karışıklığı bene
sebebiyle olursa, vekaleti caiz olmaz,Çünkü c bunaklık verir.
Hızânetü'l-Müftm'de de böyledir.
Vekil tayininde,
—hilafsız— bilgi şarttır. İster vekalet ilmini bilsin; isterse muamelat ilmini
bilsin fark etmez.
Hatta bir adam, bir
köle satmaya, birini vekil eylese, vekil de onu sattığı adamı bilmeden, satsa;
satın alan da onun vekil olduğunu bilmese; müvekkili izin vermedikçe, bu
ahm-satım caiz olmaz. Vekil, bunu sonradan öğrenmiş olsa bile böyledir.
Fakat vekalette tayin
ilmini bilmesi gerekli midir, değil midir?
Evet şarttır.
Ziyâdat'ta böyle yazılmıştır. Vekalete gelince işte o şart değildir. Bedâi' 'de
de böyledir.
Bir kimse, diğerine:
"Bu elbisemi filana götür de satsın." veya: Filana git; benim bu
elbisemi sana satsın." dese işte bu caizdir. Ve, bu o adamın, o elbiseyi
satmasına bir izindir.
Şayet muhatab, mal
sahibinin ne dediğini bilirse; satışında, bir rivayet vardır.
Eğer bilmezse; iki
rivayet vardır. Şayet mal sahibi müvekkil: "Git bu elbiseyi temizlikçiye
ver; temizlesin" veya: "Terziye götür; bir gömlek diksin."
derse; bu, temizleyici ve terzi için izindir. Me'mur böyle hareket eder ve
yaptığı işten dolayı tazminat gerekmez.
Bu Mebsût'un caiz
olmayan vekaletler babı'nda zikredilmiştir.
Aslın vekaletinde,
kölesine:"Filana git; seni azad eylesin." veya "Seni mükateb
yapsın." deyince, o adam da o köleyi azad ederse, işte bu caiz olur, ve, o
filan vekil olmuş sayılır. Onun ıtak'ı (= azad etmesi) de geçerlidir. İster
bilsin, ister.se bilmesin
fark etmez. Zehiyre'de
de böyledir.
Keza bir adam
karısına: "Filana git; seni boşasın" der; o da onu boşarsa
bilmese bile talak
vaki olur. Serahsî'nin
Mumytıînde de böyledir.
Vekilin, vekaletini bilmesi şarttır. Ve onun vekaletiyle amel olunur. Hatta,
bir adam, bir
başkasını, "kölesini satmak"
veya "karısını boşamak" üzere vekil yapsa; o adam da, vekil
olduğunu bil: meşe ve kadını boşasa veya bir şeyini satsa; satışı da kadını
boşayışı da batıldır. (= geçersizdir.)
Bunu, İmâm Muhammed
(R.A.) Cami'i Sağîr'de söylemiştir. Zehiyre'de de böyledir.
Bir kimse, diğerini,
onun bilgisi olmadan tevkii ederse; o şahıs vekil olmuş sayılmaz. Muhtar olan
kavil budur. Cevâhiru'l-Ahlâtî'de de böyledir.
Müslüman ve islam
diyarında bulunan bir şahıs dar-i harbde olan bir harbiyi vekil yapsa; bu
vekalet batıldır.
Keza dar-i harbdeki
bir harbî, dar-i islamda olan bir müslümanı Harbî birisi, bir müslümanı veya
zimmîyi yahut bir harbiyi borç alıp vermede —dar-i islamda— vekil yapar; buna
karşı da, islam ehlinden bir şahit bulunur; bu vekili de dar-i harbe çıkarsa,
vekaleti bozulur.
Keza, alım-satım
hakkında veya bir emanet almaya yahut benzeri, bir şeye vekil yapar ve bu vekil
de dar-i harbe giderse; vekaleti bozulur.
Bir kimse, bir
müslümanı veya güven altında olan ver dar-i islamda bulunan bir zimmiyi davası
veya alim-satımı yahut başka bir işi için vekil tayin etse, bu caiz olur. Şayet
o vekil, dar-i harbe iltihak ederse; vekaleti batıl olur. Havî'de de böyledir.
Mürtedin vekaleti
caizdir.
Şöyleki: Bir müslüman,
bir mürtedi vekil yaptığında, eğer onu vekil yaptığı vakit, o adam müslüman idi
de, sonradan mürted olduysa; işte o vekaleti üzerinedir.
Ancak, mürted dar-i
harbe iltihak ederse;' vekaletten düşer. Bedâi*'de de böyledir.
İbnü Semâa'mn
Nevâdir'inde İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un şöyle buyurduğu zikredilmiştir:
Mudarib, bir köle
satarak, yerine bir adamdan mudarebe malı satın alsa ve müşteri, mal sahibini,
o malı teslim almaya vekil eylese; bu caiz olmaz.
Keza müşteri,
satıcının ortağını, onu teslim almaya vekil etse; o da müfaveda ortağı olsa;
yine bu vekalet caiz olmaz.
Veya inan ortağını
vekil yapsa; bunlar ortak oldukları için, vekalet yine caiz olmaz.
İmâm şöyle
buyurmuştur: Nerede kölenin satımına izin verilirse, onun müşterisi, onun
teslim alınması için, vekil yapılmaz. Muhiyt'te de böyledir.
Bir müste'men diğer
bir müste'meni davası hakkında vekil yapsa; sonra da vekil yapan dar-i harbe
gittiği halde, vekil dar-i islam da kalsa, bu davaya bakabilir. Eğer vekil,
harbî için hak iddiasında bulunursa husûmeti (= davası) kabul olunur.
Eğer harbî olan,
davalı ise kıyasda o dar-i harbe dahil olunca vekalet kesilir. Biz, bunu
alırız. Çünkü davadan maksud hükümdür ve hakim için de ehl-i harbi ilzam
yoktur. Şayet müste'men şahıs, bir zimmîyi bir alım-satım hakkında veya karşılıklı
borç alıp vermekte —ancak, davanın dışında— vekil tayin eder; sonra da dar-i
harbe iltihak ederse; bu caiz olur. Mebsût'ta da böyledir.
4) Vekâletin
Şartlarından birisi de müvekkelün bih'e müracaat etmektir.
1) Hakku'Uah
(= Allahu Tealanın hakkı)
2)Hakku'l-abd(
= kulların hakkı) [5]
Allahu Teala'nm
hakları da iki nevidir:
1) Bunlardan
birisinde, dava ve hakimin hükmü şarttır. Kazf haddi (yani iffetli bir kadına
zina isnad etmek cezası) ve sirgat (= hırsızlık ) haddi gibi...
Bu nevide, İmâm Ebû
Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, vekil yapmak caizdir.
Vekaletin sabit
olmasında vekil yapanın hazır veya gaib olması müsavidir. Ve tazin isteği de
caizdir. Bu vekil, yapılan huzurda ise böyle olur. Şayet huzurda yoksa, caiz
olmaz.
2)
Hukukullahm ikincj nevinde, dava şart değildir: Zina haddi içki haddi gibi...
Bu nevide
isbatmda vekil tayini
caiz değildir. İstifasında
da böyledir.
Hilaf, ancak haddin
sübutundadır. Fakat malın sırkatta isbatına gelince, vekil tayini bi'1-icma
makbuldür. Siracü'l-Vehhâc'da da böyledir. [6]
Kul haklarına gelince,
o da iki nevidir:
Birinci nevi: Kısas
gibi... Şüphe ile olan da^ hak almak caiz değildir. İsbat edilip şüphe
kalmayınca, vekil tayini İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve imâm Muhammed (R.A.)'e göre
caizdir.
Fakat, kısas hakkını
almakda, vekil tayini —şayet müvekkil veli ve hazır olursa— caiz olur. Eğer
gaib olursa; caiz olmaz.
İkinci Nevi'de ise,
şüphe ile de olsa hakkını almak caizdir. Borç ve bizzat olan ayrılar ve diğer
haklar gibi...
Bunlar da vekil
ta'yini, borcun, aynın ve sair hakların, —kısas hariç— isbatı halinde, hasmın O
davalının rızasıyla), dava içinde caizdir. Bunda hilaf yoktur.
Keza, isbat halinde,
ta'zir için de vekil tayin etmek caizdir, Bu da bi'I-ittifaktır.
Vekil için hak almak,
müvekkili hazır olsun veya olmasın müsavidir. Bedâî'de de böyledir.
Alım-satımlarda, yiyim-içimlerde, icare ve nikahda, talak ve ıtakda; hulû' ve
sulhda,emanet ve ariyette, bağış ve sadakada, verme ve almada, borç verme ve
borç almada rehin verip —rehin almada,— bunların tamamında tevkil (= vekil tayin etme) caizdir. Zehıyre'de de
böyledir.
Mubah olan şeylerde
(odun kestirmek, ot biçtirmek, su istemek, maden çıkartmak gibi şeylerde)
vekalet sahih değildir. Böyle şeylerde /ekalet yoktur. Bunlar asîle ait
işlerdendir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da jöyledir.
Borç istemekde de,
vekil tayini sahih olmaz. Müvekkil için, istikraz hususunda mülk sabit olmaz.
Vekil için, borç
istemek yoktur. O helak olursa, kendisine aîd olur ve kendi malından ödeme
yapar. Kâfi'de de böyledir.
Şüf a talebi,
kusurundan dolayı bir şeyi reddetmek taksim yapma, bağış istemek hususlarında,
vekil tayini caizdir. Bedâi"de de böyledir.
Hibeden dönmek
hususunda vekil tayini yoktur.
Emaneti, emanet
bırakılandan almada da, ariyeti ariyet alandan istemekte, üzeninde borç alandan
borcu istemekte, mürtehinden rehni almakda, vekillik yoktur. Bu, vekalet
mülkten iltimas için olursa böyledir
Bir kimse böyle Jbir
adamı borcuna mukabil bir köleyi rehin bırakmaya vekil etse veya emanet bırakmaya;
ariyet koymaya veya hîbe etmeye vekil etse, bu hallerde müvekkiline izafe
edilir; kendi nefsine
izafe edilmez.
Ve "gerçekten
zeyd senin köleni; senin için bağışlamak veya rehin bırakmak veya emanet
bırakmak istedi" denilir. Şayet kendi nefsine izafe ederse, o zaman:
"Benim için, bağışla veya ariyet yap veya borç ver." der. Bu
hallerde, tamamı vekil için olmuş olur; vekil tayini eden için olmaz.
Siracü'l-Vehnâc'da da böyledir. [7]
Vekâlet elfazı (—
sözleri) şunlardır: Bunlar gerçekten, vekalete ıtlak olunur. Bir kimsenin
vekiline: "Seni vekil eyledim." veya "Vekaletini sevdim."; "...Razi oldum."; "...istedim." "...arzu ettim." demesi gibi...
Şayet müvekkil seni
kan boşamakdan men etmiyorum." derse; bu vekil tayini olmaz. Tebyîn'de de
böyledir.
Eğer: "Bana
muvafakat et." der ve emrederse; işte bu vekil tayini olur. Muhıyt'te de
böyledir.
Bir adam, başkasına:
"Sana kölemi satmaya izin verdim." dese, şahıs muhatabını vekil
yapmış olur. Zehıyre'de de böyledir.
Bir adam, başkasına:
"Sen benim alacağımı almakta vekilimsin." derse, o şahıs
vekil olur.
Keza: "Sen benim
hürriyetimdesin." veya yine: "Sen, benim hayatımda vasimsin."
derse; onu vekil yapmış olur. Şayet: "Sen, benim vasimsin" derse;
muhatabı vekil tayin edilmiş sayılmaz.
Eğer: "Sen, benim
herşeyimde vekilimsin." derse; o şahıs, yalnız malını muhafazada vekili
olur; başka işlerinde vekili olamaz. Sahih olanı budur.
Keza, şayet: "Sqn
benim az veya çok her şeyde vekilimsin." derse yine o şahıs, malım muhafazada
vekili olmuş olur.
Şayet: "Sen,
benim her şeyimde vekilimsin." der ve "Emrin caizdir." derse, o
takdirde, bütün işlerinde vekili olur. (Alım-satım, hibe ve sadaka gibi..) Köle
azad etmek, talak ve vakıfta ihtilaf edilmiştir. Bazıları: "Buna sahib olamaz."
dediler.
Ancak önceki sözünde
buna delalet (= işaret) varsa, bu vekâlet caiz olur. Bu görüşü, Fakiyh
Ebû'1-Leys kabul etmiştir... Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimse, diğerine:
"Seni bütün işlerimde vekil yaptım." der; o da ona: "Karını boşadım." veya "Bütün
malını vakfettim." derse; esahh olan bunun caiz olmamasıdır.
Eğer onun malını,
emlakinin tamiri için; veya ehlü lyalının masraflarına sarf ederse, ona
müracaat edebilir mi?
"Uygun olan,
müracaat etmesidir." denilmiştir. Çünkü, vekil müvekkilin faydasına
harcama yapmıştır. Ve, Mı vekilin müvekkiline: "Bunu, senin için
yaptım." demesi caizdir. Hulasa'da da böyledir.
Bir kimse, başkasına:
"Seni, bütün işlerime vekil eyledim." ve: "Seni yerime
oturttum." derse, bu umumi bir vekalet olmaz.
Şayet: "Seni,
vekaleti caiz olan bütün işlerime vekil eyledim." derse; vekaleti
umumileşmiş olur. Alım-satımı ve nikahları kapsamı içine alır. Eğer vekalet
umumi olmazsa, bakılır: Adamın işine, sanatı muha-lifse vekaleti batıldır.
Eğer.adam tüccar ve ticareti ile tanınmış ise; vekaleti ticaretle ilgili olmuş
olur.
Bir adamın bir kölesi
olur ve başka birine: "Benim köleme ne yaptın?" der o da:
"Tamamını azad eyledim." derse; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre caiz
olur. Fetva da buna göredir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Hükümdar, bir adama
cebr ederek, onu, bir başkasının karısını boşamaya vekil eder; zorlanan adam da
başka birisine bunu söyleyerek: "Sen, benim vekilinsin." der; o vekil
de, adamın karısını boşarsa; kocası: "Ben, karımın boşanmasını istemedim."
dese bile, o adamın boşadığı kadın, boş olu:.
Şu mes'ele, buna
muhaliftir: Şayet bidayeten: Sen, benim veki-limsin." der ve kocası da:
"Ben, onu boşamak istemedim." derse, karısı boş olmaz. Muhıyt'te de
böyledir.
Bir adam karısına:
"Seni vekil yaptım; her ne istersen onu yap." der; kadın da:
"Eğer, sen beni vekil yaptınsa; ben de kendimi senin elinden üç talak azad
eyledim." der; kocası da:"Ben seni vekiî etmekle bunu murad
eyledim." derse; eğer daha önce talak sözünden bahsedil-memişse, kadının
sözüne itibar edilmez. Yeminle birlikte kocanın sözü geçerli olur.
Ve eğer, daha önce
talakdan bahsedilmişse, bu durumda —kadın kendisine mücamaat yapılmış karısıysa
ric'î olarak bir talak vaki olur.
Alimler, şöyle
buyurmuşlardır:
Önceden talakdan
bahsedilmiş olmasa bile, bir talak vaki olur. Onun "üç talak demesi"
bunun delilidir. Bu kavil, İmâmeyn'in kavline göre bir cevabdır.
Fakat, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre, önce talakdan söz edilmemişse, bir şey vaki olmaz.
Ve eğer, önceden
talakdan söz edilmişse, üç talak vaki olur. Umumi görüş de, bunun üzerinedir.
Zehıyre'de de böyledir.
Bir adam, yabancı bir
kadanı: "Kocanla mal mukabili boşanma yaparmısın? " dese; o da:
"Sen bilirsin." dese; veya: "Sen, filan ile evlenmek ister
misin?" veya "Senin eşyalarını satayım mı?" deyince, kadın da
cevaben: "Sen .bilirsin."
dese; işte kadının bu sözü; mal mukabili boşamaya, nikah yapmaya ve eşyasını
satmaya, o adamı vekil yapmış olması demektir. Cevâhiru'I-Ahlâtî'de de böyledir.
Bir kimse, başka
birisine: "Şu malı al." der; diğeri de: "Nasıl görürsen, öyle
yaparım." derse; bu bir vekalet olmaz.
Şayet: "Uygun
gördüğün her işi yaparım." derse; işte bu bir vekalet olur. Kerderî'nin
VecizFnde de böyledir.
Bir kadın öfkeli
halinde, kocasına: "Yapılmayacağı yaparım." der; kocası da: "O
mümkün değildir." karşılığını verir, kadın ise: "Eğer yaparsam (ne
olur?" deyince, kocası: "İcazetini veririm." der ve kadın da:
"Kendimi üç talak boşadım." derse; bu durumda talak vaki olmaz. Çünkü
koca, bununla örfen talak murat etmiş olmaz. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, başka
birisine: "Bin dirheme, bir cariye satın al." veya: "Cariye
satın al." derse; bu sözle vekil tayin etmiş olmaz.
Bu, bir meşveret olur.
Şayet: "Bin
dirheme bir cariye satın al; satın alışına karşılık, sana bir dirhem
vardır." derse; işte bu takdirde o adam vekil edilmiş sayılır ve vekil
içinde ecr-i misil vardır. Dirhemden fazla olmaz.
Bir adam, borçlusuna:
"Sende olan alacağım karşılığında, bana bir cariye satın al." dese;
bu vekalet sahih olmaz.
Bu, tmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre böyledir.
Şayet: "Sende
olan malımla, ban bir cariye satın al. O da filan cariye (veya filanın
cariyesi) olsun" derse; bütün alimlere göre; bu durumda vekalet sahih
olur.
Keza: "Sende olan
malımı bana teslim et." derse; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre vekalet
sahih olmaz.
Şayet: "Sendeki
malımı filana teslim et." derse; bütün alimlerimize göre, bu vekalet sahih
olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir adam, başka
birine: "Eğer şu kölemi satmazsan, karım boş olsun." derse;
bu durumda satış
hakkında, vekaleti sahih
olur. Zehıyre'de de böyledir.
Bir adam, başka
birisine: "Seni, şuna musallat eyledim." derse; bu "seni, şuna
vekil eyledim." demek gibidir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimse, başka bir
şahsa: "Malımdan faydalandırma hususunda işimi sana ısmarlıyorum." veya
"Alacaklarımın işini sana
havale ediyorum."; "Hayvanlarımın işini, sana havale
ediyorum."; "Mülkümün işini, sana ısmarlıyorum." (onları
otlatma, besleme, bakma gibi...) keza "Karımıln talakj işini, sana havale ediyorum." der ve
böylece mecliste kısa keserse; bu vekalet olmaz.
Şayet, iktısar
etmez de: "Seni
temlik eyledim. (= İstediğini
yaparsın." derse, bu vekalet sahih olur. Bahru'r-Raik'ta da böyledir. [8]
1) Vekil,
—vekil olduğu hususta— müvekkilin yerine geçer. Vekil, vekili olduğu şeyi,
yapmaya zorlanamaz.
Ancak, emaneti vermede
cebredilir. Şöyle ki: "Müvekkil şu elbiseyi, filana ver." der; vekil
bunu kabul eder ve emreden gaib olursa; kendisine verilmesi emredilen şahıs,
vekile o elbiseyi vermesini icbar eder. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir,
Bir kimse diğer bir
şahsı, kölesini azad eylemeye vekil eder; o da bu vekaleti kabul ettikten sonra
dönüp vaz geçerse, o vekil olması için cebredilmez. Havî'de de böyledir.
2) Vekil, —kendisine bu hususta izin
verilmemişse— bir başkasını vekil edemez. Tahavî Şerhi'nde de böyledir.
Bir kimse diğer
birini, davasına vekil tayin ettiğinde ona:"Ne yaparsan, işte o
caizdir." der; o vekil de, başka birini vekil ederse, onun vekaleti de
cazi olur.
İkinci vekil, birinci
şahsın vekili olmuş sayılır; ikincinin şahsın (yani ilk vekilin) vekili
sayılmaz.
Bu durumda birinci
vekil ölür veya azledilir; delırir; irtidad ederek dar-i harbe iltihak ederse;
ikinci vekil azledilmiş olmaz.
Şayet birincinin
müvekkili ölür veya delirir yahut irtidad ederek dar-i harbe iltihak ederse;
her iki vekil de azledilmiş sayılırlar.
Eğer birinci vekil,
ikinciyi azlederse, azli sahih olur.
Şayet vekil, bir
başkasını vekil yapar ve ona: "Her ne yaparsan^ caizdir." derse;
ikinci vekil, başkasını vekil yapamaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Ticaret ehli olan bir
köle efendisini, alacağım almaya vekil ederse; bu efendi, başkasını o alacağı
almaya vekil yapamaz. Bununla beraber, eğer efendi vekil tayin edilir; o da bir
başkasını vekil ederse; caiz olup olmayacağına bakılır:
Eğer kölenin üzerinde
borç yoksa, vekil caiz olur.
Eğer borç varsa caiz
olmaz. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir. [9]
1) Vekalet,
caiz olan akidlerden (= sözleşmelerden) ibarettir. Vekaletin devamlılığı
yoktur; vekil müvekkilin, müvekkil de vekilim azledebilir. Nihâye'de de
böyledir.
2)
Kendisine, bir emanet bırakılan şahsın, o emaneti, emanet bırakan şahsa ödeyip
kurtulması gerekir.
Ödeme hususunda, onun
sözü geçerlidir. Şayet malı vermiş olur ve: "Ben filana olan borcumu
ödedim." der mal sahibi ise, bunu yalanlarsa, vekilin sözü geçerli olur ve
zimmetinden kurtulur. İkisine de yemin gerekmez. Ancak, onu yalanlayana yemin
gerekir; doğrulayana gerekmez.
Şayet, vermekte emr
olunan şahıs doğrularsa, gerçekten diğeri ona "almadığına dair" yemin
verir. Eğer yemin ederse, alacaklının almadığı meydana çıkar ve borçludan da
borç düşmez.
Eğer yemin etmekten
kaçınırsa, alacağı şeyi aldığına delalet eder ve amir alacağından düşer.
Şayet amir, onu
doğrular ve: "Gerçekten alacağını almadı." der; mem'ur da onu
yalanlarsa; bu defada hassaten me'mura "borcunu verip vermediğine dair
yemin verilir.
Eğer yemin ederse,
borcundan kurtulmuş olur.
Yemin edemezse,
kendisine verileni geri verir. Tahavî şerhı'nde de böyledir. [10]
Vekâlette, cehaiet-i
yesire ile vekilin meçhuliyeti, vekaletin sıhhatine mani değildir.
Şartlar fasid olsa
bile, vekalet batıl (- geçersiz) olmaz.
Vekâlette, şart-ı
hıyar (= muhayyerlik şartı) sahih olmaz. Çünkü, muhayyerlik şartı, feshi
muhtemel olanda lazımdır. Vekalet ise, gayr-i İazımedir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir.
Hatta, bir
kimse diğerine: "Sen,
benim karımı boşamaya vekilsin." der ve: "Üç
güne kadar muhayyersin." diye ilave ederse; bu vekalet caiz; şart ise
batıldır. (= geçersizdir.) Muhiyt'te de böyledir.
Kefalet, bazen bir
zamana veya bir mekana izafe edilebilir: Mesela: Bir kimse, diğerine: "Onu
yarın sat." der ; vekil de onu, bugün satarsa; satışı caiz olmaz.
Keza: "Şu kölemi
azad et." veya "Yarın karımı boşa." derse; vekil onu bugün
boşayamaz.
Şayet: "Kölemi
bugün sat." veya: "Bugün, bir köle satın al." yahut:
"Kölemi, bugün azad eyle." der; vekil de, bu işi yarın yaparsa bunda
iki ihtilaf vardır: Bazıları: "Sahih olur. Vekalet, bu günden sonra vaki
olmuştur." demişlerdir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kisme, başka bir
şahsı borcunu Şam'da alıp-vermek üzere vekil tayin ederse; vekilin bu borcu
Kûfe'de ahp-vermesi caiz olmaz. Bahrıı'r-Râik'ta da böyledir.
Vekâlet, bazen de, bir
kayıtla mukayyed olabilir.
Bir kimse, diğerine:
"Malım sana helal olunca, onu al." veya: "Filan gelince,
alım-satım yap."; "Bir şey sübüt bulunca, sen onu almaya
vekilimsin." yahut: "Hacılar gelince, alacağımı al." derse; bu
durumlardaki vekalet sahih olur. Serahsî'nin Muhıyti'nde de böyledir.
Vekâlette her akdin,
müvekkile izafesi şart değildir. Kefaletin sıhhatındandır. Bazı akidleri
vekilin bizzat kendi nefsine izafe etmesi kafi gelir: Alım-satım; icarat, sulh
gibi... Alım-satım manasmdaki bütün haklar, vekile racidir. Ve vekil, bu
husustaki bütün haklara sahib olur. Satın alınan şeyi teslim almak, satılan
şeyin bedelini istemek, satılanı geri almak, kusurlu olması halinde dava etmek;
bedelde geri dönmek ve emsali gibi... Bedâi"de de böyledir.
Mülkiyet, müvekkile
aittir, vekil böyle değildir. Hatta vekil, müvekkilin akrabalarından birini
satın alsa, vekil
onu azledemez.
Siraeü'l-Vehhâc'da da böyledir.
Vekile izafe edilen
haklarda, —vekil hayatta oldukça, her ne kadar
hazırda olmasa bile—
müvekkile hak intikal
etmez. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.
Ahm-satım vekili,
satılan malı teslim edince, bedelini alırsa, onu hemen müvekkiline vermez.
Siracü'I-Vehhâc'da da böyledir.
Müvekkil parayı hemen
isterse, o zaman vekil onu men eder. Ancak, vermesi de caiz olur.
Bu durumda vekil, onu
geri isteyemez. Cevheretü'n-Neyyire'de de böyledir.
Şayet satılan şeye,
bir hak sahibi çıkarsa; müşteri, onun bedeli için, peşinen ödemişse vekile
başvurur.
Eğer müşteri bedeli
müvekkile vermişse, ondan geri ister ve alır.
Şayet satılan şeye,
hak sahibi çıkmaz; fakat müşteri, onda bir kusur bulursa; vekili; dava eder.
Eğer kusur sabit olur
ve onu hakimin hükmüyle geri verirse; vekilden parasını, —peşin olarak
ödemişse— geri alır.
Eğer müvekkile
ödemişse ondan alır. Keza vekil bir şey satarsa; parasını —müvekkil değil—
vekil ister ve alır. Satılan şeyi de müvekkil değil vekil teslim eder.
Satılan şeye bir hak
sahibi çıkar ve dönmek gerekirse, yine satıcıya müracat edilir; müvekkile
müracaat edilmez.
Şayet, onun elçi v (=
resul) olduğunu iddia eder; satıcı da: ''Gerçekten o, vekildir." der ve
sattığının bedelini ondan isterse; müşterinin sözü kabul edilir. Beyyine
getirmek satıcıya düşer.
Bir köle, bir şahıstan
bir şey satın aldığında, satıcı: "Sana,satı-lanı teslim etmem. Çünkü sen,
alım-satımdan memnusun." der; köle de:''Ben izinliyim." karşılığını
verirse; bu durumda, kölenin sözü geçerli olur.
Şayet satıcı beyyine
göstermiş; köle de memnuiyetini ikrar etmiş ve bu da hakimin hükmünden satıştan
önce olmuşsa, beyyine kabul edilmez.
»Bir köle, bir adama
bir şey sattıktan sonra: "Bunu sana, efendim için sattım." der ve
"kendisinin alım-satımdan memnu olduğunu" söyler; müşteri de:
"Bilakis, sen izinlisin." derse; müşterinin sözü kabul edilir;
kölenin sözü kabul edilmez.
Vekil icarcıyı isbat
hususunda dava eyler ve ondan icarı alır. İcarı vermemesi halinde vekil,
icarcıyı habsettirir. Her ne kadar, müste'cire bağışlanmış veya teberru edilmiş
olsa bile, eğer icarcının beyyinesi yoksa bu caizdir. Eğer beyyinesi varsa, o
zaman vekil dava edemez. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.
Şu gibi mes'elelerde,
her akdi müvekkile izafe etmek ve hukukunu ona raci kılmak da, vekaletin
sıhhatinin şârtlarındandır: Nikâhda, talak da, ıtakda, mal mukabili karı
boşamakta" kandan sulhda, kitabet
akdinde, iddia olanın inkarında... Bedâi'de de böyledir.
Kocanın vekili,
kadının mehrini isteyemez. Kadının vekilinin de, mehri ona teslim etmesi
gerekmez.
Keza» kadının vekili,
mehri kocasından alamaz.
Keza kitabenin vekili,
kitabet bedelini alamaz. Keza hulu vekili, eğer kocanın vekili ise hulû
bedelini alamaz; kadının vekili ise alır. Ancak bunu kadına öder kendisi
harcayamaz. Siracü'l-Vehhâc'da da böyledir.
Bunların tamamı
vekilin, hakimin hükmüyle vekil olmuş olması halinde böyledir.
Bir sabi bir şeyi alıp
satmaya vekil olur ve bir şey satar veya alırsa; eğer aklı başında biriyse,
alıni-satımı caiz olur. Sabi için uhde ( = hakimin hükmü) gerekmez. Bu uhde
amire aittir. Zehıyre'de de böyledir.
Müşteri ve satıcı
için, muhayerlik yoktur; ister ticaretten memnu olduğunu bilsin, ister bilmesin Zahîru'r-rivaye budur. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.
Ve eğer sabi izinli
birisiyse ticaret yapmaya yetkiliyse satış yapmaya izinli ve yetkili olan bir
sabi, satılan bir malın bedelini almaya vekil yapılmışsa; satış, müeccel olsa
bile, bu caiz olur. Şayet bu sabi satın almaya, vekil edilmiş, satın aldığının
bedeli de müeccel (- te'hirli) ise, kıyasen ve istihsanen, o ilzam edilmez.
Bilakis uhde, amire aittir.
Hatta satıcı amirden
parasını ister ve alır. Sabi'den istemez.
Fakat bedeli hal-i
hazırda verilmek üzere, satın alırsa; kıyasen sabiyi iltizam yoktur; istihsanda
ise, vardır. Zehiyre'de de böyledir.
Hür bir şahıs,
—ticarete izinli olan bir köleyi köle, cariye veya yiyecek maddesi yahut diğer
şeyler almaya vekil tayin eder,o da bin dirheme ve bedelini nakden vermek üzere
satın alır; —kendisine bin dirhem verilmese bile— bu durumda bu kölenin
emrolunduğu şeyi satın alması caizdir ve bu vazife kendisine aittir.
Şayet amir, köleye
emrederek, "veresiye satın almasını söylerse; köle, bu minval üzere bir
köle veya başka bir şey satın alırsa, bunlar köle için olur. Amir için almaz.
Eğer me'zun bir
köleyi, başka bir adam vekil yaparak, bir şey alıp satmasını isterse işte bu
caizdir. Bu köle, hür menzilindedir.
Eğer me'mur mürted
ise, onun da ahm-satımı caizdir. Fakat, uhde hükmü üzerinde durulur. Bu, İmâm
Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göredir: Eğer müslüman olursa, uhde kendisine ait olur;
değilse amirine ait olur. Siraeü'i-Vehhâc'da da böyledir. [11]
Bir kimse,
Harezun mahkemesinin hakiminin
huzurunda, Hârezun'da bulunan bütün haklarım almak üzere, birini vekil
tayin ederse; hakimin, müvekkeli ismen ve neseben tanıması halinde, müvekkil
onu vekil tayin eder.
Bu hakimin yanında
bulunan başka bir şahıs, müvekkelde, hakkkının olduğunu iddia ve bu hakkını da
isbat ederse; başka vekalete ihtiyaç olmadan hükmedilir.
Şayet, hakim vekil
onlani tanımıyorsa onu vekil yapmaz. Çünkü, mahkemede lehine hüküm verilecek
şahsı tanımak, hükmün kime verildiğinin bilinmesi için şarttır.
Eğer müvekkel
hüccetiyle, filan oğlu filanı dava ederse hakim bilgi hasıl oluncaya kadar
hasmın davasına bakmaz. Eğer hakime isbatlı şahitli yazı yazar da filan oğlu
filanı şu şu işime vekil yaptım." derse, bu yazısı kabul edilir. Zira,
hazırda olmak şart olmadığı gibi hasmın beyyi-neyi duyması da şart değildir.
Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.
Bir kimse "Kûfe'deki bütün haklarını almaya
birisini vekil ettiğini" iddia ettiğinde, bu vekil dava etmeye de vekil
olduğundan beyyinesi ile gelip, vekaletini ibraz eder; müvekkil de müvekkil
adına hiç bir kimse de hazırda bulunmazsa, o hakimin hasım gelipte, vekaleti
tasdik veya tekzib edene kadar şahitleri dinlememeye hakkı vardır.
Davalı gelip, vekaleti
kabul ederse, bu vekilin vekaleti geçerli olur.
Bundan sonra, başka
bir borçlu gelir de beyyinesini yenilemesini isterse, buna ihtiyaç kalmaz.
Şayet davalı vekaleti
inkar ederse, bu vekalet batıl olur. Müvekkilin huzuru (= hazır bulunması)
gerekir.
Müvekkil hazır olunca,
başka bir davalı gelip, ikinci bir defa öncekinin. vekaletini isbat eylese bile
böyledir. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.
Bir kimse, diğer
birine karşı, bir hususta vekaletini isbat eder sonra da vekil, o şahısta başka
bir hak iddia ederse; vekaletine dair başka bir beyyineye ihtiyaç olmaz.
Dava vekaleti böyle
değildir. Bir vekil, diğer bir davaya vekaletsiz, bakamaz. Kerderî'nin
Vecizi'nde de böyledir.
Bir kimse, bir beyyine
ile "filan oğlu filanın, filan oğlu filana başkasında olan malım almaya
vekil olduğunu iddia ettiğinde, borçlu onu kabul ederek :"Borcurn vardır.
Fakat, bu adamın vekaletini inkâr ediyorum/' der veya hem borcunu, hem de
vekaleti inkar eder; vekil de, vekaletini isbat ederek, o alacağı almaya vekil
olduğunu da kanıtlarsa; hakim onun vekaletiyle hükmeder. Müvekkil hazır olmasa
bile, vekil alacağını alır.
Hatta huzurda oîan
birisi, iki davacı hakkında, iki vekil tayin ettiğinde, bu vekillerden birisi,
alacağını almaya çalışıp, onu alırsa, vekaletim ayrıca isbata hacet kalmaz. Muhıyt'te
de böyledir.
Bir kimse,
"filanın vekili olduğunu iddia" ve "hazırda bulunan şu zattan
onun alacağını, iddia ve isbat eder; şahidi de tek olursa; İmâm: "Vekâleti
kabul olunur. Sonradan, ikinci şahidini dinletir ve alacağını alır."
buyurmuştur. Vecîz'de de böyledir.
İmâm Muhammet! (R.A.)
şöyle buyurmuştur:
Eğer vekil, bütün
haklar hususunda vekaletini isbat ederse; başka beyyineye ihtiyaç olmaz.
İstihsan olan da
budur. Fetvada buna göredir. Cevâhiru'l-Ahlâtî'de de böyledir.
Bir kimse, diğer bir
şahsı, belirli bir şeyi almaya vekil tayin ettiğinde, bu vekil, vekaletini
hakime ibraz eder; bundan sonra, müvekkil gelerek onu inkar ederse, onun
inkarına iltifat edilmez. Bunun için bir takım vecihler vardır:
Birincisi: Vekil o
aynı, bir adama teslim ettikten sonra, "Gerçekten ben, onun mülkünü almaya
ve satmaya vekilim." Onu bana teslim et." diye iddia eder; malı
elinde bulunduran şahıs da; "Benim onun vekaletine dair bir bilgim
yoktur." der; vekil de vekaletini ve alacağını isbat ederse; hakim karşı
tarafa malı teslim etmesini emreder; o da onu alır ve satar.
İkincisi: "Bu
filanın malıdır. Ben, bunu sana sattım." der vekilden, bu malı teslim alan
müşteri: "Ben, almaya korkuyorum. Gerçekten, mal sahibi gelip senin
vekaletini inkar edebilir. Çoğu zaman, böyle alman şeyler elimde helak
oluyor." der vekil de gerçekten kendisinin bu malı satmak ve teslim etmek
hususunda, filanın vekili olduğunu isbat ederse; o zaman, alıcı, o malı almaya
icbar edilir.
Üçüncüsü: Bir kimse,
başka birisinin elinde bulunan bir evi, "o filanındır." diye iddia
eder ve: "Sen, onu satmaya veküsin. Gerçekten ben, onu senden satın
aldım." der; o da: "Sana sattım." der, fakat bu -şahıs, evin
sahibinin vekili olmaz ve:"Beni vekil yapmadı." der; müşteri de beyyine
ile, onun vekil olduğunu söylerse; işte bu davada, onun vekaleti ve evi
satması kabul edilir. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.
Bir adam, diğerini,
hem alacağım almak hem de davasına bakmak için vekil tayin eder; vekil de
davalıyı huzura alınca, bu da onun vekaletini kabul ettiği halde, borcunu
inkar eder; vekil ise, "alacağın olduğuna" beyyine ibraz ederse;
beyyinesi kabul edilmez. Çünkü, borç için olan beyyine kabul edilmez. Ancak
borçlunun ikrarı ve kabulü —borç sabit— ile olur.
Sen görmüyormusun ki,
borçlu vekaleti ikrar eder; vekil de': "Ben, vekaletimi talibin hazır
olmasından korktuğumdan irkar eyledim." diyerek vekaletini inkar ederse,
bu durumda onun beyyinesi kabul edilir. Bu beyyine, ikrar edicinin beyyinesiyle
kaimdir. Fetâvâyi Kâdthân'da da böyledir.
Bir kimse, hazırda olmayan
birisinde bir haklan olduğunu idida eder ve o gaibin davada hakkını alması için
kendisini vekil tayin ettiğini belgeler; iddia olunan şahıs da, müvekkilin, onu
vekaletten ihraç ettiğini iddia ederse bu husustaki beyyinesi kabul edilir ve o
şahsın vekaleti batıl (~ geçersiz) olur.
Keza, vekilin,
"vekaletten ihraç edildiğini ikrar ettiğine beyyine getirirse, yine
beyyinesi kabul edilir.
Keza, bu şahıs,
"müvekkilin, vekilini vekaletten ihraç etiğini ikrar eylediğini"
belgelerse; beyyinesi kabul edilir. Muhıyt'te de böyledir.
Bir borçlu, borcunu,
alacaklının vekiline verdikten sonra, onun vekil olmadığını veya bu hususta, o
şahsın, "alacaklının kendisini vekil yapmadığını ikrar ettiğini"
belgelese, bu belge kabul edilmez.
Ancak, bu borçlu,
beyyine ile "talibin, veklini inkar ettiğini" ve "alacaklının,
alacağını aldığını" söylerse, bu iddiası, ve belgesi kabul edilir. Kâfî'de
de böyledir.
Bir vekil, borçlunun
borcu olan, müvekkilinin alacağını alır, hakim de bu husustaki hükmünü verir ve
aldığı bu mal, vekilin elinde iken zayi olur; sonra da borçlu beyyinesiyle, onu
mal sahibine ödediğini söyerse, bu durumda, bu şahsın —vekile değilde—
müvekkile müracat hakkı vardır. Çünkü, vekilin eli, müvekkilinin eli sayılır.
Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse, diğer
birini, bütün insanlarla olan davasına vekil tayin eder; vekil de, "bir
adam da müvekkilinin malı (alacağı) olduğunu iddia ettiğinde bu davalı, o
adamın vekil tayin edilmiş olduğunu ikrar eder; vekil ise: "Benim,
başkalarına karşı, vekil olduğumu isbat ederim." derse; gerçekten hakim,
onun beyyinesini, hem, onu ikrar edene, hem de başkalarına karşı kabul eder.
Fetâvâyi Kâdîhâit'da da böyledir.
Bir kimse, diğerine:
Gerçekten sen, filanın vekilisin. Benim de, onda şu kadar alacağım var."
dediğinde, iddia olunan şahıs: "Ben onun davasına vekil
değilim.";der;diğeri ise, onun vekil olduğunu isbat ederse, vekaleti kabul
edilir. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.
İki şahit, bir adamın
vekaletine şehadette bulunduğunda; bu vekil kendisinin vekil olup olmadığını
bilmez ve: "Bana şahitler getir de, vekil olduğumu bileyim." derse;
bu caiz olur, İki şahit, bu hususta şehadette bulununca; hakimin bilgisi
sabişleşir. Çünkü, vekil hakkında bilgisinin kesinleşmesi evla olur.
Şayet, şahitler, bu
şahsın, şehadefi üzerine şahitlikte bulunurlar; fakat, o bunu inkar ederse;
talibin vekili ise, bu şehadetten dolayı borçludan bir şey alamaz. Çünkü o,
şahitleri yalanlamıştır.
Eğer bu vekil,
borçlunun vekili olur ve şahitler, vekaleti hususunda Önce şahitlik
yapmışlarsa; bu şahsın vekaleti lazım olur. Çünkü, borçlu, vekili kabul ederse,
hasmına cevap vermeye cebredilir.
Eğer, şahitler,
borçlunun, bu vekaleti kabulüne şehadette bulunurlarsa, vekilin bu vekaleti
red hakkı vardır. Çünkü vekalet beyyine ile sabit olursa, aleni sabat gibi
olur. Mebsût'ta da böyledir.
Eğer matlûp (= borçlu,
davalı) hazırda bulunmadığı halde, talib, (= alacaklı) bir evde hakkının
olduğunu iddia eder; ve davalının oğlunu getirerek; "matlûbun, bütün
davasına, onun bakacağına, —o ev hakkında— iki şahit dinletir vekil de bunu
inkar eder veya talip, talep ettiği halde, matlüb onu başka bir insana verir;
vekilin talibi de onu aldığım iddia eder; sonra da talib gelerek, matlubun
şahitlerini inkar edip, "talibin oğullarının, matlûbun vekili
olduğuna" şahitlik yaparlarsa, bu caiz olur. Şayet talibin veîcüi
vekaletini iddia eder; matlûb da bunu inkâr ederek, talibin oğlunun vekaletine
şahit dinletirse; bu kabul, edilmez. Vekâlet, ister dava için; ister, alacak
almak için olsun, ister başka bir mal almak için olsun müsavidir.
Eğer matlûp, alacak
hususundaki vekaletini ikrar ederek, vekile borcunun verilmesini emrederse; bu
nefsi üzerine yaptığı irkara göre doğrudur.
Eğer husumete
(davasına) ikrar olursa, bu ikrarı caiz olmaz. Çünkü vekil için, şahitler
tevakkuf sdip durabilirler
Eğer, ikrarı bir malı
almak hususunda olursa; zahirü'r-rivayede, bu ikrarı sahih olmaz. Ve matJ.ûba»
o malı, teslim etmesi emredilmez.
Bir zimmî, bir
müsîûman elinde bulunan bir evin, "kendisine ait olduğunu iddia eder ve
bir de vekil tutar; zimmet ehlinden olan şahitler de bu vekalet hususunda
şehadette bulunurlarsa; onların vekalete ait şahinlikleri kabul edilmez. Bu
şahitler: "Müslüman onu ikrar etti." veya "...fınkar etti."
deseler bihe, yine şahitlikleri kabul edilmez.
Çünkü, vekalette
ikrara cevap lazım değildir. Zira o, başkasının hakkını tasdik etmektir. Bu
ise, zimmet ehlinin müslümana karşı şeha-deti. kabul olur. Mebsût't.a da
böyledir.
Bir kimse, diğer
birini, "filandan alacağını, almaya" vekil yapar; vekil de,
bu vekaletinim isbata çalışıp, beyyine ve
şahit jgösterirse; —müvekkilin,
onu filandan alacağını almaya
vekil yapmış olması hali:nde— İmâm Ebû Hanîfe (R.A.): "O kimse hem alacağı
almaya, hem de,' vekalet davasına bak maya vekil olmuş olur. *' buyurmuştur.
Şayet şahitler:
"Al acak sahibi, onu, alacağını almaya yolladı, derlerse :; bu durumda,
onla xın sözüne göre, davasına vekil olamaz.
Şayet şahitler:
"Ona, yalnız alacağını almasını emretti." diye sahi tlik yaparlarsa,
yin e davasına bakmaya vekil olamaz.
Keza, şahitler:
'Vüacak sahibi, onun, kendi nefsi yerine, alacağını alm aya naib eyledi."
6 erlerse; davasına vekil olanıaz.
Ve şahitler:
"Gerçekten müvekkil, sana filan da bulunan alacağını alm aya serbeslik
verdi." deseler, hüküm yine aynidir.
Keza: "Seni filan
da bulunan alacağını almaya musallat eyledi." deseler, yine böyledir.
Şayet şahitler:
"Seni, sağlığında, filan da bulunan alacağımı al diye vasi kıldı."
derlerse, o takdirde, hem alacağını almaya, hem de davasına bakmaya vekil olmuş
olur.
Bu, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'nin görüşüdür. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Şayet, şahitlerden
birisi: "Gerçekten bu şahıs, alacak
almaya vekildir." diğeri de: "Bana amiri
emreyledi ve alacağı
almaya gönderdi." der; borçlu da, borcunu ikrar ederse; vekil, onu
alır.
Fakat borçlu inkar
edecek olursa, vekil dava edemez. Muhıyt'te de böyledir.
Şahitlerden birisi:
"Bu adam borç almaya vekil edildi." der; diğeri de: "Karşılıklı
alıp-vermeye vekil tayin edildi." derse; ikisinin şehadeti de caiz olur.
Bunu alimlerimiz
müstahsen görmemişlerdir. Ve bunların şehadet-leri kabul edilmez."
denilmiştir. Edebü'l-Kâdî'de de böyledir.
Şahitlerden birisi:
"Gerçekten, müvekkil onu, şu köleyi satmaya vekil tayin etti." diğeri
de: "Gerçekten alım-satım için vekil eyledi." derse, bu vekilin o
köleyi satması caiz olur. Her ne kadar şahitler onun bu husustaki vekaletim
bilmeseler bile, böyledir.
Şahitlerden birisi:
"Şunu satmaya vekilsin, dedi." diğeri de: "Şunu şunu satmaya
vekil yaptı." derse; bu vekil, o şeylerin ikisini de, birisini de satamaz.
Vekil, bir malı almak
için vekil olur; o da dava yolu ile alınacak olur; şahitler bu hususta ittifak
ederler, fakat, o da, onu almazsa, yine böyledir; ona hükmedilir. Muhıyt'te de
böyledir.
Şayet şahitlerden
birisi: "Müvekkili ona, sen onu almaya vekilsin dedi." diğeri de:
"Sen onu almakda serbestsin dedi." derse; ona (onu almasına)
hükmedilir. Keza bu, dava ile bir malı almakda da böyledir.
Şayet şahitlerden
.birisi: "Beldenin hakiminin bulunduğu bir yerdeki; evi almaya, vekil
edildiğine" şahitlik yapar; diğeri de:"Başka bir beldenin hakiminin
bulunduğu yerdeki evi, almaya vekil oldu" derse, Ibu durumda o vekil,
davaya vekil olmuş sayılır. Mebsût'ta da böyledir.
Şayet şahitlik, iki
alimin birbirine tahakkümü hususunda yapılmış olursa, bu kabul edilmez.
Keza, şahitlerden
birisi, "şu hakim" diğeri ise, tehakküm için, "diğeri daha
bilgindir." derse; bu kabul edilmez.
Eğer şahitlerden
birisi: Filâne kadının talakına vekildir." dediği halde, diğeri:
"Filane ve filanenin talakına vekildir." derse; talak önceki
kadın hakkında vaki
olur.
Kitabet ve ıtk işleri
de böyledir. Eğer şahitlerden birisi: "Onu almaya vekil yaptı.";
diğeri de: "Onu almaya musallat (= havale) eyledi. diye şahitlik yaparsa;
bunların ikiside bir manayadır. Muhıyt'te de böyledir.
İki kişi bir şahıs
hakkında "onun, bir şahsın vekili olduğu" hususunda şahitlik
yaptıktan sonra, bu şahitlerden birisi: "Bunun, müvekkili azleyledi."
derse; ikisinin birlikte yaptığı şehadet caiz olur. Diğerinin "vekilin
azline dair'' yaptığı şahitlik, caiz olmaz. Mebsût'ta da böyledir.
İki kişi, bir adamın
vekaletine şahitlik yaparlar ve öylece de hakim hükmeder; sonra da şahitler, bu şehadetlerinden vaz
geçerlerse, bu vekâlet hakkındaki hüküm batıl olmaz. Şahitlere de tazminat
gerekmez.
Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse, diğer bir
şahsı, borç ahp-vermeye şahitlerin şehadetiyle vekil yaptıktan sonra bu adam
kaybolur; talibin iki oğlu da, "babalarının, o adamı vekaletten
azlettiğine" şehadette bulunurlar; matlub da bunu iddia ederse; bu durumda
şehadetleri caiz olur. Eğer matlûb, bunu iddia etmezse, o takdirde, malı önceki
vekile teslime cebredilir.
Keza, bu hususta iki
yabancı şehadette bulunsalar bile, durum aynıdır.
Şayet talib, mal
vekile verildikten sonra, gelip: "Ben, onu vekaletten çıkarmıştım. Ben,
matlûba ödetirim." derse; şahitler, oğulları ise ödemesi gerekmez. Çünkü
onların, o andaki şehadetleri babalarının borçlu üzerinde, alacağının
bulunduğuna delalet eder.
Şayet şahitler
yabancılardan ise, vekilin azli onların şehadet etmeleri sebebiyle sabit olur
ve talip, malı (alacağı) için matlûba müracaat eder. Mebsût'ta da böyledir.
Eğer alacaklının
oğullan, babaları gelmeden önce "babalarını önceki vekili azledip, başka
bir vekil tayin ettiğini," söylerler; borçlu da bunu inkar ederse; bu
oğulların sözleri kabul edilmez. Ve, önceki vekil de azledilmiş olmaz. Bu
durumda "malın önceki vekile verilmesi" emredilir. Şayet borçlu inkar
değil de; ikrar ederse; —onların (oğulların) şehadeti sebebiyle— önceki vekil
azledilmiş olur. Ve, borçlunun ikrarı" yüzünden, malın, ikinci vekile
teslimi emredilir. Muhıyt'te de böyledir.
Bir vekil, bir şahsın
elinde bulunan bir evi, müvekkili için dava etiğinde evi elinde bulunduran
şahsın iki oğlu da; "bu vekilin, dava vekili olduğuna*' şahitlik
yaparlarsa, bu caizdir. Çünkü, onlar, babalarının aleyhine şahitlik
yapmışlardır. Mebsût'ta da böyledir.
Şayet, vekilin
oğulları, şehadette bulunurlar ve: "Gerçekten alacaklı, babamızı azletti
ve başkasını tayin eyledi." derlerse, işte bu da caizdir.
Eğer şahitler, ikinci
vekilin oğulları olurlarsa; babalarının vekaleti kabul edilmez. Diğerinin azli
ise kabul edilir. Muhıyt'te de böyledir.
Eğer alacaklı
zimmîise, iki müslümanda şehadette bulunarak: "O zimmî, şu müslümanı,
borçludan malını almaya, vekil eyledi." derler; borçlu da bunu kabul eder;
sonra da iki zimmî şahitlik yaparak: "Gerçekten o, onu vekaletten
azleyledi. Ve başka birini vekil yaptı." derlerse; bunların sözleri,
önceki vekil hakkında caiz olmaz.
Şayet önceki vekil,
bir zimmî olmuş olsaydı, o takdirde şehadetleri caiz olurdu. Mebsût'ta da
böyledir.
En doğrusunu bilen,
Allahu Teala'dir. [12]
Aslolan, cehalet
(bilgisizlik) imtisale mani olduğu zaman, onu tedarik etmek de mümkün değilse,
—bu durum vekaletin sıhhatine mani olur. Durum böyle olmazsa mani olmaz. Tebyîn'de
de böyledir.
Cehalet üç nevidir:
1) Fahiş
Cehalet (= fazla bilgisizlik): Bu, cins hususundaki cehalettir. Elbise (kumaş)
satın almaya; hayvan satın almaya; köle satın almaya, vekil edilmek gibi... Bu
hal, her ne kadar fiatı açıklansa bile, —cins meçhul olduğu için— vekaletin
sıhhatine manidir.
2) Yesir
cehalet (= az bilgisizlik)
Bu, nevi (= çeşit)
bilgisizliğidir. Eşek, katır, at, öküz, herevi kumaş, merevi kumaş satın alamya
vekil tayini gibi... —Her ne kadar fiatı belli edilmemiş olsa bile— bu cehalet
vekaletin sıhhatine mani değildir™
3)
Mutavassıt cehalet (= orta halli bilgisizlik)
Bu da, cins ve nevinin
arasında olan cehalettir. Bir köle veya cariye veya bir ev satın almaya vekil
yapıp; onu açıklamak gibi.. Şayet müvekkil, bedelini ve nevini bildirir. (=
açıklarsa) bu vekalet sahih olur. Ve nevi bilgisizliğine mülhak olur.
Şayet, bedelini ve
çeşidini açıklamazsa, bu vekalet sahih olmaz ve bu cins bilgisizliğine mülhak
olur. Kifâye'de de bökedir.
Bir kimse, diğerine,
"herevîbir kumaş satın almasını" veya "bir at"; "bir
katır satın almasını" emrederse; işte bu bedelini söylesin veya söylemesin
sahih olur.
Bir köle satın
almışsa, —bedelini söylemiş olması halinde— bu da sahih olur.
Eğer bedelini
söylemeden satın almışsa bu caiz olmaz.
Vekil bir elbise veya
bir hayvan satın alsa, bedelini söylemiş olsa bile, bu sahih olmaz. Bunların
tamamı, umuma delalet olmadığı zaman böyledir.
Şayet müvekkil:
"Bana, her neyi görürsen satın al." demiş olursa; bu vekalet caiz
olur. Çünkü, vekaletini ona ve onun gördüğüne havale eylemiştir. Tebyîn'de de
böyledir.
Keza, müvekkil:
"Bana bin diheme elbise al." veya "...bir hayvan al.";
"...bir eşya satın al." yahut "...ne istersen, onu al."
veya "...ne görürsen onu al."; "her şeyi al." veya
"...Bulduğunu al." der yahut, bunlara benzer bir şey söylerse;
vekalet sahih olur.
Şayet: "Benim
için satın al, bin dirhemden fazla olmasın." veya "sat." ;
yahut: "Bin dirhem eyle, senin malından bir takım eşyalarla." derse;
bu bir havale olur ve vekalet sahih olur. Kâfî'de de böyledir.
Keza, müvekkil:
"Hangi elbiseyi istersen, hangi hayvanı istersen al." veya "Sana
kolay gelen elbiseyi ve hayvanı satın al.' derse; vekalet sahih olur.
Bedâi"de de böyledir.
Şayet müvekkil:
"bana elbiseler al." derse; vekalet sahih olmaz. Çünkü esvab, ismi
cinsdir.En azı üçdür. Lâm çokluk içindir; bu sözle, "on elbiseye kadar
al." manası çıkar. Bu söz ile vekalet sahih olmaz. Burada fahiş cehalet
vardır. İhmâl olunamaz. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Bir adam, diğerine:
"Bana, bir ev satın al." der; fakat fiatmı açıklamazsa; vekalet sahih
olmaz. Bedel açıklanıp mahallesi de bildiri-lirse, bu vekil tasarrufatta
bulunabilir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Eğer müvekkil,
vekiline: "Bana, Küfe'de, bin dirheme bir ev satın al." derse;
bi'1-ittifak, bu vekalet sahih olur. Eğer ev, Kûfe'de filan yerde denilse caiz
olur.
Bir müvekkil,
vekiline: "Belh şehrinde, bir ev satın al." der; o da, şehrin dışında
bulunan bir evi satın alırsa; müvekkilin o yerli olması halinde bu vekalet caiz
olmaz. Ancak müvekkil köylü ise caiz olur. Bahnı'r-Raık'ta da böyledir.
Bir adam diğerine bin
dirheme bana samda bir ev satın al dese işte bu fasiddir. Çünkü bu
mütefâvittir.
Bir kimse, şayet:
"Benim için, bir tane inci al." veya "Bir kırmızı yakuttan yüzük
kaşı al." der, fakat bedelini söylemezse, bu caiz olmaz.
Şayet, bu vekil, o
şeyi satın alırsa; —müvekkilinin değilde— vekilin olur. Siracü'l-Vehhâc'da da
böyledir.
Bir kimse, diğerini,
"buğday satın almaya "vekil eder" veya "şu miktar"
derde adını ve bedelini de söylemezse, bilinen bir ölçek adı söylemesi halinde
bu vekalet sahih olur. Kerderî'nin
Vecizi'nde de böyledir.
Satm alma vekili olan
şahsın, benzeri ile insanların kandırılmadığı bir kıymetle veya daha
ziyadesiyle bir şey satın alması caizdir.
İmâm Hâher-zâde şöyle
buyurmuştur:
Bu, o beldenin ahalisi
yanında belirli bir kıymet için değildir.
Fakat bu şeyin belirli
bir kıymeti bulunur; (ekmek ve et gibi.,.) ve-bu durumda, vekil fazlaya satın
alırsa; emreden: "Niçin fazla ücrette aldın?" diyebilir.
Cevheretü'n-Neyyire'de de böyledir.
Eğer müvekkil,
vekiline: "Bana Habeşli bir cariye satm al." veya doğurucu bir cariye
satın al." yahut "Hintli bir kadın satm al." dediği halde, onun
sıfatını söylemezse; satın alması caiz olur. Bedeli, mislinin bedeli gibidir.
Siracü'l-Vehhâc'da da
böyledir.
Şayet: "Bana, şu
cins bir cariye satm al" diycbirine vekalet verse de; bedelini söylemese;
bu insanların teamülü olduğundan caizdir.
Eğer, bu vekil çok
çirkin, bedeli de fazla umumun yaptığına uymayan bir şey getirirse; bu amir
için caiz olmaz.
Eğer: "Bana Kûfî
bir elbise al." der; fakat bedelini söylemezse, caiz olur.
Keza: "Benim
için, yüz dirheme bir elbise al." dese de, cinsini söylemese; yine caiz
olur. Zehıyre'de de böyledir.
Bâdiye ehlinden bir
adam, başa birisine, "bir Habeşi cariye satın almasını" söylese de,
bedelini söylemese, onun için, badiye ehlinin satın aldığı cinsten bir cariye
alması caiz olur. Şayet badiye ehlinin satın almadığını, satın
alıp haddi aşarsa,
bu caiz olmaz.
Muhiyt'te de böyledir.
Bir kimse, simsara bin
dirhem verir ve ona:"Bana bir şey al." derse; eğer simsar, tanınan
bir kimse ise, alman o şey müvekkildendir. Durum böyle değilse, o ahş-veriş
fasid olur. Kerderî'nin Vecizî'nde de böyledir.
Satın almaya vekil
tayini, bir şartla kayıli ises —ister o kayıt müşteriye ait oisun isterse,
alacağı şeyin bedeline ait olsun— ona riayet gerekir. Eğer muhalefet ederlerse
satın almak gerekir. Ancak, hayra muhalifse, o zaman gerekmez. Ancak, müvekkiİ
ilzam olunur.
Bir adam, bir-cariye
satın alıp, ona cima eder veya onu ümm-ü veîed yapar; bir de mecûsî cariye
satın alır; veya onun süt kız kardeşini, satın alır; yahut irtidad etmiş
birisini satın alırsa; bu müvekkil adına geçerli olmaz. Ancak vekil
adına'(alınmış olması) geçerli olur. Bedâi"de de böyledir.
Bir kimse, başka bir
şahsa: "Bana, bir cariye satın al." der ve bedelini de söyleyip ona
cima' da ederse; bundan sonra, vekil, o cariyenin kız kardeşini veya halasını,
teyzesini —ister, süt yönünden olsun; isterse, neseb yönünden olsun— alırsa;
onu kendisi için almış olur; emreden şahsa bir şey gerekmez.
Keza, bu vekilin satm
aldığı cariye, iddet beklemekte olursa —ister, talak-ı bain; ister, talak-ı
ric'î; isterse ölümden dolayı îddet beklesin— yine amire bir şey gerekmez.Bu
cariyes!vekilin olur.;Fetâvâyi Kâdîhânı'da da böyledir.
Şayet vekil, ratka bir
cariye satın alır ve bunu bilmeyerek almış, olursa; bu cariye amirin olur.
Bu cariyeyi amirin red
(= geri verme) hakkı vardır. Eğer vekil, onu bile bile almışsa; amire bir şey
gerekmez. Keza, vekil, alacağı cariyenin her ayıptan uzak olması gerektiğini
biliyorsa; bu cariye vekile ait olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimse, başka
birisine, "kendisi için, bir cariye almasını söyler; ona da cima etmek
ister; fakat vekilin aldığı cariye, misli cima edilmeyen küçük bir cariye
olursa; işte bu ihtilaflıdır. Zelııyre'de de böyledir.
Vekilin amiri için,
yahudi veya nasrani bir cariye satın alması caiz olur. Sabiyye alması da caiz
olur.
İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'nin kıyası bunun üzerinedir.
Şayet vekil, amirin
yanında olan cariyenin kız kardeşini alırsa; ona
da amir cima etmiş
olursa, bedelini amirin ödemesi gerekir. Muhıyt'te de böyledir.
Eğer amir, vekiline: "Bana cima edeceğim iki
cariye satm al." der; vekil de bir akidle, iki kız kardeşi veya bir
cariyeyi halası ile, teyze-siyle birlikte ahrsa; bu —ister süt, ister neseb
yolundan olsun,— bize göre amire, bir şey gerekmez.
Müntekâ'da şöyle
zikredilmiştir:
Şayet vekil,
müvekkiline bir cariye satın alır ve bu cariyenin kızını da satm ahrsa;
bedelini müvekkil öder. Çünkü o, o iki cariyeden birine cima etme hakkına
sahiptir. Ancak birincisine cima' yaptıktan sonra ikincisine cima yapamaz.
Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Ve eğer amir:
"Bana hizmet edecek bir cariye satın al." veya "..hizmet için
al."; "ekmek pişirmek için al.";"Bana hizmet için, bir köle
satm al."; "...işlerimi yapmak için al." dediğinde; vekil bir
kör veya ayakları kesik birisini satın alırsa, bi'1-ittifak bunun bedelim amir
ödemez. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.
"Binmek için, bir
hayvan al." diye vekil edilen şahıs, şayet bir tay veya ayakları kesik bir
hayvan satın alırsa; bedelini amir ödemez. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.
Bir kimse, diğerini
vekil tayin ettiğinde; bu vekil, müvekkiline zihardan dolayı azad edilmiş bir
cariye veya elleri ayakları kesik birisini, —böyle olduğunu bilmeyerek satın
alırsa, bedeli amir öder. O da, onu geri reddeder.
Şayet, vekil bile bile
satın almış olursa, amire bir şey gerekmez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Âmir, me'mura:
"Bana, Çinli bir cariye satın al." dediği halde, o, habeşistanlı bir
cariye satın alırsa; müvekkile bîr şey gerekmez; onun bedelini vekil öder.
Bedâi"de de böyledir.
Müvekkil, yahudi
imalatr elbise al" diye vekil tayin ettiği halde, vekil, elbise almaya
yetmiyecek kumaş satın alırsa, bu durumda amire bir şey gerekmez. Zehıyre'de de
böyledir.
Bir kimse, diğerini
muhayyerlik şartıyla satın alması için vekil yapar; vekil de, müvekkilinin
muhayerliği üzere satın almazsa, alınan şeyin bedelini vekil öder.
Bedâi"de de böyledir.
Müvekkil: "Bana,
bin dirheme, bir
cariye satın al.'
veya: "Malımdan, bin dirhemlik bir cariye satın al." yahut:
"Şu bin dirheme, bir cariye satın al." der ve nefsine mal,ederse, bu
durumda vekil, vekil olur. Hatta bu durumda, vekil, o cariyeyi kendi kesesinden
alsa bile, yine bu cariye amire ait olur
Şayet: "Bin
dirheme bir cariye satın al." veya: "Şu cariyeyi, bin dirheme
al." derse; bu bir vekalet olmaz. Me'mur, bu durumda alırsa, nefsi için
almış olur.
Eğer bir kimse,
başkasma:"Bu bin dirhemi ile, bir cariye satın al." veya; dinarlara
işaret ederek: "Bunlarla al." derse, o şahıs vekil olmuş olur. Ancak
onu, başka dirhemlerle satın alırsa, kendi nefsi için almış olur. Fetâvâyi
Kâdîhân'da da böyledir.
Vekil, cinste
muhalefet ederse; amir bir şey Ödemez.
Meselâ: Âmir, kölesini
bin dirheme satması için, bir şahsı vekil tayin eder; o da onu, bin dinara
satarsa; muhalefetin vasıf veya miktar cihetinden olması halinde amirin sözü
geçerli olur.
Meselâ: "Amir:
"Kölesini bin dirheme satmasını" emrettiği halde, me'mur, bin beşyüz
dirheme satarsa yine, —me'mura— bir şey ödemez.
Şayet, satış, amirin
zararına olursa, amire ait olmaz.
Mesela: Amirin,
"kölesini bin dirheme satmak için vekil tayin ettiği şahsın, onu dokuz yüz
dirheme satması gibi.. Muhıyt'te de böyledir.
Müvekkil "Benim
için, bin dirheme bir cariye satın al." dediği halde, vekil bin dirhemden
fazlaya satın alırsa, fazlası vekile aittir; müvekkile-değil.
Şayet: "Bin
dirheme, bir cariye satın al."veya"Yüz dinara satm-al." der;
müşteri olan vekil de, onu, o dirhemlerin ve dinarların dışında, başkaları ile
satın alırsa, bu durumda bi'1-icma müvekkile bir şey gerekmez.
Keza: "Bin
dirhem, veresiye bir cariye satın almasını" söyler, o da, peşin olarak bin
dirheme satın alırsa, onun bedelini müvekkilin vermesi gerekir. Şayat:
"Peşin olarak bin dirheme satın al." der; müşteri de veresiye satın
alırsa, bu şey vekile ait olur. Bedâi"de de böyledir.
Bir kimse: "Bin
dirheme, bir cariye satın almaya" birisini vekil eder; o da, benzeri bin
dirheme satılan bir cariyeyi sekiz yüz dirheme satın alırsa; bu cariye de
müvekkilin olur. Yenâbi"de de böyledir.
Müvekkil» bir şahsı,
"muayyen bir cariyeyi, yüz dinara satın almaya" vekil ettiği halde,
bu vekil, cariyeyi dirhemler mukabilinde satın alsa; fakat, kıymeti yüz dinar
oisa müvekkile bir şey gerekmez.
Rivayetlerin meşhuru
böyledir.
tmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'den, Hasan bin Ziyad'm rivayetine nazaran, onu, amir alır ve kendisinin
olur. Havî'de de böyledir.
Bir kimse,
"filanın kölesini satın al." der; halbuki o kölenin de eli kesik
olur; vekil de onu satın alırsa; amire bir şey gerekmz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir.
Bir adam, diğerini,
bir cariye almaya vekil edip, onun cinsini ve bedelini de söyler; vekil de kör
veya elsiz ayaksız, mefluç (oturak) yahut deli bir cariye satın alırsa, İmâm
Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre caiz olur. Diğer iki imama göre ise, caiz olmaz. Tek
gözlü, elinin birisi kesik, veya ayağının
birisi kesik olsa,
bi'î-ittifak caiz olmaz.
Serahsî'nin Muhiytı'nde de böyledir.
Şayet çapraz vari eli
ayağı kesik bir cariye satın alırsa, müvekkilin, bedelini ödemesi lazım gelir.
Bedâi*'de de böyledir.
Eğer müvekkil,
vekiline:"Bana bir köle satın al." der; vekilde, kör veya elleri ve
ayakları kesik birisini satın alırsa; bu bi'1-icma' caiz olmaz.
Şayet tek gözlü veya
tek elli birisini satın alırsa, bi'1-icma', alınan bu köle müvekkilinin olur.
Siracü'î-Vehhâc'da da böyledir.
Bir kimse, diğerini
vekil ederek, satın alacağı cariyenin cinsini ve bedelini açıklasa; vekil de
mahrem sahibi bir cariye satın alsa veya sahip olunca azad eylemeye yemin
eylediği bir cariyeyi satın alsa; bu sahih olur ve cariye de azad edilmiş olur.
Zehiyre'de de böyledir.
Bir kimse, diğerim,
hizmetkarım satmaya veya bir hizmetkar almaya vekil eder; o da yaşlı olursa;
satması da, satın alması da caiz olur.
Keza, kuzu veya oğlak
satmasmi veya almasını emredince, onlar büyük olsalar bile caizdir. Muhıyt'te
de böyledir.
Bir adam,
diğerine: "Bana, bin dirheme bir
hizmetkar al." dediğinde, o hizmetçi köle veya cariye olursa, bu caizdir.
Zehiyre'de de böyledir.
Bir kimse, diğerini,
"kendisine, bir dirhem karşılığında et satın almaya" vekil eder;
vekil de, koyun, keçi veya deve eti satın alırsa, bu caiz olur.
Şayet, bağırsak,
karın, ciğer, baş, ayak, kurumuş et, kuş eti, vahşi hayvan eti, diri koyun eti
veya derisi yüzülmemiş hayvan eti satın alırsa, bedeli amirin ödemesi gerekir.
Yalnız, verilen miktarın az bir şey olması hali müstesnadır. Fetâvâyi
Kâdîhân'da da böyledir.
Şayet, "bir
dirhemlik et almayı emreder; me'mur da, ona, iç yağı kuyruk yağı satın alır
veya "kuyruk yağı al." dediği halde, vekil iç yağı satın alırsa; veya
"iç yağı satın al." dediği halde, vekil kuyruk yağı alırsa; bedelini
amirin ödemesi gerekmez.
Siraeü'l-Vehhâc'da da böyledir.
Bir kimse, diğerini,
"Pişmiş veya haşlanmış et satın almaya" vekil tayin ettiği halde,
vekil bunun aksini yaparsa, amire bir şey gerekmez. Ancak, hana bir misafir
gelir ve birisine, "bir dirhemlik
balık eti almasını" söyler; o da taze ve büyük bir balık eti alırsa, bu caiz
olur.
Şayet ona, "bir
baş almayı emrederse; bu koyun başlarından olur; deve ve sığır başı olmaz. Ve o
da çiğ değil, pişmiş olmalıdır. Siracü'l-Vehhâc'da da böyledir.
"Yumurta satın
almak için, vekil tayin etmek," belirli tavukların yumurtası için
geçerlidir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Eğer bir kimse,
diğerine, "süt almasını emrederse" bu vekalet beldede tanınmış inek
veya koyun sütü için geçerli olur.
Keza müvekkil,
vekiline "yağ almasını" söylerse; bu vekalet inek veya koyun yağma
hamlolunur ve sahihtir. Hâvi'de de böyledir.
Bir kimse, birisini
"zeytin yağı almaya" vekil ederse; bu vekil, çarşıda satılan
yağlardan satın alır. Meyve da böyledir; vekil, çarşı da satılan her nevi
meyveden satın alabilir. Zehiyre'de de böyledir. *
Bir kimse, diğer
birine dirhemler vererek, ona "yiyecek satın almasını" emrederse; bu
emir, buğday ve un alması için geçerli olur.
Hâher-zâde şöyle
buyurmuştur:
"Eğer, müvekkilin
verdiği dirhem buğday, hem arpa, hem ekmek satın alabilecek kadar çoksa bunları
alır.
Şayet dirhem az ise,
yalnız ekmek satın alır. Buğday ve un satın alamaz.
Eğer dirhemleri orta
halli ise, onunla hem buğday, hepi un satm alabilir; ekmek alamaz.''
Bu, onların örfüdür.
Fakat, bizim örfümüze
göre, "yiyecek al."' denilince, pişmiş ve pişecek ve ekmekle birlikte
yenilecek her şeyi satm alabilir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Sadru'ş-Şehîd:
"Fetva, bunun üzerinedir." demiştir. Müvekkil, dirhemleri vermediği
halde: "Bana yiyecek al." derse; bu caiz olmaz. Çünkü, o vekilini
ölçülen şey satın almaya vekil eylemiş ve miktarımda açıklamamıştır. Tebyîn'de
de böyledir.
"Bir koç almaya" vekil edilen şahıs; koyun almaya yetkili değildir.
Hatta, satın alacak
olsa; müvekkil ona sahib olmaz. Keza müvekkil: "Bana bir keçi yavrusu
al." dediği halde, vekil geyik yavrusu alsa, bu caiz olmaz. Bedâi"de
de böyledir.
Müvekkil, vekile
emredip "bir at almasını" söyler veya "semer vurulan bir
at" der ve bedelini de söyler; veki! de, ona bir kısrak veya semer vurulan
iki at satın alırsa; işte bu da caiz olmaz.
Bu şehirliler için
böyledir. Fakat, bunları kullanan belde ahalisi için böyle yapması caizdir.
Katır gelince, onun
şehir ehli olsun veya olmasın erkeği de dişisi de caizdir. Şayet, müvekkil
belirtmemişse, vekil, dişinin yerine erkek, erkeğin yerine dişi katır alabilir.
Sirâcü'I-Vehhâc'da da böyledir.
Müvekkilin erkek veya
dişi diye belirtmemesi halinde, sığır da böyledir. Sahih olan rivayet budur.
Tavuk ve horoz da
ayrıca belirtilmezse, o da, böyle caiz olur.
Devede de böyledir.
Sığır cinsinden olsa
bile, bu böyledir. Bedâi"de de böyledir.
"Semer vurulan
bir at al." diye vekil tayin edilen şahıs; bir eşek satın alır; müvekkil
de şehirli olursa, bu eşek binmeye elverişli olsa bile, yük taşımaya elverişli
olmadığından, müvekkil kabul etmeyebilir.
Şayet, müvekkil
bedelini belirtir, adını da söyler vekil de. aynı bedele, onun misli kadarına
veya biraz az yahut biraz fazlaya alır; o fazlalık da, halkın kandırıldığı
kadar bir fazlalık olmazsa; bunun müvekkile alınmış olması caiz olur.
Eğer böyle olmazsa, o
zaman alınan şey vekilin olur. Sirâcü'I-Vehhâc'da da böyledir.
Şayet bir kimse,
diğerini bir kurbanlık alması için vekil eder ve bunu bayram günlerinden önce
söyler; o adam da, önce kömür, buz satın alır; kurbanlığı ise, ikinci senede
alırsa, bu caiz olmaz.
Bir kimse, diğerini,
kurbanlık olarak siyah bir sığır almaya vekil yapar; vekil de beyaz veya
kırmızı bir sığır satın alırsa; bedelini amir öder.
Eğer amir, "dişi
al." der de, vekil erkek alırsa; bu müstesnadır.
Koyunda erkek-dişi;
ayırımı vekalete tesir eder. Eğer sadece "sığır** derse; o zaman, vekilin
aldığı sığır müvekkile ait olur.
Şayet: "Kurbanlık
için buynuzlu koç al." der; vekil de buynuzsuz koç alırsa; bedelini amir
ödemez. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.
Bir kimse, diğerine,
on dirhem verip ona, "buğday almasını" söyler; vekil de alıp, onu
eker ve amir tekrar dirhemler verir, me'mur da buğday alırsa; alimler
"Eğer vekil, önceki aldığı buğdayı ekim zamanı alıp ekmişse, bu alış,
—buğdayın bir misliyle— hem amir, hem ue memura caiz olur. Eğer me'mur, ekim
zamanının haricinde olmuşsa, müşteri, onu kendi nefsi için almış olur ve
dirhemlerini kendisi öder.'* buyurmuşlardır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimse, başka
birine, "bir eşek almasını" emreder ve: "Binmek için
olsun." derse; emreden bu şahıs hakim olur ve vekil de kulakları veya bir
kulağı kesilmiş olan bir eşek satın alırsa; bu caiz olmaz.
Şu mes'ele, bunun
hilafınadır. Eğer emreden şahıs bir bostancı ise, o zaman caiz olur.
Hızânetü'I-Müftîn'de de böyledir.
Vekil, habeşî bir
köleyi satar ve dirhemlerini harcarsa; o, vekile ait olur.
Eğer amirin emriyle
alıp, amire teslim eder; sonra da amirin parasını harcadıktan bir müddet sonra,
satıcıya verirse; bu caiz olmaz. Hulâsa'da da böyledir.
Bir kimse, diğer
birisini, bizzat bir ev için (= belirli bir ev satın almak için) vekil yapar;
vekil evin yarısını satın aldıktan sonra, müvekkil, bu evin geri kalan
yarısını satın alırsa; vekilin aldığı yarı müvekkile gerekmez.
Şayet müvekkil, önce
evin yarı bedelini vermiş; sonra da vekil, geri kalanını satın almışsa, işte bu
caiz olur. .
Müvekkil aldığı yarım
eve sahip olunca, geri kalanım reddedebilir. Çünkü, vekilin alması müvekkilin
alması demektir.
Şayet müvekkil, önce
evin tamamını satın alir;|sonra da evih yarısına bir hak sahibi çıkarsa,
müvekkil, evin yarısını ona geri verir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Belirli bir köleyi
satın almaya, vekil tayin edilen bir kimse, onun yansını satın alırsa; bu
ahm-satım bekletilir: Eğer davacı çıkmadan önce, geri kalan yarıyı da alırsa;
imamlarımızdan üçüne göre de, bu köle müvekkilin olur. Şayet müvekkilin vekili
köleyi satın almadan önce, müvekkil vekili dava ederse; hakim bu köleyi vekile
verir. Geri kalan yarı bedeli de, vekil öder. Bu, bi'1-icma' böyledir.
Müvekkil, bir şahsı,
şahsında kusuru olan yarısı (köle cariye, hayvan, elbise ve benzeri gibi...)
bir şeyin yarısını satın almaya vekil ederse; bu alış zarar vermez. Alınan şey
ayıplı olsa bile, o müvekkile ait olur. Onun, geri kalan yarısını almakla ilzam
olunmaz. Şayet müvekkil, birisini bir kür buğday yüz dirhem karşılığında satın
almak üzere vekil tayin eder; vekil de bir kür buğdayın yansını, eîîi dirheme
veya daha az miktarı daha az bedelle satın alırsa; bu caiz olur.
Geri kalan buğdayı da,
müvekkil geride kalan dirhemlerle kendisi satın alsa, buğdayın tamamı
kendisinin olur. Bfl-icma' bu böyledir.
Keza, müvekkilin bir
takım köleler satın almaya vekil tayin ettiği şahıs, onlardan birisini satın
alır; diğerlerini de müvekkil (satın alırsa), hepsi müvekkilin olur. Bedâi'Me
de böyledir.
Bir kimse, diğer bir
şahsı, kendisine, muayyen (= belirli) iki köle almaya vekil edip, onları bin
dirheme almasını da söyler; vekil de, onlardan birisini altı yüz dirheme satın
alırsa, bu durumda amire, bir şey gerekmez. Bu, binin yansından fazlaya aldığı
zaman böyledir.
Eğer beşyüz dirhemden
aşağıya almış olsaydı, işte bu caiz olurdu. Keza geri kalan bedelle diğer
köleyi de satın alabilirse, köleler amirin olur ve bu caizdir. Havî'de de
böyledir.
Bir kimse, diğerine,
"bin dirheme, bir ev satın almasını" söyler; o da, müvekkilin
kardeşinin yansına varis olduğu bir evin, diğer yarısını satın alırsa, bu caiz
olur. Hızânetü'i-Müftîn'de de böyledir.
Bir kimse, taksime
uğramamış bir evin yansım, bin dirhem bedelle, satın almaya birisini vekil
tayin eder; vekil de onu satın alır; satıcı ise, bu evi taksim ederse; satın
alış caiz fakat taksim batıl (-geçersiz) olur.
Şayet, satın alınan
şey tartılan, ölçülen şeylerden olsaydı, taksim de caiz ve geçerli olurdu.
Satın alışı da caiz olurdu. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimse, bir ev
satın almaya birisini vekil tayin ettiğinde, o evin içinde evlatları oturuyor
olsa; işte bu caiz olur. Çünkü, dar, arsanın ismidir. Bu, içinde ev bulunan bir
sahra olduğu zamandır ki, o ev harap olmuştur. Fakat, aslında hiç ev yoksa,
işte o zaman alman yer vekile ait olur. Çünkü oraya örfen dar denilmez. Amire
de bir^şey gerekmez. îki cihettende böyledir. Zira sahra (= yurt
= dar) değildir. Örfen bu
böyledir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Bir kimse, diğerini,
"bir dirheme, on ntıl et almaya" vekil tayin ettiğinde, bu vekil, bir
dirheme yirmi fitil et alır; onun da emsali on rıtıla satılırsa; İmâm Ebû
Hanîfe (R.A.)'ye göre, yarım dirheme, müvekkile on ntıl et vermek gerekir.
Eğer, o on dirhem etin kıymeti bir dirheme müsavi ise böyledir.
Eğer, o eti on dirheme
müsavî değilse, tamamını vekil öder. İmâm Ebû Yûsuf ve İmâm Muhammed
(R.A.)"e göre, yirmi dirhemi de müvekkilin olur. Siracü'l-Vehhâc'da da
böyledir.
Bir kimse, diğerine,
bir dirhem gümüş yüzük vererek, onun bir kısmına et, bir kısmım da ekmek
almasını söylerse; bunun çaresi: Kasaba nefsi için, yarım dirheme et satın
almasını emreder; sonra da vekil ondan yarım dirheme satın alır. Yarım dirheme
de, ekmek satın, alır. Ve dirhemi ona
verir. Veya, ekmekçiye, "kendisi için, yarım :dirheme, et satın
almasını" emreder; sonra da dediğimiz gibi yapar. Fetâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir.
Bir kimse, başka bir
şahsa, "on dirheme, herevî kumaş satın almasını" söyler; adam da on
dirheme, her birisi on dirhem kıymetinde, iki elbise satın alırsa, onlardan hiç
birisi, amire gerekmez. Çünkü, tercih imkanı yoktur.
Şayet, belirli bir
elbiseyi almasını emrederse; mes'ele olduğu gibidir. Ancak, hissesine bir
elbise —on dirheme— düşer. Belirli bir buğdayı almak.da böyledir. Kerderî'nin
Vecizi'nde de bönledir.
Bu mes'elelerde, asıl
olan, gerçekten müvekkil olan kimsenin bedel hususunda ismi ve işareti cem
etmesi gerekir.
Eğer, müvekkil işaret
olunan şeyin satın alınmasına, bir şahsı vekil yaparsa; cinsinin adı muhalif
olabilir. Ya hem ismine, hem de cinsine bilgisiz olurlar. Veya, ikisinden
birisine bilgisiz olurlar. Veya ikisini de bilirler. Yahut, -müvekkil onlardan
birisini bilir veya ikisini de bilir. Bu hususta üç durum meydana gelir:
Birincisi: Her
ikisinden de, aldanmayı def etmek için belirlenen vekalet veya onlardan
birinden aldanmayı def İçin, kendisine işaret olunana taalluk eder. Çünkü,
işaret, isimle tarif bu hususta daha mübalağalıdır. İsimle tarif de aldanmadan
başkadır.
Şayet işaret olunan
şey, belirtilenin cinsinden ise, bu durumda vekalet, işaret olunana taalluk
eder.
Ancak, burda vekile
bir zarar varsa; (şöyleki: Rızasız bedel üzerinde karar kılınmışsa) başkasına:
"Şu kesedeki ile bana bir cariye satın al, bin dirheme. Ve keseyi de
vekile ver." der; vekil de emrolunduğu üzere bin dirheme, bir cariye satın
alır. Sonra keseye bakılır: Eğer kesede, bin dinar varsa, (veya bin fülüs varsa
yahut dokuz yüz dihem varsa) işte bu alış-veriş, amir adına caiz olur. Bu, her
ikî taraf da kesede ne olduğunu bilmiyorsa veya birisi biliyorsa, yahut ikisi
de biliyorsa böyledir. Yalnız, ikisi de kesedekini bilmiyorsa, bu müstesnadır.
Keza, vekil kesenin
içinde ne olduğuna bakıp onu anladıktan sonra, cariyeyi bin dirheme satın
alırsa, işte bu alış-veriş müvekkil hakkında geçerlidir. Çünkü vekalet bir
haldir. Onun varlığı müsemmaya (= belirtilene, adı konulana) tealluk eder.
Eğer kesede binbeşyiiz
dirhem bulunur; vekil de cariyeyi bin dirheme satın alırsa; işte bu alım-satım
da müvekkil için gecelidir.
Keza, müvekkil:
"Bana, bin dirheme bir cariye satın al." der; kesede bulunan da
beytü'l-mâlin hakkı olur; müşteri de ona —emrettiği gibi— bir cariye satın
alır; kesede de, bin dirhem bulunursa; veya "Bana bu kesede olan bin
dirhem gelire, bir cariye satın al." der; o da emrdilen gibi alır; kesede
de beytü'l-mâlden bin dirhem bulunursa, işte bu satın alışta emreden adına caizdir.
Muhiyt'te de böyledir.
Şayet müvekkil,
vekilin önünde, bin dirhemi tartar; vekilde ona bakar ve müvekkil: "Bu yüz
dinara, bana bir cariye al.' derse; vekil müvkekilinin söylediği gibi, bir
cariye satın alırsa; bu cariyeyi kendisi için almış ol-;r.
Eğer, o dirhemlerle,
alnsa o cariye müvekkiline ait ve bu vekalet caiz olur. Çünkü, vekalet, o
işaret olunan dirhemlere bağlanmıştır.
Müvekkil, vekile bir
kese verip, ona; "Bu kesedeki bin dirheme bir cariye satın al." der;
kese de vekilin yanında iken zayi olur; sonra da bu vekil, bin dirheme, amire
bir cariye satın alır ve karşılıklı olarak, kesede bin dirhem bulunduğunu
doğrularlarsa, —ister karışık olsun, ister kolay olsun— bu alım, müvekkil
içindir.
İşte bu, ikisinin de
kesede ne olduğunu bilmedikleri ve kesenin ( vekile verildiği veya birisinin
yahut her iksinin de kesede ne olduğunu bildikleri, halde böyledir. Fakat, her
birisi diğerinin bildiğini bilmiyor, ancak, kesede ne olduğunu ikisi de
biliyorsa ve her birisi diğerinin bildiğini de biliyorsa, vekalet, işaret
olunan şeye tealluk eder.
Belirtmek medh (=
övgü) ve revaç için ve işaret olunan zayi olduktan sonra olursa; o zaman,
alınan şey müşteriye (vekile) ait olur.
Şayet onlardan birisi,
kesede her ne olduğunu bildiğini inkar eder veya biri, arkadaşının bildiğini
bilirse, onun sözü geçerli olur.
Eğer birbirlerini
doğrularlar ve dirhemler katkmtılı veya geçmez dirhemler olursa, diğer mes' ele
hali üzredir.
Fakat her ikisi de,
kesede ne olduğunu, kese verilirken biliniyorlarsa, veya —birinin haricinde—
diğeri biliyorsa veya her ikisi de biliyor, fakat birbirinin bildiğini
bilmiyorlaiaa, aaun alış müvekkil için olur.
Züyûf dirhemler bizzat
vekilin yanında durmakta olduğu halde o, taze dirhemlerden bin dirheme bir
cariye satın almışsa, yine alım-satım müvekkile ait olur.
Fakat her ikisi de
birbirinin kesede ne olduğunu bildiğini biliyorlarsa, vekalet işaret olunana
aittir.
Bundan sonra, o meblağ
zayi olursa, müvekkilin malı olarak helak olmuş olur. Zehıyre'de de böyledir.
Bir kimse, başkasına:
"Şu köleyi satın al." der ve ona bir miî::ar mal verirse, işte o,
örfen vekil tayin edilmiş olur. Her ne kadar "benim için satın al."
dememiş olsa veya "bu mal, bu mala karşılık " dememiş olsa bile
böyledir.
Me'mur, onu kendi
nefsi için almış olmaz. Her ne kadar, kendi nefsi için almaya niyet etmiş olsa
bile, o şey müvekkilin olur. Künye'de de böyledir.
Bir kimse, başka bir
şahsı, belirli bir köle veya belirli bir cariyeyi 200
satın alması için vekil tayin
eder; bu vekil de, veznî veya keylî (= tartılan veya ölçülen) belirli bir şey
veya bir yer satın alırsa; bu, —alimlerimizin İttifakı ile—caiz olmaz.
Bu vekilin, belirli
olmayan, veznî veya keylî bir şey satın almış olması hali hususunda, el-Asl'da
bir şey söylenmemiş ve alimler, bu mes'elede görüş ayrılığına düşmüşlerdir.
Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse, muayyen bir
bedelle, belirli bir köleyi satın almak üzere, başka bir şahsı vekil tayin
eder; bu vekil, vekaleti kabul edip, müvekkilinin yanından çıkar; sonra da,
belirtilen bedelle, o köleyi satın aldığı halde, "bu köleyi, kendi nefsi
için satın aldığını" söylerse; bu durumda, bu köle, —bu vekilin değil—
müvekkilinin olur.
Şayet, bu vekil, başka
bir köleyi, önce belirtilen bedelden daha fazla veya daha noksan bir bedelle
satın almış olursa; bu köle, müşterinin ( = satın alan şahsın = —burada—
vekilin) kendisinin olur.
Şayet bu vekil;
müvekkilinin söylediği bedelle, onun söylediği şeyi satın alması için, bir
başka şahsı vekil tayin eder; bu ikinci vekil de, o şeyi, o bedellle satın
alırsa; bu durumda, satın alınan bu şey, birinci şahsın (yani, ilk vekilin
müvekkilinin) olur; ikinci şahsın (yani, ikinci şahsı vekil tayin eden, birinci
vekilin) olmaz.
Bu durum, ikinci
vekilin, ilk müvekkilin —vekalet— meclisinde hazır bulunmaması halinde
böyledir.
Fakat, bu ikinci
şahıs, birincinin vekil tayin edildiği mecliste hazır bulunmuş ve ikinci şahıs,
bu ikinci vekili vekil tayin ederken, alacağı şeyin cinsini ve bedelini
söylemiş ve mesela: "Birinci şahıs: "Bin dirheme al." dediği
halde, ikinci şahıs: "Yüz dinara al." demiş ve o da, yüz dinara satın
almışsa; bu durumda, satın alınan şey, ikinci şahsın (yani, ilk vekilin) olur.
Eğer amir (yani
müvekkil): "Bizzat şu köleyi satın
al." diye emreder; fakat, bedelini söylemezse, müşterinin* (vekilin) o
şeyi, iki nakidden (yani dirhem ve dinardan) birisi ile satın almış olması
halinde, . bu şey birinci amirin olur.
Bu şahıs, o şeyi,
kendi nefsi için almaya niyyet etmiş olsa bile, bu böyledir.
Şayet ti. şahıs, bî^ka
—cins— nakidlerle, başka bir şey satın almış olursa; —alimlerimize göre— bu
şey; satın alan şahsın kendisinin olur.
Şayet müvekkil, bir
şahsı, bizzat bir şeyi satın almaya vekil eder; ikinci vekil de, birinci şahsın
belirttiği şeyi satın alırsa; bu şey önceki şahsın olur.
Âlimler: "Bu hal,
bu şekilde satın almaya mahsustur. Birincinin vekili, ikincinin vekiline:
"Şu şeyi, benim için satın al." veya: "Şunu satın al."
derse; bu böyledir." buyurmuşlardır.
Fakat:
"Müvekkilim filan için satın al.' der; ikinci vekil de satın alırsa, satın
alınan şey, —birinci vekilin değil,— ikinci vekilin olur.
Fakat ikinci vekil,
birincinin huzurunda öncekinin aldığı bedelin altında bir bedelle almış olursa,
önceki amir için geçerli olması gerekir.
Şayet önceki bedelden
fazla ise, birinci vekile infazı gerekir. Çünkü, onun huzurunda satın
alındığını müvekkil görmüştür.
Eğer Âmir, birinci
vekile: "Re'yinle (= görüşünle) amel et." der, önceki vekili de bir
başkasını vekil yapar; o da önceki vekilin gıyabında, ayni bedele satın alırsa;
alman şey önceki amirin olur; vekilin olmaz. Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse, diğerine:
"Bana, filanın cariyesini satın al." dediğinde, me'mur:
"Olur." veya: "Hayır." demediği halde, gidip onu satın
alırsa; "Âmir için aldım." demesi halinde, o cariye, amirin olur.
Eğer: "Kendim
için aldım." derse bu durumda, o cariye, kendisinin olur. .
Şayet: "Satın
aldım." der; fakat, "kimin için aldığını" söylemez; sonradan da
"filan için satın aldım." derse, bu sözü cariyenin helakinden veya
ona bir kusur arız olmasından önce söylemişse, sözüne inanılır.
Eğer cariyenin
helakinden veya kusurlanmasından sonra söylemişse sözüne inanılmaz.
Belirli bir cariyeyi
almaya, vekil tayin edilen bir kimse, bunlunur; ayni cariyeyi de müvekkil
kendisi satın alırsa, bundan sonra, vekilden bir şey istenilmez.
Şayet müvekkil, onu
geri satarsa; vekilin o satışın reddine hakkı yoktur. Cevâhirü'l-Fetâvâ'da da
böyledir.
Bir kimse; diğerine,
kendisi ile amirinin arasında olan bir köleyi satın almasını söyler, me'mur da:
*sOlur." der; sonra da gidip satın alır ve onu, sırf kendisi için aldığına
şahitlik yaparsa; şart üzerine, o köleye ortak olurlar. Fetâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir.
Bir kimse, diğer
birisine: "Filan adamın kölesini, seninle benim aramda müşterk (= ortak)
olarak satın al." der; adam da: "Olur." dedikten sonra, o
me'mur, başka birisine uğrar; o.da: "Filan adamın kölesini, seninle benim
aramda satın al." der; adam ona da: "Olur." der; sonra da
me'mur, o köleyi satın alırsa, işte o köle, iki amirin (ortak) malı olur; memur
için bir şey yoktur.
Şayet, o köleyi satın
almadan önce, üçüncü bir amir daha emredip o adama:"Seninle benim aramda
(ortaklaşa) bir köle satın al." der; bu şahıs, ona da: "Olur."
deyip, önceki köleyi satın almadan başka bir köle satın alır; sonra da önceki
iki şahıs huzurda bulundukları sırada bir köle atın alırsa, bu köle, üçüncü
şahısla köleyi satın alan şahsın arasında yarı yarıya olur. Önceki adamlara bir
şey yoktur.
Eğer öncekilerin
bulunmadığı bir zamanda, satın alırsa, o takdirde, köle önceki adamların ortak
mallan olur. Zehıyre'de de böyledir.
Şayet bir kimse, başka
bir şahsı"bizzat beşyüz dirheme almaya" vekil eder; o vekil de, aynı
zamanda, onunla birlikte, başka bir köle daha satın alırsa, tamamı vekilin
olur. Müvekkile bir şey gerekmez.
İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'e göre, o iki köleden birisi müvekkilin olmaz,
İmâmeyn'e göre ise,
müvekilin beşyüz dirhemine karşılık, o iki köleden herhangi birisi onun olur.
Bu durum, vekil tayin edilirken, kölenin bedeli söylendiği zaman böyledir.
Fakat, bu sırada her
hangi bir şey söylenmemişse, o takdirde, bi'1-icma müvekkilin, bedeli
nisbetinde, —insanların aldatümayacağı şekilde— hissesini alması gerekir.
Şayet bir şahıs, diğer
birisini, "belirli bir bedelle, bizzat ( = muayyen) bir şey satın
almaya" vekil eder; vekil de, o bedelle, muayyen şeyin benzerini amiri
için satın alır; sonra da onda bir kusur bulursa; satıcısına iade eder.
Bu şeyi vekil,
sonradan kendi nefsi için alabilir. Şayet bu red, ( =geri veriş) hakimin
hükmünden sonra veya teslim almadan önce, —hükümlü veya hükümsüz— olursa, bu
durumda vekil onu nefsi için satın alamaz. Ancak onu, daha az bedelle veya
bedelinin misliyle alırsa; bu müstesnadır. Fakat fazlalık olursa, kendi üzerine
olur.
Eğer red, hükümsüz
teslim aldıktan sonra olursa, o takdirde vekil kendi nefsi için almış olur.
Müşteri nasıl bir bedel ile alırsa alsın, fark etmez. Zehıyre'de de böyledir.
Bir kimse, diğerine,
"bin dirheme, belirli bir köleyi almasını" emreder; o da, o köleyi
bin yüz dirheme satın alır; sonra da satıcı, yüz dirhemini, müşterinin hatırına indirirse; o
kölede müşterinin olur; amirin olmaz. [13]
Bir kimse, diğer bir
şahsı, bir köle satın almaya vekil eder başka, birisi de aynı şahsı bir köle
satın almaya vekil yapar; her ikisi de, kölenin bedelini verirler; vekil de,
bir köle satın alıp: "Ben bu köleyi, filanın namına almaya niyet
eyledim." derse; bu sözü kabul edilir.
O iki kişiden, her
birisi;o şahsı, bu kölenin yarısını satın almaya vekil eder; vekilde onu satın
alır; bedelleri de ayni cinsten olur ve vekil: "Ben, bu köleyi filanın
namına aldım." derse onun sözü geçerli olur.
Şayet bedellerin
cinsleri ayrı ayrı olur; mesela: Onlardan birisi, "kölenin yarısını,
beşyüz dirheme satın almaya vekil ederken; diğeri ise, "yüz dinara, satm
almasını" söyler; vekil de kölenin yarısını yüz dinara satın alarak,
dirhem sahibine niyyet ederse; bu satın alış vekile ait olur. Serahsî'nin
Muhıytı'nde de böyledir.
Bir kimse, başka bir
şahsı, belirli olmayan bir şey satın almaya, vekil tayin eder; vekil de bir
köle satın aldığında bunun bedeli, ya belirli bir akde izafe edilir veya mutlak
bir bedele izafe edilir: Eğer belirli bir bedele izafe edilmişse, satın alınan
şey, bu bedelin sahibinindir. Her ne kadar, bunun hilafına niyet edilse de, bu
böyledir.
Eğer mutlak bir bedel
izafe edilmişse; bu da, ya hal-i hazırda alınır verilir veya vadeli olur.
Eğer peşinse; alan
vekil ya ikisinden birine niyet eder. (Böyle yaparsa, aldığı şey niyet ettiği
kimsenin olur.)
Eğer vekiller niyette
ihtilaf ederlerse; hüküm bi'1-icma bedelini' nakden ödeyenedir.
Eğer hiç birine niyet
etmemişse, İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, satın alınan şey, akdi yapanındır.
İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'a göre ise, nakid sahibinindir.
Eğer bedel vadeli ise,
işte o alınan şey vekil içindir.
Vekil, bizzat
belirtilmiş olmayan bir köleyi satm aldığında, onu .müvekkil görmüş olduğu
halde, vekil görmüş olmasa; bu vekile görme muhayyerliği vardır.
Şayet vekile, muayyen
olmayan bir köle alma yetkisi verilir; o da gördüğü bir köleyi satın alırsa;
vekil de müvekkil de, görme muhayyerliğine sahip değildir.
Bir kimse, diğerini,'
'bin dirheme, bir cariye almaya" vekil edip ve ona bedelini de verir;
vekil de ona bir cariye satm aldığında amir, "ona: "Sen beşyüz
dirheme satın aldın." der; me'murda: "Hayır bin dirheme satın
aldım." derse; me'murun sözü geçerli olur.
Şayet, cariyenin
emsali (= benzeri) bin dirhem ediyorsa, bu böyledir.
Eğer beşyüz dirheme
müsavi bir cariye ise, amirin sözü geçerli olur;
Eğer amir, bin dirhemi
me'mura vermemişse, mes'ele hali üzeredir. Ve amirin sözü geçerli olur. Me'mur
yeminleşmeden sonra bu cariyeyi kendisi alır. Kâfî'de de böyledir.
Bir kimse, diğerini,
"belirli bir cariyeyi kendisine satm almaya" vekil tayin eder; vekil,
onu satın aldıktan sonra da, bu vekil ile, müvekkil arasında ihtilaf çıkar ve
vekil, müvekkiline: "Sen, bana, onu
bin dirheme satm almayı emreyledin. Ben de, onu emrettiğin gibi, bin ' diheme
satm aldım." der; müvekkil de: "Ben, sana» onu beşyüz dirheme satın
al." dedim. "Sen, onu, bin dirheme, kendin için satın aldın."
derse; müvekkilin sözü geçerli olur. Ve iki tarafa da yemin ettirilmez.
Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse, diğerini:
"Şu köleyi satm al." diyerek vekil tayin eder; ancak bedelini (=
fiatını) söylemez; vekil de onu satın alır ve: "Onu bin dirheme satın
aldım." der; satıcı da onu doğrular; âmir ise: "Sen, onu beşyüz
dirheme satm aldın." derse; bu durumda, yeminleşirler.
Bu görüş, İmâm Ebû
Mansur'un görüşüdür, yeminleşmezler de denilmiştir. Bu da Ebû Ca'fer'in
görüşüdür. Sahih olanı ise, öncekidir. Kâfî'de de böyledir.
Bir kimse, diğerini,
"kardeşini satın almaya" vekil tayin ettiğinde, bu vekil onu satın
alır; müvekkil ise: "Bu benim kardeşim değildir." derse; yeminle
birlikte onun sözü geçerlidir. Ve vekil onu kendisi için satın almış olur. Onu,
müvekkilin kardeşi zanniyle aldığından dolayı, bu köleyi vekilin,
müvekkiline karşı azad
etmesi gerekir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimse, diğerini,
"hintîi bir köle satm almaya" vekil ettiğinde, bu vekil onun dediği
köleyi satın alıp müvekkiline getirince, müvekkil: "Bu, benim köîemdir.
Filan adam, bu köleyi benden gasbetmişti. ( = zoraki almıştı.)" der vekil
de "Bu filanın kölesidir. Ben, bunu senin için satm aldım." derse
burada iki vecih vardır:
Eğer kölenin bedeli
ödenmişse, müvekkilin sözü kabul edilmez.
Şayet bedel ödenmemiş
ise, müvekkilin sözü geçerlidir.
Şayet, onun bedeli
ödediğini belgeleyemezse, -vekilin, kölenin bedelini almak için, müvekkile
müracaat etme hakkı yoktur.
Eğer bedeli ödediğini
isbat edese; dava aydınlığa çıkmış olur.
Şayet müvekkil,
kölenin aslen kendisinin olduğuna dair, beyyine ibraz ederse, bu durumda
vekilin beyyinesi, daha evla sayılır.
Bir kimse,
diğerine bin dirhem vererek, "onunla,
bir köle almasını" emreder; vekil de bir köle getirerek:
"Bunu, sana bin dirheme satın aidim." deyince, amir: "Niçin satm
aldın. Ben, seni vekâletten çıkartmıştım." derse; me'murun sözü kabul
edilir.
Keza vekil: "Ben,
bu köleyi senin için, şu adamdan satın aldım." der ve:
"Öldüğünü" söylerse; bu,da caizdir. Bedeli alan şahıs, bin dirhemi
müvekkile öder.
Eğer vekil: "Ben,
bunu senin için, bin dirheme satın aldım." der, müvekkil de ona:
"Hayır, sen benim için, bir şey satın almadın. Çünkü, ben seni vekaletten
çıkartmıştım." der ve hakikaten de, vekaletten çıkarılmış olursa, bu
durumda da onun sözü doğrulanmaz.
İbnü Semâa'nın
Nevâdirî'nde, İmâm Ebû Yusuf (R.A.)*un şöyle buyurduğu rivayet
edilmiştir: Bir adam:
"Ben, bu köleyi,
filanın malından satın aldım." dediğinde, o adamda: "Ben,
böyle istedim." der; fakat diğer şahıs: "Sen, bana emretmedin. Fakat,
ben senden bin dirhem gasbettim ve onunla, bu köleyi satın aldım." derse;
onun sözü geçerli olur. Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse, diğer bir
şahsı, "bin dirheme, bir cariye satın almaya" vekil tayin eder; o vekil de, iki bin dirheme
bir cariye satın alarak, onu amire yollar; amir, o cariyeye cima ettikten sonra
da, vekil amire: "Ben, o cariyeyi iki bin dirheme satın aldım."
derse; eğer vekil, cariyeyi amire yollarken: "Sen, bana onu satın almayı
emreyledin. Ben de, onu senin için satın aldım." der; sonra da "iki
bin dirheme satın aldım." derse; sözüne inanılmaz. Beyyine ibraz etse
bile, bu kabul edilmez. Şayet vekil, bu cariyeyi yollayınca, hiç bir şey
söylemez; sonra da: "Ben, onu iki bin dirheme satın aldım." derse
sözü kabul edilir. Ve amirden bu cariyeden doğan çocuğun bedelini alır.
Fetâvâyi Kâdîlıân'cla da böyledir.
Bir kimse, diğerine
bin dirhemi vererek, "kendisine bir cariye almasını" söyler ve
"beşyüz dirheme kadar artırabileceğini de" bildirir; vekil de bir
cariye satın alarak: "Onu, Hn beşyüz dirheme aldığını" söyler; amir
de: "Bin dirheme aldın." derse; her ikisine de iddialarına göre yemin
verilir. Yemine, önce vekilden başlanır. Şayet, o yemin ederse; cariyenin
üçte ikisi vekilin,
kalanı da müvekkilin
olur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Eğer vekil: "Ben,
bunu amir için satın aldım." der; amir de: "Sen, onu nefsin için
satın aldın." derse, me'murun aldığı kölenin muayyen olması ve onu satın
almış bulunması ve onun hal-i hazırda mevcut olması halinde, me'murun sözü geçerH olur. Bu bi'1-icma' böyledir. Bedel, nakid olsun
veya olmasın farketmez.
Eğer, me'mur:
"Senin için satm aldıktan sonra, köle öldü." der; müvekkil de, bunu
inkar ederse; bedel peşin Ödenmemişse, amirin sözü geçerli oîur.
Eğer bedel nakid ise,
yeminli olarak mem'urun sözü kabul edilir.
Eğer köle, biaynihi (=
belirli) bir köle olmaz ve kendisi de sağ bulunur me'mur da: "Onu, senin
için satın aldım." der; âmir ise; "Hayır, bilakis, onu, sen kendi
nefsin için aldın." derse; bedelinin ödenmiş olması halinde me'murun sözü
geçerli olur.
Eğer bedeli
ödenmemişse, amirin sözü geçerlidir.
Bu, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'nin görüşüdür.
İmâmeyn'e göre ise,
yine me'murun sözü geçerli olur.
Eğer köle ölmüş bedeli
de ödenmişse; yine me'murun sözü geçerli olur.
Eğer parası
ödenmemişse, amirin sözü geçerlidir. Tebyîn'de de böyledir.
Bir kimse, diğer bir
şahsa, onunla bir şey satın almak üzere bin dirhem verir, bu dirhemlerde
vekilin elinde iken zayi olur; sonra da, vekil, müvekkilin dediği şeyi satın
alırsa; bu satın alış, vekil için geçerli olur.
Eğer vekil, satın
aldıktan sonra, dirhemler zayi olur ve vekil bedelini vermemiş bulunursa,
vekil, onu satın almadan önce, dirhemler kendi elinde zayi olmuşsa, bu satın
alış müvekkil için olmuş olur. Onun misli için, me'mur amire başvurup parasını
alır.
Bu zayi dirhemlerin
oluşunda ittifak (= görüş birliği) olduğu zaman böyledir: İster satm almadan
önce, isterse satın aldıktan sonra olsun müsavidir.
Fakat ihtilaf
ederlerse (= görüş ayrılığına düşerlerse) amirin sözü geçerli olur. Ve ona,
yemin verilir.
Şayet, dirhemler zayi
olmaz, vekil onu nakden öder; sonra da bu dirhemler satıcının yanında iken, ona
bir hak sahibi gelirse; satıcı vekile vekil de müvekkile başvurur.
Şayet, satm alman şey,
satm aldıktan sonra helak olursa; vekil müvekkile baş vurarak, ikinci defa
ondan bedelini alır.
Eğer satın alman şey
ikinci defa yine vekilin yanında zayi olursa, bundan sonra amire başvuramaz.
Keza vekil,
dirhemleri, müvekkilden satın almadan önce alır; ve satınaldıktan sonra, elinde
iken helak olursa, amire müracaat edemez. Kendi nefsî malından, satıcıya ödeme
yapar. Zehiyre'de de böyledir.
Bir kimse, diğerine
bin dirhem vererek, ona: "Bu bin dirhemle, bir köle almasını" söyler;
vekil de o dirhemleri evine koyarak çarşıya çıkar ve müvekkiline, bin dirheme
bir köle satın alıp bu köleyi eve getirir; dirhemleri satıcıya vermek
isteyince, bir de bakarki dirhemler çalınıp evinde zayi olmuş; satıcı gelip
parasını; müvekkil de gelerek köleyi isterse; alimler: "Müvekkil, vekilden
bin dirhemini alıp, onu satıcıya geri verir. Köle de, dirhemler de onun yanında
emanet olarak helak olmuş sayılırlar." buyurmuşlardır.
Fakıyh Ebû'I-Leys:
"Bu, şahitler şehadette bulunup: "Gerçekten vekil köleyi satın aldı
ve elinde helak oldu." demeleri halinde böyledir." buyurmuştur.
Fakat müvekkil, işin
hakikatini ancak vekilin söylemesi ile bilirse, gerçekten o, tazminatı nefiyde
doğrulanır. Kendi nefsinden amirin tazminat ödemesi de gerekir. Ayrıca vekilin
amire tazminatta bulunması doğrulanmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimse, diğerine
bin dirhem vererek, "onunla, kendisine bir cariye almasını" emreder;
o da satın aldıktan sonra bu dirhemleri geçersiz veya katkıntılı yahut onları
kalay olarak bulur ve onları getirerek, satıcıya vermek ister, satıcı da
onları kabul etmezse; bu dirhemlerin vekilin yanında zayi olması halinde onlar
amirin malı olarak zayi olmuş olur. Ve vekil, amir'eparası için baş vurarak,
dirhemlerin yenisini ondan alır ve satıcıya verir. Şayet satıcı, vekilden bu
dirhemleri aldıktan sonra, onları bizim vasıjfladığımiz gibi bulur ve vekile
geri verir've o da, vekilin yanında zayi olursa; şayet dirhemler katkıntılı
veya geçersiz iseler; zayiat vekile aittir. Bu durumda vekil, yeni dirhemleri
kendi malından öder. Müvekkiline başvurarak, verdiğini geri de alamaz.
Şayet dirhemler kalay
ve sütuka iseler; vekilin yanında zayi olunca; vekil yeni dirhemleri alıp
satıcıya vermek üzere, müvekkiline başvurur.
Vekil, müvekkilden
taze dirhemleri alır ve bunlar yanında zayi olursa; bunları kendi malından
öder. Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse; kendisi
için bir cariye almak üzere, bir cariye bedeli olan bin dirhemi başka birine
verir; vekil de o cariyeyi satın aldığı halde, onu teslim almaz ve o bedeli de
satıcıya, —amir, ödemek için, onu nakden vekile verene kadar, vermez; sonra da
vekil, o bedeli zayi eder; kendisi de çok fakir birisi olursa bu durumda
satıcı, cariyenin bedelini almadıkça, onu vermez. Bu satıcı, o cariyenin
bedelini amirden isteyip alamaz.
Vekilin de, bu amire
karşı, yapacağı bir şey yoktur.
Bununla beraber, eğer
amir, cariyenin parasını nakden ödemişse; satıcının cariyeyi vermekten kaçınma
hakkı yoktur.
Eğer amir, cariye
bedelini peşinen ödememişse; o zaman hakim; bu cariyeyi satıcı ve amirin
rızaları ile, bedeli mukabili satar.
Şayet onlardan hiç
birisi buna razı olmazlar veya buna amir razı olmazsa; İmâ m ey ne göre yine
böyle yapılır.
Hakimin, bu cariyeyi
satması halinde eğer ikinci bedel, birincisinden fazla bulunuyorsa; bu
fazlalık amire aittir.
Eğer, noksanlık varsa;
satıcı o noksanlığı almak için vekile müracaat eder. Amire müracaat edemez.
Sonra da amir, ondan
aldığına göre vekile müracaat eder. Tatarhâ-niyye'de de böyledir.
Bir adam başkasına:
"Şu bin dirhemle, bana bir cariye satın al." deyip, ona,
dirhemleri gösterdiği halde,
onları teslim etmez;
bu dirhemler çalınır; vekil de bin dirheme bir cariye satın alırsa, onu,
ödemek müvekkile aittir.
Keza, dirhemler
çalınmaz fakat, sahibi onu harcar ve bir ihtiyacına sarfederse; yine bu
cariyenin bedelini müvekkil öder.
Şayet müvekkil
dirhemleri vekile teslim eder ve hu dirhemler onun yanında iken, çalınırsa,
vekilin bunları tazmin etmesi gerekmez.
Eğer vekil, bundan
sonra, bin dirheme bir cariye satın alırsa, o cariye vekile ait olur. Vekil,
dirhemlerin zayi olduğunu bilsin veya bilmesin müsavidir.
Bir kimse, diğerine
bin dirhem vererek, ona, "bir cariye satın almasını" emrettiğinde,
bunun beşyüz dirhemi vekilin elinde zayi olup, geri de beşyüz dirhemi kalsa;
vekil de bundan sonra, bin dirheme, bir cariye satın alsa, onu kendi nefsi için
satın almış olur.
Eğer cariyeyi, beşyüz
dirheme satın alır ve bu cariyenin benzeri de, beşyüz dirhem olursa, yine bu cariye
müşterinin (vekilin) nefsi için alınmış olur.
Şayet cariye,
bin dirheme müsavi
kıymette veya insanların aldatılmış sayılmayacağı kadar
bir miktar daha noksan değer de olursa, bu durumda o cariye, vekil için satın
almış olmayıp, müvekkil için satın alınmış olur. ZeJııyre'de de böyledir.
Bir kimse, başka bir
şahsın kölesine: "Nefsini, efendinden benim için satın al." der; köle
de: "Olur." karşılığını verir; sonra da, efendisine giderek, nefsini
satın alırsa; şayet: "Benim nefsimi, bana bin dirheme
sat." demiş, efendisi de satmış; köle de bunu kabul etmişse; bu durumda
köle hürdür ve bu kölenin, efendisine bin dirhem vermesi gerekir.
Bu kölenin velası bu
efendisine aittir.
Şayet, kelâm mutlak
olur, fakat emir, satın almaya izafe edilirse; (mesela: Bir köle kendi
efendisine: "Beni, filan adama şu kadar fiatla sat." der; o da satar,
köle de kabul ederse) sahih olur ve köle diğerinin olur. Mal da bu kölenin
rakabesine karşılık olur, Ve amirine müracaat eder.
Satıcının, bedelini
alana kadar köleyi habsetmeye hakkı yoktur.
Eğer, amir o kölede
bir kusur bulup, satıcıyı dava etmek isterse; o kusur nefsi satın alınırken
bilinen bir kusur ise, —her ne kadar köle bunu bilmese bile— onu geri veremez.
Şayet köle, nefsini amir için bin dirheme satın alsa, bedeli verilmedikçe bu
akid fasiddir.
Eğer köle, akdin
akabinde oluverse; amir onun bedelini tam olarak tazmin eder. Ölmez, fakat
satıcısı onu bazı işlerinde kullanırsa, işte bu da satışı nakzeder (= bozar.)
Hatta, bundan sonra,
bu köle ölse, satıcının malı olarak ölmüş olur.
Şayet bu köle, nefsini
amir için bin on dirheme satın alsa; veya Delirli bir müddet ile satın alsa;
amirde ona bin dirheme demiş olsa, işte o satım vaki olduğu zaman, köîe hürdür.
Muhiyfte de böyledir.
Bir köle, bir adamı
"nefsini, efendisinden satın almaya" vekil ederek, ona bin dirhemi
teslim eder; vekii de, efendisine, satın alış- esnasında: "Ben, senin
köleni onun nefsi için satın alıyorum." der; o da böylece satarsa, işte bu
bir azad olur.
Ve, bu kölenin velası
efendisi olur.
Şayet bu vekil:
"Onu, ben satın aldım." der de, kölenin nefsi için satın aldığını
açıklamazsa; bu durumda köle, vekilin malı olur. Köleden aldığı bin dirhem de,
meccanen efendisinin olur.
Ve müşteriye, bu
köleye bedelini ödemek veya onu azad etmek vacibolur.
Sonra vekil açıklama
yapmadığı takdirde, kölenin efendisi vekile müracaat ederek bedelini ister.
Çünkü akid yapan odur. Eğer, bu vekil, "bu köleyi, kölenin nefsi için
satın aldığını açıklarsa İmâm Mııhammed (R.A.), Azad'a Vekâlet Babı'nda:
"Gerçekten azad vaki olur. Zira mal vekilin değil kölenindir."
buyurmuştur.
Sahih oian da budur.
Tebyîn'de de böyledir.
Şayet bu köle müdebber
ise; (bu müdebber) satış zamanı hürdür. İster me'mur mutlak satın alsın; ister,
nefsine izafe ederek satın alsın, müsavidir. Çünkü, müdebber satın alınması
caiz olmayan ve itki (-azad edilmesi) caiz olandandır. Yapılan, bu muamele, müdebberin azadını kabul
olur. Muhıyt'te de böyledir.
Satın almaya vekil
edilen kimse, satın alman şeyde, bir kusur bulursa; —satın alman şeyin elinde bulunması
halinde— onu, amirden emir almadan, reddedebilir. (= geri verebilir.) Hulâsa'da
da böyledir.
Bir şey satın almaya
vekil edilen şahıs, satın aldığı şeyi, amirine teslim ettikten sonra, gelip;
satıcıyı o şeyin kusuru hakkın.da dava ederse; aldığı şeyi, satıcıya, geri
verme hakkına sahip olamaz.
Ancak, bu hususta
amirin beyyinesini getirirse; o zaman geri verebilir. Zehıyre'de de böyledir.
Eğer satın alman
köleyi, amir teslim almadan; vekil o kölede bir ayıb bulur ve aybı yüzünden
köleyi reddeylemeyi, amir vekil emrettiği halde, vekil, kusuruyla birlikte ona
razı olur; satıcıyı da ondan ibra ederse;
müvekkil muhayyerdir. İsterse
cariyeyi alır; bu
durumda yapacağı başka bir şey olmaz. Dilerse, onu aybı (= kusuru)
sebebiyle vekile verir. Ve ondan cariyenin bedelini alır.
Şayet amir cariyeyi
almaz ve cariye de vekilin yanında ölürse; vekilin malı olarak ölmüş olur.
Ve bu durumda
müvekkil, sadece cariyenin kusuruna karşılık, vekile müracaat eder.
Sîrâcü'I-Vehhâc'da da böyledir.
Şayet, bu cariye
ölmez, fakat gözünün birisi kör olursa; bu cariye amirin olur.
Yalnız, müvekkil,
vekilin razı olacağı bir şekilde, aybının hissesi için vekile müracaat eder.
Eğer cariyenin bir gözü kör olmazsa, amir vekili ilzam etmekte muhayyerdir. Ve
bedelini vekilden alır.
Sonradan vekil, bu
cariyede önceki razı olduğundan başka bir kusur bulur vekilin ve bu ayb,
satıcının yanında meydana gelmiş olursa vekil, amire de satıcıya da onu
reddetmeye kadir olamaz. Muhıyt'te de böyledir.
Satın almaya vekil
edilen şahıs satın alınan şeyde, razı olduğu bir kusur bulur ve onu teslim
alırsa; bu ayb, (iki gözü kör olmak gibi...) helakına sebeb olacak bir şey
değilse, bu amirin oîur. Eğer helak olacak şekilde olmadığı gibi halkın
aldatılacağı halde de değilse, amire ilzam olunmaz. Amir, müşteriyi (vekili)
ilzam eder.
Bu Imâmeyn'in
kavlidir.
İmâm Ebû H anî t e
(R.A.)'ye göre aybı ile birlikte, bedelinde bir aldanma yoksa ikisi de
müsavidir. Zehiyre'de de böyledir.
Bir kimse, diğer
birisine, "onun emriyle bir köle
satın alıp, onu da teslim alsa; sonra da onda, bir kusur bulsa; satıcı onun
aybmdan kaçınınca da amir ona: "Sen, kölenin aybından kaçınıyorsun"
dediği. halde, me'mur onu
kabul etmezse; ancak,
hakimin hükmüne başvurulur.
Eğer hakim, onu ilzam
ederse; bu durumda o, amirden satın alınmış yerinde olur.
Eğer onda bir kusur
bulursa, satıcıya reddedemez; ancak, amire karşı reddeder; sonra da amir, onu
satıcısına reddeder. Muhıyt'te de böyledir.
Eğer cariye vekilin
yanında satın alınmış olur ve vekil de, onu aybı sebebiyle reddeylemek ister;
satıcı ise, amirin razı olduğunu iddia ederse; —beyyinesinin olmaması
halinde— sözüne İnanılmaz.
Şayet satıcı, vekilin, "o
kölenin aybına, amirin rızasının olduğu" üzere yemin etmesini irade
ederse; buna hakkı yoktur.
Eğer satıcının, amirin
ayba karşı rızasının olduğuna beyyinesi yoksa ve vekilde cariyeyi kusuru
sebebiyle geri vermek istemişse; sonra da amir huzura gelerek, rızasının
olduğunu iddia eder ve cariyeyi alrnak ister;
satıcı da vermekten
kaçınarak: "Hakim ahm-satımı bozdu." derse, bu durumda hakim,
satıcının sözüne iltifat etmez. Ve, bu cariyeyi amire verir.
Bazı alimlerimiz:
"Bu, İmâm Muhammed (R.A.)'in kavlidir." buyurmuşlardır.
Bazıları ise:
"Hayır, bu bütün bilginlerin kavlidir." buyurmuşlardır. Esahh olan da
budur. Zehıyre'de de böyledir.
Şayet vekil, kusuru
sebebiyle cariyeyi satıcıya reddederken, satıcıdan bedelini almış ve o bedel
de vekilin yanında zayi olmuşsa; vekilin kendi malından zayi olmuş oîur. Ve bu
durumda vekil, kendi malından amire borçlanmış olur.
Sonra da amir satıcıyı
tasdik ederek, "vekilin onu aybıyle birlikte teslim aldığını ve ona razı
olduğunu" söylerse; amir, kendi malından, satıcıya ödeme yapar ve cariyeyi
teslim alır.
Müvekkilin, satıcıya:
"Sen, vekilden cariyenin bedelini aldm." demeye hakkı yoktur."
Bir defa da benden aldın." diyemez.
Şayet amir, o cariyede
başka bir kusur bulursa; —vekilin haricinde— onu reddetme ve dava etme hakkı
vardır.
Eğer vekil; amir,,
cariyeyi reddeyledikten ve aybı sebebiyle hakim ahş-verişi bozduktan sonra, amirin
kusura rıza gösterdiğini ikrar ederse; satıcı için muhayyerlik vardır. Dilerse,
cariyeyi* yanında bırakır; dilerse vekile reddeder.
Şayet amir, aybıyîe
birlikte razı olduğunu ikrar ederse, bu cariye amirin olur. Vekil, o cariyeyi
satıcıdan alıp amire verir. Bedelini satıcıya vermek, vekile aittir. Eğer
vekili, cariyenin bedelini satıcıdan almış ve cariyeyi ona reddederken,
sonradan, başka bir ayıp bulmuş olursa, bu durumda onu dava eder. Muhıyt'te de
böyledir.
Bir kimse,
diğerine emrederek; "kendisine bir
cariye satın almasını"
söyler; vekil de ona bir cariye satın alır fakat onu teslim almadan, bir
kusuruna muttali olur; ancak bu o kusura amir razı olursa, bu caiz olur.
Eğer müvekkil bu akdi
bozarsa; onun bu bozması geçerli olmaz ve onunla amel edilmez. Hulasa'da da
böyledir.
Satın almaya
vekil tayin edilen
bir kimse, üçbin
dirhem değerindeki bir köleyi, bin dirheme satın alır; sonra da onda bir
kusur bulursa, onu geri veremez. Şayet hıyâr-i rü'yet (= görme muhayyerliği)
veya şart muhayyerliği varsa; o zaman geri verebilir. Muhıyt'te de böyledir.
Belirli olmayan bir
köleyi satın almaya vekil edilen bir kimse, kusurlu bir köle satın alır; onu da
vekil bilmez de müvekkil olursa; ayıbı sebebiyle, vekil onu geri verir.
Muhıyt'te de böyledir.
Satın almaya vekil
tayin edilen bir şahıs öldükten sonra, müvekkil onun satın aldığı şeyde bir
kusur bulursa, onu, ya varislerine veya vasisine reddeder, (geri verir)
Şayet bu vekilin
varisi ve vasisi yoksa; müvekkili onu, satıcıya red-deyler. Hıılasa'da da
böyledir.
Satın alma hususunda
vekil tayin edilen kimse, kendi nefsî malından vererek satın alır ve
müvekkil, o bedeli vekile vermezse; bu vekil, müvekkile müracaat ederek,
verdiği malı ondan geri alır.
Ve satın aldığı, malı,
bedelini müvekkilden alıncaya kadar, yanında tutabilir. Şayet, satın alman bu
şey vekilin yanında iken zayi olursa; \ müvekkilin malı olarak zayi olmuş olur.
Ve bu durumda vekile tazminat gerekmez.
Şayet vekil, aldığı bu
şeyi müvekkiline vermeyip yanında tutmak istedikten sonra, bu şey zayi olursa;
teslimden önce olduğundan, satın alınan şeyin bedeli zayi olmuş olur. Bu, İmâm
Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre böyledir.
Bu hususta, İmâm
Muhammet! (R.A.) bir şey söylememiştir.
Eğer vekil bedeli
ödememiş, satıcı da satılan şeyi vekile teslim etmişse; vekilin, —müvekkil
bedelini ödeyene kadar— bu şeyi müvekkilden habsetme hakkı var mıdır?
Şeyhu'l-İslam Şemsü'I-Eimme el-Halvânî: "Hakkı vardır." buyurmuştur.
Sahih olan da budur. Muhıyt'te
de böyledir.
Şayet vekil, alınan
şeyin bedelini, kendi malından, nakden öderse; sonra da, müvekkiline bir başka
yerde raslayarak, satın aldığı şey yanında olmadan, müvekkilden onun bedelini
ister; o da, alınan şey, teslim edilmeden, bedelini vermekten kaçınarak,
alınanın teslimini ister; satın alınan şey vekil ile müvekkil arasında hazır
olduğu halde, vekil bedelini alana kadar teslim etmezse, bu durumda müvekkilin,
satın alınanı teslim edene kadar, beclelini vermeme hakkı vardır.
Eğer bidayette amir
satın alman şeyi istememişse, onun bedelini vermeden kaçınamaz. Çünkü o, amirin
zimmetine geçmiş borç olmuştur. Bahnı'r-Raık'ta da böyledir.
Bin dirheme, bir
cariye satın almaya vekil edilen, bir şahıs, onu, —emredildiği gibi—
bin dirheme satın
alıp, bedelini de
peşinen ödeyerek, cariyeyi de teslim alırsa; amir, onun bedelini nakden
ödeyene kadar, onu yanında tutamaz.
Hatta amir, beşyüz
dirhemini öder de sonra da kalanını, isteyince vermez ve bu cariye, müvekkilin
yanında ölürse, kalan beşyüz dirhemi müvekkil vekile öder.
Şayet başlangıçta
vekil, habseder de, bu cariyeyi müvekkile vermezse; müvekkilden aldığı beşyüz
dirhemi de geri verir. Muhıyt'te de böyledir.
Vekil cariyeyi vermez
ve sonra da, gözünün birisi zayi olursa, bedelinden bir şey eksiltilmez.
Müvekkil serbesttir. İsterse bedelinin
tamamını alır; isterse, almaz, Bahru'r-Raik'ta da böyledir.
Vekil, bir köleyi, bir
seneye kadar vadeli olarak, bin dirheme satın alıp teslim de alır; sene gelince
de, amir bedelini satıcıya ödemezse, satıcı, onu vekilden alır.
Vekil de, amir onun
bedelini verene kadar, köleyi amire vermez. Şayet vekil, onu amirden men
ederse, bedelini kendisi öder ve eğer amir, köleyi teslim almış; sonra da
amirin bulunmadığı bir sırada, vekil onu almış ve bedelini alana kadar da
durumu söylememiş; köle de yanında ölmüşse, bu durumda amirin bedel ödemesi
batıl olur. Ve, bu kölenin bedelini ödemek, vekile ait bulunur. Zehıyre'de de
böyledir.
Şayet amir, "iki
cariye satın almasını", vekile emreder ve "her bir cariye, bin
dirheme olsun." der veya
"ikisini birden, bin dirheme almasını'' söyler; vekil de onları satın
alır; teslim aldıktan sonra da amir, onlardan birisini ister ve onu belirtir;
vekil de, onu men edip vermez ve cariye ölürse, bedeli batıl olur. Yani amir,
ona karışmaz.
Eğer amir:
"Geride kalan, bana lazım değildir." derse; onun bu sözüne iltifat
edilmez. Ve onun bedeli ne ise, amir onu Öder. Şayet vekilin men eyleyip
vermediği cariye ölmez, fakat diğeri ölürse, o takdirde, her ikisinin bedelini
de amir öder.
Bir amir:
"Kendisine, iki cariye satın almasını" bir şahsa emredip,
"bunlardan birini peşin olarak bin dirheme, diğerini de bir sene sonra
vermek üzere satın al." der; vekil de onun dediği gibi, yaparak, ikisini
de teslim alır; ancak amir onlardan birisini, vekilden ister; vekil de, onu
bedeli verilinceye kadar vermek istemezse, işte bunu yapmakta hakkı yoktur.
Ve bedeli bir seneye
kadar ödenecek olan cariyeyi verir. Şayet, onu vermez ve o da ölürse, bedelini
amir öder. Fakat, diğerine gelince, me'mur onu bedelini ödeyene kadar vermez. O
da ölürse; o zaman amirin: "Bedeli bir seneye kadar verilerek olanı da
istemem." sözüne itibar edilmez. Zamanı gelince onun bedelini öder.
Keza, her ikisini de
peşin, iki bin dirheme almasını söyler, vekil de satm alırsa, onları amirden
men edemez.
Satıcı, onlardan
birinin bedelini peşin alsa da, diğerim ertelese; durum yukarıda söylediğimiz
gibidir ve öncekinin aynıdır. Muhıyt'te de böyledir.
Şayet vekil,
"satın aldığını ve bedelini kendi malından ödediğini" iddia eder;
müvekkil de bunu doğruladığı halde, satıcı yalanlarsa; bu durumda vekil,
müvekkile müracaat edemez.
Bahru'r-Râık'ta da böyledir.
Vekil, belirli bir şey almaya tayin edildiği halde, bedeli,
satıcı, bedeli vekilden çıkarana kadar nakden ödenmezse, sahih olur. Te'hiri de
müvekkil hakkında sabit olur. Vekil, belirli zaman gelmeden öncede, müvekkile
müracaat eder.
Şayet satıcı, bedelin
bir kısmını vekil için düşürürse, o, müvekkilden düşürülmüş olur.
Ancak satıcı, bedelin
tamamını düşürürse, bu, müvekkil hakkında olmaz. Bu durumda vekil, müvekkile
başvurarak, bedelin tamamını alır.
Şayet satıcı, bedelin
bir kısmım vekile bağışlarsa; bu, müvekkil hakkında zahir olmaz.
Şayet satıcı,
tamamım vekile teberru
ederse; bunun cevabı, tamamını bağış yapmanın cevabı
gibidir. Muhıyt'te de böyledir.
Satıcı, önce beşyüz
dirhemini, sonra da kalan beş yüz dirhemini bağışlarsa; vekil, önceki beşyüz
dirhem için, müvekkile başvuramaz. Sonraki beşyüz dirhem için, başvurur. Çünkü
o, ona bağıştır. Eğer, önce dokuz yüz dirhemini bağışlar; sonra da geride kalan
yüz dirhemi bağışlarsa; işte o, müvekkile, yalnız yüz dirhem için başvurur.
Bunların tamamı; İmâm
Ebû Hanîic (R.A.) ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un kavlidir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir.
En doğrusunu bilen, Allahu
Tealadır. [14]
Satışta vekil tayin
etmek caizdir.
Satış az olsun, çok
olsun fark etmez.
Bu, İmâm Ebû Hanîfe
(R. A.)'ye göre böyledir.
İmâmeyn ise:
"İnsanların aldatıldıklarından az olan satışta vekalet caiz değildir. buyurmuşlar
ve: ' 'dirhemler ve dinarlarla olan satışlardan başkasında vekalet caiz
değildir." demişlerdir. Hidâye'de de böyledir.
Vekilin satışında,
hangi bedel ile olursa olsun İmâmeyn'in kavliyle-fetva verilmiştir. Kerderî'nin
Vecizi'nde de böyledir.
İhtilaf vekaleti
mutlakadadır. Müvekkil, vekile:
"Onu bin dirheme sat."
veya "yüz dirheme sat." derse; bu bi'1-icma caiz olmaz.
Siracü'l-Vehhâc'da da böyledir.
Vasıflı bir yer
karşılığında bir köle satmaya vekil edilen kimse o köleyi gabn-i
fahiş (= fazla
bedelle) satarsa, İmâm
Ebû Hanîfe N'R.A.)'ye göre caizdir.
Zehıyre'de de böyledir.
Satışa vekil edilen
şahıs o şeyi veresiye de satabilir.
Münteka'da şöyle
zikredilmiştir:
tmâm Ebû Yûsuf (R.A.):
"Bu, ticaret için vekil olduğu zaman böyledir. Eğer bir hacet için olursa,
caiz olmaz." buyurmuştur.
Mesela: Eğirdiği
ibliğini, satması için, bir adama verirse, işte o adam, onu peşin satar.
Fetva da buna göredir.
Hulasada da böyledir.
Mutlak satışa vekil
edilen şahıs, örf olan müddetle, her hangi bir ticaret eşyasında va'deli satış
yapsa alimlerimize göre caizdir.
Eğer, örf olmayan
şekilde veresiye verirse, (mesela: Elli sene sonraya veya buna benzer bir vade
ile satış yaparsa...) İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, bu caiz olur. îmâmeyn'e
göre caiz olmaz.
Alimlerimiz şöyle
buyurmuşlardır:
Peşin olmasına delalet
eden, bir söz olmazsa, vadeli satış da caiz olur.
Şayet peşin olmasına
delalet eden bir söz bulunursa, o takdirde, veresiye satışa vekalet caiz olmaz.
Mesela amir: "Şu
köleyi sat ve borcumu öde." der veya: "Sat onu; gerçekten,
alacaklılar alacağım istiyorlar." veya "Sat onu; nefsimin ve ailemin,
onun parasına ihtiyacı vardır; nafakamıza harcayacağız." derse; işte bu
hallerde, vekilin o köleyi veresiye vermesi olmaz. Muhıyt'te de böyledir.
Veresiye vermeye vekil
tayin edilen bir kimse, bir aya kadar veya daha uzun bir vadeye erteleyebilir.
Bundan az olan müddet,
veresiye verilmiş sayılmaz.
Şayet bu vekil, peşine
satarsa, işte bunda ihtilaf olunmuştur:
Şeyhu'1-İmâm Ebû Bekir
Muhammed bin el-Fadl: "Eğer veresiye satacağından daha fazla bedelle peşin
verirse; işte bu caiz olur.
Eğer peşini veresiyesinden az bedele
olursa; bu caiz olmaz." buyurmuştur.
Başka alimler ise:
"Mutlak caiz olur." demişlerdir.
"Başka değil
ancak, peşin sat." derse; yine
böyledir, veresiye satamaz.
Bir kimse, malını
satmaya, birisini vekil eder; o mal da, vekil ve müvekkilin bulunduğu yerde
olur ve vekil, o taşınır malı, başka bir beldeye çıkarır; o malda orada
çalınır veya zayi olursa; vekil onu tazmin eder.
Şayet vekil, o malı
yerinden çıkarmaz fakat, yerinde satarsa; sattığı yerde, bedelini amirine
teslim etmesi gerekir. Her ne kadar, onu taşımaya gücü yetmez ve o beldenin her
hangi bir yerinde satış yapmasına da mani bir hal bulunmazsa, vekil istediği
yerde satar. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Mutlak satışa vekil
olan bir kimse, fasîd bir satış yapsa; tazminat ve teslimat gerekmez. Vekil
satıştan geri döner.
Fasid bir satışa vekil
olan kimse, caiz olan satışla satış yaparsa, bu istihsanen caiz olur. Hulasada
da böyledir.
Bir şeyi satmak için
vekil edilen şahıs, kendi nefsi için, o satılacak şeyi, satın alamaz. Çünkü
satıcı da, alıcı da tek kişi olamaz. Kerderî'nin Vedzi'nde de böyledir.
Vekile, kendi nefsi
için, satın alması hususunda emir verilse bile, bu caiz olmaz.
Keza, vekilin
kendisinin küçük oğluna, bu şeyi satması caiz olmaz. Keza, kölesine
veya mükatebine satış
yapamaz. Bu bi'1-icma böyledir. Siracü'l-Vehhâc'da da
böyledir.
Satışa vekil olan zat;
şehadeti kendisi için kabul edilmeyen bir kimseye satış
yaptığında, eğer sattığını,
kıymetinden daha fazlaya satarsa, işte bu ihtilafsız caiz
olur.
Eğer fazla bir
noksanlıkla satarsa; bi'1-icma bu caiz olmaz. Eğer, cüz'î bir noksanlıkla
satarsa; İmâm Ebû Hanife (R.A.)'ye göre caiz olmaz. Zehıyre'de de böyledir.
Eğer kıymetinin
misliyle satarsa; iki rivayet vardır: Birisi İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'den gelen
rivayettir ki zahir olanı caiz olmayışıdır.
Şayet müvekkil,
vekiline onlara satmasını söyler veya yapacağı her şeye izin verirse, (Meselâ:
"Dilediğine sat." derse) o takdirde bi'1-icma, satışı caiz olur.
Yalnız kendisi ve
küçük çocuğuna veya kölesine satış yapması kat'iyyen caiz olmaz.
Eğer müvekkil böylece
açıklama yapsa bile durum aynidir. Satın almaya vekil edilen şahıs da böyledir.
Yukarda bahsi
geçenlerden satın alma hükmü, onlara satma hükmü gibidir. Sirâcii'l-Vehhâc'da
da böyledir.
Ziyâdât'm alım ve
satıma vekalet bölümünde, şöyle zikredilmiştir. Vekil, müvekkilinin babasına,
oğluna, mükatebine veya satışa izinli kölesine satış yaparsa, bu caiz olur.
Bir kölenin vekilinin,
müvekkiline ait bir şeyi, efendisine satması caiz olur. Hulasa'da da böyledir.
Bir kimse, eşyalarım
satmaya, başka birisini vekil ettiğinde; vekil: "Kaça satayım?" der;
müvekkil ise: "Sen daha iyi bilirsin." derse; vekilin o eşyayı az bir
bedelle, satması halinde müvekkil onu reddedebilir.
Fetva buna göredir.
Künye'de de böyledir.
Müvekkil, vekile:
"her yönden faydalı olmayî" şart koşarsa, bu durumda vekil, her hal-ü
karda, müvekkiline faydalı olur. Müvekkil, bunu te'kid etsin veya etmesin
müsavidir.
Mesela: Müvekkil,
vekiline: "Bunu, muhayer olarak sat." dediği halde, vekîi, hakk-ı
hıyar olmadan satarsa, bu satış caiz. olmaz. Zehıyre'de de böyledir.
Bir kimse, diğer
birisine, "kölesini muhayyer olarak satmayı" emreder ve muhayerlik
müddetini de üç gün olarak şart koşarsa; vekilin, onu muhayyerlik şart olmadan
satması caiz olmaz.
Eğer vekil satar ve
amiri muhayyer bırakırsa; amir için tasarruf caiz olur.
Şayet amir, mutlak
satışla emrettiği halde, yekil amirini veya bir başkasını muhayyer bırakarak
satarsa, bu satış sahih olur. Muhıyt'te de böyledir.
Akidde, bir şey şart
olarak söylenmekle, bu asla bir şey ifade eylemez. Belki de zararlı olur. Vekil
ona riayet etmez. Müvekkil nefyile te'kid etsin veya etmesin böyledir.
Şöyleki: Müvekkil, vekiline:
"Onu, bin dirheme veresiye sat." veya "Onu satma; ancak, bin
dirheme veresiye sat." der; vekil de, onu bin dirhem peşine satarsa; amir
adına bu satış caiz olur.
Böyle şartların bir
yönden faydalı; diğer yoldan da faydasız olduğu olur.
Eğer nefy ile te'kid
etmiş olsaydı; o zaman, riayet gerekirdi.
Mesela: Müvekkil,
vekiline: "Onu, filan çarşıda sat." dese de; vekil onu başka bir
çarşıda satsa; eğer satıcının amiri onu nefy ile te'kid etmemişse; bu satış
geçerli olur. Eğer, tekid ile nefy etmişse o zaman satış geçerli olmaz.
"Zehıyre'de de böyledir.
Şayet bir kimse
diğerine: "Şu kölemi sat ve şahit tut." der vekil de o köleyi
şahitsiz satarsa; bu caiz olur.
Eğer: "Satma;
ancak, > îîtli sat.*' der; o da şahitsiz satarsa, bu caiz olmaz.
Eğer: "Seni şu köleyi
satmaya, —şahit tutmak üzere— vekil tayin eyledim." der; vekil de onu
şahitsiz satarsa, bu caiz olmaz.
Amirin:
"Şahitlerle sat." demesi de böyledir. Fetâvâyi K adî hân'da da
böyledir.
Bir kimse, başka bir
şahsı, satışa vekil eder ve onu, filan hazır bulunmadan satış yapmaktan
nehyederse; bu durumda vekil, onu, o filan bulunmadan satamaz. Kerderî'nin
Vecizi'nde de böyledir.
Müvekkil vekiline,
"rehin karşılığı veya kefil karşılığı satmasını" söyler; vekil de,
rehinsiz veya kefîlsiz satarsa, bu satış caiz olmaz. Müvekkil, sözünü nefyile
te'kid eylesin veya eylemesin, bu böyledir.
Şayet müvekkil
vekiline: "Onu sat ve kefil al." veya: "Onu sat ve rehin olarak
da al." derse; bu caiz olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da 'böyledir.
Eğer, şartta ihtilaf
ederlerse; müvekkilin sözü geçerli olur. Şayet, müvekkil: "Ben, sana bu fiatın başkasını
söylemiştim." derse; yine müvekkilin sözü geçerli-olur. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir,
Bir adam,
"diğerini, bir şeyi bin dirheme satmaya vekil eylediği" halde, vekil
daha fazlaya satarsa; bu satış geçenTolur.
Şayet söylenilenden
noksana satarsa, satış geçerli olmaz. Vekil karşılığında almadan bu caiz olmaz.
Her ne kadar, kıymeti dirhemlerden fazla olsa bile böyledir. Sirâcü'I-Vehhâc'da
da böyledir.
Bir kimse, diğerine,
"kendi kölesini, bin dirheme satmaya" vekil ettiğinde, vekil bu
kölenin yansını, bin dirheme sonra da, diğer yarısını yüz dinara satsa; önceki
satışı caiz olur. Sonraki satışı ise, caiz olmaz.
Şayet .tamamım, bin
dirhemle yüz dinara satmış olsaydı, caiz olurdu. Mubiyt'te de böyledir.
Şayet bu kölenin
yarısını —iki dirhem hariç— bin dirheme (yani dokuz yüz doksan sekiz dirheme)
satar; iki dirhem yerine de, bir kür buğday alırsa, bu satış batıl olur.
F,ğer kölenin
tamamını, bin dirhemle birlikte bir kür de buğdaya satarsa; o zaman, amir
muhayyerdir: İsterse satışı tamamnen ibtal eder; isterse, satışa izin verir. Bu
durumda bin dirhemini kendisi; buğdayı da vekil alır.
Şayet, bin dirheme
satar da, sonra da müşteri fazladan bir kür buğday verirse; bu satış,
muhayyerlik şartı olmadan caiz ve buğday amirin olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir.
Bir adam, diğerini,
"kölesini satmaya" vekil eder; vekil de yarısını veya bir
cüz'ünü, belirli olarak satarsa; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, satışı caiz
olur. Geride kalanını sâtsm veya satmasın müsavidir.
İmâmeyn'e göre, bu
durum caiz olmaz.
Ancak, geride kalan
yarısını da satarsa; o zaman, caiz olur.
Bu ihtilaf, bir kısmı
satılınca, zararlı olan her şeyde ve kalan parçada kusur olduğunda böyledir.
Fakat, bir kısmında
ziyan ve kusuru bulunmayan bir şeyde böyle değildir. Ölçülen, tartılan, sayılan
şeyler gibi... Müvekkil, bu gibi şeyleri satmaya vekile emrettiğinde, o
bunların bir kısmını satar bir kısmı kalırsa, bi'l-icma,bu satış caiz olur.
Tahavî'de de böyledir.
Bir müvekkil,
vekiline, "kölesini, borca, filan adama satmasını emrettiği halde, vekil
bu köleyi borca, bir başkasına satarsa; bu satış caiz olmaz.
Bu vekil, o kölenin
yansını, başka bir şahsa; yarısını da, müvekkilinin dediği şahsa satsa bile bu
satış yine caiz olmaz.
Sadece müvekkilin
dediği şahsa satması caiz olur.
Bu, İmâm-ı A'zam Ebû
Hanîfe (R.A.)'ye göre böyledir. İmâmeyn'e göre ise, geri kalan yarısını da ayni
adama satmadıkça, satış caiz olmaz. Zehıyre'de de böyledir.
Bin dirheme, iki
cariye satmaya vekil edilen kimse, onlardan birisini beşyüz, (veya daha fazla
çok) dirheme satarsa; bu caiz olmaz. Ancak, diğer cariyeyi de satmak suretiyle,
ikisinin bedelini bin dirheme getirirse, o zaman caiz olur.
İkisinin bin dirhemden
fazlaya satınca da, satış caiz olur.
Bu, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.) ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'in kavlidir. Muhıyt'te de böyledir.
Şayet müvekkil:
"Onu sat; filana sat." der de, vekil başka birisine satarsa; bu satış
caiz olur. Eğer müvekkil vekile: "Onu filana sat." derde, vekil
başka birisine satarsa,
işte bu caiz
olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir.
Müvekkil, vekiline:
"Onu, bin dirheme, veresiye sat." der; vekil de onu, bin dirheme veya
daha fazlaya peşinen satarsa, bu caiz olur.
Şayet, peşin olsa
bile, bin dirhemden az olursa; o zaman satış caiz olmaz.
Eğer onu, iki bin
dirheme satar da, vadesini bir sene bir ay yaparsa; işte bu satış da caiz
olmaz. Muhıyt'te de böyledir.
Bir müvekkil, vekilini
"mutlak satışa" vekil ettikten sonra: "Bu gün satma; yarın
sat." derse; vekâletini yenilemeden, bu vekilin, o şeyi, bir gün sonra
satması caiz olur. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.
Bir adam, diğerine,
"kölesini satmasını söyleyip bu köleyi vekile tesiim etse ve vekiline,
"satıp parasını almadan, müşteriye bu köleyi teslim etmemesini", tenbih
eylese; İmâm Muhammed (R.A.)'e göre bu nehiy batıldır. (- geçersizdir)
Eğer köle, müşterinin
elinde zayi olursa; müşteriye ait olarak zayi olmuş olur. Vekil, ondan kölenin
bedelini alır. Müvekkil de, vekile o bedeli ödettirir. Muhıyt'te de böyledir.
Vekil, kölenin
bedelini almadan önce, onu müşteriye teslim eder; müşteri de bedeli, müvekkile
öderse; vekilin bu bedeli tazmin etmesi gerekmez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir,
Şayet amir, köleyi
vekile teslim eder ve ona: "Bedelini almadan, satma." der; vekil de
bedelini almadan satarsa; işte bu satış batıl olur. Ve, müşteriye satılan geri
alınır. Eğer, vekile köleyi teslim etmez; vekil de amirin yanında bulunan
köleyi, bin dirheme satarsa; bu durumda vekil bedelini almadan bu köleyi testim
edemez. İster amir, onu, bedelini almadan teslim etmekten nehyetsin; isterse
etmesin, fark etmez.
Eğer vekil, köleyi bir
aya kadar veresiye, bin dirheme satar; köle de amirin yanında bulunursa, bu
durumda satış sahih olur.
Böyle bir durumda
müvekkilin , o köleyi, müşteriye vermemesi olmaz. Çünkü, bu amirin emrine
dahildir ve bizzat amir kendisi satmış gibidir. Ve, teslime cebredilir.
Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, diğerini,
kölesini satmaya vekil edip, ve köleyi de teslim eder; bu köleyi, vekil sattığı
halde, müvekkili, bedelini alana kadar, müşteriye teslim etmese; müvekkil de
vekilin evinden kölenin bedeli teslim alınmadan önce, köleyi alsa ve onu
teslimden nehyeylese; bu nehyi sahih olur. Bu durumda vekilin, müşteriden o
kölenin bedelini teslim almadan
önce, köleyi amirin evinden
alıp, müşteriye verme hakkı yoktur.
Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Amir kendi yanında
bulunan, kölesini satmaya birisini vekil eder, "kölenin bedelini almayı
veya almamayı" emretmez, vekil de bu köleyi sattıktan sonra, köleyi amirin
yanından alarak müşteriye teslim etmek ister ve müşteriye teslim etmeden önce
de, köle vekilin yanında ölürse; vekile tazminat yoktur. Çünkü, köleyi alıp da
müşteriye teslim etmek memurun hakkıdır.
Yalnız, müvekkili mani
olur ve müşteri parasını ödemedikçe, teslim etmezse; bunu yapmaya hakkı vardır.
Eğer amir, bu köleyi
vekilden geri alır; sonra da, müşteri parasını getirip me'mura verir; amir de
köleyi memura verir; o da müşteriye teslim ederse; bu olur. Amir de kölenin
parasını memurdan teslim alır. Muhıyt'te de böyledir.
Eğer vekil, köienin
bedelini almaz ve bu köle müşterinin yanında ölürse, amirin, bu kölenin
bedelini, vekile müşteriye tazmin ettirme hakkı yoktur.
Fakat vekil böyle bir
durumda, vekil kölenin bedelini müşteriden alır ve amire teslim eder. Fetâvâyi
Kdâdîhân'da da böyledir.
Şayet amir, vekile
köleyi satmayı emrettiği halde, köleyi almakdan nehyeder; vekil de köleyi
satmadan önce teslim alır ve köle de yanında ölürse; işte o zaman, vekil
kölenin bedelini amire öder ve satış bozulmuş olur. Esahh olan da budur.
Eğer satışı yapılana
kadar, köle ölmezse, satışı sahih olur.
Şayet köle ölmez de
vekil, onu müşteriye teslim eder ve köle müşterinin yanında ölürse; satıcısı
artık onun kıymetini tazmin etmez. Satıştan önce, onu gasbetmiş olsa bile,
böyledir. Çünkü, gasbdan sonra da satış emri bakidir.
Bu durumda vekil,
kölenin bedelini amire öder mi?
İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)
ve İmâm Muhammed(R.A.)'in kıyasları üzerine, tazmin etmez. Belki de, müşteriden
alarak amire verir.
Şayet, bu köle
müşterinin elinde ölmez; amir de gelirse, müşteriden, bu kölenin bedelini alır.
Sonrada satıcı, köleyi
amirin evinden alarak, müşteriye teslim eder.
Şayet bu meyanda, köle
vekilin elinde ölürse; vekilin tazminat etmesi gerekmez. Çünkü, satıştan sonra,
onun alması hakkıdır. Muhiyt'te de böyledir.
Bir adam, diğerini,
"kölesini satmaya; fakat, filan adam hazır olmadıkça, parasını
almamaya" vekil eder;
veya "bir beyyine olmaksızın, para almamasını"
emrederse; bu nehyi sahih olmaz.
Ve vekil, o filan
olmamaksızın ve beyyine de bulunmaksızın, bu kölenin bedelini alabilir. Şayet,
köleyi amir bizzat kendisi satar da, bedelini almasını vekile söyler ve:
"Filan olmaksızın alma." derse; bu nehyi sahih olur. Zehıyre'de de
böyledir.
Bir mükâtib, (= kölesi
ile mükâtebe yapmış bulunan efendi) bir adama, "kölesini filana satmasını
emreder; vekil de, bu köleyi, başka birisine satarsa, onun vekaleti ve satışı caiz olmaz. Mebsût'ta da böyledir.
Bir kimse, başka bir
şahsı, "kölesini yüz dinara satmaya" vekil tayin eder; o adam da, bu
köleyi bin dirheme satar; müvekkil ise, onu neye sattığını bilmez ve vekil:
"köleyi sattım." deyincede müvekkil: "İzinlisin." derse;
bin dirheme yapılmış
olan satış caiz."
olur. Hulâsa'da da böyledir.
Şayet amir:"Ben
sana, ne söylediysem, sen ona yetkilisin." derse; o takdirde, bin dirheme
satışı, caiz olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Dinar satmaya vekil
edilen şahıs, o dinarları nefsi için tutsa ve sonra onları satsa; bu caiz
olmaz. Hulâsa'da da böyledir.
Bir adam, diğerine bir
köle vererek: "Bunu, bin dirheme sat ağırlığı yedi olsun." dese,
vekilde köleyi ikibin dirheme satsada ağırlığı beş olsa, işte bu caizdir. Çünkü
amirin isteğinden daha fazlaya satmıştır. Mebsût'ta da böyledir.
Kıymeti bin dirhem
olan kölesini, bir adam, diğer birisine:
"Bunu, bin dirheme sat." der; o sırada piyasada yükselme olur ve
vekil, o köleyi iki bin dirheme satarsa, bu caiz olur.
Fakat bin dirheme
satması cazi olmaz. Şayet, muhayyer satar; o muhayyerlik müddetinde de kıymet
yükselir ve hatta iki katına çıkarsa; bu satış infaz edilir. Bu, İmâm Ebû
Hanîfe (R.A.)'ye göre böyledir. İmameyn, buna muhalefet etmiştir.
Eğer vekil, satışı
infaz etmeyip susar ve muhayyerlik müddeti de geçerse bu satış batıl (=
geçersiz) olur.
Bu, İmâm Muhammed
(R.A.)'e göre böyledir. İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre ise, satış caizdir.
Hulâsa'da da böyledir.
Keza, cariye hamile
olur ve bin. dirhem değerinde bir çocuk doğurursa; mes'ele yukardaki gibidir.
Meyve veren hurma
ağaçları da böyledir. Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse diğerine:
"Şu kölemi al; onu, bir köle karşılığında sat." veya "Onunla,
bana bir köle satın al."" derse, bu vekalet sahih olur.
Eğer, bizzat olmayan
bir köleyi .satmaya vekil ederse bu caiz olmaz.
Şayet vekil belirli
olmayan bir köleyi satın alırsa, bunun kıymeti, sattığı kölenin kıymetinin
misli (= dengi) olur veya insanların aldanmış sayılmayacağı kadar az bir
noksanlık bulunursa; bu caiz olur. Eğer, fazla bir noksanlık varsa; bu caiz
olmaz.
Şayet,, müvekkil
satmaya vekil eder; vekil de, o köleyi belirli olmayan bir köle karşılığında
satarsa, işte bu da caiz olmaz.
Eğer belirli bir
köleye satarsa, ister bedelleri eşit olsun, isterse daha az olsun; işte bu
caizdir.
Şayet insanların
aldatılmış sayılacağı kadar noksana satarsa, bu caiz olmaz. Zehıyre'de de
böyledir.
Bir adam, diğerini,
kölesini bir kür buğdaya veya herevî on elbiseye, satmaya" vekil ederse,
bu vekilin söyleneni yerine getirmesi gerekir. Bu köleyi belirtilen ve
vasıfları söylenen şeyler karşılığında satması ve alacağı buğdayın, kölenin
değerinde olması gerekir. Muhıyt'de de böyledir.
Bir adam, diğerini,
"yiyecek satmaya vekil eder ve ona: "Her bir kür buğdayı, elli
dirheme sat." der; vekil de öyle satarsa, işte bu caiz olur. Mebsût'ta da
böyledir.
Şayet müvekkil:
"Onu, filanın sattığı gibi sat." der; filan da: "Ben, bir kür
buğdayı, kırk dirheme sattım." der; o da, öylece satar; sonra da, o filan
şahsın elli dirheme sattığı anlaşılırsa, işte bu satış, reddedilir. Çünkü, müvekkil:
"Onu, filanın sattığına sat." demiştir. "Onun haber verdiği değere
sat." dememiştir.
Eğer o adam, bir
kürrünü kırk; bir kürrünü de elli dirheme satmış olduğu halde vekil,
buğdayların tamamının kürrünü kırk dirheme satmışsa, işte bu istihsanen caiz
olur. Serâhsî'nin Muhıyti'nde de böyledir.
Bir adam, diğerini,
"çoraplar satmaya" vekil ettiğinde, amir de, memur da Kûfe'li
olsalar; memur onu, Kûfe'nin hangi çarşısında satarsa satsın caiz olur.
Şayet, Basra'ya
götürürse, bu muhalefet olur. Bu durumda, yolda helak olsa; vekilin ödemesi
gerekir.
Şayet helak olmaz da,
satarsa; el-Asl'm vekâlet bahsinde "bunun da caiz olmadığı"
yazılıdır. Sarf kitabında ise, bunun caiz olduğuna dair rivayet vardır. Ve bu
rivayet, Ebû Süleyman'ın rivayetidir ve: "Bu husustaki vekaletin istihsan
olmadığı zikredilmemiştir." denilmiştir. Bu, İmam Ebü Ha nite (R.A.)'rıin
kavlidir. Bazıları da iki rivayet vardır demişlerdir. Şeyhu'I-İsIamda buna
meyletmiştir.
Şayet amir, Küfe ile
kayıtlamişsa; (şöyleki: "Onu Kûfe'de sat." demiş de) vekil Basra'ya
götürmüşse; hem kıyâsen, hem de istihsanen, vekil onu tazmin eder. Basra'da
sattığı müddetçe, bütün alimlere göre, bu satış, amir adına caiz olmaz.
Zehıre'de de böyledir.
Esahh olan da budur.
Mebsût'ta da böyledir.
Bir adam, diğerim, bir
yük hint eşyasını veya herevî olan bir malı satmaya vekil eder ve o vekil,
onları kıymeti müsavi olan bir eşyaya veya az bir noksana satarsa; bu bi'1-icma
caizdir.
Fakat, fazlaca noksana
satarsa; mes'ele ihtilaflıdır. Bu elbiseleri tek tek satar da toplamı tamamının
bedeline eşit gelir veya az noksan olursa, bi'1-icma caiz olur.
Ayrı ayrı sattığı
eşyaların bedeli, yükün tamamına muadil olur, veya çok az bir fark olursa;
şüphesiz bu da caiz olur.
Bu, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre böyledir.
İmâmeyiTe göre ise
alimler ihtilafa düştüler. Bazıları: "Caiz olmaz." bazıları da:
"Caiz olur." dediler.
Fakat, bir elbise
satar da, kalanını satmazsa, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nın kavli üzerine caiz
olur. Geride kalan, ister halkın aldatılacağı şekilde olsun; isterse
aldatılmayacağı şekilde olsun müsavidir.
İmâmeyn'e göre, eğer
geride kalan, insanların zarar edeceği şekilde ise, caiz olur; değilse olmaz.
Bu söylenenler» sabit
olanlar hakkındadır.
Fakat müvekkil,
vekilini, ölçülen veya tartılan şeyleri satmaya vekil eder; onlar da bir kap
içinde bulunur; bir kısmını satar; bir kısmı da geride kalırsa, bu alimlerimize
göre caizdir. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, diğerini,
"kıymeti bin veya beşyüz dirhem olan bir kölesini, bin dirheme
satmaya" vekil tayin eder; o da, o köleyi bin dirhem bağışa satıp
müşteriye teslim eder; köle de müşterinin yanında ölür veya müşteri onu azad
ederse, vekile de müşteriye de tazminat gerekmez. Vekil için, onun kıymetini
müşteriden alma hakkı vardır. Zehıyre'de de böyledir.
Bir kimse,
"kölesini bin dirheme satmaya" birisini vekil ettiğinde, vekil onu,
beşyüz dirhem bağışa satar; bu kölenin kıymeti,de bin veya beşyüz dirhem
olursa, müşteri onu teslim aîsa bile, ona sahib olamaz.
Şayet, bu köle
müşterinin elinde helak olursa; amir muhayerdir. O kölenin bedelini, isterse
müşteriden; isterse vekilden alır.
Şayet müşteriden
alırsa; başkasına müracaat edemez.
Eğer vekil tazmin
ederse; o, müşteriye müracaat ederek, kölenin bedelini, ondan alır.
Bir adam, diğerini,
"kölesini bin dirheme satmaya" vekil ettiğinde, vekil, onu vadeli
satarsa, bu satış müvekkil adına geçerlidir. Vekilin, tazminatta bulunması
gerekmez. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, diğerine:
"Kölesini bin dirheme satmasını" emreder; vekil de onu, bin dirhem
ile, belirli olmayan bir ntıl şaraba satar; köle de müşterinin yanında ölürse;
bu durumda müşteri, müvekkile kölenin bedelini öder. satıcıya tamzinat
gerekmez.
Şayet o köleyi, bin
dirhemle belirli bir ntıl içkiye satar; köle de müşterinin yanında ölürse;
İmânı Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kıyasına göre, müvekkil kölenin kıymetini müşteriye
ödetir. Satıcının tazmin etmesi gerekmez.
Dilerse, satıcıya da
tazmin ettirebilir.
Bu durumda kölenin
kıymeti, bin dirhem ile içkinin kıymetine taksim edilir. Kölenin kıymetine
isabet edeni, satıcı tazmin etmez. Fakat müşteri içkinin bedelini tazmin eder.
İçkiye düşen kıymete
gelince, amir isterse onu satıcıya ödetir; isterse, tamamını müşteriye ödetir.
Eğer amir, satıcıya
ödetirse, o da satın alana müracaat ederek, bedelini ondan alır.
Bunların tamamı, İmâm
Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kavline göredir. İmâmeyn'in kıyaslarına göre, kölenin
sahibi muhayyerdir. İsterse, tamamını satıcıya ödetir; isterse, tamamını
alıcıya ödetir.
Eğer vekil, köleyi bin
dirhemle beraber, belirli veya belirsiz bir domuza satarsa; cevap, aynen içkide
olduğu gibidir.
Şayet bin dirhemle
birlikte, bir İaşeye veya kana veya kıymeti olmayan bir şeye satar; köle de
müşterinin yanında ölürse; bu durumda kölenin oedelinden başka bir tazminat
gerekmez.
Bu, bi'I-ittifak
böyledir. Vekil, kölenin parasını müşteriden alır ve müvekkiline verir.
Şayet amir, vekiline,
"kendisinin olan bir kür buğdayı, yüz dirheme satmasını" ermerter; o
da, onu yüz dirhem ile bir ntıl da içkiye satar; buğday da müşterinin elinde
helak olursa, bütün alimlerin cevabı,' İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin cevabı
gibidir ki, bu da bir köleyi, bin |dirhem ile bir ntıl içkiye satan şahsın
durumu gibidir.
Bir adam, diğerine,
"kölesini yüz ntıl içkiye satmasını" emreder; vekil de onu domuz
mukabili satarsa; veya amir, "kölesini domuz mukabili, satmasını"
söylediği halde, me'mur, yüz ntıl içkiye satarsa, bu durumda müşteri, ona malik
olamaz.
Hatta, bu müşteri
köleyi teslim aldıkltan sonra, azad eylese; onun azad eylemesi geçerli olmaz.
Şayet bu köle,
müşterinin yanında ölürse, amir muhayyerdir: İsterse, satıcıya kölenin bedelini
ödetir; o da müşteriye müracaat ederek ondan alır; siterse, amir müşteriye
ödetir. Bu durumda onun müracaat edeceği yer yoktur. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, diğerini,
"kölesini satmaya" vekil ettiğinde, vekil o köleyi satar; müşteri de
bu kölede onu teslim almadan bir kusur bulursa, onu vekile reddeder. ( = geri
verir.) O da, onu müvekkile verir.
Şayet müşteri, bu
kusuru, köleyi teslim aldıktan sonra bulmuş olsaydı; onu vekile geri verirdi.
Vekil onu kabul ederdi. Ve bu köle vekile Uzam olunurdu.
Satışa vekil olan zat
ölür, müşteri de satın aldığı şeyde bir kusur bulursa; onu vekilin vasisine
veya varislerine verir. Şayet vasisi ve varisi yoksa; o zaman, müvekkile verir.
Fetâvâyi Suğra da da böyledir.
Vekil hayatta
olduğu'halde huzurda olmaz ise, haklar müvekkile intikal etmez.
Huiasa'nm Satın Alışa
Vekalet Faslında da böyle yazılmıştır.
Bir adam, başka
birisine, "kölesini satmayı" emreder o vekil de, bu köleyi bir şahsa
satarak, köleyi ona teslim eder ve bedelini alır veya almaz; müşteri de bu
kölede (parmağının birinin) fazla
olması; dişinin fazla bulunması gibi...) bir kusur bulur ve onu hakimin hükmü
ile veya satıcının ikrarı yahut yemini ile geri verirse, me'mur da, onu amire
geri verir.
Şayet kusur, benzeri
sonradan olan bir kusur olur ve müşteri, onu beyyine ile redderse, işte o köle,
müvekkile geri verilir. Keza, kusuru olmadığına vekil yemin edemezse, bu köle
müvekkile reddedilir. Eğer, bu kölenin kusurunu, vekil kabul ederse; o takdirde, vekile ilzam olunur.
Şayet müşteri, hakimin
hükmü olmaksızın kendiliğinden geri verir; kölenin kusuru dâ, sonradan olan
kusurlardan birisi olursa, o zaman köle, vekile ilzam olunur.
Bu durumda müvekkil
ile davaya hacet kalmaz.
Eğer kusur, benzeri
sonradan olan kusurdan olmaz; red de hükme dayanmıyor ve vekilin ikrarı ile
oluyorsa; o takdirde, vekil müvekkilini dava edebilir.
Bu, bir rivayete
nazaran böyledir.
Umûmun rivayetine göre
ise, bu vekil müvekkilini dava edemez. Köle vekile ilzam edilir. Kâfî'de de
böyledir.
Bir kimse, diğerini,
"bir arazisini satmaya" vekil tayin eder, vekil de onu satar fakat, o
arazinin içinde vakfedilmiş bir yer bulunur ve müşteri, o araziyi vekile geri
vermek ister; vekil de bunu kabul ederse; müşteri, bu yeri vekile geri verir.
Sonradan, vekil, bu yeri müvekkiline geri veremez.
Eğer müşteri, beyyine
ile, o ariziyi vekile geri verirse; o takdirde, vekilde müvekkiline geri
verebilir.
Akid, geri kalan arazi
hakkında, bozulur mu?
Bütün bilginler:
"Bozulmaz." demişlerdir. Sahih olan da budur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir.
Satışa vekil olan
şahıs, müvekkilinin söylediği gibi, kölesini bin dirheme satar; karşılıklı
alım-satım yapılıp, teslim-tesellüm de olduktan sonra, kölenin bedeli vekilin
yanında zayi olur veya onu müvekkiline verdikten sonra, müşteri, bu kölede,
benzeri sonradan olacak bir kusur bulur; satıcı onu inkar ettiği halde,
müvekkil kabul ederse; onun ikra-riyle, bu satış bozulmaz.
Amire de, me'mura da
bir şey lazım gelmez.
Keza, başka bir kusur
müşterinin yanında meydana gelir ve müşteri o kusur sebebiyle vekile müracaat
ederse, vekile de, müvekkile de bir şey gerekmez. Zehıyre'de de böyledir.
Şayet kusuru, vekil
ikrar ettiği halde, müvekkil inkar ederse, o zaman, müşteıi ikraiı sebebiyle,
köleyi vekile geri verir. Vekilin kendi nefsi hakkındaki ikrarı sahihtir.
Fakat, müvekkili hakkındaki ikrarı sahih sayılmaz.
Ancak kusur, o müddet
içinde misli sonradan olacak bir kusur olmazsa;
bu durumda vekilin, müvekkili hakkındaki ikrarı da sahih olur.
Eğer kusur; kölenin,
müşterinin yanında durduğu müddette meydana gelecek cinsten ise; o zaman,
müvekkile red olunmaz. (= iade edilmez.)
Ancak o kusurun,
müvekkilin yanında meydana geldiğini isbat eder veya ona yemin verilir de, o da
yeminden kaçınırsa; bu durumlarda ona geri verilir.
Aksi takdirde vekil
hayatta olur ve aklı başında bulunursa; ona ilzam olunur.
Şayet, vekil ölmüş;
bir halef de terk etmemişse; veya bir kimsesi yoksa, o zaman bu köle müşterinin
yanında kalır.
Şayet köle satımdan
men edilmiş birisiyse, müvekkiline reddedilir. Bu durumda müvekkil, satıcısını
da dava edemez. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.
Şayet satılan köleye
bir hak sahibi çıkarsa; müşteri vekile başvurur ve verdiği parasını ondan alır.
Şayet müvekkile vermişse, ondan alır. Eğer satılana sahip çıkan olmaz; fakat
müşteri onda bir kusur bulursa; o zaman, müvekkili dava edebilir.
Kusuru mahkemece sabit
olursa köleyi verip bedelini geri alır. Vekil
de, onu müvekkile vermişse, ondan
tekrar alır. Tahavî Şerhî'nde de böyledir.
Eğer müşteri, vekile
karşı, satılan şey hakkında, iddiada bulunur; vekil de onu inkar eder; amir
ise, ikrarda bulunursa, hakim, amirin yanında kalmasına hükmeder.
Karşılıklı teslim ve
tesellümden sonra, vekil onları doğrularsa; uhde, müvekkilden vekile döner. Ve
müvekkil ondan beri (= uzak) olur.
Şayet müşteri, bundan
sonra satın aldığı şeyde kusur iddiasında bulunur ve: "Gerçekten, satıcı
hile yaptı; kusuru gizledi." der satıcı da bunu inkar ederek, yeminde
yaparsa; müşteriyi de amir doğrulayıp kusuru kabul ederse; müşteri ile amir arasında
dava olmaz. Muhıyt'te de böyledir.
Satışa vekil olan
kimseden, kendi şahsî malından istekte bulunulmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'dâ da
böyledir.
Vekil, karşılıklı
almaya ve ödemeye zorlanmaz.
Eğer öyle yaparsa ne
a'la; değilse, müvekkil, vekilini sattığı şeyin bedelini almaya zorlayamaz.
Bu hal, vekil ücretsiz
vekil olduğu zaman böyledir.
Şayet vekil, ücretli
ise; (simsar, dellal, veya satıcı gibi...) o takdirde, sattığı malın bedelini
müşteriden alması için zorlanır. Muhiyt'te de böyledir.
Her ne kadar, müvekkil,
vekilin ismini yazmış olsa bile, onu zorlama hakkına malik değildir.
Zehıyre'de de böyledir.
Satışa vekil olan
şahıs, bir şeyi sattığı zaman, müşterinin yerine kefil olması sahih olmaz.
Şayet vekil müşteriden
sattığı şeyin bedelini teslim almışsa; o takdirde, kefaleti sahih olur.
Eğer sattığı şeyi
müşteriye teberru ederse; bu teberrusu sahih olmaz. Çünkü malın aslı kendisinin
değildir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Şayet müvekkil,
sattığı şeyin bedelini vekilden almaya
birisini havale ederse; bu havale sahih olmaz./
Şayet amir, müşteri de
olan alacağına karşılık, belirli bir köle vererek vekilin kölesiyle anlaşma
yaparsa; veya müşteride olan alacak, vekile hükmedilirse; o takdirde caiz olur.
Veya vekil, alacağı
müşteriye bağışlarsa; kölesi müvekkilin olur; vekilin olmaz. Bu takdirde, vekil
müşteriye de müvekkile de müracaat edemez.
Ve eğer, amirin,
müşteride olan alacağı karşılığında vekil bir cariyeyi amire satarsa; işte bu
satış, geçersizdir.
Keza, amirle, me'murun
cariyesine karşı anlaşma yapsalar, şöyle ki: "Müşteride olan alacak,
me'murun olacak; me'murun cariyesi de amirin olacak) işte bu da batıldır.
Şayet müvekkil,
vekilin rızası ile müşteri de. olan alacağını, vekile havale ederse; bu caiz
olur.
Bu, bir havale değil,
bir kefalet olur.
Eğer amir, müşteriden
alacağını talep ederse; müşteri, borcunu vermeye mecburdur.
Şayet vekil,
istekte bulunursa; yine
müşteri borcunu vermeye cebredilir.
Eğer vekil, müşteriyi,
amire borcunu vermekten nehyederse; bu nehiy (~ yasaklama) sahihdir. Hatta, bu
müşterinin borcunu amire vermek mecburiyeti yoktur. Muhıyt'te de böyledir.
Satışa vekil edilen
zat, müşterideki alacağı erteler; veya onun bir kısmım teberru eder, yahut
havaleyi kabul eder veya katkıntılı dirhemleri alırsa; bunların hepsi caiz
olur. Yalnız, amire tam ödeme yapar. Bu İmâm Ebû Hanîfe (R. A.)'nin görüşüdür.
Eğer bedel, belirli
bir şeyse; onu ödemesi bi'1-icma gerekir. Vekilin, onu bağışlaması sahih
değildir.
Keza, bedel bir alacak
olur ve vekil onu alır da bağış yaparsa; bi'1-icma sahih olmaz. Zehıyre'de de
böyledir.
Şayet vekil, satışı
ikale ederse, İmâmeyn'e göre, ikalesi sahih olur. Vekil, bedelini amire
öder. İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre,
ikale, vekilin, nefsi için satın alması olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir adam, birisine bir
cariye verdikten sonra, ona, onu satmasını söyler; me'mur da, bu cariyeyi; amir
de bin dirhem alacağı olan bir adama, satıp, bu cariyeyi o adama teslim ederse,
işte bu satış caizdir.
Bi'1-icma, bu cariye,
amirin borcuna karşılık olmuş olur. Şayet vekil, onu, kendisinde bîr dirhem
alacağı olan bir adama satarsa; cariyenin bedeli, vekilin borcuna karşılık
olur. Bu, İmâm Ebû H&nîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'e göredir.
Zehıyre'de de böyledir.
Şayet bu vekil,
cariyeyi teslim etmez ve satılacak şey de, vekilin yanında zayi olursa, kısas
batıl olur. Vekilin de müvekkile tazminat yapması gerekmez. Fetâvâyi Kâdîhân'da
da böyledir.
Eğer vekil, onu hem
amirin hem de me'mur olan kendisinin üzerinde alacağı olan bir adama, satarsa;
satılan o cariyenin bedeli, amirin borcuna bedel sayılır; me'murun borcuna
bedel sayılmaz. Bu durumda amir,
me'mura müracaat edip
de bir hak
talebinde bulunamaz. Zehıyre'de
de böyledir.
Satışa vekil olan
şahısta asi olan: Her ne zaman, müvekkili, müşterinin bedelden beraat ettiğini
ikrar eder; o da, bunu ikrar ederse; o takdirde, müvekkil bir şey tazmin etmez.
Müvekkilin üzerinde
alacağını ikrar ederse; ona satılan şey, ona karşılık olur.
Şayet müşteri,
müvekkilde alacağının olmadığını ikrar ederse; müşteri bedelden beri olur.
Bu İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'e göre böyledir.
Bu takdirde, amire
olan borcunu tazmin eder.
İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'a göre müvekkile karşı, yaptığı ikrarla alacağından beri olmaz.Çünkü
vekil, ona binefsihi malik olduğunu izafe eylemiştir. Bir insanın, maliki
olduğu şeyi başkasına izafe eylemesi o ikrar olunan şeyin nefsine ikrarı
yerinde olur.
Görülmüyor, mu ki, bir
kimse bir köle satın alıyor; gerçekten, onun satıcısı satıştan önce, onun azad
edilmiş olduğunu ikrar ediyor; işte bu kendi nefsi üzerine hal için ikrarı
yerinde oluyor. Muhıyt'te de böyledir.
Bir köleyi satmaya
vekil olan şahıs, onu sattıktan sonra, müvekkilinin, müşteriden bu kölenin
bedelini aldığını ikrar ederse; yeminle birlikte bu vekilin sözü geçerli olur.
Ve, bu müşteri
bedelden beri olur. Eğer vekil yemin ederse, ona tazminat yoktur. Şayet
yeminden kaçınırsa, o zaman bedeli tazmin etmek vekile aittir. Fetâvâyi
Kâdîhân'da da böyledir.
Şayet, bu vekil,
amirin "müşteriden bin dirhem borç aldığını" ikrar eder veya
satın alıştan önce,
ondan bin dirhem
gasbettiğini söylerse; müşteri bedelden beri olur. Ve, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.) ile İmâm Muhammed (R.A.)'in kıyaslarına göre, bu bedeli vekil tazmin
eder.
Sonra da, bu
müvekkile, ikisinin yanında yemin ettirilir. Eğer yeminden kaçınırsa, vekil
bedelden beri olur.
Şayet yemin ederse; o
zaman, vekil o bedeli tazmin eder.
Şayet vekil,
"amirin müşteriden bin dirhem gasbettiğini veya ona borç ettiğini ikrar
eder; bunu da satın alıştan sonra söylerse, yine vekilin sözü geçerli olur. Ve
ona yemin ettirilir.
Keza, gerçekten
müvekkil, satın alman köleyi satıştan önce veya satıştan sonra yaralamış ve onun diyeti de bin dirhem
olur; onu da kasden yapmış bulunursa, bu diyet müvekkile aittir. Bu hal de
ibrayı ikrar gibidir.
Keza, satılan bir
kadın olur ve vekil, "onu, müvekkilinin, bin dirheme nikahladığını"
söylerse bu, aynen onun bedeli gibidir.
Bu şahsın,
"kadına dahil olduğunu", kadın ikrar; amir de inkar ederse; amire
yemin verilir. Yemin edemezse, müşteriden alacağı yoktur.
Keza vekil,
"satılanı, amirin bin dirheme kiraya verdiğini" ikrar eyler; bu bin
dirhem de onun bedeline eşit olur; müşteri de onun emeğinin karşılığını
müvekkile vermişse; işte o, onun bedeli olur.
Keza, vekil, müşteriye
müvekkilin yüz dinarlık bir şey satmış olduğunu ikrar eder; bedeli de
"karşılık olarak teslim aldı." derse; mesele aynidir, Muhıyt'te de
böyledir.
tki kişi arasında
olan, (= iki kişinin ortak olduğu) bir cariyeyi, onlardan birisi, diğerini
"o cariyeyi satmaya" vekil eder; vekil de, onu bin dirheme satar onu
satmayan, satan kişinin cariyenin bedelim aldığını ikrar ettiği halde, satıcı
bunu inkar ederse; müşteri, ikrar edenin hissesinden beri olur ve cariyenin
yarı bedelini satıcıya öder. Çünkü o, müşterinin bedelden beri olduğunu ikrar
eylemiştir. Ve ikrarı, kendi hakkında sahih olur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de
böyledir.
Sonra amir,
me'mura, "iddia olunan bedeli alıp
olmadığına dair," yemin verir; eğer yemin ederse, bir şey gerekmez.
Ve eğer, yemin
edemezse; amirin nasibini teslim etmesi lazımdır. Şayet me'mur, amire karşı
"gerçekten amir bedeli müşteriden almıştır." diye ikrar eder;
müşteri de bunu doğruladığı halde, amir inkar ederse; o takdirde müşteri,
bedelin nısfından (= yarısından) beri olur. ve satıcı, kendi hissesini
müşteriden alır. Muhıyt'te de böyledir.
Satışa vekil tayin
edilen şahsa, müvekkili: "Her ne yaparsan, işte o caizdir." demezse;
bu vekil hiç bir şey satma hakkına sahib olamaz.
Eğer birinci vekil,
müvekkilin huzurunda başka birisini vekil yapar da, o da satış yaparsa; bu caiz
olur.
el-Asl'da şöyle
zikredilmiştir: "Gerçekten, hukuk ikinci vekile ait olur."
Sahih olan da budur.
Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Eğer müvekkil hazırda
değilse, o zaman caiz olmaz. Şayet satılacak şeyi, vekilden başka birisi satar
ve durum vekile erişir; o da satılanı teslim ederse; bu durumda, bu caiz olur.
Bir adam, başka bir
adamı satışa vekil ederek ona: "Görüşünle hareket eyle." der; vekil
de başka bir vekil tayin eder ve ona: "Re'yinle iş yap." derse; bu
ikinci vekil, bir üçüncü kişiyi vekil yapamaz. Muhiyt'te de böyledir.
Bir adam vekil tayin
edilir; ve ona, "satacağı şeyin bedeli de" haber verilir; vekil de
bir başkasına emrederek, bedelini bildirirse, işte bu caiz olur. Çünkü
müvekkilin akdi ikinci zatta da.aynidir. O da bedelin söylenmesidir.
Serahsî'nin Muhiytı'nde de böyledir.
Bir adam, rehin
sahibinin yanında rehini satmaya, bir vekil tayin etse, bunun rehin sahibinin
yanında satılması caiz olur.
Eğer rehin sahibi,
hazır değilse, satılması caiz olmaz. Ancak, rehin sahibi müsaade eylemişse,
caiz olur.
Eğer rehin sahibi,
fiatını tayin ederse; onu da ikinci kişi; ister, sahibi huzurda olsun, isterse
olmasın böyledir.
Hazırda ise, diyecek
yok; değilse, bir rivayete göre caizdir. Diğer rivayete nazaran, izinli değilse
caiz olmaz. Kerderî'nin Vecîzi'nde de böyledir.
İbnü Semâa'nın
Nevâdiri'nde şöyle zikredilmiştir:
Bir adam, başka
birisini, "kölesini satmaya" vekil yapsa ve yapacağı işe de izin
verse; vekil de böylece başka birisini yerine vekil eylese; sonra da birinci
vekil, o köleyi .ikirîci vekile satsa, bu caiz olur. Zira ikincisi, kölenin
efendisinin vekili olur.
Bir adam, başka
birisinin kölesini, onun izin olmaksızın satar; sonra da kölenin sahibi,
müşteriye: "Seni, bu köleyi satmaya, vekil eyledim." ve: "Dilediğini, sen de vekil yapabilirsin."
diye .söylerse;< müşterinin, onu satmaya bir adamı tayin etmesi ve ona yetki
vermesi halinde bu satış da caiz olur. Muhıyt'te de böyledir.
Satışa ve nikaha vekil
edilen bir zat, aynı zamanda her türlü sözleşmeye- de vekil
edilse; o da bir başkasını
vekil etse; vekilin bulunduğu yerde ikinci vekilin yaptığı satış caizdir. Huzurda
olmadığı zaman ise, satış caiz değildir.
Talak ve ıtaka vekil
edilen birinci vekilin izin olmaksızın ikinci vekilin yapacağı caiz olmaz. îzni
olursa, caiz olur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Bir adam,
diğerine; "Ben, sana
kölemi peşine satmanı emreylemiştim. Sen ise, onu veresiye
sattın." der; vekili de "Sen, bana sadece satmamı söyledin. Başka bir
şey demedin," derse, amirin sözü geçerli olur.
Eğer: "Sana,
kölemi, ben muhayyer olmak üzre satmanı söylemiştim." der; me'mur da:
"Sen, bir şart koşmadın. Ben de seninle şartlaşmadım." derse;
me'murun sözü geçerli olur.
"Ben, sana fasid
satış yap." demiştim dese, yine me'murun sözü geçerlidir. Muhıyt'te de
böyledir.
Bir kimse, "kölesini, satmak üzere başka bir şahsa teslim
ettiğinde, vekil: "Köleyi bin dirheme filana sattım. Bedelini aldım, fakat
bedel, benim yanımda zayi oldu," veya: "Amire verdim." der; amir
ise, bu satışı yalanlar veya satışı doğruladığı halde, bedelin verildiğini
yalanlarsa; bu durumda vekilin sözü geçerli olur. Ona, yemin etmesi de teklif
edilmez. Zehıyre'de de böyledir.
Satılan şeyi,
müşteriye teslim eder; bedel de müşteri de değil de, vekilde olursa; şayet
vekil, sözün doğruluğuna yemin ederse, bedeli müvekkile tazmin eder. Şayet,
satılan şey, müşterinin elinde iken, ona bir hak sahibi çıkarsa; müşteri bedel
için, vekile müracaat eder. vekil ise, müvekkile bedeli vermediği müddetçe,
müracaat edemez. Çünkü, hakkı yoktur. Vekilin, "bedelini almadığına,
müvekkilinin bilgisinin olmadığı hususunda, yemin vermesi" vardır. Eğer,
ikrar eder veya, bunu ikrar ettiği halde, aldığını yalanlarsa; tazminat için
vekile baş vurur.
Bu, vekilin bedeli
aldığını ikrar ettiği zaman böyledir.
Fakat, müvekkilin
bedeli aldığını ikrar ederse; o takdirde, müşteri vekile de müvekkile de
müracaat edemez.
Şayet müşteri satın
aldığı şeyde bir kusur bulur ve onu, hakimin hükmü ile vekile iade ederse; eğer
vekil, onun bedelini aldığını ikrar ederse; müşteri, bedeli ondan alır. Vekil
de müvekkile müracaat eder. Eğer bedeli aldığını yalanlarsa, o zaman müşteri
ona müracaat edemez ve müvekkile yemin verilir.
Eğer müvekkil yemin
etmezse, ona müracaat eder.
Eğer yemin ederse,
müracaat etmez. Köleyi satıp bedelini de öderse; fazlada olsa, müvekkiline
öder.
Eğer noksan ise, onu
borçlanır; o noksanı almak için kimseye müracaat edemez. Kerderî'ninlVecizPnde
de de böyledir.
Şayet müvekkil, bedeli
müşteriden aldığını ikrar ederse, vekile müracaat etmez. Kerderî'nin Vecizi'nde
de böyledir.
Eğer amir, me'mura
satılacak şeyi teslim eylemez; me'mur da, onu sattığını iddia eder ve bedelini
de alırsa; o da zayi olur veya onu amire verir; amir de onu inkar ederse;
bedeli ödenene kadar, müşteriye: "İstersen, ona bin dirhemi yeniden ver;
istersen satışı boz." denilir. Hulasada da böyledir.
Şayet cariyeyi almakda
muhayyer olur, onu da alır ve bin dirhemi verirse; sonra müşteri isterse,
vekile müracaatla bin dirhemini alır ve cariyeyi geri verir. Muhıyt'te de
böyledir.
Amir ölür de varisleri
vekile: "Onu satma." derler; vekil de: "Ben onu sattım ve
bedelini de aldım. O da zayi oldu." der; müşteri de bunu doğrularsa; eğer
köle hayatta ise, istihsanen vekilin sözü —bedel zayi olmuş olsa bile— geçerli
olur. (Sözü doğrulanmaz; ancak, beyyine ile doğrulanırsa; amir hayatta imiş gibi hareket edilir.) Hulasa'da da böyledir.
Bir kimse, birisini,
kölesini satmaya vekil yapıp, köleyi ona teslim ettikten sonra bu kölede bir
kusur bulunsa vekil: "Ben, onu sana
sattım." deyince, o da bunu doğruladığı halde müvekkil ikisini birden
yalanlasa; kölesini geri alma hakkı vardır.
Şayet köle satın
alanın yanında ölürse, vekile tazminat gerekmez.
Eğer bir adam,
kölesini satmaya birisini vektt yapar ve ona: "Seni vekaletten
çıkardım." der; vekil de: "Ben, köleyi dün sattım." derse; bv
durumda vekile inanılmaz ve bu vekil vekaletten çıkmış olur.
Alimler, bu hususta
şöyle buyurdular: "Bu, o köle bizzat mevcuı iken böyle olur. Fakat, köle
zayi olmuşsa, yeminle birlikte vekilin sözü geçerli olur.
Satışa vekil olan,
zat, müvekkil ödlükten sonra sattığını iddia eder; varisler de bunu inkar
ederlerse; eğer o satılan mevcut ise, varislerin sözü geçerli olur.
Eğer zayi olmuşsa;
vekilin sözü geçerlidir. Muhıyt'te de böyledir.
Selem sahibi
tarafından, "seleme ve sarfa sözleşme vekili tayin edilmesi caizdir.
Fakat, kendisine selem
yapılan tarafından vekil tayini caiz olmaz. Eğer vekil, sahibini teslim ve
tesellümden önce ayırırsa, sözleşme batıl olur. Müvekkilin ayırmasına itibar
edilmez.
Satıştan sonra, bedeli
teslim almadan önce olursa, bu böyledir. Fakat, sözleşme yerinde gelir de,
söylerse; söz müvekkilin hakkı olur ve onun ayırma hakkı vardır.
Mektupla da sarf sahih
olmaz. İki kişi sarf hususunda sözleşseler; sonra onlardan her birisi bir adama
emrederek, bedelin ödenmesini söyleseler; bilahare de amir, meclisten kalkıp
giderse; sarf batıl ( = geçersiz) olur.
'
Eğer vekil, diğeri ile
birlikte olur ve me'mur vermeyi emrederse; sözleşme batıl olmaz.
Siracü'I-Vehhâc'da da böyledir.
Bir adam, diğerini
belirli gümüş bir ibriği satın almaya vekil eder; bedelini de söylemez; vekil
de onu tartısı ile dirhemlere veya dinarlara satın alırsa, işte bu caiz olur.
Şayet müvekkil,
vekile: "Bir ibriği dinarlara satın al.1' der de; o da dirhemlere satın
alırsa, aldığı bu ibrik, vekile ait olur.
Bir adam, belirli bir
toprağı satmaya birisini vekil yapsa; vekil de onu peşinen satmasa, İmâra Ebü
Hanîfe (R.A.)'ye göre bu müvekkil adına caiz olur.
İmâmeyn'e göre ise,
caiz olmaz.
Müvekkil, belirli bin
dirhemi, harcamaya bir şahsı vekil yapar; vekil de başka bir bin dirhemle
müvekkiline bir mal alır; sonra da o belirli dirhemleri, onun yerine verirse,
işte bu caiz olur. Eğer o belirli dirhemlere satın alsa da, yerine başka
dirhemlerini verse, bu caiz oimaz.
Müvekkil, vekile,
"belirli işlenmiş gümüş bir şeyini" satmasını söyler; vekil de ondan
başkasını satarsa, işte bu caiz olmaz.
Âmir, me'muruna, ''dinarlarını, Kûfe'de dirhemlerle bozdurmayı"
söyler; o da Kûfe'de bozdurursa; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre caiz olur. İmâmeyn'e
göre, ise, caiz olmaz.
Şayet: "Bu
dirhemleri, Şam dinarlanyla bozdur." der; vekil de Küfe dinarlarına
satarsa; tartısı ayni olunca, bu da caiz olur.
Eğer vekil, müvekkilin
kölesi ile sarf ederse; köle bilsin veya bilmesin ona borç tazmini gerekir mi;
yoksa gerekmez mi?
Eğer o köle,
müvekkilin müfaveda ortağı veya şeriki yahut vekili veya müdarebesi ise, sarf
caiz olmaz. Şayet vekil, müvekkilinin müfaveda değilse, sarf yapmışsa caiz
olur.
Eğer vekil, kendi
babası veya oğlu olur; yahut karısına selem yapar veya sarf yaparsa; İmâm EBû
Hanîfe (R.A.)'ye göre caiz olmaz. İmâmeyn'e göre ise, bu caiz olur.
Bir adam, diğerini
fülûs (- para) satın almaya, vekil eder; onu teslim aldıktan sonra, o alınan
füîûs kıymetini kaybederse, bu kayıp amire ait olur.
Eğer fülûs teslim
almadan önce, kıymetini kaybederse; bu kayıp vekile ait olur. Çünkü kesad, zayi
olma mesabesindedir. Ve satış bozulmuş olur.
Eğer, vekil aralarında
sözleşme ile yeni fülüsieri satın alırsa; müvekkilden onu men edebilir.
Şayet amir, aralarında
anlaşırlar da yenisini almak üzere verirse; ve onu on kür buğdaya veresiye
vermesine vekil yaparsa; işte bu caiz olur.
Şayet kendi şahsı
malından ödeme yaparsa; müvekkile müracaat yaparak verdiğini ondan alır.
Eğer amir, vekile on
dirhemlik yiyecek almasını emreder; o da öyle yaparsa, işte o, vekile ait olur.
Çünkü, amir onu yanında olmayan şeyle, vekil eylemiş oldu.
Amir me'mura:
"Üzerinde bulunan malımı, bir kür buğday ile selem yap." der, vekil
de öyle yaparsa; İmâm Ebû Hanîfe (R. A.)'ye göre bu müvekkil, adına geçerli
olmaz. Zira, üzerinde alacağı olmayana malik olmuş olur.
Şu mes'ele, bunun
hilafınadır. Eğer: "Malımı filana teslim eyle." derse; bu bi'1-icma
müvekkil adına geçerli olur.
Mudanbm selem yapması
da caizdir. -
Bir adamı, iki kişi
vekil eder; onlardan her birisi, ona buğday almak için dirhemleri teslim
ederler; o da onları birbirine katarsa; onları helak etmiş olur. Vekaleti de,
kalmaz.
Şayet dirhemleri
birbirine ''katmaz ve tek akid ile onlara teslim ederse; caiz olur. Serahsî'nin
Muhıytı'nde de böyledir.
Bir adam, diğerini,
"kaşı yakut olan bir aîtun yüzüğü" satmaya vekil eder; vekil de onu
gümüşe veya yüzükteki altından daha fazla altına yahut yüzükten ağırlığı daha
fazla olan altın yüzüğe satar, fakat onun kaşı olmazsa; işte bu caizdir.
Müvekkilin bizzat kendisi satmış gibi olur.
Şayet onu, altına daha
fazla olan veya daha noksan olan bir yüzüğe satar; onda da kaş bulunur ve
karşılıklı, ahm-verim yaparlarsa; bu da caiz olur.
Eğer, ona bir elbise
için on dirhem teslim eder, fakat onun cinsini söylemezse, bu caiz olmaz.
Şayet vasıflı bir
elbise için, teslim eder; vekil de onu veresiye satarsa; müvekkil, onu
istediğine tazmin ettirir.
Şayet vekil tazmin
ederse, o da diğerine ödettirir.
Eğer veresiye verilene
tazmin ettirirse, onlar birbirinden ayrıldıktan sonra, selem (= veresiye satış)
geçersiz olur.
Eğer elbiseyi
vasıflarsa, (yahudi kumaşı gibi...) cinsini beyan ettiğinden, vekalet caiz
olur. Mebsût'ta da böyledir.
Selem'e vekil olan,
şahıs İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'e göre ikale hakkına da
sahip olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir. [15]
Bağışlayıcının teslim
etmeye, birisini vekil tayin etmesi caiz olur. Kendisine bağış yapılan şahsı da
bağışı teslim almaya, vekil tayini caizdir.
Sadaka da böyledir.
Bağışlayıcının
bağışından, vekilin dönme hakkı yoktur. Keza, sahibinin izniyle vekil bağış
yapar; bağış yapan da, bağışından dönmek ister; bağışlanan şeyde vekilin
yanında olursa; eşya yanında bulunan vekil, kendisine bağış yapılan şahsın
vekili olursa; bu durumda, bağış yapan şahsın dönme hakkı yoktur; Ve', o vekili
dava da edemez. Havî'de de böyledir.
Bir zimmî, bir zimmiye
içki veya domuz bağışlasa; bağışlanan da, onu teslim almak için, bir müslümanı
vekil yapsa; veya bağış yapan, bağışını teslim etmeye, bir müslümanı vekil
eyîese; bu caiz olur.
Şayet kendisine bağış
yapılan şahıs, yapılan bağışı, teslim almak için, iki kişiyi vekil yapsa ve
onlardan birisi, o yapılan bağışı teslim alsa, bu caiz olmaz.
Eğer yapılan bağışı
teslim etmek için, bağış yapan kişi, iki kimseyi vekil eylese de, onlardan
birisi verse işte bu caiz olur.
Buna binaen, şayet
vekil, yapılan bağışı vermek için, bir başkasını vekil yapsa, o da caiz olur.
Kendisi vekil yapılan
kimse, bağış yapılanın vekili ise; onun tayin ettiği vekilin, bağışı alması
caiz olmaz. Ancak, müvekkil: "Her ne yaparsan yap." derse, işte o
zaman caiz olur. Yani böyle biı durumda, birinci vekil, ikinciyi vekil
yapabilir.
Bir adam, diğerini,
"filan adama, ivaz karşılığı elbise bağışlamaya" vekil yapar; o vekil
de elbiseyi teslim alıp, denileni yapar, karşılık olan ivaz bağışın kıymetinden
az olsa bile bu caizdir. Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göredir.
İmâmeyn'e göre ise, bu
caiz değildir.
Ancak, karşılık
bağışın misli olursa, o zaman caiz olur.
Veya, insanların
aldatıl m ayacağı kadar az kıymette olursa, o zaman da caiz olur.
Şayet: "Benim
için, kendi malından karşılık ver. Gerçekten ben onu, öderim." der; o da,
öyle yaparsa caiz olur. Ve, verdiğinin misliyle ona, müracaat eyler.
Veya benzeri olmaz da,
değeri o kadar olursa; yine caiz olur.
Şayet ona, "kendi
malından ivaz vermesini" emreder de, ödemeyi şart koşmaz; o da. ivaz
verirse, bu durumda amire hiç bir şey için, başvuramaz. Mebsût'ta da böyledir.
Bağışlayan şahıs,
bağıştan dönmek için^birini vekil yapma hakkına sahiptir.
Keza, bağış yapan
şahıs, iki kişiyi veya bu iki kişiden her birini vekil yapar; bunlardan
birisine de yaptığı bağışı verir veya o teslim alır; o, onu bağış yapılana
vermeden, diğeri verirse, bu caiz olur.
Eğer iki adam, bir
kişiye, bip köle veya bir ev bağışlasalar ve sonra da onu teslim etmeye, başka
birisini vekil tayin etseler, bu caiz olur. Havî'de de böyledir.
Kendisine bağış
yapılan zat, ona karşılık yapmak üzere birisini vekil yapsa da, neyi karşılık
yapacağını söylemese; o vekil de bir karşılık verse; işte bu caiz olmaz.
Şayet: "Malımdan
her neyi istersen, onu karşılık ver." derse o zaman caiz olur. Çünkü, ona
isteğini yapmaya hak tanımıştır. Bu durumda müvekkilin: "Ben, onu vermeni
niyet eylem emiştim." demeye hakkı yoktur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de
böyledir.
Eğer, bir şahıs, iki
kişiyi hibeden dönmeye vekil ederse; diğeri olmadan, her hangi birisi, dönüş
yapamaz. Mebsût'ta da böyledir. En doğrusunu bilen Allahu Tealadır. [16]
Bu babda:
1) İcar,
İsti'car, Ziraat ve Ziraî Muameleler Hakkında Vekâlet;
2) Mudarıb
ve Ortağın Vekil Tayin Etmesi;
3) Sermaye
Hakkında Vekâlet; olmak üzere üç bölüm vardır.
[17]
Bir evin icara
verilmesine vekil tayin edilen kimse, kiranın alınmasında ve kirayı ödemeyen
kiracının dava edilmesinde yetkilidir. Çünkü bunlar, akid hukukundandır.
Ücretin belirlenmiş
olması halinde, icara vermeye vekil olan şahıs, o ücretten, müste'cire ibrada
bulunamaz. Böyle bir şey yapması sahih olmaz.
Eğer, ücret borç ise,
vekil, îcabdan bir müddet sonra, müste'ciri ibra eder.
Müste'cirin,
başlangıçta ibrayı şart koşması halinde, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm
Muhammed (R.A,)'e göre, böyle yapmak da caiz olur. Muhıyt'te de böyledir.
Bir evin bakımına ve
icara verilmesine vekil olan, bir şahıs, onun gelirini alsa, onu yeniden
yaptırmaya ve o evden, bir şey atmaya hakkı yoktur. Ve bu şahıs o evle ilgili
davaya da vekil olamaz.
Şayet bir adam, o evin
bir yerini yıkarsa; vekil onu dava etme yetkisine sahiptir. Çünkü elindeki şey
zayi olmuş sayıhr.
Keza, bir adamla
icarlaşsa da, o adam icarı inkar eylese; icar yapan da icarı inkar eylese; buna
karşılımı cara verenin dava etme yetkisi vardır. Ve bunu, isbat edecektir.
O adamın, başka
birisini, icara vermeye vekil tutma hakkı yoktur.
Şayet vekil, vekil
tutarsa, önceki vekilin ehl-i iyalı ücreti almazlarsa bu durumda, bu caiz olur.
Havî'de de böyledir.
îcareye vekil olan bir
kimse, bir yeri, veya bir hizmetçiyi kiraya verebilir.
Bir yeri icara vermeye
vekil edilen kimse, o yerde ev veya evler bulunur ve o ev veya evlerden
bahsedilmemiş olursa, bu durumda, vekil, hem o yeri, hem de o evleri icara
verebilir.
Eğer o yerde, su
değirmeni varsa; vekil onu da icara verebilir.
Şayet, o da diğerini,
arazisini dirhemler mukabili icara vermeye vekil eder; vekil de onu dinarlara
karşılık icara veya o yeri, yarı yarıya ziraata ortak olmak üzere, kiraya
verirse; işte bu caiz olmaz.
Keza, eğer mal sahibi,
birisini vekil eder de, bedelden söz etmez, oda o yeri ortağa verirse, bu caiz
olmaz.
Keza, yarı yarıya
ortaklığa vermeye vekil eder ve vekil de dirhemler veya dinarlar karşılığı
kiraya verirse, bu caiz olmaz.
Şayet, buğdaya veya
arpaya yahut benzeri şeylere, kiraya verirse, bunun da caiz olmayacağı
söylenmiştir.
"Fakat, bu
müzaraat faslında caiz olur." diye yazılmıştır. "Şayet, istenilen
kira, o yerden çıkacak olan buğdayın yarısı kadar olursa, caizdir."
denilmiştir. Zehıyre'de de böyledir.
İsti'car için vekil
olan zat, icarlamak istediği şeyi —bu yer belirli olmazsa— dirhemlerle, dinarlarla,
ölçülen ve tartılan şeylerle icara tutma hakkına sahip ve yetkilidir.
Fakat belirli bir yeri, belirli bir ölçüleni ve tartılanı icarlamaya yetkili
değildir. Muhıyt'te de böyledir.
Vekilin belirlenen
miktardan daha fazlaya icara vermesi caizdir.
Keza, icara tutmaya
vekil edilen zat, belirli bir müddetle, belir dirhemlere icarlayabileceği gibi,
o şeyi daha az bir miktara icarlamasi d caiz olur. Mebsût'ta da böyledir.
Bir adam, diğerini,
bir sene müddetle icara tutmaya vekil tayiı eder; o adam da iki senelik
İcarlarsa; birinci senenin ücreti amire ait olur İkinci senenin ücreti ise,
vekile ait olur.
Şayet vekil,
icarladiğı evi teslim almadan önce, evin bazı yerler yıkılır veya teslim aldıktan
sonra yıkılır; müste'cir de: "Ben, raz değilim." derse; zarar vekile
ait olur; müste'cire ait olmaz. Havî'de d< böyledir.
Bir adam, diğerine,
"belirli bir yeri icarlamasım" emrederse; vekil, o yeri icarladıktan
sonra da, rnüste'cir o yeri sahibinden satın alırsa, oranın icarlandığını da
bilmez de sonradan öğrenirse, onu geri vermek olmaz. İcarı ile birlikte, elinde
kalır.
Bir adam, diğer birine
Kûfe'ye gitmek için, on dirheme bir hayvan kiralamasını emreder; vekil de onbeş
dirheme kiralar; sonra da onu alıp sahibine getirse; müste'cir ona: "Ben,
bunu on dirheme kiraladım." der ve binip giderse; amirin de me'murun da,
on dirhemden fazla vermesi gerekmez.
Bir kimse, diğerine,
"kendi evini, on dirheme icara vermesini" emrettiğinde, vekil onbeş
dirheme icara verirse, bu icare fasiddir.
Eğer vekil, onbeş
dirhem almışsa, beş dirhemi sadaka olarak verilir. Hulasada da böyledir.
Bir adam, diğerini,
"bir seneliğine, bir ev kiralamaya vekil eder; o evin belirli ve yüz
dirheme olmasını da" söyler; vekil de, onu icarlayıp teslim alsa;
müvekkilden ücretini alana kadar, evi ona vermeyebilir.
Eğer ücret mutlak ise,
böyle yapamaz.
Eğer vekil sene geçene
kadar, ücreti vermezse, ev sahibi, ücreti vekilden alır. Akid hükmünce, bu
böyledir.
Sonra da vekil,
müvekkiline müracaat ederek, kirayı ondan alır. Bu mes'elede, bazı rivayetler
vaki olmuştur.
Bir rivayette:
"Vekil, müvekkile müracaat edemez." denilmiştir.
Kadî'I-İmâm
Cemâiü'd-din (ki benim ceddimdir.) böyle söylemiştir.
Bu sahihtir.
Keza müvekkil,
vekilden isticare yönüyle teslim alsa; sonra da vekil, amiri evden çıkarsa ve
üzerinden de bir sene geçse; ev sahibi icarı vekilden taleb eder.
Vekilin icarladığı ev,
yıkılırsa, ona tazminat gerekmez.
Şayet vekil, bir ev
kiralar; müvekkiline teslim etmeden önce, bir yabancı gelir de o evi zoraki
alır ve böylece üzerinden bir sene geçerse; vekile de müvekkile de bir şey
lazım olmaz.
Vekil ücretin
alınmasını, acele olarak şart koşarsa; bu sahih olur.
Şayet vekili, evi
teslim alırsa; ücreti versin veya vermesin, amir ücreti ödeyene kadar, onu
evden men edebilir.
Eğer evden men eder,
aradan da bir yıl geçerse, ev sahibi kirasını vekilden alır. Vekil ise,
müvekkiline müracaat edip, ücret isteyemez.
Eğer amir evi istemez
de, üzerinden bir sene geçerse; ev sahibi vekilden, vekil de müvekkilden evin
kirasını ister ve alır.
Eğer yarım sene
geçtikten sonra, amir evi ister; vekil de onu men eder; sene de tamamlanırsa;
ücretin tamamı vekile ait olur.
Geçen altı ay için,
vekil amire başvurur ve o müddetin kirasını ondan alır. Zehıyre'de de böyledir.
Vekil evin kirasını ev
sahibine ödemeden önce müvekkilinden alıp ev sahibine sonra verebilir. Havî'de
de böyledir.
İmam Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre vekil için fazla fiatla ev kiralamak hakkı vardır.
Vekilin, müvekkili
olan zatın baba veya oğlunun evini icarlaması, (satın alması gibi...) caizdir.
Şayet baba veya
oğlunun veya şehadeti onun üzerine caiz olmayan yakınının evini kiralaması,
İmam Ebû Hanîfe (R. A.)'ye göre caiz olmaz.
Fasid olan icarlamadan
dolayı vekile tazminat gerekmez. Müste'cire ecr-i misil gerekir.
Uzun süreli icarlama
yapıldığında icarenin bozuhnasıyle, mal sahibi vekilden icarı almaz veya
teberru ederse, bu sahih olur ve veki! ücret için amire müracaat edebilir.
Hulasa'da da böyledir.
Bir topluluğun ortak
olduğu bir yer bulunur ve o toplumdan bir kişi kendi hissesini, icara vermek
üzere, bir vekil tutar; o vekil de o yerin tamamını, icara verirse; bu caiz
olur.
Şayet bu vekil, bu
'yeri, o topluluktan birisine icara verirse; bu, İmânı-ı A'zam Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre caiz olmaz.
İmameyn'e göre ise,
caiz olur. Havî'de de böyledir.
Şayet yabancı bir
kimseye icara verirse, yine İmam Ebû Hanîfe (R. A.)'ye göre bu caiz olmaz.
İmameyn'e göre ise,
caiz olur. Mebsût'ta da böyledir.
İcar vekili,
menfaatlanmadan Önce, kiracı ile sözleşmeyi bozsa, bu caiz olur. Kira, ister
belirli bir şey olsun, isterse borç olsun fark etmez. Ancak, vekil ücreti
almışsa; o takdirde akdi bozmak olmaz. Zira alınan şey müvekkilin malı olmuş
olur. Bu durumda o, vekilin elinden çıkmış, müvekkilin eline geçmiş sayılır.
Fakat, kirayı almadan önce, eğer kira belirli bir şeyse; bizzat sözleşme
ile, müvekkilin malı olmuş sayılmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da . böyledir.
Şayet müste'cirin
vekili, arazi, sahibinin elinde iken, sözleşmeyi bozarsa; bu da caizdir. Eğer
icarı, vekile veya müvekkiline vermişse; bu durumda sözleşmeyi bozamaz. Bu,
istihsanen caiz değildir. Hulasa'da da böyledir.
Ziraat arazisini
vermeye vekil edilen zat, onu bir adama kiraya verse; o adam da oraya bir
yeşillik veya hububat ekse; bu caizdir.
Şayet bir adama verir;
o da oraya ağaç veya hurma ağacı dikerse; işte bu caiz olmaz.
Eğer o yere, kiraya
verilen kimsenin ağaç dikmesine izin verilmişse, o da hurma dikmiş veya bunun
aksi yapılmışsa; bu caiz olmaz. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, diğer birini
arazisini ziraat için kiraya vermeye vekil yapar; vekil de o yerin bir kısmını
icara verir; geri kalan yeri de, vekil ile, ziraatçı arasında şartlı olarak
bıraksa ve mal sahibine bir şey verilmese; mal sahibi o kalan yerin icarını
onların her hangi birisine tazmin ettirebilir. Bu, İmameyn'e göre böyledir.
İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)
ise buna muhalifdir.
Şayet ziraatı noksan
yapmazsa, İmâm Muhammed (R.A.), nassan bir şey söylememiştir. Alimlerin
ekserisi ise: "Ziraat caizdir. Hariç de kalan yer, vekil ile ziraatçının
arasındadır. Eğer arazi sahibi aldatılmış durumda olmayacak kadar bir yer
kalmışsa; ondan müvekkile bir şey yoktur." buyurmuşlardır.
Eğer mal sahibi,
aldatılmış bir halde ise, ziraat caizdir; fakat, o kalan yerin geliri müvekkil
ile ziraatçının arasındadır. Eğer tohum yerin sahibine aitse vekil müvekkilinin
nasibini ziraatçıdan alır. Hurma sahibinin muamelesi de böyledir.
Vekil, müvekkilinin
hissesini icarcıdan alır.
Bir rivayette:
"Eğer mal sahibi, aldatılmış sayılmayacak durumda olursa; vekilin almak
hakkı vardır. Vekil o yeri gasbetmiş olur. Yer sahibi, o noksan kalan yerin
gelirini tazmin ettirir. Ziraatçı da bir tasaddukda bulunmaz.
Bu mes'eleler
ihtilaflıdır. "Vekilin fazladan
aldığını tasadduk etmesi"
zikredilmiştir. Muhıyt'te de böyledir.
Ziraat ve muamele
vekili, bu hariç de olan yerin hissesini, yer sahibi için alabilir. Her ne
kadar, ziraatçı onu bağış yapsa ve ondan vaz geçse bile, vekilin, onu alması
caiz olmaz. Havî'de de böyledir.
Bir adam, diğerini;
arazisini icara veya ziraata vermeye vekil ettiği halde, bir vakit
belirtmezse"ilk senenin sözleşmesi caiz olur.
Her ne kadar, daha
fazla seneye vermiş olsa bile, bu istihsanen caiz olmaz.
Şayet, bir adam,
diğerini "şu yeri, bir seneliğine, ziraat için al." diye vekil eder;
tohum da müvekkilden olur; vekil bu yeri ondan aldatılmış halde, alırsa, caiz
olur. Aldatılmış olmayan halde, alsa caiz olmaz.
Ancak müvekkil, razı
olur ve o yeri ekerse; caiz olur. Vekil yer sahibinin hissesini alır ve ona
teslim eyler.
Eğer bir adam,
diğerine emredip: "Kendisi için, bir ziraat yeri veya bir hurmalık
almasını" söyler de, bir açıklama yapmazsa, bu caiz olmaz.
Eğer yeri belirtir de,
tohumu belirtmezse, bu caiz olur.
Şayet arazisini ziraat
ve muamele için vermeyi emreder de, kime verileceğini açıklamazsa, yine caiz
olur. (İcarlamayı söyleyip de; icar sahibinin söylemediği gibi....)
Bir kimse,
"arazisine buğday ekilmesini" söyleyince, vekil o yeri bir kür
buğdaya icara verse; bu caiz olur. Ziraatçı oraya istediğini eker.
Eğer vekil, buğdaydan
başka şeye icara verirse, bu caiz olmaz.
Bir kimse,
"arazisini üçte bir nisbetinde ortaklıkla ziraata vermesine"
birisini vekil eder; o vekil de orta halli bir kür buğdaya icara verirse, bu
emre muhaiifdir.
Eğer müste'cir crayı
ekerse, arazi sahibi isterse bir kürden artanını tazmin ettirip fazlasun tasadduk edebilir.
Eğer böyle bir yeri,
üçte bire almayı emreder; vekil de, bir kür buğdaya kiralarsa; bu caiz olmaz.
Ancak, sahibi razi olursa caiz olur. Şayet hurmalığı alması için vekil de
alırsa, icarladığı yerin dışında kalan yer hurmalığın sahibine ait olur.
Eğer, icar olarak, bir
kür iyi kuru hurma şart koşuîmuşsa, bu caiz olur. Eğer kötü hurma şart koşulmuş
ve hurmalıkta kötü hurma ağaçlarından meydana gelmiş ise, yine caiz olur;
değilse caiz olmaz.
Şayet, bir kür buğday
şart koşuîmuşsa caiz olmaz. Eğer, "filan adamın hurmalığını, üçte birine
almaya" vekil yapar; vekil de onu bir kür farisi kuru hurmaya alırsa; amil
(= hurmalığa hizmet eden, çalışan, bakan kimse) ilzam edilmez. Ancak, bir
kürün, üçte birden az olduğunu veya onun kadar olduğunu bilirse, o zaman ilzam
edilir. Serahsî'nin Mııhıytı'nde de böyledir. [18]
Aslolan, gerçekten
bütün ticaret, —şayet mudarıbla başlanırsa— mal sahibine sahih olur.
Böylece vekil yapmak
da, mal sahibine göre sahihdir.
Mudarıbın, alımda,
satımda teslim almada ve davada vekil taytini caizdir.
Müdarıb, borç
hakkında, bir başkasını davaya vekil yapar; vekil de mudarıbın aldığını ikrar
ederse; işte bu caiz olur.
Eğer mudanb:
"Ben, almadım." derse,
onun tazmin etmesi gerekmez.
Vekilin, borçludan,
mudarıbın aldığım ikrar edip de, mudarıbın da inkar ettiği gibi... Borçlu,
borçtan beri olur. Serahsî'nin Muhıyü'nde de böyledir.
Müdarib bir vekil
tayin ederek, ona: "müdarebe iie, kendisine bir köle satın almasını "
söyler; vekil de mal sahibinin kardeşini satın alırsa; eğer mudarib onu alırsa
bu satın alış, mudarib adına caiz olur; mal sahibi adına caiz olmaz. Eğer o
kölede, bir üstünlük yoksa, mudarebeye göre caiz olur.
Eğer bir
üstünlük varsa, hassaten
mudaribe göre caiz
olur.
Mebsût'ta da böyledir.
Mudarib, mal
sahibinden, "müdarebe malını almaya" veya ona, "müdarebe
malından bîr şey vermeye" bir vekil tayin ederse, bu da caiz olur.
Şayet mal sahibi,
mudaribe: "Ehl-i iyaline harcama yapmasını" emreder; müdarib de
onların nafakasına, başka birisini vekil ederse, bu da caizdir.
Eğer vekil:
"Onlara, şu müddette, yüz dirhem harcama yaptım." der ve o harcama
emsali harcama kadar olur; mudanb: "İki yüz dirhem harcadım." der mal
saihib ise: "Sen, bir şey harcamadın." ders;e mü-daribin sözü geçerli
olur. Ve mal sahibinin malından, ikiyüz dirhem gitmiş olur. Vekil bir şey
ödemez.
Ancak, müdarib aradaki
farkı tasadduk eder. Çünkü, mal, onun elindedir.
Keza, kendisine mal
verip, ona onu infak etmesi söylenilen, her vekilin, ma'ruf şekilde yaptığı
harcama doğrulanır. Havî'de de böyledir.
Eğer mudarib, bir
vekil tayin eder ve ona: "Kölesine müdarebe malından harcamasını"
söyler, fakat ona mal vermez; vekil de: "Ben ona, şu kadar harcama
yaptım." der müdarib de, onu yalanlarsa; bu durumda vekile inanılmaz.
Şayet, "kendi
malından, cariyesine harcama yapmasını" söylese, durum yine önceki
gibidir.
Şayet müdarib, bir
vekil tayin ederek, müdarebe kölelerinden birini atmasını söyler; sonra da, mal
sahibi müdaribi alım-satımdan yasaklar ve müdarebe işlemini bozar ve bilahare
de, vekil, bir köle satarsa, —vekil durumu bilsin veya bilmesin— onun satışı
caizdir. Çünkü, mal bundan sonra uruz olmuştur ve mal sahibi, müdaribi satıştan
men edemez.
Keza, mal sahibi ölür
ve vekil, bundan sonra köleyi satar veya mü-darib, mal sahibinin ölümünden
sonra vekil tayin eder ve o satış yaparsa, bu caiz olur. Mebsût'ta da böyledir.
Müfaveda ortaklarının
her biri, bir şey için bir vekil tayin ederse; işte o, onun velisi olur.
Sonra da, bu ortaklar
ayrılıp mallarını bölüşerek "aralarında ortaklık kalmadığına" şahit
tutsalar; bilahare de vekil, vekaletinin gereğini yapsa; —onların ayrıldıklarım
bilsin veya bilmesin, —bu ikisi adına da caizdir.
Keza, her iki taraf
da, aynı şahsı vekil yapmış olsalar bile, böyledir. Havî'de de böyledir.
Inân ortaklarından
birisi, ortaklarından bir şey alması için, birisini vekil tayin etse, hem
kendisine, hem de arkadaşına göre bu vekaleti istihsanen caiz olur. Çünkü her
birisi, arkadaşının hakkına sahib menzi-lesindedir. Ve bu vekil, onların bütün
işlerine vekalet eder. Mebsût'ta da böyledir.
Şayet onu, bir şeyin
satılmasına, alınmasına, icara verilmesine, borç-ahp vermeye vekil tayin eder;
sonra da, o vekili diğer ortağı vekaletten çıkarırsa; o zaman, bu vekil
cümlesinin vekaletinden çıkmış olur.
Ancak, borç alıp verme
hususunda müvekkilinin vekili olarak kalır. Eğer müvekkil, ona borç etmişse,
onu vekaletten çıkarması batıldır. Şayet müvekkil borç etmemişse, bu durumda
onun vekaleti caiz olmaz. Havî'de de böyledir.
Müfaveda ortaklarından
birisi, bir köle satın alır; onda da bir kusur bulup, onu geri vermeye, bir
vekil tayin ettiğinde ortağı, o vekil ile davalı olursa, o şahıs vekil olamaz.
Şayet, bu ortaklardan
birisi, sattığı köle hakkında dava etmeye1, bir vekil tuttuğunda, satın- alan
şahıs, bu kölede bir kusur bulur ve kendisi de kaybolursa, vekilin yemin
ettirmesi olmaz.
Eğer müşteri, diğer
ortak ile muhakeme olmak isterse; onun kusurunu, bilip-bilmediği hususunda
yemin verdirir. Çünkü, müfaveda ortaklığında her bir ortak, iddia olunan şeye
karşı,arkadaşının makamına kaimdir. Mebsût'ta da böyledir. [19]
Bir kimse, diğerine
bin dirhem sermaye verip, ona: "Buna, bir elbise al." veya: "İki
elbise al." yahut "Elbiseler al." derse; bu sahih olur.
Keza, bir kimse
diğerine bin dirhem sermaye vererek: "Buna bir şey satın al." derse;
bu da sahihdir.
Şayet, o adama:
"Kendi malından, benim için bin dirhem sermaye yap ve onunla bir şeyler
satın al." der; o da öyle yaparsa, caiz olur. Ne isterse, onu satın
alabilir. Ve, aldığı o şey emredene ait olur.
Keza: "Şu bin
dirhemi sermaye olarak al." dese, bu da caiz olur. O adam, o elbiseyi
satmaya da izinli sayılır.
Bu elbise hakkında
—ister iyi ister kötü— satışı da geçerli olur. Ve vekil istediği fiata
satabilir.
Bu, İmâm Ebû Hanîfe
(R. A.)'ye göre böyledir. İmâmeyn'e göre ise, onu yalnız dirhem ve dinarlara
satması geçerli olur. Bunun da insanların aklanmayacağı şekilde olması gerekir.
Dirhemler hakkında,
amire karşı, kıymetinin karşılığı veya insanların kandırılmış sayılmayacağı
bir bedelle satılmış olması gerekir.
Eğer amir: "Şu
bin dirhem sermayeyi al; benim için, satın al ve sat; olur ki Allah beni bir
şeyle rızıklandırır." derse;bu caizdir.Satın alınan ve satılan şey onun
olur. Zehıyre'de de böyledir.
Bir kimse, diğerine:
"ben, şehire gitmek istiyorum. Köle veya cariye satın alacağım."
dediğinde, o adam da: "Şu bin dirhemi sermaye olarak, benim için al."
veya "Benim için, kendi malından bin dirhem sermaye yap." derse; bu
da caiz olur. Ve o adam, bunun için de köle veya cariye satın almaya me'zun
olmuş olur.
Şayet: "Şu bin
dirhemi sermaye olarak benim için al; cariye veya köîe yahut buğday almakta
serbestsin." der; sermayeyi alan da, o söylenenlerin cümlesini alıp, kendi
malından da sarfiyat yapsa ve sahibine getirse; bu bir fazlalık olur. Mal
sahibine karşı yapılan işlem (satın alma işi) caizdir. Eğer o adamın, parasının
bir kısmıyla, istediklerinin bir kısmını alıp, geri kalanını da aldıklarına
sarf ederek öylece getirse;, işte bu da caizdir.
Şayet sermaye sahibi,
o adama "kendi içinde bulunduğu şehirden, bunları almasını" söylediği
halde, o adam, dediklerinin bazılarını, o şehirden alıp onları mal sahibine
getirene kadar da sarfiyat yapsa; bu, mal sahibi adına caiz olur.
Fakat, adamın bütün
sermayesi kadar, mal alır; onun evine gelmesi için de kendi şahsî parasından
harcama yaparsa; istihsanda, mal sahibine müracaatla, şahsi masrafını ondan
alır.
Şayet kendisine
sermaye verilen şahıs sermaye sahibinin parasının bir kısmını harcayarak ona
birşeyler olsa, kalanını da onlara harcamak ve onları taşımak için yanında
tutsa; onları harcamadan da mal sahibi ölse, sonra da aynı adam, onun kalan
parasını sarfeylese; eğer onun öldüğünü bile bile harcama yaptı ise, onu
varislere öder. Eğer öldüğünü bilmeyerek, harcadı ise, istihsanda bir tazminat
gerekmez; öldüğünü bilmedikçe azledilmiş olmaz. Muhıyt'te de böyledir.
Şayet, kendisine
sermaye verilen şahıs hiç bir şeyi satın almadan, mal sahibi ölürse; vekil,
—ister onun öldüğünü bilsin; isterse, bilmesin^ satm aldığı malın bedelini
tazmin eder.
Sermaye
meselesinde,şayet vekil, mal sahibinin ölümünü veya onun yasaklama yaptığını
bilir ve bu halde onun malı ile bazı şeyler satın alırsa; bu mes'ele hakime
çıkarılır. Böylece hakimin re'yi ile emredilmesi sağlanmış,satılan; bedelden
elde kalan; veya almana yapılan harcama kendisine sermaye verilen kimsenin
elinde kalan para hakkında ne gibi işlem yapılacağı anlaşılır.
Fakat beyyine
almadıkça, hakimin ona karşı, yapacağı bir şey de yoktur. Eğer beyyine yoksa,
hakim davalıyı huzura alır ve ona: "Bu adam, şöyle şöyle söylüyor. Sen ne
dersin?" der. Eğer iş, onun dediği gibi
ise; ona infak etmeye veya
satmaya izin verilmesi caiz olur. Zehıyre'de de böyledir.
Eğer kendisine sermaye
verilen şahıs malın bir kısmı karşılığında bir şey satın almış; sonra da
sermayeyi veren ölmüş; bundan sonra da, sermayeyi alan kalan para ile yine bir
şeyler satın almış veya o kalan parayı kiraya veya nafakaya harcanırsa; satın
aldığı hakkında, —sermaye
sahibinin öldüğünü bilsin
veya bilmesin— tazminatta bulunur.
Harcadığı para
hususunda ise, eğer öldüğünü bilirse, onu tazmin eder. Şayet bilmeden yaparsa,
tazminat gerekmez.
Bu istihsanen
böyledir. Suğra'da da böyledir.
Bir adam, diğerine, bin
dirhem serrhaye verir ve "onunla belirli şeyler almasını" söyler, o
da, başka birini vekil ederek, "sermaye sahibinin istediği malları
almasını" ona emreder,o da öyle yaparsa; önceki vekil, müşteriden malı
teslim alır.
Eğer o ölürse,
ikincinin'vekalet hakkı batıl olmaz.
Şayet mal sahibi,
dirhemleri teslim ederken: "Seni, filan adına vekil yaptım. Bu bin dirheme
satın al." derse Öyle olur.
Bu, mal sahibinin
vekilidir. Dirhemleri verenin vekili değildir. Dirhemleri ve en şahıs,
müşteriden bir şey teslim alamaz.
Keza, ona dirhemleri
verir ve: "Seni, bu bin dirhemle filan adına, şu şu şeyleri almaya vekil
ettim." der de, "seni filan için vekil ettim." demezse yine
yukarıdakinin aynısıdır.
Şayet: "Seni, bu
bin dirhemle, satın almak için vekil yaptım. der; sonra da, "o malın,
filana ait olduğunu" doğrularsa, gerçekten o adam, mal sahibinin vekili
olmuş olur. Bu, o şahıs, "sevdiğin kimseyi vekil yap." diye
emreylemişse böyle olur. Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse, başka bir
şahsa, eşya almak üzeıe, bin dirhem sermaye verir; o da o dirhemleri eşya almak
üzere simsara devreder; simsar da malı satm alır ve sahibine yollar; yolda da
ona bir zarar dokunursa, kendisine yollanılan şahsa tazminat gerekmez.
Şayet dirhemlerin
sahibi: "Bu sermayedir." demez ise, geri kalan mes'ele hali üzeredir.
Kendisine yollanılan kimse, mal zayi olursa, onU tazmin eder. Ancak simsar o
malı, onun huzurunda almışsa; o müstesnadır. Zehıyre'de de böyledir.
En doğrusunu bilen
Allahu Tealadır. [20]
Bir kimse, diğerine bir
eşya bırakarak: "Bunu, benim için sat ve ona karşılık da rehin al."
der; o adam da öyle yaparsa, işte bu caiz olur.
Eğer alınan rehin,
—insanların onda aldanmış olmayacakları kadar— az da olsa, caizdir. Bu, İmâm
Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre böyledir.
Şayet: "Onu,
sağlam rehin karşılığı sat." der; vekilde onu, "insanların onda
aldanmış sayılmayacağı kadar" noksan rehin karşılığı satarsa; bu caiz
olur. Aksi halde caiz olmaz. Vekilin rehni alıp, mal sahibine teslim etmesi
caizdir. Vekil, onu müvekkile tazmin etmese de, satış hali üzeredir.
Eğer vekil, rehni
yanında tutarsa; bu da caiz olur.' Müvekkilin onu teslim alması gerekmez.
Bir kimse, diğerine
dirhemler vererek, ona: "Bununla filana git ve ona gerçekten bunu filan
sana ödünç veriyor; bir rehin karşılığı; ve bana, senden rehni almamı da
emreyledi; de." der; o adam da aynısını yapıp rehini teslim alırsa; bu
caiz olur. Amir de o rehni, vekilden teslim alabilir.
Eğer bu rehin, vekilin
yanında zayi olursa, amirin malı olarak zayi olmuş olur.
Şayet müvekkil, diğerine:
"Şu dirhemleri al ve onu ödünç ver. Karşılığına da rehin al." der; o
adam da öyle yaparsa; bü durumda, rehin veren şahıs, o rehni, vekilden alamaz.
Eğer, bu rehin, vekilin elinde iken zayi olursa, amirin malı olarak zayi olmuş olur. Havî'de de böyledir.
Bir adam, diğerine, on
dirhem değerinde bir elbise verip, "onu, borcu olarak on dirheme karşılık,
rehin bırakmasını" söylese; eğer amir,, onu gönderirken "Filana git
ve ona gerçekten filan zat, senden on dirhem borç almış ve ona mukabil olarakta
bu elbiseyi sana rehin olarak gönderdi; de.'* der; bundan sonra da götüren zat,
borcu da, rehini de amire izafe eder ve dirhemleri alıp rehini verirse; borç
amirin olur.
Eğer bu vekil, borcu
da, rehini de, kendi nefsine mal eder ve: "Ben filana, on dirhem borç
verdim ve bu elbiseyide rehin aldım. Bunu sen rehin al ve bana on dirhem
ver." der; borç veren de öyle yaparsa; işte bu takdirde bizzat o elçi,
nefsi için borç aimiş olur. Hatta, önceki adamın, ondan dirhemleri alma hakkı
olmaz. O adam, ancak, amire aldığı elbiseyi öder.
Eğer, o elbise borç
verenin yanında zayi olursa; elbisesinin asıl sahibi muhayyerdir. İsterse
önceki adama ödettirir; isterse borç verene ödedir. Elbisenin değeri ne ise,
onu alır.
Eğer önceki adama
ödettirirse; .rehin caiz olur. Borç verenden de alacağı düşer.
Eğer borç verene
ödettirirse, o adam da elbisenin bedeli için, önceki elçiye müracaat eder. Ve
elbisenin bedelini alır.
Şayet amir, vekiline:
"Seni filan adamdan, on dirhem borç almaya ve şu elbiseyi de rehin vermeye
vekil eyledim." der; vekil de bundan sonra, o adama gidip: "Beni,
sana filan gönderdi. Senden on dirhem borç istiyor ve şu elbiseyi de rehin
bırakıyor." der; borç veren de öyle yaparsa; bu borç amirin olur. Bu
durumda, vekilin, o on dirhemi amire vermeme hakkı yoktur. Müvekkili adına
verdiği rehin de caizdir. Elbiseyi verdiğinden dolayı, bu durumda, onu ödemesi
de gerekmez. Eorç veren şahıs, bu rehni, borç verdiği zat adına yanında tutmuş
olur.
Şayet vekil, sözünü
değiştirir de, borç verecek olana: "Bana on dirhem borç ver de, şu
elbiseyi de rehin al." derse; işte o zaman, o on dirhem vekilin olur. Ve
onu amire vermeyebilir. O rehin, kendi yerine verilmiş olur.
Eğer bu rehin, borç
verenin yanında zayi olursa, vekil onun kıymetini asıl sahibine öder.
Zehıyre'de de böyledir.
Bir adam, başka
birisine, bir elbise verir ve ona "adını söylediği dirhemlere karşılık,
rehin bırakmasına" emir verir; me'mur da onun söylediğinden fazla veya
noksan söylerse; eğer amir, rehini yollarken: "Filana git ve ona: "Şu
elbiseyi al; rehin olarak ve ona on dirhem ver." der; elçi de borcu da
rehini de amire mal eder; ancak, rehini yollayanın istediği borçtan fazla veya
noksan söylerse; işte bu muhalif oîur. Ve bu vekil kendi nefsi için borçlanmış
olur. Âmirin, o dirhemleri me'murdan alma hakkı yoktur. Ancak vekil, aldığı
rehni öder.
Elbise sahibi ise
muhayyerdir. İsterse, önceki elçiye ödettirir; isterse ondan tam bedelini alır.
Eğer vekil, bedeli
öderse, rehin sahih olur. Alacaklı, alacağı için, vekile müracaat eder. Böylece
vekil, kendisini gönderenin sözünü değiştirir, onun istediğinden ya fazla veya
noksan söylerse, bu rehni vekil tazmin eder.
Eğer amir, gönderdiği
adama: "Seni, benim için, on dirhem borç almaya ve bu elbiseyi rehin
olarak vermeye vekil ediyorum." der; vekil de, borç verecek adama:
"Bana borç ver ve şu elbiseyi rehin olarak al." der ve amirin
söylediğinden fazla veya noksan söylerse; borç kendisine ait olur.
Rehin zayi olursa,
sahibi muhayyerdir. Dilerse, vekile; dilerse, rehin alana ödettirir.
Eğer vekile ödettirir
ise, o zaman vekil rehin sahibi olur. Rehin alana müracaat edemez.
Eğer rehin alana
ödettirir ise, o zaman, o adam alacağı için vekile müracaat eder.
Ancak vekil, asilin
istediğinden daha az almış ise, borç elbisenin değerinde veya daha fazla
değerde bulunsa bile vekilin bir şey tazmin etmesi gerekmez.
Eğer borç, elbisenin
kıymetinden az ise, o zaman vekil, elbise sahibine aradaki farkı Öder.
Şayet elbsie sahibi
vekile ödettirirse borç verene ödettirirse de muhayyerdir. (Yani hangisini
dilerse ona ödettirir.)
Eğer me'mur,
kendisini gönderen şahsın
sözünü çığırından çıkarır; onun
söylediğinden fazla veya noksan söylerse; her haliyle, rehini kendisi öder.
Şayet vekil,
müvekkilinin dediğini getirip ona verirse; borç müvekkile ait olur. Borç veren,
bu durumda vekile müracaat edemez.
Şayet rehin veren
şahıs, kendisine gönderilen şahsı doğrular; vekil de güvenilen birisi olursa;
dirhemler onun yanında zayi olsa bile bir şey ödemesi gerekmez. Eğer:
"Ben, dnu elbise sahibine verdim." derse, onun sözü geçerli olur ve
o, tazminattan beri olur.
Eğer vekil: "Sen,
bana, onu onbeş dirheme karşılık bırakmamı emreyledin." dediğinde, elbise
sahibi: "Ben, sana, on dirheme veya yirmi dirheme karşılık bırakmanı
emreyledim." derse; —yeminle birlikte— her iki halde de elbise sahibinin
sözü geçerli olur. Birinci bölümde bu böyledir.
Eğer, "onu, bir
şey bırakmaya" vekil bıraksa da, hiç bir şeyden bahsetmese; vekil de onu
rehin vermese işte buda caizdir. Mebsût'ta da böyledir.
Rehin bırakmaya vekil
tayin edilen kimse, bir başkasını vekil yapamaz.
Rehin bırakılması
istenilen de onu satmaya musallat olamaz.
Şayet mal sahibi
vekile: "Serbestsin; her ne yaparsan yap." derse işte o zaman vekil
onun için, başka birisini de vekil yapabilir ve onu satması da caiz olur.
Havî'de de böyledir.
Ve eğer elbise sahibi
bir şahsı "belirli bir şeye karşılık, rehin bırakmaya," vekil tayin
eder; o adam da rehni kendi yanında bırakıp, istenilen dirhemleri kendisi
verir; bu durumu amire de açıklamazsa işte o rehin sayılmaz. Bu şahıs, o
elbisenin emini.olmuş olur.
Eğer rehin helak
olursa, amire dirhemleri ödettiremez.
Keza, kendi küçük
oğlunun yanında rehin bırakırsa; aynisi olur.
Eğer üzerinde borç
olmayan kölesine, rehin bırakırsa yine aynısı olur.
Şayet büyük oğlunun
yanına veya mükatebine yahut ticaret ehli olan kölesine rehin bırakırsa; bunlar
caiz olur.
Eğer vekil, ticaret
eden bir köle veya mükâteb veya sabî olur; ve: "Filan, sana; bana borç
versin, şu kadar; bunu da rehin alsın." dedi derse; işte bu caiz olur.
Eğer, bu vekil:
"Bana borç ver ve bunu da rehin al." derse; işte o rehin olmaz.
Mebsût'ta da böyledir.
Bir kimse diğer
birisine, "kendi kölesini, bin dirheme rehin bırakmasını" söyler;
vekil de: "Ben onu filana rehin bıraktım ve ondan mal da aldım; o da zayi
oldu." der; kölenin sahibi de: "Ben onu filana yolladım ve ona borç
ver; dedim." der; rehin verilen şahıs da bunu doğrular; müvekkil de:
"ben borcu almadım." derse, yeminle birlikte müvekkilin sözü geçerli
olur. Havî'de de böyledir.
Şayet vekil, malı borç
olarak alır; köleyi de rehin olarak verir; kölenin sahibi de böyle yapmasını
söylerse; o borç vekile ait olur; müvekkile ait olmaz. Mebsût'ta da böyledir.
Bir kimse, diğerini,
bir şeyi rehin bırakmaya vekil ettiğinde, vekn, onu rehin eder; sonra da asıl
sahibi, vekile: "onu satmasını" yazar; vekil de, müşteri de onun
rehin olduğunu ikrar ederlerse, o şey, istihsanen rehindir. Çünkü, her ikisi
de, onun rehin olduğunu tasdik etmişlerdir. O satış bir riya ve sum'adan
ibarettir. Bu durumda vekil ile müşterinin sözü geçerlidir. Sözleşmede
sabit olan aleniyette
sabit olmuş gibidir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de
böyledir.
Şayet vekil; rehin
alana, rehine binmesine veya onu kullanmasına izin vermişse; rehin alanda öyle
yaparsa; o rehin bırakılan, şeyin yemesini içmesini ve masrafım-vekil» müvekkile
tazmin eder.
Eğer vekil, malı kendi
nefsi için alır ve ona d?'"Tstersen, sanıbine geri ver; istersen,
faydalanman için ona masraf yap." der; rehin alanda, onunla bostanını
sular veya koyununa çoban ederse; müvekkile karşı borçlu olur.
Rehni muhafaza için
yapılan masraf buna muhaliftir. Mebsût'ta da böyledir.
En doğrusunu bilen
Allahu Teala' dır: [21]
Bu babda:
l) Nikâh'ta
Vekâlet;
2) Talâk ve
Hulû'da Vekâlet; olmak üzere, iki bölüm vardır. [22]
Bir kimsenin
karısı, başka bir
şahsa: "Ben, nefsimi,
mal karşılığında ihtila' etmek (= boşamak, ayırmak) istiyorum." der
ve öyle de yapar; iddeti bittikten sonra da, o şahsa: "Beni, filanla
nikâhla" derse; bu sahih olur. Hulâsa'da da böyledir.
Evlendirmeye vekil
olan bir kimse, başkasını, —bu iş için— vekil yapamaz.
Ancak, bu vekil, başka
birini vekil yapar ve bir ikinci vekil, ilk vekilin huzurunda, —vekâlet vereni—
öldürürse, Bu caiz olur.
Bir kimse, diğerinin
bir sözleşme ile, "iki kadın nikah eylemeye" vekil eder; bu vekil de,
sözleşme ile, üç kadın nikahlarsa; bazı rivayetlerde, "bunun caiz
olduğu" hususunda tevakkuf edilip, bir şey söylenmedi.
Keza, bir kadın
nikahlamaya vekil edilen kimse, iki kadın nikah ederse, bu da yukardaki gibidir.
Keza, amir üç kadın
nikahlamayı emrettiği halde, vekil de dört kadın nikah eylese; bu da
yukarıdakilerin aynısıdır. Bazı rivayetlerde ise: ' 'Bu, caiz değildir."
denilmiştir. Zahir olan da budur.
Bir kimse, diğer
birini, bir kadın nikahlamaya vekil eder; o da, onun dediği gibi, bir kadın
nikahlarsa; bu nikah caiz olur.
Bir kadın, kendisini
nikahlamak üzre, bir erkeği vekil yapsa; ve yapacağı bütün işe yetki verse; o
adam da, başka bir adamı, onu nikahlama hususunda vasi tayin etse ve sonra da
"asıİ vekil" ölse; vasi, bu kadını evlendirebilir.
Diğer vekaletler de
böyledir.
Bir kimse, "filan
yerli bir kadını nikahlamak üzere" veya "filan kabileden bir kadım
nikahlamak"^ üzere bir şahsı vekil tayin eder; vekil de o beldenin veya o
kabilenin haricinde bir yerden, bir kadın nikahlarsa; işte bu caiz olmaz.
Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Ticaretten men edilmiş
bir köle, bir adamı vekil ederek, kendisine bir kadın nikahlamasını istese;
sonra da onun evlenmesine, efendisi izin verse veya bu köleyi azad,eylese;
vekilin vekaleti caiz olur. Eğer bir kadın, o köleye nikahlarsa, o da caiz
olur. Zehıyre'de de böyledir.
Bir kimse,
"belirli bir kadıın nikahlamak üzere", birisini vekil tayin ettikten
sonra, bu amir irtidat eder (= dinden çıkar) ve dar-i harbe iltihak eder; vekil
de: "Ben, o müslüman iken nikahladım." dediği halde, varisleri onu
yalanlarlar; sonra da müvekkil müslüman olarak gelirse; vekilin de, kadınında
sözlerini kabul etmeyebilir. Çünkü, vekil amirin irtidadından sonra, vekaletten
azledilmiş olduğunu haber vermesi gerekti.
Şayet beyyine
getirirlerse, kadının beyyinesi kabul edilir.
Eğer beyyinesi yoksa,
varisler onun yemin etmesini ister.
Eğer, varisler, o
kadının iddiasını ikrar ederlerse ilzam olunurlar. Hakim, yemin etmelerini
müteakip mirasla hükmettikten sonra, amir müslüman olarak geri gelirse; kadının
—isterse— ona, yemin vermek hakkı vardır. Çünkü, mehrini alacak olarak talep
edebilir. Mebsût'ta da böyledir. [23]
Bir kimse, başka
birisini, "sünnet üzere, karısını boşamaya" vekil eder; kadın da
hayız ehli olur; vekil ise hayız halinde veya temizlik halinde vekil tayin
edilir ve o kadını hayız halinde iken, boşarsa; talak vaki olmaz. (Sünnete
uygun olmadığı için...) Muhıyt'te de böyledir.
Bu durumda, vekilin
vekaleti geçersiz olmaz; hata, bundan sonra, sünnet üzere boşama yaparsa, talak
vaki olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Keza, vekil, kadına
hayız halinde: "Sen sünnet üzre boşsun." derse; kadın boş olmaz.
Sonra kadın temizlenince: "Sen, sünnet üzere boşsun." derse; kadın
boş olur. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, diğerine:
"Sünnete göre, karımı üç talak boşa." der; vekil de cimasız temiz
halinde: "Sen, sünnet üzre üç talak boşsun." derse; bu durumda bir
talak vaki olur.
Sonra kadın, hayız
olur ve temizlenirse; bir şey gerekmez. Ancak vekil talağı yenilerse, o
müstesnadır.
Bir adam, diğerine:
"Karımı sünnet üzere boşa." der; başka birisine de aynısını söyler
ve ikisi birden, cimasız temizlik halinde, bir talak boşarlarsa; bu durumda bir talak vaki olur. Bu durumda kocaya muhayyerlik yoktur.
Sonra da, ikinci
temizliğinde vekil ile birlikte boşasa; diğer bir temizlik halinde ikinci vekil
de bir talak boşasa; kadın boş olur ?Mer.
Bir kimse, diğerine:
"Karımı, sünnet üzre bainen boju. u»,ı; bir diğerine de: "Ric'î olarak
sünnet üzere boşa." der; vekil de, onu, temizliği halinde bir ialc^ ile
boşarsa; kadın bir talak boş olur. Koca talakın tayininde muhayyerdir. Fetâvâyi
Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimse, diğerini,
"karısını boşamaya vekil ettikten sonra, karısını kendi boşasa; —iddeti
devam etiği müddetçe— vekilin boşamasıda vaki olur. Şayet vekil bu müddet
içinde boşamaz ve iddet tamam olur; sonra da kadın evlenir ve vekil de
boşayacak olursa; bu durumda talak vaki olmaz.
Eğer kadın veya
kocası, irtidad ederse; vekilin talakı vaki olur. Eğer iddeti içinde olur ve
koca da mürted olarak, dâr-i harbe varır sonra da vekil, boşama yaparsa; talak
vaki olmaz.
Keza, kocası müslüman
olarak geri döner de, karısını alırsa; bu durumda vekil onu boşayamaz. Havî'de
de böyledir.
Bir kimse, diğer bir
şahsı, "karısını bir talak boşamaya" vekil ettiği halde, vekil iki
talak boşasa; talak vaki olmaz. Bu, İmâm Ebû Hanîfe(R-A.)'nin kavlidir.
İmâmeyn ise:' 'Bir
talak vaki olur.'' buyurmuşlardır.
Bir adam diğerine:
"Benim karımı boşa." der; vekil de onu üç talak boşarsa; eğer koca üç
talak'a niyet eylemişse; üç talak vaki olur. Değilse, bir şey gerekmez. Bu,
İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre
böyledir.
Bu durumda, İmâmeyne
göre bir talak vaki olur.
Bir kimse, diğer bir
şahsı "karısını boşamaya" vekil eder ve ona: "Bâin talak ile
tatlîk etmesini" söyler; vekil de ric'î bir talakla boşarsa; bâinen
boşamış olur.
Keza, ric'î talakla
boşamasını söylese de, vekilde bain talak ile boşasa; çic'î talakla boşanmış
olur.
Bu, vekilin, kadına:
"Seni, bir talak bain boşadım." demesi halinde böyle olur.
Şayet: "Seni bain
eyledim." demiş olsa alimler: "Hiç bir şey olmaz."
buyurmuşlardır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimse,
iki karısına: "Nefislerinizi üç talak boşayınız." dediğinde, onlardan
birisi, nefsini boşar; arkadaşı da üç talak boşarsa, uygun olan, meclisleri bir
olsa da, ayrı olsa da boş olurlar.
Bir adam, diğer bir
adamı, "kanlarını boşamaya vekil eder; vekil de onlardan belirli birisini
boşarsa; bu sahih olur. Koca, o talakı başka birisine çeviremez.
Şayet belirli olarak
birisini boşamaz da lalettayin birisini boşarsa, boşama sahih olur. Bu durumda
koca muhayyerdir. Dilediğini bırakır. Zehıyre'de de böyledir.
Dört karısı olan bir
adam, hiç birisinin adını söylememeksizin, "onlardan birisini boşamaya;
bir şahsı" vekil'eylese; vekil de onlardan herhangi birisini boşasa, talak
caiz olur. Eğer, hepsini boşarsa; yalnız birisi boş
olur. Bu takdirde,
kocaları muhayyerdir: Onlardan dilediğinden birisini bırakır.
Havı'de de böyledir.
Bir adam, iki
karısına: "Dilerseniz, nefsinizi üç talak boşaymız." der, onlardan
birisi, ayni mecliste, üç talak demeden boşarsa; talak vaki olmaz. Fetâvâyi
Kâdîhân'da da böyledir.
Bir adam, diğerine:
"Karımı boşamada, sen benim vekilimsin." der ve "dilersen",
"istersen", "arzu edersen..." de derse, o şahıs aynı
mecliste dilemez ise, vekil olmuş olmaz. Eğer aynı mecliste dilerse, vekil olmuş
olur.
Eğer vekil, o
meclisten kalkmadan önce, boşamaz ve kalkıp giderse; vekaleti geçersiz ölür.
Şayet koca, diğerine:
"Karımı boşamada vekilimsin; eğer dilersen." der; o da dilerse, caiz
olur. Eğer, dilemeden kalkıp, o meclisten giderse; vekaleti geçersiz olur.
Hâvî'de de böyledir.
Bir adam diğerine:
"Eğer ben, filaneyi nikahlarsam; sen, onu boşa." der ve o dediği
kadmı da nikahlar; diğeri de onu boşarsa; bu boşama sahih olur. Zehıyre'de de
böyledir.
Talaka vekil olan
şahsın, başkasını vekil etmesi sahih olmaz. Şayet başkasını vekil eder; ikinci
vekil de birincinin huzurunda, boşar veya bir yabancı boşar da birinci-vekil
ona rıza gösterirse; bu durumlarda talak vaki olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir.
Bir adam, diğerinin
karısına: "Eğer sen, eve girersen boşsun." der; kocası da ona izin
verirse; kadın ise, kocası diğer adama izin vermeden önce o eve girerse; talak
vaki olmaz.
Eğer izin verdikten
sonra boşarsa; o zaman, kadın boş olur. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, kölesini
vekil ederek, "karısını boşamasını" istese; sonra da o köleyi satsa;
bu kölenin vekaleti baki kalır. Zehıyre'de de böyledir.
Bir adam, diğerine:
"Karımı boşa; gerçekten, seni böyle kıldım." der ve bu kadarla
yetinirse, ayni meclise iktisar eder.
Bir adam, diğerini
"talak'a" vekil eder; o vekil de, vekil olduğunu bilmeden önce,
boşama yaparsa;'talak vaki olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Talaka vekil olan
şahıs, mal mukabili boşama yapar ve bu durumda kadın, cima edilmiş bir kadın
olursa, bunda hilaf vardır.
Eğer cima edilmemiş
bir kadınsa; bunda hayır vardır. Alimlerin ekserisi, bunun üzerinedir.
Zahîru'd-dîn ise: Cima
edilmeyen kadını hulû' etmek sahih olmaz. Zira, bunda şer vardır."
buyurmuştur. KerderTnin Vedzi'nde de böyledir.
Bir adam, diğerini,
"kadının üç talakını bin dirheme satmaya" vekil eder; vekil de bir
talakını, bin dirhemin üçte birine satarsa, bir şey vaki olmaz.
Bir adam karısına
"Talakını, istediğin bedelle benden satın al." der; kadın da:
"Şuna şuna satın aldım." derse; işte bu geçersiz olur. Fetâvâyi
Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimse, diğer bir
şahsı, bin dirheme karşılık, karısının üçte bir talakını" satmaya vekil
eder; o da bir talakını veya iki talakını satarsa, talak vaki olmaz. Mebsût'ta
da böyledir.
Bin dirhemden fazlaya
satarsa, talak vaki olur.
Mal mukabili boşamaya
vekil edilen kimsenin ayni mecliste, kadını boşama hakkı vardır. Saye azl
edilmiş olmaz ise başka mecliste boşama hakkı da vardır. Havı'de de böyledir.
Mal mukabili kadın
boşayan vekilin, kadından malı kendisinin alma hakkı yoktur. Fetâvâyi
Kâdîhân'da da böyledir.
Mutlak olarak,
mal mukabili karı boşayan vekilin,
kadının kocasından veya bir ikisinden, -az, çok— bir bedel ahna hakkı
vardır. Bunun da mehr-i misilden az olmaması gereklidir. Tatarhâniyye'de de
böyledir.
Mal mukabili karısını
boşamaya vekil tayin eden şahıs, vekile "Eğer razı olmazsa, onu boşa. der;
vekil de boşarsa; sonra da kadın: "Mal mukabili boşadı." derse; eğer
mal mukabili boşamışsa, iddet içinde talak vaki olur ve bu talak ric'î olur.
Hulû'da caiz olur. Hâvî'de de böyledir.
Bir adam',
"karısını, mal mukabili boşamaya" başka birisini vekil ettikten
sonra, bu kadını kocası, mal mukabili boşar veya bir yönden bain eder; bilahare
de, iddeti içinde veya daha sonra, yeniden nikahlarsa; bu durumda vekili, onu
mal mukabili boşayamaz.
Eğer vekil, iki
taraftan, mal mukabili boşamaya vekil ise, işte o zatın iki rivayetten birine
göre, taraflardan birisine velayeti olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Mal mukabili kadın
boşamaya vekil olan kimse, kendisi ödemek üzere karşılıklı anlaşma yapsalar
sahih olur.
Şayet kadın, ona
tazminat yapması hususunda emir vermediği halde, vekil tazminat yaptı ise; bu
durumda da vekil kadına müracaat ederek verdiği malı ondan alır. Vermeden önce
de alabilir. Siraciyye'de de böyledir.
Bir adam,
"karısını, mal mukabili nefsini boşamaya" vekil eder; kadın da kendisin
bir karşılık mukabili veya mal mukabili boşarsa; —kocası razı olmadıkça— bu
caiz olmaz.
Kadın, kocasına:
"Yarın olursa, sen beni bin dirheme karşılık boşa." derse; kocası ona
vekil olmuş olur. Hatta kadın, kocasını nehyeder ve boşanmadan vazgeçerse;
nehyi sahih olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Zimmîye olan bir
kadın, "bir müslümam; zimmî olan kocasından bir domuz veya şarap karşılığı
boşamaya" vekil tayin etse, bu caiz olur.
Şayet, karı-kocadan
birisi müslüman olur; ».vekil de kafir olursa, boşama caiz olur. Mukabili olan
mal ise, caiz olmaz. Mebsût'ta da böyledir.
Bir kimse,
"karısını, mal mukabili boşamaya veya malsız, üç talak boşamaya, başka bir
kimseyi vekil ettikten sonra, koca irtidat edip, dar-i harbe gider veya ölür;
vekil de kadını mal mukabili veya malsız boşar; kadın da: "Sen, beni kocam
öldükten sonra (veya dar-i harbe vardıktan sonra) boşadın." der; vekil ile
varisler de: "Kocası hayatta iken ve müslüman iken boşandı."
derlerse, bu durumda kadının sözü geçerlidir. Boşama ise, geçersizdir. Malı
kendisine geri verilir ve miras hakkına da sahibdir. Mebsût'ta da böyledir.
Köle azad eylemeye de,
vekil tayini caizdir. Azad etmek ister mal mukabili olsun, ister malsız olsun
müsavidir.
Vekil, mal mukabili
azad ederse; mali kendisi alamaz ve onun vekaleti aynı mecliste iktisar edilmiş
(= kısaltılmış) da c^ğî'dir.
"Mutlak olarak
azad etmeye" vekil edilen şahıs köleyi müdebber veya mükateb yapamaz.
Şartlı veya bir vakta
izafe ederek de azad edemez. Kölenin efendisinin, bu köleyi müdebber eylemesi
ile, vekilin azad etme vekaleti batıl olmaz. Muhiyt'de de böyledir.
Bir adam,
diğerini,"kölesini azad eylemeye " vekil eylese vekil de bir borç
veya mal karşılığı yahut şartlı azad eylese veya köleye hitaben: "Eğer,
sen dilersen hürsün." dese, işte bu
caiz olmaz. Serahsî'nin Muhıytı'nde de
böyledir.
Bir kimse,
"kölesinin yarısını azad
eylemeye", vekil tayin ettiğinde vekil o kölenin tamamını azad
ederse; caiz olmaz. Ve, bir şey azad edilmiş olmaz, tmâmeyn'e göre ise; tamamı
azad olmuş olur ve caizdir.
Eğer bir kişi,
"kölesinin tamamını, azad eylemek üzere" bir başkasını vekil yapar;
vekil de, bu kölenin yarısını azad ederse; imâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre,
kölenin yarısı azad edilmiş olur. İmâmeyn'e göre, tamamı azad edilmiş olur.
Zehıyre'de de böyledir.
îki kişiden her
birinin birer kölesi olur ve onlardan birisi, "bir adamı, kölesini azad
etmeye" vekil eder; ayni vekili diğer adam da "kölesini azad
etmeye" vekil eder; vekil de: "Onlardan birisini azad eyledim."
der ve sonra da bu vekil bir açıklama yapmadan ölürse, isüh-sanda, onların hiç
birisi azad olmuş olmaz. Ancak, herbirisinin yarı kıymetleri noksanlaşmış olur.
Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir kimse, başka
birisini, belirli bir kölesini azad eylemeye vekil ettiğinde, vekil:Ben, onu
dün azad eyledim.''
derse, beyyinesi olmadan bu
vekilin sözüne itibar edilmez. Zehıyre'de de böyledir.
Bir adam, diğerini,
"cariyesini azad eylemeye" vekil eder; bu cariye de, vekil kendisini
azad etmeden önce doğurursa, o vekilin; bu cariyenin doğurduğunu azad etme
hakkı yoktur.
"Bir bedel
karşılığı, kölesini azad etmeye" birini vekil tayin eden kimsenin vekili,
o köleyi içki veya domuz karşılığı azad ederse; azad cazi olur.
Köle onların bedelini
öder.
Şayet onu, kan veya
İaşe karşılığı azad ederse, işte bu caiz olmaz.
Eğer müvekkil,
vekiline: "Şu köleyi, şu köleye karşılık azad eyle." der; o da öyle
yaparsa, karşı taraftakinin hür olması halinde kölenin kendi kıymetini ödemesi
gerekir.
Şayet başkasının hakkı
olan bir köleye karşılık, azad ederse, bu azad caiz olur.
Bu durumda, İmâm Ebû
Hanîfe (R.A.)'ye göre, azad olunanı değerini, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre ise,
diğer kölenin değerini ödemesi gerekir. Havî'de de böyledir.
Boğazlanmış bir koyuna
bedel azad ederse; onun bir meyte olması halinde bu azad caiz olmaz.
Karşılıklı azad etmeye
vekil tayin eden şahsın vekili, bin dirheme karşılık azad eder ve bu kölenin
değeri o kadar olursa, bu azad caiz olur.
Bir adam, kendi
kölesine: "Dilediğin bedelle nefsini azad eyle." der; o da birkaç dirheme
azad ederse; işte bu caiz olur. Şayet, efendisi buna razı olursa, bu böyledir.
Zira, tek taraflı vekalet sahih olmaz. Eğer bedeli, müsemma (= belirli bir
bedel) olmaz ise böyledir. İbnü Scmâa, İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle
buyurduğunu rivayet etmiştir:
Tek taraflı vekil,
caizdir; şahindir. Her ne*kadar, belirli bir bedel söylenmese bile, böyledir.
Bazı alimler bu
rivayeti doğrulamışlar ve: "Şayet, bedeli müsemma olursa böyledir."
demişlerdir.
Bu durumda, köle:
"Nefsimi şuna karşılık azad eyledim." derse caizdir. Efendisinin
rızası şart değildir. Muhıyt'te de böyledir.
Müvekkil, vekiline:
"Köleyi mal karşılığı azad eyle." dediğinde, vekil onu dirhemlere
karşılık azad ederse; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, bu caizdir.
İmâmeyn'e göre
ise, caiz değildir. Serahsî'nin Muhıyti'nde de böyledir.
Bir adam, diğerini,
vekil ederek, "kölesini bir şeye karşılık azad etmesini," söyler;
vekil de köleyi o sınıf maldan birisine karşılık azad ederse; bu caiz olur.
Şayet vekil ile amir arasında, malın cinsinde veya bedelinde ihtilaf olursa;
efendinin sözü geçerli olur. Mebsût'ta da böyledir.
Bir adam, diğerini,
"kölesini mükatebe yapıp, kitabet bedelini almaya" vekü tayin eder;
vekil de: "Ben mükâteb yaptım ve bedelini aldım." der; efendisi de
onu inkar ederse; mükatebe yapma hususunda vekilin sözü geçerlidir. Kitabet
bedelini alma hususunda ise böyle değildir. Şayet, köleyi mükatebe yapıp sonra
da: "Bedelini aldı ve sana teslim." eyledim derse; vekilin bu sözüne
inanılır Hulasa'da da böyledir.
Şayet bir adam,
diğerini, "kölesini mükatebe yapmaya" vekil ederse; bu vekil,
kitabet bedelini almaya yetkili olamaz.
Çünkü, sözleşmede bu kayıt yoktur.
Şayet mükatebe,
kitabet bedelini vekile verirse kölelikten kurtulmuş sayılmaz.
Eğer köleyi mükatebe
yapmaya vekil edilen şahıs bu köleyi, insanların o hususta aldanmayacakları
şekilde kitabete bağlamışsa; İmam Ebü Hanîfe (R.A.)'ye göre bu caiz olur.
Şayet, koyun veya bir cins elbise, yahut tartılan veya ölçülen şeyler
mukabilinde mükateb yaparsa; işte bu da caiz olur. Mebsût'ta da böyledir.
Bir adam, diğerini
"iki kölesini mükatebe yapmak üzere" vekil yaptığında, vekil onlardan
birisini mükateb yapsa, bu caiz olur.
Şayet ikisini birlikte
mükateb eylemesini söylemiş, o da, birisini mükateb yapmışsa; bu caiz olmaz.
Eğer, "bir kölesini
mükateb eylemeye" veya "onu satmaya vekil ettikten sonra: o köle,
hata ile bir adamı öldürür bilahare de, vekil o köleyi mükâteb eder veya
satarsa, vekilin yaptığı —kölenin adam öldürdüğünü bilsin veya
bilmesin— caizdir.
Çünkü, kölenin
cinayeti, vekili vekaletten düşürmez. Vekilin azli de lazım olmaz. Onun
kıymeti, efendisine aittir.
Şayet bir adam:
"Şu kölemi sal." veya "Mükateb eyle" yahut "Azad eyle;
mal mukabili." derse; vekil bunlardan hangisini yaparsa yapsın caiz olur.
Eğer müvekkil,
vekiline: "Şunu veya şunu mükateb eyle." derse; vekil hangisini
mükatep yaparsa, o mükateb oiur. Havî'de de böyledir.
Eğer, onları ayrı ayrı
mükateb yaparsa; önceki yaptığı mükateb olur.
Her ikisini birden
mükateb yaparsa; kitabeti ikisi hakkında da geçersiz olur,
Bir adam, diğerine,
"kölesini cum'a günü mükateb etmeye vekil eder; bu vekil de cumartesi
günü, vekaletten sonra: "Dün, mükateb yaptım." der ve "şuna
şuna" diye de kitabet bedelini söyler; efendisi de onu yalanlarsa; kıyasen
efendisinin sözü geçerli olur.
İstihsanda ise,
vekilin ikrarı caiz olur. Çünkü o, sözleşmeye belirli vakitte başlamıştır.
Şayet mücerred olarak mükateb yapmaya vekil eder; vekil de: "Sen, beni dün
vekil eyledin. Ben de vekaletimin sonunda ve günün arkasında mükateb
yaptım." der; kölenin sahibi de: "Gerçekten ben, seni bu gün vekil
yaptım." derse; kölenin sahibinin sözü geçerli olur. Mebsût'ta da
böyledir.
Şu iki köleden,
hangisini mükateb eylersen eyle." diyen şahsın vekili, onlardan
hangisini, vekilliği sebebiyle
mükateb yaparsa, o caizdir.
Şayet bir adam,
diğerini kölesini mükateb eylemeye vekil eylese; köle de buna önce razı
olmadığı halde sonradan razı olsa; mükatebliği kabul edilir ve caiz olur.
Hâvî'de de böyledir.
Bir adam, diğerini,
"kölesini mal mukabili azad etmeye" veya "mal mukabili
olmaksızın azad etmeye" yahut "mükateb eylemeye" vekil eder
sonra da bu, müvekkil irtidad ederek dar-i harbe gider veya ölür; vekil de:
"Ben, o müslüman iken azad eyledim." dediği halde, varisler bunu
yalanlarsa; varislerin sözü geçerli olur. Çünkü, onların köleye salıib
oldukları açıkdır.
Vekil ise onların
mülkünün butlanını haber vermektedir. Bu durumda o bunu yapma hakkına sahip
değildir ve sözü kabul edilmez. Mebsût'ta da böyledir.
En doğrusunu bilen
Allahu Teala'dır. [24]
Davada hasmın razı
olmayacağı kişiyi vekil tutmak İmâm Ebû Hânîfe (R.A.)'ye göre gerekmez;
tmâmeyn'e göre ise gerekir.
Alimler, bu kavilde,
ihtilaf ettiler; Bazıları: "Davalının rızası, tevkilin sıhhati için şart
değildir. Belki de lüzumu için şarttır." dediler. Sahih olanı da budur.
Hızânetü'l-Müftîrr de de böyledir.
Hatta, hasmın, vekil
tayinin de hazır bulunması da gerekmez. vekilin, da'vacısımn cevabının
bulunması da lazım gelmez. Muhıyt'te de böyledir.
Fakıyh Ebü'1-Leys: Fetvada
İmâmeyn'in kavlini ihtiyar etmiştir. Hızânetü'I-Müftîn'de de böyledir.
Attâbî: "Muhtar olan budur.
Güçlükleri almak gerektir."
buyurmuştur. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.
Gaibe vekaletin
kabulünde icma vardır. Müvekkil, sefer, müddeti bir yerde ise, gaib sayılır;
ona birinin vekalet etmesi kabul edilir.
Müvekkil şehirde
olduğu halde hasta olur ve hakimin yanma yürüyerek gelmesine imkan olmazsa, bu
şahıs, yerine davacı olarak, bir şahsı vekil edebilir.
Bu hak, müddeî için
olduğu gibi, müddeâ aleyh de, bu hakka-sahibtir.
Eğer yürüyerek gelmeye
gücü yetmez fakat hayvan üzerinde gelmeye veya insan sırtına gelmeye gücü
yeter; o takdirde de hastalığı artacak olursa; yerine bir vekil tayin etmesi
sahih olur.
Eğer bu şekil
gelmelerle, hastalığı artmayacak olursa; bu husus ihtilaflıdır.
Bazı alimler:
"Vekil tutması sahih olur." derken; bazıları da: "Sahih
olmaz." demişlerdir.
Fakat "sahih
olur" diyenlerin kavli sahihtir. Fetâvâyi Kâdfhân'da da böyledir.
Bu kavil, esahh ve
erfaktır. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam "Ben,
yolculuk murad ediyorum. Alacaklarımı alacak veya borçlarımı verecek, bir
vekile ihtiyaç vardır. Fakat, borçlarımı verecek olanı, alacaklarımı almaya da
vekil eyliyeceği." der; davalısı da bunu yalanlarsa (yani sefere
çıkacağına inanmazsa) alimler burada
İhtilaf ettiler:
Bazıları: "Hakim
ona, sefere çıkacağına dair, Allah adıyla yemin verir." demişlerdir.
Bu, Hasaf'ın ihtiyar
ettiği görüştür.
Bazıları da:
"Hakim, gizlice, onun arkadaşlarından sefere gidip gitmeyeceğini
sorar." buyurmuşlardır.
Hayz ve nifas hâli,
—eğer hakim, hükmünü mescitte veriyorsa,— özürdür.
Bu mes'ele de iki
vecih vardır. Kadın, ya alacaklıdır veya borçludur.
Eğer alacaklı ise,
onun vekil tayin etmesi kabul edilir.
Eğer borçlu ise,
alacaklı hakim, mescidden çıkana kadar bekler. Bu kadının vekil tayin etmesi
kabul edilmez. Eğer, bu kadın, borcunu leyemezse vekili kabul edilir.
Şayet müvekkil
zindanda ise, o zamanın hakimi, vekaletini
;abuî etmez.
Eğer müvekkil, hakimin
zindanında olur ve bunun dava için ordan çıkması mümkün olmazsa; o zaman vekil
tayini kabul edilir. Zahîriyye'de de böyledir.
Dışarı çıkmayan ve
erkeklere kanşmayan, bakire veya dul kadınların vekil tutması caizdir.
Bunu, Ebû Bekir
er-Razî söylemiştir. Alimlerin ekserisi de, bu görüşü kabul etmişlerdir.
Fetva da buna göre
verilmiştir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Şayet hakim,
müvekkilin açıklamadan aciz olduğunu bilirse; onun, vekil tayin etmesini kabul
eyler. Nihâye'de de böyledir.
Eğer kadın vekil tayin
ederse; ona yemin vermek gerekir.
Eğer kadın dışarı
çıkmayı bilmiyorsa, hakim o kadına ona, yemin ettirmeleri için, adil üç kişi
yollar. Bunlardan birisi, onun yemin etmesini ister. Diğer ikisi de ona şahit
olurlar.
Mahkemeye gelemiyecek
kadar hasta olanada böyle yapılır. Çünkü mazereti vardır. Sirâcü'I-Vehhâc'da da
böyledir.
Şayet, o kadının
dışarı çıkmadığında ihtilâf edilirse, şerefli bir ailenin kızı ise; —ister
bakire olsun, isterse dul olsun— halinden belli olur. Çünkü, bu açıktır.
Orta halli bir aile
ise; eğer bakire ise böyledir.
Selef alimleri ise iki
vecihten onun sözünü kabul etmediler. Zaruri ihtiyaç için fazlaca dışarı
çıkmadıkça, bu hal dışarı çıkmamak hükmüne mani olmaz. Kerderî'nin Vecizi'nde
de böyledir.
Hakim, müvekkilin
binefsihi davasını anlatamayacağını bilirse; onun vekil tayin etmesini kabul
eyler. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Eşraftan olan bir
adam, basit bir adamla muhakeme olacak olsa da, vekil tutup, kendi mahkemeye
girmek istemese; onun vekil tayin etmesi de kabul edilir.
Fakıyb Ebu'1-Leys: Biz
böyle olanların vekilini müvekkil şerif olsun veya zaif olsun, kabul
ediyoruz." buyurmuştur. Cevahiru'l-Ahlâtî'de de böyledir.
Kocasının evinde de
mesture (örtülü) olan kadın içinde, dışarıya çıkmaması, bir illettir.
Onu bir adam dava
eder; iki de şahidi olmazsa; o davacının, bu kadının kocası ile muhakeme olma
hakkı yoktur.
Şayet şahidi varsa,
kocanın onu davadan menetme; karısının da vekil tayininden men etme hakkı
yoktur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir adam, diğerine;
"Bütün haklarım için, seni vekil yaptım." derse; o zaman, bu vekil, o
beldede olanlarda bulunan bütün hakları için, o şahsın vekili olmuş olur. Bu,
istihsandır.
Şayet: "Filan
tarafında olan bütün haklanma, seni vekil eyledim." derse; vekil olduğu
günde mevcut haklarına vekil olmuş olur. Hulasa'da da böyledir.
Bir kimse, diğerine:
"Seni davama vekil ediyorum." der de, başka bir şey söylemezse; o
şahıs vekil olamaz.
Fakat:"Seni,
başkaları ile aramda oian davaya vekil eyledim." veya "...vekil
kıldım." der veya buna benzer sözler söylerse; ŞeyhıTi-îsIâm Hâher-zâde ve
Şeyhu'1-İmâm Ahmed et-Tavâsî: "Gerçekten o, vekil olmuş olur."
buyurmuşlardır. Şemsü'I-Eimme ise: "Vekil olamaz." demiştir.
Zehiyre'de de böyledir.
Bir kimse,
diğerini bir aynı
almaya vekil ederse; bu vekil,
bi'1-icma' davaya vekil olamaz. Sirâcü'I-Vehhâc'da da böyledir.
Şüf'a ve kusurdan
dolayı geri verme ve taksim etmeye vekil olanların, davaya vekaletleri
geçersizdir.
Bu, bi'I-icma'
böyledir. Havî'de de böyledir.
Şüf'ayı almaya vekii
edilen şahıs da böyledir.
Müşteri şüf'a hakkını
müvekkile, reddeder (=geri verir); vekil de "verdi" diye beyyine
ibraz ederse, beyyinesi kabul edilir.
Keza, müşteri satın
aldığı şey de bir kusur bulur, bir şahsı da onu geri vermeye vekil eder; satıcı
da: "Müşteri bunu kusur ile kabul etti." der ve vekil de bunu inkar
edince, satıcı, müşterinin onu o halde kabul ettiğini beyyinelerse; beyyinesi
kabul edilir.
Vekilin hibeden
dönmeside böyledir.
Kendisine bağış
yapılan şahıs, beyyine getirerek: "Bağışlayan-, karşılık aldı." veya
"bağış fazlalaştı." derse beyyinesi kabul edilir.
Keza taksim vekili de
böyledir.
İki ortaktan, vekili
olmayan şahıs: "Ortağım hissesini tam aldı." der; onun vekili de bunu
inkar eder, kabul etmezse; bu durumda, ortak beyyine getirirse, beyyinesi kabul
edilir. SirâcüM-Vehhâc'da da böyledir.
Bir adam alacağını
almak üzere, birisini vekil eder ve bu alacaklı kaybolur; vekil de alacağa
karşı beyyine ibraz edince, borçlu: "Ben, alacaklının yemin etmesini
istiyorum." der ve "onun alacağını aldığını" iddia ederse; bu
borçlunun borcunu vekile vermesi gerekir.
Keza vekil, şüf a
isteğinde bulunur, şüf a sahibi de, "müvekkiline teslim ettiğini"
iddia ederse; ona, "evi, vekile teslim etmesi" emredilir.
Sonradan, müvekkil
gelince, şüf a sahibi ona yemin verir.
Keza, hak sahibinin
vekili, hakkını almak için baş vurur; müşteri de "hak sahibinm izin
verdiğini" iddia ederse; o hakkın, vekile teslim edilmesi emredilir.
Sonra, bu müşteri hak sahibi geldiği zaman ona yemin verir. Serahsî'nin
Muhıyti'nde de böyledir.
Alacak almaya vekil
olan kimse, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, davaya da vekil olur.
Hatta, müvekkile
borcun ödenmiş olduğu belgelense veya alacaklının alacağından vaz geçtiği
açığa çıksa bile, böyledir.
İmâmeyn ise:
"Davaya vekil olamaz." demişlerdir.
Bunu, Hasan bin Ziyad
İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'den de rivayet etmiştir. Hidâye'de de böyledir.
Borçlu borcunu inkar
ettiğinde, vekil de almayı murad ederek beyyine ibraz ederse; beyyinesi kabul
edilir mi?
İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.Vye göre, kabul edilir.
İmâmeyn e göre ise
kabul edilmez.
Bu gibi mes'elelerde
aslolan: Vekil, müvekkilin malını almaya vekil yapılmışsa; isbatta davacı
olmamasıdır.
Şayet her yönden
müvekkilin hakkını almaya vekil edilmişse, o takdirde vekilin dava etme hakkı
da olur. Zehıyre'de de böyledir.
Hakim, hazırda olmayan
bir adamın alacağını alması için, birisini vekil tayin ederse; bi'Mcma bu
vekil, dava vekili olamaz. Fetâvâyi Kâdî-hân'da da böyledir.
Bir kimsenin, diğer
bir şahsı dava vekili tayin etmesinde bir kaç vecih vardır:
Birincisi: Davasına
vekil yapması ve
vekilin başka şeye karışmaması.
Bu vecihte, o şahıs
bi'1-icma, inkarla da olsa vekildir. imamlarımızın üçüne göre de,
ikrarla da olsa vekildir.
Bundan sonra alimler
ihtilaf eylediler.
İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.): Vekil tayini, ikrar ile olur. O da hüküm meclisinde olacaktır. Hatta
onun müvekkili, "hüküm meclisinde, onun vekaletini ikrar ederse; bu ikrarı
sahih olur.
Eğer hüküm meclisinin
haricinde ikrar edere; bu ikrarı sahih olmaz." buyurmuştur.
İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'da: "Dava vekilinin vekaletini hüküm meclisinde ikrarı sahih olduğu
gibi, başka mecliste olan ikrar da sahih olur." buyurmuştur. İmameyn'e
göre ise, hüküm meclisinde olmayan ikrar sahih olmaz. Ve davada vekaleti, baki
değildir. Hatta dava yapmaktan men edilir. Zehıyre'de de böyledir.
Dava vekili kazf ve
kısas ile itham olunursa; onun ikrarı sahih olmaz. Tebyîn'de de böyledir.
İkincisi: İkrarı caiz
olmayan şahsı dava vekili yapmak, —bu vecihte—, onun suçunu inkar ile mümkün
olur.
Üçüncüsü: înkan caiz
olmayan şahsı dava vekili yapmak, bu vecihte, ikrar sebebiyle sahih olur.
Zahiru'r-rivayede
istisna sahih olur.
Dördüncüsü: Üzerine
ikrar caiz olan şahsı dava vekili yapmak, bu vecihte, ikrar sahih olur.
Hatta, kendisi ikrar
etse bile bize göre müvekkiline karşı bu ikrarı sahih olur.
Beşincisi: Bir kimse,
ikrarı da, inkarı da caiz olmayan birisine: "Seni davaya vekil
ettim." derse; muteahhirin alimleri bu hususta ihtilaf etmişlerdir.
Bazıları: "Sahih olmaz. Asla, bu dava vekili olamaz." demişlerdir.
Kâdî'1-İmâm Sâid
en-Nîsabûrî: Bunun vekaleti sahih olur ve hüküm meclisinde vekaletine ses
çıkarmayanın vekaleti geçerlidir ve vekil olmuştur. Hatta üzerine olan
beyyineyi duysa bile böyledir." demiştir. Zehıyre'de de böyledir.
İkrarla olan vekil
tayini şahindir, caizdir.
Müvekkilin nefsini
ikrar etmese bile, tevkilin manası, ikrar ile, müvekkilin vekile "Ben,
seni dava vekili yaptım." demesidir ve müvekkilin: vekkil hakime:
"Ben, bu adamı filan adamın davasına vekil eyledim. Bu vekil ise,
yolculuğa çıkmak istiyor. Ve ben, bunu bana karşı ithamda bulunacağı için,
vekaletten çıkardım. Yerine o dava için, şu adamı vekil eyledim." derse,
hakim, bunu kabul eylemez. Bilakis ona: "hasmını getirmesini, ve vekilini
onun huzurunda çıkarmasını" emreder.
Şayet adam, hasmını
bulamaz veya getirmeye gücü yetmezse; o takdirde hakim, birinciyi vekaletten
çıkarır; ikinciyi vekil yapar. Ve onu, davlıya karşı, tevsîk eder. Fetâvâyi
Kâdîhân'da da böyledir.
Bir adam, diğerini;
haklarım istemek ve onu teslim almak ve davasına bakmak üzere vekil yapar;
yalnız anlaşma yapmayı müstesna kılar;
adaleti olmayan şahitlerin
de şehadetlerini kabûletmemesini isterse; bu şartlarla
yaptığı vekalet caizdir. Şayet bu vekil, borçludan alacağını, alacaklısı olan
müvekkilinin aldığını ikrar ederse; müvekkiline karşı, bu ikrar caiz olmaz.
Şayet vekil: "Gerçekten, borçludan ben aldım; o da zayi oldu." veya
"talibe verdim." derse; ikrarı sahih ve borçlu borcundan kurtulmuş
olur. Hassâf'in Edebü'1-Kâdf sinde de
böyledir.
Bir kimse, davası
için, bir şahsı vekil yapar; sonra da onun ikrarını müstesna kılarsa; eğer bunu,
yanında yapmamışsa, tmâm Muhammed (R.A.)'e göre yine caiz olur.
İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)
buna muhaiifdir.
Bu hilafa göre, borçlu
vekiline, izin verir başka bir vekil tutmasını ister; sonra da onu men ederse;
bu durumda birinci vekil, diğerini vekil yapamaz.
Bu, İmâm Muhammed
(R.A.)'e göredir. Ve onu men etmesi talibin huzurunda olmasa bile sahih olur.
Muhıyt'te de böyledir.
Evi teslim alma
hususunda, birisini, davasına vekil yapar; ev elinde olan da, bu evi satar ve
onu müşteri teslim almış olursa, vekil müşteriyi dava eder.
Şayet, filan ile
beraber o ev hakkında dava vekili olsa; evi elinde bulunduran şahıs da, onu
başka birisine satsa; bu durumda vekil, müşteriyi dava edemez. Zehıyre'de de
böyledir.
Bir şahsı, bu şahsın
malı elinde bulunan şahıs, dava için vekil ederse; o şahıs, elindeki malı
satamaz. Zira, vekili ile zülyed muhakeme olurlar.
Şayet, bir kimse, bir
evi dava etmek için, bir şahsı vekil tayin eder; o ev de başkasının elinde
bulunursa, onunla da o filan şahısla da muhakeme olamaz. Şayet, onun için bir
isim vermemişse, o zaman, evi kimin elinde bulursa onu dava eder.
Eğer ev, bir kölenin
elinde bulunur; o da, o ev hakkında, filan iddiacıyı dava etmeye bir vekil
tutar; o evi başka birisi de dava ederse; işte o vekil, bu sonraki iddiacı
hakkında vekil olmuş olamaz. Ancak önceki iddiacının vekili ve davacısı olmuş
olur. Mebsût'ta da böyledir
Bir adam, dava için,
birisini hakimin huzurunda vekil yaparsa, o vekil, başka hakimin huzurunda da
davaya vekil olur.
Şayet:
"Horasan'da olan her şeyim için, dava vekilim ol." der; Horasan'da
hakkı olan şahıs da Horasan'dan kalkıp Kûfe'ye gider ve bu vekil, bir alacak
için vekil yapılmış olursa, Kûfe'de, o adamla mahkeme olamaz.
Şayet müvekkil
vekiline: "Kûfe'de olan bütün alacağım için, veki-Hmsin." der ve bazı
insanlar da Horasan'dan çıkıp Kûfe'ye gelirler; o gelenlerde de müvekkilin
alacağı bulunursa, işte o zaman, vekil onları Kûfe'de dava edebilir.
Bir kimse, diğerini
bütün hakları ve davası için vekil tayin eylese; bir adam da müvekkilin evini,
elinden zoraki alsa; işte o adamı vekil dava edebilir.
Şayet bir ev satılsa,
o evdede müvekkilin şüf'a hakkı oisa, o zaman o vekil, onu talepde bulunarak
şüf ayı alır ve müvekkiline verir. Havî'de de böyledir.
Bir adamın yanında
bulunan köle: "Ben, filanın kölesiyim. Onun mülkünde doğdum ve beni,
seninle nefsim hakkında dava eylemeye vekil etti." der ve vekil olan bu
kölenin elinde, vekalet namesi varsa; köleyi yanında bulunduran şahıs, onu
davadan men edemez.
Şayet, köle:
"Beni, filan sana sattı ve bedelimi almadı. Bedelimi senden almaya beni
vekil eyledi." derse; köleyi yanında bulunduran şahıs onu^ bu davadan men
edebilir. Çünkü, bu köle, yanında bulunduğu şahsın kölesi olduğunu ikrar etmiş
oldu. O zaman köle elinde olan adam, onun başkasına faydalı olmasına mani olabilir.
Birinci halde, köle;
yanında bulunduğu şahsın kölesi olduğunu inkar eylemişti. Onun için, o adam,
onu davadan men edemedi. Fetâvâyi Kâdîfıân'da da böyledir.
Borçlu, bir şahsı,
filan da daha önce olan hakkı için dava vekili tayin eder ve onun, bu gibi
davalarına bakmasına izin verirse, işte bu caiz olur.
Eğer daha önce vekil
tayin eder; alacaklı da onun üzerinde olan alacağını isbat eder veya edemezse;
borçlu da birinci vekilini çıkarıp, ikinci vekil tutarsa —ister alacaklının
yanında olsun, ister olmasın— bu ikinci vekilin vekaleti caiz olur.
Şayet öncekinin
vekili, bu alacaklıyı dava için, bir vekil tutar; iknici vekil de bunu
alacaklının huzurunda kabul eder; sonra da önceki vekil ölürse» ikinci vekilin
alacaklıyı da*va etme hususundaki vekâleti devam eder.
Keza, şayet borçlu,
birinci vekili vekaletten çıkarsa; ikinci vekil hali üzere vekil olarak kalır.
Ve alacaklıyı dava edebilir.
Bir adam dava için,
birisini vekil yapar ve bu vekiline de, istediğini vekil etme hakkı verir;
sonra da davalı olan zat, iddia sahibinin olmadığı yerde, vekilin vekil
yapmasını men ederse; bu men etmesi, İmâm Muhammed (R.A.) göre caiz olur.
Fetvada buna göredir.
Fetâvâyi Kâdlhân'da da böyledir. [25]
Hak müvekkil üzerine
sabit olduğu zaman vekil ilzam olunmadığı; gibi hapis de edilmez. Vekalet umumî
olsa bile böyledir. Çünkü o, bu işte eda ve tazminatta intizam, veremez.
Bahnı'r-Râik'ta da böyledir.
Bir adam, diğerini
dava vekili tayin eder ve ona: "Her ne yaparsan, işte o caizdir."
der, vekil de başka birisini vekil yaparsa; onun da vekaleti caiz olur.
îkinci vekil, vekilin
vekili değil de, birinci adamın vekili olur. Hatta birinci vekil ölmüş veya
azledilmiş olsa; veya cinnet getirse; veya irtidad edip dar-i harbe iltihak
eylese, İkinci vekil azledilmiş olmaz.
Şayet önceki müvekkil
ölür; veya tecennün eder yahut irtidad edip dar-i harbe iltihak ederse; o
zaman, her iki vekil de azledilmiş olurlar.
Keza, eğer birinci
vekil, ikinciyi azlederse; azli caiz olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir. [26]
Bir adam, diğerini
alacağını almaya vekil yapsa; işte bu caizdir. Borçlu razı olsun veya olmasın
müsavidir.
Müvekkilin, hazır
olması veya olmaması ile sağlam veya hasta bulunması da müsavidir.
Alimler; Bu durum, borçlunun
borcunu ikrar etmesi halinde böyledir. Fakat, borcunu inkar ederse, vekil
ta'yini fmâm Ebü Hanîfe (R. A.)'ye göre, hasım razı olmazsa, sahih olmaz.
Bu, müvekkil sağlam ve
hazır olduğu zaman böyledir. Bu görüşe, Şemsü'l-Eimme el-Halvanî meyletmiştir.
Şej hır 1-İslâm da: Her durumda vekil tayin etmenin sahih olduğunu"
söylemiştir. Muhıyt'te de böyledir.
Karşılıklı hak alıp
vermeye vekil olan şahıs, teslim almaya da vekildir. Çünkü, karşılıklı
alıp-vermek teslim almadan ibarettir.
AUp-vermeye vekil olan
kişi, nassan istemeye de vekil olmuş olur.
Alimlerimiz şöyle
demişlerdir:
Alıp-verme vekili,
—bizim beldemizin cereyan eden adetine muhalif olarak— kabze vekil olamaz.
Davaya vekil olabilir
mi?
Alimler, bu hususta da
ihtilaf halindedirler: Bazıları: Davaya da vekil olması icabeder."
dediler.
Bu görüş İmâm Ebû
Hanîfe (R.A.)'nin görüşüdür. En doğru ve isabetli olanı da budur.
İmâm Muhammed (R.A.)
tekâdî dava vekilini de zikretmiştir. Başkası üzerinde, kendi şahsî malı
bulunan bir kimse; kabza vekil edilmez. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Dava vekili,
imamlarımızın üçüne göre de teslim alma vekilidir.
Yalnız İmâm Züfer:
"Alamaz" demiştir. SadrıTş-Şelıîd ise, CâmiuVSağîr'de: "Bu
mes'elede, fetva İmâm Züfer'in kavli üzerinedir." buyurmuştur.
Nevâzil'de de:
"Fakiyh Ebû'I-Leys'in ihiyan budur." denilmiştir. O:
"Kâbzedemez." buyurmuştur.
Aynı zamanda bu görüş,
müteahhirin'in de görüşüdür. Biz de bu görüşü almışızdır. Hulasa'da da
böyledir.
Bir kimse, diğer bir
şahsı, bütün alacaklarını almaya veya halk üzerinde olan bütün haklarını almaya
yahut, o şehirde olan bütün haklarını almaya vekil tayin edince, bu vekil
müvekkilinin olmuş, olacak bütün haklarını alabilir. İstihsanen, bu böyledir.
Şayet, müvekkil,
vekili "filanda olan alacağını almaya" veya "filanda olan bütün
alacağını almaya" tayin ederse; ancak, bunlarda olan, önceki alacakları
alabilir. Vekaletinden sonra olan, alacakları alamaz. Kıyasda da, istihsanda da
böyledir. Zehiyre'de de böyledir,
Bir adam, diğerine:
"Benim, bütün alacaklarımı almaya, veki-limsin." dediği zaman, hiç
kimsede alacağı olmaz sonradan, alacağ olursa; işte bu vekil, o sonradan olan
alacağını da almaya vekildir. Havî'de de böyledir.
Sonradan olacak, bütün
hakları almaya vekil edilen şahıs, o zaman içinde dava olsa, ona da vekil olmuş
sayılır.
Bu işin içine,
alacaklar, emanetler, ariyetler ve müvekkilin bütün hakları dahi olur.
Yalnız nafakası buna
dahil olmaz. Bu, vekilin sahib olmadığı haklardandır. Bahru'r-Râık'ta da
böyledir.
Bir adam, diğerini,
insanlarda olan bi'1-umum haklarını alamya vekil ettiğinde, bu vekil,
yanlarında, müvekkilinin, insanların beraberlerinde, ellerinde olan; sonradan
hak olan, ortaklar arasında bulunan, habsedildikten (bir müddet tutulduktan)
sonra çıkarılan ve defterde yazıh bulunan bütün haklarım alabilir.
Bundan başka, daha
önce müvekkili tarafından iddia edilip de, hak edilmeden müvekkilin kaybolması
halindeki hakkını, vekil hakimin yanında ikrar eder; karşı tarafta müvekkile
karşı şahit dinletmiş olurlarsa: vekil, onları tutuklatmaz.
İki kişinin ortak
oldukları nmkatebi, onlardan birisi "diğerinde bulunan bütün alacaklarını
almaya", veya "başkalarında olan alacaklarını almaya'', yahut diğerinden
almaya veya satmaya'' veya "başkalarından ahm-satırn yapmaya" vekil
tayin ederse, bu caiz olur.
Keza, bu ortaklardan
birisi, o mükâtebi, "diğerine, köle satmaya' veya başkasına, bir köle
satmaya" veya "başkasını dava eylemeye" yahut "diğeri ile
mahkeme olmaya" vekil tayin etse, bu caizdir.
Keza, eğer dava
kendisi ile efendileri arasında olur; ve bu mükatep onlardan birinin oğlunu
veya kölesini veya mükâtebini vekil tutar veya onu, alım-satıma vekil tutarsa,
bu caiz oiur. Mebsût'ta da böyledir.
Aîacak almaya vekiî
edilen şahıs, müvekkili adına havale kabul edemez. HuSasa'da da böyledir.
Alacak almaya vekil
yapılan şahsın, borçluya bağış yapma hakkı yoktur. Veya borcunu tehir etme
hakkı da yoktur.
Veya bu vekil, borcun
bir kısmından teberru emte hakkı da yoktur.
Bu vekil, o borçludan
rehin de alamaz.
Eğer, mal için, bu
borçludan, bir kefil alırsa bu caizdir.
Eğer borçluya
teberruda bulunsun diye, kefil olsa.bu caiz olmaz.
Şayet asil alacaklı,
borçludan kefil alırsa, bu vekil o kefilden de bir şey alamaz. Havî'de de
böyledir.
Şayet rehin, vekilin
yanında zayi olursa; vekil borçluya o rehnin kıymetini öder mi?
Bunda iki vecih
vardır:
Birincisi; Vekil:
"Alacaklı bana, rehin almamı emreyledi. Borçlu da onu verdi." derse
bu durumda o, zayi olan rehni öder.
Bu mes'ele, el-Asfda
zikredilmiştir.
Şeyhu'I-İslâm da,
Şerhı'nde bunu zikrederek;- "Eğer borçlu, vekilin vekaletini yalanlar veya
susar yahut doğrular ve ona tazminatı şart koşarsa, tazmin eder.
Eğer vekilin
vekaletini doğrular; tazminatını şart koşmazsa; o da onu ödemez.
İkinci'vecih:
Vekil: "müvekkil, bana rehin al
demedi. Bununla beraber, borçlu rehin verdi. O da elimde zayi oldu",
derse, vekile tazminat gerekmez.
Bir adamın, diğer bir
adamda, —herhangi cihetten olursa olsun alacağı bulunur ve onu almak için de,
bir vekil tayin ederse; işte bu caizdir.
O vekil, o alacağı
alınca, borçlu borcundan kurtulmuş olur.
Vekilin aldığı ise,
müvekkilin malı olur. Ve vekilin elinde emanetmiş gibi durur. Emanetin ödendiği
gibi, bu da sahibine ödenir. Sirâcü'î-Vehhâc'da da böyledir.
Bir adam, diğerini
vekil tayin ederek, "filanda, olan alacağını almasını" ister; borçlu
da borcunu vekile öder; vekil de onu, müvekkilin emriyle, birisine bağışlarsa,
işte bu caiz olur.
Eğer borçlu:
"Ben, onu, ona verdim." der; kendisine bağışlanan da bunu doğrularsa;
bu caiz olur.
Eğer yalanlarsa,
borçluya inanılmaz.
Bir kimse, alacağını
alması için, başka bir şahsı vekil tayin eder; o da, onu alıp birisine bağışlar
ve borçlu: "Ben, vekile teslim ettim." der; vekil de onu tasdik eder;
vekil ise:"Ben, onu bağışlanan zata verdim." derse; borçlu da, vekil
de borçtan beri olurlar.
Vekil, emaneti
bağışlamış olur.
Fakat vekil, mevhâbün
lehi tasdik etmezse, bağış yapan, ona karşı bir hak talebinde bulunamaz.
Keza, adam,
mükatebinde olan alacağını bağişlasa; bir başkasına da almasını emreylese; o
şey, bağışlanana geri verilir. Mebsût'ta da böyledir.
Borç almaya vekil
tayin edilen zat, bu alacağı aldıktan sonra, başka bir vekil, o alacağı almak
istese; önceki vekilden alma hakkı yoktur.
Eğer ikinci vekili,
"her şeyini almaya" vekil yaparsa; o zaman ikinci vekil, birinci
vekilin aldığını da ondan alır. Birinci vekil ise, ikinci vekilden bir şey
alamaz. Hulasa'da da böyledir.
Bir müslüman, bir
mürtedi, alacağını almaya vekil eder; o da, onu alır veya aldığın ikrar eder
de, "zayi oldu." der; sonra da riddetinden dolayı öldürülürse, onun
alacağı alması caiz olur.
Keza, eğer alacak
almaya vekil edilen harbî; o da alacağı aldıktan sonra, dar-i harbe lahik
olursa, onun alması da caizdir. Mebsût'ta da böyledir.
Şayet alacaklı, borçlu
olan bir köleyi, efendisinden almaya vekil eylese; bu da caizdir.
Şayet bu köle,
"aldığını ve zayi olduğunu" ikrar ederse; efendisi borçtan kurtulmuş
olur.
Şayet borçlu, borçlu
kölenin efendisini vekil eder de, kölesinden alacağım almasını isterse; işte
bunun vekiiliği caiz olmaz. Ve, alması da caiz olmaz. Bahru'r-Râık'ta da
böyledir.
Alacak sahibi,
borçluyu, "kendi nefsinden almaya" vekil eylese; bu sahih olmaz.
Bişr'in Nevâdîrî'nde
şöyle zikredilmiştir:
Bir mala kefil olan
talip (— alacaklı), o malı, sahibinden almaya, birini vekil etse, o da alsa; bu
alması caiz olmaz. Yanında zayi olsa, tazminat da gerekmez. Zehiyre'de de
böyledir.
Borçlu bir köleyi,
efendisi azad eder ve onun kıymetini alacaklılarına öder ve o borcu da o
köleden almaya birini vekil ederse, bu geçersiz olur. Hidâye'de de böyledir.
İbnü Semâa'nın
Nevâdiri'nde, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
Bir adamın, iki kişide
bin dirhem alacağı olur ve o borçlulardan her birisi diğerini, kefil eder;
alacak sahibi de, onlardan belirli birisini, diğerinden alacağını almaya"
vekil eder; o da diğerinden, o alacağı alırsa, bu caiz olur.
Keza, bir adamın,
başka birisinde bin dirhem alacağı olur ve bir de, kefili bulunur; alacaklı bir
başkasını, "asil borçludan, alacağını almaya" vekil ettiği haîde o,
kefilden alırsa, bu da caizdir. Mnhıyt'te de böyledir.
Bir adam, alacağını
almaya birisini vekiî ettiğinde, bu vekil vekaletten kaçınır; bundan sonra da
vekil, gidip borçludan o alacağı alırsa, borçlu, borcundan kurtulmuş olmaz.
Onun, o alacağı alması, yabancı bir kişinin alması gibidir. Borç, hali üzerine
baki kalır. Siracü'l-Vehhâc'da da böyledir.
Bir adam, başka
birisinde olan alacağını almak üzere, bir vekil tayin eder; vekil de o alacağı
alır; fakat, aldığı nakitleri kalp, geçersiz veya katkmtıh bulur veya onu kalay
olarak bulursa, onu olduğu gibi geri verir.
Kıyasa göre, onu
tazmin eder. İstihsân da ise, tazmin eylemez.
Sahih olan kıyasdır.
İstihsanda, o alacak kalp ve geçersiz olursa, vekil onu geri vermeye murad
eder. Kıyasda, müvekkilin haberi olmaksızın geri vermek yoktur.
Alacak yerine alınan
şey kalay olursa, müvekkilin haberine ihtiyaç olmadan geri verilir. Geri
verildiği takdirde, kıyasen de, istihsanen de vekile tazminat gerekmez.
Muhıyt'te de böyledir.
Alacağı almaya vekil
olan zat, borçlu olandan dinar ve dirhemin haricinde başka şey alır; müvekkil
de ona razı olmaz ve vekilin aldığını almazsa; müvekkil, o alman şeyi geri
verir ve asil alacağını ister ve alır. Cevâhiru'I-Fetâvâ'da da böyledir.
Bir adamın, diğer bir
adamda, bin dirhem alacağı bulunur; onun da safi gümüş olduğunu söyler ve onu
alması için, bir adamı vekil eder; vekil de, katkıntıh olduğunu bile bile bin
dirhemi alır; amir de ona izin vermemiş olur ve aldığı vekilin elinde zayi
olursa, vekil, onu tazmin eder. Amire bir şey gerekmez.
Şayet vekil, o
dirhemleri katkmtılı olduğunu bilmeden alırsa bu caizdir. Ve, bu durumda vekil
için, tazminat da yoktur. O, aldığını geri verir ve katkıntısız safi dirhemleri
alır.
Şayet vekilin elinde,
bir zayiata uğrarsa; amirin elinde zayi olmuş gibi olur. Amir vekile müracaat
edip bir hak talebinde bulunamaz.
Bu, İmâm Ebû Hanîie
(R.A.)'nin kıyasında böyledir.
İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'un kıyasında ise, onun benzerini geri verip halis olanını alır. Havî'de
de böyledir.
Alacak almaya vekil
olan zat: "Ben aldım ve yanımda zayi oldu." veya "Aldım ve
müvekkile verdim." der ve müvekkil onu yalanlarsa; borçlunun beraatına
inanılır. Müvekkilin, ona müracaat hakkı kalmaz.
Hatta vekilin ikrar
eylediği şeye, bir hak sahibi çıkar ve o hak sahibi, vekile ödetirse, vekil
müvekkile müracaat edemez. Muhıyt'te de böyledir.
Borçlu, bizzat borcunu,
mal sahibine öder (yani ona bir şey verir) ve: "Bunu sat; hakkını
al." der; alacaklı da onu satıp bedelini tamamen alır ve elinde iken, bu
bedel zayi olursa; borçlunun malı olarak helak olmuş olur.
Şayet borçlu:
"Hakkına karşılık, onu sat." der; alacaklı da onu, satıp bedelini
alırsa; hakkım almış olur.
Hatta, bundan sonra, o
zayi olsa bile, kendi malı olarak zayi olmuş olur.
Eğer borçlu, kendisini
borçtan kurtarmaya, bir adamı vekil ederse; bu vekaleti sahih olur. Bunun, aynı
mecliste olması da şart değildir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Alacaklı olan zat,
borçlusuna: "Sen de olan alacağımdan, on dirhemini fakirlere tasadduk
eyle." veya "Sen de olan malımdan, bir yemin keffareti öde."
veya "Malımdan, on dirhem zekat ver." dese; bi'I-icma bunların
cümlesi sahih olur.
Şemsü'l-Kimme, İcârât
Kitabı'nda şöyle buyurmuştur:
Bir adam, diğerinden,
filan yerden, filan yere gitmek üzere, bir binek kiralar; sonrada kiraya veren
adam, kiralayan zatı, "o kira bedeline, bir köle almaya" vekil
ederse; o bineği sürmek için, işte bu vekalet de caizdir. Bunun hilafı
söylenmemiştir.
Bundan sonra, bir adam
bir ev kiralasa, ev sahibi kiracısına: "İcar bedeliyle evi tamir
eyle." dese, bu vekalet de sahihtir. Zehıyre'de de böyledir.
Bir adam, diğerine
hitaben: "Beni, filan adam, sen de
olan alacağını almaya vekil etti." derse; borçlu; ya kabul edip inanır;
veya inanmaz; yahut susar.
Eğer inanırsa, borcunu
vermeye cebredilir. Ondan sonra, geri dönmek yoktur.
Şayet inanmaz veya
susarsa; borcunu vermeye icbar edilmez. Şayet verir, sonra da geri dönmek
isterse, artık dönüş yapamaz.
Sonra da, -müvekkil
gelerek önceki vekili tasdik ederse, iş bitmiş olur. Hulasa'da da böyledir.
Şayet müvekkil,
vekilin vekaletini inkar
eder ve borçludan alacağını almak ister; borçlu da vekilin
onun vekili olduğunu iddia ve isbat eder veya ona yemin verirse; vekil, onun
vekili olmuş olur.
Eğers alacaklı
yeminden kaçınırsa, borçlu borcundan kurtulmuş sayılır.
Eğer yemin ederek:
"Vekil tayin etmedim." derse, borçlusundan alacağını ahr. Borçlu ise,
şayet duruyorsa; o vekilim, diyenden verdiğini alır. Değilse ödettiremez.
Kâfî'de de böyledir.
Eğer onu zayi etmişse,
benzerini öder.
Eğer borçlunun
yanında, ölmüş olur; alacaklı da ona inanırsa; ona müracaat edip ödetmez.
Eğer ona inanır ve
tazminatı şart koşar veya inanmaz ve sükût ederse; o zaman müracaat ederek,
verdiğini geri alır.
Şayet borçlu o vekile;
"vekil olduğuna dair" yemin verir; o da yemin etmez veya susarsa;
işte o zaman, müracaat edebilir .İkinci vekile müracaat edemez.
Eğer borçlu ona, Allah
adıyla "sen onu vekil tuttun" diye, yemin verirse, sukuttan sonra
verilmişse taiibin (= alacaklının) yemin etmesi yoktur.
Şayet, inkardan sonra
vermişse; talibe yemin verme hakkı yoktur. Tasdike ister dönsün, isterse
dönmesin müsavidir. Fakat o, vekile müracaat eder.
Vekil ise, borçluya
inkarı veya sükûtu halinde yemin verir. Eğer o, yemin ederse, olan iş olmuştur.
Eğer yemin edemezse, vekile tazminat gerekmez.
Dilerse borçluya yemin
vermez; fakat alacaklıya "Allah adına, onu vekil etti mi, etmedi mi?"
diye yemin verir.
Eğer alacaklı yemin
ederse; vekil borcu ödemeye mecburdur.
Şayet yemin edemezse,
vekil alacaklıya müracaat eder. Ve verdiğini ondan alır. Bu durum, onun vekil
olduğunu iddia ettiği zaman böyledir.
Fakat: "O beni
vekil yapmadı. Sen onun alacağını bana ver. Gerçekten o buna izin verir ve
tazminatı bana aittir." derse; borçlunun ona borcunu vermesi olmaz.
Şayet verirse, her ne
kadr tazminata şart koşmuş olsa da, kendisine verilene müracaat edemez. Ve asil
alacaklıya borçlu kalır. Hulasa'da da böyledir.
Müvekkil hazır olmaz
ve onun da inkarını bilmez ve o halde de ölürse; borçlu da vekile:
"Gerçekten mal sahibi seni vekiî yapmadı. Ben seni yalanlıyorum," der
ve vekilin Allah adına yemin etmesini isterse; buna hakkı yoktur.
Eğer vekil, hakimin
yanında ikrar eder ve: "Gerçekten filan zat, beni bir şeye vekil
yapmadı." derse; ikrarı sahih olur. O takdirde, borçlu borcunu Öder.
Şayet borçlu:
"Ben beyyine getiririm, filan adam, bana karşı dava vekili yapmadı."
derse, o veya, "vekilin vekaletim ikrara, beyyinesi" kabul edilir.
Mnhıyt'te de böyledir.
Müvekkil, alacağını
borçluya bağışlar; o alacakda vekilin yanında olmuş olursa; bütün durumlarda,
borçlu, vekiîden o alacağı, geri alır. Çünkü, kendi malı olmuş olur.
Eğer o mal, vekilin
yanında zayi olmuşsa, ona ödettirir. Yalnız, onun vekaletini bilerek vermişse o
müstesnadır. Tebyîn'de de böyledir.
Şayet müvekkil ölür;
borçlu ona varis; başka bir adam da ona ortak olursa; verilecek cevap:
"Yabancının hissesinde, alacaklı, hazırda olup da, vekaleti nikar eden
gibidir. Alacağın yarısını borçludan alır ve böylece vekile müracaat eder.
Şayet, yalnız başına
varis olursa; vekile müracaat edemez.
Ancak, mal vekilin
elinde hazır duruyorsa; o takdirde, ondan, o malı alır.
Eğer vekil, zayi
olduğunu iddia eder; o da başka türlü bilinmez ancak vekilin demesiyle
bilinirse, borçlu helak olmadığını iddia ederse; vekile yemin verir.
Eğer vekil, yemin
ederse kurtulur. Eğer, yemin edemezse, borcun yarısını Öder.
Şayet.müvekkil ölmez;
malını da borçluya bağış yapmaz; fakat vekilin vekaletini inkar eder ve ölene
kadar hakime şikayet etmezse; borçlu da varisi olur veya malını borçluya
bağışlamış bulunur; borçlu da bunu hakime isbat ederek, müvekkilin,
"vekili inkar eylediğini" söylerse bu sözü kabul edilmez. Ve vekile
bir şey tazmin ettiremez.
Şayet vekilin yanında
verdiği şeylerden bir şey bulunursa; ondan onu almak hakkı vardır.
Eğer müvekkil hakimin
huzurunda vekaleti inkar etmişse, hakim borçluya müvekkil ölene kadar bir şey
hükmetmez.
Müvekkil ölür; borçlu
da vekile müracaat eder ve onun yanında verdiğinden bir şey bulursa; onu alır.
Eğer zayi olmuşsa,
kıymetini öder. Şayet müvekkil, bu durumdan sonra ölürse; borçluda ya varis
olur veya borcu kendisine bağışlanmış olur veya borçtan vazgeçilmiş
bulunulursa, o zaman borçlu, vekile vermiş olduğunu geri alır. Ölümünden önce
olduğu gibi... Fakat, borçlu, "talibin onu vekil ettiğini
bilmediğine", Allah adına yemin eder.
Şayet borçlu, vekilin
doğruluğunu tasdik eder ve ona malı verir; sonra da müvekkil gelerek, onun
vekaletini inkar ederek, yemin de ederse, hakim borçludan alacağını almasını
hükmeder.
Sonra da müvekkil,
alacağını borçludan almadan önce ölürse; borçlu da ya varis veya borcu
kendisine bağışlanmış bir kimse olursa, borçlu hiç bir şekilde vekile müracaat
edemez.
Eğer vekil, müvekkil
var iken borçludan almış ise; borçlu, vekile müracaat eder. Sonra da, müvekkil
ölür; borçlu onun varisi olursa; vekil, müvekkilin mirasından, borçlunun aldığı
kadarını geri.almak için müracaatta bulunabilir.
Eğer ölen şahsın iki
varisi bulunur ve onlardan birisi borçlu olursa, vekil, yalnız borçlunun
hissesi nisbetinde alır.
Eğer alacaklı
ölmemişse; mes'ele hali üzeredir.
Bundan sonra,
alacaklı, borçluya bin dirhemini bağışlarsa; o bağışlananı, borçlu vekilden
geri alabilir.
Eğer diğer bin dirhemi
de bağışlarsa; bu durumda borçlu, vekile müracaat edemez.
Eğer alacaklı ölür ve
jorçîuya bin dirhemi vasiyet ederse; borçluya müracaat edilir. Muhiyt'te de
böyledir.
Bir adam malını almak
üzere birisini vekil yapar ve borçlu da, "borcunu, alacaklıya
verdiğini" iddia ederse, işte o malı vekile verir. Ve, —vekile değil—
alacakhyada yemin ettirir. Siracü'l-Vehhâc'da da böyledir.
Bir kimse, diğer bir
şahsı "filanda olan alacağını, almaya" vekil tayin ettikten sonra,
müvekkil, o, alacağının bir kısmını borçludan alır; bilahare de vekil, borçluyu
dava eder; borçlu ise, borcunun bir kısmım ödediğini iddia ettiği halde, vekil,
bunu inkar s eder; borçlunun bu hususta
bir beyyinesi de
olmazsa, bu vekil,
alacağının tamamını, borçludan
alır.
Sonradan müvekkil
gelir ve vekil, ona yaptığı ödemeyi belgelerse; bu borçlu alacaklıya verdiğini
geri alır.
Ancak, verdiği bizzat
vekilin elinde duruyorsa; onu, ondan alır.
Eğer vekilin yanında
zayi olmuş veya vekil asile vermişse; o zaman alacaklıya müracaat eder ve ondan
alır.
Keza eğer, talip (=
alacaklı) aldığım ikrar eyler ve bundan sonra vekil tayin ederek, hakkını
almasını ister, vekil de, borçluya müracaat edip daha önce borcunu ödediğine,
delil ister; borçlu da delil gösterirse; alacaklının yapacağı bir şey yoktur.
Talip ikrar ettiği müddetçe bu böyledir.
Ancak borçlu, malı vekile verir; o da, aynen vekilin yanında duruyor olursa;
vekil, olduğu gibi, onu geri verir.
Bir adam, diğerini
"filanda olan eşyasını almaya vekil eder ve ona da bir yazılı kağıt verir
ve bu şahıs önceden alacağını almış olursa, mes'ele hali üzeredir. Borçlu,
ikinci defa verdiği mal için, isterse, alacaklıya; isterse vekiline müracaat
eder ve malını geri alır.
Eğer vekile müracaat
ederse; vekil de, müvekkile müracaat eyler. Muhıyt'te de böyledir.
Müvekkil borçlusundan
bir köle satın alır; elinde iken de ona birisi sahib çıkar veya kusurundan
dolayı, bu köleyi halcimin hükmüyle veya hükümsüz olarak geri verir; yahut
muhayyerlik şartından dolayı geri verirse; vekil, vekaleti üzerinedir. Keza
alacaklı dirhemleri alsada, onu da geçersiz bulup, geri verse; vekil yine de
vekildir. Bahru'r-Râik'ta da böyledir.
İki alacaklıdan
birisi, bir yabancıyı, kendi hissesini almak için, vekil tutar; bu vekil de
bunu alırsa, bu şahindir.
Hatta alman bu alacak,
vekilin elinde zayi olursa, alacaklının malı olarak zayi olmuş olur.
Fakat, vekilin elinde
durmakta olursa, diğer ortak da, ona ortak olur. Aynen, iki alacaklıdan
birisinin, nefsi alacağını alıp da, helak olursa; kendi adına helak olması;
duruyorsa, ona ortağı ile ortak oldukları gibi... Muhıyt'te de böyledir.
Bir adamdan, borç
almaya vekil olan şahıs, borçlunun yanında, o alacağın cinsinden bir şey
bulursa; onu alır.
Bir adam, diğerini,
"alacağını almaya ve borçluyu bahsettirmeye ve mahkemeye vermeye"
vekil yapar ve vekil borçluyu habsettirir; sonra da hapisten çıkarıp ondan
bizzat kefil alır; bilahare de vekil ölür, alacaklı da kefilden alacağını
isterse; o kefil, kim tarafından kefil edildiğine dair hakimden hüküm talebinde
bulunabilir. -Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir adamın, başka bir
adamda, bin dirhem alacağı olur ve alacağı ,
olan, borçlu olana: "O bin dirhemi filana ver." dedikten
sonra, yine bu zat; "Verme." der; borçlu olan şahıs da:
"Ben,-onu verdim." der; verilen zat da bunu kabul ederse,işte bu
caizdir. Borçlu da borcundan kurtulmuştur. Muhıyt'te de böyledir,
Bir adamın, diğerinde dirhemleri olur ve bir
başkasına: "O dirhemleri, zekatımın
yerine al." der; o me'mur da bu dirhemlerin yerine, dinarlar alırsa, bu
caiz olmaz.
Şayet alacak sahibi:
"Sana filancada olan dirhemlerimi bağışladım, der ve "almasını"
söyler; o adam da o dirhemlerin yerine dinarlar alırsa, işte bu caiz olur. [27]
Bir adamın, diğer
birinde alacağı olur, borçluya bir elçi göndererek: "Bu adamı, ssn de
olan alacağım alması için ben yolladım," derse; borçlu da alacaklının
adamı ile birlikte başka bir adamla gönderse, işteo alacakliniıi malı olmuş
olur. Fetâvâyi Kâdîfaân'da da böyledir.
Alacaklı, borçluya
haber yollayarak: "Borcunu, filan
ile gönder." veya "Oğlumla yolla." yahut
"Oğlunla yolla." veya
"Kölemle yolla." veya "Sen kölen ile yolla." der; borçluda
öyle yapar; o mal da zayi olursa, borçlunun malı olarak zayi olmuş olur. Çünkü
o, borçlunun elçisidir.
Filan ile gönder."
demek, onu vekil etmek sayılmaz.
Şayet: "Oğluma
ver." veya "Oğluna ver."; "Köleme ver."; Köjene
ver." derse; bu vekil olmuş olur. Eğer bu şey zayi olursa; müvkekilin malı
olarak, zayi olmuş olur. Zehıyre'de de böyledir.
Bir adamın, diğerinde
yüz dirhem alacağı olur ve bir başkasını yollayarak, "ondan yüz dirhemini
almasını" söyler; borçlu da ona tartarak iki yüz safka verir ve elçi onu
alıp, zayi ederse; borçlunun malı olarak zayi olmuş olur. Elçiye bir şey
gerekmez.
Eğer başka bir yüz
dirhemi de verir elçi, bunları bir birine katar ve zayi ederse, borçlu,
borcundan berî olur. Elçi de yüz dirhemi borçlanmış olur ve öder. Muhıyt'te de
böyledir.
Şayet alacaklı:
"Filan elçiye, sendeki alacağım olan bin dirhemi ver." der; üzerinde
borç olan şahıs da: "Gerçekten verdim," karşılığını verir; elçi de
bunu doğrular ve: "Aldım fakat zayi eyledim." der; alacaklı ise, her
ikisini de yalanlarsa (verdim diyeni de, zayi ettim diyeni de) borçlu borcundan
kurtulmuş sayılır. Zehiyre'de de böyledir.
Bir adam, diğerine
borç alsın diye, bir adam yollar; elçi de: "Aldım ve yanımda zayi
oldu." derse; sözü doğrulanır. Elçiye bir şey gerekmez. Alınanı almak
isteyen öder. Tatarhâniyye'de de böyledir.
Bir adam, diğerini,
bez satan şahsa: "Şu kadar, şu kadar bedelle, şu, şu elbiseleri bana
versin." diye yollar; bez satıcı (bezzaz)'da, onun yolladığı adamla veya
daha başka birisiyle, onun istediğini gönderir; o elbiseler de kendisine
gönderilen şahsın eiine geçmeden zayi olur; bunun doğruluğunu hem gönderen, hem
de gönderilen kabul ederse; elçiye tazminat gerekmez.
Eğer bezzaz, amirin
elçisiyle yollamışsa, tazminat amire aittir. Eğer bezzaz, kendi adamıyla
yollamışsa, elbise amire ulaşmışsa tazminat ona, (amire) aittir.
Bir adam, diğer bir
adamla bir mektup yollayarak: "Bana şu kadar bedelle, şu kadar elbise
yolla." diye bezzaza bildirir; bezzaz da o mektubu getirenle, o
istenileni, ona yolarsa, o mal amire varana kadar, amirin malı sayılmaz.
Keza, borç vermek,
ödeme yapmak da böyledir. Elçi, mektubu yazan şahsın elçisidir.
Bir adam, diğerine:
"Gerçekten, senin vekilin geldi. Ben de, sana isteğini verdim." der;
mektubu gönderen de: "Bana şu kadar bedelle, şu kadar elbise yolla."
der; karşı taraf da gönderir; gönderilen adam da elbisenin eline geçtiğini
inkar eder; vekil de: "Eline geçti." derse; Şeyh Ebû Bekir Muhammed
bin el-Fadl: "Müvekkilin sözü
geçerlidir." demiştir. Eğer elçinin bezi bezzazdan teslim aldığını inkar
ederse; müvekkile tazminat yoktur.
Eğer ederse tazminat
müvekkile aittir.
Bir adam, diğerine bir
mektupla, ondan beşyüz dirhem istemek üzere, gelir; o adam da: "Ben, amir,
bizzat kendisi emir vermedikçe; vermem." der; sonra da müvekkil, o elçiye:
"Gerçekten ben sana, ona gidip sana
vermesini, emrediyorum." dedikten
sonra elçi, edadan kaçınarak: "Bundan sonra
bana vermeyi yasakladı." Dese onun
"yasakladı." demesi tasdik olunmaz. Verilen mal, amir için borç olur.
Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir. [28]
Bir adam, üzerinde
olan borcu ödemeye birisini vekil eylese, işte bu caizdir.
Vekil önce kendisi o
borcu öder; sonra da amire müracaat ederek ondan ödediği şeyi geri alır.
Fakat bir adam,
diğerine' "Keffaret-i yeminim için yemek yedir." veya: "Zekatımı
öde." derse; bunları yapanlar; müracaat edip, yedirdikleri yemeğin ve
verdiği zekatın bedelini isteyemezler. Ancak, söyleyen amir: "Ben
öderim." demişse o zaman kendisi öder. Havî'de de böyledir.
Bir adam, diğerine:
"Filan adama, bin dirhem ver." der; fakat "benden dolayı"
demez; veya "filan adama, bir dirhem öde." der; fakat "benden
dolayı" demezse; veya "Ben, onu tazmin ederim." veya "sana
borçlu olur; sana öderim." demezse, me'mur da o filan şahsa, bin dirhem
verirse; me'murun, amirin ortağı olması veya mallarının karışık bulunması halinde
(mesela: Me'mur aynı sokakta olur, aralarında alım-satım muamelesi bulunur; her
ne zaman bir elçisi veya vekili gelir; ona satar, veya ondan borç alır)
bi'1-icma me'mur, amire müracaat ederek verdiğini alır.
Keza, eğer me'mur,
amirin ehl-i iyalinden ise, bi'1-icma, amirden verdiğim alır.
Şayet, "ben
öderim." dememiş olsa bile, örf itibariyle, bu böyledir.
Eğer böyle bir hal
olmazsa İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhamemd (R.A.)'e göre me'mur, amire
müracaat edemez. Zehıyre'de de böyledir.
Bir adam, diğerine:
"Benden dolayı, filan adama bin dirhem nakid ver." der; veya
"öde." veya "ver." der ve "benden dolayı" diye
söylerse; yukarıdaki gibi, me'mur amire müracaatla verdiğini ondan alır.
"Benden dolayı" demez, fakat, "benim üzerime" der; me'mur
da. verirse; amirden verdiğini geri alır. Her ne kadar, tazminatı ve müracaatı
şart koşmamış olsa bile, bu böyledir.
Keza, bir adam
diğerine: "Malımın zekatım öde." veya "Benden dolayı, on fakiri
doyur." veya "Benim namıma, fakirlere on dirhem sadaka ver."
veya "Benim yerime, filan zata, bin dirhem bağışla." der; me'mur da
öyle yaparsa; şayet amir, "ben öderim diye şart koşmamışsa, amire müracaat
edemez. Muhıyt'te de böyledir.
Şayet, "benden
dolayı filan zata, bin dirhem borç ver" veya "filan zata, bin dirhem
borç ver." dediğinde, hangisine verirse versin caiz olur. Havî'de de
böyledir.
Alimler şöyle
zikretmişlerdir:
Borç ödemeye vekil
edilen şahıs gelir; müvekkili de onu tasdik eder ve vekil talipden, parasını
—kendisinin, onun yerine ödeme yaptığı için,— ister; müvekkil de:
"Alacaklının da, gelip istemesinden korkuyorum ve vekilimi inkar eder
sanıyorum ve benden ikinci defa alır zannediyorum." derse; bu sözüne
itibar olunmaz. Ve borcunu, vekiline vermesi emredilir.
Şayet asil alacaklı
gelip, müvekkilden alırsa; o zaman vekil, ona başvurarak verdiğini geri alır.
Şayet, alacaklı ondan aldığını doğrularsa bu böyledir, Bahrn'r-Râık'ta da
böyledir.
Eğer amir, ödenmeyi
inkar eder; me'murda ödediğine dair belge getirirse, elbette verdiğini amirden
İster ve alır. Her ne kadar, asil ala-caklı hazır olmasa da, me'murun beyyinesi
kabul edilir. Hatta alacaklı hazır olsa ve: "Almadım." diye inkar
etse, yine me'murun belgesi kabul edilir. Alacaklının inkarına iltifat edilmez.
Muhıyt'te de böyledir.
Alacaklının alacağını
alması ve borçlunun da borcunu ödemesi hususunda, (bu iki iş için) tek vekil
caiz değildir. Mebsût'ta da böyledir.
Vekil, malı beyyinesiz
verir; bir yazı da almazsa,ona tazminat yoktur. Ancak, müvekkili:
"Vermedin." der ve vekil de şahitsiz vermiş olursa, tazminatı
gerekir.
Vekil: "Ben şahit
getiririm." der; talip de inkar ederse, vekil için şahit getirme yoktur.
Yalnız vekil yemin
ederse, tazminattan beri ölür. (— kurtulur). Şayet müvekkil, vekile:
"Filan almadıkça verme." der de vekil o adam olmadan verirse;
tazminat vekile aittir. Havî'de de böyledir.
Borçlu, borcu olan
şeyi bir adama vererek, ödenmesini istese ve ona: "Bu malı, filana onun
ben de bulunan alacağına bedel olarak ver. Yalnız, ondan bir kağıt al."
der; o adam da malı verir; fakat kağıl almazsa; tazminat gerekmez.
Şayet: "Bu malı,
verme; bir kağıt almadıkça." der de, o da kağıt almadan malı verirse»
tazminatı öder. Zehıyre'de de böyledir.
Bir adam, başka
birine, bin dirhem verir ve ona: "Bunu, filana benden bedel verr"
der; vekil de onu başka birisine verir ve o da yanında tutarsa, kıyas, yanında
tutanın, onu müvekkile vermesidir. Ve bu bir nafile olur.
İstihsandaki vecih amirin nefsini borçtan kurtarmasidır.
Burada, bin dirhemi vekile vermekle, bu verilenin vekilin veya müvekkilin malı
olmasında bir fark yoktur. Mebsût'ta da
böyledir.
Bir adam, filan adama
olan borcunun yerine, birisine, evini verir; sonra da, alacaklı islam dininden
döner; vekil de o mürted iken, onun alacağını verir ve alacaklı irtidat halinde
ölürse, eğer veren adam fıkıh biliyorsa, bu caiz olmaz ve verdiğini tazmin
etmesi gerekir.
Şayet bilmeden
vermişse yine tazminat gerekmez. Burada, bilgisizliği özür olur. Çünkü buna
benzer fıkhı meseleler çoktur. Yâkıât'ta da böyledir.
İbnii Semâa'mn
Nevâdiri'nde İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğu zlkredümiştir:
Bir kimse, başka bir
şahsa, "borcunu ödemesini emreder; sonra da, emreden zat, alacaklıya
kendisi öder; bilahare me'mur da öderse; gerçekten me'mur, verdiği adama
müracaat ederek, verdiğini geri alır. Kendisine emredene başvurmaz.
Hakikaten amirin kendi
bizzat borcunu ödemesi demek, diğerini vekaletten azil sayılır. Ve böylece,
me'murun, amire müracat hakkı kalmaz. Me'murun amirin borcunu ödediğini bilmesi
de şart değildir.
Eğer me'mur beyine
ibraz eder de, amirin emrinden sonra ve onun ödemesinden önce, ödeme yaptığım
kanıtlarsa, o takdirde, verdiği mal için —isterse verdiği adama, isterse amire—
müracaat eder ve malını alır.
Borcu ödemeye me'mur edilen şahıs, yeni dirhemleri
ödeme yaparsa; emrolunduğunun misliyle mü racaat
eder. Eğer emrolunduğundan kötüsünü ödemişse, Ödediğinin benzerini
isteyebilir. Zehiyre'de de böyledir.
Hişam'ın Nevâdiri'nde İmâm
Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
Bir adam, diğerine bin
dirhem vererek, "ona, bu dirhemleri, alacaklısına vermesini" söyler;
me'mur da, o bin dirhemi amirin yanında bir başkasına verir veya onun
karşılığında bıYelbise alır; veya me'murun amirde bin dirhem alacağı olur da1
onu ona, bedel sayarsa; bunların tamamı caizdir. Verdiğinin hiç biri tatavvu
olmaz.
Şayet, ona bir köle
verir de: "Bunu sat ve bedelini borç mukabili filana ver."- der; o
adam da, o köleyi satmadan, onun bedeli kadarını, alacaklıya verirse, işte bu
nafile olur. (yani köle sahibinin olur. Borcu da o adam kendi kesesinden ödemiş olur. Eğer bunu amirin yanında yaparsa böyledir.)
Muhiyt'te de böyledir.
Kir adam,
diğerine, "filan adama olan borcunu
ödemesini" ermeder; o adam da ödedikten sonra, emredene gelerek, ona
müracaat ettiğinde, amir, me'mura: "Benim, o kimseye borcum yok. Sana da
Öde diye emreylemedim. Sen de bir şey ödemedin." der; me'mur da beyyine
ibraz eder ve iş hakime çıkarsa; bu durumda hakim, amire hükmederek borcu ona
ödetir. Her ne kadar, alacaklı hazır olmasa bile, me'mur amire müracaat ederek,
verdiğini ondan alır. Fetâvâyi Suğra'da da böyledir.
Bir adam, diğerine,
mal verir; o da, başkasına verir ve verdiğini söyler, amir de onu yalanlarsa;
amirin sözü geçerlidir.
Bu durumda birisine
yemin gerekmez. Yalnız, yalanlayana yemin ettirilir; doğrulayana gerekmez.
Eğer amir, me'murun
verdiğini doğrularsa; bu defa, diğerine yemin ettirilir.
Eğer almadığına dair,
Allah adına yemin ederse; alacağı düşmez. Eğer yemin edemezse, alacağı sakıt
olur. (= düşer).
Eğer diğer adam
me'murun vermediğini doğrularsa, bu defada me'mura yemin verilir.
Eğer me'mur hassaten
yemin eder ve verdiğini söylerse, borçtan beri olur.
Eğer yemin edemezse,
kendinin Ödemesi gerekir.
Şayet mal, bir adamın
zimmetinde ise, (diğerinin elinden zoraki alınmış bir mal veya borç gibi...)
alacak sahibi veya gasb olunan mal sahibi; o malı, o adama emrederek
"filan kişiye vermesini" söyler; me'mur da: "öyle yaptım.." der; filan da: "Ben almadım." derse, me'murun
verdiğine inanılmaz.
Ancak beyyinesi
olursa, o zaman inanılır.
Şayet emreden, me'muru
tasdik ederse; o vakit, me'mur zimmetten kurtulmuş olur. Amirin sözü geçerli
olur. Eğer amir me'muru yalanlar ve sözüne inanmazsa, me'mur "amirin,
verdiğini bilip bilmediğine dair" yemin verir. Eğer amir,
"vermedi." diye yemin ederse o zaman, me'mur tazminatta bulunur. Eğer
amir, yemin edemezse me'mur tazminattan düşer. Tahâvî Şerhî'nde de böyledir.
İki şahsın ortak
olduğu bir mükateb, birisinin hissesini vermeye bir adam vekil eder ve
kaybolursa, diğeri, o vekilden bir şey alamaz. Çünkü, vermek cihetinden o
vekil, diğerine ait değildir.
Keza birisini, ona
olan borcunu ödemeye vekil eder; ve ona, bir mal verir; mükatebin efendileri
veya başkaları, onu almak isterse o vekilden alma hakkına sahip olamazlar.
Mebsût'ta da böyledir. [29]
Belirli bir şeyi
almaya, vekil edilen şahıs, dava vekili yapılmış sayılmaz. Hatta, bir adam,
kendisine bir köle almaya, birisini vekil ettiğinde köleyi elinde bulunduran
şahıs, beyyine ibraziyle müvekkilin o köleyi kendisine sattığını isbat ederse;
istihsanen hazırda olmayan amir, huzura gelene kadar iş öylece kalır.
Amir gelir de,
satmadığını kanıtlarsa iş değişir.
Keza, bir kadın
boşandığını; veya bir köle yahut cariye azad edildiklerini, vekile karşı
belgeleseler, istihsanen amir veya koca gelene kadar, onların nakli durur.
Siracü'l-Vehhâc'da da böyledir.
Bir adam, belirli bir
şeyi almak için, birisini, vekil yapar; bu şahıs gelip onu teslim almadan önce,
o şey helak olmuş olsa; vekilin, helak eden şahsı —onun bedelini almak için—
dava etme hakkı yoktur.
Şayet vekil, o şeyi
teslim alır da; vekilin elinde iken, onu o adam zayi ederse, o zaman bu vekil
zayi edeni dava edebilir. Ve kıymetini alır. Zehıyre'de de böyledir.
Bir adam, diğer
birisinin yanında olan, emanet bir malını almaya, başka birisini vekil yapar;
emanet sahibi de: "Ben, onu mal sahibine verdim." derse onun sözü
geçerlidir. Şayet: "Vekile verdim." derse; işte o nefsini beraat
ettirmiş olur ve sözü doğrulanır. Havî'de de böyledir.
Bir adam, birisinin
yanına, bin dirhem bıraktıktan sonra yanında emanet olan şahıs: "Sen,
filana, benim yanımda olanı almasını filanın yanında emreyledin." der;
me'murun kim olduğu da bilinmez ancak, emanet olunan şahıstan alınmış ve zayi
olmuş olursa, emanet sahibi muhayyerdir. Dilerse, emanetleri verene ödetir;
dilerse, alana ödetir. Şayet emanet bırakan kimi vekil ettiğini bilir ve
me'mura o mal verilmiş, olursa işte bu caizdir.
Bu işde, hiç birine
tazminat gerekmez. Eğer onlardan birisi, işin hakikatini bilmez ve bu durumda
me'mur kendisine emanet bırakılan zat'a: "Emaneti bana ver. Ben, onu
sahibine vereceğim." veya "Bana ver. Onun, benim yanımda da emaneti
vardır." der; adam da verir ve o şey zayi olursa, emanet sahibi onlardan
dilediğine ödetir.
Bu kavil, tmâmeyn'e
aittir, Fetâvâyi Kâdîlıân'da da böyledir.
Bir adam, emanetini
alamaya birisini vekil ettiğinde, o vekil emanetin bir kısmını alsa bu caiz
olur. Ancak, bunu amirin emriyle yapabilir. Değilse, tamamını alması gerekir.
O takdirde, tazminat lazım olur. Eğer önceki aldığı bir kısım, zayi olmadan,
kalanı da alırsa, müvekkilin onun tamamını alması caizdir. Mebsût'ta da
böyledir.
Bir kimse, emanet
bırakılan şahıstan kölesini almaya, birisini vekil eder; köle de hataen emanet
bırakılan şahıs tarafından öldürülürse; emanet bırakan şahıs emanet bırakılan
şahıstan —vekilden değil— bu kölenin kıymetini alır.
Keza bu köleyi vekil
aldıktan sonra, bu köle vekilin yanında, öldürülürse; sahibi kölenin kıymetini
alır. Serahsî'nin Muhiytı'nde de böyledir.
Bir adam bir cariye
veya dişi bir koyun almaya, birisini vekil yapar alınacak şey de doğurursa,
vekil, onu yavrusu ile birlikte alır.
Şayet, bu şahıs vekil,
vekil yapılmadan önce, o şey doğum yapmışsa, vekil o yavruyu alamaz.
Bostanın (= bahçenin)
meyvesi de yavru gibidir.
Şayet, emanet
bırakılan zat, yer sahibinin emriyle ağacının üzerindeki hurmayı satmişsa,
vekil onu ondan alamaz.
Cariyenin çocuğu da
böyledir. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.
Bir adam diğerinin
yanında olan emanetini almaya, birisini vekil ettiği halde, o şeyi müvekkil
alıp; sonra da tekrar emanet ederse; vekil, bu hali bilsin veya bilmesin, bu
durumda vekil değildir.
Keza, şayet önce vekil
alır ve müvekkile verir; sonra da emaneti alan vekil, yeniden öncekine emanet
bırakırsa; vekil onu tekrar alamaz. Bu durumda emanet sahibi muhayyerdir:
Hangisinden isterse, ona ödettirir. Eğer vekile ödettirirse; vekil emanet
sahibine müracaat edemez. Eğer, emanet bırakılan şahsa ödetirse; o vekile
başvurur. Bu hal, vekilin ikinci defa vekil olduğunun tasdik edilmemesi
halindedir. Mebsût'ta da böyledir.
Bir adam, ölçülen veya
tartılan bir şeyi, emanetten almaya birini vekil eder; emanet alan şahıs da,
onu zayi etmiş olursa, emanet veren veya vekili onun benzerini alır. Bu istihsanen böyledir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Bir adam, ''emaneti,
bu gün almaya" birisini vekil ettiğinde bu vekil için, onu yarın almak
hakkı da vardır.
Ancak, müvekkil
"yarın almaya" vekil ederse, vekilin bugün alma hakkı yoktur.
Keza müvekkil:
"Bu saat al." dediği halde, vekil bir saat sonra alsa, bu caiz olur.
Keza: ' 'Filanın huzurunda al." dediği halde, vekil başkasının huzurunda
alsa, caiz olur.
Keza: "Şahitli
al." dediği halde, vekilin şahitsiz alması caizdir.
Şu mes'ele buna
muhalifdir. Eğer: "Onu alma; ancak, filanın yanında al." derse, o
zaman, o hazır olmadan almak caiz olmaz. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.
Bir adam: "Ben,
"senden filan adamın emanetim almak için vekilim." der; emanet edilen
şahıs da, onun vekaletini ve emaneti kabul ettiği halde, sonradan emaneti
vermekten kaçınırsa, bu caiz olmaz.
Bir adam, diğerinin
emanetini aldığında, emanet sahibi: "Ben, seni vekil eylemedim." der
ve yemin ederse; onun malını, emanet alan şahıs öder.
Sonra eğer mal bizzat
duruyor ise o da, kendinden alana müracaat ederek, ondan alır.
Eğer: "Yanımda
zayi oldu." veya: "Müvekkile verdim." derse; emanet veren şahıs,
onu doğrulaması halinde kimseye müracaat edemez.
Eğer yalanlarsa, ona
tazmin etirir.
Şayet, emanet verilen
zata teslim etmesi, emredilmemiş iken o teslim ederse; veya verdikten sonra
tekrar iadesini isterse, bu hakka sahip olamaz. Çünkü, bu ahdi bozmak olur.
Şayet men olunduktan
sonra, emanet olunan şey zayi olursa; uygun olan, onu ödemesidir. Çünkü
emanetin vekilini, onu almaktan men etmek; emaneti alanı, onu vermekten men
etmek nıenzilindedir. Nihâye'de de böyledir.
Bir adam, bir eşyasını
emaneten bir adama bıraktıktan sonra, onu almaya bir vekil tayin eder; emaneti
alan da, ona müvekkilin eşyasından başkasını teslim eder; vekilde onu
müvekkiline verir; o da orada helak olursa, onu tazmin etmek müvekkile ait
olur. Zehıyre'de de böyledir.
Bir adam, "bir
hayvanı alıp, bir adama ariyet olarak vermeye" birisini vekil eder; vekil
de o hayvanı alıp, ona binerse; işte onu vekil tazmin eyler. (Müvekkiline
müracaat edemez.) Çünkü, binme işini müvekkil yapmadı ve söylemedi. Bu yönden
me'mur değildir.
Alimler şöyle
buyurmuşlardır.
Bu, hayvanın
getirilmesi için olduğu zaman böyledir. Binmek için değil... Yalnız, onu
getirmek binnıeksizin mümkün olmuyorsa, o müstesnadır. Bir de binmesine razı
olmuşsa, bu da müstesnadır.
Borçlunun bir adam da
emaneti olur; emanet yanında bulunan şahıs, emanet sahibine gelerek, ona:
"Ben de olan, emanetini filana olan borcuna karşılık yap." der; o da
öyle yapıp, onu borcuna karşılık kılar ve emanet sahibi, alacaklısına,
"onu almasını." söyler; sonra da alacaklı buna razı olur; bundan
sonra da, emanet sahibi, emanet verilene: "Alacaklıya verme." der;
emanet yanında olan da, bunu kabul etmezse; emanet sahibinin
yasaklaması,alacaklı onu almadan önce olmuşsa sahih olur. Şayet alacaklı o
emaneti alrmşsa, alacaklının olur. Fetâvâyi Kâdî-hân'da da böyledir.
Şayet emanet edilen
zat, emaneti verdim." der; emanet sahibi de: "Böyle bir emir
vermedim." diye inkar ederse; yemin ile birlikte onun sözü geçerli olur.
Bedâi"de de böyledir.
Bir adam, başka
birini, "kölesini, filana vermeye" vekil eder; o adam da köleyi getirerek,
o şahsa: "Filan adam, bunu sana emanet eyledi." der; o adam da kabul
ettikten sonra, geri vekile iade eder ve köle de vekilin yanında zayi olursa;
kölenin sahibi, hangisini dilerse, köleyi ona ödetir.
Şayet vekil:
"Gerçekten filan zat, sana bu köleyi kullanmanı emreyledi." veya
"Filana vermeni söyledi." dese de, sonra da köle zayi olsa idi;
vekile tazminat gerekmezdi. Çünkü vekilde yalnız bir aldat-macık ve yalan
bulunmuş olurdu. Bedelini de almadığından, ona tazminat gerekmez. Onu istihdam
eden şahıs, başkasının kölesini, emri olmaksızın kullandığı için, tazmin etmesi
gerekir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir. [30]
Sulha vekil olan zat,
davaya vekil olamaz.
Ve bu vekil, başka
birisine de suhl vekili olamaz.
Eğer vekil olur da,
ikinci adam ile anlaşma yaparsa; dirhemlerin amirin malı olması halinde, bu
amir, ona müracaatla dirhemlerini geri alır. Eğer, bu vekil, malı onun (amirin)
yanında vermişse, suhl caiz olur ve müvekkilin müracaat hakkı da kalmaz.
Keza, bir adam, sulh
için iki kişiyi vekil ettiğinde onlardan birisi, —müvekkilin malının dışında—
kendi mali için anlaşma yaparsa bu caiz olur.
Keza, bir adamı, diğer
birisi, "bin dirheme anlaşma yapma için" vekil yapar, malı da öder;
vekil de iki bin dirheme veya yüz dirheme anlaşma yapar ve onu da kendi
malından öderse; veya kendi yanında bulunan bir yer ile yahut ölçülen, tartılan
bir şeyle anlaşma yaparsa, işte bu sulh caizdir. Müvekkil bir şey için, vekile
müracaat edemez.
Şayet, bin dirhemden
az ile anlaşma yaparsa, müvekkilin artanı tazmin ettirmesi caizdir.
Vekil, sulhu emredenin
emrine, cinsde, vasıfda muhalefet ederek yaptığı zaman, bu suhl müvekkile göre
değil, vekile göre caizdir. Havî'de de böyledir.
Bir adam, diğer bir
adamı başka birisiyle sulh olmaya vekil yapar; o adam da bir şey veya bir
alacak iddiasında bulunmakta olur, vekiî de yüz dirheme kendi re'yi ile,
anlaşma yaparsa, bu caiz olur. Malı vekil değil müvekkil verir. Mebsût'ta da
böyledir.
Vekil davalı
tarafından tayin edilir; sulh bedelini de vekil kendisi öder veya sulhu kendi
malına izafe ederse; sulh bedeli, ona ilzam olunur. O da müvekkile müracaat
eder.
Eğer ödemiş ise,
müvekkiline müracaat eder.
Eğer tazminat, vekilin
amirinin emri olmaksızın, borçlu tarafından kasden adam öldürmeye sulh
yapılırsa; bu bir nefsi satın almaya vekil olmak menzilindedir.
Eğer, bir nefsin
kıymetinin bedelini almaya veya —insanların o hususta aklanmayacağı ölçüde—
daha az veya daha çok almaya anlaşma yaparsa, işte bu hilafsız caiz olur.
Eğer nefsin
kıymetinden, insanlar aldatılacak kadar fazla bir bedelle suhl yapılmışsa,
hilafsız bu caiz olmaz.
Şayet sulh vekili,
alacaklı tarafından kasden öldürülmüş bir adamın vekili olur ve aynı zamanda,
bir nefsi satma vekili de olursa; eğer o nefsin kıymetinin bedeli ile anlaşma
yapar veya insanların aldatılacağı şeyin azı ile anlaşma yaparsa, bu hilafsız
caiz olur.
Eğer nefsin kıymetinin
çok aşağısında, anlaşma yaparsa, bunda ihtilaf vardır.
Bir adam, başka bir
şahsı, "iddia eylediği, kasden öldürülmüş bir adam için, karşı tarafla
anlaşmaya" vekil tuttuğunda, bu vekilin diyet olarak alınabilecek, her
hangi bir cins ile anlaşma yapması caiz olur.
Şayet diyetten,
insanların aldatılmış sayılmayacağı kadar bir fazlalık da anlaşma yapsa, bu da
caiz olur.
Eğer alacaklı, kan
davası için, birini sulha vekil yaptığında, bu vekil diyet cinsinden olan bir
şeyle, anlaşma yaparsa, bu caiz olur.
Eğer diyetten az bir
şeyle anlaşma yaparsa, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, alacaklı için caiz olur.
îraâmeyn'e göre ise,
insanların aldatılmış sayılacağı kadar noksan ile anlaşma yapılmışsa, bu caiz
olmaz. Havî'de de böyledir.
Bir adam, diğerini,
"bir kür buğdaya anlaşma yapmaya" vekil ettiğinde bu vekil bir kür
arpaya veya dirhemlere anlaşma yaparsa, vekile göre caiz olur. Amire göre, caiz
olmaz.
Belirli bir köleye
karşı, sulh yapmaya vekil ettiğinde, vekil bir cariye üzerine anlaşma yaparsa,
bu da vekile göre, caiz olur. Veya tazminat, veya onu geri vermesi lazım gelir.
Müvekkile göre ise,
caiz olmaz.
Şayet, vekili; davalı
olan şahıs; belirli olan bir ev hakkında anlaşma yapmak üzere, tayin eder;
vekil de başka bir ev üzerine anlasa yaparsa, işte bu caizdir. Çünkü, onun
hayrı, daha fazladır.
Şayet, o evi, yüz
dirheme anlaşmak üzere "vekil tayin eder; vekil de onu iddia olunan
tarafından başka bir evle anlaşma yaparsa, o evin hissesinde anlaşma caiz
olur. Mebsûl;'ta da böyledir.
Bir adam, diğerini,
belirli olan bir kür buğdaya anlaşma yapmak lizere vekil yapar; vekil de sınıfı
daha üstün bir buğdayla anlaşırsa, bu vekil onu tamzin eder ve sulh kendisi
adına caiz olur. Fakat müvekkile caiz olmaz.
Eğer orta halli bir
buğday kürrü ile anlaşır, bu da vekil edenin tayin eylediği buğday kür'ü olmaz
ve vekil, onu müvekkiline verirse, istih-sanen, bu suhl müvekkil adına caiz
olur.
Bir adam, diğerini,
—bir şey söylemeksizin— bir ev hakkında davaya anlaşmak üzere, vekil eder;
vekil de çok bir mal ile, anlaşma yapıp onu da öderse; işte bu anlatşma, vekile
ait olur.
Bu durumda bakılır:
Eğer halkın aldatılmış sayılmayacağı kadar bir farkla anlaşma yapmışsa;
müvkıekil adına, bu anlaşma caiz olur. Eğer bundan fazla ise, ev sahibine karşı
caiz olmaz.
Şayet vekil, iddia
sahibimin vekili ise; o da az bir şeyle anlaşma yapmışsa işte bu, iddia
sahibine karşı caiz olur.
Bu görüş, İmâm Ebû
Hanîfe (R.A.)'nin görüşüdür. İmâmeyn'e göre, bu caiz olmaz.
Ancak, halkın
aldanacağı V adar fark düşülürse; o zaman caiz olur.
Şayet dava
bilinmiyorsa, her haliyle anlaşma caiz olur. Bu hasım inkar eder; iddia
sahibinin de hi Icceti olmaz ise böyledir.
Kan borçlusu olan
şahısın vekili, hakimin huzurunda ikrarda bulunur; alacaklı da, müvekkil in
isteğini talep ederse; kıyasen caiz olur; istihsanen caiz olmaz.
Keza, bir şey satın
alır, on u da ayıpla ta'n eder; o ayıptan dolayı da, bir adamı anlaşma vekili
yapar, bu vekil de "müşterinin aybı ibtal ettiğini, ve o haline razı
olduğunu" ikrar ederse, bu vekilin müvekkiline karşı ikrarı caiz olmaz.
Borçlunun vekiii,
borçlunun kölesi ile anlaşma yapar, matlup da bir şey söylemez ise caiz olur.
Bu durumda muhayyerdir: İsterse, o köleyi bizzat verir; isterse, kölenin bedelini
verir.
Keza, benzeri olmayan
her belirli şeyin benzeri ile anlaşma yapılırsa; borçlu isterse, bizzat o şeyi
verir; isterse, benzerini verir. Eğer adam, diğer adamın yanında bulunan şeyi
verir; iddia olunan da iddia edenle beraber sulh yapmaya bir vekil tayin eder
ve ona tazminat yapmasını emreder; o da müeccel {— belirli müddetle) bir mal
tazmin ederse, işte o müeccel mal, müvekkile ait olur.
Eğer hali hazırda
verilecek olan mal ile anlaşma yaparsa, yine müvekkiline ait olur. Keza,
müvekkil ödenmeden önce istekte bulunur; talibin vekili de bir mala karşılık
anlaşma yaparsa, sahih olur.
Alacaklı şahsın, hem
sulh hem de almaya bir şahsı vekil etmesi caiz olur.
Alacaklı bir adamı
borçlu ile anlaşmaya; borçlu da bir adamı alacklı ile anlaşmaya vekil yapar;
iki vekil kEirşilaşıp, anlaşma yaparlarsa, bu anlaşma da caiz olur.
Şayet hata kanı, iki
varis arasında olur, onlardan birisi, hissesi için bir vekil tutar; o da
dirhemlere anlaşma yaparak onu alırsa, onun hissesine diğer varisler de ortak
olurlar.
Eğer hata bedeli olan
mal, vekilin yanında zayi olursa; müvekkilin yanında helak olmuş gibi olur.
Vekil, onu tazmin edip ödemez. Onların müvekkilden hisselerini alma hakları
vardır. Sanki o almı$ gibi olacağı için bu böyledir.
Diyete karşılık, bir
deve hükmedüdiğinde, alacaklı onu almaya bir vekil tayin eder; vekil de onu
alır ve harcarsa, işte bu harcama da bir teberru olur.
Şayet, diyet bir cins
olarak hükmedilir; vekil de başka bir cins alırsa; işte bu caiz olmaz.
Muhalefete sebeb olur. Muhiyt'te de böyledir.
Borçlu olan, zat, dava
için, bir vekil tayin ettiğinde bu vekil şahsî malından ödeme yapcrsa;
müvekkiline müracaat edemez.
Borçlu, diyeti
dirhemler olarak Öder; onu da iki kişiye verir ve onlara: "Bunu, benim
adıma ödeyin." der; onlar da alacaklı ile dinarlara veya başka bir mala
anlaşma yaparlarsa, işte bu da caiz olur.
Şayet, verilen
dirhemlerden başkasına hükmedilirse, kıyasa göre, o iki kişi aldıkları
dirhemleri geri verirler. İstihsanda ise, o dirhemlerin benzerini geri
verirler. Mebsût'ta da böyledir.
Bir kimse, bir adamı,
iddia olunan bir yara hakkında sulh yapmaya, vekil eder ve ona "yapılan
anlaşma gereğinde, ödeme yapmasını da" emreder; vekil de beşyüz dirhemden
fazlaya anlaşma yaparsa; yaralama işinin kasden yapılmış olması halinde,
insanların kandırılacağı şekilde olan bir fazlalıkla suih yapılmış olsa caiz
olur.
Eğer insanların
kandırılmayacağı şekilde olursa,
bi'1-icma caiz olmaz.
Eğer yaralı ölürse,
İmâm Ebu Hanîfe (R.A.)'nin kıyası üzre, her iki cihetten de sulh bozulmuş olur.
Şayet, vekil, cinayet
üzre sulh yaparsa; sonra da yara eyileşirse, sulh, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye
göre batıl olur. Eğer yaralanan ölür, vekilde tazminat yaptırmış bulunursa bu
caiz olur.
Yaralamaya vekil tayin
edilen şahıs, yaptığı anlaşmada bir şey düşer; o da, beşyüz dirhemden aşağı ve
insanların aldanmayacağı kadar 'olursa, bi'I-icma' caiz olur. Şayet, bunun
aksine olursa caiz olmaz.
Eğer yaralamadan
dolayı sulha vekil yapılan zat, yaralamanın benzerini bir başkası daha yapar ve
bu yaralamalar eşit olursa, onun diyetinin yansını almak, müvekkile caizdir.
Eğer yaralama değişik
olursa, müvekkile ayrı ayrı hesap verilir. Eğer fazla ödenirse, fazlası vekilin
olur. Muhıyt'te de böyledir.
Şayet, bir yaralama
için sulha vekil olan şahıs, vuku bulan ikinci bir yaralama için de, sulh yapar
ve tazminat yaptırırsa, yansı müvekkile, yarısı vekile ait olur.
Ölse de yaşasa da müsavidir.
Mebsût'ta da böyledir.
Bir adam, diğer
birini; "önceden olmuş bir yaralama için" sulh vekili yapar ve
bedelini ödetmesini ister; vekil de belirsiz bir köle veya cariyeye yahut on
koyuna veya beş deveye sulh anlaşması yaparsa işte bu caizdir. Bunlar, orta
halli olsalar bile sulh caizdir.
Şayet borçlu,
"kasden yapılan bir yaralamaya" bir sulh vekili tayin eder; vekil de
müvekkilin kölesinin on sene hizmet etmesine karşılık, anlaşma yaparsa; bu
anlaşma da caiz olur.
Şayet, içki veya
domuza karşılık sulh yaparsa; bu, bir af demek olur; bir şey gerekmez; vekil de
borçlu olmaz.
Eğer vekil: "Ben,
seninle şu köleye karşı, anlaşma yaptım." veya "Şu sirkeye karşı sulh
oldum." der de; sirke şarap olur; köle de azad edilmiş bulunursa; bu
vekile, yaralama diyeti lazım olur.
Eğer iki köleye
karşılık sulh olmuş ise; o kölelerden birisinin hür olması halinde, o sulh
geçerli olmaz.
Bu, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre böyledir. Şayet, bir köleye karşı anlaşma yaptığında, bu köle,
müdebber veya mükateb olursa; veya bir cariyeye karşı anlaşma yaptığında bu
cariye, ümm-ü veled olursa; vekil de, bunların bedelini tazmin eylemişse; müvekkiline
müracaat ederek, o bedeli ondan alır. Mebsût'ta da böyledir.
Bir adamın başını
yaralayan iki kişi birlikte bir adamı sulh için vekil yapsalar; vekil de
onlardan birine karşı, yüz dirheme, anlaşma yapsa; yarısı, onun ortağına ait
olur.
Şayet onlardan
birisine karşı anlaşma yaptığı halde, hangisi olduğunu belirtmese; sulh caiz
olur. Ve aralarında müştereken ödeme yaparlar.
Bir hür ve bir köle,
birlikte, bir adamın başını yaraladıklarında o hür adam ile, kölenin efendisi
bîr şahsı sulh vekili yaparlar; o vekil de, beşyüz dirheme anlaşma yaparsa,
bunun yarısı kölenin efendisine, yarısı da o hür olan adama ait olur. Her ne
kadar, kölenin kıymeti beşyüz dirhem olsa bile, bu böyledir. Muhıyt'te de
böyledir.
Bir adam, hür bir
kişiile bir köleyi öldürse; kölenin efendisi ile hür olan kişinin yakini, bir
adamı katil ile anlaşmaya vekil tutsalar; eğer kati kasden olmuşsa; kölenin,
kıymeti beşyüz dirhem olsa bile, anlaşma onbir bin dirheme yapılmışsa-bedel
aralarında taksim edilir. Hür olan adamın varisleri, on bin dirhemi alırlar.
Kölenin efendisi ise, beşyüz dirhemini alır.
Şayet, her ikisi de
hataan öldürülmüşlerse, hür şahsın varisleri, on bin dirhemini alır; kalan
kölenin efendisinin olur.
Şayet, köle kasden;
hür ise hataen öldürülmüşse; cevap aynıdır, on bin dirhemi hür olanın
varislerinin, kalanı da, kölenin efendisinindir.
Eğer, köle hata ile
öldürülmüşte, hür olan kasden öldürülmüşse, cevap ilcisi de kasden öldürmüş
olma halinin aynısıdr. Mebsût'ta da böyledir.
Bir köle hataen
öldürülür; onun efendisi de ondan dolayı, bir sulh vekili tutar; vekil de on
bin dirheme sulh olursa; işte bu caiz olur. Ve bu onbin dirhem efendiye
verilir.
Şayet, bir kölenin
gözü çıkarılır; vekilde altı bin dirheme anlaşma yaparsa; İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'a göre caizdir.
Eğer göz yerine, başka
bir yaralama olsa da, vekil bin dirheme anlaşma yapsa; İmâm Ebû Yûsuf (R. A.)'a
göre bu da caiz olur.
Şayet, on bin dirheme
anlaşma yaparsa, ondan onbin dirhem nok-sanlaştırılir. Bu, İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'a göredir.
İmâm Muhammed (R.A.)'e
göre, göz çıkarmada, ancak beş bin dirhem caiz olur; fazlası caiz olmaz. Baş^a
yaralamalarda ise, —yarım dirhem hariç— beş yüz dirhem (= 449,5 dirhem)
icabeder. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam,, cinayetten
dolayı bir mükatebi, kendisine veya kölesine iddia olunana sulh veküi
yaptıktan sonra mükateb köleliğe döner; vekil de onun aczini bilmeyerk, sulh
bedelini öderse; işte bu, mükatebe karşı caiz olmaz.
Şayet mükateb, bu
aczinden sonra, bizzat kendisi anlaşma yaparsa, vekil ondan tazminat ister.
Çünkü, sulh bedelini o ödemişti. Fakat, mükateb azad edildikten sonra ödetir.
Mebsût'ta da böyledir.
Bir adam, diğerine:
"Seni yaram için vekil yaptım."der; başka bir şey söylemezse; onunla
anlaşma yapılmaz. O af etme ve dava etme hakkına da sahip olmaz.
Eğer onun
diyetini alırsa; yaralamanın
hataen olmuş olması halinde, bu istihsanen caiz olur.
Eğer yaralama kasden
olmuşsa diyet almak caiz olmaz. Muhıyt'te de böyledir.
Şayet yaralı: ''Yaram
bana bir zarar vermedi." dese bile, yine de anlaşma caiz olur. Bu,
istihsanen böyledir.
Eğer ondan bir şey
ibra ederse, caiz olmaz.
Eğer yaralı: "Ben
beraata izin veriyorum." derse işte bu da caiz olur. Sulh da caiz olur;
bunlardan başkasıda... (dava yapmakta caiz ulur) Mebsrût'ta da böyledir.
En doğrusun bilen
Allahu Teala'dır. [31]
Bir adarıi, iki kişiyi
vekil tayin ederse, bu vekillerden birisi olmadan, diğeri bir tasarrufta
bulunamaz.
Bu, ikisini bir sözle
vekil yaptığı zaman böyledir.
"Şu kölemi
satmaya, ikinizi vekil yaptım." demek gibi.
Fakat iki kelimeyle
vekil yaparsa, (mesela: Onlardan birisini, "kölesini satmaya" vekil
yapar; sonra da diğerini önceki gibi vekil yaparsa, bunlardan hangisi o köleyi
satarsa satsın caiz olur. Sîracü'l-Vehhâc'da da böyledir.
Bir adam, bir kadiın
nikah etmeye, birisini vekil eder; başka birisini de ayni şekilde vekil eder;
o iki vekilin ikisi de birer kadını nikahla-salar; bu kadınların iki kız
.kardeş olmaları halinde., eğer nikahlar arka arkaya yapılmışsa; birinci
yapılan nikah caiz ikinci yapılan nikah ise, batıl olur. Şayet, her iki nikah
da ayni zamanda yapılmışsa, nikahların ikisi de batıl (= geçersiz) olur.
Bir adam, iki kişiyi,
bir kadını nikahlamaya; veya bir kadın, iki kişiyi kendisini:evlendiryeme vekil
yapsa, o iki vekilden birisinin bu işi tek başına yapması —mehir belli olsa bile—
caiz olmaz. Fetâvâyi Kâdî-hân'da da böyledir.
Talak ve ıtak
hususunda tayin edilen iki vekil, eğer bu işler mal karşılığı olmayacaksa; tek
başlarına iş yapabilirler.
Keza, iki vekil
ariyette, emanet bırakmakda, gasb da, redde ve fasid alım-satım da, yalnız
basma hareket edebilirler. Hulasa da da böyledir.
Bir adam, bir karısını
boşamak için, iki vekil tayin ettiğinde, onlardan birisi boşarsa; —diğeri razı
olmasa bile— talak vaki olur.
Çünkü, bir kişinin
boşamasında, diğerinin re'yine ihtiyaç yoktur. Köleyi, azad etmekde böyledir.
Bir adam, talak
hususunda, iki vekil tayin eder ve: "İkiniz, bir arada olmadan,
biriniz yalnız başına
boşamasın." dediği halde, onlardan birisi boşar diğeri de ona
izin verirse; işte bu caiz olmaz.
Köle azad etmekde de
durum böyledir.
Şayet vekillere:
"Onu tamamen boşayın, üç talak üzre." dediğinde, o iki vekilden
birisi, bir talak; diğeri de iki talak boşarsa bu durumda hiç bir şey gerekmez.
İkisi birden, üç talak boşamadıkca, böyledir.
Belirli olmayan bir
kadını, boşamak üzere, iki kişiyi" vekil etse; veya bir belirsiz köleyi
azad etmeye, belirsiz iki kişiyi vekil etse; iki vekil bir arada olmadıkça,
yaptıkları iş caiz olmaz. Nihâye'de de böyledir.
Bir kimse, iki kişiyi,
mal mukabili kadın boşamaya vekil ettiğinde, onlardan birisi, bu işi yaparsa,
—bedelini belirtse bile— caiz olmaz. Zehıyre'de de böyledir.
Keza bu vekillerden
birisi, mal mukabili boşasa da; diğeri buna izin verse; —kendiside boşamadıkca—
bu boşama caiz olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Böylesi mes'elelerde
aslolan; birinin tasarrufunda, ikincinin de re'yi bulunmaktır. Şayet, bir iş
için iki kişiyi vekil yaparsa, onlardan birisi olmaksızın, ikincisinin yaptığı
caiz olmaz.
Bir adam, karısının
işini, iki vekile havale ederse; onlar, bir birinden ayrı iş yapamazlar.
Bir adam, iki kişiyi,
"bin dirhemlik bir eşyayı, bir adama vermek üzere, vekil eder ve onlara
da, bu bin dirhemi teslim eder; onlardan birisi, diğerinin haberi olmadan, bu
bin dirhemi, verilmesi istenilen yere verirse, kıyasen tazminatı gerekir.
İstihsanen, tazminatı gerekmez.
Şayet, ayni meblağı,
bir kişiye vermek üzere, iki kişiyi vekil yapar; onlardan birisi de, o meblağı
yerine teslim ederse, kıyasen ikisinin de tazmin etmesi gerekir. İstihsanen,
ikisine de tazminat gerekmez. Çünkü mal sahibini bulmuş ve vazife
tamamlanmıştır. Muhiyî'te de böyledir.
Bir adam, iki kişiyi,
bir adamda bulunan alacağını almaya vekil ettiğinde —müvekkil ile vekilin
birisi hazır olmadan— hazırda olan vekil gelerek, borçludan borcunu ister ve
borçlu, borcunu ikrar eylediği halde, diğerinin vekaletini inkar eder; vekil
de, vekaletini isbat ederse, hakim ikisinin de vekaletini kabul eder. Hatta,
huzurda olmayan vekil gelse, yeniden vekaletini isbata ihtiyaç kalmaz.
Zehıyre'de de böyledir.
Bir adam, iki kişiyi,
"iddia eylediği, alacağını almaya" dava vekili eylediğinde, onlardan
birisi dava edebilir. Fakat, alacağı, birlikte alırlar.
Eğer o alacağı,
ikisinden birisi alırsa, borçlu, o borç sahibinin eline geçene kadar, borcundan
kurtulmuş olmaz. İkisine birden vermiş olursa; borcundan beri olur. Havî'de de
böyledir.
İbnü Semâa'nm
Nevâdiri'nde İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'dan şöyle rivayet edilmiştir:
Bir adam, iki kişiyi,
"iddia eylediği bir ev hakkında" dava vekili ederek "o evi,
iddia olunandan, almalarım" söyler; o iki vekil de davada bulunurlar;
sonra da, o iki vekilden birisi ölürse ne olur? diye sorulunca, İmâm şu cevabı
vermiştir:
—Sağ kalan vekilin
beyyinesi kabul edilir ve ev müvekkiline hükmedilir. Yalnız, ev o vekile
teslim edilmez. Taki, ölenin yerine başka bir vekil daha tayin edilir ve o ev
iki vekile birlikte teslim edilir.
Keza, şayet vekil tek
kişi olur ve beyyinesi ile birlikte ev müvekkile hükmedilir; vekii de evi
müvekkiline teslim etmeden önce ölürse, bir vekil tayin edilir mi?
—Evet bir vekil tayin
edilerek, hükmolunan ev, o vekil vasıtasıyla, müvekkile teslim edilir. Bu ev
gasbedicinin elinde bırakılmaz. Zehıyre'de de böyledir.
Bir adam, satım için
iki kişiyi vekil ettiğinde, bu vekillerden birisi, ticaretten men edilmiş bir
köle olursa, diğerinin satışı caiz
olmaz. Çünkü, müvekkilin tek kişinin re'yine rızası yoktur.
Eğer iki vekilden
birisi ölür veya aklını kaybederse; diğeri satış yapamaz.
Bir adam, bir köle
satmaya iki kişiyi vekil yaptığında, bu işi birisi yapsa da, diğeri olmasa, bu
caiz olmaz.
Hatta, müvekkil veya
diğer vekil razi olsalar bile —ister bedeli belirli olsun, ister olmasın— fark
etmez. İkinci vekil de, ister hazır, ister gaib olsun fark etmez.
Yainız satış ile alış
arasında fark vardır. Satın alış, satış gibi değildir; bu vekillerden birinin
satın alması geçerli olur. Çünkü, satın alışta, müvekkilin veya diğer vekilin
izni gözetilir.
Bir adam, yapılan
bağışı, "bağış yapılan zata, teslim için" iki kişiyi vekil
yaptığında, bağış yapılan şeyi onlardan birisi teslim etse, bu bağış sahih olur.
Bir adam, iki kişiyi,
"borcunu teslim etmek için" vekil yapar ve o borcu, o iki kişiye
teslim eder; onlardan birisi de onu alacaklıya teslim ederse, bu caiz olur.
Siracü'I-Vehhâc'da da böyledir.
Bir adam, "iki
karısını, mal karşılığı boşamak üzere" iki kişiyi vekil eder veya
"iki kölesini, belirli bir fiatla satmaya" vekil ettiğinde, iki vekil
de, karılardan birisini hulu eder veya kölelerden birisini belirli olan fiatla
satarlarsa işte bu caiz olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir adam,
"belirli bir şeyi bağışlamaya" iki kişiyi vekil yapar, fakat
bağışlanacak zatı belli eylemezse; onlardan birisi, bütün alimlere göre, bağış
yapabilir. Bahnı'r-Râık'ta da böyledir.
Rehin bırakmak böyle
değildir. Vekillerden biri yalnız başına rehin bırakamaz.
Bir adam, "bir
evi icarlamak üzere" veya "bir araziyi kiralamak için" iki
kişiyi vekil eder de; onlardan birisi akid yaparsa; vekil müvekkile teslim
edince, icare yerini bulmuş olur. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam,
"emanetini almak üzere" iki kişiyi vekil yaptığında onlardan birisi,
diğerinden habersiz, onu alırsa, işte o,onu öder.
Eğer ikisi birden
alırlarsa caiz olur.
Onlardan birisi,
diğerine de diğerinin ailesine de emanet edebilir. Havî'de de böyledir.
Bir adam, iki kişiye:
"Ben, sizin birinizi, bana bin dirheme bir cariye satın alamya vekil
ediyorum." dediğinde, önce onlardan birisi, sonra da diğeri satın alırsa;
ikinci alan, nefsi için almış olur.
Eğer her ikisi birden,
birer cariye satın almış olsalardı her ikisi de müvekkile ait olurdu.
Fetva da buna göredir.
Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir adam, "bir
kölesini satması için" bir adamı vekil yaptıktan sonra, aynı köleyi
satması için başka bir adamı daha vekil yaparsa, o köleyi önce vekilin birisi,
bir adama satar; sonra da diğer vekil, başka bir adama satarsa; eğer, öncekinin
sattığım sonraki, biliyor idiyse, köle Önceki satılan adamın olur. Yok
bilmiyorsa, bu köleye, satın alanlar ortak olurlar. Bu müşterilerden
muhayyerdir. İsterse ortak olurlar; isterse, bedelini birisi vererek tamamına
sahip olur.
Eğer köle o
vekillerden birisinin veya müvekkilin yanında ise, her iki halde de değişmez.
Eğer köle müşterilerin
birisinin yanında ise,o önceki alanın olur.
Eğer vekil, bir olur
ve bu vejril, birisine satar; müvekkilde daha başka birisine satarsa; hiç şüphe
yok ki, önce satanın satışı geçerlidir.
Eğer hangisinin önce
sattığı bilinmezse, Hasan (R.A.), İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin "Müvekilin
satışı üstündür ve ona itibar olunur." buyurduğunu rivayet etmiştir.
İbnü Semâa, İmâm
Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
Satılan şey, satın
alanların arasında müşterektir. (= yarı yarıyadır)
Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, "diğer
birisine verilmek üzere" iki kişiye bin dirhem verir; o şahsa, bu iki
kişiden birisi, bu bin dirhemi verirse; kıyasen, yarısını tazmin eder. İstihsanen tazmin etmez. Çünkü,
mal yerine verilmiştir; tazminat gerekmez, Mebsût'ta da böyledir.
Bir adam, diğerine:
"Benim yerime, şu bin dirhemi, fülana veya .fülana öde." derse; o
adam, hangisine öderse ödesin caiz olur. Havî'de de böyledir.
Bir adam, diğer
birisini, "belirli bir kölesini satmaya" vekil eder; bir başkasını da
"aynrköleyi satmaya" vekil eder ve onlardan birisi, bu köleyi önce
satar; sonra da diğer vekil, öncekinin sattığı fiattan daha fazlaya satarsa Ebû
Bekir el-Belhî: "İkincinin satışı caizdir. Çünkü, birincinin önce satması
sebebiyle, ikinci zat vekaletten düşmüş değildir.
Ve öncekinin satışı
sebebiyle de sonrakinin satışı feshedilmiş olmaz ki caiz olmasın."
buyurmuştur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir adam, iki kişiyi,
"iki kölesini, bin dirheme satmaya" vekil ettiğinde, onlardan birisi,
kölenin birisini, dört yüz dirheme satar ve bu bin dirhemden, onun hissesi o
kadar olursa, satış caiz olur. Çünkü, bu müvekkilin zararına bir ayrılık olmaz.
Keza, eğer hissesinden
daha fazlaya satarsa, bu fazlalık da müvekkilin faydasınadır.
Şayet hissesinden az
bedele satarsa; işte bu caiz olmaz. Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R. A.)'ye göre
böyledir.
İmâmeyn'e göre ise,
noksanlık az bir şey ise, caiz olur; fazla ise, caiz olmaz.
Bir adam, iki kişiye,
"rehin vermelerini ve onu da satmaya yetkili olduklarını" söyleyince,
onlar rehin bıraksalar ve birisi de, rehin alan şahıstan onu satmaya izin alsa;
bu durumda, rehin veren şahıs, onun satımına mani olamaz. Çünkü, satışta
onların birbirinden ayrılmaları yoktur.
Şayet, vekiller:
"Filan senden borç aldı ve rehin de bıraktı." derler; onlardan birisi
de: "Gönderen şahıs, bize satmayı emreyledi." deyince, diğer vekil
susarsa, bu durumda vekillerden birisi, bu rehni satabilir. Serahsî'nin
Muhıytı'nde de böyledir.
En doğrusunu bilen
Allahu Teala'dır. [32]
Vekili, vekaletten
çıkartmanın bazı şartlan vardır:
1) Vekilin
tasarruflarından önce müvekkilin o işi bizzat kendisinin yapması vekaletten
çıkarma sebeblerindendir.
Mesela: Bir adam,
diğer birisini kendi kölesini satmaya vekil ettiği halde, müvekkil bizzat
kendisi satar veya o köleyi azad eder veya mü-debber yahut mükateb kılarsa,
vekil vekaletten düşmüş olur.
Keza, o köleye bir hak
sahibi çıkar veya köle aslen hür olursa, vekil vekaletten çıkmış olur. Şayet,
köleyi bağışlasa veya tasadduk eylese; veya cariye ise ona cima eylese de oda
çocuk doğursa, yine vekil vekaletten çıkmış olur. Eğer,, cima eder de doğum
yapmaz ise; veya onu istihdam eder yahut ona ticaret izni verirse, vekil
vekaletinde duruyor demektir.
Şayet, o köleyi rehin
bırakır veya kiraya verirse zahiri rivayede, vekil vekaletten çıkmış olmaz.
Eğer amir, o köleyi
satar veya vekil satar; sonra da müşteri aybı sebebiyle geri yollar; bunu da
hakimin hükmüyle yaparsa; yine vekil onu satabilir.
Eğer, müvekkil satar
ve kendini üç gün muhayyer bırakır; sonra da satışı bozarsa; yine vekil onu
satabilir. Her ne kadar müvekkil redde muhayyer olsa bile bu böyledir.
Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, diğerini,
"kölesini azad etmeye veya mükateb yapmaya" vekil ettikten sonra
..kölenin efendisi, o köleyi satarsa, vekil vekaletten çıkmış olur. Şayet o
köle, efendisinin mülküne geri döner ve bu dönüş, satışın bozukluğu sebebiyle
olur ve köle, efendisinin malı olmuş bulunursa, vekil yine de vekildir.
Şayet aybı sebebiyle
red gibi... geri dönmüş veya ıkâle sebebiyle, veya miras yoluyla geri dönmüşse;
vekalet avdet eylemez.
Eğer harb esiri olmuş,
dar-i harbe gitmiş, sonra da efendisine dönmüşse; (efendisinin onu yeniden
satın almış olması gibi...) vekilin vekaleti avdet eylemez.
Şayet o köle, ganimet
olarak efendisinin hissesine düşmüşse; işte o zaman, vekil yine vekaleti
üzerinedir.
Bir adam, diğerini,
"cariyesini azad etmeye" vekil ettikten sonra bu cariyeyi kendisi
azad eder; kadın da irtidat edip dar-i harbe gider sonra da, esir alınarak
efendisinin eline geçerse, artık onu vekil azad eyleyemez. Mebsût'ta da
böyledir.
Bir adam, diğerini
"kölesini bağış yapmaya" vekil ettikten sonra bu köleyi, bizzat
kendisi bağışlar; sonra da bağışından, rücû ederse, bu durumda vekilin vekaleti
—yeniden vekil yapılmadıkça— avdet etmez.
Keza, bir adam,
diğerini "bir şey satın almaya" vekil ettikten sonra o şeyi, kendisi
satın alırsa; vekil, vekâletten düşmüş olur. Bedâi'Me de böyledir.
Bir adam, diğerine,
"belirli bir buğdayı almasını" veya "satmasını" söyler;
sonra da qnu, un yaparsa, bu durumda vekil, vekaletten düşmüş olur.
Bir adam, diğerine,
"belirli bir yeri satın almaya" vekil yapar; o yer de hali bir yer
olduğu halde, sonradan, oraya bir ev yaplır; bundan sonra da, vekil orayı satın
alırsa; bu caiz olmaz. Şayet, "içinde ev olduğu halde, almasını"
söyler; sonradan bir duvar yapılsa veya kireçle badana edilirse, ev amire ait
olur; satış da böyledir.
Bir adam, diğerine:'
"Şu boş yeri, bana satın al." veya "Sat." dediğinde, o
yerede, hurma ağacı veya başka bir ağaç dikili olur yahut içinde ev veya hamam, han, dukan bulunur veya orası
bostan olursa; alımı da, satımı da amire ait olmaz. Ve onu ilzam eylemez.
Keza,-^jraya ekin
ekilmiş, bağ dikilmiş olursa, alımı da satımı da amire ait olmaz. Serahsî'nîn
Muhıytı'hde de böyledir.
Bir adam, diğerine,
"borcunu ödemek İçin," bir miktar mal verir; sonra da bu amir,
borcunu bizzat kendisi öder; bilâhare de, bu borcu vekil öderse; eğer vekil,
amirin ödediğini bilmeyerek ödeme yapmışsa, ona tazminat yoktur. Müvekkil
alacaklıya müracaat ederek, malını geri alır.
Eğer vekil, bile bile
ödeme yapmışsa, onu müvekkiline öder. Bu hususta, yeminle birlikte vekilin.sözü
geçerlidir. O, yaptığını bilmeden yaptığına yemin edecektir. Havî'de de
böyledir.
Bir adam, diğerini,
"kölesini mükâteb yapmak üzere" vekil apar, o da, onu mükâteb kılar;
sonra da köle mükâtebe olmaktan aciz olur ve vazgeçerse; bu vekilin, onu ikinci
defa mükâteb yapma hakkı yoktur.
Keza müvekkil, vekilini,
"bir kadın nikahlarnaya vekil eder; o da, bir kadın nikahlar; sonra da
müvekkil, onu boşarsa; vekil onu tekrar nikahlayamaz. Bedâi*'de de böyledir.
Şayet, aynı kadını,
müvekkil kendisi nikah yapar veya o kadın mahremiyet sahibi çıkar yahut o
kadından başka müvekkilin dört karisi olursa, bu durumlarda, vekil azledilmiş
olur.
Keza, bir adam,
"karısını, mal mukbili bir başkasının boşamasını" söyler; sonra da bu
işi kendisi yaparsa; vekil, vekaletten düşer.
Bir adam, diğerini,
"belirli bir kadını nikahlamâya" vekil ettikten sonra, vekil, o
kadını kendi nefsine nikahlar; sonra da boşar ve sonra da müvekkiline
nikahlarsa; bu caiz olmaz.
Bir kadın da,
"birisini vekil tayin ederek: "Kendisini, bir erkeğe
nikahlamasını." söyler; sonra da, kadın, kendisi bizzat bu işi yaparsa,
vekil vekaletten düşmüş olur. Vekil durumu bilsin veya bilmesin fark etmez.
Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam,
"karısını boşamaya" birisini vekil ettikten sonra, bu müvekkil,
karısını bainen veya ric'î talakla kendisi boşar ve iddeti tamam olur, bilahare
de, vekil boşama yaparsa, bu boşama vaki oimaz.
Keza, müvekkil,
kendisi yeniden nikahlarsa, artık vekil onu boşayamaz.
Şayet koca, vekil
tayin ettikten sonra, karısını bir talak boşar; bilahare de vekil boşama
yapar, bu da iddet içinde olursa; talak vaki, kadın boş olur. Fetâvâyi
Kâdîhân'da da böyledir.
Bîr kimse, başka bir
şahsı, karısını boşamaya vekil ettikten sonra; kadının kocası,
onu, mal mukabili
boşasa; iddeti içinde, vekilin boşaması vaki olur. Çünkü vekilin vekaleti devam
etmektedir. Tebyîn'de de böyledir.
Bir adam, diğerini,
rehin için vekil yaptıktan sonra, bizzat bu müvekkil kendisi rehin verir;
bilahare de rehnini kurtarırsa, vekil, tekrar rehin veremez.
Eğer müvekkil, başka
birisini rehin bırakmaya vekil yapar, sonra da birisini vekil yapar; önceki de
rehini kurtarırsa, ikinci vekil rehin koyabilir. Çünkü, onu birinciden sonra
vekil etmiştir. Bu durumda onu, rehni kurtardıktan sonra vekil etmiş oldu.
Çünkü, ikinciyi vekil tayini caizdir. İki vekilden her birinin rehin alması da
vermesi de caizdir. Serahsî'nin Muhiytı'nde de böyiedir.
Zekatını ödemeye bir
şahsı vekil yapan müvekkil, zekatını bizzat kendisi öder; sonra da vekil
öderse; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, tazminati gerekir. Vekil, durumu bilsin
veya bilmesin müsavidir.
İmâmeyn'e göre ise,
eğer müvekkilin ödediğini bildiği halde ödemişse, tazminat gerekir; değilse
gerekmez. Muhıyt'te de böyledir.
2) Vekili,
müvekkilin azletmesi de,vekaletin sona ermesinin sebeplerindendir.
Azletmenin iki şarti
vardır:
Birincisi: Azli,
vekilin bilmesi şarttır. Çünkü: Azl, akdi ( = sözleşmeyi) bozmak içindir. Bunun
hükmü de, onu bilmeden olmaz. Ancak bildikten sonra olur.
Vekil, huzurda iken
azledildiği gibi, —hazırda değilse— mektupla da azledilir. Azil yazısı, vekile
varınca o, azledilmiş olur.
Keza, vekil kendisine
bir elçi gönderilerek de azledilir. Elçi varıp, durumu anlatınca, vekil
azledilmiş sayılır.
Eiçi ona:
"Gerçekten beni sana, fülan adam gönderdi ve dedi ki: Muhakkak ben, onu
vekaletten azlettim." der ve işte o zaman, vekil azledilmiş olur.
Elçinin adil olması
veya olmaması; hür veya köle olması; küçük veya büyük olması —tebliğ yaptığı
takdirde— aynıdır.
Eğer müvekkil, vekile
mektup yazmaz; elçi de yollamaz, fakat iki kişi ona azil haberini söylerse,
—adil olsunlar veya olmasınlar— veya adil bir kişi söylerse; bütün bilginlere
göre, o vekil azledilmiş olur. Vekil ona inansın veya inanmasın fark etmez.
Çünkü, muamelatta tek kişinin haberi makbuldür. Her ne kadar, adil olmasa bile
böyledir.
Şayet, haber veren bir
kişi olur, o da adil olmazsa; eğer vekil ona inanırsa bi'1-icma azledilmiş
olur. Eğer inanmazsa azledilmiş olmaz. Her ne kadar onun haberinin doğruluğu
meyana çıkmış oîsa bile böyledir.
Bu görüş, İmâm Ebû
Hanîfe (R.A.)'nîn görüşüdür.
İmâmeyn'e göre ise,
inanmasa da, haberin doğruluğu meydana çıkınca azledilmiş olur.
Şayet müvekkil, vekili
azleder; o da huzurda bulunmazsa, onu azlettiğine dair şahit edinir.
Azli kendisine haber
verilmeyen vekil, azledilmiş olmaz.
Azlinden sonra ve
bilgisinden önceki tasarrufatı —azledilmeden önce olan, bütün hükümlerde olduğu
gibi— geçerlidir.
İkincisi: Vekaletin,
başkasının hakkına tealluku olmamakda , azletmemin şartlarındandır.
Fakat, vekalet
başkasının hakkına tealluk ederse; o hak sahibinin rızası olmaksızın, onu
azletmek caiz değildir.
Mesela: Müvekkil,
malını rehin bırakır; vakti gelince onu satmaya da birisini vekil eder; rehin
alan şahıs da, o satıştan onu azlederse, işte bu azil makbul olmaz.
Keza, davalı olan zat,
davasına bakmak üzere bir vekil tayin eder; bunun vekaletine, davacı da razı
iken, onun haberi ve rızası olmadan, davalı vekili azlederse, işte bu azil de
makbû! olmaz. Bedâi"de de böyledir.
Bir adam, diğerine,
"kölesini satmasını" emrettikten sonra, onu vekaletten çıkarır; o da
bunu bilmemekte olur ve köleyi satıp ve bedelini alır, o bedeî de onun anında
zayi olur; köle de teslimden önce, ölürse; müşteri, parası için, vekile
müracaat eder. Bu durumda* vekil de amire müracaat eder. Keza, kölenin
efendisi, onu satmış veya mükâtebe yahut müdebber eylemiş veya azad-etmiş olur
vekil de bu halleri bilmez veya köleye bir hak sahibi çıkar yahut kölenin aslen
hür olduğu meydana çıkarsa, vekil, asilden müşterinin parasını alır ve ona
verir.
Bir adanıp
"belirli bir malını sa'tmaya" birisini vekil ettikten sonra, o vekili
vekaletten çıkarmayı isterse; çıkarabilir. Ancak bunun başkasının hakkına
tealluk etmemesi gerekir.
Mesela: Eğer, vekile,
"satmasını ve onun bedelinden borcunu ödemesini" söylemişse; o zaman
azledemez. Zehıyre'de de böyledir.
Bir müvekkil, hasmının
olmadığı bir yerde, vekilini azleylediği zaman, bu vekil ya vekil talibin vekili olur (bu halde matlub
huzurda olmasa bile azl sahih olur.) veya vekil matlubun (= borçlunun) vekili
olur. Bu vekil, alacaklının rızası ile tayin edilmemişse, müvekkil onu
azledebilir. Ve bu azil sahih olur.
Fakat, talibin rızası
ile tayin edilen vekili, o almadan veya azline razı olmadan, müvekkil
azledemez.
Eğer vekil, hakimin
isteği ile, —talibin olmadığı zaman da tayin edilmişse, borçlunun onu hakimin
huzurunda azletmesi sahih olur. Talip hazırda olmasa bile böyledir. Eğer
talibin huzurunda azîeylerse, yine azli sahih olur. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, yolculuğa
çıkmak ister; karısı da, "şayet vaktinde gelmezse kendisi boşamaya"
bir vekil tayin etmesini ister o da öyle yapar; sonra da vekile bir mektup
yazarak: "Seni vekaletten çıkardım." derse; bu azil sahih olur mu?
Nusayr bin Yahya: "Azli sahih olur." buyurmuştur.
Muhammen" bin
Seleme'de: "Azli sahih
olmaz." demiştir.
Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
3) Vekaletin
sona ermesinin şartlarından birisi de müvekkilin (ilmesidir.
Çünkü vekil,
müvekkilin emrile ve onun ehliyyetiyle, vekil oluyor; müvekkilin ölümü ile de
vekaleti son buluyor. Vekil müvekkilinin ölümünü bilsin veya bilmesin bu
böyledir. Bedâi('de de böyledir.
Şayet alacaklı ölür;
borçlu da onun öldüğünü bilmeden, borcunu vekile verirse; borcundan kurtulmuş
olmaz. Bunu vekile ödettirir.
Eğer, alacaklısının
ölümünü bilerek, vekile borcunu öder;, o da vekilin yanında zayi olursa; vekil
onu tazmin etmez.
Satışa vekil olan ve
satış yapan kimsenin vekaleti, müvekkilinin ölümü ile sona ermez. Satışı
caizdir. Bu, bir vefa satışıdır. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.
Bir adam, yara
iddiasında bir şahsı sulha (= anlaşmaya) vekil ettikten sonra, bu müvekkil
ölürse, vekalet geçersiz olur.
Eğer vekil anlaşma
yapmış ise, hassaten kendi malından ödeme yapar.
Şayet müvekkil ölmez
de, alacaklı ölür; vekil de alacaklının varisleri ile anlaşma yaparsa; işte bu
caiz olur. Çünkü, varisler —isteme ve alma hususunda- ölenin yerine kaimdirler.
Mebsût'ta da böyledir.
4) Vekilin,
vekaletten düşme sebebterinden birisi de, müvekkilin aklını oynatması
kaybetmesidir.
Çünkü, bu
durumda amir ehliyetten
düşmüştür. Bedâi'Me de böyledir.
Tecennünün miktarı,
İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, bir aydır. tmâm Muhammed (R. A.)'e göre ise, tam
bir yıldır.
Sahih olanı da budur.
KâtTde de böyledir.
Geçici olan tecennün
hakkında, bir şey söylenmedi.
Bu müvekkilin her saat
vekilini azletmesi üzerine hamledilir. (Talip tarafından yapılan dava vekili gibi...)
Fakat, müvekkilin vekili, azletmesini gerektirmeyen gayr-i lazım bir vekalet
olursa (rehin satışına gözcü tayini gibi...) bu durumda, müvekkilin deli
olmasıyla, vekil, vekaletten düşmez. Fakat, vekil deli olur ve aklı kah gelir,
hak giderse, o takdirde aklı başında iken yaptığı ahş-veriş geçerli olur. Aklı
başında değilken yaptığı alış-veriş geçersiz olur. Vekaleti devam eder ve
azledilmez. el-Asl'da böyle yazılmıştır. Alimler: el-Asl Kitabında: Müvekkilin
rızası şart koşulmuştur. Eğer müvekkil, onun vekaletine razı olmazsa, tasarrufu
geçerli olmaz, Muhıyt'te de böyledir.
5)
Vekaletten azil sebeblerinden birisi de, vekilin irtidad ederek dar-i harbe
iltihalk etmesidir.
Bu, İmam-ı A'zam
(R.A.)'a göre böyledir.
İmâmeyn'e göre vekil,
bu durumda vekaletten düşmez. Şayet müvekkil kadı:tı olur; o da irtidad
ederse; o kadın ölene kadar, vey kadın dar-i harbe gidene kadar, bu vekilin
vekaleti baki kalır. Bu, bi'1-icma böyledir.
Çünkü, kadının irtidat
etmesi tasarrufuna mani değildir. Bedâi"de de böyledir.
Şayet vekil:
"Ben, onun hayatında aldım-sattım, borç ettim." derse, sözü tasdik
edilir. Bütün mes'ele de böyledir. Yalnız, hali hazırda olan malda sözüne
inanılmaz. Havî'de de böyledir.
Eğer vekil: "Bana
verdiğin malı, filaneden aldım." der; o da, kendi karısı olursa; —mal
mevcut olmasa bile— sözüne inanılır. Meb~ sût'ta da böyledir.
Bir adam, birisini,
"şu kadını, bana nikah eyle" diye vekil yapar; o kadın da irtidat
ederek dar-i harbe gider; sonra da esir düşer ve müs-lüman olursa; bu vekilin,
onu müvekkiline nikahlaması caiz olur. Fetâ-vâyi Kâdîhân'da da böyledir.
İki kişi, bir adamı,
"belirli bir cariyeyi, kendilerine satın alması için" vekil ederler;
sonra da o iki müvekkilden birisi, irtidat ederek dar-i harbe gittikten sonra,
vekil, o cariyeyi satın alırsa, yarısı vekile, yarısı da diğer müvekkile ait
olur.
Eğer mürtedin
varisleri: "Sen, bizim adamımız mürted olmadan Önce, satın aldın."
diyerek vekili yalanlarsa, yeminle beraber vekilin sözü geçerli olur.
Şayet vekil mürtedin
parasını nakden almışsa; o zaman varislerin sözü geçerli olur. Her iki taraf da
beyyine ibraz ederlerse; veresenin beyyinesine, itibar edilir.
Şayet vekil:
"Ben,onun dar-i harbe iltihak etmesinden önce satın aldım." der;
varisler de onu yalanlarsa; —malın (karşılığını) kendisine verilmiş olması
halinde— vekilin sözü geçerli olur.
Eğer mal (karşılık)
vekile verilmemişse; varislerin sözü geçerli olur. Şayet mal verilmiş olduğu
halde vekilin veya cariyeyi satan şahsın elinde duruyorsa; yine varislerin sözü
geçerli olur. Mebsût'ta da böyledir.
6)
Müvekkilin aciz olması da, vekaletin sona ermesinin sebeblerin-dendir.
Müvekkilin vekil tayin
etmekten men edilmesi de vekaletin sona ermesinin st ebler-ıdc ırlir.
Şöyleki: Mükatep olan
bir kimsenin veya me'zun bir kimsenin, bir şahsı vekil tayin ettikten sonra,
bunların aciz kalıp; vekil tayin etmekten men edilmeleri gibi... durumlarda,
vekil, —durumu bilsin, bilmesin— vekaletten düşmüş olur.
Müsteşfâda şöyle
zikredilmiştir:
Vekalet aciz sebebiyle
ibtal edilir. Men sebebiyle de geçersiz olur. Eğer vekil alım-satım vekili ise
bu böyledir. Fakat hüküm veya borç ödeme vekili ise, vekalet geçersiz olmaz.
Siracü'l-Yehhae'da da böyledir.
7) tki
ortağın ayrılması da, vekâletin düşme sebeblerindendir.
Her ne kadar, onların
ayrıldığını vekil bilmese bile, bu böyledir. Çünkü, hükmen azi olunmuş olur.
Hükmen azilde de bilgi şart değildir.
Tebyîn'de de böyledir.
8) Vekilin
ölmesi veya deli olması da vekaletten düşmesi demektir.
Şayet , vekil, mürted
olarak dar-i harbe iltihak ederse, tasarrufu caiz olmaz. Ancak, müslüman olarak
geri dönerse, o zaman tasarrufu caiz olur.
Yalnız, dar-i harbe
iltihak etmeden önceki tasarrufu geçerlidir. Bir şartla ki, müslüman olarak
geri gelirse, bekleme işi de sona erer. Hiç irtidat etmemiş gibi muamele
yapılır.
Eğer dar-i harbe
girdiğine hükmedilir; sonra da müslüman olarak geri gelirse; vekaleti avdet
eder mi? İmâm Ebfi Yûsuf (R.A.): "Avdet etmez (= dönmez)"
buyurmuştur.
İmâm Muhammed
(R.A.) ise: "Avdet eder.
{= döner)" buyurmuştur.
Vekil irtidat edip,
dar-i harbe gider; sonra da geri döner ve müslüman olursa, zahirü'r-rivayeye
göre vekaleti avdet eder. Bedâi"de de böyledir.
Bir müslüman, diğer
müslümanı talak'a vekil ettiğinde, bu vekil irtidadt edip dar-i harbe iltihak
eder; sonra da müslüman olarak geri dönerse, vekaleti üzerinedir. Havî'de de
böyledir.
9) Satımına vekil yapılan bir kölenin ölmesi
veya azad edilesi yahut hibe edilmesi müdebber veya mükatep kılınması veya
benzeri bir tasarrufta bulunulması da vekaeletten düşme sebeplerindendir.
Çünkü, mahallinde
tasarruf, helakinden
sonra tasavvur edilemez. Bedâi"de de böyledir.
10) Vekilin vekaletten düşme sebeblerinden birisi
de, müvekkili olduğu şey'in değişmesidir.
Müvekkil, bir şahsı,
filan adamın bahçesindeki, tomurcuklu hurma ağaçlarını almaya veya satmaya
vekil yapsa da, ağaçdaki çiçekler yaş veya kuru hurma haline gelse; alınacak
veya satılacak olanın ismi değişmekle, vekalet batıl olur. Yine böyle hurma
koruğu yaş hurma olsa vekalet batıl oîur.
Korukların bazısı, yaş
hurma olsa bile, yine vekalet batıl olur. Şayet, sözleşmede yaş hurma da var
ise, o zaman vekalet batıl olmaz. Her ne kadar içinde koruk hurma bulunsa bile,
bu böyİedir.
Ancak az bir kısmı,
yaş hurma olsa bile, yine vekalet batıl olur.
Yalnız, iki kür veya
üç kür kadarı yaş hurma olursa, vekalet baki kalır. Yaş hurma, kuru hurma olsa
alımı-satnm hakkında istihsanen vekalet tamamdır.
Yaş üzüm ise, bunun
hilafmadır. Kuru üzüm olunca veya küçük koruk büyüyünce vekalet batıl olmaz.
Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, diğerine
"yumurta almasını" söyler; o da alır ve bu yumurtadan civciv çıkar;
veya "tomurcuk al" dediği halde o kuru hurma alır; veya "üzüm
şırası al." der.de, o sirke veya pekmez alır veya, "süt al."
dediği halde o yağ alırsa, bu vekil, vekaletten çıkmış olur.
İbnü Semâa, İmâm Muhammet!
(R.A.)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
Bir adam, üç gün
muhayyer olmak üzere, yumurta satsa; onun içinden de üç gün içinde, civciv
çıksa,' satış batıl (= geçersiz) olur.
İbnü Semâa, İmâm Ebû
Yûsfu (R.A.)'un şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
Bir adam, diğerine:
"Belirli bir sütün yoğurdunu al." der; vekil de bu yoğurt eskidikten
sonra, onu satın alırsa; müvekkile karşı bu caiz olmaz.
Şayet, "süt
yoğurdu sat." der de o eskir ve vekil onu satarsa, caiz olur. Çünkü
mahallini zayi etmiş olmadı. Maksad satmak ve bedelini almaktı; o da oldu.
Serahsî'nih Muhiytı'nde de böyledir.
Bir zjmrnî, diğer bir
zimmiyi "belirli bir içkiyi almaya" vekil eder; o da sirke alırsa,
işte o, onu alabilir. Havî'de de böyledir.
Keza, bir müslüman,
diğer bir müsîümanı, "belirli bir şırayı almaya" vekil eder; o şıra
da sirke olursa; o, onu alabilir. İçki olsa ne olur?
Bu zikredilmemiştir.
Sahih olan, onu da
almaktır. Mebsût'ta da böyledir.
Bir adam,
diğerine:"Belirli bir sevik satın al." dediğinde vekil, yağ ile
karışık veya zeytin yağı ile bal ile şeker ile karışık sevik alırsa, onu satın
almak amire karşı caiz olmaz. Satışı caiz olur.
Şayet müvekkil vekile:
"Belirli simsim al." der; o da benefsec alırsa; satımı caiz; fakat,
âmire karşı alımı caiz olmaz.
Eğer: "Belirli,
beyaz bir elbise satın al." der; vekil de boyanmış olarak alırsa,
alım-satımı caiz olur; fakat, amire karşı caiz olmaz.
Keza emrederken beyaza
nisbet eylemez fakat işaret ederek, gsöterir; o da başkasını alırsa, amire
karşı alışı caiz olmaz. Muhıyt'te de böyledir.
Amir, birisine belirli
bir taze olarak balık almasını söyler; o adam da, müvekkilin dediğini almaz da
başkasını alırsa, amire karşı caiz
olmaz. Satım caiz olur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Bir kimse,
"kölesini, borcuna karşılık vermeye" bir adamı vekil ettikten sonra,
alacaklısının'izni ile, onu kendisi satarsa,'vekil vekaletten düşmüş olur.
İster, vekil bu hali bislin, isterse bilmesin böyledir. Köle ister, borca bedel
olsun, isterse olmasın yine böyledir. Bu durumda, bu kölenin efendisi borcunun
karşılığını eğer üzerinde borcu varsa öder.
Fakat, efendisi onu
azad ederse, vekil vekaleti üzerine kalır.
Keza, eğer
alacaklısının izniyle, onu mükatebe ederse yine böyledir.
Mükâteb de bağış almak
için, vekil tayin edilir ve bu müktabe kitabet bedelinden aciz olduktan veya
azad edildikten sonra, bağış alırsa, bu caizdir. Yani bağış alabilir. Mebsût'ta
da böyledir.
Ticaretle uğraşan bir
köle, "alım-satım ve başka şeyler için" vekil yapılsa; efendisi de
onu vekaletten çıkarsa; bu —kölenin üzerinde borç olsun veya olmasın— bir şey
değildir.
İki kişinin, bir
mükatebi bulunur, o da, alım-satım veya dava için, bir vekil
tayin ettikten sonra
onlardan birisinin kitabet
bedelini ödemekten aciz kalsa, vekaletine devam etmesi, ikisinin hissesi
hakkında da caiz olur. Mebsût'ta da böyledir. [33]
Bir adam, diğerini
vekil yaptıktan sonra, karısını üç talak boşasa, bu vekil vekaletten azledilmiş
olmaz. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.
Bir adam, diğerine
kölesini satmayı emrettikten sonra, köle de emreden şahıs da ölürler, vekil de
bunu bilmeden köleyi satıp bedelini alır; o da vekilin yanında zayi olursa,
vekil bedelini tazmin eder. Amire de müracaat edemez.
Eğer köle ölür de,
müvekkilin başka hiç terekesi kalmaz ise, müvekkil de ölmüş olur. Muhiyt'te de
böyledir.
Bir harbî, diğer bir
harbîyi dâr-i harbde vekil ettikten sonra, bunların ikisi veya birisi müslüman
olursa, bu vekalet, geçersiz olur. Meb-süt'ta da böyledir.
Vekil vekaleti
reddederse, red edilmiş sayılır.
Bu, müvekkilin onun
reddettiğini bildiği zaman böyledir.
Şayet müvekkil, bunu
bilmiyorsa, bilene kadar, vekil vekildir.
Hatta bir adam,
hazırda bulunmayan birisini vekil eder; o adam da vekaleti reddeder;, müvekkil
de bunu bilmez sonra da, o adam vekaleti kabülederse; kabulü sahih olur ve
vekil olur.
Keza, vekaleti kabul
ettikten sonra, ona, müvekkil: "Vekaleti red-deyle." der; o da:
"Reddeyledim." derse, vekaletten çıkmış olur. Muhıyt'te de böyledir.
Müvekkil, vekaleti
inkar ederek: "Ben, onu vekil yapmadım." derse; bu bir azil olmaz.
Keza: "Şahit
olunuz; ben filanı vekil yapmadım." derse; bu yalandır; vekil azledilmiş
değildir ve vekildir. Bazı alimlerimiz: "Bu mes'elede iki rivayet vardır.
Sahih olanı budur." buyurmuşlardır. Zehiyre'de de böyledir.
Bir baba, sabî
çocuğunun eşyalarını satması için birisini vekil ettikten sonra, bu baba veya
çocuk ölürse, vekil azledilmiş olur.
Eğer baba sabinin
varisi ise, bu İmamlarımızın üçüne göre de böyledir. Hulasa'da da böyledir.
Vekil hiç bir şey
yapmadan önce, sabî bulûğa erişirse, yine vekil vekaletten azledilmiş olur.
Sabinin de babanın da vekili aynıdır. Baba, vekili dava vekili yapar ve ona:
"Her ne zaman azledersem, sen yine benim vekilimsin." derse; bu
vekaletin sıhhatinde ihtilaf edilmiştir. Alimlerin ekserisi: Vekaleti caiz
olur." buyurmuşlardır.
Ebû Zeyd eş-Şurûtî de
böyle söylemiştir. Muhıyt'te de böyledir.
Böyle şartla, vekalete
izin veren kimse, onu vekaleten çıkarmak isterse, (çıkarma lafzında) alimler
ihtilaf eylediler. Bazıları "Ben bütün söylediklerimden geri
döndüm; seni vekaletten
çıkardım." der ve dönüşü sahih olur." demişler;
bazıları ise: "Sen benim vekilimsin." der; bundan sonra da "Seni
vekaletten çıkardım." der; bu durumda, o da vekaletten azledilmiş olur. ve
vekil olamaz." demişlerdir.
Şemsü'1-Eime Serahsî
ise: "Bana göre, esahh olan, müvekkilin seni vekilliklerden
azlettim." demesidir. İşte böylece ta'iik edilmiş geçerli şeylerden dönmüş
olur." buyurmuştur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir adam, şarta bağlı
bir vekil tayin ettikten sonra, o şart vücut bulmadan, o vekili azlederse; İmâm
Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, bu sahih olmaz.
İmam Mu h anını ed
(R.A.)'e göre, bu şahsın azli sahih olur.
Fetva da bunun
üzerinedir.
Şayet bir adam,
diğerine: "Her ne zaman, seni azledersem; sen benim vekilimsin." der;
sonra da "Her ne zaman dönersem, gerçekten sen azledilmişsin." derse;
alimler bunda da ihtilaf eylediler.
Beğenilen görüş:
"Talak ve ıtak, hariç müvekkilin, vekilin huzurunda, onu vekaletten
çıkarmasıdır. Bu durumda müvekkil vekiline: "Seni mutlak vekaletten
azlettim ve muallak vekaletten de döndüm." der.
Fetva da bununla
verilir. Hulasa M a da böyledir.
Boçlü olan zat, dava
için başkasının vekiline karşı bir vekil tayin ettikten sonra talip olmaksızın,
onu vekaletten men eder; veya: "Eğer ikrar- edersen, seni ikrardan
çıkardım." derse, İmam Muhammed (R.A.)'e göre men etmesi sahih olur.
İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'a göre talip (= alacaklı) olmadıkça, onu men etmesi sahih değildir.
SeraJısî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Bir adam, diğerine bin
dirhem verir ve ona, "bir cariye satiri almasını" söyler ve:
"Her ne yaparsan, işte o caizdir." der; vekil de, bu iş için, başka birisini vekil ettikten sonra,
amir birinci vekili azleder; ikinci vekil de bir cairye satın almış olursa,
—ister önceki vekilin azlini bilsin, isterse bilmesin— satın alışı caizdir.
Bedelini, ikinci vekile, birincisi versin veya vermesin fark etmez. Keza şayet
önceki vekil öldükten sonra, ikinci vekil cariyeyi satiri alırsa, müvekkil için
satın almış olur. Eğer müvekkil, ikinci vekili vekaletten çıkarırsa, çıkarması
sahih olur. Önceki vekil, ister sağ olsun, ister ölmüş olsun farketmez.
Şayet Önceki vekil,
azlinden önce, —ikinci vekil satın almadan önce— satın almış olursa, mal
sahibine karşı, satın alışı caiz ve şahindir.
Eğer bundan sonra,
ikinci vekil de, satın alırsa, kendi nefsi için satın almış olur. Önceki
vekilin satın aldığını bilsin veya bilmesin, önceki cariyenin bedelini versin
veya vermesin değişmez.
Şayet, her ikisi de
amir için, bir anda cariye satın alırlarsa, cariyenin ikisi de amirin olur.
Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Müdarıb, bir köle
satın almaya, bîr adamı vekil ederek, ona bedelini de verir; sonra da, mal
sahibi ölür veya tecennün ederse; bilahare de vekil, bir köle satın alırsa, bu
hassaten müdariba ait olur.
Mesela: Mudarib bir
adamı, bir köle satın almaya vekil ederek, ona bedelini de verir, sonra da
müdarebe ortaklıkları bozulur; bundan da, vekilin haberi olmaz ve köleyi satın
alırsa, bu hassaten müdariba ait olur. Serahsfnin Muhıyti'nde de böyledir.
Bir adamın diğerine
borcu olur; sonra da borç sahibi bir adamı vekil ederek, ona mal verir ve o
malı, alacaklıya vermesini söyler, sonra da,
alacaklı alacağını borçluya bağışlarsa;
—vekil bu durumu biliyorsa— aldığını tazmin eder.
Şayet bilmiyorsa, tazminat gerekmez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir adam,
efendisinin veya başkasının yanındaki
emanetini İmaya, birisim vekil eder; efendisi de, o köleyi satar veya
azad eder ahut cariyesi ise, doğum yaparsa, vekil vekaleti üzerinedir. Onun,
Önce ekil tayin eylemesi, vekilin devamlılığına mani değidlir. Mebsût'ta da
öyledir.
Köle olan bir adam,
bir dava vekili veya alım-satım vekili tayin ttikten sonra, bu köle firar
ederse (= kaçarsa), vekil vekaletten düşer.
Eğer, vekil köle ise;
kacsa da vekaleti devam eder. Mebsût'ta da löyledir.
En doğrusunu bilen
Allahu Teala'dır. [34]
Satın almaya vekil
yapılan bir zat, pahalı olan bir kumaşı satın alır, bedelini de belirterek
öder; müvekkili de, buna razı olmaz ve vekile geri verir; o da, vekilin yanında
zayi olursa, vekil onun kıymetini satıcıya öder.
Eğer müvekkil, pahalı
da olsa almasını emrederse; vekil bedeli için müvekkile müracaat eder. Şayet,
bunu emretmemişse, müracaat edemez. Muftıyt'te de böyledir.
Bir adam, diğerine:
"Sen, benim borcumu ödemeye vekilsin, kimi dilersen, sen de onu vekil
yap.'-' der; vekil de böylece başka birisim vekil ederse; birinci vekil,
istediği zaman, iknici vekili vekaletten çıkarır.
Şayet müvekkil:
"Sen, benim borcumu ödemeye vekilimsin ve filanı ida.böylece sen vekil
eyle." derse; bu durumda, birinci vekil, ikinciyi vekaletten çıkaramaz.
Eğer: "Dilersen,
filanı vekil yap." der; o da, onu vekil yapar; o takdirde birinci vekil,
ikinciyi azledebilir. Havî'de de böyledir.
Bir adam, bir köle
satın alır ve onu "filan için aldığına" şahit tutar, o fülan da:
"Ben razıyım." derse; müşterinin, o köleyi ona vermeme hakkı vardır.
Şayet verirse,
bedelini ondan alır. Bu ikisinin arasında alım-satım olmuş olur, Fetâvâyi
Kâdîhân'da da böyledir.
Bir adamın, başka
birisinde bin dirhemi olur ve ona: "Onunla şu köleyi satın al." der;
o da onu satm alırsa, işte bu caizdir.
Şayet, "onunla
belirsiz bir köleyi almasını" söyler; o adam da, bir köle satın aldıktan
sonra ve o köle, emredene verilmeden önce, o adamın yanında ölürse, satın
alanın malı olarak ölmüş olur.
Eğer amir, teslim
almışsa; kendisinin olur.
Bu görüş, İmâm Ebû
Hanîfe (R.A.)'ye aittir. İmâmeyn'e göre me'mur alınca; —ölse de kalsa da— amire
ait olur. Hidâye'de de böyledir.
İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'un şöyle buyurduğu rivayet olunmuştur: Bir adam, satmak üzere, diğerine
dinar verir ve o adam da, kendi dinarlarını .satar ve amirin dinarlarını kendi
nefsi dinarlarına sayarsa, bu caiz olmaz.
Şayet bir adam,
diğerine, "bir elbise alması için" dinar verri; o adanı da, o
elbiseyi kendi şahsî dinarı ile satın alırsa, satm alınan şey amirin olur. Bu
caizdir. Onun dinarı da kendisinin olur. Serahsî'nin Muhıyd'nde de böyledir.
Şayet, başkasının dinarı
ile satın alır da, sonra da müvkekilinin dinarını verirse; satın alınan vekilin
oiur. Müvekkilin dinarını tazmin eder. Hulasa'da da böyledir.
Satın almaya vekil
edilen zat* bir şeyi satın alıp, bedelini şahsi malından öder; satın alınanı da
amire teslim ederek, ondan bedelini alır; sonra da satın alınan şeye, o amirin
elinde iken, bir hak sahibi çıkar; amir
de bedeli için, satın alan şahsa müşteri, satıcıdan onun bedelini almadan önce
müracaat ederse; buna hakkı yoktur.
Eğer amir, onun
bedelini ödememiş ise, vekil onu ondan alır; saucı-dan da, o bedeli geri
alınca, amire geri verir.
Bir adam, diğer bir
adama, "belirli bir bedelle,
bir elbise almasını"emrederek dirhemlerini de öder; vekil de onu
alıp nakden o dirhemleri öder; sonra da satıcı dirhemleri müşteriye geri
vererek: "Bu dirhemler zayıftır." dediğinde, vekil onu yalanlar veya
doğrular; amir ise, onu inkar ederek: "Bunlar benim dirhemlerim
değil." derse; bu durumda vekil, o dirhemleri amire reddeder ve satıcının
sözü geçerli olur. Dinarlar da
böyledir. Fakat, yer böyle değildir. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adamın yanmd,a,
birisinin kölesi bulunur ve köle yanında olan zat, "o köleyi efendisinden
satın almaya" birisini vekil ettikten sonra bu vekil: "Satın aldım ve
bedelini kendi malımdan ödedim." der; müvekkil de buna inanırsa;
müvekkile, "onun bedelini, vekile vermesi" emredilir. Ve onun:
"Ben korkuyorum; kölenin sahibi gelir de, köleyi elimden alır diye."
demesine, iltifat edilmez. Zehıyre'de de böyledir.
Bir adamın nikahının
altında, diğer birisinin cariyesi bulunur ve cariyenin kocası, bir vekil tayin
ederek; "karısını, efendisinden satın almasını" ister;
vekil de onu
satın alırsa; eğer zevcesi
ona cima etmemişse nikahı batıl olur ve mehri kocasından düşer. Çünkü,
bu bir ayrılıktır.
Erkek için, mehir
olduğu cihetten gelmiştir. Bu, efendisinin, "cariyesini vekilin,
müvekkiline nikahlamak için satın aldığını" bildiği zaman böyledir. Şayet,
efendisi, o cariyeyi önce bir başkasına satar; sonra da kocası o cariyeyi o
adamdan satın alırsa; o cariyeye cima etmeden önce, onun önceki efendisine,
kocasının nısıf mehir (== mehrin yansını) vermesi gerekir. Çünkü, ayrılık
kendisi için mehir olan cihetten gelmiyor. İşte bu, efendisi, "müşterinin
vekil olduğunu ikrar, eylediğini ve kocası tarafından vazifelendiğini"
bildiği zaman veya bunu beyyine ile anladığı zaman böyledir.
Şayet onun vekilliğini
bilmez, ancak satın aldıktan sonra vekilin ikrarından bunu anlarsa yemin ile
birlikte satıcının sözü geçerli olur. Aksi takdirde, koca onun vekil olduğunu
belgeler ve isbat eder.
İ3ir adam, diğer bir
adama: "Bir köleye karşılık, filanın kölesini satın al" derse; memur
için, bu vekalet sahih olur.
Şayet vekil o köleyi
satın alırsa; müşterinin kölesi müvekkilinin olur. Ve müvekkil, kölenin
kıymetini vekile öder. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir adam bir köle
satın alır ve o köleyi satın almadan önce veya satın alıktan sonra, "onu
filanın emri ile, onun için aldığına" şahit tutar; sonra da"
gerçekten onu, bir başkası için satın aldığını" söyler ve onun malını
verdiğine şahitlik yapar; bilahare de, ikinci adam gelir, birinci adam gelmezse köle o adama hükmedilir. Birincinin hüccet getirmesi gerekir.
Şayet, o da gelip,
"o kölenin kendisi için alındığını" isbat ederse; köle onun olur. Ve
ona hükmedilir. Keza, önceki adam için, alındığına şahitler bulunurlarsa, yine
böyledir. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, diğerini,
"bir cariye almaya" vekil edip, bedelini de söyler; vekil de satın
alır ve bu köleye bir sahib çıkarsa, vekil tazminatta bulunmaz.
Eğer aldığı cariyenin
hür olduğu açığa çıkarsa; vekil, tazminatta bulunur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da
böyledir.
Bir adam, diğerini
"un almaya" vekil eder ve ona dirhemlerini de verir; bir adam da.
vekile, içinde kireç olan çuvalı gösterince, vekil onu un zanniyle, satın alıp
parasını da verirse işte, vekil o zaman, müvekkilin parasını öder.
Emre muhalif olan
işler —vekil onu bilmese bile— hep böyledir. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam başka
birisini, bir kür buğday almak için, vekil eder, bu vekil onu satın alır ve onu
taşıtmak için, birde deve icarlarsa; şayet müvekkil, onu "ayni şehirde
olan buğdayı almaya" vekil etmişse, kıyasa göre, onun (= vekilin) verdiği
o buğdayı taşıtma ücreti, teberru olur. Ve müvekkiline müracaat edip verdiği
icar parasını isteyemez.
İstihsanda ise,
verdiği icarı müvekkilinden alır. Ve kendisi tazmin eylemez.
Şayet müvekkil,
vekilini —şehir içinden kira-için müvekkiline başvuramaz. Kendisi tazmin eder.
Bu, hem kıyasda hem de istihsanda böyledir.
Eğer amir, vekilini
buğday almaya vekil eder; vekil de bir dirhem bir de dirhemin yarısına (= bir
buçuk dirheme) bir deve kiralarsa; kira icarlayana ait olur.
Eğer, deveyi bir
dirheme kiralar ve amirin emrine göre hareket ederse; kira amire ait olur.
Vekilin ücret için,
buğdayı vermemeye hakkı yoktur. Kirayı vermeden vermemeye hakkı olduğu gibi...
Zehıyre'de de böyledir.
Bir adam, diğerini
belirli bir cariyeyi almaya vekil ettiğinde, vekil onu, kendi nefsi için satın
alıp ona cima ederse; ona, had cezası verilmez. O cariye ve onun çocuğu bu
durumda amirin olmaz.
Bu durumda mehir lazım
olur mu? Bu zikredilmemiştir.
Alimlerimiz: Duruma
bakılır: Eğer vekilin cariyeyi amire teslim etmemesi bedeli içinse, vekil
cariyeye mehir borçlu olmaz." demişlerdir.
Bu görüş, İmâm Ebû
Hanîfe (R.A.)'nin görüşüdür.
İmâm Muhammed (R.A.)'e
göre cariyeye karşı, bedel ve mehir taksim edilir. Eğer mehir efendisinin
hissesine düşerse, bedelden düşülür. Yok cariyenin hissesine düşerse, mehir
cariye için baki kalır. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, diğerini,
"bin dirheme, bir köle satın almaya" vekil eder; vekil de amire
vermek üzere, bir köle satın ahr ve bu köle vekilin yanında ölürse, vekil onun
bedelini, kendisi öder. Sonra da amire müracaat ederek ondan alır.
Eğer köle bin
dirhemden fazla eder ve bu köle —onu, müvekkili azad edene kadar— ölmezse,
müvekkilin azad etmesi sahih olur. Vekil azad ederse, sahih olmaz.
Şayet vekil, köleyi,
müvekkiline vermek üzere, bin dirheme satın alırsa, mes'ele hali üzre kalır.
Vekil bedeli için, amire müracaat edemez. Zira, kendi nefsi için almış sayılır.
Hatta, müvekkil, o
köleyi azad eylese, azadı sahih olmaz. Fakat, vekil azad ederse, azadı sahih
olur. Muhıyt'te d eböyledir.
Bir adam, diğer bir
adamı, "bin dirheme, bir köle almaya" vekil eder; vekil de köleyi bin
dirheme satın alır; fakat onun değeri iki bin dirhem-olursa, bu vekil, üç gün
muhayyerdir. Sonra vekil, müvekkile, beşyüz dirheme kadar müracaat eder ve
ister. Köle ise muhayyerdir. Dilerse vekilin kölesi olur.
Bu, İmâm Muhammed
(R.A.)'in görüşüdür. Kıyasda da böyledir. İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'de aynı
görüştedir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir adam, bir köle
satın alıp parasını —bir adam onu, o köleyi azad etmeye vekil edene kadar
vermese, bu vekil azad edince— o kölenin bedelini —vekil değil de— müvekkil
öder. Serahsî'nin Muhıyti'nde de böyledir.
Müntekâ'daşöyle
zikredilmiştir:
Bişr'iüy İmam Ebû
Yûsuf (R.A.)'dan rivayefettiğine göre:
Bir adam, diğer
birini, sıfatı, cinsi belirli bir köle veya ev yahut bir at almaya, veya emsali
bir şey almaya vekil eder; emreylediği zaman, o vasıfta olan şey, amirin malı
olsa da, onu satmış bulunsa; sonra da onu vekil satın alsa; işte bu caiz olmaz.
Şayet, vekilin malı
olmuş olsaydı; me'mur onu, önce satar, sonra da geri alırsa; işte bu amire
karşı caiz olur. Muhıyi^riiH5o>ledir.
Bir adam, diğerini:
"Filanın kölesini, bin dirheme al." diye vekil eder; vekil satıcıya
gelerek talepte bulununca, o adam da: Ben, o köleyi filana sattım." (yani
müvekkile sattım) der; vekil de: "Kabul eyledim." derse; sahih olan,
vekil fuzulî olmuş olur. Müvekkilin sözleşmesi beklenilir. Muhıyt'te de
böyledir.
Bir adam, cinsini
beyan ettiği, fakat bedelini söylemediği, bir cariyeyi satın almaya, birisini
vekil yapar; müşteri de satın alıp amire yollar; amir de, bu cariyeye cima
ettikten sonra, onu veküe iade eder; vekil
de: "Ben, onu
senin için satın
aldım." derse; vekilin
sözü geçerlidir. Ve neseb de amirdendir. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, diğerine,
kendi malından, bin diremlik buğday satın atmasını söyler, vekil de öyle yapar;
amir bu işi bedelini ödemeye, gücü yetmediği için hakime çıkarırsa, bu durumda
hakim, o. buğdayı satar ve bedelini
me'murun yanında emanet
olarak bırakır. Amire bedelini ödeyene kadar vermez.
Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, diğerine,
"yüz dirhemlik buğdayı almasını" söyler; me'mur da öyle yapar ve yüz
dirhemi öder; sonra da me'mur, satıcıya elli dirhemini vererek fazla buğday
ister ve satıcı da öyle yaparsa; alimler: Önceki alınan yüz dirhemlik buğday,
amirin olur. Sonraki alınan elli dirhemlik buğday da me'murun olur."
demişlerdir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir adam,
diğerini vekil ederek,
"belirli miktarda buğay almasını" söyler;
vekilde alıp müvekkiline
verirse, aslında buğday vekilin olur. Parası ise, müvekkilde
alacak olur. Nihâye'de de böyledir.
Bir adamın, bir yük
eşyası olur ve iki kişiye: 'Hanginiz satarsa, işte o caiz olur." derse;
onlardan hangisi satarsa satsın caiz olur.
Keza: "Şu iki
kişiden hangisi satarsa, caiz." derse; onlardan hangisi satarsa; işte o
caiz olur.
Şayet müvekkil, bir
adama: "Seni buna", veya "Seni bunu satmaya, vekil
eyledim." derse; onlardan hangisi satarsa satsın, istihsanen caiz olur.
Muhiyt'te de böyledir.
Bir adam, diğerine:
"Kim sana şu kölemi satarsa, işte ona izin verdim." derse; bu durumda
ona, kimse vekil olmuş olmaz. Tatarhâ-niyye'de de böyledir.
Bir adam, diğerine:
"Şu köleyi, benim için filana sat." der; o adam da, onu sattıktan
sonra, "emreylediğine satmadım." diye inkar eder ve: "Onu filan
aldı." derse; önceki sözü, vekaletini ikrar olur. Sirâcü'I-Vehhâc'da da böyledir.
Bir adam, diğer
birine: "Onu sat." veya: "Mükateb eyle." yahut: "Azad
eyle." derse; vekil bunun hangisini yaparsa o caiz olur.
Aslolan, bunların hiç
birisinin, —şarta bağlandığı için ve belirsiz şeyde sözleşme caiz olmadığından—
sahih olmamasıdır.
Bunun faydası: Şarta
bağlanan şeye vekil yapsa, bilinmeyen şeyde, sözleşmenin caiz olmamasıdır.
Çünkü fayda vermez.
Bir adam, diğerine:
"Şu veya şu kölemi satmaya vekil ettim." veya: "Şunu veya şunu
nikaylamaya vekil ettim." dese de: "vekil ikisini birden bir bedel
ile saısa veya değişik bedellerle satsa, veya ikisini birden nikahlasa, birinin
satışı veya nikahı caiz olmaz. Çünkü akd meçhule karşı yapılmıştır. Münazaaya
sebeb olur.
Bir kimse, başka bir
şahsı, iki karısından birini boşanmasına veya iki kölesinin birisinin azad
edilmesine, vekil yapar; vekil de ikisini birden boşar veya iki köleyi birden
azat ederse; —bedelli olsun veya bedelsiz olsun,— bunlardan ikisinden biri caiz
olur. Bu durumda müvekkil muhayyerdir. Çünkü,
onlardan birisinin boşanması veya azad edilmesi sahihtir.
Mal mukabili boşamaya
vekalet de böyledir.
Bir adam, diğerini iki
karısından her hangi birisini, mal karşılığı boşamaya, vekil eder; vekil de
ikisini birden bir bedelle veya ayrı ayrı bedellerle boşarsa, denildi ki
"Bunlardan birisinin boşanması sahih olur.
Ve kocaya, hangisinin
olduğunu açıklaması cebredilir." denilmiştir.
Şayet, bir kimse,
"şu veya şu kölemi mükateb yap." diye birisini vekil eder; o da her
ikisini de mükateb ederse, bu caiz olmaz. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
İki kişi, "bir
kölenin azad edildiğine" şehadette bulunsalar; hakim, ithamdan dolayı,
ikisini de reddeder.
Bundan sonra, efendi o
iki şahitten birisini "o köleyi satmaya" vekil eder; o vekil de diğer
arkadaşına satarsa, bu sahih olur.
Köle, müşteriye göre
azad edilmiş olur. Satıcı da bedelini amire Öder. Müşteri bedelinden beri olur.
İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)
ve İmâm Muhammet* (R.A.)'e göre, şayet başka birisine satarsa; sahih olur;
bedelini alır. Köle de azad edilmiş sayılmaz. Şayet satın alan zat, satıcı
bedelini aldıktan sonra, satıcıyı tasdik ederse; beraatı sahih olur. Köle de
azad edilmiş olur. Satıcı kendi malından müşterinin parasını öder. Eğer
müşteri, köleyi teslim
almadan önce, satıcıyı
doğrularsa; müşteri bedelinden berî olur./ Satıcı amirine, o kölenin bedelini
öder. İmâmeyn'e göre bu böyle'dîh Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Vekil köleyi sattıktan
sonra, bu köleyi efendisi öldürürse, satış batıl olur. Çünkü vekil, satış
hakkında naibdir.
Buna göre, efendisi
kölenin elini keserse, müşteri verdiği bedelin yarısını geri alır. Onu, bizzat
kendisi satmış gibi.... '
Dilerse bedelini
tamamen ödeyip köleyi alır. O zaman, kölenin kıymetinin yarısını müşteriye
vekil tazmin eder.
Dilerse, satışı
fesheder. Vekil, amire kölenin yarı kıymetini tazmin eder. Ve artanım da
tasadduk eder. Serahsf nin Muhıytı'nde de böyledir.
Bir adam,
diğerini, kölesini satmaya vekil
ederek onu, bin dirheme satmasını söyler; vekil de onu
satıp, bedelini alarak köleyi nıüşıeriyc ıeslim eder; bundan sonra, müvekkil,müşteri
için bir de ziyade ederse, evde, köle de müşterinin olur. Vekil o fazlalıktan
için beri olur. Bu evin de bir şefi'si
olsa da, o bin
dirhemden, hissesi kadarını
müşteriden alsa, müşteri bu defa, bin dirhemden şefi'ye verdiği kadarını vekilden
geri ister. Vekil de müvekkiline bir şey için müracaat edemez.
Eğer bu köleye bir
sahip çıkarsa; o zaman, vekil kölenin bedelinin tamamı için müvekkile müracaat
eder. Sonra da onun, kölenin hissesi kadarını müşteriye iade eder. Evin
hissesi, vekilde kalır.
Satışa vekil olan zat,
satacağını sattığı zaman, müşteri aldıktan sonra, onu müşteriden kendisi satın
alır; sonra da o satılan şeye bir hak sahibi çıkarsa; vekil, müşteriye müracaat
eder. Sonra da, müşteri vekile başvurur; vekil de müvekkiline, müracaat ederek
sattığı şeyin bedelini alır. Feiâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Satış vekili:
"Tanımadığım kimseye sattım ve onuda tanımıyorum ve sattığımın bedelini
almaya gücüm yetmiyor." derse; kendisinin tazminatta bulunması gerekir.
Satış vekili satılacak
şeyi, "onu, sevdiğine arz etmek için," birisine verir o adam da,
satılacak şeyi alıp kaçar veya onun yanında zayi olursa, onu vekil
tazmin eder. (- öder.)
Hızânetü'I-Müftin'de de böyledir.
Esahh olan budur.
Güvenilir birisine
verirse, vekile tazminat gerekmez. Zahîriyye'de de böyledir.
Bir adam, diğerine bir
çamaşır leğeni verip ona: "Onu satmasını" söyler; vekil de onu kırar
sonra satarsa^ satışı caiz olur; fakat değerinin noksan kalan kısmını amire
öder. Hızânetü'l-Müftfn'de de böyledir.
Bir elbiseyi satmaya
vekil edilen zat şayet elbiseyi temizlikçiye temizletmeye verir, o da
temizlerse, vekil onu amirine tazmin eyler; fakat elbise vekilin eline tekrar
geçerse tazmınatan kurtulur. Hatta bundan sonra o elbise vekilin yanında zayide
olsa yine tazminata bulunmaz. Şayet bundan sonra vekil satarsa satışı caiz
olur. Bedelinin tamamı müvekkilinin olur. Vekil müvekkilinden temizlik
ücretimde alamaz.
Bir adam, diğerine bir
elbise vererek:"Bunu, benim için sat." der; vekil de onu satar da
parasını almaz ve amirle karşılaşınca da: "Elbiseni sattım. Filan adama ve
onun yerine bedelini ben ödeyeceğim." der ve bedeli de öderse; işte bu
fazladan bir iş olur.
Müşteriye müracaat
edip de, ondan elbisenin parasını isteyemez. Şayet: "Seı;;n müfteri de
olan malın benim olmak üzere bedelini ben ödüyorum." derse, caiz olmaz.
Vekil müvekkiline verdiğini geri alır. Müşteriden de elbiseyi alarak, sahibine
teslim eder. Eğer vekil, elbise sahibinin bir yerini, müşteride olan
dirhemlerin karşılığına ve ağırlığına satar, sonra da "bu dirhemleri
filandan olan malına mukabil say." der de, "senin filanda olan, benim
malım." için demezse, işte bu caizdir. Zehıyre'de de böyledir.
Bir cariyeyi satmaya
vekil yapılan zat, o cariyeyi, amirin emri üzere, bin dirheme satar, karşılıklı
teslim tesellüm yapıldıktan sonra da müşteri onu "katibe veya ekmekçi
olmak üzere" aldığım iddia eder veya "bekar olarak aldığını ve onun
bekar olmadığını" iddia eder; satıcı da bunu inkar; amir ise ikrar ederse,
amirin ikrariyle satış bozulmaz.
Şayet müşteri satıcıya,
üç günlük muhayerlik şartı koşmuşsa, bu üç gün içinde, satışı bozabilir.
Satıcı, muhayyerliği
inkar eder de, amir ikrar ederse, hakim bu cariyeyi, amire reddeder ve bedelini
amirden alır.
Şayet müşteri,
cariyeyi teslim almamış ve onu dul bulmuş ve müşteri satıcıya "onun bakire
olmasını" şart koştuğu halde onu dul bulmuş ve: "Dul buldursam, bana
gerekmez" demişse; bu satış bozulmuş olur. Satıcı bu şartı inkar eder,
amir de ikrar ederse; cariye amire hükmo-lunur. Ve müşteri parasını amirden
alır.
Keza, teslim almadan
önce, onun ekmekçi veya katibe olmasını şart koşmuş ve onu öyle bulamamışsa,
ayni şekilde amirden parasını alır ve cariyesini geri verir. Muhıyt'te de
böyledir.
Bir adam, diğerini,
"bir yük metaını satmaya" vekil eylese, vekil de onu satar; müşteri
de görme muhayyerliği üzerine, satıcıya geri verir; amir de: "Bu benim
eşyam değildir." derse; vekilin sözü geçerli olur.
Şayet vekil, ona bir
elbise satar, başka bir şey satmazsa, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre caiz olur.
Imâmeyn'e göre ise bu
satış yüke zarar veriyorsa caiz olmaz. Meb-sût'ta da böyledir.
Vekil bir insana,
müvekkilin emriyle bakır bir ibrik satar; onu da müşteriye vermeyi unutursa,
tazmin eylemez. Zahîriyye'de de böyledir.
Bir adam, diğerine on
dirhem verip, "onu tasadduk etmesini" söyler;- vekil de onu harcar;
sonra da kendi malından amir için, on dirhem ^asadduk ederse; işte bu caiz
olmaz. Bu on dirhemi, amire ödemesi gerekir. Eğer, dirhemler duruyorsa vekilin
onu alıp amirin namına tasadduk etmesi istihsanen caiz olur. O on dirhem, kendi
dirhemleri yerinde olur.
Bir adam, diğerine,
bir miktar mal verir ve "onu tasadduk etmesini" emreder o vekil de,
o malı büyük oğluna tasadduk ederse bi'1-icma caiz olur.
Bir adam,
vekiline, "filan adama,
vekilin yanında bulunan buğdaydan bir kafiz tasadduk etmesini söyier; o
filana da emredip, vekilden bu buğdayı alıp, satmasını söylerse; satış,
müvekkilin emrine kadar ertelenir. Ve,
onu satmaya tayin ettiği vekilin vekaleti sahih olmaz. Çünkü, sadakaya
verdikten sonra, geri almak olmaz. Fetâvâyi Kâdîlıân'da da böyledir.
Bir adam, diğerine:
"Bana infak eyle." der; o da, infak ederse, müracaatı şart koşmamış
olsa bile, amire müracaat eder.
Keza;
"Çocuklarıma infak eyle." der; o da infak ederse, müvekkile
müracaat ederek, onu geri
alır. Her ne kadar müracaatı şart
koşmamış olsa bile bu böyledir.
İbnü Semaa'nm
Nevadiri'nde, İmâm Muhammed (R.A.)'ın şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
Bir adam, ehline
"her ay on dirhem" infak edilmesini, emreder; me'mur da: "İnfak
ettim." der; amir ise, bunu inkar ederse, me'mur, amire yemin verir. Hakim
de amirin "Allah adına; onu her ay ailesie infak ettiğini bilmediği"
hususunda yemin etmesini ister; yemin etmesi halinde amire hükmeylemez.
Muhıyt'te de böyledir.
Borç almaya vekil
edilen şahıs: "Filandan bin dirhem aldım." der; borç veren de:
Gerçekten verdim." der; fakat müvekkil bunu inkar ederse; İmâm Muhammed (R.A.): "Müvekkilinin sözü geçerlidir."
buyurmuştur. İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) ise: "Vekilin sözü geçerlidir."
buyurmuştur.
Bir adam, diğerini,
"kölesini mükateb yapmaya" vekil eder ve mal bedelini almasını
söyler, vekil de: "Gerçekten öyle yaptım." dediği halde, müvekkil
bunu inkar ederse; İmâm-ı Muhammed (R.A.): "Kitabet hakkında, vekilin sözü
dinlenilir. Çünkü, bunda bir menfaat yoktur. Bedeli alma hususunda ise, sözü
dinlenilmez. Çünkü, onda itham olunmalar vardır." buyurmuştur.
Şayet mükateb
yaptıktan sonra, kitabetini isbat eder ve: "Bedelini aldım ve sana
verdim." derse; işte ona inanılır. Çünkü emin kişidir. Serahsî'nin
Muhiytı'nde de böyledir.
Bir hastaya ölüm yakın
olur; o da, bir vekil tayin ederek ona: "Şu dirhemleri götür ve onları
oğluma ve kardeşime ver." desede,
bir açıklama yapmasa; bu adam vekildir ve o paraları varislere vermesi
helal olmaz. O dirhemleri
ancak o adamın borçlarına
verebilir. Hızânetü'l-Müftîn'de
de böyledir.
Müntekâ'da şöyle
zikredilmiştir:
Hasta, vekiline,
"kendisine, borçlu olan adamdan bin dirhem almasını ve onu tasadduk
etmesini" söyler; o adam da onu alsa ve tasadduk eylese; bu istihsanen
caiz olur.
Mualla'da İmâm Ebû
Yûsuf (R.A.)'un şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
Bir kimse, diğer
birisine bir köle vererek, onu azad etmesini söyler; o şahsı da, bu köleyi azad
eylemez; kölenin efendisi sorunca da, inkar eyler ve: "sen, bana köle
vermedin." der; sonra da onu azad ederse; işte bu şekildeki azad, geçerli
değildir. Zahîriyye'de de böyledir.
Bir adam Bel İr e
gitmek ve yük götürmek için hammallar kiralayan bir kimse hammaliara,
"vekilden kiralarım almalarını" söyier; onlarda kiralarını ondan
isterler; vekil de, bunu kabul ederek hammal-lardan bazılarının kirasını verip,
bazılarınkini vermezse; bu hammalların vekile borcu bulunup o da alacağını
ikrar etse bile, yine de kiralarını vermesi vekile cebredilir. Eğer inkar
ederse, hammallar ona Allah adına yemin verirler. Eğer alacağı
yoksa, bu vekil cebredilmez. Hızânetü'l-Müftîn'de de
böyledir.
Bir vekil, vekaletini
kabul etmeden önce: "Allah vekalete la'net eylesin." der; bu-sözü de
müvekkilinin yanında söylerse; vekaletten çıkmış olmaz. Zahîriyye'de de
böyledir.
En doğrusunu bilen
Allahu Teala'dır. Dönüş de O'nadır. [35]
[1] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 7/157.
[2] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 7/157-158.
[3] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 7/158-161.
[4] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 7/161.
[5] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 7/162-165.
[6] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 7/165.
[7] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 7/165-167.
[8] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 7/167-170.
[9] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 7/170.
[10] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 7/172.
[11] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 7/172-176.
[12] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 7/176-184.
[13] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 7/184-203.
[14] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 7/203-217.
[15] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 7/218-243.
[16] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 7/243-245.
[17] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 7/246.
[18] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 7/246-252.
[19] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 7/252-255.
[20] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 7/255-258.
[21] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 7/259-263.
[22] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 7/264.
[23] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 7/264-265.
[24] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 7/266-275.
[25] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 7/276-284.
[26] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 7/284-285.
[27] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 7/285-296.
[28] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 7/296-298.
[29] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 7/298-303.
[30] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 7/303-307.
[31] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 7/307-314.
[32] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 7/315-320.
[33] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 7/321-332.
[34] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 7/332-335.
[35] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 7/336-348.