1- VELÂYİ ATAKA (= AZÂD ETME VELÂSI)
1- Velânın Sebebi, Şartları, Şekli Ve Hükmü
2- Velâya Hak Sahibi Olmak Ve Bununla İlgili Meseleler
Mükâtebin, Mükâtebesinin Şekli:
Müdebberin Müdebberesinin Şekli:
Velâyı Kendine Doğru Çekmenin Şekli:
2- Velâya Müstehak Olan Kimseler
3- VELÂ HAKKINDA ÇEŞİTLİ MESELELER
Velâ: (Lügat'te) Yakınlık,
sahiplik demektir. Şer'î ıstlahta ise, Velâ: Bir efendinin, azâd ettiği köle ve
cariyesi ile olan münâsebeti ve onlar üzerindeki hakkı, demektir. [1]
İki çeşit Velâ vardır:
1-) Velâyi
Ataka;
2-) Velâyi
Müvâlât. [2]
Velâyi Ataka: Mevlâ
ile memlûkü (= efendi ile onun köle veya cariyesi) arasında ıtk (= azâd etme)
neticesi olarak vücûda gelen bir velâ-dan, bir yardımlaşmadan ibarettir ki,
azâd edilen memlûke, bir cinayet (= suç) işlediği takdirde, onun diyetini,
mevlâsi (= azâd etmiş bulunan efendisi) verir. Ve, azâd edilen bu memlûke
vefat ettiği zaman, derece itibariyle ondan önce gelen bir vâris bırakmadığı
takdirde, mirasına mevlâsı nail olur.
Velâyi Ni'met: Velâyi
Ataka ile aynı mânâya gelmektedir. [3]
Velâyi Müvâlât: Nesebi
meçhul olan bir şahsin, başkası ile, şartları dâhilinde akdetmiş olduğu bir
velâdan ve bir yardımlaşma rabıtasından ibarettir.
(Meselâ: Nesebi ma'lum
olmayan bir şahıs, diğer bir kimseye: "Sen, benim velâ'msın; ben bir
cinayet işlersem, diyetini sen verirsin; vefat ettiğim zaman da vârisim
olursun." der; o kimse de bunu kâbûl ederse; bu iki şahıs arasında müvâlât
akdi yapılmış olur. Ayrıca: Velâyi Mevkuf: Azad edeni teayyün etmiyen memlûk
hakkındaki velâ: Velâyi Nâfız: Mu'tıkı (- azâd edeni) ma'lum olan memlûk hakkındaki
velâ; demektir. [4]
Bu babda:
1-) Velâ'nın
Sebebi; Şartları, Şekli ve Hükmü;
2-) Velâya
Hak Sahibi Olmak ve Ona İlhak Olan Şeyler; olmak üzere iki bölüm vardır. [5]
Velâ'nın sübûtunun
sebebi memlûku ıtktır. (= Köle veya cariyeyi azâd etmektir.) Bedâi"de de
böyledir.
Sahih olan da budur.
Muhiyt'te de böyledir.
Itk(= azâd etmek)
ister; efendinin kendi sun'ıyle(- kendi yapması ile) olsun; isterse, bir
akrabasının, bağışlaması, sadaka etmesi, vasiyeti kabul etmesi gibi şerM
şerifin caiz kıldığı bir şekilde (yani kendi sun'unun dışında) olsun, hürriyet
hasıl olur. Yani, bu şekillerin biri ile azâd edilen memlûk hürriyetine
kavuşmuş olur.
Şöyleki: Bir akrabası
ona vâris olur, ve o köleyi, Allah yolunda veya şeytan yolunda azâd ederse
(ister nafile, ister üzerine vacip olmuş olarak veya kati, zıhar, Hâ, nezir
yahut yemin kefaretleri gibi bir sebeple; ister bedelli, ister bedelsiz, ister
şartlı ister şartsız; ister açık sözle; ister kinâyli sözle olsun hepside
birdir ve bu) köle veya câriye azâd olmuş olur.
Keza ıtk, (= azâd
etme) tedbîr ile çocuk doğurmakla da hâsıl olur. Azâd eden veya azâd edilen
şahısların müslüman olmaları; kâfir olmaları; yahut birinin müslüman, diğerinin
kâfir olması müsavidir. Yani bunların azâd etmeleri ve azâd olmaları husule
gelir.
Buna binâen efendi,
ister sağlığında, ister öldükten sonra, bir başkasına, kölesini azâd etmesini,
söylerse yine hürriyet hasıl olur.
Bu durumların hepsinde
azâd olanın velâsi azâd edenindir.
Şayet, bir adam,
diğerine: "Elli dirhem karşılığında, köleni, benim için azâd eyle."
der; o adam da azâd ederse; bu kölenin velâsi, — istihsânen— azâd ettirenindir.
Eğer: "Köleni,
benim için azâd eyle." der ve bedelini söylemez; adam da azâd ederse; İmâm
Ebû Hanîfe (R.A.) ile İmâm Muhammed (R.A.)'ye göre, velâsi yine emredenindir.
Şayet: "Köleni
bin dirheme azâd eyle." der de, "...benden dolayı...' demezse, bu
durumda, kölenin azâd olup-olmaması için, kölenin kabul etmesi beklenir. Eğer
kabule ehliyeti bulunur ve aynı mecliste kabul ederse, azâd edildiği bilinir.
Bu durumda, bedelini
köle kendisi öder; değilse köle olarak kalır.
Bir müslüman, bir
zimmîyi veya bir zimmî, bir müslümanı azâd ederse; —mîras şartı
bulunmadığından— onun dışında, azâd edan, azâd edilenin velâsına sahibdir.
Mirasda, aynı dinde olmak şarttır. Hatta köle olan bir zimmî, efendisinin
ölümünden önce müslüman olur; sonra da efendisi ölürse; ona vâris olur.
Keza, müslüman bir
köleyi azâd eden bir zimmî, müslüman olursa asabe olur.
Şöylekı: O, müslümanin
amcası veya amcasının oğlu olursa, bu zimmî ölenin menzilinde olur ve onun
malına vâris olurlar.
Eğer müslümamn asabesi
yoksa, terekesi beytü'1-mâle verilir.
Müslüman bir köleye,
bir müslüman ile, bir zimmî ortak olduklarında, onu, ikisi de azâd ederler;
sonra da bu köle ölürse; velâsının yarısı müslümamn; diğer yarısı da eğer o
zimmînin müslüman asabasi varsa onundur. Hiç asabası yoksa, yan hissesi
beytü'1-mâle verilir. [6]
Velânın, iki çeşit
şartı vardır:
A-) Azâd
olan, şahsa ve onun evladına ait olan şart;
B-) Sadece,
azâd olunan şahsın evladına ait olun şartlar.
A-) Velânın
tahakkuk edebilmesi için, azâd olan şahsın kendisinin veya oğlunun, nesep
cihetinden asabesi olmaması şarttır.
Eğer, bunların asabesi
varsa, onu azâd eden şahıs, azâd ettiği şahsa vâris olamaz.
B-) Sadece,
azâd olunan şahsın oğluna ait olan şartlar ise şunlardır:
1-) Azâd
edilen şahsın anası, aslen hür olmayacaktır. Eğer anası hür ise, onun oğluna
hiç kimsenin velâ hakkı olmaz. Her ne kadar, babası azâd edilmiş olsa bile bu
böyledir.
Ana da, baba da azâd
edilraişlerse, velâ hususunda çocuk, anaya tâbidir. Ona, anasının efendisinin
velâ hakkı vardır.
2-) Baba
arap olmayacaktır.
Eğer baba arap, ana da
başka kavmden ise, çocuk babaya tâbidir. Bu durumda hiç kimsenin, ona velâ
hakkı yoktur.
3-) Babanın
efendesi arap olmayacaktır.
Şayet öyle olursa,
onun oğluna kimsenin velâ hakkı olmaz. Çünkü onun hükmü, arabm hükmü gibidir.
4-) Çocuğun,
azâd edilmiş olmaması da şarttır.
Eğer öyle olmaz ise,
onun velâsi babasının ve anasının efendisinin değil, bilakis kendisini azâd
edenindir. [7]
Asabelik sebebiyle
vâris olmanın şartının sübûtu ve sebeinin vü-cûbu bulunmalıdır.
Azâd eden veya azâd
olunan şahsın velâ yoluyla, asabeliği sübût bulmalıdır.
Ölenin asabesi,
ashab-ı ferâizi, zevi'l-erhamı bulunsa, durumu değişir.
Azâd olunan veya azâd
eden ölünce, önce, mirası asabelerine verilir.
Şayet asabesi yoksa,
ashab-ı ferâizi de bulunmazsa; azâd eden şahıs zevi'l-erhamdan önce mîras
alır.
Şayet mirasçısı varsa,
velâ sahibine hisse gitmez.
Ashab-ı ferâizin
hisselerinden artarsa, velâ sahibi varken, onlara red yapılmaz; artan şey, velâ
sahibine verilir; kendilerine red hakkı tanınanlar müstesnadır.
Bu, bütün
âlimlerimizin kavlidir.
Azâd edilen zat
öldükten sonra, onun mîrasına —kadın olmamak ve erkek olmak şartıyla, bizzat
azâd olunana asabe olmak ve ölenin ashabı ferâzi olmamaktan başka bir yol
yoktur.
Azâdlığın ibta!
edilmiş olmaması da gerekir, hatta bir adam başı boş kölesini azâd ederse;
(şöyleki: Bir adam, kölesini azâd eder ve onun başım boş olmasını şart koşarsa;
bu şart bâtıldır.) Bütün âlimlerimize göre onun için velâ hakkı vardır. Azâd
eden, herne kadar, "velâ hakkının olmamasını" şart koşmuş olsa bile
hüküm böyledir. [8]
Velâmn hükmü; bir
kimsenin, —vâris olma şartları bulunduğu sürece— azâd olunan bir şahıs ve onun
evladlarınm malına vâris olmasıdır.
Bu şahsın yardım etme
ve korumaya aklının yetmesi de şarttır.
Azâd edilen şahsın
başak asabesi yoksa, melasının, onu nikâhla-maya (- evlendirmeye) velâsının
olması da şarttır. [9]
Bir müslüman, bir
kâfir köleyi mükâtep ettikten, sonra, bu mü-kâtep, müslüman olan bir
cariyesini, mükâtebe eder; sonra da önceki mükâtep, kitabet bedelini ödeyerek
azâd olunursa; onun velâsı —her ne kadar kâfir olsa da— efendisine aittir.
Fakat, onun malına vâris olamaz ve cinayet diyetini ödemez.
Bir câriye de kitabet
bedelini ödeyerek azâd olursa, onun velâsı da kâfir olanın mükâtıbine aittir.
Şayet ölürse, onun mirası, müslüman olan efendiye aittir.
Sâyet bir cinayet
işlerse, onun cinayetinin diyetini müslüman olan efendinin baba tarafından olan
akrabaları öderler. Mebsût'ta da böyledir.
Benî Tağlib
Kabilesinden bir hıristiyan, müslüman olan bir kölesini azâd ettikten sonra,
bu köle ölürse; bu kölenin mirası, müslüman olan akrabalarına aittir. Cinayeti
olursa, —azâd eden herne kadar kâfir ise de onun akrabaları diyetini öderler.
Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, kölesini
peşin olarak bin dirheme mükâtep yapar; o köle de cariyesini ikibin dirheme
mükâtebe yapar; sonra da bu köle efendisini, o ikibin dirhemi almaya —bin
dirhemine karşılık olarak— vekil eder; o da öyle yaparsa; o cariyenin velâsı,
efendisinindir. O, daha önceki kitabet bedelini ödemiş ve azâd olmuş gibidir.
Ticâreti izinli bir
köle, efendisinin izniyle, kendi kölesini mükâtep ettikten sonra, önceki
köleyi, efendisi azâd eder; sonra da mükâtep olan köle, kitabet bedelini ödeyip
azâd olursa; velâsı, —kendisi azâd olunmuş olan kölenin değil— onun
efendisinindir.
Bu mes'ele, şunun
hilâfınadır: Mükâtebin mükâtebi, önceki azâd edildikten sonra borcunu öderse;
—onun kazancında hakkı olması itibariyle— o mülk hikikate inkılap eder. (=
dönüşür)
Bir sabinin, babasının
veya vasisinin izniyle, kölesini mükâftep yapma hakkı vardır. Bir mal
karşılığında onu azâd etme hakkı yoktur.
Eğer mükâtep, kitabet
bedelini sabiye öderse, onun velâsı sabinindir. Çünkü, onun mülkiyetine karşı
azâd edilmiştir. Mebsût'ta da böyledir.
Bir adam, ölmüş
babasının yerine, bir köle azâd ederse, sevabı ölenin olur. O kölenin velâsı
ise, ölenin oğluna aittir.
Güvenceli bir harbî,
müslüman bir köleyi satın alıp onu dâr-i harbe çıkarırsa; İmâm Ebû Hanîtc
(R.A.)'ye göre, o hürdür. Onu çıkaranın velâ hakkı yoktur.
îmâmeyn'e göre, eğer
azâdederse, onun velâsı, azâd eden o şahsındır. Mebsûi'ta da böyledir.
Harbî olan bir şahıs,
harbî olan kölesini dâr-i harbde azâd ederse; ona mevlâ olamaz. Hatta, her
ikiside müslüman olarak dâr-i İslam'a çıksalar; yine, onun için velâ hakkı
yoktur.
Bu, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'in kavlidir. Çünkü, onlara göre, ı'tak sözüyle
azad olunmaz; ancak, onun başını boş kendisini serbest bırakmakla azâd olunur
yani azâdlık o zaman sabit olur. Onun için, velâ hakkı olmaz.
Bir müslüman, müslüman
bir köleyi veya bir zimmîyi dâr-i harbde azâd ederse; onun velâsı, ona aittir.
Çünkü, bi'1-ittifak onu, azâd etmesi caizdir.
Bir müslüman, harbî
olan kölesini, dâr-i harbde azâd ederse; İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre,
velâsbonun olur.
İmâm Ebû Hanîfe
(R'.A.)'ye göre ise, velâsı onun olmaz. Çünkü, bu durumda köle, müslüman
olarak, dâr-i İslâm'a çıkmadıkça, azad edenin, azâd edilene velâsı yoktur.
İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'a göre bu durumda azâd edinin, azâd edilene, veîâsı vardır. Ve eğer,
her ikisi de müslüman olarak çıkarlarsa, onurî malına da vâris olur.
Azâd olunan bir köle,
esir edilirse, bi'1-ittifak, esir alanın kölesi olur.
Buna binâen, bir adam
dâr-i harbden, dâr-i İslâm'a güvenceli olarak çıkıp bir köle satın alır ve onu
azâd ettikten sonra da, o, dâr-i harbe döner ve azâd olunan o köle, bu defa da
kendini azâd eden şahsı esir alır ve onu azad ederse; işte bunların her biri,
diğerinin mevl'ası olur.
Hatta birisi önce ölür
ve nesebinden de vâris bırakmazsa, efendisi ona —irs sebebi mevcud olduğu ve
şartı bulunduğu için— vâris olur.
Keza, bir zimmî, diğer
bir zimmîyi köleliken azâd eder ve azâd olunan da müslüman olduktan sonra, onu
azâd eden zimmî, zimmet ahdini bozarak, dâr-i harbe kaçar ve esir düşer; onu
da, onun azâd eylediği müslüman satın alıp, azâd ederse; bunların da her biri,
diğerinin efendisi olur.
Keza, bir kadm
kölesini azâd ettikten sonra, bu kadın irtidat ederek dâr-i harbe gider; sonra
da esir düşer ve onu, daha önce o kadının azâd eylediği köle sat(& alırsa
işte bu takdirde de kadın onun, o adam da kadının mevlâsı (— efendisi) olur.
Bir adam, irtidat
ederek dâr-i harbe gider; onun da efendisi ölür ve ölmeden ve irtidat etmeden
önce de, o köleyi azâd etmiş olursa; işte o kimse, onun —kadınlar hariç— erkek
mirasçılarına vâris olur. Sonra, o adam geri döner ve malım, vârislerinin
elinde bulursa; efendisinin vârislerinin elinde olanları alamaz:
Keza, efendisi öldüğü
zaman, kendisi dâr-i İslâm'da olsaydı, yine böyle olurdu.
Esed Oğullarından bir
kadın, bir kölesini, irtidad ettikten sonra veya mürtedde olmadan önce, azâd
edip; sonra da, dâr-i harbe gider ve orda da esir edilip, onu Hemedân'dan
birisi —onun, Esed Oğullarından olduğunu bilerek— satın alıp, azâd ederse;
İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un kavline göre, o kadın o adama, —eğer başka varisi
yoksa— vâris olur. Bundan sonra Ya'kub (=
Ebû Yûsuf) bu kavlinden rücû eylemiştir.
İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)
—sonradan— ve İmâm Muhammed (R.A.) bunun aksini buyurmuşlardır. Yâni,
"Hemedanlı, ona vâris olur." demişlerdir.
Bir zimmî, kölesini
azad eder; bu köle de müslüman olduktan . sonra, o zimmî, zimmet ahdini bozup,
dâr-i harbe giderse; bu durumda o köleye, hiç kimse mevâlî olamaz. Çünkü velâ,
—onu azâd ettiği için, her ne kadar harbî olsa bile- onun üzerinde sabittir.
Eğer bir cinayet
işlerse beytü'1-mâl, ondan dolayı diyet ödemez. Diyet, onun kendi malından
ödenir. Çnükü, bir insana velâsı vardır. Beytü'1-mâl, müslümanlardan hiç
kimsesi ve vârisi olmayanın diyetini öder. Mebsût'ta da böyledir.
Bir adamın kölesi, bir
başkasının cariyesini nikâhlar; bu cariyeyi de efendisi azâd eder ve bu
câriye, o köleden hamile kalırsa; kendisi de, karnındaki de azâd olunmuş
olurlar. O çocuğun mevlâsıda, kadının mevlâsıdır; velâ köleye intikal etmez.
Keza, altı aydan önce,
bir doğum veya iki doğum yapsa; mevlâ-lan, kadının mevlâsıdır.
Eğer köle azad
edilirse, çocuğun efendisi, onu azâd eden şahıs olur mu?
— Hayır, yine anasını
azâd edenin olur.
Bu mes'ele, şuna
muhaliftir:
İddet bekleyen, azâd
edilmiş bir kadın, ölüm iddeti veya talâk id-deti beklemekte olur ve iki
seneden az bir müddet içinde de, bir çocuk doğurursa, o çocuk, ananın
efendisinin velâsı olur.
Efendi ölse de, babası
İle oğlu kalsa; azâd ettiği şahsın mirası, İmâra Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre,
oğulun olur. İmâm Muhammed (R.A.)'de aynı görüştedir. Bu kavil, İmâm Ebû Yûsuf
(R.A.)'un da ilk kavlidir. Camio's-Sağîr'de de böyledir.
İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'ye göre, bu kölenin mirası, onu azâd eden şahsın kardeşin değil,
dedesinindir. Çünkü, o asaba yönünden daha yakındır.
Azâd edilen kadının
oğlu da, kardeşinden Önce vâris olur. Eğer, bu kadın bir cinayet işlerse,
kardeşinin baba tarafından akrabaları, onun diyetini öderler. Kâfî'de de
böyledir.
Bir adam, cariyesini
azâd ettikten sonra, hepsi birden denize gar-kolurlar ve önce kimin öldüğü
bilinmezse; hu efendi, o cariyenin hiç bir şeyine vâris olamaz.
Şayet kadının hiç bir
mirasçısı yoksa; onun mirası, efendisinin yakın akrabalarına gider. Mebsût'ta
da böyledir.
Bir adam, kendi
kölesini azâd ettikten sonra, azâd eden zat, geride iki oğul bırakarak ölür;
bilâhare o oğullardan birisi daha ölüp o da bir oğul terkeder; sonra da
azâdedilen köle ölürse,* onun mirasına, onu azâd eden şahsın oğlu vâris olur;
diğer oğlunun oğlu vâris olamaz.
Zira itibar azâd
olunanın azâd vaktinde, azad edenin en yakın ola-nınadır. Yoksa, azâd edenin
öldüğü zamanki vârislerine değildir, Bedâr"de de böyledir.
Şayet o oğlanların
ikisi de ölürler ve birinin bir, diğerinin de iki oğlu kalır; sonra da azad
edilen zat ölürse; ölenin mirası onların arasında taksim edilir. Çünkü,
bunların yakınlık dereceleri aynıdır. Muhıyt'te de böyledir.
Kadınlar için velâ
hakkryoktur. Ancak azad eden kadınların veya azâd olunmuş bulunan bir şahsın,
azâd eylediği kadının veya mükâ-tebenin yahut mükâtebin mükâtebesinin veya
müdebberesinin veyahut da müdebberin müdebberesinin, velâlan vardır.
Şöyle ki: Bir kadın,
kölesini azad ettikten sonra; azad edilen köle ölür ve geride azâd edilmiş bir
kadın bırakırsa; işte bu kadının velâsı onu azâd edeni, azâd edene aittir. [10]
Bir kadın, kölesine:
"Seni, bin dirheme mükâtep yaptım." der; köle de bunu kabul edip
kitabet bedelini de öderse; onun velâsı, onu mükâtebe eden kadına âit olur. [11]
Bir kadın, birini
mükatep ettiğinde; o da cariyesini veya kölesini mükâtebe ederse; onun velâsı,
ilk mükâtebe eden kadına aittir. [12]
Bir kadın, kölesine:
"Sen, benden müdebbersin." veya "Öldükten sonra,
müdebbersin." yahut "Öldüğüm vakit müdebbersin." diyerek veya
benzeri sözler söyleyerek müdebber ettikten sonra, bu kadın irti-dat edip,
dâr-i harbe gider; hâkim de onun ilhakına hükmedip, o müdebberi azad olduktan
sonra bu kadın, tekrar dâr-i İslâm'a gelir ve daha sonra da, o müdebber
ölürse; onun velâsı, o kadınındır. [13]
Bir müdebber, azâd
edildiğine hükmedildikten sonra, bir köle satın alıp, onu müdebber eder;
bilâhare de kendisi ölür; kendisini müdebber kılan kadın da dâr-i harbden,
ister müdebberi ölmeden önce, isterse sonra gelir; sonra da ikinci müdebber
ölürse; işte onun velâsı da müdebbirinin müdebbiresi olan kadına aittir. [14]
Bir kadın, kölesine,
başka birisinin azâd eylediği bir kadını nikâhlar; o kadın da bir çocuk
doğurur; nesebi de o köleden sabit olup, çocuk, anasına tâbi olarak hür olursa;
işte o çocuğun velâsı, anasının efendisinindir. Onun cinayet bedelini efendisi
öder; mirası da ona âit olur.
Şayet, o köleyi, hem
kendisinin hem de çocuğun velâsı için, kendisinin azad olması sebebiyle, azâd
eylemeye çektiğinde kendisini azâd eden şahıs ve sonra da çocuk Ölür ve
babasının azâd eylediği kadın kalırsa; onun velâsı da anasının efendisine
intikal eder.
Kadın köleyi azâd
ettikten sonra; kocası, geride oğul ve kız bırakarak ölür; sonra da kendisini
azâd eden şahıs ölürse; artık onun mirası, yalnız kadının oğluna gider. îster
onu karşılıklı azâd eylesin, isterse karşılıksız azâd eylesin farketmez. Aynî'de
de böyledir.
İki öz bacı,
babalarını satın aldıktan sonra, bu baba, geride asa-be bırakmadan ölürse;
mirasının üçte ikisi, nesep yoluyla, o iki kızın olur. Geride kalan da,
hilafsız onların olur.
O kızlardan birisi,
babasını satın aldıktan sonra, baba ölür, o iki kızından başka da asabe
bırakmazsa; üçte iki hisse nesep yoluyla babalarından kalanı birlikte alırlar.
Velâ sebebiyle de geride kalan üçte bir hisse, babasını satın alanın olur.
Şayet babalarını
beraberce satın aldıktan sonra, onlardan biri ile babası, baba bir kardeşini
satın alırlar) bilâhare de baba ölürse; kalan terekesi, iki kızı ile bir oğluna
ikili-birli taksim edilir.
Çünkü o baba hür
olarak ölmüştür.
Oğlu da, kızları da
hürdürler.
Mîrasi da vela yoluyla
değil karabet (= akrabalık, yakınlık) yoluyla olmuştur.
Bundan sonra da
kardeşleri Ölürse, terekesinin üçte iki hisse nesep, yoluyla kız
kardeşlerinindir.
Geride kalanın yarısı,
kendisini satın alanın —velayet yoluyla olan— hissesidir.
Çünkü, o, onun satın
alması sebebiyle hür olmuştur.
Daha geride kalana da
yine iki bacı —babalarına velaları olduğu için— ortaktırlar.
Bu durum karşısında
babanın hissesi, aralarında yarı yarıya taksim edilmiş olmuş olur. Bu, bütün
malın altıda biridir.
Bu, mes'ele oniki ile
kurulur: îki bacıya, sülüsan (= üçte iki) verilir ki herbirine dört sehim
düşer.
Geride kalanın (yâni
üçte bir olan, dört sehmin) yansını —velâ yoluyla— onu satın alan alır. Üçte
birin yansı olan iki sehmi de yine aralarında taksim ederler. Bu hâlde yedi
hisse birinin; beş hisse de diğerinin olur. Bedâi"de de böyledir.
Bu baba, kızları
tarafından azad edildikten sonra, kendi kölesini azâd eder ve sonra da ölür;
bilâhare de onun azâd eylediği köle ölürse; onun mirası, babayı satın alana
gider. Zehıyre'de de böyledir.
Hemedanli bir kadın,
Esed Oğullarından bir adamla evlenip, ondan bir çocuk doğurduktan sonra, o
kadın bir köleyi azad ederse; velâsı kendisine âit olur.
Çocuk ise, Esed
Oğullarından olan babasına tâbidir.
Kadın ölür; sonra da
azad eylediği köle ölürse, onun mirası Esedî olan oğluna âit olur.
Şayet bir cinayet
işlerse, onun cinayet bedelini Hemedânî olan kadının akrabaları öder; mirası
ise, Esed Oğullarının olur. Tahâvî Şerhi'nde de böyledir.
Azad olunan şahsın
asabesi, azâd edene vâris olamaz; fakat, azâd eden şahsın asabesi, azâd olunan
şahsa vâris olur.
Bir kadın, kölesini
azâd edip, ölür ve geride bir oğul ile kocasını bırakır; sonra da köle ölürse;
bu kölenin mirasına, kadının asabesi olan oğlu sahib olur.
Oğlan da ölür ve
geride —azâd eden kadının kocası olan— babasını bırakır; sonra da azâd edilen
köle ölürse; azâd olunan kadının kocası ona vâris olamaz. Azâd olunan kadının
kocası, oğlunun asabesidir; oğlu da mu'takkanın (= azâd olunan kadının)
asabesidir. Azâd olunan şahsın, asabesinin asebesine mîras yoktur.
Bir adam, kölesini
azad ettikten sonra, o köle, kendi kölesini azâd eder; sonra da ikinci azâd
olunan köle de kendi kölesini azâd eder ve azâd edilen üçüncü köle ölür; en
önceki azâd edenin de asabesi bulunursa, o vâris olur. Bu takdirde, ilk azâd
edenin asebesİ, diğerlerinden daha haklı olmuş olur. Böylece önce azad eden
köle asabeliği kendine çekmiş olur. Çünkü o, ilk azâd eden makamındadır.
Zehıyre'de de böyledir.
Bir adam, malı olduğu
hâlde, geride vâris bırakmadan öldüğünde; bir şahıs, "velâ sebebiyle, onun
vârisi olduğunu" iddia edip; iki de şâhid getirir ve onlar, "onun,
velâ yoluyla vârisi olduğuna" şahitlik ederlerse; bu durumda hâkim,
onların şehâdeti sebebiyle, —mevlâsı onu açıklamadıkça— hüküm vermez.
Mevlâ bir ism-i
müşterektir. Ve, köle azâd eden her efendi mevlâ'-dır. İlk ise, en yukarda olan
mevlânın hakkıdır. Yukarda bir mevlâ olunca, ondan aşağıda olanlar vâris
olamazlar.
Şayet şahitler,
şehâdette bulunup: "Bu iddiacıyı, ölen zat; Ölmeden önce, ikrar eyledi.
Fakat, biz başka vârisinin olup olmadığını bilmeyiz." derlerse; o
takdirde hâkim, müddeî için hükmeder.
Eğer, üâhitler:
"Bu adamın babası, ölenin babasını azâd eyledi. Sonra da azad eden zat
öldü. İşte bu müddeî (— da'vâcı) olan oğlunu bıraktı. Sonra da azad edilen öldü
ve o da oğlunu bıraktı. O oğul da hür bir kadından doğmuştu ve o da öldü."
derlerse; hakim, mîras için, yine müddeîye hükmeder.
Şayet çocuk, hür bir
kadından değil de, bir cariyeden doğmuş olsa; efendisi de onu azad eylemiş
bulunaydi, onun mîrası cariyenin efendisine ait olurdu.
ıŞâyet böyle şehâdette
bulunurlar; fakat: "Biz, bunun babası olduğunu bilmiyoruz."
derlerse; hâkim, onların şehâdetlerini kabul etmez. Çünkü, bunlar velâ
şehâdetini duyguya dayalı yapmışlardır. Velâ'da böyle bir şehâdet makbul
değildir.
Bu, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.) ile İmâm Muhammed (R.A.)'e göre böyledir.
iki kimse, "ben
azâd ettim." diyerek, bir kölenin velâsım iddia ediyorlar ve her birisi de
beyyine ikâme ediyorsa; o kölenin mîrası, ikisine taksim edilir.
Şayet birinin tarihi
daha önce ise, o daha evlâdır. Zira hak birincinindir. Çünkü, münâzâya meydan
kalmadan, onun azadı sabit olmuştur.
Şayet bu hâl, dostluk
velâsında olursa; itibar sonrakinedir. Çünkü ikinci dostluk birinciyi nakzeder.
Bedai"de de böyledir.
Bir adam öldüğünde,
diğer bir şahıs: "Onun babası olduğunu ve onu azad eylediğini" iddia
eder; babasının da başka vârisi bulunmaz ve kardeşinin oğullan gelip, iki de
şahit getirirlerse, onların şehâdetleri kabul edilmez. Çünkü onlar, ced (=
büyük baba) olduğuna şehâdette bulunuyorlar; halbuki diğeri, "babası
olduğunu" iddia ediyor. Mebsût'ta da böyledir,
Bir adam, geride, mal
bırakarak ölür; o mal da komşusunun ya nında olur; başka biri de gelerek,
"ölen zatı, kendisinin azad eylediğini" söyler ve: "Ona, ben
sahibim." der; ölen kimsenin de başka vârisi bulunmazsa; bu adam;
da'vasım isbat eder; malı elinde bulunduran şahıs da aynı iddia ve aynı isbatı
yaparsa; mal ikisinin arasında taksim edilir. Çünkü, her iki taraf da onun azad
olduğunu isbat eylemişlerdir. Zehıyre'de de böyledir.
Bir adam ölür; iki
oğlu ve kızları kalır; bir diğeri de "onun babası olduğunu ve kendisinin
onu satın alıp azâd eylediğini" iddia ederek, "ona sahib
olduğunu" söyler; ölenin oğullan da buna şahitlik yaparlar; başka bir
şahıs da, aynı şekilde iddia da bulunup, o da beyyine ibraz ederse; oğulların
lehinde şahitlik yaptığı şahsa hükmedilir.
Eğer, bir oğulla iki
kız, diğerinin lehine şahitlik yaparlarsa; hâkim müşterek hükmeder.
Bir müslüman; iki
müslüman şahit getirerek, "ölen bir müslü-manı kendisinin azâd
eylediğini" isbat eder; ölen zatın da başka şahidi bulunmaz; bir zimmî de,
iki müslüman şahit ile Vonu, kendisinin azâd eylediğini." iddia eder ve
"ona sahib olduğunu" söyler; ve bu zimmî, vâris bırakmadan ve kâfir
olarak ölmüş olur; azâd edilen şahsımda başka vârisi bulunmazsa; onun mîrası,
ikiye taksim edilir: Yansı müslüman iddiacıya verilir; geri kalan yarısı da
ölen zimmînin müslüman olan asabelerine verilir. Şayet asabesi de yoksa, onun
hissesi beytü'l-mâl'İn olur.
Eğer, bu zimmînin
şahitleri, hristiyan iseler, şehadetleri kabul edilmez. Bu durumda velâ,
müslüman iddiacının olur. Mirasın tamamı da onun olur. Mebsût'ta da böyledir.
Her iki tarafın da
şahitleri zimmî olurlarsa, yine hüküm müslü-mana verilir.
Bir müslümanla,
bir zimmî "sağ
olan bir kölenin,
velâsi hakkında" mahkeme olurlar ve onlardan herbiri; "o
köleyi, kendisinin azad eylediğini" iddia ederek ona mâlik olduklarını
söylerlerse; kimin azad tarihi önce ise, ona hükmedilir.
Her iki taraf da
müslümanlardan şahit dinletseler, yine, tarihi önce olana hükmedilir.
Şayet, zimmînin
şahitleri de, zimmî olur; azad edilen kimse de zimmî olursa; o zaman müslümanın
beyyinesi —her ne kadar zimmînin tarihi önce olsa bile— geçerli olur. Muhıyt'te
de böyledir.
Bir zimmînin yanında,
azâd edilmiş bir köle bulunur; bir müslüman da, iki müslüman şahit dinleterek,
"o kölenin, kendisinin olduğunu" söyler; zimmî de, iki müslüman şahit
dinleterek, "kölenin kendisinin olduğunu" söyler şahitler de
"onun, azâd eylediğini, mülkiyetinin ona âit olduğunu" ifâde
ederlerse; onun velâsı, zimmîye âit olur,
Köle müslüman,
zimmînin şahitleri ise, kâfir olursa; .o köle, müs-iümana hükmedilir.
Şayet müslüman, iki
müslümam şahit gösterir onlar da, "o köleyi, o şahsın müdebber
yaptığına" şahitlik ederler veya "cariyesini, mü-kâtebe
eylediğini" söylerler ve "ondan da, bir çocuğu oldu." derler;
zimmî de, iki müslüman şahit getirir ve onlar, "onu, zimmînin azâd
eylediğini" isbat ederlerse; bu durumda, zimmînin beyyinesi evlâ olur.
Eğer câriye, zimmînin
yanında bulunur ve ondan da bir çocuk doğurmuş olur; bir başkası da, "o
cariyenin, kendisine âit olduğunu; zimmînin, onu zoraki aldığını" iddia
ederek, bu hususta, beyyine de ikâme eder; câriye yanında bulunan şahıs da
"bu cariyenin kendi mülkü, çocuğun da kendisinden olduğunu"
beyyinelerse; çocuk iddiacıya hükmedilir i
Keza, iddia sahibi,
"cariyenin kendine âit olduğunu; onu, yanında bulunduğu şahsa icara
verdiğini" veya "ariyet olarak bıraktığını" yahut
"bağışladığını" söylerse; bu câriye iddia sahibine teslim edilir.
Müddeî, beyyine ibraz
ederek, "o cariyenin kendi —yani yanında olanın— mülkünde doğum
yaptığını" söylerse, bu câriye yanında bulunduğu şahsa hükmedilir.
Keza, câriye yanında
bulunan zat, "onun, kendi cariyesi olduğunu ve onu azâd eylediğini"
beyyineler; iddiacı da "onun, kendi mülkü olduğunu ve kendi mülkünde
doğum yaptığını" beyyinelerse; onun beyyinesi evlâdır. Çünkü, o
hürriyetini isbattir.
Bu beyyineden sonra,
ona cima caiz değildir.
Bununla birlikte,
şahitler, "onun gasbolduğuna" şahitlik yaparlarsa, azad edenin
beyyinesi evlâ olur ve onun velâsma da o sahip olur. Meb-sût'ta da böyledir.
Bir adam, başka
birinden, bir köle satın aldıktan sonra "o köleyi satanın, daha önce, onu
azâd eylediğini" söylerse; bu köle hür olur.
Velâsı bekletilir.
Eğer satan zat inkâr ederse bu böyledir. Eğer satan zat, satın alan şahsı
doğrularsa, velâsı onundur. Müşterinin parasını geri verir.
İki köleden her biri,
diğerini azâd eylediğini söylerse, kölelikten kurtulur; hürriyete ererler.
İster zengin olsunlar; isterse fakir olsunlar; veya biri zengin diğeri fakir
olsun, bir birinin velâsı olurlar.
Bu, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'nin kavlidir. İmâmeyn'in kavline göre ise bu köleler hürdür; fakat
velâları bekletilir.
Bir cariyeye iki kişi
ortak bulunduklarında, bu ortaklardan herbiri, "onun, diğerinden doğum
yaptığına" şahitlik yapar; diğeri de bunu inkâr ederse; o câriye,
ortaklardan hangisi ölürse —inkâr etse bile— onun ümm-ü veledidir.
Bu câriye hür olur ve
velâsi, onların arasında mefkûf olur. Mnhıyt'-te de böyledir.
Bir adama ait olduğu
bilinen bir câriye, başka birisinden doğum yapar; bu cariyenin sahibi de:
"Ben, onu bin dirheme sattım." der; diğeri de: "Hayır, sen onu
bana nikahladın." derse; o çocuk hürdür ve velâsı mevkuftur. Çünkü,
cariyenin efendisi, nefsinden onun velâsını nefyediyor ve: "O, aslen
hürdür." diyor.
Câriye ise, bu durumda
mevkûfedir.
Onlardan hiç birisi,
artık ona cima yapamazlar ve onu işlerinde çalıştıramazlar.
Velâsı da mevkûfedir.
Çünkü, her ikisi de kabul etmiyor ve nefsinden nefyediyor.
Satan şahıs da,
—verdiğine bede^ olarak— çocuğun babasından mehir alır.
Bir adam,
"babasının, sıhhatinde veya hastalığında, kölesini azâd eylediğini; ve
onun başka vârisinin olmadığını" söylerse, bu kölenin velâsı da mevkûfdur.
Bu, kıyâsda böyledir.
Bu iddia sahibi,
babaya karşı istihsânen de doğrulanmaz; fakat, velâ mevkuf olmaz da oğlana âit
olur
İmâm Mnhammed (R.A.),
bu mes'eleyi kitapta yazmamıştır.
Babanın akrabaları, o
kölenin cinayet diyetini öderler mi?
Âlimler bu mes'eleyi
tafsilâtlı olarak ele almışlar ve şöyle buyurmuşlardır:
Eğer, baba ile oğulun,
asabesi birse, (şöyle ki: Onların ikisini de bir adam azad etmiş ve ikisinin de
karmi sağ ise) babanın akrabaları tazminat yaparlar.
Oğulun asabesi,
babadan başka ise (şöyle ki: Babayı bir adam; oğlunu da başka bir adam azad
eylemişse) diyet, eğer —oğlanın başka bir varisi yoksa— mevkûfedir. Başka bir
varisi bulunur ve ikrarım yalanlarsa, İmin Ebi Huîfe (R.A.)'ye göre, o kölenin
hissesini, o alır.
Kimsesiz olan, azad
edilmiş kölenin terekesi beytü'1-mala bırakılır. Cinayeti ise, beytü'l-mâl'den
ödenmez.
Üç kız kardeş,
babalarını satın aldıktan sonra, o kızlardan birisi ölür ve anasının efendisini
mevlâ olarak bırakır; sonra da baba ölürse; iki kızı, onun malının üçte ikisini
farz olarak alırlar. Üçte birin üçte ikisini de velâ yoluyla alırlar. Geride
üçte birinin üçte biri kalır. O da ölen kızın velâ hissesidir ki, o, babasına
avdet eder ve onun da üçte birinin, üçte birinin, üçte biri iki kızın olur.
Üçte birinin üçte birinin üçte biri anasının efendisinin olur. Üçte birin üçte
birinin üçte biri, hesap edilmelidir. Burada mes'ele yirmi yediden kurulur.
Bunun yirmi altı hissesi kızlarındır; bir hissesi de Ölen kızın anasının
efendisine aittir. Hızûeti'l-Müfün'de de böyledir.
En doğrusunu, ancak
Allahu Teâlâ bilir. [15]
Bu babda:
.
1-) Velâyi
Müvâlât'ın Sübûtunun Sebebi; Hükmü; Sebebinin ve Hükmünün Sıfatı;
2-) Velâya
Müstehak Olan Kimse ve Bununla ilgili Mes'eleler; olmak üzere, İki bölüm
vardır. [16]
Sübûtunun Sebebi: îcab
ve kabûdür.
Bu da şu şekilde olur:
Nesebi bilinmeyen bir adam, bir şahsa: "Sen, benim efendimsin. Öldüğüm
zaman, mirasımı alırsın. Cinayet işlersem, fidyesini verirsin." der;
diğeri de "kabul ettim" der.
Veya, ona: "Seni
efendi yaptım." der; diğeri de: "Kabul ettim." der.
Bu şekillerle velâyi
müvâlât sabit olmuş olur.
Taraflar, ister el ele
versinler; ister vermesinler, fark etmez.
Bu, bütün
bilginlerimizin görüşüdür.
Hatta elini tuttufu
hâlde vali kılmasa, bütün âlimlere göre velâsı bekletilir, (yani, bu durumda
velâyi müvâlât gerçekleşmiş olmaz.)
Bir başkasının elini
tuttuğu hâlde, diğer bir şahsı velâyi müvâlât yapsa; sahih olan kavle göre
bi'1-umum bilginlerce, bu velâ sahihdir ve akid yapılmıştır. [17]
Velâyi müvâlât akdeden
taraflardan her ikisi de akıllı olacaktır.
Bu akdi kabul eden
şahsın buluğa erişmiş olması da şarttır. Diğeri —sabî olsa bile— akıljı olursa
yâni aklı ererse, —bu akid caiz olur.
Babası kâfir olan
şahsın, velayeti caiz olmaz.
Her ne kadar çocuğu
müslüman olsa bile, hüküm böyledir. Babasının izin verip vermemesi de
müsavidir.
Bunun için, babası
kâfir olan çocuğun, alim-satim gibi diğer işleri de caiz değildir.
Kabul tarafına
gelince, geçerlilik şarttır.
Hatta, buluğa erişmiş
birisi, bir sabiyi vali kılar; sabide bunu kabul ederse; bu akid mevküfen caiz
olur.
Babası veya vasisi
izin verip razı olurlarsa, akid geçerli sayılır.
Keza bir adam, bir
köleyi vali kılar; o da bunu kabul ederse, beklenir: Şayet kölenin efendisi
razı olursa, akid caiz olur.
Sabî için baba veya
vasî izin verirlerse, velâ sabinin olur. Mükâtebin velâsı da caizdir. Ancak,
velâ hakkı efendisine aittir.
Çünkü mükâtep velâ
ehli değildir.
Velâyi müvâlâtın
şartlarından birisi de, akid yapan şahsın vârisinin olmamasıdır. Yakın
akrabaları olanlar, bu işi yapamazlar. Yapsalar da sahih olmaz.
Şayet karısı veya
kocası varsa, akdi sahihdir. Onların hisseleri verildikten sonra kalanı,
mevlâya verilir.
Bu akdi yapan nesebi
meçhul köle arap olmayacakdır.
Hatta, bir arap, başka
bir kabileden ojan bir arabi vali yapsa; o, onun mevlâsı olmaz.
Fakat bunlar,
aşiretlerine nisbetle, cinayet diyetini öderler.
Keza, arap bir kadın,
başka bir arap kabilesini vali yapsa; bu da caiz olmaz.
Bu akdi yapan köle
arabın mevâlisi de olmayacaktır. Çünkü onun mevlâsı onlardandır. Bedâi" de
de böyledir.
Bu akdi yapan şahıs,
azâd edilmiş de olmayacaktır.
Bu şahıs, başkası tarafından
cinayetinin bedeli ödenmiş bir kimse de olmayacaktır.
Velâyi müvâlâtın
şartlarından birisi de, bu akidde mîras ve diyet şart kılınmış olacaktır.
Sirâcü'I-Vehhâc'da da böyledir.
Her iki taraf da irsi
(= mirası) şart koşarlarsa, bu caiz olur ve ikisi birbirine vâris olurlar.
Kâfî'de de böyledir.
Bu akidde, islâmiyet
şart değildir. Bir müslümanın zimmîyi; bir zimmînin, diğer bir zimmîyi ve
zimrnînin, bir müslümanı vali kılması caizdir.
Bu akidde, erkek olmak
da şart değildir.
Bir erkeğin bir
kadını, bir kadının da bir erkeği vali yapması caizdir.
Bu akdin dâr-i
İslâm'da yapılması da şart değildir.
Bir harbî, müslüman
olduğunda, bir müslüman ile dâr-i harbde veya .dâr-i islamda velâyi müvâlât akdi.
yapabilir. [18]
Velâyi müvâlâtın hükmü:
Bu akdin yapılması ile, nesebi meçhul kölenin ölmesi hâlinde, efendisi ona
vâris olur; bu köle cinayet işleyince de, diyetini efendisinin ödemesi sabit
olur.
Bu hükmün içine, o
kölenin küçük çocjukları da girer; müvâlât akdi yapıldıktan sonra dünyaya
gelen çocukları da girer. [19]
Bu akid, caiz bir
akiddir. Taraflar, bu akidden dolayı taraflar ilzam edilmezler. [20]
Bu akidle efendi olan
bir kimsenin, o köleyi, satması, bağışlaması, tasadduk etmesi, vasiyet etmesi
helâl olmaz. Çünkü, o, mal değildir.
Hatta, bir adam, onu,
bir köle karşılığında satar ve bedel olan köleyi teslim alırsa; o köleyi azâd
etmesi, bâtıl (= geçersiz) olur.
Şayet en aşağıdaki
efendisi satar veya bağışlarsa; bu satış da, bağış da bâtıl olur. Fakat, önceki
velâyi bozar; müvâlât aşağıdakinin olur. Bedâi"de de böyledir.
Bir efendinin, velâsım
onun cinayet bedelini ödememek üzere başkasına nakletme hakkı vardır. Çünkü,
vasiyet gibi, akid de bozulabilir.
Keza, huzurda olmaları
hâlinde, yukarda olan zat, aşağıda olana teberruda bulunabilir.
Eğer aşağıdaki de bir
başkasına aynı şeyi yapacak olursa; önceki akdi, —her ne kadar huzurda olmasa
bile— bozar.
Şayet cinayet vâki
olursa, başkasına havale yapamaz.
Keza, velâsmın
çocuğunu da havale edemez. Çünkü, velâ hükmünde, baba-evlâd tek şahıs
hükmündedirler. [21]
Bir adam, diğer bir
adamın önünde müslüman olup, onunla müvâlât akdi de yaparlarsa, onun çocuğunun
velâsı, babasının mevlâsına aittir.
Keza hâmile bir kadın,
müvâlât akdi yaptıktan sonra, bir çocuk doğurursa; o çocuğun velâsı, babasının
mevlâsına aittir.
Azâd, olunan bunun
hilâfmadır. O kadın, hamile olarak azâd edildikten sonra,
bir çocuk doğurursa,
o- çocuğun mevlâsı anasının mevlâsıdır.
Müslüman olmayan
ana-babanın küçük çocukları bulunur ve baba bir adamın önünde müslüman olup,
onu da kendisine efendi kaldıktan sonra, kadın da, bir adamın önünde müslüman
olup, onu kendisine efendi kılarsa; küçük çocuğun velisi (= mevlası) bil'-icma,
babanın efendisidir.
Zimmî bir kadın,
birinin önünde müslüman olur; onun da küçük bir çocuğu bulunur ve bu kadın o
adamı kendine velî kılarsa; o adam, İmâm Ebû Hamle (R.A.)'ye göre, kadının da,
çocuğunun da mevlâları (= efendileri) olur.
İmâmeyn'e göre ise,
kadının velası, mevlâsmmdır. Fakat çocuğun ve-lâsı onun değildir. Zehîyre'de de
böyledir.
Bir adam, diğer
birinin yanında müslüman olup, onu mevlâ edinir; ve bu şahsın büyük bir oğlu
olur; o da başka birinin yanında müslüman olur ve onu mevîâ edinirse; her
birinin efendisi, kendi efendileridir.
Şayet oğlan müslüman
olur ve kimseyi efendi edinmezse; onun ve-lâsı mevkûfedir. (= bekletilir)
Babasının efendisi, onun da efendisi olamaz. Baba, onun hakkında akid yapamaz.
Kendi akdi onu ilgilendirmez. Muhıyt'te de böyledir.
Bir zimmî, müslüman
olur; kimseyi de velî edinmez; sanra da baş-. ka birisi, o şahsın önünde
müslüman olup, onu velî edinirse, o, onun mevlâsı ( = efendisi) olur.
Bir zimmî, bir
harbînin yanında müslüman olursa; o harbî onun mevlâsı olamaz. Her ne kadar o
harbî de, sonradan müslüman olsa bile, hüküm böyledir. Mebsût'ta da böyledir.
Bir harbî, güvenceli
olarak dâr-i İslâm'a girip, bir adamın yanında müslüman olur ve onu kendine
efendi kılar; sonra da onun babası, güvenceli olarak dâr-i İslam'a girer ve
bir adamın yanında, o da müslüman olursa; bu durumda her birinin mevlâsı, ayrı
ayrı şahıslardır; baba, oğlunun velâsmı kendine çekemez.
Bir harbî, güvenceli
olarak dâri İslâm'a girip, müslüman olur ve bir adamı da velâ edinir; sonra da
bu adamın babası, müslüman olan oğlunun eline esir düşerse; azâd olunur. Çünkü
oğlu, onun velâsmı nefsine çeker. Hatta oğlan azâd olmuş babanın efendisinin
olsa bile hüküm böyledir.
Bir harbî, dâr-i
harbde bir müslüman yanında, müslüman olur ve onu, orada veya dâr-i İslâm'da
efendi edinirse; işte bu caizdir.
Şayet onun oğlu esir
düşer ve azâd edilirse, babası onun velâsını kendi üzerine çekemez.
Eğer bunun aksi olursa
yani baba azâd edelirse, oğlu onun velâsını kendi nefsine çeker.
Bir zirnmî kölesini
azâd ettikten sonra, zimmet akdini bozup, dâr-i harbe gider; sonra da onun,
azâd ettiği adam esir alır ve onu azâd etmek isterse; bunu yapamaz.
Şayet efendisi, onu
ömründe bir gün azâd etmişse, o öldüğü vakit, onun malına vâris olur.
Bundan sonra cinayet
işlerse, diyetini kendi nefsinden öder; efendisi ödemez.
Bazı rivayetlerde:
"Cinayet bedelini de vâris olan öder." denilmiştir.
Sahih olan da budur.
Bir arap hrrıstıyam,
kabilesinin haricinde, birisinin yanında müslüman olur ve onu kendisine efendi
kılarsa; o, onun mevlâsı olamaz. Fakat, aşiretine nisbet edilir. Aslı
onlardandır. Onlar, ona varis olurlar ve cinayetinin bedelini Öderler.
Bu kadın olursa, onun
.hakkında da hüküm böyledir.
Bir adam, birinin
yanında müslüman olur; müslüman olmadan önce de bir efendisi bulunur ve bu
müslümanı kendine efendi kılarsa; velâsı, ikinci müslümamn olur. Müslüman
olduktan sonra, efendi edinince, öncekinin mevlâlık hakkı kalmaz.
Tatarhâniyye'de de böyledir. [22]
Bir adam, yukardan
veya aşağıdan "filân oğlu filanın azâdlası olduğunu" ikrar eder; o
fiJan da onu doğrularsa; o şahıs onun mevlâsı (= efendisi) olur. Cinayet
bedelini öder ve malına vâris olur.
Keza, "filanın
mevle'l-müvâlâtı olduğunu" ikrar eder; oda, onu doğrularsa, onun
mevle'l-müvâlâtı olur.
Şayet ikrar eden
şahsın, büyük çocukları bulunur ve onlar, babalarını yalanlayarak:
"Babamız, filanın mevlâsıdır." derler ve baba nefsini doğrular;
çocukları da kendilerini doğrutarlarsa; —çocukları büyük olduğundan dolayı—
baba, onlara karşı akde mübaşeret edemez.
Bir adam, ümimVl-evlâd
olan bir kadını, mütâtebe ettiğinde, o kadın da: "Ben, filanın
azadhsıyım." der; adam da, onu tasdik ederek: "Ben de, bir başkasının
azadlı kölesiyim. O benim efendimdir." der; o da onu doğrularsa; işte
bunlann her ikisi de tasdik olunurlar. Biri ikrar ederse» çocuğun velâsı,
babanın mevlâsına âit olur. Zemyre'de de böyledir.
Şayet kadını azâd eden
kimse, bir kadınsa; kocası da azâd olunan kadının efendisi ise; bu kadın bir
çocuk doğurduğunda: "Azâd edilişimden beş ay sonra doğdu. Onun mevlâsı,
benim mevlamdır." der; kocası da: "Azad edilişinden altı ay sonra
doğurdun. Onun velîsi, benim mevlamdır." derse; bu durumda kocanın sözü
geçerli olur. Mnhıyt'te de böyledir.
Bir erkek, bir kadının
azâdhsı olur; o kadın da, bir çocuk doğurur ve babası belli olmazsa, onun
velâsı, o kadının mevtasına âit olur.
Keza, kadın,
"efendisinin filan olduğunu ikrar" eder; yanında da habası bilinmeyen
bir çocuk bulunursa; onun ikrarı sahih ve çocuğun velâsı kadının mevlâsınm
olur. Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kavlidir. İmâmeyn ise: "O çocuğun
velâsı, sabit olmaz." buyurmuşlardır. Kâfi'de de böyledir.
Arap olan bir adamın,
bilinmeyen bir karısı olur; o da çocuk doğurduktan sonra, "onun, kendini
azâd den adamdan olduğunu" söyler; o adam da tasdik ederse; bu kadın
kendisi hakkında tasdik olunur; çocuğu hakkında ise tasdik olunmaz. Eğer, o
filan, "onu azâd eylediğini' * yalanlar ve: "O benim
câriyemdir." Ben, onu azâd eylemedım." derse; o, onun cariyesi olur.
Çünkü o, nefisinin ıtakını ikrar eylemişti; sonradan karnında olan hakkındaki
ikrarı doğrulanmaz.
Fakat, çocuk ıtkından
sonra doğmuşsa, o doğrulanır. İmâm Ebû Hamfe (R.A.)'ye göre, bu böyledir. İmâm
Hrâ Yûsuf (R.A.)'a göre, köle iken doğurdu ise, doğrulanmaz. İmâm Muhammed
(R.A.) ise: "Hür olarak söylemiş olur." buyurmuştur. Zehıyre'de de
böyledir.
Bir adam, iddia
ederek: "Beni, filan kadın, azâd eyledi." der; kadın da: "Ben,
seni azâd eylemedım; fakat, sen benim yanımda müs-lüman oldun. Ben de seni
efendi eyledim." derse; işte o adam, o kadının mevlâsı olur.
Eğer o, velâyı ondan
başkasına döndürmek isterse, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'fıin kıyâsında, bu caiz
olmaz.
İmâmeyn'in kıyâsında
ise, kadın, onun, kendi yanında müslüman olduğunu ikrar eder ve onun velâsmı
söyleyerek: "Ben, seni azâd eyledim." derse; o kadının mevlâsı olur.
Velâsmı başkasına
çevirdikten sonra, o adam: "Beni filan azâd eyledi." der; o filan da
bunu inkâr ederek: "Ben, seni tanımıyorum. Ben, seni azâd eylemedım."
Der; sonra da bir başkası "onu, başkasının azâd eylediğini" söylerse;
onun ikran İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre kabul edilmez. Ve ikinci adam, ona
mevlâ olamaz.
İmâmeyn'e göre ise,
onun ikrarı sahih olur ve ikinci adam —onu doğrularsa— onun mevtası olur.
Bir kimse, bir adam,
öldükten sonra, onun oğlunu iddia ederek:
"Ben, onun
babasın! azâd eylemiştim." der; çocuk da, bunu kabul ederse; onun velâsı
sabit olur.
Eğen ölenin çocukları
olur; adam da, onlardan bazılardı iddia eder; onlar da doğrularlarsa,
mevlâları, o adam olur.
Şayet iddia eden iki
kişi olur ve onların bir kısmı birini; diğer kısmı da, diğerini kabul
ederlerse; her şahıs, iddia ve tasdik eylediğinin mev-lâlığını kabul etmiş
olur. Mumyt'te de böyledir.
Bir adam, diğerine
karşı iddia ederek: "Gerçekten beni, o azâd eyledi. Ben, onun kölesi
idim." der; adam da: "Sen, benim kölemsin; dediğin gibi... Fakat ben,
seni azâd eylemedim." derse; bu durumda efendinin sözü geçerlidir.
Eğer köle yemin vermek
isterse, buna hakkı vardır.
Şayet iddia olunan
şahıs: "Sen, aslen hürsün ve kimseye köle olmamışsın. Ben de seni azâd
etmedim." der; diğeride yemin etmesini isterse; buna hakkı yoktur.
Bu, İmâm Ebû Hanîfe
(R.A.)'nin kavlidir. Çünkü ihtilaf, velâ üzerinedir; azâd etme üzerine
değildir. İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre ise, velâda yemin vermek yoktur.
Keza, bir adam, hür
olarak ölen ve bir kız ile mal bırakan birini, iddia ederek: "Ben, ölen bu
şahsı azâd eylemiştim. Malın yarısı -
velâ sebebiyle— benimdir." der; kız da: "Babam hürdü."
derse; velâ üzerine yemin veremez; mal üzerine yemin verir.
İmânıeyıi buna muhaliftir.
Sonra da iddia olunan
kadın, iddiasından döner ve bunu inkâr ederse; işte o adam, ölenin kölesi ve
ölen zatın da onun mevlâsı olduğu anlaşılır. Onun önceki inkârı velâyı nakz
etmiş olamaz. Zehıyre'de de böyledir.
Bir adam, araba mensub
bir şahsa karşı, "Onun mevâlısınden olduğunu" iddia ederek: "O
benim efendimdir. Beni azâd eyledi." der; o arap da huzurda bulunmaz ve
sonra da bu şahıs, başka birini İddia
.ederek, ona, yemin
etmesini teklif ederse; İmâm Ebû Hantfe (R.A.)'ye göre, onun yemin isteme
hakkı yoktur?,
İmâmeyn'e göre ise, bu
iş mevku^afi (Yâni bekletilir.) Eğer, huzurda olmayan zat gelir ve müddeiyi
tasdik ederek onun iddiasmi kabul ederse; ikincinin velâsı sabit olmaz.
Eğer yalanlarsa,
ikincinin velâsı sabit olur. Muhıyt'te de böyledir.
En doğrusunu bilen
Allahu Teâlâ'dır. [23]
[1] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 10/237.
[2] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 10/237.
[3] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 10/237.
[4] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 10/237-238.
[5] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 10/239.
[6] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 10/239-240.
[7] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 10/241.
[8] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 10/241-242.
[9] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 10/242.
[10] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 10/242-247.
[11] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 10/247.
[12] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 10/247.
[13] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 10/247.
[14] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 10/247-248.
[15] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 10/248-255.
[16] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 10/256.
[17] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 10/256-257.
[18] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 10/257-258.
[19] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 10/258.
[20] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 10/259.
[21] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 10/259.
[22] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 10/259-261.
[23] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 10/262-265.