CİMRİLİĞİN KÖTÜLÜĞÜ VE ZARARLARI 1

Cimriliğin Kötülüğü Ve Zararları Hakkında Hadisler. 23

 

CİMRİLİĞİN KÖTÜLÜĞÜ VE ZARARLARI

 

Birinci bölümde Allah yolunda infak etmekte ilgili geçen bütün ayet ve ha­dislerden dolayı ortaya kendiliğinden şöyle bir sonuç çıkmıştır:Allah yolunda harcamanın bu kadar fazilet, fayda ve güzellikleri olduğuna göre, bu hususta ne kadar eksiklik yapılırsa, sayılan bu kazançlar o kadar elde edilemez. İşte bu yeterli bir kötülük ve büyük bir zarardır. Ancak (bununla birlik­te) Allah celte celaluhu ve O'nun yüce Rasûlü sailaiiahu aleyhi veseiiem önemine binaen ve bir uyan olsun diye cimrilik ve malı alıkoymaya karşı özel tehditler buyurmuş­lardır. Bu azab tehditleri Allah'ın bir ihsanı ve Q'nun yüce Rasûlü'nün ümmetine karşı olan son derece şefkatinden dolayıdır. Çünkü o, helak edici bu hastalığa karşı ümmetine özelikle pek çok uyarılarda bulunmuştur. Kur'an ve hadislerde her konu gayet geniş bir şekilde zikredilmiş ve çeşitli ifadelerle her hayrı işleme­ye teşvik ve her kötülükten vazgeçmeye tenbih yapılmıştır. Bunlardan herhangi bir konuyu tam olarak kavramak bile zordur. Öyleyse bu durumda Allah yolunda infakla ilgili birkaç ayet ve hadis yazılmıştır.

1) Mallarınızı Allah yolunda harcayın da kendinizi ellerinizle tehlikeye atmayın.                                                                                           

(Bakara-195)

İZAH: Bu ayeti kerime birinci bölümün ayetler kısmında üçüncü maddede geçmişti. Bu ayeti kerimede insanın Allah yolunda harcamaması, kendi eliyle sndisini tehlikeye atması olarak kabul edilmiştir. Bu konu, daha önce de geniş olarak Sahâbe-i Kiram radıyaiiahu anhumöan nakledilmiştir. Kim kendi helakini ve berbat olmasını ister ki! Ancak mahvoluşun ve perişanlığın sebebinin cimrilik ol­duğunu bilmelerine rağmen bundan sakınan ve malı biriktirip saklamayan kaç kiŞi vardır? Bunun sebebi kalbimizi gaflet perdesi örtmüş olmasından ve kendi ellerimizle kendimizi felaketin içine atmamızdan başka ne olabilir ki?

2) Şeytan sizi fakirlikle korkutur. Ve size kötü şeyi (cimriliği) emreder. Allah ise (mallarınızı O'nun yolunda harcadığınız taktirde) size katından günah bağışlama ve lütuf vaat ediyor. Allahu Teala lütfü geniş olan ve her şeyi bilendir.                                                                                         (Bakara-268)

İZAH: Hz. Abdullah İbni Mes'ud radıyaiiahu anh diyor ki: Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurdu: "İnsanın içinde bir şeytan ve bir melek tasarruf etmek­tedir. Şeytanın tasarrufu, iyilik yapmaktan korkutmaktır (Mesela sadaka verirsen fakir olursun vs. gibi). Bir de hak sözü yalanlamaktır. Meleğin tasarrufu ise iyiliğe karşı vaadler yapmak ve hak sözü tasdik etmektir. Kim onu bulursa (yani iyi şey­lerin düşüncesi kalbine gelirse) bunu Allah'tan bilsin ve O'na şükretsin. Kim de diğerini bulursa (yani kötü düşünceler kalbine gelirse) şeytandan Allah'a sığınsın". Ondan sonra Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem yukarıdaki ayeti kerimeyi okudu.[1]

Yani Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem kendi sözüne destek olarak bu ayeti kerimeyi okumuştur. Bu ayeti kerimede Cenab-ı Hak buyurdu ki: Şeytan fakirlik korkusu verir ve fuhuş ve çirkin sözlere teşvik eder. İşte bu Hakkı yalanlamaktır.Hz. İbni Abbas radıyaiiahu anhuma buyurdu ki: "Bu ayeti kerimede iki şey Allahu Teâlâ tarafından, iki şey de şeytan tarafındandır. Şeytan fakirlik vaad e-der ve kötülüğü emreder. Der ki; <Malını hayra harcama, onu dikkatli kullan ilende ihtiyacın olur>. Allahu Teâlâ günahların mağfiretini vaad eder ve rızkın bolluğunu vaad eder"[2]İmam Gazali rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "<İnsan ilerde ne olacak> düşüncesine kapılmamalıdır. Aksine mademki Allahu Teâlâ rızık sözü vermiştir, öyleyse O'na güvenmeli ve ilerdeki ihtiyaç korkusunun şeytani bir tesir olduğunu bilmelidir. Yu­karıda ki ayette olduğu gibi Şeytan insanın kalbine şöyle bir düşünce koyar; <Eğer sen mal biriktirip bir köşeye koymazsan hasta olduğun ve çalışamaz duruma düş­tüğün veya bir anda bir ihtiyacın ortaya çıktığında zor duruma düşeceksin ve çok darlık ve sıkıntı çekeceksin>. Bu hayallerden dolayı insanı o vakit meşakkat dert ve sıkıntıya sokar. Devamlı bu acıya mübtela kılar. Sonrada <Bu ahmak, gelecek­teki evham ürünü oian sıkıntı korkusundan şu andaki kesin sıkıntıya düşmektedir* diye alay eder"[3] Kesin olan sıkıntı şudur: İnsan mal biriktirme endişesiyle her an perişan olmakta ve gelecekte ne olacak düşüncesi tepesine binmektedir.

3) Allah'ın kendilerine lütfundan verdiği nimetlere karşı cimrilik ya­panlar, bunun kendileri için hayırlı olduğunu zannetmesinler. Bilakis bu onlar için bir serdir. Cimrilik yaptıkları şey kıyamet gününde boyunlarına dolanacaktır (yani yılan şekline getirilip onların boyunlarına asılacaktır). Göklerin ve yerin (ve onların arasında bulunanların) mirası Allah'a aittir. Allah yaptıklarınızdan haberdardır.                                            

(Al-i İmran-180)

İZAH: Sahih-i Buhari'de Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vese/tem'in şöyle buyurdu­ğu nakledilmiştir: "Bir kimseye Allah mal verirde zekatını eda etmezse o mal kı­yamet günü çok zehirli bir yılan şekline sokulur. O yılanın ağzının altında iki nok­ta vardır (bu noktalar onun çok zehirli olduğunun alametidir). O yılan o kişinin boynuna dolanacak ve çenesinin iki tarafından yakalayacaktır ve sonra şöyle diyecektir; <Ben senin malınım ve biriktirdiğin hazineyim> diyecektir". Bundan sonra Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem yukarıdaki ayeti kerimeyi okudu.[4]Bu hadisi şerif zekat verilmemesine karşılık yapılan azap tehditlerini içe­ren beşinci bölümün hadisler kısmında ikinci hadis olarak gelmektedir. Hz. Hasan Basri rahmetuiiahi aleyh buyurdu ki: "Bu ayeti kerime kafirler hakkında ve bir de malını cimriliğinden dolayı Allah yolunda harcamayan mümin hakkında inmiş­tir". İkrime rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "Allah'ın maldaki haklan ödenmediği zaman o mal kıyamet günü çok zehirli yılan şekline girip o kişinin peşine düşecek adam da ondan kaçacak bir yer arayacaktır".Hucr Bin  Beyan radıyallahu anh Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesellem"\r\ şöyle bu-yurduğunu nakletmiştir: "Akrabadan biri kendisine en yakın olan diğer akrabasından, ihtiyacından fazla olan malı yardım olarak istese, o da cimrilik ederek yardım etme­se, o mal kıyamet günü yılan ..şekline sokulup onun boynuna geçirilir". Sonra Ra­sûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem yukarıda geçen ayeti kerimeyi okudu. Bir çok Sahâbe-i Kiram'dan aynı konuda hadisler nakledilmiştir. Mesruk rahmetuiiahi aleyh diyor ki: Bu ayeti kerime, kendisine Allahu Teâlâ mal verdiği halde akrabası hakkında Allah'ın kendisine yüklediği hakları eda etmeyen kimseler hakkında inmiştir. Onun malı yılan şekline sokularak onun boynuna dolandıracaktır. O kişi yılana "Sen beni neden takip ediyorsun?" deyince, yılan, "Ben senin malınım" diyecektir.[5]imam Râzî rahmetuiiahi aleyh Tefsir-i Kebir'de şöyle yazmıştır: "Bu ayetten önceki ayetlerde insanın bizzat canıyla cihada katılması üzerinde durulmuş buna teşvik edilmiştir. Ondan sonra bu ayeti kerimede cihad uğrunda mal sarf etme üzerinde durulmuştur, ve uyarılmıştır. Şöyle ki; cihad için mal sarf etmeyenlerin malı yılan şekline sokulup onların boyunlarına dolanacaktır". Sonra İmam Râzî rahmetuiiahi aleyh geniş bir şekilde bu konunun delillerini ileri sürmüştür. "Bu ayeti kerimede geçen şiddetli azab tehditlerinin nafile sadakaların terkinden dolayı ol­ması zordur. Bu ancak vacib oian sadakanın terkinden dolayı olabilir. Şüphesiz vacip olan harcamanın bir çok kısmı vardır; 1-Kendine ve nafakası kendi üzeri­ne vacip olanlara harcamak, 2-Zekat, 3-Kafirlerin müslümanlara hücum edipte onların can ve mallarını helak etmek istediklerinde bütün zenginlerin ihtiyaca gö­re harcama yapmaları vaciptir. Çünkü bu harcama ile müdafaa ve savunma ya­panlara yardım edilmiş olur. Bu da aslında kendi can ve malını koruma uğrunda harcamak demektir. 4-Darda kalmış kimseye yardım etmek. Bununla onun canı­nın tehlikeye girmesi önlenir. Bütün bu harcamalar vaciptir, yani farzdır.[6]

4) Şüphesiz Allah kibirlenen ve övünen kimseyi sevmez. / Bunlar cimri­lik ederler ve insanlara da cimriliği emrederler. Allah'ın kendilerine lütfundan verdiği nimeti gizlerler. Biz böyle nankörler için alçaltıcı bir azab hazırladık(Nisa-36,37)

İZAH: "İnsanlara cimriliği emrederler"' ifadesi geneldir. İster dille onları teşvik etsin isterse kendi amel ve davranışlarıyla onlara cimriliği öğretsin. Yani onun ame­line bakarak başkaları cimriliğe rağbet ederler demektir. Pek çok hadiste şu ifade geçmektedir: "Kim kötü bir yol seçerse o yaptığı işten sorumlu olduğu gibi ne kadar insan onun yüzünden kötü amel yaptıysa hepsinin günahını da alır. Onların günahından bir şey eksiltilmez". Bu ifade biraz önce geniş bir şekilde anlatılmıştı.Hz. Mücahid rahmetullahi aleyh'den ayette geçen "Kibirlenen ve ö-vünen kimse" ifadesiyle ilgili şu tefsir nakledilmiştir: "Bu Allah'ın kendisine ihsan ettiği şeyleri sayıp sayıp saklayan ve Allah'a şükretmeyen her mütekebbir kimse­dir". Hz. Ebû Said Hudri radıyallahu anh Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem'm şöyle buyurduğunu nakletmiştir: "Kıyamet günü Allahu Teâlâ bütün mahlukatı bir yere toplayınca, Cehennem ateşi o anda yerinden fırlayacak ve şiddetle onlara yöne­lecektir. Cehennem üzerine görevlendirilmiş olan melekler onu durdurmak iste­yince Cehennem, <Rabbimin izzetine yemin oîsun ki ya beni bırakırsınız dostları­mı alırım ya da bütün herkese musallat olurum> diyecektir". Melekler <Senin dost­ların kimlerdir?> diye sorunca Cehennem, <Her büyüklük taslayan zalimdir> diye­cektir. Ondan sonra dilini çıkaracak (hayvanların dillerinin yardımı ile ot yedikleri gibi) her kibirli zalimi seçip toplayarak içine atacaktır. Onları toplayıp içine attıktan sonra geriye çekilecektir. Sonra aynı şekilde tekrar şiddetle ileri çıkarak <Bırakmbeni de dostlarımı alayım> diyecek <Senin dostların kimlerdir?> diye sorulunca <Her gururlu ve nankör> diyecektir. Önceki gibi onları da seçerek toplayacak ve dili vasıtasıyla içine (karnına) atacaktır. Sonra aynı şekilde coşarak ileri atılacak ve dostlarını isteyecektir. <Senin dostların kimlerdir?> diye sorulunca, <Her gu­rurlu ve kendini beğenendir> diyecektir ve onları da seçip toplayarak içine ata­caktır. Ondan sonra insanlar hesaba çekileceklerdir.

Hz. Cabir bin Süleym Hücemi mdıyaiiahu anh diyor ki: Ben Rasûlullah sallallahu aleyhi vese/tem'in yanma gittim. Onunla Medine-i Münevvere'nin bir sokağında yürü­mekteyken görüştüm. Selam verip izar[7] hakkındaki hükmü sordum. Buyurdu ki: "Baldırın yarısına kadar olmalıdır. Eğer sen bu kadar kısa olmasını istemezsen bi­raz daha aşağı uzatırsın. Bunu da istemezsen incik kemiklerinin üstüne kadar uza­tırsın. Eğer bunu da beğenmezsen (daha aşağısı için izin yoktur. Çünkü) Allah ce/fe ceiaiuhu büyüklük taslayan ve gururlanan kimseyi sevmez (elbiseyi topuktan aşağı uzatmak kibirlenmeye girer)". Sonra ben bir kimseye iyilik ve ihsanda bulunmakla ilgili sorunca Peygamber sallallahu aleyhi veseiiem buyurdu ki: "İyiliği küçümseme (do­layısıyla geciktirme). İster bu iyilik bir ip parçası olsun ister bir ayakkabı bağı. Su isteyen birinin kabına su koy. Yolda eziyet veren bir şey varsa onu uzaklaştır. Hatta kendi kardeşinle güler yüzle konuşman yolda gidenlere selam vermen, bunalıma düşmüş birini teselli etmen (bunların hepsi iyilik ve ihsana dahildir). Eğer bir şahıs senin kusurunu açığa vurursa, sen de onun bir başka kusurunu biliyorsan, onu açı­ğa çıkarma. Kusuru gizlemenin sevabı sana verilir. Kusuru açığa çıkarmanın gü­nahı da ona verilir. Hiç kimsenin bilmesinde sakınca görmediğin işi yap. Hiç kimse­nin bilmesini istemediğin işi yapma (zira bu o işin kötü olduğunun alametidir)."Hz. Abdullah İbni Abbas radıyaliahu anhuma diyor ki: Kerdem bin Yezİd rahme­tullahi aleyh ve başkalarından oluşan pek çok insan Ensarın yanına gelirler ve "Bu kadar harcamayın. Biz bunların hepsinin harcanıp sizin fakir düşmenizden kor­kuyoruz. Harcarken elinizi biraz tutunuz. Yarın ne gibi ihtiyaç doğacağı bilinmez" derlerdi. Onları kınamak için (geride geçen) ayeti kerime nazil olmuştur.[8]

5) (Ey Rasulüm) altın ve gümüşü biriktirip Allah yolunda sarf etmeyen­leri can yakıcı bir azabla müjdele. Kıyamet gününde bunlar (altın ve gümüş) Cehennem ateşinde kızdırılır. / Bunlarla, biriktirenlerin alınları, böğürleri ve sırtları dağlanır. Onlara "İşte kendiniz için biriktirdiğiniz şeyler bunlardır. Şimdi biriktirdiklerinizi tadın!" denir.                                                                         (Tevbe-34,35)

İZAH: Alimlerin yazdıklarına göre ayette alın ve diğer uzuvların zikredil­mesinden maksat insanın her tarafıdır. Alınla insanın ön tarafı, böğrü ile sağ ve solu, sırt ile de arka tarafı kastedilmiştir. Demek oluyor ki, bütün beden dağlana-çaktır. Başka bir hadis bunu teyid etmektedir. Orada kişinin yüzünden ayağına kadar dağlanacağı bildirmiştir.Bazı alimler şöyle yazmışlardır: "Bu üç organın özellikle zikredilmesinin sebebi; bunlar en ufak bir acıyı bile çok fazla hissederler". Bazı alimler de bu hu­susta şunu yazmışlardır: "İnsan yüzüyle bir fakiri görünce ona yanını döner, sonra sırtını dönüp gider. Bundan dolayı bu üç âzâya özellikle azab edilir". Bun­dan başka da sebepler zikredilmiştir.[9]Bu ayeti kerimede malın kızdırılıp dağlanacağı konusu geçmekte, 3 numa­ralı ayette ise yılan olup sahibinin peşine düşmesi zikredilmektedir. İki ayet ara­sında hiçbir çelişki yoktur. Çünkü bu iki azab ayrı ayrıdır. Bu konu zekat verme­menin durumunu beyan eden 5.ci bölümün ikinci sırasındaki hadiste gelmektedir.Hz. Abdullah İbni Abbas radıyaiiahu anhuma ve bir çok Sahâbe-i Kiram'a göre bu ayeti kerimedeki biriktirilen maldan kasıt, zekatı verilmeyen maldır. Zekatı verilen mal ise ayette kastedilen biriktirilen mal değildir. Hz. Abdullah îbni Ömer radtyaiiahu anhumaöan nakledilen rivayete göre bu hüküm zekat emri inmeden önceydi. Zekat emri gelince Cenab-ı Hak zekatı eda etmeyi geriye kalan malın temizlenmesine sebep kılmıştır.

Hz. Sevban radıyaiiahu anb diyor ki: Bu ayeti kerime indiği zaman biz Pey­gamber saiiaiiahu aleyhi veseitem ile birlikte bir yolculuktaydık. Bazı Sahabeler "Ya Rasûlallah altın ve gümüşü biriktirmenin akibeti mademki budur. Öyleyse biz en hayırlı şeyi bilelim de onu biriktirelim" dediler. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Allah'ı zikreden dil, şükreden kalp ve ahiret işlerinde devamlı koca­sına yardımcı olan saliha bir hanım".Hz. Ömer mdtyaiiahu anadan rivayete göre bu ayeti kerime nazil olunca o Ra­sûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'ln yanına gitti ve "Bu ayeti kerime insanlara çok ağır ge­liyor" dedi. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem "Allah celie ceiaiuhu geriye kalan malı te­mizlemek için zekatı farz kılmıştır. Miras hükümleri de insanın geriye bıraktığı malda uygulanır. İnsanın saklayacağı en iyi hazine saliha bir hanımdır, ki kocası ona ba­kınca kalbi mesrur olur. Ona emir verince hemen itaat eder. Kocası (yolculuk vs.) gibi durumlarda evden uzaklaşınca kendini {ve kocasının malını) muhafaza eder".Hz. Büreyde radıyaiiahu anh diyor ki: Bu ayeti kerime nazil olunca Sahâbe-i Ki­ram arasında bu ağızdan ağıza dolaşmaya başladı. Hz. Ebû Bekr radıyaiiahu anh Pey­gamber saiiaiiahu aleyhi veseilem'e "Ya Rasûlallah biriktirip hazine edinmek için hangi şey daha hayırlıdır?" diye sorunca Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem "Zikreden bir lisan şükreden bir kalp ve İman konularında yardımcı olan saliha bir hanımdır buyurdu.Hz. Ebû Zer radıyaiiahu anh Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesellem'm şöyle buyur-duğunu naklediyor. "Kim Dinar ve dirhemi[10] veya altın ve gümüş parçalarını yığar da Allah yolunda harcamazsa, borcunu eda etmek için ayırdığı müstesna o mal kıyamet günü kendini dağlayacak olan hazineye dahil olur". Hz. Ebû Umâme radıyaüahu an/?'dan rivayete göre Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Kim altın ve gümüş bırakarak ölürse o kıyamet günü dağlanacaktır. Dağlandıktan sonra ister Cehennem'e gitsin ister bağışlansın."Hz. Ali kerremallahu vechehu Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesellem\r\ şöyle buyur-duğunu naklediliyor: "Allah celie ceiaiuhu Müslümanların zenginlerinin malına, onla­rın fakirlerine yetecek miktarı farz kılmıştır. Fakirlerin açlık ve çıplaklık sıkıntısı an­cak zenginlerin onlara bir şey vermediklerinden dolayıdır. Haberiniz olsun ki, Al-lahu Teâlâ kıyamet günü onların zenginlerini çok çetin bir hesaba çekecek veya şiddetli azab edecektir[11] Kenz-ul Umma! de bu hadis hakkında kelam edilmiş ve Hz. Ebû Hureyre radıyaiiahu antiin rivayet ettiği şu hadis nakledilmiştir: "Eğer Al­lah'ın ilminde zenginlerin zekatı fakirlere yeterli olmaz diye bir şey olsaydı, zekatın dışında onlara yetecek bir şeyi emrederdi. O halde hangi fakir aç ise o zenginlerin zulmünden dolayıdır"[12] Çünkü onlar tam olarak mallarının zekatını ödemiyorlar.Hz. Bilal radıyaiiahu anh'öan şöyle rivayet edilmiştir: Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem ona şöyle buyurdu: "Allah'a fakir olarak kavuş, zengin olarak değil". Bilal radıyaiiahu anh "Bu nasıl olur?" deyince Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem, "Bir yer­den eline bir şeyler geçerse onu gizleyip saklama. İsteyeni reddetme" buyurdu. O "Ya Rasûlallah bu nasıl olur?" deyince Efendimiz saiiaiiahu aleyhi veseiiem, "İşte hüküm budur. Bu olmazsa sonuç Cehennem'dir" buyurdu.[13] Hz. Ebû Zer Gıfari radtyaiiahu anh da, "Para-pul asla saklanılacak bir şey değildir" görünüşünde olan zatlardan biridir. Ona göre; bir dirhem, Cehennem'de vücudun bir defa dağlan­ması, iki dirhem, iki defa dağlanması demektir. Onun çeşitli halleri daha önce geç­mişti. Bu hallerden bazıları 1. bölümün hadisler kısmındaki ilk hadisin açıklama­sında geçmiştir. Şam valisi olan Habib bin Seleme rahmetuiiahi aleyh bir defasında Ebû Zer radıyaiiahu anh'a üç yüz dinar gönderdi ve onları kendi ihtiyaçlarına harca­masını arz etti. Hz. Ebû Zer radıyaiiahu anh onları geri gönderdi ve "Dünyada Allah celie ceiaiuhu hakkında aldatacağın benden başka birini bulamadın mı?" dedi. (Yani bu kadar dünyalığı yanında bulundurmak Allahu Teâlâ'dan gafil olmaktır). Bu da Allah hakkında aldanmaktır. Şöyle ki; insan (dünyaya dalıp) Allah'ın azabından gafil olur. Bu durumu Allah celie ceiaiuhu Kur'an-ı Kerim'in birkaç yerinde şöyle buyurmuştur:"Aldatıcı şeytan sîzi Allah hakkında aldatmasın" (Fatır-5). Bu konu altıncı bölümde­ki dünya ve ahiretle ilgili ayetlerin bulunduğu 38 numarada gelmektedir. Daha sonraHz. Ebû Zer radtyaiiahu anh şöyle buyurdu: "Ben kendimi koruyacağım bir gölge, sü­tüyle geçineceğimiz üç koyun, hizmetiyle bize ihsan edecek olan bir cariye isterim. Bundan fazlası hakkında Allah ceiie ceiaiunu'dan korkarım". Şu söz de ona aittir: "Kı­yamet günü iki dirhemi olan bir dirhemi olana göre daha fazla sıkıntıya düşecektir"[14]Hz. Abdullah bin Sâmit radıyaiiahu anh buyurdu ki: Ben Ebû Zer'in yanınday­dım. Beyt-ül Mardan yevmiyesi geldi. Yanında bulunan cariyesi onunla gerekli eşyaları satın alıp getirdi. Geriye yedi dirhem artmıştı. Ebû Zer radıyaiiahu anh "Bun­ları bozdurup getir (de dağıtalım)" dedi. Ben "Onları yanınızda saklayınız, bir ihti­yaç olabilir. Bir misafir gelebilir" dedim. Buyurdu ki: "Benim sevgili Habibim saiiaiiahu aleyhi veseilem bana kesin olan şöyle bir söz söylemişti; <Bir köşeye konup saklanan altın ve gümüş Allah yolunda harcanmadıkça sahibinin üzerinde ateş alevidir"[15]Hz. Şeddâd rahmetullahi aleyh diyor ki: "Hz. Ebû Zer radıyaiiahu anh Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem den sert bir hüküm işitir, sonra şehir dışına giderdi (çünkü o çoğunlukla sahrada kalırdı). O gittikten sonra o hükümde onun bilmediği bir kolaylık meydana gelirdi. Bundan dolayı o sadece sert olan hükümle amel eder­di"[16] Hz. Ebû Zer radıyaiiahu anh bu konuda çok sert ve şiddetli bir görüşe sahip olduğu doğrudur. Ancak şüphe yok ki zühd ve en yüksek derece onun tuttuğu yoldur. Pek çok din büyükleri bunu beğenmişler ve bu doğrultuda amel etmişler­dir. Tabi ki buna kimse mecbur edilemez ve bununla amel etmeyenin Cehen­nemlik olduğu söylenemez. Güzel nasipli birine Allah ceiie ceiaiuhu lütuf ve kere-miyle tevfik verirse onun kendi arzusu, rızası ve rağbetiyle seçeceği yolda ancak budur. Keşke Allah ceiie ceiaiuhu dünyanın kölesi olan bu kuluna da o yüce za-hidlerdeki güzel sıfatların bir parçasını nasip eylese!Muhakkak Allah herşeye kadirdir

6) O münafıkların yaptıkları hayır-hasenatın kabul edilmesine mani olan şey; sadece Allah'ı ve Peygamberini inkar etmeleri, namaza ancak tembel tembel gelmeleri ve ancak istemeyerek harcamalarıdır. / Onların malları ve çocukları seni imrendirmesin. Allah bunlarla dünya hayatında azab etmeyi ve canlarının kafir olarak çıkmasını diler.                                                                                                    (Tevbe-54,55)

İZAH: Yukarıdaki ayetlerin ilkinde küfrün yanısıra tembel tembel namaz kılmak ve istemeyerek sadaka vermek yapılan hayırların kabul olunmamasında etkili olduğu haber verilmiştir. Namazla ilgili konular bu acizin FezaiM Namaz adlı risalesinde zikredilmiştir. O kitapta Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vese/fem'in şu ir­şadı geçmişti: "Namazı olmayanın İslam'dan payı yoktur". "Namazı olmayanın dini yoktur". "Baş insan için ne kadar gerekliyse namazda din için o kadar gerek­lidir". Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem buyurdu ki: "Kim namazı huşu ve huzû ile güzel bir şekilde kılarsa o namaz son derece parlak ve pırıl pırıl olur ve kendini kılana hayır dualar ederek gider. Kim de onu kötü bir şekilde kılarsa o çirkin bir şekle ve siyah bir renge girer sonra <Beni berbat ettiğin gibi Allah da seni berbat etsin> diye beddua eder. Böyle bir namaz eski bir paçavra şeklinde dürülüp onu kılanın yüzüne vurulur". Bir hadiste Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem şöyle buyur­muştur: "Kıyamet günü önce namazın- sorgulaması yapılacaktır. Eğer o güzel çı­karsa diğer ameller de güzel olacaktır. Eğer o kötü çıkarsa diğer ameller de kötü olacaktır". Başka bir hadiste şöyle buyurulmuştur: "Eğer o kabul olursa diğer ameller de kabul olunur. Eğer o red olunursa diğer ameller de red olunur"[17]Bundan sonra ayeti kerimede istemeyerek sadaka vermek zikredilmiştir. Şu açıktır ki istemeyerek sadaka vermek nasıl kabule şâyân olabilir ki? Ancak eğer0 zekat gibi farz olan bir sadaka ise istemeyerek verilse bile farz görevi yerine geti­rilmiş olur. Bundan dolayı Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem den zekatın eda edilme­siyle ilgili rivayetlerin pek çok yerinde "Gönül hoşluğu ile[18]Her sene onu isteyerek verir[19] ve buna benzer ifadeler zikredilmiştir. Bütün bunlardan maksat şudur: Zekat son derece gönül hoşluğu ile verilmelidir, ki far­zın eda edilmesinin yanında ecir ve sevap kazanılıp, bunun neticesinde Allah'ın ihsan ve ikramı elde edilmiş olsun. Ebû Davud'un bir rivayetinde Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem şöyle buyurmuştur: "Kim zekatı sevap niyetiyle verirse, ona onun ecri verilir. Kim de zekatı vermezse biz onu, ondan mutlaka alırız". Bazı ri­vayetlerde zekatın yanında cezasının da alınacağını yani zekat verilmemesi du­rumunda zekatla birlikte cezasının da alınacağı beyan edilmiştir.Hz. Cafer bin Muhammed rahmetullahi aleyhin anlattığına göre kendisi Emîr'ül Mü'minin Ebû Cafer Mansûr rahmetullahi aieyti'm yanına gitti. Orada Hz. Zübeyr radıyaiiahu anh'in evlatlarından bir şahıs bulunuyordu. Mansûr'a bir ihtiyacının oldu­ğunu arz etmişti. Mansûr onun talebi üzerine ona bir şeyler verilmesini emretmişti. Ancak bu miktar Zübeyr evladından olan zata göre azdı. Nitekim bu şikayetini Man­sûr'a arz edince Mansûr öfkelendi. Hz. Cafer rahmetullahi aleyh şöyle buyurdu: "Bana babam ve dedem vasıtasıyla Rasûlullah saiiaitahu aleyhi vese//em'in şu hadisi ulaştı; <Bir bağış gönüllü olarak verilirse, o hem veren hem de alan için bereketli olur>". Mansûr bu hadisi duyar duymaz: "Allah'a yemin olsun ki verirken gönlüm yoktu. Ama senin söylediğin hadisi duyunca bende istek ve arzu meydana geldi" dedi. Sonra Hz. Cafer rahmetuiiahi aleyh Zübeyr evladından olan o şahsa dönerek, "Bana babam ve dedem vasiyetiyle Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vese//em'in şöyle buyurduğu u-laştı; <Kim az olan rızkı azımsarsa, Allah ceiie ceiaiuhu onu çoğundan mahrum eder>". Zübeyr evladından olan o zat dedi ki: "Allah'a yemin olsun ki önce bu bağış bana göre azdı. Senin bu hadisini dinledikten sonra bana çok gelmeye başladı". Bu kıs­sayı nakleden Süfyan bin Uyeyre rahmetuiiahi aleyh diyor ki: Ben o Zübeyr evladından olan zata, "Mansûr'un sana verdiği miktar ne kadardı?" diye sordum. Dedi ki: "Ver­diğinde çok azdı. Ama bana ulaştıktan sonra Allahu Teâlâ ona öyle bereket ve ka­zanç nasip etti ki, o para 50 bine ulaştı". Süfyan rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "Bu insan­lar (Ehli Beyt'ten Hz. Cafer rahmetuiiahi aleyh ve onun büyükleri) nereye gittilerse oraya yağmur gibi fayda ve kazanç götürdüler"[20] Bu sözün maksadı şudur: Cafer rahmetui-lahi aleyh orada iki hadis söyleyerek her iki tarafı mutmain ve memnun etmiştir. Aynı şekilde bu yüce zatlar ulaştıkları her yere maddi ve manevi yönden yararlı olmaktan geri durmazlardı. Bir de o zamanın devlet adamlarındaki bu vasıf imrenilmeye la­yıktır; Devlet başkanı olmasına rağmen Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vese/fem'in hadislerini duyunca, onların önünde baş eğmek ve teslim olmak o devrin genel durumu idi.Bundan sonra ayeti kerimede çoluk-çocuğun ve malın dünyadaki azabın sebebi oldukları bildirilmiştir. Bu şeylerin dünyada sıkıntı ve zahmet sebebi ol­dukları açıktır. Bazen çocukların hastalanmaları, bazen onların başına gelen mu­sibetler, bazen onların vefatına üzüntü ve hasret... Bütün bunlar bir müslümanın da başına gelir. Ancak müslümana dünya da gelen her sıkıntı ahirette ecir ve sevaba vesiledir. Bundan dolayı o sıkıntı sayılmaz. Çünkü o sıkıntı, sıkıntı değil bilakis rahatlıktır. Bunun karşılığında ondan kat kat ziyadesiyle rahatlık nasip olacaktır. Bir adamın dünyada çektiği musibetlerin eğer ahirette karşılığı yoksa onun için dünya azaptan başka bir şey değildir.İbni Zeyd rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "Bu şeylerin (yani mal ve evladın) dün­yada azab olmasından kasıt musibetlerdir. İnanmayanlar için bunlar azaptır. Mü'minler içinse sevap kazandıran şeylerdir.

7) Sakın eli boynuna kelepçelenmiş gibi cimri olma. İsrafa dalarak da elini tamamen açma. Sonra kınanır açıkta kalırsın. / Şüphesiz ki Rabbin kutlarından dilediğinin rızkını genişletir, dilediğini kısar. Muhakkak ki O, kullarından haberdardır ve onları görür.                                                                   (İsra-29,30)

İZAH: Kur'an-ı Kerim'in bu bölümünde çok geniş olarak muaşeret adabı üze­rinde tenbih ve uyanlar yapılmıştır. Ayeti kerimede ise (onlardan biri olan) cimrilik ve israf konusunda uyan yapılarak bir bakıma İtidal ve orta yoliu olmaya teşvik edil­miştir. Bazı rivayetlerde geçtiğine göre bir adam Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vese/fem'den bir şeyler istedi. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem, "Şu anda hiçbir şey yok" dedi. Adam "Üzerinizde giydiğiniz gömleği veriniz" dedi, Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem üzerin­deki gömleği çıkarıp ona verdi. Bunun üzerine yukarıda ki ayeti kerime nazil oldu. Hz. ibni Abbas radıyaiiahu anhuma buyurdu ki: "Bu ayeti kerime ev harcama­ları hakkında inmiştir. Şöyle ki; ne onda cimrilik yapılmalı ne de aşırı harcanmalı­dır. Orta yollu olunmalıdır". Çeşitli rivayetlerde Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur: "Orta yollu harcayan muhtaç duruma düşmez."Ayeti kerimenin sonunda "Herkesin mâlî (ekonomik) yönden eşit olması gerekir" gibi ahmakça bir görüş reddedilmiştir. Zira bu durum sadece Allahu Teâlâ'nın kudret elindedir. Dilediği kimseye bolluk verir, dilediği kimseye darlık verir. Ancak O, kulların haline vakıf olan ve onlar için elverişli olanı en iyi bilendir.Hz. Hasan radıyaiiahu anh buyurdu ki: "Allah ceiie ceiaiuhu kulların halinden ha­berdardır. Kimin serveti olmasını hayırlı görürse ona servet verir. Kimin darlık içinde olmasını faydalı görürse ona darlık verir". Nitekim Kur'an-ı Kerim'in bir başka yerinde şöyle buyurulmuştur:"Eğer Allah kullarına rızkı bolca vermiş olsaydı, yeryüzünde azgınlık çıkarır­lardı. Fakat Allah rızkı dilediği ölçüde indirir. Şüphesiz O, kullarından (onlar için uygun olan şeylerden) haberdardır. O, (kullarının hallerini) görendir.(Şûrâ-27)

Bu ayeti kerime herkesin bolluk içinde olmasının dünyada azgınlığa ve boz­gunluğa sebep olduğuna işaret etmektedir. Kıyasa yakın olan ve tecrübe ile sabit olan şey şudur ki, eğer Allahu Teâlâ herkese zenginlik lütfetseydi, dünya nizamı­nın yürümesi mümkün olmazdı. Herkes patron olunca işleri kim yapar ki! İbni Zeyd rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "Mahsul fazla olduğu zaman Araplar (savaşırlar) birbirlerini esir almaya ve öldürmeye başlarlar. Kıtlık olunca bunu bırakırlardı"[21]Hz. Ali radıyaiiahu anh ve bir çok Sahâbe-i Kiram radıyaiiahu anhum ecmain hazretlerin­den rivayete göre Ashabı Suffe dünyalık temenni etmişlerdi. Bunun üzerine yukarıdaki diye başlayan yukarıdaki ayet inmiştir. Hz. Katâde rahmetuiiahi aleyh bu ayeti kerimenin tefsiri ile ilgili olarak şöyle buyurmuştur: "En güzel rızık seni azdırmayan ve seni kendisiyle meşgul etmeyendir. Bize haber verildi ki, bir defasında Rasûlullah saitaiiahu aleyhi veseiiem buyurdu ki: <Ben ümmetimin hakkında en çok dün­yanın zînet ve süsünden korkuyorum>. Biri, <Ya Rasûlallah hayır (yani mal) kötü­lüğe sebep olur mu?> deyince yukarıdaki ayeti nazil oldu".Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'öen şu hadisi kudsi nakledilmiştir: Allahu Teâlâ buyuruyor ki: "Kim velî bir kuluma ihanet ederse, o Benimle savaşmak için karşıma çıkar. Ben kendi dostlarımı himaye etmek için öfkeli bir aslan gibi gazaplanırım. Benim hiçbir kulum, kendisine farz kıldığım şeylerden daha fazla hiçbir şeyle bana yaklaşamaz (yani Allah'ın farz kıldığı şeyleri yerine getirmekle kazanılan Allah'a yakınlık, başka bir şeyle elde edilemez. Farzlardan sonra ikinci derecede nafileler yoluyla yakınlık elde edilir). Nafileler yoluyla kulum Bana yaklaşmaya devam eder (nafileler ne kadar artarsa o kadar Allah'a yaklaşılır). Nihayet Ben onu severim. Ben onu sevince onun gözü, kulağı, eli ve yardımcısı olurum. O Bana dua ederse, duasını kabul ederim. Benden bir şey isterse, iste­diğini veririm. Ben bir şeyi yapmayı dileyince (onu yapmakta) mü'min kulumun ruhunu almaktaki tereddüt gibi tereddüt etmem. Çünkü o (bazı sebeplerden dola­yı) ölümü istemez. Ben de onun gönlünü kırmak istemem. Ancak ölüm kaçınıl­mazdır. Benim bazı kullarım özel bir ibadet türünü severler. Ancak o ibadeti yapın­ca onlarda ucub (kendini beğenme hastalığı) meydana gelmesin diye Ben o ibadet türünü onlara nasip etmem. Benim kullarımdan bazılarının imanını ancak onların sağlığı düzgün tutmaktadır. Eğer Ben onları hasta etsem onların iman durumları bozulur. Bazı kullarımın imanını da onların hastalığı sağlam tutar. Eğer ben onlara sıhhat verirsem bozulurlar. Ben kullarımın hallerine uygun olarak işlem yaparım. Çünkü Ben onların kalplerinin durumuna vâkıfım ve haberdarım.[22]Bu hadisi şerif üzerinde çok iyi düşünülmesi gereken bir hadistir. Hadisteki konular tekvîni durumlarla ilgilidir. Hadisin maksadı, "Eğer bir kimse yoksul ise ona yardım etmemiz gerekmez. Bir kimse hasta ise onun tedavisine gerek yok­tur" demek değildir. Eğer böyle olsaydı, o zaman sadaka vermekle ilgili bütün ri­vayetler ve ayetlerin bir manası kalmazdı. Tedaviyle ilgili hadisler gereksiz olurdu. Halbuki burada maksat şudur: Tekvîni olarak (kainatın yaratılış ve düzenine uygun olarak) bu nizam böyle devam edecektir. Bir uzman doktor veya sağlık bakanlığı, hiç bir kimsenin hasta olmamasını istese de, bunun olması mümkün değildir. Bir hükümet kimsenin yoksul kalmaması için çalışsa da, bunun gerçekleşmesi asla mümkün değildir. Ancak bizler kendi imkanımıza göre onlara yardım etmek, dertle­rini paylaşmak, tedavi ettirmek, imdatlarına yetişmekle emrolunduk. Kim bu husus­ta ne kadar çalışırsa, onun ecrini ve sevabını alır. Dünya ve ahirette de mükafata nail olur. Ancak kendi gayretine rağmen bir hasta iyi olmuyorsa, kendi çalışması­na rağmen birinin mâlî durumu düzelmiyorsa, bu kişinin, "Allah ceile celaiuhu bun­da, benim için hayır murad etmiştir" demelidir. Bundan dolayı korku ve endişeye kaçırmamalıdır. Çünkü gaybı kimse bilemez. Bir de biz tekvînî olan şeylerle amel etmekle emrolunmadık. O halde yapabildiğimiz kadar fazla çalışmalı, tedavi olma­lı başkalarına yardım etmeli, dertlerine ortak olmalı ve imdatlarına yetişmeliyiz."Sevdiği ve razı olduğu işlerde başarılı kılan ancak Allah'tır"

8) Allah'ın sana verdiği nimetlerle ahiret yurdunu da gözet, dünyada­ki nasibini de unutma. Allah'ın sana yaptığı iyilik gibi sen de başkalarına iyilikte bulun. Yeryüzünde (Allah'a isyan ederek ve hakları zayi ederek) bozgunculuk isteme. Çünkü Allah bozguncuları sevmez.                                       (Kasas-77)

İZAH: Bu sözler Kur'an-ı Kerim'de müslümanlar tarafından Karun'a yapı­lan nasihatin beyanıdır. Bu kıssanın tamamı zekat vermeyenlerin durumunu açık­layan 5. bölümün ayetler kısmında üçüncü sırada gelecektir. Süddî rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "Ahireti gözetmenin manası; sadaka ver, Allah'a yakınlık kazan ve akrabanı gözet demektir". Hz. İbni Abbas radıyaliahu anhuma diyor ki: "Dünyadaki nasibini de unutma sözünün manası; dünyada Allah için amel yapmayı bırakma demektir". Mücâhid rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "Dünyada Allahu Teâlâ'ya ibadet et­mek kişinin dünyadan nasibidir. Sevabı ahirette verilecektir". Bir başka rivayette şöyle buyurulmuştur: "Bir yıllık masraflar ayrılıp gerisi sadaka olarak verilmelidir"[23]Dünyasından ahiret nasibini unutması insanın nefsine yaptığı en büyük zulümdür. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Kıyamet günü insan (za­yıflık ve zillet bakımından) bir kuzu gibi Allah'ın huzuruna getirilecek ve O'nun karşısına dikilecektir. Allahu Teâlâ ona, "Ben sana mal verdim, servet verdim. Sana büyük ihsanlarda bulundum. Sen Benim bu nimetlerim arasında neler yaptın?> diyecek. O şahıs, <Allah'ım! Ben çok mal biriktirdim. Onu iyi bir şekilde arttırdım. Malı önceki miktarından çok fazla hale getirdim ve dünyada bırakıp geldim. Sen beni dünyaya geri çevir de ben onların hepsini alıp ge!eyim> diye­cektir. Bunun üzerine Allah cem celaiuhu şöyle buyuracak; <Azık olarak ahirete gönderdiklerini göster>. O aynı şeyi söyleyecek, <Allah'ım! Ben çok fazla mal bi­riktirdim, arttırdım. Önceki halinden çok fazla bir hale getirdim ve bırakıp geldim. Beni geri gönder de onların hepsini getireyim>. Hülâsa onun yanında ahirete gönderdiği birikmiş bir şeyi bulunmayınca Cehennem'e atılacaktır"[24]

Allah celle celaluhu'nun ve O'nun yüce Rasûlü sallallahu aleyhi vesellem\n bu irşadları büyük bir dikkat ve çok büyük bir ihtimamla amel yapılması gereken şeylerdir. Göz ucuyla okuyup bırakmak için değildir. Tamamen bir rüyaya benze­yen dünya hayatını ganimet biliniz. (Ahiret için)ne kazanabilirseniz kazanınız. Allahu Teâlâ bana da tevfik nasip eylesin.

9) İşte sizler Allah yolunda mallarınızı harcamaya davet ediliyorsu­nuz. Ama içinizden kimisi cimrilik ediyor. Kim cimrilik ederse kendine cim­rilik etmiş olur (öyleyse Allah yolunda harcamanın kârı da kendinedir). Al­lah Hiçbir şeye muhtaç değildir. Ama siz (dünyada ve ahirette) O'na muh­taçsınız (bundan dolayı size sadaka vermek emrediliyor. Onun da faydası size ulaşmaktadır). Eğer siz (Allah'ın emirlerinden) yüz çevirirseniz Allah yerinize başka bir kavim getirir de sonra onlar sizin gibi olmazlar (aksine Allah'a itaat eden kimseler olurlar).                                                                                                                                   (Muhammed-38)

İZAH: Şu açıktır ki, bizim hayır ve sadakalarımızda Allah celle ceiaiuhu'nun hiç bir çıkan yoktur. O kendi yüce Kelâm'ında ve yüce Rasûlü vasıtasıyla ne kadar fazla teşvik vermişse onlar bizim kazancımız içindir. Nitekim 1. bölümde sadakanın dînî ve dünyevi pek çok faydaları geçmiştir. Hâkim, Mâlik ve Yaratıcı (olan Allah), bir şahsa öyle bir işi emreder ki, o işten onu emredenin hiçbir kân yoktur. Aksine ki­me emrediyorsa sadece onun menfaati vardır. Buna rağmen o şahıs emri yerine getirmezse şüphesiz ne kadar cezalanacağı ve pişman olacağı meydandadır.Bir hadiste şöyle buyurulmuştur: "Allahu Teâlâ bir çok insana başka insan­lara faydalı olsunlar diye nimetler verir. Böyle yaptıkları sürece o nimetler onlarda devamlı kalır. Bu davranışlarından vazgeçerlerse Allahu Teâlâ o nimetleri onlardan alır ve başkalarına aktarır"[25] Bu nimetler sadece mal ile sınırlı değildir. Şeref, itibar tesir gücü vs. bunların hepsi buna dahildir ve hepsinin durumu aynıdır. "Eğer siz yüz çevirirseniz Allah celle ceiaiuhu başka bir kavim yaratır" mealindeki ayet nazil o-lunca Sahabelerden bazıları "Ya Rasûlallah biz yüz çevirdiğimiz taktirde yerimize gelecek insanlar hangi kavimden olacak?" dediler. Rasûlullah sallallahu aleyhi veseiiem Hz. Selman-ı Farisi radıyaliahu anh'm omuzuna elini koyarak "Bu ve bunun kavmi. Ca­nım kudret elinde olan Allah'a yemin olsun ki, eğer din Süreyya[26] da bile olsa Fa-ris'ten bazı insanlar onu oradan alırlar"[27] Bu konu çeşitli rivayetlerde zikredilmiştir. Yani Allahu Teâlâ o insanlara dinde o kadar yükseliş lütfetmiştir ki, eğer din ve ilim Süreyya da bile olsa oradan onu alırlardı. Mişkât-ı Şerifte bu rivayet Tirmizi'den nakledilmiştir. Buna benzer şöyle bir hadis daha zikredilmiştir. Rasûlullah sallallahu aleyhi veseiiem'\r\ yanında acem halkından bahsedilince buyurdu ki: "Ben onlara yada onlardan bazılarına sizden veya sizin bazılarından daha çok itimadım vardır"[28]Şu açıktır ki, acemler arasında öyle yüksek dereceleri ve manevi halleri olan büyük zatlar meydana gelmiştir ki, sahabi olma fazileti dışında diğer yönleriyle onların manevi kemâlâtı çok yüksektir. Hz. Selmanı Farisi radıyatiahu anti\n fazi­letleri pek çok hadiste geçmektedir. Elbette geçmeliydi. Çünkü o hak olan dini aramak için çok sıkıntılara katlandı. Pek çok ülkenin toprağını elekten geçirdi. Ömrü çok uzundu. Ömrünün 250 sene olduğunda hiçbir güvenilir tarihçinin ihti­lafı yoktur. Bazıları 350 sene bazıları ondan daha fazla olduğunu söylemişlerdir. Hatta bazıları onun Hz. İsa aieyhisseiam'm zamanına yetiştiğini söylemişlerdir Peygamberimiz sallallahu aleyhi veseiiem ve Hz. Isa aieyhisseiam arasında 600 senelik bir fark vardır. Selmanı Farisi radıyaliahu anh önceki kitaplardan ahir zaman pey­gamberi Rasûlullah sallallahu aleyhi veseiieniın gönderileceği haberini öğrenmişti. Rasûlullah sallallahu aleyhi vese/fem'i aramak için yola koyuldu. Rahiplere ve o zamanın bilginlerine sorup araştırdı. Onlar Allah'ın Rasûlü'nün çok yakında dün­yaya geleceğini müjdelemişler ve onun alametlerini haber vermişlerdi. O Faris diyarının şehzadelerindendi. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vese/fem'i diyar diyar aradı. Biri onu yakalayıp kendine köle yaptı ve sattı. Ondan sonra bu şe­kilde köle olarak elden ele satıldı. Sahih-i Buhari'deki rivayette kendisi şöyle diyor: "Beni 10'dan fazla ağa satın aldı ve sattı". Sonunda onu Medine-i Münev­vere de oturan bir Yahudi satın aldı. O günlerde Rasûlullah sallallahu aleyhi veseiiem hicret ederek Medine'ye teşrif ettiler. Hz. Selman radıyaliahu anh bunu duydu, ve Rasûlullah sallallahu aleyhi veseiiem"\n yanına gitti. Kendisine haber verilmiş olan alâmetleri araştırdı ve imtihan etti. Ondan sonra Müslüman oldu ve (mükateb bir köle olduğu için) Yahudi ağasına fidye vererek azad oldu (kölelikten kurtuldu).Bir hadiste şöyle buyurulmuştur: "Allah ceiie ceiaiuhu dört insanı kendisine sevgili kılmıştır. Onlardan biri de Selman'dır".[29]Bu ifadenin manası Allah başkala­rını sevmiyor demek değildir. Aksine "Bu dört kişi Allah'ın sevgili kullanndandır" demektir. Bir başka hadiste Rasûlullah sallallahu aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur: "Allahu Teâlâ her peygamber için yedi Nüceba (yani peygamberin yaptığı işlerin ahiri ve batınî gözcülüğünü yapan ve ona yardım eden özel bir topluluk) tayin etmiştir. Ancak Allahu Teâlâ benim için 14 Nüceba tayin etmiştir". Bir sahabi 'Onlar kimlerdir?" diye sorunca Rasûlullah sallallahu aleyhi veseiiem beni[30] ve iki oğlu­mu (Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'i) söyledi. Bir de şunlardır: Hz. Cafer, Hz. Hamza |Ebû Bekr, Ömer, Musab bin Umeyr, Bilal, Selman, Ammar, Abdullah İbniMes'ud, Ebû Zer Ğîfâri, Mİkdad radıyaliahu anhum ecmaîn[31]Hadiselere geniş olarak bakıldığında şu apaçık görülür ki, dinin herhangi bir önemli işinde bu zatların özel bir yerleri vardır. Sahih-i Buhari'de şöyle bir şey geçmektedir: Cuma süresindekiAllah, bu Peygamberi henüz dünyaya gelip bunlara kavuşmamış kimselere de göndermiştir (Cuma-3) ayeti nazil olduğunda Sahâbe-i Kiram "Ya Rasûlallah onlar kimlerdir?" deyince Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem sükut etti. Sahabeler arka arkaya üç defa sorunca Rasûlullah saiiaüahu aleyhi veseilem elini Hz. Selmanı Farisi radıyaiiahu enh'm omuzuna koyarak, "Eğer iman Süreyya da bile olsa onlar­dan bazıları onu alıp gelirdi" buyurdu. Bir başka hadiste "Eğer ilim Süreyya da olsa bile" ifadesi geçmektedir. Bir diğer hadiste, "Eğer din Süreyya da olsa bile Faris'ten bazıları oradan alıp gelirlerdi" denmiştir.[32]Allâme Suyûtî rahmetuliahi aleyh Şafii mezhebinin muhakkik (araştırmacı) a-limlerindendir. Şöyle buyuruyor: "Bu hadis Hz. İmam Ebû Hanife rahmetuliahi aleyh'-in faziletini önceden haber veren öyle sahih bir şeydir ki, ona itimat edilir"[33]

10) Yeryüzüne ve kendinize inen hiçbir musibet yoktur ki, Biz onu yaratmadan önce Levhi Mahfuz'da yazılmış olmasın. Şüphesiz (vukuundan önce yazılması) Allah için çok kolaydır. / Bunu Allah haber veriyor ki elden yitirdiklerinize (fazla) üzülmeyin. Size verdikleriyle de şımarmayın. Allah kendini beğenen ve övünen hiçbir kimseyi sevmez. / Onlar cimrilik ederler ve insanlara da cimriliği emrederler. Her kim de (Allah yolunda harcamak­tan veya dinin emirlerinden) yüz çevirirse, (Allah'a zarar veremez). Şüphe­siz ki, Allah hiçbir şeye muhtaç değildir. Hamde layıktır.                                                                (Hadid-22,23,24)

İZAH: Musibetlere üzülmek insanda yaradılıştan olan bir şeydir. Ayetteki üzüntüden maksat; din ve dünya işlerini yapamayacak kadar fazla üzülmektir. Şu da insan fıtratındandır ki, bir şeyin mutlaka olacağına ve hiçbir çalışma ve gayret­le onun değişmeyeceğine kesin olarak inanılırsa ona karşı üzüntü ve gam hafif­ler. Tam bunun aksine bir şey beklentilerin tersine ortaya çıkarsa ona daha çok üzüntü duyulur. Bundan dolayı bu ayeti kerimede Allah ceiie ceiaiuhu şuna dikkat çek­miştir. Hayat ve Ölüm, üzüntü ve sevinç, rahat ve âfet gibi şeylerin hepsini biz önce­den kararlaştırdık. Mutlaka bunlar karar verildiği gibi olacaktır. Öyleyse bu konu­larda şımarmak veya üzüntüden dolayı ölümle yüzyüze gelmenin manası nedir?Ayeti kerimede şu iki lafız geçmiştir bunların manası kendini be­ğenen ve övünen demektir. Kendini beğenmek kendi kendine olur. Yani başkası­nı hesaba katmadan da olur. Övünmek ise başkasının önünde ve başkasına kar­şı olur. Bazı alimler şöyle yazmışlardır. İhtiyat (kendini beğenmek) insanın içinde bulunan şahsi olgunluk ve fazilet gibi şeylerle şımarmasıdır. Fahr (övünmek) ise insanın dışında bulunan şeylerle olur. Mal, makam vs. gibi...Hz. Gaz'a rahmetuliahi aleyh diyor ki: Ben Hz. Abdullah İbnİ Ömer radıyaiiahu anhuma'\n kalın elbise giydiğini gördüm ve kendisine şöyle dedim: "Ben Hora­san'da dokunmuş bu yumuşak kumaşı getirdim. Siz eğer bunu giyerseniz sizin bedeninizde bu elbiseyi görünce benim gözlerim rahat eder". O buyurdu ki: "Ben bu elbiseyi giyince Muhtal ve Fahur olmaktan korkuyorum"[34] Yani onu giymekle bende kendimi beğenmek ve övünme meydana gelebilir.[35]

11) Onlar (münafıklar) "Rasûlullah'ın beraberinde bulunan mü'minle-re bir şey vermeyin de etrafından dağılıp gitsinler" diyenlerdir. Halbuki göklerin ve yerin hazineleri Allah'ındır. Fakat münafıklar (ahmaktır) bu gerçeği anlamazlar.                                                                                                       (Münafıkun-7)

İZAH: Bir çok rivayetlerde bu konu şu şekilde geçmiştir: Münafıkların reisi lan Abdullah bin Übeyy ve onun zürriyeti şöyle demişlerdi; "Rasûlullah'ın yanın­da toplanan insanlara yardımı bırakın. Bunlar açlıktan perişan olarak kendilikle­rinden dağılacaklardır". Bunun üzerine yukarıda ki ayeti kerime nazil oldu. Şu tamamen bir gerçektir, her gün müşahede edilmektedir ve yüzlerce defa tec­rübe edilmiştir ki ne zaman insanlar veya muayyen bir şahıs, dini görev yapan bir kimseye karşı inat ve kininden dolayı yardımı kesince Allah ceiie ceiaiuhu kendi lütfü ve keremiyle ona başka bir kapı açmıştır. Şunu herkes kesin olarak bilmeli­dir ki rızık Allah'ın elinde , sadece Allah'ın elindedir. O rızik, kimsenin babasının durdurmasıyla durmaz. Şüphesiz ki (din adamına) yardımı kesenler dine yardım nekten ellerini çekmiş olduklarından Allah ce//e ce/a/um/nun huzurunda hesap verme ye hazırlanmalıdırlar. Orada ne "Bizim gayemiz şuydu, bizim maksadımız buydu" diye yalanlar sökecek ne de bir vekil ve avukat işe yarayacaktır. Hayali hileler uydurarak Allah'ın işinden ve din işlerinden yan çizmenin kendi sonunu berbad etmekten başka hiçbir faydası yoktur. Şahsi inat ve âdî dünya menfaati yüzünden dinin herhangi bir işine engel çıkarmak ve din çalışması yapan birine yardımdan elini çekmek veya başkalarının elini çektirmek ancak kendine zarar vermektir, başkasına değil.Rasûlullah sallaiiahu aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Kim bir Müslümanın şerefi ayaklar altına alındığı ve onun kişiliğine saygısızlık edildiğinde ona yardım et­mekten yüz çevirirse, Allahu Teâlâ da bir yardımcının yardımını beklediği zaman ona yardım etmez"[36] Rasûlullah sallaiiahu aleyhi veseiiem'm amelleri ümmet için bir anayoldur. Her şeyde Rasûlullah sallaiiahu aleyhi veseiiem'm yolunun ne olduğunu araştırmaya çalışmak ümmetin her ferdinin görevidir. Mümkün olduğu kadar onun yolunda yürümeye çalışılmalıdır. Rasûlullah sallaiiahu aleyhi veseiiem'm bir âde­ti de düşmanlarına bile yardım etmekten geri durmamaktı. Hadis ve tarih kitapla­rındaki yüzlerce olay buna şahittir. İşte münafıkların reisi Abdulllah bin Übeyy gücünün yettiği her sıkıntı ve eziyeti ulaştırmaktan geri durmadı. Ve işte bu şah­sın yukarıdaki ayetin indiği seferde söylediği sözleri; "Medine'ye döndüğümüzde biz izzet sahipleri o zelilleri (müslümanlan) Medine'den çıkaracağız". Ancak bütün bu durumlara rağmen o sefer dönüşünden birkaç gün sonra hastalanınca çok sağlam bir Müslüman olan oğluna "Git Rasûlullah'ı yanıma çağır, senin çağır­manla o mutlaka gelir" demişti. Oğlu Rasûlullah sallaiiahu aleyhi vese/fem'İn huzuruna vardı ve babasının isteğini nakletti. Rasûlullah sallaiiahu aleyhi veseiiem derhal ayakka­bısını giyerek onunla birlikte yola koyuldu. Abdullah bin Übeyy Rasûlullah sallaiiahu aleyhi veseiiem'i görünce ağlamaya başladı. Rasûlullah sallaiiahu aleyhi veseiiem "Ey Al­lah'ın düşmanı neden korkuyorsun?" dedi. O, "Şu an ben sizi beni azarlayasınız diye değil, bana acıyasınız diye çağırttım" dedi. Bu sözleri duyunca Rasûlullah sal-laiiahu aleyhi veseiiem 'in gözleri doldu ve "Ne istiyorsun?" buyurdu. O, "Benim ölümüm yakındır. Ben ölünce guslümdesiz bulunun, elbisenizle beni kefenleyin, cenazem­le birlikte kabre kadar gidin ve cenaze namazımı kıldırın" dedi. Rasûlullah sallaiiahu aleyhi veseiiem onun bütün isteklerini kabul etti. Bunun üzerine şu ayet nazil oldu:[37]"O münafıklardan biri ölürse sakın cenaze namazını kılma" (Tevbe-84)İşte Rasûlullah sallaiiahu aleyhi veseiiem'm can düşmanlarına karşı davranışı bu şekildeydi. Kendine, sövmekte, küfretmekte ve kusur uydurmakta hiçbir zaman eksiklik etmeyen o alçaklara karşı keremi böyleydi! Ne dersiniz acaba bizlerde düşmanlarımıza karşı buna benzer bir davranış gösterebilir miyiz? Halbuki can düşmanının acısını görünce o Rahmetenlil Alemi'nin gözleri yaşla dolmuştu ve küfrüne rağmen ne kadar istekte bulunduysa Allah'ın Rasûlü sallaiiahu aleyhi veseiiemivle hepsini yerine getirdi. Mübarek gömleğini çıkararak ona kefen olarak uprdi Diöer arzularını da yerine getirdi. Ancak küfür halinde olduğundan bunların ona bir faydası olmadı. Üstelik Allahu Teâlâ tarafından gelecekte bu büyük kerej min yasaklandığına dair ayet indi. ^

12) Bahçe sahiplerini imtihan ettiğimiz gibi (Mekke'lilere mal mülk vererek) onları da imtihan ettik. (Bakalım o nimetler arasında nasıl amel iş­leyecekler?) Bir zaman bahçe sahipleri, sabahleyin erkenden bahçelerinin meyvelerini devşireceklerine dair yemin etmişlerdi. / Hiçbir istisnaya yer vermemişlerdi (İnşallah bile dememişlerdi). / Onlar daha uykudayken Rab-iin tarafından o bahçeyi bir bela sardı da / simsiyah kesiliverdi. / Sabah er­kenden birbirlerine / "Haydi mahsul toplayacaksanız, erkenden gidin" diye seslendiler. / "Bugün hiçbir yoksul oraya girip yanınıza sokulmasın" / diye aralarında fısıldaşarak bahçeye doğru yürüdüler. / Onlar fakirlere yardım et­memeye güçlerinin yeteceğini zannederek gittiler. / Bahçeyi görünce şöyle dediler: "Şüphesiz biz yolumuzu şaşırdık". / "Hayır, hayır! Biz mahrum edil­mişiz. / İçlerinden en insaflıları "Ben size tevbe edip Allah'ı teşbih etmeniz gerekir dememiş miydim?" dedi. / Onlar da "Biz Rabbimizi layık olmadığı sıfatlardan tenzih ederiz. Şüphesiz biz zalimlermişiz". / Birbirlerini kınama­ya başladılar. / "Yazıklar olsun bize! Şüphesiz biz haddi aşanlarmışız. / Umulur ki, Rabbimiz bize bu bahçeden daha hayırlısını verir. Biz her şeyi yalnız Rabbimizden isteriz" dediler. / İşte (dünyada) azap böyledir. Ahiret azabı ise daha büyüktür. Keşke bilselerdi (-ki fakirlere karşı cimrilik etmenin neticesi iyi değildir-)                                                             (Kalem-17-33)

İZAH: Bu ayetlerde çok ibret verici bir kıssa anlatılmıştır. Muhtaç olan yok­sul ve fakirlere vermemeye and içenler, yeminler ederek "İhtiyaç sahiplerine bir kuruş dahi verilmeyecek, bir öğün yemek bile verilmeyecek, zira bu aşağılık he­rifler asla yardıma müstahak değillerdir. Onlara vermek lüzumsuzdur" diye dava güdenler işte böyle bir anda bütün mal ve servetlerini kaybetmektedirler. Onların bu davranışlarını beğenmeyen ancak kendi kişilik ve saygınlıklarını korumak için amel bakımından onlara ortak olan iyi kalpli kimseler de aynı azabın belasından kurtulamamaktadırlar.Hz. Abdullah İbni Abbas radıyallahu anhuma diyor ki: "Yukarıda ki ayetlerde anlatılan olay Habeşistan diyarında oturan bazı insanlarla ilgilidir. Onların baba­larının büyük bir bağı vardı. Bağdan isteyenlere de verirdi. O vefat edince oğulla­rı <Babamız ahmaktı, her şeyi onlara dağıtıyordu> dediler. Sonra yemin ederek <Biz sabah erkenden bütün bağı toplayıp hiçbir fakire bir şey vermeden getirece-ğiz> dediler". Hz. Kâtâde rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "O bağın sahibi olan yaşlı zatın âde-ti şöyleydi; bağın mahsulünden kendine bir yıl yetecek masrafını alır. Geriye kalanın hepsini Allah yolunda harcardı. Evlatları onu bu davranışından alıkoyma­ya çalışırlardı. Ama o bunu kabul etmezdi. O ahirete intikal edince yukarıda da zikredildiği gibi bütün malı alıkoyup hiçbir fakire hiçbir şey vermemeye çalıştılar".Said bin Cübeyr rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "Bu bağ Yemenin meşhur şehri San'a'ya 6 mil uzaklıktaki Darvan'daydı". İbni Cüreyc rahmetuliahi aleyh diyor ki: "O bağ üzerine musallat olan azap Cehennem vadisinden çıkmış ve o bağ üzerinde dolanmıştı". Mücahid rahmetuliahi aleyh diyor ki: "O bir üzüm bağıydı".Hz. Abdullah İbni Mes'ud radıyallahu anh Rasulallah sallallahu aleyhi vesellemin şöyle buyurduğunu nakletti: "Kendinizi günahlardan koruyun, insan öyle günah işler ki onun uğursuzluğundan ümin bir bölümünü unutur (yani hafıza zayıflar ve okuduklarını unutur). Bazı günahlar yüzünden teheccüd namazı için gözleri açılmaz. Bazı günahları yüzünden kendisine gelmesi kesin olan kazancı geri döner". Bu sözlerden sonra Rasûlullah sallallahu aleyhi veseilem şu ayeti kerimeyi okudu:"Rabbin tarafından o bahçeyi bir bela (azap) sarı verdi)". Ve sonra buyurdu ki: "O insanlar günahları yüzünden bahçelerinin mahsulünden mahrum oldular.[38]Allahu Teâlâ Kur'an-ı Kerim'in başka bir yerinde şöyle buyuruyor:"Başınıza gelen musibet kendi ellerinizle kazandığınız günahlar yüzünden­dir. Allahu Teâlâ o günahlardan bir çoğunu da affeder."                                                                   (Şûra-30)

HZ. Ali kerremellahu vechehu diyor ki: "Rasûlullah sallallahu aleyhi veseilem bana,

<Bu ayeti kerimenin tefsirini sana söyleyeyim. Ey Ali! Sana ulaşan hastalık veya herhangi bir azab ya da bir başka dünya musibeti, senin ellerinin kazancıdır> buyurdu". Bu konuyu ben İtidal adlı risalemde geniş olarak yazdım. Oraya mü­racaat edilebilir.

13) O gün amel defteri solundan verilen ise (üzülerek) şöyle der: "Ba­na keşke amel defterim verilmeseydi! / Hesabımın ne olduğunu bilseydim. / Keşke ölüm iş bitiren bir şey olsaydı (ve bir daha diriimeseydim). / Malım bana hiçbir fayda vermedi. / Bütün saltanatım (gücüm) mahvoldu". / (Alla­hu Teâlâ meleklere şöyle buyurur:) "Alın bağlayın onu. / Sonra Cehenneme atın! / Sonra da onu yetmiş arşın uzunluğundaki zincire vurun. / Çünkü o yüce Allah'a inanmazdı. / Yoksulu yedirmeyi teşvik etmezdi. / Bugün de onun burada hiçbir dostu yoktur. / Onun Ğ/s//n'den başka bir yiyeceği de yoktur. / Onu ancak büyük günahkarlar yer".                    (El Hakka-25-37)

İZAH: Ğıslîn lafzının meşhur olan tercümesi irin dir. Yani yara vs.yi yıka­maktan dolayı toplanan suya Ğıslîn denir. Hz. İbni Abbas radıyallahu anhumadan nakledildiğine göre Ğıslîn yaralarda toplanan ve akan iltihaba denir.Hz. Ebû Said el Hudri radıyallahu anh'öan rivayete göre Rasûlullah saiiaüahu aleyhi veseilem şöyle buyurdu: "Dünyaya bir kova ğıslîn dökülse onun kokusundan bütün dünya kokuşurdu". Nevf Sami rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "Yetmiş arşın olan bu zincirin her arşını yetmiş kulaçtır. Bir kulaç ise Mekke-i Mükürreme'den Kûfe'ye kadardır". Hz. İbni Abbas radıyaliahu anhuma ve diğer müfessirlerden şöyle nakledil­miştir: "Bu zincir makattan dahi! edilip, burundan çıkarılacak sonra o kişinin üze­rine sarılacak, böylece o sımsıkı bağlanmış olacaktır"[39]Yukarıdaki ayeti kerimede yoksula yemek yedirmeye teşvik etmemekten dolayı bir azarlama vardır. O halde aramızda akrabalarımızı, ahbaplarımızı, göüşüp tanıştıklarımızı, fakirlere merhamet etmeye, yoksulları yedirip içirmeye özelikle teşvik etmemiz gerekir. Zira başkalarına teşvik vermekle kişinin içindeki cimrilik maddesi azalır.

14) Mal biriktiren ve onu (son derece sevdiğinden) sayıp duran, (ka-şiyla gözüyle insanları) ayıplayan ve yüze karşı eğlenenin vay haline. / Ma­lının yanında ebedi kalacağını sanır. / Hayır (o mal ebedi kalmayacaktır) O şahıs mutlaka (yakıp yok eden) ateşe atılacaktır! / O (yakıp yok eden ate­şin) ne olduğunu sen bilir misin? / O Allah'ın yüreklere kadar ulaşan tutuş­turulmuş bir ateşidir (yani dünya ateşi insanın bedenini yakınca insan ölür. Ama ahirette ölüm yoktur. Bundan dolayı orada ateş bedene dokununca hemen kalbe ulaşacaktır. Kalbe dokunan en ufak bir acı insana çok gelmektedir). / Cehennemlikler dikilmiş sütunlara bağlı oldukları halde o ateş üzerlerine kapatılmış olacaktır.                                                                                              (E! Hümeze süresi)

İZAH: Ayeti kerimede geçen "Hümezeh" ve "Lümezeh" kelimelerinin tefsi­rinde ulemanın çeşitli görüşleri vardır. Bir tefsirde yukarıda ki meal nakledilmiştir. Hz. ibni Abbas radıyaiiahu anhuma ve Mücahid rahmetuiiahi a/eyft'den nakledilen görüş şudur: "Hümezeh; Ayıplayan, Lümeze; Gıybet eden'dir". İbni Cüreyc rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "Hümezeh işaretle olan ayıplamadır, ki el ağız, göz gibi azaların işaretiyle olur. Lümezeh ise dille olur".Bir defasında Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem kendi Miraç hadisesini anla­tırken şöyle buyurdu: Vücutları makaslarla kesilen bir erkekler topluluğu gördüm ve Cebrail'e bu insanların kim olduklarını sordum. Dedi ki: "Bunlar süslenen erkeklerdir (yani fuhuş ve haram işlemek için kendilerine çeki düzen vererek dışarı çıkan erkeklerdir)". Sonra ben bir kuyu gördüm içinden çok pis kokular ve çığlık sesleri geliyordu. Ben Cebrail'e bunların kim olduğunu sordum. Dedi ki: "Bunlar (fuhuş ve haram işlemek için) süslenen ve uygun olmayan işler yapan kadınlardır". Sonra ben göğüslerinden asılmış olan erkek ve kadın topluluğu gördüm ve bunların kim olduklarını sordum, Cebrail dedi ki: "Bunlar insanları ayıplayanlar ve söz gezdiren (koğucularjdır".[40]Allah ceiie ceiaiuhu kendi lütfü ile bu gibi şeylerden korusun. Bunlar çok büyük azab tehditleridir.Yukarıdaki Sûre-i Celile'de cimrilik ve mal hırsı özellikle kınanmıştır. Şöyle ki; insan cimriliğinden dolayı mal biriktirmekte ve hırstan dolayı, azalmasın diye de malını sık sık saymaktadır. Malı o kadar sevmektedir ki, onu tekrar tekrar saymak­tan bile zevk almaktadır. Bu kötü âdet tekebbür ve büyüklüğe sebep olmaktadır. Bunun neticesinde başkalarının kusurlarını araştırmak onları kınamak ve kötülemek alışkanlığı doğmaktadır. Bundan dolayı yukarıda ki sûrenin başında bu eksikliklere dikkat çekildikten sonra bu kötü davranış kınanmıştır. Her şahıs malın çoğalma­sının kendisini afet ve musibetlerden koruyabileceği vehmine kapılmıştır. Sanki zengin olana asla ölüm gelmeyecektir! İşte bu (yanlış inanışa) uyarı yapılmıştır.Günlük olaylar pek çok kere şunu teyid etmektedir ki, insana bir afet ve musibet geldiğinde bu mal ve eşyanın hiç biri (insana fayda vermez) öylece kalır. Hatta malın çok olması bazen afetleri kendine yöneltmektedir. Kimi insanlar mal sahibini zehirlemeyi, kimisi öldürmeyi, kimi çalmayı, soymayı, gasp ve yağmala­mayı planlar. Bu mal yüzünden insana yüzlerce âfet musallat olur. Mal fazla olunca yakınlar, akrabalar, hanım ve çocuklar, hepsi kalplerinden "Şu ihtiyar bir ölse de mal elimize geçse" diye temenni ederler.kıldıkları namazlardano kimseye zulüm etmez ve malın, biriktirip tutmaz. Aksine bol bol harcar, çun bir kimse "Eğer ben bugün şu ticarete on lira yatmrsam yar, yolla bin lira kazanacağım" diye inamrsa o asla bu konuda fazla düşünmez.Yutandaki sûrede anlatHan namaz kılanlarla ilgili olarak Hz. İbniiAbbas  anhuma şöyle diyor: "Onlar, insanlann tek başına kaldığı zaman namazını terk eden münafıklardır Sadanh ve diğer bir çok zâtlardan nakledilen görüşe göre namazı terk etme maksat onu geciktirmek ve vaktinde kılmamaktır.Mâûn kelimesinin tefsirinde âlimlerin bir çok görüşleri vardır. Bazı âlim­lerden bunun zekat olduğu nakledilmiştir. Ancak alimlerin çoğunluğundan nakledilen tefsirlere göre Mâûn günlük geçimde kullanılan eşyadır. Hz. Abdullah Ibni Mes'ud radıyallahu anh diyor ki: "Biz Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem zamanında Mâûnun ölçüsünü şu gibi şeylerle tayin etmiştik: Biri bir kova isteyince vermek. Çömlek, balta, terazi ve buna benzer şeyleri birbirimizden isteyince işini görüp geri almak kaydıyla vermek gibi... Hz. Ebû Hureyre radıyallahu anh, Rasûlullah sallallahu aleyhi veseiiem'm şöyle buyurduğunu nakletmiştir: "Mâûn; balta, tencere kova vs. gibi insanların birbiriyle yardımlaştıkları eşyalardır". Daha bir çok rivayetlerde bu konu sıkça zikredilmiştir. Ikrime radıyallahu antia biri Mâûn'un manasını sorunca "Onun aslı zekattır, en aşağı derecesi de elek, kova ve iğne vermektir" demiştir.[41]Yukarıdaki sûrede bir çok şeylere dikkat çekilmiştir. Onlardan biride yetim­ler hakkındaki özel uyarıdır. Çünkü insanların helak olmalarının bir sebebi de yetimi itip kakarak dışarı çıkarmaktır. Pek çok insan yetimlerin veliyyi varisi olup onların mallarını kendi tasarruflarına katmaktadırlar. Yetim veya onun tarafında olan biri o veliden bir şey isteyince onu azarlamaktadırlar. Onların helak olması ve onlara şiddetli azap edilmesi hakkında hiçbir şüphe yoktur. İşte (yetimlere yapılan bu tür haksızlıklar) bu sûre-i Celile'nin inmesine sebep olmuştur. Kur'an-ı Kerim'de yetimler hakkında pek çok uyarılar ve ayetler nazil olmuştur. Onlardan birkaç ayete işaret edeceğim. Bu ayetlerden anlaşılacağı üzere Allah celle celaluhu bu konuya ne kadar ihtimamla ve sıkça tembih buyurmuştur.

(1)  Biz onlardan, "Anaya, babaya, yakınlara yetimlere ve düşkünlere iyilik yapın". (diye söz almıştık)                                                              

(Bakara-83)

(2) (İyilik) sevdiği malı, akrabaya, yetimlere, yoksullara... (verenin yaptıklarıdır                        (Bakara-177)

(3) De ki: Harcayacağınız hayırlı bir şey, ana-babaya, akrabalara, yetimleredir.                         (Bakara-215)

(4) Sana yetimlerden soruyorlar. De kî: Onların işlerini düzeltmek, kendileri için daha hayırlıdır.                                                                                                                                                                                 (Bakara-220

(5) Yetimlere mallarını verin. )                                                                    (Nisa-2)

 (6) Eğer yetim kızlarla evlendiğinizde adaleti yerine getirememekten korkar-sanız...                  (Nisa-3)

 (7)  Evlenme çağına gelinceye kadar yetimleri deneyin. Eğer rüşde erdiklerini açıkça görürseniz mallarını kendilerine verin. Büyüyeceklerde mallarına sa­hip olacaklar endişesiyle onları israf ederek, tez elden yemeyin.                                                                                                         (Nisa-6)

 (8)  Miras taksim olurken, varis olmayan akrabalar, yetimler ve fakirler de bulunursa, (gönüllerini almak için) mirastan onlara da verin. Onlara güzel söz söyleyin                                                 Nisa-8                                                                         

 (9) Yetimlerin mallarını haksız yere yiyenler, karınlarına sadece ateş tıkarlar. Onlar yakında alev alev yanan bir ateşe sokulacaklardır.                                                                                      (Nisa-10)

(10) Anaya, babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, akraba olan komşulara, yakın komşulara, yanında bulunan arkadaşa, yolda kalanlara, sahip olduğu­nuz kölelere iyilik edin. Şüphesiz Allah, kibirlenen ve övünen kimseyi sevmez.                                                                                              (Nisa-36)

11) Kitap'ta, kendileri için yazılmış (mirası) vermeyip nikahlamak istediği­niz yetim kadınlar hakkında, çaresiz çocuklar ve yetimlerin işleriyle meşgul olmanız hakkında adaleti yerine getirmeniz için size bilmektedir okunan ayetler (Allah'ın hükmünü apaçık ortaya koymaktadır). Hayırdan ne yaparsanız şüphesiz Allah onu.                                                                                                                                                                         (Nisa-127)

(12) Yetimlere adaletli davranmanız (hakkındaki hükümleri, Kur'an'da size okunan ayetler açıklar).                                                                      

(Nisa-127)

(13) Yetim malına yaklaşmayın. Ancak olgunluk çağına varıncaya kadar, en güzel bir şekilde idare ederseniz o başka!                                                                                                         (En'am-152)

 (14) Sakın yetimin malına yaklaşmayın, Ancak rüşdüne erinceye kadar onunmatına en güzel bir şekilde bakabilirsiniz.                                                                                                      (!sra-34)

(15)  Allah'ın fethedilen memleketler halkından ganimet olarak Peygambe ri'ne verdiği mallar, Allah'ın Peygamberi'nin, akrabasının, yetimlerin, yok­sulların ve yolda kalmış kimselerindir.                                                 

(Haşr-7)

(16)  Onlar, yemeğe ihtiyaç ve istekleri olduğu halde, onu, yoksula, yetime ve esire yedirirler.                                                                                  

 (İnsan-8)

(17) Hayır, hayır! Siz yetime ikram etmiyorsunuz. Birbirinizi, yoksulları ye­dirmeye teşvik etmiyorsunuz.                                                          

Fecr-17,18)

(18) Veya açlık gününde.yakıni olan bir yetimi yedirmektir.                                   (Beled-14,15)

(19) O, seni yetim bulup barındırmadı mı?                                                          (Duha-6)

(20) O halde sakın yetimi ezme.                                                                           (Duha-9)

Bu yirmi ayet örnek olarak zikredilmiştir. Ayetlerin bulunduğu sûreler ve ayet numaraları da yazılmıştır. Eğer bir Kur'an mealinden bu ayetlere bakılırsa şu anla­şılır: Allah ceiie ceiaiuhu değişik ifadelerle sık sık yetimleri ıslah etmek, onlara iyilik etmek, onların mallarına titizlik göstermek, onlara yumuşak davranmak, onların durumunu düzeltmek ve rahatlıkları için çalışmayı tembih etmiştir. Hatta yetim bir kızla evlenen kimsenin onun mehrini azaltmaması hakkında uyarmıştır. O halde yetim bir kızın garipliği ve kimsesizliğinden dolayı mehri azaltılmamalıdır. Rasûlul-lah saiiaüahu aleyhi veseiiem'ln pek çok hadislerde şu yüce irşadı nakledilmiştir: "Ben ve yetime kefil olan kimse, Cennet'te iki parmak gibi yakın olacağız". Bu sözden sonra Rasûlullah satiaiiahu aleyhi veseiiem şehadet parmağını ve onun yanındaki par­mağını birleştirerek işaret yaptı. Yani bu iki parmağın yakın olması gibi ben ve o kişi Cennet'te birbirimize yakın olacağız demektir. Bazı alimler şöyle demişlerdir: Orta parmak, şehadet parmağından birazcık uzundur. Bu durumda hadisin manası şöyle olur; Benim derecem nübüvvetten dolayı biraz ilerde olacaktır. O kişinin de­recesi hemen (benim derecemin) yakınında olacaktır.Bir hadiste şöyle buyuruimuştur: "Kim bir yetimin başını (şefkatle) okşarsa ve yalnız Allah rızası için bunu yaparsa, onun eli, yetimin başındaki saçlardan hangisine temas ederse, onların her biri karşılığında sevap yazılır. Kim de oğlan veya kız olan yetime ihsan ederse ben ve o kişi cennette bu şekilde olacağız". Yukarıda geçtiği gibi Peygamber saiiaiiahu aleyhi veseiiem iki parmağını birleştirdi. Daha pek çok hadislerde bu konu değişik ifadelerle zikredilmiştir.[42]Başka bir hadiste şöyle buyuruimuştur: "Bazı insanlar kıyamet günü ağız­larından ateş alevleri yükseldiği halde kabirlerinden kalkacaklardır". Biri "Ya Ra-sûlallah onlar kimlerdir" deyince Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem yukarıda (doku­zuncu sırada)ki şu ayeti okudu:"Yetimlerin mallarını haksız yere yiyenler karınlarına ateş tıkamaktadırlar"(Nisa-10)Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem Miraç gecesinde dudakları deve dudakları gibi büyük olan bir topluluk gördü. Melekler onların dudaklarını yırtarak ağızla­rına ateşten yapılmış büyük büyük taşlar sokuyorlardı. O ateş ağızlarından girip makatlarından çıkıyordu. O kimseler de feryat edip bağırıyorlardı. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem Hz. Cebrail aleyhisaelam'a bunların kim olduklarını sorunca Cebrail aieyhisseiam; "Bu insanlar haksız yere yetimlerin mallarını yerlerdi, şimdi onlara ateş yediriliyor" buyurdu.Diğer bir hadiste şöyle buyuruimuştur: "Dört sınıf insan vardır ki, Allah cette cetaiuhu onları Cennet'e sokmayacak ve Cennet'in hiçbir nimetini tatmak onlara nasip olmayacaktır. Bunlar; 1-Devamlı şarap İçen, 2-Faiz yiyen, 3-Haksız yere yetim malı yiyen, 4-Ana-babasına karşı gelenlerdir"[43]Hz. Şah Abdul Aziz rahmetuiiahi aleyh tefsirinde şöyle yazıyor: "Yetimlere iyilik iki türlüdür: 1 -Varisler üzerinde vacip olan iyilikler, Mesela onun malını korumaktır. Şöyle ki, onun nafaka ve ihtiyaçlarının karşılanabilmesi için onun malını ticaret, ziraat veya başka bir işte kullanarak artırmaktır. Yine onun yiyecek, giyecek ve diğer İhtiyaçlarını karşılamak ve bir de onun okuma-yazma, talim-terbiye ve diğer durumlarıyla ilgilenmektir. 2-Halkın üzerine vacip olan iyilikler, Yetime eziyet etmemek, ona yumuşak ve merhametli davranmak, meclis ve toplantılarda onu yanına oturtmak, onun başını okşamak, kendi evladı gibi onu da kucağına almak, ona olan sevgisini açıkça göstermek. Çünkü o babasını kaybedip yetim kalınca \llahu Teâlâ bütün kullarına ona baba gibi muamele etmelerini ve onu kendi evlatları gibi görmelerini emretmiştir. Böylece babasının ölümünden dolayı ken­disine sonradan gelen hükmi zayıflık, binlerce insanın onun babası yerine geç­mesiyle hakiki bir kuvvete dönüşerek uzaklaşır. Kısaca diğer akrabalar örfi ya­kınlığa sahip oldukları gibi yetim de şer'i yakınlığa sahiptir. (Bakara sûresi)"Baştaki ayette hususi olarak zikredilen başka bir konuda, yoksulu doyur­maya teşvik etmek hakkındaki uyarıdır. Bir bakıma cimriliğin en yüksek derece­sine işaret edilmiştir. Şöyle ki; insan kendi malını harcamak şöyle dursun, bir başkasının fakirlere mal harcamasına bile dayanamaz.Kur'an-ı Kerim'de pek çok ayette yoksullara yemek yedirmekle ilgili teşvik verilmiştir. Onlardan bir kısmı daha önce zikredilmişti. Fecr sûresinde şöyle tenbih buyurulmuştur:"Siz yetime ikram etmiyorsunuz, yoksulları yedirmeye de teşvik etmiyorsunuz".

(Fecr-17,18)Baştaki ayette zikredilen üçüncü şey Mâûn'u esirgemektir. Bunun açıkla­ması daha önce geçmiştir. Hz. Şah Abdul Aziz rahmetuiiahi aleyh şöyle yazmıştır: "Bu sûrenin adının Mâûn olmasının sebebi şudur; Mâûn iyiliğin en alt derece­sidir. İyilik yapmamanın en basiti bile Allah'ın rahmetine perde olup, O'nun azar­lamasına sebeb olduğuna göre iyiliğin en üst derecesini yani Allah hakkı ve kul haklarını zayi etmekten dolayı daha çok korkulmalıdır".Buraya kadar bu konuyla ilgili birkaç ayet zikredilmiş oldu. Bundan sonra aynı konuyla ilgili birkaç hadis yazılacaktır. Bunların ışığında cimrilik ile mal bi­riktirip bir köşeye yığmanın ne kadar korkunç bir şey olduğu anlaşılacaktır.

 

Cimriliğin Kötülüğü Ve Zararları Hakkında Hadisler

 

1) EbÛ Said radıyallahu anft'dan rivayete göre RasÛMİah sallallahu aleyhi veseihm şöyle buyurmuştur: "İki haslet vardır ki onlar müminde toplanmaz. Biri cimrilik, diğeri kötü ahlaktır."                                                       

(Tirmizi, Mişkât)

İZAH: Yani mü'min olarak hem cimri olması hem kötü ahlaklı olması hiçbir şahsın şanına asla yakışmaz. Böyle birinin kendi imanının durumunu gözden ge­çirmesi gerekir. Yoksa Allah etmesin imandan da mahrum kalır. Zira her güzelli­ğin diğer güzelliği getirmesi gibi her hata da diğer hatayı getirir. Diğer bir hadiste bundan daha öte şöyle buyurulmuştur: "Şuhh (yani hırs) ve iman bir araya gel­mezler"[44] Şuhh cimriliğin en yüksek derecesidir, İman ve şuhh'un bir araya gel­mesi sanki iki zıddın toplanması gibidir. Bu, su ve ateşin bir araya gelmesine benzer ki bunlardan hangisi diğerine galip gelirse onu yok eder. Su galip gelirse ateşi söndürür. Ateş galip gelirse suyu yakıp yok eder. Aynı şekilde iman ve aşırı cimrilik olan hırs birbirine zıttır. Onlardan hangisi galip gelirse yavaş yavaş diğe­rini yok eder. Yine bir hadiste şöyle geçmektedir: "Hiçbir Allah dostu yoktur ki Allah cette ceiaiuhu onda iki güzel vasıf yaratmış olmasın. Biri cömertlik diğeri güzel ahlak.[45] Başka bir hadiste şöyle buyurulmuştur: "Allah'ın hiçbir velisi yoktur ki, cömertliğe alıştırılmış olmasın"[46] Şu açıktır ki, insanın Allah cette ce/a/u/ju'na karşı bağlılık ve sevgisi varsa, O'nun yarattıklarına harcamayı kalbi mecburen isteye­cektir. Çünkü sevgilinin yakınları ve akrabalarının gönüllerini hoş tutmak sevginin vazgeçilmez unsurlarındandır. Mahlukat, Allah'ın lyali olduğuna göre onlara har­cama yapmayı bir Allah dostu elbette isteyecektir. Allah'ın lyali arasından hangi­sinin Allah'a bağlılığı daha güçlü ise, ona daha fazla harcamak isteyecektir. Eğer bunu istemezse, anlaşılır ki, onda, mal sevgisi Allah sevgisinden daha fazladır ve onun Allah sevgisi iddiası yalandır.

başa kakan kimse Cennet'e girmeyecektir .                                  

İZAH: Alimler, bu sıfatlarla kimsenin Cennet'e giremeyeceğini söylemiş­lerdir. Allah etmesin, eğer bir müminde bu kötü sıfatlar bulunursa Allahu Teâlâ daha dünyada iken tevbe etmesi için ona tevfik verir. Eğer bu da olmazsa o kişi Cehennem'e konulur. Kötü sıfatları temizlendikten sonra Cennet'e girebilecektir. Ancak az bir zaman içinde olsa Cehennem'e girmek basit ve kolay bir iş değil­dir. Dünya ateşine az bir süre için atılmanın meydana getirdiği etkiler ne kadar büyük olur. Halbuki bu ateşin Cehennem ateşi karşısında hiçbir hakikati yoktur.Rasûiullah sailallahu aleyhi veseiiem şöyle buyurdu: "Dünya ateşi, Cehennem ateşinin yetmişte biridir". Sahâbe-i Kiram "Ya Rasûlallah dünya ateşi de az değil ki, o da çok fazla acı vermektedir" deyince Rasûiullah sailallahu aleyhi veseiiem "Ce­hennem ateşi bu ateşten altmış dokuz derece daha fazladır" buyurdu.[47] Bir baş­ka hadiste şöyle buyurulmuştur: "Cehennem'de en az azap görecek olan kişiye Cehennem ateşinden iki ayakkabı giydirilecek ve onların etkisinden dolayı o kişinin beyni ateş üzerinde kaynayan tencere gibi kaynayacaktır"[48] Bir hadiste şöyle buyurulmuştur: "Allah cem ceiaiuhu Adn Cennet'ini kendi kudret eliyle yarattı. Sonra onu süsleyip donattı ve meleklerin oraya nehirler akıtmasını ve meyveler sarkıtmalarını emretti. Allahu Teâlâ Adn Cennetinin süs ve ziynetine bakarak şöyle buyurdu; <İzzetime yemin olsun, Celalime yemin olsun, Arşımın yüceliğine yemin olsun ki, sana cimri olan kimse giremeyecektin-[49]

3) HZ. Ebu Zer radıyallahu anh diyor ki: Ben Peygamber sailallahu aleyhi vesei-/em'in yanına gittim. O Kabe'nin gölgesinde oturuyordu. Beni görünce, "Ka­be'nin Rabbi'ne yemin olsun ki onlar büyük hüsrandadır" dedi. Ben "Anam-babam sana feda olsun, kimdir onlar?" dedim. Buyurdu ki: "Malı fazla olan­lardır. Ancak böyle, bu şekilde, şu şekilde, arkasına, sağına, soluna (harca­yan) kimse müstesnadır. Fakat böyle insanlar çok azdır".                                                                                    (Müttefekun Aleyh, Mişkât)

İZAH: Hz. Ebû Zer radıyallahu anh Sahâbe-i Kiram'ın zahidlerindendir. Bu konu önceden de geçmişti. Rasûlullah sailallahu aleyhi veseiiem'm ona bakarak böyle buyurma­sı gerçekten Ebû Zer için bir teselli idi. Ta ki o kendi yokluk ve zühdünü hiçbir zaman aklına getirmesin. Bu mal ve eşyanın çokluğu haddi zatında sevimli bir şey değildir. Aksine büyük bir hüsran ve zarara sebep olacak şeydir. Açıkçası bu, Allahu Teâlâ'dannafil kalmaya sebep olmaktadır. Günlük hayatımızda görüyoruz ki darlık ve yoksul­luk olmadan Allah'a yönelme çok az oluyor. Şüphesiz ki, Allah ceiie ceiaiuhu'nun kendi­lerine tevfik verdiği ve gerektiği zaman nerede ve hangi tarafta ihtiyaç varsa, ona göre dört bir yanlarına cömertlik ellerini uzatan kimseler, için mal zararlı değildir. An­cak bizzat Rasûlullah sailallahu aleyhi veseiiem böyle insanların az olduğunu söylemiştir.Genellikle malın çokluğu fışkı fücur, başıboşluk ve nefse düşkünlüğü bera­berinde getirmektedir. Bununla birlikte yersiz harcamalar, ün ve şöhret için yapı­lan masraflar servetin en basit cilvelerindendir. Düğün merasimleri ve diğer ce­miyetlerde gereksiz ve yersiz milyonlarca lira harcanır, ama Allah adına muhtaç­lara, açlara harcamaya gelince imkanlar elvermez?!Bir hadiste buyuruluyor ki: "Dünya malı fazla olanın ahirette sermayesi az olacaktır. Ancak helal yoldan kazanan ve şöyle böyle harcayan kimse müstesna"[50] Önceki hadiste olduğu gibi bu hadiste de şöyle böyle diye oraya buraya harca­maya işaret edilmiştir. Gerçektende oraya buraya harcayan bir kimse için mal, izzet ve ziynettir. Kimde malı sayarak ve bağlayarak bir köşeye koyarsa bu mal o kimse için her çeşit afetlerin öncüsüdür, ki sahibini helak eder. Kendisi de sahi­binin elinde zayi olur gider. Bu merhametsiz ve zalim mal, bir kimseden ayrılma­dıkça ona din ve dünya faydası sağlamaz.

4) Ebû Hureyre radıyallahu anb'dan rivayete göre Rasûlullah sailallahu aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur: "Cömert insan Allah'a yakın, Cennet'e yakın ve insanlara yakındır. Cehennem'den uzaktır. Cimri insan Allah'tan uzak, Cen-net'ten uzak ve insanlardan uzaktır. Cehennem'e yakındır. Şüphesiz cahil bir cömert Allah indinde abid olan bir cimriden daha sevimlidir".                                                      (Timizi, Mişkât)

İZAH: Yani nafile namazları az kılan ancak cömert olan bir kişi, çok ibadet eden ve uzun uzun rekatlı nafileler kılan kimseden daha çok Allah'a sevimlidir. Hadiste geçen Abicföen kasıt bol bol nafile kılan demektir. Farzları kılmak zaten cömert olan veya olmayan herkes üzerine farzdır.İmam Gazali rahmetuliahi aleyh naklediyor ki: Hz. Zekeriyya aieyhisseiam'm oğ­lu Yahya alâ nebiyyina ve aleyhissalâtü vesselam bir gün şeytana şöyle bir soru sordu; "Sen en çok kimi sever ve kimden nefret edersin?" Şeytan şöyle dedi; "Ben en çok cimri olan mü'mini sever ve fasık olan cömertten nefret ederim". Yahya atey-hissetim; "Bu nasıl oluyor?" deyince, Şeytan; "Cimri adam, cimriliğinden dolayı beni rahatlandırır. Yani onun cimriliği zaten Cehennem'e gitmesine yeter. Ancak beni devamlı düşündüren fasık olup da cömert olan kişidir. Olur ki, Allahu Teâlâ cömertliğinden dolayı onu bağışlar"[51] Yani şeytan şunu demek istiyor: "Eğer Alla­hu Teâlâ o kişinin cömertliğinden dolayı, herhangi bir anda ondan razı olursa, Allah'ın rahmet ve mağfireti karşısında ömür boyu işlenmiş olan fışkı fücurun ne hakikati olabilir ki? O her şeyi affedebilir. Bu durumda benim o kişiye bir ömür boyu günah işletmeye çalışmamın hepsi zayi olacaktır".Bir hadiste şöyle buyurulmuştur: "Cömertlik eden insan Allahu Teâlâ'ya hüsnü zan ettiği için bunu yapar. Cimrilik yapanda Allahu Teâlâ hakkında yanlış düşündüğü için bunu yapar"[52] Hüsnü zandan maksat kişinin şöyle düşünmesidir: Bu malı veren Allah tekrar verme gücüne sahiptir. Böyle bir kimsenin Allah'a ya­kın olmasında ne şüphe olabilir ki? Allah hakkında kötü zan yapmanın manası ise, kişinin Bu mal biterse bir daha nereden gelecek? diye düşünmesidir. Böyle bir kimsenin Allah cette ce/a/u/iu'dan uzak olması açıktır. Çünkü o Allah'ın hazinesi­ni sınırlı zannetmiştir. Halbuki gelir ve kazanç sebeplerini yalnız Allah yaratmış­tır. O sebeplerle mahsulün meydana gelmesi de O'nun kudretine bağlıdır. O dilemezse esnaf ellerini ovuşturarak oturur. Çiftçi tohumu eker ama mahsul çıkmaz. Mademki bütün bunlar yalnız O'nun ihsanından dolayıdır. Öyleyse Bir daha nereden gelecek? demenin ne manası vardır? Ancak bizler dilimizle bunu ikrar ettikten sonra kalplerimizle bu malın sadece Allahu Teâlâ'nın ihsanı olduğu­nu, onda bizim hiçbir müdahalemiz olmadığını düşünmüyoruz. Ama Sahabe-i Kiram radıyatiahu anhum kalpleriyle "Bütün bunlar Allah'ın ihsanıdır. Bugün veren Allah yarın da verir" diye düşünüyorlardı. Bundan dolayı onlar bütün mallarını harcamakta zerre kadar tereddüt etmiyorlardı.

5) Ebû Hureyre radıyaiiahu anh'dan rivayete göre Rasûlullah saiiaüahu aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur: "Cömertlik Cennet'te bir ağaçtır. Kim cömert olursa o ağacın bir dalından tutunmuş olur. O dal o kişiyi Cennet'e sokuncaya kadar bırakmayacaktır. Cimrilik de Cehennem'deki bir ağaçtır. Kim cimri olursa o ağacın bir dalına tutunmuş olur. O dal onu Cehennem'e sokuncaya kadar bırakmayacaktır".                      (Beyhaki, Mişkât)

İZAH: Şuhh cimriliğin en yüksek derecesidir. Bu konu birinci bölümün ayetleri arasında 28. sırada geçmiştir. Yukarıdaki hadiste mana açıktır. Şöyle ki; cimrilik Cehennem ağacı olduğuna göre, kim onun dalından tutunup tırmanırsa varacağı yer ancak Cehennem olur. Bir hadiste şöyle buyuruluyor: "Cennet'te bir ağaç vardır ki, onun adı Seha'dır. Cömertlik ondan doğar. Cehennem'de bir a-ğaç vardır ki, adı Şuhh'dur. Cimrilik de ondan doğar. Cimri olan insan Cennet'e girmeyecektir"[53] Daha öncede birkaç defa bilindiği üzere Şuhh cimriliğin en âlâ derecesidir. Bir başka hadiste şöyle geçmektedir: "Cömertlik Cennet ağaçların­dan bir ağaçtır. Dalları dünyaya sarkmaktadır. Kim onun bir dalından tutarsa o dal onu Cennet'e ulaştırır. Cimrilik de Cehennem ağaçlarından bir ağaçtır. Dalla­rı dünyaya sarkmaktadır. Kim onun bir dalından tutarsa, o dal onu Cehennem'e ulaştıracaktır"[54] Şu açıktır ki, istasyona yürüyerek giden bir adam, şüphesiz ki bir süre sonra istasyona ulaşır. Aynı şekilde bu dallar hangi ağaca aitse, onun dal­larına tutunup tırmanan kimseyi dikili olduğu yere ulaştıracaktır.

6) Ebû Hureyre radıyaiiahu anh'dan rivayete göre Rasûlullah saiiaitahu aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur: "Kişide bulunan en kötü âdetlerden biri sabrı tü­keten cimrilik, diğeri de canı çıkaran korku ve yüreksizliktir".                                                                             (EbûDâvûd, Mişkât)

İZAH: Allahu Teâlâ da kendi yüce kelamında bu iki ayıba dikkat çekmiştir. Nitekim şöyle buyurmuştur:

"Gerçekten insan, sabırsız ve hırslı yaratılmıştır.'/ Başına bir felaket geldiği zaman feryat eder. / Kendisine hayır (mal) ulaşınca cimrileşir. / Ancak namaz kılanlar müstesnadır ki, / onlar namazlarına devam ederler. / Mallarından is­teyene de istemeyene de hak tanırlar. / Hesap gününe kesinlikle inanırlar. / Onlar ki, Rablerinin azabından korkarlar. / Çünkü Rablerinin azabından emin olunmaz. / Onlar ki avret yerlerini (haramdan) korurlar. / Yalnız zevcelerine ve cariyelerine karşı müstesna. Çünkü onlar kınanmazlar. / Fakat bundan ötesini arayanlar haddi aşanların tâ kendileridir. / Onlar emanetlerine ve ver­dikleri sözlerine riayet ederler. / Onlar şahitliklerini dosdoğru yaparlar. / On­lar namazlarına devam ederler. / İşte bunlar, Cennetlerde ikram olunurlar".(Mearic-19-35)Yukarıdaki ayetlerde geçen konuların benzeri buna yakın ifadelerle kitabı­mızın başka bir bölümünde Müminûn suresinin başında geçmiştir.Hz. İmran bin Husayn radıyallahu anh diyor ki: Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem sarığımın ucundan tutarak şöyle buyurdu; "İmran! Allahu Teâlâ harcamayı sever. Malı tutmayı ve saklamayı sevmez. Onun için malını harca ve insanları yedir. Kimseye zarar verme. Yoksa (dünya ve ahiretteki) istek ve arzularında hep zarar edersin. Dikkatlice dinle! Allahu Teâlâ şüpheli durumlar ortaya çıktığında keskin görüşü sever (yani bir konunun caiz olup olmadığı hakkında şüphe olursa, o konuda derin bir görüşle iş yapmak gerekir. Öylesine göz ucuyla dilediğini yapıp geçmemelidir). Allah ceiie ceiaiuhu şehvet anında kâmil aklı sever (tâ ki, kişi şeh­vetin galebesinden dolayı aklını kaybetmesin). Birkaç hurma ile de olsa cömert­liği sever (yani kendi durumuna göre, fazla bir miktar olmasa da az bir şeyi ver­mekten utanç duymamalı, elinden geldiği kadar harcamaya devam etmelidir). Bir yılan veya akrebi öldürmek bile olsa Allah cesareti sever"[55] O halde ufak tefek korku veren şeyden korkmayı Allah sevmez. Kalpte bir korku meydana gelse bile onu açığa vurmamak gerekir. Aksine güç kullanarak o şeyi defetmek gerekir. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesellem'in ümmetine öğretmek gayesiyle nakledilen dua­ları arasında korkaklıktan Allah'a sığınmak da vardır. Ayrıca bir çok dualarda, korkaklıktan Allah'a sığınmak zikredilmiştir[56]

7) İbnİ Abbas radıyallahu anhuma dedi ki: Ben Rasûlullah sallallahu aleyhi veseiiem'ln şöyle buyurduğunu işittim; "Komşusu yanında açken karnını doyuran mümin değildir".                                                                  

(Beyhaki,

İZAH: Şüphesiz ki, kimin yanında karnını doyurabileceği yemek varsa ve ya­nında da aç bir komşusu bulunuyorsa, o fakir komşu, açlık içinde kıvranırken, kar­nını doyurmak o kişiye asla ve asla yakışmaz. Öyleyse kendi karnını az doldurmalı ve komşusuna da yardım etmelidir. Bir hadiste Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesellem şöyle buyuruyor: "Yanında ki komşusunun aç olduğunu bildiği halde karnı tok geceleyen bana iman etmemiştir"[57] Bir başka hadiste Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi ve­sellem şöyle buyurmuştur: "Kıyamet günü nice insanlar komşularının yakasından tutarak Allah'a şöyle diyeceklerdir; <Allah'ım bunu hesaba çek, çünkü o kapısını kapatmıştı ve ihtiyacından fazla olan şeyleri bile bana vermezdi>"[58] Diğer bir ha­diste Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyuruyor: "Ey insanlar sadaka veriniz. Ben kıyamet günü o sadakaya şahitlik yapacağım. Belki sizden bazılarının gece doyduktan sonra yemeği artmakta iken amcasının oğlu geceyi aç olarak geçir­mektedir. Belki de sizden bazıları malını arttırmakta iken onun yoksul olan kom­şusu hiçbir şey kazanamamaktadır"[59] Yine bir hadiste Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: İnsanın cimri olması için <Ben hakkımı tam olarak alacağım, ondan zerre kadar bir şey bırakmayacağına demesi yeterlidir"[60] Yani akrabaları veya komşuları arasında bir bölüşme vs. olduğunda kendi hakkını tam olarak alma planları yapar. Basit şeylerinde, kıyısından ve köşesinden bir şeyler koparmaya bakar. Bu ise cimrilik alâmetidir. Eğer başkasının hissesine (fazla­dan) az veya çok bir şeyler gitse insan ölür mü?

8) Hz. İbni Ömer ve Hz. Ebû Hureyre radıyallahu anftuma'dan rivayete göre Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu: "Bir kadın bağlayıp tuttuğu ve nihayet açlıktan ölen bir kedi yüzünden azaba uğradı. Kadın, ona ne yiyecek bir şey verdi ne de yeryüzü haşaratından (fare vs. gibi) canlıları yiyip karnını doyurması için onu saldı".                                                                         (Müttefekun aleyh. Mişkât)

İZAH: Hayvan besleyenlerin mesuliyetleri çok ağırdır. Çünkü o hayvanlar ko­nuşamadıklarından dolayı kendi ihtiyaçlarını ifade edemezler. Bu durumda onların yeme ve içmelerini gözetmek çok önemli ve gereklidir. Bu hususta cimrilik etmek, kendi kendini azaba atmak için hazırlamaktır. Pek çok insan hayvan beslemeye çok meraklıdır. Ancak onların ot ve yemlerine masraf ederken canlan çıkmaktadır.Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vese/fem'den çeşitli hadislerde değişik ifadelerle bu konu şu şekilde nakledilmiştir:"Bu hayvanlar hakkında Allah'tan korkunuz". Bir gün Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesellem gidiyordu. Mübarek gözüne bir deve ilişti.

 (Açlık veya zayıflıktan dolayı) karnı sırtına yapışmıştı. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Bu dilsiz hayvanlar hakkında Allah'tan korkunuz. Onlar iyi haldeyken onlara binin ve iyi bir haldeyken onları (kesin) yiyin".Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem'm âdeti, istinca yapmak için araziye çık­maktı. Bir bağda yada bir tepenin arkasında ihtiyacını görürdü. Yine bir defa­sında böyle ihtiyacı için bir bağa gitti. Orada bir deve duruyordu, Rasûlullah saliai-lahu aleyhi veseiiem'i görünce homurdanmaya ve gözlerinden yaşlar akmaya baş­ladı (şu bilinen bir şeydir ki, musibete uğrayan biri derdiyle ilgilenecek birini gö­rünce kalbi hislenir). Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem onun yanına gitti. Bağlı ol­duğu kulağının üzerini şefkatle okşadı ve "Bu devenin sahibi kimdir?" diye sordu. Ensardan bir adam yanaştı ve "Benim" dedi. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem; "Seni bu devenin sahibi kılan Allah'tan korkmuyor musun? Bu deve seni şikayet ediyor. Sen onu aç bırakıyor ve ona fazla iş yaptırıyormuşsun" buyurdu. Başka bir hadiste şöyle geçmektedir. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem gözü dağlanmış bir merkep gördü ve "Henüz siz, benim hayvanın gözünü dağlayan veya yüzüne vuran kimseye lanet ettiğimi bilmiyor musunuz?" buyurdu. Bu rivayetler Ebû Dâvûd'da zikredilmiştir. Bunlardan başka daha değişik rivayetler de hayvanların bakımında kusur edilmemesi hakkında uyarılar yapılmıştır.Hayvanların durumu böyle olunca ve onlar hakkında bunca uyarılar yapılmış­ken Eşrefül Mahlukat yani yaratıkların en şereflisi olan insanın durumu gayet açıktır ve çok önemlidir. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Geçimini üzerine aldığı biri­ni zayi etmek (telef etmek) günah olarak insana yeter". Öyleyse insan bir hayvanı bir ihtiyacından dolayı yanında tutuyorsa onun yemesinde cimrilik edipte "kim bilecek, kimin haberi olacak ki?" diye düşünmesi kendi kendine büyük zulümdür. Ne kadar gizli yapılırsa yapılsın bilen, her şeyi bilmekte, kâtipler her şeyin raporunu tutmak­tadırlar. Bu afet cimrilikten kaynaklanmaktadır. Çünkü insan, hayvanları binek veya ziraat veya süt almak yada başka bir iş yaptırma ihtiyacından dolayı beslemektedir. Ancak onun için para harcarken pintiliğinden dolayı (neredeyse) canı çıkmaktadır.

9) Hz. Enes radıyailahu an/j'dan rivayete göre Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi ve-seiiem şöyle buyurdu: "Ademoğlu kıyamet günü bir kuzu gibi (zayıf ve zelilolarak) getirilir ve Allah'ın huzuruna dikilir. Allahu Teâlâ ona <Ben sana mal verdim. Hizmetçiler verdim. Sana nimetlerimi yağdırdım. Sen bu nimetler için­de ne yaptın?> der. O kişi <Ya Rabbİ ben malı topladım. (Kendi çalışmamla) onu çoğalttım. Önceki halinden daha çok olduğu halde onu bıraktım (ve gel­dim). Beni dünyaya döndür de onların hepsini alayım sana getireyim> der. Allahu Teâlâ, <Ahîret için azık olarak önceden gönderdiklerini Bana göster> buyurur. O önceki sözünü aynen tekrar ederek, <Ya Rabbi o malı topladım ve çoğalttım. Önceki halinden daha fazla olarak bırakıp geldim. Sen beni dünyaya geri gönder. Onların hepsini alıp Sana getireyim (yani bol bol sadaka vereyim de onların hepsi buraya benim yanıma gelsînler)> diyecektir. O kulun ileriye gönderdiği hiç bir hayrı çıkmayınca, o Cehennem'e atılacaktır".                                                                                                        (Tirmizi,

İZAH: Bizim ticaret, ziraat ve diğer yollarla, para kazanmak için çektiğimiz bütün emek ve meşakkatlerin maksadı ihtiyaç anında yanımızda birikmiş bir şey­lerin olmasıdır. Ne zaman hangi ihtiyacın doğacağı bilinmez. Ancak asıl ihtiyaç vakti mutlaka gelecek ve mutlaka o gün çok şiddetli olan ihtiyaç da ortaya çıka­caktır. Ve şu kesindir ki, o vakit sadece insanın kendi hayatında iken Allahu Teâ-lâ'nın hazinesine yatırdığı şeyler işe yarayacaktır. Çünkü hem o birikenler tam olarak verilecek hem de onlar Allah ceiie ceiaiuhu tarafından artırılacaktır. Ancak bizler o tarafa çok az iltifat ediyoruz. Halbuki bu dünya hayatı ne kadar uzun o-lursa olsun mutlaka bir gün sona erecektir. Ahiret hayatı ise hiç bitmeyecektir. İn­sanın dünya hayatındaki sermayesi tükenirse çalışıp kazanabilir. Dilenip de öm­rünün günlerini geçirebilir. Ancak ahiret hayatında çalışıp kazanmanın bir yolu yoktur. Orada azık olarak sadece ileri gönderilen şeyler işe yarayacaktır.Bir hadiste Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyuruyor: "Ben Cennete girince onun iki tarafında altın suyu ile yazılmış üç satır gördüm: Birinci satırda yazılmıştı, ikinci satırda şöyle yazılıydı;İleri gönderdiklerimizi bulduk, dünyada yediklerimiz kâr kaldı. Geriye bırak­tıklarınızdan dolayı zarar ettik. Üçüncü satırda ise şöyle yazıyordu;Ümmet günahkar, Rabb ise bağışlayıcıdır.[61]Birinci bölümde 6. sıradaki ayette şöyle bir ifade geçmişti: "O gün ne bir ti­caret, ne bir dostluk ne de bir şefaat fayda verecektir". Aynı bölümün 30. sırasın­daki ayette Allahu Teâlâ'nın şöyle buyurduğu geçmişti: "Her şahıs yarın için ne gönderdiğine baksın". Bir hadiste şöyle buyurulmuştur: "İnsan öldüğünde melek­ler ona <Hesaba ne kadar meblağ yatırdın, Yarın için ne gönderdin?> diye sorar­lar, insanlar ise, <Geriye ne kadar mal bıraktı?> diye sorarlar"[62]Bir başka hadiste Rasûlullah saüaiiahu aleyhi veseiiem şöyle sormuştur: "Siz­den kime varisinin malı kendi malından daha sevimlidir?" Sahabeyi Kiram, "Ya Rasûlallah bizden kendi malı, kendisine varisinin malından daha sevimli olma­yan yoktur" dediler. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurdu: "İnsanın malı ileriye gönderdiğidir. Geriye bıraktığı ise kendi malı değil, onun varislerinin malı­dır"[63] Başka bir hadiste Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurdu: "İnsan benim malım, benim malım der. Onun malından kendisine ait olan üç şey vardır; 1-Yiyip tükettiği, 2-Giyip eskittiği, 3-Allah'ın hazinesindeki hesabına yatırdığıdır. Bundan başka ne varsa onun malı değildir. O malı insanlara bırakıp gidecektir"[64] İşin en ilginç yönü de şudur: İnsan çoğu zaman isteyerek bir kuruş dahi vermeyi reva görmediği insanlar için mal biriktirir, mihnet çeker, musibetlere katlanır ve dar­lıklara sabreder. Ancak malı biriktirir ve bırakıp gider. Kendilerine zerre kadar bir şey vermek istemediği kimseleri Allah'ın takdiri biriktirdiği her şeye varis kılar. Ertât bin Sehiyye rahmetuiiahialeyh vefatı sırasında şu manaya gelen birkaç şiir okumuştur:"İnsan, ben çok mal biriktirdim " der ancak çalışıp kazananların çoğu başkaları için,yani varisler için biriktirir. O hayatındayken hesap eder."Nereye ne kadar, nereye ne kadar harcandı?" diye, ancak sonra"Hepsini nereye savurdunuz?" diye hesaba çekemeyeceği,İnsanların yağmalaması için bırakıp gider. O halde insan hayattayken yemeli yedirmeli ve cimri varisin elinden almalı.İnsan öldükten sonra mahrum kalır.(kimse onu malıyla yâd etmez) Başkaları yiyip, savururlar.İnsan kendisi o maldan mahrum kalır. Başkası onunla arzularını yerine getirir.[65]Yukarıdaki hadiste zikredilen kıssa, başka bir hadiste diğer bir ifade ile gelmiştir. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem Sahâbe-i Kiram'a şöyle sordu: "Sizden kimin kendi malı varisinin malından kendine daha sevimlidir?" Sahâbe-i Kiram "Ya Rasûlallah! Bizim bildiğimize göre bizden her birinin kendi malı daha sevimli­dir" dediler. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem, "Ne dediğinizi düşünerek söyleyin" dedi. Sahâbe-i Kiram "Ya Rasûlallah bizim hepimizin kendi malı daha sevimlidir" dediler. Rasûluilah saiiaiiahu aleyhi veseiiem, "Sizden varisinin malını, kendi malın­dan daha çok sevmeyen hiç kimse yoktur" buyurdu. Sahâbe-i Kiram, "Ya Rasûl­allah! Bu nasıl olur?" deyince Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem, "Sizin malınız ileri gönderdiklerinizdir. Varisin malı da geride bıraktıklarınızda" buyurdu.[66] Burada göz önünde tutulması gereken bir konu da şudur: Bu rivayetlerin maksadı varis­leri mahrum etmek değildir. Bizzat Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem bu konuda tembihte bulunmuştur. Hz. Sad bin Ebi Vakkas radıyaiiahu anh Mekke'nin fethedildiği günlerde öyle şiddetli hastalandı ki, hayatından umut kesildi. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem onu ziyarete gitti. O şöyle dedi: "Ya Rasûlallah! Benim çok malım var. Tek varisimde kızımdır. Gönlüm istiyor ki, bütün malımı vasiyet edeyim". (O vakit onun bir kızı vardı ve nafakası kocasına aitti). Rasûlullah saiiaiiahu aiayhi veseiiem onu böyle yapmaktan men etti. O malının üçte ikisini vasiyet etmek için izin iste­di. Ancak Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem reddetti. Sonra yarısını vasiyet etme talebini de kabul etmedi. Bunun üzerine o üçte birini vasiyet etmek için izin iste­di. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem ona izin verdi ve şöyle buyurdu: "Üçte biride fazladır. Varislerinizi zengin olarak bırakmanız onları insanların önünde el açan bir fakir olarak bırakmanızdan daha hayırlıdır. Allah için yapılan her harcamaya sevap vardır. Hatta eğer bir kişi hanımına Allah için bir lokma verirse ona da ecir vardır"[67] (Nitekim bu olaydan sonra Hz. Sa'd radıyaiiahu anh ölmedi ve başka evlat­ları da oldu). Hafız İbni Hacer rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "Hz. Sa'd'ın bu kıssası on­dan önce geçen hadisi şerife, yani sizden hanginize varisinin malı sevimlidir? ifa­desine ters düşmez. Çünkü bu hadisin hedefi kişinin sıhhat ve ihtiyaç anında sadaka vermesini teşvik etmektedir. Hz. Sa'd radıyaiiahu anh'm kıssasında ise ölüm hastalığında malının tamamını ya da çoğunu vasiyet etmek kast olunmuş­tur"[68] Bu aciz kula göre maksat sadece bu değildir. Aksine varislere zarar vere­cek bir niyetle vasiyet yapmak azar ve azabı gerektirir. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Bazı karı-koca Allah'a itaat ederek 60 sene geçirirler. Ölüm vakti gelince vasiyetleriyle (varislerine) zarar verirler. Bundan dolayı da Cehen­nem ateşi onlara vacip olur". Bu hadisi naklettikten sonra Hz. Ebû Hureyre radıyai­iahu anh bunu teyid etmek için Kur'an-ı Kerim'den şu ayeti okudu:"Bu (yukarıda beyan edilen miras taksimi) zarar vermek kastıyla olmaksızın yapılan vasiyetten, veya borçtan sonra gelir. Bütün bunlar Allah'tan fer­mandır"                                                                                                   

(Nisa-12)

Bir hadiste şöyle geçmektedir: "Kim bir varisini mirastan mahrum bırakırsa Allahu Teâlâ da onu Cennetteki payından mahrum eder"[69] Öyleyse şuna çok iyi dikkat etmek gerekir ki, vasiyet ederken ve Allah yolunda harcarken falanca kişi bana varis olmasın (ona malım kalmasın) diye asla niyet edilmemelidir. Aksine kendi ihtiyacını görmek ve ahiret azığı hazırlamak niyet ve iradesi olmalıdır. İnsanın irade ve niyetinin ibadetleri üzerinde büyük etkisi vardır. Rasûlullah saiiai-lahu aleyhi veseiiem'ln şu hadisi çok meşhurdur:"Ameller niyetlere göredir"  Namaz gibi en önemli ibadet Allah için kılınırsa, o kadar ecir, sevap ve Al­lah'a yakınlığa vesile olur ki, başka ibadetler ona denk olamaz. Aynı namaz, eğer riya ve gösteriş için kılımrsa küçük şirk ve kişiye vebal olur. Bundan dolayı miras konusunda halis niyet, Allah rızası ve kendi ihtiyaç anında (ahirette) işe yaraması olmalıdır. Bunun en güzel yolu şudur; insan kendi hayatında, sıhhati yerindeyken ve kendisi mi yoksa varisi mi önce öleceği, kimin varis olup, kimin olmayacağı bi­linmezken, malını harcamalı ve bol bol harcamalıdır. Ne kadar sadaka verebilirse vermelidir. Vasiyet etmeli, malını vakfetmeli ve daha fazla sevap kazanabileceğini ümit ettiği yerleri düşünüp araştırmalıdır. Kendi hayatında cimrilik yapıp da ölmek üzere iken cömert kesilmek yakışmaz. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'in birinci bölümün 5. hadisinde buyurduğu gibi en üstün sadaka insanın sağlığında verdiği­dir. Can boğaza dayandığı zaman ki değildir. O vakit sen "Bu kadar falancanın, şu kadar falancanın" dersin. Halbuki o mal zaten falancanın (yani varisin) olmuştur.Nasihatimi dikkatle dinleyin ve iyi anlayın! Ben önce kendime nasihat ediyorum. Sonra dostlarıma... Kişiyle birlikte gidecek olan mal ancak Allah'ın hazinesine yatırdığı maldır. Yoksa biriktirip de, iyice büyütüp çoğalttığı ve (bu dünyada) bırakıp gittiği mal işine yaramaz. Öldükten sonra ne ana-baba hatırlar, ne çoluk çocuk sorar. İllâ Mâşâallah (Allah'ın dilediği kimseler müstesna). Kişinin ancak kendi yaptığı işine yarar. Onların hepsinin sevgilerinin hülasası birkaç "ah vah" etmek ve beş on damla bedava göz yaşı akıtmaktır. Eğer o gözyaşları için bir para harcamak gerekseydi, bu da olmazdı.Evlatların iyiliği düşünülerek mal biriktirip bırakmak hayali, sadece nefsin bir hilesidir. Sadece mal biriktirip de onlar için bırakmak onların iyiliğini düşün­mek değildir. Aksine bu onlar için belki de bir kötülüktür. Eğer gerçekten gaye çocukların iyiliğini düşünmek ise ve gerçekten kendi ölümünden sonra onların perişan olmamaları, zelil ve rüsvay olarak dolaşmamalarını gönül istiyorsa, onla­rı zengin olarak bırakmaktansa dindar bırakmak gerekir. Çünkü evvela dinsizlik sayesinde onların yanında mal kalmayacaktır. Birkaç günlük lezzet ve şehvetler uğrunda savrulacaktır. Eğer kalsa bile ölen kişinin hiçbir işine yaramayacaktır. Eğer dindar olmakla birlikte malları olmasa da dindarlıkları hem kendilerine fay­dalı olacak hem de ölen kişiye faydalı olacaktır. Öyleyse Kişinin işine yarayacak olan mal sadece (ahirete) götürdüğü maldır.Hz. Ali kerremailahu vechehu buyurdu ki: Allahu Teâlâ iki zengini ve iki fakiri vefat ettirdi. Ondan sonra zenginlerden birine ahirete ne gönderdiğini ve çoluk çocuğuna ne bıraktığını sordu. O zengin şöyle dedi; "Allah'ım! Beni de Sen yarattın onları da Sen yarattın. Her şahsın rızkını Sen üzerine aldın ve Sen Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurdun:<Kimdir Allah'a gönül hoşluğu ile ödünç verecek? Allah da ona (bu ödün­cün) karşılığını kat kat versin! (Hadid-11 )> Bundan dolayı ben malımı ileri gön­derdim. Ve ben kesin olarak inanıyordum ki sen onlara mutlaka rızık vereceksin". Bunun üzerine Allah ceiie celaluhu buyurdu ki; "Peki git Eğer sen (dünyada iken)Benim yanımda senin için neler (ne gibi nimet ve ikramlar) olduğunu buseydin, dünyada çok sevinir az üzülürdün". Ondan sonra diğer zengini çağırdı ve "Sen kendin için ne gönderdin. Çoluk çocuğun için ne bıraktın?" diye sordu. O da şöyle dedi; "Al­lah'ım! Benim evlatlarım vardı. Onların sıkıntı ve fakirliğe düşmelerinden korktum". Allahu Teâlâ şöyle buyurdu; "Seni ve onların hepsini Ben yaratmadım mı? Hepsinin rızkını üzerime almadım mı?" O zengin, "Allah'ım şüphesiz öyleydi. Ancak ben onların fakir olmasından çok fazla korktum" dedi. Allahu Teâlâ buyurdu ki; "Onlara fakirlik ulaştı. Sen fakirliği onlardan engelleyebildin mi? O halde hadi git (dünyada iken) Benim yanımda senin için ne (gibi azab) olduğunu buseydin az güler çok ağlardın". Sonra fakirlerden biri hesaba çekildi. Allahu Teâlâ ona "Sen kendin için ne biriktirdin ve çoluk çocuğuna ne bıraktın?" dedi. O "Allah'ım! Sen beni sıhhat, se­lamet içinde ve sapasağlam yarattın. Konuşma gücü verdin. Yüce adını bana öğ­rettin. Bana dua etmeyi öğrettin. Eğer Sen bana mal verseydin, onunla meşgul ola­cağımdan endişe ederdim. Ben bulunduğum o hale çok razı idim" dedi. Allahu Teâlâ şöyle buyurdu; "Hadi git öyleyse Ben de senden razıyım. Eğer sen (dünyada iken) Benim indimde senin için ne (gibi nimetler) olduğunu buseydin çok güler az ağlar­dın". Sonra diğer fakir sorgulandı. Allahu Teâlâ ona, "Sen kendin için ne gönderdin. Çoluk çocuğuna ne bıraktın?" dedi. O "Allah'ım! Sen bana ne verdin ki? Şimdi soruyorsun?" dedi. Allahu Teâlâ, "Biz sana sıhhat vermedik mi? Konuşma gücü vermedik mi? Göz, kulak vermedik mi? Ve Kur'an-ı Kerim'de şöyle demedik mi?<Bana dua edin, kabul edeyim> (Mü'min-60)" buyurdu. O, "Allah'ım şüphesiz bunların hepsi doğru ancak ben unuttum" dedi. Allahu Teâlâ "Peki bugünde Biz seni unuttuk. Hadi git, eğer sen Bizim yanımızda senin için nasıl bir azap oldu­ğunu buseydin az güler çok ağlardın" buyurdu.[70]

10) Hz. Ömer radıyaiiahu an/ı'dan şöyle rivayet edilmiştir: Rasûlullah  aleyhi veseiiem şöyle buyurdu: "(İnsanlara ucuz satmak için) dışar­dan rızık (mal veya mahsul) getiren kişi rızıkiandınlır. Kim de malı hapsedip tutarsa o mel'undur".                                                                                 (Ibni Mace, Darimi, Mişkât)

İZAH: Fakih Ebûlleys Semerkandi rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "Dışardan rızık getiren kişiden kasıt, ticaret gayesiyle başka şehirlerden mahsul satın alıp insanlara (ucuz) satan kişidir. Ona Allah ceiie celaluhu tarafından rızık verilir. Çün­kü insanlar ondan faydalanır ve onun hakkında yapmış oldukları duaları kabul olunur. Malı hapsedenden kasıt malı hapsetmek niyetiyle alan ve bu yüzden insanlara zarar veren kişidir"[71]Yani her kim mal pahalansın diye onu hapseder deinsanların ihtiyacına rağmen onu satmazsa ona lanet olsun. Yani cimrilik hırs ve (daha fazla) kâr edebilmek gayesiyle mahsul vs. gibi insanların hayatlarını sür­dürebilmek için muhtaç oldukları maddeleri satın alır, hapseder ve pahalanması için gün sayarsa, o kişiye Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem lanet etmiştir.Bir hadiste Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Kim 40 gün Müs­lümanların (şiddetle ihtiyaçları olan) yiyecek maddelerini tutar (satmazsa) Allahu Teâlâ onu cüzzam hastalığına ve iflasa mübtela kılar[72] Bundan anlaşılıyor ki kim Müslümanlara zarar verir, onları yoksulluğa iterse, ona bedeni azab olarak cüzzam musallat olur. Mali azab olarak iflas ve yoksulluk... Buna karşılık hadisin baş tarafında şöyle geçmişti: "Kim başka bölgelerden mal getirir ve ucuz olarak satarsa, Allah ceiie ceiaiuhu ona rızık (ve kâr) verir".Diğer hadiste şöyle buyurulmuştur: "Mahsulü hapseden (stokçu) ne kadar kötü insandır ki, fiyatlar düşünce üzülür, artınca sevinir". Bir başka hadiste buyu-ruldu ki: "Kim 40 gün, (ihtiyaca rağmen) mahsulü hapsederse (satmazsa), sonra onu halka sadaka olarak dağıtsa bile, onun bu sadakası, malı hapsetmesine keffaret olamaz"[73]

Bir hadiste şöyle buyuruluyor: "Önceki ümmetler arasında bir Allah dostu yolda giderken bir kum tepesinin yanından geçti. Kıtlık zamanıydı. Kalbinden şöyle temenni etti; <Bu kum tepesi, mahsul yığını olsaydı da, onu Beni İsrail'e bol bol yedirseydim>. Allah ceiie ceiaiuhu zamanın peygamberine âlâ nebiyyina ve aieyhissaiatü vesselam vahiy gönderdi; <Falanca zatı müjdele ki, biz ona o tepe kadar mahsulü insanlara taksim etmiş gibi ecir ve sevap yazdık>"[74] Allah katında sevap kıtlığı yoktur. Sevap ve mükafat vermesi için ne mal biriktirmeye gerek vardır, ne gelire ne de kazanca. Bütün dünyadaki ürünler O'nun bir işaretiyle meydana gelir. Allah indinde insanların amel ve ihiasına bakılır. O'nun yarattıklarına kim şefkat ve merhamet gösterirse ona orada şefkat ve merhamette kusur edilmeyecektir.Hz. Abdullah İbni Abbas radıyaiiahu anhuma run yanına bir adam geldi ve "Bana nasihat ediniz" dedi. O şöyle buyurdu: "Sana altı şeyi nasihat ediyorum; 1-Allah'a te­vekkül ve Allah'ın kendi zimmetine aldığı (rızık vs. gibi) şeylerin kesin olduğuna iman etmek, 2-Allah'ın farz kıldıklarını vaktinde eda etmek, 3-Dilin her zaman Al­lah'ın zikriyle meşgul olması, 4-Şeytanın sözüne uymamak. Çünkü o bütün yaratıklara haset etmektedir, 5-Dünyayı âbâd etmekle meşgul olmamak. Zira bu kişinin ahiretini berbad eder, 6-Her zaman müslümanların İyiliğini gözetmek".Fakih Ebûlleys rahmetuliahi aleyh diyor ki: "İnsanın saadetinin 11 alâmeti var-dır. Yine insanın bedbaht olmasının da 11 alâmeti vardır. Saadetin 11 alâmeti şunlardır;1-Dünyaya değer vermeyip, ahirete yönelmek, 2-lbadet ve Kur'an okumayı çoğalt­mak, 3-Gereksiz konuşmamak, 4-Namazları vaktinde kılmaya hususi gayret gös­termek, 5-En basit bir haramdan bile sakınmak, 6-Salihlerin sohbetine katılmak, 7-Alçak gönüllü olup kibirlenmemek, 8-Cömert ve kerim olmak, 9-Allah'ın yarat­tıklarına şefkat göstermek, 10-Yaratıklara faydalı olmak, 11-Ölümü çok hatırlamak. Bedbahtlığın alâmetleri ise şunlardır; 1-Mal biriktirme hırsı, 2-Dünyevi lezzetler ve şehvetlerle meşgul olmak, 3-Çirkin sözler söylemek ve gevezelik yapmak, 4-Na-maza karşı tembellik yapmak, 5-Haram ve şüpheli şeyler yemek ve fâsık ve fâ-cirlerle oturup-kalkmak, 6-Kötü ahlaklı olmak, 7-Kibirli ve gururlu olmak, 8-İnsan-lara faydalı olmaktan uzak durmak, 9Müslümanlara merhamet etmemek, 10-Cim-ri olmak, 11-Ölümden gafil olmak[75]Bu âciz kula göre bütün bunların kaynağı ölümü çok hatırlamaktır. Ölüm her an hatırlanırsa önceki on bir saadet alâmeti İnşallah meydana çıkacak ve diğer on bir tane bedbahtlık alâmetinden korunmak mümkün olacaktır. Rasûlul­lah saiiaiiahu aleyhi veseilem lezzetleri kesen ölümü bol bol hatırlamayı emretmiştir.[76]

11) Hz. Enes radıyaiiahu anh diyor ki: Sahabeden bir adam vefat etmişti. Topluluktan bir adam (onun dış haline bakarak), "Müjdeler olsun, Cennet'-lik oldun" dedi. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Sen biliyor musun, belki de o boş sözler konuşmuş veya kendisine zarar vermeyecek bir şeyde cimrilik etmiştir"                                                                                                                                                              (Tırmizi, Mişkât)

İZAH: Yani bu vasıflar da baştan Cennete girmeye mani olmaktadır. Bu­na rağmen boş sözlere dalmak ve gereksiz konuşmalarla vakitleri zayi etmek, bizler için öyle zevkli bir iştir ki, belki de hiçbirimizin, hiçbir meclisi bundan boş 'değildir. Ancak Rasûluüah saiiaiiahu aleyhi veseiiem m ümmetine karşı şefkat ve rah­metine kurban olayım ki, o her müşkülâtın çözümünü haber vermiştir. 23 sene gibi az bir zaman içinde bütün dünyanın her çeşit ihtiyaçlarına çözümler sun­muştur. Nitekim şöyle buyurmuştur: "Mecliste işlenen hataların keffâreti şu dua­dır ki, meclis bittikten sonra oradan kalkmadan önce okunmalıdır:"Yukarıdaki hadiste ikinci konu yine cimriliktir ki, belki de o kişi kendisine hiçbir eksikliği dokunmayacak şeylerde cimrilik etmiştir. Bir hadiste bu kıssa biraz daha geniş olarak anlatılmıştır. Orada Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle bu­yurmuştur: "Belki de o kişi lüzumsuz konuları konuşmuş veya önemli olmayan şeylerde cimrilik etmiştir"[77] Bizler pek çok şeyleri çok basit zannederiz, ancak o şeyler Allah celle ceiaiuhu indinde sevap ve azap itibariyle çok yüksek derecesi vardır. Sahihi Buhari'deki bir hadiste şöyle buyurulmuştur: "İnsan Allah'ın razı ola­cağı bir sözü ağzından çıkarır ve onu önemsemez. Ancak onun bu yüzden dere­celeri yükselir. Bir de Allah'ın razı olmayacağı bir söz söyler ve buna aldırmaz. An­cak bu yüzden Cehennem'e atılır". Yine bir hadiste şöyle buyurulmuştur: "O kişi Cehennem'de doğu ile batı arasındaki uzaklık kadar bir derinliğe atılacaktır"[78]

12) Hz. Osman radıyatiahu anh'm azadh kölesi diyor ki: (Müminlerin an­nesi) Ümmü Seleme radıyaUahu anha'ya bir parça et hediye edildi. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesefiem eti seviyordu. Bundan dolayı Ümmü Seleme hizmet­çiye, "Onu eve koy, belki Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem onu yer" dedi. Hiz­metçi onu evin rafına koydu. Sonra bir dilenci geldi ve kapıda durarak şöyle dedi: "Allah için bir şey verin, Allah size bereket nasip etsin". Evdekiler şöyle cevap verdiler: "Allahu Teâlâ sana bereket versin" (Bu söz vermek için bir şey bulunmadığına işaret ediyordu). O dilenci gitti. Tam o esnada Ra­sûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem içeri girdi ve "Ey Ümmü Seleme yanında yiye­ceğim bir şey var mı?" dedi. Hz. Ümmü Seleme hizmetçiye, "Git o eti Ra-sûluilah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'e getir" dedi. Hizmetçi gitti rafta beyaz bir taş parçası buldu. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem (önceki meseleyi öğrenince) buyurdu ki: "Siz o eti dilenciye vermediğiniz için o et taş oldu".                                                                                          (Beyhaki, Mişkât)

İZAH: Hadiste anlatılanlar ders alınması gereken büyük bir olaydır. Ez-vâcı Mutahharât'ın cömertlik ve el açıklığı ile kim, nasıl yarışabilir? Onlar bir par­ça eti ihtiyaçtan dolayı, o da kendi ihtiyaçlarından değil, Peygamberimiz saiiaiiahu aleyhi veseiiem \u ihtiyacından dolayı alıkoydular da neticesi böyle oldu. Şu da ger­çekten Allah'ın Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'm hanımlarına özel bir lütfü ve keremidir ki, o eti fakire vermemenin tesiri, Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'm sa­yesinde ev halkına gerçek haliyle görünmüştür. Bundan maksat şudur; muhtaç birinden kaçırarak ve reddederek kim yerse, netice ve tesir bakımından taş ye­miş gibidir. O adam yemiş olduğu şeyin asıl faydasını elde edemez. Aksine katı kalpliliği ve o şeyierin faydalarından mahrumiyeti elde eder. İşte bundan dolayı­dır ki, bizler Allahu Teâlâ'nın pek çok nimetlerini yediğimiz halde onlardan olması gerekenden daha az istifade ediyoruz. Bir de "Bunların tesiri kalmamış" diyoruz. Halbuki gerçekten kendi niyetlerimiz bozulmuştur. Niyetlerdeki bozukluk yüzün­den faydalarda azalma olur.

13) Amr İbni Şuayb babasından, o da dedesinden rivayet ediyor ki, Peygamber saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurdu: "Bu ümmetin düzelmesinin başlangıcı Allah'a yakın (kâmil bir iman) ve dünyaya ektir. Onla­rın bozulmalarının başlangıcı da cimrilik ve uzun ümitlerdir".                                         (Beyhaki, Mişkât)

İZAH: Cimrilik gerçek manada uzun boylu ümitlerden kaynaklanmaktadır. Şöyle ki; insan uzun uzun planlar düşünür. Sonra onun için mal biriktirmeyi fikreder. Eğer insan kendi öleceğini hatırlar ve kim bilir ömrüm kaç gün kaldı? diye düşünürse, o zaman ne uzun fikir ve düşünce kalır ne de fazla mal biriktir­meye gerek kalır. Hatta devamlı ölümü düşünürse, o zaman ahiret yurdu için da­ha çok biriktirme düşüncesi onu her an kuşatır.

14) Ebû Hureyre radıyaliahu anh'öan rivayete göre Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem bir defasında Hz. Bilal radıyaliahu an/j'ın yanına girdi. Onun ya­nında bir hurma yığını vardı. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem "Ey Bilal bu nedir?" dedi. O "İlerdeki ihtiyaçlarım için azık olarak ayırdım" dedi. Rasû­lullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurdu: "Onun yüzünden, yarın kıyametgünü Cehennem ateşinin dumanını görmekten korkmaz mısın? Ey Bilal harca! Arşın Sahibi azaltır diye korkma".                                      (Beyhşki, Mişkât)

İZAH: Her şahsın bir makamı ve bir hâli vardır. İslam ölçülerine göre bizim gibi zayıflara, imanı zayıf ve yakîni zayıf insanlara ilerdeki ihtiyaçlar için azık olarak bir şeyler ayırma izni vardır. Ancak Hz. Bilal gibi kadri büyük, imanı kamil olan ve yakîni olgun olan birinin makamı, Allah malı azaltır diye en ufak bir endişe ve şüp­he olmamasıdır. Cehennemin dumanını görmek ona girmeyi gerektirmez. Ancak şüphesiz ki o insanlar Cehennem'in dumanını dâhi görmeyecek olan kimselere göre zarardadırlar. En azından hesaplan uzun olacaktır. Bazı hadislerde, bir kişi­nin yanında basit rakamlar (mesela bir iki dinar) çıkması üzerine bile Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem tarafından Cehennem azabı ile korkutulmuştur. Bu konu 6.bölümün hadisler kısmının ikinci sırasındaki hadisin açıklamasında gelecektir.Herkes hesaba çekilecektir. Mal ne kadar fazla olursa, hesap o kadar uzun olacaktır. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur: "Ben Cen-net'in kapısında durdum. Oraya girenlerin çoğunun fakirler olduğunu, zenginlerin ise durdurulduğunu gördüm. Cehennemlik insanlar Cehennem'e atıldılar. Ben Cehennem'in kapısında durdum. Oraya girenlerin çoğunun kadınlar olduğunu gördüm"[79] Cehennem'e girenlerin çoğunun kadınlar olmasının sebebi bir başka hadiste zikredilmiştir. Hz. Ebû Said radıyaiiahu anh diyor ki: Rasûlullah saiiaiiahu aley­hi veseiiem bayram günü, bayram namazı kılınan meydana gitti. Kadınlar toplulu­ğunun yanından geçerken onlara, "Siz bol bol sadaka verin. Ben Cehennem'de kadınların çok olduğunu gördüm" buyurdu. Kadınlar, "Ya Rasûlallah! Bunun se­bebi nedir?" deyince Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem, "Kadınlar çok lanet (bed­dua) ediyorlar ve kocalarına çok nankörlük ediyorlar" buyurdu.[80]Bu iki vasıf kadınlarda o kadar fazla bulunmaktadır ki, bir sınırı yoktur. Canlarını verdikleri, her an rahat ve istirahatını düşündükleri evlatlarına, çok basit şeyler yüzünden devamlı Ölesice!, Yere baiasıcal, Allah belanı versin! gibi beddualar etmeyi ağızlarına sakız etmişlerdir. Kocalarına nankörlük etmelerini ise hiç sormaya gerek yok! Zavallı adam hanımının nazına ne kadar katlanırsa katlansın yine de onun gözünde ilgisiz biri olarak kalır. Kadınlar her zaman kocası, "Neden anasına bir şey verdi?", "Babasına maaşından neden bir şeyler verdi?", "Abisiyle, bacısıyla neden iyi geçiniyor?" diye ölüp, mahvolurlar.Başka bir hadiste Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem Küsuf[81] namazında Cen­net ve Cehennem'i müşahede etti. Cehenem'de kadınların kalabalığını gördü. Sahâbe-i Kiram bunun sebebini sorunca Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurdu: "Onlar iyilikleri unuturlar, kocalarına nankörlük ederler. Eğer sen ömür boyu onlardan birine iyilik etsen, sonra ufak bir mesele meydana çıksa o <Ben senden asla iyilik görmedim> demeye başlar"[82]Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiemin bu hadisinde belirtilen şeyier kadınlardaki genel bir alışkanlıktır. Onlara ne kadar iyilik edilirse edilsin, eğer herhangi bir vakit herhangi bir şey onların mizacına ters düşerse kocasının ömür boyu yaptığı iyi­liklerin hepsi zayi olup, "Bu evde ben hiç huzurlu bir gün görmedim" cümlesi dille­rinden hiç düşürmedikleri bir söz olur. Bu hadiste kadınların çoğunun Cehennem'e gitmesinin sebebi bilinmekle birlikte, ondan korunmak ve muhafaza olmanın yo­lunun bol bol sadaka vermek olduğu da bilinmiştir. Nitekim bu korkutucu hadiste şöyle geçmektedir: Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem bunları söylerken Hz. Bilal radıyaiiahu anh da beraberdi. Sahabiye hatunlar Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vese/tem'in konuşmasını uzun uzun dinledikten sonra kulaklarındaki ve boyunlarındaki takıları­nı çıkarıp Hz. Bilal radıyaiiahu anti\n yardım toplamakta olduğu bezin içine atıyorlardı... Zamanımızda ise kadınların bir defa böyle şiddetli hadisleri dinleyince sadaka ver­mek hayallerinden bile geçmez. Şayet birinin vermeye niyeti olsa bile onun yükü de kocasının üzerine biner. İster ki, kocası onun zekatını versin, onun yerine sadaka versin. Eğer kendisi verse bile kocasından alarak verir. Onun takılarına bir eksiklik gelmesi mümkün müdür!? İsterse hepsi çalınsın, kaybolsun veya düğünlerde ve manasız toplantılarda rehin (depozit) olarak verilip elden çıksın ama kendi rızasıyla Allah'ın hazinesinde biriktirmek hiç söz konusu olmaz. Bu haldeyken onları bıra­kıp ölür gider. Sonra o ziynet takıları varisler arasında bölüşülür ve ucuz fiyatla sa­tılır. Baştan yapılırken pahalı yapılır. Satılırken çok ucuza gider. "Efendim onun iş­çilik masrafları zayi olmuş, varislere ne ki!" Kadınların ziynet eşyası yaptırmalarının maksadı, eskisini kırdırıp yeni yaptırmaları, bu modeli kırdırıp, şu modeli yaptırma­larıdır. Halbuki ne bu işlerine yarar, ne de o... Sık sık kırdırıp yaptırmaktan dolayı mal zayi olmakla birlikte verilen işçilik ücretleri de mahvolup gider.Bu konu, kadınların çoğunun Cehennem'e girmelerinden dolayı araya gir­mişti. Asıl konumuz ise şuydu; malın çokluğu az da olsa insana mutlaka rengini bulaştırır. Hatta Muhacir Sahabeler radıyaiiahu anhum ecmain hakkında Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur: "Kıyamet günü Muhacirlerin fakirleri, zenginlerinden 40 sene önce Cennet'e doğru ilerleyeceklerdir"[83]Halbuki zengin olan Sahabelerin başkalarını kendilerine tercih etmeleri, bol bol sadaka verme­leri ve ihlasları ne ölçülebilir ne de onlarla yarışılabilir. Bir defasında Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şu duayı yaptı:"Allah im! Beni yoksul olarak yaşat yoksul bir haldeyken canımı al ve beni yok­sullar topluluğu ile haşreyle". Hz. Aişe radıyaiiahu anha, "Neden böyle diyorsunuz?" dedi. (Yani, siz yoksulluk için neden dua ediyorsunuz). Bunun üzerine Rasûlullahsaiiaiiahu aleyhi veseilem buyurdu ki: "Yoksullar kendi zamanındaki zenginlerden 40 sene önce Cennet'e gireceklerdir. Ey Aişe! Yoksulu mahrum ederek geri gönder­me, isterse bir hurma parçası olsun (ver). Ey Aişe! Yoksulları sev, onlarla yakın­lık kur ki, Allah da kıyamet günü seni kendine yaklaştırsın".[84] Bazı alimler bu ha­diste tereddüt etmişlerdir. Çünkü bu hadiste genel olarak fakirlerin peygamber­lerden daha önde oldukları manası çıkmaktadır. Bu aciz kulun eksik görüşüne göre burada çelişki yoktur. Çünkü bu hadiste "Kendi zamanındaki zenginler" ifa­desi vardır. O halde her topluluğun fakirleri o topluluğun zenginleriyle karşılaştı-nlmıştır. Enbiya, Enbiya ile; Sahabeler, Sahabelerle ve aynı şekilde diğer toplu­luklar kendi emsalleriyle karşılaştırılmıştır.

15) Hz. Ka'b bin İyâz radıyaüahu anh diyor ki: Ben Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'in şöyle buyurduğunu işittim: "Her ümmetin bir fitnesi vardır. Benim ümmetimin fitnesi de maldır".                                                (Tirmizi, Mişkât)

İZAH: Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem'in bu hadisi tamamen haktır. Bu bir itikat meselesi değildir. Her gün gözle görülen şeylerdir. Malın çokluğundan dola­yı serserilik, nefse düşkünlük, faiz yemek, zina etmek, film seyretmek, kumar oynamak, zulüm ve işkence yapmak, insanları küçük görmek, Allah'ın dininden gafil olmak, ibadetlerde gevşeklik etmek, din işleri için vakit bulamamak vs. gibi durumlar meydana gelmektedir. Yoksullukta bunların üçte biri, dörtte biri, hatta onda biri bile olmaz. Bu yüzden şu söz çok meşhurdur:Para yoksa, pazar aşkı sadece dilde kalan bir laftan ibarettirEğer bu kötü şeyler bulunmasa bile en azından malı arttırma fikri yerini ko­rur. Bir kimseye sadece üç bin Rupi[85] veriniz, sonra (göreceksiniz ki) her vakit para­yı bir işe yatırıp, arttırma düşüncesi onu sarar. O zaman ne uyku kalır ne de din­lenme. Namaz, oruç, hac ve zekatın hâli ne olur? Artık gece gündüz dükkanı bü­yütmeyi düşünmektedir. Dükkanın meşguliyeti ona ne bir din işine katılmaya izin verir ne de din için bir yere gitmeye zaman bulur. Dükkana bir zarar gelir diye de­vamlı düşünür. Her an Hangi ticarette daha fazla kâr var? Veya Hangi iş daha iyi yürür? fikirleri onu kuşatır. Bundan dolayı Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'm bir çok hadislerinde şu ifadesi geçmektedir: "Bir adamın iki vadi dolusu malı olsa, o ü-çüncüsünü arar. İnsanın karnını ancak (kabirdeki) toprak doldurur"[86] Yine bir ha­diste şöyle buyurulmuştur: "Eğer insanın bir vadi dolusu malı olsa, ikincisini arar, ikincisi olsa, üçüncüsünü arar. İnsanın karnını topraktan başka bir şey doldurmaz". Diğer bir hadiste şöyle geçmektedir: "İnsanın bir vadi dolusu hurma ağacı olsaikincisini ister, ikincisi olursa üçüncüsünü ve bu şekilde temenni eder, durur. Onun karnını topraktan başka bir şey doldurmaz"[87] Başka bir hadiste de şöyle buyurulu-yor: "Bir adama altın dolu bir vadi verilirse o ikincisini arar, eğer ikincisi olursa, ü-çüncüsünü arar. İnsanın karnını topraktan başka bir şey doldurmaz"[88] Toprağın dol­durmasından maksat şudur; İnsan ancak kabir toprağına varınca kendisinde bulunan •jj,y ja [p» Daha yok mu? isteğinden vazgeçebilir. Dünyada kala kala her vakit mala mal katmak ve onu arttırmak düşüncesi devam eder. Bir fabrika veya iş yeri güzel bir şekilde yürüyorsa ve ihtiyacını karşılayacak geliri de varsa, buna rağmen bir yerden karşısına ikinci bir şey çıkar. Oraya da ayağını kaptırır. Artık bir iken iki o-lur, ikiden üç olur. Kısaca gelir arttıkça onu daha geniş ticarete yatırma düşün­cesi devam eder. Elindekine kanaat edip az bir zaman Allah'ı zikretmeye vakit ayırmaz İşte bundan dolayı Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem şöyle dua etmiştir:

"Allah'ım! Muhammed'in çoluk çocuğunun rızkı gût eyle". Yani, "Zaruret ka­dar olsun, asla ziyade olmasın. Benim evlatlarım bu tuzağa düşmesin" demektir.Bir hadiste Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem şöyle buyurmuştur: "İyilik ve güzel­lik o kimse içindir ki, kendisine İslam nimeti verilmiştir, rızkı yeteri kadardır ve ona kanaat etmektedir". Başka bir hadiste şöyle buyuruîmuştur: "Kıyamet günü, dünya­daki rızkının sadece bir gût (yani yeteri kadar) olmasını temenni etmeyen hiçbir fakir veya zengin yoktur"[89]Sahihi Buhari'deki bir hadiste Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem şöyle buyurmuştur: "Allah'a yemin olsun ki sizin hakkınızda fakirlik ve yoksulluktan korkmuyorum. Aksine önceki ümmetlere dünyanın genişlediği gibi size de genişle­mesinden (bollaşmasından) korkuyorum. Ondan sonra onların dünyaya gönül ver­dikleri gibi siz de gönül verirsiniz. Dünya onları helak ettiği gibi sizi de helak eder"[90]Bunlardan başka daha pek çok rivayetlerde değişik ifadelerle ve çeşitli tenbihlerle malın çoğalması ve onun fitnesi hakkında uyanda bulunulmuştur. Bu uyarı malın haddi zatında iğrenç ve ayıp bir şey olmasından dolayı değildir. Aksi-xne sebep şudur; bizim kalbimiz bozuk olduğundan mal yüzünden kalbimizde çok çabuk kokuşma olur ve hastalıklar meydana çıkar. Eğer bir kimse onun zarar­larından sakınarak, onu çoğaltma fikrinden kaçınarak ve şartlarına uyarak onu kullanırsa, o zaman zararlı değil faydalıdır. Ancak genel olarak ne şartlarına riâ­yet edilmekte ne de kendini düzeltme fikri bulunmaktadır. Bundan dolayı mal kendi zehirli tesirini çok süratli bir şekilde göstermektedir.Bunun en güzel örneği kolera salgını zamanında Amrud[91] yemeye benzer. Aslında Amrud da bir kusur yoktur. Onun faydaları şimdi de bulunmaktadır. Ancak hava bozukluğundan dolayı Amrud'u kullanmak, özellikle çok kullanmaktan dolayı onda değişiklik meydana gelir. Bu yüzden zarar ve helaka sebep olur. Bundan do­layı genellikle doktorlar kolera hastalığı olduğu zamanlar Amrud yemeyi şiddetle yasaklarlar ve kasalar dolusu Amrud imha ettirilir. Hayret! Eğer basit bir hekim veya doktor bir şeyin zararlı olduğunu haber verirse, tabii olarak kalbimiz ondan korkmaya başlar. Nitekim doktorların bu uyarılarından sonra sapa sağlam baba yiğitlerin bile Amrud yemeye cesaretlen kalmamaktadır. Ancak bir Yüce Zat var­dır ki, hiçbir hekim ve doktor onun ayağının tozuna bile erişemez. Onun görüş ve kararlan peygamberlik nurundan istifade etmiştir. Buna rağmen onun ilanı ve ka­rarından dolayı zerre kaaar korku meydana gelmemektedir. Mademki Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem sık sık malın fitnelerine ve onun zararlarına dikkatleri çek­mektedir. O halde kesinlikle herkesin onun zararlarından çok fazla korkması ge­rekir. Malın kullanılması için gereken İslam kanunlarına çok fazla ihtimam göste­rilmesi gerekir. Çünkü bunlar, Amrud için tuz, biber, limon vs. gibi iyileştirici katkı maddelerine benzemektedir. Malla ilgili Allah'ın haklarını edâ etmeyi daha fazla düşünmek gerekir. Bizzat Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurdu: "Zen­ginlik, Allah'tan korkan kimse için zararlı değildir"[92]Benim soyca büyüklerimden Müftü İlahi Bahş Kandehlevi, meşhur fakih ve bütün ilim erbabının müracaat ettiği zat olan Şah Abdul Aziz hazretlerinin (Allah kabrini pürnur eylesin) özel talebesiydi. Onun not defterinde şeyhinin defterinden şöyle bir şey nakledilmiştir: Dünya (yani mal) Allahu Teâlâ'nın razı olduğu işleri yapmak için insana en güzel yardımcıdır. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem insanları Allahu Teâlâ'ya çağırdığı zaman bu şeyleri bırakmayı emretmedi. Aksine geçim sebeplerine sarılmaya ve çoluk-çocuğuna hizmet etmeye teşvik etmiştir. O halde malı ve çoluk çocuğu ara­sında yaşamayı ancak cahil biri reddedebilir. Hz. Osman radıyaiiahu anh ahirete intikal ettiğinde onun hazinedarının yanında 150 bin dinar[93] ve bir milyon dirhem[94] vardı. Ayrıca Hayber arazisi, Kura vadisi vs. de vardı. Bunların değeri de 200 bin dinardı. Hz. Abdullah bin Zübeyr radiyaiiahu anh'\n servetinin değeri 50 bin dinardı. Vefatı sırasında bin at ve bin adet köle bırakmıştı, Amr bin el As radıyaiiahu anh 300 bin dinar bırakmıştı. Hz. Abdurrahman bin Avf radıyaiiahu anh''in malını hesap etmek­se zordur. Bunlara rağmen Allahu Teâlâ Kur'an-ı Kerim'de onları şöyle övmüştür:"Rablerinin rızasını dileyerek sabah akşam O'na ibadet ederler".  (Kehf-28)"Öyle adamlar vardır ki, onlan ticaret ve alış veriş, Allah'ı anmaktan alıkoymaz"(Nur-37)Not defterindeki yazılar Arapça'dır. Bunlar onun tercümesidir. Şu bir gerçek­tir ki, o devirde fetihlerin çoğalması sayesinde o zatların mâli durumları böyleydi.Dünya ve servet onların ayaklarına yapışıyordu. Onlar onu atıyorlar ama o mal onlara sarılıyordu. Ancak bütün bunlara rağmen, malla birlikte onların Allah'a nasıl gönül verdikleri ve Allah'ın zikriyle nasıl meşgul olduklarına dâir bazı kıssalar Fezail-i Namaz ve Hikayat-üs Sahabe adlı kitaplarımda zikredilmiştir. Onları ibret alarak ve dikkatlice gözden geçiriniz.işte bu Abdullah İbni Zübeyr radıyaiiahu anh bu kadar servetiyle birlikte na­maz kılmak için ayağa kalktığında sanki çakılmış bir çivi gibi duruyordu. O kadar uzun secde ediyordu ki, kuşlar gelip sırtına konuyorlardı. Hareketten bir haber yoktu. Kendisine saldırı yapıldığı ve üzerine gülleler yağdığı sırada o namaz kılı­yordu. Bir gülle mescidin duvarına çarptı. Bu yüzden duvarın bir bölümü yıkıldı. Sonra onun yanından geçti Ama onun hiç haberi olmadı.Bir Sahâbînin bağı vardı. Hurmalar olgunlaşmıştı. O bağda namaz kılıyor­du. Namazda bağını düşünmeye başladı. Bu duruma o kadar üzülüp pişman oldu ki, namazdan hemen sonra zamanın Emir-ül Müminini olan Hz. Osman radıyaiiahu antia bağını hayır olarak takdim etti. O da bağı 50 bin dirheme satarak onun değerini dînî işlere harcadı.Hz. Aişe radıyaiiahu an/ıa'ya hediye olarak iki çuval dolusu dirhem geldi. Yüz bin dirhemden fazlaydı. Tabak istedi ve doldurup doldurup dağıttı. O sırada ken­disi oruçlu idi. iftar için bir şeyler ayırmak yada bir şey ısmarlamak dahi hatırına gelmedi. İftar vaktinde hizmetçi kadın, "Bir dirhemlik et ısmarlasaydınız da biz de bugün et yemeği yeseydik" diye üzülünce "Şimdi üzülmekle ne olur? Sen hatır-latsaydın ben alırdım" dedi.Hikayat-üs Sahabe adlı kitapta bu ve buna benzer birkaç vakıa zikredil­miştir. Onlardan başka, o zatların tarih kitaplarında binlerce kıssaları bulunmak­tadır. Mal onlara ne zarar verebilirdi ki!? Onların gözünde mal ile evden çıkan çerçöp arasında hiç fark yoktu. Keşke Allah ceiie ceialuhu bu sıfatın bir kokusunu bu değersiz kuluna da nasip etse!Burada bir konu özellikle dikkate değerdir. Zengin olan bu Sahâbe-i Kiram hazretlerinin bu halleri malın çoğaltılmasının cevazı hakkında delil gösterilebilir. Şöyle ki, devirlerin en hayırlısı ve Hülefâ-ı Râşidîn devrinde de bu gibi örnekler bulunmaktadır. Ancak bu zehiri yanımızda saklamak için onlara ittiba etmeyi ken­dimize dayanak yapmamız aynen şuna benzer; verem hastası bir genç, güçlü ve kuvvetli birini kendine örnek alarak her gün cima ile meşgul olsa beş-on gün sonra kabir çukurunu boylar. Kitabın sonunda hikayeler zincirinin 45. sırasında bir arifin irşadı dikkatlice gözden geçirilmelidir.İmam Gazali rahmetuiiahi aleyh buyurdu ki: "Mal bir yılan gibidir. Onda zehir de vardır. Panzehir de vardır. Onun faydaları panzehir gibidir. Zararı da zehir gibidir. Onun zarar ve faydalarını bilen kimse, ondan istifade edebilir ve zararlarından korunabilir. Malın faydaları iki kısımdır. Dünyevi ve dini. Dünyevi faydalarını herkes bilmektedir. Zaten o yüzden bütün âlem mal kazanmak için ölürcesine çalışıp, çabalamaktadır. Malın dini yönden faydalan ise üçtür;

1-  Mal, doğrudan ya da bir vasıta ile ibadete sebeptir. Doğrudan yapılan iba­detler Hac, cihad vs.'dir. Bunlar ancak para ile olur. Bir vasıta ile ibadete sebep olmak ise kendi yemek, içmek ve ihtiyaçlarına harcama yapmaktır. Eğer bu ih­tiyaçlar görülmezse insanın kalbi onlarla meşgul olur. Bu yüzden din işleriyle meşgul olmaya zaman kalmaz. Öyleyse bunlar dolaylı olarak ibadete sebep olduklarından kendileri de ibadet etmiş olurlar. Ancak bunun ölçüsü yalnız din işlerine yardımcı olacak miktardır. Bundan fazla miktar buna dahil değildir.

2- Başkalarına yapılan harcama ile ilgili dînî faydalar: Bu da dört kısımdır;

a) Yoksullara verilen sadakalar; Bunun faziletleri daha önce de geçtiği gibi sayısızdır.

b) Cömertlik ve âlicenaplıktır ki, zenginlere verilen davet, hediye vs.'ye yapılan harcamalardır. Bunlar sadaka değildir. Çünkü sadaka fakirlere verilir. Bu da dînî faydalarından dolayı yapılır. Şöyle ki, bu sebeple arada­ki bağlılıklar kuvvetlenir. En güzel bir alışkanlık olan cömertlik alışkanlı­ğı doğar. Hediye vermek ve yemek yedirmek hakkında pek çok hadisler vârid olmuştur. Bu kısımdaki kendilerine harcama yapılanların fakir olma kaydı yoktur. (Benim acizane eksik görüşüme göre bu kısmın faydası bazen birinci kısımdaki faydadan daha fazladır. Tabii ki bu faydalar, bu yolda harcama yapıldığı taktirdedir. Ancak kim servet toplama hırsına kapılarak harcama yapmazsa, ne bu faziletler onun işine yarayacak ne de bu konudaki faziletleri anlatan hadisler o kimseye tesir edecektir)

c)  Kendi iffet ve şerefini korumak için yapılan harcamalar; Yani malını sarf etmediği taktirde, alçak insanlardan gelecek kötü söz, ahlaksız davranış gibi endişe edilecek zararların meydana geleceği yerlere harcama yap-

laktır. Bu da sadaka hükmüne girer. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur: "İnsan kendi ırzını ve şerefini korumak için harca­ma yaparsa, o da sadakadır". {Benim acizane görüşüme göre zulmü defetmek için verilen rüşvette aynı hükme dahildir. Herhangi bir men­faat elde etmek için verilen rüşvet haramdır ve caiz değildir. Rüşvet ve­ren kimse, onu alan gibi günahkar olur. Ancak zalimin zulmünü defet­mek için veren kimse için caizdir. Alan kimse içinse bu haramdır.

d)  Çalışanlara ücret vermek; Çünkü insan pek çok işlerini tek başına ya­pamaz. Bazı işler vardır ki insan onları kendisi yapabilir ama kıymetli olan zamanının büyük bir bölümü onlara sarf olur. O işlerini ücret vere­rek yaptırırsa kendi vaktini ilim, amel, zikir, fikir gibi işlere harcar. Çün­kü bu işlere başkası vekil olamaz.

3- Genel hayır harcamaları: Bunlar herhangi bir muayyen şahsa yapılmayan har­camalardır ki, ikinci kısımda geçmiştir. Şüphesiz ki genel olan faydalar şu şekil­de hasıl olur. Mesela cami yaptırmak, misafirhane, köprü vs. inşa ettirmek, medrese, hastane ve bunlara benzer şeyler yaptırmak... Bunların ecri, sevabı ve bunlardan istifade eden salihlerin duası öldükten sonra da bunları yapana ulaşır".Buraya kadar olan bilgiler, malın faydalarının özetleridir. Maldan elde edi­lebilecek bütün faydalar bu kısımlarda zikredilmiştir. Şah Abdul Aziz kuddise sinü-ho hazretleri diyor ki: "Yedi türlü mal harcamak ibadettir: 1 .Zekat, buna öşürde dahildir, 2.Fıtır sadakası, S.Nafile hayırlar, buna misafirperverlik ve borçlulara yardımcı olmakta dahildir, 4.Vakıf, cami, misafirhane, köprü vs. yaptırmak, ö.Farz veya nafile olarak hac yapmak veya hacca giden kimseye azık veya binek vere­rek yardım etmek, 6.Cihada yardım etmek. Çünkü cihad yolunda harcanan bir dirhem yediyüz dirheme eşittir, 7.Geçim ve nafakaları üzerine vacib olanların haklarını edâ etmek. Mesela hanım ve küçük çocukların masrafları ve imkanı nispetinde muhtaç olan yakınlara harcanması gibi[95]"İmamı Gazali ratımetuiiahi aleyh diyor ki: "Malın zararları da iki kısma ayrılır; Dînî ve dünyevi zararlar. Dînî zararlar ise üç bölüme ayrılır;

1- Günahların artmasına sebep olur. insan genellikle mal yüzünden şehvet ve arzulara mübtela olur. Yokluk ve acizlik ise insanın bunlara yönelmesine müsaade etmez. İnsan bir günaha ulaşmaktan ümid kesince kalbi ona fazla iltifat etmez. Ama kendini o günahı işlemeye kadir görünce ona çok fazla ilti­fat etmeye başlar. Mal ise güç ve kudretin büyük sebeplerinden biridir. Bun­dan dolayı mal fitnesi fakirlik fitnesinden daha büyüktür.

2-  Mal, mubah olan şeyleri kullanarak aşırı konfora götürmeye sebeptir. En nefis yemekler ve en güzel elbiseler vs. gibi... Hâli vakti yerinde olan bir zengin arpa ekmeğini nasıl yer ve kaba elbiseyi nasıl giyer? Bu rahatlık ve konforun hali şöyledir: Bir şey diğerini celp eder ve yavaş yavaş masraflar artmaya başlar. Gelirler giderleri karşılamayınca uygun olmayan yollarla mal kazanma düşün­celeri ortaya çıkar. Yalan, nifak gibi kötü huyların temeli bununla atılır. Malın çoğalmasıyla birlikte görüşmeciler de çok olur. Onlarla olan ilişkilerin devamı ve korunması için bu tip (yalan, nifak gibi) işler ortaya çıkar. Bu ilişkilerin çoğalma­sı ile her iki tarafta da sık sık buğz, düşmanlık, kin ve başka kötü âdetler ortaya çıkar. Buna benzer sayısız sakatlıklar insana bulaşır. Malın içindeyken bunlar­dan kurtulmak zordur. İyice düşünülürse bu zararların geniş bir ölçüde insana ulaştığı anlaşılır. Bütün bunlar, sadece maldan dolayı meydana gelmektedir.

3-  En azından, hiçbir zenginin kalbi, malın iyilik ve selametini düşünmekten do­layı, Allah'ı zikir ve fikirden gafil kalmaktan uzak olamaz. Hangi şey insanı Allah'tan gafil bırakırsa o baştan başa hüsrandır. Bundan dolayı Hz. Isâ âlâ nebiyyina ve aieyhissaiatü vesselam buyurdu ki: <Malın üç âfeti vardır; Caiz olma­yan yolla kazanılır>. Birisi dedi ki; <Eğer caiz olan bir yolla kazanılırsa ne olur?>. Buyurdu ki; <O zaman da uygun olmayan yerlere harcanır>. Birisi, <Eğer yerinde harcanırsa nasıl olur?> deyince buyurdu ki; Onu iyileştirip ge­liştirme fikri Allah'ı hatırlatmaz. Bu ise tedavisi olmayan bir hastalıktır. Çünkü bütün ibadetlerin özü ve beyni Allah'ı zikir ve fikirdir. Bunun için de boş bir kalbe ihtiyaç vardır. Toprak sahibi bir insan, gece ve gündüz boyu çiftçilerin mücadelelerini düşünür, onlardan alacakları ürünlerin hesap ve kitaplarıyla uğraşıp durur. Ortaklarıyla olan muamelelerini düşünür. Bir tarafta onların his­selerinin kavgası olur. Onlarla su sırası konusunda kavga edilir. Bir tarafta da su miktarının paylaşımı konusunda kavga edilir. Devlet adamları ve onların aracılanyla olan hikaye ise ayrıdır ve devamlıdır. Hizmetçilerin ve işçilerin takibi ile onların işlerinin gözetimi ise başlı başına bir uğraştır. Ticaretle uğra­şanların durumu da aynıdır. Eğer ticaret ortak yapılıyorsa o zaman ortakların davranışları her an ayrı bir musibet ve başlı başına bir meşguliyettir. Eğer ticareti yalnız başına yapıyorsa o zaman da kârın artmasını düşünmek, her an çalışmakta kusur ettiğini hayal etmek, ticarette zarara uğrayacağını dü­şünmek, bunlar her an insana musallat olan durumlardır>.İnsanı en az meşgul eden şey yanında bulunan nakit parasıdır. Ancak mu­hafaza etmek, zayi olma endişesine kapılmak, hırsızları düşünmek, onu har­cayacağı yerleri düşünmek, malına göz dikenleri hayal etmek ise hiç tükenme­yen düşüncelerdir. İşte bunların hepsi malın peşinden gelen dünyevi zararlar­dır. Kimin yanında ihtiyacı kadar malı olursa o bu düşüncelerden uzak olur.

 



[1] Mişkât

[2] Dürrü Mensur

[3]  İhya

[4] Mişkât

[5] Dürrü Mensur

[6] Tefsir-i Kabir

[7] Erkeklerin belden aşağı giydikleri entari

[8] Dürrü Mensfır

[9] Tefsir-i Kabir

[10] Dinar altın para, dirhem ise gümüş para birimidir.

[11] Durrü Mensur

[12] Kenz

[13] Dürrü Mensur

[14] Dürrü Mensur

[15] Terğib

[16] Dürrü Mensür

[17] Fezail-i Namaz

[18] Terğib

[19] Ebû Dâvûd

[20] Kenz

[21] Dürrü Mensur

[22] Dürrü Mensur

[23] Dürrü Mensur

[24] Mişkât

[25] Kenz

[26] Süreyya, yedi yıldızdan meydana gelen bir yıldız kümesidir.

[27] Dürrü Mensur

[28] Mişkât

[29] Isabe

[30] Bu hadisin râvİSİ Hz. Ali radıyaliahu

[31] Mişkât

[32] Feth-ül Bari

[33] Mukaddime-i Evcez

[34] Dürrü Mensur

[35] Beyan-ül Kur-an

[36] Mişkât

[37] Dürü Mensür

[38] Dürrül Mensur

[39] Dürrü Mensur

[40] Dürrü Mensur

[41] Dürrü Mensur

[42]  Dürrü Mensur

[43]  Dürrü Mensur

[44] Mişkât

[45] Kenz

[46] Kenz

[47] Mişkâ

[48] Kenz

[49] Kenz

[50] Kenz

[51] İhya

[52] Kenz

[53] Kenz

[54] Kenz

[55] Kenz

[56] Buhari

[57] Terğib

[58] Terğib

[59] Kenz

[60] Kenz

[61] Berekât-ı Zikir

[62] Mişkât

[63] Buhari, Mişkât

[64] Mişkât

[65] İthaf

[66] Kenz

[67] Buhari, Müslim, Mişkât

[68] Feth

[69] Mişkât

[70] Kenz

[71] Tenbih-ül Gafilin

[72] Mişkât

[73] Mişkât

[74] Tenbih-ül Gafilin

[75] Tenbih-ül Gafilin

[76] Mişkât

[77] Kenz

[78] Mişkât

[79]  Mişkât

[80]  Mişkât

[81] Güneş tutulması esnasında kılınan namaz

[82]  Müttefekun aleyh, Mişkât

[83] Mişkât

[84] Mişkât

[85] Pakistan ve Hindistan para birimi

[86] Mişkât

[87] Kenz

[88] Buharı

[89] İhya

[90] Mişkât

[91] Güney Asya ülkelerinde yetişen bir meyve

[92]  Mişkât

[93] Altın para

[94] Gümüş para

[95] Tefsir-i Azîzî