ZEKATI ALIKOYMAKLA İLGİLİ UYARI VE TEHDİTLER.. 1

Zekatı Alıkoymakla İlgili Ayetler. 1

Zekatı Alıkoymakla İlgili Hadisler. 4

 

ZEKATI ALIKOYMAKLA İLGİLİ UYARI VE TEHDİTLER

 

Kur'an-ı Kerim'de pek çok ayetler nazil olmuştur. Bunlardan bir çoğu ikinci bölümde (yani mal harcamayıp cimrilik yapmaya karşı vaîdler bölümünde) geç­miştir. Alimler bu ayetlerin zekatı edâ etmemekle ilgili olduğunu açıklamışlardır. Şu açıktır ki; zekat icmâ ile sabit olduğundan geride geçen uyarı ve tehditler ze­katın eda edilmemesi hususunu da gayet tabii bir şekilde içine almıştır. Nitekim bu konuda şu ayetler zikredilmiştir:

 

Zekatı Alıkoymakla İlgili Ayetler

 

1) Altın ve gümüşü biriktirip Allah yolunda sarf etmeyenleri can ya­kıcı bir azabla müjdele.                                                                      

(Tevbe-34)

Bu ayet ikinci bölümde 5. numarada mealiyle birlikte geçmişti. Sahâbe-İ Kiram'ın ve ulemanın çoğunluğuna göre bu ayet zekat hakkında nazil olmuştur, Bu ayette zikredilen acıklı azab, zekat vermeyenler içindir. Bu konu ayetin açık­lamasında geçmişti. Bir çok hadisi şeriflerde Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vese/fem'in sözleriyle de bu teyid edilmektedir. Yani ayeti kerimede zikredilen azab, kişinin malı kızdırılıp onunla alnı, yan tarafları ve diğer azaların dağlanmasıdır. Bu ze­katı alıkoymanın azabıdır. Allah ceiie ceiaiuhu kendi lütfuyla bizi muhafaza eylesin. Kızdırılmış olan bir madenin en ufak bir dağlaması bile çok şiddetli acı vermek­tedir. Kaldı ki, mal ne kadar olursa insan o kadar fazla dağlanacaktır. Birkaç gün­lük şu dünyada bu altın ve gümüş parçalarını yanında tutarak insan ne şiddetli bir musibeti karşısına almaktadır.

2) Allah'ın kendilerine lütfundan verdiği nimetlere karşı cimrilik ya­panlar, bunun kendileri için hayırlı olduğunu zannetmesinler.                                                                                      (Ali İmran-180)

Bu ayeti kerime mealiyle birlikte ikinci bölümün 3. sırasında geçmiştir. Bu-hâri'deki hadiste bu ayeti teyid eden Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vese/fem'in şu buyruğu da geçmiştir: "Allah celle ceiaiuhu kime mal verir de, o kimse, o malın zekatını edâ etmezse, o mal yılan olarak sahibinin boynuna takılır ve <Ben senin malınım, se­nin hazinenim> der". Bir evde yılan çıksa, karanlıkta yılan sarılır diye korkudan o eve gitmek dâhi zor olur. Ancak Allah'ın yüceRasûlü saiiaiiahu aleyhi veseliem (mefhûm olarak) şöyle buyurmuştur: "(Hazinelerde ve çelik kasalarda) bugün saklanan bu mal zekatı edâ edilmeyince yılan şekline girip size dolanacaktır". Evde bulunan bir yılanın insana dolanacağı kesin değildir. Belki de dolanır diye sadece bir ihtimal ve­rilir. Bu belkiler ve ihtimallerden dolayı yılan buradan çıkacak şuradan çıkacak diye sık sık endişe ve korku meydana gelmektedir. Halbuki zekat verilmediği taktirde azab edilmesi kesindir. Ancak buna rağmen bizde bu azab korkusu bulunmamaktadır.(Karun Hz. Musa âlâ nebiyyina ve aleyhissalatü vesselamın amcasının oğ-iuydu. Onun kıssası meşhur ve bilinen bir şeydir. Kur'an-ı Kerim'de Kasas suresinde ki 76-82. ayetler tamamen bu kıssa hakkındadır. Bu ayetlerin açıklamalı olarak meali şöyledir:)

3) Şüphesiz ki Karun, Musa'nın kavmindendi (onun amcasının oğluy­du). Fakat onlara karşı (malının çokluğundan dolayı) kibirlenip azdı. Biz onaanahtarlarını güçlü kuvvetli bir topluluğun zorlukla taşıyabildiği hazineler vermiştik (şu açıktır ki, anahtarlar bu kadar fazla olunca hazinesi daha fazla olur). Bir zaman kavmi ona şöyle demişti: "Şımarma! Şüphesiz ki Allah şıma-ranları sevmez". / Allah'ın sana verdiği nimetlerle ahiret yurdunu da gözet. Dünyadaki nasibini de (ahirete götürmeyi) unutma. Allah'ın sana yaptığı iyi­lik gibi, sen de (Ö'nun kullarına) iyilik et. (Allah'a isyan ederek ve üzerine vacip olan haklan zayi ederek) yeryüzünde bozgunculuk isteme. Şüphesiz ki Allah bozguncuları sevmez. / Karun: "Bu servet, bana ancak bende bulunan, bir ilim sayesinde verilmiştir (benim iyi çalışmam ve iş yürütmem sayesinde verilmiştir. Ne onda gaybî bir ihsan vardır, ne bir başkasının onda hakkı var­dır)". (Allahu Teâlâ onun bu sözüne bir azar olarak şöyle buyurdu:) O (Karun), Allah'ın daha önce gelmiş geçmiş nesiller içinde, kendinden (Karun'dan) da­ha güçlü ve daha zengin kimseleri helak ettiğini bilmez mi? (Bu dünyada ol­muştur. Ahirette ki Cehennem azabı da ayrıdır). Suçlulara (öğrenmek gaye­siyle) günahları sorulmaz. (Çünkü herkesin bütün hallerini Allah bilir. Ancak hesaba çekmek için soru sorulması ayrı bir husustur). / Sonra Karun büyük bir ihtişam içinde kavminin karşısına çıktı. (Onun kavminden) dünya hayatını arzulayanlar: "Ne olurdu Karun'a verilen gibi bizim de olsaydı. Gerçekten o çok kısmetli biriymiş" dediler. (Bu bir temenni ve mal hırsı idi. Bundan dolayı onların kafir olmaları gerekmez. Günümüzde de pek çok Müslüman başka milletlerin dünyevi yükselişini görerek her zaman onlara imrenmektedir ve dünyevi yükseliş için sa'yu gayret göstermektedir) / Kendilerine (din) ilmi (ve anlayışı) verilenler ise (o dünya hırsı olanlara); "Yazıklar olsun size! İman edip salih amel işleyen için Allah'ın sevabı (bu birkaç günlük mal ve mülkten yüzbinlerce defa) daha hayırlıdır. Ona da ancak sabredenler kavuşabilir" dediler. / Sonunda Karun'u da evini de yere geçirdik. Allah'a karşı kendisine yardım edecek hiçbir topluluğu olmadı. O kendini de savunamadı. (Şüphesiz Allah'ın azabından kim kurtarabilir ve kim kurtulabilir?) / (Karun'un başına gelen azabı görünce) daha dün onun yerinde olmayı arzulayanlar, "Vay! Demek ki (rızkın genişliği ve darlığının kaynağı iyi kısmetli veya kötü kısmetli olmak değildir. Aksine) Allah kullarından dilediğinin rızkını genişletiyor ve daraltıyor. (Bu bizim hatamız ki, biz Allah'ın verdiği genişliği kısmet güzel­liği zannediyoruz.) Eğer Allah bize lütufta bulunmasaydı. Bizi de yere ge­çirirdi. (Çünkü biz de nihayetinde günahkarız) Vay! Demek ki kafirler asla felah bulamazlar" demeye başladılar.                                                                      (Kasas-76-82)

Hz. İbni Abbas radıyallahu anhuma diyor ki: Karun Hz. Musa aleyhisselam in kavmindendi. Onun amca oğluydu. Dünyevi ilimlerde çok yükselmişti. Hz. Musa alâ nebiyyina ve aleyhissalatü vesselama hased ederdi. Hz. Musa aleyhisselam ona "Allah ceiie ceiaiunu bana senden zekat almamı emretti" dedi. O zekat vermeyi red etti ve halka "Musa zekat adıyla sizin malınızı yemek istiyor. O namazı emretti, siz buna katlandınız. O daha başka emirleri de yürürlüğe koydu, siz onlara da katlandınız. Şimdi o size zekatı emrediyor, ona da katlanın" dedi. Halk, "Biz buna katlanamaytz, Sen bir tedbir söyle" dediler. Karun şöyle dedi; "Ben şöyle düşün­düm: Bir fahişe kadın, < benimle zina etti> diye Musa'ya iftira etmeye razı edil­melidir". Halk pek çok ödül vaad ederek bir fahişe kadını, Hz. Musa aieyhisseiam'a iftira atmaya razı ettiler. Kadının razı olması üzerine Karun Hz. Musa aieyhisse-tem1 in yanına gitti ve "Allah'ın sana vermiş olduğu hükümleri, bütün Benî İsrail'i toplayıp onlara anlat" dedi. Hz. Musa aieyhiss&iam bu görüşü beğendi ve bütün Beni İsrail'i topladı. Hepsi toplanınca Hz. Musa aieyhisseiam Allah'ın ahkâmını an­latmaya başladı; "Allah bana emretti ki; siz O'na ibadet edin. Kimseyi O'na ortak koşmayın. Akrabayı gözetin..." Diğer hükümleri de sayarken onların arasında şu hükmü de söyledi: "Eğer bir evli kişi zina ederse, o taşlanarak öldürülmeli?" Halk, "Eğer sen kendin zina edersen hüküm nedir?" dediler. Hz. Musa aieyhisseiam, "Ben zina edersem, ben de taşlanmalıyım" dedi. Halk "Sen zina ettin" dediler. Hz. Musa aieyhisseiam hayretle, "Ben mi?" dedi. Halk "Evet sen" dediler. Böyle de­dikten sonra o kadını çağırarak "Sen Musa hakkında ne diyorsun?" diye sordu­lar. Hz. Musa aieyhisseiam da kadına yemin verdirerek, "Sen ne diyorsun?" dedi. Kadın, "Madem ki siz yemin ederek söylememi istediniz. Öyleyse durum şudur; Bu adamlar bana şu kadar ödül vereceklerine dair söz verdiler. Ta ki ben size iftira atayım. Siz bu suçlamadan tamamen uzaksınız" dedi. Bunu duyunca Hz. Musa aieyhisseiam ağlayarak secdeye kapandı. O secde halindeyken Allah ceiie cete/uhu'dan şöyle bir vahiy geldi: "Ağlamaya gerek yok. Onları cezalandırman için biz yeryüzünü sana amade kıldık. Sen nasıl istersen ona emret". Hz. Musa aieyhisseiam başını secdeden kaldırdı ve yeryüzüne "Onları yut" diye emir verdi. Toprak onları topuklarına kadar yutmuştu ki onlar acizlik içinde Hz. Musa aiey­hisseiam a yalvarmaya başladılar. Hz. Musa aieyhisseiam tekrar emir verdi ki; "Onla­rı batır". Nihayet onlar boğazlarına kadar battılar. Feryad ederek Hz. Musa aiey-hisseiam'a yalvarmaya başladılar. Hz. Musa aieyhisseiam toprağa tekrar "Onları içi­ne al" dedi. Toprak hepsini yuttu. Bunun üzerine Allah ceiie ceiaiuhu tarafından Hz. Musa aieyhisseiam'a şöyle bir vahiy geldi: "Onlar sana yalvardılar ve acizlik göster­diler. İzzetime yemin olsun ki, eğer onlar Bana yalvarsalardı ve Bana dua etse­lerdi, Ben onların dualarını kabul ederdim".

Bir başka hadiste Hz. İbni Abbas radıyaiiahu anhumadan şöyle nakledilmiştir: "Ayeti Kerimede geçen Dünyadaki nasibini de unutma ifadesinin manası Dün­yada ahiret için amel et demektir". Hz. Mücahid rahmetuiiahi a/ey/ı'den şöyle nakle­dilmiştir: "Allah'a itaat etmek, ahirette sevabı verilen, dünyadan bir nasiptir". Hz. Hasan rahmetuiiahi ateyft'den şöyle nakledilmiştir: "Dünyadaki nasibini de unutma demek yani Dünyada ihtiyacın kadarını tut. Fazla olanı ileri gönder demektir". Bir başka hadiste yine ondan şöyle nakledilmiştir: "Kişi bir yıllık erzakını saklamalı ve ondan fazlasını sadaka olarak vermelidir[1]. Bu konunun bir parçası, cimriliği açıklayan ikinci bölümün ayetler kısmında 8 numarada geçmiştir.

 

Zekatı Alıkoymakla İlgili Hadisler

 

1) Ebü Hureyre radıyaiiahu an/ı'dan rivayete göre Rasûlullah sallaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurdu: "Altın ve gümüş sahibi onun hakkını (zekatı) eda etmezse, kıyamet günü altın ve gümüş ateşten kaplamalarla kaplanır. Sonra Cehennem ateşinde kızdırılır. Sonra o kişinin yanları, alnı ve sırtı onunla dağlanır. Böyle tekrar tekrar kızdırılarak dağlanır. Miktarı dünya hesabıyla ellibin sene olan kıyamet günü süresince (bu devam eder durur). Nihayet gideceği yere (ya Cennet'e ya da Cehennem'e) gider".                                    (Müslim, Mişkat)

İZAH: Bu çok uzun bir hadistir. Bu hadisin ilerisinde deve sahiplerinin de­velerin zekatını vermemelerinden, sığır ve davar sahiplerinin onların zekatını vermemelerinden dolayı çekecekleri azab ve o azabın durumu anlatılmıştır. Bi­zim ülkemiz (Hindistan'da) genellikle zekat vacip olacak miktarda bir kişinin hay­vanı bulunmamaktadır. Araplarda ise hayvan bolluğu vardı, Şüphesiz ki altın gümüş ve onunla ilgili maddeler genel olarak ülkemizde bulunmaktadır. Bundan dolayı (o uzun) hadisin bu kadarıyla yetindik. Zaten bununla da diğer bütün şey­lerin zekatını alıkoymanın neticesinin ne olacağı tahmin edilebilir.Bu hadiste zikredildiğine göre zekat vermemenin azab ve vebali şöyledir: Altın ve gümüş Cehennem ateşinden parçalar haline gelip kişiyi d ağlayacaktır. Bu sadece kıyamet gününün azabıdır. Kıyamet günü mahkemeye çıkarılma gü­nüdür. Ancak o günün miktarı 50 bin sene olacaktır. O kadar bir zaman zekatı alıkoymanın azabını çekerek diğer amellerinin kendisinin affedilmesine ve Cen­net'e gitmeye izin çıkmasına sebep olacak bir konumda olup olmadığını öğren­miş olacaktır. Eğer o ameller buna layık değilse veya af için bir yol yoksa, yahut zekatı alıkoymanın azabını biraz daha çekmesi gerekiyorsa, Cehennem'e atıla­caktır. Orada insanın başına gelecekler yazıyla ve sözle anlatılamaz.Bu hadiste kıyamet günü 50 bin sene olarak geçmiştir. Kur'an-ı Kerim'de Meârİc suresinin başındaki ayette de kıyamet gününün miktarının aynı olduğunu bildirmiştir. Ancak bazı hadislerde şöyle geçmektedir: "Allahu Teâlâ'nın itaatkar kullarına o gün bir farz namaz kılacak kadar hafif geçecektir. Bazılarının ameline göre öğlenden ikindiye kadar olacaktır"[2] Bu kadar çabuk geçmesinin manası şu­dur; onlar o gün seyrü sefa içinde olacaklardır. Gezip eğlenmeye düşkün olanla­rın hepsi bilirler ki lezzet vakitleri dakikalar içinde gider.Bir hadiste Rasûlullah sailaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur: "(Azab edi­lirken) gümüş gümüş üzerine ve altın altın üzerine konmayacaktır (öyle azab edil­meyecektir). Aksine onların bedeni o kadar büyültülecek ki, bütün paralar yan ya­na eşit şekilde beden üzerine konabilecektir. Sonra o kişilere <Hazinelerinizin tadını tadın> denecektir". Hz. Sevban radıyaiiahu an/ı'dan şöyle nakledilmiştir: "insanın ya­nında ne kadar altın ve gümüşü varsa, onun her kıratı[3] ateşten bir parça yapılacak, sonra onlarla, onun bütün vücudu, yüzünden ayağına kadar dağlanacaktır. Ondan sonra Allah dilerse onu affeder veya o, Cehennem'e atılır"[4] Bu hadiste geçen malı ateşte kızdırıp vücudu dağlama azabı, ikinci bölümün ayetler kısmında 5 numara­da geçtiği gibi Kur'an-ı Kerim'de de zikredilmiştir. İlerde geleceği gibi bazı hadis­lerde malın yılan şekline sokulup tasma olarak boynuna takılacağı zikredilmiştir.

2) Ebû Hureyre radtyailahu an/ı'den rivayete göre Rasûlullah saiiallahu aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur: "Allah kime mal verir de zekatını eda et­mezse, o mal kıyamet günü (zehirinin çokluğundan) başının tüyleri giden bir yılan şekline sokulur. Onun gözlerinin üzerinde iki siyah nokta vardır. Yı­lan o kimsenin boynuna takılır ve onun çenesinin iki tarafını yakalar. Sonra <Ben senin malınım, ben senin hazinenim> der". Daha sonra Rasûluilah sai-laiiahu aleyhi veseiiem (bunu teyid etmek için) Kur'an-ı Kerim'deki şu ayeti keri-me'yi okudu: "Allah'ın lütfundan kendilerine verdiği nimetlere nankörlük edenler bunun kendileri için hayırlı olduğunu zannetmesinler"                                                                             (Buharı, Mişkat)

İZAH: Bu ayet mealiyle birlikte ikinci bölümün 3. sırasında geçmiştir. Hadis­te geçen yılanın bir sıfatının Şücâ olduğu beyan edilmiştir. Bazı alimler onun erkek yılan olduğunu söylemişlerdir. Bazıları ise şöyle demişlerdir: "Şücâ, kuyruğunun üzerinde dimdik durup dövüşen yılana denir"[5]   Hadiste geçen yılanın ikinci sıfatı

başında tüy olmamasıdır. Yılan çok zehirli olunca zehirinin şiddetinden onun ba­şındaki tüyler dökülür. Yılanın üçüncü sıfatı da üzerinde iki siyah nokta olmasıdır. Onun üzerinde iki siyah nokta olması yılanın çok zehirli olmasının alâmetidir. Bu tip yılanlar uzun ömürlü olmaktadırlar. Bazı alimler iki nokta yerine yılanın ağzın­daki zehirin çokluğundan her iki tarafındaki zehir köpüğü olarak mana vermişlerdir. Bazıları da yılanın ağzının iki tarafından dışarı çıkan iki diştir demişlerdir. Bazıları yılanın iki tarafındaki asılı olan zehir torbacıkları olduğunu açıklamışlardır.[6]Bu hadiste zekatı verilmeyen malın yılan olup tasma olarak giydirileceği zik­redilmiştir. Birinci hadiste ise ateşte kızdırılarak dağlama yapılacağı geçmiştir. Her iki azap çeşidi, Kur'an-ı Kerim'in iki ayetinde de geçmiştir. Bu iki ayet de ikinci bölü­mün ayetler kısmının açıklamalarında geçmiştir. İki azapta da herhangi bir çelişki yok­tur. Değişik vakitlere göre de farklı azap olabilir. Malın çeşitlerine göre ve insanların değişikliklerine göre de azap farklı olabilir. Bir de iki azab bir arada da olabilir.Şah Veliyyullah rahmetuiiahi aleyh hazretleri Hüccetullahil Bâliğa adlı eserin­de şöyle buyurmaktadır: "Malın yılan olup insanın arkasına takılması ve ateşle kaplanıp dağlanmasındaki farkın sebebi şudur; İnsan eğer malı öz olarak sevi­yorsa, onun ayrıntılarıyla özel bir ilişkisi yoksa onun malı tek bir şey olup onun peşine takılacaktır. Kimin de malın ayrıntılarıyla gönül bağı varsa ve altın ve gü­müşü saya saya yığıyorsa, bulduğu her şeyi para yaparak bir köşeye koyuyorsa, o kimsenin malı ateşle kaplanıp kendisi onunla dağlanacaktır."Bir hadiste şöyle geçmektedir: "Bir kimse, arkasına hazine bırakarak (bu dünyadan) giderse, o hazine başının tüyleri dökülmüş ve kendisinde iki nokta bulunan bir yılan olup kıyamet günü o kişinin peşine düşecektir. O korkarak, <Sen ne belasın böyle?> deyince yılan, <Ben, senin bırakıp geldiğin hazinenim> diyecektir. Yılan onun önce ellerini, sonra da bütün bedenini yiyecektir"[7] Kıya­metin azaplanyla ilgili sık sık şu konu geçmektedir ki, bir kimse herhangi bir azaptan dolayı parça parça olacak, sonra azabın (tekrar) musallat olması için asıl haline dönecek ve ikinci defa azaba müsait hale gelecektir.

3) Hz. Abdullah İbni Mes'ud radıyaiiahu anh buyurdu ki: "Biz namaz kıl­mak ve zekat vermekle emrolunduk. Kim zekat vermezse onun namazı da (kabul) Olmaz".                                                                                         

(Taberani, Terğib)

İZAH: Yani her ne kadar farz eda edilmiş olsa da, namazla ilgili Allah'tan alacağı sevabı alamaz. Bir hadiste şöyle buyurulmuştur "Kim zekat vermezse, o (kâmil) Müslüman değildir. Ona işlediği iyi ameller fayda vermez"[8] Yani diğer iyi ameller ile zekat vermemenin vebali giderilemez. Onun hesabı ayrıca o kişinin üzerinde kalır. Bir başka hadiste, "Zekat vermeden din (mükemmel) olmaz" bu-yurulmuştur.[9] Diğer bir hadiste şöyle buyurulmuştur: "Allahu Teâlâ zekat verme­yenin namazını kabul etmez. Madem ki Allahu Teâlâ (Kur'an'ın bir çok yerinde) namaz ve zekatı bir araya toplamıştır. O halde siz onları ayırmayın"[10]Ayırmak­tan kasıt namaz kılıp zekat vermemektir.

4) Hz. Ali radıyallahu anft'dan rivayete göre Rasûluliah sallallahu aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur: "Allah ceiio ceiaiuhu Müslümanların zenginlerine, onların fakirlerine yetecek miktarını farz kılmıştır. Fakirlerin acıktıkları veya elbisesiz kaldıklar zaman sıkıntıya düşmeleri, ancak onların zenginlerinin görevlerini yerine getirmemelerindendir. İyice dinleyin ki Allahu Teâlâ o zenginleri (farzı eda etmediklerinden dolayı) şiddetli bir hesaba çekecek ve onlara acıklı bir azab verecektir".                                                             

Taberani)

İZAH: Yukarıdaki hadisin özeti şudur: Allahu Teâlâ Allâm-ül Ğuyûb yani gaybı çok iyi bildiğinden, zekat için farz kıldığı miktar kesinlikle o kadar yeterlidir ki, eğer insanlar onu tam olarak verseler ve usulüne uygun olarak eda etseler hiçbir şahıs aç ve çıplak kalamaz. Bu apaçık ve kesin olan bir şeydir. Hz, Ebû Zer Ğıfari radıyaiiahu anh'\n hadisinde bu maksat daha açık bir sözle ifade edilmiş­tir. Bu hadis uzunca bir hadistir. Fakih Ebûlleys Semerkandi rahmetuiiahi aleyh Tenbih-ül Ğâfilin'üe onu geniş olarak zikretmiştir. O hadiste diğer suallerle birlik­te şu da vardır: Ben, "Ey Allah'ın Nebisi! Siz zekatı emrettiniz. Zekat nedir?" diye sordum. Rasûluliah sallallahu aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Ebû Zer! Emanete riayet et­meyenin imanı yoktur. Zekatı vermeyenin namazı yoktur {kabul olunmaz). Allahu Teâlâ zenginlere, onların fakirlerine yetecek miktarda zekatı vacip kıldı. Allahu Teâlâ kıyamet günü onların mallarının zekatını soracak ve bu yüzden onlara azab edecektir". Bu hadis açıkça delalet ediyor ki yukarıdaki hadis zekatla ilgilidir.İmamı Gazali rahmetuiiahi aleyh İhya'öa şöyle buyurmuştur: Allahu Teâlâ ze­katı ihmal edenler için şiddetli azab sözü vermiştir. Nitekim şöyle buyurmuştur;

"Altın ve gümüşü biriktirip Allah yolunda sarf etmeyenleri ise can yakıcı bir azap ile müjdele".                                                                          

(Tevbe-34,35)

Allah yolunda sarfefmeMen kasıt zekat vermektir İmam Gazali rahmetuiiahi aleyh ondan sonra şöyle buyuruyor: "Zekat kendisiyle alâkalı mallar itibariyle 6 kı­sımdır; 1-Hayvanların zekatı, 2-Altın ve gümüşün zekatı, 3-Ticaret mallarının ze­katı, 4-Maden ve definelerin zekatı, 5-Mahsullerin zekatı, 6-Fıtır sadakası[11] Bü­tün bunlar (madenlerin zekatı hariç) dört mezhep imamları arasında ittifak edilen hususlardır. Madenler hakkında ise Hanefilere göre zekat yerine Humus yani beşte biri vaciptir. Vacip olma açısından zekat gibidir. Kesinlikle Müslümanlar bütün bu çeşit malların zekatlarını özenerek ve üzerinde durarak ayırırlarsa, hiç bir yoksulun çaresizlikten ölmesine sıra gelmez.Hz. Ali radıyaiiahu antiın rivayet ettiği bu hadisten dolayı bazı alimler, "Bu hadiste zekattan fazla bir miktarın vacip olduğu kasdedilmiştir" diye şüpheye düşmüşlerdir. Bu doğru değildir. Çünkü eğer bu kasdedilmiş olsaydı o zaman bu hadis bizzat Hz. Ali radıyaiiahu anh'm diğer rivayetlerine ters düşerdi. Hz. Ali radıyai-lahu an/i'dan rivayete göre Rasûluliah saiiailahu aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur: "Zekatın vacib olması kendisinden başka olan sadakaların hükümlerini kaldır­mıştır". Bu hadis merfu olarak da nakledilmiştir. İmam Râzi Cessâs rahmetuiiahi aleyh Ahkâm-ül Kur'an'da, "Bunun Hz. Ali radıyaiiahu an/j'ın sözü olduğu güzel bir senetle nakledilmiştir" diye yazmıştır.Kenz-ul Ummâlln yazan pek çok hadis kitaplarından bu rivayeti naklet-mistir. Lafzı şöyledir: "Zekat Kur'an'da geçen her sadakayı neshetmiştir (vacib olmasını kaldırmıştır). Cünüplükten dolayı gusül, ondan başka gusüllerin hükmü­nü kaldırmıştır. Ramazan orucu, diğer oruçların farziyetini neshetmiştir. Kurban kesmek diğer kesimlerin vacibliğini kaldırmıştır". Bizzat Hz. Ali radıyaiiahuanh şöyle buyurmuştur: "Bir kimse bütün dünyanın malına sahib olsa, niyeti sadece rıza-i ilahi olsa, o zâhiddir". Bu konu gelecek bölümün başında zikredilecektir. Bazı alimler şöyle demişlerdir: "Zekat farz olmadan önce kendi ihtiyacını ayırıp geri ka­lanı Allah yolunda sarf etmek gerekiyordu. Zekatın farz olması bu hükmü kaldır­mıştır. Allâme Süyûti rahmetuiiahi aieyti'm aşağıdaki ayetin tefsirinde Süddî rahme­tuiiahi aieyh'Ğen naklettiği tefsir buna örnektir."Ey Muhammedi Sen af yolunu tut. İyiliği emret ve cahillere aldırış etme(A'raf-199)Bu ayetteki emirden îcâb kasdedilse bile o neshedümiştir. Bununla bera­ber yukarıdaki hadisten zekattan fazla olan malı vermek manasını çıkarmak, Ra-sûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'in şu sözüne de ters düşer: "Kim zekatını verirse üzerindeki hakkı ödemiş olur. Zekattan arta kalan ise Allah'ın fazlıdır"[12] Bu konu­daki bir çok rivayetler daha önce de geçmişti. Bundan daha açık olan Hz. Ebû Hureyre radıyallahu antim vasıtasıyla nakledilen ve Hz. Ali radıyallahu anh1 m hadisiyle aynı manada olan rivayettir. Onda şöyle buyurulmuştur: "Eğer Allahu Teâlâ zen­ginlerin zekatının fakirlere kâfi gelmeyeceğini bilseydi, onlara zekattan başka şeyleri de farz kılardı. Öyleyse şimdi fakirler aç kalıyorsa bu zenginlerin zulmün­den dolayıdır"[13] Yani zenginler zekatlarını tam olarak ödemedikleri için fakirler yokluk çekiyorlar. Bundan dolayı Muhaddis Heysemt rahmetuiiahi aleyh Mecma-uz Zevâicföe Hz. Ali radıyallahu an/ı'ın bu hadisine "Zekatın farz olması" başlığını at­mıştır. Hatta bu bölüme bu hadisle başlamıştır. Bundan da hadiste kasdedilen şeyin zekat olduğu ortaya çıkmaktadır. Ayrıca Kenz-ül Ummâl yazarı da bundan dolayı onu Kitab-uz Zekat bölümünde zikretmiştir.Hafız İbnü Abdilberr rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "Allahu Teâlâ'nın diye başlayan ayeti ve buna benzer diğer ayetler zekat verilmeme durumuna bağlanmıştır. İslam memleketlerinin çoğu fakihlerinin görüşü ve mezhebi budur. Hz. Ömer, Hz. İbni Ömer, Hz. Câbir, Hz. Ibni Mes'ud, Hz. Abdullah Ibni Abbas radıyallahu anhum un görüşleri de aynıdır.Ebû Dâvûd ve başkalarının zikrettiği şu hadiste bunu teyid etmektedir. Hz. Ümmü Seleme radıyallahu anha diyor ki: Ben altından bir takı takıyordum Rasûlul-lah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'e, "Bu Kenz'e (yani malı biriktirip yığmaya) dahil mi?" di­ye sordum. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem, "Bir şeyin miktarı zekatın nisabına ulaşırda onun zekatı verilirse, o Kenz'e dahil değildir" buyurdu. Yine Tirmizi ve Hâkimin zikrettiği Hz. Ebû Hureyre radıyallahu an/ı'ın şu hadisi de bunu teyid et­mektedir. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur: "Sen zekat verince üzerine vacip olan hakkı tamamen ödemiş olursun". Bir de Hz. Cabİr radıyallahu an/ı'ın rivayet ettiği hadiste Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur. "Sen malının zekatını verince, onun kötülüğünü gidermiş olursun". Hakim rahmetuiiahi aleyh bu hadisi merfu olarak Müslim'in şartına uygun olarak nakletmiştir. Beyhaki rahmetuiiahi aleyh bu hadisin Hz. Câbir'e mevkuf olduğunu söylemiştir. Ebû Zür'a da Hz. Cabir'den mevkuf olarak nakletmiştir ve şu lafızlarla hadisin sahih olduğunu söylemiştir: "Zekatı verilen mal Kenz değildir". Aynı ifadeler Hz. Ibni Ömer radıyai-lahuanhuma ve Hz. Ibni Abbas radıyallahu anhuma'öan nakledilmiştir. Atâ ve Mücahid rahmetuiiahi aieyhimaöan şöyle nakledilmiştir: "Zekatı verilen mal Kenz değildir. İs­terse toprağa gömülmüş olsun. Zekatı verilmeyen mal Kenz'dir. İsterse toprağın üzerine konulmuş olsun".Şu açıktır ki, şer'i ıstılah, Lügat ıstılahından önde gelir. {Yani lugatta her ne kadar Kenz; toprağa gömülen şeye dense de, şeriatta Kenz zekatı verilme­yen mala denir). Ben birkaç büyük zatın dışında kimseyi Kenz zekatı verilmeyen maldır görüşüne muhalif bulmadım. Şüphesiz ki birkaç büyük zat Hz. Ali radıyai-lahu anh, Hz. Ebû Zer radıyaiiahu anh, Dahhak rahmetuiiahi aleyh ve bazı diğer zahidle-rin, "Malda zekattan başka da bazı haklar vardır" görüşünü tercih etmişlerdir. Onlardan Hz. Ebû Zer radıyallahu anh şu kadarını bile demiştir: "İhtiyaçtan ve haya­ti öneminden fazla olan bütün mallar Kenz'ö\r". Hz. Ali radıyallahu an/ı'dan rivayete göre, "Dörtbin dirhemden fazlası Kenz'dir". Dahhak rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "On bin dirhemlik miktar, çok mal demektir". Bir de İbrahim Nehai, Mücahid, Sabi ve Hasan Basri rahmetuiiahi aleyhim de, "Malda zekattan başka bazı hakların olduğu" görüşündedirler. İbnü Abdil Berr rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "Bunlardan başka geri­ye kalan bütün mütekaddimin uleması ve müteahhirin ulemasının Kenz hakkında ki görüşleri daha önce geçmişti. Yani Kenz, zekatı verilmeyen maldır. Diğer top­luluğun delil olarak kaynak gösterdikleri ayet ve hadisler ulemanın çoğunluğuna göre istihbâb ile yorumlanmıştır. Veya zekatın vacip olmasından Önceki bir hü­kümdür ki, zekat vacip olduktan sonra hükmü kalkmıştır. Mesela aşure orucu(nun vacibliği) Ramazan orucuyla nesholunmuştur. Elbette fazilet ve üstünlük derece­si şimdi de devam etmektedir"[14] Şu hadis bunu teyid etmektedir: Muhacirlerin fakirleri malsız ve parasız olarak hicret edip Medine-i Münevvere'ye geldiklerinde Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem eşitliğe uygun olarak ev sahibi olan Ensar'dan zengin olanları kardeş yaptı. Bunun üzerine Ensar; "Bizim mallarımızı da onlarla yarı yarıya taksim ediniz" diye talep edince Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem bunu kabul etmedi. Aksine Muhacirlerin, onların bağlarında çalışmalarına ve meyve­lerde yarı yarıya ortak olmalarına karar verdi. Bunun devamı olarak Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem Hz. Abdurrahman bin Avf radıyallahu anh ve Sa'd bin Rebi radıyallahu anh arasında kardeşlik kurdu. Hz. Sa'd radıyaliahu anh Hz. Abdurrahman radıyallahu anh'a şöyle dedi: "Herkes biliyor ki Ensar arasında en zengin benim. Malımın yarısını sana veriyorum". Hz. Abdurrahman radıyallahu anh bunu kabul etmedi ve "Bana pazarın yolunu göster" dedi. Pazara giderek alış verişe başladı. Eğer zenginlerin fazla olan mallarında, çok fazla sıkıntıya düşmedikleri takdirde fakirlerin hakkı olsaydı Rasûlullah satiaiiahu aleyhi veseiiem bunu kabul etmez miydi? Niçin Abdurrahman bin Avf kendi hakkını almayı reddetti?Ashâb-ı Suffe'nin vakıaları hadis kitaplarında ve siyerde o kadar çoktur ki, onları kuşatmak zordur. O yüce zatlar günlerce yokluk içinde kalırlardı. Açlıktan dolayı bitkin düşerlerdi. Ensardan pek çoğu zengin kişilerdi. Ancak Rasûlullah saliaiiahu aleyhi veseiiem kimseye, "İhtiyacından fazla olan malını bu insanlara tak­dim et" diye zorlama yapmamıştır Ama şüphesiz ki bu hususta sık sık teşvikler vermiştir. Hz. Ebû Hureyre radtyaiiahu anh diyor ki: "Ashâb-ı Suffe 70 kişiydiler. Onlardan hiç birinde vücudunun üst kısmını örtecek elbise yoktu"[15]Hz. Ebû Hureyre radıyaiiahu anh bizzat kendisi başından geçen bu halleri sık sık anlatmıştır. Bunlar hadis kitaplarında bulunmaktadır. Bir olayı şöyle anlatmıştır: Kendisinden başka ilah olmayan Allah'a yemin olsun ki ben açlığın şiddetinden yüz üstü yatardım. Bazen karnıma taş bağlardım. Bir defasında belki biri beni ya­nında götürür umuduyla yola oturdum. O esnada Hz. Ebû Bekr Sıddık radtyeiiahu anh geldi. Beni yanında götürür düşüncesiyle ona bir ayet sordum. Fakat o öylece gitti. Ondan sonra Rasûlullah satiaiiahu aleyhi veseiiem geldi. Benim halimi görünce tebessüm etti ve "Benimle beraber gel" buyurdu. Ben onunla beraber yürüdüm. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem eve girdi. Orada bir tas süt vardı. Rasûlullah sai-laiiahu aleyhi veseiiem, "Bu nereden geldi" diye sordu. Evdekiler, "Falanca hediye ola­rak gönderdi" dediler. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem bana, "Bütün Ashâb-ı Suf-fe'yi çağır gelsinler" buyurdu. (Ebû Hureyre diyor ki;) Ashâb-ı Suffe islam'ın misa­firleriydi. Onların ne çoluk çocukları ne de yanlarında mal ve paraları vardı. Ne onların yemeği kimsenin zimmetine verilmişti ne de onların yükü kimsenin boy-nundaydı. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem e bir yerden sadaka olarak bir şey gelin­ce onlara verirdi. Kendisi de ondan bir şey yemezdi. Hediye olarak bir şey gelince kendisi ondan yer ve onları da yemeğine ortak ederdi. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi ve­seiiem Ashâb-ı Suffe'yi çağır deyince bana çok ağır gelmişti. (Kendi kendime), "Bu bir tas süt, Ashâb-ı Suffe'nin ne işine yarayacak ki? Peygamber saiiaiiahu aleyhi veseiiem bana verseydi, onu içerdim de bana biraz can gelirdi. Şimdi ben onların hepsini alıp geleceğim Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem, <Herkese ver> diye bana emredecek. Onlara taksim edince benim sıram en son gelecek. Kim bilir hiç artar mı artmaz mı?" diye düşündüm. Ancak emri yerine getirmekten başka çare var mıydı? Ben onların hepsini çağırdım. Onların hepsi gelip Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'm meclisine oturunca Peygamber saiiaiiahu aleyhi veseiiem, "Onların hepsine içir" diye tası bana verdi. Ben herkese içirdim. Hepsi süte kandılar. Sonunda Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem, "Ebû Hureyre! Artık sen ve ben kaldık" buyurdu. Ben, "Şüphesiz öyle" dedim. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem, "Al, otur ve iç" buyurdu. Ben kana kana iç­tim. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem, "Biraz daha iç" buyurdu. Ben biraz daha içtim. Rasûlullah, "Biraz daha iç" buyurdu. Ben biraz daha içtim. Nihayet ben, "Ya Rasûl-allah artık içecek yer kalmadı" deyince geri kalanı Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem içti.Yine Ebû Hureyre radıyaiiahu anh başından geçen başka bir olayı şöyle anlatmıştır: Ben üç gün yokluk çektim. Yiyecek bir şey bulamadım. Suffe'ye gidiyordum ki, yolda düştüm, kaldım. Çocuklar, "Ebû Hureyre delirdi" diyorlardı. Ben, "Siz delirdiniz" diyordum. En sonunda Suffe'ye ulaştım. Orada Rasûlullahsaiiaiiahu aleyhi veseiiem'e bir yerden iki kap tirit gelmişti. Rasûlullah saiiaiiahu aieyı veseiiem onu Ashab-ı Suffe'ye yediriyordu. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem beni görsün ve çağırsın diye başımı yukarı doğru kaldırıyordum. Nihayet hepsi işini bitirdiler ve kaplarda artan hiçbir şey kalmadı. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem o kaplan mübarek parmaklarıyla dört tarafından sıyırınca bir lokma oluştu. Ra­sûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem onu parmaklarının üzerine koyarak bana, "Allah'ın adını anarak onu ye" buyurdu. Ben onu yiyince karnım doydu.Hz. Fudâle bin Ubeyd radıyaiiahu anh diyor ki: Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veselle... sabah namazını kıldıktan sonra oturunca Ashab-ı Suffe'den bazıları açlığın şidde­tinden ayakta duramayıp düşüyorlardı. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem onlara dö­nerek şöyle buyuruyordu; "Eğer siz Allah'ın yanındaki derecenizi bilseydiniz, bun­dan daha fazla fakirlik ve yoksulluk isterdiniz"[16] Birinci bölümün ayetler kısmında 30 numarada Mudar kabilesinden bir topluluğun kıssası geniş olarak geçmişti. On­lar Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vese//em'in yanına aç ve çıplak olarak gelmişlerdi. Onla­rın ne giyecekleri elbiseleri ne de yiyecekleri bir şeyleri vardı. Yoksulluktan dolayı sıkıntıya düşmüşlerdi. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem kendi evlerinde onlar için bir şeyler aradı, ama bulamadı. Sahâbe-i Kiram'ı topladı ve sadaka vermeye teşvik etti. Teşviki çok kuvvetli idi. Bunun üzerine iki yığın eşya toplandı ve Efendimiz saiiaiiahu aleyhi veseiiem onları, o fakirler topluluğuna taksim etti. (Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem bu yardımı toplarken) ne kimseyi zorladı ne de kimseyi ihtiyaç fazlası bulundurdukları şeyden dolayı hesaba çekti.

Hz. Enes radıyaiiahu anh buyuruyor ki: Ensardan biri gelerek Peygamber sal-lallahu aleyhi veseilemöen bir şey istedi. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesellem, "Evinizde bir şey yok mu?" diye sordu. Adam, "Bir yaygı var. Yarısını seriyor yansını da üzerimize alıyoruz ve bir de su içmek için bir kabımız var" dedi. Rasûlullah saiiat-lahu aleyhi veseiiem her ikisini de getirmesini istedi. Sonra onları açık arttırmayla iki dirheme sattı ve parasını ona verdi ki, bir dirhemiyle gıda maddesi alıp evine versin. Bir dirhemiyle de bir balta alıp gelsin. Adam baltayı alıp geldi. Rasûlullah -saiiaiiahu aleyhi veseiiem kendi mübarek eliyle ona ağaçtan bir sap taktı ve "Git odun kesip sat, on beş gün seni buralarda görmeyeyim" buyurdu. Adam söz tuttu ve on beş gün sonra on dirhem kazanıp geldi. Bir kısmıyla gıda maddesi bir kıs­mıyla da elbise satın aldı. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Bu di­lenmekten daha güzeldir. Çünkü dilenmekten dolayı kıyamet günü senin yüzün­de bir iz olacaktı". Ondan sonra Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurdu: "Dilenmek için sadece üç kişiye müsaade vardır;

1-Helak edici fakirliğe uğrayan, 2-Ağır tazminat ödemeye mahkum olan, 3-Acı bir kan davasına düşen". Bu üç halde bile Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiemdilenmeye sadece izin vermiştir. Olayda adı geçen ve fakirliğe müptela olmuş kişiye ne dilenme izni verdi ne de onun nafakasını başkasının boynuna yükledi.Kısaca hadis kitaplarındaki binlerce olaylar şuna şahittir ki; vacib hükmü­nün ilgisi sadece zekattır. Buna (vacip olarak başka bir sadakayı) ilave etmek Rasûluüah satialiahualeyhi vese//em'in şu sözüyle aynı anlama gelir:"Sadakada aşırı giden ve haddi aşan onu vermeyen gibidir."Rasûlullah sailaiiahu aleyhi veseilem Hz. Dahhak bin Kays'ı sadakaları topla­mak için gönderdi. O, mallar içinde en güzel develeri alıp getirdi. Rasûlullah Sai-laiiahu aleyhi veseilem bunu görünce, "Sen insanların en güzel mallarını mı alıp getir­din?" buyurdu. O, "Ya Rasûlailah! Siz bugünlerde cihada çıkmak için niyet ediyor­sunuz. Ben üzerine binilebilmesi ve yük yüklenebilmesi için böyle develeri getir­dim" dedi. Rasûlullah sailaiiahu aleyhi veseilem, "Git onları geri ver ve düşük derecede mal alıp gel" buyurdu.[17] Halbuki cihadın önemi açıktır. Cihad öncesi Rasûlullah sai-lallahu aleyhi veseilem öyle teşvik etmiştir ki, Hz. EbÛ Bekr Slddlk radıyallahu anh evinin bütün sermayesini alıp getirmiş. Hz. Ömer radıyallahu anh herşeyin yarısını takdim etmişti. Hz. Abdurrahman bin Avf radıyallahu anh bir defasında "Ya Rasûlailah benim yanımda dört bin dirhemim var. İki binini ev masrafları için bırakıyorum. İki binini de Allah için veriyorum" dedi. Bir sahâbi, "Ya Rasûlallah ben bütün gece çalışıp, ücret olarak iki sa[18] hurma kazandım. Yarısını eve bıraktım yarısı işte hazırdır" dedi.[19] Hz. Ebû Mes'ud radıyallahu anh diyor ki: Rasûlullah sailaiiahu aleyhi veseilem sa­daka verilmesini emrederdi. Bizden bazılarının yanında hiçbir şey olmazdı. Onlar sadece (sadaka verebilmek için) pazara giderler, çalışırlar, ücret olarak bir Müdd (yaklaşık 800 gr) hurma kazanırlar ve onu sadaka olarak verirlerdi.[20]Bu konu birinci bölümün hadisler kısmında 24 numarada geçmiştir. Ancak bütün bunlara rağmen Rasûlullah sailaiiahu aleyhi veseilem (yukarıda anlatılan olay­da) usule uygun olarak basit bir devenin yerine iyi bir deveyi dahi kabul etme­miştir. Bundan dolayı vacibin ilgi alanı mâlî açıdan sadece zekattır. Mal harcama konusuna gelince, müslüman mal toplamak için yaratılmamıştır. Birinci bölümde geçen Kur'an-ı Kerim ayetleri ve Rasûlullah sailaiiahu aleyhi veseiiem'ln irşadlan çok kuvvetli bir şekilde buna teşvik etmekte ve pekiştirmektedir. Şöyle ki, mal Allah'ın razı olduğu işlere harcanmalıdır. Kişi kendi gücünün yettiği kadar yokluğa daya­nıp, başkasına harcamalıdır. Sadece Allah'ın hazinesine yatırmakla mal işe yara­yacaktır. O'nun hazinesine yatırılan malın ne zayi olma endişesi vardır ne de o hazinenin batma ihtimali. İnsanın son derece muhtaç olduğu zaruret vaktinde işe yarayacaktır. Bizzat Ailahu Teâlâ'nın şöyle buyurduğunu Rasûlullah sailaiiahu aleyhi veseilem naklediyor: "Ey insan sen kendi hazineni Benim hazineme akıt. Böyle ya­parsan ne onun yanma, ne çalınma, ne de denizde batma korkusu kalır. Ben senin son derece muhtaç olduğun zaman onu sana tam olarak veririm"[21]Birinci bölümde 30 numarada Ailahu Teâlâ'nın şu irşadı geçmişti: "Herkes yarın (kıyamet) için önden ne göndermiş olduğuna baksın. / O kimseler gibi olma­yın ki, Allah'ı unutmuşlar. (Bunun cezası olarak) Allah da onları kendilerine unut­turmuştur (Haşr-18,19)". 31 numaradaki diğer ayette şöyle buyuru I muştur: "Şüp­hesiz mallarınız ve çocuklarınız (sizin için) bir imtihandır.Mallarınızı Allah yolunda harcayın. Bu sizin için daha hayırlıdır. (Teğabun-15,16)"Aynı bölümde 1 numarada Rasûlullah sailaiiahu aleyhi veseiiem'm şu hadisi de geçmiştir: "Benim yanımda Uhud dağı kadar aitın olsa, ondan hiçbir şeyi yanımda tutmayı gönlüm istemez. Ancak borç ödemek için ayırdığım müstesna". 3 numarada Rasûlultah sailaiiahu aleyhi veseilem şöyle buyurmuştur: "İhtiyaçtan fazlasını Allah yolun­da harcamanız sizin için hayırlıdır. Saklayarak bir köşeye koymanız kötüdür". 12 numarada Rasûlullah sailaiiahu aleyhi veseilem şöyle buyurmuştu: "Saya saya harcama. Gücünün yettiği kadar harca". 20 numarada şu vakıa geçmişti: Bir koyun kesildi. Onun bir butundan başka hepsi taksim edildi. Rasûlullah sailaiiahu aleyhi veseilem, "Ne kadar taksim edildi?" buyurunca, "Bir butu kaldı, geri kalanı taksim edildi" de­nildi. Rasûlullah sailaiiahu aleyhi veseilem, "O buttan başka hepsi baki kaldı" buyurdu.Birinci bölümde bu çeşit pek çok irşadlar geçmiştir. Bundan dolayı (mal harcamakta) vacip nedir, mendub ve müstehab nedir? gibi konulardan sarfı na­zar ederek (bilmeliyiz ki) işe yarayacak olan mal, insanın hayatında ileri gönder­diği maldır. Eğer mihnet ve meşakkatle kazandığı bu şeyi kendi ihtiyaç zamanın­da işe yaraması için bir yerde saklaması gerekiyorsa Allah yolunda harcamalıdır. Bunun ahiretteki faydası kesindir. Dünyada da bol bol faydası vardır, Belaların uzaklaşmasında, hastalıklardan kurtulup sıhhate kavuşmakta sadakanın çok büyük etkisi vardır. Onun sayesinde kötü ölümden korunulur. Rasûlullah sailaiiahu aleyhi vese//em'in şu hadisi meşhurdur. "İki adam imrenilmeye layıktır. Birincisi, 'Allah'ın kendisine Kur'an ihsan ettiği ve onu gece gündüz okuyan, onunla amel etmeye kendini veren kişidir. İkincisi, Allah'ın kendisine mal ihsan ettiği ve her zaman onu Allah yolunda bol bol harcamaya koşan kişidir"[22]İkinci bölümde 3 numarada Rasûlullah sailaiiahu aleyhi veseiiem'm şu hadisi geçmişti: "Mal sahipleri çok büyük zarardadırlar. Ancak iki eliyle sağa sola, oraya buraya Allah yolunda harcayan kimse müstesnadır". 7 numarada da şöyle bir ha­dis geçmiştir: "Komşusu yanında aç yatarken karnı tok olan asla mü'min olamaz".Kısaca bu kitabın birinci bölümünde bu konu geçmiştir. Konunun özeti şu­dur: Malı toplayıp saklamak asla Müslümana yakışmaz. Bunun en uygunmisali büyük abdest gibidir. Büyük abdestte çıkmak o kadar gereklidir ki, bir iki gün gelmezse insan hekim ve doktorun verdiği ilaçları ve diğer bütün çareleri kullan­maya mecburdur. Ancak eğer münasip miktardan fazla gelmeye başlarsa, onu durdurmak için de hekim ve doktora ihtiyaç vardır. Eğer bir kimse, "Çok büyük bir meşakkatle meydana geldiğinden dolayı o önemli ve gerekli bir şeydir" diye­rek dışkıyı evinde saklasa, evi çok pis kokar. Koku insanın beynine vurur, çok çeşitli hastalıklar meydana gelir. Aynen malın durumu da böyledir. Çünkü mal o kadar lazımdır ki, eğer birkaç gün hiçbir şey ele geçmezse, onu kazanmak için de bütün gücüyle çalışmak gerekir. Ancak buna rağmen mal o kadar pistir ki, ih­tiyaçtan fazla olan miktar aynen büyük abdest gibi evden çıkarılmalıdır. Çünkü kibir ondan meydana gelir. Gurur ondan meydana gelir. Övünmek onunla olur. Başkasını zelil ve hor görmek onunla olur. Başıboşluk ve nefse düşkünlük bunun meyvesidir. Kısaca her çeşit afet onunla musallat olur. Bundan dolayı Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem evlatları için şöyle dua etmiştir:'Allah'ım Muhammed in evladının rızkını yetecek miktarda ver"Yani neticesinde fesada sebep olacak şekilde fazla olamasın demektir. Bun­dan dolayıdır ki genellikle seyyidler (Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vasefem'in soyundan gelenler) fazla zengin olmazlar. Bir kaçının zengin olmaları buna ters düşmez. Çoğunluğunun böyle olduğu görülmektedir. Allahu Teâlâ lütuf ve keremiyle malın kirli hakikatini, bu âciz kuluna da açarsa ona nasıl da hoş bir hayat nasip olur.

5) Hz. Büreyde radiyaliahu an/j'dan rivayete göre Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem şöyle buyurmuştur: "Hangi kavim zekat vermezse, Allahu Te-âla onları kıtlığa uğratır"                                                            

(Tebarani, Terğib)

İZAH: Kıtlık vebası bizlere öyle musallat olmaktadır ki, bir sınırı yoktur. Onu gidermek için binlerce tedbir alınmakta ancak hiçbir işe varamamaktadır. Allahu Teâla bir günahtan dolayı herhangi bir azabı indirirse dünyada onu engelleyeme kimin gücü yeter? Yüzbinlerce tedbir alınız, binlerce kanun yapınız, bir şey mülkün sahibi tarafından musallat edilmişse o sadece O'nun gidermesi ile gidebilir. O has­talığı söylemiş ve onun gerçek ilacını da haber vermiştir. Eğer maksadınız hasta­lığı gidermekse doğru ilacı tercih ediniz. Bizler hastalıkların sebeplerini kendimiz üretiyoruz. Sonrada hastalıklar artıyor diye ağlıyoruz. Bu ne biçim akılılıktır?Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem bu alemde meydana gelen hadiseler ve mu­sibetler üzerine ve onların sebepleri üzerine özellikle dikkatleri çekmiştir. Ben onları kısaca El-ltidal adlı risalemde yazdım. Burada onları tekrar yazmam uzamaya sebep olur. Dileyen o kitaba bakabilir. Orada Rasûluliah saiiaiiahu aleyhi veseilem  çok ihtimamla şuna dikkatleri çekmiştir: "Benim ümmetim bu hareketleri yapınca (günahlara dalınca) bela ve afetlere düşecektir. O zaman kırmızı kasırgalar, yere batmalar, suretlerin çevrilmesi, zelzelelerin gelmesi, gökten taş yağması, düş­manların galip gelip Müslümanlar üzerine musallat olmaları, tâûn, katliâm ve soy­gunların yaygınlaşması, yağmurun yağmaması, tufanların gelmesi, kalplerin deh­şete düşmesi, kalplere korkunun hakim olması, salih insanların yaptıkları duala­rın kabul olunmaması meydana gelecektir". Bütün bu afetleri Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem haber vermiştir. Hangi davranışlara hangi afetin musallat olacağını Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem bundan yaklaşık 1400 sene önce haber vermiş ve uyarmıştır. Bizler de onları tecrübe ediyoruz. O sözler harfi harfine öyle ortaya çıkmaktadır ki, zerre kadar şaşmamaktadır. Keşke bizler Rasûlullah saiiaiiahu aley­hi veseilem gibi şefkatli bir zâtın irşadlarının kadrini bilseydik. O sadece müslüman-lar için değil aksine bütün mahlukat için rahmet olarak gönderilmiştir. O usûllere göre amel etmek bütün mahlukat için son derece faydalı bir şeydir. Ancak bizzat Müslüman kendi İslami iddialarına rağmen o usullerin kadrini bilmezse, başkala­rını suçlamak nasıl olur? Başkaları ne bilsin ki Allah'ın mücessem rahmeti olan (Muhammed Mustafa saiiaiiahu aleyhi veseilem) dünyevi afetlerden korunmak için nasılda altın gibi değerli usûllere dikkat çekmiştir. Şimdi bile o usûllere özenle yapışılırsa dünya musibetlerden kurtulur. Gayri müslimler Müslüman hekim ve doktorlarda tedavi olmaktadırlar. Aynı şekilde Müslümanlar da gayri müslimler de tedavi olmaktadırlar (çünkü usûller aynıdır). Eğer insanlar o uzman hekimin (yani Hz. Muhammed saiiaiiahu aleyhi veseiiemln) verdiği reçeteye göre amel etse­ler, hepsi ne kadar rahat ve huzura kavuşacaklardır.Burada ben zekatla ilgili birkaç hadise dikkat çekmek istiyorum. Çünkü bu­rada onlar kastedilmektedir. Hz. İbni Ömer radıyaiiahu anh diyor ki: Rasûlullah sallat-lahu aleyhi veseilem bir defasında şöyle buyurdu: "Ey Muhacirler topluluğu! Beş şey öyledir ki, siz eğer onlara mübtela olursanız -ki ben onlara mübtela olmanızdan Allah'a sığınırım- (Büyük afetlere batarsınız:) 1-Bir millette fuhuş ve zina açıkça (alenî) olarak işlenirse onlarda daha önce işitilmemiş yeni yeni hastalıklar mey­dana çıkacaktır. 2-Ölçü ve tartıda eksiklik yapan insanlara kıtlık meşakkat ve devlet başkanlarının zulmü musallat olacaktır. 3-Bir kavim zekat vermezse, on­lara yağmur yağdırılmayacaktır. Canlılar olmasa, onlara bir damla bile yağmur yağmaz. (Canlılar Allah'ın mahlukatı ve kusursuz olduklarından, onların yüzün­den az miktarda yağmur yağacaktır). 4-Anlaşma ve sözünde durmayan insanlar üzerine başka milletler musallat olacaklar ve onların mal ve mülkünü ellerinden alacaklardır. 5-Allah'ın kanunlarının tersine hüküm yürüten insanlar arasında iç savaşlar olacaktır"[23]Bugün bizler bu sayılan eksikliklere dikkatlice bakmamız gerekir. Onlardan bizim bulaşmadığımız eksiklik var mıdır? Bir de şunu düşünelim ki, o günahlar hakkında bildirilen afetlerden başımıza gelmeyen afet var mıdır?Hz. ibni Abbas radıyallahu anbuma diyor ki: Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem "Beş şey, beş şeyin karşılığıdır" buyurdu. Biri "Ya Rasûlallah! bunun manası ne­dir?" dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki: "Bir millet sözünde dur­mazsa onlara düşman galip gelir. Allah'ın kanununun tersine hüküm koyarsa on­larda ölümler çoğalır. Zekatı vermeyenlere yağmur yağdırılmaz. Ölçü ve tartıda eksiklik edenlerin mahsulleri azalır ve kıtlık musallat olur"[24] Bu hadisi şerifte galiba kısaltma yapılmıştır. Çünkü tafsilatta yalnız dört şey zikredilmiştir. Bu hadisi şerifte Allah'ın hükümlerini yıkan kavimlerde ölümlerin artacağı buyurulmuştur. Önceki hadiste ise iç savaş olacağı söylenmiştir. Bu iki şey ayrı ayrı da olabilir. İç savaş­larda ölümlerin çok olmasının örneklen bugünlerde gözler önündedir.Hz. Ali radıyallahu anh ve Hz. Ebû Hureyre radıyallahu an/ı'dan şu hadis nakle­dilmiştir: "Benim ümmetim şu on beş günaha mübtela olursa (yukarıdaki iki ha­diste geçenlere ilave olarak şu da vardır) Zekat vermek ceza vermek gibi olursa (yani zekat vermek, onlara ceza vermek gibi musibet olursa veya ceza gibi onlardan alınırsa) o zaman kırmızı kasırgalar, zelzele, yerin batması, yüzlerin değişmesi, gökten taş yağması gibi musibetler, ipliği kopan teşbih tanelerinin birer birer düşmeye başladığı gibi bir biri ardınca inecektir". İtidal adlı kitabımızda bu rivayetler tam olarak zikredilmiştir. Orada bu on beş günah geniş olarak bu­lunmaktadır. Onlar hakkında bu şiddetli azablar zikrolunmuştur. Burada ise (ko­numuz) yalnız zekat olduğundan dolayı bu rivayetlere işaret ettik.

6) Hz. Ebü Hureyre radıyallahu anh diyor ki: Ben Ömer bin Hattab'tan da­ha önce işitmediğim bir hadis işittim. Halbuki onlar arasında Rasûlullah sai-laiiahu aleyhi vesellem ile en fazla beraber olan ben idim. Ömer radıyallahu anh şöy­le dedi; "Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki: <Karada ve denizde za­yi olan mallar, zekatı verilmediğinden dolayı zayi olmaktadır".                           (Taberani, Terğib)

İZAH: Yani zekat vermemenin ahiretteki vebal ve azabı ayrıdır. Dünyada bunun vebali malın zayi olmasına sebep olmasıdır. Bir başka hadiste bu hadisi şerifle ilgili bir de kıssa nakledilmiştir. Hz. Ubade bin Sâmit radıyaiiahu anh diyor ki: Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem Mekke-i Mükerreme'de Hatîm'in gölgesinde otur­maktayken biri gelerek, "Ya Rasûlallah! Falan kabilenin denizin kenarında duran mali helak oldu (görünen o ki, denizin dalgalarıyla zayi oldu)" dedi. Rasûlullah sai-laiiahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu: "Karada ve denizde (yani bütün dünyada) mal­ların zayi olmasının sebebi; zekatı verilmediğindendir. O halde zekat vererek mallarınızı koruyun. Hastalarınızı sadaka ile tedavi edin. Ansızın gelen musibet­leri dua ile uzaklaştırın. Çünkü dua ansızın gelen musibetleri giderir. Henüz gel­memiş olan musibetleri de engeller". Birde Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöy­le buyurdu: "Allah ceiie ceiaiuhu bir kavmin yükselmesini ve devamını dilerse, on­larda iffet (ahlâkî temizlik) ve semahat yani yumuşaklık ve cömertlik nasib eder. Bir kavmi de sona erdirmeyi ve yok etmeyi dilediğinde onlar arasında hıyanetlik or­taya çıkarır". Ondan sonra Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem şu ayeti kerimeyi okudu:"Nihayet kendilerine verilen o nimetlere sevinip zevke dalınca onları azabı­mızla ansızın yakalayıverdik. Hemen ümitsizliğe kapılıp şaşkına döndüler[25]                                         (En'am-44)

Bu ayet diye başlamaktadır. Bundan önceki iki ayette ibret ve nasihat elde etmek için önceki ümmetlerin helak olmalarının bir kanunu şöyle anlatılmıştır. "Şüphesiz senden önceki ümmetlere de peygamber gönderdik. (On­lar peygamberin sözünü tutmayınca) yalvarmaları için onları musibet ve hastalık­larla yakaladık (yani musibetler ve hastalıklara uğrattık). / Onlara azabımız geldiği zaman yalvarmaları gerekli değil miydi? (yalvarsalardı onlara merhamet edilecek ve kusurları affedilecekti) Fakat kalpleri katılaştı (ki nasıl nasihat kabul ederlerdi). Şeytan yaptıklarını süsleyerek gösterdi (böylece onlar güzel gördükleri kötü amel­lere daldılar). / Kendilerine peygamberler tarafından yapılan öğütleri unuttukların­da (onlara iltifat bile etmediklerinde) bizonlara (zevkü sefanın, rahatlık ve refahın) her türlü kapısını açtık. Nihayet kendilerine verilen nimetlerle sevinip zevke dalın­ca (onların sapıklığı daha da azdı). Bunun üzerine biz onları azabımızla ansızın yâkalayı verdik. Hemen ümitsizliğe kapılıp şaşkına döndüler.                                                                           (En'am-42,43,44)"

Bu ayeti kerimeler çok büyük ibret ayetleridir. Şöyle ki, Allahu Teâlâ'ya is­yan edilmesine rağmen eğer herhangi bir zorluk yerine, zevk, sefa, rahat ve refah imkanları açılıyorsa , bu daha tehlikeli bir şeydir. Bir hadiste geçtiğine göre Rasûlullah sallallahu aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur: "Sen günahlarına ısrarla de­vam eden ve kendisine dünya bolluğu ve genişliği verilen birini görünce (bil ki) bu Allah tarafından o kişiye verilen bir mühlettir". Sonra Rasûlullah sallallahu aleyhi ve- (yukarıda geçen) (En'am süresindeki 44.) ayeti okudu.Hz. Ebû Hâzim ranmetuiiahi a/eyh'in şöyle dediği naklediliyor: "Sen Allah'a is­yan ettiğin halde O'nun nimetlerinin senin üzerine ard arda geldiğini görürsen bundan kork. Allahu Teâla'ya yaklaştırmayan her nimet musibettir"[26] 6. bölümün hadisler kısmında 17 numarada bu konu geniş olarak gelecektir. Mal Allahu Te-âla'nın nimetlerinden büyük bir nimet olduğu için onu olabildiği kadar Allah yo­lunda fazla harcayarak Allahu Azimüşşan'ın yüce huzuruna yaklaşmaya vesile kılınmalıdır. Bir kimse malı Allah yolunda bol bol harcayarak Allah'a yakınlık kurmak yerine Allah'ın en önemli farzlarından olan zekatı dahi vermezse, o kim­senin isyankar olmasında ne şüphe vardır. Böyle bir kimse malının kalıcı olaca­ğından umutlanmamalıdır. Zira o bizzat kendisi malının zayi olması için tertip yapmaktadır. Bir de eğer bu durumda Allah etmesin, zayi olmazsa daha da teh­likelidir. Çünkü bu durumda mal bir başka büyük musibetin öncüsüdür. Allahu Teâla kendi lütfuyla korusun.

7) Hz. Aİşe radıyallahu anha'dan rivayete göre RasÛlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu: "Hangi mala zekat matı karışırsa o malı mutlaka helak eder".                                (Şafii, Buhâri, Mişkat)

İZAH: Bu hadisi şerifin maksadı hakkında alimlerin iki açıklaması vardır ve her ikisi de doğrudur. Rasûlullah sallallahu aleyhi veseiiem\n bu hadisi her iki görüşü doğrulamaktadır. Bunlardan birincisi şudur: Bir mala zekat vacip olur da, ondan zekat ayrılmazsa bütün mal zekatla karışmış olur. Ve bu zekat malı, hepsini helak eder. Bu maksada uygun olarak bu hadisi şerif birinci hadisi şerif ile aynı manada olmaktadır. Çünkü bu konu aynen birinci hadisi şerifin konusudur. Hafız İbni Tey-miye rahmetuliahi aleyh Münteka adlı eserinde bu manayı tercih etmiştir. Bundan do­layı bu hadisin başlığına Zekat ayırmakta acele etme bubi diye yazmıştır. Humeydi rahmetuliahi aleyh bu hadisten sonra şunu nakletmiştir: "Eğer senin üzerine zekat vacip olur da, onu ayırmazsan haram olan mal helali de helak eder". Yani alıko­nulması haram olan zekat malı, alıkonulması helal olan diğer malı da zayi eder.İkinci açıklama Hz. İmam Ahmed bin Hanbel rahmetuliahi a/eyft'den nakle­dilmiştir. Şöyle ki, bir kimse zekat nisabına sahip olursa, yani 87,2 gr altın veya 610,3 gram gümüş veya onun değerinde ihtiyaçtan fazla başka bir şeyi varsa, buna rağmen kendini fakir göstererek birinden zekat malı alıyorsa, aldığı bu mal, kendi yanında bulunan asıl malını zayi eder"[27] Zekat nisabına sahip olduğu hal­de insanlardan zekat alanlar bu hadisten çok korkmalıdırlar. Çünkü zekat malı, onların asıl mallarını da yok edecektir. Üstelik az bir kazanç uğruna çok büyük bir kayba katlanmak gerekecektir. Sonra ister hırsızlara sövsün, isterse zalimlere beddua etsin (boşunadır). Zekat almaya müstehık olmadığı halde yaptığı (yanlış) hareket sayesinde malı elden gidecektir. Günahı da başına kalacaktır.

8) Hz. Abdullah İbni Mes'ud radıyallahu anh buyurdu ki: "Bir kimse temiz (helal) mal kazanır, ancak zekatı alıkoyması o malı kirletir. Bir kimse de haram mal kazanır, zekatını verirse o malı temizlemez (helal yapmaz)".

İZAH: Ne ağır bir tehdıtdir ki insan büyük bir gayret ve canla başla helal ve harama dikkat ederek bir mal kazanırda, basit bir cimrilik yüzünden yani ze­kata dikkat etmemesinden dolayı malın tamamı Allahu Teâlâ indinde pis olur. Bir hadiste Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Bir Kimse haram yolla mal kazanır sonra onu sadaka olarak verirse, ona bunda hiçbir sevap yok­tur. Vebali de üzerinde kalır"[28] Yani haram kazanmanın vebali omuzunda kalır. Sadakadan dolayı da hiçbir sevap alamaz.

9) Hz. Esma bînti Yezid radıyallahu anha'öan rivayete göre Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu: "Hangi kadın altın gerdanlık takarsa, kıyamet günü onun boynuna aynı onun gibi ateşten bir gerdanlık takılır. Hangi kadın kulağına altın küpe takarsa kıyamet günü onun kulağına onun gibi ateşten bir küpe takılır".                                                                                                                                     (Ebû Dâvud.Neseî, Terğib)

İZAH: Bu hadisi şerifte kadınların altın takınmalarının caiz olmadığı ve haram olduğu anlaşılmaktadır. Bundan dolayı bazı alimler bu hadisi İslam'ın ilk zamanlarına dayandırmışlardır. Çünkü bütün alimlere göre diğer hadislere istina­den kadınlar için altın ve gümüş ziyneti caizdir. Ancak bazı alimler bu ve buna benzer diğer hadisleri zekatı verilmeyen ziynet eşyası olarak yorumlamışlardır. Bazı hadisler de bunu teyid etmektedir. Nitekim bizzat Hz. Esma radıyallahu an-Zia'nın rivayetinde şöyle geçmektedir: "Ben ve halam Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi ve-se//em'in yanına geldik. Kolumuzda altın bilezikler vardı. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesellem, <Onların zekatını veriyor musunuz?> buyurdu. Ben, <Hayır> dedim. Ra­sûlullah saiiaiiahu aleyhi vesellem, <Siz Allahu Teâlâ'nın size ateşten bilezikler tak­masından korkmuyor musunuz? Onların zekatını veriniz> buyurdu.[29] Bu rivayet saf ve şeffaftır ki Cehennem ateşi, onların zekatının verilmediği.takdirde giydirile-çektir. Hanımların buna çok dikkat etmeleri gerekir. Zira bugün bedenlerinin süsü olan ziynet eşyaları, zekatı verilmediği takdirde yarın Cehennem'in alevlenen ateşi olup bedenleri için azab olacaktır.Hz, Esma radıyaltahu anha'run "Zekat vermiyorum" demesi o vakit bu mese­leyi bilmediğinden olabilir. Nitekim ikinci hadiste onların sorması bunun delilidir. Şu da olabilir, onlar o ana kadar ziynet eşyasını kadınların temel ihtiyacı olarak biliyorlardı. Halbuki ziynet eşyası asıl ihtiyaç değildir. Fazlalıktan bir şeydir. Bu manaya göre bu hüküm sadece altına ait değildir. Gümüşün hükmü de aynıdır. Nitekim bir başka hadiste Hz. Aişe radıyaiiahu anha buyurdu ki: RasûlulSah saiiaüahu aleyhi veseiiem yanıma geldi ve ellerimde ki gümüş yüzükleri gördü ve "Bunlar nedir?" buyurdu. Ben, "Size karşı süsleneyim diye bunları yaptırmıştım" dedim. Rasûluliah saliailahu aleyhi veseiiem, "Onların zekatını veriyor musun?" buyurdu. Ben, "Hayır" deyince, "Cehennem ateşi için sana bunlar yeter" buyurdu.[30]Bu hadiste (zekatla ilgili) olumsuz cevabın önceki hadiste geçen iki sebe­bine ilave olarak bir üçüncü sebebi de şu olabilir: Gümüş yüzüklerin ağırlığı ge­nellikle zekat nisabına ulaşacak kadar değildir. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veset-tem'in sözünün maksadı şudur: Her ne kadar ağırlığı az da olsa başka ziynet eş­yalarıyla birleştirilince nisaba ulaşırsa ona zekat farz olur.Bir başka hadiste şöyle geçmektedir: Bir kadın Rasûluilah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'm huzuruna geldi. Yanında kızı vardı. Kızının kollarında ağırlığı fazla olan iki tane altın bilezik vardı. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem, "Onların zekatını veriyor musunuz" buyurdu. Onlar "Hayır" dediler. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem, "Allahu Teâlâ'nın kıyamet günü size bunların karşılığında iki tane ateşten bilezik takmasına razı olur musunuz?" buyurdu. Onlar bunu duyar duymaz, "Allah için bunları veriyoruz" diyerek o iki bileziği Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'e takdim ettiler. İşte bu Sahâbe-i Kiram radıyaiiahu anhum ecmâin'm erkek ve kadınlarında var olan kendilerine hâs bir davranıştı. Şöyle ki, Allahu Teâla'nın veya O'nun Ra-sûlü saiiaiiahu aleyhi veseiiem'm buyruğunu duyduktan sonra artık onu yerine getir­mekte hiç bir hile, çekişme ve bahane asla olmazdı.Bütün bu rivayetlere uygun olarak altın ve gümüşten mamut bütün ziynet eşyasının hükmü aynıdır. Zekatı verilmediği takdirde Cehennem ateşinin musal­lat olmasında da ikisi eşittirler. İsterse bazı rivayetlerde altın ziyneti, bazılarında da gümüş ziyneti ifadesi geçsin fark etmez. Kendisinde zekat ifadesi zikredilme­yen ve altın ve gümüşü birbirinden ayıran rivayetlerden dolayı bazı alimler, "Bu­nunla ayrıca kibir, gurur ve ziyneti izhar etmek kastedilmiştir" demişlerdir. Bu ma­na bir rivayetle teyid bile edilmiştir. Nitekim Ebû Dâvûd ve Neseî'nin bir rivayetin­de şöyle geçmektedir: "Ey kadınlar topluluğu! Size süslenmek için gümüş yeterli değil mi? İyi bilin ki, bir kadın altından ziynet takınır ve onu   gösterirse ona bu davranışından dolayı azab edilecektir"[31] Genellikle görülüyor ki, özellikle cehalet­ten dolayı kendini yüksek aileden zanneden hanımların gözünde gümüş ziyneti hiçbir değer taşımaz. Onlar gümüş ziynetini gösterip açığa çıkarılacak veya övü­nülecek bir şey olarak görmezler. Onların kolunda gümüş bilezik olsa zerre ka­dar onu gösterme arzusu doğmaz. Ama altın bilezik olunca lüzumsuz yere sinek kovalama bahanesiyle elini elli defa hareket ettirir. Yirmi defa başörtüsünü düzelt­mek için elini dolandırır. Özelikle eve herhangi yeni bir misafir gelince veya ken­disi başka eve gidince ne onun yüzünden sinek bir türlü uçuverir ne de onun baş örtüsü düzeliverir. Tekrar tekrar ellerini hareket ettirir, durur. Bu hareketiyle mak­sadı, başkalarına karşı övünmek ve kendi ziynetini göstermektir. O halde iki meşe-leye'dikkat göstermek çok gereklidir. (Birincisi) ziynet eşyası ile asla övünüp, kibir-lenmemeli ve onu göstermemelidir. (İkincisi) onun zekatı dikkatlice eda edilmelidir. Bu iki şeyden herhangi birine dikkat gösterilmezse, kendini azab için hazırlamalıdır.

10) Hz. Dahhâk rahmetuiiahi aleyh buyurdu ki: Allahu Teâla zekat ver­meyi emrettiği zaman münafıklardan bir takım insanlar yanlarında bulunan en âdi meyveyi getiriyorlardı. Bunun üzerine Allahu Teâla Kur'an-ı Kerim'-deki Bakara suresinin 267. ayetini indirdi".                                                               (Dürrü Mensur)

İZAH: Hadisi şerifte geçen ayeti kerime ve meali şöyledir:"Ey İman edenleri Kazandıklarınızın temiz ve helal olanlarından ve sizin için yerden çıkardıklarımızdan Allah için harcayın. Ancak gözünüzü yuma­rak (utanıp sıkılarak) alabileceğiniz kötü şeyleri sadaka olarak vermeyin. Bilin ki Allah Ğani'dir. Hiçbir şeye muhtaç değildir (O böyle kötü maldan dolayı hoşlanmaz). O, övülmeye layık olandır".                                       (Bakara-267)

Pek çok hadisler, bu ayetler hakkında gelmiştir. Hepsinin birleştiği nokta aynıdır. Hz. Berâ radıyaiiahu anh diyor ki: "Bu ayetler biz Ensar topluluğu hakkında inmiştir. Bizim bağlarımız vardı. Herkes kendi bağının durumuna göre az-çok birşeyler getirirdi. Bazı insanlar bir-iki salkım getirip mescide asarlardı. Ehli Suffe yemek için özel hiçbir intizamı olmayan fukara cemaatiydi. Onlardan hangisi acı­kırsa o salkımlara bir sopayla vurur, hurmalardan olgun veya ham ne düşerse onu yerdi. Bazı insanlar hayır işlerine merak ve ilgileri olmadığından işe yarama­yan tipteki hurma salkımlarını veya bozulmuş hurma salkımlarını asarlardı". Bu­nun üzerine (yukarıdaki) ayeti kerime nazil olmuştu. Ayetin maksadı şudur: Eğer size utanıp sıkılarak alacağınız, ama norma! şartlarda almayacağınız bir hediye verilse (durumunuz ne olurdu?). Bu ayet indikten sonra güzel ve olgun hurma salkımları gelmeye başladı.Bu konuda bir çok rivayetler gelmiştir. Bir hadiste bazı insanların pazardan ucuz mal alıp onu sadaka olarak verdikleri, bunun üzerine yukarıdaki ayeti keri­menin nazil olduğu bildirilmiştir. Hz. Ali kerremallahu vechehunun şöyle dediği riva­yet olunmuştur: "Bu ayeti kerime farz olan zekat hakkında inmiştir. Çünkü halk hurmaları toplayınca iyilerini seçip ayırırlardı. Zekat almak için onlara bir adam gidince onun önüne bozuk malı koyarlardı". Bir hadiste şöyle geçmektedir: Ra-sûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem bir defasında mescide gitti. Mübarek ellerinde bir değnek vardı. Biri mescide işe yaramayan hurma salkımı asmıştı. Rasûlullah sah laiiahu aleyhi veseiiem o salkıma elindeki değnekle vurdu ve "Bunu buraya asan kişi eğer bundan daha iyisini assaydı ne zarar ederdi ki? Bu kişi Cennet'te aynen böyle işe yaramaz hurmalar bulacaktır" buyurdu.[32] Hz. Aişe radıyaliahu anha_ Ra­sûlullah saiiaiiahu aleyhi vesellem'm şöyle buyurduğunu naklediyor: "Siz yiyemeyece­ğiniz malı yoksullara yedirmeyin[33] Bir hadiste şöyle geçmektedir: Et kokmuştu. Hz. Aişe radıyaliahu anha onu Allah için birine vermeyi diledi. Rasûlullah saiiaiiahualeyhi veseiiem, "Sen kendin yemediğin şeyi sadakamı veriyorsun?" buyurdu. sat şudur: Bu mal Allah adına verildiğine göre mümkün olduğu kadar iyi mal veril­melidir. Ancak iyisini veremiyor diye kişi kötüsünden de vazgeçip, neticede ortadan kaybolmamalıdır.[34] Eğer kalitelisini vermeye muvaffak olamıyorsa, değeri düşük olanı vermek, vermemekten daha hayırlıdır. Zekat olarak düşük rnal vermek de ze­kat vermenin bir kısmıdır. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'm zekat vermekle ilgili buyurduğu usul 4.bölümün hadisler kısmında 6 numarada geçmiştir. Şöyle ki, Alla-hu Teâlâ ne en güzel mal talep etmekte ne de değersiz mala izin vermektedir. Bila­kis orta yollu mal talep etmektedir, işte zekat vermenin asıl usûl ve kaidesi budur.Hz. Ebû Bekr Sıddık radıyaliahu anh emri altında bulunan kimselere zekat toplamanın hükümleri ile ilgili yazdığı yazıda zekatın tafsilatını yazmıştır. Yazının başına şöyle yazmıştır: "Kim (alttaki) açıklamalara uygun olarak zekatı tahsil ederse, ona verilsin. Kim de bundan ziyadesini almak isterse ona zekat verilme­sin". Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem Hz. Muaz radıyaliahu anh'\ Yemen'e vali tayin edip gönderirken namaz hükmüyle birlikte zekat eda edilmesi hükmünü telkin etmiş ve "Onlar zekat verirlerse onların en iyi mallarını almaya çalışma. Mazlu­mun bedduasından sakın çünkü mazlumun bedduasının kabul olmasına hiçbir engel yoktur" buyurdu.İmam Zühri rahmetuiiahi aleyh buyurdu ki: "Hükümetten zekat memuru geldiği zaman koyunları üçe ayırmalıdır. En iyileri bir yere en kötüleri bir yere koymalı ve zekat memuru da üçüncü hisse olan orta yollu olanlardan almalıdır"[35] Zekat alan kişiyle ilgili asıl kanun budur. Ancak zekat veren kendi rızasıyla en iyi malını verirse bunda da bir sakınca yoktur. Dördüncü bölümde 6. hadisin açıklama­sında Sahâbe-i Kiram'ın bazı vakıaları ve Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'm şu irşadı geçmiştir: Siz kendi rızanızla, zekatın ölçüsünden fazla olarak en değerli mal vermek isterseniz Allahu Teâla size onun ecrini verecektir. Bundan dolayı zekat veren kimse işine asıl yarayacak olan malın verdiği mal olduğunu düşüne­rek en üstün malı seçerek vermelidir.İmam Gazali rahmetuiiahi aleyh buyuruyor ki: "Zekatı ahiret için vermek iste­yenler için bazı âdaplar ve usuller vardır. Onlara riayet etmek gerekir", imam Gazali rahmetuiiahi aleyh bu konuyu çok geniş bir şekilde anlatmıştır. Ben onu son derece kısa olarak ve yer yer basit açıklamalarla anlatıyorum. Bu onun tercüme­si değildir. İmam Gazali rahmetuiiahi aleyh 8 âdâb zikretmiştir:

1) Zekatın niçin vacip olduğunu ve niçin İslam'ın rüknü yapıldığını düşün­mektir. Bunun üç sebebi vardır:

a) Dil ile Kelime-i Tevhid-i ikrar etmektir; Bu Allahu Teâla'yı tek olarak Mâ'bûd kabul etmenin ikrarıdır. Yani O'na başka bir şey ortak değildir. Sevgi davasında bulunan kimsenin kalbinde ihtiyari olarak, tek olan o Yüce Zât'tan başka bir şeye yer kalmayınca bu ikrar kemâle erip tamamlanabilir. Çünkü sevgi or­taklığa asla tahammül edemez. Sadece dilde kalan muhabbet davası boştur. Sevgi imtihanı, sevilen başka bir şeyle karşı karşıya kalınca ortaya çıkar. Her­kesin tabiatında mal sevgisi vardır. Bundan dolayı Allah sevgisi ve O'nun tek bir Mâ'bûd olduğunu ikrar etmenin bir imtihan ölçüsü olarak mal harcanması farz kılınmıştır. Bununla insanların Cenabı Hakk'a karşı olan sevgileri ölçülür. Bundan dolayı Allahu Teâla şöyle buyurmuştur:

"Şüphesiz ki Allah müminlerin canlarını ve mallarını Cennet karşılığında satın almıştır".                                                                           

(Tevbe-111)

Canın satın alınması cihad yoluyladır. Mal harcamak, canı harcamaktan da­ha hafiftir. Mademki mal harcamak, sevginin imtihan ölçüsü olmuştur. O halde in­sanlar bu imtihanda üç kısma ayrılırlar. Birinci kısım o insanlardır ki, Allah'ın birliği­ni dosdoğru ikrar ettiler. Hiçbir şeyin zerre kadar O'nun sevgisine ortak olmasına

müsaade etmediler ve verdikleri sözü tam olarak yerine getirdiler. Şöyle ki, kendi mallarının hepsini O'nun adına feda ettiler. Kendileri için ne bir dinar bıraktılar ne de bir dirhem. Bu durumda zekatın farz olması gibi bir mesele olmaz. Bundan dolayı bazı büyük zatlardan şöyle nakledilmiştir: Onlardan birine, "200 dirheme ne kadar zekat vaciptir" diye sorulunca o, "Avamdan olan insanlar için şeriatı mutah-haranın kanununa göre beş dirhemdir. Ancak bizim bütün mallarımızı Allah yolun­da harcamamız zaruridir" buyurdu. İşte bu sebepten dolayıdır ki, Hz. Ebû Bekr Slddlk radıyaltahu anh bütün malini Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem'e takdim etmiş ve sevgi davasını öyle ispat etmiştir ki, sevgiliden başka hiçbir şeyi bırakmamıştır.İkinci kısım orta dereceli insanlardır ki, onlar ihtiyaç ve zaruret kadarını bı­rakırlar. Bunlar, nimetler ve lezzetlerle meşgul olmayan kimselerdir. Elbette ihti­yaç kadarını ayırırlar ve ihtiyaçtan fazla olanı Allah yolunda harcarlar. Bu zatlar harcama hususunda zekatla iktifa etmeyip ne kadar fazla malları varsa onların hepsini harcarlar. Bundan dolayı İmarn Nehai rahmetuiiahi aleyh ve Şa'bi rahmetuiiahi aleyh ve bunlar gibi zatlar malda zekattan başka da hakların vacib olduğu görü­şündedirler. Onlara göre bir zengin nerede ihtiyaç sahibi olan birini görürse, ze­katın dışında kalan mal ile onun ihtiyacını gidermesi vaciptir. Ancak fıkha göre sahih olan şudur: Eğer bir şahıs ıztırar ve çaresizlik derecesine ulaşmışsa onun ihtiyacını görmek farz-ı kifayedir. Ûlema-i Kiram arasında şu hususta görüş ayrı­lığı vardır: "Muztarr" olan kişiye helak olmaktan kurtaracak kadar malı bağış ola­rak mı vermeli yoksa borç olarak vermek yeterli midir? "Borç verilmelidir" diyen­ler güya üçüncü kısma girmektedirler.Üçüncü kısım ise en aşağı derecedeki insanlardır. Onlar sadece vacip olanı yani zekat miktarını eda ederler. Ne ondan az ne de çok verirler. Halkın geneli, aşağı yukarı bu kısma girmektedir. Çünkü onlar malı sevmektedirler. Onu harcamakta cimrilik etmektedirler ve onlarda ahiret arzusu azdır.İmam Gazali rahmetuiiahi aleyh sadece üç kısım insanı yazmış dördüncü kısmı zikretmemiştir. Onlar da farz olan miktarı tam olarak eda etmezler veya hiç eda etmezler. Çünkü onlar Allah sevgisi davasında tamamen yalancıdırlar. Ya­lan sevgi davasına kalkışanları zikretmeye ne hacet vardır!

b) Zekatın vacip olmasının sebeplerinden biri de, insanı çok tehlikeli ve korkunç bir şey olan cimrilik sıfatından temizlemektir. Rasûlullah sallallahu aleyhi veseilem buyurdu ki: "Üç şey helak edicidir; 1-Kendisine itaat edilen hırs ve cimrilik (yani eğer bir şahsın tabiatında cimrilik varsa ve o kendi tabiatının tersine amel ediyor ve tabiatını zorluyorsa bu cimrilik tehlikeli değildir. Tehlikeli cimrilik insanın tabiatında olup da ona uygun olarak amel etmektir). 2-Kendi-sine ittiba edilen nefsani arzular. (Bu da yukarıdaki gibidir. Mesela bir kişide şehvet olsa ve o kişi kendini zorlayarak şehvetini engellese bu tehlikeli değil­dir. Asıl tehlikeli olan şehvete uygun amel etmektir). 3-Herkesin kendi görüşü­nü en üstün kabul etmesidir". Bundan başka Kur'an-ı Kerim'de bir çok ayette

ve hadisi şeriflerde cimrilik kötülenmiştir. Bunlardan bir kaçı ikinci bölümde geçmiştir. İnsandan cimrilik sıfatının zail olabilmesi İçin mecburi olarak malını harcamaya onu alıştırmak gerekir. Çünkü birine olan sevgi ve ilgiyi kesmek kasdedildiğinde onun şekli şöyle olur: Kişi kendini zorlayarak o kimseden uzak durmalıdır. Neticede onun sevgisi gider. Bu açıdan zekata temizlenme vasıtası denilmiştir. Çünkü o insan, Allah yolunda ne kadar fazla mal verirse, ne kadar fazla sevinç ve memnuniyetle verirse ve Allah yolunda harcamanın mutluluğu yüzünde ne kadar fazla olursa, o kadar cimrilik pisliğinden temizlenmiş olur.

c) Zekatın vacip olmasının sebeplerinden biri de mal nimetine şükürdür. Allahu Teâlâ'nın herkesin malı ve canında o kadar ihsan ve ikramı vardır ki, haddi hesabı yoktur. Öyleyse Tâât-ı Bedeniyye, bedeni nimetlerin şükrüdür. Tâât-ı Maliye ise mali nimetlerin şükrüdür. Bir fakiri gören, o fakirin darlık için­de olduğunu, kötü halini, rızık azlığından dolayı içine düştüğü musibeti gören ve buna rağmen kalbinde Allahu Teâla'nın bu nimetine şükretmenin hayali bile geçmeyen kimse ne kadar alçak ve zelil bir insandır. Halbuki Allahu Teâlâ o şahsın üzerine nimetler indirmiştir. Şöyle ki, onu dilenmekten müstağni kıl­mıştır. Onu o fakir gibi kendi ihtiyacını başkasının önünde açmaktan uzak kılmıştır. Hatta başka bir şahsın ihtiyacını onun önünde açacak bir seviyeyi ona nasip etmiştir. Öyleyse bunun şükrü, malının onda birini veya kırkta birini Allah adına harcamak değil midir? (Onda bir ile, yerden çıkan mahsullerin öşürü, kırkta bir ile zekat kastedilmiştir).

2) Zekatın ikinci edebi, edâ edilmesinin vaktiyle ilgilidir. O da şudur Zekatı eda etmek için çok acele edilmelidir. Şöyle ki; onun vacip olma vaktinden önce verilme­lidir ki, böyle yapmak Allahu Teâlâ'nın hükmünü yerine getirme hususundaki arzuyu açıklamak ve fakirlerin gönüllerinde sevinç meydana getirmektir. Zekatı geciktirmek ise kendine ve malına herhangi bir hastalık ve afet gelmesi ihtimalini taşımaktadır. Zekatın acele verilmesi görüşünde olanlara göre, onun geciktirilmesi ayrıca bir günahtır. Öyleyse hangi vakit zekat verme fikri kalbe gelirse bu meleğin bir tahriki -olarak bilinmelidir. Çünkü hadiste şöyle geçmektedir: "İnsanla birlikte bir meleğin tah­riki bir de şeytanın tahriki olur. Meleğin tahriki hayra yöneltmek ve hakkı tasdik et­mektir. İnsan bu hali hissedince Allah'a şükretmelidir. Şeytanın tahriki ise kötülü­ğe yöneltmek ve hakkı yalanlamaktır. İnsan bu durumu hissedince Euzü billahi mineşşeytânirraclm desin;[36]Bir başka hadiste şöyle buyurulmuştur: "İnsanın kalbi Allahu Teâlâ'nın iki parmağı arasındadır. Ne tarafa isterse döndürür. Bundan dolayı Allah yolunda mal harcamak için kalbe gelen düşüncenin değişme tehlikesi de vardır. Buna ilave ola­rak şeytan insana kendi ihtiyacını hatırlatır, durur". Bu mesele ikinci bölümün ayetler kısmında 2 numarada geçmiştir. Bir de meleğin tahrikinden sonra şeytanın da tahriki olmaktadır. Öyleyse şeytanın tahrikinden önce hemen zekat verilmelidir.

Eğer zekatın tamamını bir vakitte eda etmek maksat ise onun en güzel şekli şudur: Herhangi bir ay tayin edilmelidir. En iyisi en faziletli olan aylardan biri tayin edilme­lidir. Tâ ki bu ayda zekat vermekle sevap çoğalmış olsun. Mesela Muharrem ayı (hicri) yılın ilk ayı olmakla birlikte Eşhur-ü Hurum'dandır. Bu ayda Aşure denilen bir gün vardır ki, o günde sadaka vermek ve çoluk çocuğa harcamada genişlik göster­menin fazileti hakkında rivayetler gelmiştir. O halde zekat bu ayda verilecekse 10. günü verilmelidir.1 Yada mesela mübarek Ramazan ayında verilmelidir. Çünkü ha­dislerde şöyle geçmektedir. Rasûlullah saiiallahu aleyhi veseilem cömertlik ve ihsanda bütün insanlardan öndeydi. Ramazan ayında ise Rasûlullah saiiallahu aleyhi veseiiem'\n ihsan ve cömertliği hızlı esen rüzgar gibi hızlanırdı. Aynı zamanda bu ayda bin ge­ceden daha üstün olan Kadir Gecesi vardır. Bir de Allahu Teâlâ'nın nimetleri bu ayda kulları üzerine günden güne artmaktadır. Aynı şekilde Zilhicce ayı da çok faziletli aylardandır. Bu ayda Hac yapılır. Bu ay da Eyyâm-ı Ma'lûmât vardır. Yani Zilhiccenin on günü ve ayrıca Eyyâm-ı Ma'dûdât vardır. Yani teşrik günleri... Kur'an-ı Kerim'de her iki vakitte de Allahu Teâlâ'nın anılmasına teşvik edilmiştir. Öyleyse bir kimse eğer zekat vermek için Ramazan ayını seçmişse, bunun için son on gün uygundur. Kim de Zilhicce ayını seçmişse onun için ilk on gün efdaldir.Bu Allah'ın aciz kulu Zekeriyya'nın tavsiyesi şudur: Mutlaka herkes kendi zekatının takriben ölçüsünü bilir. Bundan dolayı senenin başından itibaren zaru­ret yerlerine bu ölçüye göre azar azar vermelidir. Zekatın vacib olmasını gerekti­ren bir yıl sona erdiğinde malının ve zekatının tam hesabını yapmalıdır. Eğer bir eksiklik varsa tamamlamalı, eğer biraz fazla verildiyse Allah'a şükretmelidir. Çün­kü vacip olan miktardan fazla vermek ancak Allah'ın tevfiki ile olmuştur. Bu terti­be göre zekat vermenin üç hikmeti vardır: 1-Eğer zekatın miktarı ziyade olursa bü­yük bir meblağı bir anda vermek çoğu zaman insanın tabiatına ağır gelir. Halbuki zekatı eda etmekte gönül rızasıyla vermenin çok büyük önemi vardır. 2-İhtiyacın yer ve zamanı her vakit kolayca bulunamaz. Yukarıdaki tertibe göre zekat verilir­se ihtiyaç yerlerine verilmiş olur. Ama eğer sene sonunda zekatı hesap ederse, "zaman zaman veririm" düşüncesiyle ayırırsa, bu durumda her gün gecikme ola­caktır. Bir de zekatı eda etmeden önce canda veya malda tatsız bir olayın mey­dana gelmeyeceğinden emin olunmaz. Zekat vacip olduktan sonra onu verme­mek bütün ulemanın ittifakıyla günahtır. 3-Zekatı aralıklı vakitlerde vermekle (eğer insanda cimrilik fazla yoksa) ümid edilir ki çoğu zaman vacip olan miktar­dan fazla verilmiş olacaktır -ki bu da beğenilen bir şeydir-. Ama bir anda zekatı hesaplayıp bir de onun üzerine ziyade etmek pek çok insana ağır gelir.Burada bir şeyi önemle zihne yerleştirmek gerekir. O da şudur: Zekatın dayanağı Kamerî yıldır. Şemsî yıl değildir. Bazı insanlar milâdî takvimin aylarına göre zekat hesaplarını tutmaktadırlar. Böyle yapmakla zekat her sene (Hicri takvime göre) gecikir. Buna ilaveten her 36 senede bir, bir yıllık zekat eksik olup kişinin zimmetine kalacaktır.

3)  Zekatın üçüncü edebi onu gizli olarak vermektir. Böyle yapmak şöhreti izhar etmekten korunmak ve alan kişiyi gizleyerek onu zilletten kurtarmaktır. Eğer zekatı alenen vermeyi gerektiren bir mecburiyet yoksa gizli olarak vermek efdaldir. Çünkü sadakanın hikmeti cimrilik pisliğini gidermek ve mal sevgisini zail etmektir. Fazla şöhret konusunda makam ve mevki sevgisinin etkisi vardır. Bu hastalık, yani makam sevgisi, mal sevgisinden daha tehlikelidir. İnsanlara mal sevgisinden daha fazla musallat olmuştur. Cimrilik sıfatı kabirde akrep olup insanı sokar. Riya ve şöhret sıfatı ise ejderha olup insanı sokar. Cimrilik sıfatını yok ederek riya sıfatını güçlendirmek akrebi öldürüp yılana yedirmeye benzer ki, bu durumda şüphesiz akrep ölmüş ve zararı yok olmuştur. Ancak yılan daha da kuvvetlenmiştir. Halbuki maksat her ikisini de öldürmektir. Hele yılanı öldürmek daha önemlidir.

4)  Dördüncü edep şudur: Eğer bir kimse zekat verirken dînî bir maslahatı açığa çıkarıyorsa, mesela başkalarını teşvik etmek maksadını taşıyorsa veya insanlar onun davranışlarına tabî oluyorlarsa yahut başka bir dînî maslahat ve fayda varsa, o takdirde zekatı açıktan vermek efdal olur. Bu iki maddenin beyanı Birinci bölümün ayetler kısmının 9 numarasında geniş olarak geçmiştir.

5)  Beşinci edep şudur: Kişi kendi sadakasını Menn ve Ezâ ile berbad etmemelidir. Menn kelimesinin manası iyiliği başa kakmaktır. Yani sadaka verdi­ği kimsenin başına verdiği sadakayı kakmaktır. Ezâ'nın manası ise sıkıntı ver­mektir. Yani sadaka verdiği kimseyi kendi eli altında ve kendine muhtaç gören ve onun ihtiyaçlarının kendisine bağlı olduğunu düşünen veya "Ben zekat vererek ona ihsan ettim" diye gurura kapılarak ona eziyet vermektir. Bu konu da birinci bölümün ayetler kısmının 8 numarasında genişçe geçmiştir.

6)  Altıncı edep şudur: Kişi kendi sadakasını küçük görmelidir. Onu büyük bir şey zannetmekle ucub (kendini beğenme) hastalığı doğar ki, çok korkunç bir şeydir ve iyi amelleri berbat edicidir. Allahu Teâlâ Kur'an-ı Kerim'de kınama tar­zında şöyle buyurmuştur:"O gün (Huneyn savaşında Allah sizi galip kılınca) sayınızın çokluğu sjzi gururlandırmiştı. Fakat çokluğunuz size bir fayda sağlamamıştı. (Kafirlerin ok yağmuru sizi o kadar perişan etmişti ki) o geniş yeryüzü size dar gelme­ye başlamıştı. Sonra da (savaş meydanından) yüz çevirip kaçmıştınız. / Sonra Allah peygamberinin ve müminlerin üzerine sekine (teselli) indirdi. Göremediğiniz askerler gönderdi".                                                                                                                (Tevbe-25,26)

Bu, hadis kitaplarında geçen meşhur bir kıssadır. Bu kıssa ile ilgili pek çok rivayetler gelmiştir. Onların özeti şudur: Hicretin 8. yılının mübarek Ramazan ayında Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem Mekke-i Mükerreme'yi fethedince Havâzin ve Sakîf kabileleri üzerine hamle yapmak için Ramazan ayı içinde hareket etmiş­ti. Müslüman topluluğu o vakit daha önceki savaşlara göre çok fazla olduğun­dan, "Biz bu kadar kalabalığız, mağlup olmayız" diye kendi çokluklarıyla böbür-iendiler. Allahu Teâlâ gururu ve kendini beğenmeyi sevmediğinden savaşın baş­langıcında müslümanlar yenildiler. Ayeti kerimedeki, "Sayınızın çokluğu sizi gu-rurlandırmıştı ancak çokluğunuz size bir fayda sağlamamıştı" ifadesi bu olaya İşaret etmektedir. Hz. Urve radıyailahu anh diyor ki; "Rasûlullah sallatlahu aleyhi vesellem Mekke-i Mükerreme'yi fethedince Havâzin ve Sakif kabileleri saldırıya geçmek üzere Huneyn bölgesine toplandılar". Hz. Hasan rahmetuiiahi a/ey/j'den nakledildiği­ne göre Mekke'liler fetihten sonra Medine'lilerle bir olunca şöyle dediler: "Vallahi artık biz birlikte Huneyn'dekilerle savaşacağız". Onların bu gururlu sözleri Rasû­lullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'e ağır geldi ve bundan hoşlanmadı'.[37] Hulâsa ucub yü­zünden onların başına bu sıkıntı geldi.Alimler şöyle yazmışlardır: İnsan kendi iyiliğini ne kadar küçük görürse Allah indinde o iyilik büyük görülür. Günahı kendi gözünde ne kadar büyük görürse, Al­lah indinde o günah basit ve az görülür. Yani insan basit bir günah işleyince, "Ben çok büyük ahmaklık ettim, asla bunu yapmamam lazımdı" diye onu büyük görmeli­dir. Hiçbir günahı, "Hadi canım sende. Bundan da ne olur?" diye düşünmemelidir.Bazı alimlerin şöyle dedikleri nakledilmiştir: İyilik üç şeyle kemâle erer; 1-"Hiçbir şey yapmadım" diye o iyilik küçük görülmelidir. 2-lyiiik yapma fikri ge­lince onu yapmakta acele edilmelidir. Allah etmesin yoksa bu mübarek düşünce (yani iyilik yapma düşüncesi) akıldan çıkar veya herhangi bir sebepten dolayı o iyilik yapılamaz. 3-lyilik gizli yapılmalıdır. İnsanın yaptığı hayırları küçük görmesi­nin yolu şudur; Hayra harcadığı şeyleri, kendine harcadığı şeylerle ve bir de har-camayıp da geriye kalan şeylerle mukayese etmelidir. Sonra "Ben Allah yolunda ne kadar harcadım, kendime ne kadar sakladım?" diye düşünmelidir. Mesela, eğer yanında bulunan şeylerin üçte birini harcadıysa bir bakıma o mülkün sahibi olan Mevlâsı ve Sevgilisi'nin rızası uğrunda henüz üçte birini harcamış olur. Sev­me iddiasında bulunan kişinin kendi payına malın üçte ikisi düşmüş olur. Eğer biri bunun aksine (yani üçte biri kendine üçte ikisi de Allah yolunda) harcarsa veya hepsini harcarsa -ki bu zamanda bunun örneğini bulmak zordur-, yine de şöyle düşünmek gerekir: "Nihayetinde mal zaten Allah'ındır. İnsanın yanında bu­lunan şeyi O vermiştir". O lütuf, kerem ve insanıyla insana vermiş ve kendi ihti­yacında kullanması için izin vermiştir. Eğer sizin yanınızda başka birinin emaneti olsa ve o kişi emaneti verirken, "Eğer bir ihtiyacın olursa onu kendi malın gibi bilerek harca" dese, siz de herhangi bir vakit onun emanetini eksik veya fazla olarak iade etseniz, bunda sizin hangi ihsanınız olmuştur ki? Bu durumda, "Biz büyük bir iş yaptık" diyebilir misiniz?Sonra buna ilave olarak Allahu Teâlâ'nın verdiği şeyi O'na geri vermek ya­ni yani O'nun adına harcamak karşılığında O'nun tarafından öyle ecir, sevab ve mükafat vaadleri yapılmıştır ki, bu açıdan bakıldığında, "Biz O'nun emanetini geri verdik" denilemez. Aksine örnek olarak şöyle denilebilir. Mesela bir adam 100 rupiyi1 emanet olarak senin yanına koymuştu. Eğer o paradan 50-60 rupiyi geri alsa ve "Çok yakında bunun karşılığında sana şu kadar altın vereceğim" dese veya başka bir şekilde bir adam 50 rupi alsa ve 500 rupilik bir çek keserek sana teslim etse, bu durumda senin "Ben emanet veren kişiye biraz para iade ettim" diye gururlanmanın ne yeri vardır? Bundan dolayı bu edebin altında şu da bulun­maktadır: Kişi sadakayı övünerek veya gururlanarak vermek yerine utangaç bir vaziyette vermelidir. Örnek olarak bir adamın birinin emanetinden kendisine az-çok bir şeyler ayırarak gerisini vermesi gibidir. Mesela birinin 100 rupisi emanet olarak birinin yanında olsa, emaneti geri verme vakti gelince onun sadece 50 ru­pisini verse ve "Çünkü siz, bana bundan harcamak için izin vermiştiniz. Bundan dolayı ben 50 rupisini harcadım veya bir ihtiyacım için ayırdım" dese (-ki bunu derken insanın üzerinden bir utangaçlık, bir hâyâ, bir gayret, bir acizlik ve bir zil­let damlar. "Ben bu iyi kalbli insanın malında tasarruf ettim. Onun ne büyük ihsa­nıdır ki, geriye kalanı benden istemedi" diye kendi kendine duygulanır-), işte bu durum aynen Allah yolunda harcarken de olmalıdır. Çünkü O'nun verdiğini yine O'na öyle iade ediyoruz ki, ondan hem yiyoruz hem de kendimize biraz ayırıyo­ruz. Bunun sebebi şudur: Fakire verilen bir sadaka veya ihtiyaç yerlerine yapıl­makta olan harcamalar aslında Allahu Teâlâ'ya geri verilmektedir. Fakir de aslın­da bir elçidir. Sanki Allah, Kendi emanetini geri almak için Kendi adamını gön­dermiştir. Böyle durumlarda insanlar elçiye (vergi memurlarına) nasılda yaran­mak ve hoş görünmek için yardakçılık ederler ve, "Sen aracı olarak efendimize ve idarecimize, <O adamın yanında bütün talepleri karşılayacak mal o vakit yok-tu> de ve benim ihtiyaç ve durumumu göz önünde bulundurarak sadece bu ka­darını kabul et" der ve buna benzer laflar eder. Kısaca böyle zamanlarda elçi ve memurlara tam olarak haklar ödenmediği halde yapılan tevazular ve yaranmalar daha çok amelî şekliyle fakirlere ve sadaka almak için gelenlere gösterilmelidir. Çünkü bunlar Allah'ın elçileridir. Kâinatın Sahibi'nin sefirleridir. Onlar, O, mülkün sahibi olan, Kadiri Mutlak olan ve hiçbir şeye muhtaç olmayan Allah tarafından gönderilmişlerdir. Her şeyi O vermiştir. O dilerse bir anda her şeyi elinizden alıp sizi de muhtaç duruma düşürür. Bunun örnekleri sizin gözünüzün önündedir. Bütün bunlar şunun içindir ki, mal tamamen Allah'ındır. O'nun yolunda hepsini harcamak sevilen ve beğenilen bir davranıştır. O kendi lütuf ve keremiyle malın tamamını vermeyi bize farz kılmadı. Çünkü O her şeyi vermemizi farz kılsaydı, bizdeki tabii cimrilik ve pintilikten dolayı bu emir bize ağır gelirdi.

7) Yedinci edep şudur: Allah yolunda sadaka verirken, özellikle de sadakala­rın içinde en önemli bir emir ve farz olan zekatı verirken, en iyi malı vermelidir. Çün­kü Allah ceiie ceiaiuhu kendisi paktır. Her türlü kusurdan temizdir. Bundan dolayı temiz malı kabul eder. Eğer insan sadaka olarak verdiği malın, Allahu Teâlâ'ya verildiğini düşünürse, o zaman mal, O yüce zatın malı olduğu halde ve O'nun ihsanı olduğu Hindistan ve Pakistan'ın para birimi halde O'na âdi bir malı vermek ve kendine en iyisi ile en üstününü ayırmak ne bü­yük bir küstahlık ve saygısızlıktır. Bunun misali efendisinin önüne kuru ekmek ve kokmuş mercimek koyup da kendisi için kavurma pişiren hizmetçi veya aşçı gibidir.Bir düşünün bakalım, böyle bir hizmetçiye efendisi nasıl davranmalıdır. Sonra dünya efendileri her şeyden haberdar olmazlar. Ama Alîm (her şeyi bilen) ve Habîr (her şeyden haberdar) olan Allah'ın indinde her şey açıkça durmakta­dır. Hatta kalpten geçen hayaller bile her an O'nun önündedir. Bu durumda O'nun malından O'na âdi ve bozuk bir şeyi göndermek ne büyük bir vefasızlık ve nan­körlüktür. Eğer insan harcadıklarını kendi menfaati için harcadığını ve bunun karşılığının son derece şiddetli ihtiyaç anında kendisine verileceğini düşünürse, o takdirde insanın kendisi için âdi ve çürük olan şeyleri alıp da güzel mallan baş­kalarına bırakması ne büyük bir ahmaklıktır. Hadisi şerifte buyuruldu ki: "İnsan benim malım, benim malım der. Halbuki onun malı sadece sadaka olarak verip ileri gönderdiği veya yiyip bitirdiğidir. Geriye kalan başkasının (yani varislerin) malıdır". Bir hadiste şöyle buyurulmuştur: "Bir dirhem bazen yüzbin dirhemi ge­çer". Bu şöyledir; insan mekruh olan maldan yüz bin dirhem harcayacağı yerde, helal kazancından iyi bir malı gönül rızasıyla seve seve verir.

8) Sekizinci edep şudur ki; İnsan kendi sadakasını sevabı en çok olan ye­re vermelidir. Kimde şu altı sıfattan biri bulunursa sadakayı o kişiye vermekle sadakanın sevabı çok artar. Kimde bu sıfatlar daha fazla olursa, ecirde o kadar fazla olur ve sevap yönünden sadaka o kadar artar.

a) Muttaki ve haramdan kaçınan kişi olmalı ve dünyaya rağbet etmeyip ahiret işleriyle meşgul olan kimse olmalıdır. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle bu­yurdu: "Senin yemeğini müttakilerden başkası yemesin". Bu hadis birinci bölü­mün hadisler kısmında 23 numarada geçmiştir. Bunun sebebi şudur: Muttaki o-lan kimse senin bu sadakanla kendi takva ve taatına destek almış olur ve bir ba­kıma sen onun takvasına yardımcı olup onun ibadetindeki sevaba ortak olursun,

b)  İlim ehli olmalıdır. Çünkü senin ona yardımın onun ilim elde etmesi ve ilimin yayılmasına katkıda bulunacaktır. İlim bütün ibadetler içinde en yüce ve şerefli ibadettir. İlim meşguliyeti konusunda niyet ne kadar iyi ve sağlam olur­sa bu ibadetler o kadar birbirinden üstün olur. Hz. Abdullah İbni Mübarek rah-metuiiahi aleyh meşhur bir muhaddis ve Allah dostudur. O kendi ihsanlarını alim­lere tahsis etmişti. Biri ona, "Siz alim olmayanlara da kerem buyursanız ne iyi olurdu" deyince, "Ben peygamberlik derecesinden sonra ilme denk olan hiçbir derece bulamadım. İlim ehlinden biri başka tarafa meylederse onun ilmî meş­guliyetinde eksiklik olur. Öyleyse onları ilmî meşguliyetleriyle baş başa bırak­mak en üstünüdür" dedi.

c)  Kendisine sadaka verilen kişi kendi takva ve ilminde hakiki muvahhid olmalıdır. Hakiki muvahhid olmanın alâmeti şudur: Biri ona herhangi bir iyilik etse, o Allahu Teâlâ'ya şükreder ve kalbinden şuna inanır ki, gerçek ihsan O yüce Zât'a aittir. Asıl veren O'dur Zahiren veriyor görünen kişi sadece aracı ve elçidir. Hz. Lokman aieyhisseiam oğluna şöyle vasiyet etmiştir: "Allahu Teâlâ ile kendi aranda bir başkasını iyilik edici olarak koyma. Başkasının ihsanını kendi üzerine bir borç bil. Kim vasıtayı hakiki ihsan zannederse, o hakiki ih­san edeni (Allahu Teâlâ'yı) hiç tanımamış olur. O bunun bir vasıta olduğunu anlamamıştır. Halbuki Allahu Teâlâ "Falan şahsa iyilik edilmeli" diye o kişinin kalbine koymuştu. Bundan dolayı o kişi iyilik yapmaya mecburdu. Bir kimse­nin kalbine bu mesele yerleşince artık onun gözü sebepler üzerinde takılıp kalmaz. Aksine Müsebbib-ül Esbab olan Allah'a yönelir. Böyle bir şahsa iyilik etmek iyilik edene daha çok fayda sağlar. Başkalarının uzun boylu övgü ve teşekkürlerinden ziyade böyle bir adama İhsan etmek sevap bakımından da­ha üstündür. Çünkü bugün iyilikler üzerine U2un boylu methiyeler düzen kim­se, yarın yardımı engellemek için aynı şekilde kötülükleri saymaya başlaya­caktır. Ama gerçek muvahhid olan kişi, yarın kötüleme yapmayacaktır. Çünkü o aracıyı sadece bir aracı olarak bilmiştir.

d) Kendisine sadaka verilen kimse kendi ihtiyaçlarını gizleyen ve insan­ların önünde kendi maaşının yetersizliği ve gelirinin azlığını açmayan biri ol­malıdır. Özelikle o kimse şahsiyetli insanlardan olmalı ve onun geliri önceden beri yetersiz olmalıdır. Ancak gelirin fazla olduğu zamanlarda kendisinde bulunan şahsiyet ve ahlak âdeti aynen baki kalmalıdır. Aslında o dışarıdan zengin görünen bir ihtiyat sahibi olmalıdır.

Böyle insanları Allah ceiie ceiaiuhu şöyle övmektedir:

"Durumlarını bilmeyen kimse dilenmekten çekindikleri için onları zengin sanar"                                                                                              

(Tevbe-25)

Bu ayetin tamamı şöyledir:

"Sadakalar, kendilerini Allah yolunda (din hizmetine) vakfeden fakirler içindir. (Bu din hizmetine bağlılık ve meşguliyetlerinden dolayı) onlar rızık aramak için yeryüzünde dolaşamazlar. Durumlarını bilmeyen kimse, dilenmekten çe­kindikleri için onları zengin zanneder. Sen onları simalarından (hallerinden) tanırsın. Onlar insanlardan ısrarla dilenmezler. (O insanlara hizmet için) harcadığınız her hayrı şüphesiz ki Allah çok iyi bilir. (Onlara hizmet için sa­daka vermek, haddi zatında başkalarına vermekten daha ziyade sevaptır)."                                                                                                                      (Bakara-273)

Yukarıdaki ayeti kerimenin açıklamasında "haddi zatında" kaydını şunun için koyduk: Aslında en çok sevap ilim ehline yardım etmektir. Ancak sonradan ortaya çıkan bir sebepten dolayı bu sınıfın dışındakilere vermekte de fazla sevap olması mümkündür. Mesela, başkalarının ihtiyacı onlardan (ilim ehli) den daha fazla olursa veya "Onlara başkaları da yardım edebilir, onlardan başkaları tama­men mahrum kalacaklardır" diye bir ümit olursa. Ancak bu geçici sebeplerin bu­lunmadığı yerde ehli ilme yardım edilmesi daha efdaldir. Sonradan ortaya çıkan bir sebepten dolayı muttaki olmayan hatta mü'min olmayan birine ihsan etmenin daha üstün olması mümkündür. Şunu bilmek gerekir ki, bizim ülkemizde bu aye­tin manasına en uygun düşenler, dini ilimlerin yayılmasıyla meşgul olan zatlardır. O halde, buna göre en güzel zekat verilecek yer din talebesidir. Bazı tecrübesiz­lerin "Onlar çalışıp kazanamıyorlar mı?" diye ayıplamalarına Kur'an-ı Kerim'de (yukarıdaki ayeti kerime ile) cevap verilmiştir:Cevabın hulasası şudur: Eğer iki işten biri veya her ikisi tam bir meşguliye­ti gerektiriyorsa, bir kimse böyle iki işi yapamaz. Kendisinde biraz din ilminin zev­ki olan kimse, bu konuda son derece meşguliyet ve kendini ona vermek gerekti­ğini müşahede ile anlayabilir. Bu uğraşı ile mal kazanma meşguliyeti bir araya toplanmaz. Mal kazanmakla din ilmi hizmeti eksik kalır. Nitekim binlerce örnek gözler önündedir.[38]Hz. İbni Abbas mdıyaiiahu anhuma buyurdu ki: "Bu ayeti kerimedeki fukaradan kasıt, Ashabı Suffe'dir. Ashabı Suffe cemaati aslında bir talebe cemaatidir. Onlar Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem\r\ yanında zahiri ve batini ilimleri elde etmek için kalıyorlardı". Muhammed bin Ka'b Kurazİ rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "Bundan Ashabı Suffe kastedilmiştir. Onların ne evleri ne de çoluk çocukları vardı. Allahu Teâlâ on­lara sadaka verilmesini teşvik etmiştir". Katâde rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "Fukaradan maksat kendini Allah yolunda cihad için tutanlardır (yani cihadla meşgul olanlar­dır). Bu yüzden de ticaret vs. yapamayanlardır"[39]İmam-ı Gazali rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "Onlar dilenmek için insanlara yapı­şan kimseler değillerdir. Onların kalbi yakînden dolayı zengindir. Mücahede on­ların nefsine galiptir. Böyle kimseleri özellikle araştırıp vermelidir. Bir de hususen dindar kimselerin geçim durumlarının nasıl olduğu araştırılmalıdır. Onlara yardım etmenin sevabı dilenen kimseye yardım etmekten kat kat fazladır. Ancak böyle insanları araştırıp bulmak zordur. Çünkü bu kimseler kendi hallerini başkalarına çok az açarlar. Bundan dolayı halk onları zengin sanar.

e) Kendisine zekat verilen kişinin aile fertleri kalabalık olmalı veya bir has­talığa mübtela olmalı yahut çalışıp kazanamayacak bir duruma düşmüş olma­lıdır. Böyle biri de yukarıda geçen, Kur'an'daki şu ayete dahildir. Kendilerini Allah yoluna (din hizmetine) bağlayan fakirler...". 6 kişi de bağlanmıştır. İster kendi fakirliği içinde bağlanmış olsun, ister geçim sıkıntı­sıyla bağlanmış olsun. Ya da kendi kalbinin ıslahıyla meşguliyeti onu bağla­mış olsun farketmez. Çünkü bu insanlar sayılan bu mecburiyetlerden dolayı ihtiyaçları kadar kazanmaya kadir değillerdir.Bundan dolayıdır ki, Hz. Ömer mdıyaiiahu anh bazı evlere onar onar koyun verir veya ondan da fazla verirdi. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'e Fey malı gel­diği zaman evli olanlara ondan iki hisse verirdi. Bekar olanlara bir hisse verirdi. Fey, savaşmadan kafirlerden alınan mala denir.

f) Zekat verileceklerden biri de akraba olmalıdır. Çünkü ona vermekte sadaka sevabı ayrı ve sıla-i rahim sevabı ayrıdır. Bu konu üçüncü bölümün hadisler kısmının 6. numarasında geçmiştir.Bu altı sıfatı zikr ettikten sonra İmam-ı Gazali rahmetuiiahi aleyh şöyle buyu­ruyor: "Bunlar kendilerine yardım yapılacak kişilerde aranan sıfatlardır. Her sıfat­taki eksiklik ve fazlalığa göre, dereceler de çok farklıdır. Yani mesela takvanın en üstün kısmıyla en aşağı kısmı arasında yerle gök arasındaki kadar fark var­dır. Akrabalık da iki türlüdür. Bir çok yakın akraba vardır. Bir de uzak akraba var­dır. Diğer sıfatlar da aynı şekildedir. O halde her sıfatta en üstün dereceyi ara­mak en önemli bir iştir. Eğer bir şahısta bütün bu sıfatlar bulunursa, o kişi büyük ganimet ve büyük bir hazinedir. Böyle bir kişiye herhangi bir şey harcayabilmek için çok çalışmak gerekir. Bu sıfatlarla muttasıf olan birini bulmak için çalışmak ve aramak gerekir. Eğer çalıştıktan sonra gerçekten böyle bir şahıs bulunursa o zaman nurun âlâ nur yani nur üzerine nur olur ve iki kat ecir vardır. Bunlardan bi­ri çalışmanın ecri, ikincisi gerçek yerine harcamanın ecridir. Eğer çalışma ve gay­ret sonucu kişi kendi araştırmasına göre sayılan sıfatlarla donanmış birine har­cama yaparsa fakat o kişi gerçekten öyle değilse (yani onun hakkında yanlış bil­gi verildiyse) yine de zekat veren kişiye kendi çalışmasının karşılığında bir ecir zaten verilmiş olur. Çünkü bu bir ecirde (üç güzel sıfat vardır). Biri o kişinin nef­sinin cimrilikten temizlenmesi, ikincisi Allahu Teâlâ'nın sevgisinin o kimsenin kal­binde kuvvetlice yer tutması ve üçüncüsü O'na itaat hususunda kişinin kendinin gayret etmesi. Bu üç sıfat onun kalbini güçlü kılar. Kalpte Allah'a kavuşma ar­zusu doğar. Öyleyse bu ikinci ecir de elde edilirse yani zekat sahih yere verilirse 0  takdirde daha çok faydalar elde edilmiş olur. Çünkü (zekatı) alan kimselerin dua ve teveccühü buna dahil olur. Dünya ve ahiret açısından Allah dostlarının kalplerinin büyük tesirleri ve bereketleri elde edilir. Allahu Teâlâ onların teveccüh ve dualarına büyük bir tesir koymuştur"[40]

 



[1] Dürrü Mensur

[2] Dürrtı Mensur

[3] Bir kırat 0,195 gr eder.

[4] Dürrü Mensur

[5] Feth-ül Bari

[6] Feth-ül Bari

[7] Terğib

[8] Terğib

[9] Kenz

[10] Kenz

[11] 'ihya

[12] Kenz

[13] Kenz

[14] İthaf

[15] Dürrü Mensur

[16] Terğib

[17]  Mecma-üz Zevaid

[18] 2.917 kg

[19] Dürrü Mensur

[20] Buhâri

[21] Terğib

[22] Mecma-üz Zevaid

[23] Terğib

[24] Terğib

[25] Kenz

[26]  Dürrü Mensur

[27] Mişkat

[28] Terğib

[29] Terğib

[30] Terğib

[31] Terğib

[32] Dürrü Mensur

[33] Kenz

[34] Cem'ul Fevaid

[35] Ebû Dâvûd

[36] Sâde

[37] Dürrü Mensur

[38]  Beyan-ül Kur'an

[39] Dürrü Mensur

[40] Ihya-ül Ulum