ZÜHD, KANAAT VE KİMSEYE EL AÇMAMAYA TEŞVİKLER
Zühd, Kanaat Ve Kimseye El Açmamaya Teşvik Hakkında Ayetler
Musibetlere Sabretmenin Faziletleri Hakkında Ayetler
Allah'a Tevekkül Etmek Ve Kimseden Bir Şey Dilenmemek Hakkında Ayetler
Zühd, Kanaat Ve Kimseye El Açmamaya Teşvik Hakkinda Hadisler
Esirgeyen ve
bağışlayan Allah'ın adıyla Allah'a hamd ve O'nun yüce Rasûlü'ne salâtu selâm
olsun Telif edildiği vakit bunların hepsi tek kitaptı. Ancak basım esnasında
kitabın hacmi büyüdüğünden okuyuculara belki bir kolaylık olur diye 6. ve 7.
bölümleri ayırarak ikinci ana bölüm haline getirdik.Kanaatin fazileti,
musibetlere sabretmeye teşvik ve tenbih, bir de başkalarına el açmanın
kötülenmesi, bunların üçü de Kur'an-ı Kerim ve hadislerde çeşitli başlıklarla,
değişik ifadelerle, m
Nitekim tecrübeyle
sabittir ki, malın çok olduğu yerde, haddinden fazla fe-sad vardır. Malın
çokluğu maksad olmadığından ve tabii olarak insanların kalpleri ona
meylettiğinden sık sık dilenmenin yasak olmasından ve çirkinliğinden bahsedilmiştir.
Çünkü insan mecbur olmadığı halde, mal sevgisi ve onu çoğaltma düşüncesinden
dolayı dilenmeye başlamaktadır. Zira bunda hiçbir gayret sarfet-mek
gerekmemektedir. Biraz dili hareket ettirince mutlaka ufak tefek bir şeyler ele
geçmekte ve bu yolla mal artmaktadır. İşte bu üç konu hakkında (1-Kanaat,
2-Musibetlere sabır, 3-Dilenmenin kötülenmesiyle ilgili) bazı ayetler ve
hadisleri bu bölümde yazıyoruz.
"İnsanlara,
kadınlar, oğullar, yüklerle altın ve gümüş yığınları, besili atlar, davarlar ve
ekinler kabilinden şehvet sevgileri zinetli gösterildi. Oysa bunlar dünya
hayatının geçici malıdır. Halbuki akıbetin güzelliği Allah'ın katın-dadır. / (Ey
Muhammedi) de ki: "Size bundan daha hayırlısını haber vereyim mi?
Allah'tan korkanlar için Rableri katında altlarından ırmaklar akan, içinde
edebi kalacakları Cennet'ler, tertemiz eşler ve (onlardan daha üstün olarak)
Allah'ın rızası vardır. Allah kullarını çok iyi görür". / Onlar şöyle derler:
"Rabbi'mizl Şüphesiz biz iman ettik. Günahlarımızı bağışla ve bizi Cehennem
azabından koru". / Onlar, sabredenler, doğru söyleyenler, (Allah'a) itaat
edenler mallarını Allah yolunda harcayanlar ve seher vakitlerinde af
dileyenlerdir.
(Â!i İmran-14,15,16,17)
İZAH: Allahu
Teâlâ bütün bunların sevgisini, şehvetlerin sevgisi olarak ifade etmiştir. İmam
Gazali mhmetuiiahi aleyh buyurdu ki: "Aşırı şehvetin adı aşktır. Bu ise
düşünce ve fikirlerden boş olan kalbin hastalığıdır. Bunu ilk başlangıcından
itibaren tedavi etmelidir. Şöyle ki, ona olan nazar ve iltifat azaltılmalıdır.
Aksi halde iltifat arttıkça, ondan dönmek zorlaşacaktır. Ama bu başlangıçta
kolaydır. Diğer şeylere olan aşkın durumu da böyledir. Mal olsun, makam olsun,
gayri menkul olsun, evlad olsun, hatta (güvercin gibi) kuşlarla oynamak ve
satranç vs. ile oynamanın hali de aynıdır. Bunlar insanın üzerine musallat
olduklarında onun din ve dünyasını berbat ederler. Bunun m
1) İşte
onlar ahireti verip dünya hayatını satın alanlardır. Onların azabı hafiflemeye
çektir. Yardım da olunmayacaklardır. (Bakara-86)
2) İnsanlardan bir kısmı, "Rabbi'miz!
Nimetlerini bize dünyada ver" der (onların alacaklarının hepsi dünyada
verilir). Bunların ahirette hiçbir nasibi yoktur. / Onlardan bir kısmı da,
"Rabbi'miz! Bize dünyada da iyiliği ver ahirette de iyiliği ver. Ve bizi
Cehennem azabından koru" der, / İşte onların (güzel amel işleyerek)
kazandıklarından paylan vardır. (Bakara-200,201,202)
3) İnsanlardan öylesi de vardır ki, Allah'ın
rızasını kazanmak için canını verir. Allah (böyle) kullarına karşı çok
merhametlidir. (Bakara-207)
4) İnkar
edenlere dünya hayatı süslü gösterildi. Onlar iman edenlerle alay ediyorlar.
Oysa kıyamet gününde Allah'tan korkanlar (küfür ve şirkten sakınanlar) onlardan
üstündürler. (İnsan yalnız geçiminin bolluğundan dolayı gururlanmamalıdır.
Çünkü) Allah, dilediğini hesapsız şekilde rızıklandı-nr. (O halde zenginlik
övünülecek şey değildir). (Bakara-212)
5) Biz
(dünya hayatındaki) bugünleri insanlar arasında evirip çeviririz (yani bazen
bir kavim galip olur, bazen diğeri galip olur). Öyleyse galip veya mağlup
olmak fikrinden daha Önemli ve daha zaruri fikir ahiret fikridir. (Ali
İmran-140)
6) Ey
Muhammedi De ki: "Dünyanın menfaati pek azdır (birkaç gündür). Ahiret ise
Allah'tan korkanlar için daha hayırlıdır. Ve kıl kadar zulme
uğramazsınız". / Nerede olursanız olun Ölüm sizi yakalar. Sağlam yapılmış
kalelerde bulunsanız bile... (Madem ki mutlaka Ölmek vardır. Onu her an
düşünmek gerekir).
(N
7) Size
itaat alâmeti atana (mesela selam verene veya Kelime-i Tev-hid'i söyleyene)
dünya hayatının menfaatini gözeterek "Sen mü'min değilsin" demeyin.
Allah katında çok ganimetler vardır. (N
İZAH: Bazı
müslümanlar, kendilerinin Müslüman olduklarını söyleyen bazı kafirleri ganimet
malı arzusundan do!ayı katletmişlerdi. Bunun üzerine yukarıdaki ayetler nazil
olmuştur. Bu çirkin hareket sadece şu bedbaht dünyanın malını kazanmak için
işlenmişti. Pek çok hadislerde bu olay genişçe anlatılmıştır. Bir hadiste şu
da geçmektedir: Bir Müslüman bir kafire hamle yaptı. O hemen Kelime-i Şehadet
okudu. Müslüman yine de onu öldürdü. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem bunu
duyunca o müslümanı sorguya çekti. O, "O şahıs sadece korktuğundan dolayı
Kelime-i Şehadeti okudu" diye bir mazeret ileri sürdü. Bunun üzerine Rasûlullah
sailaiiahu aleyhi vesellem, "Sen onun kalbini yarıp da korkudan okuduğunu
gördün mü?" buyurdu. Daha sonra o (öldüren) Müslümanın ölümü çok kötü bir
şekilde olmuştur.[8] Allahu Teâlâ hiçbir yerde
haddi tecavüz etmeye müsaade etmemiştir. Başka konuya girmiş olacağımızdan
bunu yazmıyorum. Ancak sadece dünyevi çıkarlar için kafirlere haksızlık
yapılmasına dinimiz asla izin vermez. Bu konuda pek çok ayet ve rivayetler
varid olmuştur. Maide sûresinin başında Allahu Teâlâ şöyle
buyurmuştur:"Sizi Mescid-î Haram'dan menettiği (umre yapmadan Mekke-i
Mükerreme'-nin yakınından maksadınıza ulaşamadan geri döndüğünüz) için bir
kavme (Mekkeli kafirlere) olan öfkeniz, sakın sizi onlara karşı haddi aşmaya
sevk etmesin. İyilikte ve takvada yarışın. Günah işlemek ve düşmanlık yapmakta
yardimlaşmayın"
{Maide-2)
Bu sûrenin başka bir
ayetinde şöyle buyurulmuştur:"Ey İman edenler! Allah'ın rızasını kazanmak
için hakkı ayakta tutanlar (O'nun hükümlerine tam olarak yapışanlar) ve
adaletle şahitlik yapanlar olun. Bir kavme olan düşmanlığınız sîzi
adaletsizliğe sevk etmesin"
(Maide-8)
Hülasa pek çok yerde
bu konulara dikkat çekilmiştir. Dünya sevgisi insanın aklını bile işe yaramaz
hale getirir.
8) Dünya
hayatı eğlence ve oyundan başka bir şey değildir. Ahiret yurdu ise, Allah'tan
korkanlar için daha hayırlıdır. Aklınızı kullanmaz mısınız? (Bu kadar açık bir
şeyi anlayamıyorsunuz. Dünyanın oyun ve eğlencesinin, ahiretin üstün ve güzel
hayatıyla hiçbir ilgisi ve benzerliği yoktur). (En'am-32)
9) Dinlerini
oyun ve eğlence edinen ve kendilerini dünya hayatının aldattığı kimseleri bırak
(onlardan ayrı dur). (En'am-70)
10) Şüphesiz
ki, bugün siz (Öldükten sonra) ilk yarattığımız gibi (ayrı ayrı doğduğunuz
gibi) teker teker huzurumuza geldiniz. Verdiğimiz her şeyi (mal, mülk ve
eşyaları) ardınızda bıraktınız.
(En'am-94)
İZAH: Yani
insan annesinden doğduğu zaman malı, mülkü olmadığı gibi, aynı şekilde tek
başına kabrin kucağına gider. Bütün bunlar, burada kalacaktır. Ancak kişi kendi
hayatında Allah'ın hazinesine bir şeyler yatırdıysa o biriken mal kendisine tam
olarak ödenecektir. Üstelik Hazîne-i Şahâne'den ona ilave de yapılacaktır.
11) Dünya
hayatı onları aldatmıştır. (A'raf-51)
12) Nihayet
onların (iyilerin) ardından yerlerine kötüler gelip kitaba varis oldular.
(Onlar öyle haram yiyicilerdi ki, kitabın hükümleri karşılığında) şu alçak
dünyanın geçici menfaatini alırlar. Ve "Biz muhakkak af olunacağız (çünkü
biz Allah'ın sevgili kullarıyız)" derler. (A'raf-162)
13)
Allah'tan korkanlar için ahiret yurdu daha hayırlıdır. Hiç aklınızı kullanmaz mısınız.
(Böyle apaçık bir şeyi dahi anlamıyorsunuz).
(Araf 169)
14) Biliniz
ki sizin için mallarınız ve evlatlarınız ancak bîr imtihandır. (Tâ ki Biz,
kimin onların sevgisini tercih ettiğini, kimin de Allah sevgisini tercih
ettiğini, imtihan edelim). Ve yine biliniz ki (kim Allah sevgisini tercih
ederse, dünya hayatını, ahiret hayatı için değerlendirirse, onun için) Allah
katında büyük mükafat vardır.
(Enfal-28)
15) Siz
dünya malını istiyorsunuz. Allah sizin için ahireti istiyor. (Yani ahireti
düşünmenizi ve her an ona hazır olmanızı diliyor). (Enfal-67)
16) Yoksa
siz, ahiretin karşısında sadece dünya hayatına mı razı oldunuz? Halbuki, dünya
hayatının geçici zevki, ahiret saadeti yanında pek az ve değersizdir.
(Tevbe-38)
17) Bizimle
karşılaşmayı ummayanlar, dünya hayatına razı olup, o-nunla rahat edenler ve
ayetlerimizden gafil olanlar, işte onların yaptıklarından dolayı varacakları
yer Cehennem ateşidir.
(Yunus-7,8)
18) Ey
İnsanlar! Azgınlığınız ancak kendi aleyhinizedir. Dünya hayatında (birkaç gün
ondan) faydalanırsınız. Sonra Bize döneceksiniz. Bütün yaptıklarınızı size
haber vereceğiz. / Dünya hayatı ancak, gökten indirdiğimiz şu suya benzer: O
su, insan ve hayvanların yediği, birbirine karışmış bitkilerin meydana gelmesine sebep olur. Yeryüzü o bitkilerle süslenip
be-zendiği sahipleri de bu mahsulütoplayıp ondan faydalanmaya kendilerini kadir
zannettikleri bir sırada geceleyin veya güpegündüz ona emrimiz (âfâ-tımız
fırtına, dolu, çekirge vs. şeklinde) gelir de orası bir gün önce hiç yokmuş
gibi olur. (İşte dünya hayatı ve onun parlaklığı, süsü ve ziyneti de aynen
böyledir. O bütün tazeliği ve tüm süsü ve ziynetine rağmen bir an içinde öyle
yok olur gider ki, sanki daha önce hiç yokmuş gibi olur). Aynı şekilde biz
ayetleri, düşünen bir topluluk için böyle açıklarız. (Düşünmek istemeyen ne
anlar ki?) / Ve (dünyanın, onun süs ile zîynetinin devamsız ve tehlikeli
olmasından dolayı) Allah kullarını emniyet yurdu (daîmî, tehlikesiz) ve huzur
dolu olan Cennet'e davet eder ve dilediğini doğru yola sevk eder .(Yunus-23,24,25)
19) Ey
Muhammedi De ki: "(Kur'an-ı Kerim'de böyle güzellikler bulunduğuna göre)
Allah'ın lütfü ve rahmetiyle (ancak bununla) sevinsinler (çünkü O bize bu kadar
büyük nimet ihsan etmiştir). Bu onların biriktirdiklerinden daha hayırlıdır
(çünkü dünya menfaati çok azdır ve çok çabuk zâll olur. Kur'an-ı Kerim'in
faydası ise çok fazla ve devamlıdır).
(Yunus-58)
20) Kim (iyi
ameliyle) dünya hayatını ve onun ziynetini (mal, mülk, şöhret ve nam vs.)
isterse, Biz onlara yaptıklarının tam karşılığını veririz. Onların dünyada bir
şeyleri de eksiltilmez. / İşte bunlara, ahirette de Cehennem ateşinden başka
bir şey yoktur. Orada yaptıkları ahirette boşa çıkmıştır. Zaten işledikleri
batıldır (boştur). (Hûd-15,16)
21) Allah
dilediğinin rızkını genişletir. Dilediğinin rızkını daraltır (Allah'ın rahmet
ve gazabının kaynağı bu değildir). Onlar dünya hayatıyla sevinirler (ve onun
oyun, eğlence rahat ve konforundan dolayı şımarırlar). Halbuki dünya hayatı
ahirete göre az bir maldır. (Yani hiçbir şey değildir. Birkaç günlük dünya hayatı nasıl olsa geçecektir). (Rad-26)
22)
Kafilerden (ister müşrik olsun ister kitap ehli) bir kısmına verdiğimiz
çeşitli dünya nimetlerine (süs, ziynet, mal, mülk, rahat ve keyfe) heveslenip
gözlerini kaldırıp bakma (çünkü onlar bundan birkaç gün faydalanacaktır. Sonra hepsi yok olacaklardır). (Hicr-88)
23) Sizin
elinizdeki (dünyadaki) şeyler sonunda (bir gün sizin ölmenizle veya malın zayi
olmasıyla) biter. (Her iki durumda da yok olur). Allah'ın katındakiler ise
tükenmez.
(Nahl-96)
24) Bunun
(yukarıdaki ayette zikredilen azabın) sebebi dünya hayatını ahirete tercih
edip sevmeleridir.
(Nahl-107)
25) Kim
geçici dünya hayatını isterse (amellerinin karşılığını sadece dünyada isterse)
Biz dünyada dilediğimize dilediğimiz kadar veririz. (Herkese vermemiz de şart
değildir. Kime istersek ona veririz. Herkesin istediğini de vermemiz şart
değildir. Kime ne kadar istersek o kadar veririz). Sonrada ona Cehennem'i
hazırlarız. Oraya perişan bir halde, Allah'ın rahmetinden kovulmuş olarak
girer. / Kim de mü'min olarak ahireti diler onun için gerekeni yaparsa, işte
onların amelleri Allah katında makbuldür. / Rabbi'nin ihsanından her birine
hem onlara hem bunlara (dindar olsun veya dünyadar olsun) veririz. Rabbi'nin
(dünya) nimetleri kimseye yasak edilmiş değildir. / İnsanlardan bir kısmını
(ister Müslüman olsun ister kafir) diğerinden nasıl üstün kıldığımıza bir bak!
(Bir kişi çalıştığı halde az kazanır, bir başkası çalışmadan eline çok geçer.
Çünkü bu nimetleri veren bîr başka Zat vardır). Şüphesiz ki ahiret (imanlı
olmak şartı ile bu dünyadan) derece itibariyle daha büyük, fazilet yönüyle de
daha üstündür. (İsra-18,19,20,21)
26) Sen
onlara dünya hayatının m
27)
(Yukarıdaki ayetlerde kıyametin kopması sûra üfürülmesi zikredilmiştir. İşte o
gün mücrimler) aralarında, "Siz dünya hayatında ancak on gün kadar bir şey
kaldınız" diye fısıldaşırlar. / Biz onların ne söylediklerini biliriz. O
gün onların en akıllıları, "Siz ancak dünyada bir gün kadar bir şey
kaldınız" der. / (Ona akıllı denmesinin sebebi onun bir gün demesinin, on
gün denmesi karşısında akla daha yakın olmasındandır. Aslında ahiret günleri
itibariyle dünyanın bütün hayatı bir gün değil, onun onda biri bile değildir.
İşte ahiretin karşısında dünyada geçirilen zamanın hakikati budur) (Ta'ha-103,104)
28) Ey
Muhammed! Bir kısım kafirlere kendilerini imtihan etmek için (verdiğimiz ve)
faydalandırdığımız şeylerde sakın gözün kalmasın. (Bunlar bir; imtihandır.
Bakalım kim bu mal ve mülk içinde kulluğun hakkını eda ediyor ve kim eda
etmiyor?) Rabbi'nin (ahirette vereceği) rızkı, daha hayırlı ve daha devamlıdır.
/ Ailene namazı emret, kendin de ona devam et. Biz senden rızık istemiyoruz.
Sana rızık veren Biziz. Güzel akibet takva sahiplerinindir. (Ta'ha-131,132)
29)
İnsanların hesaba çekilme zamanı yaklaştı. Fakat onlar hâlâ gaflette,
aldırmıyorlar.
(Enbiya-1)
30) Onlardan
birine ölüm geldiği zaman (ahiret ahvali gözönüne geldiği zaman) şöyle der:
"Rabbi'm! Beni dünyaya geri gönder. / Belki terketti-ğim dünyada salih
amel işlerim". (Allahu Teâlâ buyuruyor ki:) "Hayır hayır! öyle değil
(ecel vakti ertelenmez). Bu onun söylediği boş bir laftır" .(Mü'minin-99,100)
31) (Kıyamet
günü Allahu Teâlâ onların hasret ve üzüntülerini arttırmak için)
"Yeryüzünde yıl olarak ne kadar kaldınız?" der. / Onlar da, "Bir
gün veya bir günden daha az bir zaman kaldık (doğrusu bize rüya gibi geldi. Ne
kadar zaman geçtiğini ölçemiyoruz). Öyleyse hesaplayanlara (yani her şeyin
hesabını yazan meleklere) sor (ki biz ne kadar az kalmışız)". /
Allah şöyle dedi: "Sadece az bir zaman kaldınız. Keşke (dünyanın sadece
birkaç gün çok az bir gün olduğunu) bilseydiniz. / Sizi boşuna yarattığımızı ve
huzurumuza çıkarılmayacağınızı mı sandınız? (Halbuki Biz Kur'an-ı Kerim'de açık
açık beyan ettik ki, Biz insanları ve cinleri ancak ibadet için
yarattık"). (Mü'minun-112,113,114,115)
32) Biz,
refah içinde şımarıp azgınlaşan nice ülkeleri helak ettik. İşte (bakın) onların
geride bıraktıkları (boş) yerlere! Kendilerinden sonra onların pek azında
oturulabilinmiştir.
(Kasas-58)
33) Size
verilen her şey, dünya hayatının geçici malı ve süsüdür. Allah nezdindekiler
ise daha hayırlı ve daha devamlıdır. Hiç düşünmez misiniz? (Kasas-60)
34)
Kendisine (ahirette) mutlaka kavuşacağı güzel bir vaadde bulunduğumuz kimse ile
dünya da zevkle yaşattığımız ve sonra kıyamet günü azab için Bize getirilecek
kimselerden olan kişi bir midir?
(Kasas-61)
35) Dünya
hayatını arzulayanlar {Karun'un süs ve ziynetlerini görünce), "Ne olurdu
Karun'a verilenler gibi bizim de olsaydı. Gerçekten o, büyük nasibli bir
insandır" dediler.
(Kasas-79)
İZAH:
Karun'un ibret verici kıssası geniş olarak zekat vermemenin kötülüğünü beyan
eden 5. bölümün ayetler kısmında 3 numarada geçmiştir. Sermaye ve servetin
bolluğun eğer Allah'ın rızasını kazanmaya vesile kılınmazsa neticesi işte böyle
olur.
36) Bu dünya
hayati eğlence ve oyundan başka bir şey değildir. Şüphesiz asıl hayat, ahiret
yurdundadır. Keşke (onlar bu hakikati) bilselerdi!... (O zaman ahiret için
nasılda çalışırlardı).
(Ankebut-64)
37) Onlar
dünya hayatının dış yüzünü bilirler (onun için çalışırlar ve onun uğrunda can
verirler). Onlar ahiretten tamamen gafildirler (ne sevap temenni ederler, ne
azaptan korkarlar).
(Rum-7)
38) Ey
İnsanlar! Rabbi'nizden korkun. Ne babanın evladı namına ne de evladın babası
namına hiçbir yardımda bulunmayacağı günden sakının. Şüphesiz Allah'ın vaadi haktır.
Dünya hayatı sakın sizi aldatmasın (ona dalarak ahireti unutmayın). Allah'ın
affına güvendirerek sakın o aldatıcı şeytan sizi aldatmasın. (Yani siz şeytanın
aldatmasına kapılarak Allah'ın azabından gafil kalırsınız ve bize azab edilmez
diye düşünmeye başlarsınız). (Lokman-33)
İZAH: Hz.
Said bin Cübeyr mhmetuiiahi aleyh buyurdu ki: Sizi şeytan Allah'ın affına
güvendirerek sakın aldatmasın sözünün manası şudur; "Siz hem günah
işlersiniz hem de Allahu Teâlâ'nın bağışlayacağını umar durursunuz"[9] Yani
günahınıza sağlam olarak tevbe edin ve günah işlememeye tam irade edin ki
Allahu Teâlâ'dan mağfiret talep etmeye yüzünüz olsun. Sonra geçmiş günahlarınız
için Allahu Teâlâ'dan mağfiret isteyin. Gün boyu günahlarla yüzünüzü karartıp
ve dilinizle "Allah'ım! Sen affeyle" deyip durmanız ahmaklıktır. Bu
konu bu bölümün 18 numaralı hadisinde genişçe gelmektedir. Ayrıca bu konuda
başka ayetlerde gelecektir.
39) Ey
Peygamber! Hanımlarına şöyle de: "Eğer dünya hayatını ve süsünü
istiyorsanız, gelin boşanma bedellerinizi verip hepinizi güzellikle Salıvereyim.
/ Eğer Allah'ın rızasını, peygamberini, (onun nikahında, darlık ve yoksulluk
içinde kalmayı) ve ahiret yurdunu istiyorsanız, iyi bilin ki, Allah, içinizden
iyilikte bulunanlar için büyük bir mükafat hazırlamıştır". (Kim daha
fazla iyilik yaparsa o kadar fazla ecir ve sevap elde eder). (Ahzab-28,29)
40) Ey
İnsanlar! Şüphesiz Allah'ın vaadi haktır. Sakın sizi dünya hayatı aldatmasın.
O çok aldatıcı şeytan sakın sizi Allah'ın affına güvendirerek aldatmasın.
(Yani siz onun aldatmasına uyup da Allahu Teâlâ'dan gafil kalmayasınız).
(Fâtır-5)
İZAH: Hz.
Said bin Cübeyr rahmetuiiaM aleyh bu ayetin tefsiri hakkında şöyle buyuruyor:
Dünyanın aldatması şudur; onunla meşgul olup ahiret hazırlığından gafil
kalmaktır. Şeytanın aldatması ise hem günah işlemek hem de Allahu Teâlâ'-nın
bağışlamasını temenni etmektir.[10]
41)
Firavun'un ailesinden imanını gizleyen mü'mîn adam kendi yakınlarına nasihat
ederek şöyle dedi: "Ey kavmim! Muhakkak bu dünya hayatı gelip geçici
birkaç günlük geçimlikten ibarettir. Ahiret ise şüphesiz karar kılınacak bir
mekandır".
(Mü'min-39)
42) Kim
ahiret tarlasını isterse (yani meyve vermesi için tarlaya tohum atılıp, sonra
ona su verildiği gibi kim ahiret ziraatini yapmak isterse, onun için tohum
atıp, onu iman ve salih amellerle büyütürse) Biz onun menfaatini artırırız. Kim
de dünya menfaatini isterse (bütün gayretini bu hayata sarfederse) ona dünyada
istediğinin bîr kısmını veririz. Ahirette ise hiçbir nasibi yoktur.
(Şûra-2Q)
43) Size verilen
her şey dünya hayatının metaından başka bir şey değildir. İman edip Rablerine
güvenenler, / büyük günahlardan ve hayasızlıklardan sakınanlar, öfkelendikleri
zaman affedenler, / Rablerinin davetine uyanlar namazlarını dosdoğru kılanlar,
işlerini aralarında müşavere ile yürütenler, kendilerine verdiğimiz
rızıklardan Allah yolunda infak edenler / ve zulme uğradıkları zaman
yardımlaşanlar için Allah nezdindeki nimetler ise daha hayırlı ve daha
devamlıdır. (Şûra-36,37,38,39)
İZAH:
Alimlerin yazdığına göre bu ayetlerde bazı önemli işler ve özel vasıflar
zikredilerek dört halife denilen (Hülefa-i Raşidin'in) hilafet tertibine
sırayla işaret edilmiştir.
44) Rabbi'nin
rahmeti, onların dünyada topladıklarından daha hayırlıdır. (Zuhruf-32)
İZAH: Bundan
sonra dünyanın süs ve ziynetleriyle ilgili birkaç şey zikredildikten sonra
şöyle buyurulmuştur:
"(Önceki
ayetlerde altın ve gümüşten tavanlar ve kapılar vs. zikredildikten sonra şöyle
buyurulmuştur): İşte bütün bunlar dünya hayatının geçici malından başka bir
şey değildir. Rabbi'nin nezdinde ahiret mükafatı ise
mutta-kilerindir".
(Zuhruf-35)
45) Ben
cinleri ve insanları sadece Bana ibadet etsinler diye yarattım. / Ben onlardan
ne bir rızık diliyorum ne de Beni doyurmalarını istiyorum. / Şüphesiz ki rızık
veren, mutlak kudret ve kuvvet sahibi olan ancak Allah'tır. (Zariyat-56,57,58)
46) Bilin ki
dünya hayatı sadece bir oyun, bir eğlence, bir süs, aranızda bir övünme
vesilesi, mal ve evlatların çoğalmasından ibarettir. Bu bir yağmura benzer ki,
bitirdiği bitki, çiftçilerin hoşuna gider. Sonra o bitki kurumaya yüz tutar.
Bir de bakarsın ki, sapsarı kesilmiş, daha sonra da çerçöp haline gelir. (Dünya
hayatının süs ve ziyneti ve baharı da aynıdır. Bugün yükseliştedir, sonra
çöküş, sonra da zeval vardır). / Ahirette ise şiddetli bir azab Allah'ın
bağışlaması ve rızası vardır. Dünya hayatı aldatıcı bir metadan başka bir şey
değildir. / Rabbi'nizin bağışlamasına ve genişliği gökle yerin genişliği kadar
olan Cennet'e koşuşun. Bu Allah'ın bir lütfudur. Dilediğine verir. Allah büyük
lütuf ve ihsan sahibidir.
(Hadid-20,21)
İZAH: İmam
Gazali rahmetuiiahi aleyh buyuruyor ki: Çocuğun aklı ermeye başladığı zaman
oyun ve eğlenceye dalar. Bu hususta onda öyle bir duygu ve cezbe oluşur ki, ona
karşılık başka hiçbir şey kendisine güzel gelmez. Biraz daha büyüyünce süs ve
ziynet, güzel elbise giyinmek, ata ve diğer bineklere binme arzusu doğar. Artık
onun yanında oyun ve eğlencenin lezzeti boş bir şey olarak kalır. Ondan sonra
gençliğin lezzetleri coşar. Şehvetinin arzularını yerine getirmekten başka
gözünde hiçbir şeyin değeri kalmaz. Ne mal ve mülkün değeri kalır ne de izzet
ve şerefin. Ondan sonra büyüklük, üstünlük, makam ve rütbe cezbesi meydana
gelir. Bu duygu önceki duygulara galip gelir. Bütün bunlar dünyevi
lezzetlerdir. Sonra Allah'ın marifet cezbesi meydana gelir Onun karşısında her
şey boş bir şey oluverir. İşte bu asıl cezbedir ve en güçlüdür. Özet olarak ilk
zamanlar oyun ve eğlenceye rağbet olur. Buluğ çağının başlangıcında şehvet
coşar. Yirmi yaşından itibaren makam ve rütbe arzusu başlar. Kırk yaşına yakın
ilim ve marifet cezbesi başlar. Buna örnek olarak çocuklar, çocukluk çağında,
oyuna karşılık kadınlarla ihtilatı ve rütbeyi boş görürler. Aynı şekilde
dünyacılar da, Allah'ın marifetiyle meşgul olanlara gülerler. Allah dostları
onları, buluğ çağındaki lezzeti anlamayan çocuklar olarak görürler.[11]
Yukarıda ki ayeti
kerimede dünyevi lezzetlerin kısımları zikredildikten sonra, bütün lezzetlerin
aldatmaca olduğuna ve işe yarayacak olan sadece ahiret ve ahi-ret hayatı
olduğuna dikkat çekilmiştir. Dünyanın bütün lezzetleri önce yemyeşil olup,
sonra kuruyan daha sonrada kendisini havanın uçurduğubirekinebenzemektedir.
47) Doğrusu
bu insanlar dünyayı severler ve şiddeti ağır olan günü arkalarına atarlar (yani
kıyamet günü hakkında ne bir fikirleri vardır ne de bir hazırlıkları. Dünya
sevgisi onları kör ettiğinden çok şiddetli musibet gününe zerre kadar
aldırmazlar).
(lnsan-27)
48) Fakat en
büyük felaket (kıyamet) geldiği vakit. / O gün insan dünyada neye çalıştığını
hatırlar. / Bir de Cehennem görenlere gösterilir. / Artık her kim azgınlık
etmiş / ve dünya hayatını tercih etmişse / muhakkak Cehennem, onun varacağı
yerdir. / Kim de Rabbi'nin makamından korkmuş ve nefsini şehevi arzulardan men
etmişse / muhakkak Cennet onun varacağı yerdir. (Nâziât-34^1)
49) Muhakkak
(kötülükten) temizlenen / Rabbi'nin ismini anıp namaz kılan, mutlaka kurtuluşa
ermiştir. / Ne var ki sîz dünya hayatını tercih edersiniz. / Halbuki ahiret
daha hayırlı ve daha devamlıdır. / Şüphesiz bu hükümler sahifelerde de vardır.
/ Onlar İbrahim ve Musa'nın sahifeleridir. (Alâ-14-19)
İZAH: O
sahifelerde ki konular pek çok âsâr ve rivayetlerde zikredilmiştir. Bir hadiste
şöyle geçmiştir. Hz. Ebû Zer radıyaiiahu anh Peygamber saiiaiiahu aleyhi
veseiiem'e, "Kitapların toplamı kaç tanedir?" diye sordu. Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseliem, "100 sahife ve 4 kitaptır. Onlardan Hz. Şit
aleyhisselam'a 50, Hz. İdris aley-hisseiam'a 30, Hz. İbrahim aleyhisselam'a 10,
Hz. Musa aleyhisselam'a Tevrat'tan önce 10 sahife inmiştir. Dört kitaptan
Tevrat (Hz. Musa aleyhisselam'a), İncil Hz. İsa aleyhisselam'a, Zebur Hz.
Dâvûd aleyhisselam'a Kur'an ise Rasûllerin efendisi Hz. Mu-hammed saiiaiiahu
aleyhi veseiiem'e inmiştir" buyurdu. Ben, "Ya Rasûlallah! Hz. İbrahim
aieyhisseiam'm sahifelerinde ne vardı?" dedim. Rasûlullah sailaiiahu
aleyhi vesei-lem buyurdu ki: "Onda hep m
Yani İslam'ın bütün
parçalarını yerine getirdi manasındadır. İslam'ın toplam »0 parçası vardır.
Bunlardan 10 tanesi Tevbe sûresinin şu ayetlerinde zikredilmiştir.[13]
"Şüphesiz ki
Allah Müminlerin canlarını ve mallarını Cennet karşılığında satın
almıştır",..
(Tevbe-111)
Bunlardan 10 tanesi
Ahzab sûresinde şu ayetlerde zikredilmiştir.
"Müslüman
erkeklere ve müslüman kadınlara..." (Ahzab-35)
Bunların 6 tanesi
Mü'minûn sûresinin ilk ayetlerinde zikredilmiştir.
"Gerçekten
mü'minler kurtuluşa ermiştir"... (Mü'minûn-1)
4 tanesi Meâric
sûresinde zikredilmiştir.
"Hesap gününün doğruluğuna
kesinlikle inananlar..."
(Meâric-26)
Bunların toplamı 30
tanedir. Kim bunlardan biriyle Allah'ın huzuruna giderse, o İslam'ın bir
parçasıyla gitmiş olur.[14]
50) Çoklukla
övünmek sizi tâ kabirlere varıncaya (ölünceye) kadar (ahiretten) gafil kıldı. /
Hayır! (Bunlar asla övülecek şeyler değillerdir). Yakında (kabre girer girmez)
bileceksiniz (dünya neydi ve ahiret nedir). / Yine hayır! (Bu şeyler asla
iltifata layık değillerdir). İlerde (kabirden çıkıp mahşere varınca) bileceksiniz.
/ Hayır! (Bunlar asla övünülecek ve iltifat edilecek şeyler değillerdir). Eğer
siz kesinlikle (Kur'an ve hadisler ışığında bunların övünmeye layık şeyler
olmadığını) bilseydiniz (ölümden sonra bildiğiniz gibi asla bunlarla
oyalanmazdınız). / And olsun! Kızgın ateşi muhakkak göreceksiniz (o hayal
mahsulü bir şey değildir). / Sonra yine and olsun! Onu, gözünüzle muhakkak
göreceksiniz (yani onu görmek kesin ve kafidir). / Sonra mutlaka o gün
(Allah'ın nimetlerinin hakkını nasıl ödediniz? diye) nimetlerden
sorulacaksınız.
(Tekâsür sûresi)
İZAH: Bu
nimetlerin sorgulanmasıyla ilgili pek çok tafsilat bir çok hadislerde
geçmiştir. Zikredilen bütün açıklamaların hepsi m
"Allah'ın
nimetlerini saymaya kalksanız bitiremezsiniz" (
Bir hadiste Rasulullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem bu sûreyi okudu ve"Sonra mutlaka o gün
nimetlerden sorulacaksınız" (Tekâsür-8) ayetini okuduktan sonra şöyle
buyurdu; "Siz Rabbi'nizin huzurunda soğuk suyun hesabını vereceksiniz.
Evlerin gölgesinden sorulacaksınız (çünkü Allah güneşin sıcağından ve
yağmurdan korunmak için bu gölgeyi -ve gölgeliği- ihsan etmiştir). Karın
doyuran yemekten sorulacaksınız. Bedeninizin sıhhat ve selamette olmasından
sorulacaksınız (çünkü Allah sapasağlam el, ayak, göz, kulak, burun vs. verdi.
Onların hangi hakkını eda ettiniz?) Tatlı uykunun hesabı sorulacaktır. Hatta
eğer sen bir kadını nikahlamak istediğinde aynı kadını başka bir kimse de
istediyse ve Allahu Teâlâ da o kadını seninle evlendirdiyse, bu nimetinde
hesabı sorulacaktır. Çünkü bu Allah'ın sana bir ihsanıdır. Zira kızın velisinin
kalbine kızı seninle nikahlaması başkalarıyla nikahlamaması fikrini Allahu
Teâlâ koymuştur". İnsan, hadisi şerifte zikredilen bu şeyleri dikkatlice
düşünürse kendi üzerine her vakit Allahu Teâlâ'nın ne kadar ihsanı olduğunu
tahmin edebilir. Bu nimetlerde fakir ve zengin hepsi ortaktır. Her an üzerine
Allah'ın sınırsız nimetler yağdırmadığı hangi aşırı yoksul ve fakir vardır?
Sıhhat ve azaların sağlam olması bu nimetlerden biridir. Ondan daha üstünü ise
her an nefes alıp vermektir. Bu öyle bir nimettir ki her canlıya nasip
olmuştur.Bir başka hadiste şöyle geçmektedir. Bu sûre (Tekâsür sûresi) nazil
olduğunda bazı sahabeler, "Ya Rasûlallah! Bizde hangi nimetler var kil
Bir arpa ekmeği var. O da açlığın yarısını giderecek kadar. Karnımızı
doyuracak kadar bile değil" dediler. Bunun üzerine Allah celie celaiuhu
şöyle vahyetti: "(Ey Habibim!) Sen onlara söyie; <Siz ayakkabı giymiyor
musunuz? Soğuk su içmiyor musunuz? Bunlar da Allahu Teâlâ'nın nimetlerindendir>".
Bir başka hadiste şöyle buyurulmuştur: "Kıyamet günü ilk önce sorulacak
nimetler beden sağlığı ve soğuk sudur". Diğer bir hadiste şöyle
buyurulmuştur: "Kendisinden sorulacak nimetler şunlardır; Yenilen bir
ekmek parçası. Susuzluğu gideren su ve vücudu örten elbise parçası".Yine
bir hadiste şöyle geçmektedir: Hz. Ebû Bekr Sıddık radıyaiiahu anh bir
defasında şiddetli güneş sıcağında öğlen vakti Mescid-i Nebevi'ye gitti. Hz.
Ömer radıyaiiahu anh bunu duyunca o da evinden çıkıp geldi ve Hz. Ebû Bekr radıyaiiahu
anh'a, "Bu vakitte buraya neden geldin" dedi. O, "Açlığın
şiddeti beni mecbur etti" dedi. Hz. Ömer radıyaiiahu anh bunun üzerine,
"Canım kudret elinde olan Zât'a yemin ederim ki, aynı sıkıntı beni.de
mecbur etti" dedi. İkisi bu durumdayken Rasulullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem evinden geldi ve onlara, "Siz bu vakitte niçin geldiniz?"
buyurdu. Onlar, "Açlığın şiddeti mecbur etti" dediler. Rasulullah
saiiaiiahu aleyhi vesel-lem, "Ben de aynı mecburiyetten dolayı geldim"
buyurdu. Üçü de kalkıp Hz. Ebû Eyyûb Ensâri radıyaiiahu anh'm evine gittiler.
Kendisi yoktu. Hanımı onların gelişine çok sevindi. Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi veseiiem, "Ebû Eyyûb nerede?" buyurdu. Hanımı, "Ya
Rasûlallah şimdi gelir" dedi. Bu esnada Ebû Eyyûb geldi ve acele olarak bir
hurma salkımı koparıp getirdi. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem,
"Bütün salkımı neden kopardın? Onlardan olgun olanları seçip
getirseydin" buyurdu. O, "Ya Rasûlallah! Olgun, yarı olgun, kuru,
yaş her çeşit hurma önünüzde bulunsun. Hangisini arzu ederseniz, onu yersiniz
düşüncesiyle salkımın hepsini kopardım" dedi. Onlar salkımda bulunan her
çeşit hurmadan yediler. Bu sırada Ebû Eyyûb radıyaiiahu anh bir oğlak kesip
acele olarak bir kısmını ateşte kızarttı ve bir kısmını tencerede pişirdi.
Sonra onların önüne getirip koydu. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem bir
ekmeğin arasına bir parça et koyup, "Bunu Fatıma'ya götür, ver. O da
birkaç günden beri böyle bir şey yemedi" buyurdu ve onu Ebû Eyyûb'a
verdi. Onlar ekmekle eti yediler. Ondan sonra Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem buyurdu ki: "Allah'ın bu kadar nimetlerini yediniz. Et, ekmek,
olgun ve ham hurmalar". Böyle derken Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem
Efendimizin gözleri yaşarmıştı. Buyurdu ki: "İşte kıyamet günü sorgulanacağınız
nimetler bunlardır". Sahâbe-i Kiram bunu duyunca ("Demek ki böyle
şiddetli açlık halinde yenilen bu şeyler bile hesab sorulmaya değer
şeylerdir" diye) çok üzüld-ürler. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem
bunun üzerine şöyle buyurdu: "Şüphesiz bunların hesabı vardır. Bunun
telafisi ve çözümü şöyledir; Yemeğe başladığınız zaman Bismillah deyiniz.
Yemekten sonra ise şu duayı okuyunuz:"Bütün hamdler bizi (lütfuyla)
doyuran, bize nimetler veren ve bol bol veren Allah'a aittir.[15]Hadis
Kitaplarında bu konuda pek çok rivayetler vardır. Maksadımız şu an onları
zikretmek değildir. Burada maksadımız sadece şunu göstermektir: Allahu Teâlâ
kendi Yüce Kelâmı'nda dünyanın fâni olduğunu, iltifata layık olmadığını,
ahiretin karşısında bir hiç olduğunu, onunla meşgul olmanın hüsrana sebep olduğunu
ve sonunda insanı azaba götürdüğünü ne kadar çok zikretmiş ve sık sık buna
dikkat çekmiştir. Burada onlardan sadece 50 ayet örnek olarak zikredilmiştir.
Bunlardan başka pek çok ayette bu konuya dikkat çekilmiştir. Ne kadar feci, şaşılacak
ve insana dokunacak bir şeydir ki, Allahu Teâlâ bu konuda ne kadar uyarı
yapıyorsa, bizim tarafımızdan bu konuda o kadar gaflet gösterilmektedir. Artık
bundan sonra o yüce dergahta hazır bulunacak hangi yüz vardır ki?"Şikâyet
ancak Allah'adır. Yardım talep edilecek Zât ancak O'dur"
"Şüphesiz ki sizi
biraz korku, açlık, biraz da mallar, canlar ve mahsuller-deki eksiklikle
imtihan edeceğiz. Sabredenleri müjdele! / Onlara bir musibet dokunduğu zaman,
<Şüphesiz biz Allah içiniz ve mutlaka O'na döne-ceğiz> derler. / İşte
Rab'lerinin mağfiret ve rahmeti onların üzerindedir. Ve işte onlar hidayete
erenlerin ta kendileridir." (Bakara-155,156,157)
İZAH:
Musibet zamanında dille Innâ lillahi ve innâ ileyhi râciûn demek faydalı ve
mükafata sebeptir. Kalpten onun manasını anlayarak okumak ise daha tesirli
olup, mükafat ve itminana sebeptir. Manası şudur: "Biz, hepimiz (malımızla
ve canımızla birlikte) Allahu Teâlâ'nın mülküyüz (kendi mülkünde her türlü
tasarrufta bulunmak Mâlikin hakkıdır. Nasıl isterse mülkünü öyle kullanır). Ve
biz hepimiz ancak Allah'a döneceğiz". Yani öldükten sonra herkes oraya
gidecektir. Buradaki zarar ve sıkıntıların karşılığı ve sevabı orada bol bol
verilecektir. Mesela dünyada herhangi bir kişi bir zarara uğrasa, eğer o bu
zararın karşılığında en kısa zamanda bundan daha fazlasına kavuşacağına
inanırsa, o zaman çektiği zarara hiç üzülmez. Aynı şekilde insan Allah indinde
çok fazla mükafata kavuşacağına inanırsa, o takdirde en ufak bir üzüntüsü
kalmaz. Ancak bizlerdeki iman ve yakîn zayıfladığından dolayı az bir meşakkat,
az bir sıkıntı ve az bir zarar bile bizim için çok büyük bir musibet
olmaktadır. Allahu Teâlâ kendi Yüce Kelamında bu konuya hem kısaca hem de
genişçe dikkatleri çekmiş ve bu dünyanın çok çetin bir imtihan ve ibtila yeri
olduğunu ve pek çok konularda imtihan yapıldığını anlatmıştır. İnsan bazen
maldaki aşırılıktan yani onun nasıl kazanıldığından ve nereye harcandığından
imtihan edilir. Bazen de fakirlik ve yoksullukla imtihan edilir. Acaba insan
bunları nasıl karşılamaktadır? Ağlayıp, döğıınerek mi yoksa sabır ve sebat ile
mi? Bundan dolayı sık sık sabır, namaz ve Allah'a yönelmeye teşvik edilmekte
ve, "Siz bugün imtihandasınız. Bu imtihanda sakın kaybetmeyin" diye
uyarılarda bulunulmaktadır. Örnek olarak birkaç ayete işaret edeceğim.
1) Sabırla
ve namazla yardım isteyin. (Bakara-45)
İZAH: Hz.
Katâde rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "Bu iki şey Allah tarafından yardımdır.
Onlarla yardım alın". Hz. İbni Abbas radıyaliahu anhuma buyuruyor ki: Ben
bir defasında Rasûtullah saiiattahu aleyhi veseilem ile birlikte bir bineğe
binmiştim. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem buyurdu ki; "Evladım, ben
sana birkaç şey söyleyeceğim. Allahu Teâlâ bunlarla seni
faydalandıracaktır". Ben, "Elbette söyleyin" dedim. Buyurdu ki;
"Allah'ı koru (yani O'nun hakkını eda et) ki, Allahu Teâlâ da seni
korusun. Allahu Teâlâ (nın haklarını) koru ki, O'nu (her zaman yardım için)
karşında bulasın. Bolluk halinde Allah'ı tanı (yani hatırla) ki, O musibet
vaktinde seni tanısın (yardım etsin). Ve şunu iyi bil ki, sana ulaşan her
musibet asla senden şaşmazdı. Ve sana ulaşmayan da asla sana ulaşacak değildi.
Eğer bütün mahlukat bir araya gelip sana bir şey vermeye çalışsalar, Allah
celle ceiaiuhu bunu dilemezse, onların hepsinin asla sana bir şey vermeye gücü
yetmez. Eğer onların hepsi birleşerek senden her hangi bir musibeti gidermek
isteseler, Allahu Teâlâ bunu istemezse, onlar asla bu musibeti gideremezler.
Takdir kalemi kıyamete kadar olacak olan her şeyi yazmıştır. Sen bir şey
istediğin zaman sadece Allah'tan iste. Yardım istediğin zaman yalnız Allah'tan
iste. Güveneceğin zaman sırf Allah'a güven. İman, yakîn ve şükürle Allah için
amel yap. Ve şunu çok iyi bil ki, hoşa gitmeyen şeylere sabretmek çok üstün bir
şeydir. Allah sabırla beraberdir. Musibetle beraber rahat vardır, darlıkla
beraber bolluk vardır. Yani sana bir sıkıntı ulaştığı zaman bil ki, artık bir
rahatlık gelmek üzeredir. Bir darlık olduğu zaman bil ki bir bolluk gelmek
üzeredir".Bir hadiste şöyle buyurulmuştur: "Bir şahıs aŞ yada muhtaç
olur da kendi hacetini insanlardan gizlerse, Allahu Teâlâ ona bir senelik helal
rızık vermeyi Kendi zimmetine alır". Hz. Huzeyfe radıyatiahu anh buyurdu
ki: "Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem herhangi bir önemli şeyle
karşılaşınca namaza yönelirdi". Rasûlullah saiiai-lahu aleyhi veseilem
buyurdu ki: "Önceki peygamberlerin başına bir zorluk gelince kendilerini
namaza verirlerdi". Hz. İbni Abbas radıyaliahu anhuma bir yolculuğa
çıkmıştı. Yolda oğlunun vefat haberini duyunca bineğinden indi, iki rekat namaz
kıldı ve okuyarak, "Allahu Teâlâ bize bunu emretti" dedi. Daha sonra
şu ayeti okudu:
Hz. Ubâde radıyaliahu
anh vefatı yaklaştığı sırada şöyle dedi: Ben her birinizi bana ağlamaktan men
ediyorum. Benim ruhum bedenimden ayrıldığı zaman her şahıs güzel bir şekilde
abdest alsın ve mescide giderek iki rekat namaz kılsın. Sonra benim için
mağfiret duası yapsın. Daha sonra da beni çabucak defnedin.[16]
2) Ey iman
edenler! Sabırla ve namazla yardım dileyin. Şüphesiz ki Allah sabredenlerle
beraberdir.
(Bakara-153)
3) Sıkıntı, hastalık,
korku ve savaş zamanında sabredenler. (Bakara-177) Bu ayeti kerime, birinci
bölümün ikinci numarasında tam olarak geçmiştir.
4) Allah
sabredenlerle beraberdir. (Bakara-249)
İZAH: Bu
konudaki ayetler Kur'an-ı Kerimin pek çok yerinde nazil olmuştur. Allahu Teâlâ
sık sık, "Allah sabredenlerle beraberdir" diye teselli ve müjde
vermektedir.
5) Bu ayeti
kerime bu bölümün birinci numarasında tam olarak geçmiştir.
6) Eğer
sabreder, Allah'tan korkarsanız o (kafirlerin) hileleri size hiç bir zarar
veremez.
(Âli lmran-120)
7) Yoksa,
Allah içinizden cihad edenleri belli etmeden (yani henüz imtihan etmeden) ve
sabredenleri ortaya çıkarmadan Cennet'e gireceğinizi mi zannettiniz? (Şunu iyi
bilin ki, din için yapılan her çalışma cihada dahildir). (Âlilmran-142)
8) Eğer
sabreder ve Allah'tan korkarsanız bilin ki, bu (sabır ve takva) azmi gerektiren
işlerdendir.
(Âli İmran-186)
9) Senden
önce de nice peygamberler (imansızlar tarafından) yalan-lanmıştı (onlara çok
ağır eziyetler yapılmıştı). Kendilerine yardımımız gelene kadar yalanlanmaya
ve eziyet olunmaya sabrettiler.
(En'am-34)
10) Musa
kavmine şöyle dedi: "Allah'tan yardım dileyin ve sabredin. Şüphesiz
yeryüzü Allah'ındır. Ona kullarından dilediğini varis (hükümdar) kılar (nitekim
o vakit hükümdarlığı Firavuna vermişti). Sonunda kurtuluş Allah'tan
korkanlarındır. (Eğer siz sabır ve takvayı seçerseniz sonuç sizin
olacaktır)". / (Kavmi Musa'ya), "Sen bize gelmeden önce de eziyet
gördük. (Bizim başımıza musibetler yağdırılıyordu. Evlatlarımız öldürülüyordu).
Sen geldikten sonra da (başımıza çeşitli musibetler gelmektedir)" dediler.
Musa da onlara, "Umulur ki, Rabbiniz, düşmanlarınızı helak edecek ve sizi
onların yerine yeryüzüne halife kılacak ve sizin de ne işler yapacağınıza bakacaktır.
(Şükür ve itaat mi ediyorsunuz veya nankörlük ve isyan mı işliyorsunuz? Sonra
amelinize göre size muamele edilecektir) (A'raf-128,129)
11) Şüphesiz
ki, Allah müminlerden canlarını ve mallarını, Cennet karşılığında satın
aldı.
(Tevbe-111)
İZAH:
Müslümanların bütün can ve malı Allahu Teâlâ'ya satıldığına göre, Allah ceiie
ceiaiuhu kendi yarattığı ve bir de üstelik satın aldığı bu şeylerde dilediği
gibi tasarruf yapar. Hatta Müslümanların satmalarının gereği şudur ki, artık
kendileri satılan malı satın alan Zât'a ulaştırmak için çalışmalı ve ileri
atılmalıdırlar. Kaldı ki satın alan, satın aldığı şeyi alınca, buna üzülüp
kederlenmemelidir.
12) Sana
vahyedilene uy! Allah'ın hükmü gelinceye kadar (onların eziyetlerine) sabret (O
dilerse dünyada helak etmek yada ahirette azab etme kararı verir). Allah hüküm
verenlerin en hayırlısıdir,
(Yunus-109)
13) Eğer
Biz, İnsana tarafımızdan bir rahmet tattırıp (rahatlık, zenginlik vs. verip)
sonra onu kendisinden alırsak, şüphesiz ki insan ümitsizliğe düşer ve
nankörleşir. / Eğer Biz, insana uğradığı zarardan sonra tekrar nimetler
tattırırsak, "Kötülükler başımdan gitti" der. Şüphesiz insan çok sevinir
ve çok övünür. / Ancak sabredenler, iyi ameller işleyenler (ne musibet anında
Allah'ın rahmetinden ümit keserler ne de rahat ve servet halinde ö-vünürler).
İşte onlar için büyük bağışlanma ve mükafat vardır. (Hûd-9,10,11)
14) Kim
Allah'tan korkar ve (musibetlere) sabrederse, şüphesiz ki, Allah iyilikte
bulunanların mükafatını asla zayi etmez. (Yusuf-90)
15) Bu
(nasihati) ancak akıl sahipleri kabul eder. / Bu akıl sahipleri onlardır ki,
Allah'ın ahdini yerine getirirler, antlaşmayı bozmazlar. / Allah'ın riayet
edilmesini emrettiği (akrabalık haklarına) riayet ederler. Rablerinden
korkarlar. (Kıyamet günündeki) hesabın kötülüğünden korkarlar. / Rableri-nin
rızası için (musibetlere) sabrederler. Namazı gereği gibi kılarlar. Kendilerine
verdiğimiz rızıklardan gizli ve açık
hayır yolunda sarf ederler. Kötülüğü
iyilikle def ederler (yani biri onlara kötü davranırsa yine de onlar o kimseye
iyi davranırlar). İşte bunlar için ahiretin en güzel mükafatı vardır. / O da
Adn Cennet'leridir! Oraya onlar ve onlarla beraber, salih olan ana-baba-ları,
zevceleri ve evlatları gireceklerdir (mü'min olup da her ne kadar ameller ve
derece itibariyle onlara eşit olmasalar da Cennet'e gireceklerdir). Melekler
her kapıdan onların yanlarına girecekler ve "Sabretmeniz (din üzere sebat
etmeniz)in karşılığı olarak selam size (artık her afetten korunmuş oldunuz)
Ahiretin en güzel mükafatı ne hoştur" diyeceklerdir. (Ra'd-19-24)
İZAH: Hz,
ibni Abbas radıyaiiahu anhuma buyuruyor ki: "Cennet'e en aşağı derecede
ki insana şeffaf inciden bir köşk verilecektir ki, içinde 70 bin oda ve her
odada 70 bin kapı vardır. Her kapıdan 70 bin melek selam vermek için
geleceklerdir."
16) Şüphesiz
ki, Musa'yı mucizelerimizle gönderdik ve ona şöyle dedik: "Kavmini
karanlıklardan aydınlığa çıkar, onlara Allah'ın (nimet verdiği ve azab verdiği)
günlerini hatırlat". Şüphesiz bunda her sabredip şükreden için nice
İbretler vardır (tâ ki Allah'ın nimetlerine şükretsin ve musibetlere sabretsin.
Çünkü sabır ve şükrün her biri Allah indinde istenen ve sevilen bir
şeydir).
(lbrahim-5)
17)
(Kafirler tarafından) zulme uğradıktan sonra, Allah'ın rızası için hicret eden
(vatanını terk eden) mü'minleri, dünyada güzel bir yere yerleştireceğiz.
Ahiretin mükafatı ise daha büyüktür. Bir bilseler (ahiretin güzelliklerini ve
büyüklüğünü...) / Bunlar (başlarına gelen musibetlere) sabrederler ve bunlar
yalnız Rablerine güvenenlerdir (evlerini bırakırken, Dar-ul İslam'a gidince
yeme-içme işi ne olacak? diye düşünmeyenlerdir) (Nahl-41,42)
18) Eğer (size zulüm yapanlara) bir ceza
verirseniz, size yapılanın misliyle karşılık verin. (Çünkü başkasının zulmüne
ondan daha fazlasıyla karşılık vermeye kimsenin asla hakkı yoktur. Bu durum siz
karşılık vermek istediğiniz taktirdedir). Ama sabrederseniz and olsun ki bu
mutlaka sabredenler için daha hayırlıdır. / (Bundan sonra özellikle Rasûlullah
saiiaiiahu a-leyhi veseiiem'e hitap edilmiş ve onun şanının karşılık vermekten
çok yüce olduğu söylenerek şöyle buyurulmuştur:) Sen sabret! Senin sabrında
ancak Allah'ın tevfiki iledir. Onların (yaptıkları muhalefete karşı) üzülme.
Yaptıkları hileden telaşa düşme. / (Onlar sana hiçbir şey yapamazlar. Çünkü
sen takva ve ihsan sahibisin). Şüphesiz ki, Allah takva sahipleriyle ve iyilik
e-denlerle beraberdir.
{Nahl-126,127,128)
19) Biz kimin
daha iyi amel işlediğini imtihan etmek için yeryüzündeki şeylerin hepsini
yeryüzünün süsü ve yaldızı yaptık. (Kehf-7)
İZAH: Hz.
İbni Ömer radıyaiiahu anh diyor ki: Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem bu
ayeti kerimeyi okuyunca ben bunun manasını sordum. Buyurdu Ki; "Tâ ki
Allah şunu imtihan etsin: Kim çok akıllıdır (akla uygun olanı tercih
etmektedir), kim Allah'ın haram kıldığı şeylerden daha fazla sakınmaktadır ve
kim Allah'a
itaat etmekte acele
etmektedir?". Hz. Hasan rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "İmtihan şudur;
Dünyayı bırakmakta en sağlam kimdir?". Süfyân-ı Sevri rahmetuiiahi aleyh
diyor ki: "İmtihan şudur: Dünyada en zahid kimdir?".1 Yani dünya
nimetleri ve lezzetlerine en fazla sabreden kimdir?
20) (Ey Muhammedi)
Sen kafirlerin asılsız sözlerine sabret. Güneş doğmadan Önce (buna sabah namazı
da dahildir) ve güneş batmadan önce (buna öğlen ve ikindi dahildir) Rabbine
hamd ile teşbih edip ibadette bulun. Gecenin bir bölümünde (buna akşam ve yatsı
namazı dahildir) ve gündüzün İlk ve son bölümünde de Rabbini teşbih edip
ibadette bulun (sık sık teşbih edilmesi söylenmiştir. Burada sabah ve ikindi
namazı daha ziyade tekid edilmiştir. Nitekim pek çok hadiste bunların üzerinde
durulmuştur. Ayrıca sabah akşam teşbihleri de zikredilmiştir). Tâ ki (bunların
karşılığında sana ahirette çok fazla sevab verilsin de) sen razı olasın ve
sevinesin. ( Tâ'hâ-130)
21) Ey
Habibim! (Allah'ın hükmü karşısında) boyun eğenleri (Allah'ın rızası ve
Cennet'le) müjdele. / Onlar ki, Allah anıldığında (O'nun azamet ve korkusundan)
kalpleri titrer. Onlar uğradıkları musibete sabreden ve namazlarını dosdoğru
kılanlardır. Onlar kendilerine verdiğimiz rızıklardan hayra sarf ederler.
(Hac-34,35)
İZAH: Bu
ayet birinci bölümün 16 numarasında geniş olarak geçmiştir.
22) Elif,
Lâm, Nlîm. / İnsanlar sadece İman ettik demekle bırakılıp (çeşitli musibet türleriyle)
imtihan edilmeyeceklerini mi sanıyorlar? (Böyle olması mümkün değildir. Bu
dünya imtihan evidir). / Doğrusu Biz, onlardan öncekileri de imtihan ettik,
(onlardan bazıları kendi davalarında doğru çıktı, bazıları da yalancı. Aynı
şekilde şimdi de) Allah elbette (İman ve Allah sevgisi niîrrh Mensur davasında)
doğru söyleyenleri bilir, yalancıları da bilir. (Nitekim bu gibi
imtihanlarda sadık Müslümanlar bu tür olaylarda, Allah'a daha çok yönelirler.
Şahsiyetsiz zavallılar ise daha fazla sapıklığa dalarlar. Nihayet bazıları
mür-ted olarak İslam'ı terk ederler. Yahut musibetlerin korkusundan dolayı kötülükleri
himaye etmeye ve savunmaya başlarlar). / Yoksa kötülüklerde bulunanlar, Bizden
kaçıp kurtulacaklarını mı sanıyorlar? Ne de fena hüküm veriyorlar"
(Ankebut-1,2,3,4)
23) Salih
amel işleyenlerin mükafatı ne güzeldir. / Onlar (musibetlere) sabrederler ve
(her darlıkta) Allah'a tevekkül ederler. / (Siz geçim sebebinizin ne olacağını
düşünüyorsanız o halde şunu da bir düşünün ki;) Canlılardan niceleri vardır
ki, rıziklarım taşımaktan acizdirler. Onları da sizi de rızık-landıran
Allah'tır. O (her isteyenin sözünü) çok iyi işiten ve (herkesin halini) çok
iyi bilendir. (Öyleyse O'ndan
isteyin. O sizin halinizi çok iyi bilmektedir.
O ne kadar uygun görürse size o kadar verecektir).
(Ankebut-58,59,60)
24) Şüphesiz
sabredenlere mükafatları hesapsız olarak ödenecektir. (Zümer-10)
25) İyilikle
kötülük bir olmaz (aksine her birinin neticeleri ayrı ayrıdır. O halde) sen
kötülüğü en güzel şekilde önle. O zaman aranızda düşmanlık olan kimse, sana
sanki samimi bir dost gibi oluverir (yani kötülüğü kötülükle önlemek düşmanlığı
azaltmaz, aksine artırır. Ama kötülüğe iyilikle karşılık vermek, eğer o kişi
tamamen düşük ahlaklı biri değilse, onu düşmanlığı terk etmeye mecbur eder.
Hatta o minnettar olup dost oluverir. Ancak kötülük ve eziyetin karşısında
iyilik etmek çok zor olduğundan şöyle buyurul-rnuştur:) / Bu haslet ancak sabredenlere
(musibetlere tahammül etmeye alışkın olanlara) verilir. Bu haslet ancak
hayırdan büyük payı olanlara verilir. / Eğer şeytandan seni dürtecek bir
vesvese gelirse (mesela, ona iyilik etmekle kendini aşağılamış olursun veya
onun cesaret/ artacak vs. gibi vesveseler gelirse), o zaman hemen Allah'a
sığın. Şüphesiz O her şeyi işiten ve en iyi bilendir.
(Fussilet-34,35,36)
26) İnsan
menfaat istemekten usanmaz. Kendisine bir kötülük dokununca da hemen
ümitsizliğe ve karamsarlığa düşer (Halbuki Allah'tan asla ümit kesmemek
gerekir). / Şayet ona dokunan bir zarardan sonra Tarafımızdan kendisine bir
rahmet tattırsak mutlaka, "Bu (kanunen) benim hakkımdır1' der (Halbuki ne
Allah'tan ümit kesmeli ne de bir hak iddiasında bulunmal.d.r).
(Fussilet-49,50)
27)
Kötülüğün cezası onun gibi bir kötülüktür. (Yani bir kimse hangi kötülüğü
yapmışsa, aynı kötülükle karşılık verilebilir. Tabi o iş caiz olmak şartıyla.
Mesela sert sözün karşılığı sert sözdür. Dövmenin karşılığı dövmektir. Ama
sert sözün karşılığı dövmek olamaz). Kim (karşılık vermez) kendine yapılan
kötülüğü affedip barışırsa (yani onunla iyi geçinirse), onun mükafatı Allah'a
aittir. Şüphesiz Allah zalimleri sevmez. / Zulme uğradığı zalime aynıyla
mukabele edip intikam alanlar, işte onlar için ne bir kınama ne de bir
cezalandırma vardır. / Kınama ve cezalandırma ancak insanlara zulmedenler ve
yeryüzünde haksız yere bozgunculuk çıkaranlar içindir. İşte bunlar için can
yakıcı bir azab vardır. / Kim (başkasının zulmüne) sabredip affederse,
şüphesiz ki bu mutlaka azmedilip yapılması gereken işlerdendir" (Şûra-40,41,42,43)
28) Mülk ve
saltanat, kudret elinde olan Allah ne yücedir. O her şeye kadirdir. /
Hanginizin daha iyi amel işleyeceğini imtihan etmek için ölümü ve hayatı
yaratan O'dur.
(Mülk-1,2)
İZAH: Hz.
Katâde rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "Allahu Teâlâ bu dünya evini hayat ve
ölüm evi yapmıştır. Ahiret evini ise mükafat ve ebedi kalma evi yapmıştır.[17]Bu
evin bütün sıkıntılarının sonu ölümdür ve o mutlaka gelecek olan bir şeydir. O
evin (yani ahiretin) sıkıntılarının ise bir sonu yoktur. Çünkü orada ölüm de
yoktur.
29)
Gerçekten, insan yaratılıp bahse değer bir şey haline gelmeden evvel onun
üzerinden uzun bir zaman geçmiştir. (Çünkü önce pis bir su idi. Daha önce o da
yoktu). / Biz insanı karışık bir nutfeden yarattık. Biz onu imtihan ederiz.
Biz onu işiten ve gören bir şekilde var ettik. (Yani göz ve kulak verdik ki,
Hak'kı kendisi görsün veya başkasından dinlesin). / Biz ona hidayet yolunu
gösterdik (sonra insan İki sınıfa ayrıldı). Ya şükreden (mü'min) ya da
nankörlük eden (kafir) oldu. (lnsan-1,2,3)
İZAH: Bu
dünya mademki imtihan evidir. Bu durumda herhangi bir hale nankörlük ederken
şunu düşünmek gerekir. Allah'ın o kadar nimetleri vardır ki, onlara şükretmek,
O'nun verdiği sıkıntı ve musibetten daha fazla gereklidir.
30)Rabbi
insan, imtihan edip ikramda bulunduğunda ve nimetler verdarağında (bununla onun
sabr, ve nzasmı Rabbim bana ihanet etti"der-(Yani "Benim ikram görme
hakkım olduğu halde beni gözlerden düşürdü" der. Halbuki ne mal ne
zenginlik, izzet ve ikramın delilidir. Ne de fakirlik ve yoksulluk ihanet ve
zilletin delilidir). / Hayır, hayır (rızkın az olması asla ihanet değildir).
Bilakis (ihaneti gerektiren şeyler şunlardır ki;) Siz yetime ikram etmiyorsunuz.
/ "Birbirinizi yoksulları yedirmeye teşvik etmiyorsunuz. / Miras malını
(helal haram gözetmeden) habire yiyorsunuz. (Başkasının hakkını da yiyorsunuz.
Özellikle sizinle mücadele edemeyen yetimlerin ve zayıfların mallarını...) /
Malı pek çok seversiniz (Bu ise bütün kötülüklerin, bütün zulümlerin ve bütün
hataların köküdür). / (Siz bunları basit bir şey zannediyorsunuz) Hayır!
(Bunlar basit şeyler değildir. Aksine) üzerinde olanlar yıkılıp yeryüzü parça
parça edildiği zaman, / Rrvıbh ve melekler saf saf (mahşer meydanında) karşına
çıktığı zr.rnan./ İşte o gün Cehennem getirilecek, o gün insan her şeyi
anlavacak. Fakat bu anlamanın ona ne faydası var ki? / O gün insan, "Keşke
bugünkü hayatım için bir şeyler yapsaydım" diyecektir. (Fecr-15-24)
31) Asra
yemin olsun (çünkü asrın İçindeki değişiklikler ibret alınması gereken
olaylardır. Bazen üzüntü, bazen sevinç, bazen zenginlik, bazen fakirlik, bazen
sıhhat, bazen hastalık meydana gelmektedir). / İnsan (kendi kıymetli ömrünü
zayi ederek) mutlaka hüsrandadır. / Ancak iman edenler, sa-lih amel işleyenler
birbirlerine hakkı (söylemeyi ve hak üzere kalmayı) tavsiye eden ve sabrı
tavsiye edenler bunun dışındadır (ibadetlere ihtimam göstermek de sabra
dahildir. Şehvet ve haram olan işlerden nefsi alıkoymak da buna dahildir.
Musibetler ve zamanın hadiselerine sabretmekte buna dahildir) (Asr
sûresi)
İZAH: Bu 31
ayet işaret yoluyla zikredilmiştir. Eğer her ayeti kerime üzerine açıklama ve
tavsiyeler yazılacak olsa çok uzar. Maksat olarak şu ifade hepsine ortaktır.
Dünya imtihan yeridir. Bu dünyanın ne zenginliği ne de izzeti, gururlanma ve
iftihar sebebidir. Ayrıca ne fakirlik ne de yoksulluk, ihanet ve zillet
sebebidir. Bir kimsede malın bulunması şükrü gerektiren bir şey olmakla
birlikte bir imtihan konusudur. Aynı şekilde fakirlik ve yoksulluk sabrı
gerektiren bir imtihan olmasından başka bir rızâ (ve teslimiyet) imtihanıdır.
Malın mevcut olması imtihan yönünden en şiddetli olanıdır. Çünkü bu imtihanı
çok az insan kazanmaktadır. Kaybedenler daha çoktur. Bundan dolayı Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur: "Ben sizin için fakirlik ve
yoksulluktan o kadar korkmuyorum. Ben dünya fetihlerinin ve onun nimetlerinin
sizin aranızda yayılmasından ve sizden önceki insanların gönül verdiği gibi,
ona gönül vermenizden korkuyorum. Sonra bu afet, sizden öncekileri helak ettiği
gibi sizi de helak edecektir". Öyleyse onun fitnesinden çok fazla
sakınılmalıdır. Onun yoksulluğuna ve musibetlerine de bir imtihan olması
açısından sabredilmelidir.
"Müminler ancak o
kimselerdir ki, Allah zikredildiği zaman (O'nun azamet ve korkusundan) kalpleri
ürperir. Allah'ın ayetleri onlara okunduğu zaman imanları kat kat artar
(sağlamlaşır) ve sadece Rablerine güvenirler. / Onlar namazlarını dosdoğru
kılarlar ve kendilerine verdiğimiz rızıklardan Allah yolunda harcarlar. / İşte
gerçek mü'minler onlardır. Onlar için Rableri indinde büyük dereceler (ve
onların günahları için) mağfiret ve güzel rızık vardır. (Enfal-2,3,4)
Bu ayeti kerime
birinci bölümün 13 numarasında da geçmiştir. Burada ikinci defa yazılmasının
sebebi şudur: Gerçek mü'minin şanının yalnız Allah'a tevekkül etmek, O'na
itimad etmek, O'na dayanmak ve O'ndan başkasına yönelmemek olduğu bu ayeti
kerimede geçmiştir. Bunların sonucunda derecelerin yüksek olması, günahların
affedilmesi ve izzetli bir rızık vaadi 'zikroiunmuştur. Bunlardan her biri tek
başına tevekkül için son bir gayretle çalışmayı gerektirir. Kaldı ki tevekkül
üzerine Allah ceiie ceiaiuhu tarafından bu şekilde üç tane vaad vardır. Artık
bu vaadlerden sonra bu sıfatı elde etmek için ne kadar çalışılsa azdır.Hz. İbni
Abbas radıyaiiahu anhuma buyurdu ki: "Allah'a tevekkül etmenin manası
O'ndan başkasına bir umut bağlamamaktır". Hz. Said bin Cübeyr rahmetuiiahi
aleyh buyurdu ki:"Allah'a tevekkül imanın toplamıdır"[18]Eğer
Kur'an-ı Kerim'de Allah'a itimad ve güvenmekle ilgili sadece bir ayet dahi olsa
yine de yeterliydi. Ancak Kur'an-ı Kerim'de Allah'a itimad (sadece O yüce Zat'a
güvenmek, musibet ve ihtiyaç halinde yalnız O'na yalvarmak, ancak O'ndan yardım
dilemek ve sadece O'na yönelmek) o kadar sık zikredilmiştir ki, bu kadar sık
zikredilen başka konular çok azdır. Sık sık bu tevekkül emredilmiştir.
Saühlerin ve sevilen zatların hallerinde bu zikredilmiş ve buna teşvik edilmiştir.
Böyle olması da gerekir. Çünkü tevekkül, aslında tevhidin meyvesidir. Kim
tevhid konusunda ne kadar sağlam olursa, onun tevekkülü de o kadar üstün olur.
Tevhid İslam'ın temelidir. İmanın köküdür. Tevhid olmadan hiçbir şey geçerli değildir.
Dinin tamamının ve şeriatın hepsinin kaynağı ancak tevhiddir. Bundan dolayı
(ayet ve hadislerde) ona önem verilmesinin bildirilmesi apaçık bir şeydir. Ve
bir de Allahu Teâlâ'nın Kur'an-ı Kerim'de tevekkül karşılığında bu kadar büyük
rızâ ve hoşnutluğu olma belgesi vereceğini bildirmesi uğrunda can verilmeye
layık bir şeydir. Allahu Teâlâ buyuruyor ki: "Allah tevekkül edenleri sever".
Dünyada hiçbir sıfat mahbubiyyet (sevgili olmak) sıfatına eşit olabilir mi?
Herhangi bir şahsın, dünya ve ahirette mülkün sahibi ve iki cihanın padişahı
olan Allah'ın sevgilisi olmasından daha üstün hangi şeref ve iftihar olabilir?
Üstelik ona kefil olacağına dair Allah'ın şöyle bir vadi vardır: "Kim
Allah'a tevekkül ederse Allah ona yeter". Yahu öyleyse böyle birinin, bir
zarureti için, bir başkasına ne ihtiyacı kalır ki? İşte bundan dolayı
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem şöyle buyurmuştur: "Siz Allah'a
hakkıyla tevekkül etseniz, sizi kuşları rızıklandırdığı gibi
rızıklandırırdı".Bir başak hadiste şöyle geçmektedir: "Kim Allah'a
tam olarak yönelir (kendini O'na verirse), Allahu Teâlâ onun her sıkıntısına
yeter ve ona tahmin etmediği yerden rızık verir"[19]Hadisler
kısmında, birinci hadisin izahında bu konuda bir çok rivayetler gelecektir.
Burada âdetimiz gereği birkaç ayete işaret etmek istiyoruz. O ayetlerde
Allah'a tevekkül etmek ve ihtiyaçlarda yalnız O'na müracaat etmek
buyu-rulmuştur. Sadece numune olarak birkaç ayet zikredilecektir. Kısa tutmayı
düşünerek her yerde özetle ve işaretlerle yetindik. Eğer bizlerde biraz din
fikri varsa, ahiretin önemi varsa, dünyanın gereksiz uğraşılarından az çok boş
zaman bula-biliyorsak, bu ayet ve hadisler bizim için çok dikkatlice ve derin
bir fikirle üzerinde düşünülmesi gereken şeylerdir.
1) Mü'minler
sadece Allah'a tevekkül etsinler. (Yani başka birine zerre kadar güvenmemek
gerekir. Bu konu aynı lafızlarla Kur'an-ı Kerim'in pek çok yerinde geçmektedir.
Tekrar tekrar nazil olmuştur. Şu ayetlerin hepsinde aynı ifade geçmektedir.) (Âli lmran-123, Maide-11, lbrahîm-11,
Tevbe-51, Mücadele-10, Teğabun-13)
2) (Ey
Muhammed saiiaiiahu aleyhi veseilem) De ki: "Şüphesiz lütuf Allah'ın
elindedir (buna rızıkta dahildir). Allah geniş lütuf sahibidir. Her şeyi çok
iyi bilendir. (Kime ne zaman ne kadar vermek gerektiğini bilir). / Allah rahmetini
dileğine tahsis eder. Ve Allah büyük lütuf sahibidir". (Âli İmran-73,74)
3) Şüphesiz
Allah tevekkül edenleri sever.
(Âli İmran-159)
İZAH: Allah
kimi kendine sevgili kılarsa, onun yükselmesi ve terakki etmesine ne
denebilir.
4)
(Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem zamanında meydana gelen özel bir vak'aya
işaret edilerek şöyle buyurmuştur:) Onlar öyle kimselerdir ki, insanlar
onlara, "O insanlar (yani düşmanlar) size karşı (büyük bir) ordu topladı.
Onlardan korkun" dediklerinde bu haber onların imanlarını arttırmış ve güçlendirmiştir.
Ve şöyle demişlerdir: "Allah bize yeter (her musibette yardımcımız ancak
O'dur). O ne güzel vekildir". /
Kendilerine hiçbir kötülük dokunmadan
(oradan) Allah'ın nimeti ve lütfuyla geri döndüler. Ve Allah'ın rızasına
uydular. Allah büyük lütuf sahibidir. / (Ey Müslümanlar! Böyle hallerde bir
şeyi iyi belleyin ki, bu gibi olaylarda) Şeytan kendi dostlarıyla (sizi)
korkutur. Siz onlardan korkmayın. Eğer mü'min iseniz yalnız Ben'den
korkun" (Âli
İmran-173,174,175)
İZAH: Maksat
şudur, düşmanla karşılaşma ve saldırı haberini duyunca bilin ki bu korkup
ürkütecek bir şey değildir. Allah'a kâmil bir itimadla ve tam bir güvenle kendi
imkan dairenizde hazırlık yapın. Sadece şundan korkun ki, sahibimiz olan
Allah'ın rızasına ters düşen bir şey sakın bizden sâdır olmasın. Çünkü asıl felaket
budur. Böyle yapmak dünyada bir felaket olduğu gibi, ahiret de zaten bir
felakettir. Buna ilave olarak kimseden korkmaya gerek yoktur. Çünkü
karşınızdaki insanlar sizi öldürmekten ziyade bir şey yapamazlar. Ölüm mutlaka
gelecektir. Ama vaktinden önce asla gelemez.
5) Dost
olarak Allah yeter. Yardımcı olarak da Allah yeter. (N
6) Sen
Allah'a tevekkül et. Allah vekil olarak yeter. (N
7) Eğer
mü'min iseniz, sadece Allah'a tevekkül edin. (Mâide-23)
8) De ki:
"Ben Allah'tan başkasını mı dost edineyim? O gökleri ve yeri yaratandır. O
herkesi rızıklandınr. (İhtiyacı olmadığı için) O'na kimse rızIk
veremez".
(En'am-14)
9) Allah
sana bir zarar
(En'am-17)
10) Kim
Allah'a güvenirse (o çoğu zaman galip gelir. Çünkü) Allah şüphesiz herseye
galiptir. (Kendine güvenen kimseleri de galip kılar. Bazen böyle olmazsa onda
bir hikmet vardır. Çünkü) O Hakim'dir. Hikmet sahibidir. (Enfâl-49)
11) Allah'a
tevekkül et. Şüphesiz O her şeyi çok iyi işiten ve çok iyi bi-endir (insanların
dualarını işitir ve onların durumlarını çok iyi bilir
(Enfâl-61)
12) İnsana
bir zarar geldiğinde yan tarafına yatarken veya otururken veya ayakta iken Bize
yalvarır durur. Fakat ondan uğradığı zararı (ağlayıp yakarması sonucu)
kaldırınca sanki o, dokunan zararın kalkması için Bize yalvarmamış gibi yine
yoluna devam eder (Bizimle ilişkisini keser). (Bu büyük bir
akılsızlıktır).
(Yunus-12)
13) De ki:
"Size gökten ve yerden nzık veren kimdir? Sizin kulak ve gözlerinize kim
mâlik bulunuyor? Ölüden diriyi çıkaran, diriden de ölüyü çıkaran kimdir? Bütün
bu işleri düzene koyan kimdir? Hemen, "Bütün
bu işleri yapan Allah'tır"
diyeceklerdir. Sen de ki: "O halde Allah'tan korkmaz mısınız?
(başkalarından neden korkuyorsunuz?) (Yunus-31)
14) Musa
kavmine, "Ey kavmim! Eğer Allah'a (gerçekten) iman ediyorsanız ve O'na
teslim olmuş Müslümanlarsanız, yalnız O'na tevekkül edin" dedi. / Onlar
da, "Biz yalnız Allah'a tevekkül ettik" dediler. (Yunus-84,85)
15) Allah
seni bir zarara uğratırsa onu senden kaldıracak ancak O'dur. Sana bir iyilik
dilerse, lütfuna kimse mani olamaz. O, iütfunu kullarından dilediğine verir.
O, çok bağışlayan ve çok merhamet edendir.
(Yunus-107)
16)
Yeryüzünde hiçbir canlı varlık yoktur ki, rızkı Allah'a ait olmasın. (Öyleyse
nzık O'ndan istenmelidir)
(Hud-6)
17) De ki:
"O benim Rabbimdir. (Beni terbiye edendir). O'ndan başka ilah yoktur. Ben
ancak O'na tevekkül ettim. Dönüşümde (tevbem de) ancak O'nadir.
(Rad-30)
18) Bunlar
(musibetlere) sabredenler ve yalnız Rablerine güvenenlerdir, (Onlar hicret
ettikten sonra Acaba yemek düzeni nasıl olacak? diye düşünmezler).
(Nahl-42)
19) Şüphesiz
şeytanın, iman edip Rablerine güvenenler üzerinde hiç bir nüfuzu yoktur.
(Nahl-99)
20) Biz
Musa'ya kitabı (Tevrat'ı) vermiştik. Onu İsrail oğullarına hidayet rehberi
yapmıştık. Onlara, "Benden başkasını kendinize vekil edinmeyin"
demiştik.
(İsrâ-2)
21) Denizde
(fırtına gibi) herhangi bir tehlikeye maruz kaldığınızda, Allah'tan başka yardımını
istediğiniz (kendilerine ibadet ettiğiniz) bütün putlar hatırınızdan silinir
gider. (O vakit yalnız Allahu Teâlâ'ya yalvarılır) Allah sizi tehlikeden
kurtarıp karaya çıkarınca da yüz çevirirsiniz. Gerçekten insan nankördür. (İsra-67)
22) Onların
Allah'tan başka hiçbir dostu yoktur. O hiçbir kimseyi hükmüne ortak yapmaz
(kaldı ki, parlamentonun görüşünü alsın).
(Kehf-26)
23) O
Allah'ı bırakıp kendisine zarar da, fayda da vermeyen şeylere tapar. İşte bu
büyük sapıklıktır.
(Hac-12)
24) Sen,
ölümsüz, diri olan Allah'a tevekkül et. (Furkan-58)
25) O
(Allah) beni yedirir ve içirir. Hastalandığım zaman bana O şifa verir. (Şuarâ-79,80)
26) Sen her
şeye galip ve çok merhametli olan Allah'a güven. (Şuara-217)
27) Siz
rızkı ancak Allah'ın nezdinde arayın (çünkü rızkın Maliki O'dur) O'na kulluk
edin ve O'na şükredin Siz ancak O'na döndürüleceksiniz. (Ankebut-17)
28) Canlılardan niceleri vardır ki, kendi rızıklarını
taşımaktan acizdirler. Onları da sizi de rızıklandıran Allah'tır. (O ancak
tevekkül edilmeye layıktır. Çünkü) O her şeyi çok iyi işiten ve çok iyi bilendir.
(Ankebut-60)
29) Allah'a
tevekkül et. Vekil olarak Allah yeter. (Ahzab-3)
30) De ki:
"Allah size bir fenalık (herhangi bir zarar ve ziyan) dilerse sizi O'ndan
kim koruyabilecektir? Veya O'nun rahmetini sizden kim engelleyebilecektir?
(Bütün dünya bir araya gelse yinede engelleyemezler. İyi bilin ki;) onlar
Allah'tan başka kendilerine ne bir dost ne de bir yardımcı bulabilirler". (Ahzab-17)
31) Allah
kuluna kâfi değil midir?
(Zümer-36)
32) Sen
onlara şöyle de: "Söyleyin bakalım, eğer Allah bana herhangi bir zarar
vermek istese, sizin Allah'ı bırakıp taptıklarınız O'nun bu zararını
giderebilir mi?" De ki; "Bana Allah yeter. Tevekkül edenler sadece
O'na tevekkül ederler".
(Zümer-38)
33) İşte O
Allah benim Rabbimdir. Ben sadece O'na tevekkül ettim. Ve ancak O'na
yönelirim.
(Şûra-10)
34) Allah,
kullarına son derece lütufkârdır. O kullarından dilediğini (dilediği kadar)
rızıklandırır. O güçlüdür her şeye galiptir. (Şûra-19)
35) Sizin
Allah'tan başka ne bir dostunuz ne de bir yardımcınız vardır. (Şûra-31)
36) İman
edip Rablerine güvenenler için Allah indindeki nimetler daha hayırlı ve daha
devamlıdır.
(Şûra-36)
37) Rızıklarınız
da, vaad olunduğunuz şeyler de semadadır (Yani orada Levhi Mahfuz'da
yazılmıştır. Yağmur vs. İle oradan iner)
(Zariyat-22)
38) (İbrahim
aieyhîsseiam şöyle dua etti:) "Ey Rabbimiz! Bîr Sana güvendik. (Her
hacetimizde) Sana yöneldik. Kıyamet günü dönüşümüz yine Sana'dır".
(Mümtehine-4)
39) O
münafıklar, "Rasülullah'ın beraberinde bulunan mü'minlere bir şey vermeyin
de (açlıktan ölme derecesine gelince) etrafından dağılıp gitsinler"
diyenlerdir. (Halbuki bu ahmaklar şunu bilmiyorlar ki,) göklerin ve yerin
hazineleri Allah'ındır. Fakat münafıklar bunu anlamazlar. (Onlar ahmaktırlar.
Çünkü onlar rızkın kendi İhsanlarına bağlı olduğunu zannederler). (Münafıkûn-7)
40) Kim Allah'tan korkarsa, Allah ona bir kurtuluş
(ve kolaylık) yolu gösterir. / Ve onu hiç ummadığı yerden rızıklandırır. Kim
Allah'a tevekkül ederse, Allah ona yeter. Şüphesiz Allah emrini mutlaka yerine
getirir. Allah her şey için bir ölçü (ve zaman) koymuştur. (Talak-2,3)
Hadisler kısmında
birinci hadisin izahında bu ayeti kerimeyle ilgili birde kıssa gelecektir.
41) O doğunun da batının da Rabbidir. O'ndan
başka ilah yoktur. O halde sen, sadece O'nu vekil edin, (Yani mademki O,
doğunun ve batının sahibidir, o halde O'na itimad ve tevekkül
edilmelidir). (Müzzemmil-9)
Bu 41 ayet numune
olarak zikredilmiştir. Yoksa Kur'an-ı Kerim'in her konusu tevhid talimi
vermektedir. Tevhidin meyvesi de tevekküldür. Kim tevhidte ne kadar sağlam ve
kamil olursa, o kişiye, o ölçüde tevekkül, Allah'a güven ve O'ndan başkasına
tenezzül göstermemek nasib olur. Nitekim şu meşhur bir olaydır: Hz. İbrahim
Halilullah â/â nebiyyina ve aleyhissalatü vesselam ateşe atılacağı zaman Hz.
Cebrail aieyhîsseiam gelerek ona, "Benim yapabileceğim bir hizmet varsa
emrediniz" dedi. İbrahim aieyhisseiam, "Hayır, benim seninle ilgili
bir hacetim yoktur" buyurdu.[20]Bir
fakir itikafa niyet ederek bir mescide gidip oturdu. Yanında yemek ve içmek
için hiçbir şeyi yoktu. Mescidin imamı ona, "Böyle parasız pulsuz bir
haldemescitte oturmaktansa bir yerde çalışsaydın daha güzel olurdu ( çünkü
karnını doyurmak farzdır)" diye nasihat etti. Fakir ona bir cevap vermedi.
İmam efendi ikinci defa aynı şeyleri söyledi. Fakir yine sustu. İmam üçüncü defa
söyledi. Fakir sükut etti. İmam dördüncü defa yine söyledi. Bu sefer şöyle
cevap verdi: "Bu mescidin yakınındaki dükkanın sahibi olan yahudi her gün
için bana iki ekmek vermeyi kararlaştırdı''. İmam, "Eğer o yemek vermeyi
kararlaştırdıysa çok iyi. Öyleyse mutlaka itikaf yap" dedi. Fakir,
"Keşke sen imam olmasaydın ne iyi olurdu. Sen bu eksik tevhidinle Allah ve
O'nun kulları arasında vasıta olarak duruyorsun. Bir kafir yahudinin vaadini,
Allah'ın rızık vaadinden daha üstün yaptın (yazıklar olsun sana ve senin
haline)" dedi.[21]
Gerçekten doğru söylemiş. Bizim halimizde aynı. Kulların vaadlerine güvenir
mutmain oluruz ama Allah'ın vaadine değil...Yukarıda zikredilen ayetler
üzerinde son derece düşünmeli ve (şu özelliklerin bizde oluşması için) çok
fazla çalışmalıyız. Bizim gözlerimiz sadece Allah celle şânuhû vetekaddes
hazretlerine yönelmeli, ancak O'na güvenmeli, O yüce Zaftan istemeli, sadece
O'ndan dilenmeli, O'ndan başkasının önünde el açmamalı, hatta kalbimizden dahi
başkalarını geçirmemeli, aksine yalnız ve sadece O yüce Zat'a dayanmalıyız.
Fayda ve zararın yalnız O'nun elinde olduğunu kalbimizle kabul etmeliyiz. Dille
söyleyip durmak bizim genel bir alışkanlığımız olmuştur. Ancak asıl işe
yarayan şey bizim kalbimize şu inancın yerleşmesidir ki, O dilemedikten sonra
hiçbir idareci ve hiçbir zengin, hiç kimseye ne hiçbir şekilde zarar verebilir
ne de hiçbir şekilde fayda verebilir. Biraz düşünülürse şunun çok açık bir şey
olduğu anlaşılır. Bütün dünyanın kalbi yalnız O'nun elindedir. Biz yüzbinlerce
defa bir adama yalvarıp yakarsak da, onun kalbi başkasının tasarrufunda
olduğuna göre, kalbin sahibi dilemedikten sonra bizim yalvarıp yakarmamız onun
kalbine ne kadar tesir edebilir? Kalplerin sahibi bir işin olmasını dilerse o
şey kendiliğinden bir başkalarının kalbine yerleşir. Biz yüzbinlerce defa tok
gözlü ve kanaatkar davransak da onun kalbi kendiliğinden onu mecbur edecektir.
Devamlı onun kalbine düşünceler gelecek, hiçbir dış etki olmadan düşünmeye
başlayacaktır. Öyleyse ihtiyacımızın görülebileceği tek adres, O yüce Zat'tır.
Eğer yalvarıp yakarıp boyun bükecek bir yer varsa o da O'nun kapısıdır. Bütün
dünyanın kalbi O'nun iradesine tabidir. Bütün dünyanın hazineleri O'nun
mülküdür.Allah'ım! Yalnız kendi lütfunla hak ettiğimden dolayı değil, hatta hak
ettiğimin tam tersine ben günahkar kuluna da o cevherden bir parça ihsan eyle.
Çünkü Senin vermen için o şeyi hak etmek şart değildir.
ŞİİR:
Musa'dan sorunuz
halini, Allah 'm vermesinin, Ateş almaya gitsin de, peygamberlik buluversin.
Bundan sonra bu konularla
ilgili birkaç hadisi kısaca arz ediyorum. Bu hadislerle ilgili olarak yukarıda
üç ayet ayrıca zikredilmişti.
1) Abdullah
İbtli Mes'ud radıyallahu an/i'dan Rasûlullah sallallahu aleyhi vesei-lem şöyle
buyurmuştur: "Kime bir yoksulluk gelir de onu insanların önüne arz ederse
onun yoksulluğu kapanmaz. Kime bir yoksulluk ulaşır da o kendi yoksulluğunu
Allahu Teâlâ'ya arz ederse (O'ndan isterse) Allahu Teâlâ yakın da ona acil
olarak veya gecikmeli olarak rızık verir". (Tirmizi,
Dürrü Mensur)
İZAH:
İnsanlardan dilenip duran kimsenin yoksulluğu bitmez sözünün maksadı şudur:
Onun ihtiyacı tamamlanmaz. Eğer bugün bir ihtiyacından dolayı dilenirse o
İhtiyaç görünüş itibariyle tamamlanır ama yarın ondan daha önemli bir ihtiyaç
ortaya çıkar. Böylece ihtiyaç devam eder gider. Eğer Allahu Teâlâ'nın yüce
kapısına el açarsa bu ihtiyacı zaten tamamlanır. Başka ihtiyaç meydana gelmez.
Eğer ihtiyaç meydana gelirse Malikimiz olan Allah onu hemen giderir.Birinci
bölümün hadisler kısmında 8 numaralı hadisin açıklamasında Hz. Ebû Kebşe
radıyallahu anh ile ilgili bir hadis geçmişti. Orada Rasûlullah sallallahu
aleyhi veseiiem yemin ederek birkaç şey buyurmuştur. Onlardan biri de şudur: "Kim
insanlardan dilenme kapısını açarsa, Allahu Teâlâ ona yoksulluk kapısını
açar". Bir başka hadiste Rasûlullah sallallahu aleyhi veseiiem'm yemin
ederek aynı ifadeyi kullanması Hz. Abdurrahman bin Avf radıyallahu antim
rivayetinde de geçmiştir. Bundan dolayıdır ki kapı kapı dolaşarak dilenen
kimseler devamlı yoksulluk ve darlık içinde kalırlar.Bir başka hadiste bu konu
şu şekilde geçmiştir: "Bir kimse kendi yoksulluk ve ihtiyacını Allah'a
arzederse, Allahu Teâlâ onun fakirliğini çok çabuk giderir. Ya acele bir ölümle
veya acele bir zenginlikle". Acele ölümün iki manası vardır; Birincisi,
eğer ölüm vakti zaten yaklaşmış ise, Allah Teâlâ yoksulluğun sıkıntıları arasında
musibet çekmeden önce ona ölümü nasip edecektir. İkinci mana şudur; Bir
başkasının ölümü onun zenginliğine sebep olur. Meselâ birinden bol miktarda miras
payı elde edilmesi veya biri vefat ederken Malımdan falan şahsa şu kadar verilsin
diye vasiyet etmesi gibi... Buna benzer bir çok olay gördük ve duyduk. Şöyle
ki; Mekke'de bazı kimseler vefatları esnasında,"Benim malım satılıp parası
Hinphrindeki falan isimli şahsa verilsin" diye vasiyet etmişlerdir.Kürt
bir kavmin adıdır. O kavmin arasında meşhur bir eşkıya vardı. O kişi bizzat
kendi başından geçeni şöyle anlatıyor: Ben arkadaşlarımdan bir toplulukla
birlikte yol kesmek için gidiyordum. Yolda bir yere oturduk. Orada üç hurma
ağacı gördük. İkisi bol bol meyve vermiş ancak birisi tamamen kurumuştu. Bir
serçe devamlı meyvesi bol olan ağaçlardan taze hurmaları gagası ile alıp o kuru
ağaca götürüyordu. Biz bu olayı görünce hayret ettik. Ben serçenin oraya götürdüğünü
on defa gördüm. İçimden, "Şu ağaca çıkıp bakayım, bu serçe o hurmaları ne
yapıyor?" diye bir düşünce geçti. Ağaca tırmanıp en tepesine ulaşınca bir
de ne göreyim, gözü kör bir yılan ağzını açmış bekliyor ve bu serçe taze hurmaları
onun ağzına koyuyor. Ben bu hadiseyi görünce o kadar ibret almıştım ki, ağlamaya
başladım ve "Ey Mevlam! Bu bir yılandır. Senin peygamberin bunun öldürülmesini
emretmiştir. Gözleri kör olunca Sen ona rızık ulaştırmak için bir serçe tayin
ettin. Ben ise Senin kulunum. Senin birliğini ikrar eden biriyim. Sen beni insanların
malını soymaya ayırdın" dedim. Böyle der demez benim kalbime şöyle bir
ilham geldi ki, "Benim tevbe kapım açıktır". Ben o anda insanların
yolunu kesmekte kullandığım kılımı kırdım. Başıma toprak atmaya ve,
"Igâle, igâle (af eyle, af eyle)" diye feryad etmeye başladım.
Ğayb'tan bana, "Seni affettik, seni affettik" diye bir ses geldi. Ben
arkadaşlarımın yanına geldim. Onlar, "Sana ne oldu?" dediler. Ben,
"Ben ayrılmış ve uzaklaşmıştım, Artık ben sulh yapıp barıştım" dedim.
ve bütün hadiseyi anlattım. Onlar da, "Biz de sulh yapıyoruz" diyerek
her biri kendi kılıcını kırdı. Hepimiz gasbettiğimiz eşyaları bırakarak ihrama
girdik ve Mekke'ye gitmeye niyet ederek yola koyulduk. Üç gün yürüdükten sonra
bir köye vardık. Orada gözleri görmeyen bir ihtiyar kadınla karşılaştık. O
benim adımı söyleyerek, "Sizin içinizde Kürt kavminden şu isimde biri var
mı?" dedi. Arkadaşlarım, "Evet var" dediler. O bir miktar
elbise çıkardı ve "Benim oğlum üç gün önce vefat etti ve bu elbiseleri
bıraktı. Ben üç günden beri her gün Rasûlullah saiiai-lahu aleyhi veseiiem'ı
rüyamda görüyorum. Bana, <O elbiseleri falan isimli Kürde ver[22]
buyuruyor" dedi. Sonra ben o elbiseleri aldım ve hepimiz onları giydik.1Bu
kıssada ibret alınmaya değer iki şey vardır: Birincisi, kör yılana Allah celle
celaluhu tarafından rızık ulaştırılması, ikinci Rasûlullah sallallahu aleyhi
veseiiem tarafından (o kimseye) elbise bağışlanmasıdır. Allahu Teâlâ bir
kimseye yardım etmek isteyince, yardım sebeplerini yaratmak O'nun için zor
mudur? Fakirlik ve zenginliğin bütün sebeplerini O yaratır. Samimi bir tevbenin
bereketiyle Rasûlullah sallallahu aleyhi veseiiem tarafından elbise ile
ödüllendirilmek övünülecek bir şeydir. Ayrıca acele ölüm sayesinde zenginlik
elde etmeye bir m
O sahâbi kendisine bu
kadar şiddetli zulüm yapan kafirlerin mallarından kendisi için rızık takdir
edildiğini tahmin edebilir miydi?Bir Allah dostu diyor ki: Ben ve arkadaşım bir
dağda kalıyorduk. Her an ibadetle meşguldük. Benim arkadaşımın geçimi ot,
yeşillik vs. gibi şeylerdi. Benim için Allahu Teâlâ şöyle bir intizam
yapmıştı; Bir ceylan benim yanıma her gün gelirdi. Benim yakınıma gelip
ayaklarını gererek durur, ben de onun sütünü içerdim. Sonra o giderdi. Uzun
zaman böyle geçti. Her gün o ceylan gelir, ben de onun sütünü içerdim.
Arkadaşımın kaldığı yer benden uzakta olan karşı dağdaydı. Bir gün o yanıma
geldi ve "Buraya yakın bir yere bir kafile gelip konaklamış. Haydi gidip o
kafiledekilerin yanına gidelim. Orada belki biraz süt ve ayrıca biraz yiyecek
bir şeyler buluruz" dedi. Ben baştan çok reddettimse de o çok ısrar edince
onunla beraber gittim. İkimiz kafileye ulaştık. Onlar bize yemek yedirdiler.
Biz yemekten sonra kendi yerlerimize döndük. Ondan sonra ben vakti geldiğinde
devamlı o ceylanı beklerdim. Ancak o gelmez oldu. Günlerce bekledikten sonra
anladım ki, bu günahımın uğursuzluğundan dolayı kendisiyle endişesiz bir hayat
geçirdiğim rızkım kapandı.Ravz adlı eserin sahibi diyor ki: Yukarıdaki olayda
görünürde üç şey günahtı: 1-Seçmiş olduğu tevekkülü terk etti. 2-Hırslandı ve
kendisine rahat içinde ve endişe etmeden gelen rızka kanaat etmedi. 3-Tayyib ve
temiz olmayan yemekten yedi. Bu yüzden temiz rızıktan mahrum oldu.Çok ibretli
bir kıssa. Biz çok defalar hırs ve açgözlülükten dolayı Allah'ın nimetlerinden
mahrum oluyoruz. Görünüş itibariyle dilenmek ve istemek neticesinde o anda bir
şeyler elde edilir. Ancak bunun kötü tesirinden dolayı, talep etmeden ve
kimseye minnet etmeden elde edilecek olan Allah'ın nimetinden mahrum olunur.Hz.
İmam Ahmed bin Hanbel rahmetuilahi aleyh'm şöyle bir duası vardır:
"Allah'ım! Alnımı
Sen'den başkasına secc'e etmekten koruduğun gibi, dilimi de Sen'den başkasından
dilenmekten (istemekten) koru" Allahümme Amin
2) Ebû
Hureyre radıyallahu anh'dan Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle
buyurdu: "Kim malını çoğaltmak için dilenirse, o Cehennem koru istemiş
olur. Dilerse az istesin, dilerse çok istesin".
(Müslim, Mişkat)
İZAH: Birinci
hadisi şerifte sadece Allah ceiie ceiaiuhu tarafından gaybi yardım ve desteğin
kapanacağı tehdidi vardı. Çünkü o hadiste zaruret !urumunda dilenmek söz
konusuydu. Bu hadiste ise zaruretsiz olarak yalnız kendi malını arttırmak için
dilenmek zikrolunmuştur. O halde bunda daha şiddetli tehdit vardır. Şöyle ki, o
Cehennem korları biriktirmektedir. Artık böyle bir insan, gönlü ne kadar
isterse o kadar kor biriktirmekte serbesttir.
Bir defasında Hz. Ömer
radıyallahu anh Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem'e, "Falan iki şahıs
kendilerine iki dinar verdiğiniz için sizi övüyorlardı" dedi. Bunun
üzerine Rasûlullah sailaitahu aleyhi vesellem, "Ben falanca şahısa 10
dinardan 100 dinara kadar verdiğim halde yine de böyle yapmadı" dedikten
sonra şöyle buyurdu: "Bazı insanlar dileniyorlar, ben onlar istediği için
veriyorum. Onlar da koltuklarının altlarına sıkıştırarak gidiyorlar. Ancak
onlar koltuklarının altına ateş sıkıştırarak gidiyorlar". Hz. Ömer
radıyallahu anh, "Ya Rasûlallah! Öyleyse neden veriyorsunuz?" dedi.
Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem, "Ben ne yapayım? Onlar istemeden
duramıyorlar. Allahu Teâlâ benim cimri olmamı istemiyor" buyurdu. Başka
bir hadisin lafzı şöyledir: Hz. Ömer radıyaliahu anh, "Ya Rasûlallah!
Mademki onun ateş olduğunu biliyorsunuz. O halde neden veriyorsunuz?"
dedi. Rasûlullah saiiai-lahu aleyhi vesellem, "Ne yapayım onlar dilenmeden
duramıyorlar. Allahu Teâlâ'da benim cimri olmama razı olmuyor" buyurdu.Hz.
Kabîsa radıyallahu anh buyuruyor ki: Ben bir yükü (yani ceza veya başka bir
şeyi) üzerime aldım. Yani bir şeye kefil oldum. Bu konuda yardım istemek için
Rasûlullah sallallahu aleyhi veseflem'in huzuruna vardım. Rasûlullah sailallahu
aleyhi vesellem, "Bekle, bir yerden sadaka malı gelince sana yardım
ederim" dedikten sonra Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle
buyurdu: "Kabîsa! İstemek sadece üç sınıf insan için caizdir; 1-Üzerine
bir yük almış bir şeye kefil olmuş veya başka bir şeyi üzerine borç olarak
kabul etmiş kimsedir. O kimse, o kadar miktar istesin ve dursun. Ondan
fazlasını istemeye hakkı yoktur. 2-Üzerine bir afet gelip de bütün malı telef
olan kimsedir (mesela, yangın veya malının tamamını alıp götüren âni bir afete
uğraması gibi). O kimsenin hayatını sürdürebilecek miktarda istemesi caizdir.
3-Yokluk içine düşen kimsedir. Hatta onun kavminden üç kişi onun yoksulluk
içinde kaldığını söylemelidir. O zaman o kimsenin hayatını sürdürebilecek
ölçüde istemesi caizdir. Bu üç sınıf insandan başka kim isterse o haram mal
yemiş olur".Diğer bir hadiste şöyle Duyurulmuştur: "Dilenmek iki kişi
için caiz değildir. 1-Zengin İçin, 2-Güçlü ve sağlıklı olan (çalışıp kazanmaya
gücü yeten) için. Şüphesiz 'ki insanı toprağa yapıştıran fakirlik veya insanı
perişan eden borç bir kişinin başına gelirse onun için de istemek caizdir. Kim
de malını arttırmak için isterse, kıyamet günü onun yüzü yara-bere içinde
olacak ve o, Cehennem korları yiyecektir. Dileyen fazla istesin dileyen de az
istesin". Yine bir hadiste şöyle geçmektedir: "Dilenmek, kıyamet
günü baştaki yaralar şeklinde olacaktır. Bundan dolayı dilenen kişinin yüzü
yara içinde kalacaktır. Gönlü isteyen yüzünün güzelliğini devam ettirsin.
Dileyen de (bu güzelliği) terk etsin, Elbette devlet başkanından (yani alma
hakkı bulunmak şartıyla Beytül Mal'dan) istesin veya mecburiyet derecesinde
isterse de bir sakınca yoktur". Bir başka hadiste şöyle buyurulmuştur:
"İnsan dilenir durur. Nihayet kıyamet günü yüzünde hiçbir et parçası
kalmaz".Hz. Mesud bin Amr radtyallahu anh diyor ki: Rasûlullah sallallahu
aleyhi vesel-/em'in yanına namazı kılınması için bir cenaze getirildi.
Rasûlullah sallallahu aleyhi veseilem, "Miras olarak ne bıraktı?"
buyurdu. Halk, "Birkaç altın bıraktı" dediler. Rasûlullah sallallahu
aleyhi veseilem, "Onlar birkaç Cehennem izidir" buyurdu. Hadisin ravisi
diyor ki: Ben Hz. Ebû Bekr radıyatiahu anh1 m azadlı Kölesi Abdullah bin
Kasım'a o kişiyle ilgili sordum, dedi ki; "O malını arttırmak niyetiyle
dilenirdi".Hadis kitaplarında buna benzer bir çok olay zikredilmiştir. O
rivayetlerde Rasûlullah sallallahu aleyhi veseilem miras olarak basit rakamlar
bırakmanın karşılığında Cehennem'de dağlanmak ve buna benzer tehditler
buyurmuştur. Alimler bu gibi rivayetlerle ilgili şunları yazmıştır: Bu durum
insanın önceden bir miktar parası olduğu halde yalan söyleyerek kendini tamamen
fakir ve muhtaç göstererek dilenmesi ve fakir olmadığı halefe kendini fukara
topluluğuna katmasındandır.İmam Gazali rahmetuiiahi aleyh buyuruyor ki:
Dilenmeyi yasaklayan pek çok rivayetler varid olmuş ve hadislerde çok şiddetli
tehditler gelmiştir. Ancak bununla birlikte bazı hadislerde buna izin
verildiği anlaşılmaktadır. Bunun açıkça izahı şudur; Aslında suâl (dilenmek)
haramdır. Ancak mecburiyet derecesinde veya mecburiyete yakın hacet durumunda
caizdir. Eğer bu iki durum yoksa dilenmek haramdır. Haram olmasının sebebi
şudur; Dilenmek üç şeyden uzak değildir. O üç şeyde haramdır. 1-Dilenmekte
Allahu Teâlâ'yı açıkça şikayet vardır. Bir bakıma O'nun ihsanının azlığı ve
yetmezliği (açıklanmış olmaktadır). Mesela bir köle birinden dilense bunun
manası şudur ki, onun efendisi ona darlık göstermektedir. Bunun gereği
dilenmek çok şiddetli bir mecburiyet olmadan helal olmamalıdır. Örnek olarak
şiddetli mecburiyet durumunda leş yemek helaldir. 2-Dilenmek-te, isteyen
kimsenin kendi nefsini Allah'tan başkasının önünde zelil etmesi vardır.
Mü'minin şanına yakışan şudur ki, o kendini Allah'tan başka kimsenin önünde
zelil etmez. Şüphesiz o yüce Mevlâ'nın huzurunda kendini zelil etmek insan için
bir izzettir. Çünkü sevgilinin önünde zillet ve acizlik bir lezzettir.
Mevlâ'nın önünde aciziyetini açıklamak saadettir. 3-Dilenmekte, kendisinden
istenilen kimseye çoğu zaman eziyet etmek vardır. Genellikle veren kimsenin
kalbi isteyerek vermeye yönelmemektedir. Ancak utandığından veya başka.bir
sebepten dolayı vermektedir. Öyleyse eğer o utanarak veya gösteriş için
veriyorsa, o mal alan için de haramdır. Bir de o kimse vermeyi reddetse de
bazen bundan dolayı üzülür. Çünkü bu durumda o kişi görünüşte cimri olmuş
olur. O halde dilenmekte her halükarda eziyet ihtimali vardır. Buna sebebiyet
verende o dilencidir. Bir mecburiyet olmadan birine eziyet vermek haramdır. Bu
mesele zihinlere iyice yerleştikten sonra Rasûlullah sallallahu aleyhi
veseiiem"\n dilenmeye karşı bu kadar şiddetli tehditler buyurmasının
sebebi de açığa çıkmış olmaktadır. Rasûlullah aleyhi veseilem buyuruyor ki:
"Kim bizden dilenirse, biz ona veririz (biz ne den vermeyelim ki o kişi
dilenmesinin caiz olup olmamasından kendisi mesuldür). Kim müstağni olursa
(yani dilenmezse ve Allah'tan zenginlik isterse), Allah onu zengin kılar. Kim
de bizden istemezse, o bize, bizden isteyenden daha sevimlidir".Bir başka
hadiste Rasûlullah sallallahu aleyhi veseilem şöyle buyuruyor: "İnsanlardan
müstağni olun (onlara ihtiyacınızı arzetmeyin). İstemek ne kadar az olursa o
kadar iyidir". Hz. Ömer radıyaiiahu anh bir dilencinin akşamdan sonra dilendiğini
gördü ve birine onu yedirmesini söyledi. O kişi hemen emri yerine getirerek
ona yemek yedirdi. Sonra Hz. Ömer radıyaiiahu anh o kimsenin dilenme sesini
duyunca yemek yediren şahsa, "Ben sana ona yemek yedirmeni
söylemiştim" dedi. Adam, "Ben yedirdim" dedi. Hz. Ömer
radıyaiiahu anh dilenciye dönüp baktı. Onun koltuğunda bir torba vardı. İçinde
pek çok ekmek vardı. Hz. Ömer radıyaiiahu anh ona, "Sen sâil değil
tacirsin (yani sen muhtaç olduğundan dolayı değil, ticaret için dileniyorsun).
O ekmekleri toplayıp satacaksın" buyurdu. Sonra onun torbasını alıp zekat
olarak verilen develerin önüne döktü. Ona da bir kırbaç vurdu ve "Bir
daha böyle yapma" dedi. imam Gazali rahmetuiiahi aleyh diyor ki: Eğer
dilenmek haram olmasaydı. Hz. Ömer radıyaiiahu anh ne o kişiye vurur ne de onun
elindeki ekmekleri alırdı. Bazı kimseler buna itiraz etmişlerdir. Onlar
diyorlar ki; "Hz. Ömer radıyaiiahu anh'ın vurması bir uyarı ve te'dîb
olabilir. Ancak onun malını alması zulümdür. Şeriat kimsenin malının elinden
alınması gibi bir ceza koymamıştır". Ancak bu itiraz gerçeği bilmemekten
kaynaklanmaktadır. Yahu Hz. Ömer radıyaiiahu anh'ın dindeki anlayışına (fıkıh
bilgisine) başkaları nasıl ulaşabilir? Hz. Ömer hakkında, "Efendim o
başkalarının malının alınmasının caiz olmadığı konusunu bilmiyordu" diye
bir zan yapılabilir mi? Veya, "Meseleyi bildiği halde haram olan bir fiile
(yani dilenmeye) karşı öfkelendi ve (neûzü billah) öfke halinde böyle
yaptı" veya "Gelecekte dilenmeyi önlemek için maslahattan dolayı
böyle caiz olmayan bir yola baş vurdu" diye yorum yapılabilir mi? Eğer
böyle olsaydı zaten onun bu fiili (yani maslahat icabı caiz olmayan bir yolu
seçmesi) caiz olmazdı. Aksine (gerçek) durum şudur; O kişi ihtiyacı olmadığı
halde dilenmiştir. Ona yardım edenler, onu fakir ve muhtaç zannederek
vermişlerdir. O halde bu mal hile ve aldatma yoluyla eline geçtiğinden onun
mülkiyetine geçmemiştir. Asıl sahiplerinin tespit edilmesi de artık zordu.
Netice olarak bu sahibi bilinmeyen bir Lukta (yani kayıp mal) hükmündedir. O
halde onun harcanacağı yer (Beytül Mal'a ait) Mesâlih-i Âmme'dir.[25]
Bundan dolayı (o ekmekler) zekat olarak verilen (ve Beytül Mal'a ait olan)
develere yedirilmiş-tir. O fakirin hali, günahlarla meşgul olan bir şahsın,
kendisini sûfi gibi göstererek sadaka toplamasına benzer. Eğer sadaka veren
kimseler onun halini bilselerdi asla vermezlerdi. O kimsenin alması caiz
değildir. Aldığı şeyleri sahibine geri iade etmesi gerekir.Dilenmenin yalnız
zaruret anında caiz olduğu meselesi kesinleştiğine göre şunu bilmeli ki
zaruretin dört derecesi vardır: 1-lztırar ve çaresizlik derecesi, 2-lz-tırar
sınırından aşağıda olan şiddetli ihtiyaç, 3-Basit ihtiyaç, 4-İhtiyaçsızlık. Birinci
dereceye m
3) Hakîm bin
Hizam radıyaiiahu anh diyor ki: Ben Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'üen
(birşeyler) istedim. O da verdi. Sonra yine istedim, yine verdi. Sonra,
"Ey Hakim! Muhakkak bu mal yemyeşil ve tatlıdır (yani görünüşü güzeldir,
kalplere lezzet verir). Öyleyse kim onu tok gözlülükle alırsa o kendisine
bereketli kılınır. Kim de onu hırs ve aç gözlülükle alırsa o kendisine
bereketli kılınmaz. O kimse (açlık hastalığına yakalandığından) yiyip de
doymayan kimseye benzer. Yukarıdaki el aşağıdaki elden daha hayırlıdır (yani veren el alan elden daha üstündür)". Hakim radıyaiiahu anh diyor ki: Ben, "Ya
Rasûlallah! Seni hak üzere gönderen Zât'a yemin ederim ki, ölene kadar senden
sonra kimseyi asla rahatsız etmeyeceğim" dedim. (Müttefekun
aleyh, Mişkat)
İZAH: Yani,
"Artık ömür boyu asla kimseden dilenmeyeceğim" demektir. Bazı
rivayetlerde bu hadisten sonra şu ifadelerde geçmektedir. "Ondan sonra Hz.
Ebû Bekr Sıddık radıyaiiahu anh kendi halifeliği zamanında Beytül Mal'da
bulunan fey[33]hakkını vermek için Hz.
Hakîm radıyaiiahu anh1] çağırır, o ise bunu kabul etmezdi. Sonra Hz. Ömer
radıyaiiahu anh zamanında da aynı davranışı devam etti. Hz, Ömer radıyaiiahu
anh Hakîm radıyaiiahu anh'a payını vermek için çağırır, o da almayı reddedirdi.
Hz. Ömer radıyaiiahu anh halkı şuna şahit kıldı ki; <Ben hissesini vermek
üzere Hakîm'i çağırıyorum, o ise almıyor>. Hz. Hakîm radıyaiiahu anh ahirete
intikal edene kadar kimseden bir şey almadı".[34]Bir
başka hadiste şöyle geçmektedir: Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'e
Bahreyn'den mal geldi. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi voseiiem o maldan ilk önce
Hz. Ab-bas radıyaiiahu anh'a verdi. Ondan sonra Hakîm radıyaiiahu anh'\ çağırdı
ve avucunu doldurarak ona da verdi. O, "Ya Rasûlallah! Onu almak benim
için iyi mi, yoksa kötü mü?" dedi. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem,
"Kötü" buyurdu. Bunun üzerine o iade etti ve "Ben kimsenin
bağışını kabul etmeyeceğim" diye yemin etti. Sonra Hakîm radıyaiiahu anh,
"Ya Rasûlallah! Allahu Teâlâ'nın bende bulunan şeylere bereket vermesi
için dua ediniz" diye ricada bulundu. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi Allahu
Teâlâ'nın onun eliyle kazandığı şeylere bereket vermesi için dua etti.[35]Hz.
Muâviye radıyaiiahu anh Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesellem'ln şöyle buyurduğunu
nakletmiştir: "istemekte ısrar etmeyin. Allah'a yemin olsun ki, kim benden
bir şey ister de, sadece onun istemesinden dolayı (kendim hoşlanmadığım halde)
ona bir şey verirsem, onda bereket olmaz". Bir başka hadiste şöyle
buyu-rulmuştur: "Ben kime gönül rızasıyla bir şey verirsem, onda bereket
olur. Kime de onun hırs ve dilenmesinden dolayı gönlümün rızası olmadan bir şey
verirsem, o kişinin m
4) Hz. Hâlid
bin Ali radıyaiiahu anh diyor ki: Ben Rasûlullah saiiaiiahu aiey- şöyle
buyurduğunu işittim: "Kime istemeden ve işrâfı nefs itmeden (yani hırs ve
aç gözlülük etmeden) kardeşi tarafından güzel bir şey ulaşırsa, onu kabul etsin
ve reddetmesin. Bu Allah Azze ve Celle'nin ona gönderdiği bîr
rızıktir".
(Ahmed, İbniHibban, Hâkim, Terğib)
İZAH: Bir çok
hadislerde şu konu geçmiştir: Eğer İstemeden ve aç gözlü olmadan bir hediye
gelirse onu kabul etmelidir. Çünkü onu geri iade etmek Allah'ın nimetine
nankörlüktür ve onu tepmektir. Bundan dolayıdır ki çoğu din büyükleri
tabiatları hoşlanmasa da hediyeyi kabul etmektedirler.Hz. İbni Ömer radıyallahu
anhuma buyurdu ki: Rasûlullah sallallahu aleyhi vesel-tem bana bağış olarak
bazı şeyler verdi. Ben de, "Ya Rasûlallah! Benden daha fazla ihtiyaçlı
olan birine veriniz" deyince Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle
buyurdu: "Hayır, al. Bir mal istemeden ve mal hırsı olmadan gelirse onu
al. Sonra dilersen onu kendin kullan, dilersen sadaka olarak ver. Bir mal
kendisi gelmezse ona iltifat bile etme". Hz. İbni Ömer radıyaiiahu
anhuma'nm oğlu Salim radıyaiiahu anh diyor ki: Bu hadisten dolayı Hz. İbni
Ömer'in âdeti şöyleydi; O asla kimseden bir şey istemezdi. Bir yerden bir
şeylerjelirse onu da reddetmezdi.Buna benzer bir olayda Hz. Ömer radıyaiiahu
anh'm başından geçmiştir. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesellem ona bir şeyler
verdi. Hz. Ömer radıyaiiahu anh onu İade etti. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
vesellem, "Neden geri iade ettin?" buyurdu. Hz. Ömer radıyaiiahu anh,
"Siz, <Bİzim için en hayırlısı kimseden bir şey a!mamaktır> buyurmuştunuz"
deyince Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesellem buyurdu ki: "Ondan kasıt isteyerek
almaktır. İstemeden bir şeyin gelmesi Allah tarafından verilen bir rızıktır.
Onu Allah celle celaluhu ihsan etmiştir". Hz. Ömer radıyaiiahu anh,
"Ya Rasûlallah! O halde benim canım kudret elinde oian Allah'a yemin olsun
ki bundan sonra asla kimseden bir şey istemeyeceğim. İstemeden gelirse kabul
edeceğim" dedi.Abdullah bin Âmir radıyaiiahu anh bir elçiyle Hz. Aişe
radıyaiiahu anha'ya biraz para ve biraz kumaş gönderdi. Hz. Aişe radıyaiiahu anha,
"Benim âdetim kimseden bir şey almamaktır" diyerek geri gönderdi.
Elçi geri dönüp gitmeye başladı, tam evden çıkmıştı ki Hz. Aişe radıyaiiahu
anha onu geri çağırdı ve o hediyeyi aldı sonra, "Ben bir şey hatırladım.
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem bana, <Ey Aişe istemeden bir şey
gelirse onu kabul et O mal Allah tarafından sana gönderilen bir rızıktır>
buyurmuştu" dedi.Galiba bu ilk zamanlardaki bir kıssadır. Ondan sonra Hz.
Aişe radıyaiiahu anha hediyeleri kabul etmeye başladı. Bir çok Sahâbe-i
Kiram'dan Hz. Aişe radıyaiiahu anha'ya çok büyük paraların takdim edildiği ve
Hz. Aişe radıyaiiahu anha'nın onları alır almaz taksim ettiği bir çok
rivayetler de varid olmuştur.Vâsıl bin Hattab radıyaiiahu anh diyor ki: Ben
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesellem e, "Siz, <Kimseden bir şey
istemeyin> diye bir şey söylediniz mi?" dedim. Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi veseiiem, "Evet ben istemekle ilgili söylemiştim. Ancak eğer
istemeden Allahu Teâlâ bir şey verirse onu alıver. O Allah'ın sana vermiş
olduğu bir nzıktır" buyurdu. Hz. Ebû Hureyre radıyaiiahu anh da Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem'm şöyle buyurduğunu naklediyor: "Kime Allah
cetie celaluhu istemeden bir şey verdirirse onu kabul etsin. O Allah tarafından
o kimseye gönderilen bir nzıktır". Âbid bin Ömer radıyaiiahu anh da
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesellem'ln şöyle buyurduğunu naklediyor:
"Kime istemeden ve hırs etmeden bir mal verilirse o malla kendi
harcamalarında bolluk meydana getirmesi gerekir. Eğer kendisinin ona ihtiyacı
yoksa o zaman kendisinden daha fazla ihtiyacı olan birine vermesi
gerekir". Hz. İmam Ahmed bin Hanbel rahmetuiiahi aleyh1 \n oğlu Abdullah
diyor ki: Ben babama, "İsrafı nefs (hırs ve aç gözlülük) nedir?" diye
sordum, buyurdu ki: "Kalbinden, <Bu şahıs bana bir şeyler verecek. Falan şahıs bana bir şey gönderecek> diye
kalbinden geçirmendir"[38]
Işraftn asıl manası gizli gizli hırsızlama bakmaktır. Nefsin israfı ise Nefsin
mala gizlice (hissettirmeden) bakması ve onu sinsice beklemesidir. İmam Ahmed
bin Hanbel rahmetuiiahi aleyh'm buyurduğu gibi kalpten "Şu adam bana bir
şeyler verecek" düşüncesinin geçmesidir. Bundan dolayı alimlerin çoğu
israfı, hırs ve aç gözlülükle ifade etmişlerdir. Çünkü bunda da nefsin,
"Bana bir şeyler verilsin" arzusu bulunmaktadır.Allâme Aynî rahmetuiiahi
aleyh buyuruyor ki: "Bazıları israfı Nefsin manası şiddetli hırstır
demişlerdir. Bazı alimler de işraf-ı Nefs, veren kişinin nefsine ağır gelerek
vermesidir, dediler". İmam Gazali rahmetuiiahi aleyh, talep etmeden bir
yerden gelen şeyi kabul etmenin adabı hakkında şöyle yazmaktadır: Bu konuda
Üzerinde düşünülmeye ve fikredilmeye değer üç şey vardır. Birincisi mal,
ikincisi verenin maksadı, üçüncüsü alanın maksadı. Yani ilk önce malın durumuna
bakmak lazımdır. Eğer haram veya şüpheli malsa ondan sakınmak gerekir. Ondan
sonra verenin maksadına bakmak gerekir ki, o hangi niyetle vermektedir. Yani
başkasının kalbini sevindirmek ve onun sevgisini arttırmak İçin hediye niyeti
ile mi veriyor? Veya sadaka niyetiyle mi veriyor yada şöhret yapmak ve ün salmak
gayesiyle mi veriyor? (Yahut başka bir bozuk niyetle mi veriyor? -ki onun
açıklaması ikinci hadiste gelmektedir-) Eğer sadece hediye ise onu kabul etmek
sünnettir (pek çok hadislerde hediye vermek ve hediyeyi kabul etmekle ilgili
teşvikler geçmiştir). Bu, alan kişi üzerine minnet (iyilik etmek ve yük) olmak
şeklinde olmamalıdır. Eğer minnet ve yük altında kalma durumu varsa
reddetmekte bir sakınca yoktur. Eğer hediye fazla miktarda olduğundan dolayı
minnet olursa ondan bir miktar alıp bir miktarını geri iade etmekte de bir
sakınca yoktur.Bir şahıs Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem e yağ peynir ve
bir koç takdim etti. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesellem yağ ve peyniri kabul
etti. Koçu geri iade etti. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vese/tem'in bazı hediyeleri
kabul edip bazılarını reddetmek yüce âdetlerindendi. Bir defasında Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu: "Ben istiyorum ki Kureyş'ten
veya Ensardan veya Sakif kabilesinden yahut Devs kabilesine mensup insanlardan
başka kimsenin hediyesini kabul etmeyeyim". Bu irşadın temeli şuydu:
BirA'rabi köylü Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesellem e bir dişi deve takdim
etti. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseitem'\r\ âdeti şerifi, hediyeye
mukabelede bulunmak olduğundan devenin karşılığında ona altı deve verdi. Köylü
bunu az buldu. Çünkü o bundan daha fazlasını ümid ediyordu. Bundan dolayı o
üzüntülü olduğunu belli etti. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem bu olayı
öğrenince vaazında bunu zikrederek (yukarıdaki) niyetini açıkladı. Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem hediye konusunda istisna ettiği insanların ihlasına
itimad ediyordu.[39]Tabiinden olan büyük
zatların âdetlerinin de böyle olduğu çok sık nakledilir. Şöyle ki; hediyelerin
bazılarını kabul eder, bazılarını da reddederlerdi. Bir adam Feth bin Şehref
Mûsilî mhmetuiiahi aieytis içinde 50 dirhem bulunan bir kese takdim etti. O
buyurdu ki: "Bana Rasûluüah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'm şu hadisi ulaştı;
<Kime talep etmeden bir rızık gelir de, o kişi onu geri iade ederse, o Allah'ın
verdiği rızkı iade etmiş olur>". Ondan sonra o keseyi aldı ve içinden
bir dirhemini kabul edip kalanını geri iade etti.Hasan Basrî rahmetuiiahi
aleyh de aynı îiadisi rivayet ediyor. Ancak bir adam ona, içinde dirhem bulunan
bir kese ve içinde Horasan'ın ince kumaşlarından bulunan bir bohça getirdi.
Hasan Basri rahmetuiiahi aleyh bunları geri verdi ve şöyle buyurdu: "Kim
benim oturduğum makama oturur da (yani vaaz-u nasihat hidayet ve irşad etme
makamında bulunursa), sonra da insanlardan bu gibi şeyleri kabul ederse o
kimse hiçbir payı olmadığı halde Allah'a kavuşur (yani ahirette ona hiç bir şey
verilmeyecektir). Çünkü bunda dini işlerde karşılık ve bedel alma şaibesi
vardır".Hz. Ubâde radıyaliahu anh buyuruyor ki: Ben Ashabı Suffe'ye
Kur'an-ı Kerim okuturdum. Onlardan biri bana bir yay hediye etti. Ben, "Bu
bir mal değildir. Onu Allah yolunda cihadda kullanırım" diye düşündüm.
Sonra "Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'e bir sorayım" dedim ve
sordum. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Eğer sen
ateşten bir halkanın boynuna takılmasını istiyorsan onu al"Hasan Basri
rahmetuiiahi aieyti'm bu davranışından (ve Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem'm hadisinden) anlaşıldı ki; hediye kabul etme meselesinde alim ve
vaizlerin durumu daha ağırdır. Buna rağmen Hz. Basri rahmetuiiahi aleyh {kendi
özet) dostla-rının hediyelerini kabul ederdi. (Çünkü orada bir bedel ödeme
şüphesi yoktu),
İkinci olarak gelen
malın sadaka mı veya zekat mı olduğuna bakılmalıdır. Eğer o mal zekat ise onu
alacak kişi zekat almaya müstahak olup olmadığına bakmalıdır. (Bu durumun
açıklaması zekat bölümünün sonunda geçmiştir). Eğer (verilen şey) zekatın
dışınca kalan bir sadaka ise onu alacak olan kimse, verecek olan kimsenin niçin
verdiğine bakmalıdır. Eğer verilen sadaka, alanın dindarlığından dolayı
veriliyorsa, o zaman alan kişi kendi haline bir göz atmalıdır. Yani gizlice herhangi
bir günahı işliyor olmamalıdır. (Öyle bir günah ki) eğer sadakayı veren kimse
bu günahı bilse asla (ona bir şey) vermez ve tabiatı o kişiden nefret ederdi.
Eğer sadakayı alan böyle bir günah işliyorsa, o sadakayı alması caiz değildir.
Bu duruma şöyle örnek verebiliriz; bir kimse bir adamı âlim zannederek bir şey
verse, ancak o kimse halis cahil ise veya bir kimse bir adamı Seyyid (yani
Peygamber saiiaiiahu aleyhi veseiiem'm torunlarından biri) zannederek verse,
ancak o adam Seyyid değilse, o takdirde bunların (cahilin ve Seyyid olmayanın)
o malı almaları asla caiz değil ve kesinlikle haramdır.Eğer veren kimsenin
maksadı övünmek gösteriş ve şöhretse, onu asla kabul etmemek gerekir. Çünkü bu
bir masiyettir. Onu alan kişi bu günahta o kimseye'yardımcı olmuş olur.
(Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem övünmek için yemek yediren kimselerin
yemeğini yemeyi yasaklamıştır).[40]Hz.
Süfyan Sevrî rahmetuiiahi aleyh bazı hediyeleri şöyle diyerek geri çevirirdi:
"Eğer ben veren kimsenin bunu öğünerek anlatmayacağına kesin olarak
inansam alırım". Bazı zatlara hediyeleri geri çevirdikleri için itiraz
edilince, "Veren kişiye acıdığımdan geri çeviriyorum. Çünkü o bunu insanlara
anlatıyor. Bu yüzden sevabı gidiyor. O halde sevap kazanmadığı halde onun malı
neden zayi olsun?" demişlerdir.Üçüncü olarak, alan kişinin maksadıdır.
Eğer o kişi muhtaç ise ve malda 1 ve 2. sırada saydığımız afetlerden korunmuş
ise onu almak efdaldir. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle
buyurmuştur: "Eğer sadakayı alan muhtaç ise sadaka almasının sevabı
verenin sevabından az değildir". Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem
şöyle buyurdu: "Allahu Teâlâ kime istemeden ve kalbinden geçirmeden bir
mal verirse, o Allah'ın ihsan ettiği bir rızıktır".Bu konuyla ilgili bir
çok rivayetler yukarıda geçmiştir. Alimler buyurdular ki: "Kim istemeden
geleni almazsa istediği zaman da kendine bir şey gelmez". Hz. Sİrri Sakati
rahmetuiiahi aleyh, Hz. imam Ahmed bin Hanbel rahmetuiiahi aieyh'm yanına
hediye gönderirdi. Bir defasında o hediyeyi geri çevirince Hz. Sİrrî
rahmetuUahi aleyh buyurdu ki: "Ahmed! Geri çevirmenin vebali almanın
vebalinden daha ağırdır". Hz. Ahmed bin Hanbel rahmetuiiahi aleyh,
"Sözünüzü bir daha tekrarlayınız (tâ ki ben onu düşüneyim)" dedi. Hz.
Sirrî Sakatı rahmetuiiahi aleyh, "Geri çevirmenin vebali, almanın
vebalinden daha ağırdır" buyurdu. Hz. Ahmed bin Hanbel rahmetuiiahi
aleyh, "Yanımda bir aylık geçinecek miktar olduğu için geri çevirdim. O
sizin yanınızda kalsın bir ay sonra bana veriniz" dedi.Bazı alimler şöyle
buyurmuştur: İhtiyacı olduğu halde (verilen şeyi) almayan kimse herhangi bir
cezaya mübtela olur. Eğer kişide hırs meydana gelirse veya şüpheli mal almak
gerekirse yahut bir afet öylesine gelirse ve eğer bu mala ihtiyacı da yoksa, o
zaman şuna bakmalıdır; kendisi infiradi bir hayat mı yaşıyor yoksa içtimai bir
hayat mı? Yani eğer yalnız başına yaşıyorsa ve başka insanlarla ilişkileri
yoksa, böyle bir adamın ihtiyacından fazlasını alıp, yanında tutmaması gerekir.
Çünkü bu sadece arzulara tabi olmaktır ve o kişiyi fitneye mübtela kılmaya
sebeptir. Eğer herhangi bir sebepten dolayı almışsa onu başkalarına taksim etmelidir.
İmam Ahmed bin Hanbel rahmetuiiahi aleyh Hz. Sirrî rahmetuiiahi a/ey/j'in
bağışını kendisinin buna ihtiyacı olmadığından kabul etmemişti. Bir de alıp da
onun taksimi ve harcanmasıyla kendi vakitlerini meşgul etmeyi kabul etmedi.
Çünkü bunda pek çok afetler ve zorluklar vardır. Afet mahallinden uzak durmak
ihtiyatın gereğidir. Çünkü şeytanın hilesinden hiçbir zaman emin
olunamaz.Mekke'de oturmakta olan bir şahıs diyor ki: Benim yanımda biraz dirhem
vardı. Onları Allah yolunda sarf etmek için saklıyordum. Tavafını bitirmiş bir
fakir gördüm. (Kabe'nin örtüsüne yapışmış) çok sessizce şöyle diyordu;
"Allah'ım Sen biliyorsun ki ben açım. Ey Allah'ım Sen biliyorsun ki ben
çıplağım. Ey başkalarını gören ve Kendisini kimsenin görmediği Yüce
Zât!". Ben o fakire göz gezdirince onun bedeni üzerinde eskimiş iki bez parçası
gördüm ki, onlar onun vücudunu örtmüyordu. Ben kalbimden, "Benim
dirhemlerimin sarfedileceği bundan daha hayırlı bir yer bulamam" diye
düşündüm. O dirhemlerin hepsini onun önüne koydum. Onlardan sadece beş dirhem
alarak gerisini bana iade etti ve "Dört dirhem iki peştemalin bedelidir.
Bir dirhem de üç günlük yemeğe sarf olacaktır. (Bir dirhem yaklaşık 3,2 gr
gümüş'tür). Ben ikinci gece onun üzerinde iki yeni bez parçasının olduğunu
gördüm. Benim kalbimde onunla ilgili tehlikeli bir şey geçti. O bana baktı ve
elimi tutarak kendisiyle birlikte tavaf yaptırdı. Tavafın yedi dönüşünde her
adım başı ayağımın altında değerli madenlerin dolu olduğunu hissettim. Onlar
ayağımın altında hareket ediyorlardı. Onlar arasında altın, gümüş,yakut, inci
ve diğer mücevherler vardı. Ben onları görüyordum. Fakat diğer insanlar
görmüyorlardı. Ondan sonra o adam bana, "Allah ceiie ceiaiuhu bütün
bunları bana ihsan etti. Ancak ben bunlardan almak istemiyorum. İnsanların
elinden alıp harcıyorum. Çünkü bunda kendilerinden aldığım insanlar için de
kazanç vardır. Allah'ın Rahmeti de onlar üzerine inmektedir" dedi.Bu
olayları anlatmaktan maksat şudur: İhtiyaçtan fazlasını almak fitneye sebeptir.
Allah tarafından onu hangi işe harcadığına dair bir imtihandır. İhtiyaç kadar almak
Allah'ın Rahmeti'dir. Öyleyse insanın rahmet ve imtihan arasında ayırım yapması
gerekir. Allahu Teâlâ buyuruyor ki:"Biz kimin daha iyi amel işlediğini
imtihan etmek için yeryüzündeki varlıkları, yeryüzünün süsü ve yaldızı
yaptık" (Kehf-7) (Yanı kim bu süse ve yaldıza kapılarak Allahu Teâlâ'dan
gafil oluyor ve kim de ondan yüz çevirip Allah ile meşgul oluyor). Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem buyuruyor ki: "İnsanın üç şeyden başkasında
hakkı yoktur: 1-Belini doğrultacak kadar yemek, 2-Bedenini örtecek kadar elbise,
3-İçinde insan barınabilecek kadar bir ev. Bunların dışında ne varsa hepsinin
hesabı vardır. Bu üç tanesinden zaruret kadar olanı mükâfata sebeptir, insan
bundan fazlasında Allah'a isyan etmese bile kesin hesap vardır. Eğer isyan ederse
azab vardır. O halde zaruretten fazla bir şeyler var ise onu muhtaç olanlara
sarf etmelidir.Bütün bunlar infiradi hayatın haliydi. Eğer bir kimsenin hayatı
içtimai ise onun tabiatında cömertlik ve ihsan maddesi varsa fakirler ve
salihler topluluğu ona bağlıysa onların ihtiyaçlarını da yerine getirmek
gerekiyorsa, o zaman böyle bir şahsın ihtiyacından fazlasını almasında bir
sakınca yoktur. Ancak aldıktan sonra çok âcil bir şekilde sarf etmeli ve
ihtiyaç ehline taksim edilmelidir. Bir gece bile onu kendi yanında tutmak bir
fitnedir. Çünkü kalpte onun düşüncesi doğmaya başlar ve insanın tabiatı onu
harcamaktan çekinebilir. Hatta böyle bir şahsın Allah'a güvenerek borç alıp,
onu harcamasında bir sakınca yoktur. Allahu Teâlâonun borcunu Ödeyecektir.[41]
5) Hz.
Enesanadan Rasûlullah buyurdu: »Sizden biriniz birine bir borç verirde o borçlu
kimse borç veren ktaL hir hedive verir veya bineğine bindirirse, ne onun
hediyesini kabul e sene de oLVb eğine
binsin. Ancak bu gibi muameleler daha onc aralarında cereyan ediyorsa bunda bir
sakınca yoktur». Mâce,
İZAH: Yani
eğer önceden beri aralarında hediyeleşmek veya onun bir şeyini ödünç alıp
kullanmak vs. gibi ilişkiler varsa o zaman borç durumunda da hediye kabul
etmekte bir sakınca yoktur. Eğer önceden böyle ilişkiler yoksa şimdi borç
aldığı için böyle yapıyorsa o zaman o faiz olur.Bir başka hadiste şöyle
geçmektedir: Hz. Ebû Bürde radıyallahu anh diyor ki: Bana Hz. Abdullah bin
Selam radıyallahu anh buyurdu ki; "Siz faizin çok revaçta olduğu bir yerde
oturuyorsunuz. Öyleyse herhangi bir şahıstan alacağınız bir hak varsa, sonra o
sizin yanınıza bir çuval kül veya bir çuval ot koysa, onu almayınız zira o
faizdir"[42] O halde hediye kabul
etmek konusunda veren kişinin herhangi bir bozuk maksadının olup olmadığına
bakmak gerekir. Mesela, borç durumunda hediye vermek faiz olmakla beraber,
"Alacaklı borcunu istemesin" diye bir gaye de varsa bu aynı zamanda
faizle birlikte rüşvettir de. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi ve-seiiem pek çok
hadisi şeriflerinde rüşvet alana da verene de lanet etmiştir.Hz. Abdullah Ibni
Ömer radıyallahu anhuma buyurdu ki: "Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem
rüşvet alana ve rüşvet verene lanet etmiştir". Bir başka hadiste Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseilem şöyle buyurmuştur: "Rüşvet alana, rüşvet verene
Allah lanet etmiştir". Diğer bir hadiste, "Rüşvet alan da rüşvet
veren de Cehen-nem'dedir" buyuruimuştur. Yine bir hadiste şöyle
buyurulmuştur: "Bir kavimde faiz revaç bulursa, onlar üzerine kıtlık
musallat olur. Hangi kavimde rüşvet ortaya çıkarsa onların düşmana karşı
cesaretlen gider ve korku içinde kalırlar". Bir çok hadiste şöyle
geçmiştir: "Rasûiullah saiiaiiahu aleyhi veseilem rüşvet alana da rüşvet
verene de ve bu muamelede aracı olana da lanet etmiştir"[43]Rasûl-i
Ekrem saiiaiiahu aleyhi veseilem bir şahsı sadakaları toplamak için gönderdi. O
işini bitirip dönünce Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'm huzuruna gelerek,
"Bu mal sadaka olarak verildi, şunu da halk bana hediye olarak verdi"
dedi. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem vaazında bunun üzerine uyarıda
bulunarak şöyle buyurdu: "Bazı insanlar halktan sadaka malı toplamak için
gönderiliyor. Gelince de, <Bu sadaka malıdır. Şu ise bana hediye olarak
verildi> diyor. O kendi babasının veya anneciğinin evinde otursaydı da,
kendisine hediye verilip verilmeyeceğine bir baksaydı".[44]Önceki
hadislerde borçlanma durumunda Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem şöyle
buyurmuştu: "Eğer borç muamelesi olmadan önce de bu hediye verme -durumu
var ise o zaman bunda bir sakınca yoktur". Yukarıdaki azarlamada da şuna
işaret edilmiştir. Bir kimseye idareci olmadığı bir durumda evinde otururken
hediye geliyorsa, o hediyedir. Ancak bir hediye idareci olduğundan dolayı
veriliyorsa, o hediye değildir. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem buyurdu
ki: "Bir kimse birini himaye edip kayırsa, bu himayesinden dolayı
kendisine hediye verilse, o da hediyeyi kabul etse, faiz kapılarından çok büyük
bir kapıya dahil olur".[45]Hz.
Muaz radıyallahu anh diyor ki: Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem beni
Ye-men'e vali tayin edip gönderince arkamdan bir adam gönderdi. Beni yoldan
geri çağırdı. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseüem, "Biliyor musun ben
seni niçin çağırdım? Benim iznim olmadan hiçbir şey alma, bu hıyanet
olur".
"Kim hıyanet
ederse, Kıyamet gününde hıyanet ettiği şeyi (yüklenerek mahkemeye)
getirir".
(Âli lmran-161)
Hz. Ebû Hureyre
radıyallahu anh buyurdu ki: Hz. Rifâe radıyallahu anh bir köleyi Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiemG hediye olarak takdim etti. Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi veseilem ile birlikte Hayber gazvesine gitti. O bir yerde Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem'm devesine yük bağlıyordu ki, bir yerden bir ok
gelip ona
6) Hz. İbni
Mes'ud radıyaifahu anh'dan rivayete göre Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem
şöyle buyurdu: "Kıyamet günü hiçbir insanın ayağı beş şeyden
sorgulanmadan (ve makul bir cevap alınmadan, hesap yerinden) ayrılmaz.
1-Ömrünü hangi İşte harcadığı, 2-Gençliğini hangi şeye sarf ettiği, 3-Ma-lı
nereden kazandığı, 4-Malı nereye harcadığı, 5-İlmiyle ne amel yaptığı". (Tirmizi, Mİşkât, Terğib)
İZAH: Bu
hadisi şerif pek çok sahabeden nakledilmiştir. Burada Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi veseiiem kıyamet hesabının fihristini kısaca saymıştır. Başka hadislerde
bunların her biriyle ilgili çeşitli ifadeler kullanılarak, bunlar üzerine
uyanlar yapılmıştır.İlk önce sorulup da cevabı istenecek şey, her nefesi son
derece kıymetli bir sermaye olan "Ömrünü hangi şeye harcadın?"
sorusudur. Biz insanlar niçin yaratıldık? Bizim hayatımız herhangi bir maslahat
için mi, herhangi bir iş için mi dir? Yoksa boşu boşuna mı yaratıldık? Allahu
Teâlâ bu konuya dikkatleri şöyle çekmiştir:"Sizi boşuna yarattığımızı ve
Bize döndürülmeyeceğinizi (ve hayatınızın hesabını vermeyeceğinizi mi)
sandınız?"[49] (Mü'minûn-115)Yalnız bu
kadar değil, bilakis başka bir yerde Allahu Teâlâ hayatın maksadını şöyle
açıklıyor:"Ben cinleri ve insanları sadece Bana ibadet etsinler diye
yaratt ım" (Zariyat-56)Böyle bir durumda herkesin kendi hayatının bütün
vakitlerini gözden geçirmesi gerekmektedir. Acaba kıymetli vakitlerini
yaratılış maksadı olan işler için sarf ediyor mu? Bu vakitlerin ne kadarını
kendi ihtiyaçları, ne kadarını eğlenceler ve maksatla ilgisi olmayan
meşguliyetlere harcıyor?Siz bir mimarı, bir bina yapmak için
görevlendiriyorsunuz. O size verdiği zamanın ne kadarını inşaat işinde
kullanıyor, ne kadarını nargile içerek ve ne kadarını yemekle geçiyor? Siz onun
ihtiyaçlarını gidermesi için ne kadar bir zamana kutlanabileceğinizi hesap
ediniz. O halde siz kendi emriniz altında olanlara ne kadar müsamaha ve müsaade
gösterebiliyorsanız, kendinize de sadece o kadar müsamaha gösteriniz.Siz
dükkanda durması için bir tezgahtar tutuyorsunuz. Bundan dolayı ona maaş
veriyorsunuz. O ise gün boyu kendi ev ihtiyaçları ile ilgileniyor. Dükkana da
bir kaç dakikalığına bir tur atıyor. Acaba siz ona maaş vermeye razı olabilir
misiniz? Eğer "Hayır" diyorsanız o halde kendinizle ilgili ne gibi
mazeretiniz vardır? Zira Allah ceiie ceiaiuhu sizi sadece ibadet için
yaratmıştır. O Malik ve Yaratıcı olan Allah her an size kendi nimetlerini
lütfetmekte ve siz boş işlerde ömrünüzü geçirmektesiniz. Bir de, "5 vakit
namaza gidiyoruz. Daha ne yapabiliriz ki?" diye kendinizi teselli
etmektesiniz. Dikkatlice düşünün! Bu cevabı siz kendi işçilerinizden duymaya
dayanabilir misiniz?Allahu Teâlâ ikram ve ihsanından dolayı vakitlerin
tamamında ibadeti farz kılmamıştır. Aksine zamanın çok az bir bölümünde farz
kılmıştır. Bunda da kusur edilirse ne büyük bir zulümdür!Yukarıda ki hadiste
sorgulanacak şeyin ikincisi, gençlik gücünün hangi şeylere sarf edildiğine
dairdir. Allahu Teâlâ'nın rıza ve hoşnut olduğu işlere mi? O'na ibadete mi?
Mazlumları koruyup, himaye etmeye mi? Zayıflar ve sakatlara yardım etmeye mi?
Veya günah ve kötülüklere mi? Ayyaşlık ve serseriliğe mi? Güçsüzlere zulmetmeye
mi? Haksıza yardım etmeye mi? Şu pis dünyayı kazanmaya mı? Bir de dünya ve
ahirette işe yaramayan boş işlere mi?Bunun cevabı öyle bir mahkemede verilecek
ki, orada ne avukatlık geçerli olabilir ne de yalan, hile ve güzel konuşmalar
işe yarayabilir. Oranın gizli polisleri her zaman ve her an insanla beraber
bulunmaktadırlar. Sadece bu kadar değil üstelik insanın kendileriyle bu çirkin
hareketleri işlediği organları, kendi aleyhinde şahitlik edecekler ve suçlarını
itiraf edeceklerdir. Nitekim Allahu Teâlâ şöyle buyurmuştur:"O gün Biz
onların ağızlarını mühürleriz (tâ ki onlar boş özürler uydurmasınlar). Bize
elleri konuşur, ayaklan da ne yaptıklarına şahitlik eder". (Yasin-65) Yani
el, "Benimle falan ve falan kimseye zulmedildi. Bana caiz olmayan şu şu
hareketler yaptırıldı" diyecektir. Ayak, "Ben caiz olmayan nice
meclislere götürüldüm" diye şahitlik edecektir.Diğer bir ayette şöyle
buyurulmuştur:"O gün Allah'ın düşmanları toplanıp Cehennem ateşine
sevkedilirler. Sonra bir araya getirilirler. / Cehennem'e (yakın) geldikleri
zaman (ve hesap başlayınca) kulakları, gözleri ve derileri işledikleri
arhelleri hakkında aleyhlerinde şahitlik eder. / Onlar derilerine, "Niçin
bizim aleyhimizde şahitlik yapıyorsunuz?" derler. Onlar da, "Bizi
her şeyi konuşturan Allah konuşturdu. Sizi ilk defa yaratan O'dur. (Şimdi) yine
O'na döndürülüyorsunuz" derler. / Siz günahlarınızı kulaklarınızın,
gözlerinizin ve derilerinizin aleyhinizde şahitlik etmelerinden korkarak
gizlemiyordunuz (şu açıktır ki, insanın yaptığı hareketleri göz, kulak vs.
hissederler öyleyse onlardan gizlenerek kim bir iş yapabilir?). Aksine siz
Allah'ın yaptıklarınızın çoğunu bilmediğini sanıyordunuz. / İşte Rabbinize
karşı beslediğiniz bu kötü zan (yani Allah'ın haberi yokturzanni) sizi helak
etti de, böylece hüsrana uğrayanlardan oldunuz".(Fussilet-19-23)Bedenin
şahitliği ile ilgili pek çok rivayetler hadislerde geçmiştir. Bir hadiste
şöyle buyuruluyor: Hz. Enes radıyaiiahu anh buyuruyor ki; Biz Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem'm yanındaydık. O tebessüm etti. Hatta mübarek
dişleri göründü. Sonra buyurdu ki: "Biliyor musunuz ben niçin
güldüm?". Sahâbe-i Kiram bilmediklerini açıklayınca, Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi ves&uem buyurdu ki: "Kul kıyamet günü Mevlâ'sına
şöyle diyecektir; <Allah'ım! Sen bana zulüm yapılmayacağına dair güvence
verdin>. Allahu Teâlâ, <Doğru söylüyorsun> diyecektir. Bunun üzerine
kul, <Allah'ım! Ben kendi aleyhimde kimsenin şahitliğini geçerli kabul
etmi-yorum> diyecek. Allahu Teâlâ, <Peki öyleyse seni nefsin üzerine
şahit kılacağız> buyuracak. Onun ağzına mühür vurulup, vücudunun azalarına
sorulacak. Onlar işledikleri amellerin hepsini sayınca ağzındaki mühür açılacak
bunun üzerine o kendi azalarına, <Bedbahtlar! Yazıklar olsun size! Ben bu
şeyleri sizin için yapıyordum (yani o yanlış hareketlerin lezzetini siz
tadıyordunuz. Kendi aleyhinizde şahitlik etmeye başladınız)>
diyecektir". (Ancak azalar da buna mecburdurlar. Çünkü o gün hiçbir şey
hakkın aksine bir şey söyleyemeyecektir).Başka bir hadiste şöyle buyurulmuştur:
"İnsanın azalarından ilk önce sol kalçası konuşur. Kendisinden hangi işler
sâdır olduğunu söyler. Ondan sonra diğer azalar konuşurlar. Kısaca her uzuv
yaptıgîlyi ve kötü amelleri sayacaktır". Bundan dolayı başka bir hadiste
Rasûluilah saiiaiiabu aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur: 11 in Subhanallah
Elhamdülillah ve diğer kelimeleri parmaklarınızla sa-sayın (teşbih edin). Çünkü
kıyamet günü bu azalara konuşma gücü verilecek ve sorgulanacaklardır".
Yani bu azalar kendi günahlarını saydıkları gibi pek çok iyi işleri de
sayacaklardır. Eller kötü hareketleri, zulüm, sitem ve caiz olmayan fiilleri
haber verdiği gibi Allah'ın yüce ismini saymayı (teşbih çekmeyi), sadakalar vermeyi
güzel amellerle meşgul olmayı da haber verecektir.
Kısaca bu konu
genişlik yönüyle çok uzundur. Ancak hülasası şudur: Gençliğin güç ve coşkusunu
taşıyan bu azaları, zulüm, sitem ve haram olan davranışlardan korumak çok
gereklidir. Rasûluilah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle
buyurmuştur:"Gençlik delilikten bir parçadır. Kadınlar ise şeytanın
tuzaklarıdır"Yani insan kendi deliliği yüzünden bu ağa düşmektedir. Her
Cuma günü hutbede bu sözleri dinliyoruz da şu anki gençlik sarhoşluğu içinde
bunun cevabını vermemiz gerekeceğini zerre kadar aklımızdan bile geçirmiyoruz.
Biz gençlik gücünü günahlarda ve dünya kazanmakta zayi ediyoruz. Halbuki
gençlik kuvveti, ölümden sonra işe yarayacak işlerde kullanılmak içindir. Ne
mutlu o gençlere ki, her an Allah'ın işiyle (ibadet ve taatle) meşgul olarak
günahlardan uzak dururlar.Baştaki hadiste zikredilen üçüncü soru şudur:
"Kazandığın malı hangi yoldan elde ettin, helal miydi, haram mıydı?"
Kıyamet günü kişi bu sualin cevabını vermeden hesap yerinden ayrılması mümkün
olmayacaktır. Bundan önceki hadiste bununla ilgili bir şeyler geçmişti.
Rasûluilah saiiaiiahu aleyhi vesetiem buyurdu ki: "İnsan haram yoldan
kazanmış olduğu paradan sadaka verirse kabul olunmaz, harcarsa bereketi olmaz,
miras olarak bıraksa, o mal, o kişi için Cehennem azığı olur". Bir başka
hadiste şöyle buyurulmuştur: "Haram malla gelişip büyüyen bir ete (yani
insan bedeninden bir parçaya) Cehennem ateşi daha uygundur". Diğer bir
hadiste buyuruldu ki: "Bir adam 10 dirheme bir elbise satın alsa, onun bir
dirhemini haram kazançtan elde etmiş ise elbise bedeninde bulunduğu müddetçe o
kişinin namazı kabul olunmaz"[50]Rasûluilah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem'm şu irşadı bir çok hadiste geçmiştir: "Rızkı
uzak sanmayın. Hiçbir insan takdirde yazılan rızkı kendisine ulaşıncaya kadar
ölmez. Öyleyse rızık kazanmak için en iyi yolu seçin Helal kazanın, haramı terk
edin". Pek çok hadiste şöyle geçmektedir: "Ölüm insanı aradığı gibi
rızık da insanı arar". Yani insana ölüm gelmekten başka çare olmadığı
gibi takdirde yazılan rızkını elde etmekten başka çaresi yoktur. Yine başka bir
hadiste şöyle buyurulmuştur: "İnsan rızkından kaçmak istese de ölüm
kendisini mutlaka bulacağı gibi rızık onu mutlaka bulur". Bir hadiste
şöyle buyurulmuştur: "Rızık insan için tayin edilmiştir. Dünyadaki bütün
insan ve cinler rızkı ondan uzaklaştırmak isteseler uzaklaştıramazlar'[51]Bir
hadiste Rasûluilah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur. "Eğer sende
4 şey varsa dünyanın hiçbir şeyinin olmaması üzülmeye değmez; Emaneti korumak,
doğru konuşmak, güzel âdetler, temiz ve helal rızık". Bir hadiste şöyle
buyurulmuştur: "Kazancı güzel olan (yani temiz ve helal olan), içi (yani
kalbi) iyi olan, dışı ahlaklı olan ve kötülüğünden insanların emin olduğu kimse
mübarek bir insandır. Yine ilmiyle amel eden, ihtiyacından fazla olan malını
(Allah yolunda) harcayan, ihtiyacından fazla olan sözü kesen (yani lüzumsuz
yere konuşmayan) kimse de mübarek bir insandır".Hz. Said radıyaliahu anh
bir defasında Rasûluilah saiiaiiahu aleyhi vesellem'e, "Allahu Teâlâ'mn
beni Müstecâb-ud Deavât (duası kabul olunan) bir kimse yapması için dua
buyurunuz" diye ricada bulundu. Rasûluilah saiiaiiahu aleyhi veseiiem
şöyle buyurdu: "Rızkını temiz tut (şüpheli mal yeme) ki Müstecâb-ud Duâ
olasın. Mu-hammed'in canı kudret elinde olan Zât'a yemin ederim ki, insan
karnına bir lokma haram koyunca bu yüzden onun 40 günlük ibadeti kabul
olunmaz. Kimde haram malla beslenirse, Cehennem ona daha layıktır".Bu
konuda daha pek çok rivayetler hadislerde geçmektedir.[52]
Öyleyse kişi kendi kazanç sebeplerine çok dikkat etmelidir. Bu dikkati
gösterirken dış görünüş açısından bir zarar görünse bile yine de bunda bereket
vardır. Netice itibariyle maldaki bu azalma çok faydalı ve zarardan
koruyucudur.Baştaki hadisteki dördüncü sorgulama şudur: "Malı nereye
harcadın". Bu kitap baştan başa bu konu hakkındadır. Şöyle ki, insanın işe
yarayacak olan malı sadece Allah yolunda harcadığı maldır. Malın (Allah yolunda
harcanmayıp), kalması kişinin işine yaramadığı gibi, üstelik tamamen boş bir
şey olarak kalmış olur. İkinci bölümün sonuna doğru bunun bir çok zararları da
geçmişti. Ne kadar fazla mal olursa hesabın o kadar fazla gecikeceği açık bir
şeydir. Kıyametin o çok çetin ve insanın aklını başından alan gününde herkes
kan-ter içinde kalacaktır. Her şahıs korkunun şiddetinden sarhoş gibi
olacaktır. Halbuki bu gerçek bir sarhoşluk değildir. Bununla ilgili olarak
Allah cette cetaiuhu şöyle buyuruyor:"Ey İnsanlar! Rabbinizden korkun.
ÇünküTuyamet sarsıntısı büyük bir şeydir. / Onu gördüğünüz zaman her emzikli
kadın (korkudan) emzirdiği çocuğunu unutur, her hamile kadın (dehşete kapılıp)
çocuğunu düşürür. Sen insanları sarhoş görürsün. Aslında onlar sarhoş
değillerdir. Fakat Allah'ın azabı şiddetlidir. (O'nun korkusundan dolayı hepsi
bu duruma düşerler)".(Hac-1,2)Başka bir yerde şöyle
buyurulmuştur:"İnsanların hesaba çekilme zamanı yaklaştı (Kıyamet hızla
yaklaşmaktadır). Fakat onlar hâlâ gafletteler, aldırmıyorlar" (Enbiya-1)Bundan
birkaç ayet sonra şöyle buyurulmuştur:"Biz kıyamet günü için adalet
terazileri kuracağız. Hiçbir kimse hiçbir zulme uğratmayacaktır. İşlenen amel
(iyi veya kötü) bir hardal tanesi kadar da olsa Biz onu ortaya koyarız. Hesaba
çeken olarak da Biz yeteriz".(Enbiya-47)Başka bir yerde de şöyle
buyurulmuştur:"Rablerinin emrine icabet edenlere (ve onunla amel edenlere)
güzel mükafat vardır (Cennet'te onlara verilecektir). Ona icabet etmeyenler ise
(kıyamet günü) yeryüzündekilerin hepsi hatta onların bîr misli daha
kendilerinin olsa (yani bütün dünyadaki şeyler bir misliyle onların olsa)
hepsini (kurtulmak için) fidye olarak verirlerdi. İşte bunlar için kötü bir hesap vardır" (Rad-18)Daha başka ayetlerde o günün hesabı,
o günün şiddeti ve ehemmiyeti üzerine dikkatler çekilmiştir. Hz. Aişe
radtyaiiahu anha diyor ki: Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem bir defasında
şöyle buyurmuştur: "Kıyamet günü kim hesaba çekilirse o helak olur (çünkü
hesabı tam olarak vermek çok zordur)". Hz. Aişe radıyai-lahu anha,
"Ya Rasûlallah! Allahu Teâlâ (Inşikak suresinde) kolay bir hesap olacağını
buyurmuştur" dedi. Bunun üzerine Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem
buyurdu ki: "Bu (surede zikredilen) hesap sadece amellerin arz edilmesidir.
Kimin muhasebesi başlarsa o helak olur".Bir başka hadiste Hz. Aişe
radıyallahu anha buyurdu ki: Rasûluliah sallallahu aleyhi veseiiem,
"Allah'ım! Hesabımı H
"İlk iman eden
Muhacirler ve Ensar ile onlara ihlasla tabî olanlardan Allah razı oldu. Onlar
da Allah'tan razı oldular. Allah onlar için altından ırmaklar akan Cennet'ler
hazırlamıştır. Onlar, orada ebedi kalacaklardır". (Tevbe-100)
Buna ilave olarak Hz.
Abdurrahman bin avf radıyaliahu anh iki hicreti de yapmıştır. Bedir savaşı ve
diğer savaşlara katılmıştır. Rasûlullah sallailahu aleyhi veseliem zamanında
ehli ilim ve ehli fetvadan sayılmıştır. Hz. Ömer radıyaliahu anh bazı işleri
sadece onun reyi üzerine tercih etmiştir. Rasûlullah sallailahu aleyhi veseliem
bir seferinde sabah namazını onun peşinde kılmıştır. Çünkü Rasûlullah
sallailahu aleyhi vesellem defi hacet için gitmişti. Sahâbe-i Kiram'da bir
araya gelerek onu imam seçmişlerdi. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesellem geri
dönünce namaz kılınıyordu. Bir rekat kılınmıştı ki Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi vesellem ona uyarak namazını kıldı. Hz. Ömer radıyaliahu anh halife
olunca birinci senesinde kendi yerine vekaleten onu Emîr-ui Hacc tayin edip
göndermişti.[58]Velhasıl sayısız
faziletlerine rağmen malının çokluğu onu kendi derecesindeki insanlardan geri
bıraktı. Malı da sadece Allahu Teâlâ'nın lütfü, O'nun bağışı ve O'nun
ikramıyla elde etmişti. Yoksa o çok fakir biriydi. Hicretin ilk yıllarında
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesellem Muhacirler ve Ensar arasında kardeşlik
tesis etmişti. Tâ ki Ensar bu hususi ilişkiler üzerine Muhacirlerin fakirlerine
yardım ve destek olsunlar, işte bundan dolayı onu Hz. Sa'd bin Rebi Ensari radıyaiiahu
anh'a kardeş yapmıştı. Hz. Sa'd radıyatiahu anh ona, "Allah ceiie ceiaiuhu
Medine'de en fazla mal ve serveti bana verdi. Ben malımın her birinin yarısını
sana veriyorum.Benim iki hanımım var, onlardan hangisini istersen onu
boşayacağım. İddeti dolunca sen onunla nikahlanırsın" dedi. Ama onun gözü
toktu, şöyle dedi: "Allahu Teâlâ senin malını bereketli kılsın. Benim ona
ihtiyacım yoktur. Sen bana buranın pazarının yolunu göster". Pazara gitti
ve alış verişe başladı. Akşamleyin kâr olarak biraz yağ ve peynir kazanıp
getirdi. Aynı şekilde her gün gidiyordu. Daha birkaç gün geçmişti. Kazancı o
kadar çoğalmıştı ki, nitekim evlendi.[59]
Sonra öyle bir zaman geldi ki Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesetiem sadaka
vermeye teşvik edince bütün malının yarısını sadaka olarak verdi. Malının
çokluğu biraz önce geçen olayla ölçülebilir. Şöyle ki, sadece Mısır'daki
ticaretten 100 tane yüklü deve gelmişti. Onları sadaka olarak vermişti. Ondan
sonra bir defasında 40 bin dinar (altın) sadaka vermişti. Bir defasında 500 at
ve 500 deveyi cihad için vermişti. Otuz bin tane köle azad etmişti. Bir
rivayete göre 30 bin aileyi azad etmiştir.[60] Her
ailede kim bilir ne kadar erkek ve kadın, yaşlı ve çocuk vardı. Bir defasında
bir araziyi 40 bin dinara satmış ve hepsini Muhacirlerin fakirlerine ve kendi
akrabalarına ve Ezvâc-ı Mutahharât'a taksim etmiştir.[61]Vefatı
sırasında yaptığı vasiyette Bedir savaşına katılmış olan her kişiye 400 dinar
verilmesini istemiştir. O vakit Bedir ashabından 100 kişi hayatta idi.[62]
Ezvâc-ı Mutahharât için bir bağ vasiyet etmişti. O bağ 40 bin dinara satıldı.[63] Buna
rağmen kendi hali şöyleydi; bir defasında gu-sül edip "yemek yemek için
oturdu. Karşısında içinde ekmek ve et (yani tirid) yemeği bulanan bir tabağın
konulmuş olduğunu görünce ağlamaya başladı. Biri ağlamasının sebebi sorunca
şöyle dedi: "Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseitem ahirete intikal edene
kadar karın doyuracak miktarda arpa ekmeği bile bulamamıştır. Bizde bulunan bu
hallerin, bizim için hiç hayırlı olmadığı anlaşılıyor"[64] Yani
eğer bu bolluk bir hayır olsaydı. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem için de
olurdu. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseffem için böyle şeyler olmadığına
göre bunların hiç hayırlı bir şey olmadıkları anlaşılmaktadır. Bu kadar üstün
derecelere rağmen yukarıda söz konusu olan sorgulama yapılmaktadır.Baştaki
hadiste Kıyamet meydanında cevabı verilmesi gereken beşinci sorgulama şudur.
"Allahu Teâlâ'nın sana vermiş olduğu ilimle ne kadar amel ettin?"
Herhangi bir suçu bilmemek mazeret değildir. Kanunu bilmemek hiçbir mahkemede
geçerli değildir, Çünkü bunu öğrenmek kişinin kendi görevidir. Dolayısıyla,
"Allah'ın hükmünü bilmiyordum" demek başlı başına bir suç ve başlı
başına bir günahtır. Çünkü Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle
buyurmuştur: "Her Müslüman'ın (dinle İlgili) bilgileri öğrenmesi farzdır.
Ancak şu da açıktır ki, suç olduğunu bildik-ten sonra bir suçu işlemek daha
ağırdır". Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesetiem şöyle buyurmuştur.
"Kendi ilminizle birbirinize nasihat ediniz. İlime hıyanet etmek maldaki
hıyanetten daha ağırdır. Allahu Teâlâ'nın huzurunda bunun sorgulaması
olacaktır". Şu ifade ise pek çok hadislerde geçmektedir: "Bir kimseye
ilimden sorulur da, o kimse onu gizlerse kıyamet günü onun ağzına gem
vurulacaktır".Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem bir defasında vaaz
buyurdu. Vaazında bazı kavimleri övdü. Sonra şöyle buyurdu: "Ne oluyor da
bazı kavimler kendi komşusu olan kavimlere ilim öğretmiyorlar? Ne onlara
nasihat ediyorlar, ne onları anlayışlı insan olarak yetiştiriyorlar, ne onlara
güzel şeyleri emrediyorlar ne de kötü şeylerden onları alıkoyuyorlar. Ne oluyor
da bazı kavimler kendi komşu kavminden ilim öğrenmiyorlar? Ne hikmet ve
anlayış öğreniyorlar ne de nasihat elde ediyorlar. Bu insanlar kendi
komşularına ilim öğretsinler, onlara nasihat etsinler ve onları anlayışlı
kılsınlar. Diğer insanlar da ilim sahiplerinden bu şeyleri elde etsinler. Eğer
böyle olmazsa Allah'a yemin olsun ki, ben onların hepsine dünyada iken ağır
ceza veririm (ahiret muamelesi ise ayrıdır)". Bundan sonra Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem mimberden indi. İnsanlar bu sözlerden hangi kavmin
kastedildiğini aralarında konuşmaya başladılar. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem buyurdu ki: "Bundan kasıt Eş'ari kavmine mensup olan
insanlardır. Onlar ilim ehlidir. Fıkıf ehlidir. Onların civarında oturan
kavimler cahildirler". Bu haber Eş'ariülere ulaştı. Onlar Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem'm yanma geldiler ve "Ya Rasûlal-lah! Siz bazı
kavimleri övdünüz ve bizim hakkımızda böyle buyurdunuz" dediler.
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem kendi sözünü onların önünde de söyledi:
"Ya onlar kendi komşularına ilim öğretsinler ve nasihat etsinler, onları
anlayışlı yetiştirsinler, onlara güzel şeyleri emretsinler ve kötü şeylerden
menetsinler. Diğer insanlar da onlardan bu şeyleri elde etsinler. Yoksa daha
dünyada iken onlara şiddetli ceza veririm" buyurdu. Onlar, "Ya
Rasûlallah! Biz başkasını nasıl anlayışlı kılarız" deyince Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem yine aynı emrini söyledi. Onlar üçüncü defa yine
aynı şeyi arzedince Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem yine aynı o emrini
tekrarladı. Onlar, "Ya Rasûlallah! Peki bize bir senelik mühlet veriniz"
dediler. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem komşularına ilim öğretmeleri
için onlara bir senelik mühlet verdi.[65]Bu
hadisi şerif ve Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem in bu ağır tehdidinden şu
da anlaşılmış oldu ki, ilim ehli olan ve anlayışlı olan kimselerin bir
mesuliyetleri de etraflarında oturmakta olan cahillerin eğitimi için
çalışmaktır. İlim erbabının, "Efendim kim ilmi maksat edinirse kendisi
öğrenir" görünüşünde olmaları yeterli değildir. Öğrenmemenin onlar
üzerindeki hesabı ayrı günahı da ayrıdır. Ancak onlara öğretmekten ilim ehli
de sorumludur. Öyleyse ilim erbabı buna gayret göstermeli ve onların ilim
öğrenmeleri için tedbirler almalıdırlar. Böyle yapmak kişinin kendi ilmiyle
amel etmesinden sayılır. Zira ilimle amel etmeye ilmi öğretmek de
dahildir.Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vese//em'den nakledilen pek çok dualar
arasında şu dua sık sık geçmektedir: "Allah'ım! fayda vermeyen ilimden
Sana sığınırım".Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseüem şöyle buyurmuştur
"Kıyamet günü bir adam (yani aynı zümreden ne kadar adam varsa) getirilip
Cehennem'e atılacak. Bu yüzden onun bağırsakları dışarı çıkacak ve
bağırsaklarının etrafında değirmen merkebinin, değirmenin etrafında döndüğü
gibi dönecektir (yani merkep, öküz vs. gibi hayvanlar un öğütülen değirmenin
dört bir yanında döndükleri gibi dönecektir). Cehennem'deki insanlar onun
etrafında toplanacak ve "Sana ne oldu? Sen bize iyi şeyleri emreder, kötü
şeylerden de men ederdin?" diyeceklerdir. O, "Ben size onu emrederdim
ama kendim amel yapmazdım" diye cevap verecektir.Bir başka hadiste
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur: "Ben Miraç
Gecesi'nde dudakları makaslarla kesilen bir topluluk gördüm. Hz. Cebrail
aieyhisseiam'a, <Bunlar kimdir?> diye sorunca, <Bunlar senin ümmetinin
vaizleridir. Başkalarına nasihat ediyorlar. Kendileri söyledikleriyle amel
etmiyorlardı" dedi. Yine başka bir hadiste Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem şöyle buyurdu: "Zebaniye (adlı Cehennem melekleri) fisk ve günaha
mübtela olan okumuş ve tahsilli kimseleri kafirlerden daha önce
yakalayacaklardır. Onlar, <Neden böyle kafirlerden önce yakalanıyoruz?>
diyecekler, onlar da cevap olarak, <Alim ve cahil eşit değildir> diyeceklerdir".[66]
(Yani "Siz bilmenize rağmen bu hareketleri işlediniz?" denilecektir).
Zebaniye insanları Cehennem'e atmaya memur kılınan şiddetli ve acımasiz melekler
topluluğudur. Bunlar Ikra diye başlayan Alak sûresinde zikrolunmuşlardır. Başka
bir hadiste şöyle buyurulmuştur: "Bazı Cennetlikler, bazı Cehennemliklerin
yanına gidip, <Size ne oldu ki, burada bulunuyorsunuz? Biz ancak sizin
sebebinizle Cennet'e gittik. Çünkü sizden ilim öğrendik> diyeceklerdir.
Onlar, <Biz başkalarına söylerdik ama kendimiz onlarla amel etmezdik>
diyeceklerdir".Hz, Malik bin Dinar mhmetuiiahi aleyh Hz. Hasan Basri
rahmetuliahi aleyh yoluyla Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'm şöyle
buyurduğunu naklediyor: "Her kim vaaz ederse, Aİlahu Teâlâ kıyamet günü
maksadının ne olduğu hakkında onu hesaba çekecektir. (Yani vaazının maksadı
herhangi bir dünyevi çıkar mıydı? Mal, menfaat, makam ve şöhret miydi? Ya da
sadece Allah rızası için mi konuşmuştu?)" Hz Malik rahmetuliahi aieyh'ın
talebesi diyor ki: Malik rahmetuliahi aleyh bu hadisi açıkladığında o kadar
ağlardı ki sesi kesilirdi. Sonra, "Siz vaaz etmekle benim sevindiğimi mi
sanıyorsunuz? Halbuki ben biliyorum ki kıyamet günü bana, <Bu vaazdan
maksadın neydi?> diye sorulacaktır" buyururdu.[67] Buna
rağmen söylemek mecburiyeti vardır. Bu konu biraz önce geçmiştir. Yani pek çok
rivayetlerde geçtiği gibi insanları ilimle aydınlatma mesuliyeti de vardır. Bu
konudaki Eşari kabilesinin kıssası biraz önce geçmişti.Hz. Ebû Derda radiyaüahu
anh şöyle buyururdu: "Ben şundan korkup, ürperi-yorum ki, kıyamet günü
bütün mahlukatın önünde çağırılırım da, <Lebbeyke Rabbî (buyur ya Rabbİ)>
derim. Sonra bana, <İlminle ne amel yapttn?> diye sorulur".Bir başka
hadiste Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurdu: "Kıyamet günü
en şiddetli azaba uğrayacak olan kimse ilmi kendisine fayda vermeyen
âlimdir".Hz. Ammâr bin Yâsir radıyaliahu anh buyurdu ki: Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem Beni Kays kabilesine talim için gönderdi. Ben oraya
varınca onların vahşi develere benzediklerini olduklarını gördüm. Onların zihni
her an kendi develeri ve keçileriyle meşguldü. Onların bundan başka hiçbir
düşünceleri yoktu (her an sadece dünya meşgalesiyle uğraşıyorlardı). Ben oradan
döndüm. Rasûlullah sal-lallahu aleyhi veseiiem, "Ne yaptın?" buyurdu.
Ben Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'e onların halini beyan ettim ve
onların (dinden) gaflet içinde olduklarını anlattım. Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Ammâr! Âlim oldukları halde bunlar gibi
(dinden) gafil olan topluluğun hali bundan daha fazla hayret
vericidir".Bir başka hadiste şöyle geçmektedir: "Bazı insanlar
Cehennem'e atılacaklar, onların kötü kokusundan ve iğrenç râyihasından
Cehennem'dekiler bile perişan olacaklardır. Onlar, <Siz böyle hangi uğursuz
ameli işlediniz. Bizim içine düştüğümüz musibet az mıydı da bir de sizin bu
pis kokunuz bizi daha da perişan etti> diyecekler. Onlar da, <Biz kendi
ilmimizden fayda lan mazdık" diyeceklerdir".[68]Hz.
Ömer radıyaiiahu anh şöyle buyurmuştur: "Ben bu ümmet hakkında en fazla
münafık âlimden korkuyorum". Biri, "Münafık âlim kimdir?" diye
sorunca, "Dil yönünden âlim, kalp ve amel bakımından cahil olandır"
buyurdu. Yani çok akıcı ve tatlı konuşma yapan ancak amel namına sıfır olan
kimsedir. Hz. Hasan Basri rahmetuliahi aleyh buyurdu ki: "Sen âlimlerin
ilmini toplayan, hekimlerin az bulunur sözlerini yüklenen, ancak amel etmekte
ahmak ve akılsızlar gibi olan biri olma". Hz. Süfyân Sevrî rahmetuliahi
aleyh buyuruyor ki: "İlim ameli çağırır. Kim onunla amel ederse, o ilim
baki kalır. Yoksa o da gider (yani o ilim zayi olur)". Hz. Fudayl
rahmetuliahi aleyh buyuruyor ki: "Ben üç kişiye çok acıyorum; 1-Zelil
duruma düşmüş olan bir kavmin reisine, 2-Zenginlikten sonra fakir olan
kimseye, 3-Dünya ken-disiyle oynayan âlime (yani dünyayı taleb eden alime.
Çünkü kim dünyanın tâlip-lisi olursa, dünya onunla oynar). Hz. Hasan
rahmetuliahi aleyh buyuruyor ki: "Âlim-lerin azabı kalbin ölmesidir.
Kalbin ölümü ise ahiret ameliyle dünyayı talep et-mektir". Bir şair şöyle
demiştir:Dalâleti satın alana şaştım, hidayet karşılığında Daha acâibi, dünya
satın alandır, din karşılığında En hayret verici şey, başkasının dünyası için
dinini Satan kimsedir. Bu ise her ikisinin daha acâibi Yani başkasının
dünyasına faydalı olur ama kendi dinini de berbat etmiş olur. İmam Gazali
rahmetuiiahi aleyh buyuruyor ki: Dünyacı olan alim hâl itibariyle cahilden daha
sefildir. Azab bakımından daha fazla şiddete mübtela olacaktır. Kurtuluşa eren
ve Allah'a yakın olanlar ise ahiret âlimleridir. Onların bir kaç alâmeti
vardır:
1) İlmiyle dünya kazanıyor olmamalıdır: Alimin en küçük derecesi şudur: Dünyanın değersizliği
ve onun aşağılığı, onun kirliliği ve onun çabuk biten bir şey olduğunun
şuurunda olmalıdır. Ahiretin büyüklüğü, onun ebediliği, onun nimetlerinin
güzelliğinin anlayışına sahip olmalıdır. Bir de şunu iyi bilmelidir ki, dünya
ve ahiret birbirlerinin zıddıdır. İki kuma gibidir. Hangisini razı edersen
diğeri darılır. Bunlar bir terazinin iki kefesine benzer. Hangisi ağır basarsa
diğeri yukarı kalkar. İkisi arasında doğu ile batı gibi fark vardır. Sen
hangisine yaklaşırsan diğerinden uzaklaşırsın. Kim dünyanın değersizliğini,
onun kirliliğini ve dünya lezzetlerinin iki cihan sıkıntıları ile kenetlenmiş
olduğunu hissetmezse o Fâsidüi Akıl yani aklı bozuk bindir. Müşahede ve
tecrübeler şuna şahittir ki, dünya lezzetlerinde dünya sıkıntısı da vardır.
Ahiret sıkıntısı ise zaten vardır. Öyleyse bir şahsın aklı yoksa o nasıl âlim
olabilir? Hatta bir kimse ahiretin büyüklüğü ve orada ebedi kalınacağını bile
bilmiyorsa o kafirdir. Kendisine iman nasip olmayan biri nasıl âlim olabilir?
Bir kimse dünya ve ahiretin birbirinin zıddı olduğunu bilmiyorsa ve her
ikisini birleştirme hırsını taşıyorsa (hırslanmaması gereken şeye
hırslanıyorsa), o şahıs bütün peygamberlerin şeriatını bilmek konusunda
cahildir. Bir kimse de bütün bunları bildiği halde dünyayı tercih ediyorsa, o
şeytanın esiridir. Onu şehvetleri helak etmiştir. Bedbahtlık ona galip
gelmiştir. Hali böyle olan biri nasıl âlimlerden sayılır?Hz. Dâvûd aieyhisseiam
Allahu Teâlâ'nın şöyle buyurduğunu naklediyor: "Hangi âlim dünya arzusunu,
Benim sevgime tercih ederse, Ben ona en az şöyle muamele ederim; Kendi
münâcâtımın lezzetinden onu mahrum ederim (şöyle ki, o Beni zikretmekten ve
Bana dua etmekten lezzet alamaz). Ey Dâvûd! Kendisini Benim sevgimden
uzaklaştıran ve kendisini dünya sarhoşluğu sarmış olan âlimin halini sorma.
Böyle kimseler eşkiyâdır. Ey Dâvûd! Sen Beni arayan birini görünce onun hadimi
ol. Ey Dâvûd! Kim koşarak Bana gelirse, Ben onu cehbez (yani kamil anlayışlı)
yazarım. Kimi cehbez yazarsam ona azab etmem".Yahya bin Muaz rahmetuiiahi
aleyh diyor ki: "İlim ve hikmet vasıtasıyla dünya talep edildiğinde onun
nuru gider". Saîd İbnül Müseyyeb rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "Bir
âlimin devlet adamlarının yanından ayrılmadığım görürsen, onun hırsız olduğunu
anla". Hz. Ömer radıyaiiahu anh buyuruyor ki: "Bir âlimin dünyayı
sevdiğini görürsen, onun kendi dini konusunda suçlu olduğunu bil. Çünkü kim
neyi severse kendini ona verir". Bir Allah dostuna biri şöyle sormuş:
"Günahtan lezzet alan biri arif olup Allah'ı bilir mi?" O zat cevap
vermiş: "Ben dünyayı ahirete tercih eden kimsenin arif olamayacağı
hususunda zerre kadar tereddüt etmem. Günah işlemenin derecesi ise bundan daha
fazladır. Şu konu zihne iyice yerleştirilmelidir ki, sadece mal sevgisinin
olmaması ile ahiret âlimi olunmaz. Makam sevgisinin derecesi ve onun zararı
maldan daha fazladır".Yani yukarıda dünyayı tercih etmek ve onu talep
etmekle ilgili ne kadar tehditler geçtiyse onlara sadece mal kazanmak dahil
değildir. Üstelik makam talep etmek, mal talep etmeye göre bu tehdite daha
fazla girer. Çünkü makam talep etmekteki zarar ve ziyan mal talep etmekten
daha şiddetlidir.
2) Âlimin söz ve fiili birbirine ters düşmemelidir: Başkasına hayrı emredip, kendisi onunla amel etmiyor
olmamalıdır. Allahu Teâlâ şöyle buyuruyor:
"İnsanlara
iyiliği emrediyor da kendinizi unutuyor musunuz? Oysa siz kitabı da
okuyorsunuz". (Bakara-44)
Başka bir ayette şöyle
buyuruluyor:
"Yapmayacağınız
şeyi söylemeniz Allah nezdinde büyük bir gazaba sebep olur" (Saff-3)
Hâtem-i Esamm
rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "Kıyamet günü başkaları kendisinden ilim öğrendikleri
ve amel ettikleri ve neticesinde kurtuluşa erdikleri halde kendisi amel
etmediğinden dolayı kurtulamayan âlimden daha çok acı ve üzüntü duyan kimse
olmayacaktır". İbni Simâk rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "Nice kimseler
vardır ki, başkalarına Allah'ı hatırlatırlar, kendileri ise Allah'ı unuturlar.
Başkalarını Allah'tan korkuturlar, kendileri ise Allah'a karşı cüret ederler.
Başkalarını Allah'a yaklaştırırlar, kendileri ise Allah'tan uzaklaşırlar.
Başkalarını Allah'a çağırırlar, kendileri ise Allah'tan kaçarlar". Hz.
Abdurrahman bin Ğanm rahmetuiiahi aleyh diyor ki: Bana Sahâbe-i Kiram'dan 10
kişi şu sözü söylediler: "Biz Kubâ mescidinde oturmuş ilim öğreniyorduk.
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem geldi ve <Ne kadar ilim elde ederseniz
edin Allah indinde amelsiz mükafat verilmez> buyurdu".
3) Âlim ahirette işe yarayacak olan ilimlerle meşgul
olmalıdır: Güzel işlere rağbet
etmelidir. Ahirette hiçbir faydası olmayan yada faydası az olan ilimlerden
sakınmalıdır. Biz kendi bilgisizliğimizden dolayı kendisiyle sadece dünya
kazanılması gaye edilen şeylere ilim diyoruz. Halbuki o CehN Mürekkebi, Çünkü
böyle bir kimse kendisini okumuş ve tahsilli biri sanır. Artık o din ilimlerini
öğrenmeye önem vermez. Hiçbir tahsili olmayan bir kimse ise en azından kendini
cahil kabul eder ve dini konulan öğrenmeye çalışır. Ancak cahilliğine rağmen
kendisini âlim zanneden kimse büyük zarardadır.Hâtem-i Esamm rahmetuiiahi aleyh
meşhur bir Allah dostu ve Hz. Şakîki Belhî rahmetuiiahi aieyh'm hususi
talebesiydi. Bir defasında Şeyh hazretleri, "Hâtem! Ne zamandan beri sen
benimle berabersin?" dedi. O, "33 seneden beri" dedi. Şeyh,
"Bu kadar zaman içinde sen benden ne öğrendin?" dedi. Hâtem, "8
mesele öğrendim" dedi. Hz. Şakîk rahmetuiiahi aleyh, Innalillahi ve inna ileyhi raciun,bu kadar
uzun müddet içinde sadece 8 mesele mi öğrendin? Benim ömrüm seninle
tükendi" dedi. Hâtem rahmetuiiahi aleyh, "Efendim sadece sekiz mesele
öğrendim, yalan konuşamam" dedi. Hz. Şakîk rahmetuiiahi aleyh, "Peki
söyle bakalım o sekiz mesele nedir?" deyince Hâtem rahmetuiiahi aleyh
buyurdu ki: "a) Ben bütün yaratıkların mutlaka birini sevdiğini gördüm
{hanımını, evladını malını dostlarını vs.'yi) ancak o kabre gidince,
sevgilisinin ondan ayrıldığını gördüm. Bundan dolayı ben iyilikleri sevdim. Tâ
ki ben kabre gidince benim sevdiklerim de benimle birlikte gitsinler ve
öldükten sonra benden ayrılamasınlar". Hz. Şakîk rahmetuiiahi aleyh,
"Çok iyi ettin" buyurdu. Sonra, "b) Ben Kur'an-ı Kerim'de Allahu
Teâlâ'nın şöyle buyurduğunu gördüm;<Rabbinin makamından (ahirette Rabbinin
huzurunda duracağından) korkan ve nefsini (haram olan) şehevi arzulardan
koruyana gelince, onun da varıp kalacağı yer mutlaka Cennet'tir>
(Nâziât-40,41). Ben bildim ki, Allah'ın irşadı haktır. Nefsimin arzularını
engelledim. Nihayet o Allahu Teâlâ'ya itaatte durdu. c) Ben dünyaya baktım ki
bir kimsenin yanında çok kıymetli olan bir şey ona çok sevimli gelmektedir. Onu
çok dikkatlice bir yere koymakta ve korumaktadır. Sonra ben Allahu Teâlâ'nın
şöyle buyurduğunu gördüm;<Sizin yanınızda (dünyadaki) şeyler biter (ya o şey
elinizden çıkar ya da siz ölürsünüz. Her halükarda o bitmiş olur). Allah
katındakiler ise devamlı kalıcıdır (Nahl-96). Bu ayeti kerimeden dolayı bazen
yanımda değeri fazla olan ve beğendiğim şeyleri Allahu Teâlâ'nın yanına
gönderdim. Tâ ki devamlı korunmuş olsun, d) Ben bütün dünyaya baktım. Kimisi
(kendi izzet ve büyüklüğünü göstermek için) mala yöneliyor. Kimi neseb ve
şerefe yöneliyor. Kimi de övüneceği şeylere yöneliyor (yani bu şeylerle kendi
içlerinde büyüklük meydana getiriyor ve dışarıda büyüklük taslıyorlar). Ben
Allahu Teâlâ'nın şu fermanını gördüm;<Muhakkak Allah nezninde en şerefli
olanınız. O'ndan en çok korkanınızdır>(Hucurât-13). Bundan dolayı ben
takvayı seçtim. Tâ ki, Allah ceiie ceiaiuhu nezdin-de şerefli olayım, e) Ben
insanların birbirlerini kınadıklarını, birbirlerinin ayıplarını
araştırdıklarını ve kötü sözler sarf ettiklerini gördüm. Bütün bunlar hasetten
dolayı olmaktadır. Çünkü insanlar birbirlerine hased etmektedirler. Ben Allahu
Teâlâ'nın şu irşadını gördüm;<0nlann dünya hayatındaki geçineceği şeyleri
aralarında Biz taksim ettik. Birbirlerinden faydalansınlar diye (derece
bakımından) Biz onların bazısını bazısına üstün kıldık (hepsi bir çeşit olsaydı
o zaman bir kimse bir işi niçin yapsın, niçin işçilik yapsın ki? Böyle olursa
dünyanın nizamı bozulacaktır)> (Zuhruf-32). Ben bu ayeti kerimeden dolayı
hased etmeyi bıraktım. Bütün mahlukattan ilişkimi kestim. Rızkın taksiminin
sadece Allah'ın elinde olduğunu bildim. O kimin payına ne kadar dilerse
ayırır. Bundan dolayı insanlara düşmanlığı bıraktım. Şunu anladım ki, birinin
yanında malın fazla veya eksik olmasında o kişinin fiilinin fazla etkisi
yoktur. Bu, mülkün sahibi olan Allah tarafındandır. Bundan dolayı artık kimseye
kızmıyorum. f) Ben dünyada gördüm ki, hemen hemen herkesin biriyle kavgası var.
Biriyle düşmanlığı var. Ben iyice düşündüm ve Allahu Teâlâ'nın şöyle
buyurduğunu gördüm;<Şüphesiz ki şeytan sizin düşmanınızdır. Siz de onu
düşman edinin (onu dost edinmeyin)> (Fâtır-6). Nihayet düşman olarak onu
seçtim. Ondan uzak durmak için son derece çalışıyorum. Allahu Teâlâ' onun
düşman olduğunu buyu-runca ben ondan başka herkesten düşmanlığı kaldırdım, g)
Ben bütün mahlû-kâtın ekmek peşine düştüklerini gördüm. Bundan dolayı kendilerini
başkalarının önünde zelil duruma düşürüyorlar ve caiz olmayan şeyleri
seçiyorlar. Sonra ben Allah ceiie ceiaiuhu nun şu irşadını
gördüm;<Yeryüzünde gezen hiçbir canlı varlık yoktur ki rızkı Allah'a ait
olmasın>(Hud-6). Ben kendimi, o yeryüzünde gezenlerden biri olarak gördüm.
Onların rızkı Allah'ın zimmetindedir. Öyleyse ben kendi vakitlerimi, Ailahu
Teâlâ'nın benim üzerime gerekli kıldığı şeylerle meşgul ettim. Allah'ın
zimmetinde olan şeylerden kendi vakitlerimi el çektirdim, h) Ben bütün
mahlukatın yine mahluk olan herhangi özel bir şeye İtimad ve tevekkül
ettiklerini gördüm. Kimi kendi gayri menkulüne güveniyor, kimi kendi ticaretine
itimad ediyor, kimi kendi sanatına gözlerini takmış, kimi kendi vücut sağlığı
ve gücüne güveniyor (ki, <Ne zaman ve nasıl istersem kazanırım> diyor).
Bütün mahlukat kendisi gibi mahluk olan şeylere güvenmiş durumdayken ben
Allahu Teâlâ'nın şöyle buyurduğunu gördüm;<Kim Allah'a tevekkül ederse (ve
güvenirse), Allah ona yeter> (Talak-3) Bundan dolayı ben artık Allah'a tevekkül
edip güvendim" dedi. Bunun üzerine Hz. Şakîk rahmetuiiahi aleyh buyurdu
ki; "Hâtem! Allah sana tevfik versin. Ben Tevrat, İncil, Zebur ve
Kur'an-ı Azîm'deki ilimleri gördüm, bütün hayırlı işleri o sekiz şeyde buldum.
Kim bu sekiz şeyle amel ederse, o Allahu Teâlâ'nın dört kitabında geçen
sözlerle amel etmiştir. Bu türden ilimleri ancak ahiret âlimleri bulabilirler.
Dünyacı âlimler ise sadece mal ve mevki kazanmaya devam ederler.
4) Ahiret âlimlerinin bir alâmeti de şudur: Yemek içmek ve elbisenin en kalitelisi ve en üstününe
iltifat etmemelidir: Aksine bu şeylerde orta yolu tercih etmelidir. Büyüklerin
tarzını benimsemelidir. Bu şeyleri azaltmaya doğru meyil ne kadar artarsa o
kadar Allahu Teâlâ'ya yakınlık artacaktır. Onun ahiret âlimleri arasındaki
derecesi de o kadar yükselecektir.İşte bu konuda Şeyh Hâtem rahmetuiiahi
aieyti'm bir kıssasını da talebesi Şehy Ebû Abdullah Havas rahmetuiiahi aleyh
şöyle naklediyor: Bir defasında Hz. Şeyh Hâtem rahmetuiiahi aleyh ile birlikte
Rey adındaki bir şehre gittik. Bizimle beraber 320 kişi vardı. Biz haccetmek
niyetiyle gidiyorduk. Hepsi tevekkül edenler cemaatiydi. Yanlarında azık, eşya
vs. gibi hiçbir şey yoktu. Rey'de soğuk mizaçlı, küçük çapta bir tacire
uğradık. O bütün kafileye ziyafet verdi ve bir gece bizi ağırladı. Ertesi gün
ev sahibi, Hz. Hâtem rahmetuiiahi aleyh'e, "Burada bir hasta âlim var. Ben
şu an onu ziyarete gidiyorum. İsterseniz siz de geliniz" dedi. Hz. Hâtem
rahmetuiiahi aleyh, "Hastayı ziyaret sevaptır, âlimi ziyaret ibadettir.
Ben mutlaka seninle geleceğim" dedi. Hasta olan âlim, o bölgenin kadısı
olan Şeyh Mu-hammed bin Mukâtil idi. Onun evine varınca Hz. Hâtem, "Allahu
Ekber! Bir âlimin evi ve büyük bir köşk" diye düşünmeye başladı. Kısaca
yanına girmek için izin istedik. İçeri girdiğimizde evin içerisi de son derece
güzel görünüşlü ve genişti. Çeşitli yerlerinden perdeler sarkıyordu. Hz. Hâtem
rahmetuiiahi aleyh bütün bunları seyrediyordu. Düşünceye dalmıştı. Derken Kadı
Efendi'nin yanına vardık. O son derece yumuşak bir yatak üzerinde istirahat
ediyordu. Bir köle baş tarafında yelpaze sallıyordu. O tacir selam verip
yanına oturdu ve halini, hatırını sordu. Hâtem rahmetuiiahi aleyh ayakta kaldı.
Kadı Efendi ona oturması için işaret etti. O oturmayı kabul etmedi. Kadı
Efendi, "Siz bir şey mi diyecektiniz?" dedi. O, "Evet bir mesele
öğrenmek istiyorum" dedi. Kadı efendi, "Buyurun söyleyin" dedi.
Hâtem rahmetuiiahi aleyh, "Siz kalkıp oturunuz" dedi. (Köleleri kadı
efendiye destek vererek kaldırdılar. Çünkü kendi başına kalkması zordu). Kadı
Efendi oturdu. (Sonra aralarında şöyle bir konuşma geçti;) Hâtem rahmetuiiahi
aleyh, "Siz ilmi kimden tahsil ettiniz?" Kadı Efendi, "Muteber
ulemâdan". Hz. Hâtem, "O âlimler kimden öğrendiler?". Kadı
Efendi, "Sahâbe-i Kiram radıyaiiahu anhum ecmain hazretlerinden". Hz.
Hâtem, "Sahâbe-i Kiram kimden öğrenmişlerdi?" Kadı Efendi,
"Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem Öen". Hz. Hâtem,
"Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem kimden öğrendi?" Kadı Efendi,
"Hz. Cebrail a/ey/j/sse/am'dan". Hz. Hâtem, "Hz. Cebrail
aiey-hisselam kimden öğrendi?" Kadı Efendi, "Allahu Teâlâ'dan"
dedi. Bunun üzerine Hz. Hâtem buyurdu ki: "Bir ilim ki, Hz. Cebrail
aieyhisseiam, onu Allah celieceiaiuhu-dan alıp Rasûlullah sallallahu aleyhi
vesellem'e ulaştırdı. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem Sahabelere
ulaştırdı. Sahabeler, muteber âlimlere ve onlar yoluyla size tadar ulaştı. O
ilimde herhangi bir yerde şöyle bir şey geçiyor muydu; <Kimin evi ne kadar
yüksek ve büyük olursa, Allah ceiie ceiaiuhu indinde onun derecesi o kadar fazla
olacaktır>". Kadı Efendi, "Hayır bu ilimde böyle bir şey
geçmemiştir" dedi. Hz. Hâtem, "Madem bu ilimde böyle bir şey
gelmemiştir. Öyleyse hangi şey gelmiştir?". Kadı Efendi, "Bu ilimde
şu gelmiştir; <Kim dünyaya rağbet etmezse, ahirete rağbet ederse, fakirleri
severse, ahireti için Allah'ın huzuruna azık gönderirse, o şahıs Allah indinde
rütbe sahibidir>". Hz. Hâtem, "O halde siz kime tabî oldunuz?
Peygamber sailallahu aleyhi vesellem'e mi? Peygamber sallallahu aleyhi
vesellem'İnAshabfna mı? Muttaki âlimlere mi? Yoksa Firavun ve Nemrut'a mı? Ey
kötü âlimler! Dünyaya balıklama dalan cahil dünya ehli, sizin gibileri görünce,
<Âlim-lerin hali böyleyse biz onlardan daha kötü oluruz> diyorlar".
Böyle dedikten sonra Hz. Hâtem dönüp gitti. Bu konuşma ve nasihatten dolayı
Kadı Efendi'nin hastalığı daha da arttı. Halk arasında bu olay yayıldı. Biri
Hz. Hâtem rahmetuiiahi aleyh'e, "Gazvîn'de oturan Tenâfûsî bundan daha
fazla ağalar, paşalar gibi yaşıyor" dedi. (Gazvîn'le Rey arasındaki
mesafe 81 mildir). Hz. Hâtem (ona nasihat etmek için yola koyuldu.) Onun yanına
ulaşınca, "Ben Acemlerden bir insanım (yani Arap bölgelerinde
yaşamıyorum). Sizden ricam bana dinin başlangıcı, yani namazın anahtarı olan
abdesti öğretiniz" dedi. Tenâfûsî, "Olur, memnuniyetle" dedi ve
abdest için su istedi. Tenâfûsî abdest alarak, "Bu şekilde abdest
alınır" dedi. O abdest aldıktan sonra Hâtem rahmetuiiahi aleyh, "Ben
sizin yanınızda abdest alayım da zihnime İyice yerleşsin" dedi. Tenâfûsî
abdest yerinden kalktı. Hâtem oturup abdest almaya başladı. İki elini dörder
defa yıkadı. Tenâfûsî, "Bu israftır üçer defa yıkaman gerekir" dedi.
Hz. Hâtem rahmetuiiahi aleyh, "Subhanallah. Benim bir avuç suyum israf
oluyor da senin yanında gördüğüm eşyalar israf olmuyor mu?" dedi. Tenâfûsî
onun maksadının öğrenmek olmadığını, aksine maksadının bunu söylemek olduğunu
anladı.Ondan sonra Hâtem rahmetuiiahi aleyh Bağdat'a ulaşınca Hz. İmam Ahmed
bin Hanbel rahmetuiiahi aleyh onun halini öğrendi ve onunla görüşmek için
yanına geldi. Ona, "Dünyadan kurtulmanın çaresi nedir?" dedi. Hâtem
rahmetuiiahi aleyh şöyle buyurdu: "Sende 4 şey bulunmadığı müddetçe
dünyadan kurtulamazsın: 1-Halkın cahilce davranışlarını affet, 2-Kendin onlara
cahilce hareket yapma, 3-Yanında bulunan şeyleri onlara harca, 4-Onlarda bulunan
şeylere ümid besleme".Ondan sonra Hz. Hâtem rahmetuiiahi aleyh Medine-i
Münevvere'ye ulaştı. Oranın halkı haberi duyunca onunla görüşmek için
toplandılar. O, "Bu hangi şehirdir? dedi. Halk, "Rasûlullah
sallallahu aleyhi veseiiem'm şehridir?" dediler. O, "Burada
Rasûlullah sallallahu aleyhi veseiiem'in köşkü nerede? Ben oraya gidip iki
rekat namaz kılayım" dedi. Halk, "Rasûlullah sallallahu aleyhi
veseiiem'ın köşkü yoktu. Çok sade bir evi vardı. Çatısı çok alçaktı"
dediler. O, "Sahâbe-i Kiram'ın köşkleri nerelerde, bana onları
gösterin" dedi. Halk, "Sahabelerin de köşkleri yoktu. Onların yere
yakın (alçak yapılı) küçük küçük evleri vardı" dediler. Hâtem rahmetuiiahi
aleyh, "Öyleyse bu şehir Firavun'un şehridir" dedi. Halk onu yakalayarak
("Bu adam Medine-i Münevvere'ye ihanet ediyor ve Rasûlullah sallallahu
aleyhi veseiiem"\n şehrine, Firavun'un şehri diyor" diyerek onu)
Medine'nin Emİri'nin yanına götürdüler ve "Bu Acem diyarına mensub olan
şahıs Medine-i Tayyibe'ye Firavunun Şehri diyor" dediler. Medine'nin Emiri
ona, "Bu ne biçim söz?" diye sordu. O, "Siz acele etmeyiniz.
Sözümün tamamını dinleyiniz. Ben bir Acemli insanım. Bu şehre girince, <Bu
kimin şehridir?> dedim" diyerek halka sorduğu sorular ve cevaplarla
ilgili olayın tamamını anlattı. Sonra şöyle dedi: "Allahu Teâlâ Kur'an-ı
Ke-rim'de şöyle buyurdu;<Muhakkak Allah'ın Rasûlü'nde, sizin için, Allah'ın
Rahmeti ve ahiretin nimetlerini arzulayanlar ve Allah'ı çokça zikredenler
(yani kâmil mü'min olanlar) için, güzel bir numune vardır (yani her konuda şuna
bakmak gerekir ki, acaba Ra-sûlullah sailaiiahu aleyhi vese/fem'in ameli neydi.
Daha sonra da ona ittiba etmek gerekir)> (Ahzab-21). Öyieyse şimdi siz
söyleyin, siz Peygamber sailaiiahu aleyhi vesei-/em'e mi ittiba ettiniz, yoksa
Firavun'a mı?" Bunun üzerine insanlar onu bıraktılar.Burada bir konu
dikkate değerdir. Şöyle ki; mubah şeylerle lezzet hasıl etmek veya onların
bolluğu haram değildir, caizdir. Ancak şu kesindir ki onların çokluğundan
dolayı bu şeylere karşı ünsiyet meydana gelmektedir. Onların sevgisi kalbe
oturmaktadır. Sonra onları terk etmek zor olmaktadır. Bir de onları toplamak
için sebepler aranması gerekmekte ve ürün ile geliri çoğaltmak için
fikre-dilmektedir. Bir kimse parayı çoğaltma fikrine kapıldığı zaman onun din
konusunda da gevşeklik yapması ve tavizler vermesi gerekmektedir. Bu uğurda
bazen günah işlemeye bile sıra gelmektedir. Dünyaya daldıktan sonra bundan
korunmak kolay olsaydı, Rasûlullah saüaiiahu aleyhi veseiiem bu kadar
ihtimamla dünyaya iltifat etmemeyi tenbih etmezdi ve kendisi bu kadar şiddetle
ondan sakınmazdı. Nitekim nakışlı gömleğini bile mübarek bedeninden
çıkarmıştır.
Yahya bin Yezîd
Nevfelİ rahmetullahi aleyh Hz. İmam Mâlik rahmetullahi a!eyh'Q bir mektup
yazdı. Mektubunda hamd ve salâttan sonra şöyle yazmıştır: "Bana ulaşan
habere göre siz ince elbise giyiyor, ince ekmek yiyor ve yumuşak yatakta
yatıyormuşsunuz. Siz bir de kapıcı tayin etmişsiniz. Halbuki siz büyük âlimlerdensiniz.
Uzak uzak yerlerden insanlar sefer ederek sizin yanınıza ilim öğrenmek için
geliyor. Siz imamsınız, öndersiniz. İnsanlar size tabî oluyorlar. Sizin çok
ihtiyatlı olmanız gerekir. Sadece samimiyetle size bu mektubu yazıyorum. Bu
mektuptan Allah'tan başka kimsenin haberi yoktur. Bu kadar vesselam". Hz.
İmam Malik rahmetullahi aleyh cevap olarak şöyle yazdı: "Sizin mektubunuz
ulaştı. Mektubunuz benim için nasihatnâme, şefkatnâme ve tenbihnâmedir. Allahu
Teâlâ takva ile faydalanırsın ve nasihatınızdan dolayı hayırlı mükafatlar
nasib eylesin. Bana da Allah ceiie ceiaiuhu amel yapmak için tevfik nasib
eylesin. İyiliklerle amel etmek ve kötülüklerden sakınmak ancak Allahu
Teâlâ'nın tevfikiyle olabilir. Sizin zikrettiğiniz konular doğrudur. Gerçekten
öyle olmalıdır. Allahu Teâlâ beni affetsin (ama bütün bunlar caizdir). Allahu
Teâlâ şöyle buyurmuştur:<De ki: Allah'ın kulları için yarattığı ziyneti
(elbise vs.'yi) temiz (ve helal) rı-zıkları kim haram etti> (Araf-32)."
Sonra şöyle yazdı: "Ben iyice biliyorum ki bu şeyleri tercih etmemek,
tercih etmekten daha evlâ ve hayırlıdır. Gelecekte de kıymetli mektuplarınızla
beni şerefyâb eyleyiniz. Ben de size mektup yazacağım.imam Malik rahmetullahi
aleyh ne kadar ince ve hoş bir üslup seçmiştir. Şöyle ki; bunların caiz
olduğunun fetvasını da vermiş ve gerçekten en üstün olan şeyin bu şeyleri terk
etmek olduğunu da itiraf etmiştir.
5) Ahiret alimlerinin bir alameti de sultanlar ve
idarecilerden uzak durmalarıdır:
(Zaruret olmadan) asla onların yanına gitmemelidir. Hatta onlar bizzat gelirse
onlarla az görüşmelidir. Çünkü onlarla beraberlik, onları hoşnut edip gönüllerini
yapmak ve tekellüf göstermekten uzak değildir. Onlar çoğunlukla zâlim ve helal
olmayan işleri işleyen kimselerdir. Bu kötülükleri reddetmek gerekir. Onların
zulmünü açıklamak ve caiz olmayan işlerinden dolayı onları uyarmak gereklidir.
Bunlara sükût etmek dinde dalkavukluktur. Onları memnun etmek için övmek
gerekirse, bunu yapmak apaçık bir yalandır. Eğer insanın tabiatı onların malına
meylediyor ve hevesleniyorsa, bu caiz değildir. Her durumda onlarla beraber bulunmak
pek çok kötülüğün anahtarıdır. Rasûlullah sailaiiahu aleyhi veseiiem buyurdu
ki: "Köyde yaşayan insan sert mizaçlı olur. Av peşine düşen (her şeyden)
gafil olur. Padişahın (devlet başkanının) yanına gidip gelmeye başlayan kimse
de fitneye düşer". Hz. Huzeyfe radıyaiiahu anh buyurdu ki: "Fitne
yerlerinde durmaktan sakınınız". Biri, "Fitne yerleri
nerelerdir?" diye sorunca, "İdarecilerin kapılarıdır. Çünkü onların
yanına gidilirse, onların yanlış işlerini tasdik etmek gerekmektedir. (Onları
övmek için) onlarda olmayan sözleri söylemek gerekmektedir". Rasûlullah
sailaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur: "Âlimlerin en şerlisi devlet
idarecilerinin yanına gidenler, devlet idarecilerinin en hayırlısı ise
âlimlerin yanına gelenlerdir".Hz. Semnûn rahmetullahi aleyh (Hz. Sini
Sekatî rahmetuiiahı aleyhin arkadaşların-dandır) diyor ki: Ben, "Siz bir
âlimin dünyayı sevdiğini duyarsanız onun dini hakkında şüpheye düştüğünü
anlayın" sözünü duydum ve bunu kendim tecrübe ettim. Padişahın yanına ne
zaman gittiysem dönüşte kalbimi araştırdım ve onun üzerinde bir günah buldum.
Halbuki siz görüyorsunuz ki ben orada sert konuşmalar yapıyorum. Padişahın
görüşüne şiddetli muhalefet ediyorum. Oranın hiç bir şeyinden faydalanmıyorum.
Hatta oranın suyunu bile içmiyorum. Bizim ulemamız Benî İsrail ulemasından
bile kötü ki, devlet idarecilerinin yanına gidip onlara (kötülüğe) çıkış
yollan (cevaz yollan)nı anlatıyorlar. Onları memnun etmeyi düşünüyorlar. Eğer
onlar idarecilere mesuliyetlerini açık açık söyleseler, onların yanlarına
gelmeleri bile idarecilere ağır gelecektir. Âlimlerin böyle açık ve net
söylemeleri Allahu Teâlâ indinde kendilerinin kurtuluşuna vesile olacaktır.
Âlimlerin, sultanların yanına gitmeleri büyük bir fitnedir, Şeytanın onları
yoldan çıkarmasına sebeptir. Özelikle güzel konuşmayı beceren kimseye şeytan,
<Senin gitmenle o ıslah olacak ve bundan dolayı zulüm yapmaktan
sakınacaktır. Dinin şeâiri korunmuş olacaktır> diye anlatır. Nihayet insan
devlet idarecilerinin yanına gitmeyi dînî bir görev zanneder. Halbuki onların
yanına gitmekle onların gönlünü alıcı, yaltaklanıcı sözler etmek ve onları
yersiz bir şekilde övmek gerekmektedir. Bu durumda din tehlikeye
girmektedir".Hz. Ömer bin Abdulazîz rahmetullahi aleyh Hz. Hasan Basri
rahmetullahi aleyh'e, "Bana bu (hilafet) işinde kendilerinden yardım
alabileceğim (danışabileceğim) kimselerin adreslerini bildiriniz" diye
yazdı. Hz. Hasan rahmetullahi aleyh (cevab olarak) şöyle yazdı: "Din ehli
sana kadar gelmeyecekler. Sen ise dünyacıları yanına almazsın (almaman
gerekir. Yani aç gözlü, mala çok düşkün insanları devlet işlerinde tercih
etmemek lazımdır. Çünkü onlar kendi çıkarları uğrunda işleri berbat ederler). O
halde asil ve şerefli soydan gelenlere iş yaptır. Çünkü onların kavimlerinden
gelen asaletleri onları bu kötülükten alıkoyar. Çünkü onlar (yanlış hareket
yaparlarsa) kendi soyundan gelen asaleti, hıyanetle kirletmiş olurlar". Bu
cevap, zühd ve takvada adalet ve insafta dillere destan olan Hz. Ömer bin Abdul
Aziz rahmetuiiahi aieyh'e yazılmıştır. Hatta ona Ömer-i Sâni (ikinci Ömer)
denilirdi.Bunlar İmam Gazali rahmetullahi aieyti'm ifadeleridir. Ancak bu
acizin görüşü şudur: Eğer dînî bir mecburiyet olursa, kendi nefsini koruyarak
ve gözeterek onların yanına gitmekte bir sakınca yoktur. Hatta bazı zamanlar
dînî maslahat ve zaruretler gitmeyi gerektirmektedir. Ancak şu kesindir ki,
şahsi çıkar, şahsi menfaat, mal ve mevki elde etmek gayesi olmamalıdır. Aksine
maksat sadece Müslümanların ihtiyaçlarını gidermek olmalıdır. Allahu Teâlâ
buyuruyor ki:"Allah bozguncuyu ıslah edenden (ayırt etmesini)
bilir" (Bakara-220)
6) Ahiret alimlerinin bir alâmeti de fetva vermekte
acele etmemeleridir:Fıkhî bir
meseleyi söylemekte dikkat göstermelidir. İmkan nispetinde eğer başka bir ehil
kişi varsa ona göndermelidir.Ebû Hafs Neyşapûri rahmetuiiahi aleyh diyor ki:
"Âlim, dini bir meseleyi söylerken, <Yann kıyamette Nereden söyledin?
sorusuna cevap vermek gerekecektir> diye korkan kimsedir". Bazı âlimler
şöyle demişlerdir: "Sahâbe-i Kiram dört şeyden çok sakinindi; 1-lmamlık,
2-Vasîlik (yani birinin vasiyeti üzere mal vs. taksim etmek), 3-Emanet
saklamak, 4-Fetva vermek. Onlar 5 şeyle meşgul olurlardı; 1-Kur'an tilaveti,
2-Mescidleri âbâd etmek, 3-Allahu Teâlâ'yı zikretmek, 4-Güzel şeyleri nasihat
etmek, 5-Kötü şeylerden alıkoymak"ibni Husayn rahmetuiiahi aleyh diyor ki:
"Bazı insanlar öyle fetva veriyorlar ki, eğer o mesele Hz. Ömer
radıyaiiahu antia arzedilseydi, bütün Bedir ehlini toplayıp meşvere
yapardı". Hz. Enes radıyaiiahu anh kadri büyük bir sahâbidir. Rasûlullah
saliaiiahu aleyhi veseiiem'e 10 sene hizmet etmiştir. Ona bir mesele
sorulduğunda, "Mevlâna El-Hasan'dan sorunuz" derdi. (O zât tabiînin
meşhur fakihlerinden ve meşhur sûfiyeden olan Hz. Hasan Basri rahmetuiiahi
aieyh'6\r Hz. Enes radıyaiiahu anh birsahâbi olmasına rağmen tabiînden birinin
adını söylüyordu). Hz. Abdullah İbni Abbas radıyaiiahu anhumaöan bir mesele
sorulduğunda (kendisi meşhur bir sahâbi ve Reîs-üi Müfessirin unvanına sahib
iken) "Cabir bin Zeyd'den sorun" derdi. (Cabir bin Zeyd rahmetuiiahi
aleyh tabiînin fetva ehlinden olan bir zattır).Büyük bir fıkıh âlimi olan
meşhur sahâbi Abdullah ibni Ömer radıyaiiahu anhuma ise (tabiînden) Hz. Said
İbni Museyyeb rahmetullahi aleyh'e gönderirdi.
7) Ahiret alimlerinin bir diğer alâmeti de bâtmî ilme,
yani Sülûk'a çok fazla ihtimam göstermeleridir: Bâtınını ve kalbini ıslah için çok fazla çalışmalıdır.
Çünkü bu zahiri olan ilimlerde de yükselmeye sebeptir. Rasûlullah saliaiiahu
aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur: Kim ilmiyle amel ederse Allahu Teâlâ ona okumadığı
ilmi nasib eder. Önceki Enbiya aieyhimüssaiata vesselam'in kitaplarında şöyle
geçmektedir; "Ey İsrail oğulları! Siz, <İlim göktedir, onu kim
indirecek? Veya o yerin dibindedir, onu kim yukarı çıkaracak? Yahut o
denizlerin öbür kenanndadır, kim oralara uğrayacak ve getirecek?> demeyin.
İlim sizin kalbinizin içindedir. Siz Benim huzurumda ruhani zâtların adâbıyla
durun. Sıddıkların ahlakıyla ahlakla-nın ki, Ben de sizin kalplerinizden
ilimleri açığa çıkarayım. Nihayet o ilimler sizi kuşatır ve örter".
Tecrübe de buna şahittir ki, Allahu Teâlâ'nın Ehiullah'a ihsan ettiği ilim
vema'rifet kitaplarda aranmakla bulunmamaktadır.Rasûlullah saliaiiahu aleyhi
veseiiem ANahu Teâlâ'nın şöyle buyurduğunu nak-letmiştir: "Kulum Benim
sevdiğim şeyler içinde kendisine farz kıldığım şeylerden daha fazla bir şeyle
Bana yakiaşamaz. (Yani namaz, zekat, oruç, hacc vs. gibi farzları güzelce eda
etmekle elde edilen yakınlık, diğer şeylerle elde edilmez). Kulum Bana
nafilelerle yaklaşır. Nihayet Ben onu Kendime sevgili kılarım. Ben onu Kendime
sevgili kılınca onun duyan kulağı, gören gözü, tutan eli ve yürüyen ayağı
olurum. Ben'den isterse, Ben onun İsteğini yerine getiririm. Bir şeyden Bana
sığınırsa, onun sığınağı olurum".[69] Yani
onun yürümesi, dolaşması, bakması, işitmesi bütün işleri Benim rızama uygun
olur demektir. Bazı hadislerde bununla birlikte şu ifade de geçmektedir:
"Kim Benim bir velime düşmanlık ederse, Bana savaş ilan etmiş olur".
Evliyaullah'ın bütün düşünce ve fikirleri Ailahu Teâlâ ile ilgili olmaktadır.
Bundan dolayı Kur'an-ı Kerim'in ince ilimleri onların kalplerine münkeşif
olmaktadır (açılmaktadır). O'nun sırları, onlara vazıh ve aşikâr olmaktadır.
Özelikle her an Allahu Teâlâ'nın zikri ve fikri ile meşgul olan böyle insanlar
üzerine vazıh olmaktadır. Amel konusunda ihtimam gösteren ve çalışan herkese,
başarı durumuna göre pay verilecektir.
Hz. Ali radıyaiiahu
anh çok uzun bir hadiste ahiret âlimlerinin halini beyan etmiştir. Bu hadisi İbni
Kayyım, Miftâh'ü dâr'üs Seâdeh'ös ve Ebû Nuaym, Hiiye'de zikretmişlerdir. O
hadiste buyuruluyor ki: "Kalpler birer kap gibidir, en hayırlı kalpler en
fazla hayrı içinde saklayanlardır. İlmi toplamak mal toplamaktan hayırlıdır.
Çünkü ilim seni korur. Malı ise senin koruman gerekmektedir. İlim harcamakla
çoğalır. Mal ise harcamakla azalır. Malın faydası onun zail olmasıyla (harcanmasıyla)
biter. Ancak ilmin faydası devamlı baki kalır. (Âlimin vefat etmesiyle de ilim
bitmez. Çünkü onun sözleri baki kalır)11. Sonra Hz. Ali radıyaiiahu anh derin
bir nefes aldı ve "Benim sinem ilim doludur. Keşke ona ehil olan
bulunsaydı. Fakat ben din esbabını, dünyayı talep etmek için harcayan insanlar
görmekteyim. Veya lezzetlere dalan, şehvetlerini talep etme zincirlerine
bağlanan veya mal toplamanın peşine düşen insanlar görmekteyim". Bu uzun
bir konudur. Ondan birkaç paragrafı burada nakletmiş olduk.
8) Ahiret âlimlerinin bir alâmeti de şudur: Onun
Allahu Teâlâ'ya imanı ve yakîni yüksek seviyede olmalıdır: O buna çok fazla önem vermelidir. Zira yakîn asıi
sermayedir.Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem, "Yakîn, kâmil
imandır" buyurmuştur. Yine Rasûlullah saiiaitahu aleyhi veseüem,
"Yakîn'i öğreniniz" buyurmuştur. Bu sözün manası şudur: "Yakîn
sahiplerinin yanında ihtimamla oturunuz, onlara ittiba ediniz. Tâ ki, onların
sayesinde sizde de sağlam yakîn meydana gelsin". Bir de onun Allahu
Teâlâ'nın kâmil kudretine ve sıfatlarına, ay ve güneşin varlığına yakînen
inandığı gibi inanmalıdır. Her şeyi sadece O yüce Zât'ın yaptığına kâmil bir
yakîni bulundurmalıdır. Şu dünyanın bütün sebepleri O'nun iradesine bağlıdır.
Bunlar, vuran kimsenin elindeki değnek gibidir. Bu vurma işinde hiçbir kimse
değneği tasarruf edici olarak görmemektedir. Ne zamanki bu yakîn sağlam olursa,
o kişi için tevekkül, rıza ve teslimiyet kolay olacaktır.Bir de şuna sağlam bir
yakîn olmalıdır ki, rızık zimmeti sadece Allah'a aittir, O herkesin rızkını
zimmetine almıştır. Takdirinde yazılmış olan rızık onu mutlaka bulacaktır.
Mukadder olmayan rızkı hiçbir durum da elde edemeyecektir. Buna olan yakîni
sağlam olunca nzık arayışında itidal meydana gelecek, hırs ve açgözlülük
gidecektir. Eline geçmeyen şeylere üzülmeyecektir. Ayrıca o kişinin Allahu
Teâlâ'nın her an, her iyilik ve kötülüğü gördüğüne yakînle inanması gerekir.
Zerre kadar bir iyilik veya kötülük olursa onu Allah ceiie ceiaiuhu bilir. Onun
karşılığı iyi veya kötü olarak mutlaka verilecektir. O kişi iyi bir iş yapmanın
mükâfatına, ekmek yemekle karın doymasına inandığı gibi yakînen inanmalıdır. Kötü
işten dolayı verilecek olan azabın, yılanın sokmasıyla zehirin yayılması gibi
kesin olduğunu kabul etmelidir (o yemek ve içmeye meylettiği gibi iyiliğe
meyletmeli, yılan ve akrepten korktuğu gibi günahtan korkmalıdır). Bu inanç
sağlam olunca her iyiliği elde etmek için onda tam bir rağbet olur. Her
kötülükten kaçmak için de tam bir ihtimam gösterir.
9) Âlimin her hareket ve duruşundan Allah korkusu
damlıyor olmalıdır:O şahsın her
edasından Allah'ın azamet, celal ve heybetinin izleri görünüyor olmalıdır.
Onun elbisesinden, onun âdetlerinden, onun konuşmasından, onun susmasından
hatta her hareket ve duruşundan, bu durum görülmelidir. Onun yüzüne bakmakla
Allahu Teâlâ'nın yâdı tazelenir olmalı, sükûn, vakar, alçak gönüllülük ve
tevazu onun tabiatı olmalıdır. Faydasız sözler boş laflar ve tekellüfle konuşmaktan
sakınmalıdır. Çünkü bu şeyler gurur ve kibir alâmetleri ve Allah'tan
korkmamanın delilidir. Hz. Ömer radıyaiiahu anh buyurdu ki: "İlim öğrenin
ve ilim için sükun ve vakar öğrenin. İlim öğrendiğiniz kişinin karşısında
rnütevâzi olunuz. Katı kalpli âlimlerden olmayınız".Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi vesetiem buyurdu ki: "Benim ümmetimin en hayırlı fertleri toplum
içinde Allahu Teâlâ'nın geniş rahmetinden dolayı şen ve güler yüzlü durup, yalnız
başına kaldıkları zaman Allah'ın azabından korkarak ağlayanlardır. Onların
bedenleri yeryüzünde durmakta, kalpleri ise semaya yönelmektedir".
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'e biri, "En hayırlı amel
nedir?" diye sordu. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem, "Caiz
olmayan işlerden sakınmaktır. Bir de Allahu Teâlâ'nın zikriyle senin dilin
ıslak ve taze kalsın" buyurdu. Biri, "En hayırlı arkadaş
kimdir?" dedi. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem, "Sen iyi bir
işi yapmaktan gafil kaldığında seni uyaran, eğer sen bu konuda uyanıksan sana
yardım edendir" buyurdu. Biri, "Kötü arkadaş kimdir?" dedi.
Rasûlulİah saiiaiiahu aleyhi veseiiem, "Sen iyi bir işi yapmaktan gafil
kalınca seni uyarmayan. Sen iyi bir işi yapmaya başlayınca sana yardım
etmeyendir" buyurdu. Biri "En büyük âlim kimdir?" dedi.
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem, "Allah'tan en fazla
korkandır?" buyurdu. Biri, "Biz en fazla hangi insanlarla
oturalım?" dedi. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'\ "Yüzlerine
bakınca Allah hatıra gelen kimselerle" buyurdu.Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Ahirette en fazla düşünmeyip itminan içinde
olanlar dünyada çok düşünenlerdir. Ahirette en fazla gülecek olanlar, dünyada
çok ağlayanlardır".
10) Âlim, amellerle, helal ve haramla ilgili meselelere
daha fazla önem vermelidir:
"Falan ameli yapmak gerekir", "Falan amelden sakınmak
gerekir", "Şu şey sebebiyle falan amel zayi olur" gibi (mesela
falan şeyden dolayı namaz bozulur. Misvak kullanmakla şu fazilet kazanılır vs.
gibi...) şeylere önem vermelidir. Halkın kendisini bir araştırmacı, bir
filozof ve felsefeci zannetmesi için sadece bir beyin eğlencesi ve dal ve budak
kabilinden olan ilimlerden bahsetmemelidir.
11) Âlim ilmine basiretle nazar etmelidir: Sadece insanları taklid etmek ve onlara tabî olmak
için onların dediklerini kabul etmemelidir. Asıl ittiba Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi veseiiem'jn sözlerine olan ittibadır. Bundan dolayı Sahâbe-i Kiram
radıyaiiahu anhum a İttiba edilir. Çünkü onlar Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
vesellem'm yaptığı işleri gören kimselerdir. Asıl ittiba Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi veseiiem e olduğuna göre onun sözleri ve fiillerini toplamaya ve onlar
üzerine düşünüp, fikret-meye çok fazla İhtimam göstermelidir.
12) Alim bid'atlerden çok şiddetle ve titizlikle sakınmalıdır: Bir iş hakkında çok sayıda insanın bir araya
toplanması asla geçerli bir şey değildir. Aksine Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem'e ittiba etmek asıldır. Bir de Sahâbe-i Kiram'ın amellerinin ne
olduğuna bakılmalıdır. Bunun için de o zatların işledikleri ameller ve
ahvalleri etraflıca incelenmeli ve araştırılmalı ve üzerine düşülmelidir.Hz.
Hasan Basrî rahmetuiiahi aleyh buyurdu ki: İki şahıs bid'atçidir. Onlar İslam'da
iki bidat başlatmışlardır. Birincisi; kendi anladığı şeyi din zanneden ve kendi
görüşüyle aynı görüşte olan kimsenin kurtuluşa ereceğini kabul eden kimsedir.
İkincisi ise, dünyaya tapan ve onu talep eden kimsedir. Bu kimse dünyayı
kazananlardan memnun olur. Dünyayı kazanmayan kimseye darılır. Bu iki adamı
Cehennem için bırakın. Allahu TeâSâ kimi bu ikisinden korursa o kimse geçmiş
büyüklere İttiba eden, onların ahvaline uyan ve onların yollarından yürüyen
biridir. İnşallah bu kimse için çok büyük ecir vardır.Hz. Abdullah İbni Mes'ud
radıyaiiahu anh şöyle buyurmuştur: "Sizler nefsani arzuların ilme tâbi
olduğu bir zamandasınız. Ancak yakında öyle bir zaman gelecektir ki, ilim
arzulara tabî olacaktır. Yani gönül neyi isterse o ilimle isbat
edile-vcektir". Bazı büyükler şöyie demişlerdir: Sahâbe-i Kiram zamanında
şeytan kendi askerlerini dört tarafa gönderdi. Onların hepsi dönüp dolaşıp
yorgun bir vaziyette geldiler. Şeytan onlara, "Durum nasıl?" diye
sordu. Onlar, "Bizi perişan ettiler. Bizim onlara hiçbir etkimiz olmadı.
Biz onlar yüzünden çok sıkıntılara düştük" dediler. Şeytan,
"Endişelenmeyin bu insanlar kendi nebilerinin sohbetinde bulunmuşlardır.
Onlara sizin tesir etmeniz zordur. Yakında öyle insanlar gelecek ki, sizin
maksadınız onlar üzerinde gerçekleşecektir" dedi. Sonra tabiin zamanında
askerlerini her tarafa yaydı. O zaman da hepsi perişan bir halde geri geldiler.
Şeytan, "Durum nedir?" dedi. Onlar, "O insanlar bizi
bunalttılar. Bunlar tuhaf insanlar. Yani biz onlar üzerindeki gayemize biraz
ulaşıyoruz. Ancak akşam olunca onlar günahlarına öyle tevbe ediyorlar ki,
bizim bütün yaptıklarımız berbad oluyor" dediler. Şeytan,
"Telaşlanmayın. Yakında öyle insanlar gelecek ki, sizler
rahatlayacaksınız. Onlar kendi arzularını din zannederek onun öyle esiri olacaklar
ki, tevbe etmeye bile muvaffak olamayacaklardır. Onlar dinsizliği din
zanne-deceklerdir" dedi. Nitekim aynen öyle oldu. Sonraları şeytan o
insanlar için öyle bid'atler çıkarmıştır ki, onlar, onu din zannetmeye
başlamışlardır. Buna tevbe etmek onlara nasib olur mu?Bu on iki alâmet kısaca
zikredilmiştir. Bunları Allâme Gazali rahmetullahi aleyh genişçe zikretmiştir.
Öyleyse ulemânın hesaba çekilecekleri günden özellikle korkmaları gerekir.
Zira onların hesapları da şiddetlidir. Onların mesuliyeti çok fazladır. Hesabın
yapılacağı kıyamet günü çok çetin gün olacaktır. Allahu Teâlâ yalnız kendi
lütfü ve keremiyle o günün şiddetinden korusun.
7) EbÛ
Hureyre radıyallahu anh'dan RasÛlUİIah sallallahu aleyhi vesellem bu-yurdu ki:
"Allahu Teâlâ buyuruyor ki;
<Ey Adem oğlu! Sen Bana ibadet için vakit ayır ki, Ben senin kalbine
zenginlik doldurayım ve fakirliğini gidereyim. Eğer böyle yapmazsan senin elini
meşguliyetlerle doldururum, fakirliğini de gidermem>".
(Ahmed,
ibni Mâce, Mîşkât)
İZAH: Birçok
hadislerde çeşitli lafızlarla bu konu zikredilmiştir. Hz. İmran bin Husayn
radıyallahu anh Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem'İn şöyle buyurduğunu
nakletmiştir: "Kim tam olarak Allah'a yönelirse ve ancak O'nun adamı
olursa, Allahu Teâlâ onun her zaruretini bizzat görür ve ummadığı yerden ona
rızık ihsan eder. Kim de dünyanın peşine düşer ve her an onu düşünürse, Allahu
Teâlâ, <Sen dünya ile meseleni ha!!et> diye onu dünyaya havale
eder". Hz. Enes radıyallahu anh, Rasûlullah sallallahu aleyhi vese/tem'in
şöyle buyurduğunu nakletmiştir: "Kimin bütün teveccühü ve en son gayesi
dünya kazanmak olursa, onun için sefer yaparsa ve kalbinde yalnız onun hayali
bulunursa, Allahu Teâlâ onun gözünün önüne fakirlik ve yoksulluk (korkusunu)
getirir (yani her an, "Kazancım azaldı. Nasıl geçineceğim" diye
korkar, durur). Onun vakitlerini (bu düşünce ve tereddütler) perişan eder.
Sadece takdir olunan kadar elde eder. Kimin de teveccühü ve asıl maksadı ahiret
olursa, ahiret işleri için sefer ederse ve kalbinde sadece ahiretin hayali
olursa, Allahu Teâlâ (dünyaya tenezzül etmemeyi, endişe etmemeyi) ve dünyaya
aldırmamayı onun önüne getirir. Onun ahvalini bir araya toplar. Dünya zelil
olarak onun yanına gelir".[70]
Dünyanın zelil olarak ona gelmesinin manası şudur: Takdir olunan şey mutlaka
gelecektir. Çünkü pek çok hadislerde şu ifade geçmiştir: "Ölümün insanı
aradığı gibi rızıkta insanı arar". Madem ki rızık onun aramaktadır, o
halde onun yanına gelmeye mecburdur. O kimse istiğna edip tenezzül göstermese
de rızık mutlaka yanına gelecektir. İnsanın bizzat onun yanına gitmesi, onun da
aldırmaz davranmasından daha büyük hangi zillet olabilir?Bir hadiste Rasûlullah
sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur:"Kim kendini Allah'ın
nezdinde olan şeyi talep etmeye başlasa, gök onun gölgeliği ve yer onun yorganı
olsa, dünyanın hiçbir şeyini düşünmese bile böyle kimse ekin ekmeden ekmek
yiyecek, bağda ağaç yetiştirmeden meyve yiyecektir. Eğer o Allah'a tevekkül
ederse ve O'nun rızasını aramaya devam ederse, Allahu Teâlâ yedi kat gökler ve
yedi kat yerleri onun rızkına mes'ul kılar. Onların hepsi birden ona rızık
ulaştırmak için çalışırlar. Ona helal rızık ulaştırmakta kusur etmezler. O kişi
hesapsız olarak rızkını tam olarak alır".[71]Başka
bir hadiste şöyle geçmektedir: Hz. İbni Abbas radıyallahu anhuma diyor ki;
Rasûlullah saiiatiahu aleyhi vesellem Mescid-i Hayf'ta (Minâ Mescidi'nde) vaaz
etti. Hamd ve sena ettikten sonra şöyle buyurdu: "Kimin maksadı dünya
olursa Allahu Teâlâ onun ahvâlini perişan ve dağınık kılar. Fakirlik (korkusu)
her an onun gözü önünde durur. Dünya ise takdir olunandan fazla ele
geçmez". Hz Ebû Zer radıyallahu anh, Rasûlullah sallallahu aleyhi
veseiiem'm şöyle buyurduğunu naklediyor. "Kim dünyanın peşine düşerse,
onun Allah ile bir alâkası yoktur. Kim de müslümanların (iyiliği ve hayrını
isteyen) bir fikri yoksa, onun Müslümanlarla bir ilişkisi yoktur. Kim de
(dünyevi menfaatleri için) kendini seve seve zelil kılarsa, onun bizimle hiçbir
bağlantısı yoktur". (Sadece üç kuruş için yada başka bir dünyevî çıkar
için kendini başkasının önünde rüsvay etmek şüphesiz ki, kendi kadir ve
kıymetlini bilmemektendir. Mensubu bulunduğu din büyüklerinin adını
lekelemektir. En yüksek nisbet ise peygamberlerin iftiharı olan Hz. Muhammed
Mustafa saiiaiiahu aleyhi veseiiem'in ümmetinden olmaktır).Hz. Enes radıyallahu
anh, Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesellem'ln ŞU hadisini nak-letmiştir:
"4 şey bedbahtlık alâmetidir; 1-Gözlerin kuru olması (yani gözlerden hiç
bir zaman Allah korkusundan dolayı bir yaş akmaması), 2-Kalbin katı olması (kendi'
ahireti için veya bir başkası hakkında hiçbir zaman yumuşamaması), 3-Uzun
emeller ve arzular, 4-Dünya hırsı"[72] Hz.
Ebû Derda radıyaiiahu anh bir defasında şöyle bir uyarıda bulundu: "Ey
insanlar! Size ne oluyor ki, ben sizin alimlerinizin günden güne (ölümler
sebebiyle) azaldığını ve cahillerinizin ilim öğrenmediğini görüyorum. Alimler
ahirete intikal etmeden ve onların ölümleri sebebiyle ilim yok olmadan önce
ilim öğrenin (yoksa doğru dürüst okutacak biri bulunmayacaktır). Ben sizin
Allahu Teâlâ'nm zimmetine almış olduğu şeyi (yani rızkı) toplamak için büyük
bir hırs için de olduğunuzu ve kendi zimmetinizde olan (ilim ve ameli) zayi
ettiğinizi görüyorum. Ben sizin en şerli insanlarınızın, zekatı ceza kabul
eden, namazı ihmal eden, Kur'an okumaya iltifat etmeyen kimseler olduğunu
görüyorum".[73]
8) Ebû Musa
radıyallahu an/j'dan Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu:
"Kim dünyasını severse, ahiretine zarar verir. Kim de ahiretini severse
(görünürde) dünyasına zarar verir. Öyleyse devamlı olanı (yani ahireti), fani
olan şeye tercih edin". (Ahmed, Beyhakî, Mişkât)
İZAH: Dünya
hayatı ne kadar uzun olursa olsun, mutlaka bir gün sona erecektir. Onun mal ve
metâı ne kadar fazla olursa olsun, bir gün elden çıkacaktır. İster ölüm
neticesinde elden çıkar, isterse zayi olup telef olarak elden çıkar. Ahiret
hayatı ise hiçbir zaman tükenici değildir. Onun nimetleri ebedi kalıcıdır. Bu
durumda şu açıktır ki, insanda birazcık akıl varsa, devamlı yanında kalacak
olan şeyi seçmelidir. Yanında devamlı kalması hiçbir şekilde mümkün olmayan
şeyin peşine düşmek akılsızlığın zirvesidir. Ancak bizim akıllarımız üzerine
gaflet perdesi örtülüdür. Şu (dünya) istasyonunun bekleme salonundaki süs ve
ziynete gönül vermiş oturuyoruz. Halbuki orada kalma süresi trenin gelip de
ona binmemize kadar olan zamandır. Bu kadar az zaman içinde insan eğer sefer
hazırlığı ile meşgul olsa, yolculuk ihtiyaçlarını hazırlasa, vatanına varınca
işine yarayacak olan şeyleri temin etse şüphesiz kendisi için faydalı olur. Ama
eğer bu kıymetli vaktini ve azıcık fırsatı orada gezip eğlenmeye harcarsa ve
kendi eşyası dağınık dururken bekleme salonunun temizliği ve onun mobilyalarını
düzenli bir şekilde yerleştirmeye çalışırsa veya bundan daha büyük bir ahmaklık
edip de oraya asmak için aynalar ve nakışlar satın almaya başlarsa, kendi
eşyasını da kaybeder, kendi sermayesini de zayi eder.Bu hadiste dünyayı
sevmemek hakkında uyanda bulunulmuştur. Çün sevgi öyle şiddetli bir şeydir ki,
hangi insana bulaşırsa, onu ağır ağır kendine e eder. Bundan dolayı ahiret
sevgisini meydana getirmeye teşvik edilmiştir. Dünya sevgisini terk etmeyi
tenbih etmiştir. Zira dünyayı seven biri her ne kadar şu an ahiret amelleri
yapıyor olsa da bu pis dünyanın sevgisi izini bırakmadan durmayacaktır ve bu
sevgi yavaş yavaş ahiret işlerinde gevşeklik, zorluk ve zarar çıkarmaya
başlayacaktır. Büyük zatlar şöyle buyurmuşlardır: "Kim dünyayı severse,
bütün pîr ve mürşidler bir araya gelseler de onu doğru yola getiremezler. Kim
de dünyayı terk ederse (ondan nefret ederse), bütün müfsid (bozguncular) bir
araya gelseler de onu doğru yoldan saptıramazlar"[74]Hz.
Berâ radıyallahu anh, Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vese/fem'in şöyle buyurduğunu
nakletmiştir: "Kim dünyada kendi şehvetlerini tatmin ederse, o ahirette
şehvetlerini tatmin etmekten mahrum olur. Kim dünyada nazlı yetişmiş (zengin)
insanların süs ve ziynetine (hırs ve heves) gözüyle bakarsa, o göklerin saltanatında
zelil kabul edilir. Kim de en az miktardaki bir rızka sabır ve tahammül ederse,
o Cennet'te Firdevs-i Alâ'da kalacağı yeri tutmuş olur".Hz. Lokman
aieyhisseiam meşhur bir hekimdir. Kur'an-ı Kerim'de de onun nasihatleri
zikredilmiştir. O siyah renkli Habeşli bir köle idi. Allahu Teâlâ ona ihsan etti
de Lokman-ı Hekim oldu. Bazı rivayetlerde geçtiğine göre Allahu Teâlâ onu
hikmet ve padişahlık arasında hangisini isterse seçmesi için serbest kıldı. O
hikmeti seçti. Bir hadiste şöyle geçmektedir: "Allahu Teâlâ tarafından
ona, <Sen padişah yapılıp da hakka uygun bir hükümet etmek ister misin?>
buyuruldu. O, <Eğer Rabbirm tarafından bu bir emirse benim hiçbir mazeretim
yoktur. Çünkü bu durumda Allahu Teâlâ bana yardım eder. Ama eğer bu teklifi
kabul edip etmemekte serbest isem affımı talep ederim. Ben kendi boynuma
musibet yüklemek istemiyorum> dedi. Melekler, <Ey Lokman! Bu
nedendir?> dediler. O, <İdareci çok çetin bir yerde olur. İstenmeyen
şeyler ve zulüm onu her taraftan kuşatır. Bu durumda ona yardım edilecek mi,
edilemeyecek mi? Eğer hakka uygun karar verirse, o zaman kurtulabilir. Yoksa
Cennet'in yolundan sapacaktır. Bir kişinin dünyada gününü zelil olarak geçirmesi,
dünyada şerefli bir hayat geçirip de (ahiret bakımından) zayi olmasından daha
hayırlıdır. Kim dünyayı ahirete tercih ederse dünya elinden çıkar. O kişi de
zaten ahiret işine yaramaz> dedi. Melekler onun verdiği cevaba çok hayret
ettiler. Sonra o uyudu. Allahu Teâlâ da onun üzerine hikmeti örttü"[75]Ondan
nakledilen hikmetler ve oğluna yaptığı nasihatler çok acayiptir. Bu nasihatler
pek çok rivayetlerde zikredilmiştir. Onlardan biri de şudur: "Oğlum! Sık
sık alimlerin meclislerinde otur. Hekimlerin (hikmet sahiplerinin) sözlerini
dikkatle dinle. Allahu Teâlâ sağnak yağan yağmurla ölü olan toprağı dirilttiği
gibi hikmet nuru ile ölü kalbi diriltir". Bir adam onun yanından geçti. O
vakit onun yanında bir topluluk vardı. Adam, Lokman Hekim'e "Sen falan
kavmin kölesi değil misin?" dedi. O, "Evet ben onların
kölesiydim" dedi. Adam, "Sen falanca dağın yakınında keçi güden kişi
değil misin?" dedi. O, "Evet. Ben oyum" dedi. Adam,
"Öyleyse sen bu makama nasıl ulaştın?" dedi. O, "Şu birkaç şeye
devam edip, dikkat etmekle; Allah korkusu, doğru konuşmak, emaneti tam olarak
eda etmek, boş konuşmaktan sakınmak" dedi.Lokman Hekim başka bir zaman
oğluna şöyle buyurdu: "Oğlum! Allah'ın azabından emin olmayacak şekilde
O'ndan ümitli ol. Aynı şekilde O'ndan ümidini kesmeyecek şekiide O'nun
azabından kork". Oğlu, "Babacığım! Kalp bir tanedir. Onda ümid ve
korku bir arada nasıl bulunabilir?" dedi. O, "Mü'min işte böyledir.
Onun bir bakıma iki kalbi olur. Birinde tam bir ümid, diğerinde ise tam bir
korku olur".Lokman Hekim'in şöyle bir sözü daha vardır: "Oğlum!
Rabbim beni bağışla duasını bol bol oku. Allahu Teâlâ'nın lütufları arasında
öyle vakitler vardır ki, insan o vakitlerde ne isterse verilir". Lokman
Hekim başka bir zaman şöyle buyurmuştur: "Oğlum! Allah'a kuvvetli bir
iman olmadan iyi amel yapmak imkansızdır. İmanı zayıf olanın ameli gevşek olur.
Oğlum! Şeytan seni herhangi bir zamanda şüpheye düşürürse, onu yakîn ile mağlup
et. Ne zaman seni amelde tembelliğe sevk ederse, kabir ve kıyameti hatırlayarak
ona galip ol. O senin yanına dünyaya rağbet veya (buradaki sıkıntılardan)
korkutma yoluyla gelirse ona, <Dünya mutlaka elden çıkacak birşeydir (ne
buranın rahatı daimidir ne de sıkıntısı devamlı kalıcıdır)> de".Lokman
hekim şöyle buyurmuştur: "Oğlum bir kimse yalan konuşursa, onun yüzünün
nuru gider. Kimin bozuk âdet ve alışkanlıkları varsa, gam ve keder onun başına
biner. Dağların kayalarını bir yerden başka bir yere taşımak, ahmaklara laf
anlatmaktan daha kolaydır". Yine o şöyle buyurmuştur: "Oğlum! Kendini
yalandan çok koru. Yafan söylemek serçe eti gibi lezzetli gelebilir, ancak kısa
zamanda, yalan söyleyen kimsenin düşman kazanmasına sebep olur. Oğlum! Cenazelere
katılmaya önem ver. Düğün ve merasimlere katılmaktan kaçın. Çünkü cenaze
ahireti hatırlatır. Düğün ve merasimler ise insanı dünya tarafına çekerek
meşgul eder. Oğlum! Karnın tok iken yemek yeme. Yemeği köpeğin önüne dökmek
tok karnına yemekten daha iyidir. Oğlum! insanların seni yutacağı kadar tatlı
olma. Ve insanların tüküreceği kadar da acı olma. Oğlum! Sen horozdan daha
aciz olma. Şöyle ki, o, seher vaktinde uyanıp ötmeye başlar, sen ise yatağında
yatıp uyursun. Oğlum! Tevbeyi geciktirme. Çünkü ölümün vakti (insanlara göre)
kararlaştırılmamıştır. O aniden gelir. Oğlum! Cahille dost olma ki git gide
onun cahilce sözleri sana güzel gelmeye başlar. Hikmet sahibine karşı kendi
başına düşmanlık alma ki, o senden yüz çevirir (sonra sen onun hikmetlerinden
mahrum kalırsın). Oğlum! Yemeğini muttaki insanlardan başkasına yedirme,
işlerinde alimlerle meşvere yap".Biri Lokman aieyhissetam'a, "En kötü
insan kimdir?" dedi. Buyurdu ki, "Kötülük yaparken birinin kendini
göreceğine aldırmayan kimsedir". O şöyle buyurmuştur: "Oğlum! sık
sık iyilerle otur. Çünkü onlarla oturmakla iyilik kazanırsın. Eğer onlar
üzerine herhangi bir vakit Allah'ın hususi rahmeti inerse, sana da ondan
mutlaka bir şeyler nasip olur (çünkü yağmur yağdığı yerin her tarafına ulaşır)
Kendini kötü insanlarla arkadaşlıktan uzak tut. Onların yanına oturmakta herhangi
bir hayır umudu yoktur ve onlara herhangi bir vakitte azab inerse, onun tesiri
sana da ulaşır". O şöyle buyuruyor: "Evlad için baba dayağının
faydası, suyun ekine olan faydası gibidir". O şöyle buyurdu: "Oğlum!
Sen dünyaya geldiğinden beri her gün ahirete yaklaşıyorsun (ve dünyadan da her
gün sırtını çevirmektesin. O halde her gün kendisine doğru yürüdüğün ev,
kendisinden her gün uzaklaştığın evden daha yakındır). Oğlum! Borçtan kendini
koru. Çünkü o gündüz zillet, gece garn ve kederdir (yani gündüz alacaklının
taleplerinden dolayı zillete katlanmak gerekmekte, geceleri de borç düşüncesi
ile geçmektedir). Oğlum! Günahlara cü'ret etmeyecek şekilde Allah'ın
rahmetinden ümitvâr ol. Allah'ın rahmetinden ümid kesmeyecek şekilde Allah'tan
kork. Oğlum! Biri sana gelip, <Fa-lanca kişi benim iki gözümü çıkardı>
diye şikayet etse, gerçekten de onun iki gözü çıkmış olsa, diğer kişinin
ifadesini dinlemeden önce onun hakkında bir görüşe sahip olma. Belki de ilk
adımı o atmış ve daha önce o dört tane göz çıkarmıştır"[76]Fakih
Ebûlleys rahmetuiiahi aieytiın naklettiğine göre Hz. Lokman aieyhisseiam
ahirete intikal edeceği sırada oğluna şöyle dedi: "Oğlum! Ben sana hayatım
müd-detince pek çok nasihatler ettim. Şu an (son vaktimdir). Sana attı nasihat
yapıyorum; 1-Sadece ömrünün bekası kadar kendini dünya ile meşgul et (dünya
ise ahiret karşısında hiçbir şey değildir). 2-Allah'a ne kadar muhtaç isen ona
o kadar ibadet et (şu açıktır ki insan her şeyde Allah'a muhtaçtır). 3-Ahirette
ne kadar kalmak istiyorsan, o nisbette, orası için hazırlık yap (şu açıktır ki
ölümden sonra oradan başka kalacak bir yer yoktur). 4-Cehennem'den kurtulduğuna
kesin olarak inanana kadar ondan kurtulmak için çalışmaya devam et (şu açıktır
ki, bir kimse ağır bir adli davaya mübtela olmuşsa, o davadan kurtulduğuna dair
kesinlik yoksa her an çalışmaya devam eder). 5-Cehennem ateşinde yanmaya ne
kadar cesaret ve gücün varsa, o kadar günahlara cüret et (çünkü günahların
cezası kânûnî bir şeydir. Bir de hakimler hâkiminin inayetinin olup olmayacağı
ve lütfü bilinmemektedir). 6-Günah işleyeceğin zaman Allahu Teâlâ'nın ve
meleklerin görmeyeceği bir yer araştır (çünkü bizzat hâkimin önünde, istihbarat
elemanlarının karşısında âsi olmanın neticesi malumdur)"[77]Bu
birkaç nasihat Hz. Lokman aieyhisseiam'a bağlı olarak zikredilmiştir. Onun
nasihatlerinden maksat da baştan beri yazdığımız aynı konudur. Yani kim dünyayı
severse, ahiretine zarar verir.Arfece Sakafî mhmetullahi aleyh diyor ki: Ben
Hz. Abdullah İbni Mes'ud radıyallahu anh'dan ifâ ıdiye başlayan sûreyi
okumasını rica ettim. Okumaya başladı ve"Ne var kî siz dünya hayatını
tercih edersiniz. / Halbuki ahiret daha hayırlı ve daha devamlıdır"
(A'lâ-16,17) ayetine ulaşınca okumayı bırakıp, "Şüphesiz biz dünyayı
ahirete tercih ettik" buyurdu. Orada bulunanların hepsi susmuşlardı.
Tekrar, "Biz dünyayı ahirete tercih ettik. Çünkü biz onun süs ve ziynetine
baktık, onun kadınlarına baktık, onun yemek ve içmesine baktık. Ahiretin bu
gibi şeyleri bizden gizliydi. Bundan dolayı dünyayı tercih ettik. Ahireti terk
ettik" buyurdu. Hz. Enes radıyallahu enh, Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem'm şöyle buyurduğunu naklet-miştir: "Kullar, dünya ticaretini,
ahiret ticaretine tercih etmedikleri müddetçe Lâ ilahe illallah kelimesi
kulları Allah'ın gazabından korur. Dünya ticaretini ahiret ticaretine tercih
ettikleri ve ondan sonra, Lâ ilahe illallah dediklerinde, bu kelime, <Siz
yalan söylüyorsunuz> diye kendilerine döndürülecektir". (Yani sizin
İkrarınız yalandır ve sadece bir sayıklamadır).Bir hadiste Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur: "Kim Lâ İlahe illallahu
vahdehû la şerikelehu kelimesine şehadet ederek Allah'a kavuşursa, ona başka
bir şey karıştırmadığı müddetçe (doğruca) Cennet'e girer". Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem bu sözünü üç defa tekrarladı. Oradaki topluluktan
bir şahıs, "Anam babam sana feda olsun. Başka bir şey karıştırmaktan
maksat nedir?" deyince Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesetlem, "Dünya
sevgisini ona tercih etmek, onun için mal biriktirmek, dünya eşyasıyla
sevinmek ve kibirli insanlar gibi davranmaktır" buyurdu. Diğer bir hadiste
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur: "Dünya (ahirette)
evi olmayanın evidir. Yine dünya (ahirette) malı olmayanın malıdır. Dünya için,
aklı olmayan kimse mal biriktirir"[78]Rasûlullah
sai-laiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurdu: "Dünya mel'undur. Dünyanın
içinde ne varsa hepsi mel'undur. Ancak Allah için olanlar müstesnadır"İmam
Gazali rahmetuiiahî aleyh, Dünyanın Zemmi kitabında şöyle yazıyor: Bütün
hamdler ve övgüler, kendi dostlarına dünyanın tehlikelerini ve onun afetlerini
bildiren ve onun kusurlarını ve sırlarını dostlarına aşikar kılan Allah'a
aittir. Hattâ ki onlar dünyanın ahvalini tanımışlardır. Onun iyilik ve
kötülüğünü mukayese edip şunu bilmişlerdir ki, onun kötülükleri iyilikleri
üzerine galip gelmiştir. Dünyaya bağlı olan ümitler onun peşinden gelen endişe
verici şeylere karşı koyamazlar. Dünya canlı ve hareketli bir kadın gibi
insanları kendi güzellik ve cemaliyle esir almaktadır. Kötü ve çirkin
hareketiyle, kendisine ulaşma arzusunda olanları helak etmektedir. O kendini
isteyenlerden kaçmaktadır. Onlara yönelmekte çok cimridir. Yönelse bile onun
yönelmesi de afet ve musibetlerden emin değildir. Bir defa iyilik etse, bir
sene boyu kötülük eder. Kim onun tuzağına düşerse, onun sonu zillettir. Kim
onun sebebiyle kibirlenirse, o sonunda hasret ve üzüntüye doğru gider. Onun
âdeti kendi aşıklarından kaçmak ve kendisinden kaçanın peşine düşmektir. O,
kendisine hizmet edenden ayrı kalır. Kendisinden yüz çevirenlerle de buluşmak
için çalışır. Onun saflığında bile bulanıklık vardır. Onun sevincinden de
üzüntü ve gam ayrılmaz. Onun nimetlerinin meyvesi hasret ve pişmanlıktan başka
bir şey değildir. O çok aldatıcı, hilekâr bir kadındır. Çok kaçkın ve ansızın
kaybolandır. Kendini arzulayanlar için son derece süs ve ziynetlere bezenir.
Onlar, ona tam olarak kendilerini kaptırdıkları zaman onlara diş göstermeye
başlar. Onların düzenli hayatlarını perişan eder. Kendi cadılığını onlara
gösterir. Sonra da öldürücü zehirlerini onlara tattırır. O Allah düşmanıdır.
Allah dostlarının düşmanıdır. Allah'ın düşmanlarının da düşmanıdır. Allahu
Teâlâ'nın düşmanı olması şöyledir; O Allah'a gidenlerin yolunu kesmektedir, O
Allah dostlarına şöyle düşmanlık yapmaktadır: Onların gönüllerini kendine
yöneltmek için çeşit çeşit ziynetler takınır. Bu yüzden onlar ona iltifat
ederek, Allah'tan ilişkilerini kesmelerinden dolayı sabrın acı yudumunu
içmektedirler. Dünyanın Allah'ın düşmanlarına düşmanlık etmesi ise şöyledir;
Kendi hile ve tuzağıyla onları avlar. Onlar onun dostluğuna tam güvendikleri
sırada birden onları ortada yalnız bırakır. Halbuki onlar, o vakit ona şiddetle
muhtaç olacaklardır. Bu yüzden onlar dâimi hasret ve dâimi azaba mübtela
olacaklardır.Kur'an-ı Kerimin ayeti kerimelerinde ve hadisi şeriflerde dünya
sık sık kınanmıştır. Hatta bütün Enbiya-i Kiram a/â nebiyyina ve
aleyhimüssalatü vesselamın gönderilişleri, dünyaya gönül vermemeye tenbih
içindir. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem bir defasında ölü bir oğlağın
yanından geçiyordu. Sahabelere hitaben, "Siz bu ölmüş oğlağın kendi sahibi
yanında bir değeri olduğunu düşünüyor musunuz?" buyurdu. Sahabeler,
"Onun değersizliği atılmış olmasından bellidir" dediler Bunun üzerine
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Bu ölü oğlak, sahibinin
yanında ne kadar zelil ve değersiz ise, dünya da Allahu Teâlâ'nın nezdinde
bundan daha zelil ve değersizdir. Eğer dünyanın değeri Allah'ın nezdinde bir
sivri sineğin kanadına denk olsaydı. Hiçbir kafire bir yudum su dahi
verilmezdi". Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Dünya
sevgisi her hatanın başı ve kaynağıdır".Hz. Zeyd bin Sabit radıyaiiahu anh
buyurdu ki: Biz bir defasında Hz. Ebû Bekr radiyaliahu antim yanındaydık. O
içmek için bir şey istedi. Bal şerbeti getirildi. Onu ağzına yaklaştırınca
ağlamaya başladı. O kadar ağladı ki, yanında bulunanlar da ondan müteessir
olarak ağlamaya başladılar ve çok ağladılar. Sonra tekrar ağzına yaklaştırınca
yine ağlamaya başladı. Sonra gözyaşını sildi ve şöyle söyledi: "Ben bir
defasında Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiemin yanındaydım. Onun iki eliyle
bir şeyi uzaklaştırdığını gördüm. Halbuki ben Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem'm önünde bir şey göremedim. Bunun üzerine <Ya Rasûlallah!
Kendinizdenneyi uzaklaştırıyorsunuz?> diye sordum. Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi veseiiem, <Dünya benim karşıma çıkmıştı. Ben onu kendimden
uzaklaştırdırn. Sonra dünya tekrar benim yanıma geldi ve 'Sen benden kurtulsan
da (hiç üzülmeye gerek yok, çünkü) senden sonra gelenler benden
kurtulamayacaklardır' dedi> buyurdu".Bir hadiste Rasûlullah saiiallahu
aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur: "Ahiretin devamlı ve sürekli olduğuna
iman ettikten sonra yine de şu aldatıcı dünya yurdu için çalışan kimseye
şaşıyorum". Bir defasında Rasûlullah saiiallahu aleyhi veseiiem --bir
çöplükten geçti. Orada kurumuş kemikler, kazurat ve eskimiş yırtık çaputlar
vardı. Rasûlullah saiiallahu aleyhi vesetlem orada durdu ve "Gelin bakın.
İşte dünyanın son noktası ve onun bütün ziynet ve süsü budur" buyurdu.Bu
kısa hadis başka bir hadiste geniş olarak geçmiştir. Ancak Allâme Irâkî ve
diğer muhaddis hazretleri buyurdular ki: "Biz bu rivayetin nerede olduğunu
bulamadık". Buna rağmen İmam Gazali rahmetuiiahi aleyh o rivayeti
nakletmiştir. Sahibi Gût ise onu Hz. Hasan Basri rahmetuiiahi a/ey/7'den mürsel
olarak rivayet etmiştir. O rivayet şudur: Hz. Ebû Hureyre radıyaüahu anh diyor
ki; Bir defasında Rasûlullah saiiallahu aleyhi veseiiem bana, "Ben sana
dünyanın hakikâtini göstereyim mi?" buyurdu. Ben, "Elbette
buyurunuz" dedim. Rasûlullah saiiallahu aleyhi veseiiem beni yanına alarak
Medine-i Münevver'nin dışında bulunan bir çöplüğün yanma götürdü. Orada insan
kafaları, kazurat, yırtık çaputlar ve kemikler vardı. Rasûlullah saiiallahu
aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Ebû Hureyre bunlar insanların kafatasları.
Bunların içindeki beyinler, sizin bugün hırslandığınız gibi dünyaya hırslanıyorlardı.
Sizin ümidler kurduğunuz gibi bunlar da ümidler kuruyorlardı. Bugün bunlar
derişiz olarak duruyorlar. Bir müddet geçtikten sonra toprak olacaklardır. Şu
kazurat ve pislikler, rengârenk yemeklerin neticesidir. İnsan onları çok büyük
emekle kazandı ve elde etti. Sonra onları hazırladı ve yedi. Şimdi ise bu
insanların kendisinden (nefret edip) kaçtıkları bir halde bulunmaktadır (güzel
kokusu ile insanları uzaktan kendisine yönelten o yemeğin sonu bugün öyle bir
hale gelmiştir ki, onun kokusu insanları uzaktan, kendisinden iğrendirip,
nefret ettirmektedir). Bu bez parçalan, o süslü elbiseleri (-ki onu giyerek
insan kibirlenirdi- Bugün onları) rüzgarlar bir taraftan bir tarafa
savurmaktadır. Şu kemikler insanların üzerlerine bindikleri hayvanların
kemikleridir. (Onlar atiar üzerine binip nazlanıyorlardı) ve dünyada geziyorlardı.
O halde kim bu ahval üzerine (ve bu ibret veren sonuçlar üzerine) ağlamak
isterse bunlara bakarak ağlasın". Hz. Ebû Hureyre radı-yaiiahu anh diyor
ki: "Biz hepimiz çok ağladık".
Bir başka hadiste
Rasûlullah saiiallahu aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur: "Dünya (dış
görünüşü bakımından) tatlı ve yemyeşildir. Allahu Teâlâ sizin orada nasıl amel
yapacağınıza bakmak için sizi geçmişlerinize halef yaptı. Beni İsrail'e dünya
kapıları açılınca onun süs ve eşyasının, kadınlarının, altın ve gümüşlerinin
tuzağına düştüler". Hz. İsa aieyhisseiam buyurdu ki: "Dünyayı
kendinize efendi edinmeyin. O sizi kendine köle yapar. Hazinenizi, (zayi olma
endişesi olmayan)Allah'ın yanında saklayın. Dünya hazinelerinin her an zayi
olma endişesi vardır. Ama Allah ceiie ceiatuhu nun hazinesine hiçbir afet
gelmez". Yine Hz. İsa aieyhisseiam buyurdu ki: "Dünyanın fenalığının
alâmetlerinden biri de dünyada Allah'a itaatsizlik edilmesidir. Onun
fenalığının alâmetlerinden bir diğeri de, onu terk etmeden ahiret kazanılamaz,
Şunu iyice bilin ki, dünya sevgisi her hatanın başıdır. Az bir süre nefsani
arzulan tatmin etmek uzun süreli üzüntü ve azaba sebep olur". O şöyle
buyurmuştur: "Dünya bazı kimselerin talibi olur, bazılarının da matlubu.
Kim ahirete talip olursa dünya ona talip olur. Homurdanarak rızkını ona
ulaştırır. Kim de dünyayı talep etmeye başlarsa, ahiret onu bizzat talep etmez.
Nihayet ölüm gelir ve onun boynuna çöker".Hz. Süleyman a/â nebiyyina ve
aleyhissalatü vesselam bir defasında ordusuyla beraber gidiyordu. Kuşlar onu
gölgelendiriyorlardı. Sağ ve solunda insan ve cinler bulunuyordu. Bir âbidin
üzerinden geçti. Âbid, ona "Allahu Teâlâ size çok büyük bir saltanat ihsan
etmiştir (cinler, insanlar, hayvanlar ve kuşların üzerinde sizin hükümetiniz
vardır)" dedi. Bunun üzerine Hz. Süleyman aiâ nebiyyina ve aleyhissalatü
vesselam buyurdu ki: "Müslümanın amel defterindeki bir Subhanallah
Süleyman'ın bütün mülkünden daha üstündür. Çünkü bu saltanatın hepsi çok çabuk
bitecek ama Subhanallah''in sevabı devamlı baki kalacaktır".Rasûlullah
saiiallahu aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Kimin son maksadı dünya olursa,
onun Allahu Teâlâ ile bir alakası yoktur. Allahu Teâlâ onu dört şeye müb-tela
kılar; 1-Bitmeyen bir gam (ki her an gelirinin artmasını fikreder durur), 2-Fır-sat
ve boşluk bulamayacak derecede meşguliyet, 3-Asla müstağni kılmayacak bir
fakirlik (yani geliri ne kadar artarsa masraf ve gideri o kadar fazla olur,
böylece geliri az bulur), 4-Hiçbir zaman tamamlanmayacak olan uzun uzun
ümidler".Hz. İbrahim alâ nebiyyina ve aleyhissalatü vesselam'\n
sahifelerinde şöyle yazi-yordu: "Ey dünya! Sen kendileri için süslendiğin
salih kimselerin gözünde ne kadar zelilsin. Ben onların kalplerine sana karşı
düşmanlık koydum. Onlara senden yüz çevirmeyi nasip ettim. Ben senden daha alçak
bir mahluk yaratmadım. Senin bütün yükselişin son derece değersiz, önemsiz ve
biticidir. Ben senin yaratıldığın gün şuna karar verdim ki, ne sen kimsenin
yanında devamlı kalacaksın ne de kimse seninle devamlı kalacaktır. Senin
sahibin sana ne kadar cimrilik yaparsa yapsın (durum böyledir). Ne mutlu o
salih insanlara ki, kalpleriyle Allah'ın hükmüne razı olduklarını Bana
bildirirler ve kendi gönülleriyle Bana doğruluk ve sebatı haber verirler.
Onlar için sevinç ve ferahlık vardır. Yanımda onlar için öyle bir nur vardır
ki, onlar kabirlerinden kalkıp yanıma geldiklerinde o nur, onların önlerinde
olacaktır. Sağ ve sollarında melekler olacaktır. Nihayet Ben, onların Bana
bağladıkları bütün ümidlerini yerine getiririm".Rasûlullah saiiallahu
aleyhi veseiiem şöyle buyurdu: "Kıyamet günü bazı insanlar Arap diyarının
dağları kadar fazla ameller ile geleceklerdir. Ancak onlar Ce-hennem'e
atılacaklardır". Biri, "Ya Rasûlallah! Bunlar namaz kılan kimseler
mi?"diye sorunca Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem, "Onlar namaz
kılan, oruç tutan üstelik teheccüd kılan kimseler olacaklardır. Ancak dünyanın
herhangi bir şeyi (servet, izzet vs.) onların önüne gelince bir anda (caiz
olup olmadığına aldırmadan) ona dalacaklardır". Hz. İsa aiâ nebiyyina ve
ateyhissaiato vesselam şöyle buyurdu: "Dünya ve ahiret sevgisi bir kalpte
toplanmaz. Ateşle suyun bir kapta toplanmadığı gibi". Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Dünyadan sakının. O Hârutve
Mâruftan daha fazla sihirbazdır". Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem
bir defasında Sahabelerin yanına geldi ve "Sizden kim Allahu Teâlâ'nın
(kabirdeki) körlüğü gidermesini ve onun (ibret) gözlerini açmasını ister. (Kim
bunu istiyorsa o dikkatle dinlesin.) Kim dünyaya ne kadar rağbet ederse ve ne
kadar uzun uzun ümidler beslerse Allahu Teâlâ onun kalbini o kadar kör eder.
Kim de dünyaya rağbet etmezse, kendi arzularını kısarsa, Allahu Teâlâ ona
öğrenmeden ilim öğretir. Kimse ona yol göstermeden Allah ona yolu bildirir.
Yakında öyle insanlar gelecek ki, onların saltanatı, insanları katletmek ve
baskı üzerine kurulacaktır. Cimrilik ve gururla zenginlik elde edeceklerdir.
Nefsâni arzulara tâbi olmakla insanların kalbinde onlara karşı sevgi
oluşacaktır. Sizden kim o zamana yetişir de zengin olma imkanı varken fakirliğe
sabrederse, insanların (arzularına tâbi olarak) onların kalplerinde sevgi
oluşturma imkanı varken, onların düşmanlığına katlanırsa, insanlara (ayak
uydurarak) izzet kazanmak varken, zilletle yetinirse ve bunlara ancak Allah
için katlanırsa, ona 50 sıddîk sevabı verilir".Bir defasında Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem'e Bahreyn'den çok mal geldi. Ensardan (ihtiyaç
sahibi olan) sahabeler bu haberi duyunca sabah namazında Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi veseiiem'm yanına kalabalık bir şekilde toplandılar. Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem namazdan sonra kalabalığa bakarak tebessüm buyurdu
ve "Zannediyorum siz o malın haberini duyup geldiniz" dedi. Onlar,
"Ya Rasûlallah! Şüphesiz onun için geldik" dediler. Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurdu; "Ben size (malın çoğalacağı
hakkında) müjde veriyorum. Yakında mal çoğalacaktır. Siz ümitli olun kendisiyle
sevindiğiniz şey (yani mal) sizin yanınıza bol bol gelecektir. Ben sizin
fakirlik ve yoksulluğunuzdan korkmuyorum, fakat ben sizden öncekilere dünya
açıldığı gibi size de açılmasından korkuyorum. O zaman siz ona gönül verip
durursunuz. Bundan dolayı o sizden öncekileri helak ettiği gibi sizi de helak
eder".Bir başka hadiste Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle
buyurmuştur: "Ben sizin hakkınızda en çok AllahuTeâlâ size toprağın
bereketlerini çıkarmasından korkuyorum". Biri, "Ya Rasûlallah!
Toprağın bereketlen nedir?" dedi. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem,
"Dünyanın ziynetleridir" buyurdu. Hz. Ebû Derdâ radıyaiiahu anh
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseitem'm şöyle buyurduğunu nakletmiştir:
"Benim bildiklerimi siz bilseydiniz az güler, çok ağlardınız ve dünya
sizin gözünüzde çok zelil olur, siz ahireti ona tercih ederdiniz". Ondan
sonra Ebû Derdâ radıyaiiahu anh kendi tarafından şöyle buyurdu: "Benim
bildiğimi siz bilseydiniz, ve feryad
ederek ormanlara kaçardınız. Ve mallarınızı korumasız olarak bırakırdınız.
Ancak sizin kalplerinizde ahiretin zikri kaybolmuş ve dünya ü-midleri ise sizin
önünüzdedir. Bundan dolayı dünya sizin amellerinizin sahibi olmakta ve sanki
siz hiçbir şey bilmiyor gibi olmuşsunuz. Bu yüzden sizden bazıları, sonuçtan
korkarak kendi şehvetlerini terk etmeyen hayvanlardan daha beter olmuşlardır.
Size ne oldu ki birbirinizi sevmiyorsunuz? Birbirinize nasihat etmiyorsunuz?
Halbuki siz birbirinizin din kardeşisiniz. Sizleri ancak içinizde bulunan
manevi pislikler birbirinizden ayırmıştır. Eğer siz hepiniz din ve dini
konularda bir araya gelirseniz, aranızdaki ilişkilerde artacaktır. Peki size ne
oldu ki dünya işlerinde birbirinize nasihat ediyorsunuz da ancak ahiret
işlerinde birbirinize nasihat etmiyorsunuz? Sizin, sevdiğiniz kimseye ahiret
meseleleri hakkında nasihat edecek gücünüz yok mu? Ahiret meselesi hakkında ona
nasihat edemez misiniz? Bunun sebebi sadece sizin kalplerinizdeki iman
azlığıdır. Eğer siz dünyanın hayır ve şerrine kesin olarak inandığınız gibi
ahiretin hayır ve şerrine inansaydınız, muhakkak ahireti dünyaya tercih
ederdiniz. Çünkü ahiret sizin yaptığınız işlere dünyadan daha fazla hak sahibidir.
Eğer siz, <Dünya ihtiyacı acildir, şu an önümüzdedir. Ahiret ise sonradan
olacaktır> derseniz. O zaman dünyada sonradan gelen ve hasıl olan işler
için ne kadar meşakkatlere katlandığınızı bir düşünün (zi-raatin zorluğuna
katlanıyorsunuz. Çünkü bir müddet sonra mahsûl çıkacaktır. Aynı şekilde
bağ-bahçe meydana getirmek için ne kadar can verircesine çalışıyorsunuz. Çünkü
birkaç sene sonra meyveler gelecektir). Siz ne kadar kötü bir kavimsiniz ki,
sizde ne derecede iman olduğunu bileceğiniz şeylerle imanınızı ölçmüyorsunuz.
Eğer siz Rasûlullah saiieiiahu aleyhi veseiiem'\n getirdiği hükümlerde şüphe
ediyorsanız bizim yanımıza geliniz. Biz size açık bir şekilde anlatacağız ve
size öyle bir nur göstereceğiz ki, siz onunla Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem
ne buyurduysa o haktır diye mutmain olacaksınız. Siz aklı eksik ve ahmak kimseler
değilsiniz ki, biz sizi mazur görelim. Sizler dünya işlerinde çok güzel görüşlere
sahipsiniz O konuda çok dikkatli davranıyorsunuz. (Peki bu ne beladır ki, siz
ahiret işlerinizde.ne aklınızı kullanıyorsunuz ne de dikkatli amel yapıyorsunuz?)
Peki bu ne haldir? Size ne oldu ki, azıcık bir dünya menfaatinden dolayı çok
seviniyorsunuz ve azıcık zarardan dolayı üzülüyorsunuz. Bunun alâmetleri
yüzünüze varana kadar anlaşılıyor (yani sevinince yüzünüz açılıyor, üzüntü de
ise biraz yüzünüz asılıyor). Musibetler dillere dökülüyor. Zerre kadar meseleye
musibet demeye başlıyorsunuz. Matem merasimleri düzenliyorsunuz. Fakat dinin
büyük büyük emirleri elden gidince ona ne üzülüp kederleniyor ne de yüzünüzde
bir değişme oluyor. Ben sizin dindeki fenalığınızı görünce Allahu Teâlâ'nın
size dargın olduğunu düşünüyorum. Siz birbirinizle sevinç ve memnuniyetle
görüşüyorsunuz. Her biriniz diğerinin yanında onun ağrına gidecek (hak) sözü
söylemek istemiyor. Tâ ki o da kendisiyle ilgili hoşlanmadığı bir söz
söylemesin. O halde bu konuları (hak sözü), sadece kalplerde saklayarak
birbirinizle geçiniyorsunuz. İç yüzünüzdeki pislikler üzerinde, dış yüzünüzün
yeşillikleri açmış bulunuyor. Ölümü hatırlamayı terk etmek konusunda hepiniz
ittifak etmişsiniz. Ne olaydı Allahu Teâlâ bana ölüm verip, beni sizin
sıkıntınızdan rahatlatsaydı ve beni o yüce zatlara (yani Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi veseiiem ve Sahâbe-i Kiram'a)kavuştursaydı. Ben onları görmeyi
arzuluyorum. Eğer onlar yaşasaydılar, sizinle beraber kalmayı istemezlerdi. O
halde sizde hayırdan bir nebze kaldıysa ben size açık açık söyledim ve Hak sözü
anlattım Eğer siz Allah'ın yanında bulunan şeyi (yani ahireti) talep
ediyorsanız çok kolaydır. Ben sizin hakkınızda da kendi hakkımda da yalnız
Allah'tan yardım isterim. Bu kadar". Hz. Ebû Derdâ radıyeiiahu anh'm sözü
burada bitmiştir.
Onun bu uyarı ve
azarlamasını büyük bir dikkatle okumak gerekir. O öyle kimselere kızıyor ki,
biz oniar hakkında, "Biz asla onlar gibi dindar olamayız"
zannediyoruz. Onların ahvalleri ve başardıkları büyük işler bizim gözümüzün
önündedir. Eğer Hz. Ebû Derdâ radıyaiiahu anh bizi görseydi. Kesinlikle
üzüntüsünden kahrolurdu. Bu yüce zatlar bizim ahvalimize katiyen bakamazlar ve
ona asla tahammül edemezlerdi.Hz. Hasan Basri rahmetuiiahi aleyh buyurdu ki:
"Dünya yanlarında emanet olan kimselere Allahu Teâlâ rahmet etsin. Onlar o
emaneti başkalarına havale etmişlerdir. Kendileri endişesiz olarak gitmişlerdir".
Yine o şöyle buyurmuştur: "Kim din konusunda seni engellerse, sen ona
karşı koy. Kim de dünya konusunda sana engel çıkarırsa, o dünyayı onun
suratına vur ve rahat et". Hz. Ebû Hâ-zim rahmetuiiahi aleyh diyor ki:
"Dünyadan sakının. Kıyamet günü mahşer meydanında insan ayağa kaldırılıp,
<Bu şahıs Allahu Teâiâ'nın hakir dediği şeyi büyük kabul etmiştir>
denilecektir". Hz. Abdullah Ibni Mes'ud radıyaliahu anh şöyle buyurdu:
"Herkes kendi evinde birkaç günlük m
1) insanla
birlikte öbür aleme gidecek olan şeylerdir. Onlar din ilmi ve sadece Allahu
Teâlâ için işlenen güzel amellerdir. Bu iki şey hâlis olarak din ve ahiret-tir.
Her ne kadar insan onlardan lezzet alsa da, onlar dünya değildir.
Onlardanlezzet alan insanlar bu lezzetten dolayı yemek, içmek, uyumak, evlenmek
ve diğer şeylere varana kadar bir çok şeyi terk etmektedirler. Ancak bütün
bunlara rağmen bu iki şey yalnızca ahiret işleridir.
2) İkinci kısım, birincisinin tam tersine
günahlardan alınan lezzetler ve caiz olan şeylerin sadece lüzumsuz ve fazla
olan miktarlarıdır. Bunlara m
3) Üçüncü kısım ise bu ikisinin arasında
bulunan, ahiret işleri için yardımcı ve destekleyici olan zaruri şeylerdir.
Örnek olarak ihtiyaç kadar yemek, uyumak ve zarurete uygun olarak kışlık ve
yazlık sade elbise, insanın hayatı ve sağlığı için gerekli olan her şey ve bir
de kendileriyle birinci kısımdaki şeylere (ilme ve salih amele) yardım sağlanan
şeylerdir. Bu şeyler dünya değil ahiret ve dindir. Yalnız gerçekten onların
zaruret derecesinde olmaları şarttır. Onları kullanmaktan maksat din işlerine
güç katmak olmalıdır. Eğer onlardan maksat sadece nef-sani haz ve gönlün
arzularını tatmin etmek olursa o zaman bu şeyler dünya olur.Ben babamdan (Allah
kabrini pür nur etsin) bir kıssayı sık sık dinlerdim. Buyurdu ki: Bir adam
ihtiyaçtan dolayı Pani Pet şehrine gidecekti. Yol Camnâ nehrinden geçiyordu.
Allah'tan o vakit nehirde taşma durumu vardı. Bu yüzden o an vapur da
çalışmıyordu. Adam çok perişandı. Halk ona, "Falan arazide bir büyük zat
kalıyor. Ona gidip kendi ihtiyacını söyle. Eğer o bir yol gösterirse belki işin
olur. Yoksa hiçbir yol yoktur. Ancak o zat ilk baştan kızar ve reddeder. Bundan
dolayı ümidini kesmemelisin" dediler. Nitekim bu şahıs oraya gitti. Kırlık
arazide bir kulübe vardı. O zatın çoluk çocuğu da o kulübede kalıyordu. Bu
adam ağlayıp, sızlanarak kendi ihtiyacını açıkladı ve "Yarın mahkemede
duruşma tarihidir. Oraya gitmek için hiçbir çare yok" dedi. O zat âdeti
gereği adamı iyice azarladı ve "Ben ne yapabilirim, benim elimde ne var
ki?" dedi. Sonra adam çok yal-vannca şöyle dedi: "Camnâ nehrine
gidip, <Beni, ömründe hiçbir şey yemeyen ve hanımına yanaşmayan bir şahıs
gönderdi> de. Adam oradan döndü ve o zatın söylediği gibi yaptı, Camnâ nehri
bir anda durdu ve bu şahıs karşıya geçti. Sonra Camnâ önceki gibi akmaya başladı.
Ancak bu adam ayrıldıktan sonra o büyük zatın hanımı ağlamaya başladı ve
"Sen beni zelil ve rüsvay ettin. Sen yemeden kendi kendine şişerek fil
gibi olmuş olabilirsin. Sen kendi hakkında istediğin kadar yalan söylemekte
serbestsin. Ancak asla hanımının yanına gitmediğini söylemen beni rüsvay
etmiştir. Senin bu sözünün manası; <Şu gezip dolaşan çocuklar gayri meşru
yolla meydana gelmişlerdir> demektir" dedi. O zat önce hanımına,
"Bu sözün seninle hiçbir alâkası yoktur. Ben bunların kendi evladım olduklarını
söylüyorum o halde itiraza ne gerek var?" dedi. Ancak kadın, "Sen
benim zina eden biri olduğumu söyledin" diyerek hüngür hüngür ağlamaya
devam etti. Bunun üzerine o zat şöyle dedi: "İyi dinle! Ben kendimi bildim
bileli asla nefsimin
arzusundan dolayı bir
şey yemedim. Her zaman ne yediysem, onunla Allah'a itaat etmek için vücuduma
kuvvet gelmesini irade ve niyet ederek yedim. Sana ne zaman yanaştıysam, her
zaman senin hakkını eda etme iradesini taşıdım. Hiçbir zaman arzularımın
isteklerinden dolayı seninle bir araya gelmedim".Kıssa burada son buldu.
Şimdi Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'ln bir hadisini iyice düşünmekle
yukarıdaki konu teyid edilmiş olur. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem
buyurdu ki: "İnsanda 360 eklem vardır. Her eklemin karşılığında (onun
sıhhat ve selametine şükür olarak) her gün bir sadaka vermelidir".
Sahabeler "Ya Rasûlallah! Kim her gün bu kadar sadakayı (yani 360 sadaka)
verebilir?" dediler. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurdu: "Mescide
atılmış olan tükürüğün üzerine toprak serpmek (yani onu temizleyip yok etmek)
sadakadır (yani sadaka sevabı vardır). Yoldan eziyet veren bir şeyi gidermek de
sadakadır. Kuşluk namazı İse bütün sadakalara eşit olabilir"[80]
Çünkü namazda iken her eklem yeri ibadetle meşgul olur. Bundan dolayı kuşluk
namazı bir bakıma her eklem için sadaka olmuş olur.İkinci hadiste bu şeylerle
ilgili daha başka m
maldan mahrum olan
onun pek çok fitnelerinden korunmuştur. Ona dalan ve batan ise fitnelere
mübtela olmuştur, işte bundan dolayıdır ki, Sahâbe-i Kiram radı-yaiiahu anhum
ecmain şöyle buyurmuşlardır: "Biz yoksulluk fitnesine (imtihanına) mübtela
kılınınca sabrettik (başarılı olduk). Sonra biz servet ve zenginlik fitnesine
(imtihanına) mübtela olduk, sabretmedik (yani o durumdayken maldan ayrı
kalmalıydık. Bunu yapamadık)". Çoğunlukla insanların durumu şöyledir: Mal
varken onun zararlarından pek az insan senelerce sonra korunmuş olarak
çıkmaktadır. Bundan dolayı Kur'an-ı Kerim ve hadislerde sık sık ondan sakınmaya
teşvik edilmiş ve ona dalmanın zararları üzerine uyarı yapılmıştır. Çünkü ondan
sakınmak herkes İçin faydalıdır. İşte bundan dolayı alimler şöyle
buyurmuşlardır: "Malı (parayı vs.'yi elde) evirip, çevirmek, imanın tadını
emer bitirir". Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur:
"Her ümmet için taptıkları bir buzağı vardır. Benim ümmetimin buzağısı
ise altın ve gümüştür (ona taparcasına davranmaktadır). Hz. Musa
aieyhisseiam kavminin buzağısı da altın
ve gümüşten yapılmış bir ziynetti'[82]Şu da
Enbiya-i Kiram aleyhimüssselam ve Evliya-i İzam rahmetuiiahi aleyhime ait olan
bir haslettir ki, onların gözünde altın, gümüş, su ve taş aynı derecedir. Bir
de ondan sonra sık sık mücahede yapmaları o yüce zatların bu hallerini daha da
pekiştirmektedir. Bundan dolayı dünya kendi süs ve ziynetiyle Rasûlullah
saiiaiia-hu aleyhi vese/fem'in huzuruna gelinceRasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem ona, "Benden uzak ol" buyurmuştur.Hz. Ali radıyaliahu anh
şöyle buyurmuştur: "Ey sarı ve beyaz (altın ve gümüş) Benden başkasını
aldat (ben senin aldatmana kanmam)". Asıl zenginlik kalbin onlarla
irtibatını kesmektir. Bundan dolayı Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle
buyurmuştur: "Zenginlik malın çokluğu değildir. Asıl zenginlik gönül
zenginliğidir". Bunun her şahsa nasip olması zordur. O halde en emin yol
ondan uzak durmaktır. Çünkü mala kadir olmak ve ele geçirmek durumunda bile
insan isterse onu sadaka ve hayra harcasın yine de kalpte ona karşı ünsiyet
meydana gelir. İşte bu öldürücü bir şeydir. Çünkü ona karşı ne kadar alışkanlık
olursa o kadar Allahu Teâlâ'dan uzaklaşılmış olur. Yokluktan dolayı mala karşı
yakınlık azalınca o kişi müslüman ise şüphesiz ki Allahu Teâlâ'ya bağlanmış
olur. Çünkü kalp boş kalamaz mutlaka bir şeylere bağlanır. O halde kalp
Allah'ın gaynsından koparsa yalnızca Allah'a bağlanacaktır.Zengin insan çoğu
zaman şöyle aldanır; O kendisinin mala karşı sevgisinin olmadığını zanneder.
Ancak bu büyük bir hata ve sadece bir aldatmacadır. Hakikat şudur ki; onun
kalbinde mal sevgisi, onun hissetmeyeceği bir şekilde yerleşmiştir. Mal zayi
olduğu veya çalındığı zaman onu hisseder. Kim bunu denemek İsterse kendi
malını (muhtaçlara) taksim ederek denesin. Eğer nalın uzaklaşmasından dolayı
kalbi mala yöneliyorsa, kalpte mal sevgisinin olduğu bilinmiş olur. Eğer malın
hayali bile kalbe gelmezse o zaman mal sevgisinin olmadığı bilinir. Dünya
sevgisi ne kadar az olursa kişinin ibadetlerinin sevabı o kadar çok olur. Çünkü
ibadetler ve tesbihatlarda sadece dilin hareketi asıl maksat değildir. Bilakis
bunlardan maksat kalbe tesirdir. Kalp ne kadar boş olursa ona yapılan tesir o
kadar kuvvetli olur.Dahhak rahmetuliahi aleyh diyor ki: "Bir kimse pazara
gider, bir şey görür ve onu almaya rağbet eder. Ancak yokluktan dolayı ona
sabrederse, bu onun Allah yolunda bin altın harcamasından daha efdaldir".
Bir şahıs Hz. Bişr bin Haris rah-metuiiabi aieytie, "Bana dua ediniz.
Çoluk çocuk fazla, bundan dolayı masraflarda darlık çekiyorum" dedi, Bişr
rahmetuliahi aleyh buyurdu ki: "Sana hanımın un yok derse (ve sen bundan
dolayı sıkıntıya düşersen) o vakit Allah'a dua et. Senin o vakitteki duan benim
duamdan daha efdaldir" buyurdu. Buna ilave olarak malın çokluğundan dolayı
kıyamet günü hesabın uzun olması kesindir. Bundan dolayıdır ki Hz. Abdurrahman
bin Avf radtyaliahu anh'\n Cennet'e girmesi gecikmiştir. Bu konuda Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem'ın irşadı daha önce geçmiştir. Aynı sebepten dolayı
Hz. Ebû Derdâ radıyaiiahu anh şöyle buyurmuştur: "Benim, mescidin kapısının
yanına bir dükkanım olsa. Bundan dolayı her cemaate vaktinde yetişsem ve zikir
ve tesbihatla meşgul olsam, dükkandan günlük 50 altın kazansam ve sadaka olarak
versem yine de bunu istemem". Biri, "Bunda ne kötülük var ki?"
diye sorduğunda, o, "Hesabı uzun olacaktır" buyurdu. Hz. Süfyan
rahmetuliahi aleyh buyurdu ki: "Fakirler üç şeyi beğenmişler, zenginlerde
üç şeyi beğenmişlerdir. Fakirler nefs rahatlığı, kalp rahatlığı ve hesabın
hafifliğini beğenmişlerdir. Zenginler ise nefis sıkıntısı, kalp meşguliyeti ve
hesabın uzun olmasını beğenmişlerdir".[83]Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiemin şöyle bir meşhur hadisi vardır: "Kişi (kıyamet
günü) sevdiğiyle beraber olacaktır". Sahâbe-i Kiram radıyaitahu anhum ecmain
İslam'dan sonra bu söze sevindikleri kadar başka hiç bir şeye sevinmemişlerdi.
Çünkü onların Allahu Teâlâ'ya ve O'nun Rasûlü saiiaiiahu aleyhi veseiieme olan
sevgileri dillere destan ve aydan daha parlaktı. Öyleyse onlar neden
sevinmesinler ki?. Hz. Ebû Bekr Sıddık radıyaiiahu anh şöyle buyurmuştur:
"Allahu Teâlâ kime Kendi sevgisini biraz tattırırsa, o kişi dünya
talebinden vazgeçer ve insanlardan çekinmeye ve uzaklaşmaya başlar". Ebû
Süleyman Dârânî rahmetuliahi aleyh buyuruyor ki; "Allahu Teâlâ'nın öyle
yaratıkları vardır ki, Cennet bütün nimetleri ve daimi rahatlığına rağmen
onları kendine çekememiştir. Onlar sadece Allah'a bağlıdırlar. Böyle insanları
dünya kendisine nasıl çekebilir?". Hz. Isa aieyhisseiam bir topluluğun
yanına uğradı. Onların bedenleri zayıf, yüzleri ise sararmıştı. Hz. İsa
aieyhisseiam, "Size ne oldu?" buyurdu. Onlar, "Cehennem korkusu
bizi bu hale soktu" dediler. Hz. İsa aieyhisseiam buyurdu ki: "Allahu
Teâlâ'nın (lütfundandır ki,) Cehennem'den korkan kimseyi Cehennem'den korumak
O'nun zimmetindedir". Hz. İsa aieyhisseiam ileri gidince birkaç adamla
daha karşılaştı. Onların durumu öncekilerden daha ağırdı. Çok zayıftılar ve
yüzlerinde çok fazla perişanlık vardı.Hz. İsa aieyhisseiam, "Size ne
oldu?" buyurdu. Onlar, "Cennet arzusu (ve aşkı) bizi bu hale
soktu" dediler. Hz. İsa ala nebiyyina ve aleyhissalatü vesselam buyurdu
ki: "Siz Allah'tan neyi ümid ediyorsanız, onu vermek allahu Teâlâ'nın
zimmetindedir". İleri yürüyünce bir başka toplulukla karşılaştı. Bunlar
ikinci topluluktan daha zayıf ve belleri bükülmüştü. Ancak onların yüzlerinin
nuru ayna gibi parlıyordu. Hz. İsa aieyhisseiam onlara da aynı şeyi sordu.
Onlar, "Allah aşkı bizi bu hale soktu" dediler. Hz. İsa aieyhisseiam
(üç defa), "Ancak sizler mukarrebsiniz, ancak sizler mu-karrebsiniz, ancak
sizler mukarrebsiniz" buyurdu. Yahya bin Muaz rahmetuliahi aleyh diyor
ki" "Hardal tanesi kadar olan Allah sevgisi bana, sevgisiz yapılan 70
senelik ibadetten daha sevimlidir".[84]
9) Hz. Ebû
Hureyre radıyaiiahu anft'dan Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle
buyurdu: "Yaşlı insanın kalbi iki şey hususunda devamlı genç kalır.
Birincisi dünya sevgisi, ikincisi uzun boylu arzular ve ümidlerdir". (Müttefekun
aleyh, Mişkât)
İZAH:
Birinci hadisin açıklamasında bu konu geniş olarak geçmiştir. Şöyle ki;
Kur'an-ı Kerim'de ve hadislerde ve diğer kaynaklarda sık sık kötülenen asıl
dünya, mal sevgisidir. Bu hadisi şerifte ise Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem bu mevzuya ait özel bir şeye dikkat çekmiştir. Tecrübe ile de bunun doğruluğu
tesbit edilmiştir.Yani ihtiyarlıkta dünya sevgisi ve uzun uzun emeller çok
fazla artmaktadır. Yaşlılık bakımından ölüm zamanı ne kadar yaklaşırsa o
ölçüde çocukları evlendirme arzusu, güzel güzel evler inşa etme heyecanı,
arazileri arttırma cezbesi ve diğer emeller gitgide artar. Bundan dolayı insan
özelikle kendi nefsini gözetmesi lazımdır.
Bir başka hadiste
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur "İnsan
yaşlandıkça onda iki şey gençlesin Birincisi mal hırsı, ikincisi uzun
ömürlü"ol-ma hırsı",[85] Uzun
ömürlü olma hırsı da aynen ümidlerin uzun olması demektir. Çünkü kişi ölüme
yaklaştıkça ölüme hazırlanmak yerine dünyada devamlı kalma hazırlığı ile
uğraşır. Bir defasında Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem bunu m
sallaliahu aleyhi
veseiiem buyurdu ki: "Sizden kim Allahu Teâlâ'dan haya ederse, ölüm onun
gözü önünde olmadan üzerinden hiç bir gece geçmemelidir. Karnını ve karnının
kuşattığı her şeyi korumalıdır. Başını ve başın içine aldığı şeyleri korumalıdır.
Ve o ölümü ve çürümüş halini hatırlamalıdır. (Çünkü bu beden ölümden sonra
tamamen dağılıp toprak olacaktır) ve bir de dünya ziynetini terk
etmelidir".[90] Alimler şöyle
yazmışlardır: Başın korunması demek, Allah'tan başka kimsenin önünde (ne ibadet
ne de saygı için) eğilmemektir. Hatta eğilerek selam bile vermemelidir. Başın
içine aldığı şey/erden maksat göz, kulak ve dildir. Bütün bunlar başa dahildir.
Onların hepsi korunmalıdır. Aynı şekilde karnı Korumanın manası şudur: Onu
şüpheli maldan korumalıdır. Karnın kuşattığı şey/erden maksat, karına yakın
olan şeylerdir. Mesela tenasül uzvu, eller, ayaklar ve kalptir ki bütün bunları
korumalıdır. İmam Nevevİ rahmetuiiahi aleyh diyor ki: Bu hadisi bol bol okumak
müstehabtır".[91]
Hz. Abdullah İbni
Mes'ud radıyaliahu anh diyor ki: Rasûlullah sallaliahu aleyhi veseiiem bir
defasında, "Allahu Teâlâ'dan hakkıyla haya edin" buyurdu. Bizler
"Ya Rasûlallah! Allah'a şükür. Biz hepimiz Allahu Teâlâ'dan haya
ediyoruz" dedik. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem, "Hayır bu
basit bir haya değildir. Aksine Allah'tan hakkıyla haya etmek şudur: insan
başını ve başının kuşattığı şeyleri korumalıdır. Karnını ve karnının kuşattığı
şeyleri (tenasül uzvunu ve diğerlerini) korumalıdır. Ölümü bol bol anmalıdır.
Vücudunun dağılmasını (ölümden sonra kırılıp dökülerek toprak olacağını)
hatırlamalıdır. Kim ahireti murad ederse, o dünya ziynetini terk eder"[92]
Çünkü ölümü bol bol anmanın dünyadan yüz çevirme ve ümitleri kısaltma
hususunda çok büyük etkisi vardır. Bundan dolayıdır ki Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi veseliem ölümü bol bol anmayı emretmiştir. Bir adam Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseliem'm yanına geldi ve "Ya Rasûlallah! en büyük zahid
kimdir?" dedi. Rasûlullah saiiaiiahu .aleyhi veseilem, "Ölümü ve
öldükten sonra çürüyüp eskiyeceğini unutmayan, dünyâ ziynetlerini terk eden,
ahireti dünyaya tercih eden, yarın hayatta kalacağına kesin olarak inanmayan ve
kendini ölmüşlerden sayan kimsedir" buyurdu.[93]
Çünkü o, "Yakında ölüp onlara katılacağım " diye düşünür.Hz. EbÛ
Hureyre radıyaliahu anh Rasûlullah sallaliahu aleyhi veseilem'İn Şöyle
bu-yurduğunu nakletmektedir: "Lezzetleri kesen şeyi (yani ölümü) çok
hatırlayın. Kim onu darlık zamanında hatırlarsa bu ona bolluk ve kolaylığın
gelmesine sebep olur (ölüm mutlaka gelecektir. Onunla bütün acılar bitecektir
diye insan mutmain olur). Kim onu bolluk içinde anarsa, onun masraflarının
kısılmasına sebep olur (çünkü ölüm düşüncesinden dolayı gönül fazla zevkü
sefayı istemez)". Hz. İbni Ömer radıyaiiahu anhuma da Rasûlullah
sallaliahu aleyhi vese/tem'in şöyle buyurduğunu nak-letmiştir: "Lezzetleri
kesen şeyi, yani ölümü çok hatırlayınız". Hz. Enes radıyaliahuanh diyor
ki: "Bir defasında Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem teşrif
buyurdular. O esnada Sahâbe-i Kiram gülüyorlardı. Rasûluliah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem, "Lezzetleri kesen şeyi çok hatırlayın. Kim onu bollukta
hatırlarsa ona darlık yapar. Kim de darlıkta hatırlarsa ona bolluk
gösterir" buyurdu. Hz. Ebû Saîd Hudrî radıyailahu anh buyuruyor ki:
"Bir defasında Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem mescide geldi. Bazı
Sahabelerin gülmekten dolayı dişleri görünüyordu. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem buyurdu ki: "Eğer siz lezzetleri kesen ölümü çokça
hatırlasaydınız o sizi güldüğünüz şeylerden alıkoyandı. Her şahsın kabri her
gün şöyle ilan etmektedir; <Ben tam bir yalnızlık eviyim. Ben herkesten
ayrı yaşama eviyim. Ben böceklerin eviyim>. İyi amel eden bir mü'min
defnedilince kabir ona, <Senin gelişin mübarek olsun. Senin gelmene çok
sevindim. Benim üzerimde yürüyen bütün insanlar arasında en çok seni
seviyordum. Bugün sen benim elime geldin. Benim sana nasıl davranacağımı
göreceksin> diyecektir. Ondan sonra kabir ölünün görebileceği yere kadar
genişleyecek ve yeryüzü açılacaktır. Cennet tarafından doğru bir pencere
açılacak (oradan Cennet'in güzel kokuları havası vs. gelecektir). Ameli kötü
olan veya kafir olan biri defnedilince kabir ona, <Senin gelişin iyi olmadı.
Senin gelmenle asabım çok bozuldu. Sırtımda gezen insanlar arasında en çok
senden hoşlanmıyordum. Bugün sen benim elime geçtin. Öyleyse ben sana nasıl
davranacağımı göstereceğim> der ve kabir öyle daralır (onu öyle sıkar) ki
ölünün kemikleri ve kaburgaları birbirine geçer". Bu sırada Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseitem bir elinin parmaklarını diğer elinin parmaklarına
geçirerek, "İşte bu şekilde kemikjer ve kaburgalar birbirine geçecektir.
70 ejderha onu sokmaya başlayacaktır. Onlar o kadar zehirlidir ki, onlardan
biri eğer yeryüzüne üflese kıyamete kadar yeryüzünde yeşillik bitmez. Bunların
hepsi kıyamete kadar onu ısıracaklardır" buyurdu. Ondan sonra Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem buyurdu ki; "Kabir ya Cennet bahçelerinden bir
bahçe ya da Cehennem çukurlarından-bir çukurdur".Hz. Ibni Ömer radıyaiiahu
anhuma buyurdu ki: "Bir adam Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiemG,
"Ya Rasûlallah! En akıllı ve en zeki insan kimdir?" dedi. Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem, "Ölümü sık sık hatırlayan ve her an ölüme
hazırlıklı olan kimsedir, işte bu insanlar dünyanın şerefi ve ahiretin ikramını
kazananlardır"[94] Hz.
Ömer bin Abdulaziz rahmetuiiahi aleyh bir defasında bir cenazeye katılıp
kabristana yürüdü. Oraya varınca ayrı bir yere oturup bir şeyler düşünmeye
başladı. Biri ona, "Ey Emir-ül Mü'minin! Siz cenazenin velisiydiniz. Bir
kenara oturdunuz" dedi. O, "Evet bir kabir bana seslenerek şöyle
dedi; <Ey Ömer bin Abdulaziz! Bana gelenlere ne yaptığımı sormuyorsun?>
dedi. Ben, <Peki söyle> dedim. Kabir, <Onun kefenini yırtıyorum.
Bedenini parça parça ediyorum. Bütün kanını emiyorum. Etini yiyorum. İnsanın
eklemlerine ne yaptığımı da haber vereyim mi? Omuzunu pazusundan ayırırım.
Pazusunu dirseğinden ayırırım. Kalçalarını bedeninden ayırırım. Kalçalarını
uyluğundan ayırırım. Uyluğunu dizlerinden ayırırım. Dizlerini baldırından
ayırırım. Baldırını da ayaklarından ayırırım> dedi"buyurdu. Bunları
söylerken Ömer İbni Abdulaziz rahmetuiiahi aleyh ağlamaya başladı ve şöyle
buyurdu:Dünyada kalış azdır. Onun aldatması ise çoktur. Burada aziz olan
ahi-rette zelildir. Burada zengin olan ahirette fakirdir. Dünyanın genci çok
çabuk yaşlanacaktır. Onun yaşayanı çok çabuk ölecektir. Onun size yönelmesi
sizi aldatmasın. Halbuki siz onun ne çabuk yüz çevirdiğini görüyorsunuz. Ahmak
ise onun aldatmasına kapılandır. Nerede o büyük büyük şehirler kuran, büyük
büyük nehirler akıtan, büyük büyük bağlar yetiştiren dünya aşıkları. Çok az bir
süre kalıp her şeyi bırakıp gittiler. Sıhhat ve sağlıklarının çok iyi olmasından
dolayı onlarda keyif ve şenlik meydana gelmişti. Bu yüzden günahlara mübtela
oldular. Allah'a yemin olsun ki onlar dünyada mallarının çokluğundan dolayı
imrenilmeye layıktılar. Mal kazanmakta kendilerinin önüne engeller çıkmasına
rağmen yine de çok iyi kazanıyorlardı. Onlara insanlar hased ediyorlardı.
Fakat onlar itminan içinde mal biriktiriyorlardı. Mal biriktirme uğrunda her
çeşit sıkıntıya seve seve katlanıyorlardı. Ancak şimdi bakın toprak onların
bedenlerini ne hale soktu. Toprak onların vücudlarını ne yaptı. Böcekler onların
eklemlerini ve kemiklerini ne duruma getirdi. O insanlar yüksek yüksek, tül
kafesli yataklarda, yüksek yüksek yaygılarda, yumuşak yumuşak döşeklerde
görevliler ve hizmetçiler arasında dinlenirlerdi. Yakınlar, hısımlar, akrabalar
ve komşular her zaman gönül almaya ve teselli etmeye hazır beklerdi. Ancak
şimdi ne oluyor? Onlara seslen ve sor ki; "Başlarına ne geliyor?"
Fakir ve zengin aynı meydanda yatmış duruyor. Onların zenginlerine sorun ki;
"Malları ne işe yaradı?" Onların fakirlerine sorun ki; "Fakirlik
onlara ne zarar verdi?" Onların çok nâmeli sesler çıkaran ve nazlanarak
konuşan dillerinin halini sor. Her tarafa bakan gözlerine bak. Onların
yusyumuşak ciltlerinin halini sor. Onların güzel ve gönül alan yüzlerinin
halini sor. Ne oldu onların nazik bedenlerine? Öğren bakalım nereye-gitti
onlar? Böcekler onların hepsini ne hale soktular. Onların renklerini kapkara
yaptılar. Onların etlerini yediler. Onların ağızlarına toprak koydular. Azaları
birbirinden ayırdılar, eklem yerlerini parçaladılar.Ah! Nerede o, "Buyurun
efendim" diyen hizmetçiler? Nerede dinlendikleri odalar ve çadırlar?
Nerede onların mal ve hazineleri? Onları dizerek ve katlayarak koyarlardı.
Hizmetçi ve memurları ona kabrindeyken yemek için bir azık bile vermediler.
Kabrine onun için bir yatak sermediler. Bir yastık dahi koymadılar. Onu sadece
toprağa koydular. Bir ağaç ve çiçek bile dikmediler. Ah! Şimdi o tamamen yalnız
bir halde karanlıkta duruyor. Onun için artık gece ve gündüz eşittir.
Dostlarıyla görüşemez. Kimseyi yanına çağıramaz. Nice nazik bedenli erkek ve
nice nazik bedenli kadınların bugün bedenleri çürümüştür. Onların azaları
birbirinden ayrılmıştır. Gözlen dışarı çıkıp yüzüne düşmüştür. Boynu ayrılmış,
ağzına su, iltihap vs. dolmuş ve bütün vücutta böcekler gezmeye başlamıştır.
Onlar bu halde yatmakta iken onların eşleri ikinci evliliklerini yapmışlar,
zevklerine bakmaktadırlar. Çocuklar evlere el koymuşlar, varisler malı taksim
etmişlerdir.Ancak bazı bahtiyar kimseler vardır ki, onlar kabirlerinde de
lezzetler içindedirler. Taptaze yüzleriyle orada istirahat etmekte ve
dinlemektedirler (Tabi bu insanlar bu aldatıcı dünya evindeyken, o kabir evini
hatırlayan, oranın ümidini buranın ümidinden önde tutan, kendileri için azık
hazırlayan ve oraya ulaşmadan önce götüreceği eşyaları hazırlayan
kimselerdir).Ey yarın mutlaka kabre gidecek olan kimse! Sen şu bedbaht dünyanın
seninle beraber kalacağını mı ümid ediyorsun? Sen şu göç evinde devamlı kalacağını
mı ümid ediyorsun? Senin bu geniş evin senin bahçelerindeki olgunlaşmış meyvelerin,
senin yumuşak yatakların, senin yazlık ve kışlık elbiselerin, bunların hepsi
bir anda geriye kalacaklardır. Melek-ül Mevt (ölüm meleği) gelip musallat
olduğunda onu hiçbir şey uzaklaştıramayacaktır. Senden ter üzerine ter gelmeye
başlayacaktır. Susuzluğun şiddeti artacaktır. Can vermenin şiddetinden dolayı
bir yandan bir yana döneceksin. Ey şahıs sana yüzlerce defa yazıklar olsun ki,
sen bugün ölmekte olan kardeşinin gözlerini kapatıyorsun. Oğiunun gözlerini
kapatıyorsun. Babanın gözlerini kapatıyorsun, onlardan kimisini yıkıyor,
kimisini kefenliyorsun, kimini kabir çukuruna koyuyorsun. Yarın bunların hepsi
senin başına da gelecektir.Buna benzer daha bir çok söz söyledi ve sonra şu
şiiri okudu:İnsan sevinir pek yakında yok olacak şeylere Dalar uzunca ümitler ve dünyalık emellere Ey
akılsız! Aldamlmaz rüyadaki lezzetlereBütün günün gaflette, bütün gecen uykuda
geçmekte Ve nihayet ölüm senin başın üzerine binmekte Bugün yapmaktasın yarın
üzüleceğin işi Dünyada ki hayvanlarda senin gibi hayat sürmekteDenilir ki bu
olaydan sonra henüz bir hafta geçmemişti ki Hz. Ömer bin Abdulaziz rahmetullahi
aleyh vefat etti.[95]Allah
ondan razı olsun ve onu Kendinden razı etsin
Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Dört şey bedbahtlık alâmetidir; 1-Gözlerin
kuruluğu (yani kişinin günahına ve ahiretin herhangi bir haline ağlamaması),
2-Kalbin katılığı, 3-Emellerin uzunluğu, 4-Dünya hırsı". Hz. Ebû Said
Hudri radıyaiiahu anh buyurdu ki: Hz. Üsame radıyaiiahu anh ödünç olarak bir
cariye satın aldı. Parasını ödemek için bir aylık vade yaptı. Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi ve-seiiem bunu öğrenince şöyle buyurdu: "Ne acayip bir
şeydir ki, Üsame bir aylık vade ile borçlanarak satın almış. Üsame de (kendi
hayatına) çok uzun bir ümid besliyor (sanki o, mutlaka bir ay yaşayacağına
kesin olarak inanmış). Canım kudret elinde olan Zât'a yemin olsun ki, ben göz
kapağımı açıp kapayınca kadar bile yaşayacağıma kesin olarak inanmam. Ben su
içmek için bardağı kaldırınca onu tutacak kadar yaşayacağıma kesin olarak inanmam.
Herhangi bir lokma yediğim zaman onu ölümden önce yutacağıma kesinlikle
inanmam. Canım kudret elinde olan Zât'a yemin olsun ki size vaad edilen şeyler
(ölüm, kıyamet, he-sab vs.) hepsi mutlaka gelecektir. Sizler Allahu Teâlâ'yı
aciz bırakamazsınız (yani O'nun olmasını dilediği bir işe herhangi bir kimse
engel olamaz)".Hz. Abdullah bin Amr radıyaiiahu anhuma buyuruyor ki: Bir
defasında Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem benim omuzumdan tutarak,
"Dünyada bir m
"O gün insanların
bir kısmı bedbaht bir kısmı da mesuddur". (Hud-105)
Hz. Muaz radıyaiiahu
anh, "Ya Rasûlallah! Bana biraz nasihat buyurun" dedi. Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Allahu Teâlâ'ya sanki O'nu görüyormuş
gibi ve karşındaymış gibi ibadet et. Kendini her an ölüler listesinde say. Her
taşın ve ağacın yakınında Allahu Teâlâ'yı zikir et (tâ ki kıyamet günü o zikre
şahitlik edenler çoğalsın). Senden kötü bir hareket meydana gelirse, onun
telafisi için herhangi bir iyi amel yap. Eğer gizli olarak kötülük yaptıysan
onu telafi etmek için gizli olarak iyi amel yap. Eğer aşikare bir kötülük
yaptıysan onun tevbe ve telafisini açıkça yapmalısın". Hz. İbni Mes'ud
radıyaiiahu anh Rasûlullah saiialiahu aleyhi veseiiem'm şöyle buyurduğunu
nakletmiştir: "Kıyamet yaklaşıyor ama insanlar hırsta ve Allahu Teâlâ'dan
uzaklaşmakta ileri gitmektedirler".[97]Bir
defasında Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesaiiem dışarı çıktı ve "Sizden
kim Allahu Teâlâ'nın kendisine öğrenmeden ilim, biri yol göstermeden hidayet
vermesini ister? Sizden kim Allahu Teâlâ'nın kendisinin körlüğünü gidermesini
ve (kalp) gözünün açılmasını ister? Eğer böyle olmasını istiyorsanız bilin ki,
kim dünyaya rağbet etmezse ve kendi ümitlerini kısa tutarsa, Allahu Teâlâ ona
öğrenmeden ilim öğretir. Başkası yol göstermeden kendisini hidayete erdirir[98] Daha
öncede bu rivayet geniş olarak geçmişti.
Hz. Cabİr mdıyaiiahu anh,
Rasûlullah sallallahu aleyhi veseiiem \n şöyle buyurdu-ğunu nakletmiştir:
"Benim ümmetim hakkında en fazla korktuğum şey, nefsani arzulara çok
düşmek ve uzun emellerdir. Nefsani arzular Hak'tan uzaklaştırır. Uzun emeller
ise ahireti unutturur. Bu dünya yürümekte ve her gün uzaklaşmaktadır. Ahiret
de yürümekte ve her gün yaklaşmaktadır (yani ömür her vakit ve her an
azalmaktadır. Ölüm ise her an yaklaşmaktadır)".
ŞİİR:
Ey Gafil! Çalar saat
sana şöyle nida eyledi: Boş işler Ömürden bir saat daha heba eylediEğer saatin
sesi dikkatlice dinlenirse gerçekten "(Boş işler ömrü) eksiltti,
eksiltti" diye bir ses meydana gelir. Ondan sonra Rasûlullah sallallahu
aleyhi veseiiem şöyle buyurdu: "Dünya ve ahiretin bu dünyada bazı itaatkar
evlatları vardır. Siz mümkün olduğu kadar dünyanın itaatkar evlatları olmayın
(ahiretin itaatkar evlatları olun). Bugün amel ve tarlayı ekme günüdür. Bugün
hesab yoktur. Yarın siz ahiret yurdunda olacaksınız. Orada da amel yoktur (o
gün hasat zamanı ve mükafat günüdür)"[99] Hz.
Selman Farisi radıyaliahu anh buyurdu kî: "Üç adam vardır ki onlara aklıma
geldikçe o kadar hayret ederim ki, gülesim gelir; 1-Dünyaya ümid-,4er bağlayan
kimsedir ki, ölüm onu takip eder. 2-(Allahu Teâlâ'dan) gafil olan kimsedir ki,
(Allahu Teâlâ) ondan gafil değildir. 3-Ağzını doldurarak (kahkahayla) gülen
kimsedir ki, Allahu Teâlâ'mn kendisinden razı olduğundan ya da gazab ettiğinden
habersizdir (halbuki bu meseleyi fikretmek öyle bir şeydir ki ondan dolayı
hiçbir zaman gülmemek gerekir). Üç şey de vardır ki, her zaman beni üzmektedir.
Hatta ben ağlamaktayım; 1-Dostların ayrılığı (yani Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem ve Sahâbe-i Kiram'sn ayrılığı), 2-Ölüm düşüncesi, 3-Mahşerde Allahu
Teâlâ'mn huzuruna çıkacak olduğumu. Sonra bilmiyorum ki benim hakkımda Cennet
karan mı verilecek Cehennem kararı mı?"Bir zat diyor ki: Ben Zürâre bin
Evfa rahmetuiiahi afey/j'i vefatından sonra rüyamda gördüm ve "En üstün
amel hangisidir?" diye sordum, buyurdu ki; "Tevekkül etmek ve
ümidleri kısa tutmaktır". Hz. Süfyan Sevrî rahmetuiiahi aleyh buyuruyor
ki: "Zühd ümidleri kısa tutmanın adıdır. Yavan yemek ve cübbe giymenin adı
değildir". Hz. Davud Tâî rahmetuiiahi aleyh buyurdu ki: "Ben bir ay
yaşayacağımı ümid etsem bundan dolayı kendimi büyük mücrim kabul ederim. Ben
hadiselerin insanları her gün, bazen gece bazen de gündüz yakalamakta olduğunu
gördüğüm halde bunu nasıl ümit edebilirim?". Hz. Şakîk Belhî rahmetuliahi
aleyh, üstadı Ebû Hâşim Rummânî rahmetuiiahi a/ey/î'in yanına gitti. Şalının
köşesine bir şey bağlıydı. Ebû Hâşim, "Bu nedir?" dedi. O, "Bir
dostum birkaç badem vermişti. Benim gönlüm istiyor ki, siz bu akşam onunla
iftar edesiniz" dedi. Ebû Hâşim "Şakîk! Sen geceye kadar
yaşayacağını mı ümid ediyorsun? (Ben seni böyle bilmezdim artık) ben seninle
asla konuşmayacağım" dedi, içeri girdi ve kapıyı kapattı. Kağkâğ bin Hakîm
rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "Ben otuz seneden beri ölüm için her an
hazırım. Eğer o gelirse ben onun zerre kadar gecikmesini arzu etmem".
Süfyan Sevri rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "Ben Küfe mescidinde bir büyük
zat gördüm. O şöyle diyordu; <Ben otuz seneden beri bu mescidde her an Ölümü
bekliyorum. Eğer o gelirse, benim kimseye ne diyeceğim ne de dinleyeceğim bir
şey vardır. Ne benim kimseden alacağım var ne de kimsenin benden...>"
Ebû Muhammed Zâhid rahmetuliahi aleyh diyor ki: "Ben bir cenazenin
arkasından yürüyordum. Hz. Dâvûd Tâî rahmetuiiahi aleyh de benimle beraberdi.
Kabristana varınca o ayrı bir yere oturdu. Ben de onun yanına oturdum. O şöyle
dedi; <Kim Allah'ın azab vaîdinden korku-yorsa, onun için uzun sefer (yani
ahiret seferi) kolaydır. Kimin ümidleri uzun olursa onun ameli gevşek olur.
Gelecek olan şey (yani ölüm) yakındır. Kardeşim şu meseleyi anla ki, hangi şey
seni Rabbinden ayırıp kendisiyle meşgul ederse, o menhustur (uğursuzdur). Bir
şeyi dinle. Dünyada ne kadar insan varsa hepsi kabre gidecektir. O vakit onlar
burada bıraktıkları şeye pişman olacaklardır. İleriye gönderdiklerine de
sevineceklerdir. Bu ölen kişi hangi şeye pişman olursa o şey üzerine, geride
kalan (varisler) döğüşüp kavga ederler ve birbirinin aleyhine dâvalar
açarlar".1 Fakih Ebûlleys Semerkandi rahmetuiiahi aleyh buyuruyor ki:
"Kim ümidlerini kısa tutarsa, Allahu Teâlâ ona 4 çeşit ikramda bulunur; [100]-Kendine
itaat etmesi için ona kuvvet verir. O senin yakında ölümün geleceğine kesin
olarak inandığından amel yapmak için çok gayret eder ve hoşa gitmeyen hallerden
etkilenmez, 2-Sıkın-tısı azalır, 3-Az miktardaki rızka razı olur, 4-Allah onun
kalbini nurlandırır".Alimler diyorlar ki: "Kalbin nuru dört şeyden meydana
gelir. 1-Mideyi boş tutmakla, 2-lyi insanlarla beraber kalmakla, 3-Geçmiş
günahları hatırlamakla (ve onlara pişman olmakla), 4-Ümidleri kısa
tutmakla". Kimin ümidleri uzun olursa Allahu Teâlâ onu dört türlü azaba
mübtela kılar; 1-İbadette gevşeklik meydana gelir, 2-Aşırı dünya derdi başına
biner, 3-Her an mal biriktirmek ve çoğaltmak fikri kendisine musallat olur,
4-Kalp katılaşır. Alimler kalbin katılığı dört şeyden meydana gelir diye
yazmışlardır; 1-Mideyi çok doldurmakla, 2-Kötü arkadaşlık kurmakla,
3-Günahlannı hatırlamamakla, 4-Ümidlerin uzun olmasıyla.Öyleyse insan asla uzun
boylu ümidlere kapılmamalıdır. Her an şunu düşünmelidir ki, kim bilir hangi
nefes hayatın son nefesi olacak (hangi vakit kalbin hareketi sona
erecektir?).Rasûlullah sallallahu aleyhi veseiiem, Hz. Aişe radıyaliahu anha'ya
şöyle buyurdu: "Eğer sen (kıyamet günü) benimle beraber kalmak istiyorsan,
bineğine binmiş giderken bir yerde birazcık mola veren bir yolcu gibi ol.
Zenginlerin yanına oturmaktan sakın. Elbiseyi yamayana kadar işe yaramaz diye
atma". Ebû Osman Nehdî rahmetullahi
aleyh diyor ki:
"Ben Hz. Ömer radıyallahu anh'm gömleğinde on iki yamalık
olduğu halde onun minber üzerinde hutbe okuduğunu gördüm".[101]
10) Sehl bin
Sa'd radıyailahu anh diyor ki: Bir adam Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesetlem'e
gelerek; "Ya Rasûlallah! Bana öyle bir amel söyle ki, onu yaptığım zaman
hem Allah beni sevsin hem de insanlar beni sevsin" dedi. Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurdu: "Dünyaya rağbet etme ki, Allah
seni sevsin. İnsanların yanında bulunan (mal vs.ye) rağbet etme ki, insanlar da
seni sevsin".
(Timizi, IbniMace,
İZAH:
Dünyaya rağbet etmemekten dolayı Allahu Teâlâ'nın sevgisi, ahirette izzet ve
ikram vs, gibi konular önceki rivayetlerde sık sık geçmiştir. Hadiste geçen
ikinci konu insanların mallarına göz dikilmemesidir. Zira bundan dolayı onların
kalbinde sevgi oluşur. Bu çok tecrübe edilen bir şeydir. Herkes, her an bunu
tecrübe etmektedir. Çünkü aradaki ilişkiler ne kadar güzel olursa olsun
herhangi bir şey isteme söz konusu olunca bütün ilişkiler ve bağlılıklar sona
ermektedir.Hz. Cebrail aieyNsseiam bir defasında Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem'm yanına geldi ve şöyle dedi: "Ey Muhammedi Sen ne kadar
yaşarsan yaşa ölüm mutlaka gelecektir. Ne amel yaparsan yap (iyi veya kötü)
onun karşılığını göreceksin. Dünyada kiminle bir araya gelirsen gel, bir gün
ondan (ya onun ölmesiyle ya da kendi ölümünle ayrılacaksın). Şunu İyi bil ki,
insanın şerefi (büyüklüğü) teheccüd namazıdır. Kişinin izzeti de insanlardan
istiğnadır {onlara tenezzül etmeyip tok gözlü olmaktır)[102]
Yani insanın izzeti insanların eşyasında gözü olmadığı müddet-çedir.
Başkalarının malına gözü dikildiğinde bütün izzeti yerle bir olur.Hz. Urve
rahmetullahi aleyh buyuruyor ki: Sizden bir kimse dünyanın ziynetini ve
yaldızını görünce (ve hoşuna gidince), evine giderek ev halkını namazla meşgul
etsin. Çünkü Allahu Teâlâ kendi Peygamberi saiiaiiahu aleyhi veseiiem e şöyle
buyurmuştur;[103]
Ey Muhammedi Bir kısım
kafirlere kendilerini imtihan etmek için dünya hayatının süsü olarak verdiğimiz
şeylere göz dikme. Rabbinin (ahirette vereceği) rızık daha hayırlı ve daha
süreklidir. / Ailene namazı emret. Sen de ona devam eyle...
(Tâ hâ-131,132)
Başka bir yerde Allahu
Teâlâ şöyle buyuruyor:
"İnsanlardan bir
kısmına verdiğimiz çeşitli nimetlere (süs ve ziynete) göz dikme"
(Hicr-267)
Bu ayeti kerimenin
tefsiri hakkında Hz. Süfyan bin Uyeyne rahmetullahi aleyh buyuruyor ki:
"Allahu Teâlâ kime Kur'an-ı Kerim nimetini bahşederde o buna rağmen dünyalık
herhangi bir şeye göz dikerse, o Kur'an'ı çok az anlamış (yani onun kadrini
bilememiş) olur".İmam Gazali rahmetullahi aleyh buyuruyor ki:
"Fakirlik çok güzel bir şeydir. Ancak böyle bir kişinin kanaatkar olması
lazımdır. İnsanların yanında bulunan mallara göz dikmemelidir. Onlara hiç
iltifat etmemelidir. Mal kazanma hırsı olmamalıdır. Bütün bunların olabilmesi
insanın kendi masraflarını son derece azaltmasına bağlıdır. Kişi yemek, elbise
ve mesken konusunda en azıyla ve mecburiyet derecesiyle yetinmelidir. En
kalitesiz olan şeylere kanaat etmelidir. Eğer bir şeye ihtiyaç hissedilirse,
bir aylık ihtiyacın karşılanması düşünülmeli ondan öte hiçbir şeye zihnini ve
düşüncesini vermemelidir. Eğer ondan ötesini düşünmeye başlarsa kanaat
izzetinden mahrum olup hırs ve aç gözlülük zilletine kapılacaktır. Bu yüzden
kötü alışkanlıklar doğacak ve fena şeyleri tercih etmek gerekecektir. Zira
insan, fıtratı icâbı haristir.
Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Eğer insanın iki vadi altını olsa yinede o
üçüncüsünü düşünmeye başlar". Hz. Ebû Musa Eşari radıyailahu anh buyuruyor
ki: Beraat sûresi kadar büyük bir sûre nazil olmuştu. Sonra o nesh olundu. Onda
geçen şu ifade hatırımdadır; "Allahu Teâlâ dinden hiçbir payı olmayan
(fasık ve kafir) insanlarla da dinine yardım eder. Eğer insanın iki vadi dolusu
malı olsa üçüncüsünü temenni eder. İnsanın karnını (kabir) toprağı doldurur.
Şüphesiz bir kimse tevbe ederse Allahu Teâlâ tevbeyi kabul eder".
Yine Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur: "İki hırslı insanın asla
karnı doymaz. Birincisi, ilme karşı hırslı olan (ilmin tadını alan kimsedir.
Onun kalbi hiçbir zaman ilme doymaz). İkincisi, mala karşı hırslı olan
kimsedir". İnsanın fıtratında bu tehlikeli şeyin bulunmasından dolayı
Allahu Teâlâ ve Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem kanaat ve tok gözlülüğü
çok övmüşlerdir. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur:
"Allahu Teâlâ'nın kendisine İslam nimeti nasib ettiği, sadece ihtiyacı
kadar rızık verdiği ve buna kanaat eden kimseye ne mutlu!". Yine
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur: "Kıyamet günü
zengin olsun, fakir olsun, <Keşke dünyada bana yalnız ihtiyacım kadar rızık
verilseydi, ondan daha fazla verilmeseydi> diye temenni etmeyen kimse
kalmayacaktır". İşte bundan dolayıdır ki, Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem aç gözlü olmaktan ve mal kazanmak için fazla çalışmaktan
menetmiştir.Rasûluilah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur: "Ey
insanlar mal kazanmakta güze! yo! seçiniz (kötü yollarla kazanmayınız). Çünkü
insanın eline takdirde olandan fazlası geçmez. Takdirde olan ise mutlaka ona
ulaşacaktır. Takdîr edilen nasibi kendisine zelil ve mecbur olarak ulaşmadığı
müddetçe insan asla ölmez". Yine Rasûluilah saiiaiiahu aleyhi veseiiem
şöyle buyurmuştur: "Sen muttaki ol ki, en büyük ibadet yapan olasın. (En
az miktara) kanaat et ki, en büyük şükreden olasın. Kendin için istediğini
kardeşin için de iste ki, kâmil mü'min olasın". Hz. Ebû Eyyûb radıyaiiahu
anh buyuruyor ki: Bir şahıs Rasûluilah saiiaiiahu aleyhi ve-se/fem'in yanına
geldi ve "Ya Rasûlallah! Bana kısaca bir nasihat et (ki ben ona sımsıkı
yapışayım)" dedi. Rasûluilah saiiaiiahu aleyhi veseiiem buyurdu ki:
"Namaz kılacağın zaman ömrünün en son namazıymış gibi kıl (kişi kıldığı
namazın en son namaz olduğunu düşünürse ona ne kadar fazla ihtimam göstereceği
ve huşu ve huzû ile kılacağı aşikardır). Mâzetet göstermek (ve af dilemek)
zorunda kalacağın hiçbir sözü ağzından çıkarma. Başkasına ait olan şeye karşı
kalbindeki ümidi sil (ki senin ona zerre kadar iltifatın olmasın)".Hz.
Ömer radıyaiiahu anh buyurdu ki: "Aç gözlülük, fakirlik (ve muhtaçlıktır)
Ümitsizlik (yani kimseden bir şey beklememek) zenginliktir. Başkasının elinde
bulunan şeylerden ümidini kesen kimsenin onlara ihtiyacı kalmaz." Bir
hikmet ehline biri, "Zenginlik nedir?" diye sordu. O,
"Temennileri azaltmak ve kendine yetecek şeye razı olmaktır" buyurdu.
Muhammed bin Vâsi mhmetuiiahi aleyh kuru ekmeği suda ıslatıp yerdi. O şöyle
buyurdu: "Bir kimse buna kanaat ederse, o kimseye muhtaç olmaz".
Başka bir hikmet ehline biri, "Sizin mâlî durumunuz nedir?" diye
sordu. O, "Zahire göre bolluk içinde yaşamak, bâtına göre (şahsi hayatımda)
kısıtlı ve orta yollu bir yaşantı tercih etmek. Başkasının elinde olan şeylere
ümit beslememektir" buyurdu.Bir Hadisi Kudsi'de Aliah celie ceiaiuhu şöyle
buyuruyor: "Ey Ademoğlu! Eğer bütün dünya senin olsa yine de sen ondan
kendi ihtiyacın kadar yiyeceksin. Eğer Ben bu kadarını (yani ihtiyacın
kadarını) sana verip de hesap vermek zorunda kalacağın fazla miktarı sana
vermezsem, sana ihsan etmiş olurum".Hz. Abdullah İbni Mes'ud radıyaiiahu
anh buyurdu ki: "Kişi birinden bir hacetini talep ederse, basit (bir söz
ve davranışla) talep etsin. Ona, <Siz söyleşiniz, siz böylesiniz, siz
susunuz, siz busunuz> demesin. Çünkü böyle söylemekle onun belini kırmış
olur (çünkü o ucub ve kibre düşerek helak olur). Siz de takdirde yazılandan
fazlasını alamazsınız". Denilir ki Emevî padişahlarından biri (olan
Süleyman bin Abdulmelik), Hz. Ebû Hatim rahmetuiiahi aieyh'e çok ısrarlı bir
şekilde şöyle yazmıştır: "Sizin bir ihtiyacınız olduğu zaman benden
isteyiniz". O cevap olarak şöyle yazdı: "Ben ihtiyaçlarımı Mevlâ'ma
arz ettim. O bana bunun üzerine ne ihsan ettiyse ona kanaat ettim".Hikmet
ehlinden biri şöyle demiştir: "Ben en fazla sıkıntıya düşen insanın
hasetçi olduğunu gördüm. En güzel hayat geçirenin kanaatkar kimse olduğunu
gördüm. Aç gözlü insanın en sabırlı insan olduğunu gördüm (çünkü o herşeye
hırslanır ama onu ele geçiremediğinden sabreder). En hoş hayat geçirenlerin
dünyayı terk edenler olduğunu gördüm. En fazla pişman olan kişinin haddini aşan
alim olduğunu gördüm". Hz. Abdullah bin Selam radıyaiiahu anh Hz. Ka'b
Ahbar radıyaiiahu anh'a, "Alimlerin kalbinden ilmi zayi eden nedir?
Halbuki onlar anlayarak okumuşlar ve onu ezberlemişlerdir" dedi. Hz. Ka'b
radıyaiiahu anh buyurdu ki: "Hırs, aç gözlülük ve ihtiyaçlarını
insanlardan istemektir". Biri Hz. Fudayl bin lyaz rahmetuiiahi aieyh'e
Hz. Ka'b radıyallahu antim sözünün izahını sordu. O şöyle buyurdu: "Alim
bir şeye tamah etmeye başladığı an, onu talep etmeye başlar. Bu yüzden ondaki
din berbad olur (çünkü onun talebiyle uğraşmak, dinle uğraşmayı zayi eder). Bir
de hırs onu her şeye çeker. Hatta onun gönlü, <Şu da benim olsun, bu da
benim olsun> diye ister. Sonra insanların ihtiyacını yerine getirmelerini
ister. Kim talebini yerine getirirse onun önünde eğilmek ve ona itaat etmek
zorunda kalır. O kişi alimi dilediği yere çekip, götürür. Senin de homurdanarak
onun dediğini kabul etmen gerekir. O yanından geçerken ona selam vermen
gerekir. Hasta olunca onu ziyaret etmen gerekir. Bu selam ve ziyaret Allah
için olmayıp aksine dünya sevgisinden dolayıdır (dünya için olduğuna göre onun
sevabı malumdur!)". Ondan sonra Hz. Fudayl rahmetuiiahi aleyh buyurdu ki:
"Bu hadis (amel yapmak için ve işe yaraması bakımından) yüz hadisten daha
üstündür"[104]Hz.
Sa'd bin Ebî Vakkas radıyaiiahu anh buyurdu ki: Bir adam Rasûluilah saiiaiiahu
aleyhi veseiiem'ln yanına geldi ve "Ya Rasûlallah! Bana kısaca nasihat buyurunuz
(Tâ ki ona sımsıkı yapışayım)" dedi. Rasûluilah saiiaiiahu aleyhi veseiiem
buyurdu ki: "Başkasının yanında bulunan şeylerden ümidini tamamen kes
(zerre kadar o tarafa iltifat etme). Kendini aç gözlü olmaktan tamamen koru.
Çünkü aç gözlü olmak peşin fakirliktir (yani o şeye vakti gelince zaten ihtiyaç
olacaktır, ancak -aç gözlü olmaktan dolayı- ihtiyaç şimdiden başlamış olur).
Kendini özür dilemek zorunda kalacağın şeylerden koru"[105]Hz.
Ebû Eyyûb radıyaiiahu anh'\n rivayetiyle buna benzer bir sual ve cevap yakında
geçmişti. Her iki hadiste de diğer nasihatler müşterektir. Her şahsın kendi
durumuna uygun olarak birer nasihatte farklıdır. Bazı rivayetlerde Hz. Sa'd
ra-dıyaiiahu anh'ın hadisinde dört şey zikredilmiştir. Onlardan üçü Ebû Eyyûb
radıyalia-hu an/ı'ın rivayetinde de geçmiştir. Bunda fazladan zikredilen
dördüncü şey aç gözlülüktür.[106]
Ayrıca, "Başkasının yanındaki şeylerden kendi ümidini kes" İfadesi
her iki hadiste de ortaktır ve çok önemli bir şeydir. Çünkü bu şey sayesinde insan
ne kendisi perişan olur ne de başkasının önünde eğilir.Rasûluilah saiiaiiahu
aleyhi veseiiem şöyle buyurdu: "Bir kimse evinde güven içindeyse, Allahu
Teâlâ ona beden sağlığı ihsan ettiyse ve yanında bir günlük yemeği varsa, sanki
dünyanın herşeyi onun yanında bulunmaktadır"[107]
Öyleyse onun başkasının bir şeyine göz dikmesine ne gerek vardır. Hz. Abdullah
bin Amr radıyaiiahu da buna benzer şöyle bir olay nakledilmiştir: Bir adam
Rasülul-lah sallallahu aleyhi vesellem'e, "Bana kısa bir şey
söyleyiniz" dedi. Rasûlullah sallalla-hu aleyhi veseiiem şöyle buyurdu:
"Namazı en son namazın gibi (ve Allahu Teâlâ'-nın karşısında hazırmış
gibi) kıl. Çünkü her ne kadar sen onu görmesen de, O seni mutlaka görmektedir.
Başkasının elinde olan şeyden ümidini kes ki, en zengin sen olasın. Kendini özür
dileyeceğin şeyden (söz ve davranıştan) koru"[108]Yine
bir adam Hz. Sa'd radıyaiiahu anh'Ğan kendisine bir nasihat etmesini rica etti.
O buyurdu ki: "Namaz kılacağın zaman güzelce abdest al. Çünkü ab-destsiz
namaz olmaz. Namazsız da iman olmaz. Namaza başladığın zaman en son namazmmış
gibi kıl. Çok çeşitli hacetleri talep etme. Çünkü böyle yapmak peşinen
fakirliktir. Başkasının elinde olan şeyden tamamen ümidini kes. Asıl zenginlik
işte budur. Sonunda özür dileyeceğin veya af talep edeceğin hiçbir söz ve
davranışta bulunma"[109]İmam
Gazali rahmetuiiahi aleyh buyuruyor ki: "Bazı insanlar malı terk edenin
zahid olduğunu sanmaktadırlar. Bu doğru değildir. Çünkü insanların arasında itibar
görmek isteyen, onların yanında övülmek isteyen herkesin, malı bırakması ve
kalın elbise giyinmesi kolaydır. Dünya ile ilgilenmediklerini açıklayan nice
kimseler vardır ki, onlar az yemeğe kanaat ederler. Her zaman kapılarını
kapatırlar. -"Hatta kapısı olmayan evlerde kalırlar. Böyle yapmakla
onların maksadı halkın arasında şöhret kazanmaktır. Ve nice güzel elbise
giyenler zühd davasına kalkışırlar. Bu güzel elbiseleri sünnete ittiba etmek
için giydiklerini, o elbiseler vesâ-ireye kendi nefsani arzularından dolayı
iltifat etmediklerini, aksine insanların ısrar ve arzuları üzerine giyindiklerini
söylerler. Halbuki maksatları halkın kendilerine bu çeşit elbiseleri hediye
olarak takdim etmeleridir. Bu iki fırka din yoluyla dünya kazananlardır. Çünkü
dünya sadece malın adı değildir. Makam ve itibar talep etmek de dünyadır.
Zahid olan kişinin üç alâmeti vardır. Onları herkes kendinde meydana getirmek
için çalışmalıdır; [110]
Yanında bulunan şeye sevinmemeli olmayan şeye de üzülmemelidir. Aksine evlâ
olan şudur ki, olana üzülmeli olmayan şeye de sevinmelidir. [111]
Kendini övenle, kınayan onun gözünde bir olmalıdır. Çünkü bu makam ve itibara
karşı zâhidliğin alâmetidir. Birincisi ise mala karşı zâhidliğin alâmetidir. [112]Kendisinde
Allahu Teâlâ'ya karşı ünsiyet, muhabbet olması ve O'na itaatte, tatlılık ve
halâvet hissetmesidir"[113]
Burada gönlüm
büyüklerin iki olayını örnek olması için yazmayı istemektedir. Birincisi; Şeyhul Meşâyih
Kutbul İrşad Hz. Reşid Ahmed Gangohi kuddise kendi mürşidi Şeyhul Arab vel Acem
Hz. Hacı Imdadullah Efendiye (Allah derecesini yüceltsin) yazdığı mektuptur. Bu
mektup Mekâtibi Reşîdiyye de yer almış ve basılmıştır. Mektuptaki ifadeler
şunlardır:"Efendi hazretleri, bu hakîr kulun, kendi hallerini açıklamasını
istemişler. Ey benim iki cihan sığınağım! Bu sefilin hangi halini ve hangi
derecedeki bir güzelliğini kemâlât aftâbının yüzüne karşı arzedeyim? Allah'a
yemin olsun ki çok utanıyorum. Hiçbir şey değilim. Zâtı âlileri buyurduğu için
artık ne yapayım. Çaresiz bir şeyler yazmak gerekiyor. Mürşidi Men hazretleri!
Zahiri ilmin hali şudur ki; sizin huzurunuzdan uzaklaşalı yaklaşık yedi küsur
sene oldu. Bu seneye kadar ikiyüz küsur kişi hadis senedi (diploması) alarak
gittiler. Onların çoğu ders okutmaya başladılar. Sünnetlerin ihyası için
çalıştılar ve dini yaydılar. Eğer kabul olursa bu şereften daha büyük şeref
yoktur. Zâtı âlilerinin pabuçlarının yanında kalmamın faydasının özeti şudur
ki; kalbimin kökünde, Hak'kın gayrısından fayda ve zararın geldiğine yönelme
yoktur. Vallahi bazı vakitlerde kendi meşaihimden ayrılık oluyor. Bundan dolayı
kimsenin övmesi ve kötülemesine aldırmıyorum. Kötüleyeni de öveni de uzak
görüyorum. Tabii olarak masiyetten nefret ve tabii olarak itaate rağbet meydana
gelmiştir. Ve bu tesir, efendi hazretlerinin nurlu kandilinden ulaşan o sade
hatıranın nisbetindendir. Daha fazla arz etmek küstahlık ve hayasızlıktır.
Allah'ım! Beni affeyle. Çünkü efendi hazretlerinin emri üzerine yazdım,
Yalancıyım. Hiçbir şey değilim. Ancak Senin himayen var. Ancak Senin varlığın
var. Ben neyim ki? Hiçbir şey değilim. O ben denilen şey, Sensin. Ben ve Sen diye ayırmak şirk
içinde bir şirktir.Artık arzetmekten mazur görüp bunu kabul ediniz. Vesselam.
1306 H" Bu kıymetli mektup vefatından 17 sene öncesine aittir. Bu 17
senede me-dih ve zemmin eşitliğinde Hak'kın gayrısındaki fayda ve zarara
iltifat etmeme konusunda onun terakki ve yükselişini kim idrak edebilir?İkinci
olay Emîr Şâh Han tarafından Emîrür Rivâyât adlı eserde yazılmıştır. O yazıyor
ki: iskender Abâd kasabasında Hasanpûr adlı bir köy vardı. Ben de o köyü
gördüm. Çok büyük bir köy. O bir zamanlar (meşhur hadis üstadlarından) Muhammed
İshak (Dehlevi) hazretleri ve Muhammed Yakub efendi hazretlerinin kaldıkları
köydü. Muzaffer Hüseyin Kandehlevi hazretleri onlar hakkında şöyle buyurdu;
"Muhammed İshak ve Muhammed Yakub hoca efendiler son derece cömert idiler.
Çoğu zaman darlıktan dolayı biraz üzüntülü olurlardı. Ancak bir gün ben iki
kardeşin son derece neşeli ve güler yüzlü olduklarını gördüm. Sevinçlerinden
oraya buraya gidip geliyorlardı. Kitaplarını buradan oraya, oradan buraya
koyuyorlar, birbiriyle sevinçli bir tarzda konuşuyorlardı. Ben bunu görünce,
<Belki de bugün kendilerine Hindistan'dan büyük bir para geldi de ondan
seviniyorlar> sandım (çünkü bu iki zât o vakit Mekke-i Mükerreme'de ikamet
etmekteydiler). Böyle düşünerek ben olayı öğrenmek istedim. Ancak yaşlı olana
sormaya cesaret edemedim. Küçük kardeşe, <Efendi siz bugün çok sevinçli
görünüyorsunuz. Bunun sebebi nedir?> dedim. O hayreti! bir ses tonuyla,
<Sen duymadın mı?> dedi. Ben, <Hayır> dedim. Buyurdu ki; <Bizirn
köyümüz Hasan-pûr zapt olundu. Bu sevinç ondan dolayıdır. Çünkü orası olduğu
müddetçe biz de Allah'a tevekkül yoktu. Şimdi ise sadece Allah'a tevekkül
kalmıştır>".Hz. Mevlânâ Eşref Ali Tanvî (Allah kabrini nurlandırsın) bu
olay üzerine şunu yazmıştır: Ben Hz. Gavs-ı Pâk rahmetuiiahi aieyti\n bir
sevincini hatırladım. O sevinç şöyleydi; hizmetçisi kıymetli bir aynanın
kırıldığını (korkarak) şu mısrayla haber verdi;Kaza ile Çin aynası kırıldı O
hiç düşünmeden derhal şöyle buyurdu:İyi ki benlik esbabı kırıldı[114]
11) HZ. Aişe
radıyallahu anha şöyle buyurdu: "Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi ömrü boyunca
(vefatına kadar) iki gün üst üste arpa ekmeğiyle karnını doyurmadı".
(Şemail-İ Timizi)
İZAH:
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'm hayatı işte buydu. Birkaç hadiste
değil, yüzlerce hadiste Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'm bu hayat şekli
bulunmaktadır. Bugün Müslümanlar fakirlik ve yoksulluk hakkında o kadar
gürültü ve kargaşa yapmaktadırlar ki, sınırı yoktur. Ancak ömür boyu iki gün
karın doyuracak sade bir ekmek bulamayan kaç kişi vardır? Şema/Zdeki bir başka
hadiste Hz. Aişe radıyaiiahu anha, Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vese/tem'in
bütün ev halkının aynı durumda olduklarını naklederek, "Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi vese//em'in ev halkı, onun vefatına kadar iki gün arka
arakaya arpa ekmeğiyle asla karınlarını doyurmadılar" buyurmuştur. Hz.
İbni Abbas radıyaiiahu anhuma buyuruyor ki: Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseilem ve onun ev halkı akşam yemeğini bulamadan pek çok gece geçirirlerdi.
Hepsi bütün geceyi yokluk içinde geçiriyorlardı. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem'\n geçimi arpa ekmeğine dayanıyordu".Hz. Sehl radıyallahu anh'a
biri "Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesellem"\r\ elenmiş un-dan yapılan
ekmek yemek âdeti miydi?" diye sorunca Hz. Sehl radıyaiiahu anh, "Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseilem vefat edene kadar elenmiş unu belki de
görmemiştir" dedi. Adam, "Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem
zamanında sizlerin yanında eiek yok muydu?" dedi. Hz. Sehl radıyeiiahu
anh, "Elek kullanma geleneği yoktu" dedi.' O adam (hayretle),
"Elemeden arpa ununu nasıl yiyordunuz?" dedi. Hz. Sehl radıyallahu
anh buyurdu ki: "Unu (karıştırıp hareket ettirerek) üflerdik. Böylece
(kaba ve iri olan) saplar uçardı. Geri kalanı pişirirdik".[115]Bugün
elenmemiş buğday unundan yapılan ekmeğin yenmesinin zor olduğu kabul
edilmektedir. Halbuki o yüce zatlar elenmemiş arpa unundan yapılan ekmeği
yerlerdi. O da karın doyuracak kadar bulunamazdı. Hz. Aişe radıyallahu anha
buyuruyor ki: "Ben doyuncaya kadar yemek yediğim zaman (elimde olmadan)
ağlayasım geliyor ve ağlıyorum". Biri, "Bunun sebebi nedir?"
deyince, "Ben Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseüem'ln zamanını
hatırlıyorum. Rasûluliah saiiaiiahu aleyhi veseitem, vefatına kadar hiçbir
zaman (et veya ekmekle) günde iki öğün karnı doyana kadar yiyememiştir".[116]Saîd
Makberî rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "Hz. Ebû Hureyre radıyaiiahu anh yemek
yiyen bir topluluğun yanında geçti. Önlerine kızartılmış tavuk konulmuştu.
Onlar Hz. Ebû Hureyre radıyallahu antiı buyur ettiler. O bunu kabul etmedi ve
"Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem arpa ekmeğiyle karnını doyuramadan
bu dünyadan ahirete intikal etmiştir" buyurdu.[117]
Yani Ben gönül arzusuyla nasıl tavuk yiyebilirim demek istemiştir. Hz. Ebû Hureyre
radıyaiiahu anh'm sözü genel durum hakkındadır. Yoksa Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi veseiiem m tavuk yediği sabit olmuştur.Bir hadiste şöyle geçmektedir:
"Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem yokluk içinde değilken de çoğu
zaman aç dururdu". Yani yemek olduğu halde yine de Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi veseilem az yerdi. Çünkü aç durmakla nur artar. Başka bir hadiste şöyle
buyurulmuştur: "Bir kimse dünyada yeme-içmenin miktarını azaltırsa,
Allahu Teâlâ bunun üzerine meleklere karşı öğünerek şöyle buyurur; <Bakın
Ben onu yemek ve içmekte azlığa mübtela kıldım. O sabretti. Siz şahit olun ki,
onun azalttığı lokma karşılığında onun için Cennet'te bir derece verilmesine karar
veriyorum>"[118] Her
yerde şuna dikkat etmek gerekir ki, kişi kendi isteğiyle sağlığına zarar
vererek diğer dini işlerde aksaklığa sebep olacak kadar yemeğinde azaltma
yapmamalıdır. İşte bundan dolayı oruçtan dolayı bedende zayıflık meydana
gelmesin diye sahur yemeği sünnet kılınmıştır. Aynı sebepten dolayı gece
uyanmaya yardımcı olsun diye öğlen uykusu (kaylûle) sünnet kılınmıştır.
Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi veseilem buyurdu ki: "Hiçbir kap doldurulma açısından karından
daha kötü değildir (yani karnı doldurmanın kötü olduğu kadar hiçbir kabı
doldurmak kötü değildir) İnsan mecburdur. Mutlaka yemesi gerekir, öyleyse
karnın üçte birini yemeye üçte birini içmeye üçte birini nefes almaya ayırmak
gerekir. Bir defasından Hz. Fatıma radıyaiiahu anha bir ekmek parçası alıp
Rasûlullah sallallahu aleyhi veseiiem \r\ huzuruna gitti. Rasûlullah sailailahu
aleyhi veseiiem, "Bu nedir?" buyurdu. Hz. Fatıma radıyaiiahu anha,
"Ya Rasûlallah! Ben bugün ekmek pişirmiş-tim. Gönlüm siz yemeden onu
yemeye razı olmadı" dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi veseiiem buyurdu
ki: "Bu üç günden beri babanın yediği ilk şeydir" (yani üç günden
beri hiçbir şey yemeğe sıra gelmedi).Rasûlullah sallallahu aleyhi veseiiem
buyurdu ki: "Dünyada aç duranlar ahirette tok olacaklardır. Allahu Teâlâ
hazmı bozulacak kadar yiyen kimseden hiç hoşlanmaz. Bir kimse gönlünün çektiği
bir şeyi yemeyi terk ederse, onun için Cen-net'te dereceler vardır". Hz.
Ömer radıyaiiahu anh buyurdu ki: "Doyacak kadar yemekten sakının. Bu
hayatta ağırlığa {kilo almaya) sebeptir. Ölüm vakit ise pisliğe ve kokuşmaya
sebep olur". Hz. Şakîk Belhi rahmetuliahi aleyh buyuruyor ki: ibadet bir
sanattır. Onun dükkanı yalnızlıktır. Önün (iş yapan) aleti aç
kalmaktır".Hz. Fudayl rahmetuliahi aleyh kendi kendine şöyle dedi:
"Sen aç kalmaktan korkuyorsun. Bu korkulacak bir şey değildir. Rasûlullah
sallallahu aleyhi veseiiem ve Sahâbe-i Kiram aç kaldıklarına göre senin
hakikatin nedir ki?" Hz. Fudayl rahmetuliahi aleyh şöyle derdi:
"Allah'ım! Sen beni ve benim çoluk çocuğumu aç bıraktın. Karanlık
gecelerde ışıksız bıraktın. Bu Senin salih kullarına yaptığın muameledir.
Allah'ım sen bu nimeti hangi amelden dolayı ihsan ettin? Yani şu an hayret ediyorum
ki ben (kendi görüşüme göre) iyi biri değilim. Öyleyse iyi insanlara yapılana
benzer bu muamele hangi amelimin karşılığıdır". Hz. Kehmes rahmetuliahi
aleyh "şöyle buyurdu: "Allah'ım sen beni aç bıraktın, çıplak
bıraktın. Karanlık gecelerde kandilsiz bıraktın. (Ben ise bu ihsanlara layık
değilim. Bana bu dereceler) hangi şeylerden dolayı verilmiştir". Hz. Feth
Mevsılî rahmetuliahi aleyh şiddetli bir hastalığa yakalandığında ya da
şiddetli bir şekilde acıktığında, "Allah'ım! Sen beni açlık ve hastalığa
mübtela kıldın. Sen bu ibtilâyı iyi kullarına verirsin. Ben Senin bu ihsanına
hangi iyi amelimle şükredeyim?" derdi.Mâlik bin Dinar rahmetuliahi aleyh
Muhammed bin Vâsi'ye şöyle dedi: "Yaşayacağı kadar erzakı olan ve halktan
dilenmeye muhtaç olmayan kimseye ne mutlu!" Muhammed bin Vâsi rahmetuliahi
aleyh buyurdu ki: "Sabah aç kalan ve akşam aç kalan, buna rağmen
Rabbinden razı olan kimseye ne mutlu!" Tevrat'ta yazıyor ki: "Sen
doyuncaya kadar yemek yediğin zaman, aç kimselerin hayalini de kalbinden
geçir". Ebû Süleyman rahmetuliahi aleyh diyor ki; "Benim akşam yemeğinden
bir lokma az yemem, bana bütün gece uyanık kalıp (ibadet yapmamdan) daha
sevimlidir". Yine o şöyle buyurdu: "Açlık, Allah'ın, dostlarına
vermiş olduğu bir hazinedir". Hz. Sehl bin Abdullah Tüsteri rahmetuliahi
aleyh yirmi günden fazla aç olarak geçirirdi. Onun bir yıllık gıdasının
ağırlığı bir dirhem (yaklaşık 3,25 gr) olurdu. O aç durmaya çok teşvik ederdi.
Hatta şöyle derdi: "İhtiyaçtan fazla olan yemeği terk etmeye eşit hiçbir
iyi amel yoktur. Çünkü bu Rasûlullah sallallahu aleyhi veseiiem'e tabî
olmaktır". Yine o şöyle buyururdu: "Hikmet ve ilim ve aünah doyuncaya kadar yemekte
toplanmıştır". O bir de şöyle buyurmuştur: "Kişi aç durmayı, susmayı
ve geceleri uyanmayı alışkanlık haline getirmedikçe ve yalnızlığı sevmedikçe
Ebdal zümresinden olamaz".
Abdul Vâhid bin Zeyd
rahmetuliahi aleyh yemin ederek şöyle buyururdu: "Allahu Teâlâ kimseyi aç
kalmadan temizlemez. Bu manevi temizlikten dolayıdır ki Allah dostları su
üzerinde yürürler. Bu yüzden onlara Tayyûl Arz nasib olur"[119]
Tayyûl Arz Allah dostlarına verilen özel bir süratin adıdır. Bundan dolayı
onlar birkaç adımla binlerce kilometre yol katederler.İmam Gazali rahmetuliahi
aleyh buyuruyor ki: Aç durmaktan dolayı 10 fayda hâsıl olur:
1) Onunla kalp
temizliği elde edilir. Mizaç
serileşir. Basiret artar. Çünkü karın tıka basa yemekten dolayı insan
tabiatında ahmaklık meydana gelir ve kalbin nuru gider. Midenin gazları beyni
kuşatır. Bu da kalbe tesir eder. Böylece kişi fikir (sahasında) koşmaktan aciz
kalır. Hatta küçük yaştaki bir çocuk eğer fazla yerse, onun hafızası da
bozulur. Zihni kapanır. Ebû Süleyman Dârâni rahmetuliahi aleyh buyuruyor ki: "Aç
kalmaya alışın. Zira bu, nefsi itaatkar kılar, kalbi yumuşatır, semavi ilimler
onunla hasıl olur".Hz. Şibli rahmetuliahi aleyh buyuruyor ki: "Ben
hangi gün Allah için aç kaldıy-sam, o gün kendi içimde bir ibret ve hikmet
kapısının açılmış olduğunu gördüm". Bundan dolayı Hz. Lokman aieyhisseiam
oğluna şöyle nasihat etmiştir: "Oğlum mide dolunca fikir uyur ve hikmet
dilsizlesin Âzâlar ibadete karşı tembelleşirler". Ebû Yezîd Büstâmi
rahmetuliahi aleyh buyurdu ki: "Açlık bir buluttur. İnsan aç kalınca o
bulut kalp üzerine hikmet yağdırır".
2) İkinci fayda kalbin yumuşamasıdır. Bu yumuşamadan dolayı zikir vs. kalbe tesir eder.
Bazen insan büyük bir teveccühle zikrettiği halde kalp ondan lezzet almaz. Ondan
müteessir olmaz. Kalp yumuşayınca zikre de lezzet gelir. Dua ve münacatında
tadı olur. Ebû Süleyman Dârâni rahmetuliahi aleyh diyor ki: "Ben
İbadetlerden en fazla zevki, açlıktan dolayı karnım sırtıma yapıştığı zaman
alırım". Hz. Cüneyd Bağdadî rahmetuliahi aleyh buyuruyor ki: "Kişi
Allahu Teâlâ ile kendi sinesi arasına bir yemek torbası koyar. Sonra Allahu
Teâlâ ile münacatın lezzetinin kendisine nasip olmasını ister". (Burada
karnı doldurmak, fakirin torbasını
doldurmasına benzetilmiştir).
3) Üçüncü fayda
insanda acizlik ve alçak gönüllülük meydana gelmesi, kibir ve gururun
gitmesidir. Bu ise azgınlık ve Allahu
Teâlâ'dan gafil kalmanın kaynağıdır. Nefs açlık ile alt olduğu kadar hiçbir
şeyle alt edilemez. Kişi kendi nefsinin zillet ve aczini görmeden Mevlâsının
izzet ve galebesini göremez. Kişi sık sık aç kalmalıdır ki, Mevlâ'sına zevkle
yönetebilsin. Bundan dolayıdır ki, Allahu Teâlâ Rasûlullah sallallahu aleyhi
veseiiem e Mekke-i Mükerreme'nin bütün arazisinin
altın kılınmasını teklif
edince Rasûlullah A.s şöyle dedi:
"Allah'ım bunu istemiyorum. Aksine ben istiyorum ki, bir gün aç kalayım,
bir gün yiyeyim. Tâ ki aç kaldığım gün sabredeyim. Sana acizliğimi arz edeyim
(Sen'den isteyeyim). Yediğim gün de Sana şükredeyim".
4) Dördüncü fayda felaketzedelerin ve yoksulların
halinden gafil olun-mamasıdır. Çünkü
karnı tok adam açların ve muhtaçların başından nelerin geçtiğini asla tahmin
edemez. Hz. Yusuf aiâ nebiyyina ve aieyhissaiatü vesselama biri, "Yeryüzünün
hazinesi senin elinde olduğu halde yine aç duruyorsun" deyince buyurdu
ki: "Ben karnımı doyurunca açları unutacağımdan korkuyorum". Aç ve
susuz durmakla kıyamet gününün açlığı ve susuzluğu da hatırlanmakta ve Allah'ın
azabının korkusu da doğmaktadır. Ayrıca Cehennemin şiddetli açlık ve
susuzluğunda, yemek için ne verileceği hatırlanmaktadır. Öyle bir yemek ki,
boğaza takılacaktır. Orada içmek için ne verileceği hatırlanmaktadır. O
Cehennemliklerin yaralarından çıkan irin ve iltihaplardır.
5) Beşinci fayda asıl ve en önemli olandır. O da
günahlardan sakınmaktır. Çünkü
karnın tok olması bütün şehvetlerin kaynağıdır. Açlık ise her çeşit şehveti
kırmaktadır. İnsan için en büyük saadet, nefsine hakim olmasıdır. En büyük
bedbahtlık jse nefsinin ona hakim olmasıdır. Bu şuna benzer; Azgın bir at aç
bırakılarak elde tutulabilir. Ama o iyice yer ve içerse azgınlaşır. Nefsin durumu
da aynıdır. Bir Allah dostuna biri, "Siz yaşlılığınızda bile vücudunuza
bakmıyorsunuz (biraz güç ve kuvvet verecek şeyleri yemeniz gerekir)"
dedi. O, "Bu nefs keyf ve zevke doğru çok hızlı gitmektedir. Ben onun beni
bir günah musibetine batıracağından korkuyorum. Bundan dolayı benim onu
meşakkate sokmam, onun beni herhangi bir günahın felaketine sokmasından daha
sevimlidir" dedi. Hz, Aİşe radıyallahu anha buyuruyor ki: "Rasûlullah
sallallahu aleyhi veseiiem''den sonra meydana çıkan ilk bidat, karın doyuracak
kadar yemektir. İnsanların karnı doyunca onların nefisleri dünyaya
meyleder".Bu zikredilen (beşinci) fayda sadece bir fayda değil bilakis bir
çok faydaların hazinesidir. Bunun en az faydası haya yerinin şehvetini ve boş
konuşma arzusunu terk etmektir. Çünkü aç insanın gönlü boş konuşmaları
istemez, işte bu açlıktan dolayı insan, gıybetten, yalandan, fuhuş sözlerinden,
koğuculuktan ve bunlar gibi pek çok şeylerden korunur. Karnı tok olunca insan
eğlendirici şeyleri ister. Biz ise genellikle insanların iffet ve şerefleriyle
eğleniriz. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem buyuruyor ki: "İnsanı (en
çok) Cehennem'e sokan dilinin ektiği şeylerdir". Haya yerinin şehvet
tehlikesi kimseden saklı değildir. İnsanın karnı tok olunca edep yerine hakim
olması zorlaşmaktadır. Eğer insan Allah korkusundan dolayı ona hakim olsa da
gözün günahı olan (caiz olmayan bir şekilde herhangi bir kadına veya erkeğe
bakma işi) mutlaka meydana gelmektedir. Rasûlullah sailal-lahu aleyhi veseiiem
buyurdu ki: "Tenasül uzvu zina ettiği gibi göz de zina eder". Ffier
insan qözünü kapatarak buna hakim olsa bile önceden görmüş olduğukimsenin
hayalleri kalbine gelecektir. Şehvet hayalleri Allah ceiie ceiaiuhu ile olan
münacatın lezzetini yok etmektedir. Bazen bu bozuk hayaller namazda da gelmektedir.
Dili ve edep yerini m
6) Altıncı
fayda ise, az yemekle uyku az gelir.
Sık sık uyanma nim nasip olur. Çünkü doyasıya yemenin neticesinde çok susanır,
suyu fazla içince de çok uyku gelir. Meşâyih şöyle demiştir: "Fazla
yemeyin yoksa çok su içersiniz. Sonra fazla uyursunuz. Bu yüzden de fazla
zarar edersiniz". Denilir ki 70 hekim şu konuda görüş birliğine
varmışlardır: "Çok su içmekle çok uyku gelir". Çok uyumakla ömrün
büyük bir kısmı zayi olur. Teheccüdün elden kaçması buna ilavedir. Bir de çok
uyumakla insan tabiatında ahmaklık ve kalpte katılık meydana gelir. Hanım
yanında olmadığında ihtilama sebep olur. Sonra gusül için gereken esbâb ve
malzeme hazır olmayınca da çoğu zaman teheccüd de elden çıkmaktadır.
7) Yedinci fayda kolaylıkla ibadet yapmaya kadir olmaktır. Çünkü tıka basa yemekle çoğu zaman tembellik meydana
gelir. Bu da ibadete engeldir. Sadece yemekte bile pek çok vakit zayi
olmaktadır. Eğer yemeği hazırlamak gerekirse o zaman daha çok zaman kaybı
olacaktır. Bir de yemekten sonra elleri yıkamak, dişleri temizlemek, sonra sık
sık kalkıp su içmek gibi şeylere harcanan zamanlar hesap edildiğinde ne kadar
zaman eder? Eğer bütün bu vakitler Allah'ı yâd etmeye ve ibadetlere harcanmış
olsa, ne kadar kazanç elde edilmiş olurdu. Hz. Sirrî Sakatı rahmetullahi aleyh
buyuruyor ki: Ben Ali Cürcani rahmetullahi ateyti'ın yanındayken kavut vardı. O
kavutu avuçlayarak yiyordu. Ben, "Kavut alışkanlığı nasıl başladı"
dedim. Buyurdu ki, "Ben hesap ettim ki, bir lokmayı ağıza koyduktan sonra
onu yutana kadar 70 defa Subhanallah diyecek kadar zaman var. Bundan dolayı ben
40 seneden beri ekmek yemedim. Çünkü onu çiğnemek için çok zaman
harcanmaktadır".
Gerçek şudur ki
insanın her nefesi çok değerli bir cevherdir. Onu ahiret hazinesinde muhafaza
etmeye şiddetle ihtiyaç vardır. Tâ ki o asla zayi olmasın. Yalnız bunun şekli
şöyle, olur: O nefesi Allah'ı zikretmeye veya başka herhangi bir ibadete sarf
etmelidir. Buna ilave olarak fazla yemekten dolayı uzun süre abdestli
durulamaz. Ufak abdest ihtiyacı fazla olur. Bunlarla vakit zayi olmasının
yanında bu durumlardan dolayı camide uzun süre zaman geçirilemez. Çünkü o
ihtiyaçlardan dolayı sık sık dışarı çıkmak gerekir. Buna ilave olarak açlığa
alışkın olan kimse için oruç tutmakta kolay olur. Kısaca oruç, itikaf, uzun
süre abdestli kalmak ve yeme içme zamanını ibadete harcamak gibi o kadar çok
faydalar vardır ki, bunların hepsi sayılamaz. Dinin kadrini bilmeyen gafil
insanlar bu açlığın kadrini ne bilsinler! Onlar dünyanın birkaç günlük hayatına
razı olup mutmain olmuşlardır. Sadece dünyanın hallerini bilmektedirler.
Ahiretin ne olduğundan onların haberleri bile yoktur.
8) Sekizinci fayda olarak az yemek beden için
sıhhattir. Çünkü pek çok hastalık çok
yemekten meydana gelir. Bu yüzden midede ve damarlarda bozuk unsurlar birikir. Bunlardan
da çeşit çeşit hastalıklar doğar. Hastalıkların sıhhate aykırı olduğu
zannediise bile, bunlar ibadetlere de engel olmaktadırlar ve kalbi karışıklığa
ve kararsızlığa itmektedirler. Zikir ve fikre.mani olmasına ilave olarak, ilaç,
perhiz, hekim, doktor kan tahlilcisi vs. gibi insanın karşısında uzun boylu bir
kargaşa meydana gelir. Bir de bütün bunlar için çekilen sıkıntı ayrı, masraf
daha ayrıdır. Ama aç durmakta bütün bu afetlerden korunma vardır.Denilir ki
Harun Reşîd rahmetuliahi aleyh bir gün dört tane hekimi bir araya getirdi. Biri
Hintli uzman, ikincisi bir Rûmi (Bizanslı), Üçüncüsü Iraklı, dördüncüsü ise
Afrikalı idi. Bu dört hekime şöyle bir teklif yöneltti; "Hiçbir şeye zarar
vermeyen bir ilaç söyleyin". Hintli, "Benim görüşüme göre hiçbir
şeye zarar vermeyen ilaç !hlîlec-i Esved'ölr" dedi. (Buna Urduca'da
Helile-i Siyah denir). Iraklı, "Bana göre Habbur Reşâdil Ebyaz'öu"
dedi. (Farsça ona Tuhm-i Sibendan, Hintçe'de Halun denir). Rûmi, "Bana
göre sıcak sudur. Yani o hiçbir şeye zarar vermez" dedi. Afrikalı,
"Bunların hepsi yanlıştır. Ihlîlec mideyi ezerek sıkıştırır. Bu ise
hastalıktır" dedi. (Buna ilave olarak ciğer için de zararlıdır[120]).
Habbur Reşâd midede kayganlık meydana getirir. Sıcak su ise mideyi
gevşetir" dedi. Doktorların hepsi, "Peki öyleyse hiçbir şeye zarar
vermeyen ilacı siz söyleyiniz" dedi. Afrikalı, "Tam bir istek ve
rağbet olmadan yemek yenmemeli. Fazla yemeye istek ve rağbet varken yemeye son
vermelidir" dedi. Diğer doktorlarda onun bu görüşüne katıldılar.Bir filozof
doktorun yanında Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'm şu hadisi nakledildi:
"Karnın üçte biri yemek için, üçte biri su için kalan üçte biri ise nefes
almak içindir". O filozof bunu duyunca hayretle şöyle dedi: "Ben az
yemek hakkında bugüne kadar bundan daha üstün ve sağlam söz duymadım. Şüphesiz
bu, hikmet sahibinin kelamıdır"
9) Açlığın dokuzuncu faydası masrafların azalmasıdır. Az yemeye alışkın olan kimsenin masrafı da az olur.
Fazla yemekten dolayı masraflar artar. Bunu elde etmek için de ya caiz olmayan
yolları seçmek zorunda kalır ya da halktan dilenme zilletini seçmek gerekir. [121](Hz.
Sehl Tüsteri rahmetuliahi aieytiln hali biraz önce geçmişti. Onun bir senelik
yemeğinin ağırlığı bir dirhem ağırlındaydı). Bir hekim şöyle demektedir:
"Ben pek çok ihtiyaçlarımı onları terk ederek karşılarım. Bundan dolayı
ben çok huzurlu ve rahat olurum". Bir başka hekim şöyle der: "Ben bir
ihtiyacımdan dolayı birinden borç almak istediğimde kendi nefsimden borç
alırım. Ona, <Bunu başka bir zaman öderim> diye anlatırım. Yani senin
arzuların şimdi benim üzerime borçtur. Onu başka bir zaman yerine
getiririm" derim.Hz.
10) Onuncu fayda cömertlik, yardımlaşma ve hayır
hasenatın çoğalmasına sebep olmasıdır.
Az yemekten dolayı artan bütün yemekler yetimlere, yoksullara ve fakirlere
sadaka olarak verilip, kıyamet günü o kişi için gölge olacaktır. Nitekim
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'm şu hadisi önceden geçmişti: "İnsan
kıyamet günü kendi sadakasının gölgesi altında olacaktır". İnsan ne kadar
fazla yerse o kadar pislik olarak lağımlarda birikecektir. Allahu Teâlâ'nın
hazinesinde birikenler ise ebedi olarak işe yarayacaktır. Pislik olanlar ise
boşa gitmiştir. Bundan dolayı Rasûluliah saiiaiiahu aleyhi veseiiem önce geçmiş
olan hadiste şöyle buyurmuştur: "İnsan, <Benim malım, benim malım>
der. Malında ona ait üç şeyden başka bir şey yoktur; 1-Sadaka vererek ebedi
koruma altına aldığı, 2-Yiyip bitirdiği, 3-Giyinip eskittiğidir. Bunlardan
başka olaniar başkasının malıdır. Varislerin payıdır. Onun o malda hiçbir şeyi
yoktur".Buna ilave olarak sadakaların çok sayıda faziletleri geçmiştir. Az
yemek hakkında ki bu 10 fayda son derece kısaltılarak zikredilmiştir. Onlardan
her biri kendi içinde sayısız faydaları bulundurmaktadır.[122]Önceden
de defalarca yazdığımız şu konu göz önünde bulundurulmalıdır: Bu faziletlerin
hak olduğunda tereddüt yoktur. Kesinlikle bu yüce sıfatlar öyledir ki, Allahu
Teâlâ kendi lütfü ile hoş nasipli birine bunları ihsan ederse, o kişiye dünya
ve ahirette rahatlık vardır. Ahiretin sayısız dereceleri ve terakkisinin basamakları
ancak bu şeylerdir. Ancak kişinin kendi tahammülünü göz önünde bulundurması
gerekir. Yoksa, Karga ördek gibi yürüdü de kendi yürüyüşünü unuttu türünden
bir şey olur. Daha fazlasını arzu etmekten dolayı insan bazen azından da mahrum
olur. O halde bütün bu şeylere kalbi rağbet ettirmek, bu şeyler ile bu hayat
tarzını kendi içinde meydana getirmeye çalışmak ve bu konulara son derece
saygıyla bakmakla birlikte kendi içindeki tahammüle göre amel etmek gerekir.
Hasta insana gücünden fazla yük yüklenirse daha çabuk ölür. Bizler nefis hastalıklarıyla
hastayız. Azalarımız ve kuvvetimizin zayıflığından telef olmuş durumdayız.
Bundan dolayı sıhhati temenni etmek, onun için çalışmak, gayret etmek ve onu
arzulamakla beraber kendisini şu an içinde bulunduğu durumdan daha aşağı
düşürecek hiçbir şeyi fiilen üstlenmemelidir.İmam Gazali rahmetuliahi aleyh
buyuruyor ki: "Az yemeye yavaş yavaş alışıl-malıdır. Çok yemeye alışkın
olan kimse yemeğini bir anda azaltırsa ve buna da tahammülü yoksa, hem
zayıflayacak hem de sıkıntıya düşecektir. O halde çok ağır ve kolay bir şekilde
bunu yapmalıdır. Mesela bir adam günde iki ekmek yiyorsa, o her gün bir ekmeğin
yirmi sekizde birini azaltmalıdır. Böyle yapmakla bir ay içinde yemek yarım porsiyona
düşecektir. (Eğer buna da dayanmak zor geliyorsa kırkta bir hissesini
azaltmalıdır)".Hz. Sehi Tüsterİ rahmetuiiahi aieytie biri, "Sizin
mücahedelerinizin başlangıcı nasıl oldu?" diye sorunca, o,
"Başlangıçta benim yıllık harcamam üç dirhem (10 gr) idi. O sıralar durum
şöyleydi; Ben bir dirheme debs (yani üzüm veya hurma şırası yada suyu)
alıyordum. Bir dirheme pirinç unu, bir dirheme de yağ alıyordum. Onların
hepsini birleştirerek 360 lokma tatlı yapardım. Her gün oruç açarken bir tane
yerdim" dedi. Biri, "Şimdi usulünüz nedir?" diye sorunca, o,
"Şimdi kararlaştırılmış hiçbir şey yoktur. Fırsat bulursam biraz
yiyorum" dedi. (Az önce bu zatın yemeden 20 gün geçirdiği geçmişti).Hz.
Ebû Zer Gıfari radıyaliahu anh buyurdu ki: Benim geçimim Rasûlullah sah îaiiahu
aleyhi veseiiem zamanında haftada bir sa[123]
idi. Allah'a yemin olsun ki ölene kadar asla bunu arttırmayacağım. Çünkü ben
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhiveseiiemln şöyle buyurduğunu işittim: "Sizden
bana en sevimli ve kıyamet günü bana en yakın kimse, ölene kadar şu anda
bulunduğu halde kalandır". Bundan dolayı o bazı Sahâbe-i Kiram radıyaiiahu
anhum hazretlerine itiraz ederdi ve şöyle derdi: "Siz Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem zamanındaki hayat tarzını terk ettiniz. Siz arpa
ununu elemeye başladınız. Halbuki o zaman elenmiyordu. Sizler ince ekmekler
jyufkalar) yemeğe başladınız. Bir çok yemekler sofralar üzerine gelmeye başladı.
Siz Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem zamanında böyle değildiniz".Hz.
Hasan Basri rahmetuiiahi aleyh buyuruyor ki: Müslümanın m
"Allah'ın
nimetlerini saymaya kalksanız tam olarak sayamazsınız"
(İbrahim-34)
Bundan sonra son
derece önemli ve dikkat edilmesi gereken şeylerden biri de az yeme yolu
seçildiğinde, bu konuda riya ve itibar kazanma sevgisinden sakınmaya çok
ihtimam gösterilmesidir. Sakın kendisi açlıktan ölürken nefsi düzeleceği yerde
daha fazla bozulmasın. Alimler şöyle yazmışlardır: "Yemek arzusundan
kaçıp, riya ve gösterişe düşen kimse, akrepten kaçıp da yılanın ağzına doğru
giden kimseye benzer"[126]Kısaca
az yemek sevilen ve övülen bir şeydir. Bunda din ve dünyanın pek çok faydaları
vardır. Tabi bunlar zayıflığa, riyaya ve diğer tehlikelere düşmemek
şartıy-ladır. Şüphesiz ki Rasûlullah saiiaitahu aleyhi veseiiem'm hayatını,
onun geçimini, onun muâşeratını, onun fakirlik ve yoksulluğunu zihinlere
yerleştirmek gerekir. "Asıl yaşantı budur" diyerek onu gönülden
beğenmeüdir. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesei-/em'in seçtiği hayat tarzı
yokluktan, mecburiyetten veya imkanlar elvermediğinden dolayı değildi. Aksine
bu hayatı kendi rızasıyla ve rağbetiyle seçmiş ve beğenmişti.Bir defasında Hz.
Aişe radıyatlahu anha, "Ya Rasûlallah! Siz Allahu Teâlâ'dan rızkın
bollaşmasını neden istemiyorsunuz?" diye arz etti. Hz. Aişe radıyaliahu
anha diyor ki: Ben bunu dedikten sonra Rasûluilah saiiaiiahualeyhiveseiiem'm
şiddetli açlığını görünce ağladım. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem
buyurdu ki: "Ey Aişe! Canım kudret elinde olan Allah'a yemin olsun ki,
eğer ben Rabbimden altından dağların benimle beraber yürümesini-isteseydim.
Allahu Teâlâ onları benimle beraber yürütürdü. Ancak ben dünyada aç durmayı,
karın tokluğuna tercih ettim. Ben dünyanın yoksulluğunu, onun servetine tercih
ettim. Ben dünyanın gammını, onun sevincine tercih ettim. Ey Aişe! Dünya
Muhammed saiiaiiahu aleyhi veseiiem ve onun âline uygun değildir. Allahu Teâlâ
Ûlül Azim (yani azimli ve yüksek dereceli) Rasûllerin sıkıntılara
sabretmelerini ve dünyanın rahatından sakınmalarını beğenmiştir. Onlar için
beğendiği şeyleri bana emretmiştir. Nitekim Allah ce//e ceiaiuhu şöyle
buyurmuştur:<Sen de Ûlül Azim (azim ve sebat sahibi) Rasûllerin sabrettiği
gibi sabret>(Ahkaf-35). Benim Allah'ın emrini yerine getirmekten başka çarem
yoktur. Allah'a yemin olsun ki, ben gücümün yettiği yere kadar onların
sabrettiği gibi sabredeceğim. Güç ve kuvvet ise Allah'ın vermesiyle gelir".Bir
hadiste şöyle geçmektedir: Hz. Ömer radıyaliahu anh zamanında fetihler
çoğalınca kızı Ümmül Mü'minin (mü'minlerin annesi) Hz. Hafsa radıyaliahu anha
şöyle dedi: "Artık siz de başka ülkelerin elçileri geldiği zaman ince
elbise giyiniz. Birine yemek pişirmesi için emir veriniz. Tâ ki o, elçileri
yedirsin, siz de onlarla birlikte yiyiniz". Bunun üzerin Hz. Ömer
radıyaliahu anh buyurdu ki: "Sen de biliyorsun ki, insanın halini onun ev
halkı çok iyi bilir". Hz. Hafsa, "Elbette öyle" dedi. Sonra Hz.
Ömer radıyaliahu anh şöyle buyurdu: "Sana yemin vererek soruyorum; sen
bilmiyor musun ki, Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem peygamberlik
verildikten sonra şu kadar sene yaşamıştır. O zamanlarda Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi veseiiem'm hanımları eğer gece yemek yerlerse, gündüz aç dururlardı.
Gündüz yemek yerlerse, gece aç kalırlardı. Sen bilmiyor musun ki, nübüvvetten
sonra şu kadar yıl Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem hayatta kalmıştı.
Ancak Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem ve onun ev halkı Hayber feth
oluncaya kadar asla karın doyuracak hurma dahi yemediler. Ben Allah hakkı için
sana soruyorum; Sen bilmiyor musun ki, bir defasında sen yüksek sofra (sehba)
üzerine yemek koymuştun da Rasûlullahsaiiaiiahu aleyhi veseitem'm nurlu yüzünde
değişme olmuştu. Nihayet o (sehba) kaldırılıp yemek yere kondu (da o zaman
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem yedi). Ben sana Allah hakkı için
soruyorum; Sen bilmiyor musun ki, Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem kendi
abasını (bir çeşit şal) ikiye katlayarak onun üzerinde istirahat ederdi. Sen
bir defasında onu dörde katlayarak sermiştin. Bunun üzerine Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem, <Sen benim gece kalkmamı engelledin (çünkü dört
kat olunca yatak yumuşak oldu. Bu yüzden de derin uyku geldi). Onu her günkü
gibi ikiye katla> buyurdu. Ben sana Allah hakkı için soruyorum; Sen bilmiyor
musun ki, Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem kendi elbisesini yıkamak için
mübarek bedeninden çıkarır ve yıkardı. O, bu durumda iken Bilal namaza çağırmak
için gelince, Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vese/tem'in yanında giyinip namaz
kıldıracağı başka elbisesi olmazdı. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem onu
kurutup giyer ve namaz kıldırırdı. Ben sana Allah hakkı için soruyorum; Sen
bilmiyor musun ki, Benû Nadr kabilesinden bir kadın Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi veseiiem için iki elbise hazırlamıştı. Biri izâr, diğeri de şal idi.
Onlardan birini önce gönderdi. İkincisini göndermekte gecikti. Bunun üzerine
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem onu vücuduna öyle örttü ki, (vücudu
açılmasın diye) iki köşesine boyun tarafından düğüm atmıştı. Bu şekilde giyinip
namaza gitmişti. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'm yanında o anda giyinip
de namaza gideceği ikinci bir elbisesi yoktu". Hz. Ömer radıyaliahu anh bu
şekilde daha başka olayları da saydı. Nihayet bu olayları hatırlatarak Hz. Hafsa
radıyatiahu anha'y\ ağlattı. Kendisi de hıçkıra hıçkıra o kadar ağladı ki, biz
bu üzüntüden dolayı canının çıkmasından endişe ettik.Bir başka hadiste şöyle
geçmektedir: Hz. Ömer radıyatlahu anh şöyle buyurdu: "Benim iki arkadaşım
vardı (Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem ve Hz. Ebû Bekr radı-yaiiahu anh).
İkisi de aynı yolda yürüdüler. Eğer ben onların yolunu bırakarak başka bir yolu
tercih edersem, onlara yapılan muamele, bana yapılmayacaktır. Allah'a yemin
olsun ki, ben onların ağır şartlar içinde geçirdikleri (dünya) hayatı üzere kalmaya
kendimi zorlayacağım. Tâ ki (ahiretin) o taptaze hayatına kavuşabileym[127]Fetâvâyi
Âlemgiriyye'de şöyle yazmaktadır: Yemeğin birkaç derecesi vardır; 1-Birinci
derece farzdır. Onun ölçüsü insanı helak olmaktan kurtaracak kadardır. Eğer bir
kimse çok az miktar yer ve bu yüzden ölürse günahkar olur. 2-lkinci derece
sevap derecesidir. Yani kalkıp namaz kılabileceği ve kolaylıkla oruç tutabileceği
miktarda yemek yemektir. 3-Caiz derecesidir. O da iki numaradaki miktar üzerine
karın doyuncaya kadar ilave etmektir. Tâ ki beden güçlensin. Bu derecede ne
sevap vardır ne de günah. Mal helal yolla kazanılmışsa bunda basit bir hesap
vardır. 4-Dördüncü derece haramdır. O da doyduktan sonra yenen fazla olan
miktardır. Şüphesiz ki eğer bundan maksat yarın oruç tutacağım diye oruca kuvvet
gelmesi ise veya m
12) Hz. AH
radıyailahu an/r'dan Rasûlullah sallailahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu:
"Kim Allahu Teâlâ'dan gelen az rızka razı olursa, Ailahu Teâlâ da ondan
gelen az amele razı olur
(Beyhaki, Mişkât)
İZAH: Bu
hadisi şerifte az kazanç hakkında Allahu Teâlâ'nın hususi bir ihsanı üzerine
dikkat çekilmiştir. Yani bu durumda eğer insan tarafından iyiliklerde bir
eksiklik olursa, Mülkün Sahibi olan Allah da o eksikliği memnuniyetle kabul
etmektedir. Buna karşılık Allahu Teâlâ'nın nimetleri bol olur ve insan hiçbir
şeyde eksikliğe razı olmazsa, o zaman O Mülkün Sahibi'nden şöyle bir talep
gelir: "Öyleyse onun hakkını eda etme konusunda senin de ileri gitmen
gerekir". Şu açıktır ki, bir memura istediği kadar maaş verilir de sonra o
kendi memuriyet hizmetinde kusur ederse, onun vefasızlık ve nankörlüğünde ne
şüphe vardır? Ancak bizim davranışımız aksinedir. Yani yoksullar Allah'a
yönelmeye muvaffak olmakta, zikir ve nafileler için zaman da bulmaktadırlar.
Ancak ele avuca dört kuruş geçince veya para gelmesinin yolları ortaya çıkınca
artık farz namazlar için bile vakit bulunamamaktadır.Az rızka kanaat edebilmek
için insanın beş şeye dikkat etmesi gerekir:
a)
Harcamalarını kısmalıdır.
İhtiyaç ölçüsünden fazla harcama yapmamalıdır. Alimler şöyle yazmışlardır:
Eğer insan yalnız başına ise ona bir adet takım elbise kâfidir. Birkaç elbise
yaptırmaya gerek yoktur. Aynı şekilde basit bir ekmek ve yemekle geçinebilir.
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesellem buyurdu ki: "Kim orta yollu harcama
yaparsa, o fakir olmaz".
b) Eğer zaruret
kadar bir şey nasip olursa, geleceğin fikriyle oyalanmamalıdır. Allahu Teâlâ'nın vaadine güvenilmelidir. Çünkü Allahu
Teâlâ rızkı zimmetine almıştır. Şeytan insanı devamlı istikbal düşüncesiyle
meşgul eder. Yani, "Fon olarak biraz sermaye biriktirmek gerekir. Darlık
insanla beraberdir. Hastalık da beraberdir. Sonradan geçici masraflar da
meydana gelebilir. Bundan dolayı sen zorluk ve meşakkat çekersin" gibi
hayaller yüzünden şeytan insanı zorluk ve
gelecek fikri ve
düşüncesiyle perişan etmekte, sonra da, "Bu ahmak, hayal ürünü olan
gelecekteki sıkıntı korkusundan şu anki kesin olan meşakkat ve sıkıntıyı
çekmektedir" diye alay etmektedir. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesellem
Hz. Abdullah Ibni Mes'ud radıyaiiahu anh'a şöyle buyurdu: "Kendi üzerine
fazla gam yükleme. Kaderde olan şey mutlaka olacaktır. Senin rızkın ne kadarsa
sana o kadarı ulaşacaktır". Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesellem buyurdu
ki: "Allahu Teâlâ mü'min kuluna tahmin etmediği yerden rızık verir.
Kur'an-ı Kerim'de de bu ifade geçmiştir".
c) Kanaat etmekle, insanlardan müstağni olmanın en
büyük şerefinin elde edildiğini düşünmelidir. Hırs ve açgözlülükte ise insanların yanında ne kadar zelil olmak
zorunda kalınmaktadır. Şunu da dikkatli bir şekilde düşünmelidir ki; kişinin
bir sıkıntıya mutlaka katlanması gerekecektir. Ya halkın önünde el açma zilletinin
sıkıntısı ya da nefsini lezzetli şeylerden engellemenin sıkıntısı. Bu ikinci sıkıntıdan
dolayı Allah indinde sevap vaadi vardır. Birinci sıkıntıdan dolayı ise ahiret
vebali vardır. Buna ilave olarak insan halkın önünde el açınca onlara hak sözü
söylemekten geri durur. Çoğu zaman din hakkında taviz verip dalkavukluk yapması
gerekir. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesellem buyurdu ki: "Kişinin izzeti
insanlardan istiğnadır (onlara tenezzül etmemesidir)". Bu konuda meşhur
bir söz vardır: Sen kime tenezzül etmezsen onunla eşitsin (yani ondan altta
kalmaya mecbur değilsin) Kime ihtiyacını açarsan onun esirisin. Kime iyilik
edersen onun hükümdarısın.
d) Kişi dünyacı
zenginlerin akıbetini düşünmelidir.
Yahudi, Nasrâni ve dinsiz sermayedarların akıbetini ve bir de Enbiya
aieyhimusseiam ve Evliya-i Ki-ram'ın akıbetini düşünmelidir. Onların
ahvallerini dikkatlice okuyup araştırmalıdır. Sonra kendi nefsine,
"Allah'a yakın olan insanların topluluğuna katılmak mı yoksa ahmaklara ve
dinsiz insanlara benzemek mi istiyorsun?" diye sormalıdır.
e) Daha önce
açıklanan malın çoğalmasının tehlikelerini iyice düşünmelidir. O malla birlikte ne kadar musibetler vardır. İnsan
bu beş şeyi dikkatlice düşünürse aza kanaat etmesi kolaylaşacaktır.[129]Hz.
Abdullah ibni Ömer radıyallahu anhuma Rasûlullah sallailahu aleyhi vesel-fem'in
şöyle buyurduğunu naklediyor: "Müslüman olan, kendisine az rızık verilen
ve bunun üzerinde kendisine Allahu Teâlâ tarafından kanaat verilen kimse felaha
ermiştir". Hz. Fudâle bin Ubeyd radıyallahu anh Rasûlullah saliallahu
aleyhi vesel-fem'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir: "Kendisine İslam nasib
edilen, geliri zaruret kadar olan ve buna kanaat eden kimseye ne mutlu![130] Hz.
Ebû Derdâ radtyaiia-huanh, Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesellem'in şöyle
buyurduğunu nakletmiştir: "Güneşin her doğduğu gün onun iki tarafındaki
melekler şöyle ilan ederler; <Ey insanlar! Rabbinize yönelin. Az olup da
yeterli olan mal, çok olup da insanı Allah'tan başka tarafa yönelten maldan
daha hayırlıdır".
13) Hz. Muaz bin Cebel radıyallahu anh buyuruyor ki: Rasûlullah
sallaUahu aleyhi veseilem onu Yemen'e (vali tayin edip) gönderirken şöyle
buyurdu: "Refah ve konfor içinde yaşamaktan sakın. Çünkü Allah'ın iyi
kulları refah ve konfora düşkün kimseler değillerdir". (Ahmed, Mişkât)
İZAH: Hâkim
ve vali olduktan sonra rahatlık ve konfor vasıtaları çoğunlukla hazır hale
gelmektedir. Her çeşit nimetler kolaylıkla elde edilmektedir. Bundan dolayı
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseitem onu vali tayin edip gönderirken bu şeylerden
sakınmasına hususi olarak tenbihte bulunmuştur. Rasûlullah saiiaüahu aleyhi
veseilem'm vasiyetlerinde ve Hülefâ-i. Râşidin hazretlerinin vasiyet ve
emirlerinde bu konuda sık sık özel uyarılar yapılmıştır.Hz. Fudâle bin Ubeyd
radıyallahu anh Emîr Muâviye radıyallahu anh tarafından Mısır'a kadı olarak
tayin edilmişti. Bir sahâbi onun yanına bir hadisi araştırmak için gitti.
Yanına gidince baktı ki kadı efendinin saçları dağınık, ayaklan da çıplaktı.
Ona, "Sen bu toprakların hakimisin ama ben senin saçlarını dağınık görüyorum"
dedi. H2. Fudâle radıyallahu anh, "Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem
bizi SÜS ve ziynetten men etti" dedi. Sonra o sahâbi, "Ben senin
yalın ayaklı olduğunu görüyorum" dedi. Hz. Fudâle radıyallahu anh,
"Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem bize bazen yalınayak yürümemizi
söylerdi" dedi. Abdullah Ibni Muğaffel radıyallahu anh diyor ki:
"Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem her gün saç taramaktan mCü en
etmiştir".
14) beyr bin
Nüfeyr rahmetuiiahi a/eyft'in mürsel olarak rivayet ettiğine göre Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseilem şöyle buyurmuştur: "Allahu Teâlâ bana mal
toplamamı ve tacirlerden olmamı vahyetmedi. Fakat, <(Ey Muhammedi) Sen
Rabbini harnd ile teşbih et ve secde edenlerden (namaz kılanlardan) ol. Sana
ölüm gelene kadar Rabbine ibadet et> diye vahyetti". (Şerhus Sünne, Hilye, Mişkât)
İZAH:
Hadiste işaret edilen vahiy Hicr suresinin en son ayetidir. Hadisi şerifteki bu
ifade bir çok Sahâbe-i Kiram radıyallahu anftum'dan nakledilmiştir. Nitekim
Suyûti rahmetuiiahi aleyh, Dürrü Mensûr'öa Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
vesellem'm bu hadisini Hz. Abdullah Ibni Mes'ud, Ebû Müslim, Havlâni, Ebû
Derdâ, radıyallahu anhum ecmaıvVden nakletmiştir.Bir hadiste nakledildiğine
göre Rasûluilah saiiaiiahu aleyhi veseilem şöyle buyurmuştur: "En hayırlı
insan şu iki kişidir; Birincisi, atının dizgininden tutarak Allah yolunda can
verme yoluna düşen kimsedir. İkincisi, yanında koyunları olan ve herhangi bir
vadi veya dağda (yani sükun bulacağı ve bilinmeyen bir yerde) namaz kılan,
zekatını veren ve Mevlâ'sına ibadetle meşgul olan, bu hal üzerine iken
kendisine ölüm gelen, kendisinden İnsanlara hayırdan başka bir şey (yani şer)
ulaşmayan kimsedir".[131]Rasûlullah
saiiatiahu aleyhi vese/tem'in Allah'ın bu yüce emrini, ahirete intikal edeceği
güne kadar nasıl yerine getirdiği, onun hayatını gözden geçirenlerden saklı
değildir. Bir de Allahu Teâlâ tarafından verilen nimetler ne kadar fazla olursa,
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem kendini ibadetlere o kadar çok verirdi.
Hz. Aişe radıyallahu anha buyurdu ki: "Fetih sûresi inince Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseilem ibadet daha fazla gayret etmeye başladı. Biri,
<Ya Rasûlallah!. Bu ayeti kerimeye göre sizin gelmiş ve geçmiş
yanılgılarınızın hepsi affedilmiştir. Öyleyse siz neden bu kadar meşakkat
çekiyorsunuz?> dedi. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem, <Ben şükreden
bir kul olmayayım mı?> buyurdu". Hz. Ebû Hureyre radıyallahu anh
buyuruyor ki: "Fetih sûresi nazil olunca Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseilem namazını o kadar uzattı ki, ayakları şişti, ibadetlerini o kadar
artırdı ki, bedeni zayıflayarak eski bir kırba gibi oldu. Kendisine (biraz
önceki) soru sorulduğunda Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem, <Ben
şükreden bir kul olmayayım mı?> diye (aynı) cevabı verdi. Hz. Hasan
radıyallahu anh diyor ki: "Rasûlullah sallallahu aleyhi veseilem ibadet
konusunda o kadar gayret ederdi ki, eski bir kırba gibi tamamen kurumuştu.
Ondan sonra yukarıda geçen (aynı) soru ve cevap geçti". Hz. Ebû Cuheyfe
radıyallahu anh buyuruyor ki: "Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseitem O
kadar uzun namaz kılıyordu ki, ayaklan yarılmıştı". Hz. Enes radıyallahu
anh diyor ki: "Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseilem namaz kılarken
ayakta o kadar uzun dururdu ki, bu yüzden ayakları şişerdi".Bunlardan
başka daha pek çok hadislerde sık sık bu çeşit ifadeler nakledilmiştir.
Onların çoğun da halkın, "Ya Rasûlallah! Kur'an-ı Kerim'de sizin affedildiğiniz
hakkında kesin ifadeler buyurulmuştur" ricası geçmekte Rasûlullah
saiiaiia-hu aleyhi veseilem tarafından da cevap olarak, "Ben şükreden bir
kul olamayayım mı?" ifadesi geçmektedir.[132]
Acaba biz de "Allahu Teâlâ bize falan özel nimetini verdi. Onun şükrünü eda
etmek için kısaca iki rekat namaz kılalım" diye hiç düşünüyor muyuz? Bir
çok hadislerde şöyle buyurulmuştur: "Rasûlullah sallallahu aleyhi
veseiiem'e bir yerden fetih haberi gelince veya herhangi bir sevindirici haber
duyarsa şükür için secdeye kapanırdı".Bütün bu durumlara rağmen Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi vesellem'm Allah korkusunun hali şöyleydi: Buhari Şerifte
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem\n şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
"Allah'a yemin olsun, Allah'a yemin olsun ki, Ben Allah'ın Rasûlü olduğum
halde kıyamette bana ve size nasıl muamele yapılacağını bilmiyorum"[133]
Bilmiyorum sözünün manası, "Ahvali geniş olarak bilmiyorum" demektir.
Bütün yetkiler elinde olan padişahın dilediği gibi muamele yapması O'nun
hakkıdır.Hz. Ümmü Derdâ radıyaiiahu anha, kocası Ebû Derdâ'ya, "Sen falan
şahsın mal arayıp takip ettiği gibi neden yapmıyorsun?-(Nitekim o mal
kazanıyor. Sen ise bunu hiç düşünmüyorsun.)" dedi. Hz. Ebû Derda
radıyaiiahu anh dedi ki: "Ben Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'm
şöyle buyurduğunu işittim; <Senin önünde bir büyük geçit (mahşer meydanı)
gelmektedir. Yükü ağır olanlar (üzerinde hesap ve kitap yükü olanlar
kolaylıkla) oradan geçemezler. Bundan dolayı gönlüm o geçitte hafif olmamı
istiyor>"[134]
Yani benim üstümde fazla hesap yükü olmasın ki ben oradan kolayca geçeyim.O
yüce zâtlar kıyamet günü başlarından ne geçeceğinden çok korkarlardı. Bundan
dolayı her an oranın fikri ve hazırlığı ile meşgul olurlardı. Bizim üzerimize
her an dünya fikri binmiştir. O geçidin hayali bile aklımızdan geçmemektedir.
Hasan bin Sinan rahmetuiiahi aleyh bir yere gidiyordu. Yolda bir yerde daha
önce orada olmayan bir eve gözü ilişti ve "Bu ev ne zaman yapıldı?"
dedi. Sonra kendi nefsine hitaben, "Sen niçin boş bir şey soruyorsun? O
evin ne zaman yapıldığından sana ne? Sana bir sene oruç tutma cezası
vereceğim" dedi. Fuzûli söz konuştuğundan dolayı bir sene oruç tuttu.
Malik bin Zayğam rahmetuiiahi aleyh diyor ki: Hz. Rebâh Kaysî ikindiden sonra
bizim evimize geldi ve "Baban nerede?" dedi. Ben, "Uyuyor"
dedim. O, "Bu vakit uyuma vakti midir?" deyip geri döndü. Ben onun
arkasından bir adamla şu haberi gönderdim: "Eğer siz isterseniz ben onu
uyandırayım". Adam onun peşinden gitti. O esnada o bir kabristana
girmişti. Orada kendi kendini kınıyor ve şöyle diyordu: "Demek <Bu
uyuma vakti midir?> diyorsun. Senin bunu söylemekten gayen neydi? İnsan ne
zaman isterse uyur. O vaktin uyuma vakti olup olmadığını sen ne biliyordun? Ben
Allah'a yemin ediyorum ki, seni bir sene uyumak için yere yatırmayacağım.
Hasta olursan ya da aklın giderse müstesna. O zaman mecburiyet vardır. Yazıklar
olsun sana. Sen ne zamana kadar insanları ayıplayacaksın. Sen bu
davranışlarından vazgeçmeyecek misin?" O bu şekilde konuşuyor ve
ağlıyordu. Ona haber götüren adam bu durumu görünce geri döndü. Ona bir şey
söylemeye cesaret edemedi.Hz. Tâlha radıyaiiahu anh buyuruyor ki: Bir gün bir
sahâbi elbisesini soyarak aşırı sıcaklıktaki kumda bir o tarafa bir bu tarafa
dönüyor ve şöyle diyordu: "Tat bakalım! Cehennem ateşi bundan daha şiddetli
olacak. Gece cansız (uyur) kalırsın, gündüz boş boş dolaşırsın". O bu
haldeyken Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseliem onu gördü ve yanına gitti. O,
"Ya Rasûlallah! Benim tabiatım üzerine öyle bir hal galip oldu ki, nasıl
anlatayım bilemiyorum" dedi. Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesellem,
"Senin böyle yapman gerekmezdi. Senin için bütün göklerin kapıları
açıldı. Allah ceiie ceiaiuhu meleklerine karşı seninle övünüyor" buyurdu.
Sonra Sahâbe-İ Kiram'a dönerek, "Kendiniz için ondan azık alın"
buyurdu. Hepsi ondan dua talebinde bulundular. Sonra Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi vesellem ona, "Hepsi için dua et" buyurdu. Hz. Huzeyfe bin
Katâde radıyaiiahu anh diyor ki: Bir adam bir Allah dostuna, "Senin nefsin
bir şeyi istediğinde ona nasıl tavır takınıyorsun?" dedi. O zat, "Ben
nefsime buğz ettiğim kadar dünyada kimseye buğz etmiyorum. Peki bu kadar nefret
ettiğim birinin isteklerini nasıl yerine getirebilirim?" Hz. Mücemmi
möıyaiiahu anh bir defa başını evin üst katına doğru çevirince gözü namahrem
bir kadına ilişti. Bunun üzerine o, "Yaşadığım müddetçe asla başımı yukarı
kaldırmayacağım" diye söz verdi.İmam Gazali rahmetuiiahi aleyh bu zatlara
ait bundan başka pek çok vakıaları nakletmiştir. O vakıalarda (özet olarak
şöyle geçmektedir:) Eğer onlardan zerre kadar basit bir şey sâdır olsa,
nefislerine çok ağır cezalar verirlerdi. Bütün bunlar niçindi? işte bütün
bunlar sadece Hz. Ebû Derdâ radıyaiiahu anh'in hanımına anlattığı o geçidin
(mahşerin) korkusundan dolayı idi. Biz hepimiz bu geçitten öyle eminiz ki,
sanki bu geçit sadece Sahâbe-i Kiram hazretlerinin yolunda vardır. Biz de uçağa
binip o geçidin üzerinden geçeceğiz. Biz kendi canımıza ne kadar zulmediyoruz
ki, unutarak bile o geçidin hayali gözümüzün önüne gelmiyor.Ondan sonra İmam
Gazali rahmetuiiahi aleyh şöyle yazmaktadır: "Hayret! Sen kendi kölene
(hizmetçine), kendi evladına kusur işledikleri zaman ceza veriyorsun ve
"Eğer ona tenbih edilmezse o zabt edilmez, azgınlaşır" diyorsun. Ancak
nefsine hiç aldırmıyorsun. O da azgınlaşıp gidiyor. Nefsinin azgınlığından sana
ulaşan zarar kadar başkalarının azgınlığından sana zarar ulaşmaz. Çünkü
başkalarından zarar ulaşsa da o senin dünyanla ilgilidir. Ama senin nefsinin azgınlığından
dolayı, senin ahiretine zarar ulaşır. Ahiret asla bitmeyecek, onun nimetleri
tükenmeyecektir. Onlarda meydana gelen zarar ne büyük zarardır. İşte bundan
dolayıdır ki, geçmişteki büyük zâtlardan birinin ahiret işlerinde bir eksikliği
olunca onun telafisi için son derece düşünür fikrederdi.Hz. Ömer radıyaiiahu
anh bir defasında ikindi namazının cemaatine yetişemedi. Onun telafisi için
değeri iki yüz bin dirhem olan bir bağı sadaka olarak verdi. Hz. İbni Ömer
radıyaiiahu anhuma herhangi bir gün bir namazı cemaatle kılamaz-sa, o günün
akşamı bütün geceyi uyanık geçirirdi. Bir gün akşam namazına geç kaldı. Onun
telafisi için iki köle azâd etti.İbadetlerinde gevşeklik ve tembellik meydana
gelen bir kimse için uygun olan şey, ibadetlere kendini vererek meşgul olan bir
Allah kulunun yanında bulunmasıdır. Eğer böyle biriyle kalmak müyesser olmazsa
o zaman böyle insanların ahvallerini ibretle ve dikkatlice okumalıdır. (Onlarla
ilgili pek çok kıssalar Ravz-ur Reyyâbin
adlı eserde yazılmıştır. Onun
kısaltılmışı Urduca tercümesi
olan
Nüzhe-tül Besatin adlı
eserdir). Bir Allah dostu diyor ki: "Bana ibadetler konusunda bir
tembellik çöktüğünde ben Muhammed bin Vâsi rahmetuiiahi aieyti'm ahvalini
gözden geçiriyorum. Bu işe bir hafta devam ediyorum". (Aynı şekilde diğer
Evliyaullah'ın hayat hikayeleri de vardır. Yalnız bunları muteber ve güvenilir
kişilerin yazmış olması şartıyla okumak gerekir). Çünkü onların ahvallerini
gözden geçirmek, (amellere karşı) arzu ve şevk meydana getirmek için çok
faydalıdır.Şu da üzerinde düşünülmesi gereken bir şeydir ki, onların bütün
meşakkatleri ve gayretleri nihayet sona erdi. Ancak şimdi onlara verilecek
nimetler ve onların rahatları ebedi o olarak baki kalmıştır. Onlar asla son
bulmayacaktır. Yazıklar olsun bizim gibilere ki, bu ahvalleri bilerek ve
görerek yine de dünya kazanmakta ve dünyanın lezzetleriyle meşgul olmaktayız.
O ebedi lezzetleri elde edenlerin hallerinden de öğüt almamaktayız. Hz. Ali
kerremaiiahu vechehu şöyle söylemiştir: (Bazıları bu sözün Rasûlullah
saliailahu aleyhi veseilem'e ait olduğunu söylemişlerdir): "Allahu Teâlâ
gerçekten hasta olmadıkları halde insanların kendilerini hasta sandıkları
kimselere rahmet etsin". Hz. Hasan Basri rahmetuiiahi aleyh buyuruyor ki:
"Çok ibadet etmeleri onları meşakkate sokmuştur. Bundan dolayı insanlar
onları hasta zannetmektedirler". Yine o şöyle buyuruyor: "Ben öyle
zâtlar gördüm ve onların sohbetlerine katıldım ki, onlar dünyanın herhangi bir
şeyinin gelmesine sevinmez, gitmesine de üzülmezlerdi. Onların nazarında
dünyanın mal ve eşyasının hakikati, ayakkabılara bulaşan toz ve topraktan daha
zelildi. Ben öyle insanlar gördüm ki, onların hiçbir elbisesi düzgünce katlanıp
konmamıştı. Yemeklik bir şey pişirilmesi için emir de vermemişlerdi. Hiçbir
zaman uyumak için yatağa ihtiyaçları olmamış, bu yüzden de yere uzanıp
uyumuşlardı. Öyle ki onlarla yer arasında hiçbir sergi olmazdı. Onlar Allah'ın
kitabıyla amel ederlerdi. O'nun Nebisi saliailahu aleyhi vese/tem'in sünnetine
ittiba ederlerdi. Gece olunca, bütün gece (namazda) ayakları üzerine dikilirler
veya yüzlerini (secde halinde) yere sererlerdi. Onların gözlerinden yanaklarına
doğru göz yaşlarından oluşan inciler dizilirdi. Gece boyu Rableriyle
konuşurlardı. (Sahih bir hadiste bildirildiğine göre namaz kılan kimse Rabbiyle
konuşur). Azabından koruması için Mevlâlarına yalvarırlardı. Bir iyilik yaptıklarında
ondan dolayı Allah'a çok şükrederlerdi. Ona sevinirler ve kabul olması için
dua ederlerdi. Bir kötülük meydana gelince ondan dolayı çok üzülürler. Allah'a
tevbe ederlerdi. O'ndan af dilerler ve istiğfar ederlerdi. İşte bu hal içinde
onlar ömürlerini geçirdiler".Ömer İbni Abdulaziz rahmetuiiahi aleyh
hastalanınca bir topluluk onu ziyarete gitti. Onlar arasında son derece zayıf,
rengi sararmış, incelmiş bir genç de bulunuyordu. Ömer 'bni Abdulaziz
rahmetuiiahi aleyh ona, "Sana böyle ne oluyor?" dedi. O,
"Özürler ve hastalıklar sardı" dedi. Ömer İbni Abdulaziz rahmetuiiahi
aleyh, "Hayır doğrusunu söyle" beyince, o genç, "Ben dünyanın
tadına baktım, o çok acı çıktı. Onun yaldızı, onun tadı, onun lezzeti ve onun
rahatı gözümde çok zeül oldu. Onun altını ve taşı benim gözümde eşittir. Allahu
Teâlâ'nın arşı sanki her an karsımda duruyor. Mahşer meydanında bir topluluğun
Cennet'e doğru gitmesi,diğer topluluğun da Cehennem'e atılması sanki benim
gözümün önünde cereyan etmektedir. Bundan dolayı ben kendimi bütün gün (oruç
tutarak) susuz bırakmaktayım. Bütün gece (Allah'ı yâd etmek için uyanık
durmaktayım). Bu iki durum da Allahu Teâlâ'nın sevabı ve azabı karşısında hiç
bir hakikat taşımamaktadır" dedi.Hz. Dâvûd Tâî rahmetuiiahi aleyh ekmek
parçalarını suya sokar ve o suyu içerdi. Ekmek yemezdi. Biri ona bunun sebebini
sorunca buyurdu ki: "Bunu içmek ve ekmeği çiğneyerek yemekte Kur'an-ı
Kerim'den 50 ayeti okuyacak kadar vakit zayi olmaktadır". Bir gün onun
evine bir adam geldi ve "Sizin evin çatısının tahtası kırıldı" dedi.
O, "Ben yirmi yıldan beri onun çatısını görmedim" dedi.Bu yüce zatlar
boş konuşmaktan sakındıkları gibi boşuna oraya buraya bakmaktan da
kaçınırlardı. Muhammed bin Abdulaziz rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "Ben
sabahtan ikindiye kadar Ahmed bin Rezin rahmetuiiahi aieyh'm yanında kaldım.
Onun oraya buraya baktığını görmedim". Biri kendisine bununla ilgili bir
soru sorunca şöyle buyurdu; "Allahu Teâlâ bu gözleri kendi azamet ve
büyüklüğünü gösteren şeylere ibret nazarıyla bakmak için vermiştir. Böyle
olmazsa o bakış hatadır". Hz. Mesrûk rahmetuiiahi a/eyh'in hanımı diyor
ki: "Gece boyunca namaz kılmasından dolayı Mesrûk'un baldırları şişerdi. O
kendini namaza verdiği zaman ben onun arkasında oturur, onun haline acıyarak
ağlar dururdum".Hz. Ebû Derdâ radiyaiiahu anh buyuruyor ki: "Eğer
dünyada lezzet alınacak üç şey olmasaydı, ben bu dünyada bir gün dahi yaşamaya
dayanamazdım; 1-Çok sıcak bir günde öğlen vakti (oruçlu iken) susamanın
lezzeti, 2-Gecenin sonuna doğru secde etmekle elde edilen tatlılığın lezzeti,
3-Olgun meyveleri bahçeden seçip toplar gibi, sözlerinin arasından olgun
meyveler toplanan bir Allah dostunun sohbetinde bulunmanın lezzeti".
Esved bin Yezid rahmetuiiahi aleyh ibadetler uğrunda o kadar çok meşakkatlere
katlanır, şiddetli sıcaklarda o kadar çok oruç tutardı ki, bu yüzden bedeni
kararmıştı. Alkame bin Kays ona, "Sen kendi bedenine neden bu kadar azab
ediyorsun?" deyince o, "Kıyamet günü ona izzet-i ikram edilsin
diye" buyurdu. Yani kıyamet günü bu bedene izzet nasib olması için bu
meşakkatlere katlanıyorum demek istemiştir.Bir Allah dostunun şöyle bir kıssası
yazılmıştır: O her gün bin rekat namaz kılardı. Ayaklan cansızlaşınca yani
ayakta durmaktan aciz kalınca bin rekat da oturarak kılardı. İkindiden sonra
huşu içinde oturup şöyle derdi: "Allah'ım bu yaratıklara çok hayret
ediyorum, onlar nasıl oluyor da başka şeyleri Senin yerine koyuyorlar. Ne kadar
şaşılacak bir şeydir ki, onların kalpleri Sen'den başka bir şeye nasıl ünsiyet
eder. Hatta daha şaşılacak şey şudur ki, Senin zikrinden başka bir şey onların
kalbinde nasıl parıldar?"Hz. Cüneyd-i Bağdadi rahmetuiiahi aleyh buyuruyor
ki: "Ben Hz. Sirrî Sakatî rahmetuiiahi atey/i'den daha fazla ibadet eden
birini görmedim. Kimse onu 98 sene boyunca vefat hastalığı dışında yatarken görmemiştir".
Hz. Ebû Muhammed Cerîri rahmetuitahi aleyh Mekke-i Mükerreme'de bir yıl itikaf
etti. İtikatta iken ne uyudu, ne konuştu ne de bir ağaç veya duvara yaslandı ya
da sırtını dayadı. Hz. Ebû Bekr Kettânî rahmetuiiahi aleyh ona, "Bu mücahedeyi
yapabilmek için siz nereden güç kazandınız?" dedi. O, "Allahu Teâlâ
benim içimdeki sağlamlığı görünce benim zahirime (dışıma) ona karşı güç
verdi" dedi. Hz. Ebû Bekr Kettânî rahme-tuiiahî aleyh bu cevabı duyunca
boynunu büküp düşünmeye ve fikretmeye başladı. Bir müddet düşündü. Sonra bu
fikir ve düşünce içerisinde kalkıp gitti.Bir şahıs diyor ki: Ben Hz. Feth bin
Said Mevsilinin yanından geçtim. O iki elini açmış ağlıyordu. Göz yaşları
parmaklarının arasından aşağı dökülüyordu. Göz yaşları sapsarı idi (yani onlara
kan karışmıştı). Ben ona yemin vererek, "Bu kanlı gözyaşları hangi dertten
dolayı akmaktadır? (Ne var? Başına bir afet mi geldi?)'1 dedim. O şöyle dedi:
"Eğer sen yemin vermeseydin, ben söylemezdim. Evet, ben Allah'ın üzerimde
olan hakkını ödemediğimden dolayı ağlıyorum". Ben, "Neden gözlerinden
kan geldi?" dedim. O, "Benim bu ağlamam <Acaba makbul olmayan ve
yalandan (nifaktan dolayı) bir ağlama olma-sın> diye koktuğumdan" dedi.
O şahıs diyor ki, o vefat edince ben onu rüyamda gördüm ve "Sana nasıl muamele
edildi?" diye sordum. O, "Ben bağışlandım" dedi. Ben,
"Senin gözyaşlarının neticesi ne oidu?" dedim. O şöyle dedi:
"Allahu Teâlâ beni Kendine yaklaştırarak, <Bu gözyaşların nedendi?>
buyurdu. Ben, <Senin, benim üzerimde vacip olan hakkını eda edemedim. Onun
üzüntüsündendi> dedim. Allahu Teâlâ, <Gözlerinden neden kan geldi?>
buyurdu. Ben, <Bu ağlamamın geçersiz ve yalancı olmasından korktuğum
içindi> dedim. Bunun üzerine Allahu Teâlâ buyurdu ki; <Netice olarak sen
bütün bunlarla ne istiyordun? Benim izzetime yemin olsun ki, Kiramen Kâtibin
melekleri 40 seneden beri senin amellerinin sayfalarını içinde hiçbir hata
yazılı olmadan getiriyorlardı".Abdulvahid bin Zeyd rahmetuiiahi aleyh
diyor ki: Ben bir kilisenin yanından geçiyordum. Orada (dünyadan ilişkisini
kesen) bir rahip kalıyordu. Ben ona "Rahip" diye seslendim. O
konuşmadı. Sonra bir daha çağırdım. Yine konuşmadı. Sonra üçüncü defa çağırınca
bana döndü ve "Ben rahip değilim. Rahip Allah'tan korkan, O'nun
kibriyasından dolayı O'na saygı gösteren, O'nun belalarına sabreden, O'nun
takdirde verdiği kararlara razı olan, O'nun nimetlerine şükreden, O'nun
büyüklüğü karşısında tevazu gösteren, O'nun izzeti karşısında kendini zelil
kılan, O'nun kâmil kudretine itaat eden, O'nun heybetinden dolayı acizliğe
bürünen, O'nun hesaba çekmesini ve O'nun azabını her an düşünen, gündüzleri
oruç tutan geceleri ise uyanık geçiren, Cehennem korkusu ve mahşer
meydanındaki sualler uykusunu kaçıran kimsedir. Kimde bu şeyler varsa, o
rahiptir. Ben ise herkesi ısıran bir köpeğim. Kimseyi ısırmayayım diye buraya
oturdum" dedi. Ben ona, "Neden insanlar Allahu Teâlâ'nın büyüklüğünü
bildikleri halde O'nunla bağları kopmuş vaziyette?" dedim. O,
"Sadece dünya sevgisi, onun ziynet ve süsü Allah'a olan bağlılığı
koparmıştır. Dünya günahların evidir. Akıllı ve zeki olan kimse, onu kalbinden
atan, Allah'a yönelen ve kendini Allah'a yaklaştıracak işleri seçendir"
dedi.Hz. Üveys Karnî rahmetuiiahi aleyh meşhur büyük bir zattır. Bazı günler
derdi ki, "Bu gece rükû yapacağım". Nitekim bütün geceyi rükûda
geçirirdi. Başka bir gün, "Bu gece secde gecesidir" dar ve bütün
geceyi secdede geçirirdi. Utbe Ğulam rahmetuiiahi aleyh tevbe ettikten sonra
yemeye ve içmeye hiç aldırmazdı. Bir defasında annesi ona, "Kendi nefsine
merhamet et. Biraz da istirahat et" deyince, o, "Bütün bunları
nefsime merhamet ettiğimden dolayı yapıyorum. Bu birkaç meşakkattir. Ondan
sonra ebedi istirahat edeceğim" dedi.Abdullah bin Dâvûd diyor ki:
"Bunlar (yani büyük zatlar)dan biri 40 yaşına ulaşınca yatağını katlardı.
Yani artık uyuma sırası sona ererdi". Hz. Kehmes bin Hasan her gece bin
rekat namaz kılıyor ve nefsine hitap ederek, "Ey kötülüğün kaynağı! (Namaz
için) ayağa kalk" derdi. Zayıflığı çok artınca her gün 500 rekata
indirmişti. Bunun üzerine, "Benim amelimin yarısı gitti" diye
ağlardı. Hz. Rebî diyor ki: Ben Üveys Karni rahmetuiiahi aleyh'\r\ yanına
geldim. O sabah namazını kılıp teşbih okumakla meşguldü. Ben o anda onunla
görüşmekte sakınca olacağını düşünerek onun boş vaktini beklemek için oturdum.
O aynı hal üzere oturup teşbih okumaya devam etti. Nihayet öğlen vakti oldu. O
öğlen namazı için kalktı ve ikindiye kadar namaz kıldı. Sonra da ikindi
namazını bitirip aynı yerinde akşama kadar oturdu. Sonra akşam namazını kıldı.
Yatsı namazını kıldı. Sonra sabaha kadar orada kaldı. Ertesi gün sabah
namazından sonra oturmuştu ki, biraz uyuk-lar gibi oldu. Birden kendine geldi
ve "Allah'ım! sık sık uyuyan gözden Sana sığınırım. Doymayan karından
Sana sığınırım" dedi. Bütün bu halleri görünce, "Bana ibret olarak bu
gördüklerim yeter" diyerek oradan döndüm.Ahmed bin Harb rahmetuiiahi aleyh
diyor ki: "O kimseye hayret ki, göklerde kendisi için Cennet'in
donatıldığını ve kendi altında da Cehennem tutuşturuldu-ğunu bildiği halde
ikisinin arasında uykusu nasıl gelmektedir?" Bir şahıs diyor ki: "Ben
Hz. İbrahim bin Edhem rahmetuiiahi a/ey/ı'in yanına gittim. O namazdan sonra
kendi şalına bürünüp bir tarafına uzandı ve sabaha kadar böyle yatıp kaldı. Ne
hareket etti ne de bir taraftan diğer tarafa döndü. Sabah kalkınca abdest almadan
namaz kıldı. Ben kendisine, <Allah senin haline merhamet etsin. Bütün gece
yatarak uyudun ve abdestsiz namaz kıldın> dedim. Buyurdu ki; <Ben gece boyunca
bazen Cennet bahçelerinde koşuyordum bazen de Cehennem geçitlerinde... Bu
durumda uyku nasıl gelebilir ki?>" Denilir ki, Ebû Bekr bin Ayyaş
rahmetuiiahi aleyh kırk sene yatağa yatmadı. O, oğluna şöyle nasihat etti:
"Şu köşede günah işleme. Ben orada Kur'an-ı Kerim'i 12 bin defa
hatmettim". Vefat edeceği sırada evin bir köşesine işaret ederek, "Bu
köşede ben 24 bin defa Kur'an'ı hatmettim" dedi. Hz. Semnûn rahmetuiiahi
aleyh her gün beş yüz rekat nafile namaz kılardı. Allâme Zebîdî rahmetuiiahi
aleyh ona ait şöyle bir kıssa yazmıştır: "Bağdat'ta bir adam fakirlere 40
bin dirhem sadaka dağıttı. Semnûn rahmetuiiahi aleyh, <Bizim yanımızda
dirhem yok. Hadi biz de her dirhem karşılığında bir rekat namaz kıla-lım>
buyurdu. Böyle dedikten sonra Medâin şehrine gitti ve orada 40 bin rekat namaz
kıldı". Ebû Bekr Matûî rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "Gençliğimde
benim âdetim her gün 31 bin yada 40 bin defa İhlas sûresini okumaktı". (Bu
hadisin râvisi sayı hakkında tereddüt etmiştir.) Bir şahıs diyor ki: "Ben
Âmir bin Abdilkays rahmetuiiahi aleyh ile birlikte dört ay kaldım. Onu gündüz
veya gece uyurken görmedim.Hz. Ali kerremaiiahu vechehu'nun bir talebesi şöyle
demiştir: Bir defasında Hz. Ali radıyattahu anh sabah namazını kıldıktan sonra
yüzünü sağ tarafa dönüp oturdu. Üzerinde çok büyük bir üzüntü alâmeti vardı.
Güneşin doğuşuna kadar oturmaya devam etti. Ondan sonra elini (üzülerek)
çevirip şöyle buyurdu; "Allah'a yemin olsun ki, ben Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi veseflem'in yüce Ashabını gördüm. Bugün hiçbir şeyin onlannkine
benzediğini görmüyorum. O yüce zatlar saçları darmadağınık, yüzleri tozlanmış
ve sararmış olarak sabahlarlardı. Onlar bütün gece Allahu Teâlâ'nın huzurunda
secdeye kapanırlar veya O'nun huzurunda ayakta Kur'an okurlardı. Ayakta
dururken bazen bir ayağına bazen de diğer ayağına destek verirlerdi. Allahu
Teâlâ'yı zikrettiklerinde (O'nun lezzetinden dolayı) (hava estiğinde ağaçların
sallandığı gibi) sallanırlardı. (Allah aşkı ve O'nun korkusundan dolayı)
onların gözlerinden o kadar göz yaşı akardı ki, elbiseleri ıslanırdı. Şimdi ise
insanlar geceyi gaflet içinde geçirmektedirler".Hz. Ebû Müslim Havlânî
rahmetuiiahi aleyh evinin mescidine (namaz kılacağı yere) bir kırbaç asmıştı.
Kendi nefsine hitab ederek şöyle derdi: "Ayağa kalk! Ben seni (ibadetle)
iyice yoracağım. Sonunda sen yorulacaksın ve ben yorulmayacağım". Üzerine
biraz tembellik çöktüğü zaman o kırbacı ayaklarına vurur ve "Bu bacaklar
sıçramaya, benim atlanma nispetle daha layıktır" derdi. Bir de şöyle
derdi: "Sahâbe-i Kiram (Cennet'in bütün derecelerini) kendilerinin alıp
götüreceklerini zannetmektedirler. Hayır biz (o dereceler hususunda) onlarla
en güzel şekilde yarışacağız. Tâ ki onlar da kendi arkalarında erler
bıraktıklarını bilsinler.Hz. Kasım bin Muhammed bin Ebî Bekr radıyatiahu anh
buyuruyor ki: Ben bir gün sabah halam Hz. Aişe radıyaiiahu an/ıa'nın yanına
selam vermek için geldim. O kuşluk namazı kılıyor ve namazda şu ayeti kerimeyi
okuyordu;"Şimdi Allah bize ihsan buyurdu ve bizleri Cehennem azabından
korudu"(Tur-27). Hz. Aişe radıyaiiahu anha bu ayeti kerimeyi tekrar tekrar
okuyor ve ağlıyordu. Kasım diyor ki: Ben uzun süre bekledim. Sonra, "Bu
arada pazara gidip, geleyim. İhtiyaçları görüp, dönüşte selam verip
giderim" diye düşündüm. Pazara gittim. Orada işlerimi bitirdikten sonra
döndüm. Döndüğümde o aynı şekilde (ayakta) aynı ayeti okuyor ve ağlıyordu.Muhammed
bin İshak diyor ki: "Abdurrahman bin Esved, Hac için geldiğinde bir
ayağından rahatsızdı. Yatsıdan sonra bir ayağı üzerine basarak kalktı. Sabah
namazına kadar bir ayağı üzerinde nafile namaz kılmaya devam etti. Hatta bu
abdest ile sabah namazını kıldı". Bir Allah dostu diyor ki: "Ben
ölümden sadece şundan dolayı korkuyorum; Artık teheccüd namazı elimden çıkacak
(ve o na- tat ve lezzet son bulacaktır)".Hz. Ali kerremaiiahu vechehu
buyurdu ki: "Salihlerin alâmeti, geceleri uyanık kalmaktan dolayı yüzlerinin
sararması, geceleri ağlamaktan dolayı gözlerinin sönük olması, çok oruç
tutmaktan dolayı dudaklarının kuruması ve yüzlerinde Allah korkusunun
bulunmasıdır". Biri Hz. Hasan Basri rahmetuiiahi aleyh'e, "Çok ibadet
edenlerin yüzleri niçin böyle güzel oluyor?" dedi. O, "Onlar tenhada
Rahman ile meşgul olunca, O rahmet sahibi kendi nurunun gölgesini onlar üzerine
yayıyor" buyurdu. Hz. Kasım bin Râşid rahmetuiiahi aleyh diyor ki:
"Zem'a bizim yakınımızda (Mekke-i Mükerreme'ye yakın bir yer olan)
Muhassab'ta kalmaktaydı. Hanımı ve kızları da beraberindeydi. O geceleyin çok
uzun namaz kılardı. Gecenin son bölümü girince yüksek sesle şöyle seslenirdi;
<Ey M
"Hiç hesab
etmedikleri şeyler, Allah tarafından (kıyamet günü) karşılarına
çıkarılacaktır"
(Zümer-47)
Bu bir ayetin
parçasıdır. Ayetin tamamı şöyledir:
"Eğer
yeryüzündeki bütün varlıklar ve buna ilaveten bir o kadarı, (dünyada) zulmetmiş
olanların (yani küfür şirk vs.ye düşmüş olanların1) olsaydı. Kıyamet gününün
kötü azabından kurtulmak için (hiç tereddüt etmeden) fidye olarak verirlerdi.
(Ancak o gün fidye kabul edilmez. Bu konu Bakara sûresinin bir çok yerinde ve
Mâide sûresinde geçmiştir) Hiç hesap etmedikleri şeyler (çok şiddetli
muameleler) Allah tarafından (kıyamet günü) karşılarına çıkacaktır" (Zümer-47)
Bu konuyla ilgili
olarak burada pek çok ayet zikredilebilir. Özet olarak o büyük zat bu ayeti
kerimeyi okudu ve öncekinden daha şiddetli bir çığlık attı ve bayılıp düştü.
Uzun bir süre sonra ayıldı. Ayıldığında şöyle diyordu: "Allah'ım! (Kıyamet
günü) Senin huzurunda durduğumda ancak Kendi iütfunla benim kötülüklerimi
affet. Settar perdenle beni ört. Yalnızca Kendi kereminle benim günahlarımı
bağışla". Ben ona, "Rahmetinden ümidli olduğun (yüce Zât1 in)
hürmetine senden rica ediyorum ki, benimle konuş!" dedim. O,
"Konuşmasından İstifade edebileceğin bir kimseyle konuşmalısın. Günahları
kendisini helak etmiş olan biriyle (yani benimle) konuşmayı terk et" dedi
ve sonra şöyle buyurdu: "Ben burada Allah bilir kaç seneden beri şeytanla
savaşıyorum. Ben onunla savaşmakla meşgulüm. O da benimle savaşmakla meşgul
(yani o, beni her an Allahu Teâlâ'ya teveccühten uzaklaştırmak için çalışmaya
koyulmuştur). O şimdiye kadar beni meşgul olduğum şeyden (Allah'a teveccühten)
uzaklaştırmak için senden başka biki Allah'a sirk koşmak büyük bir
zulümdür" buyuruImuştur yol bulamamıştır. O halde sen benden uzaklaş. Sen
(şeytanın) tuzağına düşmüşsün. Sen benim dilimin münacatını durdurdun. Benim
kalbimi (Allah ceiie ce/a'u/ıu'dan alıkoyarak) kendi sözüne döndürdün. Ben
senin şerrinden Allahu Teâlâ'ya sığınırım. Ve o yüce Zâtın beni gazabından
koruyacağını ümid ederim". Onunla konuşmak isteyen şahıs diyor ki: Ben
onu Allah'a yönelmekten alıkoyduğum için korktum. Bundan dolayı bana herhangi
bir azab inmesin diye onu orada bırakıp, geldim.Hz, Kürz bin Vebre
rahm&tullahi aleyh her gün Kur'an-ı üç defa hatmederdi. Buna ilave olarak
her zaman ibadetlerle meşgul olurdu. Biri kendisine, "Siz nefsinizi büyük
bir meşakkate soktunuz" deyince buyurdu ki; "Dünyanın yaşı kaç?"
Adam, "Yedi bin sene" dedi. O, "Kıyamet gününün müddeti ne
kadardır?" dedi. Adam, "Elli bin sene" dedi. O, "Sizden
birinin günün yedide birini çalışıp bütün gününü rahat içinde geçirmeye neden
gücü yetmesin ki? (Yani eğer bir kimse üç buçuk saat çalışıp bütün günü rahat
içinde geçirecekse bunu kim yapmaz ki?) Öyleyse bir kimse kıyamet gününün
rahatı için dünyanın bütün ömrü olan yedi bin seneyi çalışıp çabalamakla
geçirse, yine de çok ucuz bir alışveriş yapmış olur. Kaldı ki insanın ömrü
dünyanın bütün ömründen çok az bir bölümdür, Ahiret hayatı ise kıyamet gününden
sonra sonsuzdur".Bu birkaç kıssa örnek olarak zikredilmiştir. İmam Gazali
mhmetuiiahi aleyh buyurdu ki: İşte bunlar önceki zamanlardaki büyüklerin
adetleri ve güzel vasıflarıdır. Eğer senin azgın nefsin bizzat ibadetleri
yapamıyorsa sen onlar uğrunda ölümü göze alanların ahvalini gözden geçir. Bir
de şunu iyice düşün ki, din hekimleri olan ve ahiret konusunda basiret sahibi
olup akıllı olan, o büyüklerin ve Allah dostlarının topluluğuna katılmak mı
daha üstündür yoksa dinden gafil olan, kendi zamanımızdaki cahil ahmaklara
uymak mı? Sakın akıllılara tabî olmayı bırakıp da ahmaklara tabî olma. Eğer
sen, "Bunlar güçlü onlara uymak zordur" diye vehmedersen, o zaman
birkaç kadının halini dinle ve sen bir erkek olarak kadınlar kadar bile
olamayıp bundan aciz kalma. Sen düşün ki din konusunda kadınlara denk olamayan
bir erkek ne kadar cimridir, Şimdi dikkatlice dinle:Hz. Habîbe Adeviyye
radıyaliahu anha yatsı namazını kılınca elbisesini üstüne güzelce örter, evinin
damına çıkıp dikilir ve dua etmekle meşgul olurdu ve şöyle derdi; <Allah'ım!
Yıldızlar parladı, insanlar uyudu, padişahlar kapılarını kapattı. Herkes kendi
sevdiğiyle baş başa kaldı. Ben ise Senin huzurunda ayaktayım>. Böyle
dedikten sonra namaza başlardı ve bütün gece namaz kılardı. Seher vakti girince
şöyle derdi; "Allah'ım! Gece gitti, gün ışıdı. Ne olaydı benim bu gecemi
kabul ettiğini bilseydim de kendimi tebrik etseydim. Veya reddettiğini
bilseydim de kendime başsağlığı dileseydim. Senin izzetine yemin olsun ki, ben
devamlı böyle yapacağım. Senin izzetine yemin olsun ki, eğer Sen beni kapından
kovsan da yine de Senin kerem ve bağışının halini bildiğimden dolayı Senin
kapından asla ayrılamam".Hz. Ucre rahmetuiiahi aloyha âmâ bir hanımdı.
Bütün gece uyanık kalırdı. Seher vakti olunca çok dertli bir sesle şöyle
derdi; "Allah'ım! Abidlerin cemali Sana doğru yürüyüp, gecenin karanlığını
aşmışlardır. Onlar Senin rahmetine ve Senin mağfiretine doğru birbirlerindenileri
geçmek için çalışmıştılar. Allah'ım! Ben ancak Sen'den isterim. Sen'den başka
kimseden isteğim yoktur. Sen beni Sâbikîn zümresine dahil eyle, A'lâ-i
illiyyîn'e ulaştır ve Mukarreb insanların derecesine dahil et. Salih kullarının
arasına koy. Sen merhametlilerin en merhametlisisin. Yücelerin en Yücesisin.
Kerem sahiplerinin en Keremlisisin. Ey Kerim! (Bana kereminle muamele
et)". Böyle diyerek secdeye kapanırdı. Onun ağlama sesi duyulurdu. Sabaha
kadar ağlar ve dua ederdi.Yahya bin Bestam rahmetuliahi aleyh diyor ki: Biz Hz.
Şe'vâne rahmetullahi aley-ha'nın meclisinde bulunur, onun ağlama ve feryadını
işitirdik. Ben bir arkadaşıma, "Bir vakit yalnızken onun yanına gidip bu
ağlamasını azaltmasını ona anlatalım" dedim. Arkadaşım, "Tamam senin
görüşün nasılsa, öyle olsun" dedi. Biz yalnızken onun yanına gittik ve
"Eğer siz bu ağlamanızı biraz azaltsanız ve kendi canınıza merhamet
etseniz daha hayırlı olur. Zira vücudunuzda biraz güç kalır. Uzun süre onu
kullanabilirsiniz" dedik. Bunu duyunca ağlamaya başladı ve "Benim
temennim şudur ki, benim göz yaşlarım kuruyana kadar ağlayayım. Sonra kan
ağlamaya başlayayım. Hatta benim bedenimin bütün kanı gözlerimden dışarı
çıksın. Bir damla kan dahi kalmasın" dedi. Ardından, "Ben ağlamayı
nereden biliyorum ki, ben ağlamayı nereden biliyorum ki?" dedi. Sık sık,
"Ben ağlamayı nereden biliyorum ki?" sözünü söyleyip duruyordu.
Nihayet kendinden geçip bayılıverdi.Muhammed bin Muâz rahmetullahi aleyh diyor
ki: Bana çok ibadet eden bir kadın şöyle anlattı; "Ben rüyamda Cennet'e
girmek için yürüdüğümü gördüm. Bir de baktım ki, insanlar Cennet'in kapısında
toplanmışlar. Ben, <Ne oldu, Bunların hepsi kapının önünde neden
toplandılar?> dedim. Biri bana, <Bir kadın geliyor. Onun gelişinden
dolayı Cennet süslenip donatıldı. Bütün bunlar da onu karşılamak için dışarı
çıktılar> dedi. Ben, <O kadın kimdir?> dedim. O, <Eyke'de oturan
Şe'vane adında siyah bir cariyedir> dedi. Ben, <Allah'a yemin olsun ki o
benim bacımdır> dedim. O esnada baktım ki Şe'vane çok şahane, güzel görümlü
asil bir deveye oturmuş, havada uçarak geliyor. Ben ona seslenerek, <Bacım!
Sen, benimle senin bağlılığını biliyorsun. Rabbine dua et de beni de senin
yanına kat-sın> dedim. O bunu işitince gülümseyerek şöyle dedi; <Henüz
senin buraya gelme vaktin gelmedi. Ancak benim iki sözümü aklında tut:
1-(Ahiret) derdini bağrına bas ve Allahu Teâlâ'nın sevgisini bütün arzularına
galip kıl, 2-Ölümün ne zaman geleceğine aldırma (yani her zaman ona hazır >"Bir
Allah dostu diyor ki: Ben bir gün pazara gidiyordum. Yanımda Habeşli bir cariye
vardı. Ben onu bir yere oturtup ileri gittim. Giderken ona, "Sen burada
otur, şimdi geliyorum" dedim. Ben oraya dönünce onu yerinde bulamadım. Çok
öfkelendim. Bu öfke içinde eve döndüm. O, beni görünce yüzümdeki öfkeyi hissetti
ve şöyle dedi: "Efendim azarlamakta acele etmeyin. Biraz sözümü dinleyiniz.
Siz beni öyle bir yere oturtunuz ki, orada Allah adını ağzına alan kimse yoktu.
Ben o yerin yere batmasından korktum". (Allah'ın zikredilmediği yere azabın
gelmesi kıyasa yakındır). Onun bu sözüne ben çok hayret ettim ve "Seni
azad ettim" dedim. O, "Efendim siz bana iyi davranmadınız" dedi.
Ben, "Niçin?" dedim. O, "Ben önceden cariye olduğum için bana
iki kat sevap veriliyordu. (Hadiste geçtiği üzere, <Bir köle Allah'a itaat
eder ve kendi efendisine hizmet ederse, ona iki kat sevap verilir) Şimdi sen
beni azad etmekle benim bir ecrimi zayi ettin" dedi.Hz. Havas rahmetullahi
aleyh meşhur bir Allah dostudur. Diyor ki: Biz Hz. Rihle Âbide'nin yanına
gittik. O oruç tuta tuta kararmıştı. Namaz kıla kıla (ayaklan) kurumuştu.
Bundan dolayı gezip dolaşmaktan mazur olmuştu. Oturarak namaz kılıyordu.
Ağlaya ağlaya gözleri görmez olmuştu. Biz onun yanına gidip Allahu Teâlâ'nın
rahmetini ve affını anlattık -ki belki bundan dolayı onun müca-hedesinde bir
azalma olabilir-. O benim sözümü dinleyince aniden bir çığlık attı. Sonra,
"Ben kendi halimi biliyorum. O benim kalbimi yaraladı. Ciğerimi parçaladı.
Keşke ben dünyaya hiç gelmeseydim" dedi ve namaza durdu.Örnek olarak
birkaç vakıa zikrettik. İmam Gazali rahmetullahi aleyh kadınların buna benzer
daha bir çok kıssasını nakletmiştir. Bu nakillerden sonra şöyle demektedir:
Eğer sen nefsinin gözcüsü isen, o mihnetkeş erkeklerin ve kadınların ahvaline
fikir ve dikkat nazarıyla bak. Tâ ki senin tabiatına ferahlık dolsun ve sende mihnet
hırsı meydana gelsin. Ama kendi zamanındaki adamların ahvaline bakmaktan sakın.
Çünkü onların çoğu öyledir ki, eğer sen onlara uyarsan, onlar seni Allah
yolundan sapıtırlar. O mihnet çeken insanların kıssalarının sayısı belli
değildir. Biz örnek olarak bir kaçını yazdık. Onlar ibret için yeterlidir. Eğer
sen daha fazlasına bakmak istersen Hilye'tül Evliya adlı eseri mütâlâa et. Onda
Sa-hâbe-i Kiram, tabiin ve ondan sonra gelenlerin ahvali genişçe yazılmıştır.
(/Zıya'yı şerh eden zat da birkaç vakıayı zikretmiştir). Onların ahvaline
bakmakla sen ve senin zamanındaki insanların dinden ne kadar uzak olduğunu
anlayacaksın. Eğer sen, kendi zamanındaki insanlara bakarak, "Önceki
devirlerde hayır çok olduğundan öyle yapmak kolaydı. Şimdi eğer o halleri yaşarsam
halk bana deli der. Çünkü o zamandaki bütün insanların başına gelen benim de
başıma gelecektir. Umumi olarak bir musibet gelince herkes onun içine girmek
zorunda kalır" diye düşünürsen, bu senin nefsinin aldatmasıdır. Söyle
bakalım, eğer bir yerden sel gelirse ve herkes onun içinde sürüklenip giderse,
ancak bir şahıs yüzme bildiğinden ya da başka bir vasıta ile kurtulabilecekse,
buna rağmen, "Herkes bu musibete yakalanmış" zannıyla susar (hiçbir
şey yapmazsa) ne olur? Halbuki sel felaketi çok az bir zaman içindir. Sel
yüzünden gelecek en büyük felaket ölümdür. Ondan daha fazla bir şey olmaz.
Ahiret azabı ise çok çetindir. Asla bitmeyecektir. Bu konuyu iyice anlamalı ve
devamlı düşünmelidir.[135]Biri
Hz. İbrahim bin Edhem rahmetullahi a/ey/ı'e, "Siz herhangi bir vakit
otur-sanız, biz de sizin yanınıza gelsek ve biraz nasihat dinlesek" dedi.
O şöyle buyurdu: "Şu an önümde dört işim var. Onlarla meşgulüm. Onları
bitirince olabilir. 1-Ezelde söz alındığında Allahu Teâlâ bir topluluk hakkında
<Bunlar Cennet'liktio, başka bir topluluk hakkında da <Bunlar
Cehennem'liktir> buyurdu. Ben her zaman, <Acaba ben hangisindeyim?>
diye düşünüyorum. 2-Anne kamında çocuk oluşmaya başlayınca, o vakit, o nutfe
üzerinde bir melek görevlendirilir. Melek Allahu Teâlâ'ya, <Bunu Saîd mi
yazayım, Bedbaht mı?> diye sorar. Ben her zaman düşünürüm; <Acaba ben
saîd mi yazıldım, bedbaht mı?> 3-Melek insanın ruhunu kabzettiği zaman,
<Bu ruhu müslümanların ruhlarının arasına mı koyayım yoksa kafirlerin
ruhlarının arasına mı?> diye sorar. Kim bilir benim hakkımda o meleğe ne
cevap verilecektir. 4-Kıyamet günü şöyle emredilecektir;<Ey mücrimler! Bugün
itaatkarlardan ayrılın> (Yasin- 59). Acaba ben hangi topluluktan sayılacağım
diye düşünüyorum"[136]
Yani, "Bu dört endişeden kurtulmak nasip olursa, o zaman dostlarla
endişesiz bir şekilde konuşma fırsatı bulabilirim. Henüz ben her an bu
endişeler içinde bulunmaktayım. Huzur içinde nasıl oturabilirim?" demek
istemiştir.
15) Ebû
Hureyre radıyaliahu anh'dan Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki:
"Zenginlik malın çokluğundan değildir. Bilakis (hakikî) zenginlik kalp
zenginliğidir"
(Müttefekun aleyh, Mişkât)
İZAH: Hadisi
şerifin maksadı tamamen açıktır. Yani, insanın kalbi zengin değilse ne kadar
çok malı olursa olsun, o fakirlerden daha az mal harcar. Ne kadar malı olursa
olsun devamlı onu arttırmayı düşünmekten dolayı muhtaç kimselerden daha fazla
perişan olur. Ama eğer kalbi zenginse, azıcık bir mal bile onun endişesini giderir,
Mevcut olanı da her an arttırma endişesinden kurtulmuş olur.
İmam Râğıb
rahmetuliahiateyh diyor ki: Gına kelimesi bir çok manaya gelmektedir: a) Hiçbir ihtiyacın olmamasıdır. Buna
göre Allahu Teâlâ şöyle buyurmuştur:
"Ey insanlar!
Sizler Allah'a muhtaçsınız. Allah ise hiçbir şeye muhtaç değildir. Her türlü
övgüye layıktır" (Fatır-15)
b)
İhtiyaçların azalmasıdır. Bu manaya göre Allahu Teâlâ Duha sûresinde Rasûlullah
sallallahu aleyhi vesellem \e ilgi şöyle buyurmuştur."(Rabbin) seni fakir
bulup, zenginleştirmedi mi" (Duha-8). Rasûlullah sallallahu aleyhi
vesellem \r\ yukarıdaki hadisi bu manaya göredir. "Asıl zenginlik kalp
zenginliğidir".
c) Malın
çoğalması ve eşyanın bolluğudur. Bu Kur'an-ı Kerim'in şu ayetinde
zikredilmiştir:"(Sadakaların asıl hak sahipleri, kendilerini Allah yoluna
vakfedenlerdir) Durumlarını bilmeyen kimse, haya ve iffetlerinden
(dilenmemelerinden) dolayı onları zengin sanâr".
(Bakara-273)
Hz. Ebû Zer Gıfâri
radıyallahu anh buyuruyor ki: Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem bana,
"Ebû Zer! Sana göre malın çok olması zenginlik midir?" buyurdu. Ben,
"Elbette" dedim. Sonra, "Malın az olması fakirlik midir?"
buyurdu. Ben, "Elbette" dedim. Bunun üzerine Rasûlullah saliaiiahu
aleyhi vesellem buyurdu ki: "Zenginlik ancak kalp zenginliğidir. Fakirlikte
ancak kalp fakirliğidir"[137]Gerçek
şudur ki, asıl zenginlik kalp zenginliğidir. Tabii hangi güzel kısmetliye Allah
ceiie ceiaiuhu bunu nasip ederse, işte bu hakiki zühddür. Bir kalbin içinde mal
sevgisi hiç yoksa işte o zengindir ve ancak o zahiddir. İsterse görünürde
yanında malı olmasın... İçinde dünya sevgisi bulunan kalp ne kadar malı olursa
olsun fakirdir ve dünyacıdırFakih Ebûlleys rahmetuliahi aleyh bir hekimin şu
sözünü nakletmiştir: "Biz dört şeyi aradık ve onları aramak için yanlış
yol seçtik; 1-Biz zenginliği malda aradık, halbuki o malda değil aksine
kanaatteydi. (Biz onu malda aradık durduk, zenginlik orada olmadığına göre
nasıl bulunacaktır). 2-Biz rahatı (can ve maldaki) çoklukta aradık. Halbuki
rahat onların azlığındaydı. 3-Biz izzet ve saygınlığı yaratıklarda aradık
(yani onların yanında saygın olmak için onların hoşlanacağı sebepleri seçtik).
Ancak onu takvada bulduk. (Bu çok doğrudur. Bir kimsede takva ne kadar fazla
olursa, onun izzet ve saygınlığı o kadar fazla olur). 4-Biz Allah'ın nimetini
yemekte ve giyinmekte aradık (bunda Allah'ın büyük nimetleri olduğunu
zannettik). Halbuki Allahu Teâlâ'nın en büyük nimeti, İslam nimeti ve Allah'ın
günahları örtmesidir. (Kim bu iki nimeti elde ederse bunlar o kimseye Allah'ın
verdiği büyük nimetlerdir)"[138]Rasûlullah
sallallahu aleyhi vese//em'in şöyle buyurduğu nakledilmiştir: "Kimin
maksadı dünya olursa Allahu Teâlâ onun kalbine üç şeyi musallat kılar; 1-Hiç
bitmeyen üzüntü, 2-Fırsat nasib olmayan meşguliyet, 3-Asla sona ermeyen
fakirlik". Yine Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki:
"Siz Allahu Teâlâ'nın, kendisine dünyaya karşı rağbetsizlik ve az konuşma
ihsan ettiği bir kimseyi görürseniz, onun yanında kalın. Zira ona hikmet
verilmiştir"[139]
16) Ebû
Hureyre radıyallahu anfc'dan Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki:
"Sizden biri kendisinden mal ve yaratılış bakımından üstün kılınan birine
bakınca, birde kendinden aşağı olan kimseye baksın". (Müttefekun aleyh, Mişkât)
İZAH: Yani
insan herhangi bir zengini görür ve ona bakıp heveslenir ve "Sen şöyle
zenginsin, ben ise değilim" diye üzülürse o zaman yokluktan dolayı
fakirlik İçinde kıvranan herhangi bir kimseyi düşünmelidir. Tâ ki önceki üzüntüsüyle
birlikte Allahu Teâlâ'nın kendisini öyle yapmadığına şükredebilsin. Bir başka
hadiste şöyle buyurulmuştur: "Kendinizden fazla zengin olanlara bakmayın.
Kendinizden aşağı derece olanları düşünün. Böyle yapmakla sizin kalbinizde,
Allah'ın size ihsan ettiği o nimete karşı bir hor görme duygusu olmaz"[140]
Hz. Ebû Zer Gıfari
mdıyaiiahu anh buyuruyor ki: Benim mahbûbum (Peygamber saiiaiiahu aleyhi
vesellem) bana yedi şeyi emretmiştir; 1-Bana, "Yoksulları sev ve onlara
yakın ol" diye emretti. 2-Kendimden yüksek insanlara (malı çok olanlara)
gözümü dikmememi, kendimden aşağı derece olanlara bakmamı (onlar hakkında
düşünmemi) emretti. 3-Sıla-i rahim yapmamı (akrabamı gözetmemi). Onlar benden
yüz çevirseler de (yani yakın akrabam benim yanımda olmayıp u-zakta olsalar da
veya bana iltifat etmeseler de hatta benden yüz çevirseler de) benim onlarla
ilişki kurmamı emretti. (Terğib ve Terhib adlı kitapta "Onlar bana zülüm
yapsa da" ifadesi geçmektedir. Bu ifadeyle ikinci mana teyid
edilmektedir). 4-Kimseden bir şey istemememi emretti. 5-Kime acı gelirse gelsin
hak sözü söylememi emretti, 6-Allah'ın rızasına karşılık hiçbir kınayanın
kınamasına aldırmamamı emretti. (Yani Allah'ın razı olduğu şeyi seçeyim. Böyle
yaptığımdan dolayı ahmak insanlar kınarlarsa varsın kınasınlar). 7-Bol bolLâ havle veiâ kuvvete illâ billah dememi emretti. Çünkü bu kelimeler arşın
altındaki özel hazineden inmiştir". Pek çok rivayetlerde bu kelimeyi bol
bol söylemeye teşvik edilmiştir.Bir başka hadiste Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
vesellem şöyle buyurmuştur. "İki haslet vardır ki, bunlar kimde bulunursa
Allahu Teâlâ onu sâbirîn ve şâkirîn topluluğundan sayar. Kim din hususunda
kendisinden üstün insanların ahvaline bakar ve onlara tabi olmaya çalışırsa,
dünya hususunda kendinden aşağı derecedeki insanlara bakar ve kendisini
(sadece lütfuyla) onlardan daha iyi bir hale koyduğu için Allah'a şükrederse,
Cenab-ı Hak onu sabredenler ve şükredenlerden sayar. Kim de din hususunda
kendinden aşağı insanlara bakarsa (yani <Falanca benim yaptığım kadar bile
yapmıyor> derse), dünya hususunda da kendisinden yüksek insanlara bakar ve
<Falancanın yanındaki kadar benim yanımda yoktur> diye üzülürse, o ne
sabreden ne de şükredenlerden sayılır"[141] Avn
bin Abdullah rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "Ben çoğu zaman zenginlerin
yanında otururdum. Tabiatım üzüntülü olurdu. Bazılarının elbisesinin benim
elbisemden üstün olduğunu görürdüm (de kendi elbisemin değersiz olmasından
dolayı kendimde aşağılık hissederdim. Bu yüzden üzülürdüm). Bazılarının atını
kendi atımdan güzel görürdüm. Sonra ben fakirlerle oturmaya başladım ve bu
üzüntüden kurtulup rahata kavuştum (çünkü kendimdeki eşyaların onlardan üstün
olduğunu gördüm)"[142]Alimler
yazmışladır ki: "Fakir kadınla evlenilmeli, zengin kadınla
evlenilme-melidir. Çünkü kim zengin kadınla evlenirse beş afete mübtela olur;
1-Fazla mehir vermek gerekir, 2-Düğün ertelenip geciktirilir (çünkü onun cehiz
hazırlığı hiç bitmez), 3-Ondan hizmet beklemek zor olur, 4-Fazla masraf talep
eder, 5-Onu boşamak isteyince malına olan hırs onu boşatmaz". Denilir ki
kadın dört şeyde kocasından aşağı olmalıdır. Yoksa kocası onun gözünde zelil
olur; 1-Yaşı, 2-Boyu, 3-Malı, 4-Nesebi. Dört şeyde de kadın kocasından üstün
olmalıdır. 1-Güzellik, 2-Edep, 3-Takva, 4-Güzel huy"[143]Kişi
maldan daha önemli olan yaratılış ve sıhhat itibariyle kendinden aşağı olan
insanlara bakmalıdır.Bir adam bir Allah dostunun yanına gelerek yoksulluğundan
dert yandı ve çok şiddetli bir şekilde perişan olduğunu beyan etti. Hatta bu
dert içinde ölme temennisini açıkladı. O büyük zat ona, "Sana on bin
dirhem verilip de ebedi olarak gözlerinin alınmasına razı olur musun?"
dedi. O buna razı olmadı. O zat, "Peki on bin dirhem verilip de dilinin
alınmasına razı olur musun?" dedi. O buna da razı olmadı. O zat tekrar,
"Sana yirmi bin dirhem verilip de ellerinin ve ayaklarının kesilmesine
razı olur musun?" dedi. O yine razı olmadı. Bunun üzerine o zat,
"Peki öyleyse sana on bin dirhem verilip de deli yapılmana razı olur
musun?" dedi. Adam yine razı olmadı. Sonra o zat buyurdu ki; "Sen
utanmıyor musun? Senin itirafına göre Allahu Teâlâ sana 50 bin dirhem
maliyetinde malzeme vermiştir (m
17) Ukbe bin
Amir radıyallahu an/)1 dan RasÜlUİlah sallallahu aleyhi veseilem buyurdu ki:
"Sen, günahlarına rağmen bir kula Allahu Teâlâ'nın dünyadan sevdiği şeyi
(genişlik ve bolluğu) verdiğini görürsen şüphesiz ki o İstid-rac'dır (ona
verilen mühlettir)". Sonra Rasûlullah sallallahu aleyhi veseiiem şu ayeti
okudu: "Kendilerine yapılan nasihatleri unuttuklarında onlara her şeyin
(her türlü rahatlığın) kapısını açtık. Nihayet kendilerine verilen o nimetlerle
sevinip zevke dalınca onları (azabımızla) ansızın yakalayıverdik. Hemen
ümitsizliğe kapılıp şaşkına döndüler". (Ahmed.
İZAH: Bu
ayeti kerime En'am sûresinin 44. ayetidir. Bu ayetten önce Allahu Teâlâ'nın
evvelki ümmetlere yaptığı muamele kısaca beyan edilmiştir. Özet olarak meali
şudur:"Şüphesiz senden önceki ümmetlere de peygamberler gönderdik (ancak
onlar peygamberlere iman etmediler). Bunun üzerine Biz, yalvarmaları için onları
darlık ve hastalıklarla (ve diğer musibetlerle) yakaladık (çünkü afetler
gelince Allah ce//e ceiaiuhu hatırlanır. Ancak onlar buna rağmen kendi hareketlerinden
vazgeçmediler). / Onlara azabımız geldiği vakit yalvarmalı değillermiydi? (Tâ
ki onlar yalvarıp, yakarmaları, acizlik göstermeleri ve tevbe etmelerinden
dolayı kusurları affolunsun). Fakat onların kalpleri katılaştı ve şeytan
yaptıklarını kendilerine süslü gösterdi. / Ne zamanki onlar (peygamberler
tarafından) kendilerine yapılan nasihatleri unuttular. Biz de onlara her şeyin
(rahat ve konforun, zevkü sefanın) kapılarını açtık. Nihayet kendilerine
verilen o nimetlerle sevindikleri (ve kibirlendikleri) sırada onları azabımızla
ansızın yakalayıverdik (onların üzerine tahmin ve hayal etmedikleri ani bir
azabı bir anda musallat ettik). Sonra onlar (Ne oluyor? Bu musibet neden
geliyor? diye) şaşkına döndüler. / Böylece
(Bizim bu ani azabımız sonucu)
zulmeden kavmin kökü kesildi. Alemlerin Rabbi olan Allah'a hamd olsun (ki böyle zalimlerin kökü kesilmiş oldu)", (En'am-42,43,44,45)
Rasûlullah saiiailahu
aleyhi veseiiem bu ayeti kerimeyi okuyarak Allahu Teâlâ'-nın âdeti şerife'sine
işaret ederek şuna dikkat çekmiştir ki, Allah'a isyan ve günahlara rağmen
zevkü sefa ve rahat imkanlarının olması Allahu Teâlâ tarafından verilen bir
mühlettir. Buna Istidrac denir. Kur'an-ı Kerim'in bu ayetinde zikredilmiştir.
Bundan başka birçok ayetlerde de buna dikkat çekilmiştir. Bu çok tehlikeli bir
şeydir. Çünkü bu durumda çoğu zaman insan üzerine öyle bir azab musallat olur
ki, o hayretler içinde kalır. O afetten kurtulmak için hiçbir yol bulamaz. Öyleyse
böyle bir durumdan çok fazla korkmak gerekir.Hz. Ubâde radıyaltahu anh
Rasûlullah saiiailahu aleyhi veseilem \n şöyle buyurduğunu nakletmiştir:
"Allah ceiie ceialuhu bir kavmi yükseltmek istediğinde onlarda itidal ve
iffet meydana getirir. Bir kavmi de yok etmek istediğinde onlar arasında
hıyanet kapısını açar. Sonra onlar bu hareketlerinde iyice şımardıkları sırada
bir anda onların üzerine azab musallat olur" buyurdu ve yukarıdaki ayeti
okudu. Hz. Hasan radıyaiiahu anh buyurdu ki: "Birine bolluk verilirde o
bunun kendi helakinin bir başlangıcı olduğunu anlamazsa o akıllı biri değildir.
Kime de bir darlık verilir de o bunun Allahu Teâlâ'ya dönmek için bir mühlet
olduğunu anlamazsa o da akıllı değildir"[146] Bir
hadiste geçtiğine göre bizzat Rasûlullah saiiailahu aleyhi veseilem şöyle dua
etmiştir: "Allah'ım! Kim bana iman eder ve benim getirdiğim hükümleri
tasdik ederse ona az mal ver, az evlad ver. Sana kavuşma arzusunu ise çoğalt.
Kim bana iman etmezse ve o hükümleri tasdik etmezse ona hem çok mal ver hem de
çok evlat ver. Onun ömrünü de ziyade kıl"[147]Her
halükârda günahların bolluğu ile birlikte nimetlerin varolması çok tehlikelidir.
Böyle zamanlarda çok fazla tevbe, istiğfar ve Allahu Teâlâ'ya yönelme gereği
vardır. Bundan dolayı Rasûlullah saiiailahu aleyhi veseilem \n biraz önce (bundan
önceki hadisin sonunda) şöyle bir irşadı geçmişti: "Herhangi bir facirin
yanında bir nimet görünce ona imrenme. Onun öldükten sonra hangi musibetlere
düşeceğinden senin haberin yoktur".
18) Şeddâd
bin Evs radıyaiiahu anh'dan Rasûlullah saiiailahu aleyhi veseilem buyurdu ki:
"Akıllı kimse nefsini (Allah'ın razı olacağı işlere) itaatkar kılan ve
ölümden sonra işe yarayacak olan ameller işleyendir. Aciz (ahmak) ise nefsini
arzularına tabi kılar ve Allah'a ümidler bağlar". (Tirmizi,
IbniMâce, Mişkât)
İZAH: Yani
durum şudur ki, kişi nefsinin arzularına karşılık haram ve helale aldırmazken
Allahu Teâlâ'ya, "O Rahim'dir, Kerim'dir" diye büyük ümidler bağlamaktadır.
O ümitlere dayanarak günaha aldırmamaktadır. Bir başka hadiste şöyle
buyurulmuştur: "Akıllı kimse, ölümden sonrası için çalışandır. Çıplak
kimse dinden yoksun olandır. Allah'ım! Hayat sadece ahiret hayatıdır"[148]
Yani daimi hayat ancak orasıdır. Kim oraya eli boş giderse, o ömrünü zayi
etmiş olur. Burada şunu anlamak gerekir ki, Allahu Teâlâ'nın rahmet ve
mağfiretinden ümitvâr olmak, onu temenni etmek ve bunu da Allahu Teâlâ'dan
istemek ayrı şey, O'nun rahmet ve mağfiret umuduna güvenerek, "Ben
dilediğimi yaparım. Ben mutlaka affolunacağım" diye kendini aldatmak ve
hayal etmek ayrı şeydir.İmam Râzi rahmetuiiahi aleyh buyuruyor ki: Şu iki ayet
gururun kötülenmesi ve kınanması için yeterlidir. Altahu Teâlâ buyuru yor ki:
"(Ey insanlar!)
Dünya hayatı sakın sizi aldatmasın (dünyaya dalarak ahireti unutursunuz).
Allah'ın affına güvendirerek sakın o mağrur şeytan sizi aldatmasın"
(Lokman-33)
"(Mü'minler,
münafıklara) <Evet siz kendinizi fitneye kaptırdınız. Mü'minle-rin bir
belaya uğramasını beklediniz. Din hususunda şüpheye düştünüz. Boş temenniler
sizi aldatto"
(Hadid-14)
Birinci ayetin
tefsirinde Hz. Said bin Cübeyr rahmetuiiahi aleyh buyuruyor k: "Allahu
Teâlâ'ya güvendirerek aldatmanın manası, <Sen günah işlemeye ve mağfiret
temennisinde bulunmaya devam et> demektir". İkinci ayeti kerime Hadid
sûresinin 14. ayetidir. Ondan önceki ayetlerde kıyamet gününün bir manzarası
zikredilmiştir. Şöyle ki, o gün Müslümanların önünde koşan bir nur
bulunacaktır.0 nur, onların
(müslümanların) önünden gidecektir (bu nur sırat köprüsünden geçmek içindir).
Ondan sonra Allahu Teâlâ şöyle buyurmuştur:
"O gün münafık
erkek ve münafık kadınlar, mü'minlere, <Bize bakın (bekleyin) de nurunuzdan
istifade ede!im> derler. Onlara, <Arkanıza dönünde nur ara-yın>
denilir. Hemen onların arasına kapısı olan bir duvar çekilir. Onun içinde
rahmet dışında azab vardır. / Münafıklar, mü'minlere, <Dünyada biz sizinle
beraber değil miydik?> diye bağırırlar. Mü'minler de, <Evet, Fakat siz
kendinizi fitneye kaptırdınız. Mü'minlerin bir belaya uğramasını beklediniz.
İslam hususunda şüpheye düştünüz. Boş temenniler sizi aldattı. Nihayet
Allah'ın emri geldi (öldünüz). Sizi aldatıcı (şeytan) Allah'a güvendirerek
aldattı> (derler)". (Hadid-13.14)
Ebû Süfyan radıyaiiahu
an/ı'dan ayette geçen kelimesinin tefsin hakkında şöyle nakledilmiştir:
"Yani siz günahlarınızla kendinizi sapıklığa attınız ve sizi temenniler
aldattı. Çünkü siz, <Biz bağışlanacağız> diyordunuz".[149]Mezâhir
adlı eserin sahibi yazıyor ki: Şeyh İbni Abbâd Şâzelî rahmetuiiahi aleyh ayette
geçen Allah'ın emri geldi ifadesinin izahında diyor ki: "Allah'ı hakkıyla
tanıyan alimler (boş temenniler hakkında) dediler ki; <Yalancı bir umut ki,
o umut üzerine sahibi mağrur olur. Amelden elini çeker. O umut, onu günahlara
karşı cesur kılar. O gerçek olarak umut değil aksine bir arzu ve şeytan
hilesidir>", Hz. Maruf-u Kerhi rahmetuiiahi aleyh buyurdu ki:
"Amelsiz Cennet talep etmek günahlardan bir günahtır. Sebepsiz ve alâkasız
şefaat ümid etmek hilenin bir kısmıdır. Kendisine itaat etmediği zattan rahmet
ümid etmek ahmaklık ve cehalettir". Hasan Basri rahmetuiiahi aleyh diyor
ki: "Bir kavmi, bağışlanma ümitleri (iyilik yapmaktan) alıkoydu. Nihayet
iyilikleri olmadığı .halde dünyadan çıkıp gittiler. Onlardan biri der ki;
<Ben Rabbi-me iyi zan besliyorum. Çünkü o bağışlayandır^ Yalan söylüyor.
Eğer onun Rab-bine karşı hüsnü zanni' olsaydı, iyi amel yapardı". Yine
Hasan Basri rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "Ey Allah'ın kullan! Batıl
arzulardan uzak durun. Çünkü o ahmakların vadisidir. İnsanlar oraya düşmüşlerdir.
Allah'a yemin olsun ki, Allahu Teâlâ hiç bir kuluna arzularının neticesinde ne
dünyada bir hayır vermiştir ne de ahirette[150]İmam
Gazali rahmetuiiahi aleyh buyuruyor ki: Her saadetin anahtarı, uyanık olmak ve
akıllı iş yapmaktır. Her bedbahtlığın kaynağı, gurur ve gaflettir. Allahu
Teâlâ'nın hiçbir ihsanı iman ve marifetten üstün değildir. Onları elde etmenin
yolu Allahu Teâlâ'nın basiret nuru ile gönlü açmasından başka bir şey değildir.
Allahu Teâlâ'nın hiçbir azabı küfür ve masiyetten daha ileri değildir. Bunu
körükleyen de ancak cehalet karanlığından dolayı kalp gözünün kör olmasıdır. O
halde akıllı ve basiret sahibi insanların kalbi, herhangi bir duvar oyuğuna
konulmuş, son derece parlak bir kandil gibidir. Kur'an-ı Kerim'de buna şu
ayetle örnek verilmiştir:
"Onun nuru içinde
kandil bulunan bir hücre gibidir" (Nur-35)
Kendini aldatıp gurura
kapılan kimselerin kalbi pek çok karanlıklar içinde kalıp hiçbir şeyi göremeyen
adam gibidir. Allah ceiie ceiaiuhu şöyle buyuruyor:
"Veya inkar
edenlerin amelleri derin bir denizdeki karanlıklara benzer. Bir deniz ki, onu
üst üste dalgalar örtmüş, dalgaların üstünden de bulutlar birbiri üstüne
yığılmış karanlıklar... İnsan elini çıkaracak olsa neredeyse onu bile
göremeyecek" (Nur-40)
Gururun asıl felaket
kaynağı olduğu bilindiğine göre bunu biraz tafsilatlı olarak bilmek gerekir. Tâ
ki ondan ihtimamla sakmabilesin. Kur'an-ı Kerim ve hadislerde gurur sık sık
kınanmıştır. Rasûlullah sallaiiahu aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Akıllı
insan nefsine hakim olan ve ölümden sonrası için amel işleyendir. Ahmak insan
ise nefsinin arzularına tâbi olan ve Allah'a ümitler bağlayandır".
Hadislerde cehaletle ilgili ne kadar kötüleme ve tehditler geçiyorsa onların
hepsi gurura da uygun düşmektedir. Çünkü gurur cehaletten doğmaktadır. Hatta o,
cehaletin bir parçasıdır. Gerçi her cehalet gurur değildir. Ancak şüphesiz her
gurur cehalettir. Onlardan en büyük gurur ve cehalet, kafirlerin ve
fasıklannkidir. Onlar diyor ki: "Dünya peşindir, şu an mevcuttur. Ahiret
ise veresiyedir ve sonra gelecektir".Veresiyeyi tercih edip peşini terk
etmek akıllı insanların işi değildir
Böyle düşünmek son
derece ahmaklık ve cehalettir. Bu kaide peşin ve veresiyenin eşit olduğu yerde
geçerlidir. Ancak bir şeyi peşin olarak bir altına satabiliyor ve veresiye
olarak 100 altına satıyorsa orada hiçbir ahmak, "Nakit olanı veresiye
üzerine tercih etmek gerekir" demez. Halbuki dünyanın peşin lezzetlerinin
ahiret karşısında hiçbir münasebeti yoktur. Bir kimsenin dünya hayatı olsa olsa
yüz sene veya yüz elli sene olur. Bu süre ahiretin bitmez tükenmez süresiyle
nasıl kıyaslanabilir? Aynı şekilde bir doktor, bir hastasına, bir meyveyi yasaklar
ve tehlikeli olduğunu söylerse, hasta hiçbir zaman, "Bu meyveyi yemenin
lezzeti peşin, sıhhat ise veresiyedir. Öyleyse veresiyeden dolayı peşin olanı
bırakmamak gerekir" diyemez.Buna benzer bir şekilde bazı akılsızlar şöyle
demektedirler: "Dünyanın zararı ve sıkıntıları kesindir. Ahiretinkisi ise
şüphelidir. Şüpheden dolayı kesin olan terk edilmemelidir". Bu söz cahilce
bir sözdür. İnsan ticarette kesin olan bir meşakkate katlanmaktadır. Bunu
sadece kendisinde şüphe olan bir kâr kazanma ümidiyle yapmaktadır. Zira
ticarette kâr olup olmayacağı şüphelidir. Hasta bir kimse çok acı ilaç içmekte,
kan aldırmakta, tahlil yaptırmakta ve ameliyat olmaktadır.Bunların acısı
kesindir. Bütün bunlar gerçekleşmesi kesin olmayan bir sıhhat ümidiyle
yapılmaktadır.Aynı şekilde şu da bir aldatmadır ki; "Biz ahireti görmedik,
denemedik. Hakikatinin ne olduğunu bilmiyoruz". Bu düşünce de son derece
cehalettir. Çünkü bilmeyen insan için (eğer şahsi ilmi yoksa) tecrübeli ve
bilen insanların sözü geçerli olur. Hiçbir hasta, hiçbir zaman, "Falan
ilaçta bu tesirin olup olmadığını ben bilmiyorum" diyemez. O devamlı ilacı
bilen tabip ve doktorların sözüne itimad eder. Hiçbir zaman doktora, "Bu
ilacın falanca tesirini bana delileriyle anlat" diye talepte bulunmaz. Eğer
biri böyle söylerse, o ahmak olarak kabul edilir. Aynı şekilde ahiret hakkında
kendilerine bütün dünyanın dâima güvendiği Enbiya'nın evliyanın, hükemânın ve
ulemanın sözleri muteber ve geçerli olur. Birkaç cahilin, "Biz
bilmiyoruz" veya "Biz yakînen inanmıyoruz" demelerinin hiçbir
etkisi yoktur. Ahiret hakkında kafirlere bu gibi vehimler gelir. Müslüman ise
kendi l
"Şüphesiz ki iman
edenler, hicret edip Allah yolunda cihad edenler... İşte onlar Allah'ın
rahmetini umarlar" (Bakara-218)Kur'an-ı Kerim'de yer yer
Cennet ve onun nimetlerinin, amellerin karşılığı olduğu bildirilmiştir. Bu
durumda düşünülmesi gereken şey şudur ki, eğer bir işçi kap-kacak imalâtı için
tutulsa ve onun için haddi hesabı olmayan büyük bir ücret kararlaştırılsa,
işveren çok lütuf sahibi olsa, ücret vermekte çok cömert olsa ve
kararlaştırılan ücrete ilaveten çok fazla ikramiye verse, bozuk imal ettiği
kaplara karşılıkta ücret verse, mallardaki basit eksiklere karşı müsamaha
gösterse (bütün bunlara rağmen) işçi kap imal etmek yerine onu imal eden alet
ve makinaları da kırsa ve "İşveren büyük kerem sahibi çok fazla ücret
veriyor" dese ve bundan dolayı bütün bunları kırıp dökerek çok fazla ücret
alma beklentisiyle otursa, acaba bu adama akıllı diyebilen bir ahmak çıkar mı?
İşte bu ahmaklık, ümid ve temenni arasında ki farkı anlamamaktan ileri
gelmektedir.Biri Hz. Hasan Basri mhmetuiiahi aieyh'e, "Bazı insanlar iyi
amel işlemiyorlar. Bir de, <Biz Allah'a karşı iyi ümid besliyoruz>
diyorlar" dedi. O buyurdu ki: "(Ümid sizden) çok uzaktır, çok uzak.
Bu onların arzulandır. Onlar arzularının önünde e-ğilip gidiyorlar. Bir kimse
bir şeyi ümid ettiği zaman onu arar. Kim bir şeyden (Mesela ilahi azabtan)
korkarsa, ondan kaçar (ondan sakınmak için çalışır)". Müslim bin Yesar
rahmetuiiahi aleyh bir gün o kadar uzun secde etti ki (dişlerine kan indi ve)
iki dişi düştü. Bir şahıs, "(Ben amel yapmıyorum ama) Allahu Teâlâ'nın
mağfiretini mutlaka ümid ediyorum" dedi. Müslim dedi ki: "(Ümid
etmek senden) çok uzak, çok uzak. Bir kimse bir şeyi ümid edince onu arar. Bir
kimse de bir şeyden korkunca ondan kaçar".Öyleyse bir kimse oğlu olmasını
ümid ediyor da evlenmiyorsa veya evleniyor da hanımıyla bir araya gelmiyorsa
ve çocuğu olmasını ümit etmeye devam ediyorsa, ona akılsız denilir. Aynı
şekilde kim Allah'ın rahmetini ümid ediyor ama iman etmiyorsa veya iman ediyor
ama iyi amel işlemiyorsa ve günahları bırakmıyorsa, o akılsızdır. Elbette bir
şahıs evlenir ve hanımıyla bir araya gelir sonrada, "Acaba çocuk olacak
mı, olmayacak mı" diye tereddüt içinde kalır ve çocuk olmasını Allah'ın
fazlından ümid ederse veya ana rahmine bir zarar gelmesin, çocuk zayi olmasın
diye korkar ve çocuk dünyaya gelinceye kadar onu muhafaza ederse, işte o akıllı
bir kimsedir. Buna benzer şekilde bir kimse iman eder, iyi amel işlerse, kötü
amellerden sakınırsa, Ailahu Teâlâ kabul edecek diye ümid besleyip, kabul
olmayacağından da korkarsa ve bu hal üzere ona ölüm gelirse, o akıllıdır. Ondan
başka hepsi akılsızdır. İşte bu insanlar için Kur'an-ı Kerim'de şöyle
buyurulmuştur:
"{Ey Rasûlüm!
Kıyamet günü) mücrimleri bir görsen! Rablerinİn huzurunda başlarını eğerek,
<Ey Rabbimiz! Gördük ve işittik. Bizi tekrar dünyaya gönder de salih ameller
işleyelim. Artık kesin olarak iman ettik> (derler)" (Secde-12)
Yani şimdi biz buna
tam olarak inandık. Evlenmeden ve hanımla bir araya gelmeden çocuk olmadığı
gibi, toprağı ıslah etmeden ve tohum atmadan ziraat Teâlâ şöyle buyuruyor:
"(Ey Rasûlüm!
Kullarıma Benim adıma) de ki: <Ey kendi aleyhlerine haddi aşan (küfür şirk
ve günah zulmü işleyen) kullarım. Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin.
Şüphesiz ki Allah bütün günahları bağışlar. Muhakkak ki O çok affeden ve çok
merhamet edendir>. / Size azab gelmeden önce Rabbinize yönelin ve O'na
teslim olun. Sonra yardım olunmazsınız. / Size farkına varmadan ansızın azab
gelmeden önce Rabbiniz tarafından size indirilen en güzel kelama (hükümlere)
uyun, / Size, Allah'a dönmeniz emre-dilmesinin sebebi şudur: Yarın (kıyamet
günü) herhangi bir kişi, <Allah'a karşı işlediğim kusurlardan dolayı
yazıklar olsun bana! Gerçekten ben (Allah'ın hükümleriyle) alay edenlerden
idim> diyecektir, / Veya, <Eğer Allah beni hidayete erdirseydi elbette
ben muttakîlerden olurdum> der. / Yahut azabı gördüğü zaman, <Keşke
tekrar dünyaya dönmenin imkanı olsaydı da iyilik yapanlardan olsaydım>
der". (Zümer-53-58)
Bu ayetlerde Cenab-ı
Hak ceiie ceiaiuhu bütün günahların bağışlanacağını vaad etmekle birlikte
kendine yönelmeyi de emretmiştir. Başka bir ayette şöyle buyurmuştur:
Kim tevbe eder,iman
eder ve salih amel işlerse ve sonra hidayette devam . ederse, şüphesiz ki Ben onun için çok
bağışlayıcıyım (Ta
ha-82
Bu ayeti kerimede
Allah celle celaluhu bağışlanmaya bahsi geçen şeyler üzeriner tertiplemiştir. O
halde kim tevbe ile birlikte bağışlanmayı ümid ediyorsa, gerçek ümid sahibi
o'dur. Günahında ısrar ederek bağışlanmayı ümid eden kimse ise ahmaktır.
Kendini aldatmaktadır. Önceki insanlar ibadetler hususunda can verirler,
günahlardan son derece titizlikle sakınırlardı. Takvada ileri giderler, şüpheli
şeylerden bile uzak durulardı. Gece gündüz ibadetle meşgul olup her zaman Allah
korkusundan ağlarlardı. Bu zamanda herkes memnun, her an Allah'ın azabından
mutmain. Hiçbir zaman azab korkusu yok. Gece gündüz şehvetlere ve dünya
lezzetlerine dalmış, her an dünya kazanmayı düşünmekte ve Allah'a zerre kadar
yönelmemektedir. Bir de, "Biz Allah'ın keremine ve lütfuna güveniyoruz.
O'nun bağışlamasını ümid ediyoruz" diye hayal ederler. Sanki pek çok meşakkatlere
katlanan Enbiya-i Kiram aleyhimüssalatu vesselam, Sahabe-i Kiram ve Evliya-i
Muhlisin'den hiçbiri Allah'ın rahmetini ümid etmiyordu.
19) Hz. İbni
Ömer radıyaitehu anhuma buyurdu ki: Biz on kişi Peygamber saiiaiiahu aleyhi
veseiiem'm yanına geldik. Onların onuncusu bendim. Ensardan bir adam, "Ey
Allah'ın Nebisi! İnsanların en akıllısı ve en ihtiyatlısı kimdir?" dedi.
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Ölümü en fazla
hatırlayanlar ve ölüm için en fazla hazırlık yapanlardır. İşte onlar
akıllıların ta kendileridir. Dünyanın şerefi ve ahiretin izzetini alıp
götürdüler". (İbni MâceTaberani)
İZAH: Ölümü
sık sık yâd etmek ve hatırda tutmak hakkında çok çeşitli ifadelerle Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi vese//em'den pek çok hadisler varid olmuştur. Onlardan
bazıları bu kitapta (biraz önce zikredilen) ümidleri kısa tutmakla ilgili
hadisin açıklamasında geçmişti. Onlar arasında Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem"\n, "Lezzetleri kıran şeyi (yani ölümü) bol bol
hatırlayın" emri muhtelif rivayetlerde geçmiştir. Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi veseiiem'\n bu ihtimamımdan dolayı bu konuyu ayrıca zikrediyorum. Çünkü
ölümü çokça hatırlamak hem ümidleri kısa tutmaya vesiledir hem de ölüme
hazırlanmaya sebeptir. Dünyaya rağbet etmemeye de sebeptir. Bu da asıl
maksattır. Malı biriktirip de işe yaramaz bir halde bırakıp gitmekten insanı
alı-koyar. Ahiret azığı toplamaya yardımcıdır. Günahlardan tevbe etmeye teşvik
edicidir. Başkasına zulüm ve haksızlık yapmaktan, başkalarının haklarını zayi
etmekten alıkoyandır. Kısaca bu amelin içinde (ölümü hatırlamakta) pek çok
faydalar bulundurmaktadır. Bundan dolayı tasavvuf büyüklerinin de âdetidir ki,
hali münasip olan müridlerinin çoğuna özellikle murakabe yapmalarını telkin
etmektedirler.Bir hadiste şöyle geçmektedir. Bir genç ayağa kalktı ve "Ya
Rasûlallah! Müminlerin en akıllısı kimdir?" dedi. Rasûluilah saiiaiiahu
aleyhi veseiiem, "Ölümü çok zikreden ve ölüm gelmeden önce ona en güzel
şekilde hazırlık yapandır buyurdu. Bir defasında Rasûluilah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem Kur'an-ı Kerim'den şu ayeti okudu:"Allah
kimi hidayete erdirmek isterse, onun gönlünü İslam'a açar" (En'am-125)
Bundan sonra Rasûluilah saiiaiiahu aleyhi veseiiem buyurdu ki: "İslam nuru
gönüle dahil olunca gönül onun için açılır". Biri, "Ya Rasûlallah!
Onun (İslam'ın nurunun kalbe girmesinin) bir alâmeti var mıdır?" diye
sorunca Rasûluilah saiiaiiahu aleyhi ve-seiiem, "Aldanma yurdu (olan
dünya)dan uzaklık meydan gelmesi. Ebedi kalıcı olan (ahiret)e yönelmek ve ölüm
gelmeden önce onun için hazırlık yapmak" buyurdu.[151] Bir
başka hadiste Rasûluilah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur:
"Ben annemin kabrini ziyaret etmek için izin istemiştim. Bana onu ziyaret
etmem için izin verildi. Sizler kabristana gidiniz. Çünkü kabir ziyareti
ahireti hatırlatır". Diğer bir hadiste şöyle buyuruluyor: "Onunla
ibret elde edilir". Yine bir hadiste, "Kabristana gitmekle dünyaya
karşı rağbet yok olur, ahiret hatırlanır" diye geçmektedir.Hz. Ebû Zer
radıyaiiahu anh buyurdu ki: Rasûluilah saiiaiiahu aleyhi veseiiem bana,
"Kabristana git onunla ahireti hatırlarsın. Ölüleri yıka, çünkü bu,
(iyiliklerden) boş olan bedenin ilacıdır ve bununla çok büyük nasihat elde
edilir. Cenaze namazına katıl. Belki ondan dolayı sende bir üzüntü ve gam
meydana gelir. Çünkü (kendisinde ahiret derdi olan) dertli insan Allahu
Teâlâ'nın gölgesinde kalır ve her hayrı talep edip, arar" buyurdu.[152] Bir
hadiste geçtiğine göre Rasûluilah saiiatia-hu aleyhi veseiiem buyurdu ki:
"Hastaları ziyaret ediniz, cenazelerin arkasından gidiniz. Bu ahireti
hatırlatır".Bir hekim bir cenaze ile birlikte yürüyordu. Yolda insanlar o
ölüye üzülüp dertleniyorlardı. O zat, "Siz kendinize üzülüp kederlenin bu
(sizin için) daha faydalıdır. Bu ölü gitmiştir ve üç afetten kurtulmuştur;
1-Gelecekte artık onda ölüm meleğini görme korkusu kalmamıştır, 2-Artık ona
ölümün şiddetini çekme sırası gelmeyecektir, 3-Son nefesini kötü bir şekilde
verme korkusu sona ermiştir. (Siz kendinizi düşünün ki, sizin için bu üç
merhale hâlâ mevcuttur)". Hz. Ebû Derdâ radıyatiahu anh bir cenazenin
yanında gidiyordu. Yolda yürüyen biri, "Bu kimin cenazesi?" dedi. O
buyurdu ki: "Bu senin cenazendir. Eğer bu söz sana ağır geliyorsa benim
cenazemdir". (Burada maksat şudur: Bu vakit kendi ölümünü hatırlama
vaktidir. Bu esnada boş sözlere yönelmek hiç münasip değildir). Hz. Hasan Basrî
rahmetuilahi aleyh şöyle buyurmuştur: "Kendilerine (ahiret) seferi için
azık hazırlamaları emredildiği ve yakında harekâtın başlayacağı ilan edildiği
halde (dünya) oyunu ile meşgul olanlara hayret, çok hayreti". Hasan Basrî
rahmetuilahi aleyh hakkındaki şu olay meşhurdur: O bir cenazeyi görünce sanki o
an kendi annesini defnedip gelmiş gibi üzüntülü ve kederli bir hale girerdi.[153]Hz.
Aişe radıyaiiahu anha buyuruyor ki: Bir yahudi kadın Hz. Aişe radıyaiiahu
an/ja'nın yanına geldi ve (onun bir iyiliğine karşılık olarak) şöyle dedi:
"Allahu Teâlâ sizi kabir azabından korusun". Hz. Aişe radıyaiiahu
anha, Rasûluilah saiiaiiahu aleyhi veseiiem e, "Kabirlerde azab Olur mu?"
dedi. Rasûluilah saiiaiiahu aleyhi veseiiem, "Elbette kabirlerde de azab
oluyor" buyurdu. Ondan sonra Rasûluilah saiiaiiahu aleyhi veseiiem
(insanlara öğretmek için) her namazdan sonra devamlı kabir azabından Allah'a
sığınırdı. Bir hadiste buyuruluyor ki: "Ölülere kabirlerinde öyle şiddetli
azab edilir ki, onların sesini hayvanlar bile işitir". Diğer bir hadiste
Rasûluilah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur: "Ben sizin
(korkudan dolayı) ölülerinizi defnetmeyi terk edeceğinizden endişe ediyorum.
Yoksa ben Kabir azabını size duyurması için Allah'a dua ederdim". Hz.
Osman radıyaiiahu anh herhangi bir kabrin başında durunca o kadar ağlardı ki,
mübarek sakalı ıslanırdı. Biri kendisine, "Siz Cennet ve Cehennem
zikredilince kabirden bahsedildiği zamanki kadar ağlamıyorsunuz" deyince,
"Ben Rasûluilah saiiaüahu aleyhi veseiiem'den işittim ki; <Kabir ahiret
menzillerinden ilk menzildir. Kim oradan kolaylıkla kurtulursa ondan sonraki
menziller onun için kolay olur. Kim orada (azaba) tutulursa onun için ondan
sonraki menziller daha ağır olacaktır>. Yine ben Rasûluilah saiiaiiahu
aleyhi vesei-/em'den işittim ki; <Ben kabrin manzarasından daha şiddetli
manzarası olan hiçbir şey görmedim>". Bir başka hadiste Rasûluilah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem'm şöyle buyurduğu nakledilmiştir: "Kabirde her
gün sabah ve akşam iki vakit ölüye kıyametten sonra gideceği evi gösterilir.
Eğer o Cennet ehlindense ona Cennet'teki mekanı gösterilir (bu yüzden o sevinç
ve sürür içinde kalır). Eğer o Cehennem ehlinden ise Cehennem'deki mekanı
gösterilir (bu yüzden onun üzüntü, dert, endişe ve korkusu artar)". Hz,
Aişe radıyaiiahu anha buyurdu ki: "Bir defasında bir yahudi kadın benim
kapıma geldi ve <Bana yemek için bir şeyler ver. Allah Deccal'in fitnesinden
ve kabir azabından seni korusun> diye dilenmeye başladı". Hz. Aişe
radıyaiiahu anha diyor ki: Ben o kadını beklettim. O esnada Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi vesetiem geldi. Ben Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiems,
"Bu yahudi kadın şu iki sözü söyledi" dedim. Buyurdu ki: "Deccal
fitnesi öyle bir şeydir ki, önceki peygamberlerden kendi ümmetini Deccal'in
fitnesinden korkutmayan hiçbir peygamber yoktur. Ancak ben şu ana kadar hiçbir
peygamberin demediği, bununla ilgili bir şey diyorum. O da şudur ki; Deccal tek
gözlüdür ve onun alnında her mü'mi-nin okuyabileceği şekilde kafir yazılıdır.
Kabir fitnesi meselesi de şudur; iyi bir insan ölünce melekler onu kabrinde
oturturlar. O hiç paniğe kapılmadan ve kendisine hiçbir üzüntü musallat
olmadan oturur. Ona ilk önce İslam hakkında sorulur; <Sen İslam hakkında ne
dersin?> denir. Ondan sonra ona, <Sen şu zat (Rasûluilah saiiaiiahu
aleyhi veseiiem hakkında ne diyorsun?> denir. O, <Bu zât Mu-hammed
saiiaiiahu aleyhi veseflem'dir. O Allahu Teâlâ'dan bize apaçık deliller getirmiştir.Biz
onun getirdiklerinin hepsinin doğruluğuna inandık> der. Ondan sonra ona
Ce-hennem'in bir yeri gösterilir. Orada insanların birbiri üzerine
yığıldıklarını görür. Ona, <Buraya bak! Allahu Teâlâ seni bu afetten
kurtarmıştır> denilir. Sonra ona Cennet'te bir makam gösterilir. Oranın son
derece süs ve ziynet içinde olduğunu görür ve oranın zevkü safa manzaralarına
bakar sonra ona, <Cennet'teki bu yer. senin kalacağın yerdir (Kıyamet'ten
sonra sen buraya getirileceksin). Sen dünyada iken ahirete kesinlikle inanan
biriydin. Bu iman üzerindeyken sana ölüm gelmişti. Bu imanla sen kabrinden
kaldırılacaksın> denir. Kötü bir adam ölünce (melekler tarafından) kabre
oturtulur. O son derece bir panik ve korku içinde oturur ve (biraz önce geçen
sorular) ona da sorulur. O, <Benim bir şeyden haberim yok. (Dünyada iken)
halktan ne duyduysam ben de onu söylerdim> der. Önce Cennet'in kapısı
açılarak ona Cennetin süs ve ziyneti ve oradaki nimetler gösterilir. Sonra
kendisine, <Burası senin asıl makamındı. Ancak sen buradan uzak-laştırıldın>
denilir. Sonra ona Cehennem gösterilir. Orada insanlar birbiri üzerine
yığılmışlardır. Ona, <Artık senin yerin burası. Sen dünyada şüphe içinde
yaşardın ve o şüphe üzere öldün. Bunun üzerine kıyamet günü
diriltileceksin> denir".[154]Hz.
Ebû Katâde radıyallahu anh buyurdu ki: RasÛlullah sallallahu aleyhi
vesel-/em'in yanından bir cenaze geçti. RasÛlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem
ona bakarak, "Bu adam ya rahatlığa kavuştu ya da insanlar ondan rahat
ettiler" buyurdu. Sonra şöyle dedi: "Mü'min bir kul ölünce dünya
meşakkatleri ve sıkıntılarından kurtulur ve Allah'ın rahmetine gider (böylece
o rahata kavuşmuş olur). Facir bir insan ölünce diğer insanlar, yerleşim
bölgeleri, hayvanlar ve ağaçlar (bunların hepsi) onun ölümüyle rahata kavuşurlar"[155] Çünkü
onun günahlarının uğursuzluğundan dolayı dünyaya felaket iner, yağmurlar
kesilir. Bundan dolayı şehirlerde feşad olur. Ağaçlar kurumaya başlar.
Hayvanlara yem ve yiyecek bulmak zorlaşır. Bundan dolayı onun ölümüyle herkes
rahata erişir. Çünkü onun hayırsızlığından dolayı herkese sıkıntı
ulaşmaktaydı.Hz. İbni Ömer radıyallahu anhuma buyuruyor ki: "RasÛlullah
sallallahu aleyhi ve-seiiem bir defasında benim omuzumdan tutarak, <Dünyada
bir garip gibi veya bir yolcu gibi ol> buyurdu". Hz. İbni Ömer
radıyaüahu anhuma diyor ki: "Sen sabaha girince akşamı bekleme, akşama
girince sabahı bekleme. Sıhhatli zamanında hastalık zamanın için kendine azık
hazırla (çünkü sıhhatli iken yapılan amellerin sevabı hasta iken devam eder).
Hayatta iken ölümün için azık al"[156] Hz.
Ebû Hureyre radıyallahu anh buyuruyor ki: BİZ bir defasında RasÛlullah
sallallahu aleyhi veseiiem ile birlikte bir cenazeye katılmıştık. Kabristana
varınca RasÛlullah sallallahu aleyhi veseiiem bîr kabrin yanına geldi ve şöyle
buyurdu; "Kabrin üzerinden hiçbir gün geçmez ki düzgün ve net bir sesle
şöyle ilan etmesin; <Ey Adem oğlu! Sen beni unuttun. Ben yalnızlık eviyim,
gariplik yurduyum. Ben vahşet eviyim. Ben böcek ve haşerat yuvasıyım. Ben
darlık eviyim. Ancak Allahu Teâlâ'nın beni kendisi için geniş kıldığı kimsemüstesnadır>".
Ondan sonra RasÛlullah sallallahu aleyhi veseiiem, "Kabir ya Cennet
bahçelerinden bir bahçedir veya Cehennem çukurlarından bir çukurdur"
buyurdu. Hz. Sehl radıyallahu anh buyuruyor ki: Bir sahabi vefat etti. (Allah
ondan razı olsun). Sahâbe-i Kiram radiyaiiahu anhum ecmam onu övmeye ve onun
çok ibadet etme halini anlatmaya başladılar. Peygamber Efendimiz sallallahu
aleyhi veseiiem sessizce dinledi. Sahabeler susunca RasÛlullah sallallahu
aleyhi veseilem, "O hiç ölümden bahsediyor muydu?" buyurdu. Sahâbe-i
Kiram, "Ondan hiç bahsetmezdi" dediler. RasÛlullah sallallahu aleyhi
veseiiem tekrar, "O gönlünün arzuladığı şeyleri terk ediyor muydu?"
(yani mesela herhangi bir şeyi yemeyi gönlü istiyordu ama o yemiyordu gibi...)
Sahâbe-i Kiram, "Öyle yapmıyordu" dedi. RasÛlullah sallallahu aleyhi
veseiiem, "O sahâbi (bu iki şeyle amel etmenizden dolayı) sizlerin
ulaşacağı derecelere ulaşamayacaktır" buyurdu.Başka bir hadiste şöyle
geçmektedir: RasÛlullah sallallahu aleyhi veseiiem'm meclisinde bir sahabinin
ibadet ve mücahedesinin çokluğundan bahsedildi. Ra-sûlullah sallallahu aleyhi
veseiiem, "O ölümü ne kadar hatırlardı?" buyurdu. Sahabeler,
"Ondan bahsettiğini biz duymadık" dediler. RasÛlullah sallallahu
aleyhi veseiiem, "Öyleyse o kişi (sizin zannettiğiniz) o derecede
değildir" buyurdu. Hz. Berâ radıyallahu anh buyuruyor ki: Biz RasÛlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem. ile birlikte bir cenazeyi defnetmeye katılmıştık.
RasÛlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem oraya varınca bir kabrin yakınına oturdu
ve o kadar ağladı ki toprak ıslandı. Sonra buyurdu ki: "Kardeşlerim! Bu
şey için (yani kabre gitmek için) hazırlık yapın".[157]Hz.
Şakîk bin İbrahim rahmetuiiahi aleyh buyuruyor ki: "İnsanlar dört şeyde
dilleriyle bana muvafakat sağlıyorlar ama amelleriyle muhalefet ediyorlar.
1-Onlar, <Biz Allah'ın kullarıyız (ve kölesiyiz)> diyorlar ama hür
insanlar gibi iş yapıyorlar. 2-Onlar, <Al!ah celle ceiaiuhu bizim rızkımıza
kefildir> diyorlar. Ancak yanlarında dünyanın hiçbir şeyi olmayınca Allah'ın
kefil olmasına itminanları kalmıyor. 3-On-1ar, <Ahiret dünyadan üstündür>
diyorlar, ancak her an dünya malı toplama fikrinde devam ediyorlar (ahireti
ise hiç düşünmüyorlar). 4-Onlar, <Ölüm kesindir. Mutlaka gelecektir>
diyorlar. Ancak hiç ölmeyecek insanlarmış gibi davranıyorlar". Ebû Hâmid
Leffâf rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "Kim ölümü çokça anarsa, ona üç şey
ikram edilir; 1-Çabuk tevbe nasib olur, 2-Malda kanaat nasip olur,
3-İbadetlerde sevinç ve gönül bağlılığı meydana gelir. Kim de ölümden gafil
olursa, ona üç azab musallat olur; 1-Günahlarına tevbe etmesi gecikir,
2-Gelirine razı olmaz (ne kadar olursa olsun onu devamlı az görür),
3-İbadetlerde tembellik meydana gelir"[158]İmam
Gazali rahmetuiiahi aleyh buyuruyor ki: Bütün hamdler büyük büyük zalim ve
zorbaların boyunlarını ölümle büken, yüce ve haşmetli kralların bellerini
ölümle kıran ve büyük büyük hazine ve sermaye sahiplerinin bitiren Allah'a
aittir. Onların hepsi ölümün anılmasından bile nefret ederlerdi. Ancak
Allah'ın vaadi (ölüm vakti) gelince onları çukura fırlattı. Yüksek saraylardan
toprağın altına ulaştırdı. Lamba ve kandillerin ışığı altında serili yumuşak
döşeklerden, kabrin karanlıklarına ulaştırdı. Köleler ve cariyelerle oynamak
yerine, toprağın içinde böcekler arasında kaldılar. Güzel ve şahane yemeklerin
zevkini çıkarma yerine toprağın içinde çırpınmaya başladılar. Dostlarının
meclisleri yerine yalnızlığın vahşetinin esiri oldular. Peki onlar herhangi bir
sağlam kale ile ölümden kendilerini korudular mı? Veya ondan kurtulmak için
başka bir yolu seçtiler mi? Öyleyse Allah o yüce Zât'tır ki, kahr ve
galebesinde onun hiçbir ortağı yoktur. Ebedi kalacak olan yalnız O'nun tek
olan Zât'ıdır. O'nun benzeri yoktur. Mademki ölüm herkesin başına gelecek ve
toprağa girilecek, kabirde böceklere arkadaş olmak ve Münker ve Nekir'le
karşılaşmak gerekecek, toprağın altında uzun bir zaman kalınacak, orası uzun
zaman barınak olacak, sonra kıyametin şiddetli manzaraları görülecek, ondan
sonra kim bilir Cennet'e mi gidilecek yoksa Cehennem mi barınak olacaktır?
Öyleyse insanı her an ölüm fikrinin kaplaması son derece gereklidir. O
konuşulmalı, hatırlanmalı ve her zaman onun hazırlığı ile meşgul olunmalıdır.
Onunla ilgilenmek her şey üzerine galip gelmeli, her an onun gelme vakti
beklenmelidir. Çünkü onun gelme vakti belli değildir. Kim bilir ne zaman
gelecektir. Bundan dolayı Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi ves&ıiem buyurdu
ki: "Akıllı kimse nefsine galip olan ve ölümden sonrası için işe yarayacak
şeylerle meşgul olandır". Bir işe hazırlanmak, her an onu zikredip
anlatmadan ve ona özenmeden olmaz. Çünkü bir kimse dünyaya dalmış, onun
aldatıcı eşyalarına saplanmış ve onun şehvetlerine aşık olmuş ise onun kalbi
ölümden tamamen gafil kalır. Ölümden bahsedilse bile onun tabiatı ondan sıkılır
ve hoşlanmaz. Bunu Allah cette ceiaiuhu şöyle beyan ediyor:"De ki: <O
kaçtığınız ölüm mutlaka sizi yakalayacaktır. Sonra gizliyi de açığı da bilen
Allah'a döndürüleceksiniz ve O size dünyada yaptıklarınızı haber verecek (ve
onların karşılığını da verecektir)>" (Cuma-8)
Alimler yazmışlardır
ki, ölüm hakkında insanlar dört kısımdır. 1) Dünyaya dalan insanlardır. Onlar
ölümden bahsedilmesinden bile hoşlanmazlar. Çünkü onunla dünya lezzeti elden
çıkacaktır. Böyle bir kimse ölümden asla bahsetmez. Ara sıra bahsetse bile
kötülüklerinden bahseder. Çünkü o dünyanın elden çıkmasından ıstırap ve üzüntü
duyar. 2) Allah'a yönelen kimsedir. Ancak o (yönelmekte) henüz başlangıç
halindedir. Ölümü hatırlamakla hem Allah'tan korkar hem de bu yüzden tevbesinde
sebat olur. Bu kişi de ölümden korkar. Ancak bu korku dünyayı kaybetmek
yüzünden değildir. Aksine tevbesi tam olmadığından dolayıdır. O da hemen ölmeyi
istemez. Tâ ki kendi halini ıslah etsin. Kendisini ıslah etme fikriyle meşgul
olmaktadır. O halde bu şahıs ölümü istememekte mazurdur. O Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem'm şu irşadına dahil değildir: "Bir kimse Allah
ile buluşmayı istemezse, Allahu Teâlâ da onunla buluşmayı istemez". Çünkü
bu şahıs gerçekte Allahu Teâlâ ile buluşmaktan kaçınmamaktadır. Aksine kendi
kusur ve eksikliğinden korkmaktadır. Bunun m
BEYT:
Hiçbir beşer olmadı
agâh, kendi vefatından Eşya yüz yıllık ama haber yok ecel ânındanGöklerde
çeşitli işlere tayin edilmiş olan meleklere bir senelik emirler bir gecede
verilir. Şöyle ki, "Bu sene falan işi yapacaksınız, falan ve falan kişiyle
ilgili şu iş yapılacaktır" denir. Bu emirler Kadir Gecesi'nde mi yoksa
Beraat Gecesi'n-de mi indiği konusunda çeşitli rivayetler vardır. Hangi gece
olursa olsun rivayetlerde sık sık şu ifade geçmektedir: O gece öleceklerin
hepsinin listesi meleklere teslim edilir. İnsan dünyada son derece gaflet
içinde oyun ve eğlence ile meşgul olmaktadır. Göklerde ise onun tutuklanma
kararı çıkarılmıştır. Onun ölüm fermanı açıklanmıştır. Bu hususta ne bir
şefaat imkanı, ne bu kararın temyizi ne de onun ölümü için tayin edilen vaktin
bir dakika geciktirilme imkanı vardır. Hz. İbni Abbas radıyaiiahu anhuma Duhân
sûresinin tefsirinde şöyle buyurmuştur: "Sene içinde olacak olan (şu
kadar nzik verilecek, falanca kişiler ölecek, falancalar doğacak şu kadar
yağmur yağacak gibi) şeylerin hepsi Kadir Gecesi'nde Levhi Mahfuz'ûan
nakledilir. Hatta, <Bu sene falanca kişiler Hac yapacak> diye
nakledilir". Bir ha dişte İbni Abbas radıyaiiahu anhuma buyuruyor ki:
"Sen bir adamı görürüsün ki o pa zarda gezip dolaşıyor. Ancak onun adı bu
seneki ölüler arasına yazılmıştır".Ebû Nadra rahmetuliahi aleyh diyor ki:
"O gece sene boyunca yapılacak bü tün işler (meleklere) taksim edilir.
Sene boyunca işlenecek iyilik, kötülük, rızık, ölüm, sıkıntılar, fiyatların
ucuzluk ve pahalılık (listesi) meleklere verilir". Hz. İkri-me radıyaiiahu
anh diyor ki: "Beraat Gecesi'nde senelik hükümler
kararlaştırılıp,meleklere teslim edilir. O sene içindeki öleceklerin fihristi,
hacıların fihristi onlara verilir. O hükümlerde ne eksiklik ne de fazlalık
olur". Bir hadiste Rasûluilah sallat-lahu aleyhi vesellem'ın şöyle
buyurduğu vârid olmuştur: "Şaban ayından diğer Şaban ayına kadar ne kadar
ölecek kimse varsa onların hepsinin vakitleri yazılıp verilir. Hatta insan
dünyada evlenir, çocuğu olur. Halbuki göklerde onun adı o sene ölecekler
listesine geçmiştir". Hz. Aişe radıyaiiahu anha buyurdu ki:
"Rasûluilah saiiaiiahu aleyhi veseiiem Şaban ayında çok oruç tutardı.
Çünkü bu ayda bütün sene içinde öleceklerin listesi düzenlenir. Hatta bir adam
evlenmekle meşgul olur. Halbuki orada onun adı ölüler arasında yazılmıştır. Bir
adam hacca gider, halbuki onun adı ölüler arasındadır". Bir başka hadiste
geçtiğine göre Hz. Aişe radıyaiiahu anha Rasûluilah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem'e Şaban ayında çok oruç tutmasının sebebini sordu. Rasûluilah saiiaiiahu
aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Bu ayda bütün sene boyunca öleceklerin
fihristi hazırlanır. Benim gönlüm istiyor ki, benim adım öleceklerin listesine
geçtiği vakit oruçlu olayım". Başka bir hadiste şöyle buyu rul m ustur:
"Şaban ayının onbeşinci gecesi Allah ceiie ceiaiuhu ölüm meleğine o sene
içinde ölecekleri bildirir". Diğer bir hadiste Rasûluilah saiiaiiahu
aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Her gün güneş doğduğunda şöyle ilan edilir;
<İyi iş yapacaksan yap. Bugünkü gün senin ömründe bir daha asla gelmeyecektir
(o halde bu gün kendine ait ne kadar iyilik yazd ıra bil irsen yazdır)>. İki
melek semâdan ilan eder. Onlardan biri, <Ey iyilik arayan kişi sevin! (Ve
ilerle)> der. Diğeri, <Ey kötülük işleyen kişi yaptığına son ver ve dur
(kendi felaketinin malzemesini bir araya toplama)> der. Başka iki melek de
şöyle ilan eder; Onlardan biri, <Allah'ım! Harcayana karşılığını ver>
der. Diğeri, <Allah'ım! Malı alıkoyup saklayanın malını berbad et!>
der". Atâ bin Yesâr rahme-tuitahi aleyh diyor ki: "Şaban ayının on
beşinci gecesi olunca Melek-ül Mevt'e (ölüm meleğine) bir liste verilir ki,
onda isimleri bulunanların hepsinin ruhları o sene içinde kabz edilsin. Burada
bir adam yaygı ve döşeme ile uğraşır, evlenmekle uğraşır, ev inşaatıyla
uğraşır. Halbuki Öbür tarafta ölüler listesine girmiştir".[164]İmam
Gazali rahmetuiiahi aleyh buyuruyor ki: Zavallı insan üzerine her ne kadar
hiçbir âfet, bir musibet, bir hâdise, bir üzüntü, bir acı, bir sfkıntı ve bir
korku gelmese de yine de ölümün şiddeti, can çıkma hali ve bunun endişesi, insanın
bütün lezzetini bulandırmak için yeterli bir şeydir. Onun bütün rahat ve
huzurunu kaçıran birşeydir. Onun gafletini gidermek için ölümü düşünmek elbette
yeterlidir. O şey o kadar şiddetlidir ki, insanın her an onu düşünmesi ve ona
hazırlık yapması gerekir. Özellikle ölümün ne zaman gelip de musallat olacağı
bilinmediği bir durumda ona hazırlanılmalıdır. Bir hekim şöyle demiştir:
"İp başkasının elindedir, ne zaman çekeceği bilinmez". Hz. Lokman
aieyhisseiam oğluna şöyle buyurmuştur: "Ölüm ne zaman geleceği belli
olmayan birşeydir. Öyleyse o aniden gelmeden önce onun için hazırlık yap".
Gerçekten çok hayret edilecek bir şeydir ki, insan lezzetlerle son derece
meşgul olduğu, en yüksek seviyedeki oyun ve eğlence meclislerine katıldığı bir sırada, bir polisin kendisini aradığını
(bir suçun cezası olarak) kendisine beş kamçı vuracağını öğrense bütün
lezzetleri, bütün keyif ve zevkleri bulanir. (Hatta sadece polisin elinde kendi
hakkında tutuklanma kararının olduğunu ve bugünlerde polisin kendisini
tutuklayacağını bilse bütün lezzetleri sona erer ve gece uykusu kaçar).
Halbuki o biliyor ki, ölüm meleği her an onun peşindedir. (Binlerce kırbaç ve
cop acısından daha şiddetli olan) ölüm acılarını ona musallat edecektir. Yine
de her an ondan gafil kalmaktadır. Bu en üst derecede bir cehalet ve aldanma
değil de nedir? Gerçek şudur ki, Ölümün acısını başından geçen bilir. Başkası
onun acısını bilemez. Ancak o kıyas edebilir veya ölen kimsenin halini görerek
biraz tahminde bulunulabilir. Kıyas şöyle olabilir; Şu açıktır ki, vücudun
hangi kısmında ruh yoksa onu kesmekle acı hissedilmez (mesela bedenin ölmüş
olan derisini kesmekle acı duyulmaz). Ancak kendisinde can bulunan organ ve
hisseye iğne ile dokunmakla veya onu kesmekle şiddetli acı duyulur. O halde
vücudun hangi organı yaralanır veya kesilirse ya da yanarsa, ruh ve hayatın o
beden hissesiyle irtibatı olduğu için oraya acı ulaşır. Bu irtibattan dolayı o
organ vasıtasıyla tesir ruha ulaşır. Ruh bütün beden içinde yayılmıştır. O
halde onun az bir hissesi her bir organa tesir etmiş haldedir. Ruhtan ne kadar
hisse o organda bulunuyorsa, acıdan o kadar az bir hisse ruha tesir eder. Ancak
ölüm vakti organların yerine, doğrudan ruhun tamamına ulaşan acının ne kadar
olduğu bu kıyasla tahmin edilebilir. Çünkü ölüm bütün organlara yayılmış olan
ruhu doğrudan doğruya çeker. Bunun için bir organ kesildiğinde çekilen acı
kadar (can çıkarken) acı çekmeyen vücudun hiçbir parçası yoktur. Çünkü bir organ
kesilince ruh oradan ayrılmakta olduğu için acı çekilir. Eğer o organ ölü olsa
onda ruh olmasa, onu kesmekle zerre kadar acı duyulmaz. O halde ruhun az bir
kısmı ayrılmakla bu kadar acı duyulduğuna göre, ruhun tamamı bedenin bütün
hisselerinden çekildiğinde ne kadar acı duyulacağı apaçık bir şeydir. Ancak bedenin
bir parçası kesildiğinde ruhun kalan hissesi bütün bedende bulunmaktadır. Bu
yüzden insan bağırır ve çırpınır. Ancak ruhun tamamı çekilmeye başlayınca,
bedenin zayıflığından dolayı insan, "ah, vah" diye sızlanmaktan biraz
sükûnet bulacak gücü kalmaz. Elbette eğer insanın bedeni güçlü olursa, nefes
alırken ondan duyulabilecek kadar bir ses çıkar. Eğer güç yoksa bu ses de
meydana çıkmaz. Ruh çıktığı zaman her organ yavaş yavaş soğumaya başlayacaktır.
İlk önce ayaklar soğur. Çünkü ruh ilk önce ayak tarafından çekilir. Sonra
baldırlar soğur. Ondan sonra bacaklar, aynı şekilde her organ soğur. Her organ
sanki kesilmiş kadar acı duyar. Hatta ruh boğaza ulaşınca gözlerden nur
gider.Bundan dolayı Rasûluilah saiiaiiahu aleyhi veseiiem'm duaları arasında şu
dua da vardır: "Allah'ım! Bana ölüm ve can verme acısını
kolaylaştır". Müslümanlar da Rasûluilah saiiaiiahu aleyhi veseiiem e
ittiba ederek aynı duayı yapıyorlar. Ancak ölümün acısına vakıf
olmadıklarından dolayı dikkat ve teveccüh göstermeden bu duayı yapmaktadırlar.
Bu yüzden Enbiya-i Kiram aieyhimüssaiatû vesselam ve Evliya-i İzam Ölümden çok
korkarlardı. Hz. İsa ala nebiyyina ve aieyhissaiatü vesselam kendi havarilerine
şöyle buyurmuştur. "Allahu Teâlâ'ya dua edin de can verme acısını bana
kolay etsin. Çünkü ölüm korkusu beni ölüme yaklaştırdı".Denilir ki; Benî
İsrail'den âbidler topluluğu bir kabristana vardırlar. Aralarında şöyle bir
meşvere yaptılar; "Allahu Teâlâ'ya dua edelim de kabirlerden bir ölü
ortaya çıksın. Biz de ona başından ne geçtiğini soralım". Nitekim dua yaptılar.
Bir ölü onlara zahir oldu. Alnında çok secde yapmaktan dolayı bir iz vardı. O,
"Siz bana ne sormak istiyorsunuz. Ben öleli eli sene oldu ama ölüm
vaktindeki acı şimdiye kadar benim vücudumdan gitmedi" dedi. Bir hadiste
Rasûlullah sailai-lahu aleyhi veseiiem şöyle buyurdu: "Allah'ım! Sen ruhu
sinirlerden, kemiklerden ve parmaklardan çıkarıyorsun. Bana ölümün acısını
kolaylaştır". Hz. Hasan radıyalia-hu anh buyuruyor ki: "Bir
defasından Rasûlullah saiiaiiahu 'aleyhi veseiiem ölümün şiddetinden bahsetti
ve <Üç yüz kılıç darbesi kadar acı duyulur> buyurdu". Hz. Ali
Kerremaiiahu vechehu cihada teşvik ettiği zaman şöyle buyurdu: "Eğer siz
öldürül-mezseniz yataklarınızda öleceksiniz. Canım kudret elinde olan Allah'a
yemin olsun ki, ölüm acısı bin kılıç darbesinden daha şiddetlidir". Evzâi
rahmetuiiahialeyh diyor ki: Bize şu söz (hadis) ulaştı ki; "Ölüler Kıyamet
günü dirilene kadar ölüm acısının tesirini hissederler". Hz. Şeddâd bin
Evs rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "Ölüm, dünya ve ahiretin bütün acılarından
daha acıdır. O, testereyle biçilmekten daha şiddetlidir. O, makasla kesilmekten
daha kötüdür. O, kazanda pişirilmekten daha fecidir. Eğer ölüler kabirlerinden
kalkıp da ölüm acısını haber verseler, hiçbir kimse dünyada lezzetli bir vakit
geçiremez, tatlı tatlı uyuyamazdı".Denilirki Hz. Musa aiâ nebiyyina
aieyhissaiatü vesselam ahirete intikal edince Allah ceiieceiaiuhu, "Ölümü
nasıl buldun?" diye sordu. O, "Ben canımı sanki ateşte diri diri
kızartılan bir serçe gibi gördüm. Onun ne canı çıkıyordu ne de uçma imkanı
vardı" dedi. Başka bir rivayette şöyle geçmektedir: "Benim canım
sanki diri diri derisi yüzülen bir koyun gibiydi" ifadesi geçmektedir. Hz.
Aişe radıyaiiahu anha buyuruyor ki: Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem
ahirete intikal ederken yanına içi su dolu olan bir kap konulmuştu. Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem sık sık mübarek elini kabın içine sokuyor, sonra
yüzüne sürüyor ve şöyle buyuruyordu: "Allah'ım! Ruhumun ayrılma şiddetine
karşı bana yardım eyle!". Hz. Ömer radıyaiiahu anh, Hz. Ka'b radıyaiiahu
anh'a, "Ölüm halini anlat" dedi. O,/"Ey Mü'minlerin Emiri!
Dikenli bir ağaç dalı insanın içine sokulup böylece insan/n her parçası onu
sarıp, sonra o dal birden çekildiği gibi can (bedenden) çekilir"
buyurdu.Buraya kadar bahsedilenlerin hepsi ruhu teslim etmenin özet olarak
açık-lamasıydı. Bütün bunlara ilave olarak ölüm meleğinin ve ona yardımcı olan
meleklerin korkunç şekilleri ayrı bir merhaledir. Günahkarların canının
çıktığı andaki meleğin yüzü o kadar korkunç olur ki, en güçlü insanın bile ona
bakmaya gücü yetmez. Hz. İbrahim alâ nebiyyina ve aieyhissaiatü vesselam ölüm
meleği (Azrail aleyhis-se/am'a), "Sen günahkar insanların canını aldığın
andaki yüzünü bana göster" dedi. Melek, "Siz buna tahammül
edemezsiniz" dedi. Hz. İbrahim aieyhisseiam, "Hayır, ben tahammül
ederim" buyurdu. Hz. Azrail aieyhisseiam, "Peki, öyleyse yüzünüzü
çeviriniz" dedi. Hz. İbrahim aieyhisseiam yüzünü çevirdi. Ondan sonra
Azrail aieyhisseiam "Simdi bakınız" dedi. Hz. İbrahim aieyhisseiam
yukarı bakınca son derece siyah,dev gibi bir adam gördü. Çok uzun ve dimdik
saçları vardı. Çok kötü kokuyordu. Siyah elbiseliydi. Ağzından ve burnundan
ateş alevleri çıkıyordu, Hz. İbrahim aieyhisseiam bu hali görünce bayıldı. Uzun
bir zaman sonra kendine geldiğinde ölüm meleği önceki şeklindeydi. Hz. İbrahim
aieyhisseiam buyurdu ki: "Eğer fâcir bir kimse için başka bir âfet olmasa,
yine de (ölüm meleğinin) bu sureti o kişiye âfet olarak yeterlidir". Bu
hâl fâcirlerin hâlidir. Ancak Allah'a itaat eden kulların ruh-ları çıkarken son
derece güzel yüzlü olur. Hz. İbrahim a/ey/ı/sse/am'dan naklediidi-ğine göre, o
ölüm meleğine, "Bana o hali de göster" dedi. Nitekim karşısında son
derece güzel, çok şahane elbise giyinmiş, güzel kokular saçan bir genç gördü.
Hz. İbrahim aieyhisseiam buyurdu ki: "Mü'min ölürken kendisi için bu güzel
suretten başka hiçbir sevindirici bir şey olmasa bile, bu (görüntü onun için)
yeterlidir".Bir hadiste şöyle geçmektedir: "Allahu Teâlâ bir kulunu
severse, ölüm meleğine, <Falan kulumun ruhunu getir. Ben onu rahat
ettireceğim. Onun imtihanı olmuştur. O, Benim istediğim gibi imtihanı
kazandı> der. Ölüm meleği onun yanına gelir. Yanında 500 melek vardır.
Onlardan her biri, o kişiye diğerinin vermediği bir müjde verir. Onların
ellerinde reyhan dalları ve zaferan kökleri bulunur. Bütün melekler ayakta iki
sıra halinde dikilirler. İblis bu manzarayı görünce başını tutarak ağlayıp,
feryad etmeye başlar. Onun ayak takımı koşarak gelirler ve <Efendim ne
oldu?"> diye sorarlar. O, <Bedbahtlar! Görmüyor musunuz ne oluyor,
siz öldünüz mü?> der. Onlar, <Ey efendimiz! Biz çok çalıştık, çabaladık,
ancak o günahlardan korundu> derler". Hz. Câbir bin Zeyd radıyaiiahu
anh'ın vefatı yaklaştığında biri kendisine, "Arzu ettiğiniz bir şey var
mı?" deyince, "Hasan rahmetuiiahi aleyh ile görüşmek istiyorum"
dedi. Hz. Hasan Basri rahmetuiiahi aleyh gelince halk, "Hasan geldi"
dedi. Hz. Cabir radıyaiiahu anh buyurdu ki:[165]
"Kardeşim! Bu ayrılık vaktidir. Artık gidiyorum. Bilmiyorum ki, Cennet'e
mi Cehennem'e mi?" Hz. Temîmi Dârî radıyaiiahu anh diyor ki: Allahu Teâlâ
ölüm meleğine buyurur ki; "Benim falan velîmin yanına git ve onun ruhunu
alıp getir. Ben onu sevinç ve üzüntüde, her iki halde de imtihan ettim. O,
Benim istediğim gibi çıktı. Onu al, gel. Tâ ki o dünya sıkıntılarından kurtulsun".
Melek-ül Mevt (ölüm meleği) yanında 500 melekle birlikte onun yanına gelir.
Onların hepsinin yanında Cennet kefeni olur. Ellerinde reyhan demetleri
vardır. Onların her birinde yirmi renk vardır. Her renkte ayrı bir koku
mevcuttur. Beyaz bir ipek mendil içinde, kokusu etrafa yayılan misk
bulunmaktadır. Ölüm meleği o kişinin baş ucuna oturur. Diğer melekler onun
dört bir yanını kuşatırlar. Onun her uzvuna ellerini koyarlar. Bu misk bulunan
mendili çenesinin altına yerleştirirler. Onun gözünün önüne Cennet'in kapısını
açarlar. Onun gönlü Cennet'in yepyeni nimetleriyle eğlendirilir. (Çocuk
ağladığında, evdekilerin çeşitli şeylerle onun gönlünü eğlendirdikleri gibi)
bazen Cennet'in hurileri karşısına getirilir, bazen oranın meyveleri gösterilir
bazen de oranın elbiseleri... Kısaca onun karşısına çeşitli şeyler getirilir.
Onun hurileri (Cennet hanımları) sevinçten oynayıp, eğlenmeye başlarlar. Bütün
bu manzaraları görünce (kafesin içindeki bir canlının çıkmak için çırpındığı
gibi) onun ruhu vücudun içinde arzusundan çırpınmaya başlar. Ölüm meleği ona,
"Ey mübarek ruh, yürü. Dikeni olmayan ağaçlara doğru... Bir birine
eklenmiş bahçe çitlerine doğru... Çok geniş ve uzun olan ve altlarından sular
akan gölgelere doğru... (Bunlar Kur'an-ı Kerim'de Vakıa sûresinde zikredilen
şu birkaç manzaraya işarettir:)
"(Onlar) dikensiz
kirazlar, / meyveleri birbiri üzerine yığılmış muz ağaçlan, / uzanmış gölgeler,
/ çağlayarak akan sular, / Bitip tükenmeyen ve yasaklanmayan / çok çeşitli
meyveler içinde / ve kabartılmış yüksek döşekler üze-rindedirler"
(Vakıa-28-34). Ölüm meleği sanki bir annenin çocuğuyla konuşması gibi yumuşak
konuşur. Çünkü o ruhunun, Allah'a yakın olduğunu bilmektedir. O, Allahu
Teâlâ'nın kendisinden razı olması için o ruha yumuşak davranır. Ruh onun
bedeninden kılın çekilmesi gibi kolayca ayrılır. Ruh çıkınca bütün melekler
ona selam verirler ve Cennet'e gireceğini müjdelerler. Bu durum Kur'an-ı
Kerim'de şöyle zikredilmiştir:"Onlar meleklerin iyilikle canlarını
aldıkları kimselerdir. Melekler onlara, <Selam olsun size! Dünyada
yaptıklarınızın karşılığı olarak Cennet'e girin> derler" (Nahl-32).
Eğer o kimse mukarreb (Allah'a yakın) kullardan ise Vakıa sûresinde onunla
ilgili şöyle buyurulmuştur:"Onun için rahatlık, güzel rızık ve Naîm
Cennet'i vardır" (Vâkıa-39) O halde ruh bedenden ayrıldığı vakit şöyle
der: "Allah sana en üstün mükafatı versin. Sen Allah'a kulluk ve itaat
hususunda acele ederdin. Ona isyana yanaşmazdın. Bugün sana mübarek olsun. Sen
kendin de azaptan kurtuldun, beni de7kurtardın". Ruh bedenden ayrılırken
beden de aynı ifadeleri ruha söyler. Onların bu ayrılığına, üzerinde devamlı
ibadet ettiği toprak parçası da ağlar. Amellerinin çoğunlukla kendilerinden
geçerek yukarı gittiği ve ona kendilerinden rızık inen gök kapıları da ağlar. Ondan
sonra 500 melek ölünün yanına toplanırlar. Onu yıkayan kişi, onun omuzlarını
döndürdüğü zaman melekler ona yardım ederler. O kişi ölüye kefen giydirmeden
önce hemen kendi getirdikleri kefeni giydirirler. O güzel koku sürmeden önce
melekler kendi getirdikleri güzel kokuları sürerler. Ondan sonra melekler onun
kapısından kabre kadar yolun iki kenarına sıralanırlar ve onun cenazesini dua
ve istiğfarla karşılarlar. Şeytan bütün bu manzarayı görünce o kadar şiddetli
ağlar ki, neredeyse kemikleri kırılır. Kendi askerlerine, "Yazıklar olsun
size! Bu adam sizden nasıl kurtuldu?" der. Onlar, "Bu masumdu (yani
günahsızdı)" derler. Ondan sonra Melek-ül Mevt onun ruhunu yukarı
götürünce onu karsılar. Bu melekler ona Allah tarafından müjdeler verirler.
Ondan sonra Melek-ül Mevt onu arşa kadar götürür. Oraya ul şınca o ruh secdeye
kapanır. Allahu Teâlâ, "Benim kulumun ruhunu,Dikensiz kirazlar, meyveleri
birbiri üzerine yığılmış muz ağaçları arasına ulaştırınız" buyurur. Onun
na'şı kabre konulunca onun namazı sağ tarafına gelip dikilir. Oruç, sol
tarafına dikilir. Kur'an tilaveti ve Allah'ı zikir, baş tarafında durur.
Cemaatle namaz kılmak için giderken attığı adımların sevabı ayak tarafında
durur (musibetlere ve günahlara) sabır, kabrin bir tarafında durur. Ondan sonra
azab boynunu kabre uzatır ve ölüye ulaşmak ister. Ancak o sağ taraftan gelirse
namaz ona, "Çekil oradan! Allah'a yemin olsun ki, bu adam devamlı meşakkatlere
katlandı. Ancak şimdi biraz rahatça uyuyor" der. Sonra o sol taraftan gelince
oruç aynı şekilde onu uzaklaştırır. Daha sonra o baş tarafından gelir. Tilavet
ve zikir, "Sana buradan yol yoktur" diyerek onu engeller. Kısaca o
hangi yönden gelmek isterse, oradan yol bulamaz. Çünkü Allah'ın velisini,
ibadetleri her tarafından sarmıştır. O azab, aciz olarak geri döner. Ondan
sonra bir köşede duran sabır, o ibadetlere, "Ben, <Eğer bir kanatta
(ibadetlerdeki herhangi bir eksiklikten dolayı) biraz zayıflık olursa, o
taraftan savunmaya geçerim> diye bekliyordum. Ancak Elhamdülillah ki,
sizler hep birlikte onu defettiniz. Artık ben (amellerin tartılacağı) mizan
vaktinde onun işine yarayacağım" der. Ondan sonra iki melek o ölünün
yanına gelirler. Onların gözleri şimşek gibi parlak, sesleri bulutlardan gelen
şiddetli gök gürültüsü gibidir. Onların sivri dişleri ineğin boynuzları
gibidir. Ağızlarından nefesle birlikte ateş alevleri çıkar. Saçları ayaklarına
kadar uzanır. Onların bir omuzundan diğer omuzuna kadar olan mesafe yürüyerek
birkaç günde kat edilir. Sanki merhamet ve yumuşaklık onların yanından bile
geçmemiştir (şüphesiz ki mü'minlere sert davranmazlar). Ancak onların bu
görünüşleri yetmez mi? Onlara Münkerve Nekîr denilir. Onların her birinin
elinde o kadar büyük balyozlar vardır ki, eğer bütün cinler ve insanlar onu
kaldırmak isteseler, kaldıramazlar. Onlar gelince ölüye, "Otur"
derler. Ölü hemen oturur. Kefeni başından beline kadar sıyrılıp açılır. Onlar
şöyle sorarlar; "Rabbin kim?", "Dinin nedir?", "Nebîn
kim?" Ölü, "Rabbim Allah ceüe ce/a/uhu'dur, O birdir. O'nun şeriki
yoktur. Dinim İslam'dır. Nebim Muhammed saiiaiiahu aleyhi vese//em'dir. O
Hatem-ün Nebiyyin'dir" der. Her iki melek, "Sen doğru söyledin"
derler. Ondan sonra onlar kabrin duvarlarını kaldırırlar. Böylece kabir
yukarıdan ve dört taraftan, sağ ve soldan, baş tarafından çok fazla genişler.
Ondan sonra onlar, "Başını yukarı kaldır!" derler. Ölü başını
kaldırınca bir kapı görür. O kapıdan da Cennet görünür. Onlar derler ki,
"Ey Allah'ın dostu! Senin kalacağın yer işte orasıdır. Çünkü sen Allahu
Teâlâ'ya itaat ettin". Rasûlullah saiiaüahu aleyhi veseilem buyurdu ki:
Canım kudret elinde olan Allah'a yemin olsun ki, ölü o anda bir daha asla
tükenmeyecek bir şekilde sevinecektir. Ondan sonra melekler, "Ayak
tarafına bak" diyecekler. O bakınca Cehennemin bir kapısını görecek (oradan
da Cehennem'in hali görünecektir). Melekler, "Ey Allah dostu! Sen bu
kapıdan kurtuldun" diyeceklerdir. O vakit ölü o kadar sevinecek ki, o
sevinç hiç bitmeyecektir. Ondan sonra kabirdenCennet'e doğru yetmiş kapı
açılacaktır. Oradan, ona Cennetin serin havası ve güzel kokulan gelecek ve
kıyamete kadar bu manzara devam edecektir.(Bunlardan sonra diğerinin halini de
dinleyiniz:) AllahuTeâlâMelek-ülMevt'e, "Düşmanımın yanına git ve onun
canını alıp getir. Ben ona her çeşit bolluğu verdim. (Dünyanın her tarafından)
nimetlerimi ona yükledim. Ancak o Bana isyandan geri durmadı. Getir de bugün
onun cezasını vereyim" buyurur. Ölüm meleği son derece korkurîç bir
şekilde onun yanına gelir. Onun yüzünde on iki gözü vardır. Yanında
Cehennem'de kızdırılmış demirden bir topuz bulunmaktadır. Üzerinde sivri uçlar
bulunur. Onlarla birlikte 500 melek vardır. O meleklerin yanında bakırdan bir
parça bulunur. Ellerinde de Cehennem ateşinin büyük közleri ve ateşten kamçılar
vardır ki, onlardan alevler yükselir. Melek-ül Mevt gelir gelmez ona topuz ile
vurur. Onun sivri uçları her damara ve sinire girer. Sonra onu çeker. Diğer
melekler o kırbaçlarla onun yüzüne ve arkasına vurmaya başlarlar. Bu yüzden o
bayılır. Onlar, onun ruhunu ayak parmaklarından çıkarıp, topuklarında tutarlar
ve ona dayak atarlar. Sonra topuktan çıkarıp, dizinde tutarlar. Daha sonra
oradan çıkarıp karnında tutarlar (yer yer ruhu tutmalarının sebebi, uzun süre
acı çekmesi içindir). Sonra ruh oradan çekilip göğüste tutulur. Sonra melekler
bakırı ve Cehennem közlerini onun çenesinin altına koyarlar. Ölüm meleği şöyle
der: "Ey mel'ûn ruh! Çık ve sıfatı (Kur'an-ı Kerim'de) şöyle beyan edilen
Ce-hennem'e doğru yürü.""Onlar vücudun içine işleyen alevli bir ateş
ve kaynar bir su içindedirler. / Kapkara bir dumanın gölgesi altındadırlar. / O
gölge ne serindir ne de ferahlık verir. (Aksine son derece sıkıntı
vericidir)" (Vâkıa-42,43,44). Sonra onun ruhu bedeninden ayrılınca,
bedenine, "Allah ceiie ceiaiuhu sana cezanı versin. Sen, beni Allah'a
isyana götürmekte acele ederdin. Ona itaatte tembellik ederdin. Sen kendin
helak olduğun gibi beni de helak ettin" der. Aynı şekilde beden de ruha
aynı sözleri söyler. Üzerinde Allah'a karşı günah işledikleri toprak parçası
ona lanet eder. Şeytanın askerleri koşarak kendi liderleri olan İblis'in yanına
giderler ve ona, "Bir adamı Cehennem'e ulaştırdık" diye müjde
verirler. Sonra o kabre konulunca kabir onu öyle sıkar ki, onun kaburgaları
birbirine geçer. Daha sonra ona kara yılanlar musallat olur. Onun burnundan ve
ayağının başparmağından ısırmaya başlarlar. Nihayet iki taraftaki yılanlar
ortada birleşirler. Sonra onun yanına Münker ve Nekir melekleri gelir (ki
onların heybeti biraz önce geçmiştir). Ona şöyle sorarlar, "Senin Rabbin
kim?", "Senin dinin ne?", "Senin Nebîn kim?". O, her sual
sorulusunda, cevap olarak bilmediğini söyler. Bu cevaplar üzerine ona gürz ile
o kadar şiddetli vurulur ki, o gürzün kıvılcımları kabre yayılır. Sonra ona,
"Yukarı bak" denilir. Yukarıda Cennet'in açılmış olan kapısını görür
(onun bağlan ve yeşillikleri ona görünür). Melekler ona, "Ey Allah'ın
düşmanı! Eğer sen Allah'a itaat etseydin, burası senin kalacağın yer
olacaktı" derler. Sonra Rasûlullah e buvurdu: Canım kud/et elinde olan
Allah'a yeminolsun ki, o kişi, o vakit Öyle bir hasret çeker ki, ondan önce
öyle bir hasret asla çekmemiştir. Sonra cehennem kapısı açılır. Melekler ona,
"Ey Allah'ın düşmanı! Artık senin kalacağın yer burasıdır. Çünkü sen
Allahu Teâlâ'ya isyan ettin" derler. Ondan sonra onun kabrinde
Cehennem'in 77 tane kapısı açılır. Kıyamete kadar oradan Cehennem'in sıcak
havası ve dumanları gelir.Muhaddisler (Allah onlara rahmet etsin) bu hadis
hakkında senedi açısından birkaç kelâm etmişlerdir. Ancak bu hadiste geçen
ifadeler pek çok rivayetlerle teyid edilmiştir.[166]
Özellikle Mişkât-ı Şerifin Kitâb'u! Cenâiz ve Bab'u İsbât-ı Azâb'il Kabr
bölümlerinde geçen Hz. Berâ bin Âzib radıyaiiahu anh ve Hz. Ebû Hureyre
radıyaiiahu anh'ın rivayetleri (bu konudadır). Bu manzara göz önünde çok fazla
bulundurulmalıdır. Zira çok şiddetli bir manzaradır. Bu olaylar hadislerde sık
sık zikredilmiştir. Kısa tutmak için sadece bir hadisin tercümesi yazılmıştır.
Hz. Aişe radıyaüahu anha buyuruyor ki: "Kabir ehlinden günahkar olanlar
için felaket vardır. Çünkü onlara kara yılanlar musallat edilir. Bir yılan ayak
tarafından, diğeri baş tarafından ısırmaya başlar. Sonunda ikisi de gelip
ortada birleşir. İşte bu Kur'an-ı Kerim'in şu ayetinde ifade edilen kabir
azabıdır:
"Onların
arkalarında yeniden diriltilecekleri güne kadar bir berzah vardır "(Mü'minûn-100)"
İşte bunun için Hz.
Osman radıyaiiahu anh kabirden bahsedilince o kadar çok ağlardı ki, mübarek
sakalı ıslanırdı. (Bu kıssa daha önce geçmişti). Bundan dolayı Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem duaları sırasında sık sık kabir azabından Allah'a
sığınmıştır. Tâ ki, müslümanlar da bu duayı sıkça yapsınlar. Yoksa Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem kendisi bizzat masumdur. Kabir azabının önemine
binâen Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vese//em'in daha önce şöyle bir hadisi
geçmişti: "Siz korkudan dolayı ölülerinizi defnetmeyi bırakacağınızdan
korkmasaydım, kabir azabını size duyurması için Allahu Teâlâ'ya dua ederdim.
Bunların hepsi adaletin gereğidir". Çünkü insan bu âleme ancak Allahu
Teâlâ'ya ibadet için gönderilmiştir. Allahu Teâlâ can, mal yönünden ve ihsanlarının
yanı sıra Kur'an-ı Kerim'de, "Siz bu âleme ancak ibadet için
gönderilmektesiniz" diye hatırlatma yapmıştır.
( Ben, cinleri ve
insanları sadece Bana ibadet etsinler diye yarattım" (Zariyat-56)
Bir de şu konuda da
uyarı yapmıştır: Hayat sadece, "Bizim bu ihsanlarımız içinde hangi işleri
yaptın?" diye bir imtihan için verilmiştir. Ölüm ise bu imtihanın ildik içindir
neticesini bildirmek
içindir."Mülk ve saltanat kudret elinde olan Allah, çok yücedir. O, her
şeye kadirdir. / Hanginizin daha iyi amel işleyeceğini imtihan etmek için
ölümü ve hayatı yaratan O'dur"
(Mülk-1,2)
Mademki bu dünya
imtihan yeridir. İnsanlar ve cinlerin yaratılmasının hikmeti sadece ibadettir.
Dünyada verilen bütün lezzetler, rahatlıklar ve eşyalar sadece kişinin kendi
ihtiyacı kadar faydalanması içindir. En az ölçüde ihtiyacını karşıladıktan
sonra geriye ne arttıysa, onu yine kendi faydası için ve kendi işine yaraması
için Allah'ın hazinesine yatırması gerekir. O halde bizim onlara kapılarak
Allahu Teâlâ'nın hükümlerini unutmamız, "Bu dünyaya biz niçin gelmiştik,
bütün bunlar bize niçin verilmişti, biz hangi şeyin peşinde gidiyoruz?"
gerçeklerine gözlerimizi kapamamız ne büyük gaflet, hasret ve hüsrandır! Asıl
hasret, insanın büyük gayretle ve canını dişine takarak kazandığı, kendine
kısıtlı harcama yaparak biriktirdiği binlerce miktar malı başkalarına
bırakarak eli boş olarak ansızın bu âlemden gitmek zorunda kalmasıdır. Eğer
bizde bir parça akıl varsa, az bir süre tamamen tenhâ bir yerde oturup bu
manzarayı düşünmemiz ve hayalimize getirmemiz gerekir. "Şu an ölüm meleği
gelse, benim halim ne olacak? Yıllarca çalışmamın neticesi, yılların kazancı ve
yıllarca biriktirilmiş bütün bu mal ve eşya ne olacak?" diye düşünmemiz
gerekir.Hz. Vehb bin Münebbih rahmetuBahi aleyh diyor ki: Bir padişah vardı.
Kendi memleketinin topraklarını gezmek ve onun halini görmeyi diledi. Bunun
için şahane bir elbise istedi. Bunun üzerine ona bir takım elbise getirildi.
Onu beğen-meyip başka bir tane istedi. Kısaca tekrar tekrar reddettikten sonra
Inihayet beğendiği bir takımı giyerek bir binek istedi. Güzel bir at
getirildi. Onu beğenmeyince, binek geri götürüldü. İkincisi, üçüncüsü derken
hiç birini beğenmeyince atların hepsi karşısına getirildi. Onlardan en iyisini
seçip ona bindi. Merdûd şeytan o vakit onun burnuna büyüklenmeyi daha da çok
üfledi. Son derece tekebbürle ata bindi. Hizmetçiler, köleler ve askerler yayan
olarak onunla birlikte hareket ettiler. Fakat büyüklük ve tekebbürden dolayı
padişah onların tarafına bakmaya bile tenezzül etmiyordu. Yolda giderken son
derece çaresiz bir halde, eski elbiseler giyinmiş olan bir adamla karşılaştı.
Adam selam verdi. Padişah ona hiç iltifat etmedi. O halsiz adam, atın
dizgininden tuttu. Padişah, "Dizgini bırak. Bu ne büyük cüret!"
diyerek onu azarladı. Adam, "Benim seninle bir işim var" dedi.
Padişah, "Peki, sabret, ben attan inince bana söyle" dedi. Adam,
"Hayır, şimdi söylemem lazım" diyerek zorla dizgini eline aldı.
Padişah, "Söyle" dedi. Adam, "Çok gizli bir sır. Kulağına
söylemem gerekir" dedi. Padişah kulağını ona yanaştırdı. O, "Ben ölüm
meleğiyim. Senin canını almam gerekiyor" dedi. Bunu duyunca korkudan
padişahın yüzünün rengi kaçtı. Dili tutuldu. Sonra, "Peki. Bana evime
gidip,eşyalarımı düzene koyacak ve çoluk çocuğumla görüşecek kadar mühlet
ver" dedi. Melek, "Asla mühlet yoktur. Artık sen evini ve eşyalarını
asla göremeyeceksin" deyip onun ruhunu kabzetti. Padişah atın üzerinden
bir kütük gibi yere yuvarlandı. Ondan sonra o ölüm meleği salih bir müslümanın
yanına gitti. O da yolcuydu. Bir yere gidiyordu. Gidip ona selam verdi. O,
"Ve aleykûm'üs selâm" dedi. Melek ona, "Senin kulağına bir şey
diyeceğim" dedi. Adam, "Söyle" dedi. O, "Ben ölüm
meleğiyim" dedi. Adam, "İyi ettin de geldin. Ayrılığı uzun olan zatın
gelmesi çok mübarektir. Benden uzakta olan insanlar içinde seninle görüşmeyi
arzu ettiğim kadar kimseyle görüşmeyi arzulamazdım" dedi. Melek, "Sen
hangi iş için evden çıktıysan o işi çabuk gör" dedi. Adam, "Allah'a
kavuşmaktan daha sevimli hiçbir işim yoktur" dedi. Melek, "Sen hangi
halde ölmeyi arzu ediyorsan^ ben o halde iken senin canını alacağım" dedi.
O, "Sen serbestsin" deyince Melek, "bana (senin rızana tâbi
olmam) emredildi" buyurdu. Adam, "Peki öyleyse sen benim abdest alıp,
namaz kılmama müsaade et. ben secdeye gidince ruhumu kabzet" dedi. Nitekim
namaza başladı. Secdeye vardığında ruhu kabz olundu.[167]Allahu
Teâlâ'nın sonsuz ihsanlarından biri de şudur ki, bu acizin en büyük kızı ve
aziz, muhterem Mevlâna Muhammed Yusuf Efendi'nin (Allah fazlını arttır-sın)
hanımı uzun bir zamandır hasta idi. îmâ ile namaz kılıyordu. Aynı sene içinde
29 Şevval 1366 tarihinde Pazartesi gecesi akşam namazını işaret yoluyla
kj-larken secdeye gittiğinde orada ruhunu Yaradana teslim etti. Secde
halindeyken dünyaya veda etti.2[168]Allahu
Teâlâ'nın hangi ihsanına şükür edâ edilebilir ki!Ebû Bekr bin Abdullah Müzeni
diyor ki: Benî İsrail'den bir adam çok fazla mal biriktirdi. Ölümü yaklaştığı
sırada kızlarına, "Benim bütün malımı karşıma getirin" dedi. Mallar
çabucak biraraya toplanıldı. Pek çok at, deve, köle vs. hepsi karşısına
getirildi. O, onlara bakarak (hasretle), "Hepsi elden gidiyor" diye
ağlıyordu. O esnada ölüm meleği karşısına geldi ve "Ağlamanın ne faydası
var? Sana bu nimetleri veren Zât'a yemin olsun ki, artık senin canını alıp
gideceğim" dedi. O, "Biraz mühlet versen de ben o şeyleri taksim
etsem" diyerek ricada bulundu. Melek, "Malesef şimdi iş işten geçti.
Keşke bundan önce taksim etseydin" diyerek onun canını aldı.Şöyle bir olay
daha nakledilmiştir: Bir adam çok mal biriktirmişti. Ismarlayıp yanına
getirmediği hiçbir şey bırakmadı. Çok büyük, anlı şanlı, bir köşk yaptırdı.
Onun iki kapısı vardı. Kapılara köleleri muhafız olarak tayin etti. Köşkün hazırlanışı
üzerine büyük bir davet yemeği hazırladı. Bütün dost ve akrabasını bir araya
topladı. Çok gösterişli bir koltuk üzerine bacak bacak üstüne atarak oturuyordu.
Halk yemek yerken, o kendi kendine, "O kadar erzak yığıldı ki, artık senelerce
bir şey satın almak gerekmeyecek" dedi. kalbinden bu hayal geçiyordu ki,
bir fakir, yırtık elbiseleriyle, boynunda (fakirlerin kullandığı) bir torba
asılı olduğu halde kapıya geldi. Kapının tokmağını öyle dövdü ki, sesi onun
koltuğuna kadar ulaştı. Köleler, "Bu haddini bilmez adam kimdir?"
diye koşarak dışarı çıktılar. Onun yanına gidip, "Ne var?" dediler.
Fakir adam, "Efendinizi benim yanıma gönderin" dedi. Köleler,
"Bizim efendimiz, senin gibi fakirlerin yanına hiç gelir mi?" deyince
adam, "Elbette gelecek. Ona gidip söyleyin" dedi. Köleler
efendilerinin yanına giderek durumu anlattılar. Zengin adam, "Siz ona bu
konuşmasının tadını tattırmadınız mı?" dedi. O sırada fakir adam
öncekinden daha güçlü bir şekilde kapının tokmağını tekrar dövmeye başladı.
Bunun üzerine hizmetçiler tekrar koşarak kapıya geldiler. Fakir,
"Efendinize söyleyin. Ben ölüm meleğiyim" dedi. Bunu duyunca onların
akılları başlarından gitti. Efendilerine gidip bu sözü söyleyince efendinin
rengi uçtu. Büyük bir acizlik içinde, "Ona söyleyin de benim yerime
başkasını fidye olarak kabul etsin" dedi. O sırada fakir içeri girdi ve
"Sen ne ya- . pacaksan yap. Ben senin ruhunu almadan geri dönemem"
dedi. O bütün malını topladı ve malına, "Allah sana lanet etsin! Çünkü sen
ve seninle meşgul olmak beni Mevlâ'mdan alıkoydu. Hiçbir vakit gönü! huzuru
içinde Allah'ı hatırlamaya fırsat vermedin" dedi. Allah ceiie ceiaiuhu
kudretiyle mala konuşma gücü verdi. Mal şöyle dedi: "Bana neden lanet
ediyorsun ki! İyi insanlar padişahların kapılarından kovulurken, sen benim
vasıtamla büyük büyük padişahlara kadar ulaşırdın. Benim vasıtamla nazik
kadınlarla lezzetlenirdin. Benim vasıtamla Krallar gibi yaşardın. Sen beni
kötülük yerlerine harcıyordun. Ben bunu reddedemezdim. Eğer sen beni hayır
yerlerine harcasaydın, ben senin işine yarardım". Ondan sonra ölüm meleği
bir anda onun ruhunu kabz etti.Vehb bin Münebbih rahmetuiiahi aleyh diyor ki:
Bir defasında ölüm meleği büyük bir zalim ve zorbanın ruhunu kabzedip,
götürdü. Dünyada ondan daha zalim kimse yoktu. O melek giderken, diğer melekler
ona, "Sen daima canları kabz ettin. Hiçbir kimseye merhamet ettin
mi?" dedi. O, "ben en fazla bir kadına acıdım. O bir vadideydi.
Çocuğu doğduğu anda bana o kadının ruhunu almam emredildi, ben o kadının ve o
çocuğun yalnızlığına çok acımıştım. Çünkü başka kimsenin olmadığı bu vadide,
bu çocuğun durumu ne olacaktı" dedi. Melekler, "Senin şu ruhunu alıp
götürdüğün zalim, işte o çocuktu" deyince ölüm meleği hayrete düştü ve
"Ey Mevlâm! Sen yücesin. Çok merhametlisin. Dilediğini yaparsın"
dedi.Hz. Hasan Basri rahmetuiiaN aleyh buyuruyor ki: Bir kişi öldüğü zaman,
onun çoluk çocuğu ağlamaya başlar. Bunun üzerine ölüm meleği o mekânın
kapısında durarak şöyle der: "Ben onun rızkını yemedim (o kendi rızkını
yemiştir). Ben onun ömrünü azaltmadım. Ben bu eve tekrar geleceğim ve hepsi
sona erene kadar sık sık geleceğim". Hz. Hasan Basri rahmetuiiaN aleyh
buyuruyor ki: Allah'a yemin olsun ki! Eğer ev halkı ölüm vakti o meleği
görseler ve onun sözlerini işitseter, ölüyü unuturlar ve kendi telaşlarına
düşerlerdi.Yezîd Rakkâşi rahmetuiiahi aleyh diyor ki: Benî İsrail zalimlerinden
bir zalim, evinde oturmuş hanımıyla başbaşa kalmıştı. O esnada yabancı bir
adamın evin kapısından girmekte olduğunu gördü. Adam son derece öfke içinde
hızlı bir şekilde o tarafa doğru koştu ve "Sen kimsin, eve girmek için
sana kim izin verdi" dedi. O, "Bana bu evin sahibi içeri girmemi
söyledi. Ben hiçbir perdenin örtemeyeceği ve padişahların huzuruna giderken
izin almaya ihtiyacı olmayan bir kişiyim. Ben ne bir zalimin tantanasından
korkarım ne de hiçbir şey beni herhangi bir mağrur ve mütekebbir insanın yanına
gitmekten alıkoyabilir" dedi. O zalim bu konuşmayı duyunca çok korktu.
Vücudu titremeye başladı ve yüz üstü düştü. Ondan sonra son derece acizlik
içinde, "Öyleyse sen ölüm meleğisin" dedi. O, "Evet ben onun tâ
kendisiyim" dedi. Ev sahibi, "Siz bana vasiyetimi yazacak kadar
mühlet veriniz" dedi. Melek, "Artık onun vakti geçti. Senin için hiç
gecikme imkanı kalmamıştır" dedi. Adam, "Beni nereye
götüreceksiniz?" dedi. Melek, "Senin amellerin ileride nereye
gittiyse onların yanına götüreceğim (yani nasıl amel ettiysen öyle biryer
bulacaksın. Sen o cihanda hangi çeşit ev yaptıysan, onu bulacaksın" dedi.
Adam, "Ben hiçbir iyi amel yapmadım ve kendim için şimdiye kadar hiçbir
güzel ev de yapmadım" dedi. Melek, "Öyleyse seni lezâ nezzâaten
lişşevâ'ya götüreceğim" buyurdu. (Bu Meâric suresinin şu ayetine ayetine
işarettir: "Hayır, olmaz. Şüphesiz ki, bu ateş / derileri kavurup, soyan
bir ateştir. / O, (dünyada Hak'tan) sırtını dönüp yüz çevireni kendisine
çağırır (çeker) (Meâric-15,16,17)") Ondan sonra melek onun canını aldı.
Evde bir feryat koptu. Kimi ağlıyor kimi de çığlık atıyordu. Yezîd Rakkâşi
rahmetuiiahi aleyh diyor ki: Eğer insanlar o vakit ölünün başından geçenleri
bilselerdi, onun ölümünden ziyade, onun bu haline feryat edip, ağlarlardı"[169]Hz.
Süfyan Sevri rahmetuiiahi aleyh buyuruyor ki:" Ölüm meleği insanın kalbinin
damarına dokunduğu an kişinin insanları tanıması durur. Dil kilitlenir ve dünyanın
bütün şeylerini unutur. Eğer o vakit insan üzerine ölüm sarhoşluğu bin-mese,
ölüm acısından dolayı yanında bulunanların üzerine kılıç çekerdi". Bazı
rivayetlerde şöyle geçmektedir: "Son nefes boğaza geldiği zaman şeytan
kişiyi sapıtmak için bütün gücüyle çalışır". Bir rivayette şöyle
geçmektedir: "Ölüm meleği insanları namaz vakitlerinde arar ve haber
alır. Eğer kişinin namaza önem verdiğini öğrenirse, ölüm vaktinde kendisi ona
Kelime-i Tayyibe'yi telkîn eder. Şeytanı onun yanından uzaklaştırır".
Mücâhid rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "İnsanın ölümü yaklaştığı sırada onun
oturup kalktığı arkadaşlarının suretleri onun karşısına getirilir. Eğer fâsık
ve fâcir insanların yanında kalıyorsa, o zaman, o topluluğun suretleri onun
karşısına getirilir". Hz. Yezîd bin Şecere rahmetuiiahi a/eyh'den de aynı
hadis nakledilmiştir. Rebî bin Berze rahmetuiiahi aleyh Basra'da yaşayan bir
âbid idi. Diyor ki: Bir adam ölmek üzereydi. Halk ona Lâ ilahe İllallah
kelimesini telkin ediyordu. Onun dilinden, "Sen de (bir bardak şarab) iç, bana
da içir. Sen de iç, bana da içir" sözleri çıkıyordu. Aynı şekilde Ahvaz
şehrinde bir adam ölmek üzereydi. Halk ona, Lâ ilahe illallah kelimesini
telkin ediyorlardı. O ise, "Onar kuruş, on birer kuruş, on ikişer
kuruş" diyordu.[170]Buna
karşılık, ölüm hazırlıkları yapan, dünyada ölümü hatırlayan, onun için p iyi
işler yapan insanlar için ölüm, Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem m,
"Ölüm [tıü'min için bir hediyedir" hadisinde buyurduğu gibidir. Hz.
Bilal radıyaiiahu anh'\n vefatı sırasında hanımı "Vay başıma gelen
üzüntüye! Sen gidiyorsun" diyordu. O ise,"Ne tatlı bîr şey! Ne hoş
bir şey! Yarın dostlarla buluşacağız. Muhammediaiiahu aleyhi veseiiem ve onun
arkadaşlarına kavuşacağız" diyordu. Hz. Muaz fidıyaiiahu anh'm vefatı
yaklaştığı sırada şöyle diyordu: "Allah'ım! Sen biliyorsun ki, Hen dünyada
fazla kalmak istiyordum. Ancak bu istek ne dünyayı sevdiğimden ne de burada
sular akıtıp, bağlar yetiştirmek istediğimdendi. Aksine dünyada Kalmak
istememin sebebi, sıcak günlerde öğlen vakti, orucun verdiği susuzluğun ladini
çıkarmak, (din için) meşakkat içinde vakit geçirmek ve Senin zikredildiğin
meclislere katılmaktır". Hz. Selman radıyaiiahu anh ahirete intikal
edeceği sırada ağlamaya başladı. Biri ona, "Niçin ağlıyorsunuz? Siz gidip
Peygamber saiiaiiahu 3bybî veseiiem ile buluşacaksınız. Rasûlullah saiiaiiahu
aieyN veseiiem sizden razı olduğu halde ahirete intikal etmiştir" dedi.
Hz. Selman radıyaiiahu anh buyurdu ki: "Ben ne ölüm korkusundan ne de
dünyanın elden çıkmasından ağlıyorum. Aksine ben şunun için ağlıyorum ki,
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem bizden biz söz alrnıştı; <Bizim
dünyadan faydalanmamız sadece bir yolcunun azığı kadar olsuna Ben o sözü
yerine getiremedim". Hz, Selman radıyaiiahu anh vefat edince evinin bütün
eşyalarının değeri 10 küsur dirhemdi.[171]
İşte onun fazla diye ağladığı bütün dün-yası buydu. Hz. Selman radıyatiahu anh
(yukarıda geçen sözden) sonra bi misk istedi. Hanımına, "Buna su katıp
benim yatağımın üzerine serpiver, yanıma
insan ve cin olmayan bir topluluk geliyor" buyurdu.[172]Hz.
Abdullah İbni Mübarek rahmetuliahi aleyh vefatı yaklaştığı sırada güldü ve"Çalışanlar, bu gibi şeyler için
çalışsınlar" (Saffat-61) buyurdu' (herhalde ora-n|n bazı lezzet ve sevinci
gözünün önüne gelmiş olabilir). Onun vefatı yaklaştığı sırada Nasr adlı kölesine,
"Benim başımı yere koy" dedi. Nasr ağlamaya başladı. 0, "Niçin
ağlıyorsun?" dedi. Nasr, "Siz rahatlık içinde hayatınızı geçirdiniz.
Şimdi ise yoksullar gibi başınızı toprağa koyarak mı öleceksiniz?" dedi.
O, "Sus! Ben Allahu Teâlâ'ya şöyle dua etmiştim; <Benim hayatım
zenginlerinki gibi olsun. Ölümüm ise fakirlerinki gibi...>" buyurdu.
Atâ bin Yesâr rahmetuliahi aleyh diyor ki: Bir adamın vefatı yakındı. Şeytan
onun yanına geldi ve "Sen benden kurtuldun (benim etkime girmedin)"
dedi. Adam, "Ben senden şimdi bile mutmain değilim" ^edi. Cerîrî
rahmetuliahi aleyh diyor ki: Ben Hz. Cüneyd rahmetuliahi aieyh'm vefatı
İrasında yanındaydım. O Kur'an okuyordu. Biri, "Şu an (zafiyet anıdır)
tilavet vakti değildir" dedi. Bunun üzerine o, "Bundan daha güzel tilâvet
vakti hangisi olabilir. Benim amel defterim şu an kapanıyor" dedi. Bir gün
biri Cüneyd rahmetui-lahi a/ey/î'e, "Hz. Ebû Saîd Hazzâr rahmetuliahi
aleyh vefatı sırasında çok zevkli ve neşeliydi. Bunun sebebi neydi?" dedi.
O, "Eğer onun ruhu o vakit şevk ve arzudan dolayı uçsaydı yine de
şaşılacak bir şey değildi" buyurdu.Hz. Zünnûn Mısrî rahmetuliahia/ey/i'in
vefatı sırasında biri kendisine, "Bir şey diyecek misiniz? Eğer bir
arzunuz varsa söyleyiniz" dedi. Buyurdu ki: "Sadece bir arzum var. O
da ölmeden önce O'nun marifetini elde etmektir". Bir şahıs diyor ki:
"Ben Hz. Memşed Dineverî rahmetuliahi aieyh'm yanında oturuyordum. Bir
fakir geldi ve "Burada birinin ölebileceği herhangi temiz ve saf bir yer
var mı?" dedi. O içinde çeşme olan bir yer gösterdi. Adam oraya yaklaştı.
Abdest aldı ve namaz kıldı. Ondan sonra ayaklarını uzatıp yattı ve öldü. Ebû
Ali Rûzbârî rahmetuliahi aieyh'm kız kardeşi Fatıma rahmetuitahi aieyha diyor
ki: Kardeşim vefat ederken onun başı benim kucağımdaydı, O gözünü açtı ve şöyle
dedi: "Gök kapıları açıldı, Cennet süslendi. Bir ses şöyle diyordu; <Ey
Ebû Ali! Gerçi sen bu kadar büyük bir derece istemiyordun ama Biz seni yüksek
dereceye ulaştırdık>". Sonra Ebü Ali iki şiir okudu. Onların tercümesi
şöyledir. "Senin hakkına kasem olsun ki, ben asla senden başkasına gözümü
kaldırıp da muhabbet nazarıyla bakmadım. Ben görüyorum ki, sen hasta gözlerinle
ve utangaçlıktan kızaran yanaklarınla beni ızdırap içinde
bırakıyorsun".Hz. Cüneyd rahmetuliahi aieyh'm vefatı sırasında biri kendisine,
"Lâ ilahe illallah de" dedi. O, "Ben bu kelimeyi hiç unutmadım
ki, şimdi hatırlayayım" buyurdu. Cafer bin Nasîr rahmetuliahi aleyh, Hz.
Şiblî rahmetuliahi aieyh'ln hizmetçisi olan Bekrân Dînverî rahmetuliahi
aieytfe, "Sen Hz. Şiblî rahmetuliahi aieyh'm vefatı sırasın-da nasıl bir
manzara gördün?" dedi. Hizmetçi, "Şiblî hazretleri şöyle buyurmuştu;
<Ben bir adama bir dirhem miktarı haksızlık ettim. Onun adına birkaç bin
dirhem sadaka verdim. Ancak, o dirhem neden ben de kaldı diye hâlâ kalbimde bir
ağırlık var>. Ondan sonra, <Bana abdest aldır> dedi. Ben abdest
aldırdım ama sakalına Hilal yapmayı (yani sakalı arasına parmaklarımı sokmayı)
unuttum. Zaten kendisi de güçsüzlükten dolayı bunu yapamazdı. Dili tutulmuştu.
Bundan dolayı benim elimi tutarak kendi sakalının arasına koydu ve ahirete
intikal etti" buyurdu. Cafer rahmetuliahi aleyh bunu duyunca, "Bu
durumda bile İslam'ın edebi ve bir müs-tehabını kaçırmayan bir zât hakkında ne
söylenebilir!" diyerek ağlamaya başladı.Bir Allah dostu ölmek üzereydi. Hanımı
ağlamaya başladı. O, "Niçin ağlıyorsun?" dedi. Hanımı, "Senin
ayrılığına ağlıyorum" dedi. O, "Sen kendin için ağla! Ben bugün için
(yani bugünün arzusuyla ve bugünü bekleyerek) 40 seneden beri ağlıyorum"
dedi. Hz. Kettânî rahmetuliahi aieyh'm vefatı sırasında biri kendisine,
"Sizin devamlı yaptığınız ameller hangileridir" dedi. O, "Eğer
benim vefatım yakın olmasaydı söylemezdim. Ben kırk seneden beri kalbimin
kapısını muhafaza ediyorum. Ne zamanki ona Ğayrullah (Allah'tan başkası) girmek
istese kapıyı kapatıyorum" dedi. Hz. Mu'temer rahmetuliahi aleyh diyor ki:
"Ben Hakem'in vefatı sırasında onun yanındaydım ve Aliahu Teâlâ'nın ona
ölümün şiddetini kolaylaştırması için dua ediyordum. Çünkü onda falan falan
güzellikler vardı. Ben onun güzel âdetlerini sayarak dua ediyordum". Hakem
kendinden geçiyordu. Kendine gelince, "Falan falan sözleri kim
söylüyordu?" dedi. Ben, "Ben söylüyordum" dedim. Hakem,
"Melek-ül Mevt aieyhisseiam diyor ki; <Ben her cömert kimseye
yu-muşakdavranırım>". Böyle diyerek Hakem'in ruhu uçtu, gitti. Hz.
Memşâd Dinverî rahmetuilahi a/ey/i'in vefatı sırasında büyük bir zât onun
yanında oturuyordu. Ona Cennet verilmesi için dua etti. Hz. Memşâd rahmetuliahi
aleyh gülümsedi ve "Otuz seneden beri Cennet bütün ziynetiyle birlikte
benim karşıma geldi. Ben bir kere biie ona alıcı gözüyle bakmadım (ben
Cennet'in sahibini arzulamaktayım)" dedi.[173]Hz,
Ömer bin Abdulaziz rahmetuliahi aieyh'in vefatı yaklaştığında yanında hizmet
için bir tabib bulunuyordu. O, "Emir'ül Mü'min'e zehir verilmiş. Bundan
dolayı ben onun hayatından emin değilim" dedi. Hz. Ömer Ibni Abdulaziz
rahmetuliahi aleyh ona, "Sen kendisine zehir verilmeyen adamın hayatına
da itibar etmemelisin" buyurdu. Tabib, "Siz kendinize zehir
verildiğini tahmin etmiş miydiniz?" diye sorunca Hz. Ömer İbni Abdulaziz
rahmetuliahi aleyh, "Ben bu zehir karnıma gittiği an ondan haberim
olmuştu" dedi. Tabib, "Siz bu zehirlenmeyi tedavi ediniz. Yoksa
canınız gider" dedi. O, "Canımın gideceği Zât yani Rabbim, yanına
gidilenlerin içinde en hayırlı olandır. Allah'a yemin olsun ki, eğer kulağımın
yanında içinde bana şifâ olan bir şeyin konulduğunu bilsem, oraya kadar bile
elimi uzatmam" dedi ve şöyle devam etti: "Allah'ım! Ömer'i kendinle
buluşmak için seç al!" Bundan birkaç gün sonra ahirete intikal eyledi.
Meymûn bin Mehrân diyor ki: Hz. Ömer bin Abdulaziz rahmetuliahi aleyh o
zamanlar ölmek için sık sık dua ediyordu. Biri kendisine, "Öyle
yapmayınız. Aliahu Teâlâ sizin sebebinizle (Rasûlullah sanalla-hu aleyhi
vaseiiem'in pek çok sünnetini ihya etmiş, (başlamış olan) pek çok bid'ati
bastırmıştır" dedi. Bunun üzerine o şöyle buyurdu: "Ben salih bir kul
(olan Hz. Yusuf aiânebiyyina ve aieyhissaiatü vesselam) gibi olmayayım mı? O
şöyle dua etmişti:"
"Rabbim! Benim
canımı müslüman olarak al ve beni salihlere kat" (Yusuf-101)
Vefatı yaklaştığında
Mesleme rahmetuliahi aleyh ona, "Sizin kefen için verdiğiniz parayla
basit bir kefen geldi. Buna biraz ilave edilmesine müsaade ediniz" dedi.
Halife, "Onu bana getir" dedi. Kısa bir süre ona baktıktan sonra,
"Eğer Rabbim benden razı ise bana bundan daha güzel bir kefen hemen
verilecektir. Eğer Rabbim bana gazablı ise o zaman hangi kefen olursa olsun, o
zorla alınacak ve onun yerine Cehennem ateşinden bir kefen verilecektir"
buyurdu. Ondan sonra, "Beni oturtun" dedi. Oturduktan sonra,
"Allah'ım! Sen bana (yapmam için) emrettiğin (şeyleri) ben yerine
getiremedim. Yasakladığın şeyler hususunda sana itaat edemedim. Fakat yine de
Lâ ilahe
illallah" dedi ve ahirete intikal etti. Bir rivayete göre vefatı esnasında
şöyle buyurdu: "Ben öyle bir topluluk görüyorum ki, onlar ne cin ne de
insandırlar". Başka bir rivayete göre vefatı sırasında herkesi yanından
uzaklaştırdı ve "Burada kimse kalmasın" dedi. Hepsi dışarı çıktılar
ve delik ve aralıklardan bakmaya başladılar. O şöyle diyordu: "Ne insan ne
de cin olan varlıkların gelişi çok mübarektir". Ondan sonra Kasas
sûresinin şu ayetini okudu:[174]
"İşte
ahiret yurdu. Biz onu yeryüzünde böbürlenmek ve bozgunculuk çıkarmak
istemeyenlere veririz"
(Kasas-83)
Bir Allah dostu diyor
ki: Ben kabirdekilerin halini göstermesi için Allah'a dua ettim. Bir gece
rüyamda gördüm ki, sanki kıyamet kopmuştu. İnsanlar kabirlerinden
çıkıyorlardı. Onlardan bazıları (en üstün ve özel bir ipek çeşidi olan) Sündüs
üzerinde uyuyorlardı. Kimisi normal ipek üzerinde, kimisi yüksek tahtlar
üzerinde kimisi de güller üzerindeydi. Kimi gülüyor kimi de ağlıyordu. Ben,
"Allah'ım! Bunların hepsinin hâli bir olsaydı ne güzel olurdu"
dedim. O ölülerden biri, "Bu, amellerin değişik olmasından dolayıdır.
Sündüs ehli güzel âdet (ve ahlak) sahipleridir. İpek ehli iseşehidlerdir.
Güllerin içinde olanlar oruç tutanlardır. Gülenler tevbe edenlerdir.
Ağlayanlar ise günahkarlardır. Yüksek makam sahipleri (herhalde Cennet'te
yüksek tahtlara sahip olanlar) Allah için birbirini seven insanlardır"
buyurdu.[175]Bir kefen hırsızı vardı.
Kabirleri kazarak kefenleri çalardı. O bir kabir kazdı. Orada bir şahsın
yüksek taht üzerine oturduğunu gördü. Önüne Kur'an-ı Kerim koymuş okuyordu.
Tahtının altından bir nehir akıyordu. Kefen hırsızı olan şahsın üzerine öyle
bir korku çöktü ki, bayılıp düştü. Halk onu kabirden çıkardı. Üç gün sonra
ayıldı. Halk olayı sorunca o bütün olanları anlattı. Bazı insanlar o kabri
görmeyi arzuladılar. Ondan kabrin yerini haber vermesini istediler. O da onları
götürüp kabri göstermek istedi. Gece rüyasında o kabirdeki büyük zatı gördü.
Şöyle diyordu: "Eğer sen benim kabrimi gösterirsen, öyle afetlere düşeceksin
ki, ölünceye kadar pişman olacaksın". Adam bunun üzerine, "Haber vermeyeceğim"
diye söz verdi.[176]
Şeyh Ebû Yakûb Sunûsî
rahmetuliahi aleyh diyor ki: Benim yanıma bir mürid geldi ve "Ben yarın
öğlen vakti öleceğim" dedi. Nitekim ertesi gün öğlen vakti Mescid-i
Haram'a geldi. Tavaf yaptı ve biraz uzağa gidip öldü. Ben onu yıkadım ve
kefenledim. Kabre koyacağım sırada gözlerini açtı. Ben, "Öldükten sonra da
mı hayat var?" dedim. O, "Ben hayattayım ve Allah'a aşık olan herkes
diri kalır"[177]
dedi. Yine bir Allah dostu diyor ki: Ben bir müridi yıkadım. O benim
başparmağımı tuttu. Ben ona, "Parmağımı bırak, ben senin ölmediğini
biliyorum. Bu bir mekandan diğer mekana intikal etmektir" dedim. O da
benim parmağımı bıraktı. Şeyh İbnül Celâ meşhur bir Allah dostudur. Diyor ki:
Babam vefat edince onu yıkamak için bir sedirin üzerine koyduk. O gülmeye
başladı. Yıkayıcı bırakıp gitti. Kimse onu yıkamaya cesaret edemiyordu. Onun
arkadaşı olan başka bir Allah dostu geldi ve onu yıkadı.[178]Kısaca
Ravz kitabının yazarı, o aşıkların pek çok vefat hadiselerini yazmıştır, o
hadiselerden aşıkların ölüm anında ve öldükten sonra son derece neşeli
olmaları, gülmeleri, şaka yapmaları ve neşelendikleri anlaşılmaktadır. Hafız
İb-ni Abdil Berr rahmetuliahi aleyh Istîâb adlı eserinde ölümden sonra
konuşmayla ilgili bazı olayları zikretmiştir. Hz. Zeyd bin Harise radıyaiiahu
anh'\n hayatını anlatırken şöyle yazmıştır: "Onun öldükten sonra
konuşmasında ihtilaf yoktur". Aynı şekildeki olaylar bazı Sahâbe-i
Kiram'dan da nakledilmiştir.
Sahâbe-i Kiram Mûte
gazvesine giderken halk gidenlerin hayır ve selametle geri gelmeleri için dua
etmeye başladılar. O vakit Abdullah bin Revâha radıyaiiahu anh üç şiir okudu.
Onların manası şöyleydi: "Ben geri dönmek yerine Allah'ın beni
bağışlamasını arzu ediyorum. Ve başımı ikiye ayıracak bir kılıç darbesini veya
bağırsaklarımı ve ciğerimi parçalayarak giden bir mızrağın bana saplanmasını
temenni ediyorum". Sahâbe-i Kiram hazretleri cenk meydanına ulaştıklarında
sayıları toplam üç bin kişiydi. Oraya varınca düşman sayısının 200 bin kişi olduğu
anlaşıldı. Bundan dolayı Sahabeler arasında şöyle bir meşvere yapıldı:
"Önce Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiieme bu durum bildirilmeli. Ondan
sonra eğer Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem emrederse,savaşa
başlanmalı". Abdullah İbni Revâha radıyaüahu anh bu şekilde meşvere
olduğunu öğrenince geldi ve "Siz acayip insanlarsınız. Temenni ederek
çıktığınız şey hakkında meşvere yapıyorsunuz. Siz sadece şehid olmayı taleb
etmek için çıktınız. Biz hiçbir zaman teçhizat, kuvvet ve sayıya güvenerek
savaş yapmadık. Biz daima İslam'ın bize verdiği güçle savaştık. Kalkın meydana
yürüyün! İki şeyden uzak değilsiniz. Ya galibiyet ve fetih ya da şehadet.
Bizim için her ikisi de şereftir" dedi. Onun bu sözlerini dinleyince hepsi
savaş için hazır hale geldiler ve savaş başladı. Rasûlullah saiiai-lahu aleyhi
veseiiem ordu hareket ederken Hz. Zeyd bin Harise radıyaiiahu an/i'ı emir tayin
etmişti ve şöyle buyurmuştu: "Eğer o şehid olursa Hz. Cafer bin Ebî Talib
radıyaiiahu anh emir olacaktır. O da şehit olursa, Abdullah bin Revâha
radıyaiiahu anh emir olacaktır. O da şehid olursa, o zaman müslümanlar meşvere
ile kimi isterlerse emir yapsınlar". Nitekim savaş meydanında Hz. Zeyd
radıyaiiahu anh ve ondan sonra Hz. Cafer radıyaiiahu anh şehid olunca insanlar
Hz. Abdullah'a seslendiler. O askerin kanat tarafındaydı. Elinde bir et
parçası vardı. Üç günden beri bir şey tatmaya fırsat bulamamıştı. Biri gelerek
kendisine, "Hz. Cafer şehid oldu" dedi. Hz. Abdullah bin Revâha
radıyaiiahu anh kendi nefsine, "Sen dünya ile meşgul oluyorsun (yemeğe
daldın gidiyorsun)" diyerek elindeki et parçasını attı.Sancağı eline
alarak ilerledi. Biri ona saldırınca elinin parmağı kesildi. Bunun üzerine şu
manada üç şiir okudu: "Sen sadece kana bulanmış bir parmaktan başka bir
şey değilsin. Bu da ancak Allah yolunda olmuştur. Bu ise büyük bir nimettir. Ey
nefis! Şunu iyi bil ki, eğer sen şehid olmazsan yine de öleceksin. Mutlaka ölüm
gelecektir. Bak, sen hangi şeyi arzuluyorsan (yani şehitliği) o karşına
çıkmıştır. Eğer sen önceki iki arkadaşın Zeyd ve Cafer gibi örnek bir iş yaparsan
hidayete ermiş olursun. Eğer sen onlardan geriye adım atarsan bedbaht
olursun". Ondan sonra kendi kendine şöyle dedi: "Şu an sen neleri
hayal edebilirsin? Eğer hanımını hayal ediyorsan onu üç talakla boşadım. Eğer
köleleri düşünüyorsan onların hepsini azad ettim. Eğer bağlarını hatırlıyorsan
onların hepsi Allah için sadaka olsun. Ey nefis! Sen Cennet'i istemiyor musun?
Allah'a yemin olsun ki, sen mutlaka ölüme doğru gideceksin. İster gönüllü git,
ister zorla. Sen çok rahat bir hayat geçirdin. Artık ne düşünüyorsun? Sen kendi
hakikatini bir düşün. Sen bir damla nutfe idin". Hülâsa bu düşüncelerden
sonra Hz. İbni Revâha radıyaiiahu anh ileri atıldı ve şehid oldu".
Hikâyat-üs Sahabe adlı eserimizde bu kıssa geniş olarak geçmiştir. Buna benzer
daha bir çok kıssalarda geçmiştir.Hz. SÜfyan bin Haris radıyaiiahu anh,
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vesellem'm amca oğluydu. Vefatı sırasında ev
halkı ağlamaya başladılar. Buyurdu ki: "Siz İslam'a girdikten sonra
dilinden asla yanlış bir söz çıkarmayan, bedeniyle asla yanlış bir hareket
yapmayan kişiye ağlamayın (yani böyle birinin ölümü kendisi için sevinç üzerine
sevinçtir)". Sunâbihî rahmetuliahi aleyh diyor ki: Hz. Ubâde radı-yaüahu
anh vefat edeceği sırada ben yanındaydım. Benim ağlayacağım geldi. O,
"Niçin ağlıyorsun? Allah'a yemin olsun ki! Eğer kıyamet günü benden
şahitlik talep edilirse, senin için en güzel şahitliği ederim. Eğer bana
şefaat izni verilirse senin için şefaat ederim. Gücümün yettiği yere kadar sana
faydalı olurum" dedi. Ondan sonra şöyle buyurdu: "Ben Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi vese//em'den işittiğim ve senin faydana olan ne kadar hadis
varsa, hepsini sana ulaştırdım. Bir hadis müstesna. Onu da şimdi, bu alemden
göç ederken söylüyorum. Ben Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi vese//em'den işittim
ki; <Kim Lâ ilahe illallah Muhammedurrasölullah kelimesine şahitlik ederse,
ona Cehennem ateşi haramdır>"Hz. Ebû Bekr radıyaiiahu anh vefat edeceği
sırada kızı ağlamaya başladı. O, "Kızım ağlama" dedi. Kızı,
"Eğer senin vefatına da ağlamazsam, kimin vefatına ağlayacağım?"
dedi. Hz. Ebû Bekr radıyaiiahu anh, "Şu an kimsenin canının çıkması,
benim canımın çıkmasından daha sevimli değildir. Hatta şu sineğin canının
çıkması bile kendi canımın çıkmasından da sevimli değildir (ölüm bana bu kadar
sevimli olduğu halde sen buna ağlıyorsun)". Ondan sonra Hamran adındaki
bir şahsa şöyle dedi: "Şüphesiz ki, ben <Ölüm vakti sakın İslam elimden
çıkmasın> diye mutlaka korkarım".Hz. Sa'd bin Ebî Vakkas radıyaiiahu
anh vefat edeceği sırada, "Benim yün cübbemi getirin" dedi. Cübbe
getirildi. Çok eski ve yıpranmıştı. Buyurdu ki: "Beni bununla kefenleyin.
Bu cübbe Bedir savaşında benim üzerimdeydi". Abdullah bin Âmir bin Küreyz
radıyaiiahu anh vefat ediyordu. Ruhunu teslim etmek üzeredeydi. Hz. Abdullah
bin Zübeyr radıyaiiahu anh ve Hz. Abdullah İbni Abbas radıyaiiahu annu-ma onun
yanına gitmişlerdi. O kendi adamlarına, "Bakın benim bu iki kardeşim
oruçludur. Sakın benim ölümünden dolayı onların yemeğinde gecikme olmasın ve
oruçlarını açmaları ertelenmesin" dedi. Abdullah İbni Zübeyr radıyaiiahu
anh ona, "Eğer seni ikram ve cömertlikten herhangi bir şey alıkoysaydı can
verme acısı alıkoyardı. Ancak o da sana mâni olamadı" dedi. M
"Kim Allah'a ve
peygambere itaat ederse, İşte onlar Allah'ın kendilerini nimet verdiği
peygamber, sıddıklar, şehitler ve salih kimselerle beraberdirler". (N
Hz. Abdullah İbni Musa
rahmetuiiahi aleyh diyor ki: Hz. Ali bin Salih rahmetuiiahi aleyh ahirete
intikal etti. Ben bir sefere çıkmıştım. Ben seferden dönünce onun kardeşi Hasan
bin Salih'in yanına taziye için gittim. Ben oraya varınca ağlayasım geldi.
Hasan bana şöyle buyurdu: "Ağlamadan önce onun vefatının durumunu dinle,
bak nasıl zevk verici bir şey: Can verme acısı başlayınca, benden su istedi.
Ben su götürdüm. O, <Ben içtim> dedi. Ben, <Kim içirdi?> dedim. O,
<Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem saf halindeki pek çok melekle
birlikte geldi ve bana su içir-di> dedi. Ben, kendinden geçerek söylemiş
olmasın diye düşünerek, <Meleklerin safları nasıldı?> dedim. O,
<Birbiri üstüne. (Bir elini diğerinin üzerine koyarak) işte şu
şekildeydi> dedi".Ebû Bekr bin Ayyaş rahmetuiiahi aleyh vefat ederken,
onun kız kardeşi ağlamaya başladı. O, "Bacım ağlayacak bir şey yok.
Kardeşin evin şu köşesinde Kur'an-ı Kerim'i 12 bin defa hatmetmiştir"
dedi. Amr bin Ubeyd rahmetuiiahi aleyh diyor ki: Ebû Şuayb Salih bin Ziyad
rahmetuiiahi aleyh hastaydı. Ben onu ziyarete gittiğimde ruhunu teslim etmek
üzereydi. Bana şöyle dedi: "Sana müjde vereyim mi? Ben burada yüzü
yakışıksız bir yabancı adam görüyorum, Ben ona, <Sen kimsin?> diye
sordum. O, <Ölüm meleğiyim^ dedi. Ben, <Bana yumuşak davran> dedim. O,
<Bana yumuşak davranmam emredildi> dedi". Hz. İmam Ahmed bin Hanbel
rahmetuiiahi aleyhin oğlu diyor ki: Babam vefat ederken ben yanında
oturuyordum.Vefatından sonra çenesini bağlamak için elimde bir parça bez vardı.
O bayılıyordu. Biz vefat ettiğini zannediyorduk. Sonra tekrar kendine
geliyordu. O vakit şöyle diyordu; "Şimdi değil, şimdi değil". Üçüncü
defa bu durum olunca ben kendisine, "Siz ne diyorsunuz?" dedim. O,
"Oğlum! Senin haberin yok. Mel'un şeytan benim yanımda duruyor. Öfke ve
üzüntüsünden parmağını dişleriyle sıkmakta ve <Ey Ahmed! Sen benim elimden
kurtuldun> demektedir. Ben de ona, <Yalancı! Şimdi değil (can çıkana
kadar senden emin olunmaz)> diyorum" buyurdu.Hz. Adem bin İyâs
rahmetuiiahi aieytiin son vaktiydi. Bir şala bürünmüş Kur'an okuyordu. Kur'an-ı
Kerim'i hatmedince şöyle dedi: "Benim sana olan sevgim hürmetine arz
ediyorum ki, bana yumuşak davranılsın. Bugün için sana ümid bağlıyordum".
Ondan sonra Lâ ilahe illallah dedi ve ruhunu teslim etti. Mesleme bin Abdilmeük
rahmetuiiahi aleyh vefat edeceği zaman ağlamaya başladı. Biri kendisine
ağlamasının sebebini sorunca, "Ben ölümden korktuğumdan dolayı ağlamıyorum.
Ben Allah'a tam olarak güveniyorum. Ben şunun için ağlıyorum ki, otuz defa
cihada katıldım. Ancak şehidlik nasip olmadı. Bugün kadınlar gibi yatağımda
ölüyorum" dedi. İyâs bin Katâde Abşemî rahmetuiiahi aleyh bir gün aynaya
bakınca başında beyaz kıllar gördü. Bunun üzerine buyurdu ki: "Beyaz
kıllar geldikten sonra ahiretten başka şeylerle uğraşmamak gerekir. Artık
dünyaya veda etme zamanı gelmiştir". Ondan sonra çok fazla mücahedeye
başladı. Bir defasında Cuma günü namazı kıldıktan sonra dışarı çıkıyordu.
Gökyüzüne bakarak, "Hoş geldin. Ben seni çok sabırsızlıkla
bekliyordum" dedikten sonra yanındakilere, "Ben ölünce, beni Melhûb
denilen yere götürüp defnedin" buyurdu, daha sonra ruhunu teslim etti ve
yere yığıldı.Hz. İmam Ahmed bin Hanbel rahmetuiiahi aieyh'ln talebesi Ahmed bin
Hânî rahmetuiiahi aleyh vefat edeceği zaman oğlu İshak'a, "Güneş battı
mı?" diye sordu. Oğlu, "Henüz batmadı. Ancak babacığım! Böyle
şiddetli hastalık halinde farz olan orucu bile bozmaya izin verilmiştir.
Seninki ise nafile oruçtur. Orucunuzu bozunuz" dedi. O, {kim bilir ne
gördüyse) "Hey! Dur bakalım!" dedikten sonra, "Bu gibi şeyler
için insan iyi ameller yapmalı" buyurdu ve ruhunu teslim etti. (Bu söz
Kur'an-ı Kerimin şu ayetlerine işarettir:)
"Şüphesiz ki bu
(Cennet'e erme) büyük bir kurtuluştur. / Çalışanlar bu gibi kurtuluşu elde
etmek için çalışsınlar". (Sâffât-60,61)
Ebû Hakîm Hiyerî
rahmetuiiahi aleyh oturmuş bir şeyler yazıyordu. Yaza yaza en sonunda kalemi
bırakarak, "Eğer bunun adı ölümse Allah'a yemin olsun ki çok güzel bir
ölüm" dedi ve vefat etti. Ebû'l Vefa bin Akîl rahmetuiiahi aleyh vefat
ederken ev halkı ağlamaya başladılar. O, "50 seneden beri onu uzaklaştırıyorum.
Artık nereye kadar uzaklaştıracağım. Şimdi sen beni bırak. Ben onu geldiğinden
dolayı tebrik ediyorum" dedi.
Meşhur bir kitap olan
İhyâ-ûl Ulûm'un yazarı İmam Gazali rahmetuiiahi aleyh Pazartesi günü abdest
alıp sabah namazını kıldı. Sonra kefenini istedi. Onu öpüp, gözlerinin üzerine
koyduktan sonra, "Hükümdarın yanında bulunmak için memnuniyetle
hazırım" dedi ve ayaklarını uzatarak kıbleye doğru yattı ve hemen vefat
etti. İbnül Cevzî rahmetuiiahi aleyh diyor ki: Hocam Ebû Bekr bin Habîb rahmetuiiahi
aleyh vefat edeceği sırada talebeleri, "Biraz vasiyet buyurunuz"
elediler. O, "Üç şeyi vasiyet ediyorum; 1-Allah korkusu, 2-lssız bir yerde
O'nu murakabe etmek, 3-Benim başıma gelen şeyin (yani ölümün) korkusunu
taşımak. Ben 61 sene ömür geçirdim. Ama sanki dünyayı hiç görmemişim (o kadar
çabuk gitti ki)" dedi. Ondan sonra yanında oturan birine, "Bak
alnımdan ter geldi mi, gelmedi mi?" buyurdu. O, "Geldi" dedi.
Bunun üzerine, "Allah'a şükür olsun. (Hadiste geçtiği gibi) Bu iman üzere
ölmenin alâmetidir" buyurdu.İmam Buhârİ rahmetuiiahi aleyti'm talebesi
EbÛ'l Vakt Abdulevvel rahmetuiiahi vefat
anı geldiğinde dilinden çıkan en son söz şu olmuştur:
"Keşke kavmim
Rabbimin beni bağışladığını / ve ikram edilenlerden kıldığını bilse"
(Yâsin-26,27)
Muhammed bin Hâmid
rahmetuiiahi aleyh diyor ki: Ben Ahmed bin Hadraveyh rahmetuiiahi aieyh'ii)
vefatı sırasında yanında oturuyordum. Onun ruhunu teslim etme vakti başlamıştı.
95 yaşında idi. Bir şahıs kendisine bir fıkhı mesele sordu. Onun gözleri doldu
ve "Evladım 95 seneden beri bir kapının açılması için çalışmaktayım. Şu an
o kapı açılmak üzere. Acaba o kapı saadetle mi açılacak yoksa bedbahtlıkla mı
diye beni endişe kaplamıştır. Şu an cevap vermeye fırsat nerede?" buyurdu.
Bu esnada alacaklılar onun vefat etme haberini duyup toplandılar. Onun 700
dinar (altın) borcu vardı. Şöyle dedi: "Allah'ım! Sen rehini (yani
teminatı) alacaklıların güvenceleri için meşru kıldın. Şu an Sen onların
güvencelerini çağırıyorsun (yani onlar benim varlığımdan dolayı güven ve
itminan içindeydiler). Artık ben gidiyorum, onların borcunu öde". O anda
biri kapıyı çaldı ve "Ahmed'in alacaklıları nerede?" dedi. Hepsinin
borçlarını sayarak ödedi ve gitti. O da ruhunu teslim etti.Bir Allah dostu
vefat ediyordu. Hizmetçisine, "Benim ellerimi bağla ve başımı yere
koy" dedikten sonra, "Yolculuk vakti geldi. Ne ben günahlardan
beriyim, ne benim yanımda mazeret olarak ileri sürebileceğim bir özrüm var ne de
yardım alabileceğim bir gücüm vardır. Artık benim için ancak Sen varsın. Benim
için ancak Sen varsın..." Böyle diye diye bir çığlık attı ve ahirete
intikal etti. Gaybtan şöyle bir ses geldi: "Bu kul kendi Mevlâ'sının
karşısında acizliğini gösterdi. O da kabul etti". Bir şahıs diyor ki: Bir
fakir ruhunu teslim ederken derin derin soluyordu. Ağzına pek çok sinekler
konmuştu. Ben ona acıdım ve onun yanına oturup sinekleri kovmaya başladım. O
gözünü açtı ve "Yıllarca bu özel vakit için çalıştım. Bütün ömür
çalışmakla nasip olmayan şeye şimdi kavuşmuştum. Sen gelip araya girdin, git
kendi işine bak! Allah iyiliğini versin" dedi.Ebû Bekr Rakkî rahmetuiiahi
aleyh diyor ki: Ben sabahtan sonra Ebû Bekr Zakkâk rahmetuiiahi aieyh'm
yanındaydım. O şöyle diyordu: "Allah'ım! Sen beni bu dünyada ne kadar
tutacaksın". O gün öğlen vakti girmeden ahirete intikal etti. Hz. Mekhul
Şâmî rahmetuiiahi aleyh hastaydı. Bir adam onun yanına gitti ve "Allah
sana sıhhat versin" dedi. O, "Asla! kendisinden sadece hayır ümid
edilen Zât'ın yanına gitmek, kendilerinin kötülüğünden hiçbir zaman emin
olunmayan kimselerin yanında kalmaktan daha iyidir" dedi. Ebû Ali Rüzbârî
rahmetuiiahi aleyh diyor ki: Bayram günü yanıma bir fakir geldi. Hali çok
perişan ve elbisesi eskiydi. "Burada bir fakirin öleceği temiz ve saf bir
mekan var mı?" dedi. Ben ciddiye almadan sözünü boş zannederek,
"İçeri gel, nerede istersen yat ve öl" dedim. O içeri geldi, abdest
aldı. Birkaç rekat namaz kıldı ve yatarak öldü. Ben onu teçhiz ve kefenlemesini
yaptım. Defnederken, "Onun yüzündeki kefeni açıp, başını yere koyayım, tâ
ki Allah ceiie ceiaiuhu onun garipliğine merhamet etsin" diye düşündüm. Bu
maksatla yüzünü açınca, o da gözünü açtı. Ben, "Efendim öldükten sonrada
hayat var mı?" dedim. O, "Ben hayattayım. Her Allah aşığı
hayattadır. Ben yarın kıyamet günü kendi itibarımla sana yardım edeceğim"
dedi.Ali bin Sehl Esbehânî rahmetuiiahi aleyh derdi ki: "Sen zannediyor
musun ki, ben halkın öldüğü gibi öleceğim (Bu tür ölümlerde genellikle,
hastalık, hasta ziyaretleri vs. gibi yüz çeşit mesele oluyor. Aksine) ben
şöyle öleceğim: Bana, <Ey Ali!> denecek, ben de yürüyeceğim".
Nitekim aynen öyle oldu. Bir gün bir yere gidiyordu. Gide gide, "Lebbeyk!
(yani hazırım)" dedi ve öldü. Ebû'l Hasan Müze-nî rahmetuiiahi aleyh diyor
ki: Ebû Yakub Nehircûrî rahmetuiiahi aleyh vefat ediyordu. Ruhunu teslim
edeceği sırada ben, Lâ ilahe illallah kelimesini telkin ettim. Bunun üzerine
bana bakarak güldü ve "Bana mı telkin yapıyorsun? Kendisine asla ölüm
gelmeyecek olan Zât'ın izzetine yemin olsun ki, benimle O'nun arasında sadece
O'nun büyüklük ve izzet perdesi vardır" dedi. Bunu söyler söylemez ruhunu
teslim etti. Müzeni rahmetuiiahi aleyh sakalını tutarak, "Benim gibi bir
berberin, salih bir evliyaya telkin yapması utanılacak birdurumdu" derdi.
O, bu olayı hatırladıkça ağlardı.Ebû'l Hasan Mâlikî rahmetuiiahi aleyh diyor
ki: Ben Hz. Hayr Nûrbâf rahmetulla-hi a/ey/i'le beraber yıllarca kaldım. O
vefatından sekiz gün önce şöyle buyurdu: "Ben Perşembe günü akşam vakti
öleceğim ve Cuma namazından sonra defnedileceğim. Sakın unutma!" Ancak
ben unutmuştum. Cuma sabahı bir adam onun vefat ettiğini bana haber verdi. Ben
hemen cenazeye katılmak için gittim. Yolda onun evinden gelen insanlarla
karşılılaştım. Onlar, "Cumadan sonra defin olunacak" diyordu. Ancak
ben onun evine vardım. Oraya gidince onun nasıl vefat ettiğini sordum. Vefatı
anında onun yanında bulunan bir zat şöyle anlattı: "Akşam namazına yakın o
bayılır gibi oldu. Ondan sonra biraz kendine geldi. Evin bir köşesine bakarak,
<Biraz dur sana da bir iş emredildi bana da. Ancak sana emredilen iş
aksamayacak ama bana emredilen iş kalacaktır. Öyleyse biraz dur da bana
emredilen işi yerine getireyim>. Ondan sonra su istedi, abdest aldı, namaz
kıldı. Daha sonra gözlerini kapatıp ayaklarını uzatıp yattı ve ahirete
gitti".Biri onu rüyasında gördü ve "Nasılsın?" dedi. O,
"Boş ver, bunu sorma! Sizin bozulmuş ve kokuşmuş dünyanızdan
kurtuldum" dedi.Ebû Saîd Hazzâr rahmetuiiahi aleyh diyor ki: Bir defasında
ben Mekke-i Mü-kerreme'deydim. Bâb'ı Benî Şeybe'den çıkıyordum. Kapının dışında
son derece güzel bir adamın ölü olarak yattığını gördüm. Ben onun tarafına
dikkatlice bakıyordum. O da bana bakıp gülmeye başladı ve "Ebû Saîd! Sen
bilmiyor musun ki (muhabbet ehli) dostlar ölmezler. Bir alemden diğer aleme
intikal ederler" dedi. Hz. Zünnûn Mısri rahmetuiiahi aleyh vefat edeceği
sırada biri kendisine vasiyet etmesini arzetti. O, "Ben O'nun şefkatinin
fevkalâde durumuna hayran oluyorum. Şu an beni meşgul etme" buyurdu. Ebû
Osman Hiyeri rahmetuiiahi aleyh diyor ki: Ebû Hafs rahmetuiiahi aleyh vefat
ederken biri kendisine, "Bir vasiyet buyurunuz" dedi. O, "Benim
konuşma gücüm yok" dedi. Ondan sonra kendisine biraz güç gelince ben,
"Şimdi buyurun, söyleyiniz. Ben halka ulaştırırım" dedim. Buyurdu ki;
"Kişi kendi kusurlarından dolayı gönlünün bütünüyle acizliğini ve
tevazuunu göstermelidir (Bu kadar yeter. Bu benim en son vasiyetimdir)".
Hz. Cüneyd Bağdadî rahmetuiiahi aleyh buyurdu ki: Hz. Sirrî Sakatî rahmetuiiahi
aleyh vefat edeceği sırada son anlarındaydı. Ben baş ucunda oturmuştum. Yüzümü
onun yüzüne koydum. Gözümden yaşlar boşanıyordu. Göz yaşlarım onun yanaklarına
düşünce, "Kimsin?" dedi. Ben, "Sizin hizmetçiniz Cüneyd"
dedim. O, "Merhaha (çok iyi ettin de geldin)" dedi. Ben, "Son
bir vasiyet buyurun" dedim. O, "Kötü insanların sohbetinden
(arkadaşlığından) kendini koru. Sakın başkalarıyla olan sohbet ve dostluğun
seni Allahu Teâlâ'dan ayırmasın" buyurdu. Hz. Habîb Acemî (meşhur Sûfiya-i
Kiram'dandır) vefatı sırasında çok endişeleniyordu. Biri kendisine, "Sizin
gibi bir büyük zata bu endişe ve korku uygun düşmemektedir. Bundan önce sizin
böyle bir haliniz yoktu (yani herhangi bir şeyden dolayı bu kadar bir korku ve
endişe hissetmiyordunuz)" dedi. O, "Sefer çok uzun, yanımda azık
yok. Bundan önce hiç bu yolu görmedim. Mevlâmı ve Sahibimi ziyaret edeceğim.
Bundan önce hiç ziyaret etmedim. Daha önce görmediğim korkunç manzaralar
göreceğim. Kıyamete kadar toprağın altında yalnız başına kalacağım. Yanımda
cana yakın hiçbir kimse olmayacak. Ondan sonra Allah ceiie ce/a/uftu'nun
huzurunda durmak vardır. Ben şundan korkuyorum; Eğer orada, <Ey Habîb! 60
sene içinde şeytanın müdahale etmediği bir teşbih göster> diye bir soru
sorulursa ben ne cevap vereceğim" buyurdu. İşte bu 60 senelik ömründe
zerre kadar dünyaya bağlanmamış birinin başından geçen haldir. Öyleyse bizim
gibi hiçbir vakit (dünya bir tarafa) günahlardan boş durmayan ve her an
şeytanın dalkavukluğunu yapanların hali nice olur.Abdulcebbâr diyor ki: Ben
Feth bin Şehref rahmetuiiahi aieyh'm yanında 30 sene kaldım. O yüzünü göğe
doğru hiç çevirmedi. Bir gün yüzünü göğe çevirip, "Artık Sana olan arzum
çok arttı. Şimdi beni çabuk çağır" dedi. Ondan sonra bir hafta geçmeden
ahirette intikal etti. Ebû Sâîd Mevsilî rahmetuiiahi aleyh diyor ki: Feth bin
Sâîd kurban bayramı namazını kılıp namazgahtan geç döndü. Dönüşte kurban
etlerinin pişmesinden dolayı evlerden ve her taraftan dumanlar çıktığını görünce
ağlamaya başladı ve "Halk kurbanlarla Sana yakınlık elde ettiler. Ey benim
Mahbûbum! Keşke ben hangi şeyi kurban edeceğimi bilseydim" dedi ve
kendinden geçerek düştü. Ben ona su serptim. Uzun bir zaman sonra kendine
geldi. Sonra kalkıp yürüdü. Şehrin sokaklarına ulaşınca yüzünü göğe doğru
çevirip, "Ey benim Mahbûbum! Benim üzüntü ve kederimin uzadığını da ve benim
sokak sokak dolaştığımı da Sen biliyorsun. Ey sevdiğim Zât! Burada beni ne
zamana kadar hapsedeceksin" dedikten sonra tekrar bayılıp düştü. Ben
tekrar su serptim. Kendine geidi ve birkaç gün sonra ahirete intikal etti.Muhammed
bin Kasım rahmetuliahi aleyh diyor ki: Benim şeyhim Muhammed bin Eşlem Tûsî
rahmetuliahi aleyh vefatından dört gün önce bana, "Gel sana müjde vereyim.
Allahu Teâlâ senin arkadaşına (yani bana) o kadar ihsan etti ki, benim ölüm
vaktim geldi. Yine Allahu Teâlâ'nın benim üzerimde ihsanıdır ki, yanımda
hesabını vermek zorunda kalacağım bir dirhem dahi yoktur. Artık evin kapısını
kapat ve ben ölene kadar kimsenin içeri girmesine müsaade etme. Şunu da benden
duy ki, yanımda miras olarak taksim edilecek hiçbir şey yoktur. Sadece şu şal,
şu yaygı şu abdest ibriği ve benim kitaplarım vardır. Bir de şu kesede 30
dirhem var. Onlar benim değil oğlumundur. Onları bir akrabası ona vermişti.
Benim için bundan daha fazla helal olan şey ne olabilir. Çünkü Rasûluilah
saiiai-lahu aleyhi veseilem şöyle buyurmuştur; <Sen ve senin malın
babanındır>. (Öyleyse bu dirhemler oğlumun malı olduğundan, bu hadisi şerife
göre bana helaldir). Bana, onunla avret yerlerimi örtecek kadar bir kefen satın
alın. O paradan daha fazla kullanmayın (yani sadece belden aşağıyı örtecek bir
peştamal alın). Bu yaygı ve şalı da kefen olarak ona ilave edin. Böylece
kefenlik üç parça bez olacaktır. Peştamal, şal ve yaygı. Bu üçüyle beni
sarınız. Bu ibriği namaz kılan bir fakire sadaka olarak veriniz. Tâ ki o abdest
alsın" buyurdu. Bunları söyledikten sonra dördüncü gün hakkın rahmetine
kavuştu.Ebû Abdulhâlİk diyor ki: Ben Yusuf bin Hüseyin rahmetuliahi aleyh'm
ruhunu teslim edeceği sırada yanındaydım. O şöyle diyordu; "Allah'ım!
Dışarıda halka nasihat ettim. İçeride kendi nefsinde tam tersini yaptım. Kendi
nefsimde işlediğim hata ve eksikliği senin yaratıklarına yaptığım nasihatlar
karşılığında affet". Böyle diye diye ruhunu teslim etti.[179]Allahu
Teâlâ onlara bol bol rahmet eylesinBu vefat edenler ne kısmetli kimselerdi!
Allahu Teâlâ onların sayesinde bu değersize de bir pay nasip eylesin. Çünkü O
çok Kerim'dir. O'nun kereminden hiçbir şey uzak değildir.
20) ve
" Hz. Aişe radiyaiiahu anha buyurdu ki: Bir adam gelip Rasûluilah sah
laiiahu aleyhi veseiiem'm Önüne oturdu Ya Rasûlallah! Benim kölelerim var. Bana
yalan söylüyorlar. Beni aldatıyorlar ve benim sözümü tutmuyorlar. Ben de onlara
kötü söz söylüyorum ve dövüyorum. Benimle onlar arasında (kıyamet günü) durum
ne olacak?" dedi. Rasûluilah saiiaiiahu aleyhi veseiiem buyurdu ki:
"Onlar sana ne kadar hıyanet ettiler, ne kadar İsyan ettiler ve ne kadar
yalan söyledilerse, hepsi tartılacak (çünkü orada her şey tartılmaktadır.
İster o şey cismi olan cevher olsun isterse cismi olmayan araz olsun). Bir de
senin onların yaptıklarına karşılık verdiğin cezalar da tartılacaktır. E-ğer
senin verdiğin ceza ile onların suçları eşitse, o zaman durum ne senin lehinde
ne de aleyhindedir (ne alacak ne de verecek vardır). Eğer verdiğin ceza onların
suçundan az ise o kadar sana Ödenecektir. Eğer verdiğin ceza onların
suçlarından fazla ise, o fazlalilığın karşılığı senden alınacaktır". Adam
üzülerek ve ağlayarak bir köşeye çekildi. Rasûluilah saiiaiiahu aleyhi veseiiem
buyurdu ki: "Sen Allahu Teâlâ'nın şöyle buyurduğunu okumadın mı?:<Biz
Kıyamet günü adalet terazileri kuracağız (orada ameller tartılacaktır).Hiç bir
kimse, hiçbir zulme uğratılmayacaktır. İşlenen amel bir hardal tanesi kadar da
olsa Biz onu getirir (tartarız). Hesaba çeken olarak da Biz yeteriz>
(Enbiya-47)". Bunun üzerine adam "Ya Rasûlallah! Öyleyse onlar ve
benim için ayrılıktan daha hayırlı bir şey göremiyorum. Sizi şahid tutuyorum
ki, onların hepsi hürdür (onları azad ediyorum)" dedi. (Timizi
İZAH:
Kıyamet günü hesap işi çok şiddetlidir. Kur'an-ı Kerim ve hadisi şeriflerde
çok sık olarak bu konu üzerinde uyarılar ve geniş açıklamalar zikredilmiştir.
M
1) Allah'a
döndürüleceğiniz günden korkun. Sonra herkese kazandığı (amelinin karşılığı)
tamamen ödenecektir. Ve onlar zulme uğramayacaklardır.
(Bakara-261)
2) Herkesin
yaptığı hayrı ve işlediği kötülüğü hazır bulacağı o kıyamet gününde, kişi
yaptığı kötülük ile kendisi arasında uzun bir mesafe bulunmasını isteyecektir.
Allah sizi Kendisi'nden sakındırır. Allah kullarına karşı çok merhametlidir.
(Bu şefkatten dolayı sizi azabına düşmemeniz için korkutmaktadır).
(Ali İmran^30)
3) Kim hıyanet
ederse, kıyamet gününde (Mahşer meydam'na) hıyanet ettiği şeyle gelir. Sonra
herkese kazandığının karşılığı tam olarak verilir. Onlara zulmedilmez.
(Ali lmran-161)
4) Her nefis
ölümü tadacaktır. Kıyamet gününde (iyi ve kötü) amellerinizin karşılığı size
mutlaka eksiksiz verilecektir. (Âli
İmran-185)
5) Şüphesiz Allah, hesabı süratli olandır (yani
herkesin hesabı çok çabuk görülecek ve ona göre karşılık verilecektir).
(Bu ayet Kur'an-ı
Kerim'in pek çok yerinde geçmektedir)
6) O gün
(kıyamet günü) amellerin tartılacağı bir gerçektir. Sevap tartıları ağır
gelenler, işte onlar kurtuluşa erenlerdir. / Sevab tartıları hafif gelenler
ise kendilerini zarara uğratanlardır. Bunun sebebi de ayetlerimize karşı haksız
davranmalarıdır.
(Araf-8,9)
7) Şüphesiz
ki elçilerimiz (melekler) yaptığınız hileleri yazmaktadırlar (onların hepsinin
karşılığı size kıyamet günü verilecektir. Bu yazılanlar önünüze
gelecektir).
(Yunus-21)
8) Kötü amel
işleyenlerin cezaları ise kötülükleri kadardır. Onların yüzlerini zillet
bürüyecek ve kendilerini Allah'ın azabından koruyacak kimse de
bulunmayacaktır. (Yüzleri Öyle siyah olur ki,) yüzlerini sanki gecenin
karanlığından bir parça kaplamıştır. (Yunus-27)
9) Orada
herkes daha önceki (dünyada) yaptıklanndan dolayı imtihan verir. (Yunus-30)
10) Rablerinin
emrine icabet edenler için güzel mükafat vardır. Allah'ın emrine icabet
etmeyenler ise, yeryüzündekilerin
hepsi hatta onların bir misli daha kendilerinin olsa kurtulmak için feda
ederlerdi. İşte bunlar için kötü bir hesap vardır.
(Rad-18)
11) Ey
Rasûlüm! Sana düşen ancak tebliğ etmektir. Hesaba çekmek yalnız Bize
aittir.
(Rad-40)
12) Ey
Rabbimîz! Herkesin hesaba çekileceği günde, beni, annemi, babamı ve bütün
mü'minleri affet!
(İbrahin>41)
Bu ayet Hz. İbrahim
afeyhfese/a/n'ın duasıdır
13) Kıyamet
gününde suçluların birlikte zincire vurulduklarını görürsün. / Onların
gömlekleri katrandandır (bir cins çam ağacından çıkan reçinedir ki, petrol
gibi yanmaktadır). Yüzlerini ateş kaplar. / Bütün bunları Allah, herkesin
dünyada işlediğinin karşılığını vermek için yapar. Şüphesiz ki Allah'ın hesaba
çekmesi çok süratlidir. (İbrahim 49,50,51)
14) Biz her
insanın (iyi veya kötü) amelini kendi boynuna taktık. Kıyamet gününde onun
için kitap çıkaracağız. O, kitabını açık bulacak. / O gün insana,
"Kitabını oku! Bugün hesap görme bakımından sen kendine yetersin"
denilir (yani kendi hesabını kendin yap, başkasına ihtiyaç yoktur). (İsra-13,14)
15) Hayır
asla! (o kafirin zannettiği gibi değil) Biz onun söylediklerini yazıp
kaydederiz. (Ondan sonra kıyamet günü o yazılmış olan amel defleri onun önüne
konacaktır).
(Meryem-79)
16)
İnsanların hesaba çekilme zamanı yaklaştı. Fakat onlar hâlâ gaflette (onun
hazırlığına aldırmıyorlar).
(Enbiya-1)
17) Tekrar
dirilmek için (kıyamet günü) Sur'a üfürüldüğü zaman (o kadar korku meydana
gelir ki,) onların aralarında soy bağının hiçbir değeri kalmaz (yani hepsi
yabancı gibi olacaklardır. Baba oğuldan kaçacaktır. Abese sûresinin 34, 35 ve
36. ayetlerinde belirtilen durum meydana gelecektir). O babasından, karısından
ve çocuklarından kaçar) ve birbirlerinin halini de soramaz. / Kimin tartısı
ağır gelirse (yani sevap tarafı ağır basarsa), işte onlar kurtuluşa erenlerin
ta kendileridir. / Kimin de tartısı hafif gelirse, işte onlar kendileriniziyana sokanlardır. Cehennem1-de ebediyen
kalacaklardır. / Ateş onların yüzlerini yakar. Onlar ın orada yüzleri kavrulur, dişleri sırıtır, kalır. (Mü'minun-101,102,103,104)
18) İnkar
edenlerin (hidayet nurundan uzak olanların) amelleri, engin göllerdeki serap
gibidir. Susayan, (uzaktan) onu su zanneder. Fakat oraya vardığında umduğundan
hiçbir şey bulamaz, yanında sadece Allah'ı bulur. O da onun hesabını eksiksiz
görüverir. Allah, hesabı süratli olandır.
(Nur-39)
19) Şüphesiz
ki Allah yolundan sapanlara hesap gününü unuttukları için şiddetli bir azab
vardır.
(Sâd-26)
20) Bugün
(kıyamet günü) herkes dünyada kazandığıyla cezalandırılır veya
mükafatlandırılır. Bugün asla zulüm yoktur. Şüphesiz ki Allah hesabı çok çabuk
görendir.
(Mü'min-17)
21) Sen (o
kıyamet gününün) korkusundan bütün ümmetlerin diz üstü çöktüklerini görürsün.
O gün her ümmet amel defterinin başına çağrılacak ve onlara şöyle
denilecektir; "Bugün dünyada yaptıklarınızın karşılığını
göreceksiniz"./İşte bu (amellerinin yazıldığı) kitabımız size gerçekleri
(sizin yaptıklarınızı) söylüyor. Şüphesiz Biz dünyada yaptıklarınızı
(meleklere) yazdırıyorduk (şimdi o karşınızdadır). (Câsiye-28,29)
22) Onun
sağında ve solunda oturan iki alıcı (sözü hemen alıp yazan iki melek)
yaptıklarını kaydetmektedirler. / İnsan hiçbir söz söylemez ki, yanında onu
gözetleyici hazır bir melek bulunmasın. (Kâf-17,18)
23) O gün
(Allahu Teâlâ'nın huzuruna hesap vermek üzere) arz olunursunuz. Hiç bir
şeyiniz gizli kalmaz. / O gün amel deften sağından verilen kimse (sevincinden)
etrafındakilere şöyle der; "İşte kitabım, alın okuyun! / Ben dünyadayken
hesaba çekileceğimi çok iyi biliyordum (dünyada iken bunun için hazırlık
yapıyordum)". / Artık o, razı olduğu bir hayat içindedir. / Meyveleri
sarkmış yüce, / yüksek bir Cennet'tedir. / O gün Cennetliklere şöyle denilir;
"Geçmişteki günlerde işlediğiniz iyi amellerin mükafatı olarak yiyin,
için!" / O gün amel defteri solundan verilen ise (son derece üzüntü
içinde) şöyle der; "Keşke bana amel defterim verilmeseydi. / Hesabımın ne
olduğunu bilmesey-dim. / Keşke ölümüm bütün işleri bitiren olsaydı. / Malım
bana hiç bir fayda vermedi. / Bütün saltanatım benden mahvoldu (gitti)". /
(O gün Cehennem zebanilerine şöyle denilir;) "Alın, bağlayın onu! / Sonra
alev alev yanan Cehen-nem'e atın. / Sonra da onu yetmiş arşın uzunluğundaki
zincire vurun!" (Hâkka-18-32)
Bu ayeti kerimelerin
bir kısmı cimrilik bahsinde geçmiştir.
24)
Üzerinizde size gözcülük eden, / yaptıklarınızı yazan şerefli melekler vardır.
/ Onlar yaptıklarınızı bilirler. (Bu yazılanlar kıyamet günü hesap için
arzolunacaktır). (infitar-10,11,12)
25) Amel
defteri sağından verilen, / yakında kolay bir hesaba çekilecektir / (Ondan
kurtulunca) ailesine sevinçle dönecektir. / Amel defteri arkasından (sol eline)
verilene gelince, hemen ölümü çağıracaktır. / Alev alev yanan Cehennem'e
girecektir. / O dünyada ailesinin yanında sevinç İçindeydi. / O dirilip Rabbİne
dönmeyeceğini sanıyordu. (lnşikak-7-14)
26) Şüphesiz
ki onların dönüşü Bize'dir. / Onları hesaba çekmekte Bize aittir.
(Ğaşiye-25,26)
27) (Rahman
ve Rahim olan Allah'ın adıyla) Yeryüzü şiddetli sarsıntısı ile sarsıldığı, /
yer içindeki ağırlıklarını çıkarıp dışarıya attığı, / İnsan, "Ne oluyor bu
yere?" dediği zaman. / O gün yer Rabbi'nin ona vahyetmesiyle (üzerinde
işlenen iyi ve kötü işleri) haber verecektir, / O gün insanlar amellerinin
karşılığı kendilerine gösterilmek üzere bölük bölük (hesap yerine) dönerler.
(Kimi topluluklar mukarrebîn zümresinden, kimisi salihlerden kimisi de
Cehennemliklerdendir. Sonra her toplulukta çeşitli zümreler olacaktır. Aynı
şekilde bazı topluluklar binekli, bazıları ise yayandır. Onlardan bazıları yüz
üstü süründürülür. Kısaca her çeşit topluluk bulunacaktır). / Kim zerre miktarı
iyilik yapmışsa onun sevabını görür. / Kim de zerre miktarı kötülük yapmışsa
onun cezasını görür. (Zilzâl Sûresi)
Hesaba çekilmek ve
amellerin karşılığını görmekle ilgili bu 27 ayeti örnek olarak zikrettik.
Bunlara ilave olarak pek çok ayetler de çeşitli ifadelerle bu ve buna benzer
konular geçmiştir. Aynı şekilde hadislerdeki binlerce rivayetlerde hesab
gününün şiddetli ahvali zikredilmiştir. Onların hepsini bir araya toplamak çok
zordur. Şu kadarı var ki, sadece dünyalık kazanmak için zayi edilen vakitlerden
bir parçasının da işe yarayacak olan şeylere de harcanması gerekir. Henüz vakit
vardır. Bir şeyler yapılabilir. Yakında öyle bir zaman gelecek ki,
pişmanlıktan başka bir şey kalmayacaktır. Numune olarak buraya birkaç hadis
tercümesi yazıyorum.Hz. Aişe radıyaiiahu anha bir defasında Cehennem'!
hatırlayarak ağladı. Ra-sûlullah sailallahu aleyhi veseliem, "Ne var,
niçin ağlıyorsun?" buyurdu. Hz. Aişe radh yaiiahu anha, "Cehennemi
hatırladım da onun için ağlıyorum. Acaba siz o gün kendi ehli
lyâlinizi hatırlayacak mısınız yoksa
hatırlamayacak
mısınız?" dedi.Rasûlullah
saiiaiiahu aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Üç vakit vardır ki, o vakitlerde
kimse kimseyi hatırlamayacaktır; 1-(Amellerin tartıldığı) mizan vaktinde
(iyiliklerin konulduğu) kefenin ağır gelip gelmediğini bilene kadar,
2-<Geliniz, kendi hesaplarınızın bulunduğu amel defterinizi alınız> diye
ilan edilince amel defterinin sağ eline mi yoksa arka taraftan sol eline mi
verileceğini bilene kadar, 3-Cehennem üzerine konulduğunda Sırat Köprüsü'nden
geçerken".1 İnsan onun üzerinden hayırlısıyla geçmediği müddetçe kimseyi
hatırlamayacaktır.Hz. İbni Abbas radıyaiiahu anhuma buyuruyor ki: "Kıyamet
günü hesab görülecektir. Kimin iyiliklerine bir fazla ilave olursa, o Cennet'e
gidecektir. Kimin kötülüklerine bir fazla ilave olursa, o Cehennem'e
gidecektir". Ondan sonra diye başlayan ayeti okudu. (Bu ayet 6 numarada
geçmiştir.) Sonra buyurdu ki: "Terazinin kefesi bir dâne ile de ağır
basacaktır. İyilikleri ve kötülükleri eşit gelenler A'rafta2
kalacaklardır"'. Hz. Ali kerremailahu vechehu buyurdu ki: "Kimin
zahiri (dışı) bâtınından (içinden) daha iyi olursa, onun tartısı hafif
olacaktır. Kimin bâtını, zahirinden daha iyi olursa, onun tartısı
ağırgelecektir". Hz. Enes radıyaiiahuanh, Rasûlullahsaiiai-lahu aleyhi
veseiiem'm şöyle buyurduğunu nakletmiştir: "Mizan terazisinin yanına bir
melektayin edilir. Bir kimsenin kefesi ağır gelince, o melek bütün mahlukâtın
duyacağı yüksek bir sesle şöyle ilan eder;<Falan oğlu falan saîd oldu. Öyle
bir saadete erdi ki, ondan sonra bedbahtlık yoktur". Eğer birinin kefesi
hafif gelirse, melek synı şekilde onun bedbaht olduğunu ilan edecek ve bu ilanı
bütün mahlukât duyacaktır".Bir çok rivayetlerde geçtiğine göre o terazi o
kadar büyüktür ki. yer, gök ve ikisinin arasında ne varsa hepsi onun bir
kefesine sığar. Hz. Câbir radıyaiiahu anh, Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem'm şöyle buyurduğunu naklediyor: "Teraziye ilk konacak şey kişinin
çoluk çocuğuna harcadığı nafakadır". Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem,
Hz. Ebû Zer radıyaiiahu anh'a şöyle buyurmuştur: "Sana amel etmekte hafif,
tartıda çok ağır olan iki haslet söyleyeyim mi? Onlardan biri güzel âdet diğeri
susmaktır (yani boş sözlerden sakınmaktır)". Diğer bir hadiste şöyle
buyurulmuştur: "İki kelime vardır ki, onlar Allah'a çok sevimli, dile
hafif, mizanda çok ağırdır. Onlar veBir başka hadiste Rasûlullah saiiaiiahu
aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur: "Kim kendi kardeşinin hacetini görürse,
ben onun mizanının yanında dururum. Eğer onun iyilikleri fazla gelirse ne âlâ.
Eğer böyle olmazsa ben ona şefaat ederim". Diğer bir hadiste şöyle
buyurulmuştur: "Kıyamet günü âlimlerin yazmak için kullandıkları mürekkep
ve şehidlerin kanı da tartılacaktır. Âlimlerin mürekkebi, şehidlerin kanından
daha ağır gelecektir"[180]Hz.
İsa alâ nebiyyina ve aleyhissalatü vesselam
ŞÖyle buyurmuştur: "Muhammed saiiaiiahu aleyhi vese/fem'in
ümmetinin amellerinin ağırlığı diğer ümmetleri geçecektir. Çünkü onların
dilleri Lâ ilahe illallah kelimesine çok alışkın ve yatkın olacaktır". Hz.
Ebû Derdâ radıyaiiahu anh buyuruyor ki: "Bir kimse her zaman sadece midesi
ve belden aşağısını düşünürse, iyi amelleri az olduğundan dolayı mizanda hafif
gelecekti1"". Bir hadiste Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem
şöyle buyurmuştur: "İnsanın sağ tarafındaki melek iyilikleri yazar ve sol
tarafındaki meleğin emîridir. Kul bir iyilik yaptığı zaman sağ tarafındaki
melek on kat sevab yazar. Bir kötülük yapınca solundaki onu yazmak ister. Ancak
rütbesi düşük olduğundan emîrinden izin ister. Emir (yani sağ taraftaki melek)
ona, <6 veya 7 saat bekle> der. Eğer kul bu arada[181] günahtan tevbe ederse, o melek yazmaya izin
vermez. Eğer tevbe etmezse, melek o günahı yazar".[182]
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem bir çok hadislerde şöyle buyurmuştur:
"Kıyamet günü üç duruşma olacaktır. İlk iki duruşmada suâl, cevab, özür,
mazeret vs. gibi bütün şeyler görüşülür Üçüncü duruşmada ise amel defterleri
herkesin eline verilir. Kimine sağ elinden kimine de sol elinden verilir"[183]Bir
hadiste Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur: "Kimde üç
şey bulunursa, Allahu Teâlâ onun hesabını kolay kılar ve Kendi Rahmetiyle Cennet'e
koyar. 1-Sana iyilik yapmaktan vazgeçene sen iyilik yap, 2-Seninle akrabalık
ilişkisini kesenle ilişkilerini devam ettir, 3-Sana zulüm edeni affet"[184]
Yine Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Eğer (ahiret
ahvalinden) benim bildiklerimi siz bilseydiniz, (korkudan) az güler, çok
ağlardınız. Döşekler üzerinde hanımlarınızdan lezzet hasıl etmeyi
bırakırdınız. Çığlıklar atarak vadilere çıkardınız". Hz. Ebû Zer
radıyaiiahu anh bunu duyunca, "Keşke ben kesilen bir ağaç olsaydım (insan
olmasaydım. Çünkü insan olduğum için bu kadar musibetlere katlanmak
gerekecektir)" buyurdu. Başka bir hadiste Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem şöyle buyurmuştur: "İnsan hangi hâl üzere ölürse, kıyamet günü o
hâl üzere haş-rolunacaktır (yani ölüm geldiği vakit hangi iyilik veya kötülükle
meşgul ise aynı hâl üzere haşrolunacaktır)"[185]Bir
defasında Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle bir vaaz buyurdu:
"İyi dinleyin ki, dünya geçici bir menfaattir. Ondan herkes faydalanır.
İster sâlih olsun isterfâcir (o halde ondan çok faydalanmak bir iyilik alâmeti
değildir). Ahiretin vakti belirlenmiştir. O, belirtilen vakit mutlaka
gelecektir. O gün herşeye kadir olan Hükümdar karar verecektir (O'nun yetkileri
çok geniştir). Hayrın tamamı Cennet1-tedir (öyleyse insan yapabileceği bir
hayırda eksiklik etmemelidir. Çünkü o hayır, onu Cennet'e götürücüdür). Şerrin
de tamamı Cehennem'dedir (o halde en ufak bir serden bile sakınmaya
çalışılmalıdır. O şer hafife alınmamalıdır. Çünkü en ufakşer bile Cehennem'e
götürücüdür). Özenerek iyi ameller yapınız. Siz Allah ceiiece-laiuhu tarafından
son derece tehlikeli bir durumdasınız (hiçbir an O'ndan korkusuz ve endişesiz
bir halde olmamalısınız). Şunu çok iyi bilin ki, siz kendi amellerinize göre
arz olunacaksınız (onlar hesap edilecektir). Kim zerre kadar bir iyilik yaparsa
onu görecektir. Kim de zerre kadar kötülük işlerse onu görecektir"[186]Hz.
Ali kerremaiiahu vechehu şöyle buyurmuştur: "Dünya günden güne yüzünü
döndürüp gidiyor (yani uzaklaşıyor). Ahiret ise günden güne yakınlaşıyor.
(Dünya ve ahiretin) her ikisinin de ayrı ayrı evlatları vardır. Öyleyse siz
dünyanın evlatları olmayın, ahiret evlatları olun. Bugün amel günüdür. Hesap
yoktur. Yarın hesap günüdür, amel yoktur".[187]
Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Kıyamet günü üç
mahkeme olacaktır. Birinci mahkemede asla af yoktur. Bu Allahu /teâlâ'ya
başkasını ortak koşmakla ilgilidir (yani bu mahkemeye sadece iman ve küfür
davası getirilir. Bu mahkemede suçun affedilmesi söz konusu değildir). İkinci
mahkemede Allahu Teâlâ hak sahibine hakkını verecektir (ister kendinden verir,
isterse haksızdan alıp ona verir). Bu mahkemede kulların birbirlerine yaptıkları
zulüm konusuna bakılır. Yani bu mahkemede mazlumun hakkı zalimden alınacaktır.
Üçüncü mahkeme Allahu Teâlâ'nın kendi hakları ile ilgilidir (farzlar vs. gibi
konulardaki eksiklikler hakkındadır). Bu konuyu Allahu Teâlâ fazla
önemsemeyecektir. Bunlar, O kerim olan Zât'ın haklarıdır. O dilerse hakkını
ister, dilerse affeder"[188]Başka
bir hadiste Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur: "Kimin
üzerinde kardeşinin herhangi bir hakkı varsa, onun şerefi veya malına tecavüz
ve haksızlık yapmışsa, bugün o suçu affettirsin. Ne dinar ne de dirhemin olmadığı
günden önce meseleyi halledin. (O gün ne gümüş vardır ne de altın. O gün bütün
hesaplar iyi ameller ve günahlara göre yapılacaktır). O halde zulüm eden
kimsenin bir miktar iyiliği varsa, zulmü kadar iyilikleri alınıp mazluma
verilir. Eğer onun yanında iyilikler yoksa, o ölçüde mazlumun günahı ona
yüklenir. (Böylece kendi günahıyla birlikte başkalarının günahlarının cezasını
çekmek için Cehennem'de biraz daha fazla kalması gerekecektir)4. Bir başka
hadiste şöyle buyurulmuştur: "Kıyamet günü hak sahiplerine haklan mutlaka
verilecektir, hatta boynuzsuz koyun, boynuzlu koyundan hakkını
alacaktır".5 Yani, eğer dünyada bir boynuzlu koyun, boynuzsuz bir koyuna
vurmuşsa, o da boynuzu olmadığından karşılığını alamamtşsa, onun hakkı da
orada alınacaktır.Bir defasında Rasûlullah saMahu aleyhi veseSem, "Biliyor
musunuz, müflis kimdir?" buyurdu. Sahabeler, "Bize göre yanında
dirhemi (parası) ve malı olmayan müflis olarak kabul edilmektedir"
dediler. Rasûlullah satiatiahu aleyhi veseitem buyurdu ki:"Benim ümmetimin
müflisi o kimsedir ki, Kıyamet günü pek çok namaz ve oruçla gelir. Ancak birine
sövmüş, birini dövmüş, birine iftira atmış ve birinin malını yemiştir. Onun
iyiliklerinden birazını o alır, birazını bu alır. Derken onun iyilikleri
tükenir, ama başkalarının alacakları kalır. Bunun üzerine onların alacakları
miktardaki günahları, o kişinin üzerine yüklenir. Daha sonra o (zalim ve çok
ibadet etmiş kişi) Cehennem'e atılır"[189]Fakîh
Ebulleys rahmetuiiahi aleyh buyuruyor ki: Kıyamet günü insanlar kabirlerinden
çıkarılınca 70 sene o halde ayakta kalacaklardır. Onlara hiç iltifat edilmeyecektir.
Onlar bu perişan halleri içindeyken o kadar ağlayacaklardır ki, göz yaşları
bitecektir. Göz yaşlarının yerine kan gelmeye başlayacaktır. Ondan sonra
Mah-şer Meydanı'na çağrılacaklardır. Gökten melekler inmeye başlayacak ve her
gök katındaki melekler birer halka şeklinde saf tutacak, bir gök ehli diğerinin
arkasında duracaktır. Bu durum Kur'an-ı Kerim'de şöyle beyan edilmiştir:"O
gün gökyüzü bulutlarla yarılır ve melekler bölük bölük inerler. / O gün gerçek
hakimiyet Rahman'ındır. O kafirler için çok zor bir gündür. / O gün zalim
(pişmanlığından) ellerini ısırıp şöyle der; <Ne olaydı keşke ben Peygamberle
beraber hak yolu tutsaydım. / Vay başıma gelenlere! Keşke falanı (iyi amelden
alıkoyanı) dost edinmeseydim. / Yemin olsun ki bana öğüt (Kur'an) gelmişken
beni ondan saptırdı. Zaten şeytan insanı yardımsız ortada
bırakir>".(Furkan-25,26,27,28,29)
Bu konudaki geniş
kıssa İbrahim sûresinde geçmektedir. Bir hadiste Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi
veseiiem şöyle buyurmuştur: O vakit Allahu Teâlâ şöyle buyurur: "Ey cinler
ve insanlar! Ben dünyada size nasihat etmiştim. Bugün amelleriniz
kar-şınızdadır. Kim amel defterinde iyilik bulursa Allah'a şükretsin. Kim de
iyilik bulamazsa o kendini kınasın (çünkü o öğüt kabul etmemiştir)".
Ondan sonra Allah ce//e ceiaiuhu Cehennem'e emredecek, onun azabı insanların
karşısına gelecektir. Onu gören her şahıs diz üstü çökecektir. Bu durum Câsiye
sûresinde şöyle buyurulmuştur;"Sen bütün toplulukların diz üstü
çöktüklerini görürsün. O gün her topluluk amel defterinin başına çağrılır"
(Câsiye-28). Ondan sonra insanların arasında hüküm ve karar verme işlemi
başlayacaktır. Hatta hayvanlar arasında bile adalet uygulanacaktır. Boynuzsuz
koyun boynuzlu koyundan hakkını alacaktır. Daha sonra hayvanlara, "Sizin
meseleniz sona erdi, siz toprak olun" diye emredilecektir. O zaman
kafirler öyle olmayı temenni edecekler ve şöyle diyeceklerdir;"Keşke toprak olsaydım"(Nebe-40Başka
bir hadiste Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem şöyle buyurmuştur: "İnsanlar
Mahşer Meydanında annelerinden doğduklar! gibi çırıl çıplak olacaklardır".
Hz. Aişe radıyaüahu anha, "Ya Rasûlallah! Herkesin önünde çıplak olmaktan
dolayı utanılmayacak mı? Herkes birbirine bakacak" dedi. Rasûlullah
saiiaiiahu a-leyhi veseiiem buyurdu ki; "O vakit insanlar kendi başlarına
gelen musibetlerle uğraşmaktan başkasına bakmaya fırsat bulamayacaklardır.
Hepsinin gözleri yukarı doğru bakacaktır. Herkes kötü amelleri ölçüsünde tere
batmış olacaktır. Kiminin teri ayaklarına kadar, kiminin ki dizlerine kadar,
kiminin ki karnına kadar, kiminin ki ağzına kadar ulaşacaktır. Melekler arşın
etrafında halka şeklinde saf tutacaklardır. O vakit teker teker her şahıs
çağrılacak, çağrılan şahıs topluluğun arasından çıkıp orada hazır olacaktır.
Allah'ın huzurunda durduğu zaman şöyle ilan edilecektir; <Kimin bundan bir
alacağı varsa gelsin. Kimin bunda hakkı varsa veya o birine herhangi bir zülüm
yaptıysa gelsin>. Teker teker çağrılacak ve onun iyiliklerinden alınıp
onların hakları ödenecektir. Eğer iyilikleri yoksa veya tüken-misse, onların
günahları o kişiye yüklenecektir. O kendi günahlarıyla birlikte başkalarının
günahlarını da başına alınca ona, <Git. Kendi barınağın Hâviye'ye git"
denecektir (yani <Cehennem'in kızgın ateşine git> demektir. El-Kâria
sûresinde Hâv/ye'nin ne olduğu beyan edilmiştir). Hesap ve azabın bu şiddetli
durumundan korkmayan hiçbir mukarreb melek veya peygamber kalmayacaktır. Ancak
Allah'ın korudukları müstesna. O vakit herkese dört şey sorulacaktır; (Bu bölümün
6. hadisinde genişçe geçtiği gibi) 1-Ömrünü hangi işte geçirdiği, 2-Bede-nini
hangi işte kullandığı, 3-İlmiyle ne amel yaptığı, 4-Malını nereden kazanıp
nereye harcadığı"İkrime radtyaiiahu anh diyor ki: O gün baba oğluna,
"Ben senin babandım. Ben senin pederindim" diyecek. Oğlu onun
iyiliklerini itiraf edecektir. Ondan sonra baba oğluna, "Bana sadece bir
iyilik lazım. İsterse zerre kadar olsun. Belki onun sebebiyle benim tartım ağır
gelir" diyecek. Oğlu babasına, "Benim kendi başıma musibet
gelmektedir. Başıma daha neler geleceğini bilmiyorum. Ben hiç bir iyiliği
veremem" diyecektir. Ondan sonra o adam kendi hanımına aynı şekilde kendi
İyiliklerini ve ilişkilerini hatırlatacak, o da aynı şekilde reddedecektir.
(Kısaca aynı şekilde herkesten isteyip duracaktır). İşte bu Allahu Teâlâ'nın
şu ayette zikrettiği durumdur:[190]
"Hiçbir günahkar
bir başkasının günahını çekmez. Eğer günahı ağır olan bir kimse yükünü taşımak
için bir başkasını çağırsa, akrabası bile olsa yükünden hiçbir şey taşınmaz.
(Ona hiçbir şekilde yardım edilmez)".
(Fatır-18)
İkrime radıyaliahu
an/i'ın bu rivayeti Dürrü Mensûr'da daha açık lafızlarla geçmiştir. Onun manası
şudur: Önce baba oğluna, "Ben dünyada sana nasıl davrandım?" diye
soracak, oğlu babasının davranışlarını çok övecektir. Daha sonra baba, oğluna,
"Ben bugün senden sadece bir sevap istiyorum. Belki de onunla işim
hallolur" diyecektir. Oğlu, "Babacığım! Sen çok az şey istedin. Ancak
buna rağmen ben çok şiddetli mecburiyet içindeyim (veremeyeceğim). Çünkü
sendeki korkunun aynısı bizzat bende de vardır" diyecektir. Ondan sonra
aynı soru ve cevaplı konuşma hanımıyla olacaktır.[191]Bunlara
örnek olarak Allahu Teâlâ şöyle buyurdu:
"Ey İnsanlar!
Rabbinizden korkun. Ne babanın evladına ne de evladın babasına hiçbir yardımda
bulunamayacağı günden sakının. Şüphesiz ki Allah'ın vaadi haktır (o gün mutlaka
gelecektir.) Dünya hayatı sakın sizi aldatmasın (ona dalarak o günden gafil
olmayın). Allah'ın affına güvendirerek sakın o aldatıcı şeytan sizi
aldatmasın". (Lokman-33)"Kulakları
patlatan gürültü geldiğinde (yani kıyamet günü gelince). / O gün insan
kardeşinden / anne ve babasından / karısından ve çocuklarından kaçar (kimse
kimsenin yardımına koşmaz). / O gün herkesin kendisine yetecek kadar işi (ve
derdi) vardır'[192] (Abese-33,34,35,36,37)
Bu ayeti kerimenin
tefsiri hakkında Katâde rahmetuliahi aleyh buyuruyor ki: "Kıyamet günü
hakkını benden ister diye korktuğundan her şahsa tanıdık bir yakın akrabasının
kendisini görmesi çok ağır gelir"[193]
Kur'an-ı Kerim'de bu konu sık sık çeşitli ifadelerle zikrolunmuştur;
"Öyle bir günden
korkun ki, o günde kimse başkası namına bir şey ödeyemez. {Mesela bir namaz
bedeli olarak başkasının namazı kabul edilmez). Kimsenin şefaati kabul olunmaz.
Kimseden fidye (mâlî karşılık) alınmaz ve onlar yardım olunmazlar. (Biri kendi
gücüyle onların azabını durduramaz. Bu mümkün değildir)". (Bakara-48)
Bu ayeti kerimede
mümkün olabilecek bütün yardım yollan nefyedilmiştir. Çünkü bir kimseye yardım
dört yolla olur; 1-Güçlü kuvvetli biri araya girip engeller. Bu yardımdır. Allah
ceiie ceiaiuhu bunu nefyetmiştir. 2-Zor kullanmadan bir şahsın azabı
durdurmasıdır ki, bu iki türlü olur; Herhangi bir bedel ödemeden durdurur ki,
bu şefaattir. 3-Yoksa canla ilgili bir bedel ödeyerek durdurur. 4-Malla ilgili
bir bedel ödeyerek durdurur. Son ikisi de ayette nefyedilmiş (geçersiz sayılmıştır).Aynı
şekilde pek çok yerlerde bu konu çeşitli ifadelerle geçmiştir. Bu konuyla
ilgili şunu zihinlere yerleştirmek gerekir: Bir kafirlere yapılan muamele vardır
bir de günahkar rnüslümanlara yapılan muamele vardır. Yukarıda zikredilen bütün
şeylerin kafirler için olduğunda ittifak edilmiştir. Şöyle ki, bir peygamber
veya bir veli veya bir melek ne kadar Allah'a yakın olursa olsun, kafirlerin
azabını uzaklaştıramaz. Günahkar müslümanlara yapılan muamele ise şöyledir;
Onlar hakkında da buna benzer ayetler ve hadisler gelmiştir. Bütün bunlar özel
bir zaman itibariyledir. Daha sonra şefaat izni verilir. Nitekim Kur'an-ı
Kerim'in bir çok yerinde bu konu geçmiştir. O yerlerden birinde şöyle
buyurulmuştur:
"O gün Rahman
olan Allah'ın kendisi için izin verdiği ve hakkında (birinin) konuşmasına razı
olduğu kimseye şefaat fayda verir". (Tâhâ-109)
Buna benzer ifadeler
sık sık geçmektedir. Ancak kimin için şefaat izni verileceğini kimse
bilmemektedir. Bir bakıma herkesin Allah'ın lütfundan ümitvâr olması gerekir.
Ancak kimse için bir kesinlik yoktur. Bundan dolayı o şiddetli gün son derece
korkunç ve tehlikeli bir gündür. Onun şiddetinden korunmak için yapılabilecek
her şey ancak bugün yapılabilir. Bol bol sadaka vermenin o günün şiddet ve
ağırlığından koruma hususunda özel bir etkisi vardır. Birinci bölümdeki ayet ve
hadislerde bu konu sık sık geçmiştir. Rasûlullah saitaiiahu aleyhi vese/Win şu
buyruğu meşhurdur: "Yarım hurmayla da olsa Cehennem ateşinden
sakının". Yine Rasûlullah saüaiiahu aleyhi veseiiem buyurdu ki:
"Sadaka, suyun ateşi söndürdüğü gibi hataları söndürür (yok eder)"[194] Bir
başka hadiste Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem buyurdu ki: "Kıyamet
günü herkes kendi sadakasının gölgesi altında olacaktır"[195]
Yani sadakanın miktarı ne kadar fazla olursa, sıcağın şiddetinden dolayı terin
ağza kadar ulaştığı o korkunç günde, kişinin altında duracağı gölge o kadar
geniş olacaktır. Başka bir hadiste Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem
buyurdu ki: "Sadaka Allahu Teâlâ'nın gazabını söndürür ve kötü sondan
(kötü ölümden) muhafaza olmaya sebebtir"[196] Hz.
Lokman aieyhisseiam oğluna şöyle vasiyet etmiştir: "Senden bir hata
meydana gelirse sadaka ver"[197]Bir
ahlaksız fahişe kadının, bir köpeğe su içirmekle bağışlanmasını anlatan kıssa,
birinci bölümün 10 numaralı hadisinde genişçe geçmiştir. Uheyd bin Umeyr
rahmetuiiahi aleyh diyor ki: "Mahşer Meydanı'nda insanlar son derece acıkacaklar,
son derece susuz ve tamamen çıplak olacaklardır. Ancak kim Allah için birine
yemek yedirdiyse, Allahu Teâlâ ona yemek yedirecektir. Kim Allah için birine
su içirdiyse, ona su içirecektir. Kim de Allah için birine elbise verdiyse, ona
elbise giydirecektir"[198]
Birinci bölümde 11 numaralı hadisin açıklamasında şöyle geçmiştir:"Kıyamet
günü Cehennemlikler bir safta duracaklar. Onların yanından (kâmil bir veli
olan) bir Müslüman geçecektir. O saftan bir adam, "Sen bana Allah'ın
huzurunda şefaat et" diyecektir. O müslüman, "Sen kimsin?" diyecek,
Cehennemlik olan kişi, "Sen beni tanımadın mı? Ben dünyadayken, şu
zamanda sana su içirmiştim" diyecektir.Başka bir hadiste şöyle
geçmektedir: "Kıyamet günü Cennetliklerin ve Cehennemliklerin safları
oluşunca, Cehennemliklerin saflarından bir adamın gözü Cennetliklerin safındaki
bir adama ilişecektir. O, <Ben sana dünyada falan iyiliği yapmıştım>
diyecektir. Bunun üzerine o şahıs, onun elinden tutup Allahu Teâlâ'nın
huzuruna götürecek ve <Allah'ım! bunun benim üzerimde iyiliği var>
diyecektir. Allahu Teâlâ rahmetiyle onu affedecektir". Diğer bir hadiste
şöyle geçmektedir. "Kıyamet günü, <Ümmeti Muhammediye'nin fakirleri
nerede? Kalkın ve insanları kıyamet meydanında arayın. Kim, Benim için size bir
lokma verdiyse veya Benim için bir yudum su içirdiyse veyahut yeni veya eski
bir elbise giydirdiyse, onun elinden tutup Cennet'e dahil ediniz>
buyurulacaktır. Bunun üzerine ümmetin fakirleri kalkacaklar ve onları seçip
seçip Cennet'e koyacaklardır". Bir başka hadiste şöyle geçmektedir:
"Kıyamet günü bir münâdi şöyle nida edecektir; <Fakirlere ve yoksullara
ikram edenler nerededirler? Bugün siz üzerinizde hiç bir korku olmadığı ve
mahzun olmadığınız halde Cennet'e giriniz>".Bu çeşit ifadeler birinci
bölümde geçmişti. O bölümün 13. hadisinin izahında şöyle geçmiştir: "Bir
kimse bir Müslümamn herhangi bir musibetini giderirse, Aliahu Teâlâ da onun
kıyamet musibetlerinden bir musibeti yok eder. Kim de bir Müslümamn ayıbını
örterse, Aliahu Teâlâ kıyamet günü onun ayıbını örter". 14 numaralı
hadisin açıklamasında ise şöyle bir rivayet geçmişti: "Kim çaresiz kalmış
bir kardeşine yardım ederse, Aliahu Teâlâ dağların bile yerinde sabit duramayacağı
o Kıyamet günü, onun ayağını sabit kılar (kaydırmaz)".Birinci bölümün
ayetler kısmında 34 numarada Kur'an-ı Kerim'in uzun bir ayeti geçmişti. O ayet
şöyledir:
"(Onlar, Allah
sevgisinden dolayı) yoksula, yetime, (kafir olan) esire yemek yedirirler. /
(Sonra da şöyle derler): Size ancak Allah rızası için yediriyoruz. Sizden ne
bir hediye isteriz ne de bir teşekkür. / Çünkü biz Rabbimizden korkarız. Bed
çehreli, çatık suratlı bir günün azabından... / Allah da onları o günün
azabından korur ve yüzlerine güzellik ve sevinç verir". (İnsan-8,9,10,11)
Hülâsa o bölümde
kıyamet gününün şiddetinden korunmak için bol bol sadaka vermenin son derece
faydalı olduğu hakkında pek çok ifadeler geçmiştir. Bu ayeti kerimede de bir
bakıma Aliahu Teâlâ bizzat bunu (kıyametin azabından koruyacağını) vaad
etmiştir. Öyleyse bundan (yani bol bol sadaka vermekten) daha üstün ne olabilir
ki?
[1] Mişkât
[2] İhya
[3] Kenz
[4] Mişkât
[5] Mişkât
[6] İhya
[7] İhya
[8] Dürrü Mensur
[9] Dürrü Mensur
[10] Dürrü Mensur
[11] İhva
[12] Dürrü Mensur
[13] Ayetlerinsadece baelangıcı yazılmıştır. Dileyen
Kur'an-ı Kerim mealinden bulabilir.
[14] Dürrü Mensur
[15] Dürrü Mensur
[16] Dürrü Mensur
[17] Dürrü Mensur
[18] Dürrü Mensur
[19] İhya-ül Ülüm
[20] İhya ül Ulüm
[21] Kenz
[22] Ravz
[23] Mişkât
[24] Kenz
[25] Kamu yararına olan işler
[26] Hatta bazı durumlarda dilenmek vacib olur. Muztar ve
çaresizlik içinde kalmış birinin bazen sahibin-
den izinsiz alması bile
caizdir
[27] ihya
[28] ithaf
[29] Kitabın basıldığı zaman ahirete intikal etmiştir-
Allah rahmet etsin.
[30] Misk ât
[31] ihya
[32] ihya
[33] İslam devletinin gayri müslümlerden aldıgı vergi
[34] Terğib
[35] Terğib
[36] Terğib
[37] Terğib
[38] Terğib
[39] Bezi
[40] Terğib
[41] ihya
[42] Mişkât
[43] Terğib
[44] Mişkât
[45] Mişkât
[46] Dürrü Mensur
[47] Mişkât
[48] Miskât
[49] Bir hadisi şerifte bu ayetle ilgili şöyle önemli bir
şey geçmiştir: Bir sahabe diyor ki; Rasûlullah saiiaiiahu aleyhi veseiiem bizi
bir savaşa gönderdi ve "Sabah ve akşam bu ayeti kerimeyi okumaya devam
edin" buyurdu. Biz de okuduk. O savaşta hem ganimet elde ettik hem de
sıhhat ve selamet içinde kaldık.
[50] Mişkât
[51] Terğib
[52] Terğib
[53] Dürrü Mensur
[54] Mişkât
[55] Terğib
[56] Terğib
[57] Hâkîm
[58] İsâbe
[59] Buhâri
[60] Müstedrek
[61] Müstedrek
[62] İsâbe
[63] Müstedrek
[64] Müstedrek
[65] Terğib, Mecma-üz Zevâid
[66] Terğib
[67] Terğib
[68] Terğib
[69] Buhâri
[70] Terğib
[71] Dürrü Mensur
[72] Terğib
[73] Tenbih-ü! Gafilin
[74] Mezâhir-i Hak
[75] Dürrü Mensur
[76] Dürrü Mensur
[77] Tenbih-ül Gafilin
[78] Dürrü Mensur
[79] Düzeltme: Tercih edilen görüşe göre Hz. Adem
aieyhisseiamin sürçmesi tevbe ile affedilmişti. Daha hilafet için dünyaya
gönderilmişti.
[80] Mişkât
[81] Ebû Dâvûd
[82] ihya
[83] İhya
[84] İhya
[85] Mişkât
[86] Mişkât
[87] Terğib
[88] Mişkât
[89] Terğib
[90] Terğib
[91] Mezâhir-i Hak
[92] Terğib
[93] Terğib
[94] Terğib
[95] Müsameratıie
[96] Bazı rivayetlere göre bu söz İbni Ömer'in kendisine
aittir.
[97] Terğib
[98] Dürrü Mensur
[99] Miskât
[100] ihya
[101] Tenbih-ül Gafilin
[102] Terğib
[103] Dürrü Mensur
[104] İhya
[105] Terğib
[106] Terğib
[107] Terğib
[108] Terğib
[109] Ithafus Salat
[110] Terğib
[111] Terğib
[112] İthafus Salat
[113] İhya
[114] Emirür Rivâvât
[115] Şemail-i Tirmizi
[116] Şemail-i Tirmizi
[117] Mişkât
[118] İhya
[119] İhya
[120] Kitabın yazarı Zekeriyya Kandehlevi'nin görüşü
[121] Yaklaşık 3.25 qr ağırlığında gümüş
[122] ihya
[123] Bir sa takriben 2,917 gr'dır
[124] Cami-üs Sağir
[125] İhya
[126] İhya
[127] İhya
[128] Âlemgiriyye
[129] ihya
[130] Terğib
[131] Dürrü Mensur
[132] Dürrü Mensur
[133] Mişkât
[134] Mişkât
[135] lhya
[136] Tenbih-ül Ğafilin
[137] Terğib
[138] Tenbih-ül Gafilin
[139] Mişkât
[140] Mişkât
[141] Mişkât
[142] İhya
[143] İhya
[144] İhya
[145] Mişkât
[146] Dürrü Mensur
[147] Kehz
[148] Cami-üs Sağir
[149] Dürrü Mensur
[150] Mezâhir-i Hak
[151] Mişkât
[152] Terğib
[153] Tenbih-ül Gafilin
[154] Mişkât
[155] Terğib
[156] Mişkât
[157] Terğib
[158]Tenbih-ül Gafilin
[159] ihya
[160] İthaf
[161] Mişkât
[162] İhya
[163] İhya
[164] Dürrü Mensur
[165] 'İhya
[166] İthaf
[167] İhya
[168] Mevlânâ Yusuf Kandehievi kuddise simhu hazretleri de
Hicri 29 Zilkade 1384 (1965) Lahor'da vefat etmiştir
[169] İhya
[170] İthaf
[171] dirhem yaklaşık 3,2 gr gümüştür
[172] ' İthaf
[173] İhya
[174] İthaf
[175] Ravz
[176] Ravz
[177] Ravz
[178] Ravz
[179] İthaf
[180] Mişkât
[181] Dürrü Mensur
[182] Dürrü Mensur
[183] Dürrü Mensur
[184] Dürrü Mensur
[185] Mişkât
[186] Mişkât
[187] Mişkât
[188] Mişkât
[189] Mişkât
[190] Tenbih-ül Gaifilin
[191] Dürrü Mensur
[192] Dürrü Mensur
[193] Dürrü Mensur
[194] İthaf
[195] İthaf
[196] Mişkât
[197] "İhya
[198] "İhya