İSLÂM'DA BARIŞ VE CÎHAD

İSLÂM'DA BARIŞ «Sulh» (Barış) Kavranu

Barış, İslâm'ın, müslümanların nefislerinin derinliklerine yerleştirdiği ilk prensiplerdendir. Böylece barış, onların tabiatlarının bir parçası ve inançlarından biri haline gelmiştir.
islâm, doğduğu ve nurunun yayıldığı günden beri, gür bir sesle, dünyanın dört bir tarafına seslenerek insanları sulha çağırmış ve insanlığı ona ulaştıran hidayet hattını çizmiştir.
îslâm, hayatı sever ve onu mukaddes sayar. İnsanlara da onu sevdirir. Bu yüzden îslâm onları korkudan kurtarmış, insanlığın o gayeye yönelik olarak yaşaması için başlangıcından zirve noktasına kadar bu ideal yolu çizmiştir.
îslâm, insanları emniyet gölgesi altına alan bir şemsiyedir. Dinin ismi olan «İslâm» lafzı; «sulh» (silm) maddesinden alınmıştır. Çünkü îslâm da barış da huzur, emniyet ve sekinetin yayılmasına yönelmiştir.
«Selâm» bu dinin Rabbi'nin isimlerindendir. Çünkü O, insanları koyduğu kanun, çizdiği metod ve yollar ile emniyete ulaştırır.
Bu risaletin taşıyıcısı sulh bayrağının da taşıyıcısıdır. Çünkü o insanlığa hidayet, aydınlık, hayr ve doğruluğu taşır.
O kendisi hakkında şöyle buyurmuştur :
<rBen ancak hidayet rehberi olan bir rahmetim.»
Kur'an'da O'nun risaletinden bahisle şöyle buyuruyor :
«Biz seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik.» (Enbiya: 107).
Müslümanların kalplerini birbirine ısındıran ve diğer kardeşine bağlayan duaları da «Selâmadır. İnsanların Allah'a en sevimli
geleni ve O'na en yakın olanı selâma ilk başlayanlarıdır. Selâmı yaymak ve ifşa etmek imanın parçasıdır.
Allah (CC.) bu lafzı, dinlerinin îslâm ve emân dini olduğunu ve kendilerinin de sulh ehli ve sulh sever kimseler olduklarım iş'ar için müslümanlarm birbirine duası yapmıştır.
Bir hadiste Allah Rasulü salllallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor :
«Allah selâmı ümmetimiz için duâ ve zimmetimizde olanlar için de bir emân kılmıştır.»
İnsanın bir diğer insanla konuşmaya selâm ile başlaması gerekir.
Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem : «Sözün başı selâmdır.» buyuruyor.
Şöyle ki; selâm bir emândır ve konuşma da ancak emân vermeden sonra olur. Müslüman —Rabbi ile münacaatta iken— nebisine, kendisine ve Allah'ın salih kullarına selam vermekle mükelleftir (Tahiyye). Rabbi ile münacaatı bitirince, dünyaya döner. Ona da selâm, rahmet ve bereketle birlikte yönelir.
Harb ve mücadele meydanında İken savaşan düşman, selâmı dili ile söylediği zaman, onunla savaştan vazgeçmek vacib olur.
Allah Teâlâ şöyle buyuruyor :
«Size selâm verenlere'sen mü'nün değilsin'demeyin.» (Nisa: 94). Allah'ın mü'minlere tahiyyesi (karşılama hediyesi) selâmdır.
«O'nımla karşılaştıkları gün onlara «selâm» ile tahiyye eder.»
(Ahzâb: 44).
Meleklerin de insanoğluna ahireteki tahiyyeleri selâmdır.
«Melekler bütün kapılardan onların yanına girerek «selâm size olsun,» derler,» (Ra'd: 23).
Salihler, emniyet ve selâm yurdunda yerleşirler:
«Allah ise selâm yurduna çağırıyor.» (Yunus: 25) «Rableri katında selâm yurdu onlarındır.» (En'am: 127)
Cennetlikler, selâmdan başka ne bir söz, ne de bir konuşma işitirler:
«Orada boş ve günah yüklü bir şey işitmezler. Ancak «selâm-se-lâm» denir.» (Vakıa: 26).
Bu «selâm» lafzının bu şekilde dini-nefsi havayı ihatasıyla birlikte çok tekrar edilmesi, hislerin tümünü uyardığı ve düşünce ile görüşleri bu ulu ve yüce prensibe yönelttiği içindir.

23.1.2. İslâm'ın İnsanları İdeale Yöneltmesi

îslâm; adaleti gerekli, zulmü ise haram kılmıştır. Sevgi, rahmet, yardımlaşma, başkasını kendine tercih, hayatı hafifleten ve kalpleri yumuşatan benlikten kurtulma ve kişiyi diğer insanlara kardeşlik duygulan ile bağlamayı yüce öğreti ve üstün değerler kılmıştır.
Bunlara ilaveten İslâm, insan aklına değer verip beşeri fikri önemseyerek, akıl ve fikri, anlama ve ikna olmaya birer vesile kılmıştır.
îslâm, kimseyi belirli bir inanca zorlamaz. însanı oluş, tabiat ve insanla ilgili özel bir nazariyeye icbar etmez, öyle ki: adinde zorlama yoktur» hükmünü dini hükümler arasında kabul etmiştir. Allah'ın yarattığı şeyler hakkında akıl, fikir ve görüşünü kullanmayı kendisine bir vesile kılmıştır. Allah Teâlâ şöyle buyuruyor :
«Dinde zorlama yoktur. Artık doğru (rüşd), eğriden (ğayy) ayrılmıştır.» (Bakara: 256).
«Eğer, Rabbin dileseydi, yeryüzündeki herkes toptan iman ederdi. Sen mü'min olsunlar diye insanları zorluyor musun?» (Yunus: 99).
«Hiçbir nefis Allah'ın izni olmadan iman edemez. Pisliği, ak-Ietmeyenler üzerine kılar,» (Yunus: 100)
«De ki: Yerde ve gökte ne vardır bir bakın! Ayetler ve korkutma, iman etmeyen bir kavme hiçbir fayda vermez.» (Yunus: 101)
Allah Rasûlü'nün görevi, Allah'tan aldığını tebliğ etmek, O'na çağırmaktan ibarettir. Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
«Ey Nebi! Biz seni şahit, müjdeci, korkutucu, O'nun izni ile Allah'a çağıran ve aydınlatan bir ışık olarak gönderdik.» (Fetih: 8)

23.1.3. İnsani İlişkiler


îslâm, bu prensibe davet sınırında kalmayıp, fertler, toplumlar ve devletler arasındaki ilişkiyi, sulh ve emân ilişkisi kılmıştır. Bu konuda müslümanlarm birbirleriyle ve başkaları ile ilişkileri aynı değerdedir. Bunun açıklaması aşağıda gelecektir.

23.1.3.1. Müslümanların Birbirleri iîe îli$kileri

islâm, vahdeti tabiat kılmayı hedeflemiş, hezimet ve düşüklük sebeplerini, zaaf ve ayrılık faktörlerini yok edip, kalplerini birleştirmek ve safları sıklaştırmak için gelmiştir. Bu vahdet tabiatı ile, yüce gayelerini, büyük amaçlarını ve güzel hedeflerini —ki yüce ri-
salet bunlar için gelmiştir— gerçekleştirmeye kadirdir. Bunlar Allah'a kulluk kelimesinin i'lanı, hakkın yerleştirilmesi, hayrın yerine, getirilmesidir. Cihad, halkın emniyet gölgesinde yaşayacağı prensipleri yerleştirmek içindir.
islâm, toplumun fertleri arasmda —-bu tabiatın ve gereklerinin ahlak olması için— salah ve bağlan yerleştirir. Bu bağlar, gelişmeye ve ebediliğe müsait olup edep ilişkileriyle ortaya çıkar. Bunlar, faydası sona erip ihtiyaç giderilince ortadan kalkan maddi bağlar gibi değildir. Bu bağlar, insanlar arasındaki, kan, renk, dil, vatan, maddi maslahatlar ve diğer bağlardan daha güçlü bağlardır.
Bu bağlar, neticede müslümanlann arasım kuvvetle birbirine rapteder.
Ebedî bağların ilki iman bağıdır. Bu, mü'minler topluluğunun, etrafında birleştikleri bir mihverdir.
îman, mü'minleri neseb kardeşliğinden daha kuvvetli kardeş yapar:
«Ancak mü'minler kardeştirler.» (Hucurât: 10)
«Mü'min erkekler İle mü'inin kadınlar birbirlerinin dostlarıdırlar.» (Tevbe : 71)
«Müslüman müslümanın kardeşidir.» (Hadis)
İmanın tabiatı fırkalaşma değil, cemaatleşmedir; ayrılık değil, birliktir:
«Mü'min dosttur ve dost edinir. Dost olmayan ve dost edinmeyen kimseden hayır yoktur.» (Hadis)
«Mü'min, kardeşinin kuvvetidir.» (Hadis)
«Mü'min ile mü'min, birbirini destekleyen bir yapı gibidir.» (Hadis)
Mü'min, mü'minin duygusu ile duygulanır, şuuru ile şuurlanır, sevinciyle sevinir, hüznü ile üzülür; kardeşini kendisinden bir parça görür...
«Mü'minler sevişmede, merhametleşmede ve hediyeleşmede, bir organı rahatsızlandığında uykusuzluğu ve ateşi sebebi ile diğer uzuvların rahatsız olduğu bir vücud gibidir.» (Hadis)
İslâm, cemaate katılmaya ve o yolda intizama çağırarak bu ilişkiyi kuvvetlendirir ve bu bağları destekler.
îslâm, kuvvetim zaafa uğratan tüm durumları yasaklar. Cemaat, daima Allah'ın gözetiminde ve eli altındadır :
. «Allah'ın eli, cemaatle birliktedir. Kim cemaatten aynlırsa cehenneme ayrılmıştır.» (Hadis)
İslâm, insanın tabiatına uygundur. Daha da önemlisi rahmettir:
«Cemaat rahmettir, ayrılık ise azaptır...» (Hadis)
Cemaat; küçük bile olsa her halükârda tek kişiden hayırlıdır. Sayıca daha fazla olanı daha üstün ve daha iyidir:
«İki kişi, birden hayırlıdır, üç kişi ikiden hayırlıdır, dört kişi üçten hayırlıdır. Sizin cemaat halinde olmanız gerekir. Şüphesiz ki Allah, ümmetimi ancak hidayet üzere birleştirir.» (Hadis)
îslâmî ibadetlerin tümü, ancak cemaatle yerine getirilir.
Namazda cemaat, sünnet kılınmıştır. O, tek kişinin namazından yirmiyedi derece daha üstündür.
Zekat, zenginler ile fakirler arasında bir muameledir.
Oruç, bir cemaatin, muayyen bir vakit aralığında .açlık hususunda eşit olarak birleşmeleridir.
Hacc, her sene müslümanlan bir araya getiren bir buluşmadır. Aynı yüce gaye için dünyanın dört bir tarafından biraraya gelirler:
«Bir topluluk Allah'ın evlerinde Kur'an'ı okumak ve O'nu tedr ris etmek için toplandıklarında üzerlerine sekinet iner. Onları rahmet kaplar ve Allah onları kendi katındakiler arasmda anar.» (Hadis)
Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem, müslümanlann şeklen dahi birlikteliklerini teşvik ederek, birgün ayn ayn oturmuş olduk-lannı gördüğünde, onlara; «Biraraya toplanın,» buyurmuştur. Onlar da, şayet elbisesini üzerlerine yaysa, tümünü kapsayacak şekilde biraraya gelmişlerdir.
Cemaat, Allah'ın dinini himaye eden müslümanlann dünyasın: koruyan bir kuvvet olduğuna göre, ayrılık, din ve dünyanın her ikisi aleyhine neticelenir.
îslâm, aynhğı şiddetle yasaklamıştır. Çünkü o, hezimete açılan bir kapıdır. îslâm, müslümanlann kuvvetini gideren aynlığm açtığı zarardan daha fazla hiçbir zarara uğramamıştır. Ayrılığın peşi sıra zarar, hezimet, gevşeklik ve zillet gelir:
«Deliller geldikten sonra fırkalaşıp ayrılığa düşenler gibi olmayın. Onlara büyük bir azap vardır.» (Âl-i îmrân: 105)
«Toptan Allah'ın ipine sarılın; ayrılığa düşmeyin.» (Âl-i îmrân: 103)
«Dinlerinde hrkalaşıp gruplara ayrılan müşriklerden olmayın.» (Rûm: 32)
«Nizâlaşmayin. Gevşersiniz ve kuvvetiniz gidsr.» (Enfâl: 46)
«Dinlerinde ayrılığa düşen ve gruplaşanlar hususunda sana bir-şey yok.» (En'âm: 159)
«Ayrılığa düşmeyin. Sizden öncekiler ihtilaf ettiler de helak oldular.» (Hadis)
Her fert, camnı ortaya koymadıkça ve cemaat için önemli olan her işe yardım etmedikçe, cemaate bağlanılmış olmaz. Bu yardımlaşmanın, maddi veya edebi olması ya da ilim, mal, görüş veya meşveret ile olması aynıdır. İnsanlar, Allah'ın kullarıdır. Allah'a en sevimli olanları, kullarına en faydalı olanlarıdır:
«İnsanların en hayırlısı, İnsanlara en faydalı olandır.» (Hadis)
«Şüphesiz ki Allah, üzüntüde olanların İmdadına koşulmasını sever.» (Hadis)
«Şefaat edin, ecir kazanın.» (Hadis)
Mü'min, mü'minin aynasıdır. Onun malına el uzatmam ve onu ardından korur:
«Her biriniz kardeşinin aynasıdır. Onda bir eza görürse, onu giderir.» (Hadis)
islâm, işte böyle, yeni olayları karşılamaya gücü yeten ve düşmanların saldırılarını geri çeviren kuvvetli bir tabiat ve birbirine bağlı olarak toplu bulunmayı bir ahlak kılıncaya dek, bu bağlan yerleştirmeye çalışmıştır. Şu sıralarda müslümanlar bu birliğe ne kadar da muhtaçtır. Çünkü onlar bununla, îslâmî bir farzı yerine getirmiş, siyasi kazançlarım korumuş, varlıklarım himaye edecek askeri gücü sağlamış ve muhtaç oldukları servetleri onlara sağlayacak olan iktisadi birliği gerçekleştirmiş olacaklardır.
Dinî zaaf, ahlâkî bozukluk ve ilmî geri kalmışlık yüzünden felâketin izlerinin ortadan kaldırılması şu ana kadar mümkün olmamıştır. Ümmet, hedeflenen birliğe ve bina gibi birbirini desteklemeye dönmedikçe bu tehlikeli toplumsal felaketlerin önüne geçilemez.

23.1.3.2. Bağyedenler (isyan Edenler)'le Savaş

Yukarıda zikredilenler, müslümanları birbirlerine kenetleyen ilişki ve bağlılıkların temelidir. Aralarındaki bu ilişkide kopma meydana geldiği, kardeşlik kulpu ayrıldığı ve birbirlerine isyan ettikleri zaman, adalete ve cemaat yolunda intizama dönünceye kadar bağî-lerle savaş vacip olur.
Allahu Teâlâ şöyle buyuruyor: «Eğer mü'minlerden iki topluluk birbirleriyle savaşırlarsa, aralarını düzeltiniz. Eğer biri diğeri üzerine saldırırsa, saldıranlarla Allah'ın buyruğuna dönünceye kadar savaşınız. Eğer dönerlerse, aralarını adaletle bulunuz, âdil davranı-
ni2. Şüphesiz Allah adil davrananları sever.» (Hucurât: 9)
Ayet, mü'minler birbirleriyle savaştığı zaman, basiret ve rey sahibi mü'minlerin bunların aralarına girip iki topluluğu barıştır-
malarının vacifcj olduğunu ilan ediyor. Eğer bir topluluk diğerine saldırırsa ve sulha yanaşmazsa, müslüraanîann, toptan bu isyancı grupla savaşmak için birleşmeleri vacip olur.
Ebû Bekir es-Sıddîk (r.a.)'m zekat vermeyenlerle savaştığı gibi, mü'minlerin imamı da bu isyancı grupla savaşır.
Fakîhler, bu isyancı grubun, bağy (isyan) sebebiyle İslâm'dan Çıkmış olmadığında ittifak etmiştir. Çünkü Kur'ân-ı Kerîm, birbirleriyle savaşmalarına rağmen, onlan iman üz niteleyerek şöyle buyuruyor: «Mü'minlerden iki topluluk birbirleriyle savaşırlarsa...» Bu yüzdendir ki, onların kaçanları öldürülmez. Yaralıları da böyledir. Mallan ganimet olarak alınmaz. Kadınları ve çocuklan esir edilmez. Harp sırasında telef ettikleri malları ve canlan tazmin etmezler. Onlardan öldürülenler, yıkanır, kefenlenir ve namazîan kılınır. Âdil gruptan ölenler ise şehid olurlar; yıkanmazlar ve naraaz-lan kılınmaz. Çünkü bunlar, Allah'ın emrettiği bir savaşta Ölmüşlerdir. Onlar, müşriklere karşı yapılan savaşta ölen şehidler gibidirler.
Bu durum; dünyanın herhangi bir yerinde, bir cemaatin, etrafında birleştikleri «müslümanlann imami»na karşı hurûc (isyan) edildiği zaman sözkonusudur. Ancak, bu isyan, cemaatin veya fertlerin maslahatlanyla ilgili olarak kararlaştırılmış bulunan haklarını yerine getirmekten sakınan imamı azletmeyi amaçlıyorsa, o taktirde «isyancı» sayılmazlar.
Özetle; «bâğî» isminin verilebilmesi için hurûc edenlerin ayrış-tıncı özel sıfatlarının bulunması gereklidir. Bu sıfatlar özetle aşağıda gösterilmiştir:
1 — Allah'ın müslümanlara itaati farz kıldığı, işlerini yüklenen adil hâkime itaate karşı çıkmak (hurûc).
2 — Hakimin onlan itaate döndürmek için pek çok kişiye, mala ve savaşa ihtiyaç duyacağı şekilde, güç ve kuvvet sahibi, kavi bir cemaatin huruç etmiş olması.
Eğer onlann kuvvetleri yoksa ve fertlerden ibaret ise veya onların kendilerini savunacak malzemeleri yoksa, «bâğî» sayılmazlar. Çünkü bunların zapt altına alınıp, itaate döndürülmeleri kolaydır.
3 — Onlan imamın hükmüne isyana yönelten, bunun caizliği-ne dair bir te'villerinin bulunması. Eğer onların bunu caiz kılan bir yorumlan yoksa bâğî değil «muharib» olurlar.
4 — Kuvvetlerinin dayanağı olan, itaat edecekleri bir reislerinin bulunması. Çünkü İpleri elinde tutan bir reisleri yoksa, cemaatin kuvveti de yoktur.
İşte isyancıların durumu ve Allah'ın bu konudaki hükmü...
Eğer savaş, dünya için, riyaset üzerine ve ûlü'I-emr ile nizâlaş-ma meydana geldiği için olursa, bu hurûc, muharebe sayılır ve muharipler için isyancıların hükümlerinden ayrı başka hükümler verilir. Bu hükümler Allah'ın şu ayetinde belirtilmiştir :
«Allah ve Rasûlü ile savaşanların ve yeryüzünde bozgunculuğa uğraşanların cezası öldürülmek veya asılmak yahut çapraz olarak el ve ayakları kesilmek ya da yerlerinden sürülmektir. Bu onlara dünyada bir cezadır. Onlara ahirette büyük bir azap vardır. Ancak onları yakalamanızdan önce tövbe edenler bunun dışındadır. Biliniz ki Allah bağışlar ve merhamet eder.» (Mâide : 33-34)
Bu muhariplerin cezaları, öldürülmeleri, asılmaları veya elleri ve ayaklarının çarpraz olarak kesilmeleri ya da hapsedilmeleri ve sürülmeleri olarak hakimin onlar hakkındaki görüşüne ve ir-tikab ettikleri cürümlerine göre verilir. Onlardan ölenler cehennemdedir. Onlarla savaşırken Ölenler ise şehittir.
Savaşan iki taraf da asabiyye veya riyaset talebi ile savaşırsa her iki grup da İsyancı olup bâğî ismini alırlar.

23.1.3.3. Müslümanların Başkalarıyla ilişkileri

Müslümanların başkalarıyla ilişkileri; tanışma, yardımlaşma, iyilik ve adalet şeklindedir.
Allah Sübhanehû, yardımlaşmayı doğuran tanışma hakkında şöyle buyuruyor: «Ey insanlar! Doğrusu biz sizleri bir erkek ve bir dişiden yarattık. Sizi milletler ve kabileler haline koyduk ki, birbirinizi kolaylıkla tanıyasınız. Şüphesiz, Allah katında en değerliniz, O'na karşı gelmekten sakınanımzdir. Allah 'her şeyi bilen'dir ve 'her şeyden haberdar'dır.» (Hucurât: 13)
Allah Teâlâ, iyilik ve adaleti tavsiye ederek şöyle buyuruyor:
«Allah, din uğrunda sizinle savaşmayan, sizi yurdunuzdan çıkarmayan kimselere iyilik yapmanızı ve onlara karşı âdil davranmanızı yasaklamaz. Doğrusu Allah âdil olanları sever.» (Mümtehı-ne: 8)
Karşılıklı antlaşma yapılması, aradaki engellerin kaldırılması ve insanlık barışının sağlamlaştırılması bu ayetin gereklerindendir. Bu mânâ, kafirlerin dost edinilmesi yasağının mantığına dahil değildir. Çünkü, kâfirlerin dost edinilmesi yasağı ile, müslümanlara karşı onlarla yardımlaşmanın yasaklanması amaçlanmıştır. Ayrıca bu yasakla, onların kafirliklerinden hoşnut olmak da menedilmiş-tir. Müslümanlar aleyhine kafirlerle yardımlaşmak, islâm'ın tabia-
tına aykırıdır ve İslâm cemaatinin kuvvetini zaafa uğratır. Onların küfründen hoşnut olmak da böyledir. Çünkü İslâm, küfre düşmemeleri için insanlan uyarmış ve sakındırmıştır.
Sulh yapma, güzel davranma ve İyi muamele anlamındaki «dostluk» ise; karşılıklı antlaşma yapmak, birr ve takvâ'da yardımlaşmaktır. Bu, zaten İslâm'ın insanlan davet ettiği esaslardandır.

23.1.3A. Gayri Müslimlerin Dini Hürriyetlerini Teminat Altına Almak

işte bu yüzden İslâm, zimmîler ile müslümanlar arasında «eşitlik» esasını getirmiştir. Müslümanların lehine olanlar, onların da lehine; müslümanlann aleyhinde olanlar, onların da aleyhinedir. İslâmiyet, şu konularda zımmilerin dinî hürriyetlerini teminat altına almıştır:
a — Onlardan hiç birinin dinini terke ya da belli bir inancı kabule zorlanmaması. Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: «Dinde zorlama yoktur; artık hak ile bâtıl birbirinden iyice ayrılmıştır.» (Bakara: 256)
b — Dinlerinin şiarı olan merasimleri yerine getirmek kitab ehli'nin haklarındandır. Onların kiliseleri yıkılmaz, haçları kırılmaz. Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: «Onları dinlerinde serbest bırakın.»
Hatta, müslümanın yahudi veya hıristiyan olan karısı, kiliseye veya havraya gitme hakkına sahiptir. Kocası bunu yasaklaya-maz.
c — İslâm, dinlerinin kendilerine mubah kıldığı yiyeceklerde ve diğer şeylerde onları serbest bırakmıştır. Domuzlan öldürülmez, ■—kendilerine caiz ise— içkileri dökülmez. Bu sebeple İslâm, domuz ve içkiyi müslümanlara haram kıldığı halde, onlara karışmayarak müslümanlardan daha fazla genişlik tanımıştır.
d — Evlenme, boşanma ve nafaka hükümlerinde hürdürler. Bu konularda onlara herhangi bir sınırlama ve kayıt getirilmez; diledikleri gibi tasarrufta bulunma hakları vardır.
e — İslâm, onların değerlerini himaye altına alarak haklarım korumuştur. Onlara, akıl ve mantık hududunda, edeble, kınama ve sertliğe yönelmeden münakaşa ve cedel hürriyeti vermiştir.
Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: «Kitab ehlinden olanlarla —zulmedenler bir yana— en güzel bir şekilde mücadele edin. Şöyle deyin: Bize indirilene de size indirilene de inandık. Bizim ilâhımız da sizin ilâhınız da birdir. Biz O'na teslim olmuşuzdur.» (Ankebût: 46)
f — Bazı mezheplerin görüşüne göre, cezalarda müslümanlarla onlar eşittirler.
Mirasın birbirlerine haram olması konusunda da müslüman-iarla zımmîler eşittirler. Zimmî, müslüman akrabasına mirasçı olamadığı gibi, müslüman da zımmî akrabasına mirasçı olamaz.
g — îslâm, onların yiyeceklerini ve kestiklerini yemeyi, kadınlarıyla da evlenmeyi helâl kılmıştır.
Allah Sübhânehû şöyle buyuruyor: «Bugün size temiz olanlar helâl kılındı. Kitab verilenlerin yemeği size helâl, sizin yemeğiniz de onlara helâldir. Mü'min, hür ve iffetli kadınlar ve sizden önce kitab verilenlerin hür ve iffetli kadınları, —zina etmeksizin ve gizli dost tutmaksızm— mehirlerini verdiğiniz takdirde size helâldir. Kim îmanı inkar ederse, şüphesiz amelleri boşa gider. O âhirette de kaybedenlerdendir.» (Mâide: 5)
h — tslâm, onlan ve hastalannı ziyareti, onlara hediye sunmayı ve buna benzer muameleleri mubah kılmıştır. Rasûlüllah sal-Iallahu aleyhi ve sellem'in zırhı, borcuna karşılık olarak bir yahu-dide rehin iken vefat ettiği ve sahabeden bîrinin, koyun kestiğinde, hizmetçisine, «(Dağıtmaya) komşumuz yahudiden başla!» dediği sabittir.
«Bedâi'» yazarı, şöyle demiştir: «Kitab ehli, müslüman şehirlerinde yerleşirler, alışveriş yaparlar. Çünkü zimmet akdi, onların islâm'a girmelerine vesile olduğu ve müslümanlann şehirlerinde yerleşerek, bu amaca ulaşılması mümkün olacağı için meşru kılınmıştır. Aynca bunda, müslümanlann —alış-veriş gibi— menfaatleri de vardır.»

23.1.3.5. Yasaklanan Dostluk

Bunlar, müslümanlar ile başkaları arasındaki ilişkinin temelidir. Bu ilişki; gayri müslimlerin bizzat kendileri tarafından bunu yok etmeleri, müslümanlara düşmanlıkları ve onlara harb ilânı sebebiyle parçalanması dışında değişikliğe uğramaz. Artık onlan boykot etmek, dinî bir emir ve îslâmî bir vecibe olur. Ayrıca siyasette âdilâne bir iş olan, misliyle muamele de yapılır.
Kur'ân, bakışları bu hakikate çekip, bu konudaki belirleyici hükmünü koyarak, şöyle buyuruyor:
«Mü'minler, müminleri bırakıp kâfirleri dost edinmesinler. Kim, böyle yaparsa, Allah katında bir değeri yoktur. Ancak onlardan sakınmanız hali müstesnadır. Allah sizi kendileriyle korkutur, dönüş Allah'adır.» (Âl-i îmrân: 28)
Bu âyet, aşağıdaki mânâlan içerir :
Birincisi: Tehlike arız olan meselelerde düşmanlarla yardımlaşma ve dostluk menedilmiştir.
. İkincisi: Kim böyle yaparsa, o, Allah ile olan bağını koparmış olur.
Üçüncüsü: Zaaf ve eziyetlerinden korkulduğu durumlarda, kork-tuklan kimselere karşı nefislerinde düşmanlık besleyerek, zahiren dost görünmeleri caizdir.
Kur'ân-ı Kerîm'in başka bir yerinde şöyle buyuruluyor:
«Onlar inananları bırakıp da kâfirleri dost edinenler; onların tarafından bir kudret ve şeref mi arıyorlar? Doğrusu kudret, bütünüyle Allah'ındır. O size Kitab'da: «Allah'ın âyetlerinin İnkâr edildiğini ve alaya alındığını işittiğinizde, başka bir söze geçmedikçe, onlarla bir arada oturmayın. Yoksa siz de onlar gibi olursunuz.» diye indirdi. Doğrusu Allah, münafıkları ve: kâfirlerin hepsini cehennemde toplayacaktır. Sizi gözleyenler Allah'tan size bir zafer gelirse; «Sizinle beraber değil miydik?» derler. Eğer kâfirlere bir pay çıkarsa, onlara, «Size üstünlük sağlayarak, sizi mü'minlerden korumadık mı?» derler. Allah kıyamet günü aranızda hüküm verir. Allah inkarcılara, inananlar aleyhinde asla fırsat vermeyecektir.» (Nisa : 139, 140, 141)
Bu âyet, aşağıdaki hükümleri içerir :
1. Münafıklar, kâfirleri dost edinen, sevgiyle onlara dostluk gösteren ve mü'minlerin dostluğuna tecavüz edip, ondan yüz çevirerek, gizlice kâfirlere yardım eden kimselerdir.
2. Onlar, bu fiilleriyle, kâfirler yanında izzet ve kuvvet taleb ederler. Onlar hatadadırlar, çünkü izzet ve kuvvetin tümü, Allah'ın ve mü'minlerindir :
«İzzet Allah'ın, Rasûlü'nün ve mü'minlerindir. Fakat münafıklar bilmezler.» (Münafikûn: 8)
3. Bu münafıklar, mü'minlerin durumunu gözetirler. Eğer Allah onlara fetih ve yardım verirse, «Biz, din ve cihadda sizinle beraberdik.» derler. Eğer kâfirlere zaferden bir pay verilirse, onlara, «Size üstünlük sağlayarak mü'minlerin ezalarından korumadık mı? Zafere ulaşasınız diye, sizin için onlan yardımsız bırakarak, sırlarını size bildirmedik mi? Kazandığınızdan bize de verin.» derler.
4. Allah Sübhânehû, Allah'ın hududlarını ikâme eden ve iman-lannda samimi olan mü'minler aleyhine kafirlere, zaferi (yani onlara galebeyi) mümkün kılacak bir yol bırakmayacaktır.
Mü'minlerden bazılan, kimi kafirleri aralarındaki akrabalık veya komşuluk ya da anlaşma sebebiyle dost edinirler. Bu dostluk müslümanlann selametini tehlikeye düşürür. Allah bu zararlı dostluktan sakındırarak, şu âyeti indirmiştir:
«Ey iman edenler! Sizden olmayanı sırdaş edinmeyin. Onlar
sizi şaşırtmaktan geri durmazlar, sıkıntıya düşmenizi isterler. Onların öfkesi, ağızlarından taşmaktadır. Kalblerinin gizlediği ise, daha büyüktür. Eğer aklediyorsanız, şüphesiz size âyetlerimizi açıkladık.» (ÂI-i îmrân: 118)
Bu âyet gayri müslimleri sırdaş ve arkadaş edinmeyi yasaklıyor. Çünkü bu sırdaşlık, onların sizin işlerinizi bozması neticesini doğurur. Hem onlar sizin zarara uğramanızı isteyip durmaktadırlar. Onların size duydukları kinlerinin alâmeti, sözleriyle ortaya çıkar. Onlar, açığa vurduklarından daha şiddetlisini gizlemektedirler. Onların size karşı kalblerinde gizledikleri kin ve buğzlan, dilleriyle söylediklerinden daha şiddetli ve koyudur.
imanın tabiatı —insanların kendisine en yakım bile olsa— mü'-mini, başını belalara sokacak olan düşmanlarım dost edinmekten ahkor.
Kur'ân-ı Kerim, şöyle buyuruyor :
«Allah'a ve âhiret gününe inanan bir milletin —babalan, oğullan, çocukları veya öz kardeşleri bile olsalar— düşmanlarını ar-ne karşı gelenlere, sevgi beslediklerini görmezsin. İşte Allah, imanı bunların kalbine yazmış, katından bir nur ile onları desteklemiştir.» (Mücadele: 22)
Âyet, müslümanlar arasında —o düşmanlar mü'minlerin babalan, çocukları veya Öz kardeşleri bile olsalar— düşmanlarını arkadaş edinen birinin bulunmasının doğru olmadığını belirtiyor.
Kur'ân'ın, müslümanlann ve Arapların düşmanlan olan sömürgeciler ile yaıdimlaşan şu adamlar hakkındaki hükmü pek açıktır. Bu yardımlaşma, Allah'a, Kitab'ına, Rasûlüne, müslümanlann imamlarına ve tüm müslümanlara ihanettir. Çünkü onlar, ne İslâm'ın, ne tarihin, ne çevrenin, ne mazlumların, ne bu bölgelerde bulunan-lann ve ne de bunların geleceğinin hakkını gözetmezler. Onlann bu haince tasarrufları, nefislerini şeytana satmalanndan dolayıdır. Onlar nefislerinin rezalet ve hayasızlığını tescil etmişlerdir: Sonsuz rezalet ve ebedî hayasızlığı.

23.1.4. Kişi Hakkının Kabulü

îslâm, barış ilkesini ilan ettikten ve insanlar arasındaki ilişkiyi sulh ve eman ilişkisi kıldıktan sonra, insana değer vermiş ve onu sırf >nsan olması sebebiyle, rengine, cinsine, dinine, dili ve vatanına, kavmiyetine ve içtimâi konumuna bakmaksızın kerim (değerli) bilmiştir.
Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
«Andolsun ki, biz insanoğullarım şerefli kıldık. Onların kara-
da ve denizde gezmesini sağladık, temiz şeylerle onları nzıklandır-dık. Yaratıklarımızın pek çoğundan da üstün kıldık.» (îsra: 70)
Bu şereflendirme, Allah'ın insanı kendi eliyle yaratması, ona ruhundan üfürmesi, yerde ve gökte olanların tümünü ona amade kılması, dünyada onu efendi yapması ve imar ve ıslah için orada onu halife tayini şeklinde ortaya çıkmaktadır. Bu şereflendirmenin gerçekleşmesi ve hayat içinde sağlanması için îslâm, insanın tüm haklarına kefil olmuş ve ister dinî İster medenî ve isterse siyasî olsun bu haklan koruma ve kollamayı vacib kılmıştır.
Bu haklardan bazılan şunlardır:

23.1.4.1. Hayat Hakkı

Her ferdin, canım koruma ve himaye altına alma hakkı vardır. Birini öldürmesi veya ölümü gerektiren bir bozgunculuk yapması dışmda, bir ferdin hayatına tecavüz helal değildir.
Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
«Bunun için İsrailoğulîanna şöyle yazdık: Kim bir kimseyi; bir kimseye veya yeryüzünde bozgunculuk yapmasına karşılık olmaksızın öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibidir. Kim de onu diriltirse (ölümden kurtarırsa) bütün insanları diriltmiş gibi olur.» (Maide:'32)
Sahih bir hadiste, şöyle Duyurulmuştur: «Müslüman bir kimsenin kanı, üç durum dışında helal değildir: Cana karşılık can, muh-san zâni ve cemaatten ayrılıp dinini terkeden kimse.»
23.1.4.2. Mahm Koruma Hakkı
Can masum olduğu gibi, mal da koruma altındadır. Meşru olmayan herhangi bir yolla malının alınması helal değildir. Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
«Ey inananlar! Mallarınızı aranızda haksızlıkla değil, karşılıklı nza ile yapılan ticaretle yeyin, haram ile nefsinizi mahvetmeyin.»
(Nisa: 29)
Nebi aleyhisselam da şöyle buyurmuştur: -Kim kardeşinin malım yalan yemin ile alırsa, Allah cehennemi ona vacib, cenneti ise haram kılar.» Bir adam; «Ey Allah'ın Rasûlü, ya değersiz bir şey olursa..» dedi. Nebî aleyhisselam; «Erâk ağacından yapılmış bir misvak dahi olsa..» buyurdu.

23.1.4.3. Irzım Koruma Hakkı

Çirkin bir sözle (küfürle) olsa bile, ırza yapılan saldın, helal değildir. Allah Teâlâ, şöyle buyuruyor:
' «Mal toplayıp, onu tekrar tekrar sayan, diliyle çekiştirip alay eden kimsenin vay haline!» (Hümeze: 1)
İslâm, canın masumiyetini (korunmuşluğunu), ırz ve malın himayesini kabul ve ilan ile yetinmeyip, ibadet ve fikir hürriyetini kişinin geçimini kazanmak için girişeceği işi seçme hürriyetini ve devletin sağladığı tüm hizmetlerden istifade hürriyetini de kabul etmiştir.

23.1.4.4. Hürriyet Hakkı

îslâm, canın masumiyetini, ırz ve malın himayesini kabul ve ilan ile yetinmeyip; ibadet ve fikir hürriyetini, ferdin geçimini sağlayacağı bir işi seçme serbestisini ve devletin sunduğu tüm hizmetlerden istifade hakkını da tanır.
îslâm, devletin bu hakların tümünü korumasını vacib kılmıştır.
insanların haklan sırf bunlar değildir, daha başka haklar da vardır:

23.1.4.5. Barınma Hakkı

İnsanın herhangi bir mekana sığınma ve bir yerde meskûn olma hakkı vardır. Kendisine hacr ve yoluna engel konulmamış olan bir toprakta yer değiştirme hakkı da vardır. Kişinin sürülmesi, uzaklaştırılması veya hapsedilmesi —başkasının hakkını çiğneme-yip kanundaki sürülme veya hapsi gerektiren bir suçu işlemedikçe— caiz değildir. Bu cezalar ancak, başkasına düşmanlık ermesi, emanı ihlal etmesi ve halkı korkutması durumunda verilir.
Bu konuda, Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
«Allah ve Rasûlü'yle savaşanların ve yeryüzünde bozgunculuğa uğraşanların cezası, öldürülmek veya asılmak yahud çapraz olarak elleri ve ayaklan kesilmek ya da yerlerinden sürülmektir. Bu onlara dünyada bir rezilliktir. Âhirette ise onlara büyük bir azab vardır.» (Maide: 33).

23.1.4.6. Görüş Açıklama Hakkı Eğitim hakkı da bunlardandır:

Her ferdin, aklını aydınlatan, kendisini terakki ettiren ve seviyesini yükselten şeyleri öğrenerek elde etme hakkı vardır.
Yine her insanın, görüşünü açıklama hakkı, ortaya koyarak delillerini gösterme hakkı vardır.
îslâm, ancak ümmetin birliğine zararlı olduğu zaman, hür fikirlerin çalışmasına ve görüş ortaya koymaya engel olur.
Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem, acı bile olsa hakkı açıklayacaklarına ve Allah yolunda kınayanın kınamasından çekinmeyeceklerine dair biat almış ve «Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır.» buyurmuştur.
Bu konuda, Kur'ân-i Kerim şöyle buyuruyor: «Gerçekten indirdiğimiz belgeleri ve doğru yolu Kitab'da insanlara açıkladıktan sonra, gizleyen kimseler var ya, onlara hem Allah Iânet eder, hem lânetçiler lanet eder. Ancak tevbe edenler, ıslah olanlar ve gerçeği ortaya koyanlar müstesna, işte onların tevbsini kabul ederim. Ben tevbeleri daima kabul ve merhamet ederim.» (Bakara: 159-160)
Daha başka haklar da vardır. Bunlardan bazılan şunlardır: îslâm, açın yemek yeme, çıplağın giyinme, hastanın tedavi olma, korkanın emniyete ulaşma hakkını renk ve din farkı gözetmeksizin kabul eder. Bu haklarda herkes eşittir.
Bunlar, İslâm'ın insan haklarının bazılarının kabulündeki prensiplerdir. Kendileriyle dünyanın tamamen sulh ve hayıra ereceği öğretiler de bunlardır.
İslâm'ın, bu hususta insan haklarından bahseden tüm diğer mektepleri geçtiği en büyük husus, onun bu öğretileri, namaz ve diğer ibadetler gibi Allah'a yaklaştıran bir din kılmasıdır.

23.1.4.7. Bu Baklan îptal Etme Suçu

Geniş ufuklara yönelmiş olan insanlığa verilmiş bu haklar, onun kemale ulaşması ve mukadder olan maddî ve manevî yüceliğe ermesi içindir. Özellikle insan haklarından birinin ihlali veya daraltılması büyük bir cürüm sayılır. Bu, İslâm'ın hangi şekilde olursa olsun, harbi menetmesinin asıl sebebidir. Çünkü savaş, tayin edilmiş bir hak olan hayata kastetmeyi beraberinde getirir. O, hayatın kendisiyle salaha erdiği şeyleri mahveder. Nüfuzu yayma ve kuvveti arttırmak için olan yayılma savaşını yasak ederek, şöyle buyurmuştur:
«Bu âhiret yurdunu, yeryüzünde böbürlenmeyen ve bozgunculuğu istemeyen kimselere veririz. Güzel son, Allah'a karşı gelmekten sakınanlarındır.» (Kasas: 83)
intikam ve düşmanlık harbim de yasaklayarak, şöyle buyurmuştur:
«Sizi, Mescid-l Haram'dan menettiği için bir topluluğa olan Id-niniz, aşırı gitmenize sebeb olmasın. İyilikte ve fenalıktan sakınmada yardımlasın, günah İşlemek ve aşın gitmekte yardımlaşmayın. Allah'tan sakının, Allah'ın cezası şiddetlidir.» (Maide: 2)
Yoketme ve tahrib savaşım da menederek, şöyle buyurmuştur:
«Düzeltilmişken yeryüzünde bozgunculuk yapmayın.» (Araf: 56)

33.2. SAVASIN ME§RÛ OLDUĞU ZAMANLAR

Aslolan, sulhdür. Savaş ise istisnaî bir durumdur. Bundan dolayı, tslâm nazariyesinde, harb, şu iki durumda caiz olur:

23.2.1. Canın, Malın, inan ve Düşmanlara Karsı Vatanın Müdafaası

Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle buyuruluyor:
«Sizinle savaşanlarla, Allah yolunda savaşın. Haddi aşmayın. Allah, haddi aşanları sevmez.» (Bakara: 190)
Sa'îd bin Zeyd'den rivayete göre, Nebî aleyhisselam şöyle bu* vurmuştur: «Malını savunurken öldürülen, şehiddir. Ailesini savunurken Ölen, şehiddir.»
(Hadisi, Ebû Dâvûd, Tirmizî ve Nesâî kaydetmiştir.)
Kur'ân-ı Kerîm şöyle buyuruyor:
«Memleketimizden ve çocuklarımızdan uzaklaştırıldığımıza göre, niye Allah yolunda savaşmayalım?» dediler.» (Bakara: 246)

23,22. Allah'a Davetin Müdafaası

Bir kimse, davet yolunda, İslâm'a iman edene azab ederek, ona girmek isteyeni veya onu tebliğ eden davetçiyi engelleyerek karşı çıkarsa, savaş yapılır.
Bu hükümlerin delilleri şunlardır:
1) Allah Sübhanehû şöyle buyuruyor:
«Sizinle savaşanlarla, siz de Allah yolunda savaşın. Aşın gitmeyin, doğrusu Allah aşın gidenleri sevmez. Onları bulduğunuz yerde Öldürün. Sizi çıkardıkları yerden, siz de onlan çıkarın. Fitne çıkarmak adam öldürmekten daha kötüdür. Mescid-i Haram'ın yanında onlar savaşmadikça, siz de onlarla savaşmayın. Sizinle savaşırlarsa, onlan öldürün. İnkar edenlerin cezası, böyledir. Vazgeçerlerse, onlan bağışlayın. Şüphesiz Allah, bağışlar ve merhamet eder.
Fitne kalmayıp, yalnız Allah'ın dini ortada kalıncaya değin, onlarla savasın. Eğer vazgeçerlerse, sataşmayın. Zulmedenlerden başkasıat düşmanlık yoktur.» (Bakara: 190-193).
Bu âyet, şunları içermektedir:
a — Düşmanlık sebebiyle savaşa başlayanlar ile ve aşın gidenlerin saldınlanna karşı, onların düşmanlıklarından korunmak için savaşmak emredilmiştir.
Nefsi müdafaa savaşı, bütün kanun ve mezheblerde meşrudur. Bu, Allah Teâlâ'nın şu âyetinde açıkça görülmektedir:
«Sizinle savaşanlara karşı, Allah yolunda savaşın.» (Bakara: 190)
b — Düşmanlıklarına rağmen, savaşa başlamayan kimselere karşı, savaşa ilk başlayan taraf olmak caiz değildir. Çünkü Allah, aşırılığı nehyetmiş, haddi aşmayı ve zulmü haram kılmıştır:
«Aşırı gitmeyin. Şüphesiz Allah aşın gidenleri sevmez.» (Baka- -ra: 190)
c — Düşmanlıktan nehyin sebebi olarak gösterilen, «Şüphesiz Allah, haddi aşanları sevmez.» âyeti, bu nehyin, neshedilmesi mümkün olmayan muhkem bir hüküm olduğuna delildir. Çünkü bu, Allah'ın aşırı gidenlere karşı sevgi duymadığına dair bir haberdir, th-barda da, nesih mümkün değildir. Çünkü aşın gitmek, zulümdür. Allah ise, zulmü asla hoş görmez.
d — Bu meşru harbin gayesi; müslüman kadın ve erkeklerin fitneden korunması ve kanlarını tüm düşmanlarına karşı emniyette bulundurarak Allah'a ibadete koyulmaları ve dinlerini yerine getirebilmeleri için hürriyetlerinin sağlanmasıdır.
2) Allah Teâlâ, şöyle buyuruyor:
«Size ne oluyor da; «Rabbimiz! Bizi halkı zalim olan bu şehirden çıkar, katından bir sabib çıkan gönder, katından bize bir yardımcı lütfet.» diyen erkekler, zavallı çocuklar ve Icadırripr uğrunda ve Allah yolunda savaşmıyorsunuz?» (Nisa: 75).
Bu âyetle, savaş sebeblerinden ikisi açıklanmaktadır:
a — Allah yolunda savaş: Bu, dinin hedeflediği amaçtır. Böylece fitne kalmayıp, din yalnız Allah'ın olsun.
b — Zayıflar uğrunda savaş: Bunlar, Mekke'de İslâm'a girmiş olup hicrete güç yetiremeyenlerdir. Kureyş, onlara fitne vermekte, işkence yapmaktadır, öyle ki, bunlar, Allah'tan kurtuluş isteyecek duruma gelmişlerdir. Hem bunların, zalimlerin eziyetine karşı onlan himaye edecek, edindikleri dini ve inançlarım uygulama hürriyetini sağlayacak kimseleri de yoktur.
3) Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
«Eğer senden uzak durur, sizinle savaşmaz, size ban» teklif ederlerse, Allah, onlara dokunmanıza izin vermez.» (Nisa: 90).
Bunlar müslümanlarla savaşmayan bir topluluktur. Müslümanlarla savaşmayıp, iki grup arasındaki savaşa da karışmamaktadırlar. Onların uzak duruşları, barışı isteyen gerçek bir uzak duruştur. Müslümanların bunlara dokunmaları caiz değildir.
4) Allah Teâlâ, şöyle buyuruyor:
«Eğer onlar barışa yanaşırlarsa, sen de yanaş ve Allah'a güven. O, şüphesiz işitir ve bilir. Seni aldatmak isterlerse, bil ki, Allah sana kâfidir.» (Enfal: 61-62).
Bu âyette, düşmanlar —hile ve tuzakla bile olsa— barışa yanaşırlarsa onlarla barış yapmak emredilmektedir.
5) Allah Rasûlü'nün savaşlarının tümü savunma savaşlarıdır; hiç biri saldırı savaşı değildir. Mekke Fethi'nden sonra anlaşmaları bozulan müşrik Araplarla savaşta da bu kaide geçerlidir. Bu durum, şu âyette açıklanmaktadır:
«Yeminlerini bozan, Rasûlü sürgüne göndermeye azmeden bir toplumla savaşmanız gerekmez mi ki, önce onlar başlamışlardır? Onlardan korkar mısınız? Eğer inanıyorsanız, bilin ki, asıl korkma-nız gereken, Allah'tır. Onlarla savaşın ki, Allah sizin elinizle onları azablandırsin, rezil etsin ve sizi üstün getirsin de müminlerin gönüllerini ferahlandırsın, kalblerindeki Öfkeyi gidersin. Allah, dilediğinin tevbeslni kabul eder. Allah, Bilen'dir, Hakîm'dir.» (Tevbe: 13-15).
Düşmanlar bir araya gelip, müslümanlara hep birden saldırdıkları zaman, Allah, onlarla topyekün savaşmayı emretmiştir. Allah Teâlâ, şöyle buyuruyor:
«Topyekün sizinle savaşan putperestlerle, siz de topyekün savaşın. Bilin ki, Allah, sakınanlarla beraberdir.» (Tevbe: 36).
Yahudilerle yapılan savaşlara gelince; onlar hicretten sonra, Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem ile anlaşma yapmışlardı. Sonra anlaşmayı bozduklarım gizleyerek, müslümanlara karşı, müşrik ve nıünfıklarla işbirliği yaptılar. Hendek savaşında onlarla birlikte savaşmaya kalkıştılar. Bunun üzerine Allah Teâlâ, şu âyeti indirdi:
«Kitap verilenlerden, Allah'a, âhiret gününe inanmayan, Allah' m ve Rasûlü'nün haram kıldığını haram saymayan, hak dinini din edinmeyenlerle, boyunlarını büküp kendi elleriyle cizye verene ka-'dar savaşın.» (Tevbe: 29)
Yüce Allah, ayrıca şöyle buyurmuştur:
«Ey iman edenler! Yakınınızda bulunan inkarcılarla savaşın, sizi kendilerine karşı sert bulsunlar. Bilin ki Allah, kendisine karşı gelmekten sakınanlarla beraberdir.» (Tevbe: 123).
6) Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem öldürülmüş bir kadına rastladı ve «Bu kadın savaştığı için öldürülmedi.» buyurdu.
Bundan anlaşılır ki, onun öldürülmesinin haram oluşunun sebebi, bu kadının savaşanlarla beraber savaşmamış olmasıdır. Onların bizimle savaşmaları, bizim de onlarla savaşmamıza sebebdir. Onların kafir olması asıl sebeb değildir.
7) Nebî aleyhisselâm, ruhban ve çocukların da öldürülmesini menetmiştir. Bunun da sebebi, kadının öldürülmesinin yasaklanma sebebiyle aynıdır.
8) İslâm, zorlamayı, dine giriş vesilelerinden biri yapmamıştır. Aksine aklı kullanmayı, fikir yürütmeyi, düşünmeyi, göklerin ve yerin zenginliklerine bakmayı hidayetin vesilesi kılmıştır.
Allah Sübhânehû, şöyle buyuruyor:
«Rabbin düeseydi, yeryüzünde bulunanların hepsi inanırdı. Öyle iken insanları inanmaya sen mi zorlayacaksm? Allah'm izni olmadıkça hiç kimse inanamaz. O, akimi kullanmayanlara kötü bir azab verir. «Göklerde ve yerde neler var, bir bakın.» de. İnanmayacak bir millete âyetler ve uyarmalar fayda vermez.» (Yunus: 99-101).
«Dinde, zorlama yoktur ;artık hak ile bâtıl iyice ayrılmıştır.» (Bakara: 256)
Nebî aleyhisselâm'in kolayı kolaylaştırdığı sabit olmuştur. Onun hiç bir kimseyi islâm'a girmek için zorladığı bilinmemektedir.
Ashabı da böyle davranmıştır. Ahmed'in, Ebû Hureyre'den rivayetine göre; Sümâme el-Hanefî esir alındı. Nebî aleyhisselâm her gün ona uğrayarak, «Nasılsın, ey Sümame?» derdi. Sümâme de, «Eğer öldürürsen, kan sahibini öldürmüş olursun. Eğer bedelsiz serbest bırakırsan, şükran duyan birini serbest bırakmış olursun. Eğer mal istersen, dilediğini sana veririz.» derdi.
Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem'in ashabı, onun serbest bırakılmasını istiyor ve «Bunu öldürüp de ne yapacağız?» diyorlardı.
Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem yine ona uğradı. Sümame de müslüman oldu. Nebi aleyhisselâm onu çözüp Ebû Tal-ha'nın bahçesine göndererek, yıkanmasını emretti. Sümâme de yıkanıp iki rekat namaz kıldı. Bunun üzerine Nebî aleyhisselâm, şöyle buyurdu: «Kardeşinizin İslâm'ı pek güzel oldu.»
Hiristiyanlara ve diğer milletlere gelince, Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem, onlardan hiç biriyle savaşmadı. Ancak Hudeybiye Anlaşması'ndan sonra, bütün hükümdarlarla, kendilerini İslâm'a çağıran elçiler gönderdi. Kayser'e, Kisrâ'ya, Mukavkıs'a, Necâşî'ye ve doğuda Şam'da bulunan Arap meliklerine elçiler gönderdi. Hıristiyan ve diğer dinlerden îslâmı kabul edenler müslüman oldu.
Şam'da bulunan hıristiyanlar, müslüman olan bîrini kasden öldürdüler. Müslümanlarla savaşı ilk başlatanlar hıristiyanlardır. Çünkü onlar aralarından müslüman olan birini zulmederek Öldürdüler.
Hıristiyanlar müslümanlan öldürmeye başlayınca Rasûlüllah aleyhisselam önce Zeyd bin Hârise'nin, ondan sonra da Ca'fer'in kumandan tayin edildiği bir seriyeyi Şam'da bulunan Mûte'ye gönderdi. Şayet bunlar Ölürse, kumandanlığı Abdullah bin Revâha'nın almasını emretti. Bu, müslümanlarm bıristiyanlarla yaptıkları ilk savaştır. Pek çok hiristiyan askeri, sahabilere karşı toplanmışlardı. Müslümanların kumandanları ardarda şehit düştüler. Bayrağı, Ha-lid bin Velid aldı.
Buraya kadar anlatılanlardan açıkça anlaşılmaktadır ki, îslâm, ancak saldırıya karşı müdafaa, daveti himaye, İşkenceve zulme engel olma ve yeterli din hürriyetini sağlama harbine izin vermiştir. Bu durumlardan birinde, savaş, dinî farizalardan, mukaddes vazifelerden biri haline gelir ve bu savaşa «cihad» adı verilir.
 CÎHAD

Cihad, güç ve meşakkat manasına gelen «cehd»den türemiştir. Günümüzde bunun yerine, «harb» kelimesi kullanılmaktadır. Harb, genellikle iki devlet arasındaki silahlı çatışmaya denir. Bu, beşerî ve tabiî bir iştir. Neredeyse hiç bir millet ve nesil harbsiz bir ömür geçinnemiştir. Geçmiş ilâhî şeriatler de harbi kabul etmiştir.

233.1. Yahudi ve Hıristiyanların Harp Anlayışı

Yahudilerin ellerinde dolaşan Tevrat yapraklarında, «harb ve savaş şeriatı»; tahrib, öldürme, helak ve soygunun en fena biçimi olarak karşımıza çıkar:
Tesniye kitabı; Bâb: 20/10-17'deki cümleler aynen şöyledir: «Bir şehre karşı cenk etmek için ona yaklaştığın zaman, onu barışa çağıracaksın. Ve vâki olacak ki, eğer sana sulh cevabı verirse ve kapılarım sana açarsa; o vakit vâkt olacak ki, içinde bulunan bütün kavm sana angaryacı olacaklar ve sana kulluk edecekler. Ve eğer seninle banş yapmayıp cenk etmek isterlerse, o zaman onu muhasara edeceksin. Ve ilâhın Rab, onu senin eline verdiği zaman, onun her erkeğini kılıçtan geçireceksin; ancak kadınları ve çocukları ve hayvanları ve şehirde olan her şeyi, bütün malını kendin için çapul edeceksin. Ve ilâhın Rabb'in sana verdiği düşmanlarının ma-
lını yiyeceksin. Bu milletlerin şehirlerinden olmayıp senden çok uzakta bulunan bütün şehirlere böyle yapacaksın. Ancak, ilâhın Rabb'in sana miras olarak vermekte olduğu bu kavimlerin şehirlerinden, nefes alan kimseyi sağ bırakmayacaksın. Fakat onlan; Hİttileri ve Amarîleri ve Kenanlüan ve Perizzîleri ve Hivîleri ve Yebusîleri, ilâhın Rabb'in sana emrettiği gibi tamamen yok edeceksin.>
Hıristiyanların elinde bulunan Matta incili, Bâb: 10/34-29'da ise şöyle denmektedir:
«Yeryüzünde selâmet getirmeye geldim sanmayın; ben selâmet değil, fakat kılıç getirmeye geldim. Çünkü ben; adamla babasının ve kızla anasının ve gelinle kaynanasının arasına ayrılık koymaya geldim; ve adamın düşmanları kendi ev halkı olacaktır. Babayı ve anayı benden ziyade seven bana lâyık değildir. Oğlu veya kızı benden ziyade seven bana lâyık değildir. Ve haçını alıp ardımca gelmeyen bana lâyık değildir. Canını bulan onu zâyedecektir; benim uğruma canım zâyeden onu bulacaktır.>
Devletler Hukuku da, savaş halinde uyulması gereken bir takım kurallar ve kaideler belirlemiştir. Ancak, savaşm felaketini hafifletmek amacına yönelik bu kurallara çoğunlukla uyulmaz.

233.2. İslâm'da Cihad Kanunları

Allah TeâlS, Rasûlü'nü tüm insanlara gönderdi ve ona insanları hidayete ve hak dine çağırmasını emretti. Nebi, Mekke'de hikmet ve güzel öğütle Allah'a çağırarak emri yerine getirdi.
«Ey Muhammedi Rabbinİn hükmü yerine gelinceye kadar sabret; doğrusu sen, bizim nezaretimiz altındasın; kalkarken Rabblni överek teşbih et.» (Tûr: 48).
«Biz, gökleri, yeri ve her ikisi arasında bulunanları gereğince yarattık. Kıyamet günü şüphesiz gelecektir. O halde, yumuşak ve İyi davranın.» (Hicr: 85).
«Şimdilik sen, onlardan yüz çevir, esenlik dile, yakında bileceklerdir.» (Zuhruf: 89).
«İnananlara söyle; Allah'ın, bir milleti, yaptıklarına karşılık cezalandıracağı günlerinin geleceğini ummayanlan, şimdilik bağışlasınlar.» (Câsiye: 14).
«Kötüyü en iyi İle sav. Onların vasıflandırmalarını Biz daha İyi biliriz.» (Müminûn: 96).
«Birinin suyu tatlı ve kolay içlmll, dlğerininkl tuzlu ve acı olan İki denizi salıverip aralarına da, karışmalarına engel olan bir sınır koyan Allah'tır.» (Furkan: 53),
Gönderilişinden onüç sene sonra, eziyetler şiddetlenip, işkenceler artarak, iş, mübarek Rasûlü öldürmek için tuzaklar kurmaya kadar varınca, Mekke'den Medine'ye hicret etmesi ve ashabına da oraya hicreti emretmesi zaruri hale geldi:
«înkâr edenler, seni bağlayıp bir yere kapamak veya öldürmek, ya da sürmek için düzen kuruyorlardı. Onlar düzen kurarken, Allah da düzenlerini bozuyordu. Allah, düzen yapanların en iyisidir.» (Enfal: 30).
«Muhammed'e yardım etmezseniz, bilin ki, inkâr edenler onu Mekke'den çıkardıklarında mağarada bulunan iki kişiden biri olarak Allah ona yardım etmişti. Arkadaşına (Ebû Bekir'e) «Üzülme, Allah bizimledir.» diyordu; Allah da ona güven vermiş, görmediğiniz askerlerle onu desteklemiş, inkâr edenlerin sözünü alçaltmiştir. Ancak Allah'ın sözü yücedir. Allah güçlüdür, hakimdir.» (Tevbe: 40).
islâm'ın yeni başşehri olan Medine'de, düşmanlar ittifak edip, kılıçları sıyırmak zaruri olunca, nefsi müdafaa ve daveti emniyete almak için savaşa izin verildi.
Allah Teâlâ'nm bu konuda indirdiği ilk âyet şudur:
«Haksızlığa uğratılarak kendisine savaş açılan kimselerin karşı koyup savaşmasına İzin verilmiştir. Allah, onlara yardım etmeye elbette Kadir'dİr.» (Hacc: 39).
«Onlar haksız yere ve «Rabbtmiz Allah'tır.» dediler diye yurtlarından çıkarılmışlardır. Alîah, insanların bir kısmını diğeriyle sav-masaydı, manastırlar, kiliseler, havralar ve İçinde Allah'ın adı çok anılan camiler yıkılıp giderdi. And olsun ki Allah'a yardım edenlere O da yardım eder. Doğrusu Allah, kuvvetlidir, güçlüdür.» (Hacc; 40).
Bu âyetlerde .savaşa izin verilmesine üç sebep gösterilmektedir :
1 — Düşmanlarının zulmüne uğrayıp, sırf, hak dine girdikleri ve «Rabbimiz Allah'tır,» dedikleri için haksız olarak memleketlerinden çıkanları kimselerdir.
2 — Eğer Allah, insanlara misliyle müdafaaya izin vermemiş olsaydı, Allah'a ve âhiret gününe inanmayan kâfirlerin zulümleri sebebiyle, içinde Allah'ın çok zikredildiği mâbedlerin tümü yok olacaktı.
3 — Yeryüzünde oturmanın, yardım ve hükmün gayesi, namaz kılmak, zekâtı vermek, mârufu enir va münker'i nehyeünektir.

23.3.3. Cihadın Vacib Kılınması

Hicretin ikinci senesinde Allah cihadı farz kılmıştır. Allah Teâlâ, şöyle buyuruyor:
«Savaş, —hoşunuza gitmediği halde— size farz kılındı. İhtimal ki, hoşlanmadığınız şey sizin iyiliğinize dir ve ihtimal ki sevdiğiniz bir şey, sizin kötülüğünüzedir. Siz bilmezsiniz, Allah bilir.» (Bakara : 216).

233.4. Cihad Farzı Kifâyedir

Cihad, müslümanlann bütün ferdlerine farz değildir. O ancak bazılarının yerine getireceği ve düşmanlarım defedecekleri bir farz-ı kifâyedir. Böylece ihtiyaç yerine getirilir ve farz olma diğerlerinden düşer.
Allah Teâlâ, şöyle buyuruyor :
«İnananlar toptan savaşa çıkmamalıdır. Her topluluktan bir taifenin dini iyi öğrenmek ve milletlerini geri döndüklerinde uyarmak üzere geri kalmaları gerekli olmaz mı? Ki böylece belki yanlış hareketlerden çekinirler.» (Tevbe: 122)
Yine, Allah şöyle buyuruyor:
«Ey inananlar ihtiyatlı davranın, bölük bölük veya hep birden savaşa gidin.» (Nisa: 71).
Buhari, «bölük bölük» kısmını, İbn Abbas'm «ayrı ayn seriye-ler ile» şeklinde tefsir ettiğini nakleder.
Allah Teâlâ, şöyle buyuruyor :
«İnananlardan, özürsüz olarak yerlerinde oturanlar ile, mal ve canlarıyla Allah yolunda cihad edenler birbirine eşit değildir. Allah mal ve canlarıyla cihad edenleri, mertebece, oturanlardan üstün kılmıştır. Allah hepsine de cenneti vâdetmiştir, ama Allah, cihad edenleri, oturanlara, büyük ecirlerle üstün kılmıştır.» (Nisa: 95)
Müslim'in Ebû Sa'îd el-Hudrî (r.a.)'den rivayetine göre, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem Beni Lahyân'a bir grup göndermiş ve şöyle buyurmuştur :
«Her iki adamdan biri gönderilir. Sevab ise, her ikisinedir.»
Eğer herkese vacib olsaydı, insanların dünyevi maslahatları bozulurdu. Bu yüzden onu bir kısmının yerine getirmesi vacihtîr.

23.3.5. Cİhad Ne Zaman Farz-ı Ayn Olur?

Cihad, ancak aşağıdaki durumlarda farz-ı ayn olur :
1. Mükellef savaş safında hazır bulunur. Bu durumda cihad, ona farz-ı ayn olur.
Allah Sübhânehû, şöyle buyuruyor:
«Ey inananlar! Bir toplulukla karşılaşırsanız dayanın; başarıya erişebilmeniz için Allah'ı çok anın.» (Enfal: 45)
«Ey iimimnfaTt Savaş İçin İlerlerken, İnkâr edenlerle toplu hal-de karşılaştığınızda, onlara arkanızı dönmeyin.» (Enfal: 15)
2. Düşman, müslümanlann bulunduğu bir yere veya şehre geldiği zaman, bu belde halkının tümüne, düşmanlarla savaşmaya çıkmak vacib olur. Topluca onlara karşı toplanmanın dışında düşmanları defetmek mümkün olmadığı zaman, hiç kimseye savaşa katılmamak helâl olmaz.
Allah Sübhânehû şöyle buyuruyor: «Ey İnananlar! Yakınınızda bulunan İnkarcılarla savaşm; sizi kendilerine karşı sert bulsunlar. Bilin ki Allah, kendisine karsı gelmekten sakınanlarla beraberdir.» (Tevbe: 123)
3. Hâkim, mükelleflerden birini askere alırsa, onun buna uymaktan kaçınması caiz olmaz. Bunun delili, îbn Abbas'ın Nebî aley-hîsselâm'dan rivayetidir: Nebî, şöyle buyurmuştur: «Fetihten sonra hicret yoktur. Fakat, clhad ve niyet vardır. Askere alındığınız zaman, koşun.»
(Hadîsi, Buhari rivayet etmiştir.)
Bu hadis, «Sizden savaşa çıkmanız istendiği zaman, çıkın.» ma-nâsındadır.
Allah Sübhânehû, şöyle buyuruyor :
«Ey inananlar; Size ne oldu ki, «Allah yolunda, savaşa çılan.» dendiği zaman, yere çöküp kaldınız? Ahireti bırakıp dünya hayatın» mı razı oldunuz? Oysa dünya hayatının geçimi, âhirete göre pek az bir şeydi.» (Tevbe : 38)

233.6. Cihad Kime Vacibtlr?

Cihad, müslüman, erkek, âkil-baliğ, sıhhatli ve cihaddan dönün-ceye değin ailesine ve kendisine yetecek
miktarda malı bulunan kim-selere vacibdir.
Gayr-ı müslime, kadına, çocuğa, deliye, hastaya ise vacib değildir. Bunlardan herhangi birinin cihaddan geri durması günah değildir. Çünkü zayıflıkları vuruşmalarına engeldir. Onların, savaş meydanında önemsenecek bir yararları dokunmaz; faydadan daha çok, zarara yol açarlar.
Bu konuda, Allah Sübhânehû ve Teâlâ, şöyle buyuruyor :
«Güçsüzlere, hastalara ve sarfedecek bir şeyi bulunmayanlara, Allah ve peygamberine bağlı kaldıkları müddetçe, sorumluluk yoktur.» (Tevbe: 91)
«Âmâ (gözleri görmeyen) kimse savaşa gelmezse, ona bir sorumluluk yoktur; topala ve hastaya da sorumluluk yoktur.» (Fetih: 17)
îbn Ömer (r.a.)'den rivayete göre, o şöyle demiştir: «Uhud günü, 14 yaşında iken, Allah Rasûlü'ne arz olundum. Bana izin vermedi.»
(Hadîsi, Buhari ve Müslim rivayet etmiştir.) Çünkü cihad, bir ibadettir ve ancak bulûğ çağında vacıb ohır. Buhari ve Ahmed'in Aişe (r.a.)'dan rivayetine göre, o şöyle demiştir :
«Ey Allah'ın Rasûlü, kadınlara cihad vacib midir?» diye sordum. Nebî aleyhisseîâm şöyle buyurdu: «Savaş olmayan cihad vardır : Hacc ve umre.»
Bir rivayette: «Fakat cihaddan daha üstünü; kabul olunmuş hacc vardır.»
Vahidî ve Süyûtî'nin, Mücahİd'den rivayetine göre, o şöyle demiştir: «Ümmü Seleme; «Ey Allah'ın Rasûlü, erkekler savaşıyor, biz ise savaşmıyoruz. Hem, bize mirasın yan hissesi veriliyor.» dedi. Bunun üzerine Allah, şu âyeti indirdi: «Allah'ın sizi birbirinizden üstün kıldığı şeyleri özlemeyin. Erkeklere kazandıklarından bir pay, kadınlara da kazandıklarından bir pay vardır. İnsan zayıf yaratılmış olduğundan. Allah, sizden yükü hafifletmek ister.» (Nisa: 32)
îkrime (r.a.)'ın rivayetine göre, kadınlar cihadı isteyerek; «Allah'ın bize de cihada izin vermesini ve erkeklerin kazandıkları se-vabdan bizim de pay almamızı istedik.» dediler. Bunun üzerine bu âyet nazil oldu.
Bu, kadınların hastalara bakma ve benzeri sebepler dolayısıyla savaşa katılmalarına engel değildir.
Enes (r.a.)'dan rivayete göre, o şöyle demiştir:
«Uhud savaşı olduğu zaman Nebi aleyhisseîâm'in yanındakiler hezimete uğradılar... Ebû Bekir'in kızı Aişe ile Ümmü Süleym'i eteklerini ayaklanndaki halhallan görünür şekilde toplamış halde gördüm. Sırtlarında su tulumlarını taşıyorlar, sonra gazilerin ağızlarına su döküyorlardı. Tekrar dönüp dolduruyorlar, sonra gelip, yine onların ağızlarına su döküyorlardı.»
(Hadisi, Buhari ve Müslim rivayet etmiştir.)
Yine Enes'den rivayete göre, o şöyle demiştir: «Nebî aleyhisseîâm, Ümmü Seleme ve beraberindeki ensar kadınlarının, savaşa katılıp, su taşımalarına ve yaralan tedavi etmelerine izin verdi.»
(Hadîsi, Müslim, Ebû Dâvûd ve Tirmizl kaydetmiştir.)

233.7. Anne-Babanın İzni

Farz olan cihadda, ana-babanın iznine bakılmaz. Nafile cihad-da ise, müslüman ana-babanın veya birinin frnj gereklidir.
îbn Mes'ûd, şöyle demiştir: Allah Rasûlü'ne; «Allah'a en sevimli amel hangisidir?» diye sordum. «Vaktinde kılınan namaz.» buyurdu. «Sonra hangisi?» dedim. «Ana-babaya iyilik.» buyurdu. «Sonra hangisi?» dedim. «Allah yolunda cihad.» buyurdu.
(Hadisi, Buhari ve Müslim kaydetmiştir.)
İbn Ömer, şöyle demiştir: Bir adam Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem'e gelerek, cihad için izin vermesini istedi. Nebî aley-hisselâm; «Annen ve baban sağ mı?» diye sordu. Adam, «Evet.» deyince, «Onların yanında kal ve cihad et (onlar için çalış).» buyurdu.
(Hadîsi, Buhari, Ebû Dâvûd, Nesâî ve Tirmizî kaydetmiştir.)
Şir'atü'l-İslâm kitabında ,şöyle denmektedir: «Cihada çıkmak, ailesinden, çocuklarından ve ana-babasmdan ayrılmaktır. Bunlar, ci-haddan öncedir. Hatta bunlar, cihaddan daha üstündür.»

23.3.8. Alacaklıların İzni

Borçlu olan kimse; onu ödemeden, alacaklıdan izin almadan veya bir rehin bırakmadan ya da bir kefil göstermeden, nafile olan cihada çıkamaz.
Ahmed ve Müslim'in Ebû Katâde (r.a.)'den. rivayetine göre, o şöyle demiştir: «Ne dersiniz, Allah yolunda öldürülsem, bütün günahlarıma kefaret olur mu?» Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sel-lem şöyle buyurdu: «Evet.. Sen sabırla, Allah rızasını dileyerek, kaçarken değil, saldırırken ölmüşsen, borç hariç günahlarına kefaret olur. Bana bunu Cibril söylemiştir.»

23.3.9. Savaşta Kafir ve Facirlerden Yardım Almak

Münafıkların ve fâsiklann, kâfirlerle yapılan savaşa yardım etmeleri caizdir. Abdullah bin Übey ve beraberindeki münafıklar, Allah Rasûîü sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte savaşa çıkmışlardır. Devamlı içki içen Ebû Muhsin es-Sakafî'nin kıssası ve Farslar-la yapılan savaştaki kahramanlıkları meşhurdur.
Kafirlerin müslümanlarla birlikte savaşmaları ise, âlimlerin arasında ihtilaflıdır.
Mâlik ve Ahmed; «Onlardan yardım istemek ve onların yardım etmeleri mutlak olarak caiz değildir.» demişlerdir.
Mâlik; «Ancak müslümanlann hizmetçisi olanların yardımı caizdir.» demiştir.
Ebû Hanife ise şöyle demiştir: «Kendilerinin tabi oldukİan hükümlerin çoğunluğu islâm hükümleri ise, onlardan yardım iste-
mek ve onların yardım etmesi mutlak olarak caizdir.» Şayet onlarda cari olan hükümler şirk hükümleri ise, bunu kerih görmüştür. Şâfi'î de şöyle demiştir: «Şu iki şartla caiz olur:
1. Müslümanlar az, müşrikler de çok olduğu zaman.
2. Müşriklerin, islâm hakkında iyi düşünceleri ve İslâm'a meyilleri bilindiğinde.
Onlardan yardım alındığı zaman, sehm (ganimetten belirli bir pay) almazlar, mükafat olarak bir şeyler verilir. Ganimette müslümanlann paylarına ortak edilmezler.

23.3.10. Zayıflar Sebebiyle Allah'ın Yardım Etmesi

Mus'ab bin Sa'd bin Ebî Vakkas'dan rivayete göre, o şöyle demiştir: Babam kendisinin payının aşağı kimselerden daha fazla olması gerektiği görüşündeydi. Nebî aleyhisselâm, şöyle buyurdu : «Ancak zaifleriniz sebebiyle yardım olunuyor ve rızıklandınlmıyor musunuz?»
(Hadîsi, Buhari ve Nesâî kaydetmiştir.)
Nesâî'nin lâfzı: «Allah, bu ümmete ,ancak zaiflerinin duası, namazı ve ihlası sebebiyle yardım ediyor.»
Ebû'd-Derdâ'dan rivayete göre, o şöyle demiştir: «Allah Rasû-lü'nü işittim, şöyle buyurdu: «Zayıflar hususunda bana bağyediyor-sunuz. Halbuki ancak zayıflarınız sebebiyle rızıklandırıhyor ve yardım olunuyorsunuz.»
(Hadisi, Tirmizî, Nesâî, Ebû Dâvûd ve îbn Mâce kaydetmiştir.)
Ebû Hüreyre'den rivayet olunduğuna göre, Nebî aleyhisselâm, şöyle buyurmuştur:
«Saçları dağınık, kapılardan kovulan kimse, Allah'a dua etse, Allah duasını kabul eder.»

23.3.11. Cihadın Fazileti
23.3.Îİ.Î. Cihad, Nafile İbadetlerin En Faziletlisidir

Cihad, Allah'ın kelimesinin îlanı, hidayetinin yeryüzüne yerleştirilmesi, hak dinin ikâmesidir. Bazan nafile hac ve umreden daha üstün olur. Nafile namaz ve oruçtan daha faziletlidir.
Bununla beraber, o bütün ibadet türlerinin her birini, zahir olsun bâtın olsun aynı şekilde intizama sokar. Çünkü onda, bâtını ibadetlerden, dünyaya karşı zühd, yurttan ayrılık ve şehvetlerden uzaklaşma yer almaktadır, öyle kî bu yüzden islâm, cihadı, «ruhbâ-niyet» olarak adlandırmıştır.
Bir hadiste, söyle varid olmuştur; «ümmetimin ruhbaniyeti, Allah yolunda cihaddır.»
Cİhadda, malı ve cam kurban, etme, onları Allah'a satma var-dır. Onun ürünleri İçinde de, sevgi ve iman, yaktn ve tevekkül meyveleri vardır.
«Allah şüphesiz, Allah yolunda savaşıp, öldüren ve öldürülen mü'minlerin canlarını ve mallarını —Tevrat, tncü ve Kur'an'da söz verilmiş bir hak olarak— cennete karşılık satın almıştır. Verdiği sözü Allah'tan daha çok tutan kim vardır? O halde yaptığınız alış-ve-rişe sevinin, bu, büyük başarıdır.» (Tevbe: 111)
Islara, cihadı yüceltmiş, medeniyet surlarının tümünü onunla yükseltmiş, ondan kaçanları zemmederek, nifak ve kalb hastalığı ile tavsif etmiştir.

23.3.11.2. Mücdhid, İntanların En HayırluviiT

îbn Abbas'dan rivayete göre, Nebî aleyhiaselâm şöyle buyurmuştur:
«Size insanların en hayırlısını bildireyim mi?.. O, Allah yolunda atının yularına yapışmış olan kişidir. Size, uzaklaşanların en hayırlısını bildireyim mi? O, Allah'm hakkını eda ettiği bir sürücüğü-nün başında uzlete çekilen kimsedir. Size, insanların en kötüsünü de bildireyim mi?.. O, kendisinden Allah adma İstendiği halde, vermeyen kimsedir.»
Nebî aleyhisselâm'a, «İnsanların en faziletlisi kimdir?» diye soruldu: «Allah yolunda, canı ve malı ile cihad eden mü'min.» buyurdu. «Sonra kimdir?» diye soruldu: «Allah'tan korkarak ve insanlardan uzaklaşarak dağ yollarından birinde yaşayan mü'min.» buyurdu.
Bu hadis, uzleti, insanlarla düşüp kalkmaya üstün tutan kimse lehine delildir. Bu konuda meşhur bir tartışma vardır.
Şâfi'î ve âlimlerin çoğunluğunun mezhebi şudur: «insanlarla beraber olma, fitneden salim olunacağının umulması şartıyla, daha
üstündür.»
Diğer grupların mezhebi İse; uzletin daha üstün olduğu şeklindedir.
Âlimlerin çoğunluğu; bu hadisi, fitne ve karışıklık zamanlarına veya insanların emin olmadığı ve onlara sabır gösteremeyen kimse hakkında ya da buna benzer hususî durumlara hasretmişlerdir.
Nebiler, sahabenin çoğunluğu, tabiîn, âlimler ve zâhidler, insanların arasına karışmışlar ve cumada hazır bulunma, cemaate ve cenazelere katılma, hasta ziyaretinde, zikir halkalarında bulunma ve
diğer hususlarda insanların arasına katılmanın sağladığı faydalan elde etmişlerdir.
Hadiste geçen «dağ yolu»ndan, iki dağ arasında kalan kısım kastediliyor. Hadiste Özellikle dağ yolunun kendisi hedeflenmemiş, aksine tek basma kalma, uzlet kastedilmiştir. Dağ yolu ise, misal olarak verilmiştir. Çünkü buralar genellikle insanların bulunmadığı yerlerdir.
Şu hadis de, yukarıdaki hadisin benzeridir: Nebİ'ye «kurtuluş» hakkında sorulduğu zaman, şöyle buyurmuştur:
«Sana, dilini tutmanı, evinin sana dar gelmemelini ve hatalarına ağlamam tavsiye ederim.»

23.3.11.3. Cennet Mücahidlerindir

Tirmizî'nin rivayetine göre; bir adam, uzlete çekilmeyi arzu-ladi. Bunu Nebî aleyhisselâm'a sordu. Nebî aleyhisselâm şöyle buyurdu: «Böyle yapma. Birinizin Allah yolunda attığı bir adım, evinde kıldığı yetmiş senelik nama/dan daha üstündür. Allah'ın sizi bağışlamasını ve Cennet'e sokmasını istemez misiniz? Allah yolunda savaşın.»
«Kim devesinin üzerinde Allah yolunda savaşırsa, ona Cennet vacib olur.»
Mücahid, Cennet'te yüz derece yükseltilir:
Ebû Sa'îd el-Hudrî (r.a.)'den rivayete göre, Nebî aleyhisselâm şöyle buyurmuştur: «Ey Ebû Sa'îd! Kim rab olarak Allah'ı, din olarak İslâm'ı, nebi olarak Muhammed'i seçip hoşnud olursa, Cennet ona vacib olmuştur.» Bu Ebû Sa'îd'in hoşuna gitti ve «Ey Allah'ın Rasûlü, bana onlan bir daha say!» dedi. Nebî aleyhisselâm tekrar saydı. Sonra Nebî aleyhisselâm; «Bir de, kulun onun sayesinde Cennette her ikisi arasında gök İle yer arasındaki mesafe kadar olan yüz derece yükseleceği bir şey vardır.» buyurdu. Ebû Sa'îd, «O nedir ey Allah 'in Rasûlü?» diye sordu. Nebî aleyhisselâm, şöyle buyurdu: «Allah yolunda cihad.. Allah yolunda cihad..»
Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem, şöyle buyurdu: «Cennette, Allah'ın, Allah yolunda cihad edenlere ayırdığı her İkisi arasındaki mesafenin yerle gök arası gibi olduğu yüz derece vardır. Allah'tan istediğiniz t^ıt»"^ Firdevs'i isteyin. O, cennetin ortasında ve en yücesindedir. Üzerinde Rahman'ın arşı vardır. Ondan cennet nehirleri fışkırır.»

23.3.114. Hiç Bir Şey Cihada Denk Değildir

Ebû Hüreyre'den rivayete göre, şöyle demiştir: «Ey Allah'ın Rasûlü! Allah yolunda cihada denk olan nedir?» diye soruldu. *Ona güç yetiremezsiniz.» buyurdu. Soru, iki veya üç kere tekrarlandı. Yine «Ona güç yetiremezsiniz.» buyurdu. Üçüncüsünde ise, şöyle buyurdu: «Allah yolunda cihad eden, Allah'ın âyetleriyle Allah'a samimiyetle dua eden kimse; namaz kılan, oruç tutan ve bunları o cihaddan dönünceye değin bırakmayıp sürdüren kimse gibidir.»
(Hadîsi, Buharı, Müslim, Ebû Dâvûd, Nescâî ve Tirraizî rivayet etmiştir.)

23.3.11.5. Şehidliğin Fazileti

Allah Rasûlü, sallallahu aleyhi ve seilem şöyle buyurmuştur: «Allah yolunda yaralanan her kişi —kimin Allah yolunda yaralandığım en iyi bilen Allah'tır— kıyamet günü, yarasından kan renginde ve misk kokusunda olan kanlar akar halde gelir.»
Muhammed bin İbrahim, şöyle demiştir: «Abdullah bin Mübarek, kendisini cihada çıkmaya çağırdığım zaman bana, FudayI bin îyad'a götürmem için şu beyitleri yazdırdı:
«Ey Haremeyn'in âbidi, eğer bizi görseydin; İbadette oynadığını mutlaka görürdün.
Başkaları gözyaşlarıyla yanaklarını boyarken;
Bizim boğazlarımız kanlarımızla boyanır. Veya onların atlan bâtıl yolda yorulurken; Bizim atlarımız baskın günlerinde yorulur.
Misk kokusu sizindir; bizim miskimiz ise;
Atların ayak tırnaklarının kokusu ve temiz tozlardır. Bize Nebî'mizden öyle bir söz geldi ki; Doğru ve sahih bir sözdür o, yalanlanmaz.
Allah ehli'nin tozuyla Cehennem'in dumanı
Kişinin burnuna aynı gelmez! Bu yalanlanmaz. Bu Allah'ın Kitab'i, bizim aramızda şöyle buyurur: «Şehid, ölü gibi olmaz.» Bu da yalanlanmaz.»
Mektubu Mescid-i Haram'da bulunan FudayI bin îyâd'a verdim. Onu okuduğu zaman, gözleri doldu ve; «Ebû Abdurrahman doğru söylemiş ve bana nasihat etmiş.» dedi. Sonra; «Sen de hadis yazanlardan mısın?» diye sordu. «Evet» dedim. «Bize, Ebû Abdurrahman'• m mektubunu getirmenin karşılığı olarak şu hadisi yaz.» dedi ve bana şunu yazdırdı:
Ebû Hüreyre (r.a.)'den rivayete göre; bir adam, «Ey Allah'ın Rasûlü, bana Allah yolunda cihad eden mücahidlerin sevabına ulaşacağım bir amel öğret.» dedi. Nebî aleyhisselâm: «Hiç aynlmaksı-zın namaz kılmaya ve hiç bozmaksızın oruç tutmaya gücün yeter mi?» diye sordu. Adam; «Ey Allah'ın Rasûlü, bunu yapamayacak kadar zayıfım.» dedi. Sonra Nebî aleyhisselâm, şöyle buyurdu: «Nefsim yedinde olan Allah'a andolsun ki, eğer buna takat getirsen, yine de Allah yolunda savaşan mücahidin ulaştığına erişemezsin.» ■:'
Allah Rasûlü, ashabına şöyle buyurdu: «Kardeşleriniz Uhud'da öldürüldüğü zaman, Allah onların ruhlarını Cennet nehirlerinin kaynadığı yeşil kuş midesinde yerleştirdi. Onun meyvesinden yerler. Arşın gölgesinde asılı bulunan altın kandillere sığınırlar. Yediklerinde, içtiklerinde ve konuştukları yerde duydukları hoş koku sebebiyle; «Kim, bizim, Cennet'te cihadı terk etmediğimiz için rızıklandın-Iıp, yaşadığımızı kardeşlerimize bildirecek?» dediler. Allah Teâla, «Onu kardeşlerinize ben bildireceğim.» buyurdu ve şu âyeti indirdi:
«Allah yolunda ölüdürülenleri Ölü saymayın; bilâkis Rab'Ieri katında diridirler. Allah'ın bol nimetinden onlara verdiği şeylerle sevinç içinde nzıklanırlar. Arkalarından kendilerine ulaşamayan kimselere, kendilerine korku olmadığım ve kendilerinin üzülmeyeceklerini müjdelemek isterler. Onlar Allah'tan olan bir nimeti, bolluğu ve Allah'ın mü'minlerîn ecrini zayi etmeyeceğini müjdelemek isterler.» (Al-i İmrân: Î69- İ71)
Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve seilem, şöyle buyurmuştur: «Şehidlerin ruhları yeşil kuş kannlarındadır. Cennette diledikleri yerlere giderler.»
Yine O şöyle buyurmuştur: «Şehid, ölüm acısını ancak birinizin akrep sokması sırasında hissettiği kadar duyar.»
Aynca şöyle buyurmuştur: «Cihadın en üstünü, atının yaralanması ve senin kana bulanmandır.»
Câbir bin Atik (r.a.)'den rivayete göre, Nebî aleyhisselâm şöyle buyurmuştur: «Şehİdler, —Allah yolunda öldürülenin dışında— yedidir: Tâ'ûndan ölen, şehiddir. Boğulan şehiddir. Zâtul-cenb'den ölen, şehiddir. Karın ağrısından Ölen, şehiddir. Yanarak ölen, şehiddir. Yıkık altında kalarak ölen, şehiddir. Doğum esnasında ölen kadın, şehiddir.»
(Hadîsi, Ahmed, Ebû Dâvûd ve Nesâî sahih senedle kaydetmiştir.)
Ebû Hüreyre (r.a.)'den rivayete göre, Nebî aleyhisselâm; «Sizce şehid kimdir?» diye sordu. Ashab; «Ey Allah'ın Rasûlü, Allah yoIunda öldürülen şehiddir.» dediler. «O zaman ümmetimin şehidleri çok azahr.» buyurdu. Ashab, «Onlar kimdir, ey Allah'ın Rasûlü?»
diye sordular. Nebî aleyhîsselâm, şöyle buyurdu: «Allah yolunda öldürülen, şehiddir. Allah yolunda (ibadet ederken) ölen, şehiddir. Ta'ûndan ölen, şehiddir. Karın hastalığından ölen, şehiddir, Boğularak ölen şehiddir.»
(Hadisi, Müslim rivayet etmiştir.)
Sa'îd bin Zeyd'den rivayete göre, Nebî aleyhisselâm, şöyle buyurmuştur: «Malım savunurken ölen, şehiddir. Canını savunurken Ölen, şehiddir. Ailesini savunurken Ölen şehiddir.»
(Hadisi, Ahmed ve Tirmizî kaydetmiş; Tirmizî, «sahih» demiştir.) _
Âlimler, şöyle demiştir: «Allah- yolunda Öldürülen dışında tüm bunlara şehid denmesinin asıl sebebi, onların âhirette şehid sevabım alacak olmasındandır. Dünyada ise yıkanır ve namazları kılınır.»
Bundan anlaşılmaktadır ki, şehid, üç kısımdır:
1. Dünya ve âhiret şehidi: Bunlar, kâfirlerle yapılan harbde öldürülenlerdir.
2. Sırf âhiret şehidi: Bunlar yukarıda bahsedilen kimselerdir.
3. Sırf dünya şehidi: Bunlar, ganimete ihanet eden veya kaçarken öldürülen kimselerdir.
Abdullah bin Ömer'den rivayete göre: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem, şöyle buyurmuştur: «Allah, borç dışında şehidin tüm günahlarını bağışlar.»
Öldürme, insanların malını haksız yere yeme ve benzeri şeyler de, borç kavramına dahil edilirler.

23.3.ÎÎ.6. Cihod, Allah'ın Kelimesini Yüceltmek tçin Yapılır

Cihad; ancak Allah rızası, kelimesinin ilâm, hak sancağının yükseltilmesi, bâtılın yokedilmesi ve nefsin, Allah rızasına adanması amaç edinildiği zaman, hakikaten cihad diye isimlendirilebilir. Onunla, bunlardan başka, dünya zevklerinden biri amaçlandığı zaman, ona, hakiki manâsıyla cihad denemez.
Kim, bir pay kapmak, ganimet elde etmek, şecaat gösterisinde bulunmak veya şöhrete kavuşmak için savaşırsa onun ne bir mükafatı ne de bir sevabı vardır.
Ebû Musa (r.a.)'dan rivayete göre, o şöyie demiştir: Bir adam. Nebi aleyhisselâm'a gelerek; «Kimi, ganimet için savaşır, kimi şöhret için, kimi de şecaat gösterisi için.. Bunlardan hangisi Allah yo-
lundadır?» diye sordu. Nebî aleyhisselâm şöyle buyurdu: «Kim, ke-limetullah'uı yücelmesi için savaşırsa, o Allah yolundadır.»
Ebû Dâvud ve Nesâî'nin rivayetine göre, bir adam; «Ey Allah'ın Rasûlü, ne dersin; biri sevap ve şöhret için savaşıyor, ona ne vardır?» diye sordu. Nebî aleyhisselâm; «Ona hiç bir şey yok,» buyurdu. Adam, soruyu üç kere tekrarladı. Nebî aleyhisselâm, şöyle buyurdu: «Ona hiç bir şey yoktur. Allah sırf kendi rızası gözetilerek yapılan amel dışında hiç bir ameli kabul etmez.»
Niyet, amelin ruhudur. Niyetten soyutlanınca, amel, ölü olur. Onun Allah katında hiç bir ağırlığı yoktur.
Buhari'nin Ömer bin Hattab'dan rivayetine göre, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem, şöyle buyurmuştur: «Ameller ancak niyetlere göre değerlendirilir. Herkese niyet ettiği şey vardır.»
Amele gerçek değerini veren, ihlastır. Kişi şehid olmasa bile, ihlas ile şehidlik mertebesine ulaşır.
Allah Rasûlü, sallallahu aleyhi ve sellem, buyuruyor ki: «Kim Allah'tan, gerçekten şehâdeti isterse, yatağında bile olsa, Allah onu şehidlik mertebesine ulaştırır.»
Yine, O şöyle buyuruyor: «Medine'de öyle insanlar vardır ki, sizinle yol yürümedikleri, bir vadiyi geçmedikleri halde onlar sizinledir. Onları özürleri alıkoymuştur.»
Cihad hususunda, hatta diğer hususlarda ihlas olmadığı ve ondan yüz çevirildiği zaman, mücahid, yalnızca sevab ve mükafattan mahrum kalmaz, aynı zamanda bu sebeble kıyamet günü azaba duçar olur.
Ebû Hüreyre (r.a.)'den rivayete göre, o şöyle demiştir: Allah Ra-sûlü'nü işittim, şöyle buyuruyordu: «Kıyamet günü, insanların ilk hesabı görüleni, şehid düşen kimsedir. Ona şehidlik makamı gösterilir, o da orayı görür. Allah ona; «Dünyada ne yaptın?» diye sorar. Adam; «Şehid düşene değin senin yolunda savaştım.» der. Allah; «Yalan söyledin. Fakat sen, cesur desinler diye savaştın, denildi de..» buyurur. Sonra emreder, cehenneme doğru yüzü üzerinde sürülerek, oraya atılır.»
«Biri de ilim öğrenen, Öğreten ve Kur'ân okuyan kimsedir. Ölünce, bunun mükafatı ona gösterilir, o da orayı tanır. Allah ona, «Dünyada ne yaptın?» diye sorar. Adam; «Senin için ilim öğrendim, öğrettim ve Kur'ân okudum.» der. Allah; «Yalan söyledin. Fakat sen, ilmi, âlim desinler diye öğrendin. Kur'an'ı da, okuyor, desinler diye okudun. Öyle denildi de..» buyurur. Sonra emreder, cehenneme yüzüstü sürülerek götürülüp, oraya atılır.»
«Ayrıca, Allah'ın kendisini refaha erdirdiği ve pek çok mal ver-
diği kimsenin hesabı görülür. Makamı ona gösterilir, o da orayı görür. Allah, «Dünyada ne yaptın?» diye sorar. Adam; «İnfak edilmesini İstediğin hiç bir yeri, senin için infak etmeksizin bırakmadım.» der. Allah; «Yalan söyledin. Fakat sen bunları cömert desinler diye yaptın, denildi de..» buyurur. Sonra emreder, yüzüstü sürülerek cehenneme götürülüp, oraya atılır.»
(Hadisi, Müslim rivayet etmiştir.)

23.3.117. Ücret (Karşılık) Alanın Sevabı

Mücahid, ihlash olduğunda, ganimetten pay alırsa, bu onun ecrini azaltır.
Abdullah bin Ömer (r.a.)'den rivayete göre, Allah Rasûlü sallal-lahu aleyhi ve sellera, şöyle buyurmuştur: «Her savaşçı veya akıncı, savaşıp yaralanmamış ve ganimetten bir hisse almış olursa, böylece sevabının üçte birini almış olur. Bir ok isabet edip yaralanan savaşçı veya akıncı ise, sevabım eksiksiz olarak tamamen alır.» (Hadisi, Müslim kaydetmiştir.) Nevevî şöyle demiştir:
«Hadîsin, başkası mümkün olmayan en doğru mânâsı şudur: Savaşçı, sağlam kurtulur veya ganimet elde ederse, onun ecri, kurtulamayan veya kurtulup da ganimet alamayan kimseden daha azdır. Çünkü ganimet, onların savaşları sebebiyle kazandıkları mükafatın bir kısmına mahsub olur. Onu kazandıkları zaman,'bununla, savaşlanna terettüb eden sevabın üçte birini almış olurlar. Bu ganimet, onlara verilecek olan karşılıktan sayılır. Bu yorum, sahabeden rivayet edilen meşhur sahih hadislere de uygundur. Meselâ bir sahabi şöyle demiştir: «Bizden ölen, ecrinden bir şey yemeden öldü. Bir kısmımızın ise, meyvesi olgunlaşıp, onu topladı.»
«îşte bu, bizim doğru yorum olarak kabul ettiğimiz görüştür. Hadisin zahiri de bunu gösterir. Buna aykırı olan sahih açık bir hadis gelmemiştir. Hadis, bizim yorumumuzu göstermektedir.» Kadı 'îyad da bu mânâyı seçmiştir.
Ebû Davud'un, Ebû Eyyub (r.a.)'dan rivayetine göre, Nebî aley-hisselâm, şöyle buyurmuştur: «Yakında birçok şehirleri fethedeceksiniz. Sizler ordular halinde olacaksınız- O şehirlere aranızdan müfrezeler gönderilecek. Biriniz o müfrezede (parasız) gitmeyi kabul etmeyecek. Kavmi arasından uzaklaşıp, kaçacak. Sonra kabileler arasında dolaşıp, «Şöyle bir müfrezede beni kim ücretle tutacak? Ben onun vazifesini yapayım.» diyecek. Uyanık olun! O, kanının son damlasına kadar ücretlidir. Gazi değildir,»

23X11.8. Allah Yolunda Nöbet Tutmanın Üstünlüğü

Düşmanların İslâm diyarına girebilecekleri bazı gedikler bulu-oabilir. Düşmanın sızıp, buralardan İçeri gireceği zayıf yanlar bulunmaması için, bu gedikleri, hassas bölgeleri sağlam olarak kapamak, güvenliğini sağlamak vâcibdir.
îslâm, müslümanlarm güçlü olmalarını, ordu hazırlayıp böylesi hassas bölgelerin himayesi için oralara yerleştirilmesini teşvik etmiştir.
Allah yolunda cihad için bu gedikleri kapamaya «ribât» adı verilir. Ribât'ın en azı bir saat, en mükemmel olanı ise, 40 gündür. En efdali ise, korkunun en çok olduğu sınır bölgelerinde yapılanıdır.
Âlimler onun Mekke'de bulunmaktan daha üstün olduğunda birleşmişlerdir.
Ribât'ın üstünlüğü hakkında şu hadisler gelmiştir :
Müslim'in, Selman (r.a.)'dan rivayetine göre, o şöyle demiştir: Allah Rasûlü'nü işittim, şöyle buyuruyordu: «Bir gün, bir gece nöbet; bir ay oruç ve gece namazından daha hayırlıdır. Eğer nöbette ölürse, yapmakta olduğu ameli devam eder, üstelik âhirette nzık-lanır ve fitnelerden emin olur.»
Yine, o şöyle buyurdu: «Her ölünün ameli sona erer. Ancak Allah yolunda nöbet bekleyenin ameli kıyamet gününe değin sürer, O kabir fitnesinden de emin olur.»

23.3.11.9. Cihad Niyetiyle Ok Atma Talimi Yapmanın Fazileti

îslâm, Allah yolunda cihad niyetiyle ok atmayı Öğrenmeyi ve müsabakalar düzenlemeyi teşvik etmiştir. Ok atım yarışmaları ve beden eğitimini sevdirmiştir.
Ukbe bin Âmir (r.a.)'den rivayete göre, o şöyle demiştir: Allah Rasûlü'nü işittim, minberin üstünde, şöyle buyuruyordu: «Gücünüz yettiği kadar kuvvet hazırlayın. Uyanık olun! Kuvvet, ok atmaktır. Dikkat edin! Kuvvet, ok atmaktır. Dikkat edin! Kuvvet, ok atmaktır.»
(Hadîsi, Müslim kaydetmiştir.)
Ukbe (r.a.)'den rivayete göre, o şöyle demiştir: Allah Rasûlü'nü işittim, şöyle buyuruyordu: «Siz, bazı memleketleri fethedeceksiniz. Hiç biriniz, ok atma alışkanlığınızı bırakmasın. Çünkü Allah, tek bir ok sebebiyle üç grubu cennete sokacakta-: Oku yapan, atana veren ve atan.»
İslâm, ok atmayı öğrendikten sonra unutana çok şiddetli davranmıştır. Bu, ok atmayı özürsüz olarak terketmenin, pek ağır bir kerahatle mekruh olması yüzündendir.
Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem, şöyle buyurmuştur: «Kim ok atmayı öğrenir de sonra onu bırakırsa, benden değildir.» Bir rivayette: «İsyankâr olmuştur.» (Hadisi, Müslim kaydetmiştir.)
Nebî aleyhisselâm şöyle buyurmuştur: «Kişinin üzerine aşın düştüğü her şey bâtıldır. Ancak yayla ok atması, atını eğitmesi ve ailesiyle oynaşıp eğlenmesi bunun dışındadır. Çünkü bunlar hak-tırlar.»
Kurtubi şöyle demiştir :
i—En iyisini Allah bilir— Bunun mânâsı: Kişinin üzerine düştüğü hiç bir şey ne şimdisi ne de sonrası için bir fayda getirmez. Bu bâtıldır ve düşkünlükten vazgeçmek daha iyidir. Şu üç duruma düşkünlük gösterir ve onlarla oyalanırsa, bunların neticesi olan faydalar sebebiyle haktır. Şöyle ki, yayla ok talimi yapmak ve atı eğitmek savaş hazırhklarmdandır. Kişinin ailesiyle oynaşması ise, Allah'ı birleyecek ve O'na kulluk edecek bir çocuğun dünyaya gelmesi neticesini hasıl eder. Bu yüzden, bu üçü haklardandır.»
Nebî aleyhisselâm şöyle buyurmuştur: «Ey İsrailoğulları! Ok atın, çünkü atalarınız ok atardı.»
Atlan eğitmek ve ıslah etmek görüldüğü gibi, farz-i kifâyedir.

23.3.11.10. Deniz Harbi, Kara Harbinden Daha Faziletlidir

Deniz savaşının tehlikesi daha büyük olduğundan, sevabı da . daha fazladır.
Ebû Davud'un, Ümmü Haram (r.a.)'dan rivayetine göre, Nebî aleyhisselâm şöyle buyurmuştur; «Deniz tutan kimseye bir şehid sevabı, boğulana İse iki şehid sevabı vardır.»
tbn Mâce'nin, Ebû Ümâme (r.a.)'den rivayetine göre, o şöyle demiştir: Allah Rasûlü'nü işittim, şöyle buyuruyordu: «Bir deniz şe-tıidi, iki kara şehidi gibidir. Denizde kusan ise, karada kan döken gibidir. İki amel arası da Allah'a kulluk yolunda dünyayı katetmek gibidir. Allah ölüm melekleri ile ruhları kabzeder. Deniz şehidinin ruhunu kabzetmeyi ise üzerine almıştır. Kara şehidinin borç dışındaki bütün günahlarını bağışlar. Deniz şehidinin ise, günahlarım da, borcunu da bağışlar.»

233.12. Komutanın Vasıflan

El-Fahrî, ordu komutanında bulunması gereken pek çok vasıf saymış ve şöyle demiştir: Türk hakimlerinden biri şöyle demiştir:
«Ordu komutanında hayvanların Özelliklerinden şu on'unun bulunması gerekir: Arslanm cesareti, hınzırın sessizliği, tilkinin hilesi, köpeğin yaralara karşı sabrı, kurdun kıskançlığı, turnanın koruyuculuğu, horozun cömertliği, horozun, korkaklara (tavuklara) karşı şefkati, karganın uyanıklığı, Horasan'da bulunan «ta'ru» denilen hayvanın yolculukta kuvvetli ve dayanıklı obuası.»

23.3.22.1. İyi ve Kötüyle Beraber Cihad

Cihadda, hakimin âdil veya komutanın 'birr' sahibi olması şart değildir. Aksine cihad her durumda vacibtir. Facirin cihad meydanında uğradığı belalar, başkasından farklı değildir.

23.3.12.2. Ordu Komutanının Yükümlülükleri

Ordu komutanının ordusuna karşı şu vazifeleri vardır:
1) Ordusuyla istişare edip, onların görüşlerini almak. Onlara karşı emirlerinde istibdada yönelmemek.
Çünkü Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: «İş hususunda, onlarla istişare et.» (Âl-i Imrân: 159)
Ebû Hüreyre (r.a.)'den rivayete göre, o şöyle demiştir: «Arkadaşlarıyla, Allah Rasûlü'nden daha fazla istişare eden birini hiç görmedim.»
(Hadîsi, Ahmed ve Şâfi'î kaydetmiştir.)
2) Ordusuna karşı ince kalbli ve yumuşak davranmak.
Âişe (r.a.) şöyle demiştir: Allah Rasûlü'nü işittim, şöyle buyuruyordu: «Allah'ım, ümmetimin işlerinden birinin basma geçip de onlara nfk ile muamele edene, sen de rıfkla muamele et.»
(Hadîsi, Müslim kaydetmiştir.)
Ma'kıl bin Yesâr (r.a.)'dan rivayete göre, Nebî aleyhisselâm şöyle buyurmuştur: «Müslümanların işlerinin başına geçen bir kimse, çalışmayıp onlara iyi muamelede bulunmazsa, Cennet'e giremez.»
Ebû Davud'un rivayetine göre, Câbir (r.a.) şöyle demiştir: «Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem, kafilenin gerisinde kalır, za-ifleri toplar, terkisine alır ve onlara yol gösterirdi.»
3) Günahlara düşmesinler diye ma'rufu emir ve münkeri nehy-etmek.
4) Ordusunun durumunu iyi bilmek ve savaşa hazır olmayan askerler ile aletleri, savaşta ordudan ayrılan ayrılıkçıları ve şayia türü yalan haberleri çıkaranları tesbit etmesi için zaman zaman orduyu denetlemek.
Komutan, ordunun haber ve hareketlerini aktaranlar ile fitne çıkarmaya çalışanları da araştırmalıdır.
5) Liderleri belirlemek.
6) Sancak ve flamaları belirlemek.
7) Güvenli yerleri belirleyip, pusu yerlerinden korunmak.
S) Düşmanın durumunu bilebilmek için gözcüler, casuslar göndermek.
Nebî aleyhisselâm, bîr yere savaşa çıkacağı zaman, başka bir yerin İsmini yayardı.
Yine O, düşmanlardan haber getirmesi için casuslar gönderirdi.
Orduyu düzene koyar, bayrak ve sancak edinirdi.
îbn Abbas, şöyle demiştir: «Allah Rasûlü'nün sancağı siyah, bayrağı ise, beyazdı.»
(Hadîsi, Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.)

23.3.12.3. Allah Rasûlü'nün Kumandanlarına Tavsiyeleri

Ebû Musa (r.a.)'dan rivayete göre, O şöyle demiştir: Allah Ra-sûlü sallallahu aleyhi ve sellem, ashabından birini bir işe gönderdiği zaman; «Müjdeleyin, nefret ettirmeyin; kolaylaştırın, zorlaştır-mayın.» buyururdu.»
Yine Ebû Musa (r.a.)'dan rivayete göre, o şöyle demiştir: Allah Rasûlü, beni ve Mu'âz'ı Yemen'e gönderdi ve şöyle buyurdu: «Kolaylaştırın, zorlaştırmayın; müjdeleyin, nefret ettirmeyin; ayrılığa düşmeyin.»
(İki hadîsi de Buhari ve Müslim rivayet etmiştir.)
Enes (r.a.)'den rivayete göre, Nebî aleyhisselâm, şöyle buyurmuştur; «AÜah'in İsmiyle, Allah için ve Allah Rasûlü'nün dîni üzere gidin! Yaşlıları, küçük çocukları, kadınları öldürmeyin. Ganimete ihanet etmeyin. Ganimetinizi bir araya toplayın. Islah edin. İyi davranın. Şüphesiz ki Allah, iyi davrananları sever.»
(Hadîsi, Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.)

23.3.12.4. Ömer'in Tavsiyesi

Ömer bin Hattab. (r.a.); Sa'd bin Ebî Vakkas (r.a.) ve beraberindeki askerlere şu mektubu yazdı:
«Ben, sana ve beraberindeki askerlere her durumda Allah'dau sakınmanızı emrediyorum. Çünkü Allah'dan sakınma (takva) düşmanlara karşı durmadan daha üstün ve harbde yapılan hileden daha kuvvetlidir. Sana ve beraberindekiİere, günahlarına karşı, düşmanlarınıza karşı olduğunuzdan daha dikkatli olmanızı emrediyorum. Çünkü ordunun günahları, beni, düşmanlarından daha çok korkutuyor. Müslümanlar ancak düşmanlarının Allah'a ksrşi isyanları sebebiyle yardım olunuyorlar. Eğer bu olmasa bizim onlara karşı hiç bir kuvvetimiz yoktur. Çünkü bizim sayımız, onların sayısı kadar değil, bizim hazırlıklarımız da onların hazırlığı gibi değildir. Eğer günahta onlarla eşit olursak, kuvvette onların bize üstünlüğü olur. Biz onlara karşı ancak faziletimiz sebebiyle yardım olunuyoruz; gücümüz sayesinde galib gelmiyoruz.
«Biliniz ki, üzerinizde Allah'ın ne yaptığınızı bilen koruyucuları vardır. Onlardan utanın, Allah yolunda bulunduğunuz halde, Allah'a karşı günahlar işlemeyin. «Düşmanlarımız bizden daha beterdir. Bu yüzden bize üstün gelemezler.» demeyin. Nice kavimler vardır ki, kendilerinden daha kötülerin tasallutuna uğramışlardır. Meselâ İsrailoğullan, Allah'ın hoşlanmadığı işler yapınca, mecûsi kafirleri onlara tasallut etti ve onlar da yurdlarının her yerini talan ettiler. Böylece va'dedilmiş olan oldu.
«Allah'dan düşmanlarınıza karşı yardım istediğiniz gibi, ben de size nefislerinize karşı yardım etmesini dilerim. Allah'dan bunu, hem benim, hem sizin için istiyorum.
«Yolculukları hususunda müslümanîara nfk {yumuşaklık) iîe muamele et. Onlan yorgun iken yolculuğa zorlama. Düşmanlarına ulaşıncaya dek, onlara kolaylık göster ve konaklama müddetlerini kısa tutma. Yolculuk onların kuvvetlerim azaltmasın. Çünkü onlar, hazır bekleyen düşmanlarına karşı sefer ediyorlar. Canlarım ve atlarını himaye et. Her cuma, beraberindekiler ile birlikte bir gün bir gece konakla. Böylece, canlarına can katacakları silahlarını ve yüklerini bırakıp rahatlasınlar. Konaklama yerini, barış ve zimmet sahiplerinin yerleşim yerlerinden uzakta tut. Borcunda güvenilir ve ora halkından hiç bir kimseye zarar vermeyecek olanların dışında beraberinde bulunanlar oraya girmesinler. Çünkü onlar, hürmet ve zimmet sahibidirler. Onlar, anlaşmalarına ihtimam gösterdikleri gibi, siz de buna vefa gösterin. Size sabır gösterdikleri gibi, siz de onlara hayırla muamele edin. Sulh ehline zulmederseniz, bundan ötürü, savaştığınız topluluğa karşı yardım olunmazsınız.
«Düşman toprağına vardığınız zaman, onlarla aranda gözcüler yolla. Onların durumu sana gizli kalmasın. Bunları, yanındaki arap-
laıdan veya doğruluğuna güvendiğin yöre halkından seç. Çünkü yalancıların haberinin sana bir faydası dokunmaz. Doğru bilgiler getirmeyen kimse, senin aleyhine bir gözcüdür, lehine değil.
«Düşman toprağına yaklaştığın sırada casusları çoğalt. Seninle düşmanlarının arasında akıncı birlikleri bulunsun. Akıncı kuvvetler, onların yardımcı (geri) kuvvetleri İle ordunun arasını ayırır. Casuslar ise, onların gizli durumlarını takib eder. Casuslarını, ordunun görüş sahibi ve cesur adamları arasından seç. Onlara en hızlı atları ver. Çünkü onlar, düşmanlarla karşılaşırlarsa, onlarla ilk karşılaşanlar, görüşünde kuvvetli olanlar olur. Akıncı birliklerinin komutanlarını güçlüklere dayanıklı ve mücahid kimselerden seç. Onlara, hevâsına uyan kimseleri tayin etme.
«Etrafındaki seçkin kimselere iltimas edip korkuya kapılarak, düşmana galip geleceğin yönlere onları casus ve seriyye olarak gön-dermezsen, görüşünde ve durumunda daha çok kayba uğrarsın.
«Düşmanınla karşılaştığın zaman; gözcülerini, casuslarını ve seriyyelerini bir araya topla. Tuzaklarını ve güçlerini toplayarak he-sab et. Sonra; savaşa zorlanmadığın sürece İşi çabucak bitirmek için acele etme. Böylece düşmanının ve savaşçılarının gizli durumlarım göresin ve bütün meydanı ora halkıymiş gibi tanıyasın. Düşmanlarına, sana yaptıklarının aynisıyla mukabele et.
«Sonra, askerini düzene koy ve gayretini uykusundan uyandır (harekete geçir). Allah'ın düşmanlarına ve senin düşmanlarına korku vermek için esir almayıp boyunlarım vur.
«Allah, senin ve beraberindekilerin velisidir. Düşmanlarınıza karşı (Allah'ın) yardımı sizinledir. Allah yardımcınız olsun.»

23.3.13. Ordunun Yükümlülükleri

Ordunun ordu komutanına karşı, ma'siyet olmayan hususlarda itaat yükümlülüğü vardır.
Buharî'nin, Ebû Hüreyre (r.a.)'den rivayetine göre, Nebî aley-hisselâm şöyle buyurmuştur: «Bana itaat eden, Allah'a itaat etmiştir. Bana isyan eden, Allah'a isyan etmiştir. Emire itaat eden, bana itaat etmiştir, emire İsyan eden, bana isyan etmiştir.»
Ma'siyette itaat ise, nehyedilmiştir. Çünkü Yaratıcı'ya isyanda, yaratılmışa itaat yoktur.
Buharı ve Müslim'in, Ali'den rivayetine göre, o şöyle demiştir: «Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem bir seriyye yolladı. Bu se-riyyeye ensardan birini komutan tayin etti ve seriyyeye onu dinleyip itaat etmelerini emretti. Askerler ona bir hususta itaatsizlik et-
tiler. Komutan; «Odun toplayın.» dedi. Topladılar. Sonra, «Ateş yakın.» dedi. Yaktılar. Sonra da; «Allah Rasûlü size beni dinleyip itaat etmeyi emretmedi mi?» diye sordu. «Evet.» dediler. Komutan; «Ona girin.» diye emretti. Askerler birbirlerine bakıştılar ve «Biz zaten ateşten kaçıp Allah Rasûlü'ne sığınmıştık.» dediler. Onlar bu haldeyken, komutanın kızgınlığı geçti ve ateş de söndü.
Döndükleri zaman, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem'e bunu anlattılar. Nebî aleyhisselam, şöyle buyurdu: «Eğer girseydi-niz, bir daha ondan asla çıkamazdınız. Halika isyanda, itaat yoktur. İtaat ancak ma'ruftadır.»

23.3.14. Savaştan Önce İslâm'a Davetin Gerekliliği

Müslümanların, savaştan önce İslâm'a davet etmeleri vacibtir.
Müslim'in, Büreyde (r.a.)'den rivayetine göre, o şöyle demiştir: Nebî bir ordu veya seriyyeye komutan tayin ettiği zaman, ona, özellikle, «Allah'dan sakınmayı ve beraberindeki müslümanlara hayırlı muamele etmesini» tavsiye eder ve şöyle buyururdu:
«Allah yolunda, Allah'ın adıyla savaşın. Allah'a küfredenlerle savaşın. Savaşm ve ganimete İhanet etmeyin, sözden dönmeyin, ölülerin uzuvlarını kesmeyin, çocukları öldürmeyin.»
«Müşrik düşmanlarınla karşılaştığında, onları üç şeye çağır. Hangisini benimserlerse onu kabul et ve ellerini onlardan çek. Onları İslâm'a çağır, eğer sana uyarlarsa bunu kabul et ve elini onlardan çek. Sonra onları yurtlarını değiştirip, hicret yurduna gitmeye çağır. Onlara «böyle yaparlarsa, muhacirlerin lehine olanların, onların da lehine olacağını, aleyhine olanların, onların da aleyhine olacağını» bildir. Eğer yurtlarından hicret etmeyi kabul ederlerse onlara diğer arab müsîümanlar gibi olacaklarını ve müminler için geçerli olan Allah'ın hükümlerinin onlara da tatbik edilebileceğini bildir.
«Müslümanlarla birlikte savaşmaları dışından onlara ne ganimet ne de fey'den bir şey verilmez.
«İslâm'ı kabul etmezlerse, onlara cizyeyi teklif et. Eğer sana uyarlarsa, onlardan bunu kabul et ve onlara dokunma. Eğer bunu da kabul etmezlerse, Allah'a sığın ve onlarla savaş.
«Bir kaleyi muhasara ettiğin zaman, senden Allah ve Nebisi' nin zimmetini İsterlerse bunu kabul etme ve onlara senîn ve arkadaşlarının zimmetini ver. Çünkü sizin kendinizin ve arkadaşları' nızın zimmetini bozmanız, Allah ve Rasûlü'nün zimmetini bozmanızdan daha hafiftir. Bir kaleyi muhasara ettiğinde onlar Allah'ın
hükmünü kabul ederek kaleden çıkacaklarını söylerlerse, bunu kabul etme. Onlara kendi hükmünü kabul ederek çıkmalarım teklif et. Çünkü sen onlar hakkındaki Allah'ın hükmünün ne olduğunu bilemezsin.»
(Hadîsi, Müslim fEbû Dâvud, Nesâî ve Tİrmizî kaydetmiştir.)
«Müslüman ordularından biri, îran saraylarından birini muhasara etti. Ordu komutanı, Selman el-Fârisî idi. Askerler; «Ey Ebû Abdullah, onlara saldırmayacak mıyız?» dediler. Selman, «Bırakın beni de, onları, Allah Rasulü'nü çağırırken işittiğim gibi islâm'a çağırayım.» dedi. Sonra onlara gidip; «Ben sizden biriyim. İranlıyım. Arablar bana itaat ediyorlar. Eğer islâm'a girerseniz, bizimle aynı haklara sahib olacak ve aynı sorumlulukları yükleneceksiniz. Eğer dininizi değiştirmeyi kabul etmezseniz, sizi dininizde bırakırız ve bize boyunlarınızı büküp elinizle cizye verirsiniz.»
Selman, Farsça olarak da onlara; «Siz, övülen kişiler değilsiniz. Şayet kabul etmezseniz, sizinle savaşırız.» dedi. Onlar da; «Biz, cizye vermeyiz ve sizinle savaşacağız.» dediler.
Askerler; «Ey Ebû Abdullah! Artık saldırmayacak mıyız?» dediler. Selman, «Hayır.» dedi ve üç gün onları islâm'a davet ettikten sonra; «Saldırın!» diye emir verdi. Biz de onlara saldırdık ve kaleyi fethettik.»
(Hadîsi, Tirmizî kaydetmiştir.)
Ebû Yusuf şöyle demiştir: «Bize nakledilenlere göre, Allah Ra-sûlü sallallahu aleyhi ve sellem hiçbir toplumla onlan Allah'a ve Ra-sûlü'ne çağırmadan asla savaşmazdı. »
Ahkamu's-Sultâniye yazan, şöyle demiştir: «îslâm davetinin ulaşmadığı kimselere, gece ve ansızın baskın yapmak haramdır. Onlara, islâm davetini açıklamadan, nebevi mucizeleri bildirmeden ve onları kabule yönelten delilleri ortaya koymadan onlarla savaşa başlamamız haram olmaktadır.»
Serahsî'nin Hanefî mezhebinin imamlarından nakline göre; davetin hemen ardından onlarla savaşmayıp bir gece islâm'ı düşünüp, ondaki maslahatlarını değerlendirme fırsatı vermek güzel görülmüştür.
Fakihlerin görüşü; «Ordu komutanının, deliller ile onlan korkutup uyararak, üç şeyden birine çağırmadan önce savaşa başlaması halinde gece ve ansızın öldürülen bu düşmanların nefislerinin diyetini boynuna yüklendiği» şeklindedir.
Belazurî'nin «Fütûhu'I-Buldân»da anlattığına göre: «Semerkand-lılar, valileri Süleyman bin Ebî's-Sürrî'ye. «Kuteybe bin Müslim el-Bahili bize zulmetti, memleketimizi aldı. Allah, adalet ve insafı or-
taya çıkarır. Bize izin ver de, müminlerin emirine gördüğümüz zulümleri şikâyet edecek bir heyet gönderelim. Bizim, ona verdiğimiz bir hakkımız vardır. Şimdi biz buna muhtacız.» dediler. Valileri onlara izin verdi. Aralarından bir heyet Ömer bin Abdulaziz'e gitti. Ömer, onlara yapılan zulümleri görünce, vali Süleyman'a şu mektubu yazdı: «Semerkandlılar, bana Kuteybe'den gördükleri zulümleri şikayet ettiler. Kuteybe, zulmünü, onları yurtlarından çıkarmaya kadar götürmüş. Sana mektubum geldiği zaman, onlara bir kadı tayin et. Duruma baksın. Eğer onların lehine hükmederse, askerler kışlalarına dönsünler. Durum, Kuteybe'nin onlarla savaşmadan evvelki haline dönsün.» Süleyman, onîar için, Cemî' bin Hâdır'ı kadı tayin etti. O da, arablann Semerkand'dan çıkıp, kışlalarına dönmelerine ve eşit şartlarda harb ilan etmelerine karar verdi. «Bunun sonucu, ya yeni bir anlaşma veya zorlu bir zafer olur.» dedi. Sind-liler; «Biz, bu durumdan hoşnutuz. Yeni bir harb yapmayız.» dediler. Çünkü aralarındaki görüş sahipleri; «Bu kavimle karıştık, onlarla beraber bulunduk. Onlar bize güven, biz de onlara güven verdik. Eğer, harbe dönersek, zaferi kimin kazanacağını bilemeyiz. Eğer biz kazanırsak, bu çekişmeden dolayı düşmanlık kazanmış oluruz.» dediler. Bulundukları hal üzere kaldılar, islâm ve müslüman-larm adaletine ve bunların büyüklüğüne hayranlık duyduktan sonra, çatışmaya gîrmeyip, hoşnud oldular. Bu durum, onların kendi istekleriyle islâm'a girmelerine sebeb oldu.»
Bu, bildiğimiz kadarıyla; hiç kimsenin erişemediği âdil bir uygulamadır.

23.3.15. Savaş Esnasında Yapılan Duâ

Mücahİdlerin Allah Subhânehû'ya sığınmaları ve O'ndan yardım dilemeleri savaş âdablanndandır. Doğrusu, yardım, Allah'ın elindedir.
Bu, Rasûl aleyhis selam'in ve O'ndan sonra da ashabının izlediği yoldur.
Ebû Davud'un rivayetine göre, Nebî aleyhisselam şöyle buyurmuştur: «İki şey reddedilmez: Ezan esnasında ve iki ordunun birbirine girdiği esnada yapılan dua.»
Allah celle celalûhû şöyle buyuruyor:
«Rabbinizin yardımına sığınmıştınız da, size icabet etmişti.» (Enfal: 9)
Ebû Dâvûd, Tirmizî ve Nesâî'nin, Abdullah bin Ebi Evfâ'dan rivayetine göre, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem düşmanlar-
la karşılaştığı günlerden birinde, güneşin batıya meyletmesini bekledi. Sonra askerler arasında dikilip, şöyle buyurdu:
«Ey insanlar! Düşmanlarla karşılaşmayı temenni etmeyin. Allah'tan afiyet dileyin. Düşmanlarla karşılaştuğnızda ise, sabredin. Bilin ki cennet, kılıçların gölgesi altındadır.»
Sonra, şöyle buyurdu:
«Kitabı indiren, bulutları yürüten, grupları hezimete uğratan ey Allah'ım, onlan perişan et ve bize yardım et.»
Nebî aleyhisselam savaştığı sırada şöyle dua ederdi:
«Allah'ım, Sen, benim kuvvetimsin. Yardımcım da sensin. Senin yardımınla onların saldırılarına karşı durur, Senin yardımınla onlara hücum eder ve Senin yardımınla savaşırım.»
(Hadîsi, Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâî ve tbn Mâce kaydetmiştir.) Buhari ve Müslim'in rivayetine göre; Nebî aleyhisselam Hendek savaşı günü şöyle dua etti:
«Kitabı indiren, bulutları yürüten ve grupları hezimete uğratan Allah'ım, onları perişan et ve zelzeleyle sars.»

23.3.16. Savaş (Kıtal)

islâm, hidayetini yaygınlaştırmak ve düşkünleri gölgesinde barındırmak için insanlık âlemini, islâm hidayetine girmeye çağırmayı önemli saymıştır.
îslâm ümmeti, dinini ilan ve vahyini tebliğ etmek için Allah tarafından «davet ümmeti» kılınmıştır. Bu ümmet, milletler ve kavimleri esaretten kurtulmaya çağırır.
Bu değerlendirmeye göre, o, ümmetlerin en hayırlısı olmakta, diğerlerine göre de durumu öğrencilerine karşı hocanın mevkii gibi olmaktadır.
Durum böyle olduğu sürece, onun dahili tuzaklara karşı korunması, hakkı eliyle almak için vuruşması ve Allah'm koyduğu mevkiyi koruması için de cihad etmesi gereklidir.
Bu hususta yapılacak tüm ihmaller, Allah'ın bu ümmeti düşkünlük veya yok olmayla cezalandıracağı en büyük suçlardan biri sayılır.
islâm; ümmetin hedefine ulaşıp amacını gerçekleştirmeden barış çığırtkanlığı yapmayı ve zaafiyct göstermeyi menetmiştir. Böylesi bir durumda bunun manası korkaklık ve değersiz yaşamı tercihten başka bir şey değildir.
Bu hususta Allah Sübhânehû şöyle buyuruyor:
«Sizler daha üstün olduğunuz halde düşman karşısında gevşemeyin ki, banş istemek zorunda kalmayasınız. Allah, sizinledir, sizin işlerinizi eksiltmeyecektir.» (Muhammed: 35)
Üstünlük; inanç, ibadet, ahlâk, edeb, ilim ve amel yönünden-dir. İslâm'da barış, güçlü ve muktedir karşısında yapılır. Bu yüzden Allah onu mutlak kılmamış, aksine, düşmanların düşmanlıktan vazgeçmeleri ve dünyada zulmün kalmayıp, dini sebebiyle kimsenin fitneye düşürülmemesi şartıyla kayıtlamıştır.
Allah, bu sebeblerden biri bulunduğu zaman, savaşmaya izin vermiştir.
Savaş, hayatın ucuzladiğı ve ruh ve canların feda edildiği bir çarpışmadır, islâm hariç, dinlerden hiç birinin Allah ve hak yolunda, mustaz'aflar uğruna inananlarını, harbin sıkıntılarına göğüs germeye ve savaş meydanlarına atılmaya teşvik ettiği görülmemektedir, islâm, bunun dışındadır. Kur'an âyetlerine, Allah Rasûlü'nün amelî sünnetine ve ardından gelen halifelerinin siyretine bakanlar, bunu açıkça görürler.
Allah Sübhânehû, yüce hedeflerinin boyutları sebebiyle bu ümmeti tebliğ ile görevlendirmiş ve «Allah yolunda, gereği gibi cihad edin.» buyurmuştur. (Hacc: 78)
Açıkça görülmüştür ki, cihad, dinin ancak kendisiyle mükem-melleştiği amelî imandır. Bu konuda da şöyle buyuruyor:
«Andolsun biz kendilerinden öncekileri de denemişken, insanlar, «İnandık,» demekle, denenmeden bırakılacaklarını mı sanıyorlar?» (Ankebût: 2-3)
Bu âyet, Allah'ın müminlere karşı sünnetini açıklamakta ve yardım ve cennetin başka yolu bulunmadığını göstermektedir.
Yine, şöyle buyuruyor:
«Sizden önce gelenlerin durumu, sizin başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi zannettiniz? Peygamber ve onunla beraber müminler, «Allah'ın yardımı, ne zaman?» diyecek kadar darlığa ve zorluğa uğramışlar ve sarsılmışlardı. İyi bilin ki Allah'ın yardımı pek yakındır.» (Bakara: 214)
Cihad için malzeme hazırlamak ve hazırlık yapmak vâcibtir.
Allah celle celalühû şöyle buyuruyor:
«Ey inananlar! Onlara karşı gücünüzün yettiği kadar—Allah'm düşmanlarını ve sizin düşmanlarınızı ve bunların dışında Allah'ın bilip sizin bilmediklerinizi yıldırmak üzere— kuvvet ve savaş atlan hazırlayın. Allah yolunda sarfettiğiniz her şey size haksızlık yapılmadan ödenecektir.» (Enfal: 60)
Hazırlıklar, durum ve şartlara göre, değişir. Kuvvet ise, düşmanları kovmak için her türlü vasıtaya başvurmaktır.
Sahih bir hadiste şöyle varid olmuştur: «Dikkat edin! Kuvvet ok atmaktır. Dikkat! Kuvvet ok atmaktır. Uyanık olun! Kuvvet ok atmaktır.»
Korunma ve yeterli miktarda asker toplayıp oi'du hazırlama da, hazırlıklardandır:
«Ey iman edenler! İhtiyatlı davranın, bölük bölük veya hep birden savaşa gidin,» (Nisa: 71).
İhtiyatlı davranma ancak kara, deniz ve hava kuvvetlerinde hazırlıklarla tamam olur.
Kolay ve zor, isteyerek veya istemeyerek düşmanlara karşı çıkmak emredilerek, şöyle buyuruluyor: «İsteyin, istemeyin; hepiniz savaşa çıkın.» (Tevbe: 41).
İslâm, maddî kuvvet hazırlamadan daha çok manevî-rûhî moral kuvvete değer verir. Bu yüzden gayret ve azimleri harekete geçirip, coşturur.
Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: «O halde, dünya hayatı yerine âhi-reti alanlar, Allah yolunda savaşsınlar. Kim Allah yolunda savaşır, öldürülür veya gâlib gelirse, Biz, ona büyük bir ecir vereceğiz. Size ne oluyor da, «Rabbimiz! Bizi halkı zâlim olan bu şehirden çıkar, katından bize bîr yardımcı lütfet.» diyen zavallı çocuklar, erkekler ve kadmlar uğrunda ve Allah yolunda savaşmıyorsunuz?» (Nisa: 74, 75).
Müminler eğer kendileri acı çekiyorlarsa, kendileri gibi düşmanlarının da acı çektiklerini, ancak, iki grubun hedeflerinin birbirinden çok farklı olduğunu bilerek sabrederler.
Allah, bu hususta, şöyle buyuruyor:
«Düşman milleti kovalamakta gevşeklik göstermeyin. Eğer siz acı çekiyorsanız, şüphesiz onlar da sizin çektiğiniz gibi acı çekiyorlar; oysa siz Allah'tan onların beklemedikleri şeyleri bekliyorsunuz. Allah, Bilen'dir, Hakim olandır.» (Nisa: 76).
«İnananlar Allah yolunda savaşırlar, inkâr edenler ise şeytan yolunda savaşırlar. Şeytanın dostlarıyla savaşın, esasen şeytanın hilesi pek zayıftır.» (Nisa: 140)
Müminlerin peşine düşükleri bir hedefi vardır. Onlar, hak, ri-salet, hayır ve Allah'ın kelimesini yüceltmek için savaşırlar. Düşmanla karşılaştıkları anda, sebat etmeleri vâcibtir.
«Ey inananlar! Savaş için ilerlerken, inkâr edenlerle toplu halde karşılaştığınızda, onlara arkanızı dönmeyin. Tekrar savaşmak için bir tarafa çekilmek veya bir başka topluluğa katılmak maksadı dışında, o gün arkasını düşmana dönen kimse Allah'tan bir gazaba uğramış olur. Onun varacağı yer cehennemdir. Ne kötü bir dönüştür o!» (Enfâl: 15-16).
Manevî kuvvete de şöyle yönlendiriyor:
«Ey inananlar! Bir toplulukla karşılaşırsanız dayanın, başarıya erişebilmeniz için Allah'ı çok anın. Allah'a ve peygamberine itaat edin, çekişmeyin; yoksa korkar, başarısızlığa düşersiniz ve kuvvetiniz gider. Sabredin, doğrusu Allah, sabredenlerle beraberdir.» (Enfal: 45-46).
Müminlerin ruhî hallerini ortaya koyarak, onlann müdafaa sırasında ölümü istedikleri ve onlar için üçüncüsü olmayan iki durumdan birinin olduğu belirtiliyor: Öldürmek, ya da ölmek.
«Allah şüphesiz, Allah yolunda savaşıp, öldüren ve Öldürülen müminlerin canlarım ve mallarını —Tevrat, İncil ve Kur'an'da söz verilmiş bir hak olarak— cennete karşılık satın almıştır. Verdiği sözü Allah'tan daha çok tutan kim vardır? Öyleyse yaptığınız alışverişe sevinin. Bu, büyük basandır.» (Tevbe: 111)
Birinci durumda zafer onlarındır. İkinci durumda ise şehidlik onlarındır.
«De ki: Bize iki iyiden başka bir şeyin gelmesini mi bekliyorsunuz?»
«Allah yolunda öldürülmek, ebedî bir Ölüm değildir. O ancak, daha yüce ve daha ebedî olana intikaldir. Allah yolunda fâni olmak, bekanın ta kendisidir.»
«Allah yolunda öldürülenleri ölü saymayın. Bilakis Rableri katında diridirler. Allah'ın bol nimetinden onlara verdiği şeylerle sevinç içinde nzıklamrlar. Arkalarından kendilerine korku olmadığını ve kendilerinin üzülmeyeceklerini müjdelemek isterler. Onlar Allah'tan olan bir nimeti, bolluğu ve Allah'ın müminlerin ecrini zayi etmediğini müjdelemek isterler.» (Âl-i İmrân: 169-171).
Allah mücahidlerle beraberdir. Onları asla yalnız bırakmaz.
«Rabbin meleklere; «Biz slzlnleyiz, inananları destekleyin.» diye vahyetti. Ben, inkâr edenlerin kalblerine korku salacağım, artık onların boyunlarını vurud, parmaklarını doğrayın.» dedi. (Enfâl: 12).
Sonra, Allah Sübhânehû, onlara bu yüzden dünya sevabı ve âhiretin güzel mükafatım hazırlamıştır:
«Ey inananlar! Sizi can yakıcı bir azabdan kurtaracak, kazançlı bir yolu size göstereyim mi? Allah'a ve peygamberine inanırsınız, Allah yolunda canlarınızla, mallarınızla cihad edersiniz. Bilseniz, bu sizin için en iyi yoldur. Böyle yaparsanız, Allah günahlarınızı size bağışlar, sizi içlerinden ırmaklar akan cennetlere, Adn cennetlerinde hoş yerlere koyar. Büyük kurtuluş, budur. Bundan başka, sevdiğiniz bir şey daha; Allah katından bir yardım ve bîr zafer vardır. Ey Muhammedi tnananlan müjdele.» (Saf: 10-13).
Kur'ân-ı Kerîm'in bu rabbani üslûbu, ilk müslümanlann gönüllerine hak ile bâtılın ayırıcısı olan imanı yerleştirmiş, onları yardım, fetih ve yeryüzünde yerleşmeye teşvik etmiştir:
«Ey inananlar! Allah'a yardım ederseniz, Allah da size yardım eder ve ayaklarınıza güç verip sabit tutar.» (Muhammed: 7).
«Allah, içinizden inanıp yararlı iş işleyenlere, onlardan Öncekileri halef kıldığı gibi, onları da yeryüzüne halef kılacağını, onlar İçin beğendiği dini, temelli yerleştireceğini, korkularını güvene çevireceğine dair söz vermiştir. Çünkü onlar bana kulluk eder ve hiç bir şeyi bana ortak koşmazlar.» (Nur: 55).

23.3.17. Saldırı Esnasında Sebatın Gerekliliği

Düşmanlarla karşılaşıldığı esnada sebat vacib kılınmış ve firar haram sayılmıştır.
Allah Sübhânehû ve Teâlâ şöyle buyuruyor: «Ey inananlar! Bir toplulukla karşılaşırsanız, dayanın; başarıya erişebilmeniz için Allah'ı çok anın.» (Enfal: 45).
«Ey inananlar! Savaş için ilerlerken, inkar edenlerle toplu halde karşılaştığınızda, onlara arkanızı dönmeyin. Tekrar savaşmak için bir tarafa çekilmek veya bir başka topluluğa katılmak maksadı dışında, o gün arkasını düşmana dönen kimse, Allah'tan bir gazaba uğramış olur. Onun varacağı yer cehennemdir. Ne kötü bir dönüştür o!» (Enfâl: 15-16).
Âyet, sebatı farz kılıp, iki durum dışında kaçmayı haram sayıyor. Bu iki durumda, düşmanlardan uzaklaşmak caizdir.

23.3.27.1. Birinci Durum

Savaşta, o anki durumun gerektirdiği şekilde bir yerden başka bir yere dönüp uzaklaşmak, dar bir yerden, daha geniş bir alana veya açık bir alandan korunaklı başka bir yere ya da alçak bir mekandan daha yüksek olan bir tepeye geçmek manasınadır.
Savaş ve harb meydanında en uygun olan yeri almak da böyledir.

23.3.17.2. İkinci Durum

Başka bir gruba katılmak ise, onlarla beraber savaşmak v23.3.17.2. İkinci Durum

Başka bir gruba katılmak ise, onlarla beraber savaşmak veya onlara sığınmak için müslüman bir topluluğa katılmak manasınadır. Bu grubun yakm veya uzak olması aynıdır.
Said bin Mansûr'dan rivayete göre, Ömer (r.a.) şöyle demiştir: «Eğer Ebû Ubeyde bana katılsaydı, onun için bir topluluk olurdum.»
Ebü Ubeyde Irak'da, Ömer ise Medine'de idi.
Yine, Ömer (r.a.) şöyle demiştir: «Ben bütün müslümanlar için (sığınacakları) bir topluluğum.»
îbn Ömer'den rivayete göre: Onlar, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem sabah namazından önce evinden çıktığı sırada, düşmanlardan kaçarak O'na yöneldiler ve «Biz, savaş kaçkınlarıyız.» dediler. Nebi aleyhisselam ise; «Hayır siz, kaçıp tekrar dönenlerdensiniz. Ben bütün müslümanlann (sığınacakları) bir topluluğum.» buyurdu.
Geçen bu iki duruma göre, kişinin açıkça düşmanlardan kaçması caizdir. Bu vakıa da; düşmanlara karşı durmak için daha uygun bir yer edinmek niyetiyle yer değiştirme şeklinde olur.
Bu iki durum dışında düşmanlardan kaçmak ise, elim bir azabı gerektiren büyük bir günah sayılmıştır.
Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem; «Yedi helak edici şeyden sakının.» buyurdu. Ashab; «Onlar nedir, ey Allah'ın Rasûlü?» diye sordular. Nebî aleyhisselam şöyle buyurdu: «Allah'a şirk koşmak, sihir, Allah'ın haram kıldığı cam öldürmek, yetim malı yemek, harbden kaçmak, temiz-habersiz mümin kadınlara iftira atmak.»

233.18. Harb Esnasmda Hile ve Yalan

Verilmiş bir emanı ihlal veya bir anlaşmayı bozma şeklinde olmadığı sürece, harbde düşmanı aldatmak için yapılan hile ve yalan caizdir.
Düşman ordusunun kumandanına, karşısındaki ordunun sayısının pek çok ve kuvvetinin başa çıkılamayacak kadar olduğu izlenimini vermek, harb hilelerindendir.
Müslim'in, Ümmü Gülsüm binti Ukbe'den rivayetine gör% şöyle demiştir: «Nebî'nin insanların arasım ıslah, kadının kocasına ve kocanın karısına söylediği söz ve harb durumu dışmda insanların yalan söylemesine izin verdiğini işitmedim.»

233.19. İki Kat Olan Düşmandan Kaçmak

İki durum dışında savaştan kaçmanın caiz olmadığı bahsi geçti.
Geriye harb sırasında, düşmanın sayısının iki misli olması durumu kalıyor. İki misli veya ondan az düşman karşısında kaçmak haram kılınmıştır. Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
«Şimdi Allah yükünüzü hafifletti, zira içinizde zaii bulunduğunu biliyor. Sizin sabırlı yüz kişiniz onlardan İki yüz kişiyi yener, sizin bin kişiniz Allah'ın İzniyle iki bin kişiyi yener. Allah sabredenlerle beraberdir. (Enfal: 66)
«Münezzeh» adlı kitabda şöyle deniyor: «Düşmanların sayısı, müslümanlann iki katmdan daha fazla olursa, firar etmek caizdir. Fakat, eğer helak olmayacaktan şeklinde bir galib zanlan varsa, efdal olan sebat etmektir. Eğer perişan olacaklarına kanaat getirirlerse, bu durumda iki görüş vardır:
«1 — Allah'm, «Kendi elinizle tehlikeye atılmayın.» âyeti gereğince kaçmak gereklidir.
«2 — Bu durumda kaçmak, vacib olmadığı halde, müstehab görülmüştür. Çünkü onlarla savaşırlarsa, şehadete ulaşırlar.
«Kafirlerin sayısı, müslümanlann iki misli değilse veya öyle iken yenileceklerine dair kesin kanaatleri yoksa, kaçmak caiz değildir. Eğer yenileceklerine eminseler, bu durumda iki yoldan birini tercih ederler.
«Bazıları Allah'ın; «Kendinizi tehlikeye atmayın.» âyeti gereğince kaçmayı caiz görürler. Bazılan ise, âyetin zahirini kabul etmekle beraber firan caiz görmezler.»
Hâkim şöyle demiştir: «Bu durumda, savaşanlann zannı ve îc-tihadma müracaat edilir. Eğer zanlan mukavemet ise, kaçmak helal olmaz. Eğer zanlan helak olacaklan şeklindeyse, bu durumda, —uzak bile olsa— başka bir gruba sığınmak caiz olur. Bu halde bile, cihaddan tamamen vazgeçmek caiz değildir.»
İbn Mâcişûn; Mâlik'ten şunu nakletmiştir: «Zaiflik, kuvvete gö-
redir, sayıya bakılmaz. Onun kendisinden daha cesur, daha iyi silahlanmış ve daha kuvvetli olduğuna inandığı zaman bir kişinin yine bir kişiden kaçması caizdir. Sayı önemli değildir.» Bu görüş, daha uygundur.

233.20. Savaşta Merhametli Olmak

Harbden kaçınanları, ona katılmayanlan öldürmek ve onlara saldırmak helal değildir. Yine tslâm, kadınlan, çocukları, yaşlıları, ruhbanlan, âbidleri ve ameleleri öldürmeyi haram kılmıştır. İşkence de haram kılınmıştır. Hayvanlan öldürmek, ekinleri talan etmek, sulan bozmak, çiçekleri ezmek ve evleri yıkmak haramdır. Yarah-lan öldürmek, kaçanlan kovalamak da haramdır. Bu yüzden harb, cerrahi bir ameliye gibidir. Hastalığın bulunduğu yerlerin ötesine aşmamak gerekir.
Bu konuda, Süleyman bin Büreyde babasından şunu nakleder: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem bir ordu veya seriyyeye kumandan tayin edeceği zaman, özellikle ona «Alah'tan korkmasını, beraberindeki müslümanlara hayırla muamele etmesini» tavsiye eder, sonra şöyle derdi: «Allah'ın ismiyle, Allah yolunda gaza edin, Allah'ı inkâr edenlerle savaşın. Savaşın, fakat ganimete ihanet etmeyin, sözünüzden dönmeyin, işkence yapmayın, çocukları Öldürme-yin.»
Nâfî'in, Abdullah bin Ömer (r.a.)'den rivayetine göre; «Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem'in savaşlarından birinde öldürülmüş bir kadın bulundu. Nebî aleyhisselâm bunu hoş görmeyerek çocuk ve kadınların öldürülmesini yasakladı.» (Hadîsi, Müslim kaydet mistir.)
Rebâh bin Rebi'den rivayete göre, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem, gazâlanndan birinde öldürülmüş bir kadına rastladı. (Belki bu kadın önceki hadiste bahsedilen kadındır) Onun yanı başında durup, şöyle buyurdu: «Bu savaştığı için bu hale gelmedi.» Sonra ashabının yüzlerine baktı ve içlerinden birine, «Halld bin Ve-Ild'e koş, çocukları, işçileri ve kadınları Öldürmesin.» buyurdu.
Abdullah bin Zeyd'den rivayete göre, o şöyle demiştir: «Nebî aleyhisselâm, işkence (müsle) yapmayı yasakladı.» (Hadîsi, Buharı kaydetmiştir.)
îmran bin Husayn'dan rivayete göre, o şöyle demiştir: «Nebî aleyhisselâm bizi, doğru sözlülüğe teşvik eder ve işkence yapmaktan nehyederdi.»
Ebû Bekir'in, Üsâme'ye, Şam'a gönderirken yaptığı tavsiyede,
şu da vardır: «İhanet etmeyin, ganimetten çalmayın, sözden dönmeyin. İşkence yapmayın. Küçük çocukları, yaşlıları, kadınları Öldürmeyin. Hurma ağaçlarım sökmeyin, horlamayın. Meyveli ağaçlan kesmeyin. Develeri, koyunları, inekleri yemek dışında kesmeyin. Siz, canlarım ibadethanelere kaçırıp, sığınmış bazı ruhbanlara rastlayacaksınız. Onlara ve sığınaklarına dokunmayın.»
Ömer bin Hattab (r.a.) da böyle yapardı. Onun şöyle bir mektubu, bize kadar gelmiştir:
«Ganimetten çalmayın, sözden dönmeyin, çocukları öldürmeyin, çiftçiler hususunda Allah'tan sakının.»
Onun ordu komutanlarına yaptığı tavsiyeler arasında şunlar da vardı:
«Kocamışlan, kadınları ve çocukları öldürmeyin. Hücum ve baskın yaptığınız sırada onları Öldürmekten sakının.»

23.3.21. Düşmanlara Gece Baskını Yapmak

Düşmanlara gece baskım yapmak caizdir. Tirmizî- şöyle demiştir: «Âlimlerden bir kısmı gece baskınına ruhsat vermiş, bir kısmı ise, onu mekruh saymıştır.»
Ahmed ve İshak; «Geceleyin düşmana baskın yapmada bir mahzur yoktur.» demiştir.
Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem'e, «Gece baskını yapılan müşriklerin, bu sırada kadınlarına ve çocuklarına zarar verilmesi» hakkında soruldu. Nebî aleyhisselâm: «Onlar da, onlardandır.» buyurdu. (Hadîsi, Buharı ve Müslim Sa'b bin Cessâm'dan rivayet etmiştir.)
Şâfi'î, şöyle demiştir: «Kadın ve çocukları öldürme nehyi, ancak onlan ayırmak ve temyiz etmek mümkün olduğu durumlar içindir. Gece baskınında ise, eğer kadın ve çocuklar zarar görürse, bu caizdir.»

23.4. HARBÎN SONA ERMESİ

Harb, şu durumlardan birinde sona erer :
1. Muhariblerin tümünün veya bir kısmının müslüman olup Allah'ın dinine girmeleri. Bu durumda müslüman olmuşlardır ve artık müslümanlann haklarına ve yükümlülüklerine sahib olurlar.
2. Bir müddet için savaştan vazgeçmeleri. Bu durumda Nebî aleyhisselâm'ın Hudeybiye'de yaptığı gibi, bu isteklerine uyarak sulh yapmak gerekir.
3. Cizye vererek dinlerinde kalmak istemeleri. Bu durumda müslümanlarla aralarında zimmet akdinin gerekleri geçerli olur.
4. Yenilmeleri ve bizim galib gelmemiz. Bu durumda müslü-manlar ganimet elde ederler.
5. Bazı düşman savaşçılarının eman istemeleri. Bu talebleri-ne uyulur. İslâm yurduna girme istekleri de böyledir.
Bunları, aşağıda sırasıyla inceleyeceğiz:
1. Barış anlaşması, 2. Zimmet akdi, 3. Ganimet, 4. Eman.

 BARIŞ ANLAŞMASI

Sulh ve Barış Anlaşması Ne Zaman Gereklidir?

Sulh ve barış anlaşması, belirli bir zaman aralığında savaşı bırakıp sulha gitme hususunda iki tarafın ittifakıdır. İki durumda, vacib olur:
Birinci Durum : Banşı düşmanlar istediği zaman: Bu durumda, aldatmayı düşünmüş olsalar bile, tedbirli olma kaydıyla sulh istekleri kabul edilir.
Allah Teâlâ, şöyle buyuruyor:
«Eğer onlar barışa yanaşırlarsa, sen de yanaş ve Allah'a güven. O, şüphesiz işitir ve bilir. Seni aldatmak isterlerse bil ki, şüphesiz Allah sana kâfidir.» (Enfal: 61-62)
Hudeybiye seferinde Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem, Mekke müşrikleriyle sulh edip, on sene müddetle anlaşma yaptı. Bu, kan dökmeyi Önlemek ve sulhu teşvik etmek içindir.
Bera dan rivayete göre, şöyle demiştir:
Nebî aleyhisselâm, Kabe'den alıkonulunca, Mekkelilerle, oraya girmek için şu şartlarla sulh yaptı:
1. Orada üç gün kalacak.
2. Kılıç ve kını dışında silah taşımadan Mekke'ye girecek.
3. Oradan, kimseyi beraberinde götürmeyecek.
4. Yanmdakilerden, orada kalmak isteyenlere engel olmayacak.
Ali'ye, «Aramızdaki şartlan yaz.» buyurdu. Ali (r.a.): «Bismil* Iahirrahmanirrahim. Bunlar, Allah Rasûlü Muhammed'in hükmetti ği maddelerdir.» diyerek, yazmaya başladı. Müşrikler O'na, «Eğer senin Allah Rasûlü olduğunu kabul etseydik, sana tabi olurduk. Bilâkis sen, 'Abdullah oğlu Muhammed' yaz.» dediler. Nebî aleyhisse-
lâm, /iü'ye, onu silmesini emretti. Ali, «Hayır, vallahi silmem.» dedi. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem, «Onu bana göster,» dedi. Ali (r.a.), onu gösterdi. Nebî aleyhisselâm da sildi ve «Abdullah oğlu Muhammedu yazdırdı. (Ertesi yıl) Nebî aleyhisselâm, orada üç gün kaldı .üçüncü gün olunca Ali'ye; «Bu, arkadaşının şart koştuğu sonuncu gündür. Ona söyle, Mekke'den çıksın.» dediler. Ali, bunu Nebi aleyhisselâm'a bildirince, Nebî aleyhisselâm, «Evet.» dedi ve oradan çıktı.
Misver bin Mahreme'den rivayete göre, «Nebî aleyhisselâm, Mekkelilerle, bu müddet içinde halkın emin olması İçin, on sene harbin bırakılması, aralarındaki kirli çamaşırların ortaya dökülmemesi, hırsızlık ve hıyanet edilmemesi Üzere sulh yaptı.» (Hadîsi Bu-hari, Müslim ve Ebû Dâvûd kaydetmiştir,)
İkinci Durum : Haram aylar. Bu aylarda savaşa başlamak helâl değildir. Bunlar, Zi'1-Ka'de, Zi'1-Hicce, Muharrem ve Receb aylandır.
Ancak bu aylarda düşmanlar savaşa başlarsa, o zaman onları kovmak için savaşmak gerekir. Yine harb sürmekte iken bu aylar girerse ve düşmanlar bu aylarda ateşkesi kabul etmezlerse, savaş mubahtır.
Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
«Allah'ın gökleri ve yeri yarattığı günkü yazısında, Allah'a göre ayların sayısı on ikidir. Bunlardan dördü hürmetli aylardır. Bu dosdoğru bir nizamdır, öyleyse o aylar içinde kendinize yazık etmeyin, topyekün sizinle savaşan putperestlerle siz de topyekün savaşın. Allah'ın sakınanlarla beraber olduğunu bilin.» (Tevbe: 36)
Nebî aleyhisselâm, veda hutbesinde şöyle buyurmuştur:
«Ey insanlar! Vıl ayarlama küfürde fazlalıktır. Onunla küfredenler sapıtır. Bir sene helal sayarlar, bir sene ise haram. Böylece Allah'ın haram kıldığını çiğnerler. Zaman, Allah'ın gökleri ve yeri yarattığı günkü şekline dönmüştür. Doğrusu, ayların sayısı, gökleri ^ve yeri yarattığı günden beri, Allah'ın kitabında on iki aydır. Bunlardan dördü haram olanlarıdır. Üçü peşpeşedir, biri ise tek basınadır. (Üçü) Zİ'1-Ka'de, Zi'1-Hicce ve Muharrem'dir. (Bîri ise) Cemadİ İle Şaban arasındaki Receb ayıdır. Dikkat edin, tebliğ ettim mi? Allah'ım sen şahid ol!»
Bunun mensuh olduğuna dair rivayetler, zayıftır. Çünkü bunda neshe delalet edecek hiç bir şey yoktur.

23.6. ZİMMET AKDİ

Zimmet, anlaşma ve emandır. Zimmet akdi, hâkim veya naib'i-nin ehl-i kitab veya diğer kâfirlerden birinden iki şart ile küfründe kalmasını kabul etmesidir.
Birinci şart: islâm hükümlerinin tümünü kabul etmesi. (Kendini bağlı sayması).
İkinci şart: Cizyeyi vermesi.
Bu akid, yaşadığı müddetçe kendisinde ve öldükten sonra da neslinde devam eder. Bu akdin delili, Allah Teâlâ'nm şu buyruğudur:
«Kitab verilenlerden, Allah'a ve âhîret gününe inanmayan, haram kıldığını haram saymayan, hak dinini din edinmeyenlerle, boyunlarını büküp kendi elleriyle cizye verene değin savaşın.» (Tevbe: 29)
Buhari'nin rivayetine göre, Muğîre, Nihâvend'in fethi günü şöyle dedi: «Nebimiz bize, Allah'a kulluk edinceye veya cizye verinceye değin sizinle savaşmamamızı emretti.»
Bu akid, vakitle sınırlı olmaksızın —onu bozan bir şey vuku bulmadıkça— devam eder.

23.6.1. Zimmet Akdinin Gerektirdikleri

Zimmet akdi oluştuğu zaman, onlarla savaşmanın haramlığı, mallarının korunması, ırzlarından sakınma, hürriyetlerinin temini, onlara ezayı terk gibi bazı sonuçlar doğurur.
Ali (r.a.)'den rivayete göre, o şöyle demiştir: «Cizye ancak, kanlarının bizim kanlarımız, mallarının da, bizim mallarımız gibi olması için verilir.»
Fakihlerin ortaya koyduğu genel bir kaide olarak; «Bizim lehimize olanlar onların da lehine, bizim aleyhimize olanlar onların da aleyhine» olur.

23.6.2. Zimmîler İçin Geçerli Olan Hükümler

iki konuda zımmîlere İslâm ahkamı uygulanır:
Birinci konu: Mâli muameleler: Faiz ve diğer haram anlaşmalar gibi islâm öğretisiyle uyuşmayan tasarrufları yapmaları caiz değildir.
tkincl konu; Tayin edilmiş cezalar: Onlara da uygulanır.
Haddi gerekli kılan bir fiil yaptıkları zaman, hadler kendilerine
uygulanır. Nebî aleyhisselâm'ın muhsan oldukları için zina eden iki yahudiyi recmettiği sabit olmuştur.
înanç, ibadet, evlenme ve boşanma gibi dinin şiarları olan meselelerde ise, şu umûmi fıkhı kaideye uyularak mutlak hürriyetleri vardır:
«Onları, din edindikleri şeyle başbaşa bırakın.»
Eğer muhakeme olunmak için bize başvururlarsa, onlar hakkında İslâm'ın gerektirdiği şekilde hüküm veririz veya bu konuda onları serbest bırakıp, onlardan yüz çeviririz.
Allah Teâlâ, şöyle buyuruyor:
«Onlar yalana kulak verirler, haram yerler .Eğer sana gelirlerse, aralarında hükmet yahut onlardan yüz çevir. Yüz çevirirsen, sana bir zarar yoktur. Eğer hükmedersen, aralarında adaletle hükmet. Allah âdil olanları sever.» (Mâide : 42)
Buraya kadar anlatıklanmız, birinci şart olan, İslâm hükümleriyle iltizam olunmaları meselesi idi. İkinci şart olan «cizye» ise, aşağıda gelecektir.