FEY

Tarifi

Fey; müslümanlann, düşmanlarından savaşmaksızın aldıkları mallardır.

Allah Teâlâ, şöyle buyuruyor:
«Ey inananlar! Onların mallarından, Allah'ın peygamberine verdiği şeyler için siz ne at ve ne de deve sürdünüz; fakat Allah, peygamberlerine, dilediği kimselere karşı üstünlük verir. Allah, her şeye kadirdir.»
«Allah'ın fethedilen memleketler halkının mallarından peygamberine verdikleri; Allah, Peygamber, yakınlar, yetimler, yoksullar ve yolda kalmışlar içindir; tâ ki içinizdeki zenginler arasında elden ele dolaşan bir devlet olmasın. Peygamber size ne verirse onu alın, sizi neden menederse ondan geri durun; Allah'tan sakının, doğrusu Allah'ın cezalandırması, çetindir.»
«Allah'ın verdiği hu ganimet mallan, bilhassa; yurdlarmdan ve mallarından edilmiş olan, Allah'tan bir lütuf ve rızâ dileyen, Allah'm dinine ve peygamberine yardım eden muhacir fakirlerindir. İşte doğru olanlar bunlardır.»
«Daha önceden Medine'yi yurd edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler, kendilerine hicret edip gelenleri severler; onlara verilenler karşısmda, içlerinde bir çekememezlik hissetmezler; kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları kendilerinden önde tutarlar. Nefsinin tamahkârlığından korunabilmiş kimseler, işte onlar saadete erenlerdir.»
«Onlardan sonra gelenler: «Rabbimiz, bizi ve bizden önce inanmış olan kardeşlerimizi bağışla; kalbimizde, mü'minlere karşı kin bırakma; Rabbimiz, şüphesiz Sen, şefkatlisin, merhametlisin.» derler.» (Haşr: 6 -10)
Allah Teâlâ, bu âyetlerde, fetihten önce müslüman olanlardan Medine'ye hicret eden muhacirleri zikretmiştir. Medine ehli olup, muhacirleri konukîayan ensardan da bahsetmiştir. Ayrıca bunlardan sonra, kıyamete değin gelecek olanları da anmıştır.

23.10.2. Fey'in Paylaşımı

Kurtubî diyor ki: Mâlik şöyle demiştir: «Bu, imamın görüş ve içtihadına bırakılmıştır. Tayin edilmemiş bir kısmını ictihadıyle alır ve onun bir kısmım da yakınlara verir. Geriye kalanını ise, müslü-manların maslahatına harcar.»
Bunu, dört halife de söylemiş ve onunla amel etmişlerdir. Bu görüşe, Nebî'nin şu sözü deîalet etmektedir: «Allah'ın fey kıldığından, bana, ancak beşte bir vardır. O da, size geri verilir.»
Nebî aleyhisselâm, onun ne beşte birini ne de üçte birini paylaş tu'mamış tır. Âyette zikredilenler, ancak onlara tenbih yoluyla anılmışlardır. Çünkü bunlar kendisine verilmesi gerekenlerin en mühimleridir.
Zeccâc, Mâlİk'in delili olarak şunu söyler: Allah Azze ve Celle, şöyle buyurmuştur: «Ey Muhammedi Sana, ne sarfedeceklerini sorarlar; de ki: «Sarfedeceğiniz mal, ana-baba, yalanlar, yetimler, düşkünler, yolcular içindir. Yaptığınız her iyiliği, Allah şüphesiz bilir.» (Bakara: 215)
Kişinin onu, uygun gördüğü zaman, bu sınıfların dışında bir yere infak etmesi icma ile caizdir.
Nesâî, Atâ'dan, şunu söylediğini naklediyor: «Allah'ın beşte biriyle, Rasûl'ün beşte biri aynıdır. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem, ondan alır, ihsan eder, dilediği yere verir ve dilediği şekilde kullanırdı.»
Huccetül-Bâliğa'da, Şah Veliyulîah şöyle diyor: «Fey'in taksimi hususunda değişik sünnetler vardır. Ebû Bekir (r.a.) fey'i ihtiyaca yetmesini gözeterek, hür ve kölelere paylaştmrdı. Ömer (r.a.), öncelikler ve ihtiyaçlar için kişinin îslâm'a giriş önceliğini, eskiliğini, ailesini ve ihtiyaçlarım içeren bir divan oluşturdu.
«Bu değişik uygulamaların tümünde, asıl olan, bunların icti-had ile yapılmasıdır. Hepsi, zamanlarında gördükleri maslahatları gözeterek hareket etmişlerdir.»

23.11. EMÂN ANLAŞMASI

Muhariblerin düşmanlarından olan herhangi bir kişi, emân istediği zaman, bu kabul edilir. Bununla emin olur. Herhangi bir şekilde ona düşmanlık göstermek, caiz değildir.
Allah Sübhânehû, şöyle buyuruyor:
«Ey Maharamed! Puta tapanlardan biri sana sığınırsa, onu güvene al; tâ kî Allah'm sözünü dinlesin. Sonra onu, güven içinde olacağı yere ulaştır. Çünkü onlar, bilgisiz bir topluluktur.» (Tevbe: 6)

23.11.1. Emân Kimin Hakkıdır?

Bu hak, kadın ve erkek, hür ve köle için sabittir. Eman isteyen düşmanlarından herhangi birine, bunlardan birinin eman vermesi haklarıdır. Bu hak, çocuk ve deliler dışında müslümanlarm hiç birinin elinden alınamaz. Çocuk veya. deli, düşmanlardan birine eman verdiği zaman, bunların her ikisinin de emânı sahih olmaz.
Ahmed, Ebû Dâvûd, Nesâî ve Hakim'in, Ali'den rivayetine göre, Allah Rasûlü saliallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: «Müs-[umanın zimmeti birdir. Onlar, başkalarına karşı emirliktirler.»
Buhari, Ebû Dâvûd ve Tirmizi'nin, Ümmü Hânî binti Ebî Ta-lib'den rivayetine göre, o şöyle demiştir: «Ey Allah'm Rasûlü, annemin oğlu Aii, benim kendisine emân verdiğim Hübeyre'nin oğlu fa-lan'ı öldüreceğini iddia ediyor, »dedim. Allah Rasûlü saliallahu aleyhi ve sellem, şöyle buyurdu: «Senin emân verdiğine biz de emân verdik, ey Ummü Hânı!»

23.11.2. Emânın Sonuçları

Emân, işaret veya söz ile vuku bulduğu zaman, emân verilene düşmanlık göstermek, caiz değildir. Çünkü o, emân verilmesi sebebiyle kendisim, sürülmekten ve köle yapılmaktan kurtarmıştır.
Ömer (r.a.)'den rivayete göre; o, mücahidlerden birinin İranlı bîr muharibe, «Korkma» deyip, sonra da onu öldürdüğü haberini aldı. Bunun üzerine, ordu komutanına şu mektubu yazdı:
«Bana sizden bir adamın, ona; «Korkma» deyip, yetiştiğinde öldürdüğü ulaştı. Nefsimi etinde tutana andolsun, kimin böyle yaptığını duyarsam, onun boynunu koparırım.»
Buharî (Tarih'inde) ve Nesâî'nin rivayetine göre; Nebî aleyhis-selâm, şöyle buyurmuştur: «Kim birine canı için emân verir de, onu Öldürürse, maktul, kâfir bile olsa, ben o katilden beriyim.»
Buharı, Müslim ve Ahmed'in, Enes'den rivayetine göre, şöyle demiştir: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem, şöyle buyurdu: «Her sözünden cayan için, kıyamet günü, onu tanıtan bir bayrak dikilir.»

23.113. Bu Hak, Ne Zaman Tahakkuk Eder?

Emân hakkı, mücerred olarak verilmesiyle tahakkuk eder. Sadır olduğu zaman yürürlükte sayılır. Men edilenlerin emânı ise, ancak hakim veya ordu komutanının ikrarı ile gerçekleşir.
Emân tahakkuk edip, hakim veya ordu kumandanı kabul edince, emân verilen kişi, zimmet ehlinden olur. Böylece, müslümanla-nn lehine olan onun da lehine müsl umanların aleyhine olan da onun aleyhine olur. Bu hakkı kullanarak müslümanlara zarar vermek istediği sabit olması dışında, eman hakkının ilgâsı (ortadan kaldırılması) caiz değildir. Müslümanları gözetleyerek, kavmine casusluk yaüması, buna misaldir.

23.11.4. Genel Olarak Yapılan Emân Akdi

Emân, müslüman fertlerin bir veya iki kişiye verdikleri zaman, sahih olur. Genel olarak bir yerin halkına verilen emân ise, imamın zimmet akdi gibi maslahat gözeterek içtihad yoluyla vermesi dışında sahih olmaz. Eğer halkın her biri böyle yapmış olsa, bu durum, cihadın iptaline yol açar.

23.11.5. Elçinin Hükmü, Emân Verilenin Hükmüdür

Elçi, emân verilen kimse gibidir. Elçinin mektup taşıyan biri veya savaşan iki grub arasında barış için gidip gelen biri olması aynıdır. Harb alanında bulunan yaralı ve Ölülerin taşınmasını kolaylaştırmak için harbe ara verilen sıralarda bu iş için ortalıkta dolaşanlar da böyledir.
Rasûl aleyhisselâm, Mesleme'nin elçilerine, «Eğer, 'Elçi öldürülmez.' prensibi olmasaydı, ikinizin de boynunu vururdum.» buyurmuştur.
(Hadîsi, Ahmed ve Ebû Dâvûd, Na'îm bin Mes'ûd'dan naklet-miştir.)
Kureyş, Ebû Rafi'i, Allah Rasûlü'ne elçi olarak gönderdi. Ebû Rafi'in kalbi, islâm'a ısınarak iman etti ve «Ey Allah'ın Rasûlü! Onların yanına dönmeyeceğim ve sizinle kalacağım.» dedi. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem, şöyle buyurdu: «Ben, ne anlaşmalı birini, ne de bir elçiyi alıkoymam. Güven içinde, onlara dön. Bundan sonra da kalbinde şu anda bulduğunu yine hissedersen, bize geri dön.» (Hadisi, Ahmed, Ebû Dâvûd, Nesâî ve îbn Hibbân kaydetmiş; Ibn Hibban, «sahih» demiştir.)
Ebü Yusuf'un; «Kitâbu'l-Harac» ve Muhammed'in; «Siyerü'1-Ke-Mr»inde şu kısım vardır. Elçi için konulmuş bazı şartlar vardır, müslümanlann bunlara uyması vacibtir. Düşman elçisine gadretmeleri, sahih değildir. Hatta kafirler, müslüman elçilerini öldürse, onların elçilerini yine öldürmeyiz. Çünkü Nebî aleyhisselâm, şöyle buyurmuştur: «Gadre karşılık vefa, gadre karşı gadrden daha hayırlıdır.»

23.11.6. Muste'men (Emân Verilen)
23.11.6.1. Tarifi

Muste'men, vatan edinme ve ikâmet niyeti olmaksızın, îslâm yurduna geçici bir süre emân ile giren harbîye denir. Müste'menin amacı, bir seneyi aşmayan beliıîi bir müddet kalmaktır. Eğer bu süreyi aşar ve amacı devamlı kalma şekline dönerse, îslâm devletine tabiiyette, «zimmî» hükmünü alır, emân'da ise, muste'men hükmünü sürdürür. Eman verilen harbî ile hanımı, ergin olmayan erkek çocuklan, kızlarının tümü, annesi, neneleri ve hizmetçisi de bu hükme dahil edilirler. Bunun delili, Allah Teâlâ'nm şu âyetidir:
«Ey Muhammedi Puta tapanlardan biri sana sığınırsa, onu güvene al; tâ ki Allah'ın sözünü dinlesin. Sonra onu, güven içinde gideceği yere ulaştır. Çünkü onlar, bilgisiz bir topluluktur.» (Tevbe: 6)

23.1İ.6.2. Haklan

Harbî, emân sayesinde, îslâm yurduna girdiği zaman, emân akdini sürdürdüğü ve ondan vazgeçmediği sürece, canının, malının ve diğer haklan ile maslahatlarının korunmasına hak kazanır.
Sırf onlarla bizim aramızda harb çıkması veya onların düşmar-ların uyruğunda olması sebebiyle esir alma veya tutuklama amacıyla olsun, hürriyetinin kısıtlanması ya da hapsedilmesi helâl değildir.
Serahsî, şöyle demiştir: «Bunların mallan, emân hükmüne dahildir. Mubah diyerek mallarının alınması mümkün değildir.»
Bu durum, harb yurduna dönünceye değin devam eder. Dâru'l-harb'e girince, can emniyeti kalkar, fakat mal emniyeti sürer.
Muğnî'de, şöyle denilmiştir: «Harbi, îslâm yurduna emân ile girdiği zaman, malını bir müslüman veya zımmîye bırakıp ya da borç olarak verip de, tekrar harb yurduna dönerse, bu durumda: Eğer İslâm yurduna, tüccar veya elçi veya turist olarak girmiş ya da malını ihtiyacı sebebiyle berç vermiş ise, tekrar îslâm yurduna döndüğünde, malı ve cam emniyettedir. Çünkü bu sebeble, îslâm yurdunda ikâmet niyetinden çıkmış olmaz. Bu durumda, zımmîye benzer. Eğer harb yurduna, vatan edinmek için girdiyse, canmdaki emân kalkar, fakat mahndaki devam eder. Çünkü, tslâm yurduna girişi, emân iledir. Malının emâni sabittir. Harb yurduna girişiyle canmdaki emân kalktığı zaman, ibtal edici sebebin canına has olması sebebiyle mahndaki emân kalır.»

23.11.6.3. Müste'menin Yapması Gerekli Olan Şeyler

Müste'menin, genel emniyet ve nizamın muhafazası ve bunlara karşı çıkmaması gerekir. Gözcü veya casus olması sebebiyle, düşman hesabına müslümanlar aleyhine araştırmada bulunursa, bu durumda öldürülür.

23.11.6.4, Müsie'm-ene İslâm. Hükümler inin Tatbiki

Müste'mene, mâli muamelelere ait İslâm kanunları uygulanır. Ahş-veriş ve diğer akidlerini İslâm nizamına göre yapar. İslâm'da haram olan faizli ahş-veriş yapmasına engel olunur.
Cezalara ait meselelerde ise, müsKimanm hakkına tecavüz ettiği zaman îslâm şeriatinin gerektirdiği şekilde cezalandırılır.
Zrnımî veya kendi gibi bir müste'mene karşı bu suçu işlediği zaman da, durjm aynıdır. Çünkü zalime karşı mazlumun hakkım vermek ve adaletin tahakkuku, gevşeklik gösterilmesi helâl olmayan vaciblerdendir.
Tecavüzü, zina suçunu işlemek gibi, Allah'ın haklarından birine karşı olduğunda da, müslümanlarm cezalandırıldığı gibi cezalandırılır. Çünkü, zina suçu, îslâm topluluğunu bozan suçlardandır.

23.11.6.5. Malının Müsaderesi

Müste'men, müslümanlarla harbettiği zaman, malına el konur. Kendisi de esir alınıp köle yapılır. Bu durumda, mahndaki mülkiyeti sona erer. Çünkü artık o, mülk edinmeye ehil olmayanlardan biri haline gelmiştir. îslâm yurdunda bulunan şeylerde dahi, mirasa hak kazanmaz. Çünkü onlar buna, ancak onun halefi olma sebebiyle hak kazanırlar. Bu ise, onun ölümüyîedir. Fakat o, ölmemiş-tir. Bu durumda, onun malı, müslümanlarm 'beytü'l-mâl'ine ganimet olarak katılır. Onun müslüman veya zımmî birine borcu varsa, borçlu olan ortada bulunmadığı için borç düşer.

23.U.6.6. Mirası

Müste'men harb veya îslâm diyarında Öldüğü zaman, malına olan malikiyeti gitmez. Cumhura göre, varislerine geçer. Şâfi'i buna muhalefet etmiştir. O'nun malını varislerine göndermek, îslâm devletine düşer. Eğer, onun varisleri yoksa, bu mal müslümanlar için fey olmuş olur.

23.12. ANLAŞMA VE SÖZLEŞMELER 23.12.İ. Anlaşmalara Uyma

Güzel neticeleri, sulhun korunmasındaki büyük katkıları, zorlukların giderilmesinde, tartışmaların hallinde ve ilişkilerin düzeltilmesindeki büyük Önemi olması sebebiyle anlaşmalara ve sözlere uymak, islâmî bir gerekliliktir.
Bir Arab atasözünde, «Kim, insanların başına geçip, onlara zulmetmez, söz söylediğinde, yalan konuşmaz, söz verdiğinde, bozmazsa, o, mürüvveti, adaleti açık ve kardeşlik yapmanın gerekli olduğu kimselerdendir.» denmektedir. Bu söz, gerçektir. İnsanlara güzel muamele, vefa ve doğru sözlülük, olgun bir mürüvvet ve açık bîr adalete delildir. Bu, kardeşlik ve dostluğu gerekli kılar.
Allah, bütün söz ve yükümlülükleri yerine getirmeyi (vefa) emrediyor. Bunların Allah'a ve insanlara karşı verilmiş olması aynıdır. Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
«Ey insanlar! Akidlerinizi yerine getirin.» (Maide: 1)
Bu emirle, vefasızlık göstermek {sözde durmamak), büyük bir günah olarak değerlendirilmekte ve gazaba müstehak görülmektedir:
«Ey inananlar! Yapmadığınız şeyi, niçin yaptığınızı söylersiniz? Yapmadığınız şeyi yaptık demeniz, Allah katında büyük gazaba sebeb olur.» (Saf: 2 - 3)
Kişi, ahid (söz) ile yüklendiği şeylerden, bozdukları sebebiyle mesul tutulup hesaba çekilir: «Ahidlerinizi yerine getirin. Doğrusu verilen ahidde, sorumluluk vardır.» (îsrâ: 34) Ahid'in hakkı, dini hakdan Öncedir :
«Doğrusu inanıp hicret edenler, Allah yolunda mallarıyla canlarıyla cihad edenler ve muhacirleri barındırıp onlara yardım edenler, İşte bunlar, birbirinin dostudurlar. İnanıp hicret etmeyenlerle, hicret edene kadar sizin dostluğunuz yoktur. Fakat din uğrunda yardım isterlerse, aranızda anlaşma olmayan topluluktan başkasına karşı onlara yardım etmeniz gerekir. (Enfâl: 72)
Sözde durma, imandan bir parçadır, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem, şöyle buyuruyor: «Ahidde güzel davranma (onu yerine getirme) imandandır.»
(Hadise, Hâkim; «sahih» demiş, Zehebî de ona uymuştur.) Ahde vefâ'nın karşılığı, cennetten başkası değildir: «Onlar, emanet/erini ve sözlerini yerine getirirler, namazlarına riayet ederler. İşte onlar, temelli kalacakları Firdevs cennetine varis olanlardır.» (Mü'minûn: 9-H)
Ahde vefa, nebî ve rasûllerin ahlâkıdır:
«Ey Muhammedi Kitab'da, İsmail'e dair anlattıklarımızı da an; çünkü o, sözünde doğru bir kimseydi, tarafımızdan gönderilmiş bir peygamberdi.» (Meryem: 54)
Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem, bu ahlâki vasıfta yüce Örnekler sunmuştur.
Abdullah bin Ebî Hamsa şöyle demiştir: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem ile, nebi olmadan Önce, ahş-veriş yaptım. Bir miktar bakiyye kaldı. Onu, bir yerde vermeyi va'dettim. Daha sonra, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem, şöyle buyurdu: «Ey genç, bana eziyet ettin. Ben burada, üç günden beri seni bekliyorum.»
Rasûl aleyhisselâm, hicretten sonra, Yahudilerle, müşriklere yardım etmemeleri şartıyla dinlerinde kalmaları ve mallarının em-- niyette olması üzerine anlaşma yaptı. Yahudiler, anlaşmayı bozdular. Sonra, mazeret gösterdiler. Sonra, tekrar anlaşmaya döndüler. Sonra bir defa daha anlaşmayı bozdular. Bunun üzerine Allah Teâlâ, şu âyeti indirdi:
«Allah katında yeryüzünde yaşayanların en kötüsü, inkâr edenlerdir. Onlar artık İnanmazlar. Ey Muhammed, anlaşma yaptığın
kimseler, sonucundan sakınmayarak her defasında anlaşmayı bozarlar.» (Enfâl: 55 - 56)
Sa'lebe, şayet Allah bol rızık verirse ve onu zengin yaparsa, her hak sahibine hakkını vereceğine dair Rabbine yemin etti. Allah onun rızkını genişletip mal ve serveti bollaşınca, sözünden döndü ve Allah'ın kullarına karşı cimrileşti. Bunun üzerine Allah, onun hakkında şu âyeti indirdi:
«Aralarında; «Allah bize bol nimetinden verecek olursa, and-olsun ki, sadaka vereceğiz ve iyilerden olacağız.» diye, O'na and verenler vardır. Allah onlara bol nimetinden verince, cimrilik ettiler, yüz çevirdiler. Zaten dönektirler. Allah'a verdikleri sözden caydıkları ve yalancı oldukları için, O'nunla karşılaşacakları güne kadar, Allah kalblerine nifak soktu.» (Tevbe : 75 - 77)
Abdullah bin Ömer, ölüm döşeğinde iken, şöyle demiştir: «Ku-reyş'ten biri, kızımı benden istedi. Benden, söze benzer bir şey aldı. Vallahi, Allah'a nifağm üçte biriyle ulaşmayacağım, Şahid olun ki, kızımı onunla evlendirdim.»
Abdullah (r.a.), bununla, Nebî aleyhisselâm'm şu sözüne işaret
ediyor: «Şu üç şey kendisinde bulunan kimse, oruç tutsa, namaz
kilsa ve kendini müslüman sansa da münafıktır. Konuştuğu zaman
yalan söyler, söz verince tunna;:. Emanet aldığında ihanet eder.»
(Hadîsi, Buhari kaydetmiştir.)
Sözlerini yerine getirmeyenlerin çok kötü bir iş yaptıklarına dair Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
«Ahidleştığiniz zaman Allah'ın ahdini yerine getirin. Allah'ı kendinize kefil kılarak sağlama bağladığınız yeminleri bozmayın. Allah yaptıklarınızı bilir. Bir ümmetin diğerinden daha çok olmasından Ötürü, aranızdaki yeminleri bozarak, ipliğini iyice eğirip katladıktan sonra bozan kadın gibi olmayın. Allah onunla, sizi dener. And-olsun ki, ayrılığa düştüğünüz şeyleri, kıyamet günü size açıklar.» (Nahl: 91-92)

23.12.2. Anlaşma Şartlan

Önemsenmesi ve uyulması gerekli olan anlaşmaların bazı şartlan vardır. Bunlar, aşağıda sıralanmıştır:
1. ittifak olunmuş şer'î bir hükme aykırı olamaz. Rasûl aleyhisselâm, şoyie buyuruyor: «Allah'ın Kitabı'nda bulunmayan her şart, yüz ^art bile olsun, bâtıldır.»
2. Rıza ve ihtiyar ile olmalıdır. Eğer irade engellenip zorla yapılmışsa, hürriyetin kısıtlandığı anlaşmaya riayet etmek gereK-
mez.
3. Açık bir şekilde olmalıdır. Anlaşmada, tatbiki sırasında değişik yorumlamalara müsaid olacak şekilde kapalılık bulunmamalıdır.

23.123. Anlaşmanın Bozulması

Şu durumlar dışında, anlaşma bozulmaz:
1. Bir vakitle veya muayyen bir durumla sınırlandırıldığında, bu müddet ve durum bittiği zaman, anlaşma da sona erer.
Ebû Dâvûd ve Tirmizî'nin, Ömer bin Abese'den rivayetine göre, şöyle demiştir: Allah Rasûlü'nü işittim, şöyle buyuruyordu: «Bir toplulukla anlaşma yapan, anlaşma müddeti bitene veya anlaşmayı kabul etmediğini ilân edip, eşit duruma gelene değin, ne bir mad-deyi İhlâl etsin, ne de bir madde ilâve etsin.»
Yüce Allah, Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle buyuruyor: «Yalnız anlaşma hükümlerinde sîze karşı bir eksiklik yapmayan ve aleyhinizde kimseye yardım etmeyen müşriklerle yaptığınız anlaşmaya, sonuna kadar riayet edin. Allah, sakınanları sever. (Tev-be: 4)
2. Düşmanlar anlaşmayı ihlâl ettiğinde:
«Sîze doğru davrandıkça, siz de onlara doğru davranın. Allah, sakınanları sever.» (Tevbe: 7)
«Eğer anlaşmalarından sonra yeminlerini bozarlar, dininize dil uzatırlarsa, inkârda önde gidenlerle savaşın, —çünkü onların yeminleri sayılmaz— belki vazgeçerler. Yeminlerini bozan, Râsûl'ü sürgüne göndermeye azmeden bir toplumla savaşmanız gerekmez mi ki, önce onlar başlamışlardır? Onlardan korkar mısınız? Eğer inanıyorsanız bilin ki, asıl korkmanız gereken Allah'tır.» (Tevbe: 12-33)
3. Anlaşmayı bozma ve hıyanetin alamet ve delilleri ortaya çıktığı zaman:
«Eğer bir topluluğun anlaşmaya ihanet etmesinden korkarsan, sen de onlara karşı anlaşmayı bozarak aynı şekilde davran. Doğrusu Allah, hainleri sevmez.» (Enfal: 58)

23.12.4. Sözden Dönülmesinden Sakınarak Anlaşmanın Bozulduğunu İlan

Hakim, müslümanlarla anlaşmalı olan kimselerin hıyanet edeceklerini bilirse, gafil avlanmamaları İçin ahdin bozulduğunu ilân
edip yakın ve uzağa bu haber ulaşmadıkça onlarla savaşmak helâl olmaz.
Allah Sübhânehû, şöyle buyuruyor :
«Eğer bir topluluğun anlaşmaya ihanet etmesinden korkarsan, sen le onlara karşı anlaşmayı bozarak aynı şekilde davran. Doğrusu Allan, hainleri sevmez.» (Enfal: 58)
îslâm'm prensibi şudur:
«îhanete karşı vefa göstermek, ihanete ihanetle karşılık vermekten daha hayırlıdır.»
Muhammed bin Hasen, «Siyerü'l-Kebir»inde şöyle diyor:
«Mü'minlerin emiri, gerçekleşmiş bir sebebden ötürü ahdin bozulduğunu ilân için birini gönderse bile, müslümanlann yeterli bir süre geçmeden onlara saldırmaları ve memleketlerine girmeleri yakışmaz. Çünkü, melik onlara anlaşmanın bozulduğu haberini onları gafil avlamaman için göndermiştir. Buna rağmen müslümanlar bu haberin onların memleketlerinin her yanma ulaşmadığını yakinen bilirse, onların bundan haberi olmadıkça kendilerine baskın yapmamaları müstehabdır. Çünkü bu hileye benzer.
a Müslümanların hud'adan sakınmaları gerektiği gibi, hud'a benzeri durumlardan da kaçınmaları gerekir.»
Abdülmelik bin Mervân zamanında, Kıbrıslılar büyük bir olay çıkardılar ve anlaşmayı ibtal edip sulhu bozmak istediler. Abdülmelik, zamanının fakihleri ile istişare etti. Leys bin Sa'd ve Mâlik bin Enes de bunlardandı. Leys bin Sa'd, ona şu mektubu yazdı:
«Kıbrıslılar, îslâmlara kin duymak ve düşmanlarla (rumlar) iyi geçinmekle itham ediliyorlar.
«Alîah Teâîâ şöyle buyurmuştur:
«Eğer bir topluluğun anlaşmaya ihanet ettiğinden korkarsan, sen de onlara karşı anlaşmayı bozarak aynı şekilde davran.»
«Ben, onlara karşı anlaşmayı bozman ve bir sene mühlet vermen görüşündeyim.»
Malik bin Enes ise şöyle fetva verdi: «Kıbrıslıların emân ve anlaşmaları açıktır ve eskidir. Meliklerinden birinin sulhu bozduğunu bulamıyorum. Onlan yurdlarından çıkaramam. Ben, onların aleyhine bir delilin olması için, öncekilere, onların harb ilân etmesi gerektiği görüşündeyim. Çünkü Allah Sübhânehû şöyle buyuruyor:
«Onlarla aranızdaki anlaşmaların müddetini doldurun.» (Tevbe: 4)
«Eğer bundan sonra da doğru davranmayıp kinlerini bırakmazlarsa ve onların ahdi bozduklarının sabit olduğunu görürsen, anlaşmanın bozulduğunu ve sebebini ilân ettikten sonra saldır ve Allah'tan yardım dile.»

23.123. Allah Rasûlü'nün Anlaşmalarından İkisi

1. Nebî aleyhisselâm, Arap kabilelerinden Benî Damre ile anlaşma yaptı. Anlaşma, şudur:
«Bu, Allah Rasûlü Muhammed'in Benî Damre'ye malları ve canlarının emniyette olduğuna dair mektubudur (yazısıdır). Onlarla savaşanlara karşı yardım olunacaktır. Ancak Allah'ın dînine savaş açmaları müstesna. Bu anlaşma, denizler, bir yün parçasını ıslattığı sürece yürürlüktedir. Nebî, onları yardıma çağırdığında icabet ederler. Bu, Allah ve Rasûlü'nün onlara zimmeti ve onlardan iyi ve muttaki kimselere yardımdır.»
2. Nebî aleyhisselâm, Medine'ye geldiği ilk sıralarda, Yahudilerle iyi komşuluk üzerine şu anlaşmayı yaptı:
Bismillahirrahmanirrahîm

1. Bu kitap (yazı), Peygamber Muhammed tarafından Kureyşli ve Yesribli mü'minler ve müslümanlar ve bunlara tabi olanlarla yine onlara sonradan iltihak etmiş olanlar ve onlarla beraber cihad edenler için (olmak üzere tanzim edilmiştir).
2. İşte bunlar, diğer insanlardan ayn bir ümmet (câmi'a) teşkil ederler.
3. Kureyş'den olan Muhacirler, kendi aralannda âdet olduğu veçhile kan diyetlerini ödemeye iştirak ederler ve onlar harp esirlerinin fidyei necatım mü'minler arasındaki iyi ve mâkul bilinen esaslara ve adalet umdelerine göre ödemeye iştirak edeceklerdir.
4. Benû 'Avf'lar kendi aralarında âdet olduğu veçhile, evvelki şekiller altında kan diyetlerini ödemeye iştirak edeceklerdir ve (müs-lümanlarm teşkil ettiği) her zümre (taife), harp esirlerinin fidyei necatını mü'minler arasındaki iyi ve mâkul bilinen esaslara ve adalet umdelerine göre tediyeye iştirak edeceklerdir.
5. Benû Hâris'ler, kendi aralarında âdet olduğu veçhile, şekiller altında kan diyetlerini ödemeye ve her bir zümre, harp esirlerinin fidyei necatını, mü'minler arasmda iyi ve mâkul bilinen esaslara ve adalet umdelerine göre tediyeye iştirak edeceklerdir.
6. Benû Sâide'ler, kendi aralarında âdet olduğu veçhile, evvelki şekiller altında kan diyetlerini ödemeye ve her zümre, harp esirlerinin fidyei necatını, mü'minler arasındaki iyi ve mâkul bilinen esaslara ve adalet umdelerine göre tediyeye iştirak edeceklerdir.
7. Benû Cuşem'ler, kendi aralarında âdet olduğu veçhile, evvelki şekiller altında kan diyetlerini Ödemeye ve her zümre, harp
esirlerinin fidyei necatını, mü'minler arasındaki iyi ve mâkul bilinen esaslara ve adalet umdelerine göre tediyeye iştirak edeceklerdir.
8. Benû'n-Neccâr'lar, kendi aralannda âdet olduğu veçhile, evvelki şekiller altında kan diyetlerini Ödemeye ve her bir zümre, harp esirlerinin fidyei necatını, mü'minler arasındaki iyi ve mâkul bilinen esaslara ve adalet umdelerine göre tediyeye iştirak edeceklerdir.
9. Benû 'Anır İbn 'Avf'lar, kendi aralannda âdet olduğu veçhile, evvelki şekiller altında kan diyetlerini Ödemeye ve her bir zümre, harp esirlerinin fidyei necatım, mü'minler arasındaki iyi ve mâkul bilinen esaslara ve adalet umdelerine göre tediyeye iştirak edeceklerdir.
10. Benû'n-Nebît'ler, kendi aralarında âdet olduğu veçhile, evvelki şekiller altında kan diyetlerini ödemeye ve her bir zümre, harp esirlerinin fidyei necatını, mü'minler arasındaki iyi ve mâkul bilinen esaslara ve adalet umdelerine göre tediyeye iştirak edeceklerdir.
11. Benû'l-Evs'ler, kendi aralarında âdet olduğu veçhile, evvelki şekiller altında kan diyetlerini ödemeye ve her bir zümre, harp esirlerinin fidyei necatını, mü'minler arasındaki iyi ve mâkul bilinen esaslara ve adalet umdelerine göre tediyeye iştirak edeceklerdir.
12. Mü'minler kendi aralarında ağır malî mes'uliyetler altında bulunan hiç kimseyi (bu halde) bırakmayacaklar, fidyei necat veya kan diyeti gibi borçlarını iyi ve mâkul bilinen esaslara göre vereceklerdir.
12/B. Hiçbir mü'min diğer bir mü'minin mevlâsma (kendisi ile akdi kardeşlik rabıtası kurulmuş kimse) mümanaat edemez (Diğer bir okunuşa göre: Hiçbir mü'min diğer bir mü'minin mevlâsı ile, onun aleyhine olmak üzere bir anlaşma yapamayacaktır).
13. Takva sahibi mü'minler, kendi aralannda mütecavize ve haksız bir fiil îkamı tasarlayan yahut bir cürüm yahut bir hakka tecavüz veyahut da mü'minler arasında bir karışıklık çıkarma kas-dmı taşıyan kimseye karşı olacaklar ve bu kimse onlardan birinin evlâdı bile olsa, hepsinin elleri onun aleyhine kalkacaktır.
14. Hiçbir mü'min bir kâfir için, bir mü'mini öldüremez ve bir mü'min aleyhine hiçbir kâfire yardım edemez.
15. Allah'ın zimmeti (himaye ve teminatı) bir tekdir; (müminlerin en ehemmiyetsizlerinden birinin (tanıdığı himaye) onların hepsi için hüküm ifade eder. Zira mü'minler, diğer insanlardan ayrı olarak birbirlerinin mevîâsı (kardeşi) durumundadırlar.
16. Yahudilerden bize tâbi olanlar, zulme uğramaksızın ve onlara muarız olanlarla yardımIaşılmaksizm, yardım ve müzaheretimize hak kazanacaklardır.
17. Sulh, mü'minler arasında bir tekdir. Hiçbir mü'min Allah yolunda girişilen bir harpde, diğer mü'minleri hâriç tutarak, bir sulh anlaşması akdedemez; bu sulh, ancak onlar (mü'minler) arasmda umumiyyet ve adalet esasları üzere yapılacaktır.
18. Bizimle beraber harbe iştirak eden bütün (askerî) birlikler, birbirleriyle münâvebe edeceklerdir.
19. Mü'minler, birbirlerinin Allah yolunda (uğrunda) akan kanlarının intikamını alacaklardır.
20. Takva sahibi mü'minler, en iyi ve en doğru yol üzerinde bulunurlar.
20/B. Hiçbir müşrik, bir Kureyşli'nin mal ve canını himâyesi altına alamaz ve hiçbir mü'mine bu hususta engel olamaz (yani Ku-reyşli'ye hücum etmesine mani olamaz).
21. Herhangi bir kimsenin, bir mü'minin ölümüne sebeb olduğu katî delillerle sabit olur da maktulün velîsi (hakkım müdafaa eden) rızâ göstermezse, kısas hükümlerine tabî olur; bu halde bütün mü'minler ona karşı olurlar. Ancak bunlara, sadece (bu kaidenin) tatbiki için hareket etmek helâl (doğru) olur.
22. Bu sahife(yazı)nin muhteviyatını kabul eden, Allah'a ve Âhiret Günü'ne inanan bir mü'minin bir kaatile yardım etmesi ve ona sığınacak bir yer temin etmesi helâl (doğru) değildir; ona yardım eden veya sığınacak bir yer gösteren Kıyamet Günü Allah'ın lanet ve gazabma uğrayacaktır ki o zaman artık kendisinden ne bir para tediyesi ve ne de bir taviz alınacaktır.
23. Üzerinde ihtilâfa düştüğünüz herhangi bir şey, Allah'a ve Muhammed'e götürülecektir.
24. Yahudiler, mü'minler gibi, muharebe devam ettiği müddetçe (kendi harp) masraflarım karşılamak mecburiyetindedirler.
25. Benû 'Avf Yahudileri, mü'minferle birlikte (îbn Hişâm'-da bu, «ma'a» (= ile) olarak, Ebû Ubeyd'de ise «min» (= den) olarak zikredilir) bir ümmet (: câmi'a) teşkil ederler. Yahudilerin dinleri kendilerine, mü'minlerin dinleri kendilerinedr. Buna gerek mev-lâlan ve gerekse bizzat kendileri dahildirler.
25/B. Yalnız kim ki haksız bir fiil irtikâb eder veya bir cürüm ika eder, o sadece kendine ve aile efradına zarar (vermiş) olacaktır.
26. Benû'n-Neccâr Yahudileri de Benû 'Avf Yahudileri gibi aynı (haklara) sahib olacaklardır.
27. Benû'I-Hâris Yahudileri de Benû 'Avf Yahudileri gibi aynı (haklara) sahib olacaklardır.
28. Benû Sâ'ide Yahudileri de Benû 'Avf Yahudileri gibi aynı (haklara) sahib olacaklardır.
29. Benû Cuşem Yahudileri de Benû 'Avf Yahudileri gibi aynı (haklara) sahib olacaklardır.
30. Benû'1-Evs Yahudileri de Benû 'Avf Yahudileri gibi aynı (haklara) sahib olacaklardır.
31. Benü Salebe Yahudileri de Benû 'Avf Yahudileri gibi aynı (haklara) sahib olacaklardır. Yalnız kim ki haksız bir fiil irtikâb eder veya bir cürüm ika eder, o sadece kendini ve aile efradını za-rardîde etmiş olacaktır.
32. Cefne (ailesi) Sa'lebe'nin bir kolu (batn)dur; bu bakımdan Sa'lebe'ler gibi mülâhaza olunacaklardır.
33. Benû'ş-Şuteybe de Benû 'Avf Yahudileri gibi aynı (haklara) sahib olacaklardır. (Kaidelere) muhakkak riayet edilecek, bunlara aykırı hareket olmayacaktır.
34. Sa'lebe'nin mevlâlan, bizzat Sa'Iebeler gibi mülâhaza olunacaklardır.
35. Yahudilere sığınmış olan kimseler (Bitâne), bizzat Yahudiler gibi mülâhaza olunacaklardır.
36. Bunlar(Yahudiler)dan hiçbir kimse (müslümanlarla birlikte bir askeri sefere), Muhammed'in müsaadesi olmadan çıkamayacaktır,
36/B. Bir yaralamanın intikamını almak yasak edilemeyecektir. Muhakkak ki bir kimse bir adam öldürecek olursa neticede kendini ve aile efradını mes'ûliyet altına sokar; aksi halde haksızlık olacaktır (yani bu kaideye riâyet etmeyen bir kimse haksız vaziyette olacaktır). Allah bu yazıya en iyi riâyet edenlerle beraberdir.
37. (Bir harp vukuunda) Yahudilerin masraflan kendi üzerine ve müslümanların masrafları kendi üzerinedir. Muhakkak ki bu sahifede(yazıda) gösterilen kimselere harp açanlara karşı, onlar kendi aralarında yardımlaşacaklardı^ Onlar arasında hayırhahtık ve iyi davranış bulunacaktır, (Kaidelere) muhakkak riayet edilecek, bunlara aykırı hareketler olmayacaktır.
37/B. Hiçbir kimse müttefikine karşı bir cürüm îka edemez; muhakkak ki zulmedilene yardım edilecektir.
38. Yahudiler müslümanlarla birlikte, beraberce harp ettikleri müddetçe masrafda bulunacaklardır.
39. Bu sahîf enin (yazının) gösterdiği kimse lehine Yesrib vadisi dahili(cevf), harâm(mukaddes) bir yerdir.
40. Himaye altındaki kimse(cârr), bizzat himaye eden kimse gibidir; ne zulmedilir ve ne de (kendisi) cürüm ika edecektir.
41. Himaye verme hakkına sahip kimselerin izni müstesna, bir himaye hakkı verilemez.
42: Bu sahifede(yazıda) gösterilen kimseler arasında zuhurundan korkulan bütün öldürme yahut münazaa vak'alannın Allah'a ve Rasûlüllah Muhammed'e götürülmeleri gerekir. Allah bu sahife-ye(yazıya) en kuvvetli ve en iyi riâyet edenlerle beraberdir.

43. Ne Kureyşliler ve ne de onlara yardım edecek olanlar, himaye altına alınmayacaklardır.

44. Onlar (= Müslümanlar ve Yahudiler) arasında, Yesrib'e hücum edecek kimselere karşı yardımlaşma yapılacaktır.

45. Şayet onlar (Yahudiler), (Müslümanlar tarafından) bir sulh akdetmeye veya bir sulh akdine iştirake davet olunurlarsa, bunu doğrudan doğruya akdedecekler veya ona iştirak edeceklerdir. Şayet onlar (Yahudiler), (Müslümanlara) aynı şeyleri teklif edecek olurlarsa, mü'minlere karşı aynı haklara sahip olacaklardır; din mevzuunda girişilen harp vak'alan müstesnadır.

45/B. Her bir zümre, kendilerine ait mıntıkadan (gerek müdafaa ve gerekse şâir ihtiyaçlar hususunda) mes'ûldür.

46. Bu sahîfede(yazıda) gösterilen kimseler için ihdas edilen şartlar, aynı şekilde Evs Yahudilerine, yani onların mevlâlanna ve bizzat kendi şahıslarına, bu sahîfede(yazida) gösterilen kimseler tarafından sıkı ve tam bir muhafazakârlık ile tatbik olunur. (Kaidelere) muhakkak riâyet edilecek, bunlara aykırı hareket olmayacaktır. Ve haksız şekilde kazanç temin edenler, sadece kendi nefsine zarar vermiş olurlar. Allah bu sahîfede(yazıda) gösterilen maddelere en doğru ve en mükemmel riâyet edenlerle beraberdir.
47. Bu kitapfyazı), bir haksız fiil îka eden veya cürüm işleyen (ile ceza) arasına engel olarak giremez. Kim ki bir harbe çıkar, emniyette olur veya kim ki Medine'de kalırsa yine emniyet içindedir; haksız bir fiil ve cürüm îkaı halleri müstesnadır. Allah ve Rasûlüllah Muhammed himayelerini, (bu sahîfeyi) tam bir sadakat ve dikkat içinde muhafaza eden kimseler üzerinde tutacaklardır.