FIKHÎ ANA KAİDELER.. 4

1. BÎR İŞTEN MAKSAT NE İSE HÜKÜM ONA GÖREDİR : 4

2. AKİDLER  İTİBAR  MAKSAD  VE   MANAYADIR;   ELFAZ   VE MEBÂNİYE DEĞİLDİR : 4

3. YAKÎN   (KESİNLİK İFADE  EDEN  ŞEY)   ŞÜPHE  İLE  ZAİL OLMAZ : 4

4. BİR ŞEYİN BULUNDUĞU HAL ÜZERE KALMASI ASILDIR : 4

5. KADÎM KADEMİ ÜZERE TERK OLUNUR : 4

6. ZARAR   KADÎM OLMAZ : 5

7. BERAAT-İ ZİMMET ASILDIR : 5

8. ARIZÎ SIFATLARDA ASLOLAN ADEMDİR.. 5

9. BİR ZAMANDA SABİT OLAN ŞEYİN HİLÂFINA DELİL OLMADIKÇA BAKASÎYLE HÜKMOLUNUK.. 5

10. YENİ MEYDANA GELEN BİR OLAYIN HÂLE (ŞİMDİKİ ZAMANA) EN YAKIN VAKTE İZAFESİ ASILDIR : 6

11. KELÂMDA ASLOLAN MÂNAY-İ HAKİKİDİR : 6

12. SARAHAT KARŞISINDA DELÂLETE İTİBAR YOKTUR : 6

13. MEVRİD-İ NASDA İÇTİHADA MESAĞ YOKTUR : 6

14. KIYASA AYKIRI OLARAK SABİT OLAN ŞEY BAŞKA ŞEYE MAKÎSÜN ALEYH OLAMAZ : 6

15. İCTİHÂDLA İCTİHA0 NAKZ OLUNMAZ : 7

16. MEŞAKKAT KOLAYLIĞI CELBEDER : 7

17. BİR, İŞ DARALINCA GENİŞLEMEYE YÜZ TUTAR : 7

18. ZARAR VE MUKABELE-İ BİZZARAR YOKTUR : 7

19. ZARAR İZÂLE OLUNUR : 8

20. ZARURETLER MAHZURLU ŞEYLERİ MUBAH KILAR.. 8

21. ZARURETLER KENDİ MİKTARINCA TAKDİR OLUNUR : 8

22. BİR ÖZÜR İÇİN CAİZ OLAN ŞEY, O ÖZRÜN ZEVÂLİYLE BÂTIL OLUR,  (HÜKÜMSÜZ KALIR). 8

23. MÂNİ ZAİL OLDUKTA MEBNÛ' AVDET EDER : 8

24. BİR ZARAR KENDİ MİSLİYLE İZÂLE OLUNMAZ : 9

25. ZARAR-I   ÂMMI   DEFİ'   İÇİN   ZARAR-I   HASS   İHTİYAR OLUNUR : 9

26. ZARAR-I EŞED, ZARARI AHAF İLE İZÂLE OLUNUR : 9

27. İKİ FESÂD   TAARÜZ ETTİKDE  AHAFFİNİ İRTİKÂB  İLE AZABININ ÇARESİNE BAKILIR ! 9

28. İKİ SERDEN EHVEN OLANÎ İHTİYAR OLUNUR : 9

29. DEFİ MEFÂSİD, CELBİ MENFAATTEN EVLÂDIR.. 10

30. ZARAR İMKÂN NİSBETÎNDE GİDERİLİR : 10

31. HACET UMUMÎ OLSUN, HUSUSÎ OLSUN ZARURET MENZİLESİNE TENZÎL OLUNUR.. 10

32. İZTİRAR GAYRİN HAKKINI ÎBTAL ETMEZ : 10

33. ALINMASI YASAK   (HARAM)  OLAN ŞEYİN VERİLMESİ DE YASAKTIR : 10

34. İŞLENMESİ  YASAK  OLAN   ŞEYİN  İSTENMEDİ  DE YASAKTIR . 10

35. ÂDET MUHAKKEMDİR : 11

36. NÂSIN  İSTİ'MALİ   BİR HÜCCETTİR  Kİ, ONUNLA AMEL VÂCİB OLUR : 11

37. ÂDETEN MÜMTENİ OLAN ŞEY, HAKÎKATEN MÜMTENİ GİBİDİR.. 11

38. ZAMANIN DEĞİŞMESİYLE AHKAMIN DEĞİŞMESİ İNKÂR OLUNMAZ : 11

39. ÂDETİN DELALETİYLE HAKİKİ MÂNA TERK OLUNUR... 11

40. ÂDET   ANCAK  MUTTARİD  YAHUT  GAAIİP  OLDUKTA MUTEBER OLUR. 12

41. İTİBAR GALİB-İ ŞAYİADIR; NÂDİRE DEĞİLDİR. 12

42. ÖRFEN MÂRUF OLAN ŞEY ŞART KILINMIŞ GİBİDİR. 12

43. TİCARET ERBABI ARASINDA MÂRUF OLAN ŞEY, ONLAR ARASINDA ŞART KILINMIŞ GİBİDİR. 12

44. ÖRF ÎLE TAYİN, NASS İLE TAYİN GİBİDİRİ: 12

45. MÂNİ' VE MUKTAZİ TAARRUZ ETTİKTEN MÂNİ' TAKDİM OLUNUR. 12

46. VÜCUDDE BİR ŞEYE TÂBİ OLAN HÜKÜMDE DAHİ1 ONA TABİ OLUR. 13

47. TABİ' OLAN ŞEYE AYRICA HÜKÜM VERİLMEZ. 13

48. BÎR ŞEYE MÂLİK OLAN KİMSE ONUN  ZARURİYATIN^ DAN O1AN ŞEYE DE MÂLÎK OLUR. 13

49. ASIL SAKIT OLDUKTA FERİ DAHÎ SAKIT OLUR. 13

50. SAKIT OLAN ŞEY DÖNMEZ, YANİ GİDEN GERİ GELMEZ. 13

51. BİR   ŞEY   BÂTIL   OLDUKTA (HÜKÜMSÜZ  KALDIKTA) ONUN ZIMMINDAKİ ŞEY DE BÂTIL OLUR. 13

52. ASLIN İFÂSI  (YERİNE GETİRİLMESİ)  KABUL OLMADIĞI HALDE BEDELİ İFA OLUNUR : 14

53. BİZZAT TECVİZ    OLUNMAYAN ŞEY BÎTTEBA'     TECVİZ OLUNABİLİR : 14

54. İBTİDÂEN TECVÎZ OLUNMAYAN ŞEY BAKAAN TECVİZ OLUNABİLİR : 14

55. TEBERRU'   ANCAK KABZ   (TESLİM ALMAKLA)   TAMAM OLUR : 14

56. LİDERİN HALK ÜZERİNDEKİ TASARRUFU MASLAHATA BAĞLI VE ONA DAYANIR : 14

57. VELÂYET-İ HASSE, VELÂYET-İ AMMEDEN  AKVADIR : 14

58. SÖZÜN İ'MÂLİ İHMALİNDEN EVLÂDIR : 15

59. HAKÎKΠ MÂN MÜMKÜN  OLMADIĞINDA MECÂZE  GİDİLİR : 15

60. BİR KELÂMIN İ'MÂLİ MÜMKÜN  DEĞİLSE İHMÂL OLUNUR : 15

61. MÜTECEZZİ OLMAYAN BÎR ŞEYİN BİR KISMINI ZİKRETMEK TÜMÜNÜ ZİKRETMEK GİBİDİR : 15

62. MUTLAK İTLÂKI ÜZERE CÂRİ OLUK; MEĞER KÎ NASSAN VEYA DELÂLETTEN TAKYİDİ DELİL BULUNA : 15

63. HAZIRDAKİ VASIF LAĞV, GÂİBDEKİ VASIF MUTEBERDİR. 15

64. SUAL, CEVAPTA İADE OLUNMUŞ SAYILIR : 16

65. SÂKÎTE BİR SÖZ İSNAD EDİLEMEZ. 16

66. BÎR ŞEYİN UMUR-Î BÂTİNEDE DELİLİ, O ŞEYİN YERİNE GEÇER : 16

67. YAZI İLE BEYÂN, SÖZLE BEYÂN GİBİDİR : (MÜKÂTEBE MUHATEBE GİBİDİR.) 16

68. DİLSİZİN BtlİNEN İŞARETİ, DİL İLE BEYÂN GİBİDİR : 16

69. TERCÜMANIN SÖZÜ HER HUSUSTA KABUL OLUNUR) 17

70. HATÂSI ZAHİR OLAN ZANNE İTİBAR YOKTUR : 17

71. DELİLDEN  MEYDANA  GELEN   İHTİMAL  KARSISINDA HÜCCET KALMAZ : 17

72. TEVEHHÜME İTİBAR YOKTUR : 17

73. BURHAN İLE SABİT OLAN ŞEY AYNEN SABİT GİBİDİR : 17

74. BEYYİNE MÜDDEİ İÇİN YEMİN İNKÂR EDEN ÜZERİNEDİR : 17

75. BEYYİNE HUCCET-İ MÜTEADDİYE; İKRAR İSE HÜCCET-İ KASIRADIR : 18

76. KİŞİ ÎKRARİYLE İLZAM OLUNUR : 18

77. TANAKUZ İLE HÜCCET KALMAZ : 18

78. ASIL SABİT OLMADIĞI  HALDE  FER'ÎN  SABİT  OLDUĞU VARDIR : 18

79. ŞARTIN SÜBUTU HALİNDE ONA BAĞLI OLAN ŞEYİN DE SÜBÜTU LÂZIM GELİR : 18

80. İMKAN NİSBETİNDE ŞARTA RİÂYET OLUNUR : 19

81. VA'DLER, SURET-İ TALİKİ İKTİSAB İLE LÂZIM OLUR : 19

82. BÎR ŞEYİN NEFÎ, ZAMANI MUKABELESİNDEDİR : 19

83. ÜCRET İLE ZAMAN) CEM' OLMAZ : 19

84. MAZARRAT MENFAAT KARŞILIĞINDADIR : 19

85. KÜLFET NİMETE, NİMET DE KÜLFETE GÖREDİR : 19

86. BİR FİİLİN HÜKMÜ FAİLİNE MUZAF KILINIR; VE MÜCBİR OLMADIKÇA ÂMİRİNE MUZAF KILINMAZ : 20

87. BİZZAT FİİLİ İŞLEYEN FAİL İLE FİİLE SEBEB OLAN (MÜTESEBBİP) BİRLEŞTİĞİNDE, HÜKÜM O FAİLE İZAFE EDİLİR. 20

88. ŞER'Î CEVAZ TAZMİNE AYKIRIDIR : 20

89. BİR FİİLİ BİZZAT İŞLİYEN,   BUNU   KASDEN   YAPMASA BİLE YİNE DE TAZMİN GEREKİR.. 20

90. MÜTESEBBİP   (BİR FÎÎLE SEBEB OLAN KİMSE)   KASDEN O FİİLİ İŞLEMEDİKÇE KENDİSİNE TAZMİN GEREKMEZ : 20

91. HAYVANIN KENDİLİĞİNDEN OLARAK    YAPTIĞI CİNAYET VE ZARARI HEDERDİR : 20

92. BAŞKASININ MÜLKÜNDE TASARRUFLA EMRETMEK BÂTILDIR : 20

93. MEŞRU BÎR SEBEP   OLMAKSIZIN   BAŞKASININ   MALINI ALMAK CAİZ DEĞİLDİR : 20

94. BİR ŞEYDE TEMELLÜK SEBEBİNİN DEĞİŞMESİ, O ŞEYİN DEĞİŞMESİ YERİNE GEÇER : 20

95. KİMKİ BİR ŞEYİ VAKTİNDEN EVVEL İSTİCAL EYLER İSE MAHRUMİYETLE MUÂTAB OLUR : 21

96. HER KİMKİ KENDİ TARAFINDAN   TAMAM   OLAN   ŞEYİ NAKZA   SA'YEDERSE  SA'Yİ MERDUTTUR : 21

97. HAK MUHTEREMDİR VE KORUNMASI VÂCÎBDİR : 21

98. MUBAH İLE HERKES ÎNTİFÂ EDEBİLİR : 21

99. HERKES KENDİ MÜLKÜNDE  İSTEDİĞİ   GİBİ  TASARRUF EDER : 21

100. ZAHİR   OLAN   SÖZLERİN  TE'VİL  VE   TEFSİRE   İHTİYAÇ YOKTUR : 21

101. VEFATLA ZİMMET ZAİL OLUR : 21


FIKHÎ ANA KAİDELER

 

1. BÎR İŞTEN MAKSAT NE İSE HÜKÜM ONA GÖREDİR :

 

Açıklama :

— Bir iş üzerine terettüp edecek hüküm, o işten maksat ne ise ona göre olur. Meselâ :

a) Bir şey hem helâllik, hem haramlık vasfını taşıyorsa bunlar­dan hangisi kasdedilerek işlenmişse ona göre hüküm alır. Yerde bu­lunan bir eşyayı, sahibini bulup vermek için almak helâldir. Kendi­ne maletmek için almak haramdır.

b) Kurulan çadıra bir av hayvanı takılıp kalırsa, bakılır : Eğer çadır bu maksatla kurulmuşsa, takılan hayvan çadır sahibinin' olur; bu maksatla değilse ona sahip olamaz. Asıl o hayvanı avlamak iste­yip onu izleyen kimse sahip olur. [1]

 

2. AKİDLER  İTİBAR  MAKSAD  VE   MANAYADIR;   ELFAZ   VE MEBÂNİYE DEĞİLDİR :

 

Yapılan bir akidde kasdedilen mana başka, lâfız da başka olur­sa, itibar manayadır. Meselâ :

a) Beş gram altın 4,5 gram altınla değiştirme muamelesi «Beyi = ahm-satım» ismi altında cereyan etse bile bu, mana yönünden faiz muamelesine girer ve caiz değildir.

b) Vefaen beyi'de «rehin» Hükmü câri olur. Çünkü bir malı ka­rarlaştırılan şartlara göre semen ve mebi' (malın değeri olan para ve satışı yapılan mal) tekrar iade edilmek üzere satışını yapmaya, her ne kadar lâfız yönünden «bey'i bi'1-vefâ» deniliyorsa da, mana yö­nünden «rehin» muamelesine girdiği için bunda rehin hükmü câri­dir. Bir nev'i ipotek olup borcu te'minata bağlamaktır. [2]

 

3. YAKÎN   (KESİNLİK İFADE  EDEN  ŞEY)   ŞÜPHE  İLE  ZAİL OLMAZ :

 

Meselâ :

— (A)'nın (B) üzerinde 1000 lira alacağı var. (B) bu borcu (A)'-ya ödediğine dair hüccet ve delil gösteriyor. (A) da hâlâ 1000 lira (B)'de alacağı olduğuna hüccet ve delil gösteriyor. Bu durumda (A)'-nın delili, bu alacağının diğer 1000 lira alacağını (B) ödedikten son­ra yenilendiğini beyyine ile isbat etmedikçe kabul olunmaz. Çünkü beyyine hüccet-i kaviye demektir ki, şehadet ikrar ve yeminden nü-kûle şâmildir. (B)'nin bu borcu ödediğini delile dayanarak söylemesi yakın (kesin bilgi) ifade eder. (A.) 'nm iddiası ise, her ne kadar deli­le dayansa da şüphe ifade eder. [3]

 

4. BİR ŞEYİN BULUNDUĞU HAL ÜZERE KALMASI ASILDIR :

 

Bir şey bulunduğu, tesbit edildiği zamanda ne hal üzere ise, ak­sine bir delil sabit olmadıkça o hal üzere kalması, değişikliğe uğra­maması asıldır; ona göre hüküm verilir.

Bilindiği gibi, eşya zamanla değişir, değişikliğe uğrayabilir. Her değişmeyi bir hadis meydana getirir. Fakat bir şeyin bulunduğu hal üzere kalması muhakkak, değişime uğraması ise muhtemeldir. Bu ba­kımdan muhakkak olan hal, muhtemel olan hale nazaran önde gelir.

Meselâ :

a) Bir şahıs uzun müddet kaybolur; sağ veya ölü olduğuna dair kesin bir bilgi elde edilmezse, -Hanefilere göre 90 yaşını bitirinceye kadar- onun sağ bulunduğuna hükmedilir ve buna göre miras ve bâ­zı hususlar da dikkate alınır.

b) Evin bir kısmı satıldıktan sonra, biri o kısma Şerîk (ortak) olduğunu iddîa ederek şuf'a talebinde bulunur, müşteri de elinde sa­tın aldığı kısım hakkındaki bu iddiayı inkâr ve red ederse, müşteri­nin sözü asıl olarak kabul olunur; şüf'a iddiası ise ancak delil ve hüc­cet ile sübut bulur. Çünkü bulada asıl olan satılan kısmında başka­sının şüf a'dar olmasıdır ve böylece o, bulunduğu hal üzere kalır. [4]

 

5. KADÎM KADEMİ ÜZERE TERK OLUNUR :

 

Çünkü bu hususta asıl olan bir şeyi bulunduğu hal üzere bırakmaktır.

Bir şeyin ötedenberi devam edegeldiği hal, onun o hal üzere meş­guliyetine delil sayılır. Zira bu kaide esas tutulmayacak olursa,, bir çok tarihî kıymetler bulunduğu hal üzere bırakılmama ve böylece asliyetini kaybetme tehlikesiyle başbaşa kalır.

Meselâ :

a) Vakıf olduğu bilinen, fakat vakfiyesi ve vakıf şartı tesbit edilmîyen bir vakfm gailesi (geliri) ötedenberi nereye sarfediliyor ve

nasıl kullanılıyorsa öylece dokunulmadan devam eder; dokunulmaz.

b) Tarla sahibi ötedenberi tarlasının içinden geçen yol veya suyu kaldırmak istese veya yoldan ve sudan istifade edenlere mâni' olmak istese, bakılır : Eğer ötedenberi bunun böyle devam edip gel­diği isbat edilirse, kademi üzere kalır; tarla sahibinin müdahalesi men'edilir. [5]

 

6. ZARAR   KADÎM OLMAZ :

 

Genel olarak zararlı bilinen şeylerin işleyip yapılmasına cevaz verilmez. Bu, hemen hemen her devir ve idare sisteminde böyledir. Müstesna olarak, böyle bir şeye müsamaha edilmiş veya yapılırken görülmemişse, umumî kaideyi bozmıyacağından kademine bakılmak­sızın kaldırılır.

Meselâ :

a) Birine ait ağaç yola sarkmış, gelip geçenlere zarar veriyor­sa, bu ağaç bir asır önce bile buraya dikildiği isbat edilse bile, ke­silir. Çünkü zarar kadim olamaz.

b) Bir evin lağım veya mutfak suyu sokağa açıktan akıyor; ge­lip geçenlere zarar veriyor, komşuların sıhhatim bozuyorsa, ev ya­pıldı yapılalı bu suyun sokağa aktığı isbat edilse bile, derhal kaldı­rılır. [6]

 

7. BERAAT-İ ZİMMET ASILDIR :

 

Suç sonradan işlenir. însan önce suçlu değildir; sonra bir sebeb ve fiilden dolayı suçlu olabilir.

Meselâ :

a) Hırsızlık suçu iddiasiyle hâkimin huzuruna çıkarılan kimsî hakkında ilk düşünülen husus,  hırsız olmamasıdır.  Hırsız olduğî beyyine ile isbat edilmedikçe suçsuz olduğu kanaatına varılarak ser­best bırakılır. Çünkü beraat-i zimmet asıldır.

b) Bir kimse bir diğerinin malını telef eder de o malın mikta­rında ihtilâfa düşerlerse, mal sahibi iddia ettiği fazlalığı isbat ede­mediği takdirde, söz o malı telef edenindir. Yani onun sözü kabul edilip hüküm verilir. [7]

 

8. ARIZÎ SIFATLARDA ASLOLAN ADEMDİR

 

Genel olarak sıfat ikiye ayrılır : Biri aslî, diğeri arızî, Aslî olan sıfat hayat, bekâret gibi nıevsufla birlikte var olan şeylerdir. Arızî olan sıfat, mevsufla birlikte var olmayıp sonradan -ölüm, hastalık dulluk gibi- arız olan şeylerdir.

Meselâ :

a) Müdarebe şirketinde kâr sağlanıp sağlanmadığı ihtilaf ko­nusu olursa, ademi (kâr sağlanmadığı)  asıl olduğuna göre söz mü-daribindir; sermaye sahibi ise kâr sağlandığını isbata muhtaç olur.

b) Ölen kimsenin vârisleri, (meselâ oğullan) babamız şu yer­deki tarlayı, (A)'ya, şuuruna sahip olmadığı bir zamanda satmıştır, diye davacı olsalar,  (A) da bunun aksini  (yani şuuru yerindeyken sattı) iddia etse, beyyine davacıya aittir. Çünkü asıl olan şuurlu bir halde satışın yapılmasıdır. Bunama ve gayrî şuuri hal, hareket ve sözler arızidir. [8]

 

9. BİR ZAMANDA SABİT OLAN ŞEYİN HİLÂFINA DELİL OLMADIKÇA BAKASÎYLE HÜKMOLUNUK

 

Az yukarıda da belirtildiği gibi kadîm kıdemi üzere terkolunur. Çünkü bu hususta aslolan, bir şeyi bulunduğu hal üzere bırakmak­tır.

Meselâ :

a) Bir zamanda bir yerin (A)'ye ait olduğu, onun mülkiyeti al­tında bulunduğu sabit olduğu takdirde, mülkiyeti izâle eder bir hal sübut bulmadıkça o yerin ötedenberi mülkiyeti altında bulunduran (A) ya ait olduğuyla hükmolunur.

b) Bir kadının ölen (B) 'ye vâris olduğunu iddia edip davacı ol­ması halinde bakılır :

Kadın (B) 'nin nikâhlı karısı ise, onu boşadığma dair beyyine ol­madıkça, iddiası kabul edilip (B) 'ye varis olacağına hükmedilir. [9]

 

10. YENİ MEYDANA GELEN BİR OLAYIN HÂLE (ŞİMDİKİ ZAMANA) EN YAKIN VAKTE İZAFESİ ASILDIR :

 

Sonradan meydana gelen bir olayın ne zaman meydana geldi­ğinde ihtilâf edilirse, uzak bir zamanda vuku' bulduğu isbat edilmez­se, şimdiki zamana en yakın olan vakta izafe olunarak hükme bağ­lanır.

Meselâ :

a) Akm-satımda akid yapılırken alıcı için (hiyâr-i Şart) a (Piş­man olma müddeti) yer verilir ve sonra bu akdi alıcı bozmak ister de hiyar-i şartın müddetinin bitip bitmediğinde ihtilâfa düşerlerse, fesh zamanı hâle en yakın olan  vakta izafe edilir ve muhayyer olan alıcıya (ki bunun muayyen müddeti içinde feshettiğini iddia ediyor­du) beyyine düşer.

b) (A) ölmeden önce (B) benim vârisimdir diye ikrar da bulu­nur ve sonra ölürse, (B) ile (A) 'nın vârisleri bu ikrarın sıhhatli iken mi, yoksa ölüm hastalığında mı edildiği üzerinde ihtilafa düşerlerse, burada vârislerin sözüne itibar edilir; beyyine de (B) 'ye düşer. [10]

 

11. KELÂMDA ASLOLAN MÂNAY-İ HAKİKİDİR :

 

Kelimenin delâlet ettiği hakiki manâya göre hükme varılır; ka­rine olmadıkça mecâz-i manaya veya tağlîb kaidesine göre mânâ çı­karmaya gidilmez.

Meselâ :

a) Bir kimse oğlu için birşeyler vasiyet ederse, oğlunun oğlu buna girmez. Çünkü kelimenin hakiki mânası oğlu ifâde ediyor; To­runu değil.

b) (A)  «Şu kadar malımı evlâdıma vakfettim» dedikten sonra ölürse, (A.)'nın erkek v e kız bütün çocukları buna girer; çünkü ör-fen «evlâd» kelimesi umumiyetle erkek ve kız çocuklarına   delâlet eder; yani mânay-i hakikisi budur. [11]                                  

 

12. SARAHAT KARŞISINDA DELÂLETE İTİBAR YOKTUR :

 

Sözle bir şeyi irâde etmek sarahattir. Fiil veya sükût ile irâd et­mek, delâlettir. Bir hususun yapılmasında sarahatle delâlet arasın­da ihtilâf vuku bulursa, sarahatle amel edilir. Çünkü delâlet sarahat gibi kesinlik ifâde etmez.

Meselâ :

a) Bir evde misafir olarak bulunan topluluktan biri bulunduğu evin aynasını alır bakar, sonra diğer birine verir, derken ara yerde kırıhrsa, hiç- birisi buna zâmin olmaz. Çünkü bu gibi hallerde delâ-leten müsaade vardır. Ama ev sahibi mevcut hiçbir eşyaya dokun­mayın   veya aynaya felan dokunmayın demiş olsaydı, o zaman delâ­letin hükmü kalmaz, sarih beyanla amel edilir ve aynayı kıranlar zâmin olurlardı.

b) Üçüncü bu şahıs (B)'nin namu hesabına fuzûli olarak bir mal satın alır,  (B) de bu    malın kendisine teslimini arzu ederse, bu akde (alım-satıma) delâleten izin vermiş sayılır. Ama (B) kendi namına satın alman malın reddini emrettikten sonra kendisine tes­limini irâde ederse red emri sarahat, teslim etme iradesi ise delâlet ifâde ettiğinden, red emri ile amel olunur. [12]

 

13. MEVRİD-İ NASDA İÇTİHADA MESAĞ YOKTUR :

 

Yani bir mesele hakkında âyet veya hadiste kafi bir beyân var­sa, bu o mesele hakkında bir nass sayılacağından artık o mesele hakkında içtihada cevaz yoktur. Çünkü ictihad ancak kesin ve sarih olmayan meselelerde şâriin muradını arayıp bulmak için meşru'dur.

Meselâ :

a) Hâkim, boğazlanırken   besmelenin kasden   terkedildiği bir hayvanın etinin satışına ve yenilmesine cevaz verecek olursa, -her ne kadar   Şâfî mezhebinde buna cevaz verilmişse de-   hâkimin bu hükmü infaz edilmez.

b) Yeni Hâkim, davacıyla davalı arasındaki ihtilâfı halleder­ken, davacı, davalıda 1000 lira alacağı olduğunu iddia ediyor; dâvâlı da bunu inkar ediyor. Hakim davacıya yemin, davâhya da beyyine teklif ederse, böyle bir içtihadın hiç bir şer'i kıymeti yoktur. Çünkü Mütevâtir hadîste: «Beyyine müddeiye aittin Yemin de münkir üze­rinedir» buyurulmuştur ki bu bir nasstır artık buna karşı içtihada cevaz olmaz. [13]

 

14. KIYASA AYKIRI OLARAK SABİT OLAN ŞEY BAŞKA ŞEYE MAKÎSÜN ALEYH OLAMAZ :

 

Genel kaideye aykırı olarak sabit olan şey, istisna teşkil edece­ğinden başka şeye makîsün aleyh olamaz. Yani başka şey ona kıyas edilemez.                                                                                        

Meselâ :                                                                                  

a) Hazret-i Peygamber (A.S.)'ın, yalnız olarak Htizeyme (R.A.)'-şehâdetini kabul buyurması ve : «Hüzeyme kime şâhid olursa bu ona kâfidir!» ilâve etmesi gibi. Çünkü genel kaide «İki erkek şâhid» din­letmektir. Kur'ân'da sarîh beyân vardır. O halde Hüzeyme'nin yap­tığı şahitliğin kabul edilmesi istisna teşkil eder; başkası ona kıyas edilemez:

b) Müslüman erkekler ancak hür kadınlardan 4 tane1 ile evle­nebilirler. Kur'ân'da bu kesin olarak tahdit edilmiştir. Demek ki ge­nel kaide budur. Ama Hz. Peygamber'in 9 kadınla evlenmesi istisna teşkil eder, başkası ona kıyasla 4'den fazla kadınla evlenemez. [14]

 

15. İCTİHÂDLA İCTİHA0 NAKZ OLUNMAZ :

 

Yani ictihâd etme seviyesinde olan bir müctehidin bir mesele hakkındaki içtihadını, diğer bir müctehidin içtihadı bozamaz. Bu ic-mâ ile sabit olmuştur. Nitekim Ebûbekir (R.A.) bâzı meselelerde ic-tihadda bulunup hükümler vermiştir. Hz. Ömer ona o hükümlerde muhalefet etmiştir.

Bunun gibi müctehid bir.mesele hakkında hüküm verir, sonra bu husustaki içtihadını değiştirecek olursa, evvelki ictihadiyle veri­len hüküm bozulmaz. [15]

 

16. MEŞAKKAT KOLAYLIĞI CELBEDER :

 

Güçlük kolaylığa, sıkıntı genişliğe yol açar : Darlık vaktinde ge­nişlik gösterilmek gerekir. Faizsiz ödeme, havale, hicir gibi bir çok fıkhı meseleler bu asıl kaideye göre hükme bağlanır.

Kolaylığı celbeden meşakkatin tahlil sebebleri yedidir :

1. Yolculuk..

2. Hastalık..

3. İkrah (Zorlama)

4. Bilgisizlik..

5. Güçlük..

6. Umumî belvâ..

7. Nakız.

Meselâ :

a) Selem usûlü. (Alım - Satımda mebiin mevcut olması iktiza ederken, para sıkıntısı çeken kimsenin ileride elde edeceği malı şim­diden satıp bedeli olan parayı alması caiz görülmüştür.) Bu bir nevi ihtiyaç karşısında ruhsat olmuş oluyor. [16]

 

17. BİR, İŞ DARALINCA GENİŞLEMEYE YÜZ TUTAR :

 

Şöyleki; bir işte darlık ve meşakkat görülünce, genişlik ve ruh­sat gösterilir. Bâzıları bu hususta şöyle bir kaide zikreder : «Bir iş daralıp sıkışınca genişler.. Bir iş fazla genişleyince de daralır..»

Gerçi bu kaide yukarıdaki kaideden çıkarılmıştır; fakat arada bir takım ince farklar vardır. Meselâ :

a) Borçlu belirtilen vakitte borcunu ödeyemez de sıkıntıya dü­şerse, ona borcu ödeyebilecek kadar geniş bir müddet verilir..

b) Nafaka vermekle yükümlü tutulan kimsenin mali durumu bozulur; tâyin edilen miktarı ödemekten âciz kalırsa, kudretine gö­re bir imkan tanınır. [17]

 

18. ZARAR VE MUKABELE-İ BİZZARAR YOKTUR :

 

Başlangıçta başkasına zarar verilmiyeceği gibi zarara zararla karşılıkta bulunmak da yasaktır. O halde zarar; zarar vermiyecek bir şekilde giderilir.

Meselâ :

a) Ev komşusu, kendi evinin çatısını tamir ederken bitişiğinde­ki başkasına ait evin çatısını tahrib eder ya kiremitlerini kıracak olursa, bu bir zarardır; yapılmamalıydı. Ama kazara veya cehâleten olduğuna göre bu zarara zararla mukabele edilmez. Ancak mevcut zararın telâfisi cihetine gidilir.

b) Umuma ait yoldan herkes geçebilir. Ama birisinin başkası­nın geçeceğine engel olacak şekilde bir yüklü   arabayı getirip yolun ortasına bırakması yasaktır.. Bu vaziyete başkası da karşılık olsun diye onun yolunu kapamaz. [18]

 

19. ZARAR İZÂLE OLUNUR :

 

Bu kaide yukarıdaki kaidenin sonucu mahiyetindedir. Çünkü zarara zarar ile mukabele edilmiyeceğine göre, mevcut zararı gider­mek gerektirir. Hz. Peygamber CA.S.) (İslâm'da, zarar ve mukabele-i bizzarar yoktur). buyurmuştur, yâni kişi kardeşine ne başlangıçta za­rar verir, ne de onun zararına karşılık bir zarar verir...

Fıkhın birçok babları bu kaide üzerine kurulmuştur : Ayıplı ma­lı reddetmek, pişmanlık,.şüf a, kısas, hudut, keffarat v.s,

Meselâ :

Zarar mümkünse aynen, değilse karşılığı ödettirilerek giderilir..

a) Zor ve zulümle alınan bir malın, ayni muhafaza ediliyorsa aynen sahibine iade ettirilir; bu surette, o malı zorla zimmetine ge­çiren, «ben onun kıymetini vereyim.» diyemez. Ayni muhafaza edil­miyorsa yâni telef olmuş veya itlaf edilmiş ise, misli varsa misliyle, değilse kıymetiyle ödenir.

b) Üzerine su bırakmak suretiyle tahrib edilip kullanılmaz ha­le getirilen bir tarlada, zararı misliyle ödemek mümkün olmadığın­da bedeli cihetine gidilir. [19]

 

20. ZARURETLER MAHZURLU ŞEYLERİ MUBAH KILAR..

 

îslâmda zaruretler tahdit edilmiştir.. Haramla karşı karşıya ge­len kimse bu tahdit çerçevesine giriyorsa, onu ihtiyaç nisbetinde kul­lanabilir; aksi halde caiz değildir.

Meselâ :

a) Kıtlık yıllarında ölmüş bir hayvanın etinden başka yiyecek birşey bulunmaz da adam açlıktan ölmek tehlikesiyle karşı karşıya kalırsa, ölmeyecek kadar o etten yiyebilir. Bunun gibi susuzluktan ölüm tehlikesiyle karşılaşırsa, ölmeyecek kadar şarap içebilir.

b) Silâh tehdidiyle, ölüm tehdidiyle küfre, zorlanan kimse, kal­ben mü'min olduğu halde elfaz-i küfürden birini söyleyebilir.

Veya bir kimse, tehdit ve cebir ile diğer bir kimsenin malını it­laf etse, bu işe zorlanan kimse mes'ûl tutulmaz. Çünkü arada cebir vardır; zaruri olarak bu yola tevessül edilmiştir.

c) Açlıktan ölüm tehlikesi geçiren kimse, başkasına ait olup sa­hibinin müsaadesini almadan -ileride bedelini ödemek niyetiyle- ma­lından ölmiyecek kadar alıp yiyebilir. [20]

 

21. ZARURETLER KENDİ MİKTARINCA TAKDİR OLUNUR :

 

Bu kaide yukarıdaki kaidenin tamamlayıcısı mahiyetindedir. İşaret edildiği gibi, zaruri bir sebeble mubah olan şey ancak zaruret miktarmca mubah olur; fazlası mubah olmaz. Çünkü haramı mu­bah kılan cevaz illeti, zaruret miktarıyla kalkmış olur; fazlası ise za-rûretsiz alınmış olur.

Meselâ :

a) Soğuktan donmak üzere bulunan bir kimse, tehlikeyi atla-tacak miktarda başkasına ait odun veya yakıttan   -ileride bedelini ödemek niyetiyle- kullanabilir; fazlası ise haramdır.

b) Yukarıdaki kaidede geçen misallerden ikisi buna da misal olur.. [21]

 

22. BİR ÖZÜR İÇİN CAİZ OLAN ŞEY, O ÖZRÜN ZEVÂLİYLE BÂTIL OLUR,  (HÜKÜMSÜZ KALIR).

 

Önce caiz olmayan, fakat bir özürden dolayı caiz olan şey, mev­cut özrün ortadan kalkmasıyle hükümsüz kalır.

Meselâ :

a) Vücudundaki bir hastalıktan dolayı su kullanamayan kim­se, bu özründen dolaya teyemmüm eder.. Ama mevcud hastalığın gi­derilmesiyle özür kalkmış olacağından artık su ile abdest alınır; te­yemmüm edilmez.

Bunun gibi suyu kullanmaya sıhhati müsaid olmakla beraber su bulamıyan kimse bu özründen dolayı teyemmüm eder. Su bulunun­ca da teyemmüm hükümsüz kalır.

b) Şahitlik üzerine şahitlik.. Asıl şahit hasta olur veya seferde bulunursa, bir özre mebni şahadet üzerine şehâdet caiz olur. Ama asıl olan şâhid iyileşir veya seferden dönerse, o zaman fer'in yani asıl olmayan şahidin şehâdeti batıl olur. [22]

 

23. MÂNİ ZAİL OLDUKTA MEBNÛ' AVDET EDER :

 

Bir şeyin sıhhat ve cevazına mâni teşkil eden şey zail oldukta, memnu' (men'olunan şey) avdet eder.                                      

Meselâ :                                                                             

a) îki kız kardeşi bir kişi nikâhı altında bulunduramaz. Şöyle ki (A.) ile (B) kız kardeştirler. (C), (A) il© (B)'den birisiyle evlene­bilir. Bu caizdir.. Fakat hangisiyle evlenirse, diğeri muvakkaten ken­disine haram, olur, Farzedelim ki,  CC)   (A), ile evlendi, bu takdirde, (A), (Cî'nin (B)  ile evlenmesine mâni teşkil eder.  (A) ölecek olur­sa (C), (B) ile evlenebilir. Çünkü mani zail olmuştur.

b) Satın alman bir malda eski aybmdan başka yeni bir ayıp meydana gelirse artık o malı eski aybmdan dolayı reddetmek caiz olmaz. Ancak yeni ayıp kendiliğinden veya bir müdahale ile gideri­lirse, o takdirde «mâni' kalktığı için memnu avdet eder» kaidesince iadesi caiz olur. [23]

 

24. BİR ZARAR KENDİ MİSLİYLE İZÂLE OLUNMAZ :

 

Zarar ne kendisinden büyük bir zararla ne de kendisine müsavi olacak bir zararla giderilmez. Belki, kendisinden hafif bir zararla giderilmeye çalışılır.

  «İki serden en hafif olanı ihtiyar olunur.»

  Büyük zarar, hafif bir zararla giderilir.» Kaideleri bunu açıklar..

Meselâ :

a) Mevcut bir dükkânın yanında- veya    karşısında başka bir dükkân açılır ve bu sebeble ilk dükkânın alış - verişinde bir azalma ve kesad başlar da sahibi zarara girdiğini beyânla açılan dükkânın kapatılmasını isterse, bu dava reddolunur ve ikinci  dükkân kapatıl­maz.

b) Açlıktan ölüm derecesine gelen bir kimse, diğerini ölümden .kurtaracak kadar mevcut yiyeceğini alıp yiyemez. Çünkü zarar, ken­di misliyle izâle olunmaz. [24]                                      

 

25. ZARAR-I   ÂMMI   DEFİ'   İÇİN   ZARAR-I   HASS   İHTİYAR OLUNUR :

 

Bu kaide, yukarıdaki kaideyle birleşir ve onu açıklar mahiyette­dir. Demekki, umuma zarar veren bir şey -şahsın zararına da olsa-gidermek lâzımdır.

Meselâ :

a) Birinin evinin balkonu v«ya duvarı umuma ait yolu daral-jtıyor, gelip geçenlere zarar veııyorsa, onu yıkıp kaldırmak -şahsın ! zararına da olsa- vâcibdir.

b) Fahiş fiâtla satılan bir mala rayiç koymak yani satış fiatını tahdit etmek -her ne kadar satıcının zararmaysa da, umumun men­faatini dikkate almak bakımından- gerekir. [25]

 

26. ZARAR-I EŞED, ZARARI AHAF İLE İZÂLE OLUNUR :

 

Bu kaide de 23. maddede geçen kaideyi açıklar mahiyettedir. Bü­yük ve daha tehlikeli zarar daha hafif olan zararla giderilmeye ça­lışılır :

Meselâ :

a) Borcunu ödemiyen veya vâcib olan nafakayı vermiyen kim­se, -ödeme imkanına sahipse- ödemesi için icbar edilir. Baba, küçük çocuğunun nafakasını vermekten imtina ederse hapsolunur.

b) Bir tavuk kıymetli bir taş yutacak olursa bakılır; hangisinin kıymeti yani tavuktan ve taştan hangisinin kıymeti fazlaysa, fazla kıymette olanın sahibi, az kıymette olana zarar nisbetini öder. [26]

 

27. İKİ FESÂD   TAARÜZ ETTİKDE  AHAFFİNİ İRTİKÂB  İLE AZABININ ÇARESİNE BAKILIR !

 

Fesadı gerektiren iki şey gelip çatıştığında, zararı az olan dik­kate alınarak en hafifi sayılarak alınır.. Meselâ birbirine eşit iki be­lâ ile karşıkarşıya gelen kimse bu ikisinden dilediğini seçip kabulle­nir. Eşit olmadığı takdirde ise en hafif olanını alır.

Meselâ :

a) Başında yara bulunan kimse bu vaziyette secde edecek olur­sa, yarası akıntı yapıp tehlike arzederde, baş işaretiyle secdeleri yerine getirir; fakat Namazı terketmez. Çünkü secdeyi terketmek na­mazı terketmekten daha hafiftir. Nitekim hayvan üzerinde işaretle secde edilir; ama abdestsiz namaz kılınmaz. [27]

 

28. İKİ SERDEN EHVEN OLANÎ İHTİYAR OLUNUR :

 

Bu kaide, yukarıdaki kaideye yakındır.. Zarar ve şerri gerekti­ren iki hâdise birden gelip çatarsa en kolay ve zaran az olan tercih edilir..

Meselâ :

a) Bir koçun başı kazara bir küpe girip çıkması mümkün ol­mazsa bakılır : Hangisinin kıymet ve zararı daha azsa o ihtiyar edi­lir : Koyunun kıymeti küpünkünden daha fazlaysa küp kırılır ve kıy­meti sahibine ödenir. Küpün kıymeti daha fazlaysa koç boğazlanır ve kıymeti sahibine ödenir. [28]

 

29. DEFİ MEFÂSİD, CELBİ MENFAATTEN EVLÂDIR..

 

Bir şeyde hem zarar, hem ve fayda birleşecek olursa, o fayda için mevcud zarar irtikab edilmez. Bu bakımdan zararı def etmek evlâ-olur. Çünkü şeriatın menhiyati gidermede gösterdiği hassasiyet ve itina, meşru' şeylere karşı gösterilmemiştir.

Meselâ :

a) Cünüblükten dolayı kadına gusül    gerektiğinde  erkeklerin göremiyeceği bir yer bulamazsa yıkanmak için guslü geciktirir. Çün­kü yıkanmak faydalıysa da erkeklerin bir kadını çıplak görmesi za­rarlıdır.

b) Bir kimse mülkinde istediği gibi tasarruf edebilir, başkası­na zarar vermediği müddetçe..

O halde mülkinde tasarrufundan dolayı başkasına açıktan açı­ğa zarar verecek olursa, bu tasarruftan men'edilir. [29]

 

30. ZARAR İMKÂN NİSBETÎNDE GİDERİLİR :

 

Meselâ :

a)  Az yukarıda da geçtiği gibi imkân olduğu halde çocuğuna nafaka vermiyen bir baba hapsolunur.,

b) Hz. Peygamber CA.S.) «Müslümanlara karşı kılıç çeken kim­senin kam helâl olur.» buyurmuştur. Çünkü o kimse tuğyan edip müecâviz hale gelmiş olduğundan bu zararı ancak vücudunu ortadan kaldırmakla gidermek ve ikinci bir kimsenin böyle bir tuğyana teyessül etmemesini sağlamaktır. [30]

 

31. HACET UMUMÎ OLSUN, HUSUSÎ OLSUN ZARURET MEN­ZİLESİNE TENZÎL OLUNUR

 

Fert ve cemiyetin ihtiyacını karşılamak gerekiyorsa bu ihtiyaç zaruret gibi kabul edilip memnuiyet kalkar ve böyle bir ihtiyaç kar­şısında kıyas terkedilir;

a) «Bey'ün bi'l-Vefâ»ya cevaz verilmesi bu kabildendir.. Buha­ra halkından borç alıp verme muamelesi çoğalınca görülen ihtiyaç özerine bu muameleye cevaz verilmiştir.

b) Bunun gibi kıyas hilafına seleme de cevaz yermiştir.. Çün­kü alım - satımda, mâdumun (henüz mevcud olmıyan şeyin) bey'i ya­pılamaz. Fakat ihtiyaç bu kıyasın hilafına cevaz vermeyi gerektir­miştir.

c) Akde giren yararlanma nisbeti belli olmamakla beraber ha­mamda yıkanmak, halkın ihtiyacına mebni tecviz edilmiştir. Bu, kı­yasa aykırıdır. Çünkü ücret belli olmakla beraber menfaat belli de­ğildir. Hamama giren kimsenin ne kadar kalacağı, ne kadar su sar-fedeceği meçhuldür. [31]

 

32. İZTİRAR GAYRİN HAKKINI ÎBTAL ETMEZ :

 

Zarurât, mahzuratı mubah kılar kaidesini tavzih ejder mahiyet­tedir.. Aç kalıp ölüm derecesine gelen bir kimse başkasına ait ekmek­ten yiyecek olursa, bilâhare onun kıymetini ödemesi gerekir. Çünkü o ekmekten yemesi her ne kadar zarurî ise de, bu zaruret başkası­nın hakkını ibtâl «tmez. Bu balamdan yer v© fakat bedelini öder. [32]

 

33. ALINMASI YASAK   (HARAM)  OLAN ŞEYİN VERİLMESİ DE YASAKTIR :

 

Bir şeyin alınması haram kılınmışsa, o takdirde verilmesi de ha­ramdır.

a) Rüşvet (bunu almak haramdır;   o halde vermek de haram­dır.)

b) Riba (bunu almak haramdır; o halde vermek de haramdır.) Bunlar gibi daha birçok misâller vardır. [33]

 

34. İŞLENMESİ  YASAK  OLAN   ŞEYİN  İSTENMEDİ  DE YA­SAKTIR .                                                           

 

Bu. (işlenmesi haram olan şeyin istenmesi de haramdır kaidesi­ne yakındır.)

Meselâ :

a) Uyuşturucu madde kullanmak haramdır. O halde bu madde nin kullanılmasını istemek de haramdır.

b) Adam öldürme fiili haramdır; başkasının bunu işlemesini is­temek de haramdır.

c) Zina etmek haramdır; ö halde başkasının da zina işlemesini istemek haramdır. [34]

 

35. ÂDET MUHAKKEMDİR :

 

Örf ve adet, umumun yararına ise, muteberdir.. Çünkü Hz. Pey­gamber (A.S.) «Mü'minlerin iyi ve güzel görüp kabul ettiği şey, Al­lah katında da iyidir.» buyurmuştur.

Meselâ :

a) Birisi : «Vallahi ayağımı falan adamın evine koymam» diye yemin ederse, bundan eve girmiyeceği   manası anlaşılır. Çünkü bu tâbir âdet haline gelmiştir. Sadece ayağını koymak mânası ise âdete uygun değildir.

b) Bir işte çalıştırmak üzere tutulan amele, aralarında hususi bir anlaşma yapılmamışsa - O beldede işçi sınıfının kaç saat çalışma­sı adet ise o da o kadar çalışır. [35]

 

36. NÂSIN  İSTİ'MALİ   BİR HÜCCETTİR  Kİ, ONUNLA AMEL VÂCİB OLUR :

 

Bu kaide, yukarıdaki kaidenin açıklaması veyahut mütemmimi mahiyetindedir. Halkın bir mesele hakkındaki örf ve âdeti, -nüsusun örfle âdet arasında fark vardır. Örf akleıı ve dinen iyi bilinen şeyler demek­tir. Adet ise işlenilegelen itiyadlar demektir. Örf denilince sadece aklan ve dinen iyi olan şeyler hatıra gelir; «Kötü örf» olmaz. Adet ise böyle değildir. Onun iyisi de olabilir, kötüsü de. Bu bakımdan bu -Umumun yararına» ise dedik

Meselâ :

a) Akar suyun haddi ve miktarı halkın bu husustaki telakkisi­ne göre tâyin edilir.

b) Bir kuyuya düşen koyun dışkısının azlık ve çokluğu, bu hu­susla ilgili şahısların görüşüne göre takdir edilir.. Çünkü az bir şey kabul edilirse suyu necis etmez; çok olarak kabul edilirse suyu necis eder.

Ama bir şeyin meselâ, ölçüye ve tartıya girdiği nass ile sabit ol­muşsa artık .o şey hakkında nâsın örf ve âdetine itibar edilmez. Şöy-leki : Buğday ve arpa ölçeğe, altın ve gümüşün tartıca girdiği meş­hur Hadîs-i Şeriflerle sabit olmuştur. O halde halkın bu nassın hilâ-fuıa olan örf ve adetine itibar edilmez: [36]

 

37. ÂDETEN MÜMTENİ OLAN ŞEY, HAKÎKATEN MÜMTENİ GİBİDİR..

 

Meselâ :

a) (A)'nın (BVye 1000 Ura borçlu olduğunu ikrar etmesi, yalan bile olsa hakikat olarak kabul edilir. Çünkü bir kimsenin yalan yere bir başkasına borçlu olduğunu ikrar etmesi âdeten mümteni'dir. Öy­le ise böyle bir ikrar hakikat gibi .kabul edilir.

b) Nesebi belli olan (A) için,  (B), bu benim oğlumdur, derse bu âdeten mümteni' olduğundan hakikaten mümteni' gibidir.

c) Çok fakir olan (A)'nın (B)'ye bir milyon ödünç para veya mal verdiğini iddia etmesi de âdeten mümteni'dir. [37]

 

38. ZAMANIN DEĞİŞMESİYLE AHKAMIN DEĞİŞMESİ İNKÂR OLUNMAZ :

 

Bu, örf ve âdete dayanan hükümler hakkındadır; yoksa iki ana kaynağın temel hükümleriyle ilgili değildir.

a) Câmi'lerin kapısının daima cemaate açık bulundurulmosı hem sünnet, hem de içinde kıymetli eşya bulunmadığında sünnet idi, bulunduğu zaman ise bir âdet-i müstehsene idi. Hırsızlık olayları tehlikeli bir hal alınca, namaz vakitleri dışında kapanmasına cevaz verilmiştir.

b) Bir beldede Câmi-i Şerife gönderilen mum yakıldıktan son­ra geriye kalan yansını veya üçte birini o Camiin İmam ve Müezzi­nin alıp kendi ihtiyacında kullanması âdet olduğu halde, sonraları Câmi'e getirilen mum ve sair aydınlatma araçları sadece Câmi'de kullanılır, kaydına bağlanıyorsa, o takdirde İmam ve Miioz-^n, geti­ren kimseden izin almadan onu kendi ihtiyacında kullanamam, [38]

 

39. ÂDETİN DELALETİYLE HAKİKİ MÂNA TERK OLUNUR...

 

Bir cümleden anlaşılan hakiki mânâ, bazen âdetin delaletiyle ter-kedilip hükme bağlanmaz..

Meselâ :

a) Bir kimse et yemiyeceğine dair yemin ederse, ıztırar halin­de domuz veya insan eti yiyecek olursa yeminini bozmuş sayılmaz; çünkü âdet ve teamüle göre bunlar yenilen et gurubuna girmemektedir. Âdeten bu ikisi de" yenilmez.. (Bu, imameyne göredir).

b) Bir kimse «Vallahi falan adamın eşiğine ayak basmıyaca-ğım» derse ve eşiğe ayak basmadan içeri girerse yine de yeminini bozmuş olur. Çünkü her ne kadar hakiki mânâ «Eşiğe ayak basma-maksa da» örf ve âdete göre bununla o adamın evine girmiyeceği mâ­nâsı kasdecüliyor.. [39]

 

40. ÂDET   ANCAK  MUTTARİD  YAHUT  GAAIİP  OLDUKTA MUTEBER OLUR.

 

Demek ki, her âdet muteber sayılmaz; ancak devam edegelen veya galip durumda olan âdetler muteber sayılır.

Meselâ :

a) Alım-satımda altın lira üzerine pazarlık yapılırsa o belde de devam edegelen yahut ekseri kullanılan altın lira   hangisiyse o itibar edilir.

b) Bir pazarda iki kişi alım - satım yaparken peşin veresiye di­ye bir şey beyân edilmezse, o belde de o mal hakkında cari olan örf ve âdete göre muamele edilir..

el Tanesi 50 kuruştan bir miktar yumurta ısmarlanır ve yumur­tanın gramajı belirtilmezse, o beldenin câri yahut galip olan âdeti itibar edilir. [40]

 

41. İTİBAR GALİB-İ ŞAYİADIR; NÂDİRE DEĞİLDİR.

 

Bu kaide yukarıdaki kaidenin tamamlayıcısı mahiyetindedir. Müstesna umumî kaideyi taozmıyacağı gibi, vukuu nâdir olan şey de galib-i şayi' olan şey hakkındaki hükmü bozmaz.

Meselâ :

a) Fazla geri zekâlı olup kendisini kontrol edemiyen  (Sefih) kimse rüşde ermedikçe malında tasarruftan men'edilir. Çünkü ek­seri sefih olanlar 15 yaşma girdikten sonra az - çok kendilerini kont­rol edebiliyorlar. Ama bir sefih nadiren 15 yaşma varmadan kendini kontrol edebilse de buna kıyasla hükmedilmez... Çünkü bu nadirat-tandır, yok hükmünde sayılır.

b) Uzun yıllar kaybolan, nerede olduğu bilinmeyen bir kimse­nin, bâzı fukâhaya göre 90 yaşma kadar beklenir. Bu yaşa eriştiği sa­bit olunca öldüğüne hükmedilir. Ama nadiren biri 100-İ10 yaş da ya­şamış olabilir; galib-i Şayi' olan ömre te'sir etmez. [41]

 

42. ÖRFEN MÂRUF OLAN ŞEY ŞART KILINMIŞ GİBİDİR.

 

Bir belde halkı arasında mutad olagelen şey «Örfenmâruf-olduğundan şart kılınmış gibi hükme medar olur.

Mesela :

a) Kızını kocaya veren bir baba, onun için hazırlayıp verdiği çe-hizi, bilahare emaneten verdiğini iddia edecek olursa, bu hususta beldenin örfüne göre hükmedilir. O belde kıza verilen çeyizi emanet olarak değil, mülk olarak veriyorsa,   babanın bu husustaki iddiası reddedilir.

b) Bahçe veya tarlasına tuttuğu işçiye, yemek de verilip verilmi-yeceği, söz konusu edümemişse de işçiler yemek de istiyecek olurlar­sa bu hususta da o beldenin mâruf olan örfüne göre hareket edilir. [42]

 

43. TİCARET ERBABI ARASINDA MÂRUF OLAN ŞEY, ONLAR ARASINDA ŞART KILINMIŞ GİBİDİR.

 

Bu kaide, yukarıdaki kaidenin tamamlayıcısı ve açıklaması ma­hiyetindedir. [43]

 

44. ÖRF ÎLE TAYİN, NASS İLE TAYİN GİBİDİRİ:

 

Meselâ :

a) Hakkında nass bulunmayan bir şeyde örfe itibar edilir... Öl­çü veya tartıya girdiği hakkında nass bulunmayan bir şey hakkınca örfe göre muamele yapılır.                                                              

b) Çarşıdaki esnafın çoğu, çarşıyı korumak, için ücretle bekçi tu­tacak olurlarsa, -esnaftan bir kısmı buna muhalif kalsa bile- bekçi ücretini hepsi de bilâ istisna ödemek mecburiyetindedir. [44]

 

45. MÂNİ' VE MUKTAZİ TAARRUZ ETTİKTEN MÂNİ' TAKDİM OLUNUR.                                                                          

 

a) Bu kaideye göre» bir adam alacaklısı bulunan kimse eline rehîn bırakmış olduğu malım başkasına satamaz. Çünkü buna mâni' olan borçtur  Onu ödemedikçe veya mürtehin icazet vermedikçe sa­tılması iktiza eden merhunu satamaz.

b) Müşterek (Ortak) bir malın hisse-i şayiasının ortakdan baş­kasına icarı doğru değildir. [45]

 

46. VÜCUDDE BİR ŞEYE TÂBİ OLAN HÜKÜMDE DAHİ1 ONA TABİ OLUR.

 

Meselâ :

a) Gebe bulunan bir hayvan satıldığında karnındaki yavrusu da ona tabi' olarak satılmış olur. Çünkü rahimdeki yavru vücudda anasına tabidir; o halde satış hükmünde de ona tabi olur.

b) Bir arazi satıldığında, içinde bulunan ağaç ve su da ona tabi olarak satılmış olur. Bunun gibi, rehin olarak verilen gebe bir hay­vana veya ağaçlı bir araziye, doğan yavru ile mevcut ağaçlar da da­hildir; ayni  hükme girer.[46]

 

47. TABİ' OLAN ŞEYE AYRICA HÜKÜM VERİLMEZ.

 

a) Bu kaide yukarıdaki kaideyi açıklar mahiyettedir. Meselâ: Bir hayvanın karnındaki yavrusu ayrıca satılmaz.

b) Bir evin kapı ve penceresi takılı olduğu halde ayrıca satılmaz. Satılan ev ile birlikte onlar da satılmış kabul edilir. Ama yavru doğduktan, kapı ve pencere söküldükten sonra satılabilir; artık' yav­rusu anasına, kapı pencere de eve tâbi değildir. [47]

 

48. BÎR ŞEYE MÂLİK OLAN KİMSE ONUN  ZARURİYATIN^ DAN O1AN ŞEYE DE MÂLÎK OLUR.

 

Meselâ :

a) Bir evi satın alan kimse o eve giden yola da malik olur. Çün­kü, yol evin zaruratından sayılır.

b) Yine bir evi satın alan kimse o evin önünde bulunan hela ve ağaca da mâlik olur. [48]

 

49. ASIL SAKIT OLDUKTA FERİ DAHÎ SAKIT OLUR.

 

Meselâ :

a) Asü borçlu bulunan kimse borcunu ödeyip Ijurtulunca onun kefili olan kimse de o borçtan kurtulmuş olur. Çünkü borçlu asıldır; Kefil onun fer'idir. Asü beri olunca fer'i de beri olur. Aksi değil.

b) Alacaklı alacağını tamamen alsa,    yaranda rehin bulunan şeyi elinde tutma hakkı kalkar. Çünkü rehin alacağa bağlı ve onun feri sayılır. [49]

 

50. SAKIT OLAN ŞEY DÖNMEZ, YANİ GİDEN GERİ GELMEZ.

 

Hukuken varlığı kalmıyan bir şey tekrar vücud bulmaz,. Ancak benzeri meydana getirilebilir.

Meselâ :

a) Vârisler, murisin yapmış olduğu üçte birden fazla vasiyeti­ne rıza gösterdikten, sonra bir daha dönmezler.

b) Necis olan az suyun üzerine akar su bırakılır da çoğalıp ta­şar ve tekrar azalırsa, artık bu su yine necis oldu, necisliğe döndü denilmez. Çünkü çok suyun ona karışıp taşırmasiyle temiz olmuştu; azalmasıyla ayni temizlik devam eder; necisliğe avdet etmez. [50]

 

51. BİR   ŞEY   BÂTIL   OLDUKTA (HÜKÜMSÜZ  KALDIKTA) ONUN ZIMMINDAKİ ŞEY DE BÂTIL OLUR.

 

Bir şey ister aslen, ister vasfen gayr-i sahih bir durum alırsa onun zımmında ki şey de gayr-i sahih olur.

Meselâ :                                                                                     

a) (A), (B)'ye, «Kanımı sana bin liraya sattım» dese (B) de bu sebeble vurup onu öldürse, kısas lazım gelir. Çünkü insan kanını sat­mak gayr-ı sahîh olduğuna göre zımnmdaki rıza ve teklif de bil olmuş oluyor.                                                                                  

b) Nikâhını mehir ile yeniliyecek olursa, bu gayr-i sahih sa­yılır. Çünkü birinci nikâh bozulmadık, duruyor. O halde ikinci nikah bâtıl olduğu için mehir de hükümsüz kalır. [51]

 

52. ASLIN İFÂSI  (YERİNE GETİRİLMESİ)  KABUL OLMADIĞI HALDE BEDELİ İFA OLUNUR :

 

Bir şeyin aslım ödemek edâ sayılırsa, bedelini ödemek kaza olur. Bu bakımdan aslını ödemek mümkün olduğu müddetçe bedelini öde­me cihetine gidilemez.

Meselâ :

a) Gasp olunan bir mal aynen duruyorsa sahibine olduğu gibi iadesi lâzım gelir. Aynı telef olmuşsa, o takdirde varsa misli yoksa bedeli ödenir;

b) Bir evin bir ay icâ.rla tutulmasında hilâl asıldır. İsterse hilâl 28 günde tamamlanmış olsun. Ama ayın ortalarında icar edilirse, o zaman ay 30 gün itibar edilerek ödenir. [52]

 

53. BİZZAT TECVİZ    OLUNMAYAN ŞEY BÎTTEBA'     TECVİZ OLUNABİLİR :

 

Meselâ :

a) Alıcı, satm aldığı şeyi, teslim almaya satıcıyı vekil edecek olursa, bu caiz olmaz. Ama satm aldığı zahireyi ölçüp koymak için satıcıya çuvalı verse, o da zahireyi çuvala koyacak olursa, bu zım­nen ve teb'an teslim alınmış sayılacağından caiz olur. Çünkü satı­cının malı teslim almada alıcıya vekil olması doğru olmaz; ancak zım­nen ve hükmen caiz olabilir.

b) Görmediği bir şeyi satm alıp teslim alınmasına birisini ve­kil edecek olur; vekil de henüz malı görmeden «Ben görme muhay­yerliğini iskat ettim.» derse müvekkilinin görme muhayyerliği sakıt olmaz. Ama vekil görüp de malı teslim alacak olursa, artık müvekkilinin görme muhayyerliği sakıt olur. (Bu îmam Ebû Hânife'ye gö­redir, îmameyn bu hususta muhalif kalmışlardır.) [53]

 

54. İBTİDÂEN TECVÎZ OLUNMAYAN ŞEY BAKAAN TECVİZ OLUNABİLİR :

 

Umumun hak ve düzeniyle ilgili olmayan mesele ve muameleler­de, başlangıçta caiz olmadığı halde, -bir mahzur yoksa- sonuç itiba­riyle caiz olabilir.

Meselâ :

a) Hisse-i şayıah olan bir malı bu şekliyle başlangıçta hibe et­mek caiz değildir. Fakat hibe olunan bu malın şayi' hissesini müs-tehak olan kimse zaptedecek olursa, geri kalan kısmında hibe hü­kümsüz olmaz; kendisine hibe edilenin malı olarak kalır.

b) CA),  (B)'ye bir ev hibe ettikten sonra yarısına rücû eder, yani yarısının hibesinden vazgeçer de ev ikisi arasında şayıalı olur­sa, bu hibenin devamını ve bakasını men'etmez.

«Baka ihtidadan esheldir» kaidesi de bunun tamamlayıcısı ve izahı mahiyetindedir. [54]

 

55. TEBERRU'   ANCAK KABZ   (TESLİM ALMAKLA)   TAMAM OLUR :

 

Meselâ :

CA), (B) 'ye bir şey hibe etse, teslim alınmadan önce hibe tamam olmaz. Çünkü hibe de icâb kabul ve kabzı gerektiren bir akittir. Sa­daka da böyledir. [55]

 

56. LİDERİN HALK ÜZERİNDEKİ TASARRUFU MASLAHATA BAĞLI VE ONA DAYANIR :

 

Bu balamdan İslâm fıkhına göre Sultan, katili affedip kısas olun­maktan kurtaramaz. [56]

 

57. VELÂYET-İ HASSE, VELÂYET-İ AMMEDEN  AKVADIR :

 

Bir vakfe mütevelli olan şahsın velayeti, hâkimin velayetinden daha kuvvetlidir; çünkü mütevellinin velayeti hususîdir, hâkimin ise umumidir,

Bu itibarla :

a) Kaadı, velisi bulunan yetimi evlendiremez. Ancak o yetimin velisi olmadığı zaman velâyet-i amme yetkisiyle evlendirebilir.

b) Maktulün velisi kısas talebeder-, dilerse sulha gidip affede­bilir. Fakat İmam (Lider)  affetmeye yetkili değildir. Çünkü liderin velâyet-i ammedir, velisinin ise hassedir.. [57]

 

58. SÖZÜN İ'MÂLİ İHMALİNDEN EVLÂDIR :

 

Yani bir söz, bir mânâya hamli mümkün oldukça ihmâl olunma-malıdır; İ'mali mümkün olmadığında ise ihmal (manasız itibar) edi­lir.

Meselâ :

a) (A) malım evlâdına vakfeder ve fakat (A)'nın evlâdı olma­yıp torunları olduğu tesbit edilirse evlâd kelimesini torunlara hamle­derek İ'nıâl etmek ihmâlinden evlâdır; mecaz yollu amel edilir.

b) (B) (Ben oğlumu oğulluktan çıkardım» derse, bu sözü mâ-nâlandırmak mümkün olmadığında ihmâl    (manâsız itibar)   edilir. Çünkü babalık ve oğulluk tabii bir olaydır; manâsız kılınamaz. [58]

 

59. HAKÎKΠ MÂN MÜMKÜN  OLMADIĞINDA MECÂZE  GİDİLİR :

 

Meselâ :

a) (B)  «Şu un'dan yemiyeceğine yemin edecek olur ve un'dan yapılan ekmek ve herhangi bir şeyden yiyecek olursa, yeminini boz­muş olur. Ama o undan yiyecek olursa yeminini bozmuş olmaz. Çün­kü burada hakikî mânâ mümkün olmadığından mecazi mânâya gi­dilmiştir.

b) (C)  Babasının kim olduğu bilinen karısını kasdederek : «Bu benim kızımdır» derse, (C)'nin bu sözüyle karısı kendisine haram ol­maz. Çünkü kelimeyi burada hakîki mânâsına almak mümkün de­ğildir. [59]

 

60. BİR KELÂMIN İ'MÂLİ MÜMKÜN  DEĞİLSE İHMÂL OLUNUR :

 

Yani bir sözün hakikî ve mecazî bir mânâya hamli mümkün oi~ mazsa, o halde mühmel, yani manasız bırakılır.

Meselâ :

Yukarıdaki (b) maddesindeki misâl, buna da misâldir... [60]

 

61. MÜTECEZZİ OLMAYAN BÎR ŞEYİN BİR KISMINI ZİKRET­MEK TÜMÜNÜ ZİKRETMEK GİBİDİR :

 

Yani parçalanmayan bir şeyin bir kısmını anmak, tümünü anmak gibidir.

Meselâ :

a) (D)  «Ben karımı yarım talakla boşadım» derse talak bölün-I me kabul etmiyeceği için bir talakla boşamış olur.

b) Maktulün velilerinden bir kısmı kaatile kısas yapılmaması­nı isterse bütün velierin isteği gibi kabul edilir.. Çünkü kısas bö­lünmez. [61]

 

62. MUTLAK İTLÂKI ÜZERE CÂRİ OLUK; MEĞER KÎ NASSAN VEYA DELÂLETTEN TAKYİDİ DELİL BULUNA :

 

Yani nassan veya delâleten bir kayıt ile müka^yed olmadığı tak­dirde mutlak itlâkı üzere câri olur.

Mutlak : Cinsinde şayi' olan; şümul ve tayîn olmaksızın birçok hisseleri ihtimal edinen lâfızdır.

Takyid : Herhangi bir sebeble şuyû'dan çıkan lafızdır. Meselâ :

a) (A) kendisine ait tarlayı (B) 'ye hiç bir kayıt koymaksızm icâre verse,  (B) bu tarlayı istediği şekilde kullanabilir; İsterse buğ­day eker, isterse sebze...

b) (A) Kendisine ait ham (B) 'ye ariyet olarak verse ve hiç bir takîyedde bulunmazsa, (B) bu hanı isterse depo olarak, isterse otur­mak için kullanabilir.

Ancak bu hususlarda örf ve âdete uymayan şeyleri yapamaz. Yani örf ve âdete uymayan işi o handa yapamaz.

Delâleten bir takyîd bulursa.

Meselâ : (A), Kurban bayramına takaddüm eden günlerde (B)'-yi, kendisine bir koyun almak üzere vekil etse, her ne kadar buradaki lâfız mutlaksa da delâieten bir kayıt mevcuttur; o da kurban bay­ramının yaklaştığı, bu itibarla (B)'nin koyunu istediği vakit değil de Kurban günlerinden önce satın alıp getirmesi gerekir. [62]                

 

63. HAZIRDAKİ VASIF LAĞV, GÂİBDEKİ VASIF MUTEBER­DİR.                                                                                 

 

Yani alım - satım esnasında, meydanda olan bir malı vasfetmek boştur; bir değer taşımaz. Çünkü görmek, tariften de tavsiften de kuvvetli sayılır. Meydanda gözle .görülmeyen bir malın vasıflarına itibar edilir. Çünkü görüp muayene imkânı mevcut değildir.

Meselâ :

a) (A)  kendisine ait hazır bir kır atı tBÎ'ye, «Bu yağız, atı şu kadar liraya sana sattım» derse, (B) atı gördüğü halde alırsa (AJ'nin «Yağız» diye vasfetmesi boştur, bir mânâ taşımaz ve (B) de satın al­dıktan sonra «Sen yağız dedin, halbuki at kırdır, ben kabul etmem.» diyemez.

b) (A) Bağdaki üzümü görüp beğendikten sonra bağ sahibine bana şu bağın üzümünden şu kadar sat derse, bağ sahibi de, üzüm siyah olduğu halde, şu beyaz üzümden sana şu kadar sattım derse; akit bittikten sonra (A)   «Sen beyaz üzüm dedin, halbuki bana ver­diğin siyah çıktı, bu bakımdan iade edip akdi bozacağım,» diyemez. [63]

 

64. SUAL, CEVAPTA İADE OLUNMUŞ SAYILIR :

 

Yani bir soruda sorulan ne ise, ona verilen cevapta ayni söz tek­rar etmiş sayılır. «Şu atını bana şu kadar liraya sattın mı?» diye sor­sa, at sahibi de «evet» dese, bundan «şa atımı sana şu kadar liraya sattım» mânâsı çıkar; böylece sual cevapta iade olunmuş olur.

Bir iki misâl :

a) (A)  «(B)'nin karısı boştur ve (B) şu eve girecek olursa Kâ-bei Muazzama'ya gitmesi vâcib olur» derse (B)  de «evet» diye tas­dik de bulunursa, suâl cevapta tekrar ettiğinden her iki hususta da (B)  yemin etmiş sayılır.

b) (AVnm karısı (O,    kocasına hitaben «Ben boşum!» derse, (A) da «evet» diye cevap verirse tC) boşanmış olur.. [64]

 

65. SÂKÎTE BİR SÖZ İSNAD EDİLEMEZ.

 

Yani (A) 'nın söylemediği bir sözü «söyledi veya söylemiştir» de-jnilemez. Ancak söz söylenmesi ihtiyaç hissedilen yerde susmak be-jyân sayılır.

Meselâ :

a) (A) pazara çıktığında başka bir yabancının kendisine (yani Ca) 'ya) ait malı satmakla meşgul olduğunu görür ve fakat onu men'-etmez ve susarsa, buradaki susmak yabancıyı vekil tâyin ettiğine de­lâlet etmez.

b) Bunun gibi mürtehin râhinin rehin olarak bırakılan şeyi sat­tığını görür ve susarsa, rehinin hükmü bâtıl olmayacağı gibi, bu bir rıza da sayılmaz.

Yalnız 37 mesele bu kaidenin dışında kalır. Bu meselelerde sü­kût izin mânâsına kullanılmaz. [65]

 

66. BÎR ŞEYİN UMUR-Î BÂTİNEDE DELİLİ, O ŞEYİN YERİNE GEÇER :

 

Yani hakikatına ittilâ güç olan kapalı hususlarda zahirî deliliy­le hükmolunur.

Meselâ :

a) Hatâen (A), karısına «Sen hoşsun» diyecek yerde «Sen boş­sun» derse, karısı boş düşer.   Burada batini bilinmediği için zahirî deliyle hükmedilir. İmam-ı Şafiî buna muhalefet etmiştir.

b) Uykuda olan birinin ağzından  «Sen boşsun!» veya «Karım boştur» şeklinde çıkan söz irâde dışı vuku bulduğu ve kasden söy­lenmediği yani bâtını durumu bilindiği için, zahirî sebebe de burada itibar edilmiyeceğinden bir hüküm ifâde etmez. [66]

 

67. YAZI İLE BEYÂN, SÖZLE BEYÂN GİBİDİR : (MÜKÂTEBE MUHATEBE GİBİDİR.)

 

Meselâ :

a) Borçlu, alacaklının kendi el yazısıyla «falan kimsede bulunan şu kadar alacağımı aldım." Veya «borçlum adı geçen borcunu tamamen kapatmıştır.» yazılı olduğunu iddia eder ve yazılı kâğıdı çıkarıp isbat ederse, iddiası kabul edilir. Çünkü yazı ile beyân sözle beyân gibidir.

b) (A) ölmeden önce hazırladığı vasiyetnamesine «falan ada­ma şu kadar borcum var» diye yazarca bu, sözle beyân yerine geçe­ceğinden muteber sayılır. [67]                                                              

 

68. DİLSİZİN BtlİNEN İŞARETİ, DİL İLE BEYÂN GİBİDİR :

 

Konuşma melekesi yerinde olan veya bir ân için dili tutulan kim­senin işaretine itibar edilmez.                                                       

Dilsizin işareti alım - satım da, icâre ve hibede rehin ve nikâhta, talâk ve ibrada, ikrar ve kısasta muteberdir; hududda değil... Bu hu­suslarda yazı yazma kudreti de olsa yine işaretine itibar edilir. [68]

 

69. TERCÜMANIN SÖZÜ HER HUSUSTA KABUL OLUNUR)

 

Tercüman, bir dili başka bir dile çeviren kimseye denilir. Müter­cimin ibaresi, sahibinin ibaresi gibidir. îmam Ebû Hanîfe ile îmam Ebû Yusuf a göre mütercimin bir kişi olması da yeter. [69]

 

70. HATÂSI ZAHİR OLAN ZANNE İTİBAR YOKTUR :

 

Bir şeyin vukuu zannedilir; sonra da öyle olmadığı tesbit edilir­se, o zanna itibar edilmez. Meselâ : (A), (B) 'ye borçlu olduğunu zan­nederek bir miktar para ona verdikten sonra borçlu olmadığı anla­şılırsa, zanna itibar edilmiyeceğinden verdiği parayı geri alır.

b) Kendisine ait olduğunu zannederek bir koyun kesip yer ve­ya satar, sonra başkasına ait olduğu anlaşılırsa onu ödemesi gerekir. [70]

 

71. DELİLDEN  MEYDANA  GELEN   İHTİMAL  KARSISINDA HÜCCET KALMAZ :

 

Yani delil ve emareden neş'et eden ihtimal muteber tutulur ve buna mukabil hüccet olan şeye itibar edilmez.                           

Meselâ :

a) Ölüm hastalığı içinde iken varislerinden birine şu kar... borçlu olduğunu ikrar eder; fakat diğer vârisler bunu tasdik etmezse, bu ikrar muteber değildir. Çünkü diğer vârislerden mal kaçırma ihtimali daha kuvvetlidir.

b) (C) 70 yaşında olduğunu iddia edip bunu şahitlerle isbat eder ve fakat görünüşü bunun doğru olmadığını gösteriyorsa, iddia­sı ve şahitlerin şehâdeti kabul olunmaz... [71]

 

72. TEVEHHÜME İTİBAR YOKTUR :

 

Tevehhüm, sadece kalbe arız olan hakikatten uzak bir vehimdir.. Şüphe derecesinden bile' zayıftır. O halde mücerred tevehhümle hü­küm sabit olmaz.

Meselâ :

a) Elinde kanlı bıçak ile heyacarilı bir vaziyette bir evden çıkan (A)'dan hemen sonra o eve girilir ve içeride bir adamın bıçakla öl­dürüldüğü görülürse kaatilin (A)  olduğuna hükmedilir; Öldürülen adamın intihar ettiğine itibar edilmez. Çünkü bu olayda intihar bir vehimden, ibaret kalır.

b) (A)  ile (B)'nin evleri arasında fâsü olarak bulunan (A)'ya ait duvarda (A) hava almak için bir insan boyu yüksekliğinde bir de­lik açar; delik de insan boyunu aştığı için oradan (B) 'nin evinin ve­ya avlusunun içini görmek mümkün olmaz, fakat (B) bu vehme ka-püırsa,  (A) bu deliği açmaktan men'edilir mi, hayır, edilmez. [72]

 

73. BURHAN İLE SABİT OLAN ŞEY AYNEN SABİT GİBİDİR :

 

Kesinlik ifâde eden mukaddemelerden meydana gelen veya bey-yine-i âdile ile sabit olan şeye «burhan» denilir. Buna kuvvetli ve ke­sin delil de denilebilir.

Burhan ile sabit olan şey, ilm-i istidlalidir; gerçeğe dayanmakta üm-i zarurîye benzer. Bu itibarla burhan ile sabit olan şey, muayene ve müşâhade ile sabit olan şey gibi kesinlik ifâde eder.

Meselâ :

Dâvâlı olan CA) hâkim huzurunda aleyhinde iddia edilen dâva­yı ikrar edecek olursa, hâkim beyyine araştırmadan davayı hükme bağlar. Çünkü kişinin kendi aleyhindeki iddiayı ikrar etmesi, mua­yene ve müşahede derecesinde sayılır. [73]

 

74. BEYYİNE MÜDDEİ İÇİN YEMİN İNKÂR EDEN ÜZERİNE­DİR :

 

Hazret-i Peygamber (A.S.) : (Beyyine müddeî üzerine, yemin de inkâr eden üzerine düşer, buyurmuştur. Hukukta bu hadis esas ola­rak kabul edilmiştir.

Çünkü Beyyine hilaf-i zahiri isbat için, yemin ise aslı ibka içindir.

Beyyine, müddeanın doğruluğunu, gizli ve kapalı olan şeyin is-bâtmı meydana koyacak kuvvetli delil demektir. Şahadet, ikrar, sened gibi...

Meselâ:

(A), (B) 'den alacak dâva eder, (B) borçlu olduğunu inkâr eder­se, burada borçlu olmamak asıldır ve açıktır. Borçlu olmak ise, arızi olacağından gizli ve kapalıdır, O halde (A)'dan beyyine tâleb edilir. (A)  beyyine getirmezse (B)'ye yemin gerekir.

Hanefüere göre beyyine getirmeyen davacıya yemin verilmez. Şâfiüere göre davacıya iki yerde yemin teklif edilir :

1. Davasını isbata yalnız bir şâhid getirdiğinde...

2. Davasını isbat edemediği için önce dâvâlıya yemin teklif edi­lir; davalı bundan imtina ettiğinde... [74]

 

75. BEYYİNE HUCCET-İ MÜTEADDİYE; İKRAR İSE HÜCCET-İ KASIRADIR :

 

Yani beyyine, herkes hakkında bir hüccet sayılır; sadece onu ika­me eden için değil... İkrar ise sadece mukirre (ikrar eden) için bir hüccettir; başkasına geçişli değildir. Çünkü ikrar, mukirrin şüpheli iddiası üzerine kurulan bir hücettir; başkasına hüccet olamaz. Hem mukirrin başkası üzerine velayeti de yoktur. Beyyineyi hüccet ola­rak kabul eden hâkimin ise umumi velayet hakkı vardır.

Meselâ :

(A), ölmüş olan (Bi'ııin vârisi olduğunu iddia eder; (B)'nin asıl vârislerinden (C) de (A)'nm bu iddiasını kabul edip ikrarda bulu­nursa, (C) 'nin bu ikrarı ancak kendi hakkında muteber sayılır. Ama (A) bu iddiasını beyyine ikame ederek isbat edecek olursa, hüküm bütün vârisler hakkında muteberdir. Çünkü hâkimin velâyet-i âm­me hakkı vardır. [75]

 

76. KİŞİ ÎKRARİYLE İLZAM OLUNUR :

 

İkrar, lügat olarak : Bir şeyi dil veya kalb ile veyahut her iki­siyle isbât etmektir; İnkârın zıddı olmuş oluyor. Şeriat lisanında : Kendi üzerinde bulunan başkasına ait hakkı haber vermektir. Bu ba­kımdan ikrar mukırri ikrar ettiği şeyle ilzam eder... Ama (B) kendi lehinde (A)'nın yapmış olduğu ikrarı reddederse artık (A) ikrariyle ilzam olunmaz.

Meselâ :

a) (A), (B) 'ye 1000 lira borçlu olduğunu ikrar eder, (B) de bu­nu reddetmezse, (A) üzerine 1000 lira borç gerekli olur.

b) (AJ'nın, evinden çalınan bir malı, (B) «Ben çaldım» diye ik­rar ederse, tazmin ve tecziyesi gerekli olur. [76]

 

77. TANAKUZ İLE HÜCCET KALMAZ :

 

Davacı, getirdiği hüccet hilâfına bir ikrar da bulunmuşsa, artık o hüccetin bir değeri kalmaz. Şahitler şehadette bulunduktan sonra, bundan dönecek olurlarsa, şehâdetleri hüccet olmaz.

Meselâ :

a) (B),  (C) de olan alacağımın hepsini aldım» diye ikrarda bu­lunduktan sonra,    (O'de şu kadar daha alacağım   kaldı diye dava ederse, davası dinlenmez..

b) (A),  (B) ye ödünç para verdiğini iddia eder,  (B) de bunu reddeder, bunun üzerine CA) davasını hüccetle isbât ettikten sonra (B) «Ben ona olan borcumu ödemiştim» derse davası dinlenmez. [77]

 

78. ASIL SABİT OLMADIĞI  HALDE  FER'ÎN  SABİT  OLDUĞU VARDIR :

 

Meselâ :

a) Bir kimse «falanın falana şu kadar lira borcu vardır; ben ona kefilim» dese ve aslın inkârı üzerine alacaklı alacağını iddia et­se, mezkûr borcu kefilin vermesi lâzım gelir.

«Asıl sakit oldukta fer dahi sakıt olur» kaidesi muttarid olmak­la beraber; bazen asıl sabit olmadığı halde fer' sabit oluyor; Yukarı­daki misâlde olduğu gibi. [78]

 

79. ŞARTIN SÜBUTU HALİNDE ONA BAĞLI OLAN ŞEYİN DE SÜBÜTU LÂZIM GELİR :

 

Şart ve ceza ile birbirine bağlı olan iki cümlenin taşıdığı manâ arasındaki bağlantı gibi. Buna «Ta'lik» denilir. Yani birinci cümle­nin mazmumunun tki buna «ceza cümlesi» denilir) meydana gelme­si, birinci .cümlenin mazmunun meydana gelmesine bağlıdır.

Meselâ :

a) (A) kendi karısına «eğer falan adamın evine gidersen ben­den boş ol!» derse burada bir şart vardır;    «falanın evine gitmek.» Şartın sübutuyla, ona bağlı olan «kadının boş düşmesi» de sübut bu­lur.

b) (A), «falan kimse şu malımın fuzûlen sana satışını yapmış­sa, ben de icazet veriyorum» derse o takdirde mal o adam tarafından satılmışsa (A)'nm icazeti muteber tutularak hüküm ifâde eder. [79]

 

80. İMKAN NİSBETİNDE ŞARTA RİÂYET OLUNUR :

 

Buradaki şartla 79. maddede geçen şart arasında fark vardır : i 79. maddedeki şart belirtildiği gibi talik mânâsına olup şartla ceza cümleleri arasındaki bağlantıyı ifâde eder. Burada ise, akidlerde ile­ri sürülen bir takım kayıt ve şartlardır.

Meselâ :

a) Vakfedilen bir gayr-ı menkulün gailesinin o semtteki Ca­mie veya medreseye sarfedilmesi şart kılınmışsa, buna mümkün ol­duğu müddetçe riayet olunur.

b) (A),  (B)'den satın alacağı bir malı, 24 saate kadar geri ve­rebilir şartiyle alacak olursa, o takdirde bu müddet içinde CB) malı geri verebilir; (A) da bu şarta riâyet eder. [80]

 

81. VA'DLER, SURET-İ TALİKİ İKTİSAB İLE LÂZIM OLUR :

 

Yani va'd bir şeye talik edilirse, gerekli olur.

Meselâ :

a) (B), (C) 'ye, «Sen bu malı (D) 'ye sat, eğer parasına vermezse ben veririm derse, o malı satın alan (D) de paraya vermezse, vaidde bulunan (B) 'nin malın karşılığı olan parayı ödemesi gerekir.

b) (A), (B)'ye şu işimi yaparsan, (C)'ye olan borcunu ben öde­rim der-,  (B)  de o işi yapacak olursa,  (A)'nın o borcu ödemesi lâ­zımdır.. [81]

 

82. BÎR ŞEYİN NEFÎ, ZAMANI MUKABELESİNDEDİR :

 

Yani bir şeyi telef olduğu takdirde zararı kime ait ise, onun zimmetinde demek olup o, kimsenin bu veçhile kefilliği o şey ile intifaa mukabil olur..

Meselâ ;

Hiyar-i ahb ile reddolunan bir hayvanı, alıcının kullanmış olma­sından dolayı satıcı ücret alamaz. Zira reddetmeden önce telef olsay­dı zararı alıcıya ait olurdu. [82]

 

83. ÜCRET İLE ZAMAN) CEM' OLMAZ :

 

Yani bir şey tazmin edilince, o şeyin kullanılma ücreti alınmaz.

Meselâ :

(A), (B) 'nin atını veya evini gasbedip kullandıktan sonra, (A) '-nın bu malı ondan tazmin edilince, artık kullandığı günlerin ücreti kendisinden alınmaz. [83]

 

84. MAZARRAT MENFAAT KARŞILIĞINDADIR :

 

Yani bir şeyin menfaatine nail olan kimse, o şeyin mazarratına da katlanır.

Meselâ :

a) Müşterek bir arabanın sağladığı menfaat ortaklara ait oldu­ğu gibi arabanın bu tamirine sarfedilen de yine onlara aittir.

b) Müşterek bir mülkün hâsılat ve menfaati ortaklarının his­selerine göre olacağı gibi, onarım ve ıslahı için yapılan masraf da yi­ne onların iştirak hisseleri nisbetine göre olur. [84]

 

85. KÜLFET NİMETE, NİMET DE KÜLFETE GÖREDİR :

 

Bu kaide, yukarıdaki kaideyi açıklar mâhiyettedir..   [85]                

 

86. BİR FİİLİN HÜKMÜ FAİLİNE MUZAF KILINIR; VE MÜCBİR OLMADIKÇA ÂMİRİNE MUZAF KILINMAZ :

 

Çünkü bir şeyi işlemeye dair verilen emir, zorlayıcı ve ilzam edi­ci değildir. Çünkü âmirin verdiği emir, o işin yapılmasını veya fiilin işlenmesini tâlebden ibarettir. Fiilin işlenmesi ise, memurun ihtiyar ve isteğiyle oluyor. O halde, mücbir bir sebeb olmadıkça işlenen fii­lin hükmü failine izafe edilir; âmirine değil...

Ancak birkaç yerde müstesna, yani o yerlerde hüküm âmir iza­fe edilir; me'mure değil.

Meselâ :

1. Âmir Sultan (hükümdar)  olursa,

2. Âmir; Me'murun efendisi, yani me'mur köle olursa,

3. Me'mur sabiy (Çocuk olursa). [86]

 

87. BİZZAT FİİLİ İŞLEYEN FAİL İLE FİİLE SEBEB OLAN (MÜTESEBBİP) BİRLEŞTİĞİNDE, HÜKÜM O FAİLE İZAFE EDİ­LİR.

 

Meselâ : Birinin umuma ait yolda kazmış olduğu kuyuya, baş­kası, birinin hayvanını atıp itlaf etse, o zâmin (mislini veya bedelini ödemekle yükümlü) olur. Kuyuyu kazıyan kimseye tazmin gerekmez. [87]

 

88. ŞER'Î CEVAZ TAZMİNE AYKIRIDIR :

 

Yani bir şeye şer'an (hukuken) cevaz verilmişse, o şey sebebiyle vuku bulacak bir zarar, o şeyin sahibine tazmin edilmez.

Meselâ :

Bir adama kendi mülkünde kazmış olduğu kuyuya birinin hay­vanı düşüp telef olsa, tazmin gerekmez. Çünkü şahsın kendi mülkin­de tasarruf hakkı vardır.. [88]

 

89. BİR FİİLİ BİZZAT İŞLİYEN,   BUNU   KASDEN   YAPMASA BİLE YİNE DE TAZMİN GEREKİR

 

Çünkü o fiile bizzat başlaması, isim, mânâ ve hüküm yönünden illet sayılır. [89]

 

90. MÜTESEBBİP   (BİR FÎÎLE SEBEB OLAN KİMSE)   KASDEN O FİİLİ İŞLEMEDİKÇE KENDİSİNE TAZMİN GEREKMEZ :

 

Meselâ :

Kasden olmaksızın hırsızlığa yol gösteren, adam öldürmeye de­lâlet eden kimseye tazmin gerekmez; ancak muahaza edilir (kına­nır.) Çünkü ara yerde fail-i muhtar mevcuttur. [90]

 

91. HAYVANIN KENDİLİĞİNDEN OLARAK    YAPTIĞI CİNA­YET VE ZARARI HEDERDİR :

 

Yani sahibinin ihmal ve kasdı olmaksızın bir hayvan bulunduğu . mer'ada bir zarar yapacak olursa, o zarar hederdir; hayvanın sahi­binden tazmin edilmez.

 

92. BAŞKASININ MÜLKÜNDE TASARRUFLA EMRETMEK B­TILDIR :

 

Çünkü başkasının mülkünde izni olmadıkça tasarrufa kimsenin hakkı yoktur. [91]

 

93. MEŞRU BÎR SEBEP   OLMAKSIZIN   BAŞKASININ   MALINI ALMAK CAİZ DEĞİLDİR :

 

94. BİR ŞEYDE TEMELLÜK SEBEBİNİN DEĞİŞMESİ, O ŞEYİN DEĞİŞMESİ YERİNE GEÇER :

 

Yani bir şey aslında (mefsülemrde) değişmediği halde temellük sebebi değişince, o şey de değişmiş sayılır :

Meselâ :

Zekât, zengine verilmez. Fakat zekât alan fakir ona sahip olduk­tan sonra onu bir zengine hibe edebilir. [92]

 

95. KİMKİ BİR ŞEYİ VAKTİNDEN EVVEL İSTİCAL EYLER İSE MAHRUMİYETLE MUÂTAB OLUR :

 

Meselâ :

Bir şahıs erken mirasa konmak için murisini öldürecek olursa, irsten mahrum olur; Çünkü mirasa, vaktinden evvel sahip olmak is­temiştir.

Ancak 8 mesele bu kaidenin dışında kalır ki el-Eşbah ve'n-Ne-zair'de belirtilmiştir. [93]

 

96. HER KİMKİ KENDİ TARAFINDAN   TAMAM   OLAN   ŞEYİ NAKZA   SA'YEDERSE  SA'Yİ MERDUTTUR :

 

Yani bir kimse kendi rızâsı ve fiiliyle, tamam, olan hukuki bir muameleyi bozmağa çalışırsa, bu kabul olunmaz[94].

 

97. HAK MUHTEREMDİR VE KORUNMASI VÂCÎBDİR :

 

98. MUBAH İLE HERKES ÎNTİFÂ EDEBİLİR :

 

Meselâ :

Denizlerden, göllerden, ırmaklardan herkes yararlanabilir. [95]

 

99. HERKES KENDİ MÜLKÜNDE  İSTEDİĞİ   GİBİ  TASARRUF EDER :

 

100. ZAHİR   OLAN   SÖZLERİN  TE'VİL  VE   TEFSİRE   İHTİYAÇ YOKTUR :

 

Zahir, söylenince ne kasdeditdiği anlaşılan sözdür. Manâ açık ol­duğundan te'vil ve tefsire ihtiyaç olmaz. [96]

 

101. VEFATLA ZİMMET ZAİL OLUR :

 

Ancak başkasının, vefat eden üzerindeki ve onun da başkası üze­rindeki hakları zimmet olarak kabul edilir. [97]   

 



[1] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/419.

[2] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/419.

[3] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/420.

[4] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/420.

[5] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/420-421.

[6] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/421.

[7] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/421-422.

[8] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/422.

[9] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/422-423.

[10] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/423.

[11] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/423.

[12] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/424.

[13] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/424.

[14] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/425.

[15] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/425.

[16] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/425-426.

[17] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/426.

[18] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/426-427.

[19] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/427.

[20] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/427-428.

[21] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/428.

[22] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/428.

[23] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/429.

[24] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/429.

[25] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/430.

[26] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/430.

[27] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/430-431.

[28] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/431.

[29] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/431.

[30] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/431-432.

[31] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/432.

[32] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/432.

[33] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/432.

[34] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/433.

[35] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/433.

[36] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/433-434.

[37] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/434.

[38] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/434-435.

[39] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/435.

[40] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/435.

[41] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/436.

[42] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/430.

[43] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/436.

[44] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/437.

[45] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/437.

[46] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/437.

[47] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/437-438.

[48] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/438.

[49] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/438.

[50] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/438.

[51] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/438-439.

[52] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/439.

[53] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/439-440.

[54] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/440.

[55] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/440.

[56] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/440.

[57] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/440-441.

[58] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/441.

[59] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/441.

[60] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/441-442.

[61] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/442.

[62] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/442-443.

[63] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/443.

[64] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/443.

[65] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/444.

[66] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/444.

[67] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/444-445.

[68] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/445.

[69] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/445.

[70] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/445.

[71] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/445-446.

[72] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/446.

[73] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/446.

[74] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/447.

[75] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/447-448.

[76] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/448.

[77] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/448.

[78] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/448-449.

[79] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/449.

[80] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/449.

[81] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/449-450.

[82] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/450.

[83] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/450.

[84] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/450.

[85] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/451.

[86] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/451.

[87] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/451.

[88] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/451.

[89] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/451.

[90] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/452.

[91] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/452.

[92] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/452.

[93] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/452-453.

[94] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/453.

[95] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/453.

[96] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/453.

[97] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 4/453.