METİN
Abdesti, hayatta olup abdest alan bir kimseden çıkan ve
temizlenen yere ulaşan her pislik bozar. Çıkan pislik mûtât olsun olmasın,
necâset yollarından gelsin gelmesin hükmen hep birdir.
Temizlenen yere ulaşmaktan maksat; ona temizleme
hükmü lâzım gelmesidir. Sonra pisliğin çıkmasından murâd; necaset yollarında
mücerret görülmesi, başka yerlerde velev zorla olsun aynen akmasıdır. Zira
ulema: «Bir kimse kanı her çıktıkça siler, silmediği takdirde akarsa abdesti
bozulur, böyle olmazsa bozulmaz» demişlerdir. Nitekim gözün, yaranın ve tenasül
âletinin içinden akan kan dışarı çıkmazsa abdest bozulmadığı gibi, gözyaşı ve
ter gibi şeyler de abdesti bozmaz. Ancak devamlı içki içenin teri müstesnâdır.
Musannıfın beyan edeceği vecihle o abdesti bozar. Bu
hususta bizim de söyleyeceklerimiz vardır. Alttan çıkan yel, kurt ve taş gibi
pis olmayan şeyler de abdesti bozar.
İZAH
Bozmak, cisimlerde onları meydana getiren cüzleri
birbirinden ayırmaktır. Cisim olmayan şeylerde ise, maksadı ifade etmesine mâni
olmaktır.
Meselâ abdestten maksat, namazın mubah olmasıdır.
Abdestin bozulması buna mânidir. Abdesti bozan şey
pisliğin çıkmasıdır. Yoksa çıkmak şartıyla pisliğin aynı değildir.
«Şarih her pislik» diyerek sözünü umumileştirmek
istemiştir. Ta ki abdesti bozan şeyler, sâdece mutat pislikler yahut fazla olan
pislik zannedilmesin. Hayatta olup kaydı, ölüden itiraz içindir. Çünkü cenaze
yıkandıktan sonra, bedeninden pislik çıksa tekrar abdest aldırmak icap etmez.
Sadece pisliğin çıktığı yer yıkanır. Zira pisliğin çıkışı onun hakkında hades
olsa, ölüm de hades olmak gerekir. Ölüm hadesten üstündür.
Mûtât olan pislikler; bevil ve kazûrât, mûtat olmayan
pisliklerse kurt ve taş gibi şeylerdir.
Şârih; mûtat olsun olmasın kaydı ile İmam Mâlik'in
muhalefetine işaret etmiştir. Çünkü İmam Mâlik: «Abdesti bozan şey mutat olan
pisliğin çıkmasıdır» demiştir. Nitekim necâset yollarından gelsin gelmesin,
kaydı ile de İmam Şâfii'nin muhalefetine tenbihte bulunmuştur. Şâfiî: «Abdesti
bozan şey necâset yollarından çıkan pisliktir» demiştir. «Temizleme hükmü tâzım
gelmesidir» diyerek izahatta bulunmasının faydası gözün ve yaranın içi ile
yapılacak itirazı defetmektir. Çünkü bunların içini hakikaten yıkamak
mümkündür. Fakat bir hükmü yoktur. Bundan anlaşılıyor ki sözümüz su ile
yıkamanın zarar verdiği yara hakkındadır. Yıkamak zarar etmezse sargısını
sökerek akan pisliği yıkar. Zira temizleme hükmü, yani yıkamanın vücubu, sâkıt
değil, mevcuddur.
Temizlemeden murad; İbni Kemâl'in dediği gibi gusülde
ve abdestte yıkamaya ve meshetmeye şâmildir.
Pisliğin akması hususunda en güzel ifade «en-Nehir»
sahibinin bazı müteehhirinden naklettiği şu sözdür: «Maksat velev zorla olsun
akmaktır». Çünkü boynuzla alınan kan ve emsali de hükmen temizlemesi lâzım olan
şeylerdendir.
Sonra malumun olsun ki hükümden murad, vücubtur.
Nitekim bunu birçok ulema sarahaten ifade etmişlerdir. Buna ilâveten menduptur,
demeye hacet yoktur. Ama «Fethü'l-Kadîr» sahibi bunun hakkında onu da ziyade
etmiştir.
Ben derim ki: «Gayetü'l-Beyan» nâm eserde
bildirildiğine göre, ulemamızın kitaplarında yazılan rivayet şudur:
Burundan akan, burnun deliğine ulaştı mı yumuşağına
inmese dahi abdesti bozar. İmam Züfer buna muhaliftir. Gerçi «Hidâye» sahibi
«Kan burnun yumuşağına inerse abdest bozulur» demişse de o bu sözle bütün
ulemamızın ittifak ettikleri şekli anlatmak istemiştir. Ta ki İmam Züfer de
dahil olsun.
İmam Züfer'e göre kan burnun yumuşağına inmedikçe
abdest bozulmaz. Zira daha evvel zuhur etmemiştir. Bu gösteriyor ki burun
deliğinden murad, katı kısmıdır. Bunu ganimet bil!..
İnsanın pislik yollarında pisliğin akması değil,
görünmesi murad olduğuna göre erkeğin bevli, kamışının içine inse de ucunda bir
şey görünmese abdesti bozulmaz.
Sünnetsizin tenasül kılıfı böyle değildir. Bevil
oraya inerse abdest bozulur. Yıkanmasının vacip olmaması, iç uzuvlar hükmünde
olduğundan değil, güçlükten dolayıdır. Nitekim Kemal b. Hümam da böyle
demiştir.
Pisliğin akmasını izah hususunda ulema ihtilâf
etmişlerdir. «el-Muhit»te İmam Ebu Yûsuf'tan naklen «çıkan şeyin yükselip
yayılmasıdır» denilmiş; İmam Muhammed'den «şişerek yaranın başından büyük olursa
bozacağı» rivayet olunmuştur. Fakat sahih kavle göre bu abdesti bozmaz.
«Fet-hü'l -Kadîr» sahibi bunu naklettikten sonra «et-Dirâye»de İmam Muhammed'in
kavli esahtır denilmiş, fakat Serahsî birinci kavli ihtiyar etmiştir. Evlâ olan
budur demiştir.
Ben derim ki: Bu kavli Kâdıhan v» başkaları da sahih
bulmuşlardır. «el-Bahr» nâm eserde değiştirme vardır: Bu hususta Tahtavî de ona
tâbi olan budur demiştir.
Kanı silmek ne ise üzerine pamuk veya başka bir şey
koyarak emdirmek de odur. Kanın üzerine konan şey ikinci veya üçüncü defalarda
da onu emerek toplanan miktar kendi haline bırakılsa akacak kadar olursa
abdesti bozar. Bu reyle ve zannı galip ile bilinir. Kanın üzerine kül veya
toprak koyar da içine işleyerek görünür, sonra ikinci ve üçüncü defa koyar ve
yine görünürse bunlar toplanarak hesap edilir.
Ulema bunun bir mecliste olanlarının toplanacağını,
ayrı ayrı meclislerde olursa toplanmayacağını söylemişlerdir. Bu
«Tatarhaniyye»de ve «el-Bahr»da zikredilmiştir.
Ben derim ki: Şu halde daima sızıntı yapan, yaradan
çıkan, fakat akma kuvveti olmayıp haline bırakıldığı zaman toplanarak
kuvvetlenen ve yerinden akan pislik bezle her kurutulduğunda veya sarıldığında
beze işlerse bakılır: Eğer bez azar azar o mecliste işleyen miktar haline
bırakılsa, toplanıp akacak gibi ise abdesti bozar. Aksı takdirde bozmaz. Ayrı
ayrı meclislerdeki sızıntı bir araya toplanmaz. Bunda yaralılara büyük
kolaylıklar vardır. Bu faydayı ganimet bil!..
Galiba ulema bunu kusmaya kıyas etmişlerdir. Burada
sebep değişikliği olmadığından alettayin meclis nazar-ı itibara alınmıştır.
«es-Sirâc» sahibi Yenâbi'den naklen şunları söylemiştir: .«Yaranınüzerinden kan
yaranın hududunu geçmezse bazıları bunun temiz olduğunu söylemişlerdir. Hatta
yaralının yanında biri namaz kılar da ona dirhem miktarından fazla kan
bulaşırsa namazı caizdir». Kerhî bu kavli tercih etmiştir. En güzeli de budur.
Birtakımları pis olduğunu söylemişlerdir ki İmam Muhammed'in kavli de budur. Bu
ifadeden anlaşılan şudur:
Bahsedilen kan abdesti bozmaz. Çünkü bulaştıktan
sonra da temiz olarak kalmıştır. Kanda itibara alınacak husus, sahibinin
bedeninde temizleme hükmünü alacak yere akmasıdır. İyi düşün!..
Gözyaşının abdesti bozmaması; bir illetten dolayı
akmadığı zamandır. Nitekim ileride gelecektir.
Musannıf, devamlı içki içenin terini kitabın sonunda
muhtelif meseleler bahsinde anlatacaktır. Şarihin bu hususdaki sözünü Tahtâvî
nakletmiştir.
Hulâsası şudur: Bu kavil zayıftır. Garip bir
tahriçtir. Ona itimat câiz değildir.
Yellenmenin abdesti bozması, aynı necis olduğu için
değil, necaset yerinden kopup geldiği içindir. Çünkü sahih kavle göre ayni
temizdir. Hatta bir kimse ıslak don giyse, yahut arkasından yelleneceği yer
ıslansa, yellendiği takdirde, o ıslak elbise pis olmaz. Umumiyetle ulemanın
kavilleri budur. Gerçi Hulvânî'nin donla namaz kılmadığı nakledilmişse de, bu
onun verâ' ve takvasındandır.
Alttan çıkan şeyler pis olduğu gibi, erkek ve kadının
önlerinden çıkan kurt ve taş da bilittifak abdesti bozar. Nitekim şârih bunları
beyan edecektir. Çünkü Zeylâî'nin tercihine göre bunlara necaset bulaşmıştır.
Yahut «Bedâyi»de bildirildiği vecihle kurt pislikten doğmuştur.
METİN
Pis olmayan yellenme, kurt ve ufak taş gibi bir şeyin
dübürden çıkması abdesti bozar. Bunların yaradan çıkması abdesti bozmadığı gibi
iki necaset yolu birleşmemiş olan kadının fercinden çıkması da bozmaz. Bu
takdirde kadının abdest alması mendup olur. Vâcip olduğunu söyleyenler de
vardır. Bazıları yelin kokusu varsa, abdest vacip olacağını söylemişleridir.
Erkeğin tenasül âletinden çıkan yel abdesti bozmaz.
Çünkü bir seyirmeden ibarettir. Hatta arttan yellense de dübürden gelmediğini
bilse, yine seyirmedir. Abdesti bozmaz,
Musannıfın bunu yelle kayıtlaması kadınla erkeğin
önlerinden çıkan kurt ve taş, bilittifak abdesti bozduğu içindir. Nitekim «Cevhere»
de böyle denilmiştir.
İZAH
İki necâset yolu birleşmiş olan kadına mufdat derler.
Böylesi önünden yellenince abdest alması müstehap olur. İmam Muhammed'den bir
rivayete göre ihtiyaten abdest olması vaciptir. Ebu Hafs bu kavil ile amel
ettiği gibi «Fethü'l-Kadîr» sahibi de onu tercih etmiştir. Çünkü yellenmek
ekseriyetle arttan olur.
Mufdat kadının hükümlerinden biri gebe kalmadıkça
ikinci kocası onu birinciye helâl kılamaz. Zira dürbürden cima edilmiş olması
ihtimali vardır. Bu ise helâl değildir. Ancak tecavüz ve zulüm etmeksizin
arkasından fercine cima edebilir.
Sidik yolu karışan kadınla kocası cinsî münasebette
bulunursa hükmün böyle olmaması gerekir. Çünkü sahih olan kavle göre ferçten
gelen yel ile abdest bozulmaz. Bir de sidik yoluna cimamümkün değildir. Bunu
«el-Bahr» sahibi ifade etmiştir. Kadının önünden çıkan yelin kokusu varsa
bazılarına göre abdest alması cavip olur. Çünkü kokması dübüründen geldiğine
delildir.
İsmail Nablusî'nin ifadesi şöyledir: «Bazıları yelin
sesi duyulur veya kokusu yayılırsa hadestir, aksi takdirde hades olmaz,
demişlerdir».
Seyirmek izdırârî bir harekettir. Hakikatta yellenme
değildir; olsa bile necâset yerinden gelmemiştir, abdesti bozmaz. Yellenmenin
arttan olmadığını bilmek zan ile olur. Bu babda zannı galib kâfidir. «el-Minah»
nâm eserde Hulâsa'dan naklen «Abdesti bozmanın illeti dübürden geldiğini
bilmektir. Şübhelenmekle abdest bozulmaz» deniliyor. Bu söz fıkha ve sahih
hadîse uygundur. Hadîs-i şerifte: «Yellenmenin sesini işitmedikçe yahud
kokusunu duymadıkça abdest bozulmaz» buyurulmuştur. Yelin dübürden geldiği
bununla bilinir.
METİN
Yaradan, kulaktan, burundan veya ağızdan çıkan kurt,
abdesti bozmadığı gibi et parçasının düşmesi de bozmaz. Çünkü bunlar temizdir.
Üzerlerindeki pislik de akmaz.
Bozmanın illeti budur. Muhtar olan kavle göre yarayı
sıkarak çıkarılanla kendi kendine çıkan arasında hüküm itibariyle bir fark
yoktur. İkisi de abdesti bozar. «el-Bezzâziye» sâhibi de bunu böyle izah etmiş
ve; «Çünkü sıkarak çıkarılanda da çıkmak vardır. Binaenaleyh kan aldırmak gibi
olur» demiştir. «el-Fetih»de Kâfî'den naklen «esah olan budur» denilmiş,
Kuhistânî bukavle itimad etmiş, «el-Kınye» ile «Camiu'lFetâvâ»da da en münâsip
kavlin bu olduğu bildirilmiştir. Bu sözün mânâsı; rivâyet yönünden nasslara en uygun,
dirâyet yönünden de tercihe şayan olan budur. O halde fetva buna göre verilir
demektir.
İZAH
Yara sıkılmamış olsa içindeki pislik çıkmayacakken
sıkıldığı zaman çıkması, kendiliğinden çıkmış gibidir. Bu sususta «Hidâye»
sahibi ile «Hidâye» şârihleri «Dürer» ve «el-Müntekâ» sahipleri muhaliftirler.
«el-Bezzâziye» sahibinin sözü bir bir itiraza cevaptır.
İtiraz şudur: Yarayı sıkarak çıkarılan pislik abdesti
bozmaz. Abdesti bozan şey pisliğin çıkmasıdır. Bu ise çıkmak değil,
çıkarmaktır.
Cevap: Çıkarmak da çıkmayı gerektirir. Çıkmak
mevcuttur. Binaenaleyh çıkarmakla kendiliğinden çıkmak arasında fark yoktur.
Ancak «el-İnaye» sahibi: «Çıkarmanın hükmü nassan bildirilmemiştir; velev ki
çıkmayı gerektirsin; binaenaleyh onun sübutu kasdî değildir; itibarı yoktur»
demiştir. «Fethü'l-Kadîr» de bu babda şu izahat vardır:
«Yaradan pisliği çıkarıp çıkarmamanın belli başlı bir
tesiri yoktur. Muteber olan pis bir şeyin çıkmasıdır. Bu çıkarmakla tahakkuk
ettiği gibi kendiliğinden çıkmakla da tahakkuk eder. Ve kan aldırmak gibi olur.
Nasıl olmasın ki sünnet ve kıyastan elimizde bulunan bütün deliller abdestin
bozulmasını pisliğin çıkmasına tâlik etmişlerdir. Bu ise sıkmakla çıkarılanda
da mevcuttur.
Bu izahatı Kemal b. Hümam'ın tilmizi İbni Emîr Hâcc
«el-Hılye» adlı eserinde takdir etmiş; «el-Münye»şârihi ile «Makdisi» de
beğenmişlerdir. «el-Bahr» sahibi ise «İnaye»nin sözünü kabul etmiştir.
«İnaye»de «Fethü'l-Kadîr» sahibinin sözü zayıf bulunmuştur. Sen de
«Fethü'l-Kadîr»in onun sözünü zayıf bulduğuna hükmedebilirsin. Çünkü yukarıda
beyan ettiğimiz vecihle abdesti bozan şey pisliğin çıkması değil, çıkan
pisliktir. Remlî haşiyesinde: «Unutmamalısın ki, İnaye'nin zayıftır demesi;
Şemsü'l-eimme'nin, esah olan budur sözüne karşı dikiş tutturamaz» denilmiştir.
Kuhistanî «Yarayı sıkmakla çıkarılan cerahat abdesti
bozmaz» sözünün fâsid olduğunu bildirmiştir. Çünkü bundan zorla çıkarılan yel
ve kazurat gibi şeylerin de abdesti bozmaması lâzım gelir.
METİN
Kendini zor zabt edecek derecede ağız dolusu safra,
pıhtılaşmış kara kan, yemek veya su kusmak da abdesti bozar. Başdan inen kan
pıhtısı ise abdesti bozmaz. Yemek ile su mideye indikten sonra oraya
yerleşmeseler bile galiz necaset olurlar. Velev ki kusmak emdiği anda bebekten
çıkmış olsun. Sahih olan kavil budur. Çünkü pisliğe karışmıştır. Bunu Halebî
beyan etmiştir. Yemek ve su mideye inmeden yemek borusunda iken kusarsa
bilittifak abdesti bozulmaz. Nitekim yılan veyahut çok kurt kusmak da abdesti
bozmaz. Zira bunlar haddizatında temizdirler. Ve uyuyanın ağız suyuna benzerler.
Uyuyan kimsenin ağız suyu mutlak surette temizdir. Fetvâ bununla verilir.
Ölünün ağız suyu böyle değildir. O necistir. Aynen şarap veya sidik kusmaya
benzer. Velev ki az olunca abdesti bozmasın. Çünkü aslî itibariyle necistir.
Onun pisliği mücaveret itibariyle değildir.
İZAH
«Gayetü'l-Beyan»da bildirildiğine göre safra vücudun
dört unsurundan biridir. Bunlar: kara safra, sarı sofra, kan ve balgamdır.
Pıhtılaşmış kara kan hakikatta kan değildir. Onun için ağız dolusu olması
itibar edilmiştir. Kan olsa azla çoğu arasında fark olmaksızın muhtar kavle
göre abdesti bozar. Pıhtılaşmış kanın abdesti bozmaması ittifakidir. Bu mesele
«el-Münye» şerhinde beyan edilmiştir. «el-Hilye»de ise «Zatire göre ağız dolusu
çok olan miktarı abdesti bozar» denilmiştir Hâsılı kan ya baştan iner, yahud
mideden çıkar. Ya pıhtı olur, yahud akar. Başdan inen kan pıhtı olursa
bilittifak abdesti bozmaz. Akarsa bilittifak abdesti bozar. Mideden çıkan pihtı
ise ağız dolusu olmadıkça bilittifak abdesti bozmaz. Akarsa İmam A'zam'a göre mutlak
surette abdesti bozar. İmam Muhammed'e göre ağız dolusu olmadıkça bozmaz.
«el-Münye» ile şerhinde ve Tatarhaniyye'de böyle denilmiştir.
el-Bahr sahibi, İmam Ebu Yûsuf'u İmam A'zam'la
beraber saymış ve sahih kavil hakkında ihtilaf edildiğini söylemiştir. Bedayî'
sahibi imam Azam'la Ebu Yusuf'un kavlini sahih bulmuş; umumiyetle ulemanın bu
kaville amel ettiklerini söylemiştir. Zeylai de «Muhtar olan kavil budur»
demiştir. «el-Muhît» sahibi ise İmam Muhammed'ın kavlinin sahih olduğunu
söylemektedir. «es-Sirâc»da dahi bu kavil tercih edilmiş ve «el-Veciz» nâm
eserden nakledilmiştir, Malûmun olsun ki Bahr, Nehir ve Zeylal'nin ibârelerinde
îham vardır. Bizim hâsılı diye başlayarak verdiğimiz tafsilâtla maksad
açıklanmıştır.
Ulema necasetler babında mideye inen yemek ve suyun
necaseti galiza olduğunu bildirmişlerse de«el-Müctebâ» sahibi doğrusunun
necaseti hafife olduğunu söylemiştir. «Fethü'l-Kadîr» sahibi «Mesele işkâlden
hâli değildir» diyor. Tamamı «en-Nehir» nâm eserdedir. Şârihin sahih olan kavil
budur, sözünün mukabili midede karar kılmadan kusulan yemek ve suyun abdesti
bozmamasıdır. Çünkü henüz hali değişmediği için temizdir. Ona bulaşan kusmuk da
azdır. Binaenaleyh hades olamaz. Bu kavli «el-Müctebâ» sahibi, İmam Hasan'dan
nakletmiştir. «Fethü'l-Kadîr» sahibi «Bunun muhtar kavil olduğu söylenir»
demiştir. «el-Bahr» adlı eserde de sahih kabul edildiği, «el-Mirâc» ve diğer
kitaplardan naklolunmuştur. Halebî «el-Menyetü'l-Kebîr» şerhinde «Sahih olan
kavil zahir-i rivayeden nakil edilendir ki, necis olmasıdır. Çünkü necâsete
karışmış ve içine pislik işlemiştir. Balgam böyle değildir» demiştir.
Ben derim ki: Her iki kavil sahih kabul edildiğine
göre zahir-i rivayeden ayrılmak olmaz. Onun için şârih bozar diye kat'î hüküm
vermiştir.
Şârih yılanın temiz olduğunu söylemişse de «el-Bahr
ve «en-Nehir» nâm eserlerde onun necis olduğunu söyleyenler bulunduğu
bildirilmektedir. Bu takdirde ağız dolusu kusarsa abdestin bozulması icap eder.
Lâkin sular bahsinde görüleceği vecihle karada yaşayan yılan suda ölürse onu pisler.
İhtimal buradaki yılan akar kanı olmayacak derecede
küçük olana hamledilmiştir. Bu takdirde suyu pislemez, o da kurt gibi temiz
olur. Uyuyan kimsenin ağzından akan su mutlak surette yani başdan insin,
mideden çıksın; sararıp koksun veya kokmasın temizdir. «el-Bahr»'da
«et-Tecnîs»'den naklen fetva bununla verilir denilmiş; bu sözle meselede
muhalifler bulunduğuna işaret edilmiştir. Filhakika Ebu'n-Nasr muhalefet
ederek, «Ağızdan akan su sarı olup kokarsa kusmuk gibidir» kavlini ihtiyar
etmiş; İmam Ebu Yûsuf da necis olduğunu söylemiştir. Bir kimsenin aynen şarap
ve sidik kusması onları içmesiyle tasavvur olunur. Bunlar az kusulduğu zaman
abdesti bozmasalar da esasen necisdirler. Pislikleri mücâveretten yani pislik
yanında bulunmalarından değildir. Yemek gibi şeyler kusmak bunun hilâfınadır.
Çünkü bunlar ağız dolusu çok ise mücaveretten dolayı pis olur ve az kusulursa
abdesti bozmazlar. Kendileri de necis olmazlar.
METİN
Balgam kusmak mutemet kavle göre asla abdesti bozmaz.
Ancak yemekle karışık olursa bozar. Bu takdirde ikisinden hangisi fazla ise ona
itibar olunur. İkisi de müsavi miktarda ise her biri ayrı ayrı itibara alınır.
Akan kan ağızdan olsun. mideden gelsin ve ,keza galibe hükmen tükürükten fazla
olsun yahut ihtiyaten ona müsâvi bulunsun, abdesti bozar. Tükürükten az olan
karışık kan abdesti bozmaz, irin de kan gibidir. Bunların sümükle karışması da
tükürük gibidir. Bir uzvu emerek içi kan dolan sülüğü kusmak abdesti bozar.
Büyük olursa kene dahi sülük gibidir. Çünkü bu takdirde ondan akar kan çıkar.
Sülükle kene böyle olmazlarsa abdesti bozmazlar ve sivrisinekle sinek hükmünü
alırlar. Zira bunlarda akar kan yoktur. «el-Hâniyye» nâm eserde böyle beyan
edilmiştir. «Kuhistânî»de: «Yaranın üzerindeki şişten akan cerahat şiş yeri
geçmedikçe abdesti bozmaz. Sargı ile bağlanır da ıslaklık dışına çıkarsa bozar»
denilmiştir.
İZAH
Balgam kusmak asla abdesti bozmaz, bundan murad;
mideden gelsin, baştan insin bozmak demektir. Ama mideden çıkan balgam İmam Ebu
Yusuf'un kavline göre abdesti bozar. Şarih «mutemed kavle göre» kaydiyle buna
işaret edilmiştir. Fazlaya itibar şöyle olur:
Yemek ayrı olmuş olsa ağzı dolduracak kadar çoksa
balgamla karışık bulunduğu zaman abdesti bozar. Balgam, yemekten fazla ve
yalnız başına ağzı dolduracak miktarda çok ise mesele ihtilâflı olarak kalır.
İkisi müsâvi olup ayrı ayrı itibara alındıklarında her biri ağız dolusu miktarı
ise abdest bilittifak yemekle bozulur. böyle değilseler bilittifak abdest
bozulmaz. Biri diğerine ilâve edilemez. Mecmuunun ağız dolusu olması da itibara
alınmaz.
Metleri şerh eden ulema: «Mideden veya ağızdan gelen
kan tükürükten fazla yahut ona müsavi olursa abdesti bozar» demişlerdir. İbni
Melek dahi: «Mideden gelen kan tükürükten az olursa bilittifak abdesti bozmaz»
demiştir. Fakat Zeylaî'nin sözüne bakılırsa bu kan az dahi olsa abdesti bozar.
«el-Bahr» sahibi: «Bu sözün doğru olmadığı meydandadır Çünkü nakledilen
rivayete aykırıdır. Hem ağızdan çıkan kanla mideden gelen kan tükürükle
karıştıklarında aralarında bir fark düşünülemez» demiştir. Rahmeti «el-Bahr»
sahibinin bu sözünü reddederek: «İbni Melek'in sözü Zeylai'nin sözüne muaraza
edemez. Zira Zeylaî'nin mertebesi büyüktür. Bir de iki kan arasında fark
düşünülemez değil, açıkça düşünülebilir.
Şöyle ki:
Ağızdan çıkan ve tükürükten az olan kan kendi değil,
tükürük kuvvetiyle çıkmıştır, binaenaleyh abdesti bozmaz. Nitekim bazıları
kuvvet kullanarak çıkarılan cerahatın abdesti bozmadığını söylemişlerdir.
Mideden gelen kan ise kendi kendine çıkmıştır.
Zira tükürüğe ancak mideden çıktıktan sonra karışmıştır.
Tükürük mideden gelmez. Onun yeri ağızdır demiştir.
Şu halde şârihlerin mutlak olan sözleri mideden
gelmeyen kana hamledilir. Zeylaî'nin sözü de nakledilen rivayete aykırı düşmez.
Allahu a'lem!..
«el-Bahr» sahibinin beyanına göre kanın tükürükten
fazla veya ona müsavi olmasının alâmeti tükürüğün kırmızı renk alması;
tükürükten az olmasının alâmeti de tükürüğün sarı olmasıdır. Tükürükle kan
müsavi olduklarında ihtiyatan abdestin bozulduğuna hükmolunur. Zira kanın akma
ve akmama ihtimalleri vardır. İhtiyaten akmış kabul edilir. Ama abdestin
bozulduğunda şüphe etmek böyle değildir. Ortada mücerret bir şüpheden başka bir
şey yoktur. Yakinen bilinen bir şey şüphe ile zâil olamaz. Hüküm itibariyle
irin de kan gibidir. Ancak Allâme İsmail Nablusî: «Ben irinin tükürükten fazla
veya noksan olduğuna alâmet gösteren hiçbir kimse bulamadım» demiştir. Sümük,
tükürük hükmündedir. Gerçi İmam Ebu Yusuf'dan tükürüğün necis olduğu
nakledilmişse de bu rivayet zayıftır. Evet «el-Bezzaziye»de İmameyn'e göre
«Burun bezinin üzerinde namaz kılmak mekruhtur» denilmiştir. Fakat bu, tâzimi
ihlâl ettiği içindir. «el-Münye»de bildirildiğine göre bir kimse burnunu atar
da burnundan bir kan parçası düşerse abdesti bozulmaz. Çünkü evvelce görüldüğü
vecihle pıhtılaşmış kan koyulaşıp donduğu için kan olmaktan çıkmıştır.
TENBİH : Gerek buraya kadar geçen gerekse buradaki
izahatımızdan anlaşılıyor ki, yaradan kendi kendine çıkan cerahatla, sıkılarak
çıkarılan arasında fark yoktur. Bundan dağlamakla yapılan tedavinin hükmü de
anlaşılmaktadır. Dağlamakla yapılan tedavide vücuttan kan, irin veya sarı su
çıkar da kendi haline bırakıldığında akmayacak şekilde yani mücerret bir
sızıntı ve nem halinde kalırsa abdesti bozmaz. Velev ki bütün elbiseye
bulaşsın. Akacak şekilde olursa sırf yaranın bağı ıslanmakla abdest bozulur.
Unutma ki yukarıda bir meclisteki sızıntılar toplanır demiştik. Sonra yaradan
çıkan şey halis su da olsa kan gibidir. İmam Hasan'dan bir rivayete göre bu
abdesti bozmaz. Fakat sahih olan birinci kavildir. Nitekim Kâdıhan da böyle
söylemiştir. Ancak ikinci kavilde uyuz ve çiçek hastalıklarına müptelâ olanlar
için kolaylık vardır. Bunu İmam Hulvanî de beyan etmiştir. Zarurette burada bu
kavil ile amel etmekte beis yoktur. Gerçi bazıları: «Dağlanan yerin üzerinde
sargı bulunduğu müddetçe abdest bozulmaz. Velev ki irin ve kanla dolsun;
etrafından akmazsa hüküm budur; yahut sargı çözülür de yaranın içinde
bağlanmamış olsa akacak kuvvette cerahat bulunursa çözüldüğü anda abdest
bozulur; daha önce bozulmaz...» demişlerse de biz bundaki mahzurları
«el-Fevâidü'l-Muhassasa» adlı risalemizde izah ettik.
METİN
Ayrı ayrı kusmuklar bir araya toplanarak bir kusma
gibi hesap edilir. Çünkü sebep birdir. İmam Muhammed'e göre sebep kusacağı
kalkmaktır ki esah olan da budur. Zira kaide; hükümleri sebeplerine izafe
etmektir. Bundan ancak bir mâni bulunursa vazgeçilir. Nitekim «el-Kâfi» nam
eserde izah olunmuştur. Az kusmuk ve haline bırakılırsa akmayacak kan gibi asla
hades olmayan şeyler, İmam Ebu Yusuf'a göre necis de değillerdir. Sahih olan
kavil budur ki yara sahiplerine kolaylık sağlar. İmam Muhammed buna muhaliftir.
«el-Cevhere»de içine pislik bulaşan şey su gibi mayi olursa İmam Muhammed'in
kavli ile fetva verileceği bildirilmiştir.
İZAH
Bir kimse ayrı ayrı kusar da bir araya toplansa ağız
dolusu miktarını bulursa İmam Ebu Yusuf meclisin bir olmasını itibara almıştır.
Bir mecliste kusulanın ağız dolusu olursa ona göre abdest bozulur. Velev ki
gaseyân (yani kusacağa kalkma) işi birkaç defa vukubulsun. İmam Muhammed
sebebin bir olmasını nazarı itibara olmuştur. Sebep gaseyândır.
Meclisin birliğinden murad; bir defa kusacağa kalkıp
kustuktan sonra sükûnet bulmadan ikinci defa kusmaktır. Nefis yatıştıktan sonra
kusarsa meclis değişmiş sayılır. Bu meselenin dört şıkkı vardır: Ya sebep ve
meclis bir olur. Bu takdirde bilittifak abdest bozulur. Yahud ikisi de değişik
olur ve abdest bilittifak bozulmaz. Yahud yalnız sebeb veya yalnız meclis bir
olur. Bu iki surette hilâf vardır.
Sebep bazen vurmak ve mide dolu iken tepetaklak
çevirmek gibi şeyler de olabilir. Burada gaseyândan maksat insanın mizacından
meydana gelen bir şeydir ki, pis koku duymak suretiyle tabiatın değişmesinden
neş'et eder. Şârihin «asla hades olmayan şeyler» sözünden murad; herzamandır.
Binaenaleyh abdestsiz bir kimseden veya özür sahibinden çıkan şeylerle itiraz
varid olamaz. Çünkü bunlarla abdestin bozulmaması bir zamana mahsustur.
İtirazın şekli şudur:
Abdestsiz kimseden çıkan pislik hades değildir ama
necistir. Özür sahibinden çıkan da öyledir. İşte şârih «asla» sözü ile
böyleleri tariften çıkarmıştır. Şöyle de denilebilir: Burada maksat abdestli
kimsenin bedeninden çıkandır. Hatıra gelen budur. Özürlünün bedeninden çıkan
hadestir; lâkin eseri ancak vaktin çıkmasiyle kendini gösterir. Nitekim ulema
bunu açıkça beyan etmişlerdir.
İmam Ebu Yusuf'un kavlini «Hidâye» ve «el-Kâfi»
sahipleri nakletmiş; «el-Vikâye» şerhinde ise: «Bu kavil üç imamımızdan
nakiledilen zahir rivayedir» denilmiştir. Pislik elbise ve beden gibi şeylere
bulaşırsa Ebu Yusuf'un kavli ile fetva verilir.
METİN
Abdestli bir kimsenin kendini tutan kuvvetini
giderecek derecede uyuması hükmen abdestini bozar. Bu uyku oturağı yerden
kesilmekle olur ki, ya bir tarafına ya çantası üzerine yahut kafası veya yüzü
üzerine yatmakla tahakkuk eder. Uyku kuvvetini kesmezse abdesti bozulmaz. Velev
ki namazda veya namaz dışında bunu kasten yapmış olsun. Muhtar kavil budur. Bu
oturarak uyumak gibidir. Velev ki bir şeye dayansın da o şey kaldırılsa düşecek
kadar uyumuş olsun. Mezhep budur. Mutemet kavle göre secdede namaz dışında olsa
bile mesnun şekilde uyumak abdesti bozmaz. Bunu Halebî nakletmiştir.
İZAH
Şârih hakikaten abdesti bozan şeyleri bitirince
hükmen bozanlara geçtiğine tenbihde bulunuyor. Uykunun hükmen abdesti bozması,
hakikatte bozmadığına binaendir. Bazıları bozduğunu söylemişlerdir. «es-Sirâc»
sahibi birinci kavli tercih etmiş; Zeylaî de kat'iyetle ona kail olmuştur.
Hatta «et-Tevşih» sahibi bu kavil üzerine ittifak edildiğini hikâye etmiştir.
Ben derim ki: Daima yellenen kimse hakkında uykunun
aynı, bilittifak abdesti bozmak gerekir.
En iyisi İbn-i Şilbi'nin Fetâvâ'sındaki şu sözüdür:
«Bana daimi surette yelini kaçıran bir adamın uykusunun abdestini bozup
bozmayacağını sordular. Ben de sahih kavle göre uyku haddizatında abdesti
bozmadığına binaen bozmaz diye cevap verdim. Abdesti bozan uyku değil, bedenden
çıkandır Ama bizzat uyku abdesti bozar diyenlere göre abdestinin bozulması
lazım gelir».
Uyku tabii bir gevşekliktir ki, insana elinde
olmayarak gelir ve iç ve dış duygularını sağlam oldukları halde çalışmaktan,
aklını kullanmaktan men eder. Bu suretle kul, hukuku eda etmekten âciz kalır.
«Fethü'l-Kadir» de beyan edildiğine göre muhtar olan kavil namazda uyumanın
kasden bile olsa abdesti bozmamasıdır.
«el-Vehbaniyye» şerhinde: «Zâhir-i rivaye, namazda
ayakta iken, otururken ve secde halinde uykunun hades olmamasıdır. İster uyku
galebe çalsın, ister kasden uyusun», deniliyor. «Cevamiu'l-Fıkıh»da da: «Rükû
ve secde halinde uyku kasdı bile olsa abdesti bozmaz; lâkin namazı bozar»,
denilmiştir. «Mezhep budur» sözünden murad; Ebu Hanife'den nakledilen zahir
mezhebdir. Ulemamızın umumu bununla amel etmişlerdir. Esah olan da odur Tahavî,
Kudûrî ve Hidâye sahibidayandığı şey alınsa düşecek derecede uyuyan kimsenin
abdesti bozulduğuna kail olmuşlardır. Bazı metin sahipleri de bu kavli tercih
etmişlerdir. Bu hüküm oturağın yerden kesilmemesine göredir. Oturak yerden
kesilirse bilittifak abdesti bozulur.
Secdede mesnun şekilde uyumak abdesti bozmayınca
ayakta ve rukû'da evleviyetle bozmaz.
Mesnun şekilden murad; secde halinde karnını
uyluklarından ayırmak, kollarını iki taraftan açmaktır. Tahtavi: «Zahire göre
mesnun şekil erkek hakkında matlubdur: kadın hakkında değildir» diyor. Secde
halinde uyku ihtilâflıdır. Bazıları namazda olsun, namaz dışında olsun abdesti
bozmadığını söylemişlerdir. «el-Tuhfe» nâm eserde bunun sahih olduğu
kaydedilmiş, «el-Hulâsa» da ise zahir mezhep olduğu bildirilmiştir. Bazıları
abdesti bozduğunu söylemişlerdir.
«el-Hâniyye»de bunun «zahir mezhep» olduğu
bildirilmiş, «ez-Zâhire» de ise: «Meşhur olan birinci kavlin zâhir mezhep
olduğudur» denilmiştir. Birtakımları: «Mesnun olmayan şekilde secde ederse
abdesti bozulur, aksi takdirde bozulmaz» demişlerdir. «el-Bedâyı'» sahibi: «Bu,
doğruya daha yakındır; şu kadar var ki biz bu kıyası namaz halinde nassla terk
ettik» diyor. Zeylaî Bedayi'nin sözünü sahih bulmuş ve: «Namazda ise abdesti
bozulmaz; çünkü Peygamber (s.a.v.); ayakta, rüküda veya secde halinde uyuyana
abdest yoktur, buyurmuştur. Namaz dışında ise secde şeklinde olmak şartı ile
sahih kavle göre yine bozulmaz. Secde şeklinde değilse bozulur» demiştir.
«el-Bahr» sahibi kat'î olarak buna kail olduğu gibi Allâme Halebî dahi
«el-Münyetul-Kebîr» adlı eserinde bunu tercih etmiş ve «el-Hulâsa»dan naklen:
«İmameyn'e göre secde-i sehiv ve secde-i tilâvet de namaz secdesi gibidir.
Çünkü hadiste secde lâfzı mutlaktır. Binaenaleyh şer'an secde sayılan yerlerde
bu hadis karşısında kıyas terk edilir. Geri kalan yerlerde kıyasla amel
bakidir. Ve sünnet vecihle değilse abdesti bozar» demiştir. Lâkin
«el-Münyetü's-Sagir» adlı eserinde şârihin kendisine nisbet ettiği kavle iti
mat etmiştir ki, bu kavil namaz secdesinde ve başka yerlerde mesnun şeklin şart
olmasıdır. «el-Muhit» sahibi de bu şartı koşmuş «Sahih olan budur» demiştir.
«Nuru'l-İzah» sahibi dahi bunu tercih etmiştir.
TETİMME: Hasta bir kimse namaz kılarken yatarak
uyusa, bazıları secde halindeki uykuya kıyasen abdestini bozulmayacağını
söylemişlerdir. Sahih kavle göre bozulur. «Fethü'l-Kadir» ve diğer kitaplarda
da bozulur denildiği gibi «es-Sirâc» sahibi: «Biz bununla amel ederiz»
demiştir.
METİN
Makatının üzerine oturarak ayaklarını bir tarafından
yana uzatanın veya makatının üzerine oturup dizlerini diken ve iki kolunu
bacakları üzerinde birbirine kavuşturarak başı dizlerinin üzerinde uyuyan
kimsenin, yüzükoyun kapanana benzeyenin abdesti bozulmaz. Mahmel, eğer ve
semerde uyuyan kimsenin hayvan çıplak olursa aşağı inerken abdesti bozulur.
Aksi halde bozulmaz. Öteye beriye yanlayarak uyuyan kimse yere düşerken
uyanırsa abdesti bozulmaz. Bununla fetva verilir. O kimse yanında
konuşulanların çoğunu anlayarak uyuklayan gibidir. Bunaklık abdesti bozmaz.
Nitekim Peygamberlerin (s.a.v.) uykusu da abdestlerini bozmaz. Acaba bayılıp
akıl baştan gitme halleri abdestlerini bozar mı? «el-Mebsut» sahibinin sözüne
bakılırsa evet bozar.
İZAH
Yüzüstü kapanan kimseye benzeyerek uyumak, «Hidaye»
şerhlerinde bildirildiğine göre ökçeleri üzerine diz çökerek karnını
uyluklarına yapıştırmak suretiyle uyumaktır. «Fethü'l-Kadir» sahibi bu şekil
uykunun abdesti bozmayacağını «ez-Zahire»den de nakletmiş; sonra başka
kitaplardan: « Bir kimse bağdaş kurarak uyusa da başı uyluklarına sarksa
abdesti bozulur» şeklinde rivayette bulunmuştur. «Bu, Zahire'deki ifadeye
muhaliftir» demiştir. «el-Münye» şârihini «ez-Zahire»nin meselesinde abdestin
bozulacağını ihtiyar etmiştir. Çünkü makat yerden kesilmiş; yerleşme
kalmamıştır. Bağdaş kurarak uyuduğu zaman yerleşme daha mümkün olduğu halde
abdest bozulursa burada da sahih olan vecih bozulmaktır. Sonra bu sözü
«el-Kifâye"de Mebsatlardan rivayet edilen şu ifade ile te'yid etmiştir:
«Bir kimse oturarak uyur; kıçını ökçelerinin üzerine
koyarak yüzükoyun kapanana benzerse İmam. Ebu Yusuf o kimseye abdest lâzım
geleceğini söylemiştir». Şarihin ifadesinden eğer ve semer gibi şeyler üzerinde
yokuş tırmanırken ve düz giderken uyumanın abdesti bozmayacağı anlaşılmaktadır.
«el-Münye» sahibi bunu tasrih etmiştir. Aşağı inerken abdesti bozulması oturağı
hayvanın sırtından boşaldığı içindir. Yere düşerken ve kezâ yere düşmeden yahut
düşer düşmez hemen uyanan kimsenin abdesti bozulmaz. Fakat düştükten biraz
sonra uyanırsa abdesti bozulur. Zira yatarak uyumuş sayılır. Fetva buna
göredir. Bazıları: «Uyanmadan makadı yerinden kalkmışsa düşmese bile abdesti
bozulur» demişlerdir. «el-Haniyye»de «Şemsü'l-eimme» Hulvanî'den naklen bunun
zahir mezhep olduğu bildirilmiştir. Nuru'l-İzah sahibi de bu kavli tercih
etmiştir. «el-Münye» şerhinde: «Birinci kavil daha güzeldir. Zira makat
yerinden oynadıktan sonra aniden uyandığı için gevşeme tamam olmamıştır»
deniliyor.
Bir yere yerleşmeden uyuklamak abdesti bozmaz.
Şarihin «anlayarak uyuklayan» sözünü «el-Bahr» sahibi, «Hidâye» şerhlerine
nisbet ederek nakletmiş: «Zeylaî» ve «Tatarhâniyye» gibi eserlerde ise
«işiterek uyuklayan» denilmiştir. «el-Hâniyye» sahibi: «Uyuklamak abdesti
bozmaz. O hafif bir uykudur. Uyuklayan insana yanında konuşulanlar şüpheli
kalmaz» demiştir. Rahmetî: «İnsan kendine güvenmemelidir. Zira çok defa uykuya
dalar da dalmadım zanneder» diyor. «el-Bahr»da: «Bunaklık bir âfettir. Aklın
bozulmasını icap eder. Öyleki sözü karışık. tedbiri fâsid olur. Ancak döğülüp
söğülmez» denilmiştir. el-Bahr sahibi bunaklığın hükmü babında usul-i fıkıh
ulemasının sözlerini naklettikten sonra: «Bütün ulemanın sözlerinden anlaşılan
mâna, bunak kimsenin ibadetleri eda etmesinin sahih olduğuna ittifak
etmeleridir. Bunağı ibadetlerle mükellef sayanlara göre mesele meydandadır. Onu
akıllı sabî hükmünde tutanlara göre de öyledir. Ulema sabînin yaptığı
ibadetlerin sahih olduğunu söylemişlerdir. Bundan anlaşılır ki, bunaklık
abdesti bozmaz» demiştir.
Peygamberlerin uykusuna gelince: «el-Kinye»de
sarahaten beyan edilmiştir ki uykunun abdesti bozmaması Peygamber (s.a.v.) in
hususiyetlerindendir. Onun için «Buhari» ile «Müslim»in rivayet ettikleri bir
hadîste: «Peygamber (s.a.v.) uyudu hatta horladı. Sonra namaza kalktı; abdest
almadı» denilmiştir. Zira başka bir hadîste: «Şüphesiz benim gözlerim uyur. ama
kalbim uyumaz»buyurulmuştur. Buna karşı sahih eserlerde rivâyet edilen:
«Peygamber (s.a.v.) gerdek gecesi ta güneş doğuncaya kadar uyudu» hadîsi müşkül
sayılamaz. Çünkü kalp uyanıktır. Bedene ait vukuatı his ve idrak eder. Ama
güneşin veya fecrin doğması bedene ait şeyler olmadığı gibi kalbin anlayacağı
şeylerden de değildir. Güneşin doğması ancak gözle bilinir. O da uyumuştur.
Hadîs ulemasiyle fukahanın kitaplarında meşhur olan budur.
Kadı lyâz «Şifa» namındaki eserinde başka ceyaplar da
vermiştir ki, bazıları şunlardır: Resûlüllah (s.a.v.)'in gözlerinin uyuyup
kalbinin uyumaması umumiyetle halinin bu olduğunu haber vermektir. (Yoksa dalarak
uyuduğu hiç yoktur mânâsına değildir). Yahut «O abdesti bozacak derecede derin
uyumaz» manâsınadır.
«el-Mebsut» ve diğer kitaplarda beyan olunduğuna göre
peygamberlerin bayılıp akılları başlarından gitmeleri de abdestlerini bozmaz.
Bu hususta ulemadan bir zat şöyle demiştir: «Peygamberlerin uykularıyla
abdestlerinin bozulmasının illeti kalplerini ondan korumaktır, bu illet bayılma
hallerinde de mevcuttur». Subkî onların bayılmalarının başkalarına
benzemediğine tenbih etmiştir. Onların bayılması zahiri duygularına ağrı sızı
galebe çalmaktan ibarettir. Yoksa kalplerine bir şey olmaz. Onların gözleri
uyuduğu, kalpleri uyumadığı hadîs-i şerifle bildirilmiştir. Kalpleri,
bayılmaktan daha hafif olan uykudan korunmuş olursa bayılmaktan korunmaları
evleviyette kalır. Kuhistanî'de: «Peygamberler hakkında abdest bozulması
yoktur» denilmiştir. Bunun muktezası bütün abdest bozan şeylere âmm ve şâmil
olmasıdır. Lâkin Tahtavî'nin «Şifâ» şerhinden nakline göre abdesti bozan şeyler
hususunda Peygamber (s.a.v.)'in de ümmeti gibi olduğuna icmâ-i ümmet vardır.
Bundan yalnız uykunun istisnâ edildiği sahihdir.
«en-Nehir» nam eserde bildirildiğine göre bayılmak.
kalpte veya dimağda meydana gelen bir âfet olup idrak ve hareket kuvvetlerini
vazife görmekten alıkoyar. Akıl mağlup olarak yerinde kalır.
METİN
Bayılmak, delirmek ve sarhoşluk abdesti bozar. Guş
(aklın baştan gitmesi) bayılmaktan ma'duddur. Sarhoşluk; yamula yamula
yürümektir. Velev ki ot yiyerek sarhoş olsun. Baliğ ve uyanık bir kimsenin
velev hükmen olsun müstakil küçük abdest veya teyemmümle kıldığı tam namazında
kahkaha ile gülmesi abdesti bozar. Kahkaha yanındakilerin işiteceği kadar
gülmektir. İster baliğ kimse kadın olsun ve ister kahkaha sehven olsun.
Binaenaleyh kahkaha ile sabinin ve uyuyan kimsenin abdesti bozulmaz. Yalnız
namazları bozulur. Bununla fetva verilir. Küçük abdestin müstakil olması şart
kılındığına göre gusül ederken alınan küçük abdest bozulmaz. Lakin
«el-Hâniyye», «el-Fetih» ve «en-Nehir» sahipleri bir ceza olmak üzere
abdestinin bozulduğuna tercih etmişlerdir.
Müteehhirinin cumhuru da bununla amel etmişlerdir.
Nitekim «ez-Zehâirûl-Eşrifiyye» nam kitapta böyle denilmiştir. Kahkaha selâm
verirken kasten yapılmış bile olsa abdesti bozar. Namazı bozmaz İmam Züfer buna
muhaliftir. Onun sözü «Şürunbülaliyye»de yazılıdır. İmam kasten kahkaha ile
güler yahud abdestini bozar da sonra cemaat veya mesbuk olan da kahkaha ile
gülerse cemaatınabdesti bozulmaz. İmam kasten konuştuktan sonra gülerse esah
kavle göre hüküm böyle değildir.
İmtihan meselelerinden bir mesele: Namazını imamdan
sonra tamamlayan bir kimse meshetmeyi unutarak namaza kalkmazdan önce kahkaha
ile gülse abdesti bozulur. Namaza kalktıktan sonra gülse bozulmaz. Çünkü bu
namaz şuru' ile batıl olur (Kahkahayı namaz dışında atmış olur).
İZAH
Guş, kalp açlıktan veya başka bir sebeple zayıfladığı
için his ve hareket kuvvetlerinin durmasıdır. «el-Vehbâniyye» şerhinde bu
kelimenin gaş ve gışiyy de okunabileceği, bunun bir nevi baygınlıktan ibaret
olduğu bildirilmiştir. Bu izah Kamus'un tahdidine ve kelâm ulemasının tarifine
uygun ise de «en-Nehir» sahibi: «Şu kadar var ki fukaha, doktorlar gibi
aralarında fark görürler» demiştir. Fark şöyledir:
His ve hareket kuvvetlerinin durması kalbin
zayıflığından ve ruhun onun içine tıkılıp nefes alamamasından ileri gelirse bu
gaşidir. Dimağın içerisi balgam dolduğu için ise bayılmakdır. Sonra bayılmakta
ihtiyarın elinden gitmesi uyku halinden daha fazla olduğu için baygınlık her
haliyle abdesti bozar. Uyku böyle değildir.
Delilik: Aklın hiç kalmamasıdır. Bayılmak ise aklın
mağlûp olmasıdır. Mısannıfın bunları mutlak zikretmesi her ikisinin az miktarı
abdesti bozduğuna delalet eder. Zira delilik yatarak uyumaktan daha
kuvvetlidir.
Sarhoşluk: İnsana, dimağının şarap ve emsali
şeylerden meydana gelen buharlardan dolması ile ârız olan bir haldir. Bu halde
akıl iyi ile kötü şeylerin arasını ayırmaktan âciz kalır. «en-Nehir» sahibinin
beyanına göre sarhoşluğun burada ve iman ile hudud bahislerindeki tarifi
hususunda ihtilâf vardır. İmam A'zam: «Sarhoşluk aklı gideren bir sevinçtir.
Onunla insan yerle göğü birbirinden ayıramadığı gibi, uzunluğu da genişlikten
ayırt edemez. Sarhoş, içmekten men edilmek için kendisine hitap gelmiştir»
demiş: İmameyn ise: «Sarhoş, sevinç kendisine galebe çalarak ekseri sözlerinde
hezeyan savuran kimsedir» diye tarif etmişlerdir. Şüphesiz bu dereceye
vardıktan sonra onun şuuruna bozukluk ârız olur. Ekseri diye kayıtlanması
sözünün yarısı doğru olsa sarhoş sayılmayacağını ifade eder. Ulema, İmameyn'in
kavlini üç babda tercih etmişlerdir.
«Fethü'l-Kadir» sahibi hudud bahsinde: «Ekseri ulema
İmameyn'in kavli üzeredir. Bu kavli fetva için ihtiyar etmişlerdir» diyor.
«el-Müctebâ» nam eserde: «Sahih olan İmameyn'in kavlidir» denilmektedir. Yani
sarhoşluğun haddinde yerle göğü ayıramama derecesine varmak şart değildir.
Sarhoş, ot yiyerek sarhoş olursa onu bu işten men etmek için ulema. talâkının
vukuuna hükmetmişdir.
Mesele: Sar'alı bir kimse ayıldığı zaman abdest
alması gerekir. Kahkaha bazılarına göre hades, bazılarına göre hades değildir.
Ondan dolayı abdest vacip olması ceza ve men içindir. Bu hilâfın faydası
Mushaf'a el sürmekte kendini gösterir.
Birinci kavle göre câiz değil, ikinciye göre câizdir.
«en-Nehir» sahibi «Kur'an yazmakta dahî zahirolur...», demiştir. Bu abdestle
tavafın helâl olması hususunda tereddüt vardır. Tavafı namaza katmak bunun câiz
olmadığını gösterir. İyi düşün!..
«el-Bahr» sahibi ikinci kavli tercih etmiştir. Buna
sebep kıyasa uygun olmasıdır. Zira kahkaha bedenden çıkan bir necaset değil,
söz gibi o da bir sesdir. Bir sebep de bu babda rivayet edilen hadîslere
uymasıdır. Bu hadîslerde yalnız namazın ve abdestin tazelenmesi emri vardır.
Bundan kahkahanın hades olması lâzım gelmez. Kahkaha lügatta kah kah demektir.
Istılahda kendisi ve yanındakiler işitecek kadar gülmektir. Dişlerinin görünüp
görünmemesi fark etmez. «el-Münye» nam kitapta şöyle deniliyor:
«Kahkahanın sınırı hakkında bazıları kaf ve ha yı
çıkararak kendisi işitmek ve yanındakilere işittirmektir» demişlerdir.
Birtakımları, kahkaha gülerken ön dişleri görünmek ve kıraatına mani olmaktır,
mütalâasını ileri sürmüşlerdir. Lâkin «el-Hılye» sahibi: «Gülerken kaf ve ha yı
çıkarmanın şart olduğunu söyleyen bir kimseye rastlamadım; bilâkis, ulemadan
«el-Muhit», «el-Hidâye» ve «el-Kâfi» sahipleri gibi birçoklarının kabul
ettikleri hudud, gülen kimsenin kendisiyle yanındakilerin işitmesidir. Zahirine
bakılırsa kahkaha kelimesini sesi olan her gülüşe ıtlak etmek suretiyle mecaza
gidilmiştir. Velev ki kaf ha çıkmasın» demiştir.
Musannıf kahkaha kelimesiyle dıhk ve gülümsemeden
ihtiraz etmiştir. Dıhk lügatta kahkahadan daha şümullüdür.
Istılahda ise yalnız kendi işitecek kadar gülmektir.
Bununla abdest bozulmaz, yalnız namaz bâtıl olur.
Gülümsemede ses yoktur. yalnız dişleri görünür.
Binaenaleyh onunla abdest ve namaz bozulmaz. Meselenin tamamı «el-Bahr» dadır.
Dıhk'ı yalnız kendi işitecek kadar gülmektir, diye tarif etmek kahkahanın bütün
o meclisde olanlar tarafından işitilmesini iktiza eder, çünkü yalnız sağında ve
solundakiler değil, o meclisde bulunanların hepsi onun yanındadır. Ben cevazı
bir miktarla tayin eden kimse görmedim. Yanılarak olsun, unutarak olsun kahkaha
abdesti bozar. «el-Mi'rac»da bunlar hakkında iki rivayet zikredilmiştir.
«el-Bahr» sahibi abdesti bozduklarını bildiren rivayeti tercih etmiş; Zeylaî unutarak
gülme meselesinde kat'î olarak bu rivâyetle amel edileceğini söylemiş
yanılmadan söz etmemiştir. Kahkaha ile gülmekten abdestin bozulması yukarıda da
arz ettiğimiz vecihle bir zecir ve ceza olduğu için sabi ile uyuyana
verilmemiştir. Yani onların abdesti kahkaha ile bozulmaz. Çünkü cezaya ehil
değillerdir. Ama kahkahanın konuşma olduğunu ulema sarahaten beyan etmişlerdir.
Binaenaleyh namazları fâsid olur.
Bir kimsenin namazda abdesti bozulur da o namaza
ekleme yapmak ister ve abdest almaktan dönerken kahkaha ile gülerse abdesti
bozulur. Bu husustaki iki rivâyetten biri budur. Zeylaî katiyetle buna kâil
olmuştur. «el-Bahr» sahibi: «Bunun daha ihtiyat olduğu söylenir. Namazının
bozulduğunda söz yoktur» demiştir. Musannıf «müstakil küçük abdest» diyerek
küçük abdestin mefhumundan anlaşılan mânâyı açıklamıştır. Zira anlaşılıyor ki
büyük abdestle yani gusül ile namaz kılsa onun içindeki küçük abdest bozulmaz.
Şu halde daha kısa olmak için müstakil kelimesini atmalı idi. Ancak şöyle
denilebilir:
Küçük abdestle gusülden ihtiraz etmiştir. Guslü
tekrar alması lazım gelmez. Müstakil kaydı ile de guslün zımnındaki abdestten
ihtiraz etmiştir. İyi düşün!..
Kahkaha ile gülen kimsenin guslünün zımnındaki küçük
abdestinin bozulması buna kâil olanlarca bir cezadır. Çünkü Rabbi Teâlâ ile
münâcâat halinde iken terbiyesizlik ederek gülmüştür. Tam namazdan murad;
rükû'lu sücudlu yahud özürden dolayı onun yerini tutan imalı namazdır. Hayvan
üzerinde namaz kılan dahi nafile ve farz namazda ima yapar. Bu caizdir.
Binaenaleyh cenaze namazında ve namaz dışında secde-i tilavet esnasında kahkaha
abdesti bozmaz. Fakat namazla secde bozulur. İmam A'zam'a göre şehir veya köy
içinde hayvan üzerinde ima ile nafile kılanın abdesti de kahkaha ile bozulmaz.
Çünkü bu namaz câiz değildir. Ebu Yusuf'a göre namaz câizdir, abdest de
bozulur. Selâm verirken kahkahadan maksat, selâmdan önce, teşehhütten sonradır.
Secde-i sehiv halinde gülmesi de böyledir. Şârihin «kahkaha kasden yapılmış
bile olsa abdesti bozar» sözü «Dürer» sahibine reddiyedir. «Dürer» sahibi
«Meğer ki kasden gülmüş ola...» diyerek kasdî kahkahanın abdesti bozmadığını
söylemiştir. Bu mesele «namazda abdestin bozulması» babında sarahaten
görülecektir. Selâmdan önceki kahkaha abdesti bozarsa da namazı bozmaz; çünkü
namazın farzlarından bir şey kalmamıştır. Selamı terk etmek namazın sıhhatine
dokunmaz. İmam Züfer buna muhaliftir Ona göre hem namaz, hem abdest bâtıl
olmaz.
Bir kimsenin imamı teşehhüt miktarı oturduktan sonra
kasden kahkaha ile güler de sonra cemaat gülerse cemaatin abdesti bozulmaz. Ama
imamından evvel veya onunla birlikte gülerse abdesti bozulur, namazı bozulmaz.
Çünkü kahkahası, imamı gülerek namazı bozulduktan sonra olmuştur. İmameyn
mesbûk hakkında buna muhalefet etmiş. namazının bozulmadığını söyleyerek «o kimse
yetişemediği rek'atı kaza etmeye kalkar» demişlerdir.
Lâhıkın namazının fâsid olup olmaması hakkında İmam
A'zam'dan iki rivayet vardır.
Cemâatin kahkahası imam kasden konuştuktan veya
kasden selâm verdikten sonra ise bu iki şey namazı bozmaz ama onu yanda keser.
Zira namazın şartı olan taharet elden gitmiş değildir. İmamın konuşması veya
selâm vermesiyle cemaatin namazından hiçbir şey fâsid olmaz. Binaenaleyh
gülünce yalnız abdesti bozulur. Ama imam kasden abdestini bozar veya kasden
kahkaha ile gülerse bunların ikisi de tahareti elden giderir, şu halde cemaatin
de bunlara tesadüf eden namaz cüzleri fâsid olur. Cemaatin kahkahası namazdan
çıktıktan sonraya rastladığı için abdesti bozulmaz.
Şârihin «esah kavle göre hüküm böyle değildir»
sözünün mukabili «el-Hulâsa» sahibinin «İmam konuştuktan yahut selâm verdikten
sonra cemaat kasden kahkaha ile gülerse sahih kavle göre abdesti bozulmaz»
şeklindeki beyanıdır. «Fethü'l-Kadir» sahibi: «Cemaat olan kimse imam
konuştuktan sonra kasten kahkaha otarsa namazı bozulur. Esah kavle göre imamın
selâm vermesi de böyledir. Mesele «el-HuIâsa»da beyan edilenin hilâfınadır»
demiştir.
Ben derim ki: «Fethü'l-Kadîr» sahibinin sözünü
«el-Hâniyye» sahibi de sahih bulmuştur.
İmtihan meselesinden murad; talebenin zihnini denemektir.
İmam selâm verdikten sonra namazını tamamlamaya kalkar bir kimse mestinin
üzerine veya başına yahud sargıya meshetmeyi, keza biruzvu yıkamayı unutsa da
kahkaha ile gülse abdesti bozulur. zira hükmen namazdadır. Zeylaî'nin kat'i
olarak kabul ettiği rivâyet budur. Yani namazını imamdan sonra tamamlayan bir
kimse abdest tazelemekten gelirken kahkaha ile gülse abdesti bozulur. Namaza
başladıktan sonra gülerse bozulmaz. Çünkü bu namaz şuru' yani başlamakla bâtıl
olur. Kahkaha ile gülmesi namaz dışında sayılır. Abdesti bozulmaz. İmtihan
suali şöyle sorulur: Hangi kahkahadır ki, namaza hakikaten başlamazdan önce
abdesti bozar da boşladıktan sonra bozmaz?
METİN
Mübaşeret-i fahişe yani iki tarafın tenasül
uzuvlarını birbirine yapıştırması her iki tarafın da abdestini hükmen bozar. Bu
(erkekle kadın arasında olduğu gibi) ferclerini birbirlerine değdirmek
suretiyle iki kadın ve âletleri kalkmış iki erkek arasında da olabilir. Mutemed
kavle göre ıslaklık görülmese bile bu şekil sarmaşma hem erkeğin hem kadının abdestini
bozar:
İZAH
Fâhişe kötü mânâsına gelirse de burada ondan murad
açıklıktır. Çünkü bazen karıkoca arasında olur. Yahut yabancı bir kadınla
olursa çirkin ve kötü mânâsına veya ekseriyetle görüldüğü hale göre bu isim
verilmiştir. Zira ekseriyetle mubaşeret, fahişe iki kadın, iki erkek ve bir
erkekle bir oğlan arasında vukubulur. Mubaşeret fâhişede tenasül uzuvları arada
perde gibi bir mani olmaksızın önden veya arkadan çıplak olarak birbirine temas
ederler. Nakledilen zahir rivayete göre mâni'siz olması şart değildir.
«el-Yenabi'» nâm eserde İmam Hasan'dan temasın şart olduğu rivâyet olunmuştur.
Bu rivayet daha muvafıktır. İsbicâbi onu salih bulmuştur. Zeylai de zahir
olduğunu söylemiştir. Bundan maksat rivayet yönünden değil, dirayet yönünden
münasip olmasıdır. Temas eden tenasül uzuvlarının şehvet sahibi kimselere aid
olması şarttır.
Çünkü şârihin gusül bahsinde anlatacağı vecihle
şehvete mahal olmayan küçük kıza cimâ etmekle gusül vacip olmadığı gibi abdest
de bozulmaz. Tenasül âletinin kalkması erkeğin abdestinin bozulması için bahis
mevzuudur. Kadının abdesti için böyle bir şey şart değildir. Kemal b. Hümâm,
mübâşeret-i fâhişeyi izah ederken şarmaşmayı da ilâve etmiş: «el-Burhan» sahibi
de ona tâbî olmuş ve şunları söylemiştir:
«Sarmaşmak, iki taraf soyunarak tenasül âletleri
birbirine temas etmek şartı ile birbirine sarılmaktır». Mubâşeret-i fâhişede
iki tarafın da abdesti bozulur.
«el-Hılye» sahibi: «Ben kadının abdestinin
bozulduğunu Münye'den başka hiçbir yerde görmedim. düşün!» demişse de bu sözü
«el-Bahr» ve «en-Nehir» sahipleri reddetmişlerdir. Mubaşeret-i fâhişede
ıslaklık olmasa da mutemed kavle göre abdest bozulur. Bu kavil İmameyn'indir.
Zira mubaşeret ekseriyetle meni çıkmasından hâlî değildir, ihtiyat gereken
yerde bu ekseriyet muhakkak vukubulmuş hükmündedir. Sebebi zahir, içyüzü
bilinmeyen şey yerini tutar. İmam Muhammed «Bir şey çıkmadıkça abdest bozulmaz»
demiştir. «el-Haik» sahibi bu sözü sahih kabul etmiş; «el-Bahr» ve «en-Nehir»
sahipleri ise reddederek «el-Hılye»nin naklettiği «Sahih olan İmam»A'zam'la Ebu
Yusuf'un kavlidir» rivayetiyle amel etmişlerdir. Metinlerde zikredilen de bu
kavildir.
Ben derim ki: Lâkin «el-Hilye» sahibi, şeyhinin
kavillerini naklettikten ve sahih kabul edildiklerini beyandan sonra «şeyhinin
kavillerini ifade eden sem'î bir delil bulunmadıkça İmam Muhammed'in kavli daha
güzeldir, denilebilir» demiştir. İsmail Nablusî'nin şerhinde ekseri kitapların
sahih ve müftabih kavil İmam Muhammed'in kavli olduğunu yazdıkları, «Hidâye»
sahibinin bunu abdesti bozan şeyler arasında zikretmemesinin İmam Muhammed'în
kavlini tercih ettiğine delil olduğu bildirilmektedir.
METİN
Zekere dokunmak abdesti bozmaz ama elini yıkaması
mendup olur. Kadına ve tüysüz delikanlıya dokunmak da abdesti bozmaz. Lâkin
hilâftan çıkmak için mendupdur. Kendi mezhebinin mekruhunu işlemiş olması lâzım
gelmemek şartıyle bilhassa imamın hilâftan çıkması daha da menduptur. Nitekim
kulağından, gözü ve memesi gibi benzerlerinden ağırmaksızın irin, sarı su,
göbek ve göz suyu gibi şeyler çıksa abdesti bozulmaz. Ağrıtıp sızlatarak
çıkarsa bozulur. Zira ağrı yara olduğuna delildir. Binaenaleyh gözlerinde ağrı
ve zayıflık bulunan kimsenin gözyaşı abdestini bozar. Akması devam ederse özür
sahibi olur. Bunu «Müctebâ» nâm eser sahibi beyan etmiştir. İnsanlar bundan
gafildir.
Erkek su yoluna pamuk tıkarsa görünen taraf ıslandığı
takdirde abdesti bozulur. İç kısmı ıslanırsa bozulmaz. Bu pamuğun dışarıda
kaldığına yani zekerin başından yüksek veya ona muvazî olduğuna göredir. Ondan
daha alçak olursa bozulmaz. Dübür ve fercin iç kısmı da böyledir. Pamuk düşerse
yaş olduğu takdirde abdest bozulur; aksi takdirde bozulmaz. Parmağını dübürüne
sokar da görünmez olunca batırmazsa hüküm yine budur. Batırırsa yahut
taharetlenirken sokarsa abdesti ve orucu bozulur.
İZAH
Zekerine dokunan kimsenin elini yıkaması mendup olur.
Delili; «Her kim zekerine dokunursa abdest alsın!» hadîsidir... Buradaki
abdestten murad ellerini yıkamaktır. Ulema iki hadisin arasını böyle
bulmuşlardır. Zira diğer bir hadîste Peygamber (s.a.v.), abdestli bir kimsenin
zekerine dokunması abdesti bozar mı diye sorulunca: «O, senin bir parçan
olmaktan başka bir şey midir?» buyurmuştur. Bir rivayette, bir kimsenin namazda
zekerine dokunması sorulmuştur. Bu hadîsi Tahavî ve İbni Mâce'den maâda bütün
Sünen sahipleri rivâyet etmiş, İbni Hıbbân onun sahih olduğunu söylemiş;
Tirmizî: «Bu hadîs bu babda rivayet edilen en güzel ve en sahih hadîstir»
demiştir. Buna Tahavî'nin Mus'ab b. Sa'd'dan rivâyet ettiği şu haber de
şâhittir:
«Übey'den Mushaf'ı okuyordum. Bir ara kaşındım da
zekerime dokundum. Übey: «Zekerine dokundun mu?» diye sordu, «evet» dedim,
«Öyle ise kalk elini yıka!» dedi.» «Abdest ateşte pişen şeyden lâzım gelir»
hadîsindeki abdest dahi el yıkamakla tefsir edilmiştir. Meselenin tamamı
«el-Hılye» ve «el-Bahr» nâm eserlerdedir.
Ben derim ki: Bunun ifade ettiği mânâ mutlak surette
eli yıkamanın müstehap olmasıdır. Nitekim «el-Mebsut»ta mutlak olarak
zikredilmesinden de bu anlaşılıyor. Ama el-Bahr sahibi Bedâyı'ninibaresinden
elin taşla taharetlenildiği zaman yıkanacağı mânâsını çıkarmıştır. Nitekim bunu
«en-Nehir» sahibi de izah etmiş ve «Ancak mendubun dereceleri muhalifin
delilinin kuvvet ve zaafına göre değişir» demiştir.
Acaba burada kendi mezhebinin mekruhundan murad
nedir? Kerâhetin tenzihiye nev'ine de şâmil midir? Bu hususta Tahtavî çekimser
kalmıştır. Zâhire bakılırsa, evet şâmildir. Meselâ sabah namazında tağlis
böyledir. Tağlis alaca karanlıkta kalmaktır. Bu, Şafiî'ye göre sünnettir.
Halbuki bize göre efdal olan aydınlığa bırakmaktır. Binaenaleyh hilâfa riayet
bu meselede mendup değildir. Yevm-i şekde oruç tutmak da öyledir. O gün oruç
tutmak bize göre efdal, şafiî'ye göre haramdır. Ben hilafa riayet için o gün
oruç tutmamak mendup olur diyen görmedim. Dayanmak ve Istirahat celsesi de
bunun gibidir. Bize göre bunları terketmek sünnettir, ama yaparsa beis yoktur.
Nasıl ki yerinde görülecektir., Şu halde yapılmaları tenzihen mekruh olur.
Halbuki bu iki şey imam Şafiî'ye göre sünnettir.
Dürer, Cevhere sahibi ve Zeylaî, Hulvanî'ye nisbet
ederek ağrısız çıkan irin ve emsalinin abdesti bozmadığını kabul etmişlerdir.
«el-Bahr» sahibi ise: «Bu mesele söz götürür. Zahire göre kulaktan çıkan irin
ve sarı su olursa ağrısın ağrımasın, mutlaka abdesti bozar. Çünkü irinle sarı
su ancak bir illetten ileri gelir» diyor. Evet, kulaktan çıkan yalnız su ise
izah güzeldir. Bunu Sümrunbulâliyye sahibi ikrar etmiş ve «Fethü'l-Kadir» in şu
ibâresiyle te'yitte bulunmuştur: «Esah kavle göre bir illetten dolayı olursa
yara, kabarcık, meme suyu, göbek suyu ve kulaktan akan su müsavidirler». Gözü
zayıf olan kimsenin ekseriyetle gözyaşları akar. «el-Münye» sahibi diyor ki:
«İmam Muhammed'den rivâyet olunduğuna göre, bir
kimsenin gözlerinde ağrı bulunur da göz yaşları akarsa ben ona her namaz vakti
için abdest almasını emrederim. Çünkü korkarım ki akan yaşlar sarı sudur; bu
takdirde o adam özür sahibi olur, demiştir».
«Fethü'l-Kadîr» sahibi: «Bu ta'lil, emrin müstehap
ifade etmesini gerektirir. Zira şübhe ihtimal bozma hükmünü icap etmez. Şek ile
yakîn zail olmaz. Evet, doktorların haber vermesiyle bilir veya alâmetlerinden
anlar da galebe-i zan hâsıl olursa her vakit için abdest alması vacip olur».
diyor. Kemal b. Hümâm'ın bu sözüne «el-Bahr» sahibi itiraz etmiş: «Lâkin
«es-Sirâc» da o kimsenin özür sahibi olduğu açıkça bildirilmiştir. «şu halde
emir vücup içindir» demiştir. «el-Müctebâ» sahibinin «Abdesti bozulur» sözü de
buna şahiddir. «el-Müctebâ»nın ibaresi şöyledir:
«Kan, irin, sarı su, yara ve kabarcık suyu, sivilce,
meme, göz ve kulak sulan bir illetten dolayı olurlarsa esah kavle göre
müsavidirler. Ulemanın «göz ve kulak suyu illetden dolayı olursa» sözleri göz
ağrıyıp da suyu aktığı zaman abdestin bozulacağına delildir. Bu mesele
insanların gafil oldukları bir meseledir».
Bunun zahirinden anlaşılıyor ki, çıkmanın hükmü bir
illete bağlıdır. Velev ki illetle birlikte ağrı sızı olmasın «el-Hâniyye» nâm
eserde: «Gözdeki damar, içinden akan su hususunda yara mesabesindedir. Akıntı
necistir» denilmektedir. Bu damarın Arapcası garebdir, «el-Mugrib»de gareb
gözyaşının aktığı yoldur. Basur gibidir, kesilmeden akar deniliyor. Esmâî'den
rivâyetolunduğuna göre gözyaşları dinmeden akarsa Araplar «gözünde gareb var»
derlermiş. Gareb ise göz çukurlarında hâsıl olan şişme imiş, şu halde kelime
iki türlü okunabilir demektir.
Pamuk meselesine gelince: Zekerin başına konan pamuk
dışarıda ise ıslandığı takdirde abdesti bozulur. Tamamiyle içeride ise
ıslanması abdesti bozmaz. Zira necâset çıkmış sayılmaz. Kadın, fercinin dış
tarafına pamuk koyar da ıslanırsa abdesti bozulur. Islaklığın pamuğun dışına
çıkıp çıkmaması hükmen müsavidir. Zira yaşlığın fercin iç kısmından geldiği
yüzde yüz bellidir. Abdestin bozulmasında itibara alınan da budur. Fercin dış
kısmı kılıf mesabesindedir. Zekerin kamışından ucuna çıkmakla nasıl abdest
bozuluyorsa, fercin iç kısmından dış kısmına çıkması ile de bozulur Velev ki
dışarıya çıkmasın, konulan pamuk ıslanmış olarak düşerse abdest bozulur. Zira
az da olsa necaset çıkmıştır. Islanmamışsa yani üzerinde hiç pislik eseri yoksa
abdest bozulmaz. Ama dübüre batırılan şey bunun hilâfınadır. Onun çıkması
abdesti bozar. Velev ki üzerine rutubet olmasın. Çünkü giren şey bağırsakdakine
ulaşmıştır. Bağırsaklar ise pislik yeridir. Zekerin kamışı pisliğin yeri
değildir. Keza dübüre yağ şırınga edilir de tekrar dışarı çıkarsa hilâfsız
abdest bozulur. Nitekim oruç da bozulur.
Ben derim ki: Lâkin oruç yağın dışarı çıkması ile
değil, şırınga edilmesiyle bozulur. Parmağını dübürüne sokan kimse onu
kayboluncaya kadar batıramamışsa abdesti bozulmaz. Çünkü tamamiyle girmemiştir.
Lâkin «el-Müntekâ» sahibinin beyanına göre ıslaklık ve koku nazarı itibara
alınır. Bunlardan biri bulunursa abdest bozulur. «el-Münye» sahibi:«Bir kimse
şırınga âletini daldırıp çıkarsa üzerinde ıslaklık bulunmadığı takdirde abdesti
bozulmaz ama en güzeli ihtiyaten abdest almaktır» diyor. Şerhinde ise «keza
zekerden maada dübüre girip bir tarafı dışarıda kolan her şeyin hükmü böyledir»
denilmektedir. Yine aynı eserde bildirildiğine göre dübüre girip kayıp olan ve
sonra çıkan her şey, üzerinde ıslaklık olmasa bile abdesti bozar. Çünkü
karındaki pisliğe karışmıştır. Onun için orucu da bozar. Ama bir tarafı
dışarıda kalırsa böyle değildir. İsmâil Nablusi'nin şerhinde ve Yenabi'den
naklen şu izahat vardır:
«Dübürüne kayboluncaya kadar daldırıp sonra çıkardığı
veya kendi kendine çıkan herşey abdesti, orucu bozar, ama bir tarafını daldırıp
bir tarafını dışarıda bıraktığı her şey ikisini de bozmaz».
Ben derim ki: O halde parmağın da şırınga âleti gibi
olması ve onda da ıslaklığın itibara alınması lâzım gelir. Çünkü bir tarafı ele
bitişik olduğu için dışarda kalır. Ancak şöyle denilirse o başka: Parmak
müstakil bir uzuv olduğu için görünmez olunca elden ayrılmış gibi sayılır.
Lakin oruç bahsinde bu hususta göreceklerimiz mutlaktır. Orada görüleceği
vecihle bir kimse dübürüne bir çubuk batırır.da çubuk görünmez olursa orucu
bozulur.
Böyle olmazsa orucu bozulmaz. Parmağını sokarsa
muhtar kavle göre ıslak çıktığı takdirde orucu bozulur. Aksi takdirde bozulmaz.
Onun için Bedayi' sahibi: «Bu gösterir ki, içeri giren şeyin karar kılması
orucun bozulması için şarttır.» demiştir.
Şarih «Parmağını batırırsa yahut taharetlenirken
sokarsa abdesti ve orucu bozulur» diyorsa dabirinci meselede orucun bâtıl
olması muhtar olan kavlin hilâfınadır. Meğer ki mücerret parmağını sokmakla
görünmez oluncaya kadar batırmak arasında fark yapıla! Bu ise sarih bir nakle
muhtaçtır. Ulemanın oruç babındaki sözleri yukarıda arzettiğimiz gibi
mutlaktır. Onun için Tahtavî: «Şarihin sözünde lef ve neşir müretteb vardır.
Abdestin bâtıl olması, parmağını batırırsa sözüne, orucunun batıl olması ise,
yahud taharetlenirken parmağını sokarsa sözüne racidir» demiştir.
Ben derim ki: Lakin parmağını taharetlenirken sokarsa
abdesti dahi bozulur. Zira çıkarıldığı vakit ıslaklıktan hâli değildir. «
Tatarhaniyye»de de böyle denilmiş; fakat yine aynı eserde «ez-Zâhire» den
naklen abdestin bozulmayacağı bildirilmiştir. Abdestin bozulması zâhirdir.
Çünkü parmakla birlikte ıslaklık çıkmıştır. Hâsılı: Oruç «girmekle», abdest ise
çıkmakla bozulur». Onun için bir kimse dübürüne kuru bir çubuk sokarak iyice
daldırmasa orucu bozulmaz. Zira çubuk tamamiyle girmemiştir. Parmak da onun
gibidir. Çubuk kayboluncaya kadar girerse, girmek tahakkuk ettiği için oruç
bozulur. Çubuk veya parmak ıslak çıkarsa hüküm yine budur. Çünkü içeride ıslaklık
istikrar kesbetmiştir. Çubuk görünmez olup çıkarıldığı vakit abdesti mutlak
surette bozulur. Görünmez olmadan çıkarılırsa üzerinde ıslaklık veya koku
bulunduğu takdirde abdest bozulur. Aksi takdirde bozulmaz.
METİN
FERİ MESELELER
Şeytan vesvese verirse erkeğin pamuk kullanması
müstehap fakat vesvese ancak pamuk kullanmakla kesilirse namaz kılacak kadar
kullanması vacip olur.
Basurlu bir kimsenin dübürü çıkarsa, eliyle yerine
iade ettiği takdirde abdesti bozulur. Kendi kendine girerse bozulmaz. Dübüründen
kurdun bir kısmı çıkar da içeri girerse hüküm yine böyledir. Erkeğin zekerinde
iki başlı bir yara bulunursa mütâd sidik akmayan baş, yara hükmündedir.
Müşkil olmayan hünsânın ikinci tenâsül âleti yara
gibidir. Müşkil olan hünsânın her iki yolundan çıkan pislikle abdesti bozulur.
Abdesti inkâr eden kimse kâfir olur mu olmaz mı?
Namaz için abdesti inkâr ederse kâfir olur. Namazdan başka bir şey için abdest
lâzım geldiğini inkâr ederse kâfir olmaz.
Bir kimse abdestinin bir yerinde şübhe ederse şübhecilik
âdeti olmadığı ve abdest esnasında şüphelendiği takdirde o yeri tekrar yıkar.
Aksi takdirde yıkamaz. Abdest bittikten sonra bir uzvu yıkamadığını bilir de
hangi uzuv olduğunu tayin edemezse sol ayağını yıkar. Çünkü abdestte son
yıkayacağı uzuv budur. Abdest aldığını yüzde yüz bilen fakat bozulduğundan
şübhe eden yahut bunun aksi başına gelen kimse yüzde yüz bildiği ile amel eder.
Hem abdest aldığını hem de bozduğunu yüzde yüz
bildiği halde hangisinin önce olduğunda şübhe eden kimse abdestlidir. Teyemmüm
eden de bunun gibidir.
Bir kimse suyun veya elbisenin pis olup olmadığında
şübhe yahut karısını boşayıp boşamadığında, kölesini azâd edip etmediğinde
şübheye düşerse şübhesi muteber değildir. Meselenin tamamı «el-Eşbah» nâm
eserdedir.
İZAH
Dübürü çıkan kimse onu eliyle yerine iade ederse
abdesti bozulur. Çünkü eline bir miktar pislik bulaşmıştır. Bununla pisliğin
çıktığı tahakkuk eder. Fakat kendiliğinden yerine dönerse abdesti bozulmaz. Bu
surette pisliğin çıktığı tahakkuk etmemiştir. Lâkin el-Bahr sahibi bundan sonra
Hulvânî'den naklen: «Dübürün çıktığını yüzde yüz bilirse pisliğin içeriden
dışarıya çıkmasıyla abdest bozulur» demiş, «el-İmdâd» sahibi de buna kat'iyetle
hükmetmiştir.
Erkeğin zekerinde iki başlı yara bulunursa meselesi
kitabımızda kısa geçilmiştir. «el-Hâniyye»de de beyan edildiği vecihle ibarenin
aslı şöyledir:
«Erkeğin zekerinde iki başlı bir yara bulunur da
birinden sidik kanalından akan pislikler çıkar, diğerinden o pislikler çıkmazsa
birinci yara zekerin başı mesabesindedir. Sidik, başında göründüğü zaman akmasa
bile abdesti bozulur. İkinci yara akmadıkça abdest lazım gelmez».
(Hünsâ; kendisinde hem erkek hem kadın tenâsül âleti
bulunan kimsedir. Her iki âleti müsavî derecede olana Hünsâi müşkil denir.)
Müşkil olmayan hünsânın âletlerinden birine hilkat üzerine ziyade hükmü
verilir.
Bu âlet yara hükmündedir. Ondan bir şey çıkmadıkça
abdest bozulmaz. «ei-Hâniyye»de böyle denildiği gibi «Fethü'l-Kadîr» sahibi ve
başkaları da cezmen buna kâil olmuşlardır.
Zeylâî: «Ulemanın ekserisi böyle bir kimseye abdest
icabettiğine kail olmuşlardır» demişse de «en-Nehir» sâhibi itimat edilecek
kavlin birincisi olduğunu söylemiştir. Namaz için abdest lâzım geldiğini inkâr
eden kimse kâfir olur. Çünkü kat'î olan nassı yani abdest âyeti ve icmâ-i ümmeti
inkâr etmiştir.
Namazdan başka bir şey'i, meselâ Mushaf'a el sürmek
için abdest lâzım geldiğini inkâr eden kâfir olmaz. Çünkü bu babdaki âyetin
tefsirinde ihtilâf vardır. Nitekim evvelce görmüştük.
Abdestin bir yerinde şübhe etmekten maksat bir uzvu yıkayıp
yıkamadığında tereddüde düşmektir.
Şüpheciliği âdet haline gelmeyen kimse abdest alırken
şübhe ederse o uzvu tekrar yıkar; abdest bittikten sonra şübhe eder ve bu hal
ilk defa başına gelirse yahut şübheciliği âdet haline gelmişse abdest esnâsında
şübhelense bile vesveseyi kesmek için hiçbir uzvu tekrar yıkamaz.
Bir kimse evvelâ abdest aldığını bilir de bozup
bozmadığında şübhe ederse yüzde yüz bildiği ile amel eder ki bu da ilk
fiilidir. «Fethü l-Kadir» sahibi: «Meğer ki sonraki te'yid oluna» demiş. sonra
İmam Muhammed den şunu nakletmiştir: «Abdest alan kimse hacet için helâya
girdiğini bilir de koza-i hâcet edip etmediğinde şübheye düşerse abdest alması
icap eder, yahud bir kap su ile abdest almak için oturduğunu bilir de oradan
kalkmadan bu işi görüp görmediğinde şübhe ederse abdest lâzım değildir. Hem
abdest aldığını hem de bozduğunu yüzde yüz bilen kimse abdestlidir»
Çünkü Tahtâvi'nin beyanına göre ekseriyetle abdest
hadesden sonra alınır. Ancak «Hamevi» hâşiyesinde «Fethül-Müdebbir»den naklen şöyle
deniliyor:
«Bir kimse hem abdest aldığını hem bozduğunu yüzde
yüz bilir de hangisinin önce olduğundaşübhe ederse kendisine bunlardan önceki
halini hatırlaması emrolunur. Şayet abdestsiz olduğunu hatırlarsa şimdi
abdestlidir. Zira o abdestsizlikden sonra abdest aldığını yüzde yüz bilmiştir.
Şübhesi bozulup bozulmadığındadır, O bu abdestten önce mi yoksa sonra mı abdest
bozduğunu bilmiyor demektir. Önce abdestli olduğunu hatırlarsa, abdest
tazelemek de âdeti ise şimdi abdestsizdir. Çünkü o abdestten sonra abdest
bozduğunu yüzde yüz biliyor demektir, şübhesi abdest alıp olmadığındadır. Bu
adam, ikinci abdestinin bozduktan sonra mı, önce mi olduğunu bilmiyor, iki
abdesti arka arkaya almıştır». Hamevi: «Bundan anlaşılıyor ki «el-Eşbah»
sâhibinin sözü kusurludur» demiştir.
Su ve elbisenin pisliğinde şübhe eden hakkında
Tatarhâniyye'de şu izahat vardır:
«Bir kimse su kabına, elbisesine veya bedenine pislik
bulaşıp bulaşmadığında şübhe ederse yüzde yüz bilmedikçe bunlar temizdir.
Su kuyuları, havuzlar ve yollara konan küpler de
böyledir. Bunlardan büyük-küçük, müslüman-kâfir herkes su olur. Keza
müşriklerin ve cahil müslümanların yaptıkları yağ, ekmek, yiyecek ve elbiseler
de böyledir».
FER'İ MESELE: Bir kimse zekerinden akan şeyin su mu
bevil mi olduğunda şübhe ederse yakında su geldiği yahud hâdise tekerrür ettiği
takdirde bir şey lâzım gelmez. Aksi halde abdestini tekrarlar. Ama bunlardan
birine kalbi kanaat ederse mesele bunun hilâfınadır.