M E T İ N
İkincisi dil ile besmele çekerek başlamaktır. Besmele
her zikirle hasıl olursa da Peygamber (s.a.v.)' ,den rivayet edilen şekli;
"Bismillâhi'l-azîm ve'l-hamdülillâhi alâ
dîni'l-islâm" dır.
Besmele; istinca yeni kurulanmaktan evvel ve sonra
çekilir. Yalnız avret yeri açıkken ve necaset yerinde iken dille söylenmez,
kalpten çekilir. Bir kimse abdestin başında besmeleyi unutur da abdest
esnasında çekerse sünnet yerini tutmaz, mendup olur. Yemekte ise geri kalan
kısım hakkında sünnet hasıl olur, geçmişe şümulü yoktur. Besmeleyi yemek
esnasında hatırlayan;
"Bismillâhi evvelehû ve ahirehû" demelidir.
i Z A H
Şarih dille besmele çekerek sözüyle abdeste başlarken
besmelenin, niyet etmenin ve elleri yıkamanın sünnet olması birbirine zıd
şeyler olmadığına işaret etmiştir. Çünkü niyetin yeri kalp. besmelenin yeri
dil, ellerin yıkanması ise fiildir. Bunu Tahtavî ifade etmiştir. Lâkin
«Şürunbulâlîyye»de beyan edildiğine göre abdestte hakikaten besmele ile
başlamaya riayet etmek niyeti dil ile söylemeye mâni olur ki dil ile söylemek
müstehap idi. Artık o da izafî olur.
Bir kimse besmele yerine tekbîr veya tehlîl getirse
yahut hamdetse sünneti aslî itibariyle yerine getirmiş olur.
Kemalî ise «Fethû'l-Kadîr»de beyan edildiğine göre
Peygamber (s.a.v.) den ve bir rivayete selefden nakledilen:
"Bismillâh'il-âzim ve'l-hamdülillâhi
ale'l-islâm" diyerek başlamaktır.
Ulemadan bazıları eûzü besmeleyi tam olarak çekmenin
efdal olduğunu söylemişlerdir. «el-Müctebâ»da bunların ikisini birden
söylemenin efdal olduğu kaydediliyor. Aynî'nin «Hidâye»şerhinde Peygamber
(s.a.v.)' den rivayet edilen:
"Bismillâhi ve'l hamdülillah"dır,
deniliyor.
Bu hadisi Taberânî «es-Sağir» nâm eserinde Hazreti
Ebu Hureyre'den güzel bir isnatla rivayet etmiştir.
İstinca; yani kurulanmak abdesten sayıldığı için
ondan, önce ve sonra besmele çekmek meşru olmuştur. «Hilye»de beyan edildiğine
göre bütün besmele lâfızları abdeste başlarken söylenirler. İstincadan sonra
ise Buharî ile Müslim'in rivayet ettikleri şu hadisi şerifte Peygamber
(s.a.v.)'in buyurdukları okunur: Resûlüllah (s.a.v.) helâya gireceği vakit:
Allahümme inni eûzü bike mine'l-hubs ve'l-habâis
derdi.
Said b. Mansur ile Ebu Hatim ve İbn Seken, hadisin
başında «Bismillah» dediğini ziyade etmişlerdir. Hadisin manası: «Allah'ım ben
hubs ve habâisden sana sığınırım» demektir.
Hubus yahut hubuz habisin cem'idir. Habâis ise
habîssenin cem'i dir. Bunların ikisi de pislik mânâsına gelir. Bazıları
bunlardan murad, şeytanların erkek ve dişileridir, demişlerdir. Daha başka
sözler de söylenmiştir. Defi hacet için helâdan başka bir yere oturulursa
besmele oturmazdan önce; aksi takdirde helaya girmeden önce çekilir. Her iki
surette de besmeleyi unutan, onu kalbi ile söyler. Allah'ın ismini ta'zim için
dille söylemez. «Siraciyye»de beyan edildiğine göre abdestin başında besmeleyi
unutan kimse hatırladığı yerde onu söyler. Tâ ki abdesti besmeleden hâlî
kalmasın.
Ulema her uzvu yıkarken besmele çekmenin mendup
olduğunu söylemişlerdir. Yemeğe başlarken besmeleyi unutan hakkında Zeylâî
şöyle diyor: «Abdestte sünnet yerini tutmaz ama yemek böyle değildir. Çünkü
abdest tek bir fiildir. Yemeğin ise her lokması ayrı ayrı fiillerdir. Onun için
«Haniyye» sahibi bir kimse, «Yediğim her et için bir dirhem sadaka vermek Allah
için boynuma borç olsun» dese, her lokma karşılığında bir dirhem vermesi lâzım
gelir. Zira her lokma bir yemektir».
«Fethü'l-Kadîr»in beyanına göre bu ta'lil sünnetin
geri kalan yemek hususunda yerini bulacağını istilzam eder. Yoksa yenilen
hakkında bir istidrak değildir.
«el-Münye» şarihi ise evlâ olan bu geçmişi
tedariktir. Çünkü Resûlüllah (s.a.v.): «Biriniz yemek yer de başında besmeleyi
unutursa, bismillâhi evvelehû ve âhirahû yani başında da sonunda da Allah'ın
adıyla desin» buyurmuşlardır. Bu hadisi Ebu Davud ile Tirmizî rivayet
etmişlerdir. Abdest hakkında hadis yoktur, diyor. Yani unuttuğu kısım hakkında
istidrak olmasa, başında demenin bir faydası olmazdı demek istiyor. Burada
şöyle denilebilir:
Yemek, ayrı ayrı fiiller olduğu halde ortasında
çekilen besmeleyle unutulan tedariki mümkün olunca, abdestte mümkün olması
evveliyette kalır. Zira abdest bir tek fiildir. Bu mânâ kıyasla değil, nâssın
delaletiyle çıkarılır.
Aynî'nin «Hidâye» şerhinde bazı ulemadan naklettiği
şu söz de bunu te'yid eder: «Bir kimse abdest esnasında besmele çekerse ona
kâfi gelir».
TETİMME : Musannıfın «Abdeste besmele ile başlamak
sünnettir» sözünü Tahavî ve bir çok müteehhirin ulema kabul etmişlerdir.
«Hidaye»de ise mendup olduğu tercih edilmiştir. Zahir-i rivayenin de bu olduğu
söylenir. «el-Bahr» sahibi, muhakkık İbn Hümâm'ın burada besmelenin vâcip
olduğunu tercih etmesine şaşmıştır. Zira İbn Hümâm bilâhare «Namazın şartlan
bâbında hak olan ulemamızın kavlidir ki. besmele müstehaptır» demiştir.
«el-Bahr» sahibi: «Nasıl şaşılmaz ki İmam Ahmed bu
bâbda «Ben sabit olmuş bir hadis bilmiyorum demiştir» diyor.
M E T İ N
Üçüncüsü elleri bileklere kadar yıkamakla
başlamaktır. Yani temiz olan eller istincadan evvel ve sonra üç defa yıkanır.
Uykudan uyandıktan sonra kaydı ittifakî tesâdüfî bir kayıddır. Yani ihtirazî
değildir. Onun için musannıf elleri kaba daldırmadan demedi, ta ki sünnetin
hacet vaktine mahsus olduğu tevehhüm edilmesin. Zira kitapların mefhumları
hüccettir. Ekseri nassların mefhumları bunun hilâfınadır. «en-Nehir» nâm eserde
böyle denilmiştir. Aynı eserin hac bahsinde şöyle deniliyor: Rivayetlerde
mefhum bilittifak muteberdir. Sahabenin sözleri de rivayetlerdendir. Ama bunun
akılla anlaşılamayan şeylerle değil, akılla anlaşılan şeylerle kayıdlanması
gerekir. Kuhistânî'nin «Hududi'n-Nihâye»den nakline göre azap delillerinde
mefhumlar muteberdir. Nitekim Teala Hazretlerinin: «Hayır hayır, onlar o gün
Rablerinden perdeyle men edileceklerdir» âyet-i kerimesinde böyledir. Rivayette
itibara alınması ise külli değil, Ekseridir.
İ Z A H
İbn Kemâl «Burada sünnet elin önce yıkanmasıdır.
Yıkamanın kendisi ise farzdır», diyor.
Musannıf bu mânâya işaret için abdestte elleri
yıkamak ile boşlamak demiş, başkalarının yaptığı gibi abdeste başlarken
ellerini yıkar dememiştir. Burada şârih temiz eller üç defa yıkanır demiş,
musannıfın biraz sonra söyleyeceği yıkamayı üç defa yapmak sünnettir, sözüyle
yetinmemiştir. Çünkü o sözden anlaşılan üç azanın yıkanmasıdır.
«el-Hilye»de şöyle deniliyor: Zâhire bakılırsa bir
kimse ellerini üç defadan az yıkasa sünneti yapmış, kemalini terketmiş olur. Şu
da var ki «Sünen» sahiplerinin rivayet ettikleri, «uykudan uyanan» hadîsinin
bir rivayetinde Peygamber (s.a.v.): «İki yahut üç defa yıkar» buyurmuştur.
Tirmizi bu hadisin hemen salih olduğunu söylemiştir: Ellerin istincadan önce ve
sonra yıkanması iki ayrı sünnettir. «en-Nehir» sahibi bu babda şunları
söylüyor: Şüphesiz ki başlamak hakiki olduğu gibi izafi de olur. Bunların ikisi
de ayrı sünnettir. Bir sünnet değildir. «Hidâye» ve diğer kitaplarda «Uykudan
uyandıktan sonra» kaydı vardır. Onlar bu hususta Buharî ile Müslim'in rivâyet
ettikleri şu hadise tâbi olmuşlardır:
«Biriniz uykusundan uyandığı vakit elini yıkamadan
kaba daldırmasın. Çünkü elinin nerede gecelediğini bilmez». Müslim'in
rivâyetinde «Elini üç defa yıkamadan kaba daldırmasın» buyrulmuştur.
İttifakîdir sözü maksat değildir, mânâsınadır. Buna
kaydı ittifakî, kaydı vukûî derler. Başka şeyden ihtiraz için değil, hâdisenin
vukuuna bakarak yapılmış bir kayıt demektir. «İnâye» sahibininbeyanına göre
«Hidâye»de «Uykudan uyandıktan sonra diye» kaydedilmesi. hadisin lafzı ile
teberrük içindir. Yoksa sünnet uykudan uyanana ve başkalarına şâmildir. Ekseri
ulema bu kavli tercih etmiş, bazıları; «Evet maksad budur ama uykudan uyanmayan
kimsenin de ellerini yıkaması edeptir» demişlerdir. «en-Nehir» nâm kitapta
şöyle deniliyor: Esah olan ekseri ulemanın sözüdür ki, elleri yıkamak mutlak
olarak sünnettir. Lâkin necasette vehmedilirse sünnet-i müekkede olur. Nitekim
bir kimse abdest bozduktan sonra kurulanmadan uyur, yahut bedeninde necaset
bulunursa ellerini yıkaması sünnet-i müekkede olur.
Abdest bozmadan uyumak yahut uyumadan abdest almak
gibi necaset tevehhümü olmayan yerlerde elleri yıkamak sünnet-i gayri
müekkedir.
«el-Bahr» nâm kitabda da buna benzer izahat vardır.
Hâcet vaktinden murad; ellerin kaba daldırılmasıdır.
Bundan şu anlaşılır ki, ellerini daldırmaya ihtiyacı olmayan, meselâ küçük bir
kabı kaldırıp dökmek sureti ile abdest alan kimse ellerini yıkamanın sünnet
olmadığını zanneder. Halbuki elleri yıkamak mutlak surette sünnettir.
Mefhumdan murad, söylenen sözün söylenmeyen mânâya da
delâlet etmesidir. Mefhum iki kısımdır.
Birincisi, mefhum-u muvafakattır.
Mefhum-u muvafakat; söylenmeyen mânânın, söylenen
söze hüküm itibarı ile muvafık düşmesidir. Ana-babaya üf demeyi yasak eden
nehyin bunlan dövmenin haram olmasına da delâlet etmesi bu kabildendir. Bizim
mezhebimizde buna delalet-i nass denilir ki, bilittifak muteberdir.
İkincisi, mefhum-u muhalefettir. Bu ötekinin
hilâfınadır. Yâni bunda söylenilmeyen kısım söylenene muhalif mânâ ifâde eder.
Mefhum-u muhalefetin mefhumu sıfat, mefhum-u şart, mefhum-u gaye, mefhum-u âdet
ve mefhum-u lâkap gibi birçok nevileri vardır.
Mefhum-u muhalefet, Şafiî'ye göre muteberdir. Yalnız
mefhum-u lâkap müstesnadır. «et-Tahrir»de bildirildiğine göre Hanefîler
mefhum-u muhalefet nevilerinin hiçbirini delil olarak kabul etmezler. Ancak bu
sadece şarîhin sözüne mahsustur. Rivâyet vesairede onlara göre de mefhum-u
muhalefet bütün kısımları ile muteberdir. Hatta mefhum-u lâkap ki, hükmü camid
bir isme tâliktir. O dahi muteberdir. Meselâ; cuma namazı hür olan erkeklere
farzdır, denilirse bundan onun kadınlara ve kölelere farz olmadığı anlaşılır.
«et-Tahrir» şerhinde bildirildiğine göre Şarî"
Hazretlerinin sözlerinde bir şeyin hassaten zikredilmesi, o hükmün başkalarına
şâmil olmadığına delâlet etmez. Ama insanların anlaşmalarında, örf ve
muamelelerinde, akliyatta delâlet eder.
Nasslardan murad; âyet ve hadislerdir. Bunlar az
kelime ile çok mânâ ifâde ettikleri için birçok faydalara ihtimalleri vardır.
Bu faydalar mefhum-u muhaliflerinin, nazarı itibâra alınmamasını iktiza eder.
Onun için halef ulema, bunlardan selefin idrak etmediği birçok faydalar
çıkarmışlardır.
Rivayet böyle değildir. Çünkü rivayete görüş farkları
pek az olur. Maksad mefhum-u muhaliflerdir. Mefhum-u muvafıkları ise mutlak
suretle muteberdir. Şarihin nassları ekseri diye kayıtlamasıiçlerinde mefhum-u
muhalifi olanlar bulunduğu içindir. Nitekim azap delillerinde mefhum-u muhalif
muteberdir.
Sahâbenin «Akılla anlaşılamayan sözleri merfu
hükmündedir». Merfu nâssdır. Nass da ise mefhum-u muhalif muteber değildir.
Ben derim ki: bundan dolayı ulemamız akılla idrak edilemeyen
hususta sahabeyi taklidin lâzım geldiğine ittifak etmişlerdir. Nitekim hayzın
en az üç gün olacağını Hz. Ömer'in sözünden alarak söylemişlerdir. Zira Hz.
Ömer'in onu Peygamber (s.a.v.)'den işiterek söylediği bellidir.
Ehl-i sünnet uleması Allah Tealâ'yı âhirette görmenin
caiz olduğunu bildiren deliller arasında bu âyet-i kerimeyi de zikretmişlerdir.
Çünkü âyet-i kerîmede Allah Teâlâ'yı görememek küffar için bir azap ve ceza
olarak bildirilmiştir.
Bundan mü'minlerin onu görmekten men edilemeyeceği
anlaşılır. Aksi takdirde görmemenin kâfirler için azap olması mümkün değildir.
M E T İ N
Eller bileklere kadar yıkanacaktır. Bilek elle kolu
ayıran mafsaldır. Sonra su kabını kaldırmak mümkün değilse, abdest alan kimse
sol elinin parmaklarını bir araya toplayarak kaba daldırır ve sağ elinin
üzerine döker. Bunu sağdan başlamış olmak için yapar. Avucunu daldırırsa guslü
murad ettiği takdirde su müsta'mel olur. Sadece su almak için daldırırsa
müstamel olmaz. Hiçbir şey ile su almak mümkün değil, elleri de pis ise
teyemmüm ederek namazını kılar, sonra kaza da etmez. Elleri yıkamak farzın
yerini tutan bir sünnettir. Nitekim namazda Fatiha'yı okumak vaciptir, fakat
farzın yerini tutar. Elleri kollar ile birlikte yıkamak dahi sünnettir.
Ellerin nasıl yıkanacağı hususunda tafsilât vardır.
Şârih bunun açık olanını bırakmış, kapalı olanını söylemiştir.
«en-Nehir» nâm eserde bildirildiğine göre elleri
yıkamak şöyle olacaktır; abdest alan kimse su kabını kaldırabiliyorsa evvelâ
sağ elini, sonra sol elini üçer defa yıkayacaktır. Kabı kaldırmak mümkün değil,
fakat yanında küçük bir kap bulunursa hüküm yine budur. Aksi takdirde sol
elinin parmaklarını yumarak avucunu sokmamak şartıyla suya daldırır ve sağ
elinin üzerine döker. Sonra sağ elini daldırarak sol elini yıkar.
«el-Bahr» da şöyle deniliyor: «Ulema hadisle istidlâl
ederek eli yıkamadan kaba daldırmanın mekruh olduğunu söylemişlerdir». Bu
kerâheti tenzihîdir. Zira nehiy Peygamber (s.a.v.)in: «Çünkü o elinin nerede
gecelediğini bilmez» hadis-i şerifi ile, kerahet-i tahrimiyye ifade etmekten
çıkmıştır.
Şu halde nehiy «Küçük kaba yahut yanında küçük kap
bulunan büyük kaba zaten el girmez. Büyüğüne de avuç sokulmaz» mânâsına alınır.
«el-Aktâ» şerhinde «Uykudan uyanan kimsenin elini soktuğu su ile abdest almak
mekruhtur. Çünkü pis olması ihtimali vardır. Nitekim sabînin elini soktuğu su
da böyledir» deniliyor.
Ben derim ki: bu tâ'lilin zahiri şunu gösterir. O
kimse abdest bozduktan sonra kurulanarak uyusayahut üzerinde pislik bulunmasa,
elini suya daldırması mekruh olmadığı gibi, o sudan abdest almak da mekruh
değildir. Çünkü pislenme ihtimali yoktur.
Şarihin «Sağdan başlamış olmak için» sözü, bir sualin
cevabıdır. Sual şudur:
İki avucuna ayrı ayrı su dökmeye hacet yoktur. Çünkü
sağ eline aldığı su ile her iki elini yıkamak mümkündür. Nitekim âdet de budur.
Fakat «Dürer» sahibi bunu reddetmiş: «Bunda avamın âdetini, şer'in örfüne
tercih vardır. Çünkü şer'in örfü sağdan başlamaktır. Bir de abdestte suyu bir
elden diğerine, bir ayaktan diğerine nakil câiz değildir. Gusül bunun
hilâfınadır» demiştir.
Ben derim ki: lâkin «Hilye»de beyan edildiğine göre
hadislerin zahin bu iki kavlin arasını bulmaktadır. Bizim ulemamızdan başkaları
burada sağdan başlamanın müstehap olmadığını nâssan bildirmişlerdir. Nitekim
şakakları ve burun içlerini yıkarken, kulaklara ve mestlere mesh ederken sağdan
başlamak da müstehap değildir. Ancak imkân olmadığı zaman sağdan başlanır. Bu
da kaidelere aykırı değildir. Lakin ıslaklığı nakil meselesi bunun karşısında
müşkül kalır. Buna da şöyle cevap verilir:
Burada ıslaklığı nakletmek câizdir. Hadislerin zahiri
buna delildir. Şu halde avamın adeti ile şer'in örfü birleşmiş olur. Onun
içindir ki İbn Hacer «Tuhfe»'sinde birini diğerine tâbi kılmak için ikisini
birden yıkamak sünnettir, demiştir. Burada şarihin yıkamak isterse su müsta'mel
olur sözünden murad; ellerini yıkamaktır. Bu takdirde eline temas eden su
uzuvdan ayrıldıktan sonra müsta'mel olur. Yoksa bütün su müsta'mel olmaz. bu
hususta söz uzundur. Ma-i müsta'mel bahsinde gelecektir.
Yıkamak niyetiyle değil de su çıkarmak için ellerini
kaba daldırırsa su müsta'mel olmadığı gibi tası küpün içine düşürür de çıkarmak
için elini dirseklerine kadar daldırırsa yine su müsta'mel olmaz. Zira buna
ihtiyaç vardır. Velev ki suyu müsta'mel yapan ref-ı hades illeti mevcud olsun.
«el-Bahr» ve «en-Nehir» nâm eserlerde bildirildiğine
göre, bir kimsenin iki eli de pis olursa suyu başkasına çıkartarak döktürür.
Böyle birisini bulamazsa suya bir mendil batırarak ondan damlayan su ile
ellerini yıkar. Bunu da bulamazsa suyu ağzı ile çıkarır. Buna da kudreti yoksa
teyemmüm ederek namazını kılar. Sonra kaza da etmez.
«el-Bahr» sahibi diyor ki; ağzıyla su çıkarma
meselesinde ihtilaf vardır. Sahih kavle göre bu su pisliği giderirken müsta'mel
olur. Yani onunla ellerindeki pisiliği giderir. Sonra ellerini abdest için
tekrar yıkar demek istiyor.
Musannıfın burada bahsettiği «Farz yerini tutan
sünnettir» kavlini «el-Kâfi» sahibi ve ona tebaan «Dürer» sahibi ihtiyar
etmişlerdir. Bu babdaki üç kavlin biri budur. Lakin bu kavil sözünün başında
işaret ettiğine muhaliftir. Orada «Abdestte ellerini yıkamakla başlamak
sünnettir» demişti. Bu söz açık gösteriyor ki, yıkamanın farz olduğu kavlini
kabul etmiş, yalnız öncelik meselesinin sünnet olduğunu söylemiştir. Nitekim
bunu ibn Kemâl'den naklen izah etmiştik. «el-Fetih», «el-Mirâc»,
«el-Habbâziye», «es-Sirac» sahiplerinin tercih ettikleri kavil de budur. Çünkü
İmam Muhammed «Asıl» namındaki eserlerinde yüzü yıkamaktan bahsettikten sonra
arkasından kollarını yıkar demiş, ellerini dememiştir.
Binaenaleyh elleri ikinci defa yıkamak vacip
değildir.
«el-Bahr» sahibi ulemanın sözünden anlaşılan mânâya
göre mezhebin bu olduğunu söylemiş, Serahsî ise «Bence esah olan bunun farz
yerini tutan sünnet olmamasıdır. Binaenaleyh ellerini tekrar yıkar», demiştir.
«ez-Zâhîre» sahibi bunu müşkül saymış ve «Maksad temizlemektir. Bu da olmuştur»
demiştir. İsmâil en Nablusî buna şu cevabı vermiştir: «Murad; kasten ve
müstakilen yapmış olsa farzın sevabına bakarak farz yerini tutmamasıdır. Zira
sünnet bunu ifa edemez. Bunu ulemanın niyetsiz de hadesin sâkıt olacağına
ittifakları te'yid eder.»
Hâsılı şudur: Farz sakıt olmuştur. Fakat kasten
değil, sünnet vecihle yıkamanın zımnında sakıt olmuştur.
Farz sevab tereddüb etmesi ancak farz niyetiyle
yapıldığı zamandır. Meselâ bir kimse cünüb olduğunu unutarak cuma için yıkansa
cünüblüğü zımnen kalkmış olursa da niyet etmedikçe farz olan gusül sevabı gibi
sevaba nail olamaz. Çünkü niyetsiz sevab yoktur. Bu takdirde kollarını yıkarken
ellerini de tekrar yıkaması sünnet olur. Tâ ki kasten farzı ifa etmiş olsun. Bu
cihetten ilk yıkadığı onun yerini tutmaz. Velev ki tekrar etmediği takdirde
farzın sâkıt olması yönünden onun yerini tutmuş olsun.
Nitekim hiç niyet etmese de farz sâkıt olur. Bu
izahat üzerine bana öyle geliyor ki üç kavil arasında muhalefet yoktur. Zira
farz olduğunu söyleyen onun farz namına kâfi geldiğini kastediyor. Ve farz
namına kafi gelen bu yıkamayı evvelâ yapmak sünnettir. Farz yerini tutan
sünnettir, sözünün mânâsı da budur. Öyle anlaşılıyor ki, bu iki kavle göre
yıkamayı tekrarlamak sünnettir. Böylece bütün kaviller birleşmiş oluyor. Allahu
âlem!..
Şârihin «Elleri kollarla birlikte yıkamak da
sünnettir.» sözü yukarda söylediklerimizi te'yit eder. Çünkü bunu hiçbir kavil
ile kayıtlamamıştır. Elleri tekrar yıkamanın abes ve israf olduğunu söylemek
ise insaftan uzaktır.
METİN
Dördüncüsü üç suyla misvaklanmaktır. Misvak,
«Cevhere»de bildirildiğine göre sünnet-i müekkededir. Ağza su verilirken
yapılır. Daha önce yapılacağını söyleyenler de vardır. Misvak bize göre abdest
için yapılır. Ancak unutulursa namaz için mendup olur. Nitekim dişler
sarardığı, ağzın kokusu değiştiği zaman ve Kur'an okumak için misvak tutunmak
da müstehabdır. Misvakın en az miktarı üst dişlere üç, alt dişlere de üç defa
sürmektir.
Mısvak ağzı fırçalamaya yarayan çubuktur. Bazıları
onun müstehap olduğunu söylemişlerdir. Çünkü misvak abdestin hususiyetlerinden
değildir.
İZAH
Zeylâi ve diğer bazıları bu kavli sahih bulmuşlar.
«Ferhül-Kadîr» sahibi: «Hak olan da budur» demiştir. Lâkin
«el-Min-yetü's-Sagîr» şerhinde şöyle deniliyor: Misvakı Kudurî ve ekserî ulema
sünnetlerden saymışlardır. Esah olan da budur.
Ben derim ki: metinler dahi bu kavil üzerine
yazılmışlardır. Misvak ağıza su verilirken tutulur. «el-Bahr» sahibi ekseri ulemanın
kavli bu olduğu gibi evlâ olanın da bu olduğunu söylemiştir. Çünkü temizleme
hususunda bu en mükemmeldir. Misvak bize göre abdestin sünneti, Şâfiî'ye göre
ise namazın sünnetidir.
«el-Bahr» da beyan edildiğine göre ulema şunu
söylemişlerdir: Hilafın faydası bir abdestte birkaç namaz kılan kimse hakkında
kendini gösterir. Bize göre bu abdest için kullandığı misvak kâfidir. Şafiî'ye
göre kâfi değildir. Sebebini Sirâc-i Hindî «Hidâye-Şerhi»nde şöyle izâh ediyor:
«Bir kimse namaz için misvaklandığı vakit çok defa kan çıkar. Kan bil' ittifak
pistir». Velev ki şâfiî'ye göre abdesti bozmasın, unutursa namaz için mendup
olur, sözünü Cevhere beyan etmiştir. Bu sözün ifade ettiği mânâ şudur:
Bir kimse misvakı abdest alırken tutunursa. namaz
kılacağı vakit misvaklanması sünnet değildir. Lâkin «Fethü'l-Kadir»de
Gazneviye'den naklen bildirildiğine göre misvak beş yerde, yani dişler
sarardığı, ağzın kokusu değiştiği, uykudan uyanıldığı, namaza kalkılacağı zaman
ve bir de abdest alırken müstehaptır. Lakin «el-Bahr» sahibi şöyle diyor:
«Ama ulemanın naklettikleri misvak bize göre namaz
için değil, abdest içindir, sözü buna aykırı düşer.»
«en-Nehir» sahibi Gazneviye'nin sözünü «Cevhere»deki
beyana hamlederek iki kavlin arasını bulmuştur. Yani misvak abdest içindir. Ama
unutulursa abdest için değil, namaz için mendup olur. İşte şârih in işaret
ettiği de budur. Fakat İsmail Nablusî Hindi nin yukarıdaki ta'liline bakarak bu
da söz götürür demiştir ki, o ta'iil sakattır. Zâten vahimden ibaret bir şey
diye reddedilmiştir. Bununla beraber misvaka devam eden kimsenin dişleri de
kanamaz.
Bana, iki kavlin arasını bulmak şöyle olacak gibi
geliyor: Ulemanın misvak tutunmak bize göre abdest içindir, demeleri İmam
Ahmed'in rivayet ettiği hadiste beyan buyuralan faziletin ne ile kazanılacağını
göstermek içindir. Resûlüllah (s.a.v.): «Misvaklı abdestle kılınan bir namaz
misvaksız namazdan 70 kere efdaldır» buyurmuştur. Yani bu sevap, misvak abdest
alırken tutunulduğu zaman hasıl olur. Şafiî'ye göre ise sevab ancak namaza
durulacağı vakit tutunulursa hâsıl olur. Binaenaleyh bize göre o abdestle
kılınan her namaz için bu fazilet vardır. Ona göre yoktur. Bundan bize göre
misvak her namaz için müstehap değildir, mânası çıkmaz ki zıddıyet lâzım
gelsin.
Misvak toplantılara gidileceği zaman bile müstehap
olursa, Allah Teâla ile bir münacaat demek olan namaz için nasıl müstehap
olmaz.
İmdâdü'l-Fettâh nam kitapda şöyle deniliyor: «Misvak
abdestin hususiyetlerinden değildir. Çünkü o birçok hallerde müstehabdır.
Mesela ağız kokusu değiştiği zaman, uykudan uyanıldıktan, namaza durulmak
istenildikte, eve girileceği zaman. toplantılara giderken, Kur'an okunacağı
zaman misvak tutunmak müstehaptır. Çünkü Ebu Hanife «Misvak dinin
sünnetlerindendir» demiştir. Binaenaleyh bu hususta bütün haller müsavidir.
Kuhistanî'de şöyle deniliyor: Misvak söylenildiği
gibi abdeste mahsus değildir. Zahiri rivayenin beyanına göre o başlı başına bir
sünnettir. (Hidâye» hâşiyesinde onun her zaman müstehap olduğubildiriliyor.
Abdest almak isteyince daha da kuvvetle müstehap olur. Binaenaleyh her namaz
zamanında ya sünnet ya müstehap olur. Namaz zamanında müstehap olduğunu Halebî
dahi «el-Münyetü's-Sağir» şerhinde tasrih etmiştir.
Tatarhâniyye'de Tetimme'den naklen: «Bize göre misvak
tu'tunmak her namazda, her abdestte, her ağız kokusu değiştiğinde ve her
uykudan uyandıkça müstehaptır» denilmiştir. Bu eşsiz izahı ganimet bilmelisin.
Şârih misvakın üst ve alt dişlere en az üçer defa
sürüleceğini bildiriyor.
Ben derim ki: «Mirac-ı Diraye»'de bildirildiğine göre
bu hususta miktar tayini yoktur. Misvak kullanan kimse ağız kokusunun ve diş
sarılığının kalmadığına kanaat getirinceye kadar dişlerini onunla ovar. Ama
müstehap olan miktarı üçer su ile üçer defa kullanmaktır. Zâhire bakılırsa
burada maksat sünneti yerine getirmiş olmak için miktar tayin edilmemiş
olmasıdır. Sünnet ancak kalbin kanaatiyle hâsıl olur. Üç defadan daha az
miktarda itminan hâsıl olursa kemalini, yani üçü tamamlamak müstehaptır.
Nitekim ulema taşla taharetlenme meselesinde de ayni şeyi söylemişlerdir. Gerek
üst gerekse alt dişlerde misvaka sağ taraftan başlanır, sonra sol tarafa
geçilir.
METİN
Misvakı sağ elle tutmak, çubuğun yumuşak, budaksız,
düz ve küçük parmak kalınlığında, bir karış uzunluğunda olması müstehaptır.
Dişleri uzunluğuna değil, genişliğine ovmalı, bu işi yatarken yapmamalıdır.
Çünkü dalağının büyümesine sebeb olur.
Misvakı avucunun içine almamalı, zira basur illetini
doğurur. Çubuğu emmemelidir. Bu da körlüğe sebep olur. Kullandıktan sonra
misvakı yıkamalıdır. Aksi takdirde onunla şeytan misvaklanır. Çubuk bir
karıştan fazla olmamalıdır. Fazla olursa onun üzerine şeytan biner. Misvakı
yere yatırmayıp dikine koymalıdır. Böyle yapılmazsa Kuhistanî delirmek
tehlikesi olduğunu söylemiştir. Misvakın eziyet veren ağaçtan yapılması mekruh,
zehirli ağaçtan yapılması haramdır.
Faydalarından bazıları; ölümden başka her hastalığa
şifa olması, ölürken kelime-i şehadeti hatırlatmasıdır. Misvak bulamayan yahut
dişleri olmayan kimse için sert bir çapıt kullanmak veya parmağı ile ovmak onun
yerini tutar. Nitekim kadın için misvaka kudreti varken sakız çiğnemek de
misvak yerini tutar.
İZAH
«el-Bahr» ve «en-Nehir» nâm eserlerde misvakın sağ
elle tutulmasının mendup olduğu bildirilmiş, «Dürer» sahibi onun öteden beri
böyle nakledilegeldiğini söylemiştir. Zahirine bakılırsa Peygamber (s.a.v.)'den
nakledilmiştir. Lâkin «Dürer» hâşiyesinde şöyle deniliyor: Nakil iddiası nakle
muhtaçtır. Nakil ise yoktur. Burada olsa olsa şöyle denilebilir:
Misvak tutunmak temizlik kabilindense sağ elle
kullanmak müstehaptır. Kiri gidermek kabilindense sol elle tutulur. Bunun kir
gidermek kabilinden olduğu anlaşılıyor. Nitekim İmam Mâlik'ten böyle rivâyet
olunmuştur:
Misvakın temizlik kabilinden olduğunu söyleyenler
Hazret-i Aişe hadisi ile istidlal etmişlerdir.
Bu hadîsin bir tarikinde Peygamber (s.a.v.)in
taranmasında, ayakkabı giymesinde, abdestinde ve misvakında sağdan başlamak
hoşuna giderdi, denilmiştir. Fakat bu söze itiraz edilmiş ve murad ağzın sağ
tarafından başlamış olmasıdır, denilmiştir.
Yine «el-Bahr» ve «en-Nehir» adlı eserlerde
bildirildiğine göre misvakın sünnet vecihle tutulması, çubuğun küçük parmağın
üstünden, diğer üç parmağın altından geçirerek başını başparmağa dayamakla
olur. Nitekim İbn Mes'ud Hazretleri de böyle rivayet etmiştir.
«Fethü'l-Kadîr» ile «Sirâc»da şöyle deniliyor:
Misvakın çok yaş, ve çok kuru olmaması müstehaptır. Çünkü çok yaş olursa
bükülür, dişlerin kirlerini temizleyemez. Çok kuru olursa diş etlerini zedeler.
Maksat misvakın başı, yani ağızda kullanılan tarafıdır. Misvakın bir karış uzunluğunda
olması, kullanılmaya ilk boşlandığı zamandır. Sonradan kesilip düzeltilmek
suretiyle kısalması zarar etmez. Bu uzunluk kullanan kimsenin karışına göre
midir, yoksa mutad karış mıdır? Zâhir olan mutad karıştır. Çünkü mutlak olarak
karış denildiğinde ekseriyetle bu anlaşılır. Dişler uzunluğuna değil,
genişliğine ovulacaktır. Çünkü uzunluğuna ovulursa diş etleri zedelenir. Ama
Gaznevî hem uzunluğunda hem genişliğine ovulacağını söylemiştir.
Ekseri ulema birinci kavli tercih etmişlerdir.
«el-Hılye» sahibi hadislerin aralarını bulmak için dişlerin genişliğine, dilin
uzunluğuna ovulacağını söylemiş, sonra Gaznevî'den şunu nakletmiştir:
Misvaklanmak dişlerin içini, dışını, üst ve alt
kısımlarını, ön dişlerin köklerini ve diş aralarını ovuşturmakla olur.
Misvak çubuğunu emmemelidir. Emmeden tükürüğü yutmaya
gelince: «el-Hilye»de Hâkîm-i Tirmizî'nin şu sözü naklediliyor:
Misvaka başladığında tükürüğünü yut. Çünkü bu cüzzam
ve baras hastalıklarına karşı faydalıdır. Ölümden maada bütün dertlere devadır.
Ama ondan sonra hiçbir şey yutma... Zira vesvese getirir. Bunu Ziyad b. ilâka
rivâyet etmiştir.
Misvakı kullandıktan sonra yere yatırmayıp dikey
koymalıdır. Kuhistâni'nin beyanına göre Peygamber (s.a.v.) in kulağın üzerinde
misvakını koyduğu yer kâtibin kalem koyduğu yer imiş. Eshabının misvakları ise
Hakîm-i Tirmizî'nin dediği gibi kulaklarının arkalarında bulunuyormuş, Bazıları
sarıklarının aralarına kıstırırlarmış. Misvakı yere bırakan kimsenin delirme
tehlikesi vardır. Çünkü Said b. Cübeyr'den rivâyet olunduğuna göre, bir kimse
misvakını yere bırakır da delirirse, kendinden başkasına kabahat bulmasın,
demiştir. Bunu «Hilye» sahibi Hâkim-i Tirmizi'den nakletmiştir. «el-Hilye»de
beyan olunduğuna göre ulema, nar çubuğu ve fesleğen dalı gibi dişleri zedeleyen
şeylerden misvak yapmanın mekrûh olduğunu söylemişlerdir.
«Hidâye» şerhinde Ayni şöyle diyor: Hars müsnedinde
Dumeyr b. Habib'den şu hadîsi rivâyet etmiştir Resûlüllah (s.a.v.): «Fesleğen
çubu-ğu ile misvaklanmayı yasak etti ve bununla misvaklanmak cüzzam terini
harekete getirir» buyurdular.
«en-Nehir» nâm eserde, nar çubuğu ve kamıştan maada
her çubukla misvaklanmak câizdir, deniliyor. Efdal olan «Erak» denilen misvak
ağacıdır. Sonra zeytin ağacı gelir. Taberânî'nin rivayet ettiği bir hadîste
Peygamber (s.a.v.): «Mübarek bir ağaç olan zeytinden yapılan misvak ne
güzeldir. O benim ve benden önceki peygamberlerin misvakıdır» buyurmuştur.
Şürunbulâliyye'de Farzî'nin Buhari hâşiyesinden
naklen; Misvakın faydalarından bazıları ihtiyarlığı yavaşlatması ve gözü keskinleştirmesidir.
En güzel faydası, ölümden başka her derde şifa olmasıdır. Misvak Sırat üzerinde
yürümeyi de sür'atlendirir deniliyor.
«el-Münye» şerhi ile diğer bazı kitaplarda beyan
edilen faydalar da şunlardır:
Misvak ağzı temizler, Allah Teâlâ'yı razı eder,
melekleri sevindirir. Gözü cilalandırır, ağız kokusunu ve kirini giderir,
dişleri beyazlatır. Diş etlerini kuvvetlendirir. Yemeği hazmettirir, balgamı
keser. Namazın sevabını katlandırır. Kur'an'ın yolu olan ağzı temizler. ağız
kokusunu güzelleştirir, fesahatı artırır, mideyi takviye eder, şeytanı
çatlatır, sevapları çoğaltır, safrayı keser. baş damarlarını yatıştırır.
ağrısını dindirir ve ruhun çıkmasını kolaylaştırır.
«en-Nehir»de misvakın faydaları 30 küsûra bâliğ olur
ki, en aşağısı eziyeti gidermek, en âlâsı da ölürken şehadet getirmeyi
hatırlatmaktır. Allah, lutf-u keremi ile bunu bize de nasip eylesin, deniliyor.
Parmakla misvaklanmak hususunda «el-Hilye» sahibi
şöyle diyor:
«Sonra hangi parmakla olursa olsun misvak tutunmakta
bir beis yoktur. Efdal olan şehadet parmakları ile misvaklanmaktır. Evvelâ sol
elinin şehadet parmağı ile, sonra sağ elininki ile dişler ovulur. Dilerse sağ
elinin baş ve şehadet parmakları ile de misvaklanabilir. Bu takdirde başparmağı
ile sağ taraftan başlayarak, dişlerin üst ve alt kısımlarını sonra şehadet
parmağı ile sol taraftakilerini aynı şekilde ovuşturur. Kadın sakız çiğnerken
misvakı niyet ederse misvak sevâbına nâil olur».
METİN
Beşincisi ağzı üç defa suyla yıkamak, yani
kaplamaktır. Onun için musannıf, yıkamak tabirini kullanmış yahut kısaltma
yapmak istemiştir.
İZAH
Şârih bu sözü ile kaplamak mazmaza ve istinşak ile
değil, yıkamak ile mümkün oluyor, demek istiyorsa da idiası söz götürür. Çünkü
mazmaza ile istinşak da aynı işi görür.
Istılahan mazmaza, suyun bütün ağzı kaplaması
manâsına gelir.
Lügatta ise hareket ettirmek demektir. Istılahan
istinşak suyu genize ulaştırmaktır. Lügatta neşkten alınmıştır. Neşk suyu ve
benzerini burnun nefesi ile içeri çekmektir. Buna şöyle cevap verilmiştir
Maksad Zeylai'nin söylediğidir ki şudur:
Mazmaza ile istinşakın mübalâğa ile yapılması
sünnettir. Yıkamak mubalağaya daha ziyade delâlet eder. Fakat buna da itiraz
edilerek bu mubalâğa kaplamanın kendisi değildir. Hem o başka bir sünnettir.
Binaenaleyh bu sünneti ve aslını bir sözle ifade etmek, ikisinin bir sünnet
olduğunu ihameder. Halbuki ikisi bir sünnet değildir. Bir de musannıf gibi
mübalâğanın sünnet olduğunu söyleyene bu münasib değildir.
Ben derim ki: en iyisi ağız ve burnu yıkamak
tâbirleri lügat mânâlarına bakarak kaplamayı mazmaza ve istinşaktan daha iyi
ifade eder, demelidir.
Şârihin «Yahut kısaltma yapmak istemiştir» sözüne de
şöyle itiraz edilmiştir: Kısaltma mühim bir faydayı elden kaçırmamak şartıyla
makbuldür. Mazmaza suyu ağızda çalkalayıp püskürmektir. Yıkamak buna delalet
etmez.
«en-Nehir» sahibi buna cevap vermiş ve: suyu
püskürtmenin şart olduğu İmam Ebu Vûsuf'tan rivâyet edilmiştir. Esah kavle göre
püskürmek şart değildir. Çünkü «Fethü'l-Kadir» de beyan edildiğine göre bir
kimse suyu birden yutuverse mazmaza yerini tutar, demiştir. Bazıları
tutmayacağını söylemişlerdir. Suyu emerek içerse mazmaza için kâfi değildir.
Aynî, üçüncü bir vecih göstermiştir ki, o da
yıkamakla mazmazanın sınırlarına dikkat edilmesidir.
METİN
Altıncısı burnu genizlere kadar üç suyla yıkamaktır.
Ağızla burnu yıkamak sünnet-i müekkede olup her biri beş sünnete şâmildir.
Bunlar tertibe riâyet etmek, üçer defa yıkamak, her defasında ayrı su kullanmak
ve sağ elle yıkamak, oruçlu olmamak şartı ile yıkarken gargara yapmak ve suyu
genizlere ulaştırmak suretiyle mübalâğa göstermektir. Çünkü mübalağada orucun
bozulması ihtimali vardır. Bunları abdestin farzlarından önce yapmanın hikmeti
suyun vasıflarına vakıf olmaktır. Çünkü suyun rengi gözle, tadı ağızla, kokusu
burunla bilinir. Bir kimsenin yanında mazmaza ve istinşakla birlikte her âzâyı
birer defa, onları yapmazsa üçer defa yıkamaya yetecek kadar su bulunsa birer
defa yıkayarak abdest alır, suyu olarak birazı ile mazmaza, kalanı ile istinşak
yapsa kafi gelir. Bunun aksi, yani evvela istinşak yapması kâfi değildir. Acaba
parmağını ağzına burnuna sokacak mıdır? Kuhistânî'nin beyanına göre, evet
sokacaktır.
İ Z A H :
Ağızla burnu yıkamak sünneti müekkededir, bunları
terkeden kimse sahih kavle göre biraz günahkâr olur.
«el-Hilye» de: belki bu söz, yıkamamayı özürsüz âdet
edinen hakkındadır. Nitekim az ileride görüleceği vecihle ulema üç defa
yıkamayı terkeden hakkında da aynı şeyi söylemişlerdir. deniliyor. Ağızla
burnun şâmil oldukları beşer sünnete kendileri de katılınca buradaki sünnetler
on iki olur. Tertibin ikisinde bir sünnet sayılacağını söyleyenler de vardır.
el-Bahr'da Mi'racu'd-Dirâye'den naklen üç defa
yıkamaya imkân varken tekrarı terketmenin mekruh olmadığı bildirilmiş, «Hilye»
sahibi de bunu te'yit etmiştir. Çünkü Peygamber (s.a.v.) in bir defa mazmaza ve
istinşak yaptığı sabit olmuştur. Hadîsi Ebu Davud rivayet etmiştir. Ama «Hilye»
sahibi bunun ödet haline getirilmemesi ile kayıtlanması gerektiğini
söylemiştir. Burnu yıkarken istinsar, yani burun atmak sol elle yapılır.
İsmail Nablusî: «Zâhire göre ağızla burnu yıkarken
mubalâğa göstermek müstehaptır» diyor.
Gargara mazmazada, suyu genize ulaştırmak istinşakta
olur. Bazıları mazmazanın mübalâğa ile yapılması suyu ağzını dolduracak kadar
çok kullanmakla olur, demişlerdir.
«el-Münye» şerhinde birinci kavlin daha meşhur olduğu
kaydedilmiştir. Ağız burun dahil olmak üzere her uzvu birer defa yıkayarak
abdest almak, onları terkederek üçer defa yıkamaktan daha kuvvetlidir. Çünkü
Peygamber (s.a.v.) in üçer yıkamayı terkettiği rivayet olunmuştur. Resûlullah
(s.a.v.) her uzvu birer defa yıkayarak abdest almış: «Bu öyle bir abdesttir ki,
Allah namazı ancak onunla kabul eder» buyurmuştur. Fakat mazmaza ile istinşakı
terkettiği rivayet olunmuştur. Abdest alırken parmağın ağza, burna sokulmasının
evlâ olması, ağızda misvak parçası veya misvakla çıkmamış yemek kırıntısı
kalması ihtimali içindir.
METİN
Yedincisi ihramlı olmayan bir kimsenin yüzünü üç defa
yıkadıktan sonra sakalını hilallaması ve elinin arkasını boğaz tarafına
çevirmesidir.
İZAH
Sakalı hilâllemek, kıllarını aşağıdan yukarıya
ayırmaktan ibarettir. Ebû Yusuf'a göre bu, sünnettir. Ebû Hanîfe ile Muhammed
ise onu bir fazilet kabul etmişlerdir.
«el-Mebsût» sahibi Ebu Yûsuf'un kavlini tercih etmiş.
«el-Munye» şerhinde dahi deliller bunu tercih ettiriyor, sahih olan da budur
denilmiştir. el-Hilye'de bütün bunların sık sakal hakkında söylenildiği
anlaşılıyor. Seyrek sakalda ise suyu altına ulaştırmak vacibtir, denilmiş:
Şürunbulâlî de katiyetle buna kâil olmuştur.
«el-Minah» sahibi sünnet vecihle hilâllama, el
parmaklarını sakal aralarına aşağıdan yukarıya doğru sürerek elin içini dışarı
doğru, dışını da abdest alanın bedenine çevirmekle olur. diyor.
Ben derim ki: Ebû Dâvûd, Hazret-i Enes'den şu hadîsi
rivayet etmiştir: Peygamber (s.a.v.), abdest alırken çenesinin altına bir avuç
su alır, onunla sakalını hilallar ve «Rabbim bana bunu emretti» buyururdu. Bunu
«el-Bahr» sahibi ile başkaları beyan etmişlerdir. Hadîsden anlaşılan mâna,
sakalın altından başlayarak elin içini boyun tarafından içeri. dışını do dışarı
çevirmek suretiyle hilâllamaktır. Tâ ki alınan suyu saçların arasına ulaştırmak
mümkün olsun.
Yukarıda anlatıldığı şekilde bunu yapmak mümkün
değildir. Zira elle su almakta bir fayda kalmaz. «el-Minah» sahibi tarif ettiği
şekli «el-Kifâye» adlı kitapdan aldığını söylemiştir.
Benim «el-Kifâye»de gördüğüm ise şöyledir: Bunun
şekli yüzü üç defa yıkadıktan sonra aşağıdan yukarı doğru sakalı hilâllamaktır.
Sonra bilmelisin ki bu hilâllama sağ elle yapılır. Nitekim «el-Hilye»de tesrih
edilmiştir ve açıktır. «Dürer» sahibi ise iki elinin parmaklarını sakalının
arasına sokar demiştirki arzetiğimizin hilâfınadır.
METİN
Sekizincisi parmaklarını hilâllamaktır ki el
parmaklarını birbirine geçirmekle, ayak parmaklarını ise, sol elinin küçük
parmağını diğerlerinin aralarından geçirmekle olur. Ayak parmaklarını
hilallarken sağ ayağın küçük parmağından başlanır. Hilallamanın sünnet olması
parmak aralarına su girdiğine göredir. Parmaklar sıkışık halde topluysa
hilâllamak farz olur.
Gargara mazmazada, suyu genize ulaştırmak istinşakta
olur. Bazıları mazmazanın mübalâğa ile yapılması suyu ağzını dolduracak kadar
çok kullanmakla olur, demişlerdir.
«el-Münye» şerhinde birinci kavlin daha meşhur olduğu
kaydedilmiştir. Ağız burun dahil olmak üzere her uzvu birer defa yıkayarak
abdest almak, onları terkederek üçer defa yıkamaktan daha kuvvetlidir. Çünkü
Peygamber (s.a.v.) in üçer yıkamayı terkettiği rivayet olunmuştur. Resûlullah
(s.a.v.) her uzvu birer defa yıkayarak abdest almış: «Bu öyle bir abdesttir ki,
Allah namazı ancak onunla kabul eder» buyurmuştur. Fakat mazmaza ile istinşakı
terkettiği rivayet olunmuştur. Abdest alırken parmağın ağza, burna sokulmasının
evlâ olması, ağızda misvak parçası veya misvakla çıkmamış yemek kırıntısı
kalması ihtimali içindir.
METİN
Yedincisi ihramlı olmayan bir kimsenin yüzünü üç defa
yıkadıktan sonra sakalını hilallaması ve elinin arkasını boğaz tarafına
çevirmesidir.
İZAH
Sakalı hilâllemek, kıllarını aşağıdan yukarıya
ayırmaktan ibarettir. Ebû Yusuf'a göre bu, sünnettir. Ebû Hanîfe ile Muhammed
ise onu bir fazilet kabul etmişlerdir.
«el-Mebsût» sahibi Ebu Yûsuf'un kavlini tercih etmiş.
«el-Munye» şerhinde dahi deliller bunu tercih ettiriyor, sahih olan da budur
denilmiştir. el-Hilye'de bütün bunların sık sakal hakkında söylenildiği
anlaşılıyor. Seyrek sakalda ise suyu altına ulaştırmak vacibtir, denilmiş:
Şürunbulâlî de katiyetle buna kâil olmuştur.
«el-Minah» sahibi sünnet vecihle hilâllama, el
parmaklarını sakal aralarına aşağıdan yukarıya doğru sürerek elin içini dışarı
doğru, dışını da abdest alanın bedenine çevirmekle olur. diyor.
Ben derim ki: Ebû Dâvûd, Hazret-i Enes'den şu hadîsi
rivayet etmiştir: Peygamber (s.a.v.), abdest alırken çenesinin altına bir avuç
su alır, onunla sakalını hilallar ve «Rabbim bana bunu emretti» buyururdu. Bunu
«el-Bahr» sahibi ile başkaları beyan etmişlerdir. Hadîsden anlaşılan mâna,
sakalın altından başlayarak elin içini boyun tarafından içeri. dışını do dışarı
çevirmek suretiyle hilâllamaktır. Tâ ki alınan suyu saçların arasına ulaştırmak
mümkün olsun.
Yukarıda anlatıldığı şekilde bunu yapmak mümkün
değildir. Zira elle su almakta bir fayda kalmaz. «el-Minah» sahibi tarif ettiği
şekli «el-Kifâye» adlı kitapdan aldığını söylemiştir.
Benim «el-Kifâye»de gördüğüm ise şöyledir: Bunun
şekli yüzü üç defa yıkadıktan sonra aşağıdan yukarı doğru sakalı hilâllamaktır.
Sonra bilmelisin ki bu hilâllama sağ elle yapılır. Nitekim «el-Hilye»de tesrih
edilmiştir ve açıktır. «Dürer» sahibi ise iki elinin parmaklarını sakalının arasına
sokar demiştirki arzetiğimizin hilâfınadır.
METİN
Sekizincisi parmaklarını hilâllamaktır ki el
parmaklarını birbirine geçirmekle, ayak parmaklarını ise, sol elinin küçük
parmağını diğerlerinin aralarından geçirmekle olur. Ayak parmaklarını
hilallarken sağ ayağın küçük parmağından başlanır. Hilallamanın sünnet olması
parmak aralarına su girdiğine göredir. Parmaklar sıkışık halde topluysa
hilâllamak farz olur.
İZAH
Parmakları hilâllamak bilittifak sünnet-i
müekkededir. Sürunbulaliyye'de bildirilen hilâf, yukarıda arzetiğimiz gibi
sakalın hilâllenmesi hakkındadır. Bunu iyi anla!.
«el-Bahr» nâm eserde «Sirac» sahibi hilâllenmeyi
parmaklar hakkında damlayan su ile diye kayıtlamış. Sakalın hilâllenmesi
hakkında bu kaydı zikretmemiştir, deniliyor.
Ben derim ki: yukarıda geçen hadîsten anladın ki,
sakalın hilallenmesi de bir avuç su olmak ile kayıdlıdır. Yine «el-Bahr»da
beyan edildiğine göre elleri, ayakları suya daldırmak parmaklan hilâllemenin
yerini tutar. Velev ki akar su olmasın. Hilâllemek âzâyı üç defa yıkadıktan
sonra yapılır. Çünkü o üç defa yıkamanın sünnetidir.
Lâkin «el-Hilye» sahibi, âzânın her defasında
kaplayarak yıkanmasını anlatırken bundan hilâllemenin üç defa yapılacağı manası
çıkarılır, dedikten sonra Hz. Osman (R.A.), abdest alarak ayak parmaklarının
aralarını üç defa hilâllediğini ve «Ben Resûlüllah (s.a.v.)'ı benim yaptığım
gibi yaparken gördüm» dediğini, Darekutni ile Beyhaki'den sahih güzel bir isnad
ile naklediyor.
Parmaklan birbirine geçirmek oyuna benzememesi için,
birinin içini diğerinin dışına vermekle yapılır. Ayak parmaklarının nasıl
hilalleneceğini «el-Mirac» ve diğer kitaplar buradaki gibi beyan etmiş ve hadîs
bu şekilde vârid olmuştur, demişler.
Kudûrî dahi hilallemenin aşağıdan yukarı yapılacağı
kaydı ile rivayet. edildiğini söylemişse de «Fethü'l-Kadîr» sahibi, rivayetin
bu şekilde varid olduğuna itiraz ile bunu Allah bilir, demiştir. Öyle
anlaşılıyor ki böyle bir şey maksut sünnet değil, tesadüfidir.
Kemal İbn Hümâm'ın Tilmizi İbn Emir Hâcc, «Munye»
şerhi «Hilye» de şunları söylemiştir: Lâkin ibn Mâce'nin Sünen'inde Mustevrid
b. Şeddâd'dan şu hadis rivayet ediliyor: Müstevrid: «Ben Rasûlüllah (S.A.V.)'i
abdest alırken gördüm. Ayak parmaklarını küçük parmağı ile hilâlledi» demiştir.
Hilâllemenin sol elin küçük parmağı ile yapılmasını ve aşağıdan başlanmasını
ise Allah bilir. Hilâllemenin sol elin küçük parmağı ile yapılması onun taharet
olması karşısında müşküldür. Taharetin sağ elle yapılması müstehaptır. İhtimal
küçük parmakla yapılmasındaki hikmet en ince parmak o olmasıdır. Bu itibarla
hilâllemeye en münasip olan odur.Hilâllemeye aşağıdan yukarıya doğru başlanması
da suyu ulaştırmaya en yarayışlı olması hikmetine ibtina edebilir.
İbn Emîr Hacc bu beyânatından sonra, bu şekilde
hilâllemenin Şafiilerce mendup olduğunu nakletmiştir.
Ben derim ki: İbn Emir Hacc'ın müşküldür sözüne şöyle
cevap verilir:
Ayaklar pas yeridir. Onun için şârih onları sol elle
yıkamanın âdâbdan olduğunu yeri gelince söyleyecektir. Ayak parmaklarını
hilâllemeye ayağın sağ ayağın baş, parmağından başlar, sol ayağın küçük
parmağında bitirir. Çünkü sağ ayağın küçük parmağı diğer parmakların
sağındadır. Sol ayağın baş parmağı da öyledir. Sağdan başlamak sünnet yahut
müstehabtır. Bunu Hilye» sahibi ifade etmiştir. «el-Bahr»da şöyle deniliyor:
Ulemanın aşağıdan yukarıya doğru sözleri iki şeye
muhtemeldir. Ya aşağıdan başlayıp yukarıya çekecektir, yani parmağını ayağının
üstüne koyup yukarıya çeker, yahud altından koyup yukarıya doğru çeker. Nitekim
»Sirâc» sahibi buna kat'iyetle cezmetmiştir. Ama birinci şık kabule daha
yakındır. Yani küçük parmağını ayağının üst tarafından sokar. Hiiâllemeye
alttan başlayarak yukarıya doğru çeker, ayağının alt tarafından sokarak
yukarıya çekmez.
METİN
Dokuzuncusu kaplamak şartıyla her uzvu üçer defa
yıkamaktır. Uzvu kaplamayan avuç sularına itibar yoktur. Bir defa ile yetinirse
bunu âdet edindiği takdirde günâhkâr olur. Âdet edinmezse günahkâr olmaz. Kalbi
kanaat getirsin diye yahut abdest üzerine abdest almak maksadiyle üçten fazla
yıkarsa bir beis yoktur. Zulmetmiş olur hadisi, itikada hamledilmiştir. Bir
mecliste tekrarının mekruh olması ihtimal ki kerahet-i tenzihiyedir. Hatta
Kuhistânî'de el-Cevâhir'e atfen akar suda israf câizdir. Çünkü bir şey zâyi
etmez, denilmiştir.
Teemmül et!...
İZAH
Her uzvu üç defa yıkarken ikincisi ile üçüncünün
mecmuu bir sünnet olur. «Fethü'l-Kadîr'de hak olan budur denilmiştir. Lâkin
«Sirac» da bunların ikisinin sünnet-i müekkede olduğu sahih görülmüştür.
«en-Nehir» sahibi münasip olan da budur demiş ve şöyle devam etmiştir:
Çünkü ulema bunun sünnet olduğuna Peygamber
(s.a.v.)'in her uzvu ikişer defa yıkayarak abdest aldığı zaman bu abdest, ecri
iki kat verilenlerin abdestidir, buyurması ve üçer defa yıkayarak abdest
aldığında: «Bu benim ve benden önceki peygamberlerin abdestidir. Bunu ziyade
veya noksan yapan muhakkak tecavüz ve zulmetmiş olur» buyurmasıyla istidlâl
etmişlerdir. İkinci abdeste müstakil bir cüz ayırmıştır. Bu onun müstakil
olduğunu gösterir. Şu kadar var ki, sünnetin bir cüz'üdür. Yalnız başına ona
sevâb verilmez.
Musannıfın üçlemeyi yıkamakla kayıdlaması, meshte
üçleme matlub olmadığı içindir. Nitekim az ileride gelecektir.
Her uzvu kaplayarak yıkamaya gelince: bir kimse
abdest uzvunu birinci defa yıkarken kuru yer bıraksa, ikinci defa yıkarken o
yerin bir kısmına su işlese, üçüncüde tamamen yıkansa, her uzvu üçer defa
yıkamış sayılmaz.
«el-Bahr» de bildirildiğine göre, sünnet her uzvu
kaplamak şartiyle üçer defa yıkamaktır. Yıkamak için avuçla alınan sular sünnet
değildir. Şimdi şu mesele kalır: az önce söylediğimiz gibi kaplayarak yıkama
ancak üçüncüde hâsıl olursa bunların üçü bir sayılıp iki defa daha yıkamak mı
lâzımdır, yoksa yalnız su işlemeyen yer mi yıkanacaktır? «el-Bahr»ın
ibaresinden anlaşılan birincisidir. Yani üçü bir sayılıp iki defa daha yıkamak
lâzımdır. «en-Nehir» nâm eserde şöyle deniliyor:
«Bir kimse abdest uzuvlarını birer defa yıkamakla
yetinirse günahkar olur mu olmaz mı»? Burada iki kavil vardır: Bazıları meşhur
sünneti terkettiği için günahkâr olur demiş, birtakımları da günahkâr
olmadığını söylemişlerdir. Çünkü o kimse emredileni yapmıştır.
«es-Sirâc»da da aynı şey söylenmiştir. «el-Hulâsa»
sahibi ise bunu âdet haline getirirse günahkârolacağını, getirmezse
olmayacağını ihtiyar etmiş. bu sözün yukardaki kavlin arasını bulmuş olması
lâzım geldiğini söylemiştir.
Ben derim ki: lakin «el-Hulâsa»da günah tasrih
edilmemiş, sâdece âdet haline getirirse mekruh olur, denilmiştir. el-Bahr
sahibi de böyle nakletmiştir. Evet bu söz evvelce «et-Tahrir» şerhinden
nakletiklerimize muvafıktır. Orada sünnet-i müekkedeyi özürsüz olarak ısrarlı
terkeden zemmolunur ve dalâlete nisbet edilir, deniliyordu. Yine beyan etmiştik
ki «el-Bahr» sahibi sarahaten şunları söylemiştir: Mezhep sahiplerinin
sözlerinden anlaşıldığına göre günah meselesi vacip ile sünnet-i müekkedenin
terkine bağlıdır. Sahih olan budur. Şübhesiz üç defa yıkamak nerede meşru
olduysa orada sünnet-i müekkededir. Onu ısrarla terkeden günahkâr olur. Velev
ki sünnet olduğuna itikad etsin.
Ulemanın hadisdeki tehdidi üç defa yıkamayı sünnet
saymayanlara hamletmeleri ise velev bir defa olsun terkedenler hakkındadır.
Bununla «el-Bahr» sahibinin söyledikleri mündefi olur. O, bir kimse abdest
âzâsını bir defa yıkamakla iktifa ederse günahkâr olmaz, diyenlerin kavlini
tercih etmiş, sırf terk ettiği için günahkâr olsa bu te'vile hacet kalmazdı,
demişdi.
«en-Nehir» ve diğer kitapların sahipleri de onu
tasdik etmişlerdir. Çünkü ısrarsız terk edenler hakkında ulemanın bu te'viline
ihtiyaç vardır. İyi düşün!..
Şarih kalbi kanâat getirsin diye ilâh... sözüyle
özürsüz ziyadenin de noksan gibi menedildiğine işaret etmiştir. Kalbi kanaat
etsin diye üçden fazla yıkamanın caiz olması şüphe veren şeyi bırakıp şübhe
vermeyenle amel etmek emrolunduğu içindir. Bunun müvesvis olmayanlarla
kayıtlanması icap eder. Müvesvis olan kimsenin ise vesveseyi kesecek şekilde
yıkaması şübheye düşüren şeye iltifat etmemesi gerekir. Çünkü vesvese şeytan
işidir. Bize şeytana muhalefet ve düşmanlık emredilmiştir. Bunu, güslün
farzlarından önce «Tatarhaniyye»den naklen arzedeceğimiz şu mesele te'yid eder:
Bir kimse abdestinin bazı yerlerinde şübhe ederse
tekrar abdest alır. Meğer ki, şübhe abdest bittikten sonra gelsin. Yahud
şüpheciliği âdet edinmiş olsun.
Şüphe ödet haline gelmişse abdest bitmemiş bile olsa
vesveseyi kesmek için onu tekrarlamaz. Abdest üzerine abdest kastiyle sözünden
murad; birinci abdest bittikten sonra tekrar bir abdest almaktır.
Tatarhaniyye'de Nâtıfî'den naklen şöyle deniliyor:
Abdest alan kimsenin bir uzvu üç defadan fazla
yıkaması bid'attır. Ama bu birinci abdesti bitirmeden yıkadığına göredir.
Birinciyi bitirir de yeniden abdest alırsa bilittifak mekruh olmaz.
«el-Hulâsa»da dahi bunun gibi beyanat vardır.
«el-Bahr» sahibi ittifak iddiasına itiraz etmiş. «es-
Sırâc» nam eserde bildirildiğine göre bir meclisde abdestin tekrarlanması
mekruhdur, demiştir. Fakat «en-Nehir» sahibi buna cevap vermiş, yukarıda zikri
geçen mesele abdesti bir defa tekrarlayana aittir, «es-Sirâc»daki ise birkaç
defa tekrarlayanlar hakkındadır, demiştir «es-Sirâc»ın ibaresi şöyledir:
«Bir meclisde abdesti birkaç defa tekrarlamak müsteha
değil, bilakis mekruhdur. Çünkü bunda israf vardır».
Ben derim ki: lâkin buna «el-Münyetü'l-Kebîr»
şerhindeki şu ifadeyle itiraz olunur: Burada işkal vardır Zira ulema abdestin
bizzat maksût bir ibadet olmadığına ittifak etmişlerdir.Onunla namaz,secde-i
tilavet ve Mushaf'a dokunmak gibi şer'an maksut bir amel eda edilmediği vakit
tâat olarak tekrar edilmesinin meşru olmaması gerekir. Çünkü bizzat maksut bir
ibâdet değildir. Binaenaleyh hâlis israf olur.
Ulema, secde-i tilavet maksut bir ibâdet olmadığı
için müstakilen onunla ibadet meşru değil; mekruh olur, demişlerdir. Bunun
meşru olmaması ise evleviyette kalır.
Ben derim ki: İbnü'l-İmâd'ın «Hediye» nâmındaki
kitabında söyledikleri de bunu te'yit eder. O şöyle diyor: «el-Mesâbih»
şerhinde beyan edildiğine göre abdest tazelemek ancak ilk abdestle namaz kılana
müstehab olur.
«eş-Şir'a» ile «el-Kınye»de dahi böyle denilmiştir.
Bunun muktezası namaz gibi bir ibadet eda edilmedikçe meclis değişse bile
abdest üzerine abdest almanın mekrûh olmasıdır. Lâkin Abdü'l-Ganî Nablusî
şunları söylemiştir:
«Hadîsin mutlak olan ifadesinden anlaşılıyor ki.
namaz yeya meclis değişmesi gibi bir fasıla olmasa dahi abdest tazelemek
meşrudur. Meşru olan bir şeyde israf yoktur». Ama abdesti üçüncü veya dördüncü
defa tekrarlarsa meşru olması için mezkûr fasılalardan birinin bulunması
şarttır. Aksi takdirde sırf israf olur..
Şârihin beis yoktur sözü abdest üzerine abdestin
mendup olduğuna işarettir. Zira nur üzerine nurdur. Bu kelime ekseriyetle terki
evlâ mânâsında kullanılırsa da bazen mendup mânâsında kullanıldığı da vardır.
Bunu «el-Bahr» sahibi de tasrih etmiştir.
Zulmetmiş olur hadîsinden murad; izahımızın başında
naklettiğimiz «Bu benim ve benden önceki peygamberin abdestidir. Bunu ziyade ve
noksan yapan muhakkak tecavüz ve zulmetmiş olur» hadîs-i şerifidir.
Şârih «Bununla beis yoktur» tabirine itiraz edenlere
cevap vermiştir. Filhakika Resûlüllah (s.a.v.)'ın bunu ziyade yapan, buyurmakla
neyi kasdettiği hususunda muhtelif kaviller vardır. Bazıları bu çizilen sınırın
ötesini yıkayan tecavüz ve zulüm etmiş olur, demişlerdir. Fakat bu söz
Peygamber (s.a.v.)in: «Sizden kim alnının sakarlığını uzatabilirse bunu yapsın»
hadîsi ile reddedilmiştir. Hadis-i şerif «el-Mesâbihttedir. Sakarlığın
uzatılması çizilen sınırın üzerine ziyade etmekle olur. Birtakımları abdest
azasından başkasını yıkayan zulmetmiş olur, demiş; bazıları da bu sayıdan
ziyade yıkar veya noksan bırakırsa mânâsına almışlardır. İşte sahih kavle göre
burada zulüm ve tecavüz fiil değil, itikat mânâsına hamledilmiştir. Hatta bir
kimse üç defa yıkamanın sünnet olduğuna itikad ederek. ziyade veya noksan
yaparsa kendisine bu tehdit varit değildir. «el-Bedâyı'»da da böyle denilmiş,
«Hidaye»de ise yalnız bu kadarı ile iktifa edilmiştir.
Hadîs-i şerifte leff-i neşr-i müreddep vardır. Çünkü
tecavüz ziyadeye, zulüm noksana râcidir.
Ben derim ki: «Bedâyı'»de sarahaten bildirilmiştir.
Üç defa yıkamanın sünnet olduğuna itikadederek yapılan ziyade ve noksan mekruh
değildir. Onun için yine «Bedâyı'»de israf ve takdiri terketmek mendubtur.
denilmiştir. Tatarhaniyye'nin mekruh değildir; meğer ki ziyadenin sünnet
olduğuna itikad etmiş ola, sözü de buna muvafıktır. Ama bu söz yukarıda geçen
bir kimse bir defa yıkamakla yetinir ve bunu âdet edinirse günahkâr olur.
ifadesine muhalif olduğu gibi, biraz ileride gelecek olan israf, kerahet-i
tahrimiye ile mekruhtur.
Üçden fazla yıkamak da israfdan sayılır, sözüne dahi
muhaliftir. Bundan dolayıdır ki «Fethü'l-Kadîr» ve diğer kitaplarda hadisdeki
tehdidi ziyade ve noksanın sünnet olduğunu ittikad mânâsına olan kavil üzerine
şu sözlerle mesele tefri' edilmiştir:
Bir kimse abdest üzerine abdest kasdiyle yahut şübhe
anında kalbine kanâat gelmesi için ziyade yapar veya bir hacetten dolayı noksan
bırakırsa bunda bir beis yoktur. Bu tefrikin mânâsı şudur: bir kimse sahih bir
maksadı olmaksızın abdesti ziyade ve noksan yaparsa mekruh işlemiş olur. Velev
ki üç defa yıkamanın sünnet olduğuna itikad etmiş olsun.
«el-Hilye» sahibi dahi bunu tasrih etmiş, acaba sahih
bir maksadı olmaksızın bir kimse üçden fazla yıkarsa mekruh olur mu? Zâhire
göre evet olur, çünkü israftır demiştir. Herhalde «Bedâyı'» ile diğer
kitabların beyanlarını birleştirmek ihtiyacı vardır. Bunların arasını bulmak,
yukarıda arzettiğimiz vecihle şöyle olur:
Bir kimse bu işi bir defa yaparsa sünnet olduğuna
itikad etmemek şartiyla mekruh sayılmaz. Âdet haline getirir de ısrarla yaparsa
üç defa yıkamanın sünnet olduğuna itikad etse bile mekruh olur. Ancak sahih bir
maksadla yaparsa o başka.
Benim âcizâne anlayışım budur.
Şârihin ihtimalki keraheti tenzihiyedir sözü
«el-Bahr» daki itiraza cevabtır. İtiraz şudur:
Fukahanın: abdest üzerine abdest almayı niyet ederse,
bunda bir beis yoktur, demeleri «es-Sirâc» taki abdestin bir mecliste tekrarı
mekruhtur, sözüne muhaliftir. Bunu meclisin değişmesine hamletmek de hakikatten
uzaktır. Cevabın hâsılı, kerâheti tenzihiye hamletmektir. Bu kerahet ulemanın
beis yoktur tâbirine muhalif değildir. Çünkü beis yoktur tabiri ekseriyetle
terki evlâ mânâsında kullanılır.
Ben derim ki: bu cevap söz götürür. Zira evvelce
arzettiğimiz vecihle ulema abdestin tekrarını nur üzerine nur diye ta'lil
etmişlerdir. Binaenaleyh beis yoktur tabiri, terk-i evlâ değil mendup mânâsına
kullanılır. En iyisi «en-Nehir»den naklettiğimiz cevapdır ki o da mekruh olan
tekrar bir mecliste birkaç defa yapılan tekrardır.
Şârihin «Hatta Kuhistâni'de ilâh» sözü cevabda
ilerlemedir. Ama bu söz aşağıda gelecek olan israf, nehir suyunda bile olsa
mekruhtur, ifadesine muhaliftir. Onun için teemmül et diyor. Sözün tamamı
ileride gelecektir. Şöyle de diyenler vardır: şârih câiz demiş, onunla mekruha
şâmil olan umumî bir mânâ kastetmiştir. «el-Hilye»de «İbn-i Hacib»in
«Usul»ünden naklen câiz kelimesi bâzen şeriatta memnu olmayan şeylere ıtlak
edilir. Bu ise mübah, mekruh, mendup ve vacibe şâmildir, deniliyor. Lâkin
zâhire göre murad; tenzihen mekruh olmasıdır. Çünkü tahrimen mekruh şer'an
lâzım bir şekilde memnudur.
METİN
Onuncusu başın bütününe bir defa kaplama mesh
yapmaktır. Bunu terkederek yapmaya devam eden kimse günahkâr olur.
İZAH
Musannıf bir defa yerine «el-Münye»de olduğu gibi bir
su ile dese daha iyi olurdu. Çünkü «Fethü'l-Kadîr»de şöyle deniliyor:
İmam Hasan'ın «el-Mücerred»deki rivayetine göre Ebu
Hanîfe bir kimse bir su ile üç defa mesh etse mesnun olur demiştir. Hadîslerin
aralarını bulmak için İmam Şafiî'nin üç defa mesh rivayeti ile istidlâl etmesi
«Hidâye» ve diğer kitablarda buna hamledilmiştir. Burada su birinci defada
müsta'mel olur. Şu halde tekrar nasıl mesnun olabilir, şeklinde bir sual varid
olamaz. Zira «el-Münye» şerhinde ulema su uzuvdan ayrılmadıkça müsta'mel
olmayacağına ittifak etmişlerdir, denilmiştir.
Başı kaplayarak meshetmek dahi sünnettir. Nitekim
Fethü'l-Kadîr sahibi Kemal İbn Hümâm da katiyetle buna kâil olmuş, sonra
«el-Kınye»den şunu nakletmiştir:
«Bir kimse özürü yokken kaplama meshi devam üzere
terkederse günahkâr olur». Kemal İbn Hümâm, günahkâr olması herhalde sünnetten
yüz çevrildiği için olacaktır, demiştir.
Zeylaî diyor ki: «Ulema meshin nasıl yapılacağı
hususunda da söz etmişlerdir. En iyisi avuçlarını ve parmaklarını başının ön
tarafına koyarak bütün başı kaplayacak şekilde arkaya doğru çekmek, sonra ikı
parmağı ile kulaklarını mesh etmektir. Bazıları: su müsta'mel olmasın diye
başparmakları ile şehadet parmaklarını ve avuçlarını açarak mesheder. Sonra
parmakları ile kulaklarını, avuçları ile de başının yanlarını mesheder,
demişlerse de Kemal ibn Hümâm «Fethü'l-Kadîr»de: bunun sünnette aslı yoktur.
Çünkü su uzuvdan ayrılmadan müsta'mel hükmü sabit olamaz, kulaklar da
baştandır, demiştir.
TENBİH: Bir kimse üç ayrı su ile üç defa başına
meshetse. bazıları bunun mekruh, bazıları bid'at olduğunu söylemiş, bir
takımları da, bunda bir beis yoktur demişlerdir. «el-Haniyyea'de: mekrûh
değildir, sünnet ve edeb de olamaz deniliyor ki «el-Bahr» sahibi «Evlâ olan
budur. Zira kerahatine delil yoktur» demiştir.
Ben derim ki: lâkin «el-Münye» şârihi mekruh olmasını
daha şayanı kabul görmüştür. Ben de «el-Bahr» üzerine yazdığım derkenarda onu
te'yid eden şeyler söyledim ve şöyle dedim:
Bizim imamlarımıza göre başa meshin bir defa
yapılacağı Peygamber (s.a.v.)'in fiili ile sabit olmuştur. Üç defa mesh bir
ziyadedir. Resûlüllah (s.a.v.): «Her kim bundan ziyade veya noksan yaparsa
tecavüz ve zulmetmiş olur» buyurmuştur. Hadîsdeki işaret Peygamber (s.a.v.) in
fiili ile sabit olan meshinedir. Kitabımızın metninde bunun yasak edilen
şeylerden olduğu bildirilecektir.
METİN
Onbirincisi velev başından artan su ile olsun.
kulaklarını beraberce meshetmektir. Lâkin sarığına dokunmuşsa mutlaka yeni su
kullanması gerekir.
İZAH
Kulaklardan maksad içleridir. Kulak içleri şehadet
parmaklarının içleriyle, dışları da başparmakların içleriyle meshedilir.
Kulaklara meshederken sağdan başlamak yoktur. «el-Hulâsa»da abdest olan kimse
kulakları için yeni su kullansa iyi olur, deniliyor. Bunu Molla Miskin Ebu
Hanîfe'den bir rivâyet olarak zikret niştir.
«el-Bahr» sahibi: «Bundan şu anlaşılır ki, Şafiî ile
bizim imamlarımız arasındaki hilâf yeni su kullanmayarak elinde kalan
ıslaklıkla mesheden kimsenin sünneti yerine getirmiş olup olmaması
hususundadır. Bize göre sünneti yerine getirmiş. ona göre getirmemiş olur. Ama
elinde ıslaklık olduğu halde yeni su alırsa bilittifak sünneti yerine getirmiş
olur» demiş. «en-Nehir» sahibi de onu tasdik etmiştir.
Ben derim ki: bu sözün muktezası kulakları yeni su
ile meshetmenin evlâ olmasıdır. Bu da hilâfa riâyet ederek sünneti bilittifak
yerine getirmiş olmak içindir.
Şârihin Şürunbulâli ile «el-Burhan» sahiblerine
uyarak velev tabiri ile ifade ettiği sözün mânâsı budur. Bu mesele Molla
Miskîn'in Ebu Hanîfe'den naklettiği rivâyete dayanır. Lâkin sair metinlerin
baştan ortan su ile diye kayıtlamaları bunun hilafını ifade etmektedir.
«Hidâye» şârihlerinin takrirleriyle diğer şârihlerin
sözleri de böyledir. Onlar Peygamber (s.a.v.)'nin fiiliyle istidlâl
etmişlerdir. Resülullah (s.a.v.) bir avuç su alarak onunla başını ve
kulaklarını meshetmiş. Bir delilleri de «Kulaklar baştandır...» hadîsidir.
Resûlüllah (s.a.v.) ın kulakları için yeni su kullandığını bildiren rivayet
için ise şu cevabı vermişlerdir: Hadîslerin aralarını bulmak için bu hadîsi
başını kaplayarak mesh etmeden elindeki ıslaklık bitmiştir, mânâsına hamletmek
gerekir. Yeni suyu sünneti yerine getirmek için almış olsa bu te'vile hacet
kalmazdı.
«el-Mirac»da Habbaziye'den naklen şöyle deniliyor:
Başın her kısmı için yeni su kullanmak sünnet değildir. Binaenaleyh kulaklarda
da sünnet değil hatta evleviyetle sünnet değildir. Çünkü bunlar başa tabidir.
«el-Hilye» de: bize ve İmam Ahmed'e göre kulaklarda
sünnet baştan ortan su ile meshedilmektir. İmam Malik ile Şafii ve bir
rivayette İmam Ahmed buna muhaliftir, denilmiş; Tatarhaniyye'de kulakları
baştan artan su ile meshetmek sünnettir. Onlar için yeni su olmaları şeklinde
beyanda bulunulmuş; «Hidâye» ile «Bedâyı'»de de kulakları da başta kullanılan
su ile meshetmenin sünnet olduğu bildirilmiştir.
Aynî: «Hidâye» şerhinde başı bir su ile kaplayarak
meshetmek sünnettir, ama kulaklarsız bu sünnet tamam olamaz, zira kulaklar
baştan sayılmışlardır, diyor,
«Dürer». şârihi Şeyh İsmail ise, bir kimse Şafii'nin
dediği gibi kulakları yeni su ile ayrıca meshetse başla kulaklar iki asıl
olurdu. Bu ise caiz değildir, demiştir. Bunlardan anlarsın ki, şârih, velev
tabiriyle bütün metin ve şerh sahiblerinin yürüdüğü meşhur rivayet yoluna
aykırı hareket etmiştir.
Sarığına dokunmakla yeni su aması lazım gelmesi
ihtimalki elinde ıslaklık kalmadığınahamledilmiştir.
«Fethü'l-Kadîr»de ıslaklık kalmazsa yeni su almaktan
başka çare kalmaz, deniliyor. Şöyle de denilir: Mutlaka yeni su kullanmak
lâzımdır. Çünkü sarığına dokunmakla su uzuvdan ayrılmıştır. O ıslaklığa
müsta'mel hükmü verilir. Buna göre bir kimse başını iki eliyle meshederek
kulaklarını meshetmeden ellerini kaldırırsa mutlaka yem su alması gerekir,
demek icab eder. Velev ki ıslaklık bâki olsun. İyi düşün!..
METİN
Onikincisi nâssta zikredilen tertibe riayettir. Şafiî
(r.a.)'ye göre tertib farzdır. Ondan delil istenir.
İZAH
Nâssdan murad; abdest âyetidir. Burada «Kenz» ve
diğer kitablarda beyan edilen nâssın usuli fıkıhda beyan edilen nâss olmadığına
işaret vardır Maksad mezkûr âyettir. Çünkü âyet-ı kerimede tertibe delâlet
yoktur. Ondan delil istenir. Sözünün mânâsı, tertibin farz olmadığı hususunda
bizim delile ihtiyacımız yoktur; demektir. Çünkü asıl farz olmamasıdır. Farz
olduğunu iddia edenlerden delil istenir. Delil de yoktur. Tertip Peygamber
(s.a.v.)'in fiilinden öğrenilmiştir. Binaenaleyh biz de onun sünnet olduğuna
kaliliz. Bunu «el-Bahr» sahibi ifâde etmiştir.
METİN
Onüçüncüsü muvâlâttır. Muvâlât özür bulunmadıkça
birinci uzuv kurumadan ikinciyi yıkamak veya meshetmektir. Hatta abdest alan
kimsenin suyu biter de su aramaya giderse sahih kavle göre bunda bir beis
yoktur. Gusül ile teyemmüm de bunun gibidir.
İmam Malik'e göre muvâtât farzdır. Â'zâyı ovuşturmak,
israfı terketmek, suyu yüze çarpmamak ve kadının fercinin dış kısmını yıkaması
da abdestin sünnetlerindendir.
İZAH
Muvalât veya vilâ' lügatta birbiri arkasından gelmek
demektir.
Istılahda ise Zeylaî'nin tarifine göre birinci uzuv
kurumadan ikinciyi yıkamaktır. Haddâdî bu tarife mutedil havada, mutedil
bedenle ve özür bulunmaksızın kayıtlarını ziyade etmiştir. Ekmel «Tekrir» nâm
eserinde muvâlatı «Mutedil havada araya bir uzvun kuruması girmeksizin abdest
fiillerini peş peşe yapmaktır» diye tarif etmiştir. Bu tarifin zahirine
bakılırsa ikinci uzvu yıkadıktan sonra birinci uzuv kurumuş olsa muvalât
yoktur. Birinci kavle göre muvâlât vardır. el-Bahr sahibi, «evlâ olan budur»
demiştir.
«en-Nehir»de ise zâhire göre bu muvalât olmaz. Çünkü
«Mirâc-ı Dirâye»de Hulvânî'den naklen: «Ayakları yıkamadan âzayı kurutmak
muvalâtı terketmek olur» denilmiştir. Binaenaleyh Zeylaî'nin ifadesindeki
ikinci tabiri birinciden sonraki mânâsına hamledilir. Yani ikinci tabiri ile
yalnız birinciyi takip eden değil, birinciden sonraki bütün uzuvlar kastedilir.
Bunun ne kadar itibardan uzak bir te'vil olduğu meydandadır. Çünkü «Sirâc»da
beyan edildiğine göre muvalâtın sınırı sonraki uzuv yıkanmadan öncekinîn
kurumamasıdır.
«el-Münye» şerhinde: «Muvalât her uzvu öncekinin
ardından yıkamak ve aralarına önceki kuruyacak kadar fasıla vermemektir»
deniliyor. Yine âşikârdır ki yukarıda Hulvânî'den nakledilen rivayet her iki
tarife uymaktadır. Ve ikinci târifi birinciye hamletmek aksini yapmaktan daha
makbuldür.
Ekmel'in tarifindeki, araya bir uzvun kuruması
girmeksizin tabirinden sonraki uzvu yıkamadan önceki kurumaksızın mânâsı
kasdedilerek bu tarif birinciye yani Zeylaî'nin tarifine hamledilir.
«Gurarû'l-Efkâr» sahibi dahi «Muvalât bir uzvu önceki kurumadan» yıkamaktır»
demiştir. Şarihin sözü de buna hamledilir. Buna delil İbn Kemal Paşa'ya tabi
olarak «veya mesh etmektir» demesidir. Çünkü bu söz mesh üzerine meshe şâmil
olduğu gibi başa mesh etmeye de şâmildir. Binaenaleyh ibaresindeki ikinciyi
hakikat olmak üzere birinciden sonra gelen bütün uzuvlara hamletmek mümkün
değildir. Bunu anlamalısın!..
Evet... «en-Nehir» sahibinin tuttuğu hareket hattı
Dürer'in tarifinden anlaşılmaktadır. Şu da var ki muvalâtı, Bedayı' sahibi;
«Abdest esnasında abdestten olmayan şeylerle meşgul olmamaktır» diye tarif
etmektedir. Şüphesiz bu tarif yukarıki iki tariften bir vecihle daha eammdır.
Sonra şöyle demiştir: Bazılarına göre muvalât, abdest esnasında bir uzuv
kuruyacak kadar durmamaktır.
Ben derim ki: bunu yukarıkinin izahı saymak
mümkündür. Murad:bir uzvun hakikaten kuruması yahut kuruyacağı kadar
durmasıdır. denilir. Böylece meshin zikri de yerinde olmuş olur. Ve bir kimse
sargı üzerine veya başına yaptığı mesh ile sonraki uzuv arasında yıkanan bir
uzuv kuruyacak kadar dursa muvalâtı terketmiş olur. Ulemanın muvalatı
teyemmümde de itibara almaları bunu te'yid eder, Nitekim yakında görülecektir.
Halbuki onda yıkamak yoktur. Bu izâhatı ganimet bil!...
Gusül ile teyemmümde de muvalâta riayet sünnettir.
«Fethü'l-Kadir» de abdestin sünnetlerinden olmak üzere mazmaza ile istinşak
arasında tertibe riayet başa meshederken ön taraftan başlamak, el ve ayak
parmaklarını yıkarken parmakların uçlarından başlamak sıralanmış. «el-Mevahib»
de tertibin yerim her uzva sağdan başlamak ve boynunu meshetmek zikredilmiş, sonra
bu dört şeyin müstehap olduğunu, söyleyenler de vardır, denilmiştir.
Oğuşturmak, eli yıkanan uzvun üzerinden geçirmektir. «Fethü'l-Kadir» sahibi
bunu mendubâttan saymıştır. Bu hususta «el-Bahr» ve «en-Nehir» sahibleri ona
tâbi olmamışlarsa da musannıf ileride ona tâbi olacaktır. «Fethü'l-Kadîr»
sahibi israfı terk etmeyi de mendup saymış ve bu hususta da kendisine tâbi olan
bulunmamıştır. Hatta «en-Nehir» sahibi bunun zayıf bir kavil olduğunu
bildirerek: «Bu, sünnet-i müekkededir. Zira israf mutlak surette yasak
edilmiştir» demiştir. Tamamı ileride gelecektir.
«Fethü'l-Kadîr»de suyu yüze çarpmamanın da mendup
olduğu bildirilmiştir.
Musannıf, Zeylai gibi çarpmanın mekruh olduğunu
sarahaten söyleyecektir. «el-Bahr» sahibi: «Suyu yüze çarpmamak edeb değil, sünnet
olur» demiş. Lâkin «en-Nehir» nam eserde: «Suyu yüze çarpmak tenzihen
mekruhtur» denilmiştir.
Şarihin ferc meselesini kadınla takyit etmesi söz
götürür. Filhakika «el-Münye»de istinca abdestin sünnetlerinden sayılmış,
«en-Nihaye»de ise istinca: abdestin sünnetlerindendir. Hatta en kuvvetlisidir.
Çünkü o hakikî pisliği gidermek için, diğer sünnetler ise hükmi pisliği
gidermek içinmeşru olmuşlardır, denilmiştir. «Bedâyı'»de abdestin sünnetleri
birkaç kısma ayrılmıştır.
Birinci kısım abdestten önce; ikincisi abdeste
başlarken; üçüncüsü abdest esnasındadır. Taşla taharet birinci kısımdan, su ile
istinca ikinci kısımdan sayılmıştır.