ALIŞ-VERİŞLER BAHSİ ALIŞ-VERİŞ
Hüküm
Yönünden Alış-veriş Şekilleri:
Bedelleri
Açısından Alış-veriş Şekilleri:
Kâr Açısının Alış-veriş Şekilleri:
Alış-verişlerde Dikkat Edilecek Hususlar:
SATIŞDA
TABİ OLARAK DAHİL OLAN VE OLMAYAN ŞEYLER FASLI
Değeri olan bir malı yine değeri olan başka
bir mal veya para karşılığında değiştirme. Alış-veriş tarafların karşılıklı
onayı ile yani icab ve kabûl ile gerçekleşir. İki taraftan biri malı, diğeri
karşılığı olan para veya kıymet taşıyan başka bir malı ele geçirmeleri
netîcesinde satışın gerçekleştiği söylenebilir .
İnsanlar dünya hayatlarında geçimlerini
sağlamaları için belirli bir ölçü içinde karşılıklı mal mübâdelesinde bulunmak
zorundadırlar, buna da 'rızık temini' denilir.
Cenâb-ı Hakk, "Yeryüzünü size boyun eğdiren (ondan yararlanmanız için size itâat
ettiren) Allah Teâlâ'dır. O halde yeryüzünün sırtlarında (dağlarında
tepelerinde ve ovalarında) dolaşın da Allah'ın size verdiği rızıklardan
yararlanın." (el-Mülk: 67/15). buyurmuştur. Yeryüzünde dolaşmaktan
maksat insanlara faydalı olan nîmetlerin ortaya çıkarılmasını sağlamak ve bunun
için araştırma yapmaktır. Cenâb-ı Allah yeryüzünü insanlar için rızık sağlama
yeri kılmıştır. Abdullah b. Mes'ud (r.a.)'tan rivayet edilen bir hadîste Hz.
Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuşlardır: "Rızık
sağlamak gayesiyle çalışmak her müslüman üzerine farzdır." Buna göre
müslümanlar helâl ve haramlara dikkat ederek kendilerinin ve aile ferdlerinin
rızıklarını sağlamak zorundadırlar. Ancak bu rızkı sağlamak için çalışıldığında
mutlaka Allah'ın rızası ve O'nun koyduğu sınırlar gözetilmelidir. Hz. Ebû Bekr'in:
"Haram ile beslenen bir vücûda ancak Cehennem ateşi yakışır." sözü
müslümanın rızık temini ve alış-veriş anlayışını en güzel bir şekilde
belirtmektedir. Ashâbın helâl alışveriş yapmak ve haramlardan uzak durmak için
şüpheli olan hususları bile terk ettiklerini biliyoruz. Ticaretle uğraşan bir
müslümanın, İslâm'ın alışverişe dair koyduğu bütün hükümleri ana hatlarıyla
bilmesi gerekir. Günlük hayatta yapılan alış-verişleri Allah'ın razı olacağı
bir usûlde yürütebilmek için de bu hükümleri asgarî ölçüde bilmek her müslüman
için farzdır.
İslâm fıkhına göre bir müslümanın kendisinin
ve ailesinin nafakasını sağlamaya ve varsa borçlarını ödemeye yetecek kadar
para kazanması 'farz'dır. Bunun dışında, fakîr müminlerin ihtiyaçlarını
karşılamak ve akrabalarına ikram etmek için kazanmak da 'müstehap'tır. Güzel ve
müreffeh bir hayat sürmek için bundan fazlası için çalışmak 'mübah'tır.
Başkalarına karşı kibirlenmek, dünyevî hırsa kapılarak başkasının servetiyle
yarışmaya kalkışmak ve bu mal ile azgınlık ve taşkınlık yapmak için kazanmak,
bu kazanç helâl yolla dahi olsa 'haram'dır. Buna karşılık, küfre karşı verilen
mücadelede maddî katkıda bulunmak ve malını Allah yolunda infak için samimî bir
niyetle çok çalışıp para kazanmak da güzel bir ibadettir. Bu gaye için çalışıp
para kazanan kişi sürekli ibadet hâlinde sayılır.
Aynı şekilde İslâm, çalışıp kazanabilme
gücüne sahip olan bir kimsenin dilenmesini yasaklamıştır. Hz. Peygamber
(s.a.s.) şöyle buyurmaktadır: "Allah'a
yemin ederim ki sizden birinizin, ipini alıp da, dağdan bir bağ odunu taşıyıp
getirmesi ve bu odunu satıp onunla ailesinin ve kendisinin geçimini sağlaması,
başka birinden istemesinden çok hayırlıdır. Kim bilir yardım istediğiniz kimse
ya verir minnetine girersin, yahut vermez zilletini çekersin."[1]
Buna göre, çalışmaya gücü yeten kimsenin dilenmesi meşrû değildir.
İslâm'da rızık temin etmenin en faziletli
yolu cihad'tan (ganimetten) sonra ticarettir. Sonra ziraat ve sonra da
zanaattır. Bütün bu rızık temin etme yollarında alış-veriş işlemi sözkonusu
olmaktadır.
Gerçekte insanın ihtiyacını gideren eşya,
tarım veya sanayi ürünüdür. Bundan dolayı bazı ekonomik sistemler, insanların,
tarım ve sanayi dışındaki yollarla kazanç temîn etmesini kabul etmezler. Fakat,
bir malın üretilmiş olması, ihtiyaçların giderilmesi için yeterli değildir.
İhtiyaç, ancak üretilen eşyanın, muhtaç olanlara ulaştırılmasıyla giderilir.
Çiftçi veya sanayicinin ürettiği malı, ihtiyacı olanlara ulaştırabilmesi ise
mümkün değildir. Türkiye şartlarında düşünecek olursak, bir fabrikanın ürettiği
malları tüketicisine ulaştırabilmesi için birçok yerde şube açması ve bunlarla
dağıtımını yapması gerekir. Diğer taraftan tüketicilerin, ihtiyaç duydukları
eşyayı elde edebilmeleri için doğrudan üretici ile ilişki kurmaları da
imkânsızdır. Öyleyse, eşya ile tüketici arasında köprü olacak, bunları
birbirine ulaştırarak, yukarda zikredilen mahzûrları ortadan kaldıracak fakat
yaptığı bu hizmet için belirli bir kâr elde edebilecek bir hizmet sektörüne
ihtiyaç vardır. İşte bu da, 'Ticaret Sektörü'dür.
İnsanlara hizmet anlayışıyla yapılan bu
manadaki ticareti İslâm meşru ve makbûl saymıştır. Ticaret hakkında Allah'u
Teâlâ şöyle buyurur;
"Allah,
ticareti helâl, ribâyı da haram kıldı." (Bakara: 2/275)
"Güvenilir,
doğru ve müslüman tacir, kıyamet günü şehidlerle beraberdir."[2]
Hadîs-i Şerîfi de dürüst
ticaretin sahibine ne kadar sevap kazandıracağını belirtmektedir.
İslâm'a göre ticaret; değerli olan bir malı,
değerli olan bir diğer mal veya para karşılığında değiştirmektir. Dinimizin
ticarette gözettiği gaye, her ne pahasına olursa olsun kazanmak değil,
insanlara, ihtiyaçları olan faydalı eşyayı temin ederek hizmette bulunmak, bu
vesîle ile de normal, meşru bir kazanç sağlamaktır. Meşru bir ticarette şu
özellikler bulunmalıdır:
1) Alan ve satanın rızası,
2) Karşılıklı iyi niyet ve dürüstlük,
3) Ticaretin, taraflardan birine veya
başkalarına zarar vermemesi.
Ticarette bulunması gereken bu vasıfları
Kur'an şöyle zikreder; "Ey îman
edenler! birbirinizin mallarını haksızlıkla değil, karşılıklı rıza ile yapılan
ticaretle yeyin, (haram ile) nefsinizi mahvetmeyin. Allah şüphesiz size
merhamet eder. Bunu, kim aşırı giderek haksızlıkla yaparsa onu ateşe sokacağız.
Bu, Allah'a kolaydır." (en-Nisâ: 4/29-30)[3]
Diğer akitlerde olduğu gibi icab ve kabuldür.
İcab ve kabul, sözle yazı ile ve işaretle olur. İcab ve kabulde kullanılan
ifadelerin kesinlik taşıması gerekir; satıcının bu malı sana sattım, verdim;
alıcının da aldım, kabul ettim demesi gibi. Satıcının bu sözlerine îcab,
alıcının sözüne de kabul denir.
Alış-verişlerde satış akdinin yazı ile
tesbiti iyidir. Anlaşmazlık anında elde vesika olur. İcab ve kabul olunca
alış-veriş kesinleşir tek taraflı cayma hakkı yoktur. Ancak alıcı veya satıcı
pazarlık devam ederken alış-verişten cayabilirler. Alış-veriş, kabz yani malı
teslim alma ile tamam olur. Böylece alıcı, mala; satıcı da paraya sahip olur. [4]
Alış-verişler hüküm yönünden; sahih, fâsit ve
batıl nevilerine ayrılır.
1-Sahîh
alış-verişler: Aslen ve
vasfen (maddesi ve niteliği) dine uygun olan şeylerin alış-verişi sahîhtir.
Meselâ: Kullanılması dînen caiz olan bir malın şartlarına göre satılması gibi.
2-Fâsit
alış-verişler: Satılan malın
vasfı (niteliği) dîne uygun değilse, bu tür satış fâsittir. Meselâ, sürüden bir
koyun diyerek, meçhûl bir koyunu satmak gibi. Aslında koyunun satışı caizdir.
Fakat yukarıdaki satışta satılan koyunun nasıl bir koyun olduğu (niteliği)
bilinmediğinden alış-veriş fâsit olmaktadır.
3-Batıl
alış-verişler: Satılan malın
aslında İslâm'a aykırı bir durumu varsa böyle malların satışı batıldır.
Kullanılması veya yenilip içilmesi haram olan bir şeyin satılması, Meselâ içki,
domuz vs. gibi mal ve eşyanın satışı İslâm'da yasak bir alış-veriş türüdür. [5]
1-Bey': Malı para karşılığında satmaya bey' denir.
Alış-verişlerin büyük bir kısmı bu şekilde yapılmaktadır.
2-Sarf: Paranın para ile değiştirilmesi olayına sarf
denir.
3-Mubâdele: Malı mal ile değiştirme
işlemine denir. Halk arasında buna trampa ve takas gibi isimler verilmektedir .
4-Selem: Para peşin, mal veresiye yapılan ticarete selem
denir. Bu tür satışlara halk arasında 'alevra satış' da denir. Bilhassa çiftçi
ve sanayicilerin başvurduğu bir satış şekli olan selemin caiz olması için bâzı
şartların bulunması gerekir. Paraya muhtaç olan kimse, malını-elde etmeden önce
satmak ister. İslâm dini, satıcının darlığından istifade ederek alıcının, malı
ucuza kapatmasını önlemek, üreticinin malını değerlendirmesine fırsat vermek
için bazı şartlarla bu tip satışları caiz görmüştür. Peygamberimiz, Medine'ye
geldiğinde, Medinelilerin mahsûllerini bir iki sene önceden Yahudilere
sattıklarını görür. Bunun üzerine şöyle der: "Kim hurmasını önceden satacaksa; belirli ölçüde, belirli tartıda
ve belirli bir vakte kadar olmak şartıyla satsın."[6]
Selem, var olmayan
(mâdûm) bir malın satışı olduğundan, caiz olmaması gerekirken, ihtiyaç ve
zarûret sebebiyle caiz görülmüştür. Bunda her iki tarafın da kârı vardır;
müşteri biraz daha ucuza mal alır, satıcı da peşin para ile ihtiyacını giderir.
Meselâ bir sanayici nakit sıkıntısına düşerse, belirli bir süre sonra teslim
edilmek şartıyla, üreteceği -vasıfları belli olan malları satar; alacağı para
ile üretimini yapar. Böylece sanayicinin tezgâhı çalışır, üretim devam eder,
alıcı da normal zamana nisbetle biraz daha ucuz mal almış olur.
Bu imkân üreticiyi,
tefecilerin eline düşmekten de korur. Çünkü üretimin devamı için paraya
kaçınılmaz bir ihtiyaç vardır.
Fiyatlarda aşırı bir
düşüklük olursa böyle alış-verişler caiz değildir. Selemin sahîh olması için şu
şartların bulunması gerekir:
a-Malın vasıflarının belli olması cinsi, nev'i,
niteliğinin önceden belirlenmesi.
b-Miktarının belirlenmiş olması. Kaç kilo, kaç
metre, kaç ölçek vs. olacağının bilinmesi.
c-Vadenin belirlenmesi. Selem yoluyla satılan malın
ne zaman teslim edileceği belirtilmelidir. Belirtilen vakitte malın teslim
imkânı olmayacaksa veya olmazsa selem bâtıl olur. Meselâ: Nisan ayında buğday
teslimi imkânsızdır. Nisan ayında buğday teslim etmek üzere bir çiftçinin
önceden selem tarzında satış yapması caiz değildir.
d-Mal karşılığında alınan paranın miktarını
belirlemek ve parayı peşinen almak. Fiyatta aşırı derecede ucuzluk olmamalıdır.
5-Veresiye satışlar: Satılan malın bedeli
peşin alınabileceği gibi, belirli bir süre sonra da alınabilir. Bu tür
alış-verişlerde malın karşılığının (bedel) para gibi başka bir cinsten olması
gerekir. Aynı cins malların (meselâ altınla altının...) veresiye satışı caiz
değildir.
Alış-veriş çeşitlerinden
bir diğeri de Bey' bi'l-vefa'dır.
Vefâ yoluyla satım akdi yapmak demektir. Bir terim olarak ise, bir malı, satış
bedelini iade edince geri almak üzere bir kimseye bir para veya borç
karşılığında geçici olarak satmak anlamına gelir. Satıcı semeni geri verince
veya borcunu ödeyince, alıcı satın almış olduğu şeyi geri verir. Böyle bir
akit, alıcının maldan yararlanabilmesi dikkate alınırsa sahih satım akdi;
tarafların akdi fesh edebilme yetkilerine bakınca da fâsid satım akdi
niteliğindedir. Alıcı, vefâ yoluyla satın aldığı malı başkasına satamayacağı
cihetle de bu, rehin hükmündedir ve bu rehin olma özelliği üstündür. Fâkîhlerin
çoğu, bey' bi'l-vefâ şeklindeki satım akdini caiz görmüşlerdir.[7]
Bu muâmele faizden
kaçınmak ve borcu teminata bağlamak amacıyla örfleşen bir satış şeklidir.
Burada, satıcı ileriki bir tarihte satış bedelini geri vermeyi veya daha
önceden kalma borcunu ödemeyi, alıcı da buna karşılık malı iade etmeyi taahhüt
ettiği için akit bu adı almıştır. Buna "bey'u'l-muâmele" denildiği
gibi, Mısır'da "bey'u'l-emâne" adı da verilmiştir .
Mîlâdî XV. yüzyıl
başlarında yaşayan Şeyh Bedruddin Mahmûd[8]
bey' bi'l-vefâ tarzındaki satışın başlangıcı hakkında şöyle der:
"Zamanımızda ribâdan korunmak için, bey' bi-l-vefâ şeklindeki satış örf
haline gelmiştir. Bu, gerçekte bir rehin muâmelesi olup alıcı mebia mâlik
olamaz ve mâlikin izni olmadıkça gelirinden de yararlanamaz.[9]
Vefa yoluyla satışta,
taraflar tek yanlı irade beyaniyle dilediği zaman akdi feshedebilir. Alıcı,
akit süresince mala mâlik olamaz. Satıcı her an satış bedelini iade edip malı
geri isteyebilir. Alıcı da malı geri verip, parayı talep edebilir, tarafların
sözleşmede belirlenen süreye uymaları da gerekmez. Satışa konu olan mal, rehin
hükmünde olduğu için, ne satıcı ve ne de alıcı diğerinin izni olmadıkça malı
başkasına satamaz. Bu hak tarafların mirasçılarına da intikal eder. Ancak
taraflardan birisi, diğerinin izniyle satış yapabilir.
Rehin edenin izni
bulununca, rehin bırakılan şeyden, rehin alanın yararlanması mümkün ve caizdir.
Vefâ yoluyla satış da rehin niteliğinde olduğu için alıcının bundan
yararlanması mümkündür. Mecelle’yi şerh eden Ali Haydar Efendi bu konuda şöyle
der: "Mebî'in, yani vefâen satılan bir gayri menkûlün menfaatlerinden bir
bölümü alıcıya ait olmak üzere şart kılınsa, bu şarta riayet olunur. Çünkü
Mecelle'nin seksenüçüncü maddesinde: "İmkân ölçüsünde, şer'i şerife uygun
bulunan şarta uymak gerekir" hükmü yer alır. Meselâ, vefâen satılan bir
bağın üzümü, satıcı ile alıcı arasında yarı yarıya paylaşılmak üzere,
karşılıklı rıza ile mukâvele olunsa, bu mukâveleye göre amel edilmesi gerekir.
Ancak zikredilen menfaatlerin alıcıya ait olması şart kılınmadığı halde, alıcı
o menfaatleri izinsiz olarak istihlâk etse tazmin etmesi gerekir. Çünkü vefâen
satılan maldan meydana gelen mahsûle alıcı mâlik olamaz. Ancak satıcının mübah
ve helâl kılmasıyla istihlâk etmişse, satıcı bunu alıcıya tazmin ettiremez.
Mahsûl, alıcının haddi aşması veya kusûru bulunmaksızın telef olsa, tazmin
gerekmez. Ancak telef olan miktar kadar borçtan düşülür.[10]
Borç para bulmaya veya
bir borcu ertelemeye yönelik bu gibi çareler, Ebû Hanîfe ve İmam Şâfiî'ye göre,
yararlanma akit sırasında şart koşulmaması kaydıyla caizdir. [11]
1-Müsaveme: Satıcının, malı alış
fiyatını ve kârın miktarını söylemeden satmasıdır. Serbest pazarlık suretiyle
yapılan bir satıştır. Ekseriya satışlar böyledir. Daha önce de belirttiğimiz
gibi bunda kârın fâhiş miktarda olmaması gerekir.
2-Murabaha: Satıcının, maliyet
fiyatını, kâr miktarını belirterek satmasıdır. Meselâ: satıcının "bu malı,
1000 liraya aldım, 100 lira kâr ederek 1100 liraya sana sattım." demesi
gibi. Bunda satıcının yalan söylememesi gerekir. Bu tür bir alış-verişte
satıcının yalanı anlaşıldığında, yalan söylenilen miktar müşteri tarafından
geri istenebilir.
3-Tevliye: Maliyet fiyatına kârsız
satıştır, belirli bir kârla veya kârsız satışlarda müşteri, satıcının yalan
söylediğini anlarsa-yukarıda kısmen değindiğimiz gibi- alış-verişi bozabilir.
4-Vâzia: Maliyetten aşağısına, zararına satıştır.
Günümüzde bilhassa mevsim sonlarında ve dükkân tasfiyelerinde başvurulan bir
satış şeklidir. Satıcının beyan ettiği fiyatlarda yalancı olmaması gerekir.
Eğer yalan meydana çıkarsa alıcı fazla miktarı satıcıdan talep edebilir.
Muhayyer alış-verişler: Alıcı veya satıcı,
satışın gerçekleşmesini bazı şartlara bağlayabilirler. Böyle alışverişlere
muhayyer satış denir. Muhayyerliği şart koşan, şartlar gerçekleşmeyince
alış-verişi bozabilir. Peygamberimiz böyle alış-verişler hakkında şöyle
buyurur: "Alıcı ve satıcı alış-veriş
yaptıklarında, birbirlerinden ayrılıncaya kadar pazarlıktan dönmekte
muhayyerdir, veya alış-verişleri muhayyerdir. Eğer alış-verişlerinde
muhayyerlik varsa alış-veriş (muhayyerlik şartları ile) gerçekleşmiş
olur."[12]
Alıcı ve satıcı için üç
gün muhayyerlik müddeti tanınmıştır. İmam-ı A'zama göre alışverişte
muhayyerliği şart koşanlar üç gün içinde bu alış-verişten cayma hakkına
sahiptirler. Bu müddetin sona ermesinden sonra alış-verişten cayma hakkı
kalmaz.
Satıcı muhayyerliği şart
koşmuşsa satılan mal onun mülkiyetinde kalır. Üç gün içinde bu mal alıcının
elinde helâk olursa onu tazmin eder; yani bedelini satıcıya vermek zorundadır.
Ancak alıcı muhayyerlik şartı ileri sürerse söz konusu mal satıcının
mülkiyetinden çıkmıştır. Üç gün içinde alıcı vazgeçerse malı iade eder. Fakat
bu üç gün içinde alıcının elindeki mal yok olursa satış bedeli alıcı tarafından
mal sahibine ödenir. Bu duruma göre muhayyerliği şart koşan taraf bu müddet
içinde alış-verişi bozabilir veya geçerli kılabilir .
Bir kimsenin, görmediği
bir malı satın alması caizdir. Buna göre malı gördüğü zaman muhayyerlik hakkına
sahip olur. Malı gördüğünde isterse kabullenir, isterse malı geri çevirir.
Malın bedeli olarak önceden konuşulmuş olan fiyat geçerlidir. Alıcı bu fiyatı
kabullenir. Malı görmeden aldığını ve razı olduğunu söylese bile, malı
gördüğünde isterse geri verebilir.
Satıcı ise, kendisine
ait olup da görmediği bir malı sattığında muhayyerlik hakkına sahip değildir.
Yani sattıktan sonra malını görüp de pişman olursa bu satıştan dönemez.
Satılan malların tümünün
görülmesi şart değildir. Numûnesinin görülmesi yeterlidir. Ancak malın geri
kalan kısmı numûnenin aynı olmalıdır. Buna göre malı görmeden satın alan
kimsenin bu malı kabullenmesi veya geri vermesi hususunda muhayyerdir. Zîra
aldanması söz konusu olabileceğinden dolayı bu muhayyerlik hakkı müşteriye
verilmiştir.
Bir müşteri satın aldığı
malı bir kusurunu görse satın alıp almama konusunda muhayyerdir. İsterse bedeli
karşılığında alır, isterse malı geri verir. Malın belirli bir özellikte olduğu
söylenirse, o özellik bulunmayınca satış bozulabilir. Meselâ onbeş kilo süt
vermesi şartıyla satın alınan bir inek daha az süt verirse alıcı bu satışı
bozabilir.
Birkaç mala ayrı ayrı
fiyat biçilip müşterinin bunlardan birini tercih etmekte muhayyer olması.
Malın değerini düşüren
bir ayıp veya kusur olursa alıcı muhayyer olur.
Alınan bir kumaşın
defolu olması gibi. Ama müşteri bir maldaki kusuru görerek ve bilerek alırsa bu
durumda alıcının muhayyerliği olmaz. Ancak satın aldığı kumaşın değerini
yükseltecek şekilde boyasa, dikse ve ondan sonra kusurunu görse bundan dolayı
ortaya çıkan değer eksikliğini satıcıdan alma hakkına sahiptir. Satıcı böyle
bir işlemden geçen malı satış bedeli ile geriye almak isterse bu hakka sahip
değildir; malı artık geri alamaz. [13]
1) Ticarette mübadele edilen malın kıymetli
olması: Ticareti yapılan mal, kullanılması dînen caiz olan maldır; helâl olan
yiyecekler, giyecekler, çeşitli eşyalar gibi. Kullanılması haram olan eşyanın
ticareti de haramdır. Peygamberimiz Mekke fethinde insanlara şöyle demiştir: "Allah ve Rasulü şarap (bütün alkollü
içkiler), ölü hayvan, domuz ve putların satışını yasakladı."[14]
İnsanlara haram kılınan
şeyler, gerçekten onlara zararlı olan şeylerdir. Haram olan malları satanlar
insanlara kötülük yapmış olurlar. Dînimiz böyle malların ticaretini
yasaklayarak insanların birbirine kötülük yapmalarını önlemiştir.
Malın özelliklerinin
belirli olması, gizli bir kusuru bulunmaması: Peygamberimiz şöyle buyurur: "Birbirinden ayrılmadıkça alan ve satan
pazarlığı bozmakta muhayyerdir. Alan satan doğru söyler, malın özelliklerini
açıklarlarsa alış-verişleri bereketlenir; yalan söyler ve malın ayıplarını
gizlerlerse ticaretlerinin bereketi yok olur."[15]
Çünkü böyle bir alış-veriş, taraflardan birinin aldanması, zarara uğraması demektir.
Bu ise dinde asla hoş görülmez. Satılan malda herhangi bir kusur varsa bu
gizlenmemeli; açıkça belirtilmelidir. Ancak böyle satılırsa ticaret helâl ve
bereketli olur.
2) Satılan malın mevcut olması: Mevcut olmayan
bir malın satışı caiz değildir. Mevcut olmayan malın alıcıya teslimi mümkün
olmayabilir. Bu takdirde alıcı mağdur olacaktır. Böyle bir mağduriyeti önlemek
için İslâm hukuku, hemen teslim edilecek veya teslim edilebilmesi mümkün olan
malların satışını uygun görmüştür. Peygamberimiz (s.a.s.) meyveler meydana
gelmeden, tomurcuk veya çağla halinde iken satışını yasaklamış, ancak dönmeye
başladığı bir zamanda satışına izin vermiştir.[16]
Çünkü, olgunlaşmasına kadar meyvelerde pek çok hasar ve hastalık meydana
gelebilir. Bundan da alıcı büyük zarar görür. Diğer taraftan bu safhada
meyvelerin miktarlarını tahmin de güçtür. Bütün bu sakıncalarından dolayı
mevcut olmayan malın satışına izin verilmemiştir.
3) Mal ve bedelin belirli olması: Alışveriş
belirli bir malın belirli bir bedelle değiştirilmesidir. Mal veya bedelden biri
belli olmazsa bu ticaret meşrû değildir. Müşteri satılan malı görmeli, kontrol
etmeli gerekli incelemeleri yapabilmelidir. Satıcının da malı karşılığında
alacağı şeyi; para ise miktarını başka bir mal ise, bunun ne olduğunu bilmesi
lâzımdır. Meselâ: müşteri, cüzdanımdaki paraya bu malı bana sat dese, satıcı da
kabul etse böyle bir alış-veriş caiz değildir. Bu tür alışverişlerde
taraflardan biri için, mutlaka tehlike ve aldanma vardır. İslâm'dan önce
geçerli olan bu tür alışverişleri Peygamberimiz (s.a.s.) yasaklamıştır. Akit
unsurlarından birinin meçhul olduğu bu tür alış-verişlerin hepsine
"garar" denir.
4) Malın teslim alınması, (Kabz): Satım akdinde,
alıcının herhangi bir engelle karşılaşmaksızın, satın aldığı mal üzerinde
tasarruf yetkisine sahip olması demektir. Bu işlem, satılan malın teslim
alınması ile gerçekleşir. Kabz sayılan işlemler, satılanın durumuna göre
değişir. Meselâ ev veya arsanın teslimi; alıcının içine girmesi veya arsayı
görecek şekilde yakınında durması yahut da evin kapı anahtarlarına sahip olması
ile tamam olur. Menkul mallarda ise, satılanın fiilen teslim alınması veya
alıcının tasarruf alanına sokulması ile meydana gelir. Ancak ölçü, tartı veya
sayı ile satılan şeylerin kabzı; ölçerek, tartarak veya saymak suretiyle
tamamının teslimi ile gerçekleşir.[17]
Menkûl malların kabzdan
önce satışının caiz olmadığı konusunda görüş birliği vardır. Delîl Hz.
Peygamber'in şu hadîsidir: "Bir gıda
maddesini satın alan kimse, onu kabzetmedikçe (teslim almadıkça)
satmasın."[18] Hadîste
zikredilen gıda maddesi örnek kâbilinden olup, diğer menkûl mallar da hadîs
kapsamına girer. İslâm hukukçularının çoğunluğu bu görüştedir.[19]
Buradaki endişe; menkûl mallarda çokça karşılaşılan hasar veya bir ayıbın
sirâyeti ve bu yüzden sonraki müşterinin aldanma tehlikesidir. Diğer bir
tehlike de ilk müşterinin malı kabzedememesi ve kendi müşterisine teslim
edememesidir. Kabzdan önce satışın yüzyılımız ekonomisinde görülen
zararlarından birisi de sun'î fiyat artışlarına neden olmasıdır. Şöyle ki:
Günümüzde, arz ve talep
dengesi yüzünden, özellikle kontrollü arz sonucu üretici ile tüketici arasına,
henüz mal piyasaya sürülmeden aylar önce, pekçok şahıs veya şirket girmektedir.
Meselâ, ana toptancı, üretici firmanın belki beş-altı ayda üretebileceği tüm
malını daha üretilmeden kapatmakta; fakat henüz mal eline geçmeden, başka
toptancılara, onlar da tüketiciye kâr paylarını ekleyerek satmaktadır. Mal son
alıcıya, sanki bir kaç elden geçtikten sonra ulaşmaktadır. Fakat gerçekte, ilk
toplama ile son müşteri arasında yer alan kişiler, kendi aralarındaki işleri
hep evrak üzerinde yürütmekte ve satış bedeline her biri ayrı ayrı kâr
eklemektedir. Mal, üretildiğinde son müşteriye doğrudan intikal etmektedir .
Piyasada akıcılık gibi
görünen bu işler, gerçekte fiyatların sun'î olarak artışına, mal arzının
kontrol altında tutulmasına, piyasaya kontrollü mal sürülmesine sebep
olmaktadır. Kabzdan önce satış yasağı uygulanınca; ticaret muâmeleleri biraz
ağırlık kazanacak, bunun yanında birtakım aracılar ortadan çıkmak zorunda
kalacaktır. Çünkü nakliye, depo kirası, personel istihdamı vb. harcamalar,
aracıları ve parazit şirketleri aradan çekilmeye zorlayacaktır. Böylece,
piyasada rayiç fiyatın tabii olarak oluşması imkân dahiline girecektir.
Sonuç olarak, satın
alınan bir malın kabz ve teslim alınmadan önce satış yolu açık bırakılırsa; bir
ambarda depo edilmiş malın fiyatı, o mal daha yerinden oynamadan elden ele,
dilden dile dolaşa dolaşa sebepsiz yere yükseltilmiş olur.[20]
Ebû Hanîfe ve Ebû
Yusuf'a göre kabzdan önce satış yasağı, arsa ve arazi satışlarını kapsamına
almaz. Çünkü menkûl malların tesliminde ortaya çıkabilecek güçlük ve riskler
(garar) gayr-i menkûllerde söz konusu değildir. Onun telef olma ihtimâli azdır.[21]
Ticarette maksat;
insanlara hizmetle beraber, o işten bir kâr sağlamaktır. Yalnız bu kârın aşırı
(ğabn-i fâhiş) olmaması gerekir. Genel olarak İslâm, ticarette belirli bir kâr
haddi koymamıştır. Kâr oranı satılan malların cinsine, özelliklerine göre
değişir; Bazı mallarda düşük bir kâr haddi yeterlidir. Toptan satışlarda ve
değeri yüksek olan mallarda olduğu gibi. Bazı mallarda ise bu oran normal
tutulur. Bozulma ihtimâli olmayan mallar, perakende satışlar vs. gibi. Bazı
mallarda da kâr oranı yüksek olur. Bozulma oranı fazla çeşitli riskleri mevcut
olan mallar gibi.
Kâr oranı şartlara göre
değişir. Fakat bu, her şeyden önce vicdan işidir. Çünkü müslüman, kardeşini
aldatmaz, ona ihanet etmez, onu kendisi gibi düşünür. Yani satacağı malı almak
istediğinde, ona ihtiyacı olduğunda, kendisine kaça veya hangi şartlarda
satılmasını istiyorsa başkasına da öyle satar. İslâmiyet belirli bir kâr haddi
koymamıştır derken, bundan, hiç müdâhale edilemez manası çıkarılamaz. Devlet
lüzum gördüğünde malların cinsine göre belirli kâr hadleri (narh) koyar; buna
uymayanları da cezalandırır.[22]
Müslüman olarak
alış-verişlerde dikkat edeceğimiz bazı hususlar vardır: Ticaretle meşgul olan
bir müslümanın özen göstermesi gereken ilk önemli konu, haram kılınan malların
satışını yapmamaktır. Allah bir şeyi haram kılmışsa, onun bedelini de haram
kılmıştır. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s.) şarapla ilgili olarak "İçilmesini haram kılan Allah'u Teâlâ
satılmasını da haram kıldı."[23]
buyurarak meseleyi gayet açık bir şekilde belirlemiştir. Aynı şekilde mümin bir
kasabın, Allah'ın adı anılarak kesilmemiş olan bir hayvanın etini satması da
böyledir. Çünkü hayvan boğazlarken kasden Allah'ın adı anılmazsa o et haram
olur. Buna göre, bir müslüman böyle bir eti satamaz. Aynı şekilde put ve
benzeri şeylerin de satışı İslâm'da yasaktır .
Çalıntı olan bir malın
satılması veya piyasaya sürülmesi de caiz değildir. Hz. Peygamber (s.a.s.)'in: "Kim bildiği halde hırsızlıkla elde
edilmiş çalıntı bir malı satın alırsa onun günahına ve alçaklığına ortak
olmuştur"[24]
buyurduğu bilinmektedir. Buna göre ticaretle uğraşan bir müslümanın gerek mal
alırken ve gerek satarken bu hususlarda titizlik göstermesi gerekir.
İslâm toplumunda
malların fiyatlarına sun'î olarak yapılan müdahaleler asla câiz değildir. Rasûlullah
(s.a.s.): "Pahalılığı arttırmak için
fiyatlara müdahale eden kimseyi kıyamet gününde büyük bir ateşin üzerinde
oturtmayı Allah'u Teâlâ üzerine almıştır" buyurmaktadır.
İslam toplumunda
karaborsa (ihtikar) haramdır. Karaborsa, bir malın fiyatının artması için
piyasadan çekilmesi, stok edilmesi, satılmaması ve fiyatı artınca satılmasıdır.
Ticarette normal kâr helâldir. Fakat, ticaretin gayesi her ne pahasına olursa
olsun kâr, hele aşırı kâr elde etmek değildir. İslâm'ın haram kıldığı aşırı kâr
yollarından biri de karaborsadır. Karaborsanın insanlara pek çok zararı vardır.
Bunları şöyle sıralayabiliriz:
Piyasada sun'î darlık
meydana getirmek, tüketimi sun'î olarak artırmak, bu vesîleyle enflasyonu
yükseltmek, fazla fiyatla tüketicinin mağdur edilmesi, alıcı-satıcı arasındaki
itimat, iyi niyet, sevgi ve saygının ortadan kalkması... Birkaç kişinin aşırı
para kazanması için buna başvurması, günah sayılmıştır. Peygamberimiz
karaborsacıyı şöyle tehdid eder. "Pazara
mal getiren rızıklandırılmış; ihtikar (stok ve karaborsa) yapan
lânetlenmiştir."[25]
İhtikar dînen haramdır.
Bazı müctehidler ihtikarın sadece insan ve hayvan yiyeceklerinde olduğunu kabul
etmişlerdir. Yukarıda geçen hadîste ise genel bir ifade vardır; yani insanın
bütün ihtiyaçlarını içine almaktadır. Buna göre yiyecek maddesi dışında kalan
diğer ihtiyaç maddeleri de, karaborsacılığın sınırı içine girmektedir.
Çiftçinin ürettiği malı bekletmesi ise ihtikar değildir. Çiftçi emeğini
değerlendirmek için bekletebilir. Fakat o mala aşırı bir ihtiyaç duyulursa
piyasaya sürmesi daha iyidir.
Malı değerinin altında almak: Satıcının
paraya çok ihtiyacı olur, müşteri de bunu hissederek malı gerçek değerinin çok
altında bir fiyata almak isterse, bu da dînen doğru bir hareket değildir.
Pazarlık etmek: Malın fiyatı; satıcı
ile alıcının anlaşması sonucunda, yani pazarlıkla ortaya çıkar. Pazarlık yapmak
helâldir. Helâl olmayan davranış, bir mala aşırı fiyat istemek veya değerinin
çok altında fiyat vermektir. Alıcı ile satıcı pazarlık yaparken ikinci bir
alıcının pazarlık yapması caiz değildir. Abdullah b. Ömer, pazarlık üzerine
ikinci bir şahsın pazarlık yapmasını Peygamberimizin yasakladığını söyler.[26]
Malı alma niyeti olmaksızın fiyatı artırmak veya kırmak, böylece üçüncü
şahıslara zarar vermek, kapalı veya açık artırmalarda yapılan hîle ve gizli
anlaşmalar da haramdır. Bütün bu davranışlara dinimizde "necş:
aldatma" denir ve Peygamberimiz tarafından yasaklanmıştır.[27]
Alış-verişte yemin etmek: Pazarlık esnasında
yemin etmek caiz değildir. Yalan yere yemin etmek ise daha büyük bir haramdır.
Çünkü bu, basit bir kazanç için Allah'ın adını istismar etmek, müşteriyi
kandırmaktır. Hz. Peygamberimiz (s.a.s.) kıyamet günü Allah'ın, yüzlerine
bakmayacağı üç gruptan birinin; "...malı
şu fiyata aldım deyip müşterinin kendisini doğruladığı ve malını satın aldığı
kimse," olduğunu bildirmektedir.[28]
Başka bir hadiste de Peygamberimiz şöyle buyurmaktadır: "Ticarette çok yemin etmekten sakının. Çünkü yemin sürümü artırır,
fakat bereketi yok eder."[29]
Ölçü ve tartının doğru olması, alışverişe ailenin
karıştırılmaması: İslâm dini, insanları ahlâka, fazîlete ve muâmelelerinde
dürüstlüğe çağırır. Müslümanın en dikkate değer özelliği dürüst oluşudur.
Alış-verişlerde hîleden maksat; bir kimseyi söz, fiil ve davranışlarıyla
etkileyerek, satım akdinin onun yararına olduğunu telkîn etmek ve onu piyasa
fiyatının dışında bir satış bedeline razı etmektir.
Ayet-i Kerîme'de şöyle
buyrulur: "Azap olsun ölçüde tartıda
noksanlık edenlere ki, onlar insanlardan ölçüp (haklarını) aldıkları zaman tam
olarak alırlar. Fakat insanlara (verilmek üzere) ölçtükleri veya onlara
tarttıkları zaman eksiltirler." (Mutaffifîn: 83/1-3)[30]
Hz. Muhammed (s.a.s.)
Peygamber olduğu zaman Hicaz'da Araplar ticaretle uğraşıyordu. Peygamber
(s.a.s.) vahiy gereği olarak düzenleyici bazı hükümler getirerek dürüst bir
piyasanın teşekkülünü sağladı.
Eksik****************
Rahmân ve Rahim olan Allah'ın adıyla
başlarım. Hamd yalnız Allah'a mahsustur. Kendinden sonra peygamber gelmeyecek
olan Peygamberimize Allah salât eylesin!
METİN
Musannıf AIIah Teâlâ'nın hakları olan ibâdet
ve cezaları anlatıp bitirdikten sonra, kul haklarından muameleler kısmına
başlıyor. Bu bahsin vakıfla münasebeti milkin elden çıkarılmasıdır. Ancak
vakıfda başka bir mâlikin eline geçmek için değil, burada ise başka bir mâlikin
eline geçmek içindir. Binaenaleyh vakıfla alışveriş basîtle mürekkep
gibidirler. Alış-verişi cemi sîgasıyla kullanması satış, satılan mal ve kıymet
itibariyle dört çeşit olduğundandır. Zira bunlardan her biri: Geçerli, mevkuf
fâsid ve bâtıl oldukları gibi mukayeza, sarf, selem ve mutlak yahut murâbeha,
tevliye, vazîa ve müsâveme olurlar.
İZAH
"Anlatıp bitirdikten sonra ilh..."
Cümlesi bundan önce geçenlerle sonra gelenlerin arasındaki münasebeti toptan
beyan içindir. Aynı zamanda vakıfla satış arasındaki münasebeti hassaten beyan
edecektir. İbâdetlerden murad kendilerinden esas itibariyle kulun Rabbine
yaklaşması ve sevâb kazanması kasdedilenlerdir. Nitekim İslâmın şartlarından
dördü ve benzerleri böyledir Muamelelerden murad ise esas itibariyle satış,
keffâret, havâle ve benzeri gibi kullara yarayan şeyleri îfa etmektir. Alış -
verişin bazen ârızî bir sebeble vâcib olması onu muamele olmaktan çıkarmaz.
Nasıl ki riya (gösteriş) için kılınan namaz onu esasen ibâdet olmaktan
çıkarmaz. Sonra yukarıda geçenler ibâdetlere mahsus değildir. Onlar Allah
Teâlâ'nın haklarıdır ki ibâdet, ukûbet (ceza) ve keffâret olmak üzere üç
nevidirler. Şu halde muameleler Allah Teâlâ'nın hakları mukabilindedir. Fetih
sahibinin beyanına göre musannıfın muamelelere başlamasının zamandan hâli
olmadığı meydandadır. Zira daha önce geçen bulma mal, bulma çocuk ve kayıp mal
muamelelerdendir. Nehir sahibi: "Bulma çocuğu ve benzerlerini zikretmekten
nikâhı zikretmek daha yerinde olurdu." demiştir. Ama söz götürdüğü meydandadır.
Çünkü nikâh muamelelerden olsa da aynı zamanda ibâdetlerden de sayılır. Hatta
ondan asıl maksad ibâdettir. Bu ibâdet nefsi haram olan şeylerden korumak ve
müslümanların sayısını çoğaltmaktır. Hatta ulema nikâhlanmanın kendini nafile
ibâdetlere vermekten efdal olduğunu söylemişlerdir. Şöyle denilebilir: Evlâ
olan şirketi söylemektir. Çünkü bulunan malla bulunan çocuğu almak zâhire göre
mendubdur, ama bazen vâcib olur. Allah Teâlâ'nın hakları arasında zikredilmesi
bundandır. Kaçak köleyi iade etmek dahi böyledir. Kayıp mala gelince: Musannıf
onu gerektiren bir münasebet dolayısıyle muamelelerde zikretmiştir. Bulunan mal
ile benzerleri ve şirket de böyledir. Nitekim ulema kurban kesmek gibi bazı
ibâdetleri muamelelerde zikretmişlerdir. Çünkü kurbanlığın kesilen hayvanlarla
münasebeti vardır. Ödünç almayı da satışla münasebeti olduğu îçin muameleler
arasında zikretmişlerdir.
"Ancak vakıfda ilh..." Elden
çıkarmak başka bir mâlikin eline geçmek için değildir. Vakıf AIIah Teâlâ'nın
milki hükmündedir. İmameyn'in kavli budur. İmamı Azam: "Vakıf bir aynı
vâkıfın milki olmak üzere hapsetmek onun menfaatını tasaddukta
bulunmaktır." demiştir. T.
"Binaenaleyh vakıfla alış-veriş basitle
mürekkep gibidirler ilh..."
Yani vücud itibariyle basît mürekkepten önce
gelir. Binaenaleyh izah için de ondan önce getirilmiştir.
Tahtâvî diyor ki: "Satışın hakikaten
mürekkep sayılmaması gidermek itibarî bir şey olduğundandır. Onda terkip
olamaz."
"Cemi sîgasıyla kullanması ilh..."
Şundandır: Satış kelimesi aslında masdardır. Masdar oturmak kalkmak gibi bir
şeyin meydana gelişinin ismi olduğundan cemilenemez. Musannıf onu Hidâye
sahibine uyarak cemilemiştir.
Ulema buna şöyle cevap vermişlerdir: Bazen
masdardan mefulünbih kasdedilir. Cemilenmesi bu itibarladır. Nitekim mebî
(satılan şey) da cemilenir. Yani satılan şeylerin nevileri çok ve muhteliftir.
Yahut kelime mânâsı murad edilerek aslı üzere kalmıştır. Lâkin nevilerine
bakarak cemilenmiştir. Çünkü satış -ki, meydana gelmekten ibarettir- satış
olarak itibar edilirse dört kısma ayrılır: Halen bir hüküm ifade ederse nâfiz
(geçerli); cevaz verildiği vakit hüküm ifade ederse mevkuf; teslim alırken
hüküm ifade ederse fâsid, hiç hüküm ifade etmezse bâtıldır. Satış satılan şeye
teallûku itibariyle de dört kısımdır. Çünkü ya bir ayınla ayın üzerine yahut kıymetle
kıymet üzerine vâki olur. Yani bu satışta satılan şey para olur. Yahut kıymetle
ayın üzerine veya ayınla kıymet üzerine yapılır. Bunların birincisine mukayeza,
ikincisine sarf, üçüncüsüne de selem denilir. Dördüncünün hususî adı yoktur. O
mutlak bir satıştır. Satış kıymete veya onun mikdarına teallûku itibariyle dahi
dört kısımdır. Zira ziyadeyle beraber ilk kıymetim misliyle yapılırsa murabeha;
ziyadesiz yapılırsa tevliye; kıymetten daha azına yapılırsa vadîa, ziyade ve
noksansız yapılırsa müsâveme olur.
Bahır'da beşinci bir kısım ziyade edilmiştir
ki, o da işrak yani satın aldığı şeye başkasını ortak etmektir. Meselâ, malın
yarısını satar. Şârih bundan bahsetmemiştir. Çünkü dört kısımdan hariç
değildir. Bazen satış kıymetin vasfına göre muteber olur. Meselâ, peşin yahut
veresiye yapılır. Bu anlattıklarımızla anlarsın ki, "satış ve satılan mal
itibariyle" demesinden murad yalnız başına satılan malı itibara almak
değildir. Yani satış olmadan satılan mal muteber değildir. Onun için '"Bu
ikiden biri yalnız başına murad olursa hakikatla mecazı bir araya getirmiş
olmak lâzım gelir." diye itiraz olunamaz. Çünkü satışın masdar olması ile
birlikte cemi yapılması hakikatte nevilerine bakaraktır. İsmi meful mânâsına
nakledilerek cemi yapılması bunun hilâfınadır. Çünkü mecazdır. îtiraz
edilememesinin vechi şudur: Maksad hakikatına bakarak cemilenmesidir. Lâkin
ayrıca zatına yahut başkasına teallûk ettiği hale bakarak cemilenir. ismi meful
mânâsına nakledildiğine bakarak cemilenmez.
"Dört çeşit olduğundandır. Zira
bunlardan her biri: Geçerli, ilh..."
İfadesi üç kısmın her birinde dört neyî
'bulunduğunu leff ve neşri mürettep yoluyla beyandır. Onların beyanını gördün.
Sonra birinciyi mezkûr kısımlara taksim etmesi Hâvî sahibinin tuttuğu bir
yoldur. Bunun zâhirine bakılırsa mevkuf sahîhin kısımlarındandır. Ulemanın
tuttukları iki yoldan biri budur ki doğrudur. Bazıları onu sahihin
kısımlarından saymışlardır. Zeylaî bu yolu tercih etmiş ve satışı: Sahih, bâtıl
fâsid ve mevkuf kısımlarına ayırmıştır. Bu bahsin tam olarak tahkîkı Bahır'ın,
beyi fâsid bâbının başındadır. Satmaya zorlanan kimsenin satışı müstesna,
olduğu az ileride gelecektir.
METİN
Satış lügatta mal olsun olmasın bir şeyi bir
şeyle karşılaştırmaktır. Buna delil "Onu az bir kıymetle sattılar."
ayet-i kerîmesidir. Satış kelimesi zıdlardandır. Müteaddî olarak kullanılır.
Tekid için Arapçada (mim) edatı ile bazen de (lâm) edatı ile kullanılır ve:
"Bi'tüke'ş-şey'e" yahut "Bi'tüleke" denilir. (Bunların
ikisi de sana sattım mânâsına gelir.) Oradaki edatlar ziyadedir. Bunu
İbnü'l-Kattâ söylemiştir. "Baa aleyhil kâdî" yani rizası olmadan
hakim sattım dahi denilir.
İZAH
"Lüflatta bir şeyi bir şeyle
karşılaştırmaktır ilh..." Yani mubadele yoluyla değişmektir. Mukabele
yerine böyle dese daha iyi olurdu. Nitekim bundan sonraki ifadesinde musannıf
böyle yapmıştır. Zahirine bakılırsa bu ifade icareye teşamildir. Çünkü menfaat
şeriat nazarında mevcud bir şeydir. Hatta ona malla bedel vermek sahihdir.
Lügat itibariyle de öyledir.
"Mal olsun olmasın ilh..." Maldan
murad tabiatın meylettiği ve ihtiyaç vakti için biriktirmesi mümkün olan
şeydir. Maliyet bütün İnsanların yahut bazılarının mal olarak kabul etmesiyle
sabit olur. Tekavvüm (kıymetli olması) maliyetle ve şer'an kendisinden
faydalanılması mübah sayılmakla sâbit olur. Mal sayılmaksızın, mubah olan bir
şey mal değildir. Meselâ, bir buğday tanesi mal değildir. Faydalanılması mubah
kılınmaksızın mal sayılan şey mütekavvim değildir. Nitekim şarap böyledir. Bu
iki şey bulunmazsa maliyetle tekavvûmden hiç biri sâbit olmaz. Nitekim kan
böyledir. Bahır. Bu satırlar Keşf-i Kebîr'den kısaltılarak alınmıştır.
Hâsılı şudur: Mal kelimesi mal edinilenden
daha umumi bir mânâ ifade eder. Zira mal biriktirmesi mümkün olan şeydir.
Velevki şarap gibi mubah olmasın.
Mütekavvim : Mubah kılınmakla beraber
biriktirilmesi mümkün olan şeydir. Şu halde şarap maldır. Fakat mütekavvim
değildir. Onun için kıymet olarak şarap konursa satış fâsid olur. Şarabın
satılık mal olarak kullanılmasıyla satış aslından münakid olmaz. Çünkü kıymet
maksud değil, maksuda vesiledir. Zira faydalanma kıymetlerle değil ayınlarla
olur. Onun içindir ki, satılan malın mevcud olması şart kılınmıştır. Kıymetin
mevcud olması şart değildir. Bu itibarla kıymet sanat aletleri mesabesinde
şartlar cümlesinden sayılmıştır. Meselenin tam tahkîkı Telvîh'-in nehî
faslındadır. Ondan dolayı Bahır sahibi şöyle demiştir: "Sonra bilmelisin
ki, satışın temeli iki bedel üzerine olsa da bunda asıl satılan maldır, kıymet
değildir. Onun için satılan mala kudret şarttır. Kıymete muktedir olmak şart
değildir. Satıla malın helâkiyle satış bozulur. Fakat kıymetin helâkiyle
bozulmaz.
Telvîh de dahi kaza bahsinde
şöyledenilmiştir: "Tahkîk şudur: Menfaat milkdir, mal değildir. Çünkü milk
ihtısas vasfıyla üzerinde tasarruf yapılabilen şeydir. Mal ise hâcet vaktinde
faydalanmak için biriktirilebilen şeydir. Kıymetli olması imam-ı Azam'a göre
maliyeti gerektirir. İmam Şâfiî'ye göreyse milki istilzam eder. Bahır'da
Hâvi'l-Kudsî'-den naklen şöyle denilmiştir: Mal insandan başkasına verilen
isimdir ki, insanın yararları için yaratılmıştır. Onu ayırmak ihtiyarî olarak
üzerinde tasarrufta bulunmak mümkündür. Kölede maliyet mânâsı varsa da
hakikaten mal değildir. Hatta öldürülmesi ve ihlak edilmesi câiz
değildir."
Ben derim ki: Bu ifade söz götürür. Çünkü mal
tasarruf hususunda ihtiyarî olarak kendisinden faydalanılan şeydir, ÖIdürmek ve
helâk etmek faydalanmak değildir. Bir de maldan faydalanmak her şeyde yararına
göre muteberdir. Faydalanmaksızın hiç bir malı helâk etmek aslen câiz değildir.
Meselâ mûcbir sebeb bulunmaksızın hayvanı öldürmek bu kabîldendir.
"Onu az bir kıymetle sattılar."
Ayet-i kerîmesinden murad Yusuf Âleyhisselâm'ı kardeşleri az bir fiyatla
sattılar demektir. Bazıları onu yirmi dirheme sattıklarını söylemişlerdir.
Âyet-i kerîme gösteriyor ki, satışta satılan şeyin mal olması lâzım değildir.
Çünkü hür bir insan milk olarak alınamaz.
Ben derim ki: Burada şöyle denilebilir:
Cahiliyet devrinde dil bilginleri hür insanları çalarak satarlardı. Şu halde
âyet-i kerîme lügaten satışta maliyetin şart olmadığına delâlet etmez. Şu da
var ki, zâhire bakılırsa bizim şeriatımızdan önce hür insan mal olarak
alınırdı. Buna delil "Cezası şudur ki, tas kimin yükünde bulunursa cezası
o kimsedir dediler." âyet-i kerîmesidir. Sonra bunu Kuhistânî'nin bey-ı fasid
bâbında gördüm. Şöyle diyor: "Yakup AIeyhisselam'ın şeriatında hür insan
mal sayılırdı. Hatta hırsız köle yapılırdı. Nitekim Tevilâd şerhinde
açıklanmıştır. Binaenaleyh hür insan hiçbir kimseye göre mal sayılmamıştır
demek doğru değildir." Evlâ olan "şübhesiz Allah müminlerden
nefislerini satın almıştır." gibi âyetlerle istidlâl etmektir. Kimseye
gizli değildir ki, burada mecâz dâvâsında bulunman aslın hilâfınadır.
Bu izahla anlaşılır ki, İslâm'dan naklettiği
tariften evlâdır. Fahru'lislâm'ın tarifi: "Satış lügaten malı mal ile
değişmektir." şeklindedir. Lâkin birinciye göre "Bu tarife nikâh
dahil olur." şeklinde itiraz edilebilir. Meğer ki mukabele sözünden
hakikaten temlîk suretiyle verilen kasdedilsin.
"Satış kelimesi zıdlardandır
ilh..." Yani bir şeye ve onun zıddına ıtlâk edilen sözlerdendir. Nitekim
Teâlâ Hazretlerinin: "Arkalarında bir kral vardı." âyetinde
"arkalarında" tâbirinden murad "önlerinde" mânâsıdır.
Fetih sahibi diyor ki: "Bir ayın
milkinden çıktığı vakit onu sattı derler. Sattı kelimesi satın aldı mânâsına da
kullanılır." Satın almak mânâsına gelen şirâ kelimesi de öyledir. Buna
delil: "Onu düşük bir fiyat ile şirâ ettiler." âyeti kerîmesidir. Bu
iki mânâ birbirinin yerinde kullanılır. Misbah'da beyan edildiğine göre Bey
(satış) sözü şirâ gibi zıdlardandır. Akdi yapan her iki tarafa bâyı
denilebilir. Bâyı mutlak söylenilirse zihne malı satan gelir.
"Bi tüke'şşey'e" Cümlesi harfi
cersiz müteaddi kullanıldığına misâldir.
"Bâa aleyhil kâdi" cümlesi dahi
icbar ve ilzâm yerinde bu kelime alâ harfiyle müteaddi olduğunu ifade eder.
METİN
Şer'an satış rağbet gören bir şeyi hususi
şekilde fayda ifade eden misli ile değişmektir. Rağbet gören kaydıyla toprak,
ölü hayvan ve kan gibi rağbet görmeyen şeyler teariften hariç kalır. Hususi
şekilde, kaydıyla icab veya elle alıp vermek kasdedilir. Binaenaleyh iki
taraftan teberru suretiyle ve karşılığında bedel vermek şartıyla yapılan bağış
hariç kaldığı gibi fayda i'fade eden kaydıyla da fayda ifade etmeyen değişme
hariç kalır.
İZAH
"Rağbet gören bir şeyi ilh..." ifadesinden
murad nefsin arzu ettiği şeydir ki, o da maldır. Bundan dolayıdır ki şârih
onunla toprak, ölü ve kandan ihtiraz etmiştir. Çünkü bunlar mal değildir. Şu
halde musannıfın sözü Kenz ile Mültekâ'nın tariflerine dönmüş oluyor. Onlar
satışı "Malı mal ile değişmektir." diye tarif etmişlerdir. Onun
içindir ki, şârih yazdığı şerhinde Mültekâ'nın sözünü "Yani rağbet
gösterilen bir şeyi, rağbet gösterilen şeyle temlîk etmektir." diye tefsir
etmiştir. Böylece her iki tarif müsavileşmiş olur.
Evet, Kenz sahibi "birbirlerinin
rızalarıyla" kaydını ilave etmiştir. Ama kendisine "bu kayıd satışa
zorlanan kimseyi hariç bırakır, halbuki onun satışı da münakiddir" diye
itiraz olunmuştur. Nikâye şerhinde buna cevap verilmiş ve: "Bu kaydı
kullanan geçerli satışı tarif etmek istemiştir. Kullanmayan ise umumi tarif
kasdetmiştir." denilmiştir. Bahır sahibi buna itiraz ile: "Zorla
yaptırılan satış fuzulînin satışı gibi sadece mevkuf değil, hem mevkuf hem
fâsiddir. Nikâye şârihinin sözünden sadece mevkuf olduğu anlaşılır." demiştir.
Ben derim ki: Lâkın yukarıda arzettik ki,
mevkuf satış sahihin kısımlarındandır. Bunun muktezası zorla yaptırılan satışın
da böyle olmasıdır. Fakat ulemanın ikrah bahsinde açıkladıklarına göre fâsid
olduğu için bu satışla milk teslim almakla sâbit olur. Bu söz onun fâsid
olduğunu beyan hususunda açıktır. Velevki dört surette sair fâsid akidlere
muhâlif olsun. Bunları musannıf ikrah bahsinde söyleyecektir. Menar ve şerhinde
beyan olunduğuna göre bu satış fâsid olarak münakiddir. Çünkü geçerliliğin şartı
olan riza yoktur. Ama sonradan razı olmakla sahihe dönüşür ve fâsidlik ortadan
kalkar. Bununla anlaşılır ki, razı olmasına mevkuf satış sahihdir. Binaenaleyh
mevkuf olarak fâsid olması sahihdir ve anlaşılır ki, mevkufun bir kısmı
fâsiddir. Satmaya zorlanan kimsenin satışı bu kabîldendir. Bir kısmı da
sahihdir. Mahcur olan köle ile çocuğun satışları böyledir. Bunun misâlleri
çoktur. Bunlar fuzulînin satışı bâbında gelecektir.
Hâsılı: Mutlak surette mevkuf satış hakiki
satıştır. Fâsid dahi satıştır. Velevki hükmü mevkuf olsun. Bundan murad mala
teslim almakIa mâlik olmaktır. Binaenaleyh tarifte iki tarafın razı olmalarını
zikretmek münasib değildir. Onun için Fetih sahibi: "İki tarafın razı
olması şer'î satışın mefhumdan cüz değildir. Bilâkis şer'an hükmünün sübut
bulmasının şartıdır" demiştir. Çünkü şer'an mefhumunun cüzü olsa zorla
yaptırılan satışın bâtıl olması gerekir. Halbuki bâtıl değildir. Bildiğin gibi
o sadece fâsiddir. Gördün ki tarif sair nevileriyle fâside şâmildir. Nitekim
Nehir sahibi bunu söylemiştir. Çünkü hükmü teslim almaya bağlı olsa da o hakiki
satıştır. Binaenaleyh iki tarafın rızasıyla diye yapılan takyîd fâsidin bir
kısmını tariften çıkarmak içindir ki, makbul değildir. Bundan murad riza
olmaksızın zorla yapılan satıştır. Çünkü murad satışın tarifi olduğuna göre
tarif efradını cami değildir. Çünkü ondan bu satış hariç kalır. Sahih satışın
tarifi murad edilirse, tarif ağyarını mâni değildir. Çünkü fâsid satışların
ekserisi buna dahil olur. Sonra bilmiş ol ki, Keşif ve Telvi'h'den naklen yukarıda
arzettiğimiz vecîhle şarap maldır. Velevki kıymeti haiz olmasın. Hafbuki
müslüman hakkında onun satışı bâtıldır. Bir malı şarapla satmak 'bunun
hilâfınadır. Çünkü bâtıl değil fâsiddir. Fark yukarıda geçmişti.
Bahır'da Muhît'den naklen : "Şarap mal değildir."
denilmişse de zâhire göre bu sözden kıymeti haiz mal değildir mânâsı
kasdedilmiştir. Ulemanın sözleri bu şekilde birleştirilir o zaman Kenz'e
yapıldığı gibi itiraz vârid olur. İcare ve nikâhla yalnız musannıfın tarifine
itiraz olunur.
Tahtâvî diyor ki: "Çünkü bunların her
ikisinde rağbet gösterilen malı, rağbet gösterilen mal ile değişme
vardır." Bunlar "hususi şekilde" ifadesiyle tariften hariç
kalmazlar. Çünkü bundan murad icab ile kabul ve birbirlerine vermeleridir.
Meğerki şöyle cevap verilsin: Rağbet gösterilen ifadesinden murad maldır.
Nitekim bunu evvela söylemiştik. Yukarıda geçtiği vechiyle menfaat mal
değildir. Yahut şöyle denilir: Değişmek temlîktir. Nitekim Dirâye'den naklen
Nehir'de beyan edilmiştir. Yani ondan murad mutlak temlîktir. İcare ve
nikâhdaki menfaat ise mukayyet milkle mal olurlar.
"Hususi şekilde fayda ifade eden
ilh..." diye kayıdlamanın bir faydası yoktur. Çünkü bu kayd nihayet vezin
ve sıfat itibariyle bir olan iki dirhemi birbiriyle satmayı tariften çıkarır.
Bu satış fâsiddir. Biliyorsun ki tarif bütün fâsid nevilerine şâmildir.
Binaenaleyh fâsidin bir nevini tariften çıkarmanın bir faydası yoktur. Nitekim
bunu satışa zorlanan kimse bahsinde söylemiştik. Evet, dirhemi dirhem ile
satmak bâtıl olsa bu kaydın birfaydası olur. Lâkin bâtıl olması ihtimalden
uzaktır. Çünkü mal ile malı değişme vardır.
"İcab veya elle alıp vermek ilh..."
İfadesiyle hususi şeklin beyanı yapılmıştır. icabtan muradı sözle yapılan
satıştır. Buna delil, mukabilini zikretmesidir. Binaenaleyh kabule de şâmildir.
Aksi takdirde Tahtâvî'nin söylediğine göre iki taraftan yapılan teberru
tariften hariç kalmaz.
"İki taraftan teberru suretiyle
ilh..." Bu hususta musannıf Minah'da şunları söylemiştir: "Bu söz iki
kişinin teberru veya karşılık şartıyla hibe yoluyla mallarını değişmelerine
şâmildir. Çünkü bu iptidaen satış değildir. Velevki bakaen satış hükmünde
olsun. Musannıf bunu tariften çıkarmak isteyerek hususi şekilde ifadesinî
kullanmıştır."
Ben derim ki: Bu Nehir'in ifadesine muhâlif
olarak ikisinin de mubadelede dahil olduğu hususunda açıktır. Vechi şudur: Bu
adam birine bir teberruda bulunsa, sonra şart koşmadan o kimse buna bir bedel
verse, bu hem değişmek hem iki taraftan teberru olur. Lakin değişme ikinci
şahıs tarafındandır. Bu karı koca arasında çok olur. Kocası karısına bir mal
gönderir, kadın da ona bir şey gönderir. Hakikatte bu hibedir. Hatta kocası
emanet gönderdiğini iddia etse gönderdiği şeyi geri alabilir. Kadın da
dönebilir. Çünkü kadın hibeye karşılık vermek istemektedir. Ortada hibe bulunmayınca
ona karşılık verilen şey de bulunmaz ve kadın dönebilir. Nitekim hibe bahsinde
gelecektir. Kezâ karşılığında muayyen bir şey vermesi şartıyla birine bağışta
bulunması da böyledir. Şart koşulan değişme mevcud olmakla beraber iptidaen
hibedir.
METİN
Binaenaleyh vezin, ve sıfat itibariyle
birbirine müsavi iki dirhemi birbiriyle satmak sahih değildir. İki ortaktan
birinin hanedeki hissesini diğerinin hissesiyle bir sarrafa mukayese yapması ve
meskeni meskenle icara vermesi de sahih olmaz. Eşbâh. Satış söz veya fiille
olur. Sözlü satış icab ile kabulden ibarettir. Bunlar satışın rüknüdür. Satışın
şartı akdi yapan iki tarafın ehil olmalarıdır.
İZAH
"Vezin itibariyle ilh..." Birbirine
müsavi olurlarsa hüküm şârihin dediği gibidir. Fakat müsavi olmazlarsa satış
fâsiddir. Bu Ribel fadl bulunduğu içindir. Fayda bulunmadığı için değildir.
"Sıfat itibariyle ilh..." Sözü
vezinleri bir olduğu halde sıfatları başka başka olan dirhemleri tariften
çıkarır. Meselâ, birinin büyük diğerinin küçük olması yahut birinin siyah
diğerinin beyaz olması sıfat değişikliğidir.
Ben derim ki: Bu mesele Zahîre'nin altıncı
faslında şöyle zikredilmiştir: "Bir kimse büyük bir dirhemi küçük dirhemle
yahut iyi bir dirhemi kötü dirhemle satarsa câiz olur. Çünkü iki tarafın bunda
sahih bir maksadları vardır. Ama dirhemler mikdar ve sıfatta müsavi olurlarsa
ulema ihtilaf etmişlerdir. Bazısı caiz olmadığını söylemişlerdir. İmam Muhammed
kitabta buna işaret etmiştir. Hâkim imam Ebû Ahmed bununla fetva
verirmiş."
"İki ortaktan birinin ilh..." Yani
müsavi olarak ortak bulunurlarsa demek istiyor. İki ortak tâbirinden akla gelen
hanenin aralarında taksim edilmemiş olmasıdır. Her birinin hissesi
diğerininkinden ayrılmış ise zâhire göre mukayeza caizdir. Çünkü iki ortaktan
her biri diğerinin elindekine rağbet göstermiş olabilir. Binaenaleyh bu faydalı
bir satıştır. Taksim edilmemiş olması bunun hilâfınadır.
"Meskeni meskenle icara vermesi sahih
olmaz ilh..." Çünkü menfaat mevcud bir şey değildir. Binaenaleyh bu cinsi
cins ile nesîe ola satmak olur ki câiz değildir. Bunu Tahtâvî Eşbâh
Hâşi'yesinden nakletmiştir.
"Bunlar satışın rüknüdür ilh..."
Cümlesindeki zamir zâhire göre icab ile kabule râcidir. Ama sözle fiile ircaı
da mümkündür. Nitekim Bahır'ın sözü bunu ifade etmektedir. Bedâyı'da şöyle
denilmiştir: "Satışın rüknü zikredilen değişmedir. Fetih'deki ifadenin
mânâsı da budur, ürada: "Satışın rüknü icab ile kabuldür ki, bunlar
değişmeye yahut onun yerini tutan birbirlerine vermedir. O halde satışın rüknü
iki milki söz veya fiille değişmeye rızayı gösteren fiildir."
denilmektedir. Fiilden muradı evvela dilin işine şâmil olan şeydir. İkinci
olarak başkasını murad etmiştir.
"Fiille değişmeye rızayı gösteren
fiildir ilh..." Sözünden muradı zatına bakaraktır. Velevki zorlamak gibi
rızaya aykırı bir şey bulunsun. Musannıfın sözünün zâhiri icab ile kabulün
satıştan başka bir şey olduğunu ifade etmektedir. Halbuki bir şeyin rüknü o
şeyin kendisidir.
"Söz veya fiille olur ilh..."
Cümlesindeki zamiri hususi vecih ile ifadesine ircâ edersek bu itiraz vârid
olmaz. Satıştan onun hükmü olan milk kasdedilirse hüküm yine böyledir. Burada
güzel bahisler vardır. Bunlar Nehir'de zikredilmiştir.
"Akdi yapan iki tarafın ehil olmalarıdır
ilh..." Yani iki taraf aklı eren kimseler olacaklardır. Bülûğ ve hür olmak
şart koşulmamıştır. Bahır'da zikredildiğine göre satışın şartları dört nevîdir.
Bunlar münakid olmasının şartı, geçerliliği, sahihliği ve tâzım olması
şartlarıdır. Birinci şart dört nevidir. Bunlar akdi yapanda, bizzat akidde,
akdin yapıldığı yerde ve akdin yapıldığı şeyde aranır, Akdi yapandaki şartlar
ikidir. Bunlar akıl ile sayıdır. Binaenaleyh delinin, aklı ermeyen çocuğun ve
iki tarafın vekili olan kimsenin satışı münakid olmaz. Yalnız babada, onun
vasisinde, hâkimde, kölenin kendisini efendisinden onun emriyle satın almasında
ve iki tarafın elçisi olan kimsede câiz olur. Bu hususda bülûğa ermiş olmak
şart olmadığı gibi hürriyet de şart değildir. Şu halde çocuğun veya kölenin
kendisi için satışı mevkuf, başkası için yaptığı satış geçerli olarak sahihdir.
İslâmiyet, konuşur olmak ve ayık bulunmak dahi şart değildir. Akdin şartı da
ikidir. Birincisi icabın kabule uygun olmasıdır, Yaptığı icabtan başka bir malı
veya onun bir kısmını yahut icab yapmadığı malı veya onun bir kısmını kabul
ederse. satış münakid olmaz. Bu yalnız şûf'ada câizdir. Meselâ, bir köle ile
bir akar satar da şefî yalnız akarı isterse satış münakid olur. İkincisi
satışın mâzî sözüyle yapılmasıdır. Satışın yapıldığı yerin bir şartı vardır. O
dameclisin bir olmasıdır, Üzerine akıd yapılan malın şartları altıdır. Bunlar;
malın mevcud olması, kıymeti hâiz bulunması, bizzat birinin milki olması,
kendisi için sattığı şeyde milkin satana aid olması ve teslimine imkân
bulunmasıdır. Binaenaleyh mevcud olmayan bir şeyi satarsa, satış akdi mün'akid
olmadığı gibi hayvanın karnındaki yavruyu memesindeki sütü, ağaç yemiş vermeden
yemişini satmak gibi yok olması mümkün olan şeylerde, kezâ şu köleyi deyip de
satar. halbuki sattığı cariye çıkarsa satış münakid olmaz. Hür bir kimseyle
müdebber, ümmüveled, mükâteb, bir kısmı âzâd olmuş köleyi, ölü hayvan ve kanı
ve müslüman hakkında şarapla domuzu ve bir parça ekmeği satarsa. satış münakid
olmaz. Çünkü satışın câiz olması için şart kılınan en az kıymet bir kuruştur.
Çemeni satmak velevki kendi milkinde olsun, nehirdeki veya kuyudaki suyu
satmak, ayırmaksızın odun ve otu satmak, kendi milki olmayan bir şeyi satmak
dahi câiz değildir. Velevki sonradan ona mâlik olsun. Bundan yalnız selem ile
gasp edilen mal müstesnadır. Gasp eden kimse o malı satar da sonra kıymetini
öderse câiz olur. Fuzulînin satışı da müstesnadır. Çünkü mevkuf olarak
münakiddir. Vekilin satışı da böyledir ve geçerlidir. Kaçak köle, havadaki kuş
ve denizdeki balık gibi şeyler elinde olup sonradan tesliminden âciz kalırsa
satış münakid olmaz. Böylece münakid olmanın şartları onbir olur.
Ben derim ki: Doğrusu onbir değil dokuzdur.
İkincisi yani geçerliliğin şartları ikidir.
Bunlar milk veya velayet bir de satışta başkasının hakkı bulunmamaktır.
Binaenaleyh bize göre fuzulînin satışı mün'akid değildir. Satın alması ise
geçerlidir.
Ben derim ki: Yani milk sahibi için değil de
kendisi için satarsa satış münakid olmaz. Lâkin bu zayıf rivâyete göredir.
Sahih rivâyete göre mevkuf olarak münakiddir. Nitekim bâbında gelecektir.
Velayet ya vekalet gibi mal sahibinin yahut babanın velayeti gibi şeriat
sahibinin tayiniyle olur. Babadan sonra onun vasisi, daha sonra dede, sonra
onun vasisi, sonra hâkim, sonra onun vasisi gelir. Rehnedilen bir malı ve kira
ile tutulanı satmak geçersizdir. Müşteri bunu bilmezse fesha hakkı vardır. Rehn
alanın ve kira ile tutanın fesha hakkı yoktur.
Üçüncüsü yani sahih olmasının şartları
yirmibeşdir. Bunların bazısı umumî, bazısı hususidir, Umumî olanlar: Her
satışın yukarıda zikredilen şartları haiz olmasıdır. Çünkü mün'akid olmayan bir
satış sahih olmaz. Satış muvakkat olmamalı. Satılan mal ile kıymetinin münakaşa
götürmeyecek surette bilinmesi de şarttır. Binaenaleyh şu sürüden bir koyun
diyerek yapılan satış mün'akid olmadığı gibi bir şeyi kıymetiyle veya filanın
hükmüyle diye satmak da sahih değildir. Satış onu bozacak şarttan hali
olmalıdır. Nitekim fâsid satış bâbında gelecektir, Rıza ve fayda bulunması da
şarttır. Binaenaleyh satmaya zorlanan kimsenin alış-verişi fâsid olduğu gibi
faydası olmayan bir şeyin alış-verişi dahi fâsiddir. Nitekim yukarıda geçmişti.
Hususi şartlar: Veresiye yapılan satışda
müddetin bilinmesi menkûl malın satışında onu teslim almak, menkûl malın ve
borcun teslim alınması gibi şeylerdir. Binaenaleyh selem yapılan malda ve
sermayede olduğu gibi alacağı olan borcu teslim almadan satmak fâsid olduğu
gibi bir şeyi satandan başkasına borç olmak üzere satmak da fâsiddir. Sözle
yapılan satışda bedel zikredilmiş olmalıdır. Zikredilmezse satış fasiddir. Ama
teslim almakla mâlik olur. Faize giren mallarda iki bedelin birbirine denk
olması faiz şübhesinden hali bulunması, selem şartlarının mevcud olması, sarfda
birbirlerinden ayrılmadan malı teslim almak, mürabeha, tevliye, işrak ve
vazîa'da ilk fiatın bilinmesi de hususi şartlardandır.
Dördüncüsü, satış münakid ve geçerli olduktan
sonra lüzum şartlarıdır. Meşhur dört muhayyerlikten ve muhayyerlik şartı
bâbının başında gelecek diğer muhayyerliklerden hali olmasıdır. Böylece
şartların mecmuu yetmişaltı olur. Bu satırlar kısaltılarak alınmıştır. Yani ilk
söylediğine göre münakid olmanın şartları onbir, geçerli olmanın şartları iki,
sahih olmasının şartları yirmibeşdir. Bunlar toplanınca otuzsekiz eder ve
muhayyerliklerden hali olarak hepsi lüzum şartlarıdır. Lâkin bununla şartların
mecmuu yetmişyedi olur.
Evet doğrusu münakid olmanın şartları
dokuzdur dediğimize göre bu sayıdan sekiz noksandır. Bunlardan iki sıhhat
şartlarından iki, lüzum şartlarından da dört çıkarılınca mecmuu altmışdokuz
olur. Bir de üzerine akid yapılan malı akdi yapanlar görmezler ise o mala veya
yerine işaret şartı ziyade edilir. Nitekim görme muhayyerliği babında
gelecektir. Sözün tamamı oradadır.
METİN
Satışın mahalli mal, hükmü milkin sâbit
olması, hikmeti de bu alemin devamı ve onda yaşamanın düzene girmesidir. Sıfatı
mubah, mekrûh, haram ve vâcib olmasıdır. Alış-veriş kitap, sünnet, icma-ı ümmet
ve kıyasla sâbit olmuştur. icab akdi yapan iki taraftan birinin evvela
söylediği rızaya delâlet eden sözdür. Kabul ise diğeri tarafından söylenen
ikinci sözdür. Sattım veya satın aldım demesi müsavidir. Rızaya delâlet eden
diye kayıdlaması âyete uymuş olmak ve şer'î satışı beyan etmek içindir.
İZAH
"Satışın mahalli mal ilh..."
ifadesi söz götürür. Çünkü yukarıda geçtiği gibi şarap maldır ama müslüman
hakkında onun satışı bâtıldır. Musannıfın bunun yerine kıymeti hâiz demesi
gerekirdi. Böyle demesi maldan daha hususidir. Nitekim beyanı yukarıda geçti.
Böylece ölü eti ve kan gibi hiç mal olmayan şeyler tariften hariç kaldığı gibi
şarap gibi kıymeti hâiz olmayan mallar da hariç kalır. Çünkü böyle bir mal
satışa mahal değildir.
"Hükmü milkin sûbit olması ilh..."
Yani iki taraftan biri için bedelin birinde hükmün sü'but bulmasıdır. Satışın
aslî hükmü budur. Tâbi hükmü ise malı ve kıymetini teslimin vâcib olması
cariyeyi satın alan kimseye istibrû vâcib olması, ondan faydalanmaya malik
olması, satılan şey akar ise şûfa sâbit olması, satılan kimse mahremi ise
müşteri namına âzâd olmasıdır. Bahır.
"Hikmeti bu alemin devamı ve onda
yaşamanın düzene girmesidir ilh..." Şârihin bu ibârenin yerinde
"yaşamanın düzenli olarak devam etmesidir," demesi gerekirdi. Çünkü
Allah Teâlâ bu alemi en mükemmel nizamda yaratmış, yaşama hususunu en güzel
şekilde muhkem yapmıştır. Bunun tam olması için alış-veriş mutlaka lâzımdır.
Çünkü herkes muhtaç olduğu her şeyi kendi yapamaz. Zira tarlayı sürmek, tohumunu
ekmek, onun hizmetini, bekçiliğini yapmak, mahsulünü biçip dövmek, temizleyip
öğütmek ve hamur karmakla meşgul olan bir kimse, kendi eliyle bu hususta muhtaç
olduğu koruma, biçme ve benzeri aletlerini yapamaz. Muhtaç olduğu elbise ve
meskenle meşgul olamaz. Bunları satın almaya mecburdur. Satış olmasaydı ya
zorla alır yahut dilenirdi; aksi takdirde sahibiyle kavga ederdi. Bu halde ise
alemin devamı mümkün olamaz.
"Mubah" dan murad ondan sonra
zikrettiği vasıflardan hali olmasıdır.
"Mekrûh" a misâl cuma ezanı
okunduktan sonra alışveriş yapmaktır.
"Haram" içki içen kimseye şarap
satmak gibi şeylerdir. "Vâcib" satış. satmaya mecbur olduğu şeyi
satmasıdır. "Sünnet" Peygamber (S.A.V.)'in alışverişte bulunması, bu
hususta ashabına da izin vermesidir.
"icab" Hakkında Fetih'de şöyle
denilmiştir: "Lügaten icab hangi şey olursa olsun bir şeyi isbâttır.
Burada murad rizaya delâlet eden hususi fiili evvela isbâttır. Onun satan veya
satın alan tarafından yapılması farketmez. Meselâ, müşteri şu malı senden bin
dirheme satın aldım derse icab olur. Kabul diğer tarafın fiilidir. Aksi
takdirde her ikisinin sözü icab yani isbât olur. İkincinin sözüne kabul
denilmesi, birincinin isbâtından ayırmak içindir. Bir de ikinci tarafın sözü
birincinin fiilini kabul demek olur.
"Diğeri tarafından söylenen ikinci
sözdür ilh..." Yani akdi yapan diğer tarafın sözüdür. Sözüdür ifadesi
fiile şâmil değildir. Fetih sahibi kabulü: ikinci tarafın fiilidir." diye
tarif etmiştir. Nitekim yukarıda geçti. Bu bâbta Fetih sahibi şöyle demiştir:
"Çünkü fiil kelimesi söze de şâmildir. Zira fer'î meselelerde görüleceği
vecihle bir kimse diğerine:"Bir dirheme şu yemekten ye!" der de o
kimse yerse satış tamam olur, yediği de helâldir. Satıcı: "Şu hayvana yüz
dirheme bin!" veya "Şu elbiseyi yüz dirheme giy!" der de o da
bunları yaparsa, satışa razı olmuş sayılır. Kezâ "Şu malı sana bin dirheme
sattım." der de karşısındaki bir şey söylemeden o malı alırsa teslim
alması kabul sayılır. Konuşmaksızın birinin malı diğerinin eline vermesi bunun
hilâfınadır. Zira burada icab yoktur. Fiyatı öğrendikten sonra sadece teslim
alma vardır. Binaenaleyh bu sonuncuyu bazılarının yaptığı gibi birbirinin eline
yermek kabîlinden saymak söz götürür. Hâniyye'de bildirildiğine göre malı
teslim almak kabul yerine geçer. Bu izaha göre kabulü sözdür diye tarif etmek,
bu hususta söz asıl olduğundandır.
"Ayete uymuş olmak içindir ilh..."
Bu husustaki âyetde: "Meğerki sizin rıza göstereceğiniz bir ticaret
olsun." buyurulmuştur.
"Ve şer'î satışı beyan etmek içindir
ilh..." Fetih sahibi sözle satışda dahi iki tarafın mutlaka rıza
göstermesi lâzım geldiğini zâhir bulmuştur. Çünkü lügatta Zeyd kölesini sattı
denilince onu rıza göstererek değişti mânâsından başka bir şey anlaşılmaz. Bu
sözün bir mislini Kuhistânî Kifâye'nin ikrah bahsinden ve Kirmânî'den
nakletmiştir.
METİN
Onun içindir ki zorla sattırılan kimsenin
satışı münakid olsa da geçerli değildir. Şaka ile satış münakid olmaz. Çünkü
satışın hükmüne rıza yoktur.
İZAH
"Onun içindir ki zorla sattırılan
kimsenin satışı geçerli değildir ilh..."
Yukarıda arzetmiştir ki, zorla sattırılan
kimsenin satışı fâsid olup satanın razı olmasına bağlıdır ve tarif edilen
satışın diğer fâsid satış nevîlerine de şâmil olduğunu Kenz sahibinin:
"Satış iki tarafın rızasıyla iki malı değişmektir." sözünün makbul
olmadığını söylemiştik. Çünkü bu satmaya zorlanan kimsemin satışını tariften
çıkarır. Halbuki onun satışı tarifte dahildir. Buna şârihin dediği gibi cevap
verilmiştir: "Bununla kayıdlaması âyete uymuş olmak içindir."
denilmişdir. Yani kayıd ihtiraz için değildir. Lâkin "şer'î satışı beyan
için" ifadesiyle lügaten satışın mukabilini kasdettiyse bildiğin gibi:
"Lügaten satışda iki tarafın rızası itibar olunmak gerekir." diye
itiraz olunur. Şer'î satışda bu muteber değildir. Çünkü mânâsının bir cüzü olsa
satışa zorlanan kimsenin satışı fâsid bâtıl olmak gerekir. Hatta şer'an hükmü
yani milk sâbit olduğu için iki tarafın rizası da şart olur. Nitekim bunu
Fetih'den naklen arzetmiş; "Şer'î sözünden murad fesattan hali
bulunmasıdır." demişdik. Şu halde iki tarafın rızası ile kayıdlamak sair
fâsid satış nevîlerini tariften çıkarmaz;bilâkis tarif onlara da şâmildir.
Sonra kimseye gizli değildir ki, bütün bunlar Kenz'in ibâresinde câiz
görülmektedir. Çünkü o buradaki iki tarafın rızasını tarifte kayıd olarak zikretmiştir.
Musannıfın iki tarafın rızasına delâlet eden
sözüne gelince: O câiz olduğunu ifade etmez. Çünkü musannıf onu icabın sıfatı
olmak üzere zikretmiştir. Binaenaleyh o vakii beyan içindir. Zira burada asıl,
rızaya delil olmasıdır. Lâkin bundan hakikaten rızanın bulunması lâzım gelmez.
Binaenaleyh onunla satışa zorlanan kimsenin satışı tariften hariç kalmaz.
"Şaka ile satış münakid olmaz
ilh..." Şaka lügatta oyun demektir. İstılahda ise bir şeyden onun delâlet
etmediği ve sözün istiare olarak alınması sahih olmayan bir mânâ kasdetmektir.
Meselâ, şaka yapan kimse kendi ihtiyarı ve rızası ile akdin sîgasını söyler.
Lakin hükmün sübut bulmasını kasdetmez. Buna razı değildir. ihtiyar etmek bir
şeyi kasıd ve arzudur. Rıza ise onu tercihten ve beğenmekten ibarettir.
Zorlanan kişi o kişi ihtiyar eder ama razı değildir. Ondan dolayı ulema:
"Günahlar ve çirkin fiiller Allah'ın iradesiyle fakat rızası olmaksızın
meydana gelir. Şübhesiz Allah kullarıiçin küfre razı değildir."
demişlerdir. Telvih'de de böyledir. şakanın tahakkuku ve tesarruflarda itibara
alınması için açık olarak dille söylenmesi şarttır, Meselâ, ben şakadan
satıyorum demelidir. Halin delâleti kâfi değildir, Şu kadar var ki, akidde
zikredilmesi şarttır. Anlaşmanın akidden önce yapılması kûfidir. İki taraf
satışın aslında uyuşurlarsa yani başkaları huzurunda satış sözünü söylemek için
anlaşırlar, hakikatta satışı murad etmezlerse ondan dönmedikleri takdirde satış
münakiddir. Çünkü ehlinden sadır olup mahallinde vâkidir. Lâkin hükmüne razı
olmadıkları için satış fâsiddir ve ebediyyen muhayyer olmak şartıyla yapılan
satış gibi olur. Fakat hükme rıza bulunmadığı için teslim almakla mala mâlik
olunmaz. Hatta müşteri köleyi âzâd etse geçersiz olur. Ulema böyle
söylemişlerdir. Fakat satışın bâtıl olması gerekir. Zira hükmü mevcuddur. Onun
hükmü teslim almakla mâlik olamamaktır. Fâsidin hükmü ise o işi kendi rızasıyla
hükmüne razı olarak yaparsa teslim almak ile ona mâlik olmaktır. Rıza yoksa
mâlik olamaz. Bu satırlar Menar ile Bahır sahibi tarafından yapılan şerhinden
alınmıştır. Şu halde şârihin : "Şaka ile münakid olmaz." sözü doğru
değildir. Zira yukarda geçen "Ehlinden sadır olup mahallinde vâkidir.
Lakin hükme rıza bulunmadığı için satış fâsıddir." sözüne aykırıdır.
Meğerki bu söz sahih surette münakid olmadığına yorumlansın. T.
Ben derim ki: Hâniyye ve Kınye'de
açıklandığına göre bu satış bâtıldır. Menar şerhinde bahsedilenler bununla
kuvvet bulur. Ulema çok defa bâtıla fâsid deyiverirlerdi. Nitekim bâbında
göreceksin. Lâkin bâtıl olmasına "iki taraf rıza gösterirlerse câiz olur.
Bâtıla ise rıza ve cevaz lahik olmaz. Bâtıl aslında münakid olmayandır. Fâsid
ise aslî itibariyle münakid; vasfı itibariyle münakid değildir. Bu aslı
itibariyle münakiddir. Çünkü malı mal ile değişmektir. Vasfı itibariyle münakid
değildir." diye itiraz olunur. Onun için ulemadan bazıları:
"Hûniyye'nin ifadesinden murad bâtıl sözüyle fesad kasdedilmiş
olmasıdır." şeklinde cevap vermişlerdir. Nitekim Hamevî haşiyesinde beyan
edilmiştir. Meselenin tamamı oradadır.
Ben derim ki: Evlâ olan budur. Çünkü usulü
fıkıh kitablarındaki fâsid olur sözüne uygundur. Teslim almakla milk ifade
etmemesine gelince: Bu iki tarafın muhayyer olması şartıyla yapılan satışa
benzediği içindir. Her fâsid teslim almakla milk olmaz. Onun için Eşbâh sahibi:"Müşteri
fasid olarak satılan malı teslim alırsa ona mâlik olur. Ancak bir kaç meselede
mâlik olmaz. Birincisi şakadan satış ile mâlik olamaz. Nitekim usulde beyan
edilmiştir. ikincisi baba küçük çocuğu için kendi malından satın alır yahut bu
maksadla fâsid olarak satarsa. onu kullanmadıkça teslim almakla malik olunmaz.
Muhît'te böyle denilmiştir. Üçüncüsü mal teslim alınmış olarak emâneten
müşterinin elinde bulunursa. sırf bununla ona mâlik olamaz." denilir.
Şârih şakacının satışı meselesini kefalet bahsinden önce zikretmiş, musannıf
ise metinde onu ikrah bahsine bırakmıştır.
METİN
Her iki tarife Tatarhâniyye'deki şu itiraz
vârid olur: "ikisi beraber çıkarırsa satış sahihdir. "Lâkin
Kuhistânî'de: "ikisi beraber bulunurlarsa satış münakid olmaz. Nitekim
selâm meselesinde ulema böyle demişlerdir." denilmektedir. Birinci tarife
de Eşbah'ın: "icabın tekrarı birinciyi iptal eder. Ancak sulh bahsinde
geleceği vecihle köle âzâdında ve mal mukabilinde boşamada iptal etmez."
sözüyle itiraz olunur. El-Manzumetü'l-Muhibbiyye adlı eserde şöyle.
denilmektedir: "Her akidden sonra yapılan akid yenidir ve ikincisi iptatal
olunur. Çünkü faydasızdır. Binaenaleyh sulhdan sonra yapılan sulh bâtıl olur.
Nikâh da öyledir.
İZAH
"Her iki tarife ilh..."Yani icab
ile kabulün tariflerine demek istiyor. Çünkü icabı birinci; kabulu ikînci diye
kayıdlamıştır. T. Kuhistanî'nin sözü Hidâye sahibinin Tecnis adlı eserinde de
mevcuddur.
"Nitekim selâm meselesinde ulema böyle
demişlerdir ilh..." Yani bir müslümana selâm ile birlikte icabı söylerse
tekrar mutlaka lâzımdır.
"Birinci tarife de" itiraz varid
olur. Çünkü onu birinci diye kayıdlamıştır. Tekrarda muteber olan ikincisidir.
Ona şöyle cevap verilir: Birinci icab bâtıl olunca tahkîka göre ikinci icab
birinci olur. Şu da var ki kabule nisbetle her iki icab birinci sayılır. Bunu
Tahtâvî söylemiştir.
"icabın tekararı" Yani kabulden
önce tekrarı demek istiyor.
"Birinciyi iptal eder." Kabul
ikinci icaba olur ve satış ikinci fiyat üzerinden olur.
"Ancak köle âzâdında ve mal mukabilinde
boşamada iptal etmez."
Eşbâh'da boşama zikredilmemiştir. Onu
zikreden Bahır sahibidir. Hatta Bîrî Eşbâh sahibine itirazda bulunmuştur. Bu
itiraz yalnız köle âzâdını zikrettiği içindir. Halbuki Valvalcî boşamayı da
zikretmiştir. Bîrî'nin söylediğine göre bunların ikisi de satış gibi olduğu
imam Ebû Yusûf'dan rivayet edilmiştir. Ama imam Muhammed'den gelen rivâyet daha
sahihdir. Yine Bîrî'de Zahîre'den naklen şöyle denilmektedir: "Bir adam
başkasına sona şunu bin dirheme sattım, dedikten sonra sana onu yüz dinara
sattım der de müşteri kabul ettim cevabını verirse, bu muamele ikinci icaba aid
olur ve satış yüz dinar üzerindendir. Ama bir kimse kölesine: Sen bin dirhem
mukabilinde hürsün, sen yüz dinar mukabilinde hürsün der de köle kabul ederse
her iki fiyatı ödemesi lâzım gelir.
Fark şudur: îkinci icab birinciden dönmek
demektir. Müşterinin kabulünden önce satıcının dönmesi muteberdir. Görmüyor
musun müşteri kabul etmeden satıcı ben bundan döndüm dese, dönmesi muteber
olur. Dönmesi muteber olunca da birinci icab bâtıl olup kabul ikinci icaba aid
olur. Köle sahibinin âzâd icabından dönmesi ise muteber değildir. Görmüyor
musun ben bundan döndüm dese, dönmesi muteber olmuyor. Çünkü âzâd olmayı malla
yapmak kabule taliktir. Taliklarda ise sözünden dönmenin bir tesiri yoktur.
Binaenaleyh birinci ve ikinci icablar hep birden bâkîdir. Kabulher ikisine aid
olur.
"Sulh bahsinde geleceği vecihle
iIh..." Şârih orada şöyle demiştir:"Esas şudur ki, tekrarlanan her
akidde ikinci akid bâtıldır. Yalnız kefalet, satın alma ve icarede bâtıl değildir."
Yine oradan beyan ettiğine göre buradakiyle Manzumedeki beyan akdin tekrarına
aiddir. Sözümüz ise icabın tekrarındadır. Nitekim gizli değildir. Yani akid
icab ve kabulün ikisiyle meydana gelir. Onun tekrarı icabın tekrarı demek
değildir. Bizim sözümüz ise icab hakkındadır, demek istiyor.
"Her akidden sonra yapılan akid yenidir
ilh..." Bu hususda Tatarhâniyye'de şöyle denilmektedir: "Bir kimse:
Sana şu kölemi bin dirheme sattım; onu sana yüz dinara sattım der, müşteri de
kabul ederse sözü kinci icaba aid olur ve satış yüz dinaradır. Ama : Sana şu
köleyi bin dirheme sattım der de müşteri kabul ederse, sonra gerek o meclisde
gerekse başka mecliste sana onu yüz dinara sattım diyerek müşteri satın aldım
cevabını verirse birincisi feshedilmiş olur, ikincisi münakiddir Kezâ köleyi
birinci kıymetin cinsiyle daha aza veya daha çoka satarsa hüküm yine budur.
Meselâ, evvela on dinara sonra dokuza; yahut onbir dinara. der de on dinara
satarsa ikinci satış mün'akid olmaz. Birinci satış hali üzere kalır." Bu
ifade hem icabın tekrarına hem de akdin tekrarına misâldir.
"İkincisi ibtal olunur." Yani
ikincisi de ilk fiyat kadarsa demek istiyor. Çünkü bildiğin gibi bu mânâsızdır.
Hiç bir faydası yoktur.
"Sulhdan sonra yapılan sulh bâtıl
olur." Bu yapılan sulh ıskat yoluyle olduğuna göredir. Karşılığını ödemek
şartıyle sulh yaparlar da sonradan başka bir bedel üzerinde mutabık kalırlarsa
ikincisi câiz; birincisi feshedilmiş olur ve satış gibidir. Bunu Hulâsa'dan
Bîrî nakletmiştir. Hulâsa sahibi de Müntekâ'dan almıştır.
Ben derim ki: Zâhire göre ıskat yoluyla
yapılan sulh ibra mânâsınadır. ikinci anlaşmanın bâtıl olduğu zâhirdir. Lâkin
burada onun murad edilmesi ihtimalden uzaktır. Münasib olan şudur: Sulhu akla
gelen mânâya yorumlamalıdır. O zaman murad birinci fiyat kadar olur. Buna
karine "satış gibidir" sözüdür. Şu halde zahire göre yukarki
tafsilâtla hükmü satış gibidir.
"Nikâh da öyledir." Yani ikincisi
bâtıldı ikinci akidde konulan mehir lâzım gelmez. Ancak akdi mehirde zîyade
yapmak için yenilerse o zaman ikinci âkdin mehri lâzım gelir. Nitekim Kınye'de
beyan edilmîşdir. Bahır.
Ben derim ki: Lâkin mehir babının başıda
Bezzâziye'den naklen arzetmişdik ki, akid yenilendiği zaman mehrin lâzım
gelmemesi ihtiyat içidir. Şunu da Kâfî'den naklen arzetmiştik ki. kadınla
gizlice bîn dirhem mehir vermek üzere evlenîr de sonra iki bine olduğunu ilân
ederse, Asılda beyan edilenin zâhirine göre imam-ı Azam'ın kavlince iki bini
vermesi lâzım gelir ve bu mehri ziyade sayılır. İmam Ebû Yusuf'a göre mehir
birincisidir. Çünkü ikinci akîd hükümsüzdür. Binaenaleyh onun ifade ettikleri
de hükümsüzdür. İmam-ı Azam'a göre ikinci akid hükümsüz de kalsa onda
bildirilen ziyade hükümsüz değildir.
Fetih'de bu hususda şöyle denilmiştir:
"Bu ikinci akdin şaka olduğuna şâhid getirmediğine göredir. Aksi takdirde
birincinin muteber sayılacağından hilâf yoktur. "Bundan sonra Fetih sahibi
ulemadan bazılarının sadece ikinci akidde konuşulana itibar ettiği, bazılarının
ise her iki mehrin itibara alınması gerektiğini söylediklerini bildirmiş,
Kâdîhân'ın ikinci akidle mehirde ziyade kasdedilmedikçe bir şey lâzım
gelmeyeceğine fetva verdiğini kaydetmiş; sonra iki kavlin arasını şöyle
bulmuştur:Cumhurun lâzımdır demeleri diyâneten değil ancak ziyadeyi kasdederse
mânâsına yorumlanır. Kazaen tâzım gelir. Çünkü bu adam sözünün zâhiriyle
muahaze olunur. Meğerki şaka yaptığına şâhid getirsin.
Hâsılı itimad îmam-ı Azam'ın kavlinedir ki,
nassan rivâyet edilen ziyade lâzımdır, sözünün zâhiri budur. O zaman ikincinin
hükümsüz kalmasının mânâsı onunla birinci akid feshedilmiş olmaz demektir.
METİN
Bir kaç mesele müstesnadır ki, bunlardan biri
satın aldıktan sonra tekrar satın almaktır. Ulema onu sahih bulmuşlardır.
Ulemanın açıkladıklarına göre kefalet de böyledir. Zira maksad itimadın
ziyadeliği olursa tahakkuk edende murad acıktır.
İZAH
"Satın olduktan sonra tekrar satın
olmaktır ilh..." Eşbah sahibi diyor ki: "Câmiu'l-Füsuleyn'de mutlak
bırakılmış; Kınye'de ise ikincisi kıymetçe birinciden daha fazla veya daha az
yahut başka bir cinsten olursa diye kayıdlanmış; aksi takdirde sahih olmaz
denilmiştir.
Ben derim ki: Kınye'nin ifadesine göre satın
almakla satmak arasında fark yoktur. Onun için Bahır sahibi akdi mutlak
bırakmış, şöyle demiştir: "icabla kabul müteaddid olursa, ikincisi
mün'akid ve şayet evvelkinden daha çok veya daha az ise evvelki feshedilir.
Misli olursa feshedilmez. îkinci akid fâsîd olursa birincinin feshini tezammun
eder mi etmez mi meselesinde ulema îhtilâf etmişlerdir. Nehir sahibi teemmül
muktezası birincinin feshedilmemesi olduğunu söylemiştir. "Lakin Câmiu'l-FûsuIeyn
ve Bezzâziye sahibleri kesin olarak fesholunmadığını söylemîşlerdir. Zahîre
sahibi dahi bunlar gibi söylemlş: "İkincisi fâsid dahi olsa birincinin
feshini tezammun eder. Nitekim on dirhem ağırlığında bir gümüş bileziği on
dirheme satın alır da teslim aldıktan sonra onu dokuz dirheme satarsa hüküm
budur." demiştir. Bezzâzî bunu ta'Iil ederken: "Birçok hükümlerde
fâsid sahihe mülhaktır." demiştir. Bu satırlar kısaltılarak Remlî'den
alınmıştır.
"Kefalet de böyledir ilh..."
Haniyye'de şöyle denilmiştir: "Nefse kefil olan bir kimse alacaklısına
kendisi için bir kefil verir de sonra asil ölürse, her îkikefil borçtan berî
olurlar. Kezâ birinci kefil ölürse ikinci kefil berî olur." Ulemadan biri
bunu böylece zikrederek şöyle demîşdir:"Müteaddid olması câîzdir demekle
şuna işaret etmiştir ki, kendisine kefil olunan kimse asilden birinci kefilden
sonra başka bir kefil olursa birincîsi berî olmaz. Ebussûud'un Eşbâh üzerine
yazdığı Hânîyye haşiyesinde böyle denilmiştir.
TENBİH: Eşbah'da şu ziyade vardır: Birinci
kiracıya verdikten sonra ikinci bir kiracıya vermek birinciyi fesh demek olur.
Nitekim Bezzâziye'de böyle denilmiştir. Bahır sahîbi diyor ki: Her ikisinde
müddet bir, ücretler bir olursa satış gibi burada da ikincinin sahih olmaması
gerekir."
"Tahakkuk edende murad açıktır
ilh..." Cümlesi ikinci kefaletin bâtıl olmadığını ta'lil içindir. Şöyle
ki: Tekrar edildiği zaman hakikatta bundan murad başka 'bir kefil almakla
sadece güvenceyi arttırmaktır. Hatta hangisinden isterse alacağını alabilir.
METİN
İcabla kabul temlîk ve temellük mânâsını
ifade eden iki sözden ibarettir ki, bunlar ya sattım aldım gibi mazî yahut hal
olurlar. İstikbale delâlet eden edatlar bulunmayan satarım alırım gibi
müzari'ler böyledir. Yahut biri mâzî diğeri hal olur. Lâkin birincisi niyete
muhtaç değildir. ikincisi bunun hilafınadır. Bununla halen icabı niyet ederse
esah kavle göre câizdir. Aksi takdirde câiz olmaz. Meğerki o yer halkı
Harzemliler gibi onu hal için kullansınlar. O zaman mâzî gibi olur. Şimdi
satıyorum. sözü de böyledir. Çünkü sırf hal için kullanılır. Sırf istikbal için
kullanılan hal emir gibidir. Asla sahih olmaz, ancak emir hale delâlet ederse
câiz olur. Bunu şu kadara al, dedikten sonra müşteri aldım yahut razı oldum
diye mukabele ederse, iktiza yoluyla sahihtir. Bellenmelidir.
İZAH
"İki sözden ibarettir ki ilh..."
Burada Zeylaî şöyle demiştir: "Tahkîk ifade eden her sözle satış mün'akid
olur. Sattım, satın aldım, razı oldum, sana verdim veya bunu şu kadara al gibi
sözler bu kabîldendir. "Yahut bu yiyeceği sende olacağım olan bir dirhemle
ye! der de o da yerse, bu gibi fiillerle icab ve kabul olur. Nitekim bir iki
yaprak önce Fetih'den naklen arzetmiştik. Kalp fiillerinden birine ta'lik
edilerek yapılan satış da mün'akiddir. Meselâ, dilersen der de o da diledim
cevabını verirse satış mün'akid olur. Beğenirsen veya işine gelirse der de
alıcı beğendim veya işime geldi cevabını verirse, hüküm yine böyledir. Fakat
bana kıymetini ödersen bunu sana sattım derse, o meclisde ödemek şartı ile
sahih olur, İcab hibe sözü ile sahih olduğu gibi seni bu mala ortak ettim, seni
buna dahil kıldım, demekle de olur. Redd lâfzıyle dahi mün'akid olur. Bunu
Bahır sahibi Tatarhâniyye'den nakletmiştir.
Ben derim ki: İbâresi şudur: "Sana şu
cariyeyi elli altına reddediyorum, der de diğeri kabul ederse satış sâbit
olur." Bahır'da şöyle denilmiştir: "İcab, kılmak sözüyle de sahih
olur. Meselâ, bunu bin dirheme senin kıldım der. "Tamamı Bahır'dadır.
Ben derim ki: Bizim örfümüzde ağacın
üzerindeki meyveyi satmaya garanti derler. Sana şu meyveyi şu kadara garanti
ettim der de diğeri kabul ederse sahih olmak gerekir. Kezâ bir hayvanda ortak
iki kişiden biri hissesini ortağına satarken kâsır kıldım sözünü kullanmak örf
olmuştur. Bunu sana şu kadara kâsır kıldım der. Maksadı bu hayvandaki hıssemi
sana şu kadara sattım, demektir. Diğeri kabul ederse satış sahih olur. Çünkü bu
örfen temlîk ifade eden sözlerdendir.
TENBİH: îki sözden ibarettir demesi
gösteriyor ki, boş işaretiyle satış mün'akıd olmaz. El-Hâviz-Zâhidî'nin mevkuf
satış faslındaki şu ifade de bunu gösterir: "Bir fuzulî başkasının malını
satar da sahibi duyduğunda düşünerek sûkut ederse ve üçüncü bir şahıs cevaz
vermeye bana iznin var mı dedikte, evet cevabını verirse o şahıs cevaz verdiği
takdirde satış geçerli olur. Evet diye başını sallarsa geçerli olmaz. Çünkü
dili söyleyen bir kimse hakkında başını sallamak muteber değildir. "Lâkin
şöyle denilebilir; Birine bu malı bana şu kadara sat der de o kimse evet sattım
diye başıyla işaret eder ve öteki satın aldım derse, iki taraf razı olarak teslim
vuku bulunca birbirlerine vermek suretiyle satış olur. Hiç bir taraftan teslim
bulunmazsa bunun hilâfınadır. Nitekim birbirlerine vermek suretiyle satış
bâbında gelecektir ki. teslim bulunması mutlaka lâzımdır. Velevki yalnız biri
tarafından olsun. Bana zâhir olan budur. Eşbâh'da işaret hükümlerinden olmak
üzere: "Dili tutulmuş değilse işaret yalnız dört şeyde muteberdir. Bunlar
küfür, İslâm, neseb ve fetva vermedir ilh..." denilmektedir.
"Lâkin birincisi niyete muhtaç değildir
ilh..." İfadesinden murad her iki tarafın sözleri mâzî olduğuna göredir.
Bunu Minâh'dan naklen Tahtâvî söylemiştir. iki tarafın sözleri muhtelif olursa
mâzî olan yine niyete muhtaç değildir.
"ikincisi bunun hilâfınadır ilh..."
Çünkü o niyete muhtaçtır. Mezhebimizin esah kavline göre velevki hakikatta hale
delâlet etsin. Çünkü hakikaten veya mecazen gelecek mânâsında kullanılması daha
çoktur. Onu Bahır sahibi Bedâyı'dan nakletmiştir.
"Aksi takdirde câiz olmaz ilh..."
Sözü geleceği niyet etmesine yahut hiçbir niyeti bulunmaması haline sadıktır.
T.
"Onu hâl için kullansınlar ilh..."
Yani vaadedmek veya gelecek için değil de hâl mânâsında kullanırlarsa "o
zaman mâzî gibi olur" ve niyete muhtaç değildir. Bahır.
"Şimdi satıyorum sözü de böyledir
ilh..." Hatta evleviyetle satış hükmünü ifade eder. Çünkü hâl mânâsını
niyet etmek sahih olunca onu açıkça söylemek evleviyetle sahih olur. T.
"Emir gibidir ilh..." Yani müşteri
bana bu elbiseyi şu kadara sat der;satıcı da sattım cevabını verirse yahut
satıcı bu malı benden şu kadara satın al, der de müşteri satın aldım cevabını
verirse satış câiz olmaz. Emirle hâl mânâsını niyet etsin etmesin hüküm budur.
Çünkü emir, sırt istikbale delâlet eder. istikbal bildiren mûzari de böyledir.
"Bunu şu kadara al ilh..." Meselesi
hususunda Fetih'de şöyle denilmektedir: "Çünkü emir istikbâl bildirse de
maddesinin hususiyeti yani "al" emri satışın önce yapılmış olmasını
gerektirir. Binaenaleyh mâzî gibi olur. Şu kadar var ki, mâzî bir sözün önce
satış yapıldığını gerektirmesi lügatta bu mânâya tahsis edildiği içindir. Al
emrinin öncelik gerektirmesiyse iktiza yoluyladır. Bu söz "Sana şu kölemi
bin dirheme sattım" dediği vakit diğerinin "o halde o hürdür"
cevabını vermesine benzer. Köle âzâd olur, satın aldım sözü iktiza yoluyla
sâbittir. öyleyse demeyip o hürdür cevabını vermesi bunun hilâfınadır. Köle
âzâd olmaz.
METİN
Satışın yüz ve ferc gibi âzâdı kendisine
izafe etmek sahih olan bir uzvuna izafeti de sahihdir. Aksi takdirde câiz
olmaz. Sırtına ve karnına izafeti bu kabîldendir. Sattım veya satın aldım
mânâsına delâlet eden her kelimeyle satış câizdir. "Dediğini yaptım, evet,
'kıymetini getir, o senindir, o senin kölendir. o sana feda olsun ve onu
al!" gibi sözler kabuldür. Lâkin Valvalciyye'de bildirildiğine göre söze
satıcı başlar da müşteri evet diye cevap verirse, satış münakid olmaz. Çünkü bu
tahkîk değildir. Bunun aksiyle satış sahih olur. Çünkü cevaptır. Kınye'de:
"Bana şu kadara sattın mı? sualinden sonra parayı sayarsa bu satış olur.
Çünkü parayı saymak tahkîke delâlet eder. Ben bu malı sattım ey filanca, ona haber
ver der de müşteriye başkası haber verirse câiz olur. Bellenilmelidir."
denilmiştir.
İZAH
"Yüz ve ferc gibi âzâdı izafe etmek
ilh..." Meselâ, şu kölenin yüzünü sana sattım veya şu cariyenin fercini
sana sattım. sözleriyle satış câiz olur. Çünkü bu uzuvlarla bütün beden ifade
edilir.
"Kabuldür" Zâhirine bakılırsa bu
sözlerden birini satıcının veya müşterinin söylemesi kabuldür. Bu sözlerle icab
olmaz. Halbuki bunlar yalnız satıcı tarafından söylenirse kabul olur. Nitekim
şârih : Lâkin Valvalciyye'de ilh... diyerek buna tenbîhde bulunmuştur. Bu
sözlerle icab dahi olur.
Bahır sahibi diyor ki: "Müşteri bana şu
köleni bin dirheme satar mısın? der de satıcı evet cevabını verirse, müşteri
aldım dediği takdirde bu geçerli bir satış olur. Bu cümlede evet sözü icab
olur. Kezâ müşteri senden bin dirheme satın aldım der de satıcı evet cevabını
verirse, bu kelime kabul dahi olur." Bu ifadenin bir benzeri de
Fetih'dedir.
"Lâkin Valvalciyye'de ilh..." Bu
ifadenin bir benzeri de Tatarhâniyye'dedir. Orada şöyle denilmiştir:
"Satıcı bunu sana bin dirheme sattım der de müşteri ben de dediğini yaptım
cevabını verirse bu satış olur. Evet diye cevap verirse, satış olmaz. Semerkand
fetâvâsında bildirildiğine göre; bir kimse başkasına senin şu köleni bin
dirheme satın aldım der de satıcı dediğini yaptım yahut evet veya parasını
getir, sözlerinden birini söylerse satış sahih olur. Esah kavil budur." Bu
ifade dahi açık gösterir ki, evet kelimesi müşteri tarafından söylenirse kabul
sayılmaz.
"Çünkü bu tahkîk değildir ilh..."
Müşterinin evet demesi satıcının sana sattım sözünü tasdikten ibarettir. Sırf
sana sattım sözüyle ise satış tehakkuk etmez. Müşteri satın aldım dedikten
sonra evet kelimesini satıcının söylemesi bunun hilâfınadır. Zira ona cevaptır.
Sanki evet benden satın aldın demiş gibidir. Satın almak ise evvela satış
yapılmasına bağlıdır. Bana zâhir olan budur.
"Kınye'de ilh..." Cümlesi dahi
metine yapılmış bir istidraktir; ve tenbîh ettiğimiz vecihle bu da evet
kelimesinin icab olduğunu bildirir. Bahır'da zikredildiğine göre Kınye'nin
ibâresi: "Bana şu kadara sattın mı? Yahut benden şu kadara satın aldın mı?
ilh..." şeklindedir. Zâhirine bakılırsa malın parasını saymak kabul yerini
tutar. Çünkü sualden sonra evet diye cevap vermek yalnız icab olur. Şu halde
saymak onu aldım yahut razı oldum, demesi mesabesindedir. Kabulün sözle olması
şart değildir. Nitekim bunu Fetih'den nakletmiştik.
"Ben bu malı sattım ilh..."
Cümlesinin münasib olan yeri aşağıda gelen "ancak yazı ile veya aracı
göndermekle olursa o başka" sözünden sonraydı. Câiz olmasının vechi
Muhît'ten nakledilen şu ifadedir:"Satıcı ona haber ver dediği akit haber
verilmesine kendisinin razı olduğunu göstermiştir. Müşteriye kim haber verirse
satıcının rızasıyla haber vermiştir. Binaenaleyh müşteri kabul ederse satış sahih
olur.
METİN
Satışta akdin yarısı gâibin kabulüne bağlı
değildir. Gâibde olan filancaya sattım der de haber aldığında kabul ederse,
bilittifak satış münakıt olmaz. Ancak yazı veya aracı göndermek suretiyle
olursa o başkadır. Bu takdirde yazının veya aracının ulaştığı meclise itibar
olunur, Nitekim en zâhir kavle göre nikâhda da akdin yarısı gaibin kabulüne
tevakkuf etmez. imam Ebû Yusuf buna muhâlifdir.
İZAH
"Gâibin kabulüne bağlı değildir
ilh..." Yani bâtıl olur H.
"Akdin yarısından murad icabdır.
"Satışda" İfadesi hul ve köle
âzâdından ihtiraz içindir. Nitekim gelecektir.
"Haber aldığında kabul ederse" Yani
satıcı haber ver diye kimseye emretmemişse hüküm budur. Nitekim Hulâsa'da beyan
edilmiştir. Fakat birine emreder de o haber verir ve gâip kabul ederse satış
sahihtir. Velevki haber veren kimse memur edilenden başkası olsun. Nitekim az
yukarıda geçti.
"Ancak yazı veya aracı göndemıek
suretiyle olursa o başkadır îlh..." Yazının sureti şudur: "Bundan
sonra, malum olsun ki ben kölem filanı sana şu kadara sattım." Yazı
ulaştığı vakit o kimse bulunduğu mecliste satın aldım derse, aralarında satış
tamam olur. Aracı göndermek de şöyle olur: Satıcı müşteriye bir aracı
göndererek: "Bunu gâip filancaya bin dirheme sattım, git de ona
söyle" der. Aracı da gidip haber verirse, müşteri bulunduğu meclisde kabul
ettiği takdirde satış tamam olur. Nihaye'de bildirildiğine göre bu iş icare,
hibe ve kölenin kitabetinde dahi böyledir. Bahır.
Ben derim ki: Yazışma iki taraftan olur.
Müşteri senin filan köleni şu kadara satın aldım diye yazarda satıcı sattım
diye mektup gönderirse bu satış olur. Nitekim Tatarhâniyye'de beyan edilmiştir.
"Bu takdirde yazının veya aracının
ulaştığı meclise itibar olunur ilh..." Hidâye'de şöyle denilmiştir:
"Yazı konuşma gibidir. Aracı göndermek de öyledir ve yazının ulaşdığı
aracılığın eda edildiği meclise itibar olunur."
Gayetü'l-Beyân'da bildirildiğine göre
Şemsü'l-eimme Serahsî, Mebsût'unun nikah bahsinde şunları söylemiştir:
"Nikâh yazıyla münakid olduğu gibi satış ve diğer tesarruflar dahi yazıyla
münakid olur." Şey-hülislâm Hâherzâde dahi Mebsût'unda şöyle demiştir:
"Yazı ile söz müsavidir yalnız bir fasılda ayrılırlar ki, o da şudur:
Damad mevcud olup kadına nikâh meselesini söyler de konuştukları mecliste kadın
cevap vermez, başka bir meclisde kabul ederse bu nikâh sahih değildir. Yazıyla
olursa yazı kadına ulaşıp okur da kendini o adama bulunduğu meclisde nikâh
etmezse. sonra başka bir meclisde şâhidler huzurunda ve şâhidler hem kadının
sözünü hem de mektupla yazılanın sözünü işîtmek şartıyla nikâh ederse nikâh
sahih olur. Çünkü gâipde olan dâmad bu kadını ancak yazıyla istemiştir. Yazı
ise ikinci meclisde de bâkîdir. Binaenaleyh ikinci meclisde mektubun bâkî
kalması ve şâhidlerin onu işitmeleri gâipte olmayan dâmadın başka bir mecliste
sözü tekrarlaması mesabesindedir. Dâmad mevcudsa kadını ancak sözle
isteyebilir. Bir mecliste söylenen söz ise ikinci meclise kalmaz. İkinci
meclise şâhidlerin işittikleri akdin yarısıdır."
Hâsılı şu kadar mehirle seninle evlendim sözü
kabul bulunmadığı vakit mücerred kadını istemek olur. Kadın başka mecliste
kabul ederse sahih olmaz. Ama bu sözü ona yazması bunun hilâfınadır. Çünkü
kadın mektubu ikinci defa okuduğunda seninle şu kadara evlendim sözü mevcuddur.
Bunu şâhidler huzurunda kabul ederse akid sahih olur. Nasılki ikinci defa ona
dünür yollasa hüküm budur. Zâhirine bakılırsa satış da böyledir. Ama bu
Hidâye'nin ifadesine muhâliftir. Sonra kimseye gizli değildir ki, mektubu
okumak yazanın icab yapması mesabesindedir. Yazıyı bir meclisde kabul ettiği
vakit icab ve kabul bir meclisde yapılmış olur. Binaenaleyh "yazı veya
aracılıkla olması müstesnadır" demeye hâcet yoktur. Evet, yazıldığı
meclise göre bunu demek doğrudur. Çünkü sana sattım diye yazdığı vakit bu söz
hükümsüz kalmaz, sadece kabule bağlı olur. Velevki bu kabul mektubu okumaya
bağlı olsun.
METİN
Akid sahibi bundan dönebilir. Çünkü bu bir
bedel karşılığı akiddir. Hul ve mal karşılığı köle âzâdı bunun hilâfınadır.
Onlar da bilittifak kabule bağlıdır. Ondan dönemez. Çünkü sonu itibarıyle
yemindir. Fiile gelince: O kıymetli malda olsun kıymetsizde olsun birbirlerine
vermekten yani tenavülden ibarettir. Kamûs. Kerhi buna muhâliftir. Esah kavle
göre verirken razı olmadığını açıklamazsa verme bir taraftan dahi olsa câizdir.
Fetih. Bununla fetva verilir. Feyz. Parayı sayıp karpuzları alır, fakat satıcı
ben onları bu fiyata vermem derse satış münakid olmaz. Nasılki fâsid akidden
sonra birbirlerine vermek suretiyle yapılan satış da münakid değildir. Hulâsa
ve Bezzâziye.
İZAH "Akid sahibi bundan dönebilir ilh..."
Maksad bu surette onun dönmesi icab eder demek değildir. Zira icab bâtıl olunca
ondan dönmenin mânâsı yoktur. Murad orada bulunan tarafın kabulünden önce
dönebilmesidir.
Minah'da şöyle denilmiştir: "Sonra akdin
yarısının kabule bağlı olmadığı her yerde akid sahibinin ondan dönmesi câizdir.
Şarta ta'liki sahih olmaz. Çünkü bu bedelli bir akiddir. Hul ve mal şartıyla
köle âzâdı gibi kabule bağlı olan yerlerde dönmek sahih değildir. Şarta ta'lik
câizdir. Çünkü koca ve köle sahibi tarafından yemin; kadın ve köle tarafından
bedelli akiddir. H."
"Çünkü sonu itibariyle yemindir
ilh..." Yani koca ile köle sahibi tarafından yemindir. Bunun yemin olması
şundandır: Allah Teâlâ'dan başkasına yemin şart ile cezayı söylemekten
ibarettir. Hul ve köle âzâdıysa talâk ve âzâdı kadınla kölenin kabulüne
ta'liktir ki, bunlar kadınla köle tarafından bedelli akiddirler. Koca ve köle
sahibi tarafından yemin olunca dönmesine imkân yoktur. Meselenin tamamı
Azmiyye'dedir.
"Kıymetli malda olsun kıymetsizde olsun
ilh..." Kıymetli mal köle gibi fiyatı yüksek olandır. Kıymetsiz ise ekmek
gibi fiyatı az olandır. Ulemadan bazıları kıymetli malı hırsızlık nisabı ve
daha fazlasiyle, kıymetsizi bundan aşağı olmakla sınırlandırmışlardır. Mutemed
kavil mutlak olandır. Bunu Bahır'dan naklen Tahtâvî söylemiştir.
Ben derim ki: Bahır'da "Mutemed kavil
mutlak olandır." sözü yoktur. Evet, onu gerek kıymetli gerekse kıymetsiz
malı birbirlerine vermenin şumulü sırasında söylemiş, sahih ve mu'temed olan
budur, demiştir.
"Tenâvülden ibarettir. Kâmûs." Bahır
sahibi diyor ki: "Sıhâh ile Misbâh'da da böyle denilmişdir. Halbuki
tenâvül ancak bir tarafın vermesini diğer tarafın almasını gerektirir.
Anlaşıldığı gibi iki taraftan verme değildir. Tarsusî. Yani Tarsusî:
"Birbirlerine vermenin hakikatı her ikisinin rızasıyle söz söylemeksizin
bir kıymeti bırakıp diğer kıymeti almaktır." demişdir ki, bu söz vermenin
her iki taraftan gerektiğini ifade eder.
Ben derim ki: Söz söylemeden demesi Fetih'den
naklettiğimizi ifade eder. Orada: "Satan bu malı sana bin dirheme sattım
der de müşteri bir şeysöylemeden onu alırsa, bu kabul sayılır. Ve bu
birbirlerine vermek suretiyle yapılan satış değildir. Ama bazıları buna muhâlif
olarak onu birbirlerine verme satışı saymışlardır. Zira birbirlerine verme
satışında icab yoktur, fiyatı öğrendikten sonra teslim alma vardır.
"Kerhî buna muhaliftir ilh..."
Çünkü şöyle demiştir: "Birbirlerine vermek suretiyle alışveriş ancak
kıymetsiz malda câizdir. "Bunu Tahtâvî Kuhistânî'den nakletmiştir.
Hâvî'l-Kudsî'de: "Meşhur olan budur."
"Verme bir taraftan dahi olsa câizdir
ilh..." Bu şöyle olur: İki taraf fiatta anlaşırlar, sonra müşteri
satıcının rızasıyla parayı vermeksizin malı alıp gider yahut müşteri parayı
satıcıya verir; sonra satılan malı teslim almadan oradan gider. Sahih kavle göre
bu satış geçerlidir. Hatta anlaşmadan sonra iki taraftan biri vazgeçerse hâkim
onu mecbur eder. Ama bu fiyatı bilinmeyen mallardadır, Et ve ekmek gibi
mallarda fiyatı bildirmeye hâcet yoktur. Bunu Bahır sahibi söylemiştir. Murad
sadece satılan mal mevcud olup bilindiği vakit kıymetini ödeme hususundadır.
Müşteri kıymeti ödemiş fakat malı almamıştır. T.
Kınye'de şöyle denilmektedir: "Bir kimse
buğday satan birine ondan buğday almak için beş altın verir de bunu kaça
satıyorsun diye sorar, o da yüz ölçeği bir altına cevabını verirse, bundan
sonra müşteri susup sonra buğdayı ister, satıcı sana yarın veririm derse ve
aralarında satış olmadan müşteri oradan giderek ertesi gün buğdayı almaya
geldikte fiyatın değiştiğini görürse, satıcının o buğdayı ilk fiyatla vermesi gerekir."
Kınye sahibi sözüne devamla şöyle demektedir: "Bu hâdisede dört mesele
vardır. Birincisi birbirlerine vermekle satışın munakid olması, ikincisi
kıymetli veya kıymetsiz her malda münakid olmasıdır ki sahih olan budur.
Üçüncüsü, bununla bir taraftan münakid olması; dörduncüsü de, malı vermekle
munakid olduğu gibi kıymetini vermekle de satış münakid olmasıdır.
Ben derim ki: Burada beşinci bir mesele
vardır ki şudur: Malın fiyatı sonradan öğrenilse bile bununla satış münakid
olur. Çünkü öğrenmeden önce kıymetini ödemiştir, Bahır.
"Satış münakid olmaz ilh..." Yani
pazarcıların âdetini bilse de olmaz. Bunların âdeti satıcı bir fiyata razı
olmadığı vakit parayı iade etmek yahut malı geri almaktır. Aksi takdirde satışa
razı olmuş sayılır. Müşterinin gönlünü olmak için de arkasında ben bunu vermem
diye bağırır. Böyle dese de satış sahihdir. Kınye
"Nasılki fâsid akidden sonra
ilh..." Yani birbirlerine vermek suretiyle yapılan satış fâsid akidden
sonra olursa mün'akid değildir. Hulâsa'nın ibâresi şöyledir: "Bir adam
kilimciden yastık ve dokunmamış seccadelik satın alır da ödemek için müddet
tâyin etmezlerse câiz olmaz. Yastık ve kilimleri dokuyarak müşteriye teslim
ederse, bu birbirlerine verme suretiyle satış sayılmaz. Çünkü bu mallar sabık
satış hükmünce teslim edilirler; bu satış ise bâtıldır."
Bezzâziye'nin ibâresiyle şöyledir:
"Birbirlerine vermek ancak sabık fâsid veya bâtıl bir satışa ibtina
etmemek şartıyle satış olur. Bâtıl veya fâsid satışa ibtina ederse sahih
olmaz."
METİN
Bahır'da açıklanmıştır ki, fâsid bir akidden
sonra yapılan icab ve kabul ile fâsidden vazgeçilmeden satış münakid olmaz.
Birbirlerine vermek suretiyle satış ise evleviyetle münakid olmaz. Şu halde
Hulâsa ve diğer kitabların ifadeleri de buna yorumlanır. Tamamı Eşbâh'ın fevâid
bahsindedir ki: "Tezammun eden bâtıl olunca, tezammun edilen şey de bâtıl
olur. Fâsid üzerine mebnî olan bir şey fâsiddir." denilmektedir.
İZAH
"Fâsidden vazgeçilmeden satış münakid
olmaz ilh..." Haniyye'de zikredilen şu mesele bunun fer'iddir: "Bir
kimse fasid satışla bir elbise alır da ertesi gün satıcıya rastlayarak: Sen şu
elbiseni bana bin dirheme sattın, dese satıcı hayır cevabını verdikte, ben onu
bir kere aldım diye mukabele ederse bu bâtıldır. Ama bu önceden fâsid bir satış
olduğuna göredir. Her iki taraf fâsid satıştan vazgeçtilerse, bugünkü satış
câizdir."
Ben derim ki: Lâkin Nihaye, Fetih ve diğer
kitablarda Hidaye'nin:
"Bir kimse her ölçeği bir dirheme
diyerek bir yığın zahire satarsa ilh..." dediği yerde rakkamla satışın
fâsid olduğunu söylemişlerdir. Çünkü bunda mechul kalan cihet fazladır. Bu
akdin aslına tesir eder. O da müşterinin bilmediği rakkamlı fiyatın meçhul
olması ki, kumar mesabesindedir. Bundan dolayı Şemsü'l-eimme Hulvânî şöyle
demiştir: "Rakkam meselesini o meclisde bilmek, bu akdi câiz olmaya
çeviremez. Lâkin satıcı razı olmaya devam eder, müşteri de rıza gösterirse
ikisinin rızalarıyla aralarında akid meydana gelir." Fetih'de buna
birbirine vermek suretiyle satış denilmiştir ki, murad birdir. Yine fâsid satış
bâbında gelecektir ki, kaçak köleyi satmak câiz değildir. Bu köleyi satar da
sonra köle dönüp gelir ve onu teslim ederse, bir rivâyete göre satış tamam
olur. Zâhir rivâyete göreyse tamam olmaz. Bu mesele hakkında Bahır'da şöyle
denilmiştir: "Birinci rivâyeti ulema birbirlerine vermekle satış münakid
olur. diye te'vil etmiştir." Bunun zâhirine bakılırsa her iki tarafın
fâsid satışı terketmeleri şart değildir. Buna ihtimalden uzak olmakla beraber
şöyle cevap verilebilir: Şart koşmak elden yapılan alış-veriş meclisten sonra
olursa diye yorumlanır. Mecliste olursa buradaki gibi şart koşulmaz.
Fark şudur: Meclisten sonra fesad her yönüyle
tekarrur eder. Binaenaleyh her iki tarafın vazgeçmeleri mutlaka lâzımdır.
Meclisde olursa her yönüyle fesad tekarrur etmez. Binaenaleyh vazgeçme zımnen hâsıl
olur. Bu meselede iki kavil olması ihtimali de vardır ki, zâhir olan da budur.
Hulvânî'den naklettiği rakkamla satış meselesi Hindiyye'de Murâbaha bâbının
sonunda kesin olarak aksine izah edilmiştir. Orada bildirildiğine göre bir
meclisde öğrenmek işi yeni akid gibi yapar ve sanki kabulü meclisin sonuna
bırakmış gibi olur. O bahisde Fetih sahibi dahi kesinlikle buna kâil olmuştur.
"Evleviyetle mün'akid olmaz ilh..."
Cümlesi Bahır'dan alınmışdır. Orada şöyle denilmektedir: "Birbirlerine
vermek suretiyle yapılan satış da evleviyetle mün'akid olmaz. Bu Hulâsa ve
Bezzâziye'de açık olarak beyan edilmiştir. Yani fâsid veya bâtıl bir akidden
sonra birbirlerine vermek suretiyle yapılan satış mün'akid değildir. Çünkü
ondan önceki bâtıl üzerine bina edilmiştir. Bu da bizim söylediğimize
yorumlanır." Bizim söylediğimize ifadesinden murad birinci satışdan her
ikisi vazgeçmedikce yeni satışın mün'akid olmamasıdır. Sârihin : "Hulâsa
ve diğer kitabların ifadeleri de buna yorumlanır." demesinin mânâsı budur.
"Hulâsa'daki" demekten muradı daha evvel söylediği "Nitekim
fâsid bir akidden sonra olsa mün'akid değildir." sözüdür. Biz, Hulâsa ve
Bezzâziye'nin ibârelerini naklettik. Ama onlarda "Her iki taraf birinciyi
terk etmezden önce" kaydı yoktur. Şârih bu kaydı Bahır sahibine uyarak
koymuştur. Tâ ki sözü başkalarının ifadesine aykırı gelmesin. Anla!
"Tamamı Eşbâh'ın fevâid bahsindedir
ilh..." Yani üçüncü fennin sonundadır, demek istiyor. Fakat orada asıl
meselenin üzerine ziyade edilmiş söz yoktur. ihtimal ki şârih bu yerde
kendisinin Eşbâh üzerine yazdıklarını kasdetmiştir. Yahut bu asla teferru eden
bu meselenin benzerlerini murad etmiştir.
"Tezammun eden bâtıl olunca tezammun
edilen şey de bâtıl olur ilh..." Zira vazgeçmeden önce olursa, birinci
satış bâtıl olunca onun tezammun ettiği tesellüm de bâtıl olur. Bu kaidede
söylenecek sözler vardır. Biz onları yeni peyda olmuş meyvanın satışı bâbında
söyleyeceğiz.
METİN
Birbirine vermekle yapılan satışta her iki
tarafın vermeleri lâzımdır, diyenler de vardır. Ekseri ulemanın kavli budur.
Bunu Tarsûsî söylemiş;Bezzâzî dahi bunu ihtiyar etmiştir. Hulvanî bununla fetva
vermiş; Kirmânî ise fiyatı bildirmekle beraber satılan malın teslimi ile
yetinmiştir. Böylece üç kavil ortaya çıkmıştır. Fetva bunların hangisiyle
verildiğini gördün. Biz Mültekâ şerhinde ikale, icâre ve sarfın dahi birbirine
vermek suretiyle sahih olduğunu beyan ettik.
İZAH
"Böylece üç kavil ortaya çıkmıştır
ilh..." Bu ihtilâf İmam Muhammed'in sözünden çıkmıştır. İmam Muhammed
birbirine vermek suretiyle yapılan satışı birkaç yerde zikretmiştir. Bir yerde
onu her iki tarafın vermeleriyle yapılan satıştır, diye tasvir etmiş; bundan
bazıları bunun şart olduğunu anlamışlardır. Başka bir yerde iki taraftan
birinin vermesiyle yapılan satıştır şeklinde tasvir etmiştir. Bazıları bundan
bir tarafın vermesiyle yetinileceğini anlamışlardır. Bir yerde de satılan malın
teslimi diye tasvir etmiştir. Bundan da bazıları kıymeti teslimin kâfi
gelmiyeceğini anlamışlardır. Bunu Bahır sahibi Zahîre'den nakletmiştir. T.
"Biz Mültekâ şerhinde ilh..."
İbâresi Bezzâziye'den naklen şöyledir:"İkale dahi sahih kavle göre iki
taraftan birinin vermesiyle mü'akid olur." İcâre de böyledir. Nitekim
İmadiyye'de beyan edilmiştir. Sarf dahi böyledir. Bu, Nehir'de beyan edilmiş;
delil olarak Tatarhâniyye'nin şu ifadesi gösterilmiştir: "Müşteri muhayyer
olmak şartıyla bin dirheme bir köle satın alır da satana yüz altın verirse,
sonra bey'i feshettiği takdirde İmam-ı Azam'ın kavline göre sarf câizdir.
Dirhemleri iade eder. Ebû Yusuf'un kavline göre sarf bâtıldır. Bu fâide
güzeldir. Ben buna tenbih eden görmedim.
T E T İ M M E : Bir kimse borçlusundan
alacağını istese, o da ona malûm mikdarda arpa göndererek bunu bu beldenin
geçer fiyatıyla al dese, fiyatı her iki taraf bildikleri takdirde satış olur.
Bilmezlerse satış olmaz. Birbirine vermekle yapılan satışın bir nevi de şuf'a
olmayan yerde müşterinin satın aldığı malı şuf'a ile isteyene teslimidir. Kezâ
satın almaya vekil olan kimsenin müvekkili inkâr ettikten sonra malı ona teslim
etmesi de böyledir. Kendisine bir cariye emânet olunan kimse emânet eden şahsa
başka bir cariye getirir de yemin ederse, hükmen bu da birbirine vermekle satış
olduğundan emânet eden şahsın bu cariyeyle cima'da bulunması helâldir. İmam Ebû
Yusuf'dan bir rivâyete göre bir kimse terziye bu çarşaf benim değildir der de
terzi onun olduğuna yemin ederse alması câizdir. Bu meselenin verilen mal
verenin ise diye kayıdlanması gerekir. Müşteri kusur muhayyerliği sebebiyle bir
malı iade de eder. Satan ise iade edilenin o mal olmadığını yüzde yüz bilirse
kabulüne razı olduğu takdirde bu da birbirine vermekle satış kabîlindendir.
Nitekim Fetih'de beyan edilmiştir. Bu izaha göre emânet cariye ile çarşafta da
mutlaka rıza şarttır. Tamamı Bahır'dadır.
METİN
FER'İ MESELELER: Bir insan satıcının mallarını
istihtâk ettikten sonra kendisini hesaba çeken satıcıdan bir şeyler sızdırırsa
istihsanen câizdir.
İZAH
"Birşeyler sızdırırsa istihsanen câizdir
ilh..." Bahır'da beyan edildiğine göre üzerine akid yapılan malın
şartlarından biri mevcud olmasıdır. Mevcud olmayan bir şeyin üzerine satış akdi
yapmak câiz değildir. Bahır sahibi bundan sonra şöyle demiştir: "UIemanın
müsamaha göstererek bu kaideden çıkardıkları meselelerden biri de Kınye'de
bildirilen eşyadır ki, satıcıdan haraç olarak alınır. Nitekim mercimek, tuz,
zeytinyağı ve benzeri şeylerde satış yokken âdet budur. Sonra bunlar piyasadan
yok oldukta satın alırsa sahih olur demek mevcud olmayan malın satışı burada
câizdir." Ulemadan birinin beyanına göre bu mevcud olmayan bir şeyi satmak
değil sahibinin izniyle örfen itlaf edilen malların ödenmesi kabîlindendir. Bu,
güçlüğü gidermek ve işi kolaylaştırmak içindir. Nitekim âdettir. Burada şöyle
denilebilir: İzin verdiği halde ödemek fukahânın sözlerinden olduğu
bilinmemektedir. Hamevi. Yine burada şöyle denilebilir: Misliyâtın ödenmesi
misliyle olur, kıymetle olmaz. Kıyemiyyatın ödenmesi de kıymetle olur,
parasıyla ödenmez, T.
Ben derim ki: Bunların hepsi kıyasdır.
Halbuki bu meselenin istihsan olduğunu gördün. Ama bunu ayn olan malları ödünç
vermekle izah mümkündür. Bunları kıymetiyle ödemek istihsan olur. Kıyemiyyattan
olan şeylerden faydalanmanın helâl olması da böyledir. Çünkü onları ödünç
vermek fâsiddir. Bundan istifade helâl değildir. Velevki teslim almakla milk
olsunlar. Nehir'de bunların mercimek ve benzeri şeylerden olmak üzere birbirine
vermek suretiyle satış olacağı izah edilmiştir. Bu gibi şeylerde kıymet
beyanına hâcet yoktur. Çünkü malûmdur. Hamevî buna itiraz etmiş ve:
"Bunların kıymetleri muhteliftir. Binaenaleyh işin sonu kavgaya varır."
Demiştir.
Ben derim ki: Nehir'deki ifade kıymetin malûm
olduğuna göredir. Lâkin bu izaha göre mevcud olmayan bir şeyi satmak kabîlinden
değil, her şeyi aldıkça malûm kıymetiyle satış mün'akid olduğundandır.
Valvalciyye'de şöyle denilmiştir: "Bir kimse ekmekçiye bir kaç dirhem
verir de senden yüz batman ekmek satın aldım der ve her gün beş batman ekmek
almaya başlarsa, bu satış fâsiddir, yediği de mekrûhtur. Çünkü işaret olunmayan
bir ekmek satın almıştır. Binaenaleyh satılan mal meçhûldür. Dirhemleri
ekmekçiye verir de işin başında senden satın aldım demeden her gün beş batman
almaya başlarsa câiz olur ve bu helâldir. Velevki verdiği vakit niyeti satın
almak olsun. Çünkü mücerred niyetle satış mün'akid olmaz. Satış şimdi
birbirlerine vermekle mün'akid olur. Şimdiyse satılan mal malûmdur; satış da
sahih olarak mün'akiddir."
Ben derim ki: Bunun vechi şudur: Ekmeğin
fiyatı malûmdur. Önceden kıymetini vererek birbirlerine vermek suretiyle
alırken satış mün'akid olunca kıymetini vermesi geciktiği vakit evleviyetle câiz
olur. Bu ekmek ve et gibi alırken fiyatı malûm olan şeylerde zâhirdir. Fakat
alırken fiyatı meçhûl olursa birbirlerine vermekle aldığında satış mün'akid
olmaz; çünkü kıymet meçhûldür. Alan kimse bunda tasarrufda bulunursa -ki,
satıcı onu kendi rızasıyla vermiştir- bedel yoluyla tasarrufta bulunup vermekle
satış mün'akid olmaz. Velevki satış niyetiyle olsun. Biliyorsun ki satış
niyetle mün'akid olmaz. Binaenaleyh misliyle veya kıymetiyle ödemek ödünce
benzer. Mislî bedeli veya kıymetî olarak bîr şey üzerine ittifak ederlerse,
alanın zimmeti berî olur. Lâkin mal kıyemiyattan olduğu vakit üzerinde
tasarrufun câiz olması hususunda îşkâl bâkîdir. Çünkü kıyemiyattan olan bir
şeyin ödünç verilmesi doğru değildir. Burada onu doğru çıkarmak istihsanendir.
Ekmek ve mayanın ödünç verilmesi böyledir. Bunu bedel şartıyla hibe yahut satın
almak pazarlığı ile alınmış diye izah da mümkündür. Sonra bunû Eşbâh'da mislin
fiyatından söz edildiği yerde gördüm. Şöyle denilmiş: "Onlardan biri de
şudur: Bir kimse pirinç, mercimek ve bunlara benzer bir şey alır da o kimseye
evvelce bu hususta harcamak için meselâ bir altın vermiş bulunursa, sonra o
şeyin kıymetinde anlaşamadıkları takdirde aldığı günkü kıymeti mi yoksa
anlaşamadıkları günkü kıymeti mi itibara alınır? Tetimme'de aldığı günkü
kıymeti itibar olunur denilmişdir. Fakat kendisine: "Ya ona evvelce bir
şey vermemiş olur da toplanan kıymetini ödemek şartıyla alırsa hüküm ne olur?
diye sorulmuş: "Aldığı vakit ki kıymeti muteber olur. Çünkü bu adam
kıymeti söylediği an pazarlık yapmış olur." diye cevap vermiştir.
METİN
Daire tarafından vergi memurlarına yazılan
berâetleri satmak sahih değildir. İmamların aylıklarını satmak bunun
hilâfınadır. Çünkü burada vakfın malı mevcuddur. Berâet meselesindeyse böyle
değildir. Eşbâh ve Kınye. Bunun ifade ettiği mânâ şudur: Hak sahibinin ekmeğini
mübaşirden almadan satması câizdir. Asker bunun hilâfınadır. Bahır. Nehir
sahibi bunu tenkid etmişdir. Musannıf maaş satılmasının bâtıl olduğuna fetva
vermiştir. Çünkü Eşbâh'da bildirildiğine göre borcun satılması ancak borçluya
câizdir.
İZAH
"Berûetleri satmak sahih değildir
ilh..." Berâetten murad divan kâtiplerinin memurlar üzerine vergi gibi
yazdıkları bir hisse yahut verecekleri mikdarı çiftçilere yazdıkları evraktır.
Buna berâet denilmesi o evrakda yazılanı veren borçtan kurtulduğu içindir. T.
"İmamların aylıklarını satmak bunun
hilâfınadır ilh..." Bundan murad vakıfdan aldıkları aylıklardır. Bunları
satmak câizdir. Ama bu söz Sayrafiyye'nin ifadesine muhâliftir. Zira Sayrafiyye
mükellefine imam aylıklarının satılması sorulmuş; câiz değildir diye cevap
vermiştir. Bunu Tahtâvî Eşbâh hâşiyesinden nakletmiştir.
Ben derim ki: Sayrafiyye'nin ibâresi
şöyledir: "İmam aylığını satmak soruldu. O şu cevabı verdi: Câiz değildir.
Çünkü iki şeyden hali değildir. Ya o kağıttakini satacaktır yahut kağıdın
kendisini. Birinciye imkân yoktur. Çünkü elinde mevcud olmayan bir şeyi
satmaktır. İkinciye de imkân yoktur. Çünkü bu kadar bir kağıt kıymeti hâiz
değildir. Berâet bunun hilâfınadır. Çünkü berâet kağıdı kıymeti hâizdir."
Ben derim ki: Bunun muktezası bu kelimenin
hazz değil hat okunmasıdır. Bu ise şârîhin söylediğine aykırı değildir. Çünkü
imamların hazzından murad mütevekkilinin elinde bulunan ekmek ve buğday gibi
şeylerdir. İmam bunu hak etmiştir. Sayrafiyye'nin sözüyse mevcud olmayan
hakkındadır.
"Asker bunun hilâfınadır ilh..."
Yani asker hayvanının yemini satarsa câiz değildir.
"Nehir sahibi bunu tenkid etmiştir
ilh..." Yani satıcıdan sızdırılan ile daha sonra söylenenleri tenkid
ederek şöyle demişdir: "Ben derim ki: Zâhire bakılırsa Kınye'nin ifadesi
zayıftır. Çünkü mevcud olmayan bir şeyin satılması câiz olmadığına bütün ulema
ittifak etmişlerdir. Kendi milki olmayan birmalın hükmü de böyledir. Mercimek
ve benzerinin alınmasının birbirlerine vermek suretiyle satış sayılmasına ne
mâni vardır? Böyle bir şeyde fiyat beyanına hâcet yoktur. Çünkü malûmdur.
Nitekim gelecektir. İmamın aylığı ise almadan önce onun milki değildir. O halde
satışı nasıl câiz oluyor? Unutma ki ibni Vehban içme suyu bahsinde: "Kınye'de
bildirilen bir mesele kaidelere aykırıysa naklî veya başka bir delil ile
takviye edilmedikçe ona kulak verilmez, demiştir" Satıcıdan mal sızdırma
hususunda yukarıda söz ettik.
İmam aylığını satma meselesine gelince:
Doğrusu Nehir sahibinin dediği gîbi satışı câiz olmamaktır. Bu imam ölürse
aylığının mirâs olarak alınmasına aykırı değildir. Çünkü bu aylık imamın hak
ettiği bir ücrettir. Hak etmekle ona mâlik olması lâzım gelmez. Nitekim ganimet
islâm memleketine getirildikten sonra ulema: "Getirmekle kuvvet bulan bir
haktır, ama ganimet alan askere ancak taksimden sonra milk olur."
demişlerdir. Rehin hakkı ve kusur sebebiyle iade hakkı gibi kuvvet bulmuş
haklar mirâs olarak alınırlar. Şuf'a ve şart muhayyerliği gibi zayıf haklar
bunun hilâfınadır. Nitekim Fetih'de beyan edilmiştir. Bundan dolayı Bahır
sahibi o meselede inceleme yaparak şöyle demişdir: "Hak edilen malûm bir
malda tafsilât gerekir. Şayet buğday meydana geldikten ve nâzır onu ayırdıktan
sonra taksimden önce hisse sahibi ölürse. onun hissesi mirâs olarak alınır.
Çünkü ondaki hak kuvvet bulmuş ve İslâm diyarına getirilen ganimet gibi
olmuştur. Bundan önce ölürse ondan mirâs olarak alınmaz. Lâkin orada arz
etmiştik ki, imam aylığının hem yardıma hem de ücrete benzer tarafı vardır.
Tercih olunan ikincisi yani ücrete benzemesidir. Bu izaha göre mirâs tehakkuk
eder. Velevki nâzır ayırmadan olsun. Sonra gizli değildir ki, bu ücret
alınmadan milk olmaz. Binaenaleyh satması câiz değildir."
"Musannıf maaş satılmasının bâtıl
olduğuna fetva vermiştir ilh..."
Bu ifade Nehir sahibinin sözünü teyid
içindir. Musannıfın fetâvâsındaki ibâresi şöyledir: "Câmekıyye
sorulmuşdur. Bundan murad bir adamın hükümetteki aylığıdır. Sahibi acele paraya
muhtaç olur da aylığı çıkmadan birisi kendisine mikdarı şu kadar olan aylığını bana
şu kadara sattın mı? diyerek aylığından daha az para verir de o da sattım
derse. bu satış sahih olur mu? Yoksa alacağı olan hakkı nakid parayla satacağı
için câiz olmaz mı? denilmişdir. Buna şöyle cevap verilmiştir: Borcu burada
zikredildiği, gibi borçludan başkasına satmak sahih oImaz;. Üstadımız
fevâidinde: Borcu satmak câiz değildir. Ama onu borçluya satar veya hibe ederse
câiz olur, demiştir."
METİN
Yine orada şöyle denilmektedir:
"Eşbah'da bildirildiğine göre şuf'a hakkı gibi mücerred haklarda bedel
vermek câiz değildir.Bu izaha göre evkaftaki aylıkları bedelle almak câiz
olmaz.
İZAH
"Yine orada ilh..." İfadesindeki
zamir zâhire bakılırsa Kınye'ye râci'dir. Fakat "fetva vermiştir"
sözüne bakarak musannıfın fetâvâsına aid olması ihtimali de vardır. Bundan
sonra gelen "yine orada" sözündeki zamir ise Eşbâh'a râci'dir. H.
"Mücerred haklarda bedel vermek câiz
değildir ilh..." Yani henüz milk olmamış haklarda bedel vermek yoktur.
Bedâyı'da şöyle denilmiştir: "Mücerred haklar temlîk edilemezler. Bunlar
karşılığında sulh olmak da câiz değildir.
Ben derim ki: Kezâ bu haklar itlâf edilirse
ödenmezler."
Serahsî'nin Ziyâdât şerhinde şöyle
denilmektedir: "Mücerred haklar ittâfla etmek ödemeyi icab etmez. Çünkü
mücerred hak karşılığı bedel vermek bâtıldır. Meğerki tekidli bir hak zâyi
olsun. Böyle bir hak, ödenme hususunda hakikî milkin elden gitmesi hükmündedir.
Rehin alanın hakkı böyledir. Onun içindir kî ganimetten her şeyi itlâf etmek
veya taksimden önce ganimet cariyeyle cima'da bulunmak ödemeyi icab etmez. Çünkü
elden giden mücerred haktır; bu ise ödenmez. İslâm diyarına getirildikten sonra
taksimden önce de olsa ödenir. Çünkü hakikî milki zâyi etmiştir. Ganimetin
islâm diyarına getirilmesinden sonra bir kimse ganimet malı bir köleyi
öldürürse, üç sene zarfında kıymetini ödemesi icab eder. Bîri. "Milkin
hakikatını zâyi etmiştir" sözünden murad te'kid edilen haktır. Çünkü
hakikî milk ancak taksimden sonra hâsıl olur. Nitekim yukarıda geçti.
"Şuf'a hakkı gibi ilh..." Eşbâh'da
şöyle denilmişdir: "Şuf'adan mal vererek sulh olursa şuf'a bâtıldır.
Verdiği malı geri alır. Muhayyer bırakılan bir kadın kocasını tercih etmek için
mal karşılığı sulh olursa bâtıldır. Kendisine bir şey verilmez. Bir kimse iki
karısından birisi nevbetini ortağına bıraksın diye mal mukabilinde onunla sulh
olursa mal vermek tâzım gelmez. Kadına hiç bir şey verilmez. Bu izaha göre
evkafta ki aylıklar için mal mukabili sulh câiz değildir. Bundan kısas hakkı,
nikâh milki ve kölelik hakkı hariçdir. Bunlarda bedel vererek sulh yapmak câiz
değildir. Nitekim bunu Zeylai şuf'a bahsinde beyan etmiştir. Nefse kefil olan
bir kimse mal karşılığında kefil olmuşsa câiz değildir; kendisine mal vermek
icab etmez. Bunun bâtıl olup olmaması hususunda iki rivâyet vardır. Yoldan
geçme hakkının satılması hususunda dahî iki rivâyet vardır. Su hakkını satmak
dahi öyledir. Ancak başka mala tebean satılabilir."
"Evkaftaki aylıkları bedelle almak câiz
olmaz ilh..." Bunlardan murad imam, hatib, müezzin ve kayyim aylıklarıdır.
Bu aylıklar satış yoluyla dahi alınamaz. Çünkü hak satmak câiz değildir.
Nitekim Şerhü'l-Edep'te ve başka kitablarda beyan edilmiştir.
Zahîre'de şöyle denilmektedir: "Bir
hâneyi şûf'a ile almak kıyasa muhâlif olarak bilinen bir şeydir. Binaenaleyh bu
hakkın bedel vermek suretiyle sübûtu zâhir değildir."
Ben derim ki: Hademe-i hayrât vazifesindeki
hakdar bunun gibidir. Hüküm birdir. Bîrî.
METİN
Yine orada bir bahsin sonunda beyan
edilmiştir ki, örfü âdetle lügat birbirine zıd gelirse, mezhebe göre hususi
olan örfe itibar yoktur. Lâkin bir çok ulema itibar edileceğine fetva
vermişlerdir. Bu izaha göre mal karşılığı vazifeden vazgeçmek câizdir diye
fetva verilir.
İZAH
"Hususi olan örfe itibar yoktur
ilh..." Müstesfâ'da şöyle denilmiştir: "Umumi muâmeleye yani şayı
olan örfe göre müşterek olan örfe tereddüd ile kâil olmak câiz değildir."
Müstesfâ'nın başka bir yerinde de : "Mukayyed olarak da câiz değildir.
Çünkü müşterek olunca birbirine zıd düşer." denilmiştir. Eşbâh'da
Bezzâziye'den naklen şu ifade kullanılmıştır: "Kezâ üçte biri karşılığında
dokumak için bir dokumacıya iplik verse icâre fâsid olur. Ama Harzem uleması
dokumacı kiralamanın câiz olduğuna fetva vermişlerdir. Çünkü örf vardır. Ebû
Ali Nesefî dahi bununla fetva vermiştir. Fetva kitabın cevabına göredir. Çünkü
nassan bildirilmiştir. Aksi halde nassın iptali lâzım gelir."
Bu gösteriyor ki, hilâfına nass bulunduğu
vakit mânâsının itibara alınmaması nassı nesih edemediği gibi takyid dahi
edemez. Aksi takdirde ulema onu bir çok yerlerde itibara almışlardır. Bunlardan
biri yemin meseleleridir. Her akid ve vakıf yapanın ve her yemin edenin sözü
kendi örfüne yorumlanır. Nitekîm Kemal İbni Hümam bunu zikretmiştir. Yukarıda
geçenlerden de anlaşılır ki, umumi olan örf takyîde elverişlidir. Onun içindir
ki Bîrî zikri gecen dokumacı meselesinde şunu nakletmiştir: "şelûd
Hazretleri der ki: Biz Belh ulemasının istihsanıyle amel etmeyiz. Mütekaddimîn
ulemamızın kavliyle amel ederiz. Çünkü birinci asırdan beri devam bulunmadıkça
bir beldenin örfü âdeti cevaza delil olamaz. Birinci asırda örfü âdet olması
Peygamber (S.A.V.)'ın bu meselede onları takrîr ve kabul buyurduğuna delildir.
Binaenaleyh onun tarafından meşru kılınmış sayılır. Böyle değilse bir belde
halkının fiilleri huccet olamaz. Meğerki bütün beldelerde yaşayan insanların
hepsi tarafından örf olsun. Bu takdirde icmâ olur. İcmâ ise huccettir. Görmüyor
musun bir belde halkı şarap satmayı ve faizi âdet edinseler bunun helâl
olduğuna fetva verilemez.
Ben derim ki: Böylece hususi örf ile umumi
örf arasında fark meydana çıkar. Bu meselede sözün tamamı "Neşr-ul Arf..."
adlı risâlemizdedir.
"Câizdir diye fetva verilir ilh..."
Allâme Aynî Fetâvâ'sında şöyle demektedir: "Aylıklardan vazgeçme hususunda
itimad edilecek bir şey yoktur. Lâkin ulema ve hâkimler zaruretten dolayı bu
yolu tutmuş, anlaşmazlık olmaması için nâzırın imzasını da şart
koşmuşlardır." Bu satırlar Ebussûud'un Eşbâh hâşiyesinden kısaltılmıştır.
Hamevî'nin bildirdiğine göre Aynî Dürerü'l-Bihâr şerhinin zevceler arasında
adâlet bâbında büyük üstadlarının bazısından şunu işittiğini söylemiştir: "Kadının
kendi nevbetini ortağına bırakmasına kıyasen elini vazifelerden vazgeçmenin
sahih olacağına hükmedilebilir. Çünkü bunların ikisi de mücerred
ıskatdır."
Ben derim ki : Biz vakıf bahsinde Bahır'dan
naklen şöyle demiştik :
"Mütevellinin hâkim huzurunda kendini
azletmeye hakkı vardır. Nâzırlık veya başka bir vazifeden bir kimse nâmına
vazgeçme azilden sayılır, ama mütevellinin mücerred kendisini azletmesiyle azil
olmaz. Kendisine bırakılan şahsı hâkimin kabul ve takrir etmesi mutlaka
lâzımdır. Allâme Kâsım buna muhâlifdir. Kendine bırakılan şahıs ehil de olsa
ona göre hâkimin takriri lâzım değildir. Parayla vazife bırakmak hususunda örfü
âdet vardır. Ama bunun söz götürdüğü meydandadır. Ondan sonra umumi ibra
gerekir." Yani onda mücerred hakka bedel verme şübhesi vardır. Yukarıda
gördük ki bu câiz değildir. Aynî'den nakledilen sözde de câiz olduğuna dair bir
şey yoktur. Lâkin Hamevî şunu söylemiştir: "Üstadlarımızın üstadı Nureddin
Ali Makdisî Kenz nâmına yaptığı şerhde Serahsî'nin Mebsût'undaki bir fer'inden
bedel vermenin sahih olduğu hükmünü çıkarmıştır. Şöyle ki: Bir kölenin kendisi
bir şahsa, hizmeti başka bir şahsa vasiyyet edilir de kolu kesilir veya derin
yara açılarak diyeti ödenirse bakılır cinayet hizmeti eksiltmişse o parayla
başka bir köle satın alınır; hizmeti o yapar. Yahut köle satılarak parası diyet
parasına katılır ve bununla birincinin yerini turtacak bir köle satın alınır.
Satmak hususunda ihtilâfa düşerlerse köle satılmaz. Diyet parasını yarıyarıya
vermek hususunda anlaşırlarsa bu câizdir. Kendisine hizmet vasiyet edilen
şahsın aldığı diyet parası hizmete bedel değildir, Çünkü bunu bedelle satmaya
hakkı yoktur. Lâkin bu para o köledeki hakkını ıskat eder. Nasılki kölenin
kendisi vasiyet edilen şahıs köle kendisine kalsın diye hizmeti vasiyet edilene
para vererek anlaşırlarsa câiz olur. Bu iş mal karşılığı vazifeden vazgeçmeye
şâhid olabilir. Hamevî: "Bu bellenmelidir. Çünkü cidden nefisdir."
demiştir. Bîrî de Eşbâh'ın: "0 kimse için vazgeçer de parayı alır, sonra
bundan dönmek isterse dönemez." dediği yerde buna benzer sözler söylemiş:
"Yani bunu hizmeti vasiyet ve bin dirhem alacağı yerine beş yüze anlaşma
meselelerine katarak: "Hakkı ıskat yoluyla yapabilir. Çünkü ulema hakkı
ıskat yoluyla bedel almanın câiz olduğunu söylemişlerdir. Şübhesiz haktan
vazgeçen taraf vazgeçme karşılığı aldığı mala haz satan taksirle hak kazanır. Hızânetü'l-EkmeI'in
şu ibâresi de bunu te'yid etmektedir: Kendisine vasiyet edilen şahıs anlaşma
bedelini aldıktan sonra hizmeti vasiyet edilen köle ölürse bu yaptığı câizdir.
Bu ifade gösteriyor ki hakkından vazgeçen tarafın dönmeye hakkı yoktur. Kalbe
itminan veren vecih budur. Çünkü kabule daha yakındır." demiştir. Bîrî'nin
sözü burada biter. Sonra Bîrî bu meseleyi yukarıda geçen "Şuf'a hakkı ile
kasım için uzlaşmanın câiz olmaması karşısında müşkil saymıştır. Çünkü o mesele
burada bedel almanın câiz olmadığını gösterir. Sonra sözüne şöyle devam
etmiştir: "Denilebilir ki; şuf'a şeriatın zararı def için tanıdığı bir
haktır. Hizmet meselesiyse içinde sıle mânâsı bulunan bir haktır. Aralarında
ikisini birleştiren bir vasıf yoktur. Bunlar ayrı ayrı şeylerdir. Zahir olan da
budur."
Hâsılı şefî, îçin şuf'a hakkı zevce için
kasım hakkı kezâ nikâhta muhayyerlik hakkı verilen kadına muhayyerlik ancak
şefî'den ve kadından zararı defiçindir. Bunun için sâbit olan bir şeyde anlaşma
câiz değildir. Çünkü hak sahibi razî olunca bundan zarar görmeyeceği anlaşılır.
Binaenaleyh bir şeye hakkı yoktur. Kendisine hizmet vasiyet edilen şahıs ise
böyle değildir. Bu ona yardım ve sıle yoluyla sâbit olmuştur. Binaenaleyh
asaleten sâbittir. Başkasına bıraktığı vakit ondan sulh olmak da sahihtir.
Bunun bir misli de yukarıda Eşbah'dan naklettiğimiz kısas nikâh ve kölelik
meseleleridir. Bunlarda bedel vermek sahihtir. Çünkü bunlardan her bîri sahibi
için esaleten sâbit olan şeylerdir. Ondan zararı defetmek için değildir.
Şübhesizki vazife sahibinin hakkı hâkimin esalet yoluyla takrîri sayesinde
sâbit olmuştur. Zararı def içindir. Binaenaleyh bunu kendisine hizmet vasiyet
edilene ve kısas hakkıyla daha sonrakilerine katmak şuf'a ve kasım hakkına
katmaktan daha yerinde olur. Bu güzel bir sözdür, dikkat edene gizli değildır.
Bununla bazı Eşbâh hâşiyecilerinin söyledikleri def edilmiş olur. Onlar şöyle
demişlerdir: "Mal mukabilinde vazifeden vazgeçen kimsenin aldığı para
rüşvettir. Rüşvet ise nassan haramdır. Örf nassa karşı gelemez."
Def'in vechi gördüğün gibi bunun bir hak
nâmına yapılan uzlaşma olmasıdır. Nitekim benzerlerinde de böyledir. Ruşvet bir
hak karşılığı değildir. Ulemadan bazıları cevaz meselesine Hz. Ali'nin oğlu
Hasan (R.A.)'ın hilafeti bedel karşılığında Muaviye'ye bırakmasıyla istidlâl
etmişlerdir. Bu dahi zâhirdir. Bu vakıfda Hayriyye'den naklettiğimiz "câiz
değildir" sözünden evlâdır. Kezâ vazife kendisine bırakılan şahıs bedelle
dönebilir. Bu mezhebimize göre hususi örfe itibar yoktur demekten ve mücerred
hakka bedel vermenin câiz olmaması iddiasından evlâdır. Biliyorsun ki cevaz
meselesi hususi örfe itibar olduğundan değil zikrettiğimiz benzerleri buna
delâlet ettiğindendir. Bir de bir hakka karşı bedel almak câiz değildir sözü
mutlak değildir. Ulemadan birinin elyazısıyla gördüm kî müftî Ebussûud'dan
oturmak ve tasarrufta bulunmak îçin bedel almak câizdir. Bundan dönmek olmaz,
diye fetva verdiğini kaydetmiş.
Hâsılı bu mesele zannîdir. Benzerleri
müteşabihtir. Onun hakkında da inceleme câizdir. Velevki söylediğimiz daha
zâhir olsun. Evlâ olan Bahır sahibinin şu sözüdür: "Bu işi yaptıktan sonra
umumî ibra gerekir." AIIahu a'lem.
T E N B İ H : Vazifeden ayrılma hususunda
söylenenler arazi bakımı hususundaki tasarruf hakkında da söylenir. Bunun izâhı
yakında gelecektîr. Kezâ zaîmin timarından ayrılması hususunda da söylenir.
Sonra vazifeyi başkasına bıraktığında bu vazifeyi hükümet bırakılan şahsa
vermez de ayrılanın üzerinde bırakırsa yahut her ikisinden başkasına verirse,
kendisine bırakılan şahsın ayrılma bedelini ayrılandan gerî alması hakkının
sâbit olması gerekir. Çünkü o bu işe ancak hak kendinin olsun diye razı
olmuştu. Sırf ayrılma mukabilinde değildi. Velevki başkasının eline geçmiş
olsun. İsmâiliyye, Hamîdiyye ve diğer kitablarda bununla fetva verilmişdir.
Bazıları buna muhâlif olarak isteyemez diye fetva vermişlerdir. Çünkü vazifeden
ayrılan elinden geleni yapmıştır. Şübhesiz ki iki tarafın maksadı bu değildir.
Bâhusus sultan veya hâkim tîman veya vazifeyi ayrılanın üzerinde bırakırsa
ondan bir şey îsteyemez. Çünkü tasarrufu için iki bedel vermesi lâzım gelir. Bu
ise şeriat kaidelerine aykırıdır. Anla! Allahu alem!
METİN
Dükkanlar için verilen hava parasının
geçerliliğine fetva verilir. Hava parasını ödedikten sonra dükkân sahibi o
kimseyi dükkânından çıkaramaz. Dükkânı başkasına îcar dahi edemez. Velevki
vakıf olsun. Mesele kısaltılarak burada sona erer.
İZAH
"Hava parasının geçerliliğine de fetva
verilir ilh..." Eşbah'ın ibâresi şöyledir: "Ben derim ki: Bu yani
hususi örf itibara alınırsa Kahire'nin bazı çarşılarında görülen hava parasıyla
dükkânı terk etmenin geçerli olduğuna fetva vermek gerekir. Ve artık dükkânı
terk edip etmemek o şahsın hakkı olur. Dükkân sahibi onu ne dükkânından
çıkarabilir, ne de dükkânı başkasına devredebilir. Velevki dükkân vakıf olsun.
Gûriyye'deki Cemelûn dükkânlarında bu olmuştur. Sultan Gûrî bu dükkânları bina
ettiği vakit tüccara hava parasıyla vermiş, her dükkân için bir mikdar tayin
ederek onu tüccardan almış. Bunu vakfın siciline de yazmıştır. Şârih bu
meseleyi kefalet bahsinden az önce tekrarlamış; sonra şunları söylemiştir:
"Ben derim ki: Bunu Zevahir-ül Cevahir sahibi Darîrî'nin Vâkıât'ındaki şu
ifadeyle te'yid etmiştir: "Bir adamın elinde bir dükkân bulunur da adam
ortadan kaybolursa mütevelli onu dâvâya verir ve hâkim ona dükkânı açmasını ve
icara vermesini emrederse mütevelli bunu yapar. Kaybolan şahıs da gelirse o
şahıs dükkanını almaya daha haklıdır. Hava hakkı varsa ona sahip olmaya da daha
haklıdır. Bu hususda muhayyer bırakılır, isterse icareyi feshederek dükkânında
kendisi oturur. Dilerse îcara verir ve hava hakkını kiracıdan alır. Kiracıya
bunu ödemesi emrolunur, razi olursa ne alâ! Razi olmazsa dükkândan çıkması
eredilir."
Lâkin Hamevî şöyle demiştir: "Ben derim
ki: Darîrî'nin Vâkıât'ından nakledilen hava parası sözünden örf olanı kasdetmek
şöyle dursun bu sözün kendisi bile yalandır. Çünkü Câmiu'l-Fûsuleyn sahibi gibi
güvenilir zevat Darîrî'nin ibâresini nakletmiş, fakat bu ibârede hava parası
sözünü zikretmemiştir. Şu da var ki, bu hava parası meselesinin İmam Mâlik
mezhebine nisbeti şöhret bulmuşsa da doğrusu bu hususda ne imam Mâlik'ten ne de
mezhebinin ulemasından bir nass yoktur. Hatta Mâlikîlerden el Bedrül Karafî
fukahânın sözlerinde bu meseleden hiç bahsedilmediğini, bu hususda sadece
Mâlikîlerden Nâsıruddinî Lakkanî'nin bir fetvası bulunduğunu, bu fetvayı örf
üzerine bina ettiğini söylemiştir. Karafî sözüne devamla : "Kendisi ehli
tercihtendir. Binaenaleyh onun tahrici muteberdir; velevki münakaşa edilmiş
olsun. Lakkani'nin fetvası doğuda batıda yayılmış zamanının uleması onu kabul
ile telakki etmişlerdir." demiştir.
Ben derim ki: Ben Kâzeranî'nin fetâvâsında
Allâme Lakkanî'den naklen şöyle denildiğini gördüm : Şayet hava parası sahibi
ölürse borçları bundanödenir. Bu para kendisinden mirâs olarak alınır, mîrasçı
yoksa büytelmâle intikal eder. Şu da var ki, bazıları bunun geçerli ve bize
göre satışının sahih olduğuna Hâniyye'nin şu sözüyle istidlâl etmişlerdir:
"Bir adam başkasının dükkânında kendine aid bir mesken satar da müşteriye
dükkânın kirası şu kadardır diye haber verdikten sonra kiranın bundan fazla
olduğu meydana çıkarsa ulema bu kusurdan dolayı meskeni geri çeviremeyeceğin
söylemişlerdir. "Allâme Şürunbulâlî'nin bir risâlesi vardır ki, o risâlede
bu sözü reddederek şöyle demiştir: "Meskenin mânâsı anlaşılmamıştır. Çünkü
ondan murad dükkânda mürekkep bir ayındır. Bu hava parası hakkından ayrıdır.
Hulâsa'da beyan edildiğine göre bir kimse birine aid bir dükkânda mürekkep
bulunan bir mesken satın alır da satıcı kendisine dükkân kirası şu kadardır
diye haber verirse, o kadardan fazla olduğu meydana çıktığı takdirde dükkânı
iade edebilir. Câmiu'l-Fûsuleyn'de Zahîre'den naklen şöyle denilmektedir: Bir
kimse vakıf dükkânda bulunan bir meskeni satın alır da mütevelli ben satana bu
meskeni yap diye izin vermedim der ise, onun üzerine müşteri dükkânını buradan
kaldır diye emrettiği takdirde bakılır: Şayet dükkânı kararın şartına muvafık
satın almışsa satandan parasını geri alır. Aksi takdirde kıymetini olsun
noksanını olsun geri alamaz."
Bundan sonra Şürunbulâlî bir çok kitablardan
meskenin dükkân içinde mevcud bir ayın olduğunu gösteren deliller nakletmiştir.
Yine o risâlede Eşbâh sahibine reddiye yazarak: "Hava parası hakkını
mâlikîlerin müteehhirîn ulemasından birinden başka kimse kâil olmamıştır. O zat
bunu vakfetmenin sahih olduğuna bile fetva vermiştir. Bundan da müslüman
vakıflarının kâfirlerin eline geçmesi lâzım gelir. Sebebi hava parası gelirinin
kiliselerine vakfedilmesidir. Bir de dükkân sahibinin hava parası sahibini
çıkaramamasından hür bir mükellefi kendi milkinden hacr ve malını itlâf lâzım
gelir. Halbuki hava parası sahibi ecri misil vermemektedir. O bunun
karşılığında büyük bir mikdar para alır. Hatta bu vakıfda da câiz değildir.
Ulemanın nassan bildirdiklerine göre vakıf bir hânede oturan kimsenin ecri
misil ödemesi lâzım gelir. Vakıf nazırı o kimseyi binadan çıkaramamakla vakit
zâyi edilmiş, vâkıfın şart koştuğu mescid ve benzeri şeâir yapmak da tatil
edilmiş olur." demiştir. Bu satırlar kısaltılarak alınmıştır.
Ben derim ki: Onun söylediği haktır. Bâhusus
bizim zamanımızda öyledir. Hava hakkı sahibinin dayandığı "Ben bu hakkı
çok mal vererek satın aldım. Bu itibarla vakfın ücreti az bir şey olur."
sözü bâtıl bîr istidlâldir. Çünkü birinci hava hakkı sahibinin ondan aldığı
paradan vakfa bir fayda hâsıl olmuş değildir. Binaenaleyh veren şahıs kendi
malını zâyi etmiş olur. O halde vakfa zulmetmesi nasıl helâl olabilir? Bilâkis
misil ücreti vermesi vâcib olur. Velevki dükkânda hava hakkından fazla bina ve
benzeri bir şey bulunsun bunlara bizim örfümüzde kedik derler. Yukarıda geçen
mesken sözünden murad da budur. Misil ücreti vermezse onu kaldırması emredilir.
Velevki vâkıfın veya nâzırlardan birinin izniyle yapılmış olsun. Bu Hassâf'ın
vakıflar bahsinde nakledilen ihtikâr olunmuş yer meselesine racı dır.
Hassâf şöyle demiştir: "Aslı vakıf olan
bir dükkânın binası bir adama aid olursa ve bu adam yerini ecri misil ile
kiralamaya razı olmazsa ulemanın beyanına göre bakılır; Eğer bina kaldirılmış
olsa yeri bina sahibinin verdiği ücretten daha çok getirecekse bina sahibine
binayı kaldırması emredilir ve yeri başkasına icara verilir. Aksi takdirde aynı
ücretle bina sahibinin elinde bırakılır."
"Bina sahibinin elinde bırakılır
ilh..." Sözü onun başkasından daha haklı olduğunu ifade etmektedir. Zira
onun vermekte olduğu para ecri misildir. Burada şöyle denilir: Kiraya veren
kimse onu evden çıkaramadığı gibi binayı yıkmasını da emredemez. Çünkü binayı
olduğu gibi bırakmakta vakıf icin zarar yoktur. Hem zararı ondan def etmekle
vakfe yardım da etmiş olur. Nitekim biz bunu vakıf bahsinde izah ettik. Bundan
dolayı CâmIu'l-FûsuIeyn ve diğer kitablarda şöyle denilmiştir: "Kirayla
tutan kimse vakfın yerine bina yapar veya ağaç dikerse, o yerde oturmaya hak
kazanmış olur. Buna kerdar derler ki, ecri misille o yeri elinde tutmaya hakkı
vardır."
Hayriyye'de şöyle denilmektedir:
"Ulemamızın açıkladıklarına göre kerdar sahibinin oturma hakkı vardır.
Kerdar oturma hakkıdır. Bundan murad çiftçi ve müste'cirin o yere bina yapması,
ağaç dikmesi veya vâkıfın yahut nâzırın izniyle toprağını düzeltmesi ve bu
sebeble elinde kalmasıdır."
şöyle de denilebilir: Hava hakkı sahibinin
vâkıfa verdiği paralar ve bunlarla vakfe bina yapmak yeri toprakla düzeltmeye
benzer. Böylece oturma hakkı onun olur. Ecri mislini verirse elinden
çıkarılmaz. Bunun bir benzeri de vakıf dükkânı tamir etmek, nâzırının izniyle
vakfa lâzım olan şeyleri yapmaktır. Mücerred dükkânın elinde olması ve o
dükkânı bu söylenenlerden hiç birini yapmadan uzun seneler ücretle tutmuş
olması muteber değildir. Kiraya veren icare müddeti bittikten sonra o yeri onun
elinden alıp başkasına kiraya verebilir. Nitekim biz bunu
"Tahriru'l-ibare..." adlı risâlemizde izah ettik. Vakıftaki
neticesini de söyledik. Bizim söylediğimize göre muteber olan hava hakkı sahibi
ecri misille kiralamışsa başkasından daha haklıdır. Hayriyye'nin vakıf bahsinde
söylenen buna yorumlanır.
Burada şöyle denilmiştir: Mısır vakıflarıyla
Rum vakıflarında ekseriyetle görülen dükkânlarda ve daha başka şeylerde hava
hakkına sahib olma meselesi tanınması gereken bir hak mıdır? Meskenini alıp
satmak câiz midir? Şeri bir hâkim buna hüküm verdiği zaman başka bir hâkimi
şeri'nin bozmaya hakkı yok mudur? Sonra cevap verirken Eşbah'ın ve Vâkıât-ı
Darîrî'nin ibârelerini bizim zikrettiğimiz ihtikâr edilen yer meselesini,
oturma hakkını ve meskeni satma meselesini zikretmiş ve şöyle demiştir:
"Ben derim ki: Bu cümleleri zikretmekten maksad kesin hüküm vermek değil,
hükümdeki hilâfın kalkmasına kesin bilgi edinmektir. Şartlarını hâiz ise hüküm
bir mâliki veya başkası tarafından verilsin sahih ve geçerlidir. Hilâf ortadan
kalkar. Bâhusus zaruret olan yerlerde hele de Kahire gibi meşhur kasabalarda
hilâf ortadan kalkar. Çünkü onlar bunu yapmaktadırlar. Kendileri için bunda
umumi bir fayda vardır. Bozulup yok edilmesi zararlarına olur. Çok defa bunu yapmakla
vakıflar çoğalır. Bîrî'nin yukarıda geçenfiilini görmüyor musun? Benim
duyduğuma göre krallardan biri bu gibi tamiratı tüccarın mallarıyla yapmış,
kendi malından bir dinar ve bir dirhem sarfetmemişlerdir. Peygamber (S.A.V.)
ümmetine hafifletilen şeyi severdi. Din kolaylıktır. Bunda dinen bir mefsedet
olmadığı gibi müslümanlara da bir utanç yoktur. Allahu a'lem. Bu satırlar
kısaltılarak alınmıştır.
Para mukabilinde hava hakkının sâbit
olacağına ve bu parayı mütevelliye yahut mal sahibine ödeyeceğine Allâme
Abdurrahman imâdî fetva vermiş: "Öyle olunca dükkân sahibi o kimseyi
çıkaramaz ve zikri gecen meblağı vermedikçe başkasına da icara veremez.
Binaenaleyh müteehhirîn ulemanın ribadan kurtulmak için örf haline getirdikleri
vefalı satışa kıyasen zaruret icabı bunun câiz olduğuna fetva verilir."
demiştir.
Ben derim ki : Bu dahi bizim söylediğimiz
ecri misli verirse sözüyle kayıdlıdır. Aksi takdirde verdiği paralar
karşılığında o hânede oturması ribanın kendisi olur. Nitekim ulema ödünç veren
şahsa oturmak için bir ev yahut aldığı ödüncü bitirinceye kadar binmek için bir
hayvan veren kimse hakkında: "O hânenin veya hayvanın ecri mislini vermesi
lâzım gelir." demişlerdir. Şu da var ki mütevellinin aldığı paralarla
kendisi faydalanır. Hava parası misil ücreti lâzım gelmese hak sahiblerinin
hakları zayi olmak gerekir. Meğerki mütevelli aldığı parayı vakfın tamirine
sarfetmiş olsun. Kendisine misil ücretiyle kiralayacak da bulunmamıştır.
Halbuki tamir için tâzım olan meblağı vermiştir. O zaman denilebilir ki, zaruretten
dolayı misil ücreti vermeksizin oturması câizdir. Böyle bir işe zamanımızda
marsad denilir. Nitekim vakıf bahsinde arzettik.
Şimdi misil ücretini bilmenin yolu kalır.
Burada şöyle demek gerekir: Biz hava parası alanın vâkıf veya mütevelliye söylediğimiz
şekilde ne verdiğine, bir de dükkanın tamirine ve benzeri hususada ne
harcadığına bakarız. Eğer halk bunların hepsini hava parası isteyene vermeye
rağbet gösterirler, bununla beraber dükkânı meselâ yüz dirheme kirayla
tutarlarsa misil ücreti bu yüz dirhemdir. Onun sabık hava parası sahibine bu
dükkânın ücreti meselâ on dirhemdir. Tamaile çok paralar vermesine bakılmaz.
Nitekim zamanımızda yapılan budur. Çünkü verdiği çok maldan vakfa hiç bir fayda
olmamıştır. Bilâkis vakfa sırf zarardır. Çünkü bundan dükkânı ücretinden çok
aşağı tutmak lâzım gelir. Dediğimiz gîbi sadece faydası vakfa aid olana
bakılır. Evet, âdet olmuştur ki hava parası hakkına sahip olan şahıs dükkânı az
ücretle kiraladığı vakit nâzıra bir kaç para verir. Buna hizmet denilir. Hakikatte
ise bu misil ücretini yahut daha aşağısını tamamlamadır. Kezâ hava parası
isteyen ölür yahut dükkânı başkasına bırakırsa, nazır mirâsçıdan veya bırakılan
şahıstan para alır. Buna da tasdik denilir ve bu da ücretten sayılır. Nâzırın
bu parayı vakıf yararına harcaması gerekir. Nitekim vakıf bahsinde örfî
gelirler bahsinde arzetmiştik.
METİN
Musannıfın Muînü'l-Müftî adlı kitabında
Valvalciyye'ye nisbet edilerek şöyle denilmiştir: "Bir yerdeki imâre
satılırsa bakılır: Bina yahut ağaç ise satış câizdir. Nadas, su hendeği ve
benzeri mal veya mal mânâsında olmayan bir şey ise satışı câiz değildir."
Ben derim ki: Bu şunu ifade eder: Tarlanın
bakımını satmak câiz değildir. Onu rehin etmek dahi aynı hükümdedir. Bundan
dolayı şimdi bu satışı vazifelerde olduğu gibi feragat saymışlardır. Bunu
kaydetmelidir. Biz bunu vefa satışı bahsinde anlatacağız.
İZAH
"Musannıfın Muînü'l-Müftî adlı kitabında
ilh..." Demek istiyor ki, vazgeçme hakkı mevcud bir ayn olmadığı için
satılması câiz değildir.
"Yahut ağaç ise satış câizdir
ilh..." Burada şârih Muînü'l-Müftî'de zikredilen bir kaydı terk etmiştir.
Kayıd "Onu bırakmayı şart koşmamışsa" sözüdür. Bunun bir misli de
Hâniyye'dedir. Yani bu satışı bozan bir şarttır, demek istemiştir.
"Tarlanın bakımını satmak câiz değildir
ilh..." Çünkü bu yeri sürmek ve su hendegi kazmaktan ibarettir. Bunun
sultan emrine göre birtakım hükümleri vardır ki, Osmanlı uleması onlarla fetva
vermişlerdir. Bunlar için Tenkîhu'l-Fetâvâ el-Hamidiyye adlı esere müracaat
edilebilir.
"Bundan dolayı ilh..." Yani
tarlanın bakımı kıymeti hâiz bir mal olmadığı için onu satmak mümkin değildir.
Sahibi bedel karşılığında bu hakkı başkasına bırakmak isterse ulema bunu
vazifelerde olduğu gibi ayrılma yoluyla câiz görmüşlerdir. Biz müftî
Ebussûud'dan bunun cevazına fetva verdiğini nakletmiştik. Galiba şârih bunu
görmemiş olacak ki "bunu kaydetmelidir" diye tenbihde bulunmuştur.
"Bunu vefa satışı bahsinde anlatacağız
ilh..." Yani kefalet bahsinden az önce demek istiyor. Fakat orada
söylediği vazifelerden vazgeçmek ve hava parası meselesidir. Tarla bakımından
bahsetmemiştir.
METİN
Satış bir sözle dahi mün'akıd olur. Nitekim
hâkimin ve vasînin satışı ve babanın çocuğu için yaptığı alışveriş de böyledir.
Çünkü onun şefakatı çok olduğundan sözü iki tarafın sözü gibi sayılmıştır.
Meselenin tamamı Dürer'dedir.
İZAH
"Satış bir sözle dahi mün'akid olur
ilh..." Yani iki tarafın icab ve kabulüyla yahut iki tarafın birbirlerine
vermeleriyle mün'akid olduğu gibi bir sözle de mün'akid olur. Zâhirine
bakılırsa satış burada birbirlerine vermekle mün'akid olmaz.
"Nitekim hâkimin satışı da böyledir
ilh..." Yani hâkim bir yetimin malını başka bir yetime satarken veya
satırı alırken hüküm budur. Fakat kendi nâmına satın alırsa câiz olmaz. Çünkü
hâkimin fiili bir hükümdür. Kendi nâmına hüküm vermesiyse bâtıldır. Bunu Bahır
sahibi Bedâyı'daki câizdir sözüyle Hizâne'deki câiz değildir ifadesinin
aralarını bularak izah etmiştir.
Ben derim ki: "Bedâyı'dan naklettiği
söz, meselelerde müctehid sayılan Fakîh Ebû Cafer Tahâvî, Kâdî Ebu Cafer
Üsturişnî ve başkaları gibi muteber ulemadan nakledilenlere aykırıdır.
Ahkâmussıgâr'da Kâdî Ebû Câfer'den naklen şöyle denilmiştir: "Hâkim iki
yetimden birinin malını diğerine satarsa, kezâ baba ve vasî bunu yaparsa
bilittifak câiz olmaz." Reşîdüddin de fetâvâsında şunu söylemiştir: İki
küçüğün mallarını birbirlerine satarken hâkim vasî gibidir. Baba böyle
değildir. Tahâvî şerhinin Hulâsa'sında dahi: "Vasî iki yetimin mallarını
birbirlerine satamaz. Ama fazla aldanmış olmamak şartıyla bunu baba'nın yapması
câizdir." denilmiştir, Bunu öğrendikten sonra anlarsın ki, onu burada
babanın hükmüne katmanın mânâsı yoktur. Vasî de böyledir. Çünkü muhayyerlik
şartıyla onun da alışverişi câiz ise de onun sözü iki ifade yerini tutmaz.
Nitekim bu cihet Hâniyye, Bezzâziye ve diğer kitablarda açıklanmıştır. Bu
satırları İbni Abidin'in çömezi Abdülgânî El-Gûleymî yazmıştır. Müellifin
nüshasının kenarında böyle bulunmuştur.
"Vasînin yaptığı alış-veriş de böyledir
ilh..." Yani vasî malûm şartıyle kendi malından yetim için yahut yetimin
malından kendisi için bir şey satın alırsa hüküm budur. Zendüsti nazmında bunu
"şayet hâkim tâyin etmediyse" diye kayıdlamıştır. Fetih. Demek
istiyor ki hâkimin vasîsi sırf vekildir. Vasî kendisi için alıp satmaya
selahiyaddar değildir. Hulâsa Malûm şartıyla sözünden muhayyerliği
kasdetmiştir. Muhayyerlik, yetimin malından vasî kendisi için satın alırsa on
dirhem kıymetinde bir mal onbeşe müsavi olmaktadır. Yetime satarken ise bunun
aksinedir. Bazıları on dirhemlikte iki dirhemle yetinilir demişlerdir. Ama mutemed
kavil birincisidir. Nitekim biz onu satış bahsinde arzetmiştik.
"Ve babanın çocuğu için yaptığı
alış-veriş de böyledir ilh..." Ama burada muhayyerlik şart değildir.
Nitekim Bahır'da beyan edilmiştir. İki tarafın akdini üzerine aldığı vakit
Bahır sahibi şunu ziyade etmiştir: "Köle efendisinden onun emriyle satın
aldığında ve iki taraftan elçi olan da böyledir. Vekil bunların
hilâfınadır." Dürer sahibi şunu da ziyade etmiş:"Kezâ şunu sana bir
dirheme sattım dedikten sonra müşteri malı alır ve bir şey söylemezse satış
mün'akid olur." Azmıyye'de: "Zâhire bakılırsa bu birbirlerine
vermekle yapılan satış kabîlindendir." denilmiştir. Ama söz götürür. Çünkü
birbirlerine vermek suretiyle yapılan satışda icab yoktur. Fiyatı bildikten
sonra onda sadece almak vardır. Nitekim Fetih'den naklen arz etmiştik. Yine
Fetih'den naklen demiştik ki: "Kabul söz ve fiille olur. Teslim almak
kabuldür." O zaman birinin akidde yalnız kalması yoktur.
"Onun şefakati çok olduğundan
ilh..." Sözünden murad babadır. Babanın vasîsi de baba yerini tutar.
Binaenaleyh baba hükmündedir. Onun için şârih vasîden bahsetmemiştir. Hâkim de
öyledir.
"Tamamı Dürer'dedir ilh..."
Dürer'de şârihin ibâresi zikredildikten sonra şöyle denilmiştir: "Kabule
muhtaç değildir. O kendisi hakkında asil, çocuğu hakkında naiptir, Hatta çocuk
bülûğa ererse mesûliyet babasına değil kendisine aid olur. Çocuğunun malını
ecnebî birine satması çocuğun ondan sonra bülûğa ermesi bunun hilâfınadır.
Burada mesuliyet babasına aiddir. Satın aldığı surette malın kıymeti babaya
lâzım gelince hâkim küçük için mal teslim almaya bir vekil tâyin etmedikçe baba
borçtan kurtulmuş olmaz. Hakimin tâyin ettiği vekil malı teslim alıp çocuğun
babasına emânet olarak verir."
METİN
Satıcı veya müşteriden biri o mecliste icab
yaparsa diğeri ya fiyatın tamamıyla satılan malın tamamını kabul eder; yahut
bir pazarlığı ayırmak lâzım gelmemek için kabulü terkeder.
İZAH
"Tamamını kabul eder ilh..." Yani
icabı yapan taraf sözünde durduğu müddetçe aynı mecliste kabul ile terk
arasında muhayyerdir. Ama kabulden önce icabtan dönerse bâtıl olur. Nitekim
gelecektir. Kabulün de meclisde olması ve icaba muvafık düşmesi mutlaka
lâzımdır. Nitekim pazarlığı ayırmak lâzım gelmemek için kabulü terkeder diyerek
şârih buna tenbih etmiştir. Kabul icabı yapan tarafın hayatında olmalıdır.
Ondan önce ölürse bâtıl olur. Bahır sahibinin anladığına göre bu yalnız bir
meselede müstesnadır. Ama Nehir sahibi onun sözünü reddederek istisna
bulunmadığını söylemiştir. Nehir'e müracaat edebilirsin. Kabulün muhatap icabı
reddetmeden ve satılan mal değişmeden yapılması dahi lâzımdır. icabtan sonra
cariyenin eli kesilir de satıcı diyetini alırsa, müşterinin kabulü sahih olmaz.
Nitekim Hâniyye'de beyan edilmiştir. Bahır Zâhire göre diyetini alırsa sözü
tesadüfî bir kayıddır. Nehir.
Ben derim ki: Tatarhâniyye'nîn "elin
diyetini satıcıya versin vermesin" demesi de bunu te'yîd eder.
"O meclisde" diyoruz; çünkü satıcı
kabulden önce bir hâcetten dolayı birisiyle konuşursa satış bâtıl olur. Bahır.
Meclisten murad vazgeçtiğini gösteren bir şey bulunmamak ve bozacak bir şeyle
meşgul olmamaktır. Velevki vazgeçmek için olmasın. Bunu Nehir sahibi
söylemiştir. öyle bir şey olursa meclis bir olsa bile satış bâtıldır. T.
"Diğeri ya fiyatın tamamiyle satılan
malın tamamını kabul eder"
Sözü icabın kabule uygun düşmesinin şart
olduğunu beyan içindir. Müşteri satıcının icabını olduğu gibi kabul edecektir.
Muhalefet eder ve mesela icab yaptığı maldan başkasını veya icab yaptığının bir
kısmını yahut icabsız olarak bütününü veya bir kısmını kabul ederse satış
mün'akıd olmaz. Akdin şartlarında arzettiğimiz vecihle bundan yalnız şüf'a
müstesnadır. icabı müşteri yapar da satıcı fiyatından daha aza kabul ederse
yine müstesna olmak üzere sahihtir. Bu fiyat kırmak olur. Yahut icabı satıcı
yapar da müşteri fiyatından fazlaya kabul ederse yine sahih olur. Bu da fiyatı
arttırmak sayılır. Onu mecliste kabul ettiyse vermesi tâzım gelir. Bunu Bahır
sahibi söylemiş ve îcabtan sonra kabulden önce fiyatıbağışlamanın icabı
bozacağını bildirmiştir. Bazıları bozmayacağını ve bunun ibra sayılacağını,
müşterinin fiyattan bahsetmemesi satışı bozacağını söylemişlerdir.
"Pazarlığı ayırmak lâzım gelmemek
için" Cümlesindeki pazarlıktan murad satışda iki tarafın ellerini
birbirine vurmalarıdır. Sonra bizzat akde isim olmuştur. Bahır sahibi diyor ki:
"Pazarlığın birden veya ayrı olmasını icab eden şey mutlaka bilinmelidir.
Ulemanın söylediklerinin hâsılı şudur: icabı yapan bir; Muhatap ise müteaddid
olursa birinin kabulüyle pazarlığı ayırmak caiz değildir. İcabı yapan tarafın
satıcı veya müşteri olması farketmez. Bunun aksine olursa birisinin hissesinde
kabul câiz değildir. İcabla kabul bir olurlarsa muhatabın malın bir kısmını
kabul etmesi câiz olmaz. Şu halde üç halde pazarlığı ayırmak mutlak surette
sahih değildir. Çünkü hepsinde pazarlık birdir. Kezâ akdi yapan iki taraf bir
olur da mal müteaddid bulunursa meselâ, iki tane mislî hakkında icab yapar veya
bunların biri kıyemî biri mislî olursa, birisinde kabul ile pazarIığı ayırmak
câiz olmaz. Meğerki bir kısmında kabul ettikten sonra diğeri buna razı olsun;
ve satılan şey cüzlerine taksimi mümkün olmayan bir köle yahut ölçek ve
tartıyla satılan bir şey olsun. Bu takdirde kabul icab ve razı olması kabul
sayılır. Birinci icab bâtıl olur. Satılan şey iki elbîse veya iki köle gibi
kıymetten başka bir suretle taksimi kabul etmeyen şeylerdense caiz değildir.
Her birinin fiyatını beyan ederse iki şeyden hali değildir. Ya satış sözünü
tekrarlar ki bu takdirde iki pazarlık olmasına ittifak etmiş sayılırlar. Birisi
hakkındaki pazârlığı kabul ederse sahih olur. Meselâ, şu iki köleyi sana
sattım, şunu bin dirheme sattım, bunu da bin dirheme sattım; der yahut satış
sözünü tekrarlamaz da fiyatı ayırır. Hidâye'nin zâhirine bakılırsa bu pazarlık
müteaddiddîr. Bazıları buna kâil olmuş, diğer bazıları câiz olmadığını
söylemişler, satıcının sattım sözünü tekrarladığına yorumlamışlardır. Bazıları
teaddüd için tekrarın şart koşulması istihsandır; demişlerdir ki imamı Azam'ın
kavli de budur. Tekrarın şart olmaması kıyasdır. İmameyn'in kavli de budur.
Fetih sahibi bunu tercih ederek şöyle demiştir: Bunun vechi mücerred fiyatı
ayırmakla yetînmektir. Zira zâhire göre bunun faydası yalnız bunu kasdetmiş
olmasıdır. Meselâ. hangisini istersen diye satar; aksi takdirde eğer maksadı
toptan satmak ise her ikisinin fiyatını tâyinde bir fayda kalmaz. Bilmiş ol ki
fiyatı ayrı söylemek iki akiddir. diyenlerce ancak kıymet itibariyle fiyat
ikisine taksim edildiği zamandır. Cüz itibariyle her ikisi de taksimi kabul
ederse meselâ, bir cinsten iki yığın buğday satarsa ayrı ayrı söylemesi satışı
iki akid hükmüne getirmez. Çünkü ayrı ayrı söylemeden dahi taksim
mümkündür." Binaenaleyh ayrı söylemek muteber değildir. Nitekim musannıfın
Mecma şerhinde böyle denilmiştir. Bu güzel bir kayıddır." Bahır'ın sözü
burada sona erer. Tamamı Bahır'dadır.
METİN
Meğerki icab ve kabulü tekrarlasın; yahut
diğer razı olsun ve fiyat kile ve tartıyla satılan şeylerde olduğu gibi o mala
cüzleri itibariyle taksimi kabul etsin. Aksi takdirde satış câiz olmaz. Velevki
diğeri razı olsun. Çünkü hisseyle satış iptidaen câiz değildir. Nitekim bunu
Vânî kaydetmiştir. Yahut her birinin fiyatını ayrı beyan ederse meselâ, onları
Velevki Ebû Yusuf'la Muhammed'e göre sattım sözünü tekrarlamamış olsun. Muhtar
olan kavil budur. Nitekim Şürunbulâliyye'de Bürhan'dan naklen beyan edilmiştir.
Kabul etmedikçe icabı yapan taraf sözünden dönerse veya iki taraftan biri
meclisinden kalkarsa, racih kavle göre yürümese bile icab bâtıl olur. Nehir ve
İbni Kemâl. Çünkü bu muhayyer bırakılan, kadının muhayyerlik meclisi gibidir.
Sair temlîkler de böyledir. Fetih.
İZAH
"Meğerki icab ve kabulü tekrarlasın
ilh..." Meselâ, kileyle satılan şu malın yarısını satın aldım; desin de
diğer taraf da kabul etsin. Bu yeni bir satış olur. Çünkü her iki rüknü
mevcuddur. İlk satış bâtıl olur.
"Yahut diğeri razı olsun ilh..."
Yani icabı tekrarlamadan razı olsun;bu takdirde kabul icab olur, ötekinin razı
olması da kabul sayılır. Nitekim yukarıda geçti.
"Kile ve tartıyla satılan şeylerde
olduğu gibi cüzleri itibariyle taksimi kabul etsin ilh..." Bunun sahih
olması şundandır: Fiyat cüzleri itibariyle her ikisine taksimi kabul edince her
parçanın hissesi malûm olur.
"Aksi takdirde satış câiz olmaz
ilh..." Yani bu şekilde fiyat her ikisine taksimi kabul etmez de kıymeti
itibariyle taksimi kabul ederse -nitekim satılan mal iki köle veya iki elbise
olursa böyledir- birisini kabulle satış sahih olmaz. Velevki diğer taraf razı
olsun. Çünkü hisse satan birinin fiyatı belli değildir.
"Hisseyle satış iptidaen câiz değildir
ilh..." Bu şöyle olur: Satıcı sana şu köleyi iki kölenin kıymeti olan bin
dirhemden hissesine düşen ile sattım, der. Bu satış bâtıldır. Çünkü satış
vaktinde kıymet belli değildir. Telvîh'in eammı tahsis faslında böyle
denilmiştir. Azmiyye. İptidaen sözüyle hisseli satışda satışa ârız olan ârıza
hariç kalmıştır. Meselâ bir hânenin bütününü satar da sonra bir kısmında hak
iddia eden biri çıkar ve müşteri kalanına razı olursa satış sahihtir. Çünkü
hisseyle satışa bu hal sonu itibariyle arız olmuştur. Biliyorsun ki câiz
olmamanın yeri fiyatı ve satış sözünü tekrarlamadığı yahut sadece fiyatı tafsil
ettiği zamandır. Nitekim Hidâye sahibi buna kâil olmuştur. T.
"Bunu Vânî kaydetmiştir ilh..."
Vânî burada bir şey kaydetmemiştir.T.
"Kabul ederse ilh..." Yani satılan
mal iki köle ve iki elbise gibi kıymet itibariyle taksimi kabul eden
şeylerdense demek istiyor.
"Velevki sattım sözünü tekrarlamamış
olsun ilh..." Çünkü sırf fiyatı ayrı söylemekle pazarlık müteaddid olur.
Nitekim Hidâye'nin ibâresinden zâhirolan da budur.
"İcab bâtıl olur ilh..." Bahır
sahibi şöyle demiştir: "Hâsılı îcab ondan vazgeçtiğini bildiren bir şeyle,
iki taraftan birinin dönmesiyle veya ölmesiyle bâtıl olur. Onun için de kabul
muhayyerliği mirâs olarak intikâl etmez, dedik. Eli kesilmekle, şıranın sirke
olmasıyla, doğum sebebiyle malın artması veya helâk olması sebebiyle satılan
mal değişir. Semavî bir afetle gözü çıktıktan sonra yahut satılan köleye bir
bağışta bulunulduktan sonra olursa bunun hilâfınadır. Nitekim Muhît'ta
bildirilmiştir. Yukarıda arzetmiştik ki, kabulden önce malın kıymetini
bağışlamak satışı ibtal eder. Şu halde satışı bozan şeylerin aslı yedidir. Bu
bellenmelidir."
"Yürümese bile icab bâtıl olur
ilh..." Bazıları yerinde durdukça bâtıl olmaz demişlerdir. Bahır. Ayağa
kalkmakla îcab bâtıl olur. Velevki vazgeçmek için değil de bir maslahattan
dolayı olsun. Nitekim Kınye'de böyle denilmiştir.
Nehir sahibi diyor ki: "Meclisin
değişmesi vazgeçtiğine delâlet eden bir şeyin arız olmasıyla meselâ, bir şey
yemek gibi başka bir işle iştigâl etmekle olur. Meğerki yediği şey bir lokma olsun.
Su içmek de öyledir. Meğerki su kabı elinde bulunsun. Uyku da meclisi
değiştirir. Meğerki ikisi de oturur halde bulunsunlar. Namaz kılmak da öyledir.
Meğerki farzı yahut nafilede cilt rekâtı tamamlasın. Konuşmak hacet için dahi
olsa meclisi bozar. Zahir rivâyete göre yürümek mutlak surette bozar. Hatta iki
taraf yürürken, vasıta üzerinde giderken velevki ikisi de bir hayvanın üzerinde
bulunsunlar, satış sahih değildir. Tahâvî gibi bir çok ulema yürürken hemen
arkadaşının sözüne bitişik olarak cevap verirse câiz olur, demişlerdir. Muhît
sahibi bunun sahih olduğunu söylemiştir. Hulâsa'da ise: "Bir veya iki adım
yürüdükten sonra kabul ederse câiz olur." denilmiştir. Mecmauttefârîk
sahibi: "Biz bununla amel ederiz." demiştir. Müctebâ'da beyan
edildiğine göre bir sayılan meclis: Akdi yapan iki taraftan birinin meclisin
akdedildiği şeyden başka bir şeyle meşgul olmaması yahut vazgeçtiğini bildiren
bir harekette bulunmamasıdır. Gemi ev gibidir. Binaenaleyh onun yüzmesiyle
meclis bozulmaz. Çünkü akdi yapan taraflar onu durdurmaya kâdir
olamazlar." Bu satırlar kısaltılarak alınmıştır. Cevhere'de: "Ayakta
bulunur da oturursa meclis bozulmaz." denilmiştir. Bahır. Kezâ akdi
yapanlar oturarak uyurlarsa hüküm yine budur. Fakat ikisi de yahut ikisinden
biri uzanarak yatarsa bozulur. Fetih.
"Muhayyer bırakılan kadının muhayyerlik
meclisi gibidir ilh..." mu_
hayyer bırakılan kadından murad kocası talâkı
kadına bırakarak ona "kendini tercih et" demesidir. Barhır'da
EIHâvi'l-Kudsî'den naklen : "Satış meclisi muhayyerenin serbestîsinin
bozulduğu şeyle bozulur." denilmiştir. Bu söz daha güzeldir. Çünkü
muhayyerenin serbestîsi hassaten bulunduğu meclise münhasırdır. Kocasının
meclisine bağlı değildir. Satış bunun hılâfınadır. Çünkü o her iki tarafın
meclisine münhasırdır. Nitekim Gâyetü'l-Beyan'dan naklen Bahır'da böyle
denilmiştir.
"Sair temlîkler de böyledir.
Fetih." Fetih'de muhayyerenin serbestîsinden başka bir şey
zikredilmemiştir. Bahır sahibi diyor ki: "Satış ile kayıdlaması şundandır:
Çünkü hul ve mal mukabili köle âzâdında kocanın ve köle sahibinin ayağa
kalkmasıyla icab bozulmaz. Çünkü o bir yemindir. Ama kadının ve kölenin ayağa
kalkmasıyla bozulur. Zira onlar hakkında mal mukabili yapılan bir akiddir.
Nitekim Nihaye'de beyan edilmiştir.
METİN
İcabla kabul bulununca satış muhayyerlik
olmaksızın yürürlüğe girer. Ancak bir kusurdan veya görmeden dolayı muhayyerlik
müstesnadır. İmam Şâfiî buna muhâliftir. Fakat onun hadîsi sözlerin ayrıldığı
mânâsına yorumlanmıştır. Zira haller üçtür. Biri iki tarafın sözlerinden önce,
biri iki tarafın sözlerinden sonra, biri de iki taraftan birinin sözünden
sonradır. Birinci halde onlara alış-verişçiler demek evliyet alakasıyla
mecazdır. ikinci halde kevniyet alakasıyla mecazdır. Üçüncüdeyse hakikattır ve
ona yorumlanır.
İZAH
"İmam Şâfiî buna muhâliftir ilh..."
Bu meselede İmam Ahmed Şâfiî ile, imam Mâlik ise bizimle beraberdir. Nitekim
Fetih'de beyan edilmiştir.
"Onun hadisi" Şâfiî'nin yahut
muhayyerliğin hadisi demektir. Bu hadîsin bir çok rivâyetleri vardır. Nitekim
bunlar Fetih'de belirtilmiştir. Onlardan biri de Buhârî'deki ibni ömer (R.A.)
rivayetidir. Bu rivâyette:"Alış-verişçilere birbirlerinden ayrılmadıkça
muhayyerdirler." buyurulmaktadır. Yani satış muhayyerdir, demektir. T.
"Sözlerin ayrılığı mânâsına
yorumlanmıştır ilh..." Bundan murad icabdan sonra diğerinin satın
almıyorum demesi yahut icabı yapan tarafın kabulden önce dönmesidir. Ayrılmak
insanlara isnad sözlerinin ayrılması murad olunmak hem şeriatta hem de örfde
çoktur. Teâlâ Hazretleri : "Kendilerine kitap verilenler ancak onlara
beyyine geldikten sonra ayrıldılar." buyurmuş, Peygamber (S.A.V.) dahi:
"İsrail oğulları yetmişiki fırkaya ayrılmışlardır. Benim ümmetim ise
yetmişüç fırkaya ayrılacak." buyurmuştur. Fetih.
"Zira haller üçtür ilh..." Çünkü
iki taraf satış işiyle hakikaten meşgul olurlarsa aralarında satış tamam olur
biter; çünkü bu mecazdır. Onunla meşgul olur, yani pazarlık halindeyseler biri
icab yapınca diğerinin kabulünden önce bunlara alış-verişçiler denilebilir ve
murad bu olur. Kabul muhayyerliği de budur. Bu yorumu İbrâhim Nehaî (R.)
yapmıştır. Bu da mecazdır denilemez; çünkü diğerinin kabulünden önce sâbit olan
bir satıcıdır. İki satıcı değildir. Çünkü biz: "Bu sözün mânâsından bir
cüz'e hakikat denilebilen yerlerdendir." diyoruz. Bir de biz "Zeyd
ile Amr orada alış-veriş ediyorlar" diyenin sözünden hemen zihne gelmesi
vechiyle anlıyoruz ki, onlar satış işiyle ikisi de razı olarak meşguldürler. O
halde bu hakiki mânâ oluversin! Hakikata yormak teayyün etmiştir. Binaenaleyh
hadîs : "İki taraf bir fiyat üzerinde anlaşırlar da sonra biri îcab
yaparsa hiç kabul lâzım gelmemek şartıyla satış yürürlüğe girer. Çünkü önceden
anlaşmışlardır." şeklinde anlaşılmasının önüne geçmek içindir. Şu da var
ki, naklî ve aklî deliller mezhebimizi te'yid etmektedir.
Naklî delil Teâlâ Hazretlerinin : "Ey
imân edenler, akidleri ifa edin!" âyet-i kerîmesidir. Bu muhayyer
bırakmadan önce bir akiddir Teâlâ Hazretlerinin : "Mallarınızı aranızda
bâtılla yemeyin! Meğerki sizin tarafınızdan bir ticaret anlaşması olsun."
âyetiyse icab ve kabulden sonra muhayyerliğe bağlı olmaksızın anlaşarak yapılan
ticarete sadıktır Şu halde Allah Teâlâ müşterinin muhayyer bırakılmadan önce
yemesini mubah kıldı demektir. "Alış-veriş yaptığınız zaman şâhid
çağırın!" âyet-i kerîmesi ile şahidden faydalanmayı emrediyor; tâ ki inkâr
vaki olmasın. İcab ve kabulden sonra ve muhayyerlikten önce o muameleye
alış-veriş denilebilir. Daha önce muhayyerlik ve geçersizlik sâbit olsa bu
âyetleri mânâsız bırakmak lâzım gelir.
Aklî delile gelince: Bu iş nikah, hul, köle
âzâdı ve köleyi mükâteb yapmaya kıyas olunur. Bu saydıklarımızın her biri bedel
mukabilinde bir akid olup meclis muhayyerliği olmaksızın sırf rizaya delâlet
eden sözle tamam olurlar. Satış da öyledir. Tamamı Minah ile Fetih'dedir. T.
"Evliyet alâkasıyla mecazdır
ilh..." Bundan murad bir şeyi varacağı netice ve âkıbetle anmaktır. T.
"Kendimi şarap sıkarken gördüm." âyet-i kerîmesi bu kabîldendir.
Sıkılan şıra sonunda şarap olacağı için üzüm sıkmaya şarap denilmiştir.
"Kevniyet alâkasıyla mecazdır
ilh..." Bundan murad bir şeyi önceden bulunduğu halle anmaktır.
"Yetimlere mallarını verin!" âyet-i kerîmesi bu kabîldendir.
Yetimlerin malları ancak yetimlikten çıktıktan sonra verilir. Fakat bunlar
evvelce yetim bulundukları için şimdi de kendilerine yetim denivermiştir.
METİN
Satış tamam olmak için satılan malın
mikdarını, fiyatını, fiyatın sıfatını -meselâ Mısırlı yahut Şamlı olduğunu-
işaret etmeden bilmek şart kılınmıştır.
İZAH
"Satılan malın mikdarını ve fiyatını
ilh..." Meselâ, bir ölçek buğday ve beş dirhem para yahut bir kaç ölçek
buğday diye bilmek şarttır. Mikdarı bilinmeyen mal bundan hariçtir. Bundan
murad malın fahiş bir şekilde bilinmemesidir. Böyle bir satış sahih olmaz.
Fahiş şekilde diye kayıdlamamız ulemanın şu sözlerinden dolayıdır: "Satıcı
bu köyde veya bu hânede ne varsa hepsini satar da müşteri orada ne olduğunu
bilmez satış sahih olmaz. Çünkü meçhûl kalan cihet çok fazladır. Ama şu odadaki
veya şu sandıktaki, şu çuvallardaki malların hepsini sattım, derse satış sahih
olur. Zira bilinmeyen ciheti azdır.
Kınye sahibi şöyle demektedir:
METİN
Asıl şudur ki; bu faslın meseleleri iki kaide
üzerine bina edilmiştir. Bunlardan birinciyi musannıf şu sözüyle ifade
etmiştir: "Hânede bulunan her bina yani örfen satılan mal adı verilen her
şey zikredilmeden satışda dahildir." İkinciyi de şu sözüyle zikretmiştir:
"Yahut ona bitişik ve tabî atan her şey satışında dahildir." Yani
satılan mala ayrılmayacak şekîlde bitişik olan her şey satışda dahildir. Bundan
murad insan ayırsın diye yapılmayan şeydir. Böyle değilse satışta dahîl
değildir.
İZAH
"Asıl" lügatta temel demektir.
Kaide de temel mânâsına gelir. Istılahda ise zabit mânâsındadır ki, bundan
murad bütün cüzîlerine tatbik, edilebilen küllî şeydir. Burada murad bu
fasıldaki meselelerin istinad ettiği esastır.
"İki kaide" diyeceğine Dürer
sahibinin yaptığı gibi üç kaide dese daha iyi olurdu. Dürer'de şöyle
denilmiştir: "Üçüncüsü bu iki kısımdan olmandir ki, satılan malın hukuk ve
faydalarındansa zikretmekle Satılan mala dahil olur, zikredilmezse dahil
olmaz." Bunu şârih dahi her iki kısımdan değilse ilh... Sözüyle ifade
etmiştir. T.
"Ayrılmayacak şekilde bitişik olan"
Sözünde tabîi olanlarla sonradan yere ve hâneye konulan taşlar dahildir. Yere
gömülenler dahil değildir. Buna ulemanın şu sözleri delildir: "Bir kimse
bütün hukuku ile bir yer satın alır da içinden bir duvar yıkılırsa duvardaki
kurşun, hatıl ve odun gibi şeyler duvarım temelinde bulunuyorsa satışa
dahildir. Muhafaza için muhafaza satıcınındır. Satıcı bu benim değildir derse
bulunan eşya hükmündedir." Muhafaza için konmuşsa sözünde gömülen taşlar
da dahildir. Memleketimizde çok rastlanan bir şeydir ki, birisi bir yer veya
hane satın alır. Orasını kazınca mermer, balat ve taş gibi şeyler çıkar. Bunların
hükmü binada çıkarsa müşterinin, aksi takdirde satıcının olmaktır. Bu çok boşa
gelir. Şimdi şu kalır: Satıcı bunlar sonradan gömülmüştür. satışta dahil
değildir diye iddia eder. Müşteri ise binadan olduğunu söylerse her ikisine
yemin verdirilir diyenler vardır. Çünkü bu, satılan malın mikdarında ihtilâf
kabîlindendir. Satıcının sözü tasdik edilir diyenler de vardır. Çünkü
ihtilâfları akde girmeyen tâbî hakındadır. Akde giren şeylerde iki tarafın
yemini kıyasa muhâlif olarak sübut bulmuştur. Binaenaleyh başkası ona kıyas
edilemez. Satıcı bunların milkinden çıktığını inkâr etmektedir. Asıl olan da
milkinde kalmasıdır. Bu satırlar Hayreddini Remlî'nin Minah hâşiyesinden hülasa
edilmiştir.
"İnsan ayırsın diye yapılmayan
şeydir." Binaenaleyh ağaç bunda dahildir. Nitekim gelecektir. Zira ağaç
yerde kalmak üzere yere bitişmiştir. Bundan yalnız kuru ağaçlar müstesnadır.
Çünkü onlar çıkarılmak için dururlar. Nitekim gelecektir. Ekin satışda dahil
değildir. Çünkü ayrılmak için bitişmiştir. Binaenaleyh evdeki eşyaya benzer.
Nitekim Dürer'de belirtilmiştir. Anahtar satışda dahildir. Çünkü binaya bitişik
olan kîlide tâbîdir ve onun bir cüz'ü gibidir. Zira anahtar olmazsa kilidden
istifade edilemez. Bitişik olmayan kilidin anahtarı bunun hilâfınadır. Nitekim
gelecektir.
Hâsılı menkûl ve bitişik olmayan eşya satılan
mata tâbi olup onsuz istifade mümkün değilse onun cüzü gibidir ve ineğin süt
emen yavrusuna benzer. Eşek yavrusu bunun hilâfınadır. O, eşeğin canı ve
kölenin elbisesi gibi bazen örfen satışda dahil olur.
"Böyle değilse satışta dahil
değildir." Şârih bu ifadede Dürer sahibine uymuşdur. Münasip ölen bunu
zikretmemektir. Tâ ki ondan sonra gelen her iki kısımdan değilse ifadesinde
tafsilât sahih olsun.
METİN
Her iki kısımdan değilse bakılır: Satılan
malın hukuk ve faydalarındansa pazarlıkta zikredildiği takdirde satışda
dahildir. Aksi takdirde dahil olamaz. Şu halde bina ve binaya bitişik kilitler
ve sürmeler gümüşden bile olsalar satışda dahildir. Bitişik olmayan kilit
satışda dahil değildir. Binaya bîtişik olan merdiven, sedir ve bitişik dolap,
yerde çakılı değirmen, kuyunun makarası hânenin satışında dahildir. Kova ve ip
gibi şeyler alet ve edevatıyle sattım demedikçe hânenin satışında dahil
değildir.
İZAH
"Hukuk ve faydalarındansa" Sözü
aynı mânâya gelen iki kelimeyi birbiri üzerine atıf kabîlindendir. Bundan murad
satılan mala tâbî olup bulunması mutlaka lâzım ve satış ancak onun için
kasdedilen yol ve arazı için su gibi şeylerdir. Nitekim hukuk babında inşaallah
gelecektir.
"Aksi takdirde dahil olamaz." Yani
satılan malın hukuk ve faydalarından değilse zikredilmiş bile olsa satışa dahil
değildir. Binaenaleyh ağacı satmakla meyvası satışa dahîl olmaz. Çünkü meyvanın
ağaca bitişmesi tâbîi de olsa üzerinde kalmak için değil ayrılmak içindir. Şu
halde ekin gibidir. Meğerki içinde bulunan yahut bu maldan sayılan her şeyiyle
sattım desin. O zaman satılan maldan sayılır. Nitekim Dürer'de bildirilmiştir.
"Şu halde bina ve binaya bitişik
kilitler ilh..." Kezâ binanın üst katı ve hela satışda dahildir. Nitekim
Dürer'de beyan edilmiştir. Aşağıda gelen hanenin satışında sözü satışa girer
ifadesine bağlıdır. Yani hâneyi hududuyla satarsa her hakkıyle yahut her
faydasıyla sattım demese bile bu zikredilenler satışta dahildir. Nitekim
Dürer'de bildirilmiş ve şöyle denilmiştir: "Çünkü hâne hududla çevrilmiş
olan yerin ismidir. Üst kat ve kezâ bina hanedendir." Sonra Dürer sahibi
sözüne şöyle devam etmiştir: "Hanenin satışında çıkma, yol, su ve su
hendeği gibi şeyler dahil değildir. Bunlar ancak her hakkıyla ve benzeri bir sözle
satışa dahil olurlar. Çünkü çıkma hanenin yolu üzerînde binanın hava boşluğuna
yapılmıştır ve bina hükmüne girer. Yol. su ve hendek gibi şeyler hânenin hududu
dışında olsalar da onun hukukundandır. Binaenaleyh zikredilirse satışa dahil
olurlar, ama îcaraverirken zikretmeden de dahildirler. Çünkü icar faydalanmak
için yapılan bir akiddir. Bunlarsız faydalanma olmaz. Satış onun hilafınadır.
Zira bazen ticaret için olabilir."
Ben derim ki: Zahîre'de şu ifade
kuşanılmıştır: "Kaide şudur: Hânenin binasından veya ona bitişik olmayan
bir şey satışda dahil değildir. Meğerki örf ve âdete göre satıcı bunları
müşteriye men etmesin. Anahtar istihsanen satışta dahildir. Kıyasen dahil
olmaz. Çünkü binaya bitişik değdir. Biz örfün hükmüne göre onun satışda dahil
olduğunu söylüyoruz." Bu satırda: kısaltılarak alınmıştır. Bu sözün
muktezasınca bizim memleketimiz Şam'da hânenin suyu satışda dahildir. Çünkü bu
hususda örf vardır. Hatta Kahire'nin örfüne göre ayrı merdivenden evlâ olmak
üzere satışda dahildir. Çünkü Şam diyarında bir hânenin akarsuyu varsa su
tamamiyle kesildiği vakit o haneden istifade edilmez. Müşteri de suyundan
istifade etmeyeceğini satıştan sonra öğrenirse satışa razı olmaz. Ancak suyu
dahi olsun diye pek az bir para verir. Bu hususda sözün tamamı bizim "Neşru'l-Arf..."
adlı risalemizden.
"Binaya bitişlik olan merdiven"
Kahire örfüne göre mutlak surette satışda dahîl olmak gerekir. Çünkü Kahire'nin
evleri kat kattır. Bunsuz onlardan istifade edemez. Buna yolun satışda dahil
olmamasıyla itiraz edilemez. Çünkü yol olmazsa evden faydalanmak mümkün
olmamakla beraber bazen yolun kendisi şuf'a ile olmak için maksud olur. Onun
için icareye zikredîlmeden dahildir. Nitekim gelecektir. Bahır. Yani yeri
kiralamaktan maksad ancak yolundan faydalanmak içindir. Onun için kira meselesinde
yol dahildir. Satış bunun hilâfınadır. Lâkin bunun cevabı bozduğu meydandadır.
Çünkü şöyle itiraz edilebilir: "Kahire'nin evlerinde yapma merdiven dahil
değildir. Çünkü bazen ev satılırken şuf'ayla alınmak istenir. Binaenaleyh
merdivenin kendisiden faydalanmak maksud değildir ki, eve tabî olarak satışa
dahil olsun."
METİN
Bahçesi de öyledir. Nitekim istihkak bâbında
gelecektir. Hamamın satışında kazanlar dahildir, taslar dahil değildir. Eşeğin
satışında şayet hayvanı çiftçilerden ve köylülerden satın alırsa semeri
dahildir. Eşek canbazlarından alırsa dahil değdir. Boynuna takılan çanı örfen
satışda dahildir. İneğin süt emen buzağısı satışda dahidir. Eşek satışındıysa
yavrusu emsin emmesin dahil değildir. Bununla fetva verilir. Köle ve cariye
satışında elbiseleri dahildir. Yani giydikleri elbisenin misli dahildir. Satıcı
aynı elbiseyi vermekle başkasını vermek arasında muhayyerdir. Meğerki satıcı
teslim etmiş veya müşteri teslim almış da satıcı ses çıkarmamış olsun.
Meselenin tamamı Sayrafiyye'dedir.
İZAH
Bahçesi de öyledir." Yani hanenin hududu
içindeyse büyük de olsa dahildir. Dışındaysa dahil değildir. Velevki kapısı
hâneye açılsın. Bunu Ebû Süleyman söylemiştir. Fakîh Ebu Cafer ise:
"Hâneden daha küçük olup, kapısı hâneye açılırsa dahildir. Hâneden daha
büyük veya onun kadarsa dahil değîldir." demiştir. Bazıları bahçe küçükse
satışta dahildir, büyükse dahil değildir demiş; birtakımları da fiyatın hakem
kılınacağını söylemişlerdir. Fetih.
"İstihkak bâbında gelecektîr."
Doğrusu hukuk bâbında gelecektir. İbâresi şöyledir: "Hâne içindeki bahçe
de öyledir. Velevki açıkça söylemesin. Dışındaki bahçe ise satıştan hariçdir;
meğerki hâneden daha küçük olsun. O zaman hâneye tâbî olarak satışda dahildir.
Hâne kadar yahut daha büyük olursa ancak şart koşmakla dahil olur. Zeylai ve
Aynî." Bahır ve Nehir sahipleri dahi o bâbta buna kesinlikle kâil
olmuşlardır.
"Kazanlar dahildir." Bundan murad
içinde su ısıtılan kazanlar veya havuzlardır. Lakin bunlar binaya bitişikse söz
yoktur. ,ondan ayrı olup sonradan konmuşlarsa nakil ve değiştîrmesi mümkün
olmayacak derecede büyük oldukları takdirde zâhire göre binaya bitişik
hükmündedirler. Aksi takdirde bitişik hükmünde olmazlar.
Fetih sahibi diyor ki: Boyacı küplerine,
çamaşırcıların leğenlerine, zeytincilerin kaplarına ve küplerine,
çamaşırcıların üzerinde çamaşır düğdükleri ağaç kütüklerine gelince: Bunların
her biri yerde çakılıysa satımda dahi değildir. Ama bütün hukukuyla derse bence
satışda dahil olmak gerekir. Nitekim faydalarıyla aldım demesi de
böyledir."
Ben derim ki: Hatta Zahîre'den naklen
Tatarhâniyye'de şöyle denilmiştir: "Makara ve merdiven meselesine kıyasen
binada çakılı olan bu gibi şeylerin satışda dahil olması gerekir." Yani
bütün haklarıyla aldım demese bile dahildir, demek istemiştir.
"Semeri dahildir." Fukahânın
sözlerine bakılırsa semerle palan ayrı ayrı şeylerdir. örfe göre palanın
üzerindeki semerdir. Bahır.
"Eşek canbazlarından alırsa dahil
değildir." Bu sözle şârih galiba onların adetlerine işaret etmiştir. çünkü
onların âdeti eşeği semersiz satmaktır. T.
Ben derim ki: Bunu Tatarhâniyye'nin :
"Bu örfe göredir." sözü de teyid eder. Yine Tatarhâniyye'de
bildirildiğine göre bir kimse semerli bir eşek satarsa, örf hükmünce semer ve
palan satışda dahildir. Zahîriyye'de: "Muhtar olan bu kavildir."
denilmiştir. Hayvanın üzerinde semer ve palan yoksa bunlar yine satışda dahil
olur. Sadru'ş-Şeh'id bunu tercih etmiştir. Bazıları hayvan çıplak olursa
satışda başka bir şey dahil olmadığını söylemişlerdir. Hâniyye'de İbnul
Fadl'ın: "Satışa dahil değdir." dediği, semerli olup olmaması
arasında fark göstermediği bildirtmiştir. Zâhir olan da budur. Sonra patanla
semer satışa dahil olurlarsa hayvanın kıymetinden onlara bir şey ayrılmaz.
Nitekim cariyenin elbiselerinde de hüküm budur,.
"Çanı örfen dahildir." Zahîriyye'de
şöyle denilmiştir: "Bir kimse at satarsa örf hükmünce yular satışda
dahildir. Yular yedek bir şeydir." Lâkin Hâniyye'de eşeğin satışında yedek
dahil olmadığı bildirilmiştir. Çünkü eşek yedeksiz de yedilebilir. Atla deve
bunun hilâfınadır. Fetih sahibi:"Buhususta düşünülmelidir." diyor.
"Eşek satışındaysa ilh..." İnekte
eşek arasında fark: Buzağı olmazsa inekten istifade edilememesidir. Eşek böyle
değildir. Zahiriyye.
"Köle ve cariye satışında elblseleri
dahildir." Bu aynı elbisenin içinde satıldıklarına göredir. Aksi takdirde
yalnız avret yerini örten elbise satışda dahildir. Bahır'da şöyle denilmiştir:
"Bir kimse bir köle veya cariye satsa, elbise namına satıcıya vermesi
lâzım gelen mikdar avret yerini örtecek kadardır. Şayet cariye giydiğinin misli
bir elbise içinde satılırsa satışda dahildir. Fetih'de : "Elbisenin misli
satışda dahil olması örfün hükmüne göredir." denilmiştir. Tatarhâniyye'de
de aynı şey vardır. Şu halde hüküm örfe göredir.
"Satıcı aynı elbiseyi vermekle başkasını
vermek arsında muhayyerdir." Çünkü örfen satışa dahil olanın elbisenin
mislidir. Onun İçin elbisenin fiyattan bir hissesi yoktur. Hatta cariyenin bir
elbisesine hak sahibi çıksa satıcıdan bir şey isteyemez. Keza elbiseyi kusurlu
bulursa iade etmeye hakkı yoktur. Zeylai. Bahır'da şu cümle ziyade edilmiştir:
"Elbise müşterinin etinde helâk olur veya kusurlanır da sonra cariyeyi bir
kusurundan dolayı kıymetinin bütünüyle döner." Zeylaî'nin "satıcıdan
bir şey isteyemez" sözümü bazı ulema kıymetinden bir şey isteyemez
mânâsına almışlardır. Elbisenin mislini istemeye ise hakkı vardır. Nitekim
ulemanın sözlerinden anlaşılmaktadır.
Tatarhaniyye'de şöyle denilmiştir: "Kazâ
cariyede bir kusur bulur da onu iade ederse. onunla beraber elbisesini de iade
eder. Velev ki elbisede kusur bulunmasın."
"Veya müşteri teslim almış da satıcı ses
çıkarmamışsa ilh..." Bu takdirde teslim etmiş gibi olur. Bunu
Sayrafiyye'den naklen Minah sahibi söylemiştir. Tatarhâniyye'de şöyle
denilmektedir: "Satıcı zînetleri cariyeye teslim etmişse bunlar cariyenin
olur. Gördüğü halde istemeyip ses çıkarmazsa, bu zînetleri cariyeye testim
etmek gibi olur." Yine Tatarhâniyye'de Muhît'ten naklen şöyle denilmiştir:
"Elinde mal bulunan bir köleyi satarsa, maldan söz etmediği takdirde satış
caizdir. Mal satıcıya aiddir. Sahih olan budur. Eğer köleyi malıyla birlikte
satar da mikdarını bildirirse bakılır: Kölenin kıymeti o malın cinsinden ise
kölenin kıymet; malından mutlaka fazla olmak gerekir. Tâ ki kölenin malına
karşılık o mikdar kıymet bulunsun. Geri kolan kölenin karşılığıdır."
Tamamı Tatarhâniyye'dedir.
METİN
Dikili Olursa yerin satışında ağaç
zikretmeden dahildir. Bu, her iki meselenin kayıtlıdır. Zikredilirse
evleviyetle dahil olur. Ağacın yemişli veya yemişli, küçük veya büyük olması
fark etmez. Yalnız kuru ağaç müstesnadır. Çünkü o sökülmek için durur. Fetih.
Dikilmiş ağaç bina gibidir Çünkü yerinde karar kılmaktadır. Ağaçların içinde
küçükleri bulunursa bahar mevsiminde sökülür. Bunlar, kökünden sökülürse
satışta dahil, yeryüzüden kesilirse dahil değildir. Meğerki şart koşulsun.
Meselenin tamamı Vehbâniyye şerhindedir. Kınye'de şöyle denilmektedır:
"Bir kimse bağ satın alırsa, yere çakılmış kazıklara bağlı olan ipler
satışda dahil olur. Kökleri yerde gömülü asma direkleri de öyledir ki, asmanın
dalları bunların üzeride bulunur. Erz-i Halil'de bunlara asma direği
denilir."
İZAH
"Ağaç zikretmeden dahildir ilh..."
Muhît'te şöyle demiştir: "Gövdesi olup kökü kesilmeyen her şey ağaç olup
yer satılırken zikredilmeden satışda dahildir. Bu sıfatta değilse zikredilmeden
satışa dahil olmaz. Çünkü yemiş mesabesindedir." Bunu Tahtâvî Hindiyye'den
nakletmiştir.
"Bu, her iki meselenin kaydıdır."
Birinci meseleden murad bina ve ona atfolunan şeylerdir. İkinciden murad da
ağaçtır. T.
"Yemişli veya yemişsiz olması fark
etmez." Çünkü imam Muhammed bunların arasında fark yapmamıştır. Küçükle
büyük orasında da fark yoktur. Binaenaleyh hak olan hepsinin satışa dahil
olması idi. Bazıları buna muhalif olarak: "Yemiş vermeyen ağaç
zikredilmezse satışda dahî değildir. Çünkü o katmak için değil ağacı büyüdüğü
vakit kesmek için dikilir. Şu halde ekin gibidir." demiş, birtakımları da
küçük ağacın satışta dahil olmadığını söylemişlerdir. Fetih. Tatarhâniyye'de
Muhît'ten naklen tafsilât vermemenin daha doğru olduğu kaydedilmiştir.
Ben derim ki: Lâkin Zahîrede : "Asma
çardakları, ağaçlar ve binalar satışda dahildir. Çünkü bunların sonu için malûm
bir müddet yoktur. Binaenaleyh bunlar ebedî kalmak üzere dikilmişlerdir ve yere
tâbî olurlar. Ekinle yemiş bunun hilâfınadır. Çünkü onları kesmenin malûm bir
zamanı vardır. Onun için kesilmiş gibidirler." denilmiştir. Bu satırlar
kısaltılarak alınmıştır. Bunun muktezası kesmek için yetiştirîlen yemişsiz
ağacın ekin gibi olmasıdır. Meğerki bunun malûm bir sonu yoktur, denilsin. .
"Çünkü o sökülmek için durur."
Binaenaleyh oraya konulmuş odun gibidir. Fetih.
"Ağaçların içinde küçükleri bulunursa
ilh..." sözünü Fetih sahibi Hâniyye'den nakletmiştir. Ama az ileride
küçüklüğün ve her sene kesilmenin bir kayıd olmadığı görülecektir.
"Yeryüzünden sökülürse dahil
değildir." Çünkü o zaman meyva gibi olur. Nitekim az ileride yapacağımız
izahattan anlaşılacaktır.
"Tamamı Vehbâniyye şerhindedir."
Hülâsası şudur: Vâkıât'ta açıklandığına göre kamış şartsız olarak satışda dahil
değildir. Çünkü kesilen şeylerdendir. Binaenaleyh meyva mesabesindedir. Tarsûsî
kesmekle yapılan talilden atarak kayak ve benzeri malûm vakitlerde kesilen
ağaçların satışa dahil olmadığını söylemiştir. Talebesi ibni Vehbân ise onunla
münakaşa ederek: "Kamış her sene kesilir. Binaenaleyh yemmiş gibidir.
Kayak ağacı ise öyle değildir. Onu bu hükme katmakta bir mânâ yoktur."
demiştir. Lâkin yine Vâkıât'ta bildirildiğine göre yerde üç senede bir
kesilenağaçlar bulunursa, bunlar kökünden çıkarıldığı takdirde satışda
dahildir. Yeryüzünden kesilirse dahil değildir. Çünkü bu takdime yemiş
mesabesindedirler.
İbni şihne diyor ki: "Bunda illetin
köküyle satılan ağaç olmasına işaret vardır. Bu yemiş gibi değildir. Kökü yerde
kalıp yeryüzünden kesilen bunun hilâfınadır. Çünkü meyve gibidir."
Ben derim ki: Hâsılı kalmak için dikilen ağaç
ki ondan maksad yemiş vermesidir, satışda dahidir. Ancak kurur do odun olursa
dahil olmaz. Nitekim yukarıda geçti. Ama yemiş vermeyen ve kesmek için dikilen
ağacın kesîlmek için malûm bir vakti yoksa o do dahil değildir. Bahar
günlerinde veya üç senede bir kesilmek gibi muayyen bir vakti varsa bu zikri
geçen tafsilâta göredir. Malûmdur ki, kavağı kesmek için malûm bir müddet
yoktur. Şunu da bil ki, Bahır'da ve kezâ Vehbâniyye şerhinde Hâniyye'den naklen
bildirildiğine göre bir kimse içinde yonca veya safran yahut söğüt ağacı
bulunup da üç senede bir kesilen yahut kokulu çiçek veya sebze ekili bir yer
satarsa Fazlı: "Yeryüzündeki kısım meyve mesabesindedir. şartsız satışda
dahil değildir. Yerin içindeki kökleriyse dahildir. Çünkü kökleri kalmak için
olup bina mesabesindedir." demiştir. Yerde kamış veya ot yahut
kendiliğinden bitmiş odun bulunursa kökleri satışda dahildir. Yeryüzündeki
kısımları dahil değildir. Söğüdün kökleri hakkında İhtilâf edilmiştir. Sahih
kavle göre bunlar satışda dahil değildir.
"Kökleri yerde gömülü asma direkleri de
öyledir." Minah'da şöyle denilmiştir: "Gömülü diye kayıtlaması
gösterir ki, yere konulanı satışda dahil değildir. Çünkü asma üzerine konulmuş
odun mesabesindedir. Bu mesele fetva vak'ası olmuştur veyere gömülüyse
satılanda dahildir, diye fetva verîlir.
METİN
Nehir'de bildirildiğine göre satışa tâbi
olarak giren şeye karşı para yoktur. Çünkü o vasıf gibidir. Bunu musannif
istihkâk bâbında selemden az önce beyan etmiştir. Yer satışında zikredilmeden
ekin dahil değildir. Meğerki o yerde kendiliğinden bitmiş kıymeti olmayan bir
şey olsun. Bu takdirde esah kavle göre satışda dahildir. Mecma şerhi.
İZAH
"Nehir'de" şöyle denilmiştir:
"Onun için Kınye sahibi şunları söylemiştir: Bir kimse bir hâne satın alır
da binası yıkılırsa kıymetten bir şey düşmez. Hak sahibi çıkarsa o haneyi
hissesine düşenle alır. Ulemadan bazıları ikisinîn de bir olduğunu
söylemişlerdir." Cariyenin elbisesi de bunun gibidir. T. Kâfî'de
bildirildiğine göre bir adam boş araziye sahip olur da orada başkasının hurma
ağaçları bulunursa yer sahibi ötekinin izniyle o yeri bin dirheme sattığında
her ikisinin kıymetleri beşeryüz dirhem olursa, alman para aralarında yarıya
bölünür. Müşteri teslim almadan hurmalık semavî bir afet sebebiyle helâk
olursa, müşteri kıymetin bütünüyle yeri alıp almamakta muhayyerdir. Çünkü
hurmalık vasıf gibidir. Alınan para aslın karşılığındadır, vasfın karşılığında
değildir. Onun için kıymetten hiç bir şey düşmez. Bahır sahibi bunu ayrı ayrı
her ikisinin kıymetini söylememişse diye kaydetmiştir. Söylerse helâk olan
hurmalığın hissesine düşen para sâkıt olur. Telhisü't-Cami'de böyle
denilmiştir.
T E N B İ H : Ebussûud Hâşiyesi'nde beyan
edildiğine göre ulemanın sözlerinden şu anlaşılmıştır: Satılan hânenin
kapısında gümüşten kulp bulunuyorsa onun hissesine düşen parayı iki taraf
birbirlerinden ayrılmadan saymak şart değildir. Çünkü satışda o tabi olarak
dahildir. Bu sarf bâbında gelecek meselenin karşısında müşkil değildir. O
meseleden murad gerdanlığı ile satılan cariye ve zînetiyle satılan kılıçtır.
Çünkü gerdanlıkla zînetin satışda dahil olması tabiî değildir. Gerdanlık
cariyeye bitişik değdir. Zînet kılıca bitişik olsa da kılıç kelimesi zînetin de
adıdır. Nitekim sarf babında gelecektir Binaenaleyh zînet kılıcın
müsemmasındandır. Bu malûm olunca bez ve emsalindeki çizgilere karşı fiyattan
pay ayırmak şart olmadığı anlaşılır. Zamanımızın bazı âlimleri ayrılacağını
tevehhüm etmişlerdir. Çünkü çizgi satılan malın müsemmalarından değildir. Şu
halde onun satışa dahil olması tâbî olmak suretiyledir. Malın kıymetinden ona
hisse ayrılmaz.
Ben derim ki: Ebussûud'un kulb meselesinde
söylediklerini kabul etmiyoruz. Bu meselenin izahinı inşaallah sarf bâbında
yapacağız.
"Ekin dahil değildir ilh..." sözü
mutlaktır. O yerde hiç bir nebat bitmemesine de şâmildir. Çünkü o zaman
kalburla olması ve ekinin çürümesi hallerine de şâmildir. Fazlî'nin ve ona
uyarak Zahîre sahibinin tercihine göre o zaman ekin müşterinin olur. Çünkü
ayrıca satması mümkün değildir. Ebulleys ise mutlakla amel etmiştir. Nehir.
Fetih sahibi: "Fakîh Ebu'lleys'in tercihine göre hiç bir halde satışda
dahil değildir." demiştir. Nitekim musannıfın mutlak sözü de bunu ifade
eder.
"Kendiliğinden bitmiş, kıymeti olmayan
bir şey olsun." Hidâye sahibi bu meselede tercih yapmaksızın iki kavil
zikretmiştir; Tecnis'de ise satışta dahil olmasının doğru olduğu
bildirilmiştir. Nitekim Kudûrî ve İsbîcâbi bunu nassan bildirmişlerdir.
Buradaki hilâf hayvanlar otlamadan ve biçilmeden satması câiz olup olmaması
hususundaki ihtilâfa mebnîdir.
Fetih sahibi diyor ki: "Yani satması
câiz değildir diyen dahil olduğunu. câizdir diyen dahil olmadığını söylemiştir.
Gizli değildir ki. her iki ihtilâf kıymetten düşüp düşmemesine mebnîdir. Çünkü
satışı câiz değil ve satışda dahil değil diyenlerin sözleri kıymetten düşmesine
mebnîdir. En iysi bırakır ümidiyle satışın câiz olmasıdır. Nasılki eşeğin
yavrusu doğar doğmaz yaşar ümidiyle satılabilir. Binaenaleyh ikinci halde ondan
faydalanabilir." Fetih sahibininin sözü burada biter. Zâhirine bakılırsa o
satışa girmemesini tercih etmiştir. Çünkü satılması câiz olacağı
ihtiyaretmektedir. Sirâc sahibi dahî bunu açıklamış ve şöyle demiştir:
"Yeri nebat bittikten sonra hayvanlar otlamadan ve orakla biçilmeden
satarsa, bu hususda iki rivâyet vardır. Sahih olana göre söylemeden satışda
dahil değildir. Hilâfın menşeî satılması caiz olur mu olmaz mı meselesidir.
Sahih kavle göre câizd'ir."
Hâsılı burada dört suret vardır. Çünkü satış
ya nebat bittikten sonra yahut bitmeden önce yapılacaktır. Her iki hale göre ya
kıymeti hâiz olur yahut olmaz. Bunların hiç birinde satışa dahil değildir.
Lâkin hilâf kıymeti olmayan nebat bitmeden veya bittikten sonra dahil olmaması
hakkındadır. Nebat bittikten sonra esah kavil satışa dahil olmasıdır. Nitekim
şarih de böyle demiştir. Hatta gördün ki doğrusu da budur. Fetih sahibinin
sözünden anlaşılan dahil olmamasıdır. Sirâc'da da böyle açıklanmıştır. Kezâ
birincide de tercih muhteliftir. Fazlı dahil olduğunu, Ebulleys ise olmadığını
tercih etmişlerdir. Nasılki bunu Nehir ve Fetih'den naklen yukarıda arzettik.
Şârihin yalnız ikinciyi istisna ile yetinmesi birincide Ebulleys'in ihtiyar
ettiğini tercih mânâsına gelir. Lâkin Fetih'den naklen arzettik ki Ebulleys'in
tercihine göre hiç bir halde satışa dahil değildir. Nitekim Hidâye sahibinin
mutlak olan sözü de bunu gösterir. Bunun zâhirine göre dört suretin hepsinde
satışda dahil değildir. Bahır'da burası izah edilirken Sirâc sahibinin yukarıda
geçen sözü kusurlu anlatılmıştır Zikredilen dört suretteki hilâfı beyan ederken
dahî kusur etmiştir. Doğrusu bizim söylediğimizdir. Nitekim ben bunu Bahır
üzerine yazdığım hâşiyede izah ettim.
T E N B İ H : Satışla kayıdlaması yer
rehnedilirse ağaç, meyva ve ekin satışta dahil olacağı içindir. Yer
vakfedilirken bina ve ağaç vakıfda dahildir. Ekin dahil değildir. Kezâ bir
kimse üzerinde ekin veya ağaç bulunan yeri ikrar etse bunlar dahildîr, ama
yerin ikalesinde ekin dahil değildir. Tamamı Bahır'dadır.
METİN
Ağacın satışında şart koşulmazsa meyva dahil
değildir. Musannıfın burada şart koşulmazsa demesi yukarıda ise zikredilmeden
tâbirini kullanması aralarında fark olmadığını ifade etmek içindir. Bu şart
satışı ifsad etmez. Onu meyvaya tahsis etmesi Peygamber (S.A.V.)'in :
"Meyva satıcısınındır. Meğerki satın alan onu şart koşmuş olsun."
Hadîs-i şerifine uymak içindir. Satıcıya her ikisini yani gerek ekini gerekse
meyvayı keserek sattığı malı teslim etmesi emrolunur. Yani yeri ve ağacı teslim
icab ettiğinde böyle yapılır. Parasını saymamışsa kendisine bu emrolunmaz.
Hâniyye. Velevki ekinle meyvanın kemale gelmeleri zâhir olmasın. Çünkü
müşterinin milki satıcının milkiyle meşguldür. Onu boş olarak teslime mecbur
edilir. Nitekim bir adama hurmalık vasiyet eder de hurmalar henüz koruk
bulunursa, mirâsçıları koruk hurmayı kesmeye mecbur edilir. Muhtar olan rivâyet
budur. Valvalciyye.
İZAH
"Meyva dahil değildir." Meyvadan
murad ağaçtan çıkan mahsüldür. Velevki yenilmesin. Misvak ağacının yemişi,
böğürtlenin yemişi, üzüm bağının yemişi denilir. Fetih'de bildirildiğine göre
yemiş tâbirinde gül, yasemin ve emsali kokulu çiçekler dahildir. Nehir. Bu söz
ağaçla beraber yerin veya yalnız ağacın satılmasına şâmildir. Kıymeti olsun
olmasın fark etmez. Bahır.
"Aralarında fark olmadığını ifade etmek
içindir." Yani ekin veya meyva demesi; fark etmez. Ben şu yeri sana
ekeniyle sattım yahut şu ağacı meyvasiyle birlikte sattım diyebilir. Bunu şart
şeklinde söylemesi de fark etmez Meselâ; sana bu yeri ekini senin olmak üzere
sattım diyebilir. Minah'da böyle denilmiştir. Bahır'da da böyledir.
"Onu meyvaya tahsis etmesi" Yani
şartı meyva meselesinde zikredip ekin meselesinde zikretmemesi zikri geçen
hadîse uygun olmak içindir. Halbuki bunun aksini yaparsa yine câizdir. Bu
hadîsle imam Muhammed meyvanın aşılanmış veya aşılanmamış olması arasında fark
bulunmadığına istidlâl etmiştir. Gerçi Kütüb-ü Sitte'de rivâyet edilen bir
hadîsde: "Bir kimse aşılanmış hurma satarsa meyva satana aiddir. Meğerki
müşteri şart koşmuş olsun." buyurulmuşsa da o rivâyet buradakine değildir.
Çünkü bize göre sıfatın mefhumu muteber değildir. Birinci hadîs gariptir
diyenler olmuşsa da bu söze şöyle cevap verilmiştir: Müctehidin bîr hadîsle
istidlâl etmesi onu sahih kabul etmek olur. Nitekim Tahrir ve diğer kitablarda
belirtilmiştir.
Evet, Fetih'in şu sözüyle itiraz olunabilir:
"Burada mutlakı mukayyed üzerine hamletmek vâcibtir. Çünkü bir hâdisede ve
bir hükümdedir." Sonra buna şöyle cevap vermiştir: "Ulema mefhumla
kıyas birbirlerine karşı gelirlerse kıyasın tercih edileceğini söylemişlerdir.
Burada da meyvayı ekine kıyas etmişlerdir. Nasıl ki Hidâye'de meyva ağacın
üzerinde kalmak için değil toplanmak için bitişiktir, denilmiştir. Bu sahih bir
kıyastır." Bahır sahibi buna itiraz ederek şunları söylemiştir:
"Mutlaki mukayyede hamletmek vâcibtir ilh..." sözü zayıftır. Çünkü
Nihaye'de bildirildiğine göre esah olan bir hâdisede câiz olmadığı gibi iki
hadisede dahi câiz olmamaktır. Hatta Ebû Hanife yer cinsinden olan her şeyle
teyemmüm caizdir, derken şu hadîsle istidlâl etmiştir: "Yeryüzü bana
mescid ve temizleyici kılındı. Ebû Hanife bu mutlakı mukayyede hamletmemiştir. Mukayyedden
murad "Toprak temizleyicidir." hadisidir.
Ben derim ki: Ben bu meseleye Bahır üzerine
yazdığım hâşiyede cevap verdim ve şöyle dedim: Burada mukayyed başkalarından
hükmü nefî etmemektedir. Çünkü toprak lâkaptır. Lâkabın mefumu ise muteber
değildîr. Onu muteber tutan şaz bir fırka vardır ki, bütün mefumları muteber
sayarlar. Binaenaleyh bu mesele hamli icab edecek yerlerden değildir. Bunda
bize göre bir hadisede mutlakı mukayyede hamil olmayacağınadelâlet yoktur.
Nasıl olabilir ki, hüküm ve hadise bîr olursa mutlakın mukayyede hamledilmesi
bizim ulemamız arasında meşhurdur. Menar metninde Tevzih ve Tevlih'de ve diğer
usul kitablarında açıklanmıştır. Binaenaleyh Bahır sahibi'nin Nihaye'nin sözüne
istinad etmesi kabul edilemez.
"Keserek teslim etmesi ilh..." Yani
içinde ekin bulunan bir yer satar da ekini söylemez veya üzerinde meyva bulunan
ağacı satar da meyvayı şart koşmazsa ekin veya meyva satanın milkinde kalır,
onları kesip kaldırması emrolunur.
"Kendisine bu emrolunmaz." Çünkü
teslim vâcib değildir. METİN
Fûsuleyn'deki: "Bir kimse ekinsiz olarak
yer satarsa ekin ecri misliyle satıcının olur." sözü müşterinin razı
olması haline yorumlanır. Nehir. Bir kimse ağaçta beliren meyvayı satarsa
olgunluğu anlaşılsın anlaşılmasın esah kavle göre satış sahih olur. Meyva
belirmezden önceye bilittifak sahih olmaz. Meyvanın bir kısmı belirmiş, bir
kısmı belirmemişse zâhir mezhebe göre sahih değildir. Serahsî bunu
doğrulamıştır.
İZAH
"Bir kimse ağaçta beliren meyvayı
satarsa ilh..." cümlesiyle musannıf ağaca tâbi olarak satılan meyva
faslını bitirerek maksud olarak satılan meyva bahsine başlıyor. Yalnız ekin ve
ağacın maksud olarak satılması hükmünün ne olacağından bahsetmemiştir. Dürer'de
şöyle denilmiştir: "Ekini tane tutmadan satmak sahih değildir. Çünkü bundan
istifade edilmez, yere tâbidir. Binaenaleyh vasıf gibi olup mücerred ona akid
yapmak caiz olmaz. Ekin kemale gelinceye kadar yerinde bırakmak şartıyla
satması câizdir. Yonca ile bakla cinsi de böyledir. Kendi hissesini şerîkine
satmak ise mutlak surette caizdir. Yani hasad zamanı gelmiş olsun olmasın fark
etmez. Hasad zamanına kadar satıcı bozmazsa şerikinden başkasına da onun izni
olmaksızın satabilir. Zira bu takdirde satış cevaza dönüşür. Nitekim ağacın
dalları arasında gövdesini satar da kökleyip teslim edinceye kadar satışı
bozmazsa, hüküm yine budur." Buğdayı başağında satma meselesi kitabımızın
metninde gelecektir.
Bahır'da Zahiriyye'den naklen şöyle
denilmektedir: "Bir kimse köklemek için ağaç satın alırsa, onu kökleriyle
çıkarması emredilir. Ama kökleri nihayet buluncaya kadar yeri kazmaya mecbur
değildir. O ağacı âdete göre kökler. Meğer ki satıcı yeryüzünden kesmeyi şart
koşsun! Yahut kökünden çıkarmakda satıcıya bir zarar olsun. Meselâ, ağaç duvar
veya kuyunun yanında olursa, onu yeryüzünden keser. Ağacı kestikten veya
kökledikten sonra yerinde başkası çıkarsa yine çıkan satıcının olur. Meğer ki
yukarısından kesmiş olsun. O zaman müşterinin olur. Sirâc " Hurma ağacı
satın alır da kökleyip köklemeyeceğini bildirmezse Ebû Yusuf'a göre ağacın
yerine mâlik olamaz. İmam Muhammed ağacın altını satışda dahil tutmuştur ki,
muhtar olan da budur. Hurmalığı kesmek için satın alırsa yeri bilittifak
satışda dahil değildir. Yerinde kalmak için satın alırsa yeri bilittifak
dahildir. Bir kimse ağaçtaki hissesini şerikinin izni olmaksızın satarsa
yetişkin olduğu takdirde câizdir. Aksi takdirde câiz olmaz. Biz şirket babında
meyva veya ekini yahut ağacı hisse-i şayıalı olarak satmanın hükmünü
tafsilatıyla ve açıklayarak arzettik. Oraya müracaat edebilirsin!
"Meyva belirmezden önce"
ifadesinden murad çiçeğini döküp meyva göstermesidir. Velev ki ufacık olsun.
"Olgunluğu anlaşılsın anlaşılmasın
ilh..." Fetih sahibi diyor ki: "Meyva belirmeden onu satmanın câiz
olmadığında hilâf yoktur. Belirdikten sonra olgunlaşıncaya kadar ağaçta kalmak
şartıyla satılması da hilâfsız câiz değildir. Kesmek şartıyla satılan ağacı
faydalanılacak çağa erişmeden satmanın ise câiz olduğunda hilâf yoktur. Kezâ
olgunluğu görüldükten sonra satılması da hilâfsız câizdir. Lakin olgunluk
görülmesi bize göre hastalık ve bozulmakdan emin olmasıdır. Şâfiî'ye göreyse
meyvanın kemale gelmesi ve tatlanmasıdır. Hilâf sadece manâsındaki hilâfa göre
olgunluk görülmesinde olup kesilmek şartıyla yapılmayan satışdadır. Böyle bir
satış Şâfiî, Mâlik ve İmam Ahmed'e göre caiz değildir. Bize göre yenilmek veya
hayvanlara alaf yapmak suretiyle faydalanılmaz bir haldeyse ulemamız ihtilâf
etmişler, bazıları câiz olmadığını söylemişlerdir. Bu kavli Kâdîhân ulemamızın
umumuna nisbet etmiştir. Fakat sahih olan câizdir diyenlerin kavlidir. Çünkü
birinci halde faydalanılmasa bile ikinci halde o faydalanılan bir maldır.
Ulemamızın ittifakı ile câiz olmasının çaresi armudu meyva tutar tutmaz ağacını
yapraklarıyla birlikte satmakdır. Bu takdirde yapraklara tebean satılması caiz
olur ve satılanın hepsi yaprakmış gibi olur. Meyva velevki hayvanlara alaf
olmak suretiyle faydalanılır bir haldeyse kesmek şartıyla veya mutlak olarak
sattığında mezheb ulemasının ittifakıyla satış câizdir."
"Zâhir mezhebe göre sahih
değildir." Fetih'de şöyle denilmektedir:"Ağacı mutlak olarak satın
alırsa yani kesip kesmemesini şart koşmazsa feslim almazdan önce ağaç yeniden
yemiş verdiği takdirde satış fâsid olur. Zira eski ile yeni meyvayı ayırmak
imkânsız olduğu için satılanın teslimi de mümkün değildir ve teslimden önce
helâk olan meyvaya benzer. Ağaç müşteri teslim aldıktan sonra meyva verirse
alanla satan müşterek olurlar. Çünkü iki mal birbirine karışmıştır. Mikdarı
hususunda söz yeminiyle beraber müşterinindir. Zira ağaç onun elindedir. Keza
patlıcan ve karpuz gibi şeyleri teslim aldıktan sonra yenileri çıkarsa
söylediğimiz şekilde müşterek olurlar.
Bu sözün muktezası şudur: Meyve teslim
aldıktan sonra zuhur ederse satış zamanındaki mevcudun satılması câizdir.
Musannıfın Zeylaî ye uyarak mutlak söylemesi mevcud olanı da olmayanı da
sattığına yorumlanır. Nitekim aşağıda Hulvânî'den naklen söylediği bunu ifade
eder. Fetih sahibinin verdiği tafsilat ise sadece mevcudu sattığına yorumlanır.
Bu izaha göre Fetih sahibinin naklettiğimiz sözünden sonra : "Hulvânî hepsinde
satışın câiz olduğuna fetva verirdi ilh..." demesi zikrettiği tafsilâta
münasip değildir. Çünkü satış sadece mevcud için yapılmışsa hepsinin câiz
olmasına imkân yoktur.
METİN
Hulvani beliren meyva daha çok ise satışın
caiz olduğuna fetva vermiştir. Zeylai. Satıcı milkinin boşaltılmasını istediği
vakit müşteri meyvayı derhal kesip almaya mecbur edilir. Meyvanın ağaçta
kalmasını şart koşmuşsa satış fâsid olur. Nitekim satıcıya mahsulü kaldırması
şart koşulursa hüküm yine budur. Hâvi. Bir kavle göre - ki bu kavil İmam
Muhammed'indir- meyva belirmesi sona ermişse satış fâsid olmaz. Zira bu hususda
örf vardır. Bu akdin gerektirdiği bir şart olur. Bununla fetva verilir.
İZAH
"Hulvâni fetva vermiştir ilh..." O
bu kavlın ulemamızdan rivâyet edildiğini söylemiştir. İmam Fazlî'den dahi
rivâyet etmiş ve şöyle demiştir: "Bu meselede istihsana gidilmişdir. Çünkü
halkın örfü vardır. İnsanları adetlerinden ayırmak güçtür."
Fetih sahibi diyor ki: "Ben bunun gibi
bir rivâyeti imam Muhammedden ağaçtaki gülü satma hususunda gördüm. Çünkü gül
birbiri ardınca meydana gelir. İmam Muhammed onların hepsinde satışı câiz
görmüştür ki. Mâlik'in kavli de budur."
Zeykai diyor ki : "Şemsü'l-Eimme Serahsi
esah kavle göre câiz olmadığını söylemiştir. Çünkü böyle bir yol tutmak zaruret
tehakkuk ederse caiz olur. Burada ise zaruret yoktur. Zira beyan ettiğimiz
şekilde asılları satmak mümkündür. Yahut mevcudu paranın bir kısmıyla satın
alır. Malın geri kalanı için akdi mal vucuda geldiği vakte tehir eder. Yahut
mevcudu paranın hepsiyle satın alır. Satıcı sonradan meydana gelenleri ona
mubah kılar. Böylece her ikisinin maksadı hâsıl olur. Binaenaleyh nassa aykırı
olarak mevcud olmayan bir malı satmakta akdin câiz olmasına bir zaruret yoktur.
Nassdan murad : Peygamber (S.A.V.) : "İnsanı elinde olmayan malı satmaktan
men etti, ama seleme ruhsat verdi."
Ben derim ki: Lâkin zamanımızda zaruret
tehakkuk ettiği kimseye gizli değildir. Bilhassa Dimaşkı Şam gibi ağaç ve
meyvası çok olan yerlerde zaruret muhakkaktır. Çünkü halkın ekserisi cahil olduğundan
zikredilen yollardan biriyle kurtulmak için kendilerini ilzama imkân yoktur.
Velevki bazı ferdlere nisbetle mümkün olsun. Âmme'ye nisbette mümkün değildir.
Onları âdetlerinden vazgeçirmek ise bildiğin gibi güçtür. Bu takdirde bu
beldelerde yetişen meyvaları yemek haram olmak gerekir. Zira ancak bu şekilde
satılırlar. Peygamber (S.A.V.) seleme zaruretten dolayı ruhsat vermiştir.
Halbuki o da mevcud olmayan bir şeyi satmaktır. Burada da zaruret tehakkuk
ettiğine göre delâlet yoluyla bu satışı seleme ilhak mümkündür ve nassa karşı
gelmiş olmaz. Bundan dolayıdır ki, ulema onu istihsandan saymışlardır. Zira
kıyas câiz olmamasını gerektirir. Fetih sahibi'nin zâhır olan sözünden cevaza
meylettiği anlaşılıyor. Bundan dolayıdır ki Hulvânî kendisine İmam Muhammed'den
rivâyet edilen kavIe itiraz etmiştir. Hatta yukarıda Hulvânî'nin bunu
ulemamızdan rivâyet ettiğini gördük. Bir şey daralmadıkça genişlemez. Şübhesiz
bu, zâhir rivâyetten ayrılmayı câiz kılar. Nitekim "Neşru'l-Arf.."
adlı risâlemizden öğrenilebilir. Ona müracaat eyle!
"Beliren meyva daha çoksa satışın câiz
olduğuna fetva vermistir." Fetih'den naklen Bahır'da zikredildiğine göre
Şemsü'l-Eimme'nin İmam Fazlî'den naklettiği ifadede akid zamanında mevcudun
daha çok olması kaydı yoktur. O : "Ben mevcudu asıl sayarım. Sonra meydana
gelen tâbidir." demiştir.
"Kesip olmaya mecbur edilir."
Bundan şu anlaşılır ki, satıcı meyvanın ağaçlarda kalmasına razı olmazsa
müşterinin satışı bozma muhayyerliği yoktur. Bu hususda Bahır ve Nehir
sahiblerinin incelemeleri vardır ki, şârih onu bâbın sonunda söyleyecektir.
"Satış fâsid olur." Yani mutlak
surette fâsiddir. Nitekim bunun mukabil olan sözdeki tafsilât onu gösterir.
Bahır sahibi fesadı: "Akdin gerektirmediği bir şarttır ki, o da başkasının
milkini meşgul etmektir." diye ta'lil etmiştir.
"Satıcıya mahsulü kaldırması şart
koşulursa ilh..." Bahır'da Valvalciyye'den naklen şöyle denilmektedir:
"Bir kimse göz kararıyla üzüm satarsa -ki yerdeki sarımsak, soğan ve havuç
da öyledir- müşterinin bunları çıkarması gerekir. Çünkü satıcının çıkarması
ancak kendisine ölçü veya tartı vâcib olduğu zaman gereklidir. Bu da vâcib
değildir. Zira kile ve tartıyla bir şey satmamıştır.
"Bununla fetva verilir." Fetih'de
şöyle denilmiştir: "İmam Muhammed'e göre istihsanen câiz olur. Eimme-i Selâse'nin
kavilleri de budur. Belva umumî olduğu için Tahâvî dahi bunu tercih etmiştir.
METİN
Bunu Bahır sahibi Esrar'dan nakletmiştir.
Lâkin Kuhistânî'de Muzmerât'tan naklen fetvanın Şeyhayn kavline göre olduğu
kayıd edilmiştir. Dikkatli ol! Bırakmanın şart olduğunu kayıdlamıştır. Çünkü
mutlak olarak satın alır da satıcının izniyle meyvayı yerinde bırakırsa ziyade
kendisine helâl olur. Izni olmadan bırakırsa haddi zatında artanı tesadduk
eder. Meyva verme sona erdikten sonra olursa hiç bir şey tesadduk etmez. Ağacı
meyva yetişinceye kadar kiralarsa icare bâtıl olur ve ziyade helâldir. Çünkü
izin bâtıldır. Yeri mahsul sonuna kadar kiralarsa fâsid olur. Çünkü müddet
meçhûldür. Ziyade de helâl değildir. Mülteka'l-Ebhur. Çünkü İcare fâsid olmakla
izin de fâsid olur. Bâtıl bunun hilâfınadır. Nitekim biz bunu şerhinde izah
ettik.
İZAH
"Bahır sahibi Esrâr'dan
nakletmiştir." Bahır'ın ibâresi şudur: "Esrâr'da fetva İmam
Muhammed'in kavline göredir. Tahâvî de bununla amel etmiştir. Müntekâ sahibi
Ebû Yusuf'u da ona katmıştır. Tûhfe'de sahih olan imameyn'in kavlidir
denilmiştir."
"Lâkin Kuhistânî'de Muzmerât'tan naklen
ilh..." İbârenin hakkı Nihaye'den naklen denilmekdi. Çünkü Kuhistânî'nin
ibâresi metin ile beraber şöyledir: "Meyvayı ağacın üzerinde bırakmayı
şart koşmuştur. Buna razı olmak Şeyhayn'a göre satışı ifsad eder. Fetva da buna
göredir. Nitekim Nihaye'debelirtilmiştir. İmam Muhammed'e göre ise meyvanın bir
kısmı olgunlaşmaya başlamış, kalanın da kemale ermesi yaklaşmışsa satış fâsid
olmaz. Fetva buna göredir. Nitekim Muzmerât'ta beyan edilmiştir."
Kuhistânî'nin Muzmerât'tan naklettiği ibâre Hidâye, Fetih. Bahır ve diğer
kitablardakine aykırıdır. Onlarda hilâf olgunlaşması sona eren meyva
hakkındadır. Meyvanın belirmesi hakkında hilâf yoktur. Meyvanın belirmesînden
hepsinin kemale ermesi hatıra gelir.
"Dikkatli ol" sözüyle şârih sahih
kabul edilen kavillerin muhtelif olduğuna işaret etmiştir. Fetva veren kimse
hangisiyle dilerse onunla amel etmekte muhayyerdir. Lâkin istihsan İmam
Muhammed'in kavli olduğuna göre onun kavli tercih edilir.
"Bırakmanın şart olduğunu
kayıdlamıştır." Yani musannıf fesadı bununla kayıdlamıştır.
"Mutlak olarak" Yani ağaçta
bırakmasını veya ağaçtan almasını şart koşmaksızın satın alırsa demektir.
Zâhirine bakılırsa velevki ağaçta bırakmak örf olsun. Halbuki ulema örfen âdet
olan bir şey nassan şart kılınmış gibidir, demişlerdir. Bunun muktezası satışın
fâsid olması, ziyadenin helâl olmamasıdır.
"Ziyade kendisine helâl olur."
Bundan murad satılanın ziyade olmasıdır. Binaenaleyh bu söz yukarıda beyan
ettiğimiz şu ifadeye aykırı değildir: Ağaç başka yemiş verirse bakılır: Teslim
almazdan önceyse satış fâsid olur. Sonra ise her ikisi onda müşterek
olurlar." Çünkü yukarıdaki ifade, üzerine akid yapılmayan malın artması
hususundadır. Bu ise üzerine akid yapılanın ziyadeliği hakkındadır. Nitekim
Nehir'de beyan edilmiştir. Hâsılı buradaki ziyadeden murad bitişik olan
ziyadedir. Ayrı olan değildir.
"Artanı tesadduk eder." Çünkü helâl
olmayan cihetten meydana gelmiştir. Bahır. Ziyade satış günündeki kıymetiyle
kemale erdiği gündeki kıymetine bakılarak bilinir. Bunların arasındaki fark
ziyadedir. Bunu Tahtâvî Aynî'den nakletmiştir.
"Hiç bir şey tesadduk etmez." Ama
menfaati gasbettiği için günâhkâr olur. Fetih.
"İcâre bâtıl olur." Velevki müddeti
beyan etmiş olsun. Dürr-ü Müntekâ. Çünkü icarenin aslı kıyas muktezası bâtıl
olmaktır. Şu kadar var ki, örf olan yerde ihtiyaç dolayısıyla şeriat buna cevaz
vermiştir. Mücerred ağaçları icara vermek hususunda âdet yoktur. Binaenaleyh
câiz değildir. Kezâ üzerlerinde elbisesini kurutmak için ağaçları kiralamak
câiz değildir. Bunu Kerhî söylemiştir. Fedh.
"Ziyade de helâl değildir." Yani
gerek meyvanın gerekse ücret-i mislin üzerine ziyade helâl olmaz. Bunu Aynî'den
naklen Tahtavî söylemiştir.
"Nitekim biz bunu şerhinde izah
ettik." İbâresi şudur : "Çünkü icare fâsid olmakla izin de fâsid
olur. Bâtıl bunun hilâfınadır. Zira o şer'an aslı ve vasfı itibariyle mevcud
değildir. Binaenaleyh hiç bir tezammun etmez. O halde ona girişmek izinden
ibaret olur." H. Farkın hâsılı Fetih ve diğer kitaplarda belirtildiği
üzere şöyledir: Fâsidin vücudu vardır. Çünkü onun aslı mevcud, vasfı yoktur.
Binaenaleyh onun zımnında izin sâbittir ve fasid olur. Bâtıl bunun hilâfınadır.
Onun hiç bir vecihle vücudu yoktur. Şu halde izinden başka bir şey mevcud
değildir. Şübhesizki bu fark satışlar bahsinin başımda gecen : "Fâsid veya
bâtıl bir akidden sonra birinci akdi her iki taraf terketmeden satış mün'akid
olmaz." ifadesine aykırı değildir. Başka fer'î meselelere aykırıdır.
Bunlar Eşbâh'da üçüncü fennin sonunda faide ünvaniyle zikredilmiştir. Müracaat
edebilirsin.
METİN
Müşteriye helâl olmak için çare. ağacı bin
cüz'ünden biri kendinin olmak şartıyla malûm bir müddet müsâkat yoluyla
almaktır. Patlıcan, karpuz ve hıyar gibi kökenli mahsüllerin de köklerini satın
almaktır. Çünkü sonradan meydana gelen mahsül müşterinin olur. Ekin ve ot gibi
şeylerdense parasının bir kısmıyla mevcudu satın olmak ve kalanı ile yeri
içinde mahsül yetişecek malûm bir müddet kiralamaktır. Ağaçlardaysa mevcud olan
meyvayı satın almak, sonradan meydana gelecekleri satıcı kendisine helal
etmektir. Dönmesinden korkarsa "Ben ne zaman izinden cayarsam sen yemekte
mezünsün." demelidir. Bu satırlar kısaltılarak Şümunnî'den alınmıştır.
İZAH
"Müşteriye helâl olmak için çare"
Yani satılan malın ziyadeliği akid vaktinde belirmemişse müşterinin müsâkat
yoluyla olmasıdır.
"Bin cüz'ünden biri kendinin" Yani
satıcının olmak şartıyla müsâkat yapmaktır. Şâr'ih Mültekâ üzerine yazdığı
şerhde şöyle demiştir: 'Müşteri satıcıya parayı verdikten sonra bu ağaçları
senden müsâkat yoluyla aldım. Meyvanın bin cüz'ünden biri senin, dokuzyüz
doksandokuz cüz'ü de benim olacak." demelidir. Bunu Şümunnî söylemiştir.
Yine Şümunnî şöyle demiştir: "Müşteri meyvayı satın almıştır. O halde
müsakat yolu ile nasıl olabilir? Meğerki o parayı teberru' yoluyla vermiştir
denilsin. O zaman itibar müsâkat muamelesine olur."
Ben derim ki: Satın alma işi sadece akid
zamanında belirmiş olan meyvayadır. Müsâkat ise henüz belirmeyen meyva helâl
olmak içindir. Bir de beliren meyvanın ziyadeleşen kısmı helâl olsun diyedir.
Evet, bu çare ancak ağaçlar vakıf veya yetim malı değilse yürürlüğe girer.
Çünkü yetimin binde bir cüz almasında. kalanının müşteriye aid olmasında bir
fayda ve yarar yoktur. Nitekim bunun benzerini şârih icare bahsinin başında
zikretmiştir.
"Köklerini satın almaktır." Bu
ikinci bir çaredir. izahı şöyledir: Satın alınan şey ya peyderpey meydana
gelir. Bir kısmı mevcuddur. Yahut hiç bir şeyi mevcud değildir. Bundan murad
patlıcan, karpuz ve hıyar gibi şeylerdir. Yahut hepsi mevcuddur; ancak kemale
gelmemiştir. Ekin ve ot böyledir. Yahut da bir kısmı mevcuddur, bir kısmı
değdir. Muhtelif nevi ağaçların meyvaları bu kabîldendir. Birincide paranın bir
kısmıyla kökleri satın alır. Katan kısmiyle de malûm bir müddet için o yeri
kirayla tutar;tâ ki satıcı kalanda mahsül meydana gelmeden veya olgunlaşmadan
köklerini sökmeyi emretmesin. ikincide mevcud olan ot ve ekini satın alır, yeri
de söylediğimiz gibi kirayla tutar. Üçüncüde mevcud mahsulü paranın hepsiyle
satın alır. Satıcı ileride meydana gelecek mahsulü ona helâl eder. Çünkü burada
yeri kiralamanın imkânı yoktur. Ağaçlar satıcının milkinde bakidir. Onların
yerde dikili bulunması yerin kiralanmasına mânidir. Meğerki yukarda
söylediğimiz gibi o yeri müsâkat suretiyle almış olsun. Çünkü bu takdirde onun
tesarrufuna girer. Yahut ağaçlar anlaştıkları şekilde kalır. O zaman yeri icara
vermenin sahih olmasına mâni yoktur. Nitekim bâbında anlaşılacaktır. Helâl etme
meselesi birincide olduğu gibi ikincide de câizdir.
"Dönmesinden korkarsa ilh..."
Câmiu'l-Fûsuleyn sahibi şöyle demiştir: "Ben derim ki:
Letârifu'l-İşârât'da kaydedilmiştir ki: Ulemanın söylediklerine göre bir adam
bir kimseye: Seni şu kadara vekil ettim; şu şartla ki ben seni her azlettikçe
sen benim vekilimsin! derse sahih olur. Bazıları sahih olmadığını
söylemişlerdir. Sahih olduğuna göre şan bulunmazdan önce yaptığı ta'lıkdan azil
bâtıldır. Bu, Ebû Yusuf'un kavlidir. İmam Muhammed câiz görmüştür. O kimseyi
azlederken "Muallak vekâletten döndüm, yürürlükteki vekilliktense seni
azlettim." der. Remlî. Hâsılı İmam Muhammed'in kavline göre burada helâl
etmekden dönmek mümkündür. "Muallak olan helâl etmeden de yürürlükte
olandan da döndüm." der. O zaman yukarıda geçtiği vecihle ağaçlar üzerine
müsâkat yapmakla meseleye çare bulunur.
T E T İ M M E : Bir kimse ağaçların
üzerindeki meyvayı satın alır da her ağacın bir kısmını görürse, kendisine
görme muhayyerliği sâbit olur. Bahır. Bundan sonra Bahır sahibi yerde gömülü
olan şeyin satılması hükmünden bahsetmiştir. Bu hususda inşaallah fâsid satışın
başında söz edilecektîr.
METİN
Ayrıca üzerine akid yapmak câiz olan şey
akidden istisna edilebilir. Bundan yalnız hizmeti vasiyet sahihtir. Köleyi
istisna sahih değildir, Eşbâh. Musannıf bundan sonra bu kaide üzerine şu sözüyle
tefrî'de bulunmuştur: İmdi bir yığın zahireden bir ölçeğini, bir sürüden
muayyen bir koyunu, satılan hurma yemişinden malûm bir koç ölçek istisna etmek
sahihdir. Çünkü bunların üzerine akid yapmak sahihdir. Zahire göre velevki
hurmalar ağaçların üzerinde olsun! Nasıl ki başağındaki ekini başakdan ayrı
alarak satmak sahihtir. Başağıyla satılırsa riba ihtimali vardır. Baklayı,
pirinci ve susamı kabuğunun içinde; fıstığı ilk kabuğunun İçinde satmak
câizdir. Bundan murad üstteki kabuğudur, Bunu çıkarmak satıcıya düşer. Meğer
başağı içindekiyle birlikte satsın.
İZAH
"Ayrıca üzerine akid yapmak ilh..."
cümlesi bir kaide olup muteber kitabların hepside zikredilmiş; üzerine fer'î
meseleler getirilmiştir. Burada zikredilenler de onlardandır. Minah.
"İstisna edilebilir." Fetih'de
şöyle denilmiştir: "Bir yığın zahireden bir ölçeğini satmak câizdir. Onu
istisna da caizdir. Cariyenin karnındaki çocuğu veya koyunun karnındaki yavruyu
ve hayvanın bacaklarını istisna etmek bunu hilâfınadır. Bunlar caiz değildir.
Meselâ, şu koyunu sattım, yalnız memeleri müstesna yahut şu köleyi sattım, eli
müstesna derse satış caiz değildir. Bu seçkin müşterek olur. Şuyu' üzerine
müşterek olmak bunun hilâfınadır, yani câizdir." Yani şu köleyi sattım.
yarısı müstesna derse câiz olur. Çünkü muayyen bir cüz'de ayılmış değil, bütün
cüzlerinde şâyı olmuştur. Onun için de caizdir.
"Yalnız hizmeti vasiyet
müstesnadır." Yani kölenin kendisini değil de yalnız hizmetini vasiyet
etmek sahihtir. H.
"Köleyi istisna sahih değildir."
Hizmet diye kayıdlaması karnındaki yavruyu vasiyet sahih olduğu içindir. Hatta
yavru mirâs, cariye vasiyet olur. Fark şudur: Vasiyet mirâsın kardeşidir. Mirâs
ona karnındaki yavrularda carîdir. Hizmet bunun hilâfınadır. Gelir de hizmet
gibidir. Bu satırlar Bahır'ın fâsid satış faslından alınmıştır.
"Bir sürüden muayyen bir koyunu"
İstisna etmek sahihtir. Muayyen değilse sahih olmaz. Bir denk eşyadan bir
elbise istisna etmek gibi olur. Bunu Bahır sahibi söylemiştir.
"Malûm bir kaç ölçek" demekle
musânıfın aşağıdaki ihtilâfın yeri muayyen bir şeyi istisna olduğunu anlatmak
istemiştir. Dörtte bir ve üçte bir cüzünü istisna etmek bilittifak sahihtir.
Nitekim Bedâyı'dan naklen Bahır'da böyle denilmiştir.
Ben derim ki : Bunun vechi şudur: Ölecekle
ölçülen şey muayyendir. Dörtte bir gibi şeyler muayyen değildir. Buna cüzü şayı
denilir. Nitekim yukarıda söylemîştik. Bunun benzeri musannıfın: "Bir
hânenin yüz arşınından on arşını satarsa satış fâsid olur. On sehim satarsa
fâsid olmaz." dediği yerde söylediklerimîzdi. Bir kaç ölçek diye kayıdlaması
bir ölçek satmış olsa bilittifak câiz olacağı içindir. Çünkü bu çoktan azı
istisna olur. Bir kaç ölçek bunun hilâfınadır. Zira bütün mevcudun bir kaç
ölçekten ibaret olması mümkündür. Bu takdirde bütünden bütünü istisna olur.
Bunu Binaye'den naklen Bahır sahibi söylemiştir. Muktezası; Satıcı kalanın
istisna edilenden daha çok olduğunu bilirse istisnanın sahih olmasıdır. Velevki
müstesna İmam Hasan'ın aşağıdaki rivayetine göre bir kaç ölçek olsun. Ama bu
Fetih sahibinin sözüne muhaliftir. Fetîh sahibi bu rivâyeti "Müstesna
çıkarıldıktan sonra geri kalanına işaret edilmez, onun malûm bir kilesi de
yoktur. Binaenaleyh meçhuldür. Velev ki sonunda muayyen bir mikdar kaldığı
anlaşılsın. Çünkü ifsad eden o andaki meçhûllüktür." şeklinde ta'lil
etmiştir. Bu sözün muktezası: Bu rivayete göre bir ölçeğin dahi istisnası fâsid
olmaktır.
"Çünkü bunların üzerine" Yani bir
ölçek, muayyen bir koyun ve malûm bir kaç okkanın üzerine akid yapmak sahihtir.
Musannıf bununla zikrettiği şeylerin adı geçen kaideye dahil olduğunu anlatmak
istemiştir.
"Zâhire göre velevki hurmalar ağaçların
üzerinde olsun." Devşirilmiş olursa evleviyetle dahildir. Çünkü bilittifak
câizdir. Zâhir rivâyetin mukabili İmam Hasan'ın İmam-ı Azam'dan rivâyetidir ki,
o rivâyete göre bu istisna câiz değildir. Tahâvî ile Kudûrî bunu tercih
etmişlerdir. Çünkü istisnadan sonra geriye katan meçhûldür. Fetih'de yığınla
satılan zahire meselesinde bunun İmam Azam mezhebine daha uygun olduğu
kaydedilmiştir. Nehir sahibi ona cevap vermiştir. Nehîr'e müracaat edebilirsin.
"Başaktan ayrı olarak satmak
sahihtir." Hayreddini Remlî Bahır hâşiyesinde şöyle demiştir: "Riba
bahsinde gelecektir ki, halis buğdayı başağındaki buğdayla satmak câiz
değildir. Bunu halis buğday başağındaki buğdaydan daha çok değilse diye kayıdlamak
icab eder. Hân'iyye'de bu açıklanmıştır. Bundan anlaşılır ki başağındaki
buğdayı başağındaki buğdayla satmak cinsi muhâlifiyle karşılaştırmak suretiyle
câizdir."
"Başağıyla satılırsa riba ihtimali
vardır." Çünkü satılan temiz buğdayın başağındaki buğdaya müsavî veya
ondan daha az olması ihtimali vardır. Bu takdirde fazlalık riba olur. Meğerki
temiz buğdayın daha çok olduğu bilinsin. Nitekim yukarıda beyan ettik.
"İlk kabuğunun içinde satmak
caizdir." İkinci kabuğunun içindeyse evleviyetle câiz olur. Çünkü birinci
kabuğu hususunda imam Şâfii muhâliftir.
"Bunu çıkarmak satıcıya düşer."
Bezzâziye'de şöyle denilmiştir: "Bir kimse başağında buğday satarsa,
satıcıya buğdayı döverek temizlemek lazım gelir. Bahır. Bakla ve diğerleri de
öyledir."
"Meğerki başağı içindekiyle birlikte
satsın." Dürr-ü Müntekâ'da bunun ibâresi: "Ancak buğday içinde
bulunduğu başakla satılırsa câizdir." şeklindedir. Bu ibâre daha açtıktır.
Yani buğdayı samanıyla beraber satarsa satıcının temizlemesi gerekmez. T.
METİN
Acaba müşterinin görme muhayyerliği var
mıdır? Zâhire bakılırsa evet vardır. Fetih. Hurmanın içindeki çekirdeğin, pamuk
tohumunun ve memedeki sütün satılması örfen yok hükmünde oldukları için
bâtıldır. Ölçü, tartı, savı ve arşın ücreti satıcıya aiddir. Çünkü bu teslimin
tamamındandır. Semenin (fiyatın) tartısı ve sayılmasının ücreti ile meyvayı
devşirmek ve gemiden zahire çıkarmak gibi şeylerin ücreti ise müşteriye aiddir.
Meğerki satıcı parayı alıp sonra geçersiz olduğu için iade etsin.
FER'İ BİR MESELE: Sarraf parayı saydıktan
sonra paraların geçmez olduğu anlaşılırsa, aldığı ücreti iade eder. Paraların
bir kısmı geçmezse geçmeyenin hissesini iade eder. Bunu Nehir sahibi
Bezzâziye'nin icare bâbından nakletmiştir. Tellâl ücretine gelince : Bir aynı
sahibinin izniyle satarsa ücreti satıcıya aid olur. Alıcıyla satıcı arasında
vasıtalık yaparsa örfe itibar edilir. Tamamı Vehbaniyye şerhindedir.
İZAH
"Evet vardır." Çünkü malı
görmemiştir. Fetih. Bahır ve Nehir sahibleri de bunu ikrar ve tasdik
etmişlerdir.
"Hurmanın içindeki çekirdeğin
ilh..." Fetih sahibi diyor ki: "Pamuğu içindeki çekirdeği ile pamuğun
aynını satın olsa yahut hurma çekirdeğiyle hurmanın aynını niyet etse fark
nedir diye sorulmuştur. Yani şu pamuğun içindeki tohumu yahut şu hurmanın
içindeki çekirdeği diyerek satsa satış câiz olmaz. Halbuki bu da kılıfının
içindedir. İmam Ebû Yusuf aralarındaki farka işaretle buradaki çekirdek örfen
çok olmuş sayılır, demiştir. Zira şu hurma ve şu pamuk denilir, şu hurmanın
içindeki çekirdek ve şu pamuğun tohumu denilmez. Şu başağında ekin, şu da
kabuğu içinde badem ve fıstık denilir. Bunlar kabuklardır. içlerinde badem
vardır denilmez. Zihne böyle bir şey gelmez. Bu söylediklerimizle memedeki
sütün ve koyun etinin içindeki yağ, kuyruk, paça ve deri ile buğdayın içindeki
un, zeytinin içindeki yağ, üzümün içindeki şıra gibi şeylerin niçin
satılamadığına cevap verilmiş olur. Çünkü bunların hepsi örfen yok sayılır.
Tanelerinin içindeyken bu şıradır, bu zeytinyağdır denilemez. Diğerleri de
öyledir.
"Çünkü bu teslimin tamamındandır ilh..."
Satılan bir malın teslimi ancak ölçüp tartmakla ve benzerleriyle tehakkuk eder.
Malûmdur ki, buna hâcet tartı ve çeki gibi şeylerle satılan mallardadır. Göz
kararıyla satılanlarda buna ihtiyaç yoktur. Kezâ buğdayı müşterinin kabına
boşaltmak satıcıya aiddir. Fetih.
"Fiyatın tartısı ve sayılmasının ücreti
ilh..." Müşteriye aiddir. Semenin (fiyatın) tartılmasının ücreti dört
mezhebin imamlarına göre bilittifak müşteriye aiddir. Sayılmasının ücretine
gelince: Zahir rivâyet budur. Sadru'şŞehîd bununla fetva verirmiş Sahih olan da
budur. Nitekim Hulâsa'da bildîrilmiştir. Çünkü geçer parayı teslime ihtiyaç
vardır. Bu ise ancak saymakla olur. Nasıl ki mikdar tartılmakla bilinir.
Müşterinin "benim paralarım sayılmıştır veya sayılmamıştır" demesi arasında
bir fark yoktur. Sahih olan kavil budur Bazılar muhalefet göstererek fark
görmüşlerdir. Tamamı Nehir'dedir.
"Meyvayı devşirmenin" ücreti de
müşteriye aiddir. Fetih'de Hulâsa'dan naklen şöyle denilmiştir: "Göz
kararıyla satın alınan üzümü devşirmek müşteriye düşer. Sarımsak. soğan ve
havuç gibi göz kararıyla satılan şeyler de böyledir. Meğerki müşteriyi bunlarla
başbaşa bırakırsa Meyve ile müşteriyi başbaşa bırakırsa hüküm yine budur"
"Meğerki satıcı parayı" almış
olsun. Bu takdirde sayma ücreti ona düşer. Çünkü bu teslimin tamamındandır.
Bunun şart koşulması geri verme hakkı sâbit olduğu içindir. Çünkü paranın
geçmediği ancak saymakla belli olur. Bahır'da şöyle denilmiştir: "Alacak
paranın sayma ücreti borçluya aiddir Meğerki alacaklı parasını aldıktan sonra
borçlu saymadığını iddia etsin. Bu takdirde ücretini vermek alacaklıya aid olur
Zira teslim olmakla paragaranti edilmiştir."
"Geçmeyenin hissesini iade eder
ilh..." Meselâ. paraların yarısı geçmezse ücretin yansını iade eder.
Şârihin Bezzâziye'ye nisbet ettiği ifade yi ben Hâniyye ile Valvalciyye'de de
gördüm. Muhît'tan naklen : "Paraların bir kısmı geçmez çıkarsa ona ücret
verilmez. Çünkü vazifesini tam görmemiştir. ama ödemesi de gerekmez,"
denildiğini de gördüm. "Ücreti satıcıya aid olur ilh..." Tellâl müşteriden
de bir şey alamaz. Çünkü 'hakikatta akdi yapan kendisidir. Vehbâniyye Şerhi.
Zahirine bakılırsa burada örfe itibar edilmez. Çünkü bir yararı yoktur.
"Örfe itibar edilir ilh..." Yani
örf gereğince tellâl parası satıcıya veya müşteriye yahut her İkisine aid olur,
Câmiu'l- Fûsuleyn.
METİN
Satıcı malı getirmişse satılırken kıymeti
altın ve gümüş paralardan evvela verilir. Mal kendi misliyle veya mislinin
kıymetiyle satılırsa biri borç olmamak şartıyla her ikisi beraber teslim
edilir. Nitekim biri selem diğeri tecilli fiyat olursa hüküm budur.
İZAH
"Satıcı malı getirmişse ilh..." Bu
evvela parasını teslim hususunda müşteriyi ilzam için şarttır. Paranın o anda
mevcud olması ve satışda müşteriye muhayyerlik bulunmaması da şarttır. Müddet
gelmeden para istenilemediği gibi muhayyerlik sâkıt olmadan da istenilemez. Bu
şunu ifade eder ki, satıcı parasının tamamını almadıkça malı hapsedebilir.
Şayet parayı saymadan malı teslim etmesi şart koşulursa satış fâsid olur. Çünkü
akid bunu gerektirmez. İmam Muhammed : "Çünkü müddet meçhûldür."
demiştir. Malı teslim ederken fiyatını söylerse câiz olur ve bir dirhem alacağı
kalsa malı yine hapsedebilîr. Nitekim Bahır'da böyle denmiştir. Fetih ile Dürrü
Müntekâ'da beyan edildiğine göre satılan mal satanın fiiliyle yahut malın
fiiliyle veya semavî bir sebeble helâk olursa satış batıl olur. Satıcı parasını
almışsa iade eder. Mal müşterinin fiiliyle helâk olursa satış mutlak veya
müşterinin muhayyerliği şartıyla yapıldığı takdirde kıymetini ödemesi gerekir.
Satıcının muhayyerliği şartıyla yapılmışsa yahut satış fâsid olursa mal
misliyattan olduğu takdirde mislini, kiyemiyattan olduğu takdirde kıymetini
Ödemesi gerekir. Ecnebî birinin fiiliyle helâk olursa müşteri muhayyerdir.
İsterse satışı fesheder ve cinayeti işleyen malın kıymetini satıcıya öder;
diterse satışı geçerli sayarak parasını öder; ve cinayeti işleyeni takip eder.
Malın kıymetini fiyat cinsinden ödemezse tozla gelen kısmı kendisine helâl
olur. Aksi takdirde olmaz.
T E N B İ H : Satıcı bir dirhem alacağı kalsa
bile onu alıncaya kadar malı hapsedebilir. Satılan mal iki şey olup bir
pazarlıkla satılmış ve her birinin kıymeti belirmişse, satıcı bütün parasını
alıncaya kadar her. ikisinî hapsedebilir. Hapis hakkı rehin veya kefil ile
yahut fiyatın bir kısmından ibra ile sâkıt olmaz. Kalan hakkını tamamîyle
alıncaya kadar devam eder. Satıcının kıymeti müşteriye havale etmesiyle
bilittifak hapis hakkı kalmaz. Kezâ müşteri borcunu bir odamdaki olacağı için
satıcıya havale etmekle Ebû Yusufa göre hapis hakkı sâkıt olur. İmam Muhammed'e
göre bu hususda iki rivâyet vardır. Satıştan sonra malın parasını tecil ile
kezâ satıcının parasını almadan malı teslimiyle de hapis hakkı sâkıt olur.
Bundan sonra parasını reddedemez. Müşterinin satıcıdan izin almadan malı olması
bunun hilafınadır. Ancak satıcı görür de teslim olmaktan men etmezse bu izin
ayılır. Bazen teslim almak hükmî olur. İmam Muhammed'e göre teslim almadan câiz
olan her tasarruf teslim almadan müşteri tarafından yapılırsa caiz değildir.
Ama hibe gibi ancak teslim olmakta caiz olan bir fiili müşteri teslim almazdan
önce yaparsa câiz olur; ve müşteri teslim almış sayılır. Yani hibe edilen şeyi
teslim almak müşterinin testim almasının yerim tutar. Müşteri ecnebî birine
emânet veya ödünç olarak verir de satıcıya malı ona teslim etmesini emrederse
bu teslim almak sayılır. Ama satıcıya emânet veya ödünç yahut kirayla verir
yahut parasının bir kısmını öder de ben bunu kalanına rehin olmak üzere senin
yanında bıraktım derse teslim olmak sayılmaz. Köleye benimle beraber gel ve
yürü der, o da birkaç adım atarsa yahut köleyi âzâd ederse veya satılan malı
itlaf eder yahut o malda kusur sayılacak bir şey meydana getirirse yahut
satıcıya bunu emreder o da yaparsa yahut buğdayı öğütmesini emreder de o da
öğütürse yahut cariye ile cima'da bulunur da ondan gebe kalırsa, bunlar da
teslim olmak sayılır. Kezâ yağ satın alır da bir şişe vererek ayağı ona
ölçmesini söyler o da müşterinin karşısında ölçerse, bu da teslim olmaktır.
Müşteri orada bulunmadığı zaman dahi esah kavle göre hüküm budur. Kezâ ölçek
veya tartıyla satılan bir şeyin kabını verir de o da satıcının emriyle ölçerse
yine teslim almak sayılır. Yine bu kabîlden olmak üzere bir şey gasp eder de
sonra onu satın alırsa teslim almış sayılır. Emânet ve ödünç bunun hilafınadır.
Meğerki serbest bıraktıktan sonra ona ulaşmış olsun. Elbise veya buğday satın
alır da satıcıya bunu sat derse, imam Fazlî'ye göre bu teslim almazdan ve
görmezden önceyse fesh olur. Velevki satıcı evet demesin. Çünkü görme
muhayyerliğinde müşteri yalnız başına satışı feshedebilir. Bunu bana sat derse
ani satışın feshi için vekil ol demek isterse, satıcı kabul etmedikçe fesih
olmaz. Teslim aldıktan ve gördükten sonra dahi hüküm budur. Lâkin satışa vekil
olur. Bunu sat veya bunu bana sat demesi birdir. Bu satırlar kısaltılarak
Bahır'da alınmıştır.
"Veya mislinin kıymetiyle ilh..."
ifadesinden murad gümüş ve altın paralardır. Çünkü bunlar kıymet olarak
yaratılmıştır. Tâyinle teayyün etmez.
"Selem olarak satılırsa ilh..."
demesi birincide tâyin hususunda müsavî, ikincide teayyün etmeme hususunda
müsavî olduklarındandır. Bir malı parayla satışda müşterinin malda hakkı
teayyün eder. Onun için satıcının da hakkı teayyün etsin diye evvela parasını
teslim etmesi emrolunur. Bu, müsavatı yerine getirmek içindir.
"Nitekim biri selem diğeri tecilli fiyat
olursa hüküm budur ilh..." ifadesi iki bedelden birinin borç olduğuna
misâldir. Birincisi ise satılan mala misaldir. Çünkü selemden murad selem
yapılan maldır. İkincisi kıymetin misâlidir.
METİN
Sonra teslim, mânisiz ve hailsiz teslim almak
mümkün olacak şekilde malı tahliye etmekle olur. Ecnas'da üçüncü bir şart
ziyade edilmiştir ki, o da "seni malla başbaşa bıraktım" demesidir.
Bunu demezse veya uzakta bulunursa teslim almış sayılmaz. Halk bundan gafildir.
Çünkü bir köyü satın alırlar ve teslim tesellümü ikrar ederler. Halbuki sahih
kavle göre bununla teslim almak caiz değildir.
İZAH
"Sonra teslim ilh..." Yani satılan
malda ve kıymetinde demek istiyor. Velevki satış fâsid olsun. Nitekim Bahır'da
beyan edilmiştir. T.
"Mânisiz, hailsiz alınması mümkün olacak
şekilde ilh..." yapılır. Meselâ, bir evde bulunan buğdayı satın alır da
satıcı anahtarını teslim ederek seni buğdayla başbaşa bıraktım derse, bu teslim
almaktır. Anahtarı verir de bir şey söylemezse teslim almış sayılmaz. Gaipteki
bir hâneyi satar da onu sana teslim ettim derse, müşteri teslim aldım demekle
teslim almak sayılmaz. Hâne yakındaysa teslim almak sayılır. Yakınlıktan murad
onu kilitlemeye muktedir bir halde bulunmaktır. Aksi takdirde uzak sayılır.
Cemu'n-Nevâzil'de şöyle denilmiştir: Hâne satışında anahtarı vermek teslimdir.
Elverir ki külfetsizce açması mümkün olsun. Kezâ merada bulunan bir ineği satın
alır da satıcı git teslim al derse, işaretle görülecekse teslim almak sayılır.
Bir eIbise satın alır da satıcı teslim al diye emrettiği halde teslim almaz da
elbiseyi biri alırsa bakılır: Teslim al emrini verdiği vakit ayağa kalkmadan
alması mümkünse bu teslim sahihtir. Ayağa kalkmadan alması mümkün değilse
teslim sahih değildir. Bir evde bulunan kuş veya atı satın alır da satıcı
teslim almasını emrederse, kapıyı açtığında hayvan kaçarsa, yardımcısız tutması
mümkün olduğu takdirde bu teslim almak sayılır. Tamamı Bahır'dadır.
Hâsılı tahliye etmek külfetsizce mümkün
olursa hükmen teslim almak sayılır. Lâkin bu satılan malın haline göre değişir.
Meselâ, bir evdeki buğdayı satar da anahtarını verirse, külfetsiz açması mümkün
olduğu takdirde teslim almak sayılır. Hâne gibi şeylerde kilitlemesi mümkün
olursa teslim almak sayılır. Öyle anlaşılıyor ki, o beldedeyse denilmek
isteniyor. Merada bulunan ineğe görülüp işaret mümkünse teslim olma sayılır.
Elbisede uzanıp alınması mümkünse bu teslim olmaktır. Bir evdeki at ve kuş gibi
hayvanların yardımcı olmaksızın tutulmaları mümkünse teslim olmak sayılır.
"Manisiz ilh..." Olmaktan murad
ayrılmış bulunmak. başkasının hakkıyla karışmamaktır. Satılan mal çuvaldaki
buğday gibi ayrılmışsa teslime mani değildir. Bahır. Mültekat'da şöyle
denilmiştir: "Bir hâne satarak müşteriye teslim ederse içinde az veya çok
eşyası bulunduğu takdirde teslim sayılmaz. Boş teslim edilmelidir. îçinde ekin
bulunan bir yeri satmak dahi böyledir."
Bahır'da da Kıye'den naklen şu ifade vardır:
"Bir kimse başağında buğday satar da böylece teslim ederse sahih olmaz. Bu
döşeğin içindeki pamuk gibidir. Ama ağaçların meyvalarını üzerlerinde iken
teslim, tahliye sureti ile sahih olur, Velev ki satıcının milkine bitişik
olsun. Veberî'den rivâyet olunduğuna göre satıcıdan başkasının eşyası da mâni
değildir. Müşteriye eşyayı ve evi teslim olmak için izin vermesi sahihtir. Eşya
onun elinde emânet olur."
Ben derim ki: Hânerrin kirayla tutulması
başkasının hakkıyla meşgul bulunma mânâsında dahildir. Satıcı müşteriden
kıymeti isteyemez. Çünkü teslim almamıştır, Bu fetva vakası olmuştur. Bana bu
soruldu. Naklîni Câmiu'l-Fûsuleyn'in otuzikinci faslında gördüm. Şöyle
denilmiş: "Müstecir satar da müşteri müddet bitinceye kadar satışı fesh
etmemeye razı olur. Sonra satıcıdan teslim alırsa müddet geçmeden teslimini
satandan İsteyemez. Satan dahi malı teslim edeceği yere götürmedikçe müşteriden
parasını isteyemez. Kezâ gaib birine satarsa malı teslim için hazırlamadıkça
parasını isteyemez."
"Hâilsiz" den murad huzurunda
bulunmaktır. H. İzahını yukarıda gördün.
"Seni malla başbaşa bıraktım demesidir
ilh..." Zahire bakılırsa bundan murad teslim almaya izindir, yoksa
hassaten tahliye sözü değildir. Çünkü Bahır'da şöyle denilmiştir:
"Satıştan sonra satıcının müşteriye al demesi teslim almak sayılmaz; ama
onu al derse alabileceği bir yerde bulunmak şartıyla bu tahliye olur."
Yukarıda geçen fer'î meselelerde dahî buna delâlet eden sözler vardır.
"Veya uzakta bulunursa tahliye ettim
ilh..." dese bile teslim almış sayılmaz. Uzak sözünden murad külfetsizce o
malı ele geçirmemektir. Bu satılan mala göre değişir. Nitekim izah ettik. Yahut
bu sözden hakikatı kasdedilir. Behzerleri de buna kıyas olunur.
"Bununki teslim almak ilh..." Yanı
zikri geçen ikrarla teslim almak tehakkuk etmez. Teslim almak diye kayıdlaması
haddi zatında akid sahih olduğu içindir. Ancak teslim almadığı için müşterinin
parayı ödemesi icab etmez.
"Sahih kavle göre ilh..." Zâhir
rivâyettir. Bunun mukabili Muhit ile Şemsü'l-Eimme'nin Cami'indeki şu ifadedir:
"Tahliyeyle teslim almak sahih olur. Ebû Hanife'ye göre velevki akar
kendilerinden uzakta olsun. İmameyn buna muhâliftir. Ama bu kavil zayıftır.
Nitekim Bahır'da bildirilmiştir.
Hâniyye'de şöyle denilmektedir: "Sahih
olan zâhir rivâyette bildirilendir. Çünkü yakın olursa halen hakikî teslim alma
tesavvur olunur ve tahliye teslim alma yerini tutar. Fakat uzak olursa halen
teslim alma tesavvur edilemez. Binaenaleyh tahliye teslim alma yerini
tutamaz." Sonra şu da var ki, şârih burada söylediklerini Eşbâh'ın vakıf
bahsinden naklen icareler bahsinin başında zikretmiş; sonra şöyle demiştir:
"Lakin ben derim ki: Eşbâh'ın hâşiye yazarı olan musannıfın oğlu
Zevâh.ru'l-Cevâhir'de Kariu'l-Hidâye'nin Fetâvâ'sındaki satışlar bahsi'nden
naklen şöyle demiştir: "Ne zaman giderek içine girecek kadar müddet
geçerse teslim almış sayılır. Aksi takdirde teslim almış sayılmaz."
Ben derim ki: Lakin sen bunun her iki
rivâyete muhâlif olduğunu biliyorsun. Zâhir rivâyeti buna yorumlamakla da ora
bulunmuş olmaz. Çünkü orivâyetten muteber olan hakikî teslim almanın tesavvur
edilebileceği yakınlıktır. Nitekim bunu Hâniyye'nin sözünden anladın.
METİN
Hibe ile sadaka da öyledir. Tamamı Mülteka
üzerine yazdığımız haşiyededir.
Satıcı parayı geçmez bulursa malı gerisi
geriye almaya ve hapsetmeye hakkı yoktur. Çünkü teslimle kendi hakkı sâkıt
olmuştur. İmam Züfer'e göre buna hakkı vardır. Nasılki paranın kurşun veya
gümüşle karışık veya başkasının hakkı olduğu anlaşılırsa hüküm budur. Bir de
rehin alan gibidir. Münye. Bir kimse Zeyd'de alacağı olan geçer akçesi yerine
geçer zannıyla kalp akçe teslim aldıktan sonra aldığı paraların geçmez olduğunu
anlarsa, geçer akçesi durduğu takdirde kalp akçeyi iade ederek geçer paralarını
geri alır. Aksi takdirde ne geri verebilir ne de alabilir. Nitekim teslim
alırken bilmiş olsa hüküm budur.
İZAH
"Hibe ile sadaka da öyledir ilh.. "
Yani bunlar uzakta iseler tahliye teslim alma sayılmaz. Bahır sahibi diyor ki:
"Bu izaha göre icarede uzak malı tahliye etmek sahih değildir. Teslim
aldığını ikrar da öyledir."
Ben derim ki: Bunun ifade ettiği manâ şudur:
Hibede yakın olan malı tahliye, teslim almak sayılır. Lâkin bu fâsid olmayan
hibeye mahsustur. Nitekim Haniyye'de beyan edilerek şöyle denilmiştir:
"Câiz olan satışta tahliyenin teslim alma sayılacağında bütün ulema
ittifak etmişlerdir. Fasit satışta iki rivâyet vardır. Sahih olana göre teslîm
alma sayılır. Taksimi kabul eden hisse-i şayıalı bir malı hibe etmek gibi fâsid
olan hibede teslim olma sayılmayacağında bütün rivâyetler müttefiktir. Câiz
olan hibede ise ulema ihtilâf etmişlerdir. Fakîh Ebulleys'in beyanına göre İmam
Ebû Yusuf kavlince teslim alma sayılmaz. Şemsü'l-Eimme Hulvani ise teslim olma
sayılacağını söylemiş, bu hususta hilâftan bahsetmemiştir,"
T E T İ M M E : Bezzâziye'de şöyle
denilmiştir : "Müşteri satlan malı saymadan ve satıcının izni olmadan
teslim alır da satıcı onu ister; müşteri de tahliye ederse eliyle teslim
almadıkça bu teslim sayılmaz. Satıcının malla müşterinin arasını serbest
bırakması bunun hilâfınadır. Bir kimse hasta bir inek satın alır da onu
satıcının evinde bırakır ve ölürse "benim hesabıma ölecek" derse,
hayvan öldüğünde satıcı hesabına sayılır. Çünkü teslim olma yoktur. Kezâ
satıcıya ineği evine götür, ben gider onu evde teslim alırım der de satıcı eve
götürürken inek ölürse, satıcı teslimi iddia ettiğinde söz müşterinin olur.
Müşteri köleye şu işi yap derse yahut satıcıya "köleye emret de şu işi
yapsın'" der de köle o işi yaparken ölürse. müşterinin hesabına ölür.
Çünkü bu teslim almadır. Müşteri satıcıya bu mal için sona itimadım yok. onu
filancaya teslim et de elinde bulundursun ki ben de sana parasını vereyim der
de satıcı onun dediğini yapar ve köle o filanın elinde ölürse, satıcının
hesabına ölmüş olur. Çünkü o filanca köleyi satıcı nâmına elinde bulundurmuştu.
Bir kimse pazardan yoğurt satın alır da satıcıya onu evine götürmesini
söylerse, yoğurt kabı yolda giderken düşüp kırıldığı takdirde bakılır: Müşteri onu
teslim almadıysa satıcı hesabına helâk olmuş sayılır. Bir kimse şehirde odun
satın alır da evine götürürken odunu biri gasbederse, satıcı hesabına gitmiş
olur. Çünkü örfen odunu müşterinin evinde teslim etmesi gerekirdi. Müşteri
satıcıya bu malı benim için tart da kölenle yahut benim kölemle gönder derse,
yola giderken kap kırılarak mal telef olduğu takdirde satıcı hesabına gider.
Meğerki onu köleye ver demiş olsun. Çünkü bu söz köleyi tevkîl sayılır. Malı
ona vermek müşteriye vermek gibidir."
"Çünkü teslimle kendi hakkı sakıt
olmuştur ilh..." Burada şöyle denilebilir: Para kurşun veya karışık
çıktığı vakit dahi teslim mevcuddur. En iyisi bunu Minah sahibinin yaptığı gibi
talil etmiştir. Minah sahibi: "O kimse asıl hakkını almıştır. Artık teslimi
bozmaya hakkı yoktur." demiştir. Yani karışık paralar da paradır. Lâkin
kusurludur. Bakır parada böyledir. Nitekim Münye'de beyan edilmiştir. Kurşun ve
gümüşle karışık paralar bunun hilâfınadır. Çünkü onlar para değildir.
Binaenaleyh asıl İtibariyle parayı teslim alma yoktur; teslimi bozabilir Bu
satılan malı teslim ettiğine göredir. Müşteri satıcının izni olmaksızın teslim
alırsa geçmez paralarla diğerlerinde teslimi bozabilir. Nitekim Bezzaziye'de
açıklanmıştır.
"Veya başkasının hakkı olduğu
anlaşılırsa ilh.. " Meselâ. bir adam teslim alınan malın kendi hakkı
olduğunu isbat ederse, satıcının o malı geri almaya hakkı sâbit olur. Çünkü tam
olarak teslim alma bozulmuştur.
"Bir de rehin alan gibidir ilh..."
Münyetü'l-Müfti'nin ibâresi şöyledir: "Bütün vecihlerde o malı gerisi
geriye alır." Yani gerek geçmez, gerekse kurşun ve başkalarında hüküm
budur. Demek istiyor ki, verdiği borcu alır da rehni sahibine teslim ederse,
sonra aldığı paraların geçmez veya kurşun yahut gümüşle karışık olduğu
anlaşılırsa rehni gerisi geriye alır.
T E N B İ H : Müşteri bir malı satın veya
hibe olarak teslim aldıktan sonra o malda tasarrufta bulunur da sonra satıcı
paraların geçmez olduğunu anlarsa bu tasarrufu bozamaz. Çünkü müşteri satıcının
izniyle testim aldıktan sonra yaptığı tasarruf satıcının tesarrufu gibi olur.
Parayı saydıktan sonra malı satıcının izni olmaksızın teslim alır da tasarrufta
bulunursa, paralar bozuk çıktığı takdirde bozulmayı kabul eden tasarruflarda
satış bozulur. Bozulmayı kabul etmeyenlerde bozulmaz. Bezzâziye. Bozulmayı
kabul eden tesarruflar satış ve bağışlardır. Kabul etmeyenler ise köle azadı ve
onun ferleridir.
"Aksi takdirde" yani mevcud değilse
ister kendi kendine helak olsun, ister müşteri helâk etmiş bulunsun geri
alamaz. Dürer.
"Nitekim teslim alırken ilh..."
Paraların geçmez olduğunu bilirse geri veremez. Çünkü buna razı olmuştur. Artık
geri almaya vermeye hakkı yoktur.
METİN
İmam Ebû Yusuf: "Geçmez paralar
mikdarını iade eder; geçen paraları geri alır. Nasıl ki paralar kurşun veya
gümüşle karışık olurlarsa hüküm budur." demiştir. Bir kimse bir şey satın
alır da tesellüm eder ve parasını ödemeden müflis olarak ölürse, satıcı
alacaklılarla müsavî olur. Şâfiî (R.)'ye göre ise satıcı daha haklıdır. Nitekim
müşteri malı teslim olmadı ise satıcı o mala bilittifak daha haklıdır. Bizim
delilimiz Peygamber (S.A.V.)'in şu hadisidir: "Müşteri müflis olarak ölür
de satıcı malını aynen bulursa, o olacaklılarla müsavidir." Ayni'nin Mecma
Şerhi.
FER'İ MESELELER:Bir kimse yeri hariç olmak
üzere ekinin yarısını satarsa bakılır: 'Eğer çiftçi yer sahibine satarsa
caizdir. Aksi takdirde câiz olmaz. Meğerki tohum çiftçiden olsun. ,Bu takdirde
câiz olmak gerekir, Hâniyye. Bir kimse yemiş ağacı veya üzüm bağı satarsa meyva
satışda dahildir. O zaman yemiş kemale gelinceye kadar ağaçları emâneten
verilir. Müşteri emânet vermeye razı olmazsa satıcı muhayyer bırakılır. İsterse
satışı ibtal eder; yahut meyvayı toplar. Câmiu'l FûsuIeyn. Nehir'de :
"Müşteri ile satıcı arasında zâhir fark yoktur." denilmiştir.
İZAH
"Geçmez paralar mikdarını iade eder
ilh..." Çünkü eksiklik sebebiyle malı dönmek bâtıldır. Ribayı gerektirir.
Geçer paralarda satıcının hakkını iptale imkân yoktur. Zira razı değildir.
Dürer. Hakaik'da Uyûn'dan naklen şöyle denilmiştir: "Ebû Yusuf'un
söylediği güzeldir; zararı o daha ziyade önler. Bu sebeble fetva için biz onu
seçtik." Mecma'da dahî müftabih kavil budur diye açıklanmıştır. Azmiyye.
"Kurşun veya gümüşle karışık olurlarsa
ilh..." Bilittifak iade edilir.Dürer. Mutlak söylediğine bakılırsa teslim
alırken bilse bile iade edilir. Çünkü bunlar kıymet cinsinden değildirler T.
"Müflis olarak ölürse ilh..." Yani
elinde borçlarına yetecek parası bulunmazsa demektir. Hâkim tarafından iflâsına
hüküm verilmiş veya verilmemiş olması fark etmez
"Alacaklılarla musavi olur ilh..."
Yani o malı alacaklılar aralarında taksim ederler. Satıcı daha haklı olamaz.
Dürer.
"Satıcı daha haklıdır ilh..."
Zâhire bakılırsa murad : Parasını tamamen alıncaya yahut hakim satıp parasını
verinceye kadar malını elinde hapsetmeye daha haklıdır. Eğer malı bütün borcuna
yeterse ne âlâ! Artarsa fazlası diğer alacaklılara verilir. Eksik gelirse o
kimse kalan alacağı hususunda diğer alacaklılarla müsavî olur. Demek oluyor ki.
O kimse ölenin malını olmak hususunda mutlak surette haklı değildir. Bun İmkân
yoktur. Çünkü satın aldığı şey müşterinin milki olmuştur. O öldükten sonra da
mirasçılarına intikal eder ve alacaklıların hakkı olur. Bu müşterinin diğer
alacaklılardan daha haklı olması hayatta iken parasını alıncaya kadar satılan
malı hapsetmeye hakkı olduğu içindir. Öldükten sonra da öyledir. Bu mesele
musannıfın icareler bahsinde söyleyeceği meselenin benzeridir. Orada şöyle
diyecektir: "Kirayla veren borçlu olarak ölürse hânesini almak hususunda
kiracısı sair alacaklılardan daha haklı olur. Yani hâne elinde olup ücretini
verdiyse demek istiyor. Kiraya verenin ölmesiyle icare akdi bozulur. Kiracının
o haneyi hapse hakkı vardır. Onun kıymetini almak hususunda da en haklı odur.
Ücreti peşin verir de hâneyi teslim almadan hane sahibi ölürse bunun
hilâfınadır. Kiracı sair alacaklılarla müsavî olur; hâneyi hapsetmeye hakkı
yoktur. Nitekim Câmiu'l-Fûsuleyn'de bildirilmiştir."
Kezâ fâsid satış bâbında gelecektir ki, akid
feshedildikten sonra ölürse müşteri o mal için sair alacaklılardan daha
haklıdır. Malını alıncaya kadar onu hapsedebilir. Bu mahalli böyle halletmek
gerekir. Böylece fetva hâdisesi olan bir meseleye cevap verilmiş sayılır.
Mesele bana soruldu ki, şudur: "Satıcı parasını aldıktın sonra müşteriye
teslim etmeden müflis olarâk ölürse, müşteri o malda en ziyade hak sahibidir.
Çünkü hayatında satıcının onu hapsetmeye hakkı yoktur. Malın aynı bâkî kalmak
şartıyla müşteri onu teslime mecbur edebilir. Binaenaleyh satıcı öldükten sonra
dahi almaya hakkı vardır. Zira alacaklıların hiç bir vecihle hakkı yoktur. O satıcının
elinde emânettir. Velevki onun elinde helâk olursa malın kıymetiyle ödensin.
Rehin de öyledir. Rehini veren rehin atanın alacaklılarından daha haklıdır.
"Ekinin yarısını satarsa ilh..."
Meselenin sureti şöyledir: Bir adamın arazisi olurda onu çiftçiye verir; tohumu
da vererek çiftçinin hayvanları ile yarıya çalışmasını şart koşarsa, çiftçi
yeri ekip ekin meydana geldikten sonra onun yarısını toprak sahibine sattığı
takdirde satış câizdir. Fakat yer sahibi yarısını çiftçiye satarsa câiz olmaz.
Çünkü sattığını kaldırmasını emreder. Bu ise bütün mahsulü sökmeden olmaz.
Böylece müşteri kemale erinceye kadar o yerde kalmak hakkına malik olan kendi
hissesinin sökülmesi ile zarar görür et, tohum çiftçiden olursa o yeri içinden
çıkanın yarısı karşılığında kiralamış olur. Yer sahibi sattığını çıkarmasını
ona emredemez. Binaenaleyh satışın câiz' olması gerekir. Çünkü zarar yoktur. Bu
mesele ekinden hisse-i şayia ile satma kabîlindir ki, biz bundan ve
benzerlerinden şirket bahsinin başında bahsettik.
"Nehir'de ilh..." Ki sözün aslı
Bahır sahibine aiddir. İncelemenin hülasası şudur: Buna kıyasen ağaçsız olarak
yemişi satar da satıcı ağaçların emânet edilmesine razı olmazsa müşterinin yine
muhayyer bırakılması gerekir. isterse satışı iptal etmeli, dilerse mahsulü kesebilmelidir.
Halbuki bunda ona zarar vardır. Lâkin metinde diğer metinlerde olduğu gibi
"müşteri derhal o mahsulü keser" diye açıklandığını görmüştük. Bir de
şârihin Câmiu'l-Fûsuleyn'den naklettiği ifade dahî musannıfın ve başkalarının
yalnız ağacı veya yalnız yeri satma hususundaki: "Satıcıya hem ekini hem
meyvayı sökerek sattığını teslim etmesi emrolunur. Velevki olgunluğu zuhur
etmesin." ifadelerine aykırıdır. Nitekim orada buna tenbih etmiştik.
[1] Buhârî Musâkât: 13, Zekât: 50,
Buyû': 15; İbn Mâce, Zekat: 25; İbn Hanbel, Müsned: I, 167.
[2] İbn-i Mâce, Ticârât: 1.
[3] Hamdi Döndüren, Akif Köten, Şamil
İslam Ansiklopedisi: 1/103-104.
[4] Hamdi Döndüren, Akif Köten, Şamil
İslam Ansiklopedisi: 1/104.
[5] Hamdi Döndüren, Akif Köten, Şamil
İslam Ansiklopedisi: 1/104.
[6] Müslim, Müsakat: 25.
[7] Bilmen, Istılâhât-ı Fıkhiyye
Kâmusu VI, 126-127.
[8] ö. 823/1420.
[9] Ali Efendi, Fetâvâ, c. I. s. 300.
[10] Ali Haydar, Mecelle
Şerhi, I, 664-667.
[11] Hamdi Döndüren, Akif Köten, Şamil
İslam Ansiklopedisi: 1/104-105.
[12] Müslim, Büyû: 10.
[13] Hamdi Döndüren, Akif Köten, Şamil
İslam Ansiklopedisi: 1/105-106.
[14] Müslim, Müsakat: 13.
[15] Müslim, Büyû: 11.
[16] Müslim, Büyû: 13.
[17] el-Kâsânî, Bedâyiu's-Sanâyî, V,
244.
[18] Buhârî, Büyû: 54, 55, Müslim,
Büyû: 29-34, 34-36, 39, 41.
[19] el-Kâsânî Bedâyîu's-Sanâyi, V,
234.
[20] Tecrîd-i Sarîh Terc. VI, 447, 450-451.
[21] Alî Haydar, Mecelle Şerhi, I, 407, mad. 253; Hamdi Döndüren, Akif Köten, Şamil
İslam Ansiklopedisi: 1/106.
[22] Hamdi Döndüren, Akif Köten, Şamil İslam Ansiklopedisi:
1/106-107.
[23] Ebû Davud, Büyû: 64.
[24] Beyhakî, Sünen, V, 336.
[25] İbn-i Mâce, Ticaret: 6.
[26] el-Buhârî, Büyû: 58, Müslim, Büyû: 14.
[27] el-Buhârî, Büyû: 64, Müslim, Büyû: 14.
[28] el-Buhârî, Müsakat: 5; Müslim, İman: 46.
[29] Müslim, Müsakat: 27.
[30] Ayrıca bk. el-En'âm: 6/152; el-İsrâ: 17/35;
eş-Şuarâ: 26/181-183.
[31] Hamdi Döndüren, Akif Köten, Şamil İslam Ansiklopedisi:
1/107-108.