İMAMET-İ KÜBRA VE İMAMET-İ SUĞRA NEDİR?
482 Kur'an-ı Kerim'de Resûl-i Ekrem (sav)'e hitaben:
"Sen de içlerinde bulunup da, kendilerine namaz
kıldırdığın vakit, onlardan bir kısmı seninle birlikte
namaza dursun"(210) hükmü beyan buyurulmuştur. Resûl-i
Ekrem (sav)'in de: "Cemaat; sünnet-i hüdâ'dan bir
sünnettir. Cemaat'ten ancak münafık olanlar geri (uzak)
durur"(211) buyurduğu bilinmektedir. Dolayısıyla cemaatle
namaz; kitap sünnet ve Sahabe-i Kiram'ın icmaı ile sabittir.
Cemaat konusunu, mahiyeti ile beraber kavrayabilmek için
"İmameti Kûbra ve İmamet-i Suğra" kavramları
üzerinde durmak mecburiyetindeyiz.
483 İbn-i Abidin: "İmamet kelimesi
"emme" fiilinin masdarıdır. "Emm-en nâse"
insanlara imam oldu. Ona yalnız kıldırdığı namazda tabi
olurlar, manasına geldiği gibi; hem namazında, hem de emir ve
yasaklarında ona tabi olurlar manasına da gelir. Namazdaki
imamlığa "İmamet-i Suğra" (Küçük imamlık)
ikinciye "İmamet-i Kübra" (Büyük İmamlık)
derler" buyurmaktadır. Bahsin devamında da "İmamet-i
Kübrayı" Makasıd sahibi: "Din ve dünya hususunda
Peygamber (sav)'e halife olarak umumi riyasettir" diye tarif
etmiş; peygamberliği tariften hariç bırakmak istemişse de,
hakikatte peygamberlik tarifte dahil değildir. Çünkü o
şeriatle gönderilmelidir. Nitekim peygamberin tarifinden de
anlaşılır. Peygamberin umumi tasarrufa hak kazanması,
peygamberlik üzerine terettüp eden bir imamlıktır. Bu tarifte
dahildir. Umum kaydıyla hakimlik, emirlik gibi şeyler tariften
hariç kalır. Riyaset tahkik edilince, tasarrufa hak kazanmaktan
başka birşey olmadığı anlaşılınca şârihde: "Umum
tasarrufa hak kazanmaktır" şeklinde ifade etmiştir. Bunu
Allame Kemal b. Ebi Şerif; üstadı Kemal b. Hümam'ın "El
Müsayere" namındaki kitabının şerhinde böyle
söylemiştir. Büyük imamı (yani halifeyi) tayin etmek en
mühim vazifelerden birisidir. Çünkü şer'i vecibelerden bir
çoğu buna bağlıdır. Onun için Akaid-i Nesefi'ye de şöyle
denilmiştir: "Müslümanların hükümlerini tenfiz edecek,
şer'i cezalarını tatbik ve sınırlarını muhafaza ile
ordularını hazırlayacak, zekatlarını alacak, yol kesici
zorba ve hırsızları kahr edecek, cum'a ve bayramları
kıldıracak, hukuku isbat eden şahidleri kabul edecek velileri
olmayan küçük kız ve oğlanları evlendirecek ve ganimetleri
taksim edecek bir halifeleri bulunması mutlaka
lazımdır"(212) hükmünü zikretmektedir.
484 Alaûddin El Haskafi: "İmamet-i Suğra
(Küçük imamlık) on şartla namazını imamın namazına
bağlamaktır" hükmünü beyan eder. İbn-i Abidin bu metni
şerhederken şunları kaydetmektedir: "İmamet-i Suğra:
"Cemaatin namazının imamın namazıyla
bağlanmasıdır" diye tarif edilmiştir. Bu tarifi Nehir
sahibi, kardeşi olan "Bahır" sahibinden nakil
etmiştir. Ama bunun yalnız imama uymanın tarifi olduğu
anlaşılıyor. Ben derim ki imamlık; cemaatin namazının
imamın namazıyla bağlanmasıdır. Böyle denilirse itiraz
kalmaz. Tarifimin izahı şudur: İmam ancak, cemaat namazını,
onun namazına bağlarsa imam olur. İşte bizzat bu bağlantı
imamlığın hakikatidir. İmama uymaktan gaye budur. Çünkü
cemaat olan kimse, namazını imamının namazına
bağladığında kendisine imama uymak sıfatı hasıl olmuştur.
İmamın da imamlık sıfatı hasıl olmuştur ki, o da
bağlantıdır. Benim kasır aklımın anladığı budur. Allahû
âlem."(213)
485 İmam-ı Serahsi: "Müslümanlara has olduğu
sabit olan her türlü ibadet karşılığında ücret almak
batıldır"(214) hükmünü zikrediyor. Dolayısıyla namaz
kıldırdığı için hiç kimseye ücret ödenmez. Ayrıca namaz
kıldıran kimse de, namaz kıldırdığı için ücret alamaz.
Ulû'lemr'in (İmam-ı Kübra'nın) mescid imamlarına ödediği
ücret, namaz kıldırdığı için değil; mescidle ilgili
işleri yürüttüğü, Emr-i Bi'l Ma'ruf ve Nehyi Ani'l Münker
hizmetinde bulunduğu ve kendisi adına o beldedeki işleri
derûhte ettiği içindir. Nitekim mescid imamlarına ücret
ödenmesi hususunda fetva veren müteahhirin ûleması da; bu
gerekçeleri esas almıştır. İmam-ı Merginani: "Kafirin
müslüman üzerinde velâyet hakkı yoktur. Zira Allahû Teâla
(cc): "Muhakkak ki Allah, ebedi olarak kafirler için
mü'minler üzerine bir yol kılmayacaktır" (En Nisâ
Sûresi: 141) buyurmuştur. Bundan dolayı kafirin müslüman
üzerine şehadeti kabul olunmaz"(215) hükmünü beyan
ediyor. İmam-ı Kasani; Allahû Teâla (cc)'nın indirdiği
hükümlerle hükmetmeyen hiçbir gücün tasarruflarının
meşrû olamıyacağını ve şer'i şerife göre hükme
bağlanmayan hiçbir kazanın kabul edilmiyeceği üzerinde
duruyor.(216) Dolayısıyla; herhangi bir İslâm toprağı,
kafirlerin veya mürtedlerin istilâsı altına düşerse, cihad
her mü'min üzerine farz-ı ayn olur. Müstevli kafirlerin
tayinleri (Velev ki tayin ettikleri kimse müslüman bile olsa)
meşrû sayılmaz. Hele hele mescid imamı ve kadı tayinleri
hileli birer tuzaktır. Dolayısıyla istilaya muhatab olan
(Allahû Teâla (cc) muhafaza buyursun) mü'minler; kendi
içlerinden imam ve kadı seçmek zorundadırlar. Şimdi bir
misal verelim: 1979 yılında Sovyet-Rusya Afganistan İslâm
topraklarını istila etti. İstilayı gizleyebilmek için de,
kendi adamlarından birisini işbaşına getirdi. Şimdi bu
komünistin tayin ettiği Mescid imamları'nın arkasında
kılınan namaz, cemaatle kılınan namaz hükmünde değildir.
Bu gibi hallerde mü'minler; kendi aralarından imam seçerek
cemaat haline gelebilirler. Esasen bu onların üzerine vacibtir.
486 CEMAAT'İN HÜKMÜ: Molla Hüsrev:
"Cemaat, erkekler için sünnet-i müekkede'dir. Bir kavle
göre de amel-i farzdır. Şüphesiz kadınların cemaati
mekruhtur"(217) hükmünü zikrediyor. Feteva-ı
Hindiyye'de: "Cemaat sünnet-i müekkededir. Alimlerimizin
büyük bir çoğunluğu, gerçekten cemaat vacibtir
demişlerdir. Bedai'de "Cemaat; akıllı, ergenlik çağına
gelmiş, cemaatle namaz kılmaya gücü yeten erkekler üzerine
vacibtir" denilmiştir. Cemaate yetişemeyen kimse, ehlini
toplayıp namazı onlarla beraber kılar"(218)
denilmektedir. Malûm olduğu üzere; Cum'a ve Bayram
namazlarında cemaat şarttır. Zira bu namazlar ferdi olarak
edâ edilemezler. Birbirlerini çağırmak suretiyle; nafile
namazı cemaatle kılmak ise mekruhtur.(219)
487 Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Cemaatte hoşunuza
gitmeyen (tiksindiğiniz) bir hal, ayrılıkta beğendiğiniz
halden daha hayırlıdır. Cemaatte rahmet, ayrılıkta azab
vardır"(220) buyurduğu bilinmektedir. Cemaat halinde
namazı edâ etmek, bizzat Resûl-i Ekrem (sav) tarafından
teşvik olunmuştur. Nitekim bir Hadis-i Şerif'te: "Bir
erkeğin cemaat ile kıldığı namaz, yalnız başına edâ
ettiği namazdan yirmibeş kat ziyade (faziletli) olur"(221)
buyurulmuştur. İbn-i Abidin: "Ulemamızın tercih
ettikleri kavil, cemaatin vacib olmasıdır. Nehir sahibi
"Bu kavil, bütün kavillerin en adili ve en kuvvetlisidir.
Onun için ecnas nam eserde; küçümseyerek veya aldırış
etmeyerek cemaati terk eden kimsenin şahidliği kabul edilmez.
Ama yanılarak veya te'vil yoluyla terk ederse mesela: İmam heva
ve heveslerine uyanlardan veya cemaatin mezhebine riayet
etmeyenlerden olursa kabul ederiz" denilmiştir."(222)
hükmünü beyan etmektedir.
488 CEMAAT'E
KATILMAMAYI MEŞRU KILAN ÖZÜRLER: Hastaya, kötürüm
olan kimseye, topala, eli ve ayağı çaprazvari kesilmiş olan
kimseye, yürümeye güç yetiremeyen felçliye, aciz olan
ihtiyara ve Ebû Hanife (rha)'ye göre, kör olan kimseye cemaat
vacib olmaz. Sahih olan kavle göre; yağmur, çamur, şiddetli
soğuk ve fazla karanlık sebebiyle de vücûbiyet düşer.
Tebyin'de de böyledir. Zifiri karanlık gecede esen; şiddetli
rüzgar sebebiyle de, cemaate katılmamak meşru bir özürdür.
Fakat gündüz esen rüzgar özür değildir.(223)