HAD'LERİ KİM TATBİK EDER?
1251 Resûl-i Ekrem (sav)'in:
"Dört şey Ulû'lemr'in (velâyet hakkı olan kimsenin,
valinin) hakkıdır: Had cezalarını tatbik etmek, ganimetleri
mücahidler arasında taksim etmek, Cum'a namazını kıldırmak
ve zekâtı toplamak"(22) buyurduğu bilinmektedir. Ehl-i
Sünnet'in müctehid imamları; had cezalarını tatbik etme
hakkının "Ulû'lemr'e" ait olduğu hususunda ittifak
etmişlerdir. Bu husus "Akaid" kitaplarında ayrıca
yer almıştır.(23) Hanefi fûkahası: "Ulû'lemr'in
(bey'at sebebiyle) mü'minler üzerindeki velâyeti mutlaktır.
Had'ler ise, Allahû Teâla (cc)'nın hakkı olarak farz
kılınmıştır. Dolayısıyla hadleri tatbik etmek; Ulû'lemr
veya onun tayin ettiği kimseye ait bir görevdir"(24)
hükmünde ittifak etmiştir. Bu noktada "Ulû'lemr herhangi
bir suç işlerse nasıl cezalandırılacaktır?" sualine
cevap arıyalım: "Ulû'lemr'e hadd cezası tatbik edilmez.
Zira had'ler Allahû Teâla (cc)'nın hakkıdır ve haddin tatbik
edilmesiyle Ulû'lemr görevlidir. Başkasının bu hususta
yetkisi yoktur. Ulû'lemr'e kısas tatbik edilir ve mal ile
cezalandırılır. Çünkü kısas ve malda (diyette) kulun
hakkı mevcuttur. Hak sahibi; ya Ulû'lemr'in temkini ile veya
İslâm ordularından yardım talep ederek onu alır."(25)
Darû'l İslâm'da "mezalim" mahkemeleri; Ulû'lemr'in
ve onun tayin ettiği kimselerin haksız icraatlarını takible
görevlidir. Haddi gerektiren bir suç işleyen Ulû'lemr'i,
mü'minlerin azletme hakları vardır.
1252 İslâm ahkâmının
tatbik edilmediği beldelerde; insanları suça iten sebepler
çeşitlidir. Mesela bir beldede; şarabın üretimi ve tüketimi
tamamen serbest bırakılmış, hatta siyasi güçler tarafından
içilmesi teşvik edilmişse, o belde de insanların "akıl
emniyeti" tahrib edilmiş demektir. Fûkaha; had
cezalarının tatbik edilmesi için, haddi gerektiren suçun
"Darû'l İslâm'da" işlenmiş olmasının şart
olduğunda ittifak etmiştir. Hz. Mekhûl (rha)'den rivayet
edilen bir Hadis-i Şerif'te Resûl-i Ekrem (sav)'in:
"Darû'l Harb'te had cezaları tatbik edilmez"(26)
buyurduğu bilinmektedir. Küffarın istilası altında olan
beldelerde had cezaları tatbik edilemez. Zira küfür
ahkamının tatbikiyle birlikte o beldedeki mü'minler; din, can,
akıl, nesil ve mal emniyetlerini kaybetmişlerdir. Bir belde de
mü'minlerin nüfus oranı % 99, kâfirlerin oranı % 1 olsa; had
cezaları tatbik edilmediği süre içerisinde o belde
"Darû'l Harb'tir", Zira Had cezaları; Allahû Teâla
(cc)'nın hakkı olarak, mütevatir nasslarla farz
kılınmıştır. O belde de; % 99 gibi çoğunluğu teşkil eden
müslümanlar; kâfirlerden (küfür ahkâmını tatbik eden
hükümetlerden ve ordulardan) çekindikleri için had
cezalarını uygulayamazlar, yoksa mütevatir nassları inkâr
ettikleri için değil!.. Bu durumda o beldede; hakimiyet ve
emniyet kâfirlerin, esaret ve korku ise müslümanların
üzerinedir, her ne kadar nüfusun çoğunluğunu müslümanlar
teşkil etse dahi, orası Darû'l Harb olur.(27) Sonuç olarak;
bir İslâm beldesi küffarın istilasına uğrar uğramaz
"Darû'l Harb'e" dönüşmez. Ancak o belde, küfür
ahkâmı tatbik edilmeye başlandığı zaman; hakimiyet ve
emniyet kâfirlerin olacağı için "Darû'l Harbe"
dönüşmüş olur. Bu durumda bütün mü'minler üzerine cihad
"Farz-ı Ayn" olan bir ibadet haline gelir!.. Tıpkı
namaz gibi. Küfür ahkâmını icra eden müstevli kâfirlerle
cihad etmeyen müslüman, tıpkı namazı terkeden gibi
fasıktır.
1253
Had cezalarının tatbik edilmesi; mü'minlerin kalblerinde
ortaya çıkabilecek kin ve intikam ateşlerini söndürür.
Ayrıca insanların Allahû Teâla (cc)'nın hukukuna riayetini
sağlar. Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Kim suçlardan birini
irtikap eder de, onun cezasına çarptırılırsa, bu onun
keffaretidir"(28) buyurduğu bilinmektedir. Dolayısıyla
Had cezaları sebebiyle; hem Ulû'lemr, (tatbik etme
açısından), hem de mü'minler (teslim olma açısından)
imtihan olunmaktadırlar.