KADI'NIN DURUŞMA ESNASINDAKİ
TUTUMU NASIL OLMALIDIR?
1847 İslâm ûleması; kazâ
işleriyle meşgul olan kimsenin, duruşma esnasındaki tutumu
üzerinde hassâsiyetle durmuştur. Bütün fıkıh kitaplarında
"Edebü'l Kadı"nın; ayrı bir kısım olarak ele
alınması bunun en güzel delilidir. Resûl-i Ekrem (sav)'in:
"Eğer sizden biriniz kazâ işine (Kadılık vazifesine)
mübtelâ olursa; hasımlar (Davacı ve davalı) arasında,
mecliste yer göstermek, işâret etmek ve bakmak hususunda eşit
davransın"(155) buyurduğu bilinmektedir. Esâsen hâkim
(Kadı) taraflar arasında Adâletle hükmetmeye memur
edilmiştir. Duruşma esnasında; herhangi bir tarafa meylederse,
vereceği hüküm sui-zanna sebeb olabilir. Hanefi Fûkahası:
"Duruşma esnasında hakim (Kadı); taraflardan yalnız
birisini eve kabul etmek ve hüküm meclisinden birisiyle halvet
veyahut ikisinden birisine eliyle, gözüyle veya başıyla
işârette bulunmak, gizlice (Fısıltı şeklinde) konuşmak,
yâhud diğerinin bilmediği lisan ile söz söylemek gibi
töhmet ve sui-zanna sebeb olabilecek hal ve hareketlerde
bulunamaz. Hâkim; taraflar arasında şer'i şerife göre
hükmetmeye memurdur. Dolayısıyla tarafeynden (Davalı ve
davacı) birisi her ne kadar eşraftan ve diğeri avamdan birisi
olsa bile; muhâkeme esnasında (oturtmak, kendilerine bakmak ve
söz söylemek gibi) muhâkemeye müteallik muamelede tamâmiyle
Adâlet ve müsavata (Eşitliğe) riâyet etmek
mecburiyetindedir"(156) hükmünde ittifak etmiştir. Dikkat
edilirse fukaha; muhakeme ile ilgili olarak akla gelebilecek her
türlü hususun üzerinde hassâsiyetle durmuştur.
1848 Resul-i Ekrem (sav)'in
duruşma esnasında tarafları (Davacı ve davalı)
oturtuyordu.(157) Oturtma şeklinde dahi; müsavata riâyet
etmesi ve bunu emretmesi önemli bir hadisedir. Halbuki
câhiliyye döneminde araplar arasında; sosyal sınıflar
teşekkül etmiş ve belli bir gelenek ortaya çıkmıştır.
Nitekim Ebû Cehil'in (Bedir Savaşında) ölüm anında dâhi bu
geleneğe sâdık kaldığı bilimektedir.(158) Hâkim (Kadı)
Murâfaa yapmadan önce; gerekli her türlü tedbiri (Hukukî,
idarî, inzibatî vs..) almak zorundadır. Fetava-ı Hindiyye'de:
"Hakimin (Kadı) duruşma yapacağı mescide girdiği zaman;
önce iki rek'at veya dört rek'at namaz kılması münâsibtir.
Dört rek'at kılması daha efdaldir. Sonra Allahû Teâla
(cc)'ya "muvaffak kılması, günahlardan ve zulmetmekten
muhâfaza buyurması, isâbetli hüküm vermesine yardımcı
olması" için duâda bulunur. Sonra da hüküm vermek için
oturur. Şayed fıkıh ve kerâmet ehli ile birlikte olmak
isterse, onlara yakın bir yere oturur. Kezâ emânet sâhibleri
de (Ulemâ) Kadı'ya yakın bir yere ilişirler. Şâyed hâkim
(Kadı) hüküm vermeye ehliyetli müctehid bir kimse ise,
yalnız başına oturmasında da bir sakınca yoktur. Serahsi'nin
Muhiyt'inde de böyledir. Eğer kadı (hâkim) ammi ise
(başkalarının ictihadlarıyla hükmediyorsa) alimlerle
birlikte oturması müstehabtır. Nehrü'l Faik'te de böyledir.
Hakim, tarafların yanında istişârede bulunmaz. Bezzaziye'de
de böyledir. Zabıt kâtibi kadı'nın (Hâkimin) önüne
oturur. Bu sûrette Hakim; onun ne yazdığını görür
(rüşvet sebebiyle kâtibin) aldatılmasını engeller ve
şâhidin sözlerini fazla veya noksan yazmamasını kontrol
eder. Serahsi'nin Muhiyt'inde de böyledir."(159) hükmü
kayıtlıdır.
1849 Şekil yönünden dava
dilekçesi kabul edilince; Hâkim (Kadı) tarafları birlikte ve
aleni olarak muhâkeme eder.(160) Mü'minlerden bir zümrenin
dinleyip-dinlememesi hususu Kadı'nın (hâkimin) ictihadına
bırakılmıştır. Davanın mâhiyetine göre karar verir.
Müracaat sırasına göre; davalara bakılmasında herhangi bir
mahzur yoktur.(161) Mâhiyet İtibâriyle acele görülmesi
gereken davaların öne alınması mümkündür.(162)
1850
Duruşma başladıktan sonra: Davacı'nın dilekçesi aleni ve
yüksek sesle okunur. Davalıya; bu dilekçede beyan olunan
hususta bir-şey söyleyip-söylemeyeceği sorulur. Davalı; dava
edilen şeyi davacının lehine ikrar ve itiraf ederse dava
(Davacının lehine) sonuçlanır.(163) Davalı inkâr ederse;
davacıdan delil istenir.