VAKIF'IN TARİFİ, HÜKMÜ VE
MÂHİYETİ
2008 Önce kelime üzerinde
duralım. Vakıf; "Habsetmek" manasına olup
"Vakafe" fiilinin masdarıdır. Bundan dolayı
mahşerde insanların hesap vermeleri için hapsedildikleri yere
"Mevkıf" denilmiştir. Çoğulu
"Evkâf"dır.(79) Istılâhta: "Bir mülkün
menfaatini insanlara tahsis edip; aslını Allahû Teâla
(cc)'nın mülkü hükmünde olmak üzere, mülk edinme veya
edindirmeden alıkoymaktır"(80) şeklinde târif
edilmiştir. İmam-ı Azam Ebû Hanife (rha) indinde vakıf;
tıpkı âriyet gibi câizdir, lâzım değildir. İmameyn'e
göre; "vakıf lâzım ve sabittir, vakfedenin onu iptal
etmesi caiz değildir."(81) Fûkaha; fetvanın İmameyn'in
kavline göre olduğunu tasrih etmiştir.
2009 Feteva-ı Hindiyye'de:
"Vakfın sebebi; Allahû Teâla (cc)'nın rızâsını taleb
etmektir"(82) hükmü kayıtlıdır. Esasen vakıf hadisesi;
Allahû Teâla (cc)'ya iman ve hesab gününe hazırlanma şuuru
ile yakından alakalıdır. Nitekim ilk vakıf; Hz. İbrahim
(as)'in gayretiyle vücûd bulmuştur.(83)
"Halilü'r-rahman"vakfının özelliği budur. İmam-ı
Şafii (rha): "Allahû Teâla (cc)'nın rızasını kazanmak
maksadıyla yapılan vakıf; câhiliyet ehlinden sâdır
olmamış, müslümanlar tarafından vâki olmuştur"(84)
hükmünü zikreder.
2010 Kur'ân-ı Kerîm'de:
"Siz sevdiğiniz şeylerden (Allah yolunda) harcayıncaya
kadar aslâ iyiliğe ermiş (Birr-i taat etmiş) olamazsınız.
Her ne infak ederseniz, şüphesiz Allah onu bilicidir"(85)
hükmü beyan buyurulmuştur. Bu ayetin inzâlinden sonra;
Sahabe-i Kiram sevdiği malları infâk etme hususunda
birbirleriyle yarışa girmişlerdir. Hz. Cabir (ra): "- Ben
hicret edenlerden veya ensardan; mal sâhibi, olup da, vakıf
veya tasaddukta bulunmayan hiç kimseyi tanımıyorum"
diyerek, sahabenin vakfa ne kadar önem verdiğini izah
etmektedir.(86) Esasen Resûl-i Ekrem (sav)'in Medine'de bulunan
ve kendi özel mülkü olan; "Fedek Arazisini", fakir
mü'minlerin ihtiyaçlarının karşılanması için vakfettiği
bilinmektedir.(87) Hz. Ömer (ra)'in en kıymetli malı
"Hayber"de bulunan hurmalığıdır. Resûl-i Ekrem
(sav)'e gelerek: "- Ey Allah'ın Resûlü!.. Hayberde öyle
bir hurmalık elde ettim ki, ondan daha güzeli şimdiye kadar
elime geçmemişti. Bana bu hurmalığı ne yapmamı
emredersiniz?" diye sordu. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem
(sav): "Onu aslı ile birlikte tasadduk et!.. Eğer böyle
yaparsan o (hurmalık) satılamaz, hibe edilemez ve hiç kimse
ona (hurmalığa) vâris olamaz"(88) buyurdu. Hz. Ömer (ra)
bunun üzerine "Satılmamak, hibe edilmemek ve mirâsa konu
olmamak şartıyla hurmalığın gelirlerini; fakirlere,
akrabaya, kölelikten kurtulmak isteyenlere, Allah yolunda
savaşanlara, yolda kalmışlara ve müsâfirlere harcanmak
üzere vakfetti. Ona bakan kimse (Mütevelli) iyilikle yiyebilir
ve dostuna da yedirebilirdi". Dikkat edilirse; vakfedecek
kimsenin, nelere riâyet etmesi gerektiği bu hâdisede açıkça
görülmektedir.
2011 Vakfedilen malın;
alış-verişe, hibeye ve mirâsa konu olmayacağı hususunda
ittifak vardır. Zira vakıfta asıl olan belli bir süre ile
sınırlandırılmamasıdır.(89) Nitekim İbn-i Abidin:
"Vakıf, muvakkat olarak yapılırsa câiz olmaz. Meselâ:
Bir kimse "Şu hanemi bir gün veya bir ay müddetle
vakfettim" dese, bu vakıf sahih olmaz. Çünkü vakfın,
ebedi olması şarttır"(90) hükmünü zikreder. Esasen
vakfın hükmü: Vakfedilen şeyin; vakfeden kimsenin mülkünden
çıkması ve Allahû Teâla (cc)'nın mülkü hükmüne
girmesidir.(91) Bu sebeble; alış-verişe, hibeye ve mirâsa
konu olamaz.
2012
Mülkünden bir kısmını vakfetmek isteyen kimse; vakfedeceği
şeyin mâhiyetini, ne için vakfettiğini (Fakir, miskin vs..)
ve nasıl kullanılması gerektiğini kat'i olarak beyan
etmelidir. Vakfın rüknü; mülkün vakfedildiğine delâlet
eden hususi lâfızlardır. Bahru'r Raik'te de
böyledir"(92)