VAKFIN ŞARTLARI
2013 Dürri'l Muhtar'da:
"Vakfın sahih olmasının şartı diğer teberrularda
olduğu gibi hür ve mükellef olmaktır. Vakfın haddi zatında
kurbet, mâlum, muayyen ve müneccez olup, ta'lik edilmiş
olmamasıdır. Fakat haddi zatında mevcut olan şeye ta'lik
edilmiş olursa, bu ta'likin zararı olmaz. Vakıf, gelecek
zamana nisbet edilmemelidir. Vakıf, muvakkat olmamalıdır.
Vakıf'ta hıyar-ı şart bulunmamalıdır. Bir de vakfedenin;
vakfettiği şeyin satılıp parasının kendi ihtiyacına
sarfedilmesini şart koşmamasıdır. Eğer vakfeden böyle bir
şart koşarsa bâtıl olur"(93) hükmü kayıtlıdır.
Dikkat edilirse; vakfın sahih olabilmesi için; hem vakfeden
şahısta, hem vakfedilen malda, hem vakfın zamanı hususunda
(ve vakfın gayesi noktasında) birtakım şartlara ihtiyaç
vardır. Vakfeden kimsede "Müslüman olma" şartı
aranmamıştır.(94) Ancak Müslümanın vakfının sahih
olmasında; vakfın şer'i şerife göre ibâdet (Kurbet) olması
şartı aranırken. Zimmi'nin vakfının sahih olması için; hem
biz müslümanlara göre, hem de kendi dinine göre kurbet olma
şartı getirilmiştir. Nitekim zimmi'nin evini; havra veya
kilise olarak vakfetmesi bâtıldır. Muhıyt'te de
böyledir.(95) Ancak zımminin; kendi dininden olan fakirlerin
ihtiyaçlarının karşılanması için yaptığı vakıf
sahihtir. Çünkü her iki şart da mevcuddur. Mürtedin; riddet
halinde iken yaptığı vakıf sahih değildir. Zira mülkiyeti;
mevkûf olarak elinden gitmiştir.
2014 Şimdi vakfın nasıl
teşekkül edebileceği konusu üzerinde duralım. İslâmi bir
yönetimde; mükellef, gönül huzuruyla malının bir kısmını
vakfedebilir. Zira gerek kendisi hayatta iken, gerek ölümünden
sonra; Kadı (İslâm'a göre hükmeden hakim) vakfın her
türlü işini tâkip eder. İmam-ı Azam Ebû Hanife (rha) iki
yoldan birisiyle vakfın lâzım olacağına hükmetmiştir.
Birincisi: Bir
kimse usûlü dairesinde mülkünün bir kısmını vakfetmek
isterse; selâhiyetli bir kimseye (Kadı'ya) mürâcaat eder.
Kadı (Hakim) vakfın luzûmuna hüküm verirse, vakıf
gerçekleşir.
İkincisi: Bir
kimse; ölümünden sonraya nisbet ederek "- Ben öldüğüm
zaman şu mülküm fülân cihete vakfedilsin" deyip, bundan
dönmeden ölürse, terekesinin üçte birinden mûteber olmak
üzere lâzım olur. Çünkü böyle bir vakıf; vasiyyet
hükmündedir. Vasiyetin cevazı ve luzûmu şer'an sâbittir.
İmameyn'e göre dört yoldan birisiyle vakfedilen şey,
vakfedenin mülkünden çıkar, vakıf olması lâzım ve sâbit
olur.
Birincisi:
Ulû'lemr (Sultan) tarafından tâyin edilmiş, selâhiyetli bir
Kadı'nın (Hâkim'in) hükmüdür. Artık hükümden sonra
vakıfdan dönme imkânı yoktur. Çünkü bu hüküm kat'i
olarak bağlayıcıdır, ictihada (Dönme hususunda) imkân
yoktur.
İkincisi:
Ölüme ta'lik edilmiş vakıftır. Vakfedenin hayatta iken;
ölümünden sonra, mülkünün bir kısmının vakfedilmesini
vasiyet etmesiyle gerçekleşir. Ancak bu malının üçte birini
aşamaz.
Üçüncüsü:
Bir kimsenin: "- Şu mülkümü hayatımda ve ölümümden
sonra fülân cihete vakfettim" demesiyle sâbit olur.
Dördüncüsü:
Daha yapılırken (Mescid cami vs. gibi) vakfedilen mülktür.
Sahih olan kavle göre; mescid inşaatına başlamadan
Ulû'lemr'den izin talep etmek gerekir. Bu vakıf'dan da
dönülemez.(96) Fukahâ; vakıf yapan kimsenin, belli şartlar
ileri sürecekse mutlaka kadı'ya (Hâkim'e) müracaat etmesi
gerektiği hususunda müttefiktir. Ancak hiçbir şart ileri
sürmeden; güvendiği kimseleri mütevelli tâyin ederek, vakıf
kurabilir. Bu durumda Kadı'ya mürâcaatının şart
olup-olmadığı hususunda farklı görüşler ileri
sürülmüştür. Essah olan kavle göre; şart değildir.
Feteva-ı Hindiyye'de: "Müteahhirin ûleması
"Vakfeden kimse, vakıf senedinin sonuna: "Hakikaten bu
vakfın sıhhatine ve lüzûmuna Kadı'lardan (Hâkimlerden) bir
kâdı, hüküm verdi" diye yazar ve fakat ismini
(Kadı'nın kim olduğunu) zikretmezse, bu da câizdir. Sahih
olan Şemsü'leimme Serâhsi'nin kavlidir. Feteva-ı Kadıhanda
da böyledir. Uygun olan vakfeden kimsenin, vakfı ölümünden
sonraya bırakması ve vakfedeceği malı mülkiyetinden
çıkarmamasıdır. Böyle yapmazsa, bi'licma vakfedilen mal,
vakfedenin mülkünden çıkar"(97) hükmü kayıtlıdır.
Vakfın sıhhati açısından Kadı'ya (Hkim'e) müracaat
zaruridir. Çünkü vakfedilen malın; İslâmi esaslara uygun
şekilde kullanılması bu şekilde sağlanabilir. Eğer bir
beldede; Kadı mevcut değilse, vakıf işlerinin sıhhatli
yürümesi düşünülemez. Nitekim Osmanlı döneminde kurulan
vakıflar günümüzde gayri İslâmi şekilde
kullanılmaktadır. Hatta, bir vakıf eserinin uzun yıllar
genelev olarak kullanıldığı, basında yer almıştır. Vakıf
gelirlerini artırmak için kurulan "Vakıflar
Bankası'nın"; fâizle meşgul olduğunu ayrıca belirtmeye
gerek yoktur. Çünkü laik bir devlette; "Vakıf"
İslâmi esaslara bağlı kalmak mecburiyetinde değildir. Tabii
şer'i manada; "Vakıf" olma özelliğinden söz edilemez.
Ancak müslümanlar cemaat haline gelir (Emir'i, Kadı'sı,
Muhtesib'i, Amil'i vs.) ve aralarında İslâm fıkhını
uygularlarsa, "vakıf" kurabilirler. Bu bir ruhsattır.
Elbette vakıf işlerinin düzenli yürütülmesinden yine
"Kadı" mes'ûldür.