ÂRİYET'İN (ÖDÜNÇ
VERMENİN) ÖNEMİ
2027 Arapça mütehassısları
"Âriyet" kelimesinin lûgat manası hususunda ihtilâf
etmişlerdir. Sıhâh'ta: "Âriyet; teşdid ile
"Âriyyet" şeklindedir. Sanki o; âr'a (Utanmaya)
mensûbtur. Çünkü Âriyet (Ödünç) istemek; utanma vesilesi
ve ayıbtır" şeklinde izâh edilmiştir. Hidâye'de:
"Âriyet; ariyye'dendir. Âriyye ise atıyye (ihsan,
ikram)dır" denilmiştir. Kâfi'de ise: "Âriyet;
teâvürden'dir. Teâvür ise; nöbetleşe manasınadır. Sanki
Âriyet veren; mülkü ile faydalanma hususunda kendisine geri
verilinceye kadar, başkasına nöbet vermiştir"(124)
şeklinde izâh edilmiştir. İslâmi ıstılâhta:
"İvazsız (Herhangi bir karşılığı olmadan, ücretsiz)
menfaati temlik etmeye "Âriyet" denilir. O bir nevi
ihsan ve atıyyedir.(125) Resûl-i Ekrem (sav)'in; Hz. Safvan
(ra)'dan cihad için, zırhları ödünç (İâre) olarak
aldığı bilinmektedir. Bir kimsenin; bütün ihtiyaçlarını
kendi imkânlarıyla karşılaması mümkün olmaz. Hatta öyle
zaman olur ki; zengin bir kimse dâhi, ödünç (İâre)
talebinde bulunabilir. Mü'minlerin birbirlerinin
ihtiyaçlarını; (misli olan mallarda) iâre olarak
karşılamaları "Kardeşlik Hukuku'nun" tâbi bir
sonucudur. Âriyet'in (Ödünç'ün) rüknü; icab, kabûl ve
taleb edilen malın teslimidir. Mûirin (Ödünç veren kimsenin)
sükûtu kabûl sayılmaz. Sarih olarak beyan etmelidir.(126)
Âriyet veren kimseye "Mûir", âriyet (ödünç) alan
şahsa "Müsteir" ve âriyet (Ödünç) almaya da
"İstiâre" denilir.
2028 Resûl-i Ekrem (sav)'in:
"Sütü için alınan koyun (Minhe) geriye verilmeye
müstehâktır. Ariyye (Ödünç alınan) ise; tediye edilmek
durumundadır"(127) buyurduğu bilinmektedir. Hanefi
fûkahası: "Menfaati bir bedel (ivaz) karşılığı
olmaksızın; rücûu kâbil olmak üzere, temlik edilen mala
Âriyet (Ödünç) denilir. Ödünç veren kimse (Mûir)
istediği vakit; iâre'den geri dönebilir. Bunun herhangi bir
zamanla sınırlandırılması sözkonusu olamaz. Müsteir
(Ödünç alan kimse) herhangi bir ücret ödemeden Âriyet'in
(Ödünç verilen malın) menfaatine mâlik olur. Ayrıca
Âriyet; (Ödünç alınan mal) ödünç alan kimsenin
(Müsteir'in) elinde, emânet hükmündedir. Herhangi bir kasdı
veya kusuru olmadığı halde; telef olur veya kıymetine zarar
verecek bir hal zuhûr ederse, tazmin etmek (Ödemek) durumunda
değildir. Ancak kasden veya kusur sonucu telef olursa; tazmin
etmek durumundadır"(128) hükmünde ittifak etmiştir.
İmam-ı Şafii (rha): "Ödünç alan kimse'nin (Müsteirin)
kasdı veya kusuru olmasa da; Âriyet (Ödünç) olarak aldığı
şeyin telef olması durumunda ödemek zorundadır. Çünkü o
başkasının malının menfaatini taleb etmiştir. Mûir
(Ödünç veren kimse) geriye almak istediği zaman; aynen teslim
etmesi vâciptir. Eğer helâk olmuşsa, ödemek
durumundadır"(129) hükmünü zikreder. Esasen ödünç
alan kimsenin kusuru sözkonusu olursa; bütün müçtehidlere
göre, ödenmesi şarttır. Nitekim İbn-i Münzir: "Bir
malı Âriyet olarak alan kimse; onu telef ederse, ödemek
zorunda kalır"(130) hükmünde icmâ olduğunu beyan
etmektedir.
2029 Âriyet'in (Ödünç
vermenin) sahih olması için; hem ödünç veren kimsenin
(Mûir'in), hem ödünç alan şahsın (Müsteirin) akil ve
mümeyyiz olması şarttır. Bulûğa ermiş olmaları şart
değildir. Ancak delinin veya sabi'nin "İâre Akdi"
yapmaları sahih olmaz. Zira her ikisi de şer'an mes'ûl
değildir. İkincisi: Ödünç verilen şeyin (Müstearın)
mâlum olması gerekir. Meselâ: Bir kimse; iki hayvanından
birini iâre olarak verse, fakat hangisi olduğunu tayin etmese
akid sahih olmaz. Üçüncüsü: Ödünç olarak verilen şeyin
(Müsteârın) kullanılmaya elverişli olması şarttır.
Meselâ: Kaçak olan bir beygirin, iâre olarak verilmesi sahih
değildir. Zira ödünç alan kimsenin; onun menfaatinden
faydalanma imkânı yoktur. Dördüncüsü: Ödünç olarak
verilen şeyin (Müstear'ın); ödünç alan kimseye teslimi
esastır. Nitekim Mecelle'de: "Âriyetde kabz şartı olup;
kabl el-kabz hükmü yoktur" hükmü kayıtlıdır. Esâsen
İmam-ı Yusuf (rha)'un, "Ödünç verilen mal teslim
edilmediği müddetçe, iâre akdi mün'akid olmaz"
buyurduğu bilinmektedir. Zirâ akdin konusu; ödünç olarak
verilecek mala (Müsteara) dayanmaktadır.(131)
2030
Ödünç olarak verilen malın (Müstearın) herhangi bir
masrafı sözkonusu ise; bu masraf müsteir'in (Ödünç alan
kimsenin) üzerinedir. Meselâ: Bir çiftçi hayvanını
âriyet olarak (Ödünç); diğer bir çiftçiye verse, onun
beslenmesi müsteir'e (Ödünç alana) âittir. Mecelle'de:
"Müsteârın (Ödünç alınanın) nafakası ödünç
alanın (Müsteirin) üzerinedir" denilmiştir. Ödünç
veren kimse; herhangi bir zaman ve mekân kaydı ortaya koymazsa
"İâre-i Mutlaka", aksi halde ise "İâre-i
Mukayyede" gündeme girer. Mü'minler; ahidlerinden dolayı
mes'ûldürler. Ödünç veren kimse; kardeşine belli bir süre
tanımışsa, mutlaka o süreye riâyet etmelidir. Ödünç alan
kimse için de; aynı husus geçerlidir.(132) Fukaha;
"Tarafların herhangi bir şart koşmaması durumunda; o
beldede ki, örf ve adetin geçerli olacağı" hususunda
müttefiktir. Dikkat edilecek husus; ödünç veren kimse,
"İâre akdi" sonucunda, herhangi bir fazlalık taleb
etmemelidir. Çünkü Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Menfaat
sağlayan her ödünç; fâiz çeşitlerinden birisidir"
buyurduğu bilinmektedir. Bu Hadis-i Şerif; Abdullah İbn-i
Mes'ûd, İbn-i Abbas ve Abdullah b. Selâm'dan mevkûfen
rivâyet edilmiştir. İmam-ı Kasani: "Menfaat sağlayan
(Ödünç verene) her ödünç akdi, Resûl-i Ekrem (sav)
tarafından nehyedilmiştir. Çünkü burada ödünç verenin
lehine şart koşulan menfaat, karşılıksız bir fazlalıktır
ve bu açıdan fâize benzemektedir" hükmünü zikreder.
Esasen Âriyet (Ödünç verme) herhangi bir bedel karşılığı
olursa; icâre'ye (Kira'ya) dönüşür. Zira belli bir süre
ortaya konularak; ödünç verilen mal için, ücret tesbit
edilmiş olur. Mü'minler; ister mutlak, ister mukayyed olsun,
birbirlerine "iâre'de" (Ödünç vermede) cömert
olmalıdırlar. Çünkü kardeşinin bir sıkıntısını gideren
kimsenin; âhiret hayatı noktasından, kazancı büyüktür.
Bilhassa ticaretle uğraşan mü'minler; birbirlerinden ödünç
almak mecburiyetini hissederler. Burada dikkat edilecek husus;
piyasada "Misli bulunan" malların, iâre akdine konu
edilmesidir. Eğer misli olmayan mallar sözkonusu olursa
"iâre" (Ödünç alma) hükmü, cereyan etmez. Misli
olmadığı için aynen iâde edilmesi sözkonusu olmaz.(133)
Dolayısıylâ taraflardan birisinin zararı gündeme girer.
Şurası da unutulmamalıdır ki; Âriyet, hem borç, hem borç
değildir. Şimdi "Karz-ı Hasen" (Güzel borç)
üzerinde duralım. Maalesef günümüzde bu iki mâhiyet
arasındaki incelik; Türkçe'de her ikisine de,
"Borç" denilmesi yüzünden, kavranamamaktadır. En
azından geniş bir kitle; "Ödünç" almak (İâre
akdi) ile borcun (Karz'ın) aynı şey olduğu kanaatindedir.
Ayrıca veresiye alış-verişten doğan borç ile; diğer (Elden
verilen) borç arasında; farkı beyan edecek, herhangi bir
kelime Türkçe'de yoktur. Ancak Arapça'da "Karz";
genellikle elden verilen borcun adıdır. Veresiye
alış-verişten doğan borca "Deyn" denilmiştir. Daha
önce de izâh ettiğimiz gibi; ödünç almada (İâre'de)
"Mülkiyet" gündeme girmez. Bir anlamda; ödünç
alınan (Müsteâr) emânet hükmündedir. Ödünç alanın
kasdı veya kusuru olmadan telef olursa, tazmin etmesi gerekmez.
Karz'da ise; durum farklıdır.