VEDİÂ VE EMÂNET'İN
MÂHİYETİ
2034 Önce "Vediâ"
ve "Emânet" kelimelerinin lugat manaları üzerinde
duralım. Vediâ; mutlak manada "bırakmak ve
terketmek" demektir.(144) Emânet ise; masdar olarak
"Eminlik, başkasının hak ve hukukuna riâyet"
manasına kullanılır. İslâmi ıstılâhta: "Muhafaza
edilmesi için; emin olarak bilinen bir kimseye teslim edilen
mala vediâ denilir"(145) târifi esas alınmıştır.
Genellikle vediâ ile emânet aynı manada kullanılır. Fakat
aralarında ince bir fark vardır. Meselâ; rüzgâr sonucu bir
kimsenin evinin bahçesine, komşusunun bir eşyası düşse;
aralarında akid olmadığı için, ev sahibinin nezdinde o eşya
"Vediâ" hükmünde değildir, fakat emânettir. Zira
mü'minler; her hakkı, hak sâhibine teslim etme hususunda
emindirler. Türkçe'de "Vediâ" kullanılmamış;
genellikle "Emânet" kelimesi yaygınlık
kazanmıştır. "Galat-ı Meşhur, lügati fâsihten
evlâdır" kaidesine uyarak, emânet kelimesini kullanalım.
Esâsen emânet; Allahû Teâla (cc)'nın gerek kendi hukuku,
gerekse bütün yarattıklarının hukuku ile ilgili
tekliflerinin tamamına verilen bir isimdir. "Mü'minler
emindir" derken; İslâm'ın bütün emir ve nehiylerine,
hiçbir mâzeret ileri sürmeden tâbi oldukları kasdedilir.
2035 Emânet'in rüknü;
serâhaten yâhud delâleten icab ve kabûlün
gerçekleşmesidir. Emâneti koyan kimse: "- Sana emânet
ediyorum, veyâ emânet koydum" diyerek icâb'ta bulunur.
Kendisine güvenilen kimse ise: "- Kabûl ettim, aldım veya
bunların benzeri bir hükümle" kabul ederse emânet
gerçekleşir. Örfen kabul de geçerlidir. Eşyayı koyduğu
zaman susmak ve itiraz etmemek gibi!.. Şayet bu işe râzı
değilse: "- Ben emânet kabul etmiyorum" diyerek,
durumu açıklığa kavuşturabilir. Serâhaten ve delâleten
hükmü, icab sâhibi için de geçerlidir.(146) Emânet'in
hükmü: Kendisine emânet konulan kimse üzerinde; emanet edilen
şeyin korunmasının vâcib olmasıdır.(147) Zira icâb ve
kabûl sonucu; taraflar arasında "Emânet Akdi"
gerçekleşmiştir.
2036 Resûl-i Ekrem (sav)'in:
"Kendisine emânet konulup; ihânet etmeyen kimse,
(Emânetin) zararını tazmin etmez"(148) buyurduğu
bilinmektedir. Ancak ihânet ederse veya ihmal sonucu; emânet
zâyi olursa, ödemek durumundadır. İbn-i Münzir
"Emânetçi, vediâyı (Emâneti) muhafaza altına alsa,
sonra da onun kaybolduğunu söylese, sözü yemin etmesi
şartıyla kabul edilir"(149) hükmünde, icmâ bulunduğunu
kaydeder. Hanefi fûkahası: "Herhangi bir kasdı veya
kusuru olmadan; emânet eşya kaybolur, çalınır veya telef
olursa, emânetçi bunu tazmin etmez. Eğer bu gibi hallerde
ödemesi emredilirse; hiç kimse "Emâneti"
(Vediâ'yı) kabul etmez. Halbuki buna ihtiyaç
vardır."(150) hükmünde müttefiktir. İmam-ı Malik (rha)
"Emâneti kabul eden kimse; töhmet ve zann altında
kalmaktan kurtulmalıdır. Bu da ancak ödemekle mümkün
olur"(151) hükmünü zikreder.
2037
Emânet (Vediâ) belli bir ücret karşılığı teslim
edilmişse; sakınılması mümkün olan bir sebeble, telef veya
zâyi olursa tazminat gerekir.(152) Ayrıca kendisine emânet
bırakılan kimse; bu emâneti, kendisi ve ailesi vasıtasıyla
muhafaza etmek durumundadır. Başka birisine (Ailesinin
dışında) teslim eder ve emânet telef ve zâyi olursa, tazmin
etmek durumundadır.(153) Mecelle'de: "Müstevdâ (Kendisine
emânet bırakılan kimse) kendi malını nerede hıfz ederse
(Muhafaza ediyorsa) vediâ'yı dahi orada hıfz
edebilir"(154) hükmü kayıtlıdır. Esâsen tıpkı kendi
malı gibi muhafaza ederken kaybolursa; zararı ödemesi
gerekmez. Nitekim İbn-i Münzir: "Emânetçi, vediâyı
(Emâneti) sandığında, dükkanında veya evinde kendisi korur
iken telef olursa, ödemekle sorumlu olmaz"(155) hükmünde
icmâ bulunduğunu kaydeder. Esasen akid sebebiyle; bizzat
kendisinin koruması vâciptir. Aile çevresinin ihânetinden
korkarsa; onlardan dâhi, saklamak zorundadır.